Upload
others
View
11
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Ahi Evran Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Y.2015, C.2, S.1, s.76-90.
Ahi Evran UniversityJournal Of Institute
Of SocialSciences
Y. 2015, Vol. 2, No. 1, pp. 76-90.
76
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan
Yüzü: “Dicle”
Hakan ÇALIK
Özet Muallim Naci, Tanzimat dönemi Türk edebiyatı içerisinde gerek kişiliği
gerekse sanatı üzerinde tartışmaların yapıldığı şair ve yazarlardan biridir.
Bu tartışmalar Türk edebiyatı tarihlerinde Muallim Naci’nin yanlış
algılanmasına, dolayısıyla hak ettiği konumda bulunmamasına sebep olur.
Muallim Naci de Tanzimat’ın hemen hemen bütün sanatçıları gibi,
edebiyatın çeşitli alanlarında eserler verir. Muallim Naci’nin üzerinde en
çok durulan yönü her ne kadar şairliği olsa da dil, tercüme ve eleştiri
alanlarında da düşüncelerini yansıttığı eserleri mevcuttur. Kısa bir ömür
süren Muallim Naci, yaşamına birçok eser sığdırır. Ateş-pare adlı şiir
kitabında yer alan “Dicle” şiiri de bunlardan biridir. Bu şiir Muallim
Naci’nin modern Türk şiirine yabancı olmadığını gösteren dikkate değer
bir örnektir. “Dicle” şiiri, şairin hatıralarında “Asya seyahati” olarak
bahsettiği dokuz aylık Anadolu gezisinden izler taşımaktadır.
Anahtar sözcükler: Muallim Naci, modern Türk şiiri, “Dicle”
Reflected Face of the Concept of Homeland
to Modern Turkish Poetry: “Dicle”
Abstract
Master Naci is one of the poet and author whose personality as well as art
are discussed in Tanzimat Reform Era Turkish literature. In the history of
Turkish literature, these discussions led misunderstanding about Master
Naci. Accordingly, this caused Master Naci not to be in the position which
he deserved. As almost all the artists of Tanzimat Reform Era, Master
Naci has works in various fields of literature. Although most emphasized
aspect of Master Naci is his poesy, he has also works in the field of
language, translation and criticism where he reflected his thoughts. Master
Naci has a short lifetime. In this period he has many works. ‘Dicle’ poetry
Arş. Gör., Ahi Evran Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, e-posta: [email protected].
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”
77
is one of these and it takes part in poetry book called Ateş-pare. This
poetry is a valuable example which shows that Master Naci is not
unfamiliar to Turkish poetry. The ‘Dicle’ poetry bears traces of the nine
month trip which the poet mentioned as ‘Asia Travel’ in his memoirs.
Key Words: Master Naci, modern Turkish poetry, “Dicle”
GİRİŞ
Modern Türk edebiyatının başlangıcını belirleyen Tanzimat, 3 Kasım
1839’da ilan edilir. Mehmet Önal, Tanzimat dönemi başta olmak üzere, yeni
edebiyatın dönemleri, şair ve yazarları hatta edebi toplulukları hakkında,
değişmeyecek son sözlerin henüz söylenmediğini belirtir. (Önal, 2013: 21)
Dolayısıyla bu dönemin önemli bir şair ve yazarı olan Muallim Naci’nin de Türk
edebiyatı içerisindeki yeri tekrardan değerlendirilmelidir. Çünkü Muallim Naci
hem sağlığında hem de ölümünden sonraki dönemlerde lehinde ve aleyhinde pek
çok söz söylenen, taraflıca övgü ya da kasıtlı olarak yerilen sanatçıların önde
gelenlerindendir.
Muallim Naci için edebiyat tarihlerinde kullanılan; “daha çok eski
edebiyatın bayraktarı” (Balık, 2014: 220), “Tanzimat dönemi şair ve yazarları
içinde eskiye en fazla bağlı olanlardan bunun sonucu olarak da yenilik taraflıları
ile en çok çekişenlerden biri” (Kutlu, 1993: 269), “eski edebiyat geleneği
çizgisinde yeni” (Çetin, 2014: 649), “eski ile yeninin arasında”, “eski şiir
geleneğinin bu güçlü ve son temsilcisi” (Parlatır, 1988: 393),“gericilerin
çetebaşısı”, “yeni şiire tepki” (Enginün, 2014: 519) gösteren vb. tanımlamalar
Naci hakkında kesin bir çizginin olmadığını gösterir. Hatta “Bu çarpık zihniyet
sebebiyledir ki, koca bir “Tanzimat dönemi” sekiz-on ismin etrafında dolanır;
“Edebiyât-ı Cedide” vardır da muhalif grup sadece Muallim Naci’den ibarettir
(hem de Edebiyât-ı Cedide oluşmadan üç yıl önce ölmesine rağmen).” (Özgül,
2013: IX) ifadesi Muallim Naci için herhangi bir sindirme politikasına maruz mu
bırakıldı acaba? diye düşündürür. Zira Muallim Naci’nin özellikle eski-yeni
tartışmasındaki rolü, şiir sanatı, dil hakkındaki görüşleri, eleştiri ve tercüme
hakkındaki düşünceleri modern Türk edebiyatı açısından önemlidir. Dolayısıyla
Muallim Naci’nin bu görüşleri ön yargılardan uzak şekilde tekrar okunmalıdır.
Yazılış bağlamı ve şairin şiiri yazdığı ruh durumu düşünüldüğünde
"Dicle" şiirinin şaire yaklaşmada, kayda değer veriler sunduğu fark edilir. Zira
İstanbul'un edebiyat ortamından Anadolu'nun uzak bir köşesine giden şair, halka,
onun diline, yaşamına daha yakın durur. Bütün bunların şiire yansıyan tarafları
vardır.
1. Muallim Naci’nin Edebî Kimliği
Muallim Naci’nin Türk edebiyatı tarihi içerisindeki yeri Tanzimat
dönemi, yani yenileşmenin ikinci evresidir. Bu dönem sanatçıları Tanzimat
birinci dönem şair ve yazarlarının yenileşme yolundaki ilk adımlarını daha da
ileriye götürmeye çalışırlar. Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan
ÇALIK, H.
78
gibi sanatçılar yenileşmeyi, yeni edebiyatı savunurken, eski edebiyatı
savunanlara da cephe alırlar. Dolayısıyla eski-yeni, abes-muktebes, gelenek-
yenileşme, yerlilik-yabancılık, medeniyet-kozmopolitlik gibi çeşitli edebî
tartışmalar bu dönemde artar.
Klasik şiirin savunucuları ile yeni şiir tarzını savunanlar arasındaki
tartışmalar, özellikle Türk şiirine farklı bakış açıları, değer yargıları ve bunların
sonucu olarak hem yapı hem de tema yönünden değişik yaklaşımlar kazandırır.
Özellikle eski yeni tartışmasının yenileşen tarafında Recaizade Mahmut Ekrem
bulunurken eski tarafında ise Muallim Naci yer alır. Ahmet Özdemir, Türk
edebiyatındaki eski yeni tartışmasının, Muallim Naci ile daha bilinçli ve anlamlı
bir döneme girdiğini belirtir. Naci, Servet-i Fünun’un doğuşunu hazırlayan,
gereğinden fazla Fransızlaşmaya karşı, yeni edebiyatçıları aşırılıktan kaçınmaya,
daha ılımlı olmaya çağırır. Naci’nin bu tavrı, aşırı tutucuları sevindirmiş, onu,
salt eski şiirin taraftarı sanarak etrafında toplanmışlardır. Aşırı yenilik taraftarları
da Recaizade’nin çevresinde, bütün hücumlarını Naci’ye yöneltmişlerdir
(Özdemir, 2002: 8). Oysa eskiyi seven ancak yeniliğinde gereğini anlayan
bilinçli sanatçılardan olan Muallim Naci, “yetişme tarzı ile eski, pırıl pırıl
zekâsıyla yeniye açık bir şairdi” (Parlatır, 1992: 24). Bu konuda Tanpınar ise
“Naci iyi okunursa, onun mutlak eski taraftarlığının bir masal olduğu görülür.
Hakikatte o, iyi ve güzel manalarında şark ve garbın arasında bir fark
olabileceğine inanmıyor ve milliyetperverliği bir nevi gelenek fikriyle tefsir
ediyordu. Yani, Muallim Naci yeniliğe düşman değildi aksine O, sadece iki
kutbun arasında kalmıştır” (Tanpınar, 2012: 584) der. Modern Türk edebiyatının
varlığı noktasında lokomotif görevi üstlenen böylesi tartışmalar, şiir başta olmak
üzere birçok edebî türün nitelikli ilerlemesini sağlar. Zira eski yeni tartışması
aracılığıyla şair ve yazarların görüşleri gazete ve dergilere yansır.
Modern Türk şiirinin henüz başlarında Şinasi’nin şiir dilinde yapmak
istediği inkılap en başta Namık Kemal tarafından unutulur. Hamit, yüce duygular
ve düşünceler adına gramere meydan okur. Recaizade’de dil gayet zevksiz bir
seviyeye düşer. Muallim Naci ise bu çöküşe karşı dili ve ahengi müdafaa etmeye
çalışır (Kaplan, 2010: 95). Ayrıca Tanpınar, Muallim Naci’nin yeni tarzda
yazdığı şiirleri Tanzimat’tan beri peşinde koşulan sadeliğin ta kendisi olarak
ifade eder (Tanpınar, 2012: 584). Bunun yanı sıra zaman zaman gösterdiği nazım
kudretine rağmen, dili zannedildiğinden çok karışık olan Naci, hayal dünyası
denilen şeyden hemen hemen mahrumdur, diyerek eleştirinin dozunu artırır.
Sonrasında ise tüm eksikliklerine rağmen Naci’nin bir şair olduğunu ve insanlara
söyleyecek sözleri bulunduğunun altını çizer (Tanpınar, 2012: 584). Mehmet
Kaplan ise Muallim Naci’nin, sade ve ahenkli bir üslup yaratırken muhtevayı
fazla hafiflettiği görüşündedir. Muhtevacı Tanzimat şiirine karşı, dili ve ahengi
müdafaa etmenin değeri açık olmakla beraber, tematik değerleri fazla feda eden
boş bir şekilciliğin de tehlikeleri vardır. Üslubu hiçe sayan bir muhtevacılık ne
kadar kötü ise, içeriğe önem vermeyen üslupçuluk da o kadar değersizdir. Şiir ne
sadece muhteva, ne de muhtevası olmayan bir ahenktir. Belki her ikisinin ustaca
birleştirilmesidir. Valery, mükemmel şiiri tarif ederken “son et sens” (ses ve
mana) der (Kaplan, 2010: 96).
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”
79
Tematik örgü şiirin sacayağından biridir. Bu bağlamda Muallim
Naci’nin yeni tarz şiirlerinde, küçük yaşta babasını kaybetmesi sebebiyle
çocukluk yıllarına hasret duygusu varlığını hissettirir. Şerif Aktaş, babasının
ölümüyle mesut çocukluğundan, güzel bir rüyadan zorla çekilip uyandırılmış
gibi ayrılan Naci de çocukluğun sihri ve hasretinin devam ettiğini belirtir.
İnsanlardan kaçışı ve dosta ihtiyaç duyuşunu da aynı kaynağa bağlamak
mümkündür. Bir başka âleme hasret duygusu da Naci’nin özelliklerinden biridir.
Şiirlerinde içten içe, hayatta yerini bulamamış bir insanın derin melali sezilir.
Gurbet hissi, yalnızlık duygusu gibi temalar da şairin hem yaşadığı dönem hem
de hayatıyla ilintilidir (Aktaş, 2012:168-169).
Muallim Naci’nin şiirindeki tematik ve yapısal formlar göz önüne
alındığında, onun körü körüne eski tarzı sürdüren bir şair olmadığı, yeni şiirin
çerçevesinde kendisine ait tema ve söylem arayışları içinde bulunduğu görülür.
Devrin şartlarına, mizacına, kültürüne ait bazı unsurların Naci’yi eski tarzı
düşündüren bazen de o tarz şiire tamamen bağlı kalarak şiirler yazmaya
zorladığını; aruzu kullanmadaki ustalığını; dil ve edebiyat konularındaki
dikkatiyle dönemine olduğu kadar kendinden sonraki nesiller üzerinde ciddi
anlamda tesirli olduğunu gözler önüne serer (Aktaş, 2012: 169). Dil ve nazım
tekniği bakımından güçlü olan şairi, Tevfik Fikret, İsmail Safa, Mehmet Akif ve
Yahya Kemal gibi şairler izler. Bunu M. Akif: “Naci olmasaydı, Fikret de ben
de olmazdık” sözüyle doğrular (Tuncer, 1996: 236).
Muallim Naci, şair olduğu kadar aynı zamanda önemli bir dil
teorisyenidir. Şiir ve nesrinin üstünde, onun bu dilci tarafı devrine asıl tesir eden
tarafıdır (Tanpınar, 2012: 595). Muallim Naci, “Muntazam bir lisana malik olan
bir millet mutlaka mesut olur” diyerek millet olma yolunda dilin önemini
vurgular (Enginün, 2014: 523). Naci dile sahip çıkmanın şartları arasında, tıpkı
Namık Kemal gibi dilbilgisi (Istılahat-ı Edebiyye) ve sözlük (Lügat-i Naci)
kitaplarını şart koşar (Enginün, 2014: 523). Mehmet Kaplan, Naci’nin dili
kullanma açısından ve üslup bakımından Şinasi haricinde, hiçbir Tanzimat
şairinin, bu kadar halka yakın bir ifade tarzı kullanmadığını öne sürer (Kaplan,
2010: 95). Nazım alanında, dil, biçim, konu, zevk bakımlarından zamanının bir
hayli ilerisinde yeni örnekler vermiş bulunan Muallim Naci, nesir alanında da
ileridir. Rahatlıkla söylemek mümkündür ki -Ahmet Mithat Efendi dışında-
hemen hiçbir Tanzimat dönemi yazarının dili Naci’ninki kadar duru, temiz ve
yerli bir Türkçeye ulaşamamıştır. Kısacası, edebiyat diline saf Türkçenin gerçek
sesini verenlerden biri de, kuşkusuz odur (Kutlu, 1993: 270). Zaten Muallim
Naci’nin döneminde çok okunmasının ve kısa sürede ünlenmesinin en önemli
nedenlerinden biri de edebî dile getirdiği yeniliktir (Demir, 2010: 183). Yine bu
noktada VIII. Müsteşrikler Kongresi’nde ona “Türkçeye hizmetlerinden dolayı”
ödül verilmesi dikkat çekicidir (Kocakaplan, 2007: 4).
Muallim Naci, şiir ve dil hakkındaki görüşlerinin yanında tercüme
konusunda da ayakları yere basan düşüncelere sahiptir. Naci’nin çevirileri ve
çeviri hakkındaki düşüncelerini müstakil olarak inceleyen Fevziye Abdullah
Tansel, Naci’nin Batı’dan yeni zannıyla alınanların bir kısmının, Doğu
ÇALIK, H.
80
eserlerinde zaten mevcut olduğu ve Doğu’yu tamamıyla ihmal ederek Batı’yı
taklidin hatalı olduğu fikri üzerinde, ısrarla durduğunu belirtir. Naci, Batılı bir
eserin barındırdığı fikir veya görüşü Doğu eserlerinde de arar ve paralellikleri
işaret eder. Naci tercümelerin aynen, mealen veya genişletilerek yapılabileceğine
inanır. Dillerin ifade tarzlarının birbirinden farklı oluşu, aynen çeviriyi her
zaman başarılı kılmaz, hatta yazıldığı dilde mükemmel olan eser nakledildiği
dildeki haliyle anlamsız ve zevksiz olur. Tansel bu noktada şöyle bir tespitte
bulunur: Muallim Naci’nin tercüme hakkındaki görüşleri bugünkü
Karşılaştırmalı Edebiyat Biliminin temel mantığıdır. (Enginün, 2014: 525)
Muallim Naci, şiir, dil vb. alanlardaki görüşlerinin anlatılması ve
duyurulması noktasında çağın yayın organlarını da takip etmeyi ihmal etmez.
Özellikle modern edebiyatın temel malzemesi olan gazetenin önemini edebî
hayatının başlarında kavramış ve bu mesleğe gönül vermiş bir sanatçıdır.
Tercüman-ı Hakikat ile başlayan basın hayatı; İmdâdü-l Midâd, Saâdet, Teâvün-i
Aklâm, Mecmua-i Muallim ve Mürüvvet gibi çeşitli gazete ve dergilerle devam
eder. Ayrıca tiyatroya yabancı kalmayan Naci; tenkit türünün, zaman zaman
aşırıya kaçmakla birlikte, güzel örneklerini verir (Parlatır, 1988: 393). 1893
yılında vefat eden Muallim Naci, 44 yıllık kısa yaşamına 50’nin üzerinde eser
sığdırır. Eserlerinin yayınlanış tarihlerine bakıldığında ise bu eserleri 10 yıllık bir
süre zarfında kaleme aldığı görülür. Başta şiir olmak üzere eleştiri, mektup,
tiyatro, çeviri, manzum destan, hatıra, biyografi, roman dil ve edebiyat
alanlarında çeşitli eserler kaleme alan Muallim Naci yazılarında Yahya, Naci,
Abdullatif Fahri, Bir Firkatzade, Ahmet Mesud, Mesud-ı Harabati ve Muallim
Naci gibi takma adlar kullanır.
2. Memleket Şiiri Olarak: “Dicle”
Muallim Naci memleketin farklı yerlerini görerek, buralardan edindiği
gözlem ve izlenimlerle –belki yeni Türk şiirinde ilk defa- memleket şiirleri
yazma imkânını bulur. (Kutlu, 1993: 268). “Zevkiyle, söyleyişiyle ele alıp
işlediği konularla yerliydi. Yurdun bir ırmağı, Dicle nehri, ilk kez onun
mısralarıyla edebiyatımıza girmişti. Abdülhak Hamit; Hind, Asur, İngiliz, Arap
ve Yunan’dan, Namık Kemal; yüzyıllar öncesi Türkler’den, Recaizade ve Sami
Paşazade Sezai İstanbul’un alafranga tabakasından söz ederken köy
delikanlılarının, köy genç kızlarının duygularından söz eden Muallim Naci
olmuştu” (Özdemir, 2002: 10). Bu bakımdan “Dicle” şiiri Anadolu’nun,
yenileşen Türk şiirine konu olması yolunda atılan ilk somut adımlardan biridir.
Muallim Naci, “Dicle” şiirini Anadolu Müfettişliğine atanan Sait Paşa ile birlikte
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’ya yapmış olduğu seyahat sırasında
yazar.
Dicle nehri, Anadolu’nun güneyinden Basra Körfezi’ne akan bir
nehirden ziyade, varoluşundan beri o coğrafyaya tanıklık ederek medeniyet
taşıyıcı bir değer mekân niteliğindedir. Su ile insan arasındaki varoluşsal ilişki de
medeniyet oluşumunda etkendir. Zira medeniyet, suyun etrafında kurulur. Dicle
nehrinin bulunduğu konum ve fiziksel şartları kadar nehri oluşturan suyun
mitolojik ve felsefi boyutu da önemlidir. “Eski Mısır, Hint ve Çin efsanelerinde
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”
81
(Eliade, 1992: 155-157; Campell, 1994) suyun, yaratılışın temel kaynağı
olduğuna dair bilgiler vardır. Yine İncil (1992:185) ve Kur’an1’da da su
unsurunun kâinatın cevheri, “materiaprima”sı olduğu söylenir” (Korkmaz,
2015: 48). Doğal olarak su, varlığın ilk maddesi, özü olarak da yorumlanabilir.
Hatta Herakleitos’un “Ölümdür ruhlar için suya dönüşmek” söylemine göre
ölüm suyun kendisi, yani başlangıç ve sonun kıstasıdır (Bachelard, 2006: 68).
Diğer yandan varlığa ait sırrı bünyesinde barındıran su, mitik anlamda
somutlanamayan şeylerin evrensel bütünlüğünü önceler. (Eliade, 1992: 181). Bu
açıdan “Dicle” şiirindeki “su kültünün mitik yorumu” (Korkmaz, 2015: 48)
önemli bir anahtardır.
“Dicle” şiiri Muallim Naci’nin, sıla ve vatan özlemini benliğinde
duyduğu dönemin ürünüdür. Bu özlem sadece Anadolu yıllarını kapsamaz.
Muallim Naci’de vatan özlemi, memleket hissiyatı babasının ölümünden sonra
İstanbul’dan zorunlu olarak gittikleri Varna dönemiyle başlar. İlk ayrılık, ilk
gurbet sekiz yaşındayken “Vatanımdan tebâüd etmiş idim” (Muallim Naci,
1301/1883: 65) dediği Varna’daki dayıları Demirci Ahmet Efendi’nin yanı olur.
Çevresel olarak İstanbul’dan ayrılış olsa da Varna da o dönem itibariyle Osmanlı
toprakları içerisinde, vatan toprağının bir parçası konumundadır. Buradaki vatan
kavramı sadece üzerinde durulan, “ (…) topografik bir yer değil, anlam üreten,
anıları barındıran, kişinin iç dünyasını yansıtan bir değer” (Korkmaz, 2015: 82)
boyutundadır. Yani Muallim Naci’nin yüreğinde hissettiği baba ocağı, babasız
kalma düşünceleridir. Çünkü sekiz yaşındaki küçük Ömer2 için, baba; vatandır,
güvendir, güçtür. Diğer türlü babanın olmadığı Varnalı yıllar “(…) yolunu
kaybetmiş bir çocuk için (…) algı yönüyle artık açık ve geniş bir alan değil;
kendini konumlayamadığı, tanımlayamadığı ve içinden sıyrılıp çıkamadığı dar ve
karmaşık bir labirent” ten (Korkmaz, 2015: 83) farksızdır. Küçük Ömer
babasının hayatta olduğu İstanbul döneminde “(…) kendini güvende hisseder;
kimliği, varlığı, değerleri koruma altındadır” (Korkmaz, 2015: 93). Dolayısıyla
Feyziye Mektebi’ndeyken falakaya yatırmasından çok korktuğu hocasına karşılık
baba imajı “Korkma oğlum! Ben seni dövdürmem” (Muallim Naci, 2013: 33)
diyen koruyucu güç konumdadır.
“Sorma amma nasıl tebâüd ediş” (Muallim Naci, 1301/1883: 65)
dizesiyle Muallim Naci, çocuk yaşta hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmenin kolay
olmadığını ifade eder. Bu yaşanılan zor günler Muallim Naci’nin hayal
dünyasına onulmaz yaralar açar. Bunun üzerine Sait Paşa ile Anadolu yaşamı
gurbeti iyice içine sindirir.
Muallim Naci, Sait Paşa’nın kâtipliğini kabul ederek onunla birlikte
birçok farklı iklimler, coğrafyalar, kültürlerle tanışır. Aslında bu yönden
bakıldığında Naci’nin Varna’daki içe kapanık yaşamına yeni bir soluk gelmiş
1 Kur’an, “O, (…) Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yarattı.” Hud/7, “O,
insanı bir damla sudan yarattı.” Nahl/4, “ İnkâr edenler (…) her canlı şeyi sudan
yarattığımız görüp düşünmediler mi? Enbiya/30. 2 Muallim Naci’nin asıl adıdır.
ÇALIK, H.
82
olur. Gittiği her yeni yer onun için farklı anlam taşımakta ve yeni şeyler
öğreneceği için merak uyandırmaktadır. Özellikle “(…) Bağdad’a doğru gitmiş”
(Muallim Naci, 1301/1883: 65) olma, Muallim Naci için, Osmanlı döneminde
âlimlerin ve bilginlerin dolup taştığı şehre kavuşma heyecanıdır. Ayrıca
Bağdat’a duyulan sevgi, âşıkane duyuş medreselerde yetişen, tasavvufla iç içe
olan Muallim Naci’nin bir nevi eski edebiyata olan bağlılığının göstergesidir. Bu
bakımdan Naci için bu gezi hem sıladan ayrılığı, hem de vuslatı imler.
“Dicle” şiirinin ikinci kıtasına da hasret temi yoğun bir biçimde işlenir:
“Eşk-i hasret eser-nümâ-yı hürûş
Ser hevâdar, sine gam-perver
Dil hayâl-i vatanda, leb hâmûş
Yine amma kalem nagam-perver”
(Muallim Naci, 1301/1883: 65)
Muallim Naci’de hasret, gözyaşı sıla ve memleket özleminden dolayı coşar.
Böyle olunca dil konuşmasa da gönül asıl vatanı arzular. Muallim Naci’nin
gönlü, doğup büyüdüğü vatan topraklarındadır. Abdullah Uçman, Naci’deki
vatan fikrinin kendinden öncekilerde, mesela Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa
vd. görüldüğü şekilde idealize edilmiş siyasi bir amaç taşımadığını belirtir.
Ondaki vatan düşüncesi, siyasi amaçların tam tersine, gerçekçiliğe daha yakın ve
daha inandırıcı bir biçimde görünür. Öncekiler İstanbul dışındaki coğrafyayı pek
tanımamış oldukları halde, Naci geniş bir ülke coğrafyasını tanımış, belki
bundan belki de hayatındaki imkansızlıklar yüzünden, selefleri gibi ütopik bir
hürriyetçiliğe heveslenmemiştir (Uçman, 1974: 25).
“İkidir kıble-gâh-ı can u tenim
Birisi sevdiğim bir vatanım
Ne işim var cihanda gayrı benim
Sevdiğim kız nihan vatan viran.”
(Uçman, 1974: 25)
gibi dizelerde de sıkça vatan kavramından söz eder. Buradaki vatan algısı canla
eşdeğerdir. Şiirde Naci için iki önemli değer vardır: Biri sevgili diğeri dünyayı
yaşanılası kılan vatan toprağıdır.
Duygusallığı şiirlerine yansıyan Muallim Naci’de Sakız adalarına
gidişle yine bir gurbet duygusu, vatan hasreti ve bir garipliktir başlar. Naci’de
sürekli gibi görünen, fakat içtenliğini hiçbir zaman kaybetmeyen duygulardan
biri, belki de en önemlisi vatan hasretidir. Onun yine bir şiirinde:
“Uzadıkça vatan garip ezilir
Kürbet-i gurbeti garip bilir.
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”
83
Gece kaldım şu gam-feza derede
Vatanım nerede ah ben nerede.”
(Uçman, 1974: 14)
şeklinde feryatlar sık sık duyulur. Bu serzenişler onun yüreğindeki gurbet
acısının ağırlığını hissettirir. Bu bağlamda Muallim Naci vatanı kendisine dert
edinir, onun özlemiyle kendisini karanlıklarda bulur. Diğer türlü bu vatan
hasretini gönlünde yaşamayan birinden, bu tür içtenlikleri duymak neredeyse
imkânsızdır.
Muallim Naci gurbet duygusunu her ne kadar içselleştirse de kederi şiire
yansır. İnsan, yapısı gereği duygusal olduğu zaman konuşmak yerine susmayı, iç
sesini dinlemeyi tercih eder. Çoğu zaman da düşündüklerini dışa vurmaktan
kaçınır. Muallim Naci de kederle, üzüntüyle, gamla dolu olmasına rağmen içi,
dışa pek vurmaz. Bu hali de kaleminin “nagam perver” olmasından anlaşılır. Bir
şairin kaleminin şarkı söylemesi, mutluluk ifadelerini sarf etmesi gerçekte de o
hali barındırmasından ileri gelir ancak Muallim Naci de tam tersi bir durum
mevcuttur. Her ne kadar kederden, gamdan, özlemden konuşamasa da kalem
haline tercüman olur.
Sanat eseri bir bakıma içinde bulunulan çevrenin şekillendirdiği duygu
ve düşüncelerin temellendirdiği ve edebî bir üslûp ile ortaya konan eserlerin
birleşimine bağlı olarak gelişir, değişir ve bir içeriğe kavuşur. “(…) şiir de
tabiatla insan arasında kurulan muadeleden doğmuştur. “Tabiat, insan zekâ ve
muhayyilesinin ilk ilham kaynağı, ilk kudret membaıdır” (Siyavuşgil, 1993:7).
Doğal ve yapay çevrenin edebî esere yansıması farklı boyutlarda gerçekleşir.
Tabiatın modern Türk şiirine, bir ilham kaynağı oluşu ve onun tasvir edilmeye
başlanılması romantizm akımının etkisiyle Tanzimat döneminde ivme kazanır.
Muallim Naci de tabiatı hem tasvir unsuru hem de ilham kaynağı olarak kullanır.
Tabiatın bir parçası olan Dicle nehri ile yaşamını öylesine özdeşleştirir ki “Cûşa
başlar görünce seyl-i dilim / Lâübali revişli enhârı” (Muallim Naci, 1301/1883:
66) derken Dicle’nin kendi halinde akışının kendi gönlündeki selin akışkanlığını
ve coşkunluğunu artırdığını söyler. Muallim Naci, sahip olduğu kırılgan hissi
duyguları serbest bırakmayı, özgürleştirmeyi arzular. Küçük yaşta başkalarına
muhtaç olarak yaşama zorunluluğu Muallim Naci’nin nehrin özgürlüğüne
duyduğu ilginin bilinçaltındaki izleridir. Naci’nin içinde biriken duygusal
kırılmalar zamanla gün yüzüne çıkmaya başlar. Böylelikle Anadolu yıllarından
sonra İstanbul yaşamı rindane bir görünüme kayar. “Fırat vadileri, Erzurum
dağları, Halep, Diyarıbekir, Mamuretülaziz (Elazığ), Sivas ve Trabzon’u içine
alan bu Anadolu seyahati Naci’nin bütün sabrını tüketmişti denebilir. Bu garip
seyahat dönüşü İstanbul’da biraz derbeder dolaşması, gurbetin kazandırdığı
duygular ve bıkkınlıklarla izah edilebilir” (Uçman, 1974: 14).
Muallim Naci için yaşamın anlamı, nehrin her bir kıvrımında saklıdır.
Sayısız kıvrımla dolu olan nehrin bu kıvrımları farklı dünyaların eşiğine atılan
adım; kendilik değerlerine doğru yapılan yolculuğu ifade eder. Haliyle masal
gibi bir baba ocağından, “yer edinme” ye (Korkmaz, 2015: 176) çalıştığı
ÇALIK, H.
84
Varna’ya, oradan da “Asya seyahati”3 diye tabir ettiği Anadolu gezisi Muallim
Naci için yaşamın önemli dönüm noktalarıdır.
“Bir gelir, şöyle bir lâtif döner
Gidemez hep bir istikâmette
Her dönüş arz eder cihân-ı diğer
Her cihân başka bir letâfette”
(Muallim Naci, 1301/1883: 66)
dizeleriyle hem Dicle nehrinin, hem de kendi yaşamının önemli evrelere sahip
olduğunu açıklar.
Muallim Naci açıktan açığa Dicle nehrini “Nedir ey cûy-ı hoş reviş bu
şitâb” (Muallim Naci, 1301/1883: 66) dizesiyle kendisine muhatap almaya
başlar. Dicle, kendisine çizilen ya da kendisinin çizdiği yolda Basra körfezine
doğru akmaktadır.
“Acaba Basra körfezinde ne var?
Durma git, git ki etti Hâlık-ı âb
Bahrı, nehr-i revâna câ-yı karâr”
(Muallim Naci, 1301/1883: 66)
Muallim Naci bu dizelerde Dicle’nin niçin Basra körfezine aktığı
sorusuna yine kendi cevap verir. Evrenin yaratıcısı olan, varlığın asıl sahibinin
böyle bir ilahi düzen istediğini ifade eder. Bu noktada dikkati çeken Dicle
nehrinin kişiselleştirilmesinin yanında, insan gibi yorulmaya yüz tutan ve
dinlenmeye ihtiyacı olan bir varlık gibi işlenmesidir. Naci’nin nazarında suyun
yaratıcısı denizleri; nehirler için son durak niyetine yaratmıştır. Ancak bu bağlam
da suyun da insan gibi ölümlü olduğu, nasıl ki insanın son durağı bu dünyada
mezarsa, bir nehir içinse, içerisine karıştığı deniz veya okyanus olduğu gerçeğine
göndermede bulunulur. Gaston Bachelard’ın dediği gibi canlı olan her su, ölmek
üzere olan bir sudur. Yine maddenin imgelemi noktasında önemli düşüncelere
sahip Bachelard’ın “Ölüm bir yolculuktur ve yolculuk da bir ölümdür. ‘Gitmek,
ölmektir biraz.’ Ölmek gerçekten de gitmektir ve insan en iyi, en cesur biçimde,
en açık biçimde suyun akışını, geniş ırmağın akıntısını izleyerek gider. Bütün
ırmaklar Ölüler Irmağına akar. Yalnızca bir ölüm hayalidir. Yalnızca bu yola
çıkış bir serüvendir” (Bachelard, 2006: 88) cümleleri önemlidir. Bu doğrultuda
insan için mezar sembolik olarak dünyanın sonu, öte âlemin başlangıcını
imlerken, nehirdeki su için ise denize akma (Basra körfezi), yeni bir oluşum
3 “Asya seyahati dediğim şey Halep, Diyarbakır, Ma’muretü’l-Aziz, Sivas, Erzurum,
Trabzon vilayetlerinin bazı” mühim cihetlerini “dolaşmaktan ibaret bir garip seyahat idi ki
dokuz aydan ziyade” sürmüştü” (Tarakçı, 1994: 47).
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”
85
sürecinin, çoğalma ve genişlemenin eşiğidir. Bilinir ki, güçlü bir su damlası
dünya yaratmaya ve karanlığı bozmaya yeter. Gücün hayalini kurmak için
derinlemesine imgelenmiş bir damladan başka şeye ihtiyaç yoktur. Böyle
devingenleşen su bir tohumdur; yaşama tükenmek bilmez bir sirkülasyon
kazandırır (Bachelard, 2006:17).
Muallim Naci şiirin devamında Dicle nehri ile kendisini karşılaştırır. En
az kendisinin de bu nehir kadar coşkun mizaca sahip olduğunu ve buralara
gelmeden önceki zamana atıfta bulunur:
“Ben de bir başka cûy-ı cûşânım
Nice vadiden eyledim cereyan”
(Muallim Naci, 1301/1883: 67)
Bu dizelerin devamında ise ruhsal açıdan Dicle nehrinden ziyadesiyle
coşkun olduğunu belirten Naci, onun Basra körfezine ulaşma sevdasından çok
kendisinin deniz hasretiyle coşup çağladığını dile getirir:
“Firkat-i bahr ile huruşanım
Bende senden ziyadedir feyezan”
(Muallim Naci, 1301/1883: 67)
Muallim Naci, Varna’dan ayrıldıktan sonra birçok yerler dolaşıp, çeşitli
insanlarla tanışır, çektiği sıkıntıların etkisiyle hayattan soğur, uzaklaşır. Bu
uzaklaşma ölüm realitesi olabileceği gibi Türk edebiyatında daha çok Servet-i
Fünun yazar ve şairlerinde görülen “öte düzen aşkınlığı” (Korkmaz, 2014: 183)
olarak adlandırılan dünyanın sıkıcılığından bunalan bireyin kendine yeni ya da
farklı yerler arama isteğinden kaynaklanıyor, olabilir. “Ütopya ya da hayali
mekân algısı zihinsel bir tasarım olarak her bireyde olabilmekle birlikte
sanatkâr ruhlarda daha belirgin bir biçimde açığa çıkar” (Kanter, 2011: 964).
Gerçek dünyadan soyuta, kendine bir “yapay cennet” kurma algısı, Fuzuli’nin
“Gelin ey ehl-i hakikat çıkalım dünyadan/ Gayr yerler gezelim özge sefalar
sürelim” dizeleriyle temellendirilebilir. Bu bağlamda Muallim Naci’nin Görün
adlı gazelindeki şu beyitler ütopik mekan arayışına örnek gösterilebilir: “Çıkın
şu savmadan zâhidân cihânı görün/Nasıl güzel geçiyor âlemin zamânı görün”
(Parlatır, 1988: 408). Yine Kebüter manzumesinin bitişinde de özlemini çektiği
mekânı tasvir eder:
“Bir başka cihân olunsa ibrâz
Etsek seninle şuradan pervâz
Dünya nedir anmasak, unutsak
Âvâreyiz âşiyâne tutsak.”
(Muallim Naci, 1301/1883:15)
ÇALIK, H.
86
Başka bir şiirinde ise insan gerçeğinin en masum dönemi olan çocukluk
yıllarına duyulun özlem, sığınma duygusu hâkimdir.
“Masumluk kadar sevilir hâl görmedim
Sibyâna incizâb-ı dilim ber-kemâldir
Mümkün olaydı avdet ederdim sebâvete
Tarif-i lütfu bence o hâle muhâldir”
(Muallim Naci, 1307/1890: 35)
Muallim Naci’nin şiirlerinde “öte düzen aşkınlığı” ya ütopik mekan ya
da yaşanmışa sığınma şeklinde görülür. “Özellikle yaşamın tekdüze sınırlarını
zorlayan sanatkârlar reel dünyadan kaçış yolunu seçerler. (…) Kaçış, bireyin
olağandışı, alışılmadık, içinden çıkamadığı, bunaldığı özetle iç ya da dış
etkenlerden kaynaklı bir durumdur” (Kanter, 2011: 963-964). Muallim Naci’nin
hayal dünyasında şekillenen öte âleme meyil, şiirlerine böyle yansır.
Muallim Naci şiirin devamında Dicle nehri ile Tuna nehrini karşılaştırır.
“Feyezanın tezayüt ettikçe
Tuna cûş eyliyor hayâlimde
Tunalaştın gözümde gittikçe”
(Muallim Naci, 1301/1883: 67)
Muallim Naci, Dicle ile Tuna nehrini fiziksel özellikleriyle kıyaslamaya
tabi tutar. İki nehir de belirli yönleriyle birbirine benzer. Naci için burada önemli
olan nehirlerin fizibilitesinden çok kendi dünyasında yer ettiği izlenimlerdir.
Dolayısıyla şiirde her iki nehir üzerinden geçmişle ân arasında bir köprü kurulur.
Tuna, çocukluk ve ilk gençlik döneminin geçtiği Varna yıllarının bilinçaltındaki
izleridir. Dicle nehrine ise “Âh-ı memdûdum oldu hem-râhım” (Muallim Naci,
1301/1883: 67) diyerek bir yol arkadaşı ve dost gözüyle bakar. Naci, Tuna’ya
olan özlemini Dicle üzerinden şiire böyle damıtır. Dicle’nin Naci gözünde
giderek Tunalaşması aralarında kurulan hasret bağının göz önüne serilmesidir.
Dicle’nin Anadolu’yu, Tuna nehrinin de Balkanları sembolize ediyor olmasına
rağmen her iki nehir de kader birlikteliğine sahiptir. Aynı İmparatorluğun
sınırları içerisinde, birer kültürel kod taşıyıcısı konumundadır. Her ne kadar
Tuna’nın içinden geçtiği topraklar (Bulgaristan), ile Dicle’nin de döküldüğü
topraklar (Basra körfezi) artık Osmanlının yadigârı olmasalar da Tuna’ya
atfedilen şiirler ve türküler, “bizim kendimizle ve geçmişimizle aramızı bularak
ruhlarımızı daima uyanık tutar” (Korkmaz, 2015: 354). Dolayısıyla insana
kimliğini kazandıran, duyumsatan eriştirici niteliğiyle türküler, şiirler, marşlar
vb., ontolojik bir varlık haline dönüşürler. Bu varlık alanı, atalar ruhunu, evrenin
bilgisini anlama ve anlamlandırma da kişiye kendilik bilinci ve gelecek güveni
sağlar (Korkmaz, 2015: 347).
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”
87
Muallim Naci şiirin sonuna doğru Dicle nehri civarında bulunan
eserlerin tarihi sürecine değinir. Kültürel kökü kadim medeniyetlere dayanan
Anadolu coğrafyası geleneksel yaşamı mimari ve sanat bakımından şimdiye
aktaran rol üstlenir. Mirası aktarma sürecinde coğrafyanın savaşlar ve doğal
afetlere maruz kalması kimi zaman bu değerlerin yok olmasına, harabeye
dönmesine sebebiyet verir. Naci de şiirinde bu duruma realist bir tutumla yer
verir:
“Acaba hangi asrın âsârı
Ne bu viraneleri sevâhilde
Oldu nakşı hayâlime sâri
Kaldı yer yer harâbeler dilde”
(Muallim Naci, 1301/1883: 68)
Muallim Naci’nin “Dicle” şiirini kaleme aldığı dönemde Osmanlı
İmparatorluğunun yıkılmaya yüz tuttuğu, başta Balkanlar olmak üzere Kafkaslar,
Ege, Ortadoğu hatta Anadolu’da savaşların görüldüğü dönemlere rastlar.
Anadolu coğrafyası bu bakımdan sürekli savaşlara sahne olan, medeniyetin
kırılmalara uğratıldığı yerlerdendir. Bu bağlamda Ziya Paşa’nın İslam
coğrafyasının içler acısı durumunu özetlediği şu dizeler önemlidir: “Diyâr-ı
küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm/Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler
gördüm” (Akyüz, 2015: 40). Her ne kadar yıkılan fiziki eserler olsa da,
taşıdıkları misyon bakımından insanın zihnini sekteye uğratarak bilincine gem
vurur. Dolayısıyla insan, yazgısı olan coğrafyasının maddi ve manevi değerlerini
okuyabilmeli ve sahiplenebilmelidir. Osmanlı İmparatorluğu fethettiği yerleri el
üstünde tutarak, iskân politikaları sayesinde bu yerleri kendi bünyesinde
yaşatabilmek için oldukça çaba gösterdiği tarihe bakılarak gözlemlenebilir. Diğer
taraftan Osmanlı dünyaya hükümran olurken, kendi köklerini, can suyu
konumundaki sırtını yasladığı Anadolu’yu sahipsiz bıraktığı da söylenir. Bunun
nedenleri daha çok Osmanlının içerisinde bulunduğu savaş ortamına, Balkanlar
ve Kafkaslardan aldığı göçlerin yanı sıra ekonomik sıkıntılara bağlanabilir.
Muallim Naci’nin vatan ve memleket kavramları bakımından
duyarlılığını yansıtan “Dicle” şiiri gurbet ve özlem temalarının yanı sıra milli
bilinç, öze yönelim gibi değerler kavramını da önceler. Naci şiirini, Anadolu
coğrafyasının garip kalmışlığı, ötelendiği gerçeğiyle ama geleceğe ümitvar bakan
bir hayalle bitirir.
“Olsa kâşâneler kenarında
Tazelense ümîd-i istikbâl
Olsa mamureler civarında
Ne güzel arzu! Ne tatlı hayal!”
ÇALIK, H.
88
(Muallim Naci, 1301/1883: 68)
Bu hayal ve arzular Osmanlı’nın tekrar o eski ihtişamına kavuşması
yönündedir. Tarihsel sürece bakıldığında Naci’nin bu istedikleri gerçekleşmez
hatta durum daha da kötüye gider. Anadolu içine düştüğü birçok savaşla varlık
yokluk mücadelesi yaşar. Özetle bir sanatkâr olarak Muallim Naci de “Dicle”
şiirinde Anadolu’nun içerisinde bulunduğu acı gerçekle yüzleşmekten daha çok
kaçış psikolojisinin sanatçı üzerindeki etkisinden hareketle ya arzuladığı ütopik
mekana ya da geçmişin soylu günlerine sığınır.
SONUÇ
Tanzimat edebiyatının ikinci dönemi içinde yer olan Muallim Naci,
Şinasi ile başlayan ve Namık Kemal’le geliştirilmeye çalışılan, Hamit ve Ekrem
tarafından savunulan modern edebiyatın karşısında gibi görünse/gösterilse de
bütünüyle moderniteden kopuk değildir. Hatta tam olarak düşündüğü eski
edebiyatın tamamen yıkılmaması, onun sadece devrin şartlarına göre
modernleştirilmesidir. Onu böylesine bir tavır almaya götüren sebepler arasında,
Ekrem’le biraz da şahsiyete kadar uzanan gereksiz tartışmasını da göstermek
mümkündür. Hatta bu durumun biraz da inatlaşmadan kaynaklandığını da
gözden uzak tutmamak gerekir. Aslında o dönemde geniş bir okuyucu kitlesine
seslenmesi, yeni yetişen pek çok genci yanında tutabilmesi ve bir otorite olarak
kendini kabul ettirmesi hiç de küçümsenecek bir durum değildir. Öte yanda
yetişme ve yaşayış tarzı ile yorumlayabileceğimiz eski edebiyat zevkini
benimseme ve savunma, bir anlamda yenileşen edebiyatın içinde onun bir ölçü
adamı olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Muallim Naci Tanzimat döneminin
mizacından şüphesiz etkilenen bir sanatçıdır. Bu devrin aydınları için “ikilem”
sözcüğü anahtar olarak algılansa da Muallim Naci’yi açımlayan söz “itidal”dir.
Nasıl ki Şinasi’nin, Namık Kemal’in, Recaizade Mahmut Ekrem’in ya da
Abdülhak Hamit’in kendine göre düşünceleri ve söyleyecek sözleri varsa
Muallim Naci de Tanzimat devrinin bir aydını olarak önemli düşüncelere
sahiptir. Bu doğrultuda herkesin Batı’ya ve yeniliğe doğru koştuğu, Divan
edebiyatından kaçtığı bir devirde, bu edebiyatın değerli yanlarının bulunduğunu
cesaretle haykırması (Kocakaplan, 2007: 6) Muallim Naci’nin ikilemde
kalmadığını aksine daha sağlam temele dayanan fikirleri olduğunu gösterir.
Kendisini Doğu-Batı ayırıcısından ziyade sentezcisi olarak görmek daha
mantıklıdır. Bu nedenle Naci’yi tamamen eski edebiyata ya da yeni edebiyat
tarafına mâl etmek büyük bir saplantı olur.
Muallim Naci klasik edebiyata bağlı olduğu kadar modern Türk şiirine
de açıktır. Hem içerik hem de yapı bakımından yeni Türk şiirine katkısı
tartışılamaz. Özellikle Âteşpâre adlı şiir kitabındaki Kuzu, Nusaybin Civarında
Bir Vadi vd. şiirler Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Ahmet Mithat ve
Abdülhak Hamit tarafından beğenilir. Nitekim incelemesi yapılan “Dicle” şiiri
de modern Türk şiirine örnektir. Özellikle Tanzimat dönemi Türk şiirinde
Anadolu coğrafyasının konu olarak işlenmesi bağlamında bu şiir bir ilktir,
Memleket Kavramının Modern Türk Şiirine Yansıyan Yüzü: “Dicle”
89
denilebilir. Bundan ötürü bu şiir, geçmişin ve şimdinin birbiriyle bütünleştiği,
ruhun ve nesnelerin birbirine karıştığı, tabiat ve memleket izlenimlerinin vücut
bulduğu şiirlerdendir.
KAYNAKLAR
Aktaş, Ş. (2012). Yenileşme Dönemi Türk Şiiri ve Antolojisi, Ankara: Kurgan
Edebiyat.
Akyüz, K. (2015). Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul: İnkılâp.
Bachelard, G. (2006). Su ve Düşler,(Çev. Olcay Kunat), İstanbul: Yapı Kredi.
Balık, M. (2014). “Muallim Naci”, Tanzimat Edebiyatı (Edt: Özcan Bayrak),
İstanbul: Kesit.
Çetin, N. (2014). “Eski Edebiyat Geleneği Çizgisinde Yeni” Tanzimat Edebiyatı
(Edt: İsmail Parlatır), Ankara: Akçağ.
Demir, H. (2010). Muallim Naci: Eski Mi, Yeni Mi?,Türkbilig, S.19, s.176-185.
Eliade, M. (1994). İmgeler ve Simgeler (Çev. M. Ali Kılıçbay), İstanbul: Gece.
Enginün, İ. (2014). Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-
1923), İstanbul: Dergâh.
Kanter, M. F. (2011). Tevfik Fikret ve Ahmet Haşim’in Şiirlerinde Ütopya,
Türkish Studies, Volume 6/3 Summer, s.963-972.
Kaplan, M. (2010). Şiir Tahlilleri I Tanzimat’tan Cumhuriyete, İstanbul: Dergâh.
Kocakaplan, İ. (2007). İki Cihan Arasında Muallim Naci, İstanbul: Kapı.
Korkmaz, R. (2014). İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara: Akçağ.
Korkmaz, R. (2015). “Aytmatov Anlatılarında Ritmin Büyülü Gücü: Türküler”
(s.344-354), Yazınsal Okumalar, İstanbul: Kesit.
Korkmaz, R. (2015). “Dede Korkut Hikâyelerinde Su Kültünün Mitik
Yorumu”(s.48-58), Yazınsal Okumalar, İstanbul: Kesit.
Korkmaz, R. (2015). “Romanda Mekânın Poetiği” (s.77-99), Yazınsal
Okumalar, İstanbul: Kesit.
Korkmaz, R. (2015). “Yurtsuzluk İtkisi ve Anayurt Oteli” (176-188), Yazınsal
Okumalar, İstanbul: Kesit.
Kutlu, Ş. (1993). Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul: Remzi.
Muallim, N. (1301/1883). Âteşpâre, İstanbul.
Muallim, N. (1307-1890). Sünbüle, İstanbul.
Naci, M. (2013). Ömer’in Çocukluğu (Hzl: N. Ahmet Özalp), İstanbul: Kapı.
ÇALIK, H.
90
Önal, M. (2013). “Modern Türk Edebiyatının Başlangıcı ve Tanzimat’ın
İlanından Sonraki Türk Şiiri”, Türk Edebiyatı Tarihine Bir Bakış Yeni
Türk Edebiyatı (Ed. M. Kayahan Özgül), Ankara: Kurgan Edebiyat.
Özdemir, A. (2002). Muallim Naci Hayatı-Sanatı-Eserleri-Eserlerinden
Seçmeler, İstanbul: Hikmet Neşriyat.
Özgül, M. K. (2013). “Başlarken”, Türk Edebiyatı Tarihine Bir Bakış Yeni Türk
Edebiyatı (Ed. M. Kayahan Özgül), Ankara: Kurgan Edebiyat.
Parlatır, İ. (1988). Muallim Naci, Büyük Türk Klasikleri, Ötüken-Söğüt, C.8,
İstanbul, s.396-397.
Parlatır, İ. (1992). “19. Yüzyıl Yeni Türk Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı
IV (Çağdaş Türk Şiiri), S. 481- 482, Ocak-Şubat.
Siyavuşgil, S. E. (1993). “Türk Halk Şiirinde Tabiat”, Türk Edebiyatında Tabiat,
Ankara: AKMB.
Tanpınar, A. H. (2012).19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh.
Tarakçı, C. (1994). Muallim Naci Efendi Hayatı ve Eserlerinin Tetkiki, Ankara:
Furkan.
Tuncer, H. (1996). Tanzimat Edebiyatı, İzmir: Akademi.
Uçman, A. (1974). Muallim Naci, İstanbul: Toker.