55

MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    2

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr
Page 2: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

1

MESNEVİ’DEN

HİKÂYELER

Eren SARI

Page 3: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

2

MESNEVİ’DEN HİKÂYELER

Copyright © 2016, (Eren SARI)

Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kısmen veya tamamen çoğaltılması veya farklı biçimlere çevrilmesi yasaktır.

BİRİNCİ BASKI: 2016

Yayınevi Adresi:

NoktaE-Book Publishing

Aşağı Pazarcı Mah.1063 Sokak.No:7

Antalya / TÜRKİYE

Iletişim: [email protected]

Web:http://www.noktaekitap.net http://www.noktaekitap.com

Bu kitabın tüm hakları ve sorumluluğu Eren SARI’ya aittir..

Kapak: NOKTA E-KİTAP

Yayınlayan: NET MEDYA YAYINCILIK

KİTAP OKU - Nokta E-Book International Publishing

Page 4: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

3

Önsöz

Mesnevi bir giz bahçesidir. Hazreti Mevlâna, aşk burcundadır. Aşk, varlığın özüdür, mayasıdır.

Allah, aşkın kaynağıdır, sonsuz isimlerinden biri de Vedut’tur. Tüm aşkların doğduğu, Sırların Sırrı’dır.

Mevlâna, bir Allah âşığı olarak, Şems’in tutuşturduğu ateşle yanmış ve Büyük Divan’ında aklı yaralayan sevda sözleri söylemiştir.

Dini, kendi çağının gerçekliğine seslenir biçimde yenilemiş bir irşad edici, şiiri küçümseyen bir altın şairdir Mevlâna.

Mesnevi bir geleneğin, insanın sonsuz macerasını meseller yoluyla anlatma geleneğinin özel adıdır aynı zamanda.

Büyük Bilge, bugüne de ışıklar düşüren hikmetli öyküler anlatır Mesnevi’de.

O zamanki adıyla Rum ülkesinin yüreğinde, Konya’da aşkla sema duran Mevlâna’nın bir hikmet bahçesi olan Mesnevi’sindeki ibret dolu öyküleri bu kitapta bir arada bulacaksınız.

Onların ruhunu rencide etmeyecek biçimde, size yeniden sunmaya çalıştık.

Öyküleri okurken Bilge’yle birlikte soluk kesici bir geziye çıkacaksınız.

Page 5: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

4

GİRİŞ

Mevlana’nın Mesnevi’si özelikle tasavvuf alanında şöhret bulmuş çok önemli eserlerden biridir. Ancak Mesnevi sadece tasavvufla değil, birçok farklı alanla da ilgilidir. Örneğin Mesnevi’de edebiyat, tarih, sosyoloji, felsefe ve mantıkla ilgili birçok öykü bulunmaktadır. Bu nedenle Mesnevi değişik bilim dallarının çalışma konusu olmuştur. Bildiğimiz kadarı ile Mesnevi ile mantık ilişkisi üzerinde doğrudan duran eserler bulunmamaktadır. Bu nedenle biz bu çalışmamızda Mesnevi’deki öykülerden hareketle mantık konuları üzerinde durmak istiyoruz. Ancak öncelikle Mevlana’nın Mesnevi’si hakkında kısaca bilgi vereceğiz.

1. Mevlana’nın Mesnevi’si

Mevlana’nın söz konusu eseri 6 cilt ve 25618 beyitten oluşmaktadır. Bu eser, İslami edebiyatta her beyti ayrı kafiyeli bir nazım şekli olan Mesnevi tarzında söylendiği için Mesnevi olarak isimlendirilmiştir.

Mesnevi’ tasavvuf edebiyatında çok önemli bir değere sahiptir.

Nitekim Abdurrahman Câmi (ö.h. 895/m. 1489) Mevlana ve Mesnevi hakkında: “O mana cihetinin eşsiz padişahının zatının değerini ispatlamak için Mesnevi kâfidir. O büyük varlığın vasfı ve üstünlüğü hakkında ben ne söyleyeyim. O peygamber değildir. Fakat kitabı vardır” demektedir.

Page 6: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

5

İkbal, Câmi’nin ifadelerine benzer şekilde “Mana âleminin büyüğü Mevlana’nın Mesnevi’si Farsça Kur’an sayılır.” Demektedir.

Mevlana, Mesnevi’nin ilk on sekiz beytini kendisi yazmış, diğer kısımlarını ise eline kalem almadan söylemiş, Çelebi Hüsammedin’e yazdırmıştır. Kitabın her cildi bitince, Çelebi tarafından Mevlana’ya okunup, gerekli görülen yerler düzeltildikten sonra, yine Çelebi tarafından temize çekilmiştir.

Mevlana’nın Çelebi Hüsameddin ile olan sohbet günlerinin en güzel yadigârı, hiç şüphesiz Mesnevi’dir. Çünkü Hüsameddin Çelebi İslam Tasavvufu’nun büyük ve eşsiz kitabı olan Mesnevi’nin yazılmasının sağlayan en önemli etkendir. Bazı rivayetlere göre Çelebi Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr adlı eserini okuduklarını görmüş, bu duruma gönlü razı olmamıştır. Mevlana’nın çok gazel söylediğini ve divanının her gün yeni gazellerle büyüdüğünü, fakat Senâ’î’ ve Attar’ın eserleri gibi Sûfilik yollarını, hakikatlerini, inceliklerini gösteren kitapların henüz meydana gelmediğini düşünerek üzülmüştür. Bunun üzerine Hüsameddin, Mevlana’yı yalnız bulduğu bir anda, kendisine gazellerinin çokluğundan bahsederek, Senâ’î ve Attar’ın eserleri gibi dervişlere yol gösterecek tasavvufi hikâyeler de söylemesini rica etmiştir. Mevlana da herkesin anlayacağı şekilde hikâyelerle hakikatleri isteklilere duyurmak istediği için bu hususta önceden bir karara varmıştı.

Page 7: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

6

Çelebi’nin sözkonusu sözleri üzerine Mesnevi’nin ilk on sekiz beyitinin yazılı olduğu bir kâğıdı sarığının arasından çıkararak “Çelebi dedi, eğer sen yazarsan ben de söylerim.” Çelebi Hüsameddin bu müjdeli karara canla, başla razı oldu. Böylece Mesnevi yazılmağa başlandı.

Mevlana’nın en son gönül dostu olan ve Mesnevi’nin ibda’ edilmesine sebep olan Çelebi Hüsameddin’e Mesnevi’yi yazdırırken söylediği bazı iltifatlı sözler şöyledir:

“Hak ziyası Hüsameddin, göğün yüksekliğinden dizgin çevirip tekrar Mesnevi’ye başladı.”

“Ey Hak ziyası Hüsameddin, sen öyle bir ersin ki, Mesnevi, senin nurunla nurlandı.”

“Ey Hak nuru! Cömert Hüsameddin insanı bulanıklıktan kurtaranların, duruluğa çıkaranların üstatlarına üstadısın, halk perde arkasında olmasaydı, halkın kalp gözleri açık olsaydı, anlayışları da zayıf bulunmasaydı, manevi yönden seni övmeye girişir, bu sözlerden başka sözler söyleyecek bir ağız açardım.

Seni zindanda bulunan kişilere övmek yaraşmaz. Seni, ruhanilerin toplandıkları yerde övecek, mehdini, orada yayacağım. Seni, âlem halkına anlatmak lüzumsuzdur. Seni ilahi aşk sırrı gibi gizlemekteyim.”

Mevlana’nın Mesnevi’sinde yer verdiği hikâyelerin tekniği, bugünün hikâye tekniğinden oldukça farklıdır.

Page 8: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

7

Çünkü Mevlana, herhangi bir konuyu açıklarken, o konunun iyice anlaşılması için konuyla ilgili uygun bir hikâye hatırlar. Onu anlatmaya başlar. Sonra hikâyeyi yarıda bırakarak bir takım hikmetler, hakikatler söylemeğe başlar. Coşkunluk halinde söylediği hakikatler ona başka bir fıkrayı hatırlatır. Bu defa yeni bir hikâye başlar. Sonra döner ilk başladığı hikâyeyi tamamlar. Böylece, hikâye içinde hikâyeler birbirini takip eder durur.

Mevlana yer verdiği hikâyelerin çoğunu babasından, Seyyid Burhaneddin’den, Şems’den duymuş, bir kısmını da okuduğu kitaplardan almıştır. Ancak bunları birer hikâye olarak değil, anlatmak istediği ilahi ve ledünni hakikatlere birer misal olarak seçmiştir. Ve seçtiği hikâyelerin her safhasından, bir nükte bir hakikat çıkarmıştır. Mesnevi’ye aldığı hikâyelerin kaynakları Hind, Yunan ve Roma edebiyatlarına kadar uzanmaktadır.

2 .Mesnevi’de Mantık

Mesnevi’de herhangi bir klasik mantıkta yer alan bilgileri bulmak oldukça zordur. Yani Mesnevi’de kavram, önerme ya da kıyas gibi herhangi bir konu bağımsız bir şekilde ele alınmaz, bunların tanımları ve şartları üzerinde durulmaz. Çünkü Mesnevi bir mantık kitabı değildir. Ancak Mesnevi’de yer alan hikâyeler değerlendirildiğinde hepsinde mantıktan bir şeyler bulmak mümkündür. Her şeyden önce her hikâye bir takım dersler çıkarılsın diye anlatılır.

Page 9: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

8

Bir takım derslerin ya da sonuçların çıkarılması mantığın en temel konusudur. Biz Mesnevi’den hareketle mantık konularını ayrı ayrı inceleme konusu yapmak yerine, onda yer alan bazı hikâyelere yer vererek mantıkla ilgili bazı konuların daha rahat nasıl anlaşılabileceği boyutu üzerinde durmak istiyoruz.

2.1. Akıl İlkeleri

Mantığın en temel konularından biri akıl ilkeleridir. Çünkü akıl ilkeleri bilinmeden bir şeyi bilmek ve diğer şeylerden ayırmak mümkün değildir. Aristoteles tarafından sistemli bir şekilde ortaya konan akıl ilkeleri özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı olmak üzere üçe ayrılır. Daha sonra Leibniz bu ilkelere yeter-sebep prensibini eklemiştir. Bu ilkeler evrensel ve sorunludur. Evrensel olmaları her insan için geçerli olmalarından zorunlu olmaları ise bunlara uymayan zihnin bir şey ortaya koyamaması, kendisini ifade edememesinden kaynaklanmaktadır. Biz burada konuyu uzatmamak için Mesnevi’den üçüncü şıkkın imkânsızlığı ile ilgili bir örnek vermekle yetineceğiz.

2.1.1. Üçüncü Halin İmkânsızlığı

Üçüncü halin imkânsızlığı ilkesi, çelişmezlik ilkesinin daha özel bir şeklidir. Buna göre “bir şey ya vardır, ya yoktur “bunun ortası olmaz. Örneği bir çantada iki kalem bunuyorsa, üç kalemin çıkması imkânsızdır. Aşağıdaki örnek üçüncü halin imkânsızlığını son derece güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.

Page 10: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

9

Birisi Seyit'e bir tokat attı. Seyit de altta kalmamak için adamın üstüne atıldı. Tokadı atan adam Seyit'e dedi ki: "Sana bir sorum var, cevabını verirsen sen de bana bir tokat atarsın. Az önce ensene şaplağı indirince 'şırak' diye bir ses çıktı. Acaba bu ses benim elimden mi, yoksa senin ensenden mi çıkmıştır?"

Tokadı yiyen adam, "Bilemeyeceğim. Çünkü ensemin acısından sesin nereden çıktığını anlamaya fırsatım olmadı" dedi. Hikâyeden hareketle sesin çıkması ile ilgili üç alternatif olduğu söyleyebiliriz. Çünkü enseye atılan tokat neticesinde ses ya tokadı atanın elinden ya tokadı yiyenin ensesinden ya da her ikisinden birden çıkmıştır. Başka bir alternatifin olması imkânsızdır.

2.2. Kavramlar

Kavram, bir objenin zihindeki tasavvurudur. Bu nedenle kavram zihnimizde, düşünülmüş olan herhangi bir şeye işaret eder. Terim ise bir şeye ait olan zihindeki tasavvuru dil ile ifade etmektir. Mantıkçılar, birçok kavram çeşidi üzerinde durmuşlardır. Biz burada Mesnevi’deki örnekler bağlamından eşanlamlı, eşsesli ve karşıt kavramlar üzerinde durmakla yetineceğiz.

2.2.1. Eşanlamlı Kavramlar

Aynı nesne için konmuş farklı kavramlara eş anlamlı kavramlar denir. Eş anlamlı kavramlarda farklı ifadelerden aynı şey kastedilir. Mesnevi’de yer alan aşağıdaki hikâye eşanlamlı kavramlara güzel bir örnektir:

Page 11: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

10

Bir adam, işlerine yarayan bir şey almaları için dört kişilik bir gruba biraz para verdi. İranlı adam bu parayla engür alacağını söyledi. Arap olan ikinci kişi, "Hayır" dedi. "Ben ineb istiyorum."

Üçüncüsü Türk'tü ve “Ben üzüm isterim” dedi.

Dördüncü Rum'du, “Bırakın bunları, ben istafil istiyorum” dedi.

Adamlar kavga etmeye başladılar.

Aslında hepsinin istediği aynı şeydi, sadece aynı şey için farklı isimler kullanıyorlardı. Bu hikâyede engür, ineb, üzüm ve istafil’den aynı şey kastedilmektedir. Bu nedenle engür, ineb, üzüm ve istafil eş anlamlı kavramlardır.

2.2.2. Eşsesli Kavramlar

Tanım ve hakikat bakımından ortaklığı bulunmayan değişik anlamlara sahip ancak aynı şekilde telaffuz edilen kavramlara eşsesli kavramlar denir.

Eşsesli bir kelimenin, delilde, iki farklı anlamda kullanılması sonucu ortaya çıkan yanlışa "eş sesli lafız yanlışı" denir. Bu tür yanlışlar basit veya terkib halindeki lafızların iki farklı anlamda kullanılmasıyla ortaya çıkar.

Aşağıdaki hikâyede, fareye bir ders verirken devenin ağzından, eş sesli lafız yanlışı yapılmış; bu yanlış, farenin ağzıyla itirazla karşılanmıştır:

Page 12: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

11

Bir farecik, bir devenin yularını çeke çeke giderken, "Ben ne yiğit ermişim!" diyerek gurura kapılır. Gide gide bir ırmağın kenarına gelirler. Deve fareye ders vermek için, "Sen benim kılavuzumsun, ne duruyorsun, ilerle!" deyince fare, suyun derin olduğunu ve boğulmaktan korktuğunu söyler. Deve, "Hele bir göreyim, ne kadarmış bu su?" deyip hemen ayağını atar ve şöyle der:

- A kör sıçan! Su, diz boyu imiş. A hayvanların kusuru, neden şaşırdın?

- Fare, "Sana karınca ama bize ejderha! Dizden dize fark var.

Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arşın geçer” dedi.

Bu hikâyede deve’nin diz boyundan kastettiği ile farenin diz boyundan kastettiği bir birinden farklıdır. Deve diz boyu derken kendi diz boyunu göstermekte buradan da suyun derin olmadığını Fare’nin diz boyunda olduğunu da ifade ederek farenin de sudan geçebileceğini ifade etmektedir. Sözkonusu hikaye aşağıda yer vereceğimiz kategorilerden biri olan göreliliğe de örnek verilebilir.

2.2.3. Karşıt Kavramlar

Anlamları birbirine zıt olan kavramlara karşıt kavramlar denir. Diğer bir ifade ile biri diğerinin olumsuzu olan iki kavrama karşıt kavram denir. Aşağıdaki hikâye karşıt kavramlara örnek verilebilir:

Page 13: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

12

Padişah kendi kendisine dedi ki: bu neşeye sebep o gamdı: Tanrı sebep ihsan etti sevindim. Ne şaşılacak şey! Bir hadise bir yandan ölüm, öbür yönden dirim ve sevinç!

Şu bir yönden tatlıdır, zevk vericidir. Diğer bir yönden de öldürücü, azap vericidir.Tek sevinci dünyaya mensup olana göre yücelik; fakat ahiret gününe göre noksan ve zeval! Düş yorucu, rüyada gülmeyi ağlamaya, hayıflanmaya, kederlenmeye yorar!

Ağlamayı da sevince, feraha verir ey şen, esen kişi!

Bu hikâyede yer alan neşe-gam; ölüm-dirim; zevk verici-azap verici; yücelik-noksanlık; gülme-ağlama gibi kavramlar karşıtlık ifade eder.

2.3. Kategoriler

Aristoteles toplam on kategori üzerinde durmaktadır. Bunlardan biri cevher diğer dokuzu ise arazdır. Araz da kendi içinde nicelik, nitelik, görelik, mekân, zaman, durum, sahip olma, etki ve edilgi olmak üzere dokuza ayrılır. Biz bu başlık altından cevher, araz ve görelilikle ilgili örnekler üzerinde durmak istiyoruz.

2.3.1. Cevher- Araz

Cevher var olmak için başka bir şeyin varlığına ihtiyaç duymaz iken, araz var olmak için başka bir şeyin varlığına ihtiyaç duyan demektir. Mesnevi’de yer alan aşağıdaki hikâyeler, cevher ve araza verilebilecek güzel örneklerdendir.

Page 14: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

13

Adamın biri, bir tavus kuşunun rengârenk, güzelim tüylerini yolduğunu görünce:

"Yazık değil mi a güzel kuş!" dedi. "O güzelim tüylerini yolup yolup atıyorsun. Oysa herkes onlara sahip olmak için can atıyor."

Tavus kuşu: "Haklısın" dedi.

Adam: "Madem haklıyım bunun bir açıklaması olmalı o halde" deyince:

"Ama ben de haklıyım" dedi tavus kuşu.

"Nasıl yani?" diye sordu adam.

"Tüy canımdan değerli değil ya!" dedi tavus kuşu ve ekledi, "Çünkü tüylerim yüzünden canıma kastediyorlar. Onlardan kurtulmam gerek."

Adam: "Ne demeli ..." dedi. "Haklısın!"

Bu hikâyede Tavus Kuşu’nun kendisi cevher, tüyleri ise araz olarak kabul edilebilir. Tavus kuşu cevheri korumak için arazlardan vazgeçmektedir. Çünkü cevher ortadan kalktığı zaman, araz da ortadan kalkar. Ancak arazların ortadan kalkmasıyla cevher ortadan kalkmaz.

Mesnevi’den cevher ve arazla ilgili verebileceğimiz diğer bir hikâye de şöyledir:

Çinli ressamlar kendilerini Türk ressamlardan daha üstün görüyorlardı. Türk ressamlar ise, "Biz onlardan daha üstünüz!" diyorlardı.

Page 15: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

14

Padişah, kimin gerçek üstünlüğe sahip olduğunu anlamak için onları sınamaya karar verdi. Her iki tarafı da huzura çağırdı, bir yarışma düzenlediğini söyledi. Taraflara resim yapmaları için bir duvar verildi. Birbirlerini görmemeleri içinde araya bir perde çekildi. Çinliler ise her sabah değişik değişik boyalar istiyordu.

Türkler önce çevredeki kiri temizlemeye başladılar. Duvarı sürekli cilalayıp parlattılar. Çinliler resimlerini bitirdiler ve davul çalmaya başladılar. Padişah geldi ve Çinlilerin hayranlık uyandırıcı güzellikteki resimlerini gördü. Sıra Türk ressamlara gelince, Türkler aradaki perdeyi kaldırdılar. Böylece Çinlilerin yaptığı resim cilalanmış duvara yansıdı. Cilalı duvarın üzerindeki resim çok daha göz alıcıydı, resimdeki bütün detaylar çok iyi görünüyordu. Yarışmanın galibi Türkler oldu. Bu hikâye cevher ve araza güzel bir örnektir. Çünkü bir tarafta yapılan resmin kendisi, diğer tarafta ise cilalanmış duvara yansıyan resim söz konusudur. Resim olmazsa duvar ne kadar cilalanırsa cilalansın resmin yansıması olmaz. Dolayısı ile burada resmin kendisini cevher yansımış halini de araz kabul edebiliriz.

2.3.2. Görelilik

Görelilikte bir şeyin varlığı başka bir şeye göredir. Yani bir şeyin başka bir şeye göre olan durumuna görelilik denir. Örneğin, büyük-küçük birbirine göredir, büyük diye bir şey yoksa küçük ifadesi anlamsız olur yine küçük ifadesi yoksa büyük ifadesi de anlamsız olur.

Page 16: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

15

Uzun-kısa, zayıf- şişman gibi ifadelerde böyledir. Göreliliğe aşağıdaki örnek verilebilir:

Ömründe hiç fil görmemiş olan Hintliler, merakla ahıra koştular. İçerisi karanlıktı, kimse bir şey seçemiyordu. Hayvana dokunuyor, herkes anladığı gibi fili tarif ediyordu.

Biri hortumunu tutarak, "Fil bir borudur" diyordu. Bir diğeri kulağına dokunarak, "Hayır!" diyordu. "Fil bir yelpazedir." Bir başkası ayağına tutunarak, "Bir sütun ..." diyordu. "Kocaman bir sütuna benziyor." Öteki sırtını elleyerek, "Fil taht gibidir" diyordu.

Herkes dokunduğu yerine göre fili tarif etti. Birinin tanımı diğerini tutmadı.

Bu hikâyeden hareketle hem kategorilerden biri olan göreliliği hem de tanım konusunu inceleme konusu yapılabilir. Fili farklı duyuları ile algılayan kişilerin her biri farklı şekillerde tanımlamıştır. Dolayısı ile aynı şeyin faklı bakış açılarıyla değerlendirme konusu yapıldığını görmekteyiz. Bu farklı değerlendirmelerden hareketle de aynı şey hakkında farklı tanımlar yapılmıştır. Yapılan tanımların hiç biri tam tanım değildir. Çünkü tam tanım “efradını cami’ ağyarını mani’” olur. Oysaki buradaki tanımlar efradını cami’ ve ağyarını mani’ değildir yani bu tanımların hiçbiri yakın cins ve yakın ayrımdan oluşmamaktadır. Bu nedenle filin sübjektif olarak algılanması sübjektif tanımların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum göreliliği göstermektedir.

Page 17: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

16

2.4. Tanım

Bir kavramın ne olduğunu anlamak, belirsiz bir kelimeyi belirsizlikten kurtarıp onu netleştirmek ve anlaşılır kılmak için tanımlara başvurulur. Tanım temelde tam ve eksik olmak üzere ikiye ayrılır. Mevlana, tanımın mahiyetine çok dikkat etmeden, bazı kavramları belirsizliklerden kurtarmak için tanımlara başvurmuştur. Onun yaptığı bazı tanımlar şöyledir:

İhtiyat, iki tedbir arasında tereddüde düşmeyip hangisi seni sürçtürmeyecekse onu yapmaktır.

İhtiyat, her an ansızın gelebilecek bir belayı görmektir.

Zulüm, bir şeyi layık olduğu yere koymamaktır.

Edeb, ancak bir edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.

Mevlana'nın en çok tanımlamaya veya tanıtmaya çalıştığı kavram "aşk" kavramıdır. “Aşk”, “kin”, “sevgi” “tatlı”, “ekşi” gibi kavramların tam tanımları yapılamaz. Bu tür kavramlar ancak tasvir edilir yani betimsel olarak ifade edilebilirler. Mevlana'da 128 aşk betimlemesi ile karşılaşmaktayız. Bunların bazıları şunlardır:

Aşk, Allah'ın bir vasfıdır.

Aşk, ebedi diri olandır.

Aşk, berekettir, arınmadır.

Page 18: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

17

Aşk, cihanda öteden beri kapalı kalmış bir sırdır.

Aşk, ruhun nurudur.

Aşk, bütün güzel hayallerin özdür.

Aşk; dönüştüren bir kimyadır, anlamlar definesidir.

Aşk, uçsuz bucaksız, sırlarla dolu bir deryadır.

Aşk, ateşi söndürülemeyen yüce bir ışıktır.

2.5. Kıyas

Bu başlık atından Mesnevi’den hareketle basit ve şartlı kıyaslar üzerinde durmaya çalışacağız.

2.5.1. Basit Kıyaslar

Kıyas, zihnin verilen ve bilinenlerden yola çıkarak bilinmeyenleri elde etme faaliyetidir. Diğer bir ifade ile kıyas öncüllerden hareketle yeni bir hüküm elde etmek demektir. Mesnevi’de kıyasın farklı çeşitleri ile ilgili örneklerle karşılaşmak mümkündür. Biz burada birkaç örnek vermekle yetinmek istiyoruz. Birinci örneğimiz basit (yüklemli) kıyaslarla ilgili olacaktır. Basit kıyas iki öncül ve bir sonuçtan oluşan kıyastır. Basit bir kıyasta büyük, küçük ve orta olmak üzere üç terim bulunur. Orta terim öncülleri bir birine bağlayan terimdir ve hiçbir şekilde sonuçta bulunmaz; sonucun konusu küçük terim, yüklemi ise büyük terimden oluşur.

Mevlana’nın konu ile ilgili hikâyesi şöyledir:

Page 19: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

18

Bir dil bilgini bir gemiye binmiş. Epey bir yol aldıktan sonra gemiciye sormuş: “Ey gemici dil bilimini bilir misin?”

Gemici: “Hayır, bilmem.” Demiş

Dil bilgini gülerek: “Desene ömrünün yarısı boşa gitti.” Demiş.

Gemici bu sözlere alınıp kızmış, fakat ses çıkarmamış. Bir zaman sonra bir fırtına kopmuş. Gemi bir girdabın ortasında kala kalmış.

Çok korkan dil bilgini bir yere büzülmüş, öylece beklemekteymiş. Onun bu halini gören gemici, dil bilginine seslenmiş: “Muhterem efendim, yüzme bilimisin?”

Dil bilgini: “Ne gezer, ben yüzme bilmem” demiş.

Gemici büyük bir keyifle: “Yazık!” demiş. “Desene ömrünün tamamı boşa gitti. Böyle giderse gemi bu girdaptan kurtulmaz, batar!”

Mevlana’nın yer verdiği bu öyküden kıyasın birinci şeklinin 3. Modundan şu kıyasları oluşturmak mümkündür:

Her dilbilgisi bilmeyenin ömrünün yarısı boşa gitmiştir. (Büyük Önerme)

(Orta Terim) (Büyük Terim)

Gemici dil bilgisi bilmemektedir (Küçük Önerme)

Page 20: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

19

(Küçük Terim) (Orta Terim)

O halde gemicinin ömrünün yarısı boşa gitmiştir. (Sonuç)

(Küçük Terim) (Büyük Terim)

Her yüzme bilmeyenin ömrünün tamamı boşa gitmiştir. (Büyük önerme)

Dil bilgini yüzme bilmemektedir. (Küçük Önerme)

O halde dil bilgininin ömrünün tamamı boşa gitmiştir. (Sonuç)

Basit kıyasla ilgili vereceğimiz ikinci örnek, orta terim yanlışı yapılan bir örnektir. Orta terim, hem büyük önerme hem de küçük önermede dağıtılmamış olarak yani tikel anlamda bulunursa, öncüllerde bir şeyin birbirinden başka olan iki cüz'üne delalet etmiş olacağından, bu tür öncüllerden bir sonuç çıkmaz.

Çünkü Orta terim hem küçük, hem de büyük önermede tikel olarak alınırsa, tikeller bir sınıfın belirsiz bir kısmını bildirdiklerinden, küçük önermede tikelin manası büyük önermedeki tikelin manasından faklı olabilir.

Bundan dolayı büyük ve küçük terim iki değişik terim ile mukayese olunmuş olur. Bu durumda kıyas, aslında dört terimden kurulmuştur. İşte kategorik bir kıyasta orta terimin her iki öncülde de tikel olarak alınmasına "dağıtılmamış orta terim yanlışı" denir.

Page 21: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

20

Yazdığı şiirlerden dolayı vezirden izzet ve ikram gören bir şairin vezir değiştikten sonra karşılaştığı muamelenin anlatıldığı bir hikâyede geçen aşağıdaki ifadeler orta terim yanlışı yapıldığında yanlış bir sonuca nasıl varılacağını göstermektedir:

Şair, yüzünü onlara çevirdi ve dedi ki: “Ey beni esirgeyenler, bu kötü vezir nerden geldi?

Bu insanın elbiselerini soyan vezirin adı ne? Söyleyin bana! Onlar ''Adı, Hasan" dediler. Şair, “Ya Rabbi!” dedi, “onun adı da Hasan, bunun adı da. Ey din Rabbi, yazıklar olsun; nasıl oluyor da ikisinin de adı bir oluyor?"

Bu hikâyede anlatılanlardan, dağıtılmamış orta terim yanlışı yapıldığını anlıyoruz. Bu geçersiz çıkarım, şu şekilde ifade edilebilir: Hırsızın adı Hasan'dır; (Dağıtılmamış orta terim)

Bunun adı da Hasan'dır; (Dağıtılmamış orta terim)

Bu da hırsızdır!

2.5.2. Şartlı kıyas

Şartlı kıyas, birinci öncülü şartlı önermeden oluşan kıyastır. İkinci öncülü mukaddemi aynı, karşıt hali veya talinin aynı veya karşıt hali olur. Mukaddemi onaylama ve taliyi onaylamama durumunda şartlı kıyas doğru sonuç verirken; mukaddemi onaylamama ve taliyi onaylama durumunda yanlış sonuç verir.

Page 22: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

21

Bizim burada vereceğimiz örnek taliyi onaylama yanlışı ile ilgili olacaktır. Mesnevi'de aktarılan şu hikâyede, hem bir önceki dağıtılmamış orta terim yanlışına, hem de taliyi onaylama yanlışına işaret edilmektedir.

Bir bakkal vardı, onun bir de papağanı vardı. Yeşil güzel sesli ve söyler bir papağandı. Dükkânın bekçiliğini yapar; alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, latifeler ederdi. İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu. Efendisi, bir gün evine gitmişti. Papağan, dükkânını gözetliyordu.

Ansızın fare tutmak için bir kedi, dükkâna sıçradı. Papağan can korkusundan, dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü.

Sahibi, evden çıkageldi. Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Papağanın başına bir vurdu; papağanın dili tutuldu, başı kel oldu.

Papağan bir müddet konuşmadı ve sahibi buna çok üzüldü bir gün dükkana birisinin gelmesi üzerine papağan ona: Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?!" dedi.

Bu geçersiz kıyaslamayı şu şekilde formüle edebiliriz:

Gülyağı şişesini döktüm başım kel oldu;

(Dağıtılmamış orta terim)

Page 23: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

22

Senin de başın keldir;(Dağıtılmamış orta terim)

O halde sen de gülyağı şişesini döktün!

Buradaki yanlışı, şartlı kıyas formunda ifade edersek "taliyi onaylama" yanlışı daha açık bir şekilde ortaya çıkar.

Eğer gülyağı şişesini dökersen başın kel olur;

Başın keldir; (Taliyi Onaylama)

O Halde gülyağı şişesini döktün!

(Sonuç)

Mevlana, bu örneği verirken, yanlış kıyaslamalarda bulunanları kınayıcı ve uyarıcı nitelikte, şöyle seslenir:

Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü papağan, o geçeni kendisi gibi sanmıştı…

Sonuç

Mevlana’nın Mesnevi’sinde yer alan bütün hikâyeler doğrudan veya dolaylı olarak mantıkla ilgilidir. Çünkü hepsi bir düşünce ürünüdür ve aynı zamanda okuyucuları dersler çıkarmaya sevk edicidir. Düşüncenin söz konusu olduğu her yerde mantık vardır. Çünkü mantık düşünürken yanlış düşünmekten kişiyi alıkoyan ilimdir. Biz bu çalışmada Mesnevi’de yer alan bütün hikâyeleri konu edinecek durumda olmadığımız gibi, onlardaki mantık veya düşünce boyutunu her yönüyle öne çıkaracak durumda da değiliz.

Page 24: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

23

Biz hikâyelerden çıkarılması gereken sonuçlardan daha çok mantık ilminde üzerinde durulan konuları ele almak için, konulara bire bir uygun düşün örnekler üzerinde durmaya çalıştık. Bu kısa çalışmadan hareketle Mevlana’nın mantık anlayışı ile ilgili bir doktora çalışmasının yapılması gerektiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Çünkü Mevlana’nın mantık anlayışının incelenmesinin onun fikirlerinin daha rahat ve iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı inancını taşımaktayız.

Page 25: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

24

MESNEVİ’DEN HİKÂYELER

ÇOBANIN DUASI

Musa aleyhisselam, yolda giderken bir çobana rastladı.

Çoban şöyle diyordu: ”Ey Allahım! Ey Allahım! Sen neredesin? Sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim. Saçlarını tarayayım, Elbiseni yıkayayım. Bitlerini kırayım. Sana süt getireyim. Elini öpeyim. Ayağını ovayım. Uykun geldiğinde yatacağın yeri süpüreyim.

Ey büyük Allahım! Bütün keçilerim yoluna kurban olsun. Hey hey diye çağırıp, feryat ettiğim Rabbim benim.”

Musa aleyhisselam sordu: ”Sen bunları kimin için söylüyorsun?”

Çoban, ”Yeri göğü yaratan, Allahıma söylüyorum” dedi.

Hz. Musa, ”Sen aklını mı kaybettin? Böyle saçma sapan şeyleri nasıl söylersin? Ayakkabı, çorap gibi şeyler sana ait ihtiyaçlardır. Alemlerin Rabbi'nin bir şeye ihtiyacı olmak gibi bir sıfatı yoktur. Böyle konuşacağına, ağzına pamuk tıkayıp susman hayırlıdır” diyerek çobanı azarladı.

Çoban, ”Ey Musa! Bu azarlamanla, sen benim ağzımı diktin. Pişmanlık ateşiyle canımı yaktın” diyerek, bir ah çekti. Elbisesini yırtıp, çölün yolunu tuttu.

Page 26: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

25

Biraz sonra Hz. Musa’ya vahiy geldi: ”Kulumuzu bizden ayırdın. Senin görevin, kullarımı bana yaklaştırmak mı? Yoksa ayırmak mı?”

Bu ikaz üzerine Hz. Musa, çobanın peşine düştü. Çobanı bulup müjde verdi.

”Senin için Allah izin verdi. Bildiğin gibi ibadetini yapacaksın. Gönlüne nasıl gelirse öyle söyle.”

Çoban, ”Ey Musa! Daha önce içinde bulunduğum cezbe halinden çıktım. Şimdi sözle anlatılamayacak bir hal içerisindeyim” dedi.

-----

Yaptığımız iş ve ibadetlerin Hakk’a layık olmadığını bilmeli ve itiraf etmeliyiz. Yaptığımız hamd ve senayı, çobanın sözleri gibi uygunsuz kabul etmeliyiz. Gerçekten de bizim şükrümüz ne kadar mükemmel olursa olsun, Hak Teala’ya nisbetle eksiktir, kusurludur.

Page 27: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

26

KUŞUN ÜÇ ÖĞÜDÜ

Bir zavallı kuş tuzağa düşmüş, hile ile yakalanmıştı. Kuş kendisini yakalayan avcıya,

‘Ey efendi, sen hayatında birçok defa koyun ve sığır yemişsin, pek çok kere de develer kurban etmişsindir. Sen onların etleriyle bile doymamışken benimle hiç doymazsın. Beni serbest bırakırsan sana üç öğüt veririm. Bu üç öğütten birincisini senin elinde iken, ikincisini şu çatının üzerinde, üçüncüsünü de şu ağacın üzerine konduğumda söyleyeceğim. Sen bu üç öğüdü işitmekten inan bana çok mutlu olacaksın.”

Avcı merakından kuşun teklifini kabul etti. Kuşu kafesten çıkardı ve henüz elindeyken, kuş ilk öğüdünü söyledi :

”Olmayacak sözü kim söylerse söylesin inanma.”

Öğüt hoşuna gidince devamını işitmek için avcı kuşu bıraktı. O da uçup evin çatısına kondu ve ikinci öğüdünü söyledi.

"Elinden kaçmış bir fırsat için üzülme.”

Kuş ikinci öğüdünü verdikten sonra uçup ağacın dalına kondu ve üçüncü öğüdünü söylemeden önce, ”Karnımda 10 dirhem ağırlığında çok kıymetli bir inci vardı. O inci, seni de çoluk çocuğunu da zengin ederdi. Ne yazık ki kısmetin değilmiş” dedi.

Page 28: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

27

Avcı, kuşun bu söylediklerini duyunca hamile kadının doğururken bağırması gibi feryat edip bağırmaya başladı. Kuş:

”Ben sana sakın elinden kaçan bir şeye üzülme demedim mi? Mademki elinden inci gitti, ne diye dövünüp duruyorsun? Sana verdiğim öğütleri anlamadın mı? Ben sana olmayacak bir şeyi kim söylerse söylesin inanma demiştim. Benim bütün ağırlığım üç dirhem gelmez. Karnımda nasıl 10 dirhemlik inci olabilir?” Bu sözler üzerine adam biraz kendine gelir gibi oldu.

”Peki şimdi üçüncü öğüdünü söyle bakalım” dedi.

Kuş, ”Sana verdiğim iki öğüdü sanki tuttun da, benden üçüncü öğüdü istiyorsun. Uykuya dalmış bir kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum ekmekten farksızdır. Aptallık ve cahillik yırtığı yama tutmaz diyerek” uçup gitti...

Page 29: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

28

PAPAĞAN VE TACİR

Ticaretle uğraşan bir adamın güzel bir papağanı vardı. Bir gün bu tacir işi gereği Hindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı. Cömertliği ile tanınan bu tüccar, ailesine ve yakın arkadaşlarına tek tek ”Sana Hindistan’dan ne getireyim? Ne istersin?” diye sordu. Her biri ayrı ayrı istekte bulundu. Bu cömertve iyi kalpli tüccar onların isteklerini not alıp getireceğine dair söz verdi.

Sonra çok sevdiği papağanına yönelip ona da sordu: ”Ey güzel kuşum, sen ne istersin?” Papağan, ”Oradaki papağanları görünce, halimi onlara anlat. Papağanımın size selamı var. Sizi özlediğini ve kurtuluşu için çare bulmanız konusunda yardımcı olmanızı istiyor dersin” dedi. Sözlerine devam ederek. ”Ben gurbet ellerde özlemle ve ayrı düşmenin ıstırabıyla çırpınırken, sizlerin yeşil ormanların güzel ağaçlarının dallarında dolaşarak keyiflenmeniz uygun mudur? Dostların vefası böyle mi olur? Sizler boylu poslu güzel eşlerinizle zevk sefa içerisindesiniz. Ben ise burada hapisteyim. Yüreğim kan ağlar. Hiç olmazsa, sabahın seherinde şu garibi de hatırlayın. Dostların, dostu hatırlaması mutluluktur. Başka bir şey istemiyorum” dedi.

Tüccar, papağanın selamını ve mesajını oradaki papağanlara götürmeyi de kabul ederek yola koyuldu. Günlerce yol aldıktan sonra Hindistan’a ulaştı. Ağaçların üzerinde papağanları görünce, atını durdurarak onlara seslendi.

Page 30: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

29

Evde kafeste beslediği papağanının selamını ve sözlerini aktardı. Tüccar sözlerini bitirir bitirmez, oradaki papağanlardan biri birkaç kere titredi, nefesi kesilerek düşüp öldü.

Tüccar bu durumu görünce söylediğine de söyleyeceğine de pişman oldu. Kendi kendine, ”Bir canlının ölümüne sebep olarak günaha girdim. Galiba bu papağan, benim papağanımın bir yakını ya da çok candan seveniydi” diye düşündü. Hindistan’daki alışverişini bitirdikten sonra memleketine döndü.

Dostlarının istediklerini teslim etti. Papağan, tüccarın hediyeleri dağıtmasını kafesinden izliyordu. Sahibine seslendi: ”Benim armağanım nerede? Papağan dostlarıma selamımı ulaştırdın mı? Onların haberlerini bana anlat ki, ben de dostların gibi mutlu olayım.”

Tüccar, ”Sevgili kuşum! Bana öyle bir iş yaptırdın ki, sana uyup da nasıl böyle bir cahillik yaptığıma hala yanmaktayım. Bin pişman oldum ama pişmanlık neye yarar?”

Papağan bu sözleri duyunca olanları daha çok merak etti. Sevgili kuşunun ısrarlarına dayanamayan tacir, olanları başından sonuna bir bir anlattı.

”Söylediğin yere gittim. Dostlarına selamını ve söylediklerini aktarınca içlerinden biri, senin gönderdiğin haberin üzüntüsüne dayanamamış olacak ki düşüp öldü. Bu durumu görünce çok pişman oldum ama söylemiş bulundum” dedi.

Page 31: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

30

Tüccarın bu anlattıklarını dinleyen kafesteki papağan, önce titredi, sonra kaskatı kesildi. Tacir kendi güzel papağanının da aynı şekilde düşüp öldüğünü görünce, aklı başından gitti. Ağlayıp sızlanmaya, ah vah edip dövünmeye başladı.

”Ey güzeller güzeli papağanım. Hoş sesli kuşum, yoldaşım, sırdaşım. Ne oldu sana? Neden bu hale geldin?” diye feryat etti.

Ölü papağanı üzüntüyle kafesin içinden çıkınca, papağan birden canlanıp uçtu. Yüksek bir dala kondu. Tacir kuşun bu durumuna şaşırdı kaldı. Başını kaldırıp, ”Ey güzel papağanım! Ben bu işten bir şey anlamadım. Sen bu hileyi nereden öğrendin? Böyle canımı yaktın” dedi. Papağan konduğu yerden cevap verdi: ”Sevgili efendim! Hindistan’daki o kuş, yaptığı hareketle bana yol gösterdi. Selamımı alınca düşüp ölmüş gibi yapması, bana öğüttü.

”Efendim! Sen de benim gibi yap. Ölmeden önce öl. Canını, ten kafesinin esaretinden kurtar. Ruhun gerçek vatanın güzelliklerine uçsun.”

Papağan efendisine, ”Allaha ısmarladık” diyerek vatanına ve dostlarına doğru kanat çırptı...

Page 32: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

31

HAYVANLARIN DİLİNİ ÖĞRENEN ADAM

Kurtların, kuşların dilinden anlayan Musa aleyhisselama bir adam gelip yalvarır:

- Ne olur ey Allah'ın nebisi bana da hayvanların dilini öğret de ben de konuştuklarından anlayayım. Musa aleyhisselam izin vermez:

- Olmaz, der. Sen onların konuştuklarını dinlersen sabredemezsin. Arkasındaki hikmetleri düşünemezsin.

Ne var ki adam ısrar eder. Musa aleyhisselam da adama ev bekçiliği eden köpekle kümes hayvanlarının dilini öğretir.

Sevinçle evine gelen adam çöplükteki köpekle horozun konuşmalarını dinlemeye başlar. Bir ara köpekten şu sözleri duyar:

- Horoz kardeş, sen arpayla da buğdayla karnını doyurabilirsin. Biraz ötedeki taneleri yesen de ekmek kırıntılarını bana bıraksan olmaz mı, benim karnım çok aç.

Horoz şu cevabı verir:

- Sabret köpek kardeş, yarın buraya ağanın bu ölen eşeğini getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını iyice doyurursun.

Bunu duyan ağa hemen koşar ahırdaki eşeği alıp pazarda satar. Kendi kendine söylenerek döner:

Page 33: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

32

- İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa eşek elimde ölecekti.

Ertesi gün yine kulak kabartır çöplükteki seslere. Köpek sitem etmektedir horoza:

- Hani ağanın eşeği ölecekti de ben de bolca et yiyecektim ya?

Horoz cevap verir:

- Ağanın eşeği öldü ölmesine de, satın alan zavallının elinde öldü. Ağa açıkgözlülük edip eşeği sattı. Ama üzülme, bu sefer ağanın atı ölecek. Buraya getirip bırakacaklar, bolca et yer karnını doyurursun.

Ağa yine hızla kalkar, ahıra gidip atı alarak pazara götürüp satar. Dönerken de yine söylenir:

- İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa at da elimde ölecekti. Gelip yine merakla kulak misafiri olur.

Bu sefer köpek daha yüksek sesle sitem ediyor:

- Horoz kardeş, beni yine aldattın. Hani ağanın atı ölecekti ya?

- Ağanın atı öldü ölmesine de, sattığı zavallının elinde öldü. Üzülme, bu sefer daha büyük bir ziyafete konacağız hep birlikte.

Köpek inanmaz.

- Hadi hadi yine beni aldatıyorsun.

Page 34: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

33

Horoz kesin cevap verir:

- Hayır, aldatma falan yok. Bu sefer ağanın kendisi ölecek, malına gelecek olan bu defa kendi canına gelecek. Arkasından yemekler yapılıp etler pişirilecek, artanını da bizlere dökecekler, ye yiyebildiğin kadar. Ağa bunu duyunca şaşırır, sağa sola koşuşturmaya başlar, yok mu beni satın alacak biri, diye söylenir. Derken gece hastalanan ağa sabaha çıkmaz ölür. Arkasından yapılan yemek, pişirilen etlerden artanlar çöplüğe dökülür, uzun zaman hayvanlar ziyafete konmuş olurlar.

Bu sırada horoz söylenir:

- İnsanlar, "canıma gelecek olan malıma gelsin" diyebilselerdi de hileye başvurmasalardı. Bunda da bir hayır vardır, diye düşünselerdi. Bunu diyemiyorlar maalesef. Sonra da mallarına gelen canlarına gelince pişmanlık fayda vermiyor...

Page 35: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

34

GERÇEK SUÇLU

Davud peygamber zamanında yaşayan bir adam herkesin yanında, ”Ya Rabbi! Bana zahmetsiz bir zenginlik ver. Beni tembel yarattığın gibi, rızkımı da çalışmadan ihsan et” diye, sabahtan akşama dua ederdi.

İnsanlar, onun işsiz güçsüz haliyle zenginlik istemesine gülerek, ”Sen deli misin? Yoksa esrar mı içersin? Aklı başında olan bir kimse böyle bir talepte bulunmaz. Allah’ın peygamber olarak seçtiği, çeşitli mucizeler lutfettiği Davud (a.s) bile rızkını çalışarak elde ediyor. O bu kadar yüceliğe sahipken, zırh örüp satarak geçimini sağlıyor. Senin zahmetsiz rızık istemen hem tembellik hem de ahmaklıktır” derlerdi.

Adamın bu durumunu gökyüzüne merdivensiz tırmanmaya benzetirlerdi. Bazan da onunla alay ederek, ”Müjdeci geldi. İstediğin rızık gelmiş. Git, al getir, bize de dağıt.” O adam ise, insanların ayıplamasına, alayına aldırmadan duasına devam etti. Şehirdeki adı, boş ambarda peynir arayan adama çıkmıştı. Sonunda bir gün kuşluk vakti yine böyle dua edip dururken, bir öküz gelip evinin kapısını boynuzuyla kırıp içeri girdi.

Adam öküzü bağlayıp başını gövdesinden ayırdı. Öküzün boğazını kestikten sonra, derisini yüzmesi için kasabı çağırdı. Meğer o öküz kasabın öküzüymüş. Öküzünü tanıyan kasap, feveran etmeye başladı.

”Sen hangi hakla benim öküzümü kestin? İnsafa gel. Hemen borcunu öde” dedi.

Page 36: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

35

Adam, ”Ben uzun zamandır Rabbimden zahmetsiz rızık isterdim. Rabbim duamı kabul etti. Bana, bu öküzü gönderdi. Ben de onu kestim” dedi. Öküzün sahibi, adamın kolundan tutup sürüklemeye başladı ve, ”Gel ey zalim, edepsiz adam! Aptalca bahanelerini Davud peygambere anlat. Aramızdaki meselenin çözümüne, o karar versin” dedi. Davud’un (a.s) huzuruna giderken öküzün sahibi insanları başına toplayarak, adamı şikayet etmeye başladı.

”Ey müslümanlar! Şu adamın söylediği saçmalığa bakın. Allah rızası için söyleyin. Dua nasıl benim malımı, onun yapar? Dua ile mal, mülk sahibi olunsaydı bütün körler, dilenciler dünyanın zengini olurlardı.”

Öküzün sahibi kasabın söylediğini duyan insanlar öküzü kesen adama, ”Ya kestiğin öküzün parasını ver ya da cezasına katlan” dediler. Bunun üzerine öküzü kesen adam, rabbine yönelerek niyazda bulundu, ”Ya rabbi! O duayı, gönlüme veren sensin. Bu adam kör dilenci diyerek bana hakaret eder. Halbuki ben kullarından değil, sadece Senden istedim. Ya rabbi, her şey senin lutfunla kolaylaşır. Ya rabbi, beni rezil etme” dedi. Büyük bir kalabalıkla birlikte, Hz. Davud’un (a.s) evine varıldı. Hz. Davud (a.s) evinden dışarı çıkarak sordu: ”Ne var, mesele nedir?”

Öküzün sahibi, ”Ey Allah’ın peygamberi! Benim öküzüm, bu adamın evine gitmiş. Bu adam da tutmuş onu kesmiş. Hakkımı istiyorum, vermiyor. Senden adalet istiyorum” dedi.

Page 37: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

36

Davud peygamber o fakire, ”Sen bu adamın malına niye zarar verdin?”

Adam, ”Ey Davud! Yedi senedir gece gündüz dua ederek rabbimden helal ve zahmetsiz rızık isterim. Herkes de bunu bilir. Yine böyle dua yaparken, evime bir öküz girdi. Rızık için değil, rabbim duamı kabul etti diye düşünerek, şükür maksadıyla o öküzü kestim” dedi.

Davud peygamber, ”Bu seni haklı çıkarmaz. Bu davada şeriata uygun bir delilin varsa, onu söyle” dedi.

Bunun üzerine o fakir, tekrar Rabbine yöneldi, ağlayarak secdeye kapandı.

Hz. Davud bu işte, bir başka iş olduğunu hissetti ve, ”Bu dava hakkında hükmü hemen istemeyin. Halvete girip Rabbime yöneleceğim. Kararımı ondan sonra bildireceğim” dedi. Davacı ve halk dağılıp gitti.

Hz. Davud halvete çekildi. Rabbine yönelerek işin gerçeğini öğrenmek için, niyazda bulundu.

Ertesi gün öküzün sahibi, şikayetçi olduğu fakir ve işin sonunu merak eden kalabalık bir halk topluluğu, Hz. Davud’un huzuruna geldi.

Hz. Davud öküz sahibine, ”Bu fakiri kötülemekten ve davandan vazgeç. Öküzünü de bu müslümana helal et” dedi. ”Eyvahlar olsun! Bu nasıl hüküm? Bu nasıl adalet? Senin adaletinin şöhretine, bu karar hiç uyar mı?” diyerek isyan etti.

Page 38: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

37

Bunun üzerine Hz. Davud (a.s), ”Ey inatçı gafil! Bütün malını mülkünü de bu fakire bağışlayacaksın. Yoksa sonun kötü olacak. Yaptığın kötülük ortaya çıkacak” dedi.

Bunu duyan adam başına toprak saçtı. Elbisesini yırttı. Halka kendini acındırmak için, ”Bu zulümden dağlar taşlar yarılır. Davud bile bile hakkımı yiyor, sizler de şahit olun” diyerek bağırıp çağırmaya başladı.

Hz. Davud öküzün sahibine tekrar hitap ederek, ”Öküzünü helal edeceksin. Malını mülkünü bağışlayacaksın. Çoluk çocuğun da onun kölesi ve cariyesi olacak. Bu senin son şansın, dikkat et” dedi.

Adam bu sözleri duyunca deliye döndü. Aşağı yukarı koşmaya başladı. Halk adamın gerçek durumunu bilmediği için, Hz. Davud’u kınamaya başladı.

‘Ey seçilmiş peygamber! Bu hüküm sana yakışmıyor. Apaçık zulüm işlemektesin. Bir günahsızı hiçbir suçu yokken kahrettin” dediler.

Bunun üzerine Hz. Davud (a.s), ”Dostlar! Bu adam bir katildir. Yakalayıp ellerini arkasına sıkıca bağlayın.

Bu adam, suçlu diye getirdiği bu fakirin babasının kölesiydi. Yıllar önce efendisini, ovada bulunan dalları gür büyük bir ağacın altında öldürdü. Öldürdükten sonra gördüğü korkunç bir hayal yüzünden, bıçağını kestiği efendisinin başıyla birlikte gümdü. Yürüyün oraya gidiyoruz” dedi.

Page 39: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

38

Hz. Davud’un tarif ettiği ağacın altına geldiklerinde, Davud (a.s) kazılması gereken yeri işaret etti. Gösterilen yeri kazdıklarında, bir adam başı ile birlikte, bir bıçak buldular. Bıçağın sapında öküzün sahibinin ismi yazılıydı.

Adamın katil olduğu açıkça ortaya çıkınca, Hz. Davud (a.s), ”Allah’ın hilmi bu cinayeti şimdiye kadar örtmüştü. Fakat bu adam kendi eliyle günahının üzerindeki örtüyü kaldırdı. Öldürdüğü efendisinin çoluk çocuğuna ufak bir yardımda bulunmadığı gibi, bir öküzü bile çok gördü” dedi ve katile dönerek,

”Sen adalet istiyordun değil mi? Hanımın, öldürdüğün adamın cariyesi idi. O da, ondan doğan çocuklar da, mirasçının hakkıdır. Sen de köleydin. Senin de kazandığın bütün mal, mülk mirasçı olan bu fakirin hakkıdır. Senin hakkın da, efendini öldürdüğün bıçakla öldürülmendir. İşte sana şeriat, işte sana adalet..."

-----

İnsanın nefsi, öküzün sahibi katile benzer. Öküzü kesen akıldır. Hz. Davud (a.s) Hakk’ın emirlerini ve yasaklarını hatırlatan şeyhin sembolüdür. Zalim nefsi öldürmek, şeyhin yardımıyla olur. Çalışıp kazanmadan elde edilen hesapsız manevi zevk, şeyhin himmeti ile elde edilebilir. İnsan Allah dostlarının sayesinde manen zenginleşir.

Page 40: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

39

FARE İLE KURBAĞANIN

Korulukta gürül gürül akan ırmağın kıyısındaki yosunlu kayalar arasında bir sabah Su Kurbağası ile Fare karşılaştı.

Selam sabahtan sonra hayli söyleştiler. Arkadaş oldular.

Ertesi gün tekrar buluştular. Gün boyu birbirlerine arkadaşlık ettiler. Birlikte yiyecek aradılar, birlikte dolaştılar. Akşam karanlığı inmeye başlayınca da yine, Fare kayanın kovuğuna, Kurbağa suyun dibine çekildi.

Sabah açılınca, Kurbağa sudan çıkarak sesleniyor, Fare kovuktan çıkarak birlikte geziyor, söyleşiyorlardı. Fare, ‘sevgili dostum’ dedi, ‘geceleri sıkılıyorum bazen, sana öyle alıştım ki’

Kurbağa, ‘ben de’ dedi, ‘ama ben suda kalmalıyım, yapabileceğimiz bir şey yok'

Fare, ‘düşündüm de’ dedi, ‘geceleyin de görüşebiliriz’

‘Nasıl?’ diye sordu Kurbağa.

Fare, ‘senin ayağına bir ip bağlayalım, diğer ucunu da ben kuyruğuma bağlarım. Gece canımız sıkıldığında, ipi oynatırız, sen sudan çıkarsın’

Kurbağa fikri parlak buldu, ‘tabi ya’ dedi, ‘şimdiye kadar niçin düşünemedik bunu’

Page 41: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

40

Bir ip bularak bağladılar. Artık geceleri de görüşebiliyorlardı.

Ne var ki, Fare’yi bir zamandır izleyen Alaca Karga karanlık inip de yuvalarına çekilmeyi düşünürlerken, hızla inerek Fare’yi kaptı, havalandı.

Fare’yle birlikte havalanan Kurbağa, hayıflanıyor, kendi kendine,

‘Kendi dengi, kendi cinsinden olmayan biriyle dostluk kurarsan olacağı budur’ diyordu.

-----

Bu hikayede alaca karga ölümün sembolüdür. Su kurbağası ruhu, fare de bedeni temsil eder. Kurbağa temizdir, fare ise hoşa gitmeyen kirli bir hayvandır. Temiz bir varlığın, kirli bir varlıkla dost olması, onu felakete sürükler. Nefsini terbiye edip ruhunu yüceltmeyen, bedeninin rahatına düşkün insanlar; farenin peşine düşmüş kurbağaya benzerler

Page 42: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

41

MECNUN VE DEVESİ

Mecnun, Leyla’sının köyüne gitmek için dişi bir deveye bindi. Bir süre yol aldılar. Mecnun’un bütün derdi, sevgilisinin köyüne bir an önce ulaşmaktı. Dişi deve ise geride bıraktığı yavrularını düşünüyordu. Onun da tek derdi, bir an önce geriye dönüp yavrularına kavuşmaktı.

Mecnun bir an dalıp gittiğinde deve geriye döner, köye yavrularına kavuşmak için koşmaya başlardı. Mecnun kendine geldiğinde, devenin yönünü tekrar Leyla’nın köyüne doğru çevirirdi.

Bu yolculuk iki-üç gün böyle, iki ileri bir geri devam etti. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırıp kalmıştı. Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, devesinden indi ve,

”Ey deve! İkimiz de aşığız, ama sevdiklerimiz farklı yerlerde. Biz birbirimizle yol arkadaşlığı yapamayız. Beraberliğimiz ikimizi de hedefe ulaştırmayacak. En doğrusu biz yollarımızı ayıralım” dedi ve deveyi serbest bıraktı.

-----

Bu hikayede Mecnun insan ruhunu temsil eder. Ruh rabbine aşık olduğundan ona doğru gitmek ister. Fakat nefis devesi, maddi arzularının peşinden koşarak ona devamlı engel olur.

Page 43: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

42

AVLANMAYA ÇIKAN ASLAN, KURT VE TİLKİ

Bir gün, arslan kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkarlar. Avlanırken geniş arazide daha çok av yakalamak için birbirlerine yardım etmek için aralarında sözleşirler.

Aslanın kurt ve tilkiyle arkadaşlık yapmak zoruna gitse de, yoldaşlığını ikram ve lutuf olarak görür.

İşleri rast gider. Bir yaban öküzü, bir dağ keçisi, bir de tavşan avlarlar. Avlarını kanlar içerisinde sürükleyerek ağaçlık bir su başına getirirler. İyice yorulmuşlar ve acıkmışlardır. Özellikle kurtla tilkinin, ağzının suyu akmaya başlar, paylarını bir an önce almanın hırsı içerisindedirler. Ormanlar padişahının, bu avları adaletle paylaştırmasını beklerler.

Aslan, kurtla tilkinin açgözlülüklerini farkeder fakat sesini çıkarmaz. Yüzlerine gülerken, kendi kendine, ”Dağıtacağım paya, adaletime güvenmeyene ben ne yapacağımı bilirim” diye düşünür.

Aslan, ”Ey tecrübeli ve ihtiyar kurt, avladığımız hayvanları aramızda adaletli bir şekilde paylaştır. İyi bir adalet ortaya koy, vekilim sensin.”

Kurt, ”Padişahım! Sizin büyüklüğünüze, iri ve büyük olan bu yaban öküzü yakışır. Çevikliğinize ve semizliğinize uygun düşer. Keçi, orta boyda ve irilikte, o da bana uygun düşer. En küçüğümüz tilki olduğuna göre, avımızın en küçük parçası olan tavşan da onun hakkıdır” der.

Page 44: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

43

Aslan bu paylaştırma karşısında kızıp kükrer, ”Ey kurt! Nasıl paylaştırdığını pek anlayamadım. Ey kendini bilmez eşek! Yaklaş ve karşıma geç de bir daha söyle” der. Yanına yaklaşınca bir pençe vurarak kurdu parçalar.

Aslan tilkiye: ”Ey tilki! Şimdi bu avları adaletli bir şekilde sen paylaştır bakalım.

”Tilki önce aslanın önünde saygıyla eğilir, yer öper sonra,

”Bu semiz yaban öküzü, efendimizin kuşluk yemeğidir, güne bunu yiyerek başlarsınız. Şu keçi de aziz padişahımıza, öğle yemeği için güzel bir yahni olur. Lutuf ve kerem sahibi sultanımızın akşam yemeğindeki çerezi de tavşan olsun” der.

Aslan, ”Ey tilki, adaletin ışığını sen yaktın. Tam hakça paylaştırdın. Söyle bakalım, bu taksimi kimden öğrendin?”

Tilki kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kurnazca gülerek, ”Kurdun başına gelenlerden efendim, kurdun başına gelenlerden” der.

Aslan, ”Alçak kurdun başına gelenlerden ibret alıp hikmetle davrandığın için, bütün avları sana bağışlıyorum” diyerek tilkiyi ödüllendirir.

Paylaştırma işi önce kendisine verilmiş olsaydı, kurdun akıbetine uğrayacak olan tilki, avların taksimini kurttan sonra yapmış olmaktan dolayı yüzlerce kere şükreder.

Page 45: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

44

Bizler de, dünyaya sonradan geldiğimiz için şükredelim. Geçmiş nesillerin helak olma sebeplerinden ibret alıp tilki gibi kendimizi koruyalım.

”Yeryüzünde gezin, dolaşın, peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün” (Al-i İmran 3/37).

Page 46: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

45

ŞEHİRLİNİN EFENDİLİĞİ,

KÖYLÜNÜN SAHTEKARLIĞI

Geçmiş zamanlarda bir şehirli ile bir köylü arkadaş olmuştu. Köylü şehire geldiğinde, şehirli arkadaşının evine giderek yerleşir, iki üç ay kalır, dükkanından ve sofrasından ayrılmazdı. Köyüne dönerken, bütün ihtiyaçlarını karşılıksız olarak şehirli dostu karşılardı. Köylü, her şehire gelişinde, şehirli dostunu köye davet eder ve,

"Sevgili efendim! Sen hiç gezmeye çıkmaz mısın? Köyümüze gelip, ne zaman misafirimiz olacaksın? Allah aşkına, bütün çocuklarını da getir. Mevsim bahar, her tarafta güller açmış, çayır çimen yeşillenmiştir. Yeni açılmış çiçeklerle, gözlerini dinlendir. İstersen yazın meyve zamanı gel. Her çeşit meyveyi ve sebzeyi taze taze ikram edeyim, sana hizmet edeyim. Beni mutlu etmiş olursun" derdi.

Şehirli köylünün bu ısrarlı davetinden kurtulmak için, her seferinde "geleceğim" diyerek başından savardı. Bugün, yarın derken, aradan sekiz yıl geçti.

Köylü her yıl gelir, aynı ikramlarla ağırlanır, giderken de,

"Efendim, ne zaman geleceksiniz? Yine kış geldi çattı" diyerek davetini tekrar ederdi.

Şehirli dostu her seferinde bir bahane bularak,

Page 47: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

46

"Bu yıl, filan yerden misafirlerim geldi. Gelecek yıl önemli işlerimden yakamı kurtarabilirsem, köyünüze gelmek istiyorum" derdi. Bunu duyan köylü, üzülür, adeta yalvararak, "Ey kerem sahibi dostum! Çoluk çocuğum sizi hasretle bekliyor. Ziyaretinizi daha fazla ertelemeyin" diyerek, beklentisini tekrar ederdi.

Köylü, her yıl leylek gibi gelip şehirli dostunun damına konmaya devam etti. Ev sahibi de, her sene parasından ve malından cömertçe harcayarak, sabah akşam sofralar kurup, yedirip içirdi. Misafirine kol kanat gerdi.

Köylü, son ziyaretinde üç ay kaldı. Gördüğü misafirperverlikten utanarak,

"Ne zaman sözünde durup hanemizi şereflendireceksin? Beni aldatıyorsun" dedi. Şehirli,

"Canım, ben de sana gelmek istiyorum. Elimden bir şey gelmiyor. İlahi takdir neyse, o oluyor. İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgarı veren Allah'ın, gemiyi ne tarafa sürükleyeceği belli olmuyor" dedi.

Köylü şehirlinin elini tutarak, "Allah için olsun" diyerek, üç kere yemin ettikten sonra, "Ey kerem sahibi dostum! Çocuklarını al, gel de ikramımı gör" dedi.

Her sene, köylünün bu ısrarlarına şahit olan hanımı ve çocukları,

"Baba! Ay, bulut gölge de yolculuk yapar. Köylü dostumuza bu kadar hakkın geçti.

Page 48: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

47

Onun için birçok zahmete katlandın. Masrafa girdin. Sıkıntı çektin. O da bizi misafir ederek, hakkını ödemek istiyor. Bize de, 'Babanızı kandırın da köye getirin' diye, gizlice ricada bulundu" dediler.

Şehirli, çocuklarına, "Söyledikleriniz doğru. Fakat, iyilik ettiğin kimsenin şerrinden sakın' diye bir atasözü var. Ben dostluğumuzun bozulmasından korkarım. Dostluk, son nefesin tohumudur. ahiret günü içindir. Allah rızası içindir" dedi.

Çocuklar, "Baba! Bizim de gezip oynamaya ihtiyacımız var. Haydi bizi kırma" dediler.

Bunun üzerine şehirli köye gitmeye karar verdi. Hazırlıklar tamamlandı. Götürülmesi gereken eşyalar hayvanlarına yüklenip yola çıkıldı. Çocuklar sevinerek arabanın önünde koşuyor, köyde meyveler yiyeceğiz diye seviniyorlardı.

Gidecekleri köyün yolunu bilmediklerinden, bir ay boyunca köyden köye dolaşıp durdular. Gündüz güneşten yüzleri yandı, gece ise ay ile yol bulmayı öğrendiler. Karada yaşayan kuşun, suda eziyet çektiği gibi sıkıntı çektiler. Sonunda kendileri aç ve yorgun, hayvanları yemsiz ve otsuz, davet edildikleri köye ulaştılar. Nasilsa köylü dostları, binbir ikramla onlara çektiklerini unutturacak, hizmetlerinde kusur göstermeyecekti.

Dostlarının evini sorup buldular. Kapısını çaldılar. Fakat kapıyı açan olmadı.

Page 49: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

48

Şehirli bu kabalıktan çok üzüldü. Onca yol gelmişlerdi. Açlıktan ve yorgunluktan kıpırdayacak halleri kalmamıştı. Gecenin ayazında, gündüzün güneşinde, beş gece kapının önünde kaldılar.

Şehirli evine girip çıkan köylüye selam verdi, davet edip durduğu şehirli dostu olduğunu hatırlattı.

Köylü, "Olabilir. Belki doğru söylüyorsun! Sen nasıl bir adamsın? İyi misin? Kötü müsün? Eve almam doğru mudur? Bilemiyorum" diyerek umursamaz davrandı.

Şehirli, "Yıllardır, aylarca gelip evimde kaldın. Kaç kere soframda tıka basa karnını doyurdun. Her sene, bütün ihtiyaçlarını temin ettim. Sayısız iyiliğim oldu. Bana, nasıl böyle davranırsın? İnsan biraz utanır" dedi.

Köylü, "Ben seni tanımam, ne adını bilirim ne de yerini. Hem ben, dün ne yediğimi hatırlamayacak kadar, gönlüm hayret makamında. Kalbimde Allah'tan başka bir şey yok" dedi.

Beşinci gece bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Yağmurun tesiriyle şehirli, "Ev sahibini çağırın" diye köylünün kapısını yumruklamaya başladı.

Yüzlerce ısrardan sonra kapıyı açan köylü, "Ne var? Ne istiyorsun?" diye sordu.

Şehirli, "Bak, bugüne kadar sana yaptığım iyilikler helal olsun. Kanımı döksen bile helal olsun. Yeter ki şu yağmurda başımızı sokacak bir yer göster. Allah için sevap kazan" dedi.

Page 50: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

49

Köylü, "Şurada, içinde bahçıvanın kurt beklediği bir kulübem var. Bahçıvanın görevini sen üstlenirsen, çocuklarınla orada kalabilirsin. Yoksa dilediğin yere git" dedi.

Çaresiz kalan şehirli, bu teklifi kabul etti. Ailesiyle o daracık kulübeye sığındı. Gecenin karanlığında, yağan yağmurdan perişan olmuşlardı. Bütün gece hepsi, "Allahım, bu bize layık, bu durumu biz hak ettik. Alçaklarla dost olanlara, insanlıktan uzak olanlara, iyilik yapanın sonu böyle olur" diye birbirlerine dert yandılar.

Şehirli eline ok ve yayı alıp kurt beklemeye başladı. Eğer kurt gelir de bir zarar verirse, köylünün, sakalını yolacağından korkuyordu. Gözlerini dört açıp etrafı kolluyordu.

Gece yarısı, karanlığın içinde bir kıpırtı duydu. Kurda benzeyen bir karaltı gördü. Yayını gerip okunu fırlatarak karaltıya attı. Hayvan vurulup yere düşürken yellendi.

Yellenme sesini duyan köylü, yatağından fırlayıp geldi. "İşe yaramaz adam! Eşeğimin sıpasını vurdun" dedi.

Şehirli; "Hayır, o dev gibi bir kurt" dedi.

Köylü, "Ben sıpamı, yellenmesinden tanırım. Bu bilginin doğruluğu, suyu şaraptan ayırt etmem kadar kesindir" dedi.

Page 51: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

50

Şehirli, "Gecenin karanlığı ve yağmur seni aldatmasın" dedi.

"Yok kardeşim. Ben, sıpamın yellenmesini yirmi yellenme arasından seçerim" deyince, şehirlinin kan beynine sıçradı. Fırlayıp köylünün yakasını yakaladı.

"Ey sahtekar ahmak! Bu karanlıkta sıpanın yellenmesini tanıyorsun da on yıllık dostun olan beni nasıl tanımazsın? Sersem herif."

Page 52: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

51

MÜCEVHERLE İMTİHAN

Gazneli Sultan Mahmud, bütün devlet adamlarının hazır olduğu bir sırada, divan toplantısının yapıldığı salona geldi. Cebinden bir mücevher çıkardı. Vezirinin avucuna koydu ve, ”Bu nasıl bir mücevherdir? Değeri nedir?” diye sordu.

Vezir, ”Yüz eşek yükü altın eder” dedi.

Sultan, ”Mücevheri kır, iyice döv” deyince vezir,

”Sultanım! Bu mücevheri ben nasıl kırarım? Ben sizin malınızın iyiliğini isterim. Böyle paha biçilmez bir mücevheri kaybetmeye gönlüm razı olmaz” dedi.

Sultan Mahmud, vezirin bu tutumunu takdir eder göründü. Ona bir elbise hediye etti.

Bir müddet devletin başka işlerinden konuştuktan sonra, sultan vezirden aldığı mücevheri sarayın perdecisine vererek ona sordu: ”Bunu biri satın almak istese değeri nedir?”

Perdeci, ”Bu mücevher, ülkenin yarısı ile eş değerde. Allah ülkemizi tehlikelerden korusun” deyince, sultan, ”Bu mücevheri kır, parçala” diye emir verdi. Perdeci,

”Ey kılıcı güneş gibi parlayan sultanım! Kırıp parçalarsak bu mücevhere çok yazık olur. Buna benim elim varmaz. Çünkü böyle bir şey, padişahımın hazinesine düşmanlık demektir” dedi.

Page 53: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

52

Sultan, perdecinin bu cevabını da beğenmiş göründü. Ona da bir elbise verdi. Maaşını artırdı. Aklını ve anlayışını öven sözler söyledi.

Biraz sonra mücevheri bir emirin eline verdi. O da ötekilerle aynı şeyleri söyledi.

Padişah mücevheri kime verdiyse, hepsi mücevherinin paha biçilmez değerinden bahsedip mücevheri tekrar padişaha geri verdi. Sultan hepsine ihsanlarda bulundu.

Sultan birçok adamını denedikten sonra sadık kölesi Eyaz’a, ”Parlaklığı ve güzelliği eşsiz olan, bu mücevherin değerini bir de sen söyle” dedi. Eyaz, ”Sultanım, bu mücevherin değeri benim söyleyeceklerimden fazladır” dedi. Sultan, Öyleyse şu mücevheri kır, parçala, toz et” dedi.

Eyaz hiç tereddüt göstermeden pırıl pırıl parlayan mücevheri, parçalayıp tuz buz haline getirdi.

Mücevher kırılınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu. Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kafirdir dediler. Diğer beyler Eyaz'ı ayıplayıp kınarken Eyaz:

”Ey benim büyüklerim! Padişahın buyruğu mu daha değerli, bu mücevher mi? Mücevherin güzelliği ve değeri gözünüzü kamaştırdı, Sultanı göremediniz. Ben gözümü sultanımdan ayırmam.

Page 54: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

53

Müşrik gibi taşa yüz tutmam. Ne kadar değerli olursa olsun, bir taşı onun sevgisine ortak etmem” dedi.

Az sonra padişah, kubbeleri çınlatan sesiyle ihtiyar cellada emrini bildirdi: ”Bu aşağılık kişileri huzurumdan uzaklaştır. Bunlar bulundukları makama layık değiller. Bir taş parçası uğruna buyruğumu çiğneyenler, bulundukları makama layık olamazlar.”

Sultanın buyruğu üzerine, Eyaz tahtın önüne koştu. El etek öperek beylerin affını diledi. Sultan, Eyaz’ın hatırı için suçluları bağışladı.

Page 55: MESNEVİ’DEN HİKÂYELER...Hüsameddin, Mevlana’ya verilen, Hak âşıklarının Hakim Senâ’i (525/1131)’nin Hadîka’sını, Feridüddin-i Attar (627/1230)’ın Mantuku’t-tayr

54

EYAZ'IN ODASI

Gazneli Sultan Mahmud'un Eyaz isminde sadakati ve güzelliğiyle meşhur bir kölesi vardı.

Padişahın ona olan yakınlığını ve güvenini kıskanan düşmanları şikayette bulundular:

"Eyaz'ın sarayda kilitli bir odası var. Altın dolu küplerini, gümüşlerini, bütün biriktirdiklerini orada saklıyor."

Böyle bir şeye ihtimal vermemesine rağmen, padişah da odada ne olduğunu merak etti. Bunu söyleyen beylerden birine, "Bu gece yarısı git, kapıyı aç, odaya gir. Ne bulursan yağma et. Gizlediği her neyse, herkese açıkla" dedi.

O bey, gece yarısı güvenilir otuz kişi ile birlikte meşaleler yakarak, odanın kapısına vardı. Kapıyı hırsla kırarak içeri daldılar.

İçeri girenler sağa sola bakındılar. Yırtık pırtık bir çarık ile eski posttan başka bir şey göremediler. Hazineyi gizlemek için bunları buraya koymuş, altınları yere gömmüştür dediler. Kazma, kürekle odanın her tarafını kazdılar. Tavanı, döşemeyi kaldırdılar. Sonunda bir şey bulamadılar. Söylediklerinden ve yaptıklarından utanarak padişahın huzuruna çıktılar.

Padişah gerçek düşüncesini gizleyerek, "Hani? Söylediğiniz altınlar nerede? Elleriniz bomboş" dedi.