Upload
cmsmersin
View
2.184
Download
10
Embed Size (px)
Citation preview
1
2
İçindekiler: Müziği Önemsemek
Mustafa ÖRÜNK 4
Yaşama Sevincimiz Koromuz Selma YAĞCI 5
Şarkının Yakın Tarihi Ahmet SAY 6-7
Sanatın İletişim Sürecinde En Saygın İşlevine Ulaşması Gerekliliği Prof. K. Bülent BİROL 8-9-10
Polifonik Korolar Derneği ve Ülkemizdeki İşlevi Gülten KANLI 11-12
Çocuk Çiçekleri Suna TANALTAY 13-14-15
Şiir - Ellerin Gül Ellerin Lale Erdoğan TANALTAY 16
Yaşamı Müzikle Öğrenmek Fazıl SAY 17-18
Sanat Derneklerine Yönetici Olmak Doğan AKÇA 19-20
Yaşamın Boyutu Ahmet YEŞİL 21
Ailemizin Bireyleri - Medine Balkarlı Vahap KOKULU 22-23-24
Şiir – Sizlere Erdal AKALIN 25
Müzikle Özgün Düşünce Ferhat LİVANELİ 26-27
Bir Koristin Polifonik Koroya Dair Düşünceleri Cumali GÜNGÖR 28
Yeni Bir Müziğe Doğru Yalçın ÇETİNKAYA 29-30
Müzik, Resim ve İnsanın Devimsel Esenliği Mehmet Ali SULUTAŞ 31-32
Kitaplık- Müziği Okuyabilmek Vahap KOKULU 33
Haberler 35
3
ATATÜRK'ÜN KÜLTÜR P0LİTİKASI VE MÜZİK “Amacımız, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı, içeriği ve
biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Başarı için en gerçek kılavuz bilimdir,
tekniktir. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alınmalı ve
her yurttaşın kafasına sokulmalıdır. Dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından,
ilerlemelerinden yararlanılmalı; fakat asıl temel, ulusun kendi içinden çıkarılmalıdır. Kültür
etkinlikleri, yeni ve modern esaslara göre örgütlenip yürütülmelidir. Sanat, birey ve toplum
olarak insanca yaşamanın vazgeçilmez öğeleridir. Türkiye Cumhuriyetinin temeli “kültür”dür.
Kültür, oluştuğu, yapıldığı, geliştiği yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer, ulusun öz yapısıdır. Türk
halkının gelişmesi demek, en başta kendi kültürünün gelişmesi demektir. Güzel sanatlarda
başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun da kesin kanıtıdır. Sanatsız kalan bir ulusun hayat
damarlarından biri kopmuş demektir. Bir ulus sanata önem vermedikçe büyük bir felakete
mahkumdur. Bunun içindir ki Türk ulusunun sanata olan sevgisi sürekli olarak her türlü araç
ve önlemlerle geliştirilmelidir. Sanatlar içinde en çabuk, en önde götürülmesi gereken müziktir.
Çünkü, bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği, alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
M. K. Atatürk
Türkiye'de çoksesli müzik, Atatürk'ün yukarıdaki görüş ve ilkeleri doğrultusunda, özgür düşünce temelindeki yaratıcılık ortamına ilerlemiştir. Buna "Türk Müzik İnkılabı" diyoruz...
4
MÜZİĞİ ÖNEMSEMEK..
Mustafa ÖRÜNK Editör
"Duygularımı şiirle anlatamam, çünkü şair değilim. Kendimi gölgeler ve ışıkla ifade edemem,
çünkü ressam değilim. Düşüncelerimi hareketlerle de açıklayamam, çünkü dansçı değilim. Ama
bunların hepsini müzikle yapabilirim. Çünkü ben bir müzisyenim..."
Babasına yazdığı bir mektupta böyle diyor Wolfgang Amadeus Mozart. İnsan ruhunu dolaysız
ve derin bir biçimde etkileyen başka bir sanat var mıdır? Hiçbir sanat, hayatın gerçek özünü, müzik
gibi dolaysız ve derin bir biçimde anlatamaz.
Güzel ve yüce melodiler duymak, duygulan yıkamak gibidir. İnsanı yaşamın pislik ve
bayağılığından arındırır.
Herkesin anlayabileceği, güzel bir dildir müzik.
Müzik adına dünden bugüne kalan ve bugünden yarına kalacak olan nitelikli, kaliteli ve güzel
olandır.
Müzik, bir gönül işidir, yürek işidir. Önemli olan onu gönüllerde yaşatabilmektir.
Müziği önemsemek, hayatı önemsemektir. İnsanı önemsemektir, geçmişi bugünü ve geleceği
önemsemektir.
Müzik tadında günler dileğiyle. Selam ve sevgi ile…
5
Yaşama Sevincimiz Koro'muz
Selma YAĞCI
Zaman ne de çabuk geçiyor. İşte 2000'li yılların ilk, baharını geride bıraktık neredeyse. Ne
baharları geride bırakmadık ki?... Ne yürek çırpıntılarını, ne hüzünleri ne sevinçleri... Yaşamak ne
güzel şey sevgili dostlarım. Zaman bu kadar hızlı geçse de. Size yeni yaşlar yüklese de.. Hem yaş
dediğimiz nedir ki? Portakal çiçeklerinin kokusu yüreğinizi mutlulukla dolduruyorsa, sabah sizi
uyandıran kuş seslerini içinizde duyuyorsanız ne mutlu size. Çocuk yüreğiniz hiç büyümemiş
demektir.
Bizler böylesine şanslı bir gurubuz işte. Tabii ki Polifonik Korolardan söz ediyorum. Aramıza
yeni katılan gencecik öğretmenlerimizden ve de bizim kadar çok seslilik tutkunu olan
yakınlarımızdan. Haftanın üç günü saatlerimizi geçirdiğimiz koro odamız ne özel bir yer bizim için.
Bir bakış, bir sesleniş, bir dokunuş... İçim öylesine sevgi doluyken size çıkışmak zorunda kalışlarım
ve sonunda şefimiz Alexei'nin o güpgüzel "tını"yı bize yakalattığı andaki mutluluğumuz ne ile
ölçülebilir ki?..
Evet sevgili canlarım, bizler gerçekten çok şanslı insanlarız. Çok sesli büyük evrensel müziğin
sevgisiyle bağlıyız birbirimize. Emek veriyoruz, özen gösteriyoruz, sorumluluğumuzun
bilincindeyiz. Daha nice güzellikleri paylaşacağız kim bilir?..
Ne mutlu ki girdiniz yaşamıma...
Minikler, çocuklar, gençler ve yüreği çocuk kalanlar.
Hepinizi çok seviyorum!...
6
ŞARKININ YAKIN TARİHİ
Ahmet SAY
Yaşlanınca geçmişe bakıp bazı değerlendirmeler yapıyor insan. Geçen gün, yaşamım boyunca
hangi derneklere üye olduğumu düşündüm. Aklıma hiçbir dernek gelmedi doğrusu. Sıfıra sıfır, elde
var sıfır! Bugünse üyesi olmakla övündüğüm bir dernek var: Ankara'daki Polifonik Korolar
Derneği. Sadece bu derneğin üyesiyim. Belki de yaşamım boyunca sadece ona üye oldum!
Neden dersiniz? Koroda şarkı mı söyleyeceğim? Olabilir... "Minikler", "çocuklar", "gençler",
"kızlar", "erkekler" korolarının yanı sıra, günün birinde eğer "yaşlılar" korosu da kurulursa neden
orada şarkı söylemeyeyim? Henüz beynim sulanmadı, gücüm de yeter. Bakmayın bet sesli bir adam
olduğuma. Entonasyon tutarsa, hıtır hıtır sesimle bir şeyler yapmaya çalışırım, hiç belli olmaz...
Giuseppe Verdi'nin çok değerli bir sözü vardır:
"Şarkı, tek başına gerçeği yansıtmaz; ama şarkının varlığı, insanın varlığını kanıtlar."
İşte ancak Verdi gibi büyük bir sanatçının söyleyebileceği büyük bir özdeyiş! Yirmi yıl önce
bellemiştim bu sözü, hiç aklımdan çıkmadı. Günde birkaç kere mırıldanıyorum Şimdi: "Şarkı,
insanın varlığını kanıtlar"...
Sekiz aylıkken avazım hiç de fena çıkmadığına göre, bakarsınız seksen sekiz yaşıma gelince
de varlığımı kanıtlamaya çalışırım.
Çocukluğumuzda hep şarkı söylerdik. 1930'lu ve 4O'lı yıllar, sevincimizi dile getirmek için
durmadan şarkı söylediğimiz günlerle geçmişti. Okul şarkıları, izci sarkılan ve marşlar... Birini
bitirip ötekine başlardık. Gülerdik, sevinirdik, coşar oynardık. Umut doluyduk. Gelecek bizimdi.
Geleceğe çok, hem de çok inanırdık.
1950'lerde ne olduysa oldu, şarkı söyleme sevincimiz kalmadı. Sanki nutkumuz tutulmuştu.
Oysa ateşli gençlik marşlarını söyleyeceğimiz çağdaydık. "Umut" denen yaşam gücü, çocukların ve
gençlerin yüreğinden koparılmış, dalavereci esnafların, karaborsacıların, aç gözlü tüccarların cebine
konmuştu. Onlar zengin oldu da ne oldu? Her mahallede bir milyoner yetişti de ne oldu? Biz
şarkısız kalmıştık.
1960'ta bir gün, yüreğimizi burkan "Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?"
şarkısıyla uyandık. Şarkılar ve marşlar yeniden dolmaya başlamıştı yüreğimize. Birkaç yıl içinde
dudağımızın ucuna türküler de eklendi. 196O'lı yılların gençliği, hiç de küçümsenemeyecek bir
türkü dağarcığıyla tanışmıştır. Yüzyıllar boyunca halkın dile getirdiği "özlem ezgileriydi bu
türküler.
7
1970'lere gelindiğinde, şarkılar ve marşlar kupkuru bir slogancılığa yöneldi. Ezginin tadı
kaçmıştı. Ezgi, belki de bu duruma düşmekten kurtulmak için alıp başını gitmiş, geriye "dediğim
dedik, çaldığım düdük" patırtılar kalmıştı.
1980'lerde o bile kalmadı. 1980'li yıllar, şarkının karanlık dönemidir, başka bir deyişle
söylemeye gerek yok.
On yıl daha geçti de ne oldu? 199O'lı yıllar, açık konuşalım, 1980'lerin devamıdır ve bize şunu
öğretmiştir: Şarkının olmadığı yerde güneş batar. Çocuklar ve gençler şarkı söylemenin sevincini
yaşamazsa karanlığın kucağına itilmiş demektir. İşte böyle oldu.
Umut ve sevinç arıyoruz şimdi. Polifonik Korolar Derneği'nin neden üyesi olduğumu acaba
anlatabiliyor muyum?
8
SANATIN İLETİŞİM SÜRECİNDE EN SAYGIN İŞLEVİNE
ULAŞMASI GEREKLİLİĞİ
Prof. K. Bülent BİROL 1
Ulu önder Atatürk'ün anılarından biri şöyledir;
"Bir zamanlar Bulgaristan Sobranya'da Türk asıllı milletvekilleri etkin.
Bunlar arasında Şakir Zümre tahsil ve yetenekleriyle ön planda ve de Mustafa Kemal'in yakın arkadaşı. Birlikte bir gün operaya gidiyorlar. "Carmen" oynuyor.
Opera bitiminde otelde Mustafa Kemal'i uyku tutmuyor. Şakir Zümre'yi uyandırıyor "Şakir, neden geri kaldığımızın bir sebebini daha anladım. Bir orkestra şefi elindeki çubukla orkestraya hakim. Aynı şekilde sahnede görevli olan sanatkârlar da onun işaretine uyarak aryalarını söylüyor. Ama iş bu kadarla bitmiyor. Bir sahne dünyası var, dekorlar dönüyor, bunları idare eden görülmeyen eller ve de elektrik ışıkları da bu ahengin içinde. Bulgar, sanatta bu merhaleye erişmiş biz ise nerelerdeyiz..."
Atatürk'ün Selanik'te doğup büyümesi, batının çeşitli kentlerinde bulunması batı uygarlığım tanıma, anlama, benimseme olanağını yaratmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra, her alanda olduğu gibi eğitim, kültür, sanat ve müzik alanlarında da "yeniden düzenleme" çalışmaları hız kazanmış, "inkılap”ım yeni sanat anlayışına ihtiyaç duyduğu görüşü geniş bir kesim tarafından benimsenmiştir. Atatürk Türkiye'sinin çağdaş uygarlık düzeyine erişme çabasında sanatın gelişmesi için diğer bir ön koşul toplumun birey olarak insana önem vermesidir. Birey olarak insanın önemli olmadığı, insanın din için araç durumunda olduğu Ortaçağda sanatın fazla gelişmediği bilinir. Rönesans'ın yaptığı, insanın var oluşunu öte dünyadan bağımsız hale getirmesi ve birey olarak insana değer vermesidir. Kendine güvenen insan sanatta özgün ve yaratıcı çalışmalar yapmaya başlamıştır.
Bireyleri ve toplumları biçimlendirme, yönlendirme, değiştirme ve eleştirmede en etkili süreçlerin başında eğitim gelmektedir. Eğitim süreçlerinin niteliği bireylerin davranışları yoluyla toplumun dokusunu etkiler. Birey, içinde yaşadığı doğal, toplumsal ve kültürel çevreyle sürekli etkileşim halindedir. Kültürlü insan, aile, yakın çevre toplum, memleket ve dünya sorunlarıyla ilgili, müzik, resim, tiyatro, edebiyat ve mimarlıkta kendi ölçüsü orantısında görgülü, bilim ve bilimsel araştırmaları az çok değerlendirebilen, insan ilişkilerini benimsemiş, kin tutmayan, affetmesini bilen, düşünen ve düşündüklerini değerlendiren, kendisine ve başka insanlara saygılı, özgürlükçü, medeni cesaretli, pozitif, çağdaş görüş ve gelişmeleri izleyen ve uygulayan kimse olarak nitelenebilir.
Yüzyılımızın acımasız teknoloji yansında az gelişmiş ülkelerde sanatın bir, kenara itildiği ve ilgi alanının dışında kaldığı görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde ise sanatın bilimle aynı paralellikte hatta daha önde geldiği bilinmektedir. Sanat insanlık evriminin ve kültürünün bir bileşkesidir. Günlük yaşayışa bir anlam ve biçim kazandırma çabasıdır. İnsanoğlu uygarlığın her evresinde sanatla iç içe olmuştur. Bir anlatım tarzı olan sanat, her yerde karşımıza çıkmıştır. Sanat, tanım olarak "Duygu, düşünce, tasarım ve izlenimleri belli durum, olgu ve olayları belirli bir amaç ve yöntemle belirli bir güzellik anlayışına göre işlenerek belirtilmiş gereçlerle anlatan, özgün ve estetik bir bütündür" (Uçan, A, 1994, s.69).
Sanat Eğitimi <(Bireye kendi yaşantısı yoluyla amaçlı olarak belirli sanatsal davranışlar kazandırma, yada bireyin sanatsal davranışında kendi yaşantısı yolu ile amaçlı olarak belirli
1 Süleyman Demirel Üniversitesi Burdur Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Müzik Eğitimi Anasanat Dalı Başkanı
9
değişiklikler oluşturma" sürecidir (Uçan, A., 1994, s.70). Sanat eğitiminin temel öğesi insandır. İnsansız sanat eğitimi düşünülemez. Sanatın, insanın toplumsal bir varlık olmaya başlamasıyla birlikte ortaya çıktığı söylenebilir. An içgüdüsel olarak binlerce yıldır aynı peteği yapar. İnsan ise her seferinde farklı ve yeni bir şeyler üretir. Uzlaşmaz toplumlarda estetiksel kültürün insancıl temelleri kısılmış, çarpılmış ve bozulmuştur. Bu gibi toplumların kültürlerindeki sanatta, güzellik ile gerçek aşılmaz bir karşıtlık içindedir. Yoz kitle sanatında "güzellik" gerçeğin uzağımdadır. Estetik, güzel sanatları kapsayan kavramlar bütünüdür. Güzel duygusuyla, güzel olanın algılanmasına ilişkin durumdur. Sanat yapıtları, sanat duygusuna sahip, güzellikten haz alma yeteneğinde bir izleyici kitle doğururlar. Bu nedenle sanat çok çeşitli yollardan haz alınacak bir gereksinim olmuştur. Sanat yapıtlarından geniş çapta haz alınabilmesi sanat yapıtlarının kendi niteliğine bağlı olduğu kadar sanatı algılayan kişinin algılama yeteneğine de bağlıdır. Sanattan haz alma, edilgen bir tüketim olmayıp hem özgür ve yoğun hem de akılsal ve coşkusal bir etkinliktir.
Sanat adına büyük boşluklar yaşadığımız günümüzde ticari anlamda yapay bir sanat ve sanatçı ortamı yaratılmış, rant için sanat geri plana itilmiştir. Bir toplumda sanat adına sanatsızlık görüşleri bir kişinin çıkarları doğrultusunda insanlara empoze ediliyorsa o zaman ortaya arabesk kültür çıkar. Kültürel yönden gelişmemiş bir ortamda sakat kültürlü bireyler yetişir. Bu durumda kültürlü gençlerin yetişmesi de zorlaşır. Oysa, gerçek sanatın amacı kalıcı politikalarla dünya kültürüne önem veren, çok boyutlu düşünen, yaratıcı olan görüş egemen kılınmalıdır. Sanat eğitimi; çocuklarımız ve yeni yetişen kuşakların mutluluğu ve ülke yaran bakımından gündeme getirilip tartışılmalıdır. Aydınlar ve sanatçılar sanat eğitiminin önemine inandıklarından "Sanat Eğitimi" konusunda düşünmeye, yazmaya ve önermeye devam edeceklerdir. Ancak, yöneticilerin kendilerine sunulan uzman raporu önerisi ve incelemesine olumlu bir şekilde baktıkları söylenemez. Sanatın, iletişim sürecinde en saygın işlevine ulaşması için devlet iyi tüketicileri de potansiyel yaratıcılar kadar eğitmek zorundadır. Tüm sanat dallarında devletin desteği yaşamsaldır. Sanatçı ile sanat tüketicisi arasındaki ilişki yeniden düzenlenip, giderek açılan uçurumlar kapatılmalıdır. Üretim ile tüketim dengeli olursa hizmet sektörü sağlıklı çalışır. Fikir üretimi, sanat etkileşimini ve her konuda yaratıcılığı sürdürmek gerekir. Düş kurmaktan önce düşünmeyi sevmek öğrenmeyi bir angarya değil insanoğlunu doğada farklı kılan bir olanak, bir yetenek olarak almak, tekrarı ezber için değil öğrenmeye ivme kazandırmak için yapmak gerekir.
Genel Değerlendirme Kültürün oluşumu, gelişimi ve akışı içinde önde gidenlerle arkada kalanlar vardır. Gelişim,
akışım ile sosyal hayatın, onunla birlikte sanatın değişmesi de gerçektir. Sanatın, bir eğlence aracı olarak düşünülmesi halinde kültürle ilişkisi kesilmiştir. Bu durum ise devletin kültür ve sanat politikası sonucuna göre belirlenir. Seçenek ve özgürlük olarak sunulan özel televizyon kanalları reklam gelirleriyle gelişirken birbirleriyle de acımasız rekabet etmektedirler. Para ve teknolojiyi ellerinde tutanlar sanatçının kendilerine bağımlı kalmasını istiyorlar. Bu pazarda sanat sever değil müşteri isteniyor. Böylece değerinin üzerinde sanat adına ürettiklerini satabiliyor. Geçmişte, ailelerin otomobillendirilmeleri ve ev sahibi olmaları önerilirken şimdi tüketici kredisi yoluyla insanlar tüketime özendirilip yaşamlarının geleceği ipotek altına alınıyor. Bu durumda bırakın birey üretmeyi borcunu ödemek için daha çok çalışacak, güzel küçük zevklerle gününü avutarak geçirecektir. Türkiye'de müzik, sanatlar içerisinde en sorunlu olanıdır. Demokratik ülkelerde çoksesli müziğe önem verildiğini, o ülkelerde en ileri düzeyde olduğunu görüyoruz. Yurdumuzda özellikle cumhuriyet döneminde devletin örgün olan ve olmayan sanat eğitimine verdiği önem, ayırdığı zaman ve parasal kaynaklar, sağladığı katkı ve basanlar son derece büyüktür.
Sonuç ve Öneriler Atatürk; insanı sorunlarından uzaklaştırıcı değil onların üzerine gidici, aydınlatıcı, eleştiriye
açık ve insanı geliştirici müziği önermektedir. Konu bir eğitim işidir. Başta ilköğretim kurumlarına önemli görev düşmektedir. Müzik eğitimcileri sorunla tek başına karşı karşıyadır. Türk toplumunun müzik sorunlarının çözümünde temel görüş "Türk kalarak" çağdaşlaşmak olmalıdır. Yaratma, çalma, öğretme, araştırma, yapım işlerini başaracak nitelikte ve yurt çapında gerekli sayıda sanatçı
10
yetiştirilmelidir. Eğitim, okul - aile - çevre üçgeninin uyum içinde okul öncesinden, üniversite bitimine kadar eşgüdümlü olarak çalışması başarıyı getirir.
Ulusal projelere yönelmek şarttır. 1930'larda Almanya dağılınca birçok değerli sanatçı Türkiye'ye çağırılıp iyi nesillerin yetişmesi sağlanmıştır. Günümüzde bir kısım kurumlar festivaller düzenleyerek yurt dışından sanatçı getirtmektedir. Oysa Viyana'dan sanatçı getirttiğimizde değil Viyana'ya konser vermek için sanatçı yolladığımızda sanatı gerçekleştirmiş oluruz. Devlet desteği çok önemli güçtür. Sanata ve sanatçıya maddi destek gereklidir. Oysa sanatçılar, yeni çıkan yasa gereği artık beyannameli vergi mükellefi oldular. "Şairler, ressamlar, besteciler, yazarlar tebliğ yayınlandığı an defter de tutmak zorundalar. Ayrıca her ay KDV beyannamesi, üç ayda bir geçici vergi beyannamesi, her yıl gelir beyannamesi vermek durumuyla karşı karşıyalar. Yüzde 11 gelir vergisi stopajı, yüzde 15 KDV olmak üzere toplam yüzde 26 vergi ödenecek (Milliyet, Heper, D, 14.2.1999).
Sanatı, sanatçıyı teşvik etmek, kültüre önem vermek böyle olmamalı, bürokratik formaliteler kargaşası içinde boğmaktan vazgeçmek gerekiyor. Yurdumuzda en üst düzeyde ve dünya çapında eser veren ve basan gösteren olağanüstü yaratıcılara verilmek üzere çıkarılan "Devlet Sanatçılığı" unvanı ise son aylarda ayrı bir tartışma konusu olmuştur. Çünkü, sanatın üst düzeyine ulaşmış insan sayısı gerçekte çok azdır. Titizlikle seçilmiş çok az kişiye bu unvan verilmelidir.
Gelişigüzel verilirse gözden düşer. Yaratıcılık ile siyasal popülizm bir arada olmaz. İsmet İnönü döneminde iki adet devlet sanatçısı yetiştirilebilmişken geçtiğimiz aralık ayında bir günde ortaya sunulan 83 adet devlet sanatçısı tartışmanın nedeni olmuşlardır. Burada ödül verenlerin sorumlulukları önemlidir. Bu konuda yöneticiler bilgili olduklarını göstermelidirler. Bir ülkenin tanıtımında müziğin önemini kavrayan ülkeler okulöncesi yaşlardan başlayan seçici ama nitelikli eğitime yönelik çalışmalarını bir sistem haline getirmekte, ardından bestecisini, yorumcusunu kollayan birlikler ve derneklerle tanıtımı örgütlemekte, yine aynı tür örgütlemeyle ve kültür politikasıyla nota, CD, Plak basımına eğilmekte, radyo ve televizyonun kitle beğenisini yön-lendirme ve geliştirmedeki önemini kavrayarak bu tür programlan ehil ellere vermekte, uluslar arası yarışmalara katılacak düzeyde sanatçılar yetiştirmek için eğitim düzeyini yükseltmekte, niteliğe nicelikten daha fazla önem vermektedirler.
İnsan sanat üretir, bunu başarabildiği için "insandır". Gerçek sanatın amacıda kalıcı politikalarla dünya kültürüne önem veren, çok boyutlu düşünen yaratıcı görüş egemen kılınmalıdır. Sanat, insanları tek boyutlu olmaktan kurtarır, çok boyutlu bir toplum yaratır. Sanat,insanları egemen ve özgür kılar, güzellikler yaratır, çirkinliği yok eder.
KAYNAKLAR Kavcar, Cahit, Güzel Sanatlar Eğitimi, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, M.E.B. Yayını,
Ankara, 1983.
Laslo, Filiz Ali, Türkiye'nin Tanıtımında Müziğin Yeri, Hürriyet Gösteri Dergisi, İstanbul, 1988.
San, İnci, Güzel Sanatlar Eğitimi, Anadolu Üniversitesi, Açık Öğretim Fakültesi Eğitim Ön Lisans Programı, Ankara, 1987
Sun, Muammer, Müzik Sorunlarımızın Çözümünde Temel Görüş Ne Olmalı?, Hürriyet Gösteri Dergisi, Ankara, 1988.
Şimşek, Hikmet, Çağdaş ve Evrensel Bir Türk Müziği Yaratılmalı, Hürriyet Gösteri Dergisi,-Ankara, 1988.
Uçan, Ali, Son Yüzyılda Türkiye'de Müzik Eğitimi, İstanbul Sanat Bayramı Sempozyumunda sunulan bildiri, İstanbul, 1983
Uçan, Ali, İnsan ve Müzik, İnsan ve Sanat Eğitimi, Müzik Ansiklopedisi Yayınlan, Ankara, 1994.
11
POLİFONİK KOROLAK DERNEĞİ VE
ÜLKEMİZDEKİ İŞLEVİ Gülten AKATLI
İnsanlar ilk çağlardan beri birlikte çalışır, birlikte oynar, şarkı söyler, dans eder, spor yapar ve
düşünürler. Birlikteliğin ruhlarında, bedenlerinde, beyinlerinde olumlu izler bıraktığının
farkındadırlar ve bunun için sık sık bir araya gelmenin, birlikte bir şeyler yapmanın keyfini,
lezzetini bilirler.
Bunları yaparken çoğu zaman müzik yapmayı da ihmal etmezler; spor yaparken, oyun
oynarken, dans ederken aynı zamanda müzikte dinlerler. Çünkü müzik insanoğlunun ayrılmaz bir
parçası haline gelmiştir. Müzik gerçekten de ruhun gıdasıdır. Yukarıda sözünü ettiğim etkinliklerin
içinde bir tanesi vardır ki, bence birlikteliğin en güzel örneğini verir "O" da "şarkı söylemek"tir.
Birlikte şarkı söylemek belli bir disiplini, seslerin, ruhların ve düşüncelerin uyumunu
gerektirir. İşte insanlar bunların hepsini birlikte yaşayabilmek için korolar kurarlar. Korolar pek çok
kişiyi aynı anda eğitebilen bir eğitim yeridir ve şarkı söyleyen kişilerde pek çok özelliğin bir arada
bulunmasını gerektirir. Çünkü birden fazla kişi belli bir disiplin içerisinde sesini, müzik kulağını ve
nüanslarını birbirine uydurmak zorundadır.
Dünyanın çeşitli yerlerinde çok sayıda koro bulunduğunu biliyoruz, örneğin sadece Almanya
da 60.000 civarında koro bulunmaktadır. Korolar aynı zamanda çağdaşlaşmanın da bir ölçüsüdür.
Ülkemizde de amatör ve profesyonel olarak çalışan pek çok koro vardır. Ancak, diğer ülkelerle
kıyasladığımızda bunların sayısı az, hatta yetersiz seviyededir.
Birlikte çalışmanın etki ve önemini bilen Polifonik Korolar Derneği 1989 yılında Ankara'da
kuruldu. Türk koro müziğinin evrensel müzik dünyasında yerini alması ve polifonik koro müziğinin
toplumumuzda da yaygınlaşmasına katkıda bulunabilmek amacıyla örgütlendi.
Müziği meslek olarak seçmeyen ama onu yaşayıp yaşatmak isteyenler başta olmak üzere,
derneğin amaçlan doğrultusunda çalışmak isteyen insanları bir çatı altında toplayıp birleştirmek, her
yaş düzeyinde korolar kurmak, konserler, bant - CD kayıtlan, radyo - TV yayınlan, söyleşi ve
benzeri etkinliklerle birey ve toplum bazında polifonik müziğe hizmet etmek, koro müziği sipariş
yada yarışmaları yaparak yeni yapıtların elde edilmesini özendirmek ve onların iyi
seslendirilmesine katkı sağlamak, derneğin temel amaçlan arasındadır.
Dernek bünyesinde 5-8 yaş minikler, 9-12 yaş çocuk, Gençlik, Kızlar, Büyükler ve Dernek
Korosu olmak üzere 6 koro çalışmaktadır. Bu korolar bugüne kadar 100'ü geçkin konser vermiş,
Türkiye Filarmoni Derneği ile birlikte 4 yıl "Ankara Liseler Arası Korolar Şenliği" ile 1996
12
yılından bu yana da "Türkiye Korolar Şenliği"ni düzenlemiştir. Düzenlenen son şenliğe Türkiye
genelinde 47 koro katılmıştır.
1993'ten itibaren her yıl polifonik koro müziğine hizmet ödülleri dağıtımı yapılmış,
Günümüzde Müzik (Onursal Başkanımız Sayın Profesör, Nevit KODALLI) ve Polifonik
Müziğimizde 70 Yıl (Sayın Faik CANSELEN) konulu söyleşiler düzenlenmiştir. Ayrıca, 1999
yılında Türkiye çapında polifonik koro müziğine hizmet eden pek çok koro şefinin katıldığı,
Polifonik Korolar Derneği Örgütlenmesi ve Türkiye Korolar Şenlikleri değerlendirme toplantısı
gerçekleştirilmiştir. Bu toplantının sonuçlan toplantı sonunda yayınlanan bir bildiri ile ilgililere
duyurulmuştur.
Ayrıca, Derneğin Radyo ve TV kayıtlan ile 100 dolayında programı yayınlanmıştır. Müzik
eğitimcileri ile toplantı, dayanışma amacı ile balo ve piknik toplantıları düzenlenmiş, özel ve tüzel
kuruluşlara pek çok konserler verilmiştir.
Kısıtlı olanaklarla geçtiğimiz yıla kadar Ankara'daki çeşitli okulların toplantı salonlarında
çalışan derneğe bağlı korolar 1999 yılında Derneğe ait "Koro Müziği Eğitim Merkezi" nin hizmete
girmesiyle koro üyelerine nezih bir çalışma ortamı sağlamıştır.
Dernek bünyesinde aynı zamanda şan, gitar, yan flüt, mandolin ile müzik okullarına hazırlık
kursları da verilmektedir. İleride bu etkinlikleri yaygınlaştırarak sürdürebilmek, koro yapıtları
siparişi, yarışmalarını gerçekleştirebilmek, derneğe katılımı artırabilmek, etkinlikleri uluslararası
platformlarda da değerlendirmek, büyük önder Atatürk'ün müzikte gösterdiği hedefler
doğrultusunda çalışan diğer kişi ve kuruluşlarla dayanışmayı daha da geliştirmek, derneğin
hedefleri arasında yer almaktadır.
Eğer birlikte çalışmanın gücüne inanıyorsanız, çok sesli koro müziği yapmak istiyor ve bizim
gibi düşünüyorsanız;
"HAYDİ GELİN BİRLİKTE ŞARKI SÖYLEYELİM, SÖYLETELİM.”
13
"ÇOCUK ÇİÇEKLER..." Suna TANALTAY
Çocuk yürekler, ki ne kadar, ne denli seveceklerini çok iyi bilirer. Işığın çevresindeki
pervaneler gibi koşarlar bu sevgi kaynağına. Yanmazlar da üstelik...
...İşte bu esmer, uzun boylu, kocaman kadın da bir dost, bir arkadaştı onlara.. Altınoluk
sahilinde onu uzaktan görüp izleyen çocuklar için "Yüzdürücü Teyze" idi... Oysa... Marketle deniz
arasında cıvıldaşan çocuklar büyük bir içtenlikle: "Öğretmenim" diye seslenirlerdi ona... Kitap mı
okuturdu?.. Matematik dersi mi verirdi?... Hayır efendim; hiçbiri değil.. Onları öz çocuğu, bebeği
gibi bağrına basarak denize alıştırır, birlikte yüzer, sonra da salıverirdi sulara... Kaç yaşında
olduklarının önemi yoktu; yeter ki istesinler...
(...Şevval, içi titreyerek isteyip de istemez gibi davranan bir minikti... Dört yaşındaydı henüz...
Ablaları yüzerken denizin kenarına geliyor ve kaşlarını çatarak bakıyordu sulara... Sevmekle kork-
mak arasında sıkışıyordu yüreği.. Eğer ablaları "Haydi gel; korkma!..." diye üzerine varırlarsa, daha
bir zorlanıyordu. "İstemiyorum... Karışma..." derken de gözleri yaşlıydı...)
...Bir tek Şevval: "Şükran Teyze" diye seslenirdi, tüm yüzmelere inat.. Ablaları ne derlerse
desinler, deniz onu titretiyordu... "Yüzdürücü Teyze" ise tatlı tatlı gülümseyip: "Üstüne varmayın
çocuğumun... Her şeyin bir zamanı var. O da yüzecek. Ama, isteyince..." diyordu.
Biliyor musunuz, Şevval nicedir gülüyor, gülümsüyor... Hattâ şarkı söylüyor... Birden büyüyüp
boy attı sanırsınız... Evet, Şevval yüzüyor... Kuşlar, balıklar gibi yüzüyor... Denizle, kendi
kendisiyle ve çevreyle barışık... O incecik, minicik çocuk da: "Öğretmenim..." diye sesleniyor,
Şükran'a... (Belki de en güzel "Şükran" bu... Şükran içinde anlatılmaz bir mutluluk.
Deniz de sever bu çocukları... Ve çocuk tadındaki kocaman yürekleri... Sever ve onlara kucak
açacağı ısınmaları bekler... Baharlar ve Yazlar ille de onlarla güzeldir... Onlarla...)
....Hani, çiçekler tomurcuklanır, açar ve nazlı nazlı gülümser ya; neden solar sonradan?.. Niçin
kuruyup dökülür?... Gönlü bu solmalara, ölmelere katlanamaz Şükran'ın... O, Rekreasyon
Derneği'nin sevilen bir elemanıdır; "Sanatçı"dır... Çiçeklerini camlar altındaki panolarda yaşatmayı
sever. Zaman zaman da "Yaşayan Doğa" sergileri açar... (Panolarda gülümser bu çiçekler... Hattâ
minicik çocukları gibi yüzer, el ele tutuşup halay çeker... Büyülenirsiniz...)
Derneğin sevilen ve çalışkan Başkanı Güngör Arıbal: "Şükran'cığım" der, "Hani, yaşlıların bir
Dinlenme Evi var; biliyorsun... Onlara uğrasan da, çiçeklerle çalıştırsan.. Hem oyalanırlar, hem de
mutlu olurlar..."
...İşini - gücünü ayarlayıp, bir fırsat yaratır, Şükran... Kaygılı bir heyecanla Dinlenme Evi'nin
yolunu tutar... (Kuşlarla çırpınır yüreği.. "Çok mu yaşlıdırlar?.. Rahat ve huzurlu mudurlar, yoksa
14
mutluluğu mu oynarlar?.." ... Belki ileride... Yok canım, biricik oğlu kıyamaz ona... Yine de
görmek, bilmek gerek...)
...Önce görür, izler ve ilgilenir... O kocaman bağrına basmak ister onları... Öylesine ince ve
kırılgandırlar ki... "Ama nereden?.. Nasıl çiçek buluruz biz?., diye dursunlar, armağan çiçeklerden
yola çıkılır... Sonra da bahçeden, gezinti fırsatlarından yararlanıp, kendi elleriyle toplamanın tadına
varılır... Mutlanırlar, sevinçten el çırparlar... Çiçek açarlar...
...Hem konuşurlar, karşılıklı anlatıp dinlenir... Hem de çiçekleri kurutmakla yaşatmak
arasındaki bu duygusal ikilem tartışılır... "Şey..." der, az konuşan bir hanımefendi, "Keşke bizi de
böylesine özenle sarıp sarmalayan, sevgiyle yaşatan bir yöntem olsaydı..."
"Aldırma" diye kahkaha atar bir başkası... "Yaşatmak da yaşamaktır."
"Yok canım" diye söze karışır, oturduğu koltukta sallanan... "Sen sahiden yaşadığına inanıyor
musun?.."
"O hep muhaliftir..." diye gülümser, emekli beyefendi... "Bu da onun özgürlüğüdür..."
"Yüzdürücü Teyze "nin çocuklarından daha çocuk; fakat tüm çiçeklerden daha ince ve
duygusaldı bu kocaman çocuklar... Ürkek bir saygıyla ona sarılıyor, dokunmak istiyorlardı... Bazısı
da : 'Aman, şey... Soğuk algınlığım var gibi de... Size geçmesin... Sarılışmak yasak." diyordu...
(Aslında, kendi kendisini güvenceye alıyordu, hastalanmamak için... Tüm dertlere ve sorunlara
karşın, yaşamı ve yaşamayı en çok sevdiği bir dönemdeydi... Olsa olsa, "Dünyaya erken gelmişti..."
Hepsi bu kadar...)
Çiçek Dersi'ni kısa zamanda sevdiler... Yeniden okula gider gibiydiler... Bir gülme, bir
şamata... Kimisi de tüm ciddiyetiyle çalışıyor, kendisine ve ürününe önem veriyordu. Kısaca,
dersler harika geçiyordu... (Kurumakla yaşamak, yaşatmak arasındaki bu incelik çok önemliydi...
Tuttukları, sevgiyle dokundukları çiçekler... Kendileriyle belki de...)
...Sıra, yapıştırıp yerleştirmeye, bu güzellikleri bir kompozisyona dönüştürmeye gelmişti...
"Çerçeveleriniz olsa, cam altına yerleştirip duvara asarsınız... İnce kartona da yapıştırıp Bayram
Kartı yapılabilir... Sanırım, sizin için böyle kartlar daha pratik olacak..."
Ertesi derse gittiğinde bir dolu çerçeveyle karşılanır "Çiçekçi Öğretmen"... İrili ufaklı antik,
tahta ya da yaldızlı çerçeveler... Şaşırır... Merakla sorar:
"Nereden buldunuz bu çerçeveleri?.. Ne güzel şeyler bunlar... Arasam ben bile bulamam.
Sahi, nereden aldınız ki bunları?..
..Önce susarlar... Önlerine ve birbirlerine bakarlar... Daha bir cesaretlisi çakmak çakmak
gözleriyle:
15
"Öğretmenim" der, "Çocuklarımız, torunlarımız ya da kardeşlerimiz... Atıverdiler bizi buraya...
Aramıyorlar bile.. Gelip de bir dokunmuyorlar.. Akıllarına eserse eğer, telefon ederler..."
"...Evet, Öğretmenimiz... Hepsini çıkarıp attık çerçevelerden... Beklesinler bir köşede...
Çiçeklerimizi yerleştireceğiz... Kendi çiçeklerimizi... Yüreğimizi... Sevgimizi... Çerçeveden çok ne
var ki?.."
Kahkahalarla güldüler hep birlikte... Erken yıllarda doğmuş çocuklar, çiçekler, çerçeveler ve
"Çiçekçi Öğretmen"... Güldüler... Güldüler... (Ağlarcasına... Kırlar yeniden çiçek açtı, yağmur
damlalarıyla... Yürekler yeniden çiçeklendi... Güzellikleri kuşkusuz bundandır…)
16
ELLERİN GÜL ELLERİN LALE
Erdoğan TANALTAY Gördüğüm o eller Michelangelo'nun fırçasından Gücünden emin Tanrı'nın elleri miydi Sevgi dolu Yoksa senin Günebakanlar, kasımpatları Vurgun Görünce gönlünü senin Çığlık çığlıktı Van Gogh güneşiyle Yağmur oldu gözlerin Yalı boyu hırçın Yalı boyu puslu O günü hatırlarsın Nasıl seslenmişlerdi sana Koca çınarları Değirmendere'nin Gözyaşın iki damla Ama ellerin İlle de ellerin Bir pınardı yaz sıcağında En soğuk günde Çılgın bir sevda Ya bahar gelince Ellerin gül Ellerin lâle.
17
Yaşamı Müzikle Öğrenmek Fazıl SAY
Müzik, yaşamımın rengidir. Notaları da ilkin renklerle öğrenmiştim. Üç yaşında olduğum o
günlerden beri renklerden kopmadım. Bugün evde her renkten kalemim var. Çalışırken notalarımı
çeşitli renklere boyarım. Aydınlık, doğal, sıcak bir melodi mi dediniz? Sandır o satırlar. Güneşin,
sıcaklığın, mutluluğun rengidir sarı. Dramatik "geliştirim" satırları kırmızıdır. Kanın, acıların ve
yaşamın içinden... Brahms'ın doğayı kucaklayan sesleri, benim notalarımda yemyeşildir.
Dört yaşındaydım. Evde küçük bir karatahtamız vardı, üstünde porte çizili...
Do, mavi. Re, lacivert. Mi, pembe. Fa, turuncu. Sol, kırmızı. La, yeşil. Si, san.
Evimize babamın arkadaşlarından obua sanatçısı Ali Kemal Kaya gelirdi. Saatler boyunca
müzikli oyunlar oynardık. Onu hayal meyal hatırlıyorum. Kel kafalı, keçi sakallı, biraz gergin, ama
bana çok sevecen davranan iyi bir insandı. İlk müzik derslerim böyle başladı: Ritimler, notalar,
renkler...
Evde bir mini ksilofon, küçük bir elektrikli klavye, melodika, ağız mızıkası, oyuncak saksofon
ve oyuncak trompet vardı. Duyduğum ezgileri bu çalgılarla çalardım. Müzikli oyunlarıma annem ve
babam da katılırdı. O günlerden kalma bir kaset hâlâ duruyor evde: Doğru dürüst konuşamıyorum,
ama adı verilen her parçayı bu çalgılarla çalıyorum. Bir masa takvimi hatırlıyorum. Yılın her haftası
için bir sayfa ayrılmıştı takvime. O benim müzik defterimdi. Her sayfasına kocaman harflerle ve
değişik renklerle bir müzik yapıtının adı yazılmıştı. Okuma yazma bilmediğim için, renklere ve
şekillere göre eserin adını tanırdım. Mozart'ın 40. Senfonisi pembe, Bizet'nin Arlezyen Süiti
kırmızı, Beethoven'in 9. Senfonisi maviydi. Takvimin yaprakları, benim bildiğim parçalarla
doluydu.
Plaklarımı da çok severdim. Dinlemek istediğim plağı, boyumun ancak yetiştiği pikaba koyar,
çalardım.
Mozart'ın 40. Senfonisinin plağındaki göbek, kıpkırmızıydı.
Mozart'ın 21. Piyano Konçertosunun kapağında rengârenk, naif bir köy resmi vardı.
Bizet, sanlı kahverengiliydi.
Pikabı çalıştırdıktan sonra, bacaklarımı biraz açarak sallanmaya başlardım. Dans değil,
sallanma.
18
Evde 100 kadar plak vardı. Bir tanesi dışında hepsi klasik müzik plağıydı. O "bir tane" ise Aşık
Veysel'in uzunçalarıydı. Severdim bu plağı, ama Veysel'in müziğinden pek anlamazdım. Yorucu
bulurdum.
Aşık Veysel, o günlerden beri yaşamımda Beethoven öneminde bir yer tutmuştur. Sekiz dokuz
yaşlarındayken mahallede top oynadığımız bir çocuk, "ben Aşık Veysel'in torunuyum" demişti. Vay
be! Çocuğun elinden tutup babama götürdüm. Babam çocuğu epey sorguladıktan sonra anlaşıldı ki
bu arkadaşım, Aşık Veysel'in köyündenmiş sadece. Aşık Veysel'in yeğeninin baldızının, onun da
eniştesinin mi ne, oğluymuş.
İşte onunla ben top oynamıştım!
Aşık Veysel'in plağının göbeği siyahtı. "Kara Toprak" gibi... Veysel, müziğin koyu
renklisidir. Belki de yaşam, ışığı göremeyen bir halk şairi için bizim bilemediğimiz koyu
renklerle doludur.
Renkler beni müziğe bağlıyordu. Renklerin sayesinde siyah beyaz tuşların monotonluğundan
kurtuldum. Renk etkeni, sesleri daha iyi tanımaya götürmüştür beni. Yaşamım boyunca müzikten bir
an için bile sıkılmadıysam, vazgeçmeyi hiçbir an düşünmediysem renklerin cıvıltısından da güç
aldığımı söyleyebilirim.
Çocukken resim de yapardım. Çizgim iyi değildir. O çok sevdiğim renkleri hiç de iyi
kullanamadığıma göre, yetenekli değildim. Bence bir ressam, kanıyla boyar resmi. Bense renkleri
dışarıdan getirip koyuyordum kâğıda.
Seslerle ilişkim farklıydı. Her sesin bir rengi, duygusu vardı. Her duygunun da bir mesajı, her
mesajın da ulaştığı "insanlar" vardı...
Uçak Notları - Müzik Ansiklopedisi Yayınları
19
SANAT DERNEKLERİNE Yönetici Olmak...
Doğan AKÇA Aslında sanat derneği yöneticisinin spor kulübü veya parti yöneticisi olmaktan pek farkı yok.
Nasıl ki spor kulübü yöneticisinin sporu ve kulübünü sevmesi gerekiyorsa, nasıl ki parti
yöneticisinin yönettiği partinin felsefesine yürekten inanması ve politikayı sevmesi gerekiyorsa
sanat derneği yöneticisinin de başta evrensel müziği sevmesi, bir ülkenin gelişmiş ülke olması için
önce sanatın ve sanatçısının gelişmiş ve çağdaş olması gerektiğine inanması gerekir.
Buna inanmadan bu sevgi ve inançla donanmadan spor kulübü yöneticiliğine soyunan biri
istediği kadar yönetim kurulu, istediği kadar çalışma gurupları oluştursun takımı kötüye gider,
küme düşer.
Buna inanmadan bu sevgi ve inançla donanmadan parti yöneticisi olan biri de partisini barajları
aşamayacak, doğru dürüst oy alamayacak hale getirir.
Mesela, bir sanat derneği yöneticisi de insanların karşısına geçtiğinde bizim derneğimizde şu
kadar polifonik koro sanatçısı, şu kadar ressam, şu kadar şair-yazar, şu kadar opera sanatçısı, şu
kadar seramikçi, şu kadar heykeltıraş, şu kadar konservatuar ve güzel sanatlar fakültesi hocası,
sanatçı, şu kadar ünü ülkemiz hudutları dışına taşmış büyük sanatçı ve onur üyeleri var diye
öğünmek, gururlanmak yerine benim yönettiğim sanat derneğinde şu kadar doktor, şu kadar
mühendis, mimar, şu kadar avukat, şu kadar sanayici, tüccar ve biraz da sanatçı var diye övünürse o
yönetici sanatı da, sanatçıyı da sevmiyor, bir doktorun, bir mühendis veya mimarın, bir avukatın,
vs. ancak çağdaş sanatı sevdiği, özümsediği, sanat tüketicisi olduğu zaman gerçek doktor, gerçek
mühendis veya mimar vs. olacağına inanmıyor demektir. Tıpkı bir spor kulübü yöneticisinin
takımındaki futbolcuya inanmadan kulüp yönetmesi gibi.
İnsanın inanmadığı, sevmediği işi istediği kadar yönetim kurulu, çalışma grubu olursa olsun
başarıyla yürütmesi mümkün değildir, bence. Çünkü kim ne derse desin her çalışmayı
yönlendirmesi gereken başkandır. Ve sonuçta basan da başarısızlık ta başkandan sorulacaktır.
Bütün bunları değerli sanatçı, hepimizin hocası Prof. Nevit Kodallı'nın Mersin'e gelir gelmez
yaktığı bir kıvılcımın bir başkanın gayretleriyle nasıl büyük bir ateş haline geldiğini anlatabilmek
için yazdım. Yani Polifonik Korolar Derneği için.
Dün belki de yaş ortalaması kırkın üstünde olan ev kadını, öğretmen, memur, iş adamı vs.nin
bir araya gelmesiyle kurulan Mersin Polifonik Korolar Derneği beş yıl içinde Büyükler Korosu,
Gençlik Korosu, Çocuklar Korosu ile koca bir evrensel sanat ordusu olmuşsa,
20
Eğer bir koro bu kadar kısa bir zaman içinde tüm ülkemizin ilk beş-on çok sesli korosundan
biri haline gelmişse,
Eğer her yıl çok güzel bir organizasyonla yurdun muhtelif yerlerinden gelen değerli korolarla
birlikte gerçekten çok başarılı şenlikler düzenleyebiliyorsa,
Eğer bu dernek örnek bir çalışma sergileyerek komşu yerleşimlerdeki (Adana, Tarsus, Silifke
gibi) evrensel sanat aşkını ateşlemiş ve bu illerde de polifonik korolar kurulmasına öncülük etmişse,
Eğer bu koro artık birçok ilimizden, hatta Avrupa'daki bazı kuruluşlardan konser teklifleri
alabiliyorsa,
Ve de daha birçok başarıyla bir sanat derneği bu kadar kısa bir zamanda bu kadar büyük bir
sıçrama yapıyorsa, bunun arkasında Nevit Kodallı gibi büyük bir sanat adamının, mutlaka evrensel
müziğin, özellikle akapella koronun büyük gücü, bütün koro üyelerini sarıp sarmalayan sihiri
yanında yöneticisinin, yani başkanın üstün çalışma gücü, inancı, azmi ve karizması da var demektir.
Şimdi eleştiri bombardımanı bana dönecek ve belki Selma Yağcı'ya niye böyle dalkavukluk
ediyor diyenler olacaktır.
Ben bu tip eleştirilere hiçbir zaman aldırmadım, bundan sonrada aldırmam. Ama bir şey
söylemek istiyorum. Oturup düşünelim. Bu şehirde hiçbir maddi çıkar düşünmeden derneğini ve
korosunu bu kadar çok seven ve bu sevginin verdiği güçle deliler gibi çalışan, karizması olan başka
bir başkan bulunabilir mi? Veya Selma Yağcı yoruldum derse yerine kimi bulabiliriz.
Galiba Selma'nın tek hatası var. Nasıl olsa biri çıkar diyor. Hayır, Polifonik Koro çok önemli
ve Selma yoruldum dediği gün görevi alıp en az kendisi kadar başarıyla yönetecek bir başkan
adayını şimdiden bulup, yetiştirip, o güne hazırlamalı.
21
YAŞAMIN BOYUTU Ahmet YEŞİL
Genelde demagojik söylemlerin etkisiyle dogmatik fikirlerin peşine takılarak kendi dünyasının sınırlarını daraltan bir toplum yapısına sahibiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi ile yaşam biçimini ifade eden bireylerin kalabalıklaştırdığı bir toplum... Bunun pek çok nedenleri, arasında en baş sırayı eğitimin çağdaş niteliklerden yoksun olması almaktadır. Böylece toplum onlar için daha kolay yönetilir olacaktır.
Öcülerle, günahlarla, vatan millet Sakarya edebiyatıyla, insanlar, toplum ve ulus olma bilincinden sürü olma biçimine kaydırılacaktır.
Günahı işleyenlerde baklava çalan, ekmek çalan çocuklardır. Ülkenin kaynaklarını çarçur edenler, çeteler, Cumhuriyet resmini çağın gerisine götürmek isteyenler kahramanlarmış gibi sloganlarla alkışlanmaktadır.
Demokratlığımız kendimiz için, demokraside iktidar içindir. Bizden farklı düşünenlerin hiç şansı yoktur.
Kurtuluş savaşını yapmış, devrimlerini tüm gerici, karanlık güçlere karşı gerçekleştirmiş bir toplumdan, her şeyi hemen unutan, unutulanları, tekrar yaşayan, kendi ekseni etrafında dönerek, verilenle yetinen istemeyi bilmeyen, tepkisiz, belleksiz, ütopyasız bir topluma nasıl gelindi? Elbette eğitime, bilime, özgür düşünceye yaratıcı sanata önem verilmeyişi. Bu durumun nedenleridir.
Yaratıcı beyinlerin eğitim, gelişim tarlaları olan üniversitelere kışla zihniyetiyle bakılırken lise ve orta öğretim kurumlarının durumundan söz etmeye bile gerek yok.
Yaratıcılığın en verimli toprağı demokrasi içindeki özgürlük tarlalarıdır. Bu topraklardan o ülkenin büyük çınarları, aydınları, sanatçıları, bilim insanları, siyasetçileri yetişir. Çağdaş toplum da buradan beslenir.
Almanya'da 1830'lu yıllarda estetik eğitimin genel eğitimin içerisine alınması kısa zamanda tüm Avrupa tarafından benimsendi. Bunun etkisiyle batı, toplumsal yaşamının tüm alanlarında; ekonomide, bilimde, sanatta, kültürel yaşamda siyasette, demokraside bugünkü uygarlık ve gelişmişlik sürecini başlatmış oldu. Sanatçı toplumundan sanat toplumuna geçiş sürecinin tüm altyapılarını oluşturmaya başladı.
Sanat sorunları çözmez. Varolan sorunların algılanabilmesi için gözün ve aklın açılımını sağlar. Bizde ise dünya kenti olarak övündüğümüz İstanbul'un hâlâ çağdaş bir sanat müzesi bile yoktur.
Oysa sanata ve sanatçıya verilen değer o toplumun, çağdaş dünyada saygın, kimlikli yerini belirler.
Yükselen toplumlar sanata ve sanatçısına değer veren toplumlardır.
22
Ailemizin Bireyleri MEDİNE BALKARLI
Hazırlayan : Vahap KOKULU
Bu sayıdan itibaren Korolarımızda (ailelerimizde) birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızla söyleşiler yapacağız. Koromuzun her üyesinin, ailemizin her bireyinin bizlere aktaracağı çok güzel anıları, düşünceleri ve önerileri olacaktır.
İlk konuğumuz Derneğimizin ve koromuzun en eski üyelerinden Sn. Medine Balkarlı. Sn. Medine Balkarlı Müzik öğretmeni.. Müzik Öğretmeni ile evli ve 2 çocuğu müzik
alanında çok etkin çalışmalar yapıyorlar, sorumluluklar yüklenmişler. Bu söyleşimizde onun çok ilginç anılarına ve görüşlerine tanık olacaksınız.
MÜZİK BÖLÜMLERİNE VE
KONSERVATUARLARA ÖĞRENCİ
YETİŞTİREREK BORCUMU ÖDÜYORUM
Kendimi anlatmaya Öğretmen Okulu'ndan başlayacağım. Ondan öncekiler sıradan şeyler gibi geliyor bana. Adana Öğretmen okuluna girdiğimin haftasında Müzik öğretmenlerim Sevim ve Sadettin Ünal bendeki müziğe olan yatkınlığı keşfetmiş olacaklar ki hemen piyano başlattılar. Bu öğretmenlerimin hakkını hiç ödeyemem. Tatillerde bile piyano çalışmam için bana evlerini açtılar. Öğretmenliğim boyunca Üniversitelerin müzik bölümlerine ve konservatuarlara öğrenci hazırlayıp göndererek borcumu ödemeye çalışıyorum.
YAKIŞIKLI BİR GENÇ!
Öğretmen okulunu bitirdiğim yıl Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik bölümüne girdim. Orada derslerimizin çoğu tek tek yani bir hoca bir öğrenci şeklinde idi. Birkaç dersimizde toplu derslerdi. Öğretim metodu derside bunlardan biri idi. İlk toplu olarak bu derse girdik. Sınıfımız 10 erkek ve 10 kızdan ibaretti. Öğretmenimiz önde oturan kızlardan başlayarak tanışmamızı sağlıyordu. İsimlerimizi, oradaki öğretmenlerimizin kimler olduğunu soruyor ve ekliyordu. "Ben sizlerin hocasının hocasıyım" Sıra bana geldi. Adana Öğretmen okulundan geldiğimi, adımın "Medine" olduğunu söyleyince sanırım o zamana kadar böyle bir isim duymamış olacak ki şaşırarak;
"Ya!"
"Olsa olsa kocanız "Hacı" olur demez mi. Sıra erkeklere geldi içlerinden biri adının "Hacı" olduğunu söylemez mi? Bütün sınıfta bir kahkaha. Geriye dönüp baktım şöyle.
Yakışıklı bir genç.
Kader ağlarını örüyor mu ne?
BİR YAĞMUR VE BİR ŞEMSİYE VEYA "SINGING İN THE RAİN" Hacı arkadaşımız Adanalı imiş. Sonra tanıştık, iyi arkadaş olduk. Bir gün Ankara'nın
okulumuza yakın Bahçelievler semtinde dolaşırken yağmur yağmaya başladı. Benim şemsiyem var, açtım. Hacı "Ben de girebilir miyim şemsiyenin altına?" diye yavaşça sordu ve birden koluma girdi.
Giriş o giriş.
Hala orada.
Hacı, keman, ben piyano veya orkestrada aynı nota sehpasını paylaşarak ve bu arada çok çok gezerek okulu bitirdik.
SEDA'YA ve SERLA'YA MERHABA!
23
Hacı ile hemen evlenip Uşak'ta çalışmaya başladık. Uşak'ta ikimizden başka müzik öğretmeni yoktu. Sokakta gezerken köşe başlarından başlarını uzatan çocuklar "do-re-mi" diye bağırarak bize laf atarlardı. Bir yıl sonra oğlumuz oldu. Seda.
Bu isim yüzünden neler geldi başımıza neler? Konservatuarda "kızlar" yatakhanesinde ismi çıktı. Okuldan askerlik belgesi istediler. Adana Osmaniye'den Mersin'e yapılan nakil sırasında cinsiyetini "kız" olarak yazmışlar. Bir fasılda burada uğraştık. 1972 yılında Mersin'e geldik. Hacı, Tevfik Sırrı Gür ben Atatürk Lisesi'nde çalışmaya başladık. Bir yıl sonra bir kızımız oldu. Serla.
OĞLUM SEDA'YA BİR İTİRAF! Oğlumuz Seda ortaokuldan sonra Ankara Devlet Konservatuarına girdi. Doğal olarak onu biz
yönlendirdik. Kulağı çok iyiydi. Diğer dersler iyi değildi. (Seda bana kızma oğlum şimdi itiraf ediyorum ortaokulda çok çalışkan bir öğrenci değildin laf aramızda) Biraz piyanoya başlattık. Bu arada şunu söylemeliyim.
Ana baba'dan hoca olmuyor. Sınavlarda ne tür sorular soruluyor onları öğrendik ve ona göre hazırladık. Seda konservatuarın önce koro bölümüne girdi. Sonra bölüm değiştirip Vurma sazlar bölümünden mezun oldu.
Seda şu anda Mersin Devlet Opera ve Balesi orkestrasında çalıyor.
BABA VE KIZIN ORTAK HOCALARI OLABİLMEK Kızımız Serla ağabeyinin peşinden gitti. Onun ilkokulu okuduğu yıllarda Anadolu Liseleri
yansı vardı. Çok şükür Serla'da biz de bu yanşa katılmadık. Serla 3 yaşındaydı. Parkta gezerken orada hemencecik karikatür çizen bir genç vardı. "Senin karikatürünü çizeyim mi" dedi. Serla'ya. Karikatürcü genç büyüyünce ne olmak istiyorsun? diye i Serla.
O gün Serla'nın piyanolu bir karikatürü çizildi. O karikatür hala evimizde.
1974 yılı idi sanıyorum. Eşim Hacı'nın keman hocası aynı zamanda CSO'nun başkemancısı olan Oktay Dalaysel ve Ankara Devlet Konservatuarı piyano öğretmeni Güherdal Çakırsoy Mersin'e bir konsere gelmişlerdi. Biz onları evimize kahvaltıya davet ettik. Serla bebekti, Güherdal hanım onu kucakladı ve çok sevdi.
Sonra ne mi oldu?
Güherdal Hanımefendi Konservatuarda Serla'nın piyano öğretmeni oldu. Serla'nın yaşamındaki başarıların kaynağı oldu.
SERLA'YI ÇOK ÖZLÜYORUM Kızım Serla 1994-1997 yıllan arasında konservatuar piyano bölümünde araştırma görevlisi
olarak görev yaptı ve yüksek lisans diploması aldı. Bu yıllarda Prof. Hikmet Şimşek yönetimindeki Konservatuar Büyük Orkestrası eşliğinde, Çukurova Senfoni Orkestrası eşliğinde çeşitli konserler verdi.
Ekim 1997'de Strasbourg Devlet konservatuarına girdi ve uzmanlık alanında çalışmalara başladı. Nisan 1998'de Stuttgart'da konser verdi ve Mayıs 1998'de Paris'te düzenlenen uluslararası bir yarışmada üçüncülük ödülü aldı. Bu yıl Serla'nın Fransız Hükümeti bursunu da kazandığı yıldır. Serla şimdi Fransa'da ve Uluslararası tanınmış hocalar nezaretinde çok iyi bir Türk piyanisti olarak yetişiyor. Serla'ya Fransa yetmedi. Şubat 2000'de ABD Arizona ve Florida eyaletlerindeki üniversitelerin açtığı sınavlara girdi ve Müzik dalında Doktora programlarını kazandı. Ağustos 2000'de ABD'ye gidiyor.
Kızım gitti gider... Haydi hayırlısı..
Onu çok özlüyorum. Onun başarılı bir sanatçı olarak ülkemizi yurtdışında tanıtmasından ailece gurur duymaktayız.
24
Bilmem 2 Mayıs 2000 günü verdiği Mersin Devlet Opera ve Balesi eşliğindeki Rachmaninoff'un 2 no'lu Piyano konçertosu konserini dinlediniz mi?
Mersin'de memleketinde bu ilk konserinde ne kadar heyecanlı idi evladım?
VELİLERE DİYORUM Kİ!
İnsanlarımız müziği, müzik eğitimini hafife almasınlar. Velilere diyorum ki çocuklarınızda müzikal bir işitme varsa bunu dikkate alın. Onu heveslendirin. Onlar küçücük, yönlendirilmeye ihtiyaçları var. Bu yönlendirme işini de büyük ölçüde öğretmenler yapacak. Aman bana ne yetenekli ise! Demeyip ailelerine ulaşarak böyle yeteneklerin müziğe, ülkeye ve dünyaya kazandırılmasında yardımcı olsunlar.
MEDİNE HANIM VE HACI BEY ŞİMDİ NE YAPIYORLAR? ikimiz de Devlet Memuru olarak 25 yıldan fazla süreyle ve yüzlerce öğrencinin Müzik öğret-
menliğini yaptıktan sonra emekli olduk. Hacı emeldi olduktan sonra 5 yıl daha bir özel okulda müzik öğretmenliği yaptı ve bıraktı. Şimdi kitap okuyor, şiirler yazıyor, evimizde çiçeklerle uğraşıyor, öğretmen arkadaşları ile buluşuyor, hasret gideriyor.
Ben Özel Toros Lisesi'ndeyim ve müzik öğretmenliğine devam ediyorum.
MÜZİK
ÖĞRETMENLERİMİZE MESAJ Tam 5 yıldan beri devamlı olarak Mersin Polifonik Korolar Derneği büyükler korosunda alto
korist olarak çalışıyorum. Bana verilen görevler gereği ara sıra şeflerimize yardımcı oluyorum. Polifonik müziği yayma ve tanıtmayı amaçlamış bu derneğin işinin çok zor ve çok özveri isteyen bir iş olduğunu görüyorum. Yönetim Kurulu arkadaşlarımıza kolaylıklar diliyorum. Mersin'deki Tarsus'taki Müzik öğretmenlerine sesleniyorum. Haydi sizleri bekliyoruz korolarımıza. İnanın burada sadece kendiniz için yaşıyorsunuz ve çalışıyorsunuz. Birlikte bir iş yapmanın, özellikle müzik yapmanın keyfini yaşıyorsunuz. Sizler bunun ne olduğunu zaten biliyorsunuz.
Tekrar yaşamak ne güzel!
25
SİZLERE Erdal AKALIN
Birgün ben ölünce Oğlum, karım Ve siz dostlarım Üzerime bulca toprak serpin,
Şöyle Mini minnacık bir tepecik Varsın mezarımı bastırsın! Kır çiçekleri ekin; Papatya ve gelincik Ve hatta Çevresine lavanta, Ve kökleri yediveren güllerinin Bedenimi sarsın toprakta...
Şenlik başlayınca her ilkbaharda Bedenimden ayrılan sevgi gözeleri Yaşama sevinci ile çiçeklere kaçar Ünce gelincik, sonra papatya Ve yeşil beyaz lavanta Zaten yediveren gülleri sürekli açar...
Birgün ziyaretime gelince Oğlum, karım Ve siz dostlarım Sizi Kanımdan beslediğim renklerle selamlar Tenimden saçılan kokularla kucaklarım.
Silin gözlerinizi, Ben sizlerle gene mutlu yaşarım.
26
Müzikte Özgür Düşünce
Ferhat LİVANELİ
Sertap Erener'in okuduğu eseri birlikte seslendiren Belçika'lı vokal grubu ilginç ve düzeyli bir
çalışma yapmış. Sadece insan sesleri ile eserleri yorumlayan bu topluluğun kendi albüm çalışmaları
da var.
İnsan seslerini kullanarak, armonize ederek, bir orkestra gibi düşünüp her hattın vokalle icrası
ilk kez karşılaştığımız bir çalışma değil. Swingle Singers'ın barok ve klasik müzik tınıları kulak
hafızalarımızdan silinmedi.
Yine vokal müzik yapan İngiliz, Amerika'lı, İsveçli gruplar dinledim. Amerika'da yüzyılın
başlarında berber dükkânlarının müşteri hizmeti olarak başlattıkları 2 tenor 2 baritondan oluşan
korolar muhteşem tınılar oluşturmuş ve Barber Shop isimli vokal müzik tarzının doğmasını
sağlamışlardır.
Yine Fifth Dimension, Temptations gibi vokale ağırlık veren topluluklar da beğeni toplamıştı.
Ökemizde de bu tip çalışmaların sergilenmesini diliyorum. Sanatsal çalışmalarda fikirlere açık
olmak, küçük kurallar içine kendini hapsetmemek gerektiğini düşünüyorum. Yöresel, enstrümantal,
armonik, ritmik kısıtlamalarla yola çıkıldığında yaptığımız müziğin sınırlandığı gerçeği ortaya
çıkar.
Görev yapmakta olduğum İstanbul Devlet Modern Folk Müzik Topluluğu ile seslendirmek
üzere Schubert'in tanınmış, duygulu Serenad'ını oda orkestrası ve ney için yazdım. Beğenildiğini
söyleyebilirim. Önerinin Kültür Bakanlığından gelmesi de işin diğer bir güzel yanı.
Yüzyıllar önce Mozart ve diğer bazı besteciler Türk Müziği tınılarını müziğe taşımış. 70'lerin
yetenekli bestecisi (halen de eserler üretiyor) Mike Batt'in Arabesk çalışması 30 yıldır silinmedi,
sonunda bir temi çok popüler oldu.
Yaratıcılığın gıdası hayal gücü, onu sınırlamamak gerekli. Erik Satie, Stockhausen, John Cage,
müziğe sınırlama getirmeyenlerden birkaçı.
Tabii ki özgür anlayış, kuralların hepsini yıkmak değil. Free Jazz'ın da kuralları var, çağdaş
müziğin de...
Bu türler icrada müzisyene daha geniş özgürlük tanımak, müzisyenin yaratıcılığından
yararlanmak gibi bir anlam da içeriyor. İlk kez John Cage'nin eserlerinde gördüğüm piyano
tellerine çiviler, bezler vb. takarak yeni sesler çıkarmayı, ülkemizde Fazıl Say denedi.
27
Şu var ki kuralları gevşetmeyi deneyen, sınırları daha ötelere taşıyan bu müzik adamları
yüksek müzik eğitiminden geçmiş, kurallar silsilesini hatmetmiş ya da uzun yıllar müziğin içinde
profesyonel olarak bulunmuş kişiler.
Gelişim hep kuralcıdan özgürlükçüye doğru olmuş.
Çoksesliliğin başlangıcı sayılan kontur-puan 15. yüzyılda doğmuş. En katı kuralları içeren
enstrümantal kontrpuan 16. yüzyılda yerini daha geniş sınırlan olan vokal kontur-puana devretmiş.
Daha sonraki yüzyılda bu kurallar ormanı bırakıp armoni doğmuş.
Son çocuğunu genellikle kardeşlerine oranla daha özgür yetiştiren insanoğlunun çoğunluğunun
bugün pop müzik dinlediğini düşünürsek gelişme eğrisini bugüne kadar takip etmiş oluruz. Özgür
anlayışın devamı dileği ile...
Yeni Binyıl - 2 Mayıs 2000
28
BİR KORİSTİN POLİFONİK KOROYA DAİR DÜŞÜNCELERİ
Cumali GÜNGÖR
Yurttaşlık bilinci taşıyan bir birey olarak çağdaş bir kentte yaşamak istiyorum. Kanımca çağdaş
olmak, kentli olmayı da öngörüyor. Bir kente kimlik kazandıran, kentin kimliğini oluşturan en
önemli etkenlerden birinin sanat olduğunu düşünüyorum.
Çok sesli koroyu da kent kültürünün önemli bir öğesi olarak görüyorum. Çok sesli koro, kendi
sesini kaybetmeden başkalarını dinleme, çağdaş bir toplum projesi olarak da düşünülebilir. Kentin
dokusu oluşturulan tüm dinamiklerin ve değerlerin kendi sesini yitirmeden başkalarını dinlemesi...
Sesini kaybetmeyen şehir...
Çok sesli koronun kent kültürüne sunduğu katkıdan başka biz koristlere kazandırdıklarına
gelince, ilk söylenmesi gereken şey, kişiliğimize kazandırdığı derinlik ve zenginliktir. Koro ile
yaptığımız her çalışmadan farklı bir insan olarak ayrılıyoruz. Koro üyelerinin koro seriyle, diğer
üyelerle ve dinleyici ile yaşadığı duygu alış-verişi yaşamı daha anlamlı kılmaktadır. Paylaşıldıkça
zenginleşen emek ve sevgi... Koro şefimizin engin deneyimlerini bize sunması, bizimle yeni
arayışlara denemelere yönelmesi ne hoş bir serüven. Birlikte yeni yolculuklara çıkmanın ve
üretmenin kıvancı, erinci bir başkadır.
Okullarımızdan, iş yerlerimizden, evlerimizden kalkıp büyük bir özveriyle bir araya geliyoruz.
Kendi sesimizin büyüsüne kapılıp etkileniyoruz. Üretme sürecimiz sancılı da olsa sonuçta kent
insanıyla sevdiklerimizle paylaşılacak güzellikler üretiyoruz. Kendilerine ayıracağımız değerli
zamanı koroya ayırdığımız eşlerimiz, çocuklarımız, ailelerimizin sabır ve özverileri çalışmalarımızı
daha anlamlı kılıyor. Onlara olan gönül borcumuzu özellikle belirtmek isterim.
Sanatla anlam kazanan insancıl bir yaşam için bu yolculuk hep sürsün.
29
Yeni Bir Müziğe Doğru Yalçın ÇETİNKAYA
Müzik Yazıları / Kaknüs Düşünce
Hemen yanı başımızda Doğu. Öbür yanımızda Batı. Üst tarafımız Kuzey... Ayağımızın altıysa
Güney elimizi uzatsak, dokunuvereceğiz hepsine. Bizi Doğu'nun; Batı'nın, Kuzey ve Güney'in
iklimi sarıp sarmalamış... Rüzgârları okşamış vücudumuzu. Şöyle derin bir nefes alsak ciğerlerimiz,
dört bir, yanımızdan gelen tertemiz havayla doluveriyor. Bir kapımız Mezopotamya'ya açılıyor, bir
kapımız Avrupa'ya. Biraz kulak kesilsek etrafımızdan Arapça, Farsça, İbrani’ce, Rusça, Yunanca,
Makedon’ca, Bulgarca, Arnavutça, İtalyanca konuşmalar duyuluyor. Kürtçe, Lazca, Ermenice,
Gürcüce, Boşnakça zaten dilimizde. Bir kulağımızda kıvrak, gizemli Doğu ezgileri, bir kulağımızda
keman ve piyano sesi. Âşığın elinde sazı, türkü çağırıyor... Dergâhın kuytu köşesinde mutrib heyeti,
bir ilâhi söylüyor.
Ayağımızı sıcak çöl toprağı yakıyor, başımızın üstünde Rus steplerinin yelleri esiyor. Sağ
elimizde Acem, sol elimizde "Yunan". Üç yanımızı denizler sarmış. Giritlisi; Rodoslusu,
Kıbrıslısı... Hep bir ağızdan Akdeniz sarkılan söylüyor... Öbür yanda Laz uşağı horon tepiyor. Bir
gemi, Akdeniz rüzgârıyla yelkenlerini şişirmiş Endülüs'ten mektup getiriyor. Zümrüdüanka,
önümüzden kanat çırpıp geçiyor, Kaf Dağı'na uçuyor. Anadolu'nun orta yerinde bir fakir derviş,
yüzünü Allah'a çevirmiş yürüyor... Ötekisi pervane olmuş dönüyor. İslâm'ın hoşgörüsü ruhumuza
sinmiş. Dilimizde Allah'ın zikri. Üç büyük din içimizde yaşıyor. Yüksek minarede ezan okunuyor...
Caminin bir yanında kilise, öbür yanında havra. İmam Efendi, rahip ve hahambaşı sohbet ediyor.
Nil, Fırat, Dicle ve sayısız nehir, içimizden coşkuyla akıyor.
Anadolu'yu... Üzerinde yüzyıllardır yaşaya geldiğimiz bu güzel yurdu, çok daha güzel
ifadelerle anlatabilmek mümkün. Kısaca şunu söylemek gerekiyor ki, bu zenginlik bizim her
şeyimize yansımış. Edebiyatımıza, şiirimize, müziğimize, konuştuğumuz dile, günlük hayatımıza...
Her şeyimize... Osmanlıca, Türkçe, Arapça, Farsça ve etrafımızda konuşulan dillerin karışımıyla
ortaya çıkmış, bu geniş coğrafyanın neredeyse ortak lisanı. Mûsikimiz aynı şekilde Hindu, Rus,
Azeri, Arap, Yunan, Kürt, Avrupa vesaire ezgilerin müthiş bir harmonisiyle oluşmuş.
Aslında bugün de pek fark eden bir şey yok. Eski gücümüzü ve toprağımızı kaybetmişiz ama, o
kültürel esinti dört bir yanımızdan yine de devam ediyor. Dünya bizi işitmek istemese de, biz
dünyanın bütün seslerini işitebiliyor ve bütün renklerini seçebiliyoruz. Bu bizim için bir kazanç.
Hindu ezgilerinden, pentatonik aralıklara, Arap şarkılarından Amerikan cazına ve Country müziğine
varıncaya kadar bütün müzikleri dinliyoruz. Bu etkilenmeyi iyi bir fırsat olarak gören az sayıdaki
müzisyen, bunu değerlendirmeye çalışıyor.... Türkiye'de son zamanlarda üretilen müziklere kâmil
30
mânâda bir "sentez müzik" denilemese de, (birçok tuhaflıklara ve kötü seslere rağmen) durum yavaş
yavaş iyiye gidiyor.
Dünyayı bir global köye benzeten Mc Luhan'ın ağzına sağlık. Bu köy, çok renkli ve çok sesli
bir köy .. Kimilerine göre bir taraftan tek renkliliğe ve tek tipliliğe doğru gidiliyor gibi gözükse de,
diğer taraftan iyi şeyler oluyor. Bu alışveriş, aslında kafasını kullanan ve alıcıları iyi çalışanların
işine yarıyor.
Bu açılma; dünyanın bütün seslerini duymamızı sağladı. Şu anda kafalar biraz karışık, ama
enstrüman yeniden akort ediliyor, insanlar yeniden bir arada şarkı söylemeyi öğreniyor. Biz,
geçmişimizdeki zenginliklerden ötürü bunu zaten biliyorduk ama; dünyada yaşayan herkes artık
kendi sesinin yanında, başka seslerin olduğunu da fark ediyor. Kısaca; aslında kötü şeyler olsa da,
öbür yandan, bazı şeyler iyi gidiyor. Sabırlı olmak gerek... Yakın bir gelecekte Türkiye'den çok
farklı ve güzel sesler yükselecek.
31
“MÜZİK, RESİM VE İNSAN”IN DEVİMSEL ESENLİĞİ
Mehmet Ali SULUTAŞ
Müzisyen, ressam ve sanatsever, görkemli bir akşamüstü birlikteliği daha sergiledi. Kültür
Bakanlığı'nın iki etkin kurumu, Mersin Devlet Opera ve Balesi ile Mersin Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi'nin örnek işbirliği. Sanatseverle sanatın buluşma yeri, sahne ve piyano çevresi sepet sepet,
buket buket çiçeklerle donatılmış olan MDGSG.
Piyanist Doç. Ahad Askerov'un düzenleyip yönettiği 'Azerbaycan Bestecilerinin Eserlerinden
oluşan oda konseri, ressam Sayım Koç'un, "Toroslardan Esintiler" konulu yağlıboya resim
sergisine, Azerbaycan ve Gürcistan tepelerinden esintilerle, evrensel bir boyut kazandırdı.
Soprano Ayşin Sanal ve Tenor Taner Orhan'a piyano ile Ahad Askerov, viyolonsel ile Hakan
Gürkan ve obua ile Noyan Aydaş eşlik ettiler.
V Adıgüzelov'un "Baku Şarkısı"nı dinlerken, resim sergisinin konusu ile konser konusunun
çok güzel örtüştüklerini duyumsadım.
T. Guliyev'in "Yalnızam yalnız..." diyen "Şarkı"sma. karşın çoban kız yalnız değildi,
keçileriyle birlikte idi. G. Graev'in "2 Prelüd"ü ile Ahad Askerov'u izlerken, bu oda konserlerine ilk
kez katılan konuklarımdan biri kulağıma eğilerek fısıldadı: "Piyanoyu konuşturuyor bu sanatçı,
inanılır gibi değil!"
R. Hacıev'in 'Azerbaycan" parçasını dinlerken kanto havası algıladım ezgide. Graev'in "Ben
Sizi Sevdim" ve "Gürcistan Tepelerinde" parçalarını dinlerken de hep dolaştı gözlerim ve belleğim
o tablolar üzerinde.
Sürekli didişme var Yörük çadırlarının çevresinde. Horozlar gerçekten horozlanıyorlar
tavukların peşinde. Davarlar tek sıra derin kol olmuşlar, klavuzlarını izliyor, yamaçta. Biri "ıhhh!"
der gibi, develeri çökertmek için, bir diğeri "çuhhh!", ayağa kaldırmak için...
Konsere ara verildiğinde diğer konuğum da, "Gerçek bir Azerbaycan gecesi yasıyor gibiyiz, "
diye yorum yaptı. "Bu ne yoğunluk, güzellik ve içtenlik." Ben de ekledim, "Bekleyiş" tablosunu
incelerken: "Toroslardan esintiler altında Azerbaycan ve Gürcistan tepelerinden ezgilerle,
melodilerle tanışıyor, özlem gideriyoruz."
İkinci bölüm Ü. Hacıbeyov'un Arşın Malalan Müzikali"ne ayrılmıştı. Yedi parçadan ilki,
"Uvertür"ü dinlerken, müzik ritmine uyaklı olarak, hoplaya zıplaya otlamaya giden davarları
görüyoruz, bir kız çocuğunun güdümünde, çam ormanında. "Yayılıma Gidiş" denmiş bu tabloya.
"Gülçehre'nin Aryası"nı sanki Iraz söylüyordu sağım zamanı, sevgilisi Hıdır'a, "aşık oldum" diye.
32
O, keşfedilmesi gereken, çok büyük sorumluluk yüklendirilen kara çadır kadını... Sevginin yarası
orada, kıl çadırda...
'Askerin Aryası" bozkırı anlatıyordu. Bir yakınma vardı, tıpkı "Kırda Yaşantı" tablosunun
çağrıştırdığı gibi.
"Asya'nın Aryası"nı "Yayla Güzelleri'"ne söylettim: "Güzelim, yar güzelim..." Üç çalgıdan
yükselen ezgiler hoş bir dans/oyun havasıydı. İzleyip dinleyenler de oturdukları yerde tempo
tutarak sanki dansettiler.
"Veli-Telli Düet "de oynak bir parça. "Paran var mı?" diye soran Telli'ye yanıtı kesindi
Veli'nin: "Var, var!" Telli takmıştı kafaya bir kere: "Parası bol olsun, kederi az olsun..."
Geçenlerde bu salonda sergilenen Çağla Ertürk'ün tablolarını izlerken kulağımda bir müzik
çınlamıştı. Sanki şu anda dinlemekte olduğum müziğin tınısıydı o. Post-empresyonist çizgide, yer
yer ekspresyonizme kayan yapıtlarında Ertürk, sanki gizli ve sessiz bir müzik eşliğinde, izleyenlere,
kendi iç dünyasından sıcak esintiler sunar gibiydi.
Ertürk'ün o kocaman tablosunu getirdim gözümün önüne. O sere serpe uzanmış (yan çıplak)
kadın, özgürlüğü, sınırsızlığı simgeliyordu...
Ertürk değişik bir yöntem uygulamış çalışmalarında. Sanki parmakla, tırnakla gömmüş
boyalan tuvale. Ya da tersini yapmış, tuval üzerine yaydığı boyalan tırnakla, parmakla işlemiş,
biçimlendirmiş.
Sayım Koç da orta Toroslar'ın doğa yapısını, doğal ortamını, insanını, göçerlerin yaşamını, yok
olmaya yüz tutan kültürlerini empresyonist bir yaklaşımla yansıtmış yağlıboyalarla tuvale.
İçel Sanat Kulübü üyesi olan her iki sanatçı da, pek çok başarılı sergiler açan ressamlar gibi,
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası İlhan Çevik Atölyesi'nde yetiştiler. Güzel sanatlar, plastik sanatlar
adına, abartısız, özverili öğretmen İlhan Çevik ve kendisine lojistik destek sağlayan eşi Ayten
Çevik övülmeye değer.
Çevik sadece bu atölyeden onlarca ressam yetiştirdi ya da üniversitelere resim öğrencisi
hazırladı. Örneğin, bir marangoz oğlu olan Mut'lu hemşerimiz, Marmara Üniversitesi öğretim
görevlisi Mehmet Yılmaz, İlhan Çevik Atölyesi'nde ateşlendi. Evrensel ressamımız, hemşerimiz
Nuri Abaç'ın da yönlendirmesiyle ünü yurt dışına taşan ve iplere, ipliklere tuvalinde renk yükleyip
anlam kazandıran Ahmet Yeşil'e ilk resim sanatı ışıklarını tutan İlhan Çevik olmuştur.
Hizmet binasının geniş bir bölümünü sanata ayırıp atölye-galeri işlevi kazandırarak, Mersin'li
sanatçı ve ressam adaylarının yetişip gelişmesine gönül verip kucak açan Mersin Ticaret ve Sanayi
Odası da sanat adına anılmaya değer doğrusu. Çoksesliliğin ve çokrenkliliğin birlikteliği adına…
33
KİTAPLIK
MÜZİĞİ OKUYABİLMEK! Derleyen: Vahap KOKULU
Bu sayıdan itibaren müzik severlerin yararlanmasına yönelik olmak üzere dergimizin amacına uygun olduğuna inandığımız kitaplardan özetle bahsedeceğim. Bu sayfa hazırlanmasında Türkiye'deki yayınevlerinin Internet Web sayfalarını tarama yönteminden yararlanılmaktadır.
İlk olarak PAN YAYINEVİ web sayfasından aldığım tanıtımların özetini yayınlamaktayım. Sayfalarımızın sınırı sebebiyle bu özet / seçmeler ve diğer kitapları konusunda yayınevinin www.pankitap.com sitesinin ziyaret edilmesini veya mektup / telefonla bilgi alınmasını hararetle öneriyorum.
Pan Kitabevi, içinde, mütevazı bir CD ve ses kaseti koleksiyonu ve iddialı bir de müzik kitaplığının satışta olduğu bir müzikçi dükkanı. Pan Kitabevi, Türkiye'de yayınlanan / yayınlanmış bütün müzik kitaplarını bulundurmaya çalışan, Türkiye'nin muhtemelen tek müzik Kitabevi, 400'ün üzerinde satışta müzik kitabı arasında, yazarının kendi olanaklarıyla yayınladığı kitaplardan, artık bulunmayan, batmış yayınevlerinin kitaplarına kadar müziğin her alanından kitaplar var.
Ayrıca, Pan, baskısı bulunmayan, kendi stoklarında da tükenmiş müzik kitaplarından birer kopyayı araştırmacıların ve öğrencilerin kullanması için, saklıyor. Araştırmacılar ve öğrenciler, bu kitaplardan, kitabevi içinde kullanmak şartıyla ücretsiz olarak yararlanabiliyor.
Telefon: 0212 / 261 80 72
0212 / 227 56 75
FAKS: 0212 / 227 56 74
MÜZİĞE GİRİŞ
Otto Karniyi I Çeviren: Mehmet Nemutlu
"Müziğe Giriş"; müziğin tekniğini, ses, frekans renk, tını, diyez, bemol, ölçü, anahtar gibi basit terimlerden, armoni, müzik biçimleri, orkestra, partisyon okuma gibi daha heyecan verici alanlara kadar, pek çok başlık altında müziksevere tanıtıyor. Müzik örnekleri ve çalgı çizimleriyle zenginleştirilmiş kitabı izleyen okur, teknik ayrıntılar içinde kaybolmadan, bir eseri notasından izleyebilecek yeterli donanıma kavuşuyor.
Kitaptan Bir Bölüm
Müzik hem sanattır, hem bilim. Dolayısıyla hem duygusal olarak algılanabilmeli, hem de akıl ile kavranabilmelidir. Herhangi bir sanat ya da bilim dalındaki gibi müzikte de bilgiye ya da ustalığa giden yolda "kestirmeler" yoktur. Müzik dinlemekten hoşlanan ama müziğin dilinden anlamayan bir müziksever, tatilini geçirmek için gittiği bir ülkenin doğal güzelliklerini gören, o ülke halkının davranış biçimlerine tanık olan, konuşmalarını dinleyen ama söylenenlerin tek bir sözcüğünü bile anlayamayan bir turiste benzer. Duymasına duyar; ama anlayamaz Bu kitap temel bir müzik kavrayışı için gereken araçları sağlar. Ama ne kadar bilinçli okunursa okunsun, okuru müzisyen kılmaya yetmez. Müzik yazmayı öğreten bir kitap da değildir. Tüm dillerde olduğu gibi müzik dilinde de, yalnızca dilbilgisel bir akıcılık sağlamak için bile yıllarca çalışmak gerekir. Bu kitabın amacı, müziğin malzemesini ve temel kurallarını büyük bestecilerin uyguladığı biçimiyle okura tanıtmaktır. Ayrıca, dinlediği müzikte teknik olarak ne olup bittiğini anlaması için gereken ön bilgilerin belli bir ölçüde karşılanmasına da çalışılacaktır. Belki de okur, o ülkenin diline belli bir derecede hakim olabilen ve tekrar o ülkeye gittiğinde, en azından yerel gazetede yazılanları çözebilen, çevresinde olup bitenleri az çok anlayabilen, ülkenin coğrafyası ile sosyal yapısı üzerinde belli bir fikir edinebilen, halkla konuşurken dili tutulmuş gibi kalmayan bir turistinkine benzer bir düzeye ulaşacaktır.
34
ÇAĞDAŞ TÜRK BESTECİLERİ
Evin İlyasoğlu Günümüzde bestecisi artık "Bilgi Çağı"nm sanatçısıdır. Bilginin daha hızlı işlendiği, daha
güvenli koşullarda saklandığı, daha ivedi iletildiği bir çağın olanaklarından yararlanmaktadır. İletişimin hızlanması sanatın her dalında olduğu gibi müzikte de bestecilerin tüm dünyayı yakından tanıyabilmelerine yol açmıştır. Böylece Türk besteciliği de artık kendi kaynaklan kadar dünya tarihinin derinliklerinden, dünya coğrafyasının olanaklarından yararlanmaktadır. Yirminci yüzyılı tamamlamakta olduğumuz şu sıralarda Türk müziğinin evrenselleşen kimliğine değinmemiz kaçınılmaz.
Bu kitabın başlıca amacı Cumhuriyet'ten sonra ülkemizde boy atan çoksesli evrensel müziğin yaratıcılarını tanıtmaktır. Bir diğer amacı, yeryüzünün dört bir yanma yayılan nice bestecimizi aynı çatı altında toplayarak onları da birbirleriyle tanışmaktır. Ve son bir görevi de orkestralarımıza, şeflerimize, tüm yorumcularımıza, konser salonu yöneticilerine ve konservatuarlara yirminci yüzyıl Türk besteciliğine ait bir el kitabı oluşmaktır.
Kitaptan bir bölüm Bu kitapta 53 besteci yer almaktadır. Her bir bestecinin maddesinde kısa yaşam öyküsü, kendi
ağzından ya da kendi onayı ile yazı tekniğinin değerlendirilmesi, ödülleri, yapıt listesi ve nota el yazısı bulunmasına özen gösterilmiştir. Geniş bir zaman dilimine yayılan bu çalışmada müzik terimleri açısından kimi tutarsızlıklar ortaya çıkmıştır. 1920'lerden kalma terimlerle 1990'h yılların terimleri arasında fark vardır. Nuri Sami Koral ikileme demiş, Ekrem Zeki Ün ikil başlığı vermiş.
ÇİLLİ HOROZUM
Çocuk ve Gençlik Koroları için İkisesli Türk Halk Türküleri / Perihan Önder-Ridder ...Besteci kitabıyla ilgili şunları söylüyor: "Bu türkülerin nota bilgisi olmadan, yalnızca
kulaktan öğrenilebileceğine de inanıyorum. Çünkü, nasıl teksesli bir türkü kulaktan öğrenilebiliyorsa, ikinci ses de, sanki ayrı bir türküymüş gibi, öğrenilebilir. Ayrıca kadın ve erkek koroları ya da karma korolar tarafından da söylenebilir bu parçalar. Birlikte müzik yapmanın insanlar ve kültürler arası birleştirici ve yakınlaştırıcı gücüne yürekten inanıyorum. Her şehirde, her okulda çoksesli çocuk ve gençlik koroları kurulabilseydi keşke!"
Kitaptan Bir Bölüm
1993'te Almanya'ya göç ederken, İstanbul radyosunun arşivinde bulunan yüzlerce sayfalık Türk halk müziği notalarının fotokopisini çekip yanımda götürdüm. Bu benim için, bir avuç vatan toprağı almakla eşanlamlıydı.
İçinde doğup büyüdüğüm çevreyle ve kültürle bağımı sürdürebilmek canlı tutabilmek arzusuydu. Bir insan, bir sanatçı olarak kişiliğimi biçimleyen, beni yetiştiren toprağı ve köklerimi duyumsamak ve bu köklerden beslenebilmek gereksini miydi.
ORKESTRA KURALIM
Yeşim Altınay - Mehmet Aksel
Kitaptan Bir Bölüm Ses bir doğa olayıdır. Müzik 'ses'ten meydana geldiğine göre müziği her yerde duyabilirsiniz.
Rüzgârın sesinde, yağmurun damlasında, kuşun cıvıltısında.
Doğadaki her sesi, müziği oluşturan birer araç olarak kabul edersek, "gürültü"yü de, dinleyenin hoşuna gitmeyen ve onu rahatsız eden bir müzik olarak tanımlayabiliriz.
İnsan, sesini enstrüman gibi kullanarak çeşitli sesler çıkartabilir, efektler yapabilir. Kızdığımızda, sıkıldığımızda, korktuğumuzda veya soru sorarken nasıl sesler çıkarırız? Kimi zaman sesimiz yükselir, kimi zaman alçalır. Şarkı söylerken de ince sesleri ve kalın sesleri kullanırız.
35
HABERLER Dernek Yönetim Kurulu Başkanımız Selma Yağcı'nın oğulları Cüneyt - Ufuk Yağcı çiftinin ve
Bülent - Aslı Yağcı çiftinin bebekleri dünyaya geldi. Ardı ardına yaşanan bu mutluluğun daim olması ve sağlıklı uzun ömürler dileği ile kutluyoruz.
Demeğimiz üyelerinden Necmiye Çiftçi'nin sevgili oğlu Sadık Mehmet Çiftçi 01.04.2000'de Ankara'ya askerlik görevini yapmaya gitti. Çiftçi ailesine hayırlı tezkereler diliyoruz.
Derneğimiz üyelerinden Medine-Hacı Balkarlı'nın sevgili kızları Serla Balkarlı Mersin Devlet Opera ve Balesi Md. TOBAV Mersin Temsilciliği işbirliğiyle Mersin Opera ve Balesi Salonu'nda çok güzel bir konser vererek bizlere mutlu dakikalar yaşattı. Balkarlı ailesini kutluyor, Serla'nın başarılarının devamını diliyoruz.
Derneğimiz üyelerinden Özcan Atakan'ın sevgili oğlu Doktor Zafer Atakan 6 Mayıs 2000 tarihinde Antalya Lara'da Plastik Cerrahi Merkezi açtı. Atakan ailesini kutluyor. Hayırlı ve bol müşteriler diliyoruz.
Derneğimiz üyelerinden Hülya Cesuroğlu rahatsızlığı nedeni ile Ankara'da başarılı bir Anjiyo geçirdi. Geçmiş olsun diyoruz.
Derneğimiz üyelerinden sevgili Canan Türkalp ile Serhat Işılak 19 Mayıs günü evlendiler. Türkalp ve Işılak ailelerini kutluyor. Sevgili arkadaşlarımıza ömür boyu mutluluklar diliyoruz. "Allah bir yastıkta kocatsın".
Acı haberleri yazmaya elimiz varmasa da, acılar paylaşılınca azalıyor.
Derneğimizin can dostu, hayat dolu Cem Mayk Sancar'ın sevgili eşi Semira Sancar'ı kaybettik. Tüm acısını yüreğimizde duyuyor, kendisine, tüm ailesine, sevenlerine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz.
Dernek onursal başkanımız Prof. Nevit Kodallı ve Yönetim kurulu üyemiz Olcay Kodallı'nın sevgili gelini Yelda ve oğlu Murat Kodallı 25 Mayıs 2000'de Derneğimiz ve Altamira Sanat orga-nizasyonu ile Mersin Devlet Opera ve Balesi Salonu'nda gerçekleştirilen konserde unutulmaz güzellikler yaşattılar. Muhteşem bir konserdi. Kodallı ailesini candan kutluyoruz. İyi ki varsınız, iyi ki Mersin'de bizlerle yaşıyorsunuz.
Bölgemizde Derneğimiz korolarına ve çok sesli müziğe ilgi artmıştır. Bu doğrultuda Nisan ve Mayıs aylan oldukça yoğun geçmiştir. Korolarımız;
a- 21-23 Nisan Antalya 1. Çok Sesli Korolar Şenliği'ne,
b- 7 Mayıs’ta Nevşehir Avanos’ta İnanç turizmi çalışmaları doğrultusunda Paskalya töreninde Zelve Kilisesi açılışında konser,
c- 26 Mayıs’ta Adana Polifonik Korolar Derneği'nin düzenlediği günde konser verdi.
d- 2-11 Haziran'da Ankara'da yapılacak olan 5. Türkiye Polifonik Korolar Şenliği'ne Derneğimiz Büyükler Korosu, Gençlik Korosu, Minikler Korosu tam kadro olarak katılacaktır. Duyurulur. Tüm arkadaşlara şimdiden basanlar dileriz.
Derneğimiz üyelerinden Yelda Arslan Haziran ayında Mersin Üniversitesi İngilizce bölümünü başarı ile bitirip Ankara'ya yerleşiyor. Kutluyor iş hayatında da başarılar diliyoruz