12
1

MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

1

Page 2: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

2

2015 Ocak ayında kurulan açılımı Karabük İlmi Araştırmalar Merkezi (KİLAM); 10 haftalık bir program ile kendini geliştirmek isteyen Karabük Üniversitesi öğrencilerine yönelik bir eğitim merkezidir. Kurulduğun-dan bu güne dek aktif bir şekilde seminer ve atölye çalışmalarını sürdürmektedir. Karabük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi De-

kanı ve Tasavvuf Tarihi Anabilim Dalı öğre-

tim üyesi Prof. Dr. Hür Mahmut YÜCER’in

rehberliğini üstlendiği Biyografi Atölyesi bu çalışmalardan biridir. Yücer, katılımcıların ilgisini çektiği ya da kendi önerdiği kitapları okuyarak sonuçta birer değerlendirme yazısı kaleme almalarını istedi. Bu yazılar daha sonra içerik, im-la ve şekil açısından grup içerisinde tartışmalı olarak değerlendirildi. Değerlendirme ve kontrol edilen yazılarda “Nasıl daha iyi ve kaliteli yazılır”ın öğrenilmesi hedeflen-di. Böylece katılımcılarda yazma alışkanlığı kazanılması hedeflendi. Katılımcıların kendi yazmış oldukları kitap tanıtımları birleştirilerek Biyografi Atölyesi Bülteni oluş-turuldu. Rukiye ÖZKAN

Page 3: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

3

MENDERES’İN HASRETİ BİTİREN İFASI: EZAN ASLI BEY

Adnan Menderes ve Türkçe Ezan, Mustafa Armağan,2012, Timaş yayınevi, sayfa sayısı 239

Daha önce tarih alanında birçok başarılı araştırma ve inceleme yayınlamış olan Mustafa Armağan, bu kitabında 1930’lu yıllarda yürürlüğe konulan Arapça Ezan yasağını, yasağın kaldırılmasını ve toplumda ki yansımalarını ele almıştır. Tüm eserle-rinde, tarihi detaylara inip okuyucusuna yararlanabileceği ve araştırmalarını daha da derinleştirebileceği kaynakçalar sunan, yazılarında son derece titiz davranan Arma-ğan, bu kitabında Türkiye’de derin izler bırakan yaklaşık 30 yıllık bir kanunun geliş-me evrelerini, emellerini ve sonuçlarını belirli bir düzen içinde okuyucuya sunmuş-tur. Yeri geldiğinde anılara yer verip sıkmayan üslubuyla, kişisel kanaatleriyle yoğur-duğu tarihsel gerçekliği, bir takım savlarla ve mantıki gerekçelerle destekleyerek ba-şarılı bir eser meydana getirmiştir.

Yazarın diğer kitaplarda olduğu gibi tarihi bilgilere çokça yer vermemesi üs-

luba akıcılık katmakla beraber, olayları belirli bir sıra gözetmeksizin, yeri geldikçe

vermesi esere diğerlerinden farklı bir özellik. katmıştır.

Mustafa Armağan’ın bu kitabından bir arkada-şımla konuşurken haberdar olmuştum. Aldım ve iki sene sonra okumak nasip oldu. Daha önce yazarın Abdülha-mid’in Kurtlarla Dansı 1 kitabını okumuştum ve o kitap kadar tarihi boğuculukla yazılmış olabileceği ön yargısıyla kitaba başladım. Ama önyargım beni şaşırttı ve kitap ge-rek anılarla ve gerekse bir takım mantıksal gerekçelerle akıp gidiyordu. Tarih olarak 1932’de başlayıp 1950’de Arapça ezan yasağının kaldırılması arasında yaşanan olaylar ger-çekliğinin yanında apayrı bir soruyu aklıma getirdi: -Bu kanunu bu haddeye getirenler sonucunu hiç mi düşü-nememişti?

Page 4: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

4

Bir de halkın, Adnan Menderes başkanlığında ki Demokrat Parti’nin bu ezan yasağını kaldırır kaldırmaz yaptığı her ne olursa olsun, halk tüm hatalarını görmez-den gelmiş, yıllardır Türkiye semalarında özlenen, âşikar ezan sesine olan hasrete son verdiğinden mütevellit onu bir daha bağrına basmıştı. Aslında kitabın akışında geçen bir cümle, bütün saçmalığı anlatmaya yetiyordu: “…Keza minareden ezan ye-rine küfür edilirse yine suç değil… Fakat, Allahu Ekber denilince hapishane hazır”

Aslında sadece ezanı Türkçeleştirmekle kalmamışlar, sadece Türk vatandaşlar yaşayacakmışçasına ibadetlerde ve namazlarda sözde milliyetçilik gereği Türkçeleş-tirilmeye gidilmişti. Bu yasağın gerekçesi olarak sözde anlamını bilerek namaz kıla-cak, ibadet edecektik. Ve insanlar anlamını bildiklerinde daha çok İslam’a ısındırıla-

caktı.(!) Bu arada bazı bölgelerde azımsanamayacak derecede Türkçe bilmeyen, sa-dece Arapça veya Kürtçe bilen bu ülkenin vatandaşı olan insanlar hiç bilmedikleri bir dilde ezanı duydular da ne oldu? Kaç kişinin içi İslam’a ısındırıldı? Bu yasak Türk vatandaşlar için sadece din sorunu iken onlar için hem din hem de dil sorunu olmuştu.

Bu Milliyetçilik ve Türkçe ezan hususunda Ziya Gökalp’in derdinin ‘Vatan’ adlı şiirinden açıkça anlaşılacağı üzere ezanın maneviyatı değil, dilidir. Hatta daha

da ileri giderek Ku’ran’ın bile Türkçe olması gerektiğini savunmuştur. Ayrıca Al-parslan Türkeş’te Türkçe ezanın savunucuları arasında bulunmuş hatta ve hatta ya-sak kalktığı zaman, bu yasağın geri gelmesi için org. Cemal Gürsel ile birlikte rad-yoda bildiri yayınlamak suretiyle çalıştıkları görülmektedir.

Adnan Menderes halkın ne istediğini biliyordu ve bunun için harekete geçti-ğinde kendi partisi olan Demokrat Parti’den bile olumsuz cevap aldığı olmuştu.

Meclis’teki oylamada Chp’den evet deseler bir türlü, hayır deseler başka türlü so-nuçlar doğuruyordu. İsmet İnönü seçimlerden aldığı hezimetle halkı karşısına almak istemiyor lakin Demokrat Parti yanlısı da görünmek istemeyip Chp sözcüsü Cemal Reşit Eyüboğlu vasıtasıyla ezanın Arapça okunmasına karşı çıkmadıklarını söyleye-

rek dolaylı yoldan zorunlu olsalar da kabul etmek durumunda kalmışlardır.

Pekî bu kadar zorluğun içinde Menderes nasıl kaldırabildi bu yasağı. Aslın-

da Celal Bayar’ın Menderesi şu sözü onun azmini göstermesi açısından mühimdir: “…

Page 5: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

5

Onun için bir fikrin güzelliği değil, doğruluğu önemlidir…” Öyle ki yasak

cezayı gerektiriyordu ve yeri geldiğinde korkudan caminin müezzini, imamı bu du-rumda şikâyet ediyordu. Nitekim buna halk kendi arasında bir çözüm bulmuş, tutuk-landıkları vakit deli numarası yapmışlar ve o şartlar da “deliliğin böylesine can kur-ban!” diyen insanların sayısı artmıştır. Ve bu durum çocuk oyuncağı olmuş çıkmıştır.

Burada aklıma şu soru geldi: Peki sözde din ve devlet işlerine karışmayan laik bir devlet olan Türkiye, neden dine karışıyordu. Laik bir devlet, hiçbir dinde re-form yapma hakkına sahip değilken bu nasıl gerçekleşiyordu. Gerçekten bu yaşa-nanlar laik bir devletin belirtisi miydi yoksa İslamofobik bir politika mı izleniyordu? Ki yapılan icraatlara bakıldığında Hristiyan, Yahudi ve diğer dinlere mensup insanlar ibadetlerini istedikleri dilde ve rahatça ifa edebiliyorlardı.

Asıl komik bulduğum Türkçe ezan yasağıyla birlikte makamların geliştiril-miş olması ve Türkçe olarak en güzel kıraati yapan, Atatürk’ün yakın ahbabı olan Ali Rıza Sağman gibi birisinin bile hiç Türkçe ezan okumamış olmasıdır.

Gerek müezzinlere simokin giydirmeye çalışacak kadar trajikomikleşen yasa

koyucular -ki bu yasağın bir amacı da milli bir din oluşturmaktı. -, gerekse en basi-tinden ezanı yasaklattıktan sonra bonju’ tarzı yabancı kelimeleri yaymaya kalkışıp bizi, milli ve dini değerlerimizden uzaklaştırıp dizginlemeye çalışan dış güçler 1950 yılını engelleyememiş, geç de olsa bu yasak kalkmıştır.

Page 6: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

6

HAYALLER ÖTESİNE YOLCULUK

Kader ALTAN

Amak– Hayal,Filibeli Ahmed Hilmi, TR(Şemseddin Yeltekin) ,Araf Yayınları,2.baskı eylül 2014,

1865 yılında Bulgaristan’ın Filibe şehrinde dünyaya gelen Filibeli Ahmed

Hilmi, Galatasaray lisesini bitirmiş, Duyun-u Umumiye’de memurluk yapmış, siyasi nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin yöneticileri tarafından kapatılmıştır. Çeşitli gazetelerde yazılar ya-zan ve tasavvufla ilgilenen yazarın 40 kadar eseri vardır.

Âmâk-ı Hayâl’i, metafizik roman ve hikayeler kategorisinde değerlendirebili-

riz. Bu tür eserler günümüz Türk basın yayın hayatında yok gibidir. Osmanlıca alfa-

beyle yazılanlarsa henüz neşr edilmemiştir. Mesela Erzincanlı Sadık Efendi’nin

Risâle-i Mahbûbe bunlardan biridir. Âmâk-ı Hayâl, tek bir ana fikir üzerinden 23

hikâyeden oluşuyor. Hikayelerin tamamı misal âleminde (hayâl) geçen ve gerçekliği

olan bu dünyada karşılığı bulunan vurgular ihtiva etmektedir. Ahmed Hilmi Bey,

manevi bir takım mertebeleri kat ettikten sonra kaleme aldığı bu hikâyeleri:

“okuyucularımıza sunduğumuz bu hikayeler (bunların hikâye

olup olmadığı iyi düşünülmelidir.)eğer beğenilirse kendimizi

bahtiyar sayacağız. Zira bu kitaba rağbet edilmesi, insanla-

rın ciddi meselelerle ilgilendiğini göstermesi bakımından

çok önemli.” Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere, hayal-

lerin derinliklerine yolculuk ettiriyor insanı. Sürükleyici bir

kitap olması hasebiyle insanın ağzında tat bırakıyor.

Page 7: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

7

Yazar vermek istediği düşüncelerini kişiler ve olayları sembolleştirerek ha-yallerin öteside bir anlatımla okuyucuya sunuyor. Tasavvufu farklı bir bakış açısıyla, okurun kalbinde nokta atışları yaparak insanın zihninde daha anlaşılır ve kabule şa-yan halde izah ediyor. Hindistan ve Çin felsefesiyle olayları ilişkilendirmesi kitabı daha ilginç hale getirmiştir. Kıssadan hisse formatında yazılan eser, çeşitli öykülerden oluşuyor. İnsanın ruhunu dinlendiren ve gönüllere seslenen bir karakter olarak Aynalı Baba’yı vermiş-tir. Aynalı Baba aynı zamanda meczup bir kişiliğe sahip, insanların ona baktığında şaşıracakları bir karakterdir; çünkü giydiği elbisenin üzerinde ayna parçacıkları ve çeşitli eşyalar asılıdır. Kendisi mezarlığın içinde, tenha bir yerde, yıkılmaya meyyal duran bir kulübede yaşamaktadır. Mezardan geçmekte olan Raci isimli şahıs, onu görür ve onunla konuşmak ister. Konuşmanın boyutları bambaşka mekânlara pence-re açmaktadır. Aynalı Baba ney sesi eşliğinde ve yanında olmazsa olmaz dedikleri muhabbet kahvesi, ocağın üstünde pişer vaziyette durmaktadır. Aralarında geçen ko-nuşmayı kimseye bahsetmemesi konusunda söz alır Raci’den. Ve başlar hayaller öte-sine yolculuk… Ilık bir ney sedası eşliğinde tatlı bir uykuya dalar Raci. Tayyi mekân denilen

cinsten bambaşka bir dünyadadır. Hakikatin sırları tek tek gösterilir Raci’ye. Aslında içine yeni girdiği bu dünyanın yabancısı değildir, herkes onu tanır, kimi zaman bir hükümdarın oğlu, kimi zaman karınca, kimi zaman da halkın seçtiği kahraman ola-rak Kafdağı’na yolculuk eder. Anka kuşuyla gökyüzünde yolculuk yapar. Yazarın da

dediği gibi hakikatin bilgisine ulaşmak bu kadar ucuz mu? Hayallerin ötesinde ba-zen seneler geçer… Bir ülkenin kralının oğludur ve zorlu savaşlar verir. Bu hayali yolculuklarla yazar bizi kitabın ikinci bölümü olan Raci’nin tımarhane serüvenine hazırlar. Yazar burada hakikati tımarhanede deli olarak addedilen kişilerin ağzından ironik bir dille okuyucuya sunar. Ve adeta kim veli kim deli sorusunu okuyucunun

muhayyilesine bırakır. Son olaraktan kitabı bitirdiğimizde Raci’yle birlikte daldığı-

mız bu rüyadan, hiç bitmesini istemeyeceğimiz bir şekilde uyanıveriyoruz .

Page 8: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

8

İMAM HATİP MİMARI

Habibe Nur AFŞAR

Bir Neslin Öncüsü Celal Hoca, Hüseyin Yorulmaz, Hat Yayınevi, 3. Baskı

Kahramanmaraş doğumlu Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürü olan Yorulmaz,

2011 yılında bu kitabı kaleme almıştır. Kitap, Hat Yayınevi tarafından Ocak 2014’te

basılmıştır. Yazarın bunun dışında dört adet biyografisi daha bulunmaktadır. Kitabın

kapağında Celal Hoca’nın resmine yer verilmiştir. Kitap, üç yüz doksan üç sayfadır.

Kitaba, fotoğraflar, Celal Hoca’ya ait bazı belgeler ve ders notlarıyla canlılık katılmış-

tır. Kalın bir kitap gibi görünse usulubunun kolay ve akıcılığı okuyucuyu kendine çek-

mektedir.

Biyografi türü bir eserdir. Yazar kitabı sade ve akıcı bir üslupla ele almıştır.

Olayları anlatırken sıkıcılıktan uzak bir dille okuyucuyu kitaba bağlamıştır. Hüseyin

Yorulmaz’ ın, Celal Hoca hakkında araştırma yaparken titiz davranışını verdiği önemli

ayrıntılardan anlayabiliyoruz. Celal Hoca’nın hayatındaki birçok insandan ona dair

anılarını almış ve bunları birleştirerek bu eseri ortaya koymuştur. Ayrıca Celal Ho-

ca’nın hayatında önemli yeri olan birçok insanı da kısaca tanıtmış, aralarındaki tanı-

şıklığı anlatmıştır. Yazar kitaba ‘Bir Fotoğrafın Serencamı’

adlı önsözüyle başlamıştır. Devamında Orhan Okay’ın

‘Hocama Dair’ yazısı ve ardından Sadettin Ökten’in

‘Babama Dair’ giriş yazıları yer almaktadır. Bu ilk üç yazıda

genel olarak Celal Hoca’nın eğitimciliği, kişiliği ve yaşadık-

larından kısa kesitlere yer vererek kendileri için Celal Ho-

ca’nın önemine değinmişlerdir.

Page 9: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

9

Celal Hoca 1882 yılında Trabzon’da doğdu. Asıl adı Mahmud Celaleddin’dir.

Onun asıl adıyla değil de Celal Hoca diye anılmasının sebebi hocalığının ismiyle öz-

deşleşmesidir.Beş yaşına bastığında babası vefat etti. Annesi, kız kardeşini ve onu

özenle büyüttü.

Eğitimleri için elinden geleni yaptı. Hatta Celal Hoca annesinden hergün Kur’an dinleyerek küçük yaşta hafız oldu. On yaşına geldiğinde ise annesini kaybetti. Celal Hoca’yı ilim aşkı İstanbul’a getirdi. Devrin önemli hocalarından ders aldı. O dai-ma araştırmayı ve öğrenmeyi sevdi. Arapça ve Felsefe üzerine yoğunlaştı, bu alanlar-da adından söz ettirdi. Biz Celal Hoca’yı aslında en çok İmam Hatip Okulları için yaptığı hizmetler-den hatırlıyoruz. Bu okulların kuruluşu için gösterdiği çaba ve müfredatının oluşma-sına yaptığı katkılarla tanınmıştır. Temellerini attığı bu okullarda günümüze damga vuran nesiller yetişmiştir. Esasında bu okulların hayatını sürdürmesi de kolay olma-mıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşadığımız dini buhran bu okullarla aşılmaya çalı-şılmıştır. Eserde İmam Hatiplerin kuruluşunda çekilen sıkıntılar da anlatılmaktadır. Adnan Menderes ve Tevfik İleri’ye de kitapta kısaca yer verilmiştir. Celal Hoca, 21 Kasım 1961 yılında vefat etti. O yetmiş dokuz yıllık hayatını il-me adadı, din üzerine sabitkadem biriydi. Akranlarının çoğu davalarından dönüş yaptı fakat o hep “Cehenneme seccade seremem!” derdi. Bu söz onun hayat düstu-ruydu. Onun için en aslî görev öğrenci yetiştirmekti. Öğrencileriyle yakından ilgilenir, sorunlarını çözmeye gayret ederdi. İlmî yönden ise devrinin önde gelen isimlerin-dendi. Selimiye Camii imamı Fahri Duran, Albülhakim Arvasi Hazretleri’nin oğlu Mekkî Efendi’nin şöyle dediğini nakleder: “Bu yaşıma rağmen iki kişiden ders oku-mak isterim hala! Bunlardan birisi Ömer Nasuhi Bilmen, diğeri de Celal Hoca!” Onun hayatını okuduktan sonra gördük ki yetmiş dokuz yıl boyunca bir cevher yaşa-mış. Fakat biz bu cevherin ismini daha yeni duyuyoruz. İçerisinde yetiştiğimiz okulla-rın kurucusunu tanımak şöyle dursun ismini bile bilmiyoruz. Ve en acısı ise şimdiki neslin böyle bir çabası olmamasıdır. Celal Hoca’yı tanımak bize kaybettiğimiz “İmam Hatip şuurunu” tekrar hatırlatacaktır. Bizler ancak bu şuuru bilerek bu okullarda eği-timci olabiliriz. Evet bizleri tekrar ayağa kaldıracak bir Celal Hoca’ya ihtiyacımız var!

Page 10: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

10

TOPLUMSAL YÖNTEM AKILLARI

Kübra MALKOÇ

Düşünsel Yöntemler ve Toplumsal Hareket,Ümit AKTAŞ,Bengisu Yayınları, İstanbul 1989, 112 s.

İnsanın vicdan ve idrakini başa baş koşturan Ümit AKTAŞ İstanbul Yıldız Aka-demisi Elektrik Fakültesini bitirdi. 1981 yılından itibaren Yeni Devir Gazetesinde yaz-maya başladı. Bunun yanı sıra Aylık Dergi, Yeni Yorum, Girişim, Bu Meydan ve Deği-şim dergilerinde araştırma-deneme ve düşünce yazıları yazmıştır. Aynı zamanda şiir-leriyle de tanınan yazar, bu şiirlerini aylık dergi olan Dergah, Harman, Düş Çınarı ve Kaktüs dergilerinde yayımlamıştır. Bu çalışmamızda araştırma ve inceleme yazısı olan “Düşünsel Yöntemler ve Toplumsal Hareketler” kitabını inceleyip ele alacağız. Yazarın 1989 basım tarihli ilk düşünce eseri olan bu kitap eleştirel düşünce-

nin temelini oluşturur. Meşhur düşünsel yöntemler olan “milliyetçilik, idealizm,

anarşizm, sosyalizm, evrimci ve psikanalist yöntemler, diyalektik ve metafizik yön-

temler, demokrasi ve cumhuriyet ile diğer toplumsal yöntemlerin” reddettiklerini ve

öne çıkardıklarını, bunların toplumda nasıl bir yansıma gösterdiğini çekinmeden ifa-

de edip başarılı bir şekilde ortaya koymuştur.

Yazarın kitapta yaptığı hareket ayrımları tevhidi

(monist) ve çokçu-seçmeci(eklektik) görüşler olmak üzere

iki ana ayrıma tabi tutulur. Bunların topluma nasıl enteg-

re edildiğini somut örneklerle ve ilgi çekici bir şekilde

okuyucuyu sıkmadan ispatlamaya çalışır. Batı uygarlığının;

pozitivizm, rasyonalizm, hümanizm, liberalizm, emperya-

lizm, nasyonalizm, demokrasi ve Hristiyanlık inancını ken-

di bütünlüğü içinde nasıl benimsediğini, harmanladığını

bulgular.

Page 11: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

11

Bu yapı eklektik yani çokçu-seçmeci bütünü oluşturur. Tevhidi(monist) karak-ter ile de Marksizm ve İslami dünya görüşünü bulgulayıp bizlere sunar. Aktaş bu ay-rımları yaparken nesnelliği elden kaçırmamaya özen gösterir. Batının empoze ettiği düşünce sistemlerini eleştirirken düşmanca bir tavır sergilemez, artıları ve eksileri ile toplumlarda yarattığı durumları önümüze koyar. Bunu yaparken uzunca cümleler kurması, okuyucuya vermek istediği fikir üzerinde düşündürmeye iter. Tespitlerini yaparken dayanak noktalarını verir ve son kararı okuyucuya bırakır. Bu da aşırı öznel-likten kaçtığının en belirgin özelliğidir. Diğer yandan yazarın yazım esnasında, anlaşıl-ması güç uzun cümleler kurması, zaten tabiatı itibariyle kolay anlaşılamayan kavram-sallaştırmaları sıradan okuyucunun zorlanacağı bir hale sokar. Yazar görüşlerini yansıtırken batıyı suçlar bir tavır aldığı algısını üzerine çek-miş gözükebilir fakat aslolan batının savunduğu düşünceleri eleştirmekten ibarettir. Kendisinin de ifade ettiği üzere ‘Hz. Alinin de söylediği gibi “Zulmün iki unsuru var-dır: Zalim ve mazlum. Zalim ne kadar suçluysa mazlum da o kadar suçludur. Çünkü zulme rıza göstermiştir.”’ Dolayısıyla tüm bu gelişmeler batının karşıtı olduğu İslam dünyasının aymazlığı ve zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Bir nevi karşılıklı bir bütün-lükten bahsetmek istediğini anlamak kaçınılmazdır. Bundan yola çıkarak batının İs-lam ülkelerine karşı kendi düşünsel sistemlerini egemen kılma çabası, bunu daha çok Türkiye üzerinde geçerli kılmaya çalışmasını görmezlikten gelemeyiz. Çünkü batı sömürgeciliği ile verilen fikirlerin, sistemlerin ve düşünce yöntemlerinin tam ortasın-da olduğumuz gerçeği yadsınamaz. Dolayısıyla da tüm İslam dünyası olarak batı kay-naklı olan ideolojilerin hayatımıza nüfuz ettiğini anlamazlıktan gelmek ahmakça olurdu. Aslında bu bir nevi küreselleşme sürecinin sonucudur. Evrenselleşme bağla-mında anılan ‘Küreselleşme’ olgusu aslında batının diğer devletler üzerinde kendi sistem ve politikalarını kabullendirme ve sürdürme halidir. Yazarın kitabın alt başlığı olan ‘Diyalektik ve Metafizik Yöntemler’i açıklar-ken dikkatimi çeken bir hususu paylaşmak isterim: Günümüzde maddeci ve bilimci eğilimlerin yavaş yavaş yıpranmasıyla ve olayları izahta yetersiz kalışı diyalektik düşünce yönteminin yeniden ele alınmasını zorunlu kılmıştır Bu ise kâinatın daha içten bir bakışla kavranma hususunu kabullen-dirmiştir. Yani kitapta da bahsedildiği gibi, “Bilimsel çalışmalar üzerinde tefekkür be-nimsenmiştir. .

Page 12: MENDERES - youngacademia.comyoungacademia.com/kilam/bulten/bulten_b2.pdf · nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da ikamet etmek zorunda kalmıştır. Çıkardığı ga-zeteler dönemin

12

Yeni diyalektiğin yöntemi, olayları kurallara bağlamaktansa tefekküre, yargı-lamaktansa eleştiriye, açıklamaya çalışmaktansa olaylarla bütünleşme yoluyla anla-maya dönüştür. Demokrasi ve Cumhuriyetin halk arasında çoğu kez birbirine benzer bir algısı olduğu doğrudur. Yazar burada ince bir çizgi ile bunu ifade ediyor. İkisi de halkın se-çimine dayandığı bir yönetim biçimidir. Fakat cumhuriyet, sadece yöneticilerin seçil-diği, halkın mevcut olan ideolojiden farklı olan bir ideolojiyi iktidara getiremediği ya-ni çoğulcu olmayan bir yönetim biçimidir. Dolayısıyla bu nokta da demokrasiden ay-rılır. Yani farklı partilerin, ideolojilerin bulunduğu fakat yönetimin temel yapısının değişimine imkân tanımayan bir sistem halidir. Buna karşın Avrupa demokrasilerin-de parlamentoda Hristiyan Demokrat, Sosyal Demokrat, Komünist Partiler gibi farklı ideolojileri barındıran bir sistem bulunmaktadır. “Halk için, Halka rağmen” sloganıyla ters düşen bu fikir zıtlığa çanak tutan ince bir noktadır. Buna karşın demokrasi halkın inanç, gelenek ve göreneklerinin kamusal alanda ifadesine imkân verir. Cumhuriyet-çiler ise seçkinci bir kültürü halka dayatırlar. Özdeş kullanılan bu iki kavramı yazar ince bir çizgi ile birbirinden ayırmış, okuyucuya farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. 1980 Türkiye’si bazı İslami, siyasi çalkantıların olduğu bir dönemdir. İran İslam devri-minin bu zamanlarda yaşanması bu çalkantıları fitilleyen bir durum inşa etmiştir. İran devrimine yaptığı eleştirileri dar bir içerikle sınırlıdır. Eleştirisel bir tutum sergileyen yazar, bu eserin de yaptığı iğnelemelerle gö-ze batmamış, tarihten verdiği örnek ve benzetmelerle düşüncelerini sağlam bir ze-mine oturtmayı başarmıştır. Bunun en güzel örneğini Durkheim'in ulusalcı eğilimlerinin ileride dönüştü-ğü ırkçılık modelini, Hitler ve Mussolini zeminine oturtarak ırkçı dünya hâkimiyetinin sonucunda oluşan saldırgan bir politikaya dönüşmesini bu bağlamda örnekleyip okuyucuya sunmuştur. Bu eleştirellik, takip eden dönemlerdeki yeni eserlerinde yer-li bakışın etkisini arttırarak devam etmiştir.