100
MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013 72 BİR CENNET TASAVVURU OSMANLI ŞEHRİ ETİK DEĞERLER VE BAŞARI KEŞKE DEMEDEN ÖNCE ACİL EyLEM PLANI

Mmg dergi sayi 72

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Mmg dergi sayi 72

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013

72BİR CENNET TASAVVURU OSMANLI ŞEHRİ

ETİK DEĞERLER VE BAŞARI

KEŞKE DEMEDEN ÖNCE ACİL EyLEM PLANI

Page 2: Mmg dergi sayi 72
Page 3: Mmg dergi sayi 72
Page 4: Mmg dergi sayi 72

Son derece geniş bir perspektif ile karşınıza çıktığımız ‘Şehirleşme’ dosya konulu geçen sayımızdan sonra, yine dopdolu bir içerikle 72. sayımızda Mimar ve Mühendis Dergisi olarak karşınızdayız. Temmuz-Ağustos dönemlerini kapsayan bu sayımızda özellikle dosya konumuz dahilinde yer verdiğimiz ‘Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği’ başlıklı konumuza sanırım şu dönemlerden daha fazla ihtiyacımız olan başka bir zaman yoktur.

Ekonomik hayatın sistematikleşmesi neticesinde, bireylerin etik bir anlayışa sahip olması, bunu sürdürmesi, bir ahlak boşluğu içerisinde yaşamaktan kurtulması son derece önemlidir. Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır. Bu ortak değerleri de dosya konumuzda kendi meslek örgütümüz ile alakalı da olduğu için daha çok mimarlık ve mühendislik meslekleri üzerinden görmeye çalıştık.

Mühendis içinde bulunduğu oluşturma sürecinden ahlâki, vicdani ve etik açıdan soyutlanamaz.

Mühendisler için hem yurdumuzda hem de dünyada kabul görmüş farlı meslek disiplinlerine göre ufak tefek farklılıklar da gösteren temel etik ve ahlak kuralları vardır. Bu kurallar her an akılda tutulabilecek veya sık sık bakılabilecek yapıda değildir ancak varılmak istenen sonucun ne olduğu ve bunun için ne tür davranış kalıpları geliştirmek gerektiğini anlamak ve özümsemek mümkündür. Biz de buradan yola çıkarak dosya konumuzda ilk olarak Osmanlı Devleti’nde mesleklerin ahlak ve etik kurallarını koyup bunları denetleyen örgüt olan ‘Ahi Teşkilatı’nı inceleme

şansı bulduk. Ülkemizde bu teşkilat ile alakalı olan derneklerle söyleşi imkanları yakaladık. Dahası meslek ahlakı ve mühendislik etiği üzerine uzmanlaşmış kişi ve kurumlardan okuması son derece öğretici olacağına inandığımız makaleler sunma şansı yakaladık.

Tüm bu saydıklarımızdan başka bu sayımızda artık bir gelenek haline gelen şehircilik ve kentsel dönüşüm üzerine yazılar, mimarlık ve gezi yazılarımız ve son derece keyifli olan sinema yazılarımız ile de sizlerle beraberiz.

İyi Okumalar Dileriz

VİCDANINI, KENDİSİ ÜZERİNE GÖZCÜ KOYMAK…

Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik

kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır.

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

MES

LEK

AH

LAK

I VE

HEN

DİS

LİK

ETİ

Ğİ

Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013

Mim

ar v

e M

ühen

dis

Tem

muz

- A

ğust

os 2

013

Say

ı: 72

72BİR CENNET TASAVVURU OSMANLI ŞEHRİ

ETİK DEĞERLER VE BAŞARI

KEŞKE DEMEDEN ÖNCE ACİL EyLEM PLANI

İmtiyaz SahibiMimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir

Sorumlu Yazı İşlerİ müdürüYunus Emre [email protected]

YaYın KuruluMahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar, Atilla Yeğin

Bu SaYıYa KatKıda BulunanlarKadem Ekşi, Ali Kılıç, Dilaver Demirağ, Harun Urul

YaYın danışma KuruluAvni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan KocaarslanProf. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet OsmanlıoğluYrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler

İletİşİm adreSİKuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbulTel: 212 217 51 00Fax: 212 217 22 63Web: www.mmg.org.trE-posta: [email protected]

YaYın Koordİnatörüİsmail Şaş[email protected]

edİtörFatih Göksu

GörSel YönetmenErsan Topuz

renK aYrımıMuhammet Dilsiz reKlamGizem Tokgö[email protected]

Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7Mecidiyeköy/İstanbulTel: 212 273 27 50Fax: 212 273 27 51Web: www.abemedya.com

BaSımBilnet Matbaacılık444 44 03

YaYın türüİki ayda bir yayınlanır.Yerel Süreli YayınÜcretsizdir

Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

ABEMEDYA

Page 5: Mmg dergi sayi 72

SIE_5SM6_AFD_220x280mm_5mm_tazefikir_CON.indd 1 13.06.2013 10:27

Page 6: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis

72ETKİNLİKLER

MAKALE

MAKALE

06

86

83

80

BAYRAMA ULAŞMANIN SEVİNCİNİ YAŞADIKFeSHane’de Bİr BaşKa İFtarMMG’NİN YENİ BAŞKANI MURAT ÖZDEMİR OLDUşeHİrcİlİK manİFeStoSu ve SanaYİleşme

ETİK DEğERLER VE BAŞARImaHmut ÇelİK

BİR SOSYAL SORUMLULUK: İŞ SAğLIğI VE GÜVENLİğİHarun urul

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU'NA FİRMA OLARAK HAZIR MISINIZ?alİ KılıÇ

MAKALE

KİTAPLIK

ÇİZGİ YORUMDAĞDA ÖLÜM90

88MİMARLIKBir Cennet Tasavvuru Osmanlı Şehri

MAKALE

26

Keşke Demeden Önce Acil Eylem

KAPAK

30MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ: “Bana verilen mühendislik unvanını, sağladığı yetkilerin ve yüklediği sorumlulukların bilincinde olarak ülkenin ve tüm dünyanın yararı için tarafsız ve doğru davranmaya, meslek yaşamı boyunca doğaya ve insanlığa zarar vermemeye, bilgi ve becerilerimi sürekli geliştirerek mesleğin saygınlığını, etkinliğini ve toplumun yaşam kalitesini yükseltmeye özen göstereceğime ant içerim” Mühendislik Yemini

Page 7: Mmg dergi sayi 72

26 Mayıs’ta yapılan Mimar ve Mühendisler Grubunun 11. Olağan Genel Kurulunda üyelerimiz, 2013-2015 hizmet dönemi için bizleri görevlendirmiş oldular. Gönüllülük esasına dayanan, mesleği ve toplumu adına bir değer üreterek, almaktan ziyade vermeyi önceleyen bu tür yapıların kurgulanması, kurulması ve sürdürülebilir kılınması kolay olmuyor. MMG’de bizim gerçekte sağlamaya çalıştığımız, gerek prensip ve anlayışın, gerekse faaliyetlerin sürekliliğini sağlayacak bir

yapı oluşturmaktır.

Yapıların sürekliliği, üzerine kurulduğu temellerin ve bağlı olduğu prensiplerin sağlamlığı ile mümkün olabilmektedir. Biz de dergimizin, bu yeni dönemimizde çıkardığımız ilk sayısının konusunu “Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği” olarak belirleyerek gerek işlerimizde, gerekse normal hayatımızda öncelikle esas almamız gereken değerlerimizi hatırlatmak istedik. Bu vesile ile de bu yeni dönemimizin başında, MMG’yi bugünlere getiren ve bundan sonra da faaliyetlerine ışık tutacak olan prensip ve ilkelerini, dergimizin de dosya konusu bağlamında, vurgulamak isterim. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran, 3/104) hükmünü meslek alanlarında da rehber edinerek 1996 yılında dernekleşen MMG hareketi bugün, 2500 civarında üyesi, 5.000-6.000 takip edeni olan, İstanbul dışında Ankara, İzmir, Bursa, Kayseri, Sakarya, Konya, Samsun ve son olarak da Diyarbakır’da şubeleşen, camiamızın saygın bir STK’sı haline gelmiştir.

Ülkemizin içinde bulunduğu durum, ortaya koyduğu hedefler, hemen her konudaki yılların ihmallerini telafi etmek yönünde kısa zamanda yapılması gereken işler ve dünyada gelinen yönetim ve demokrasi anlayışı çerçevesinde katılımcı demokrasinin en önemli unsurlarından biri olarak ortaya çıkan STK’ların etkisi, MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyacı arttırmaktadır. MMG olarak ülkemiz adına değer üretmeye, dönemimize şahitlik yaparken olumlu gelişmeleri müjdelemeye ve duyurmaya, yanlış gördüğümüz uygulamalar hakkında da uyarıcı olmaya çalışırken bize hiza istikamet veren esas prensip ve anlayışımız; “… Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! …” (Hud, 11/112) hükmüdür.

Yani, hakkı hak bilip haklıya teslim et. Yani, bizdendir diye yapılan yanlışlıkları görmemezlikten gelme,

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır”. (Nisa, 4/135)

Yani, bizden değildir diye de kimseye haksızlık etme.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)’tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir”. (Maide, 5/8) Dosdoğru olmak, bir başka ifadesiyle hakkı haklıya teslim etmek için önce neyin hak olup olmadığına karar vermek gerekiyor. Zamanımızda ortaya çıkan sorunlar o kadar karmaşıklaşıp giriftleşiyor ki kişilerin münferiden bütün bu hadiseler i doğru okuyup, yorumlaması ve isabetli karar vermesi oldukça zorlaşıyor. Onun için bu noktada hiza istikametimizi kaybetmememiz için gerek doğruyu ve hakkı tespit etme noktasında, gerekse kararlarımızı alma noktasındaki en önemli prensibimiz Şura/38’de belirtildiği gibi;

"… Onların işleri kendi aralarında şûrâ iledir…"(Şûrâ, 42/38) hükmü,

Ve İstişaredeki usulümüz de ;

"Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Ali İmran, 3/159) usulüdür. MMG olarak her faaliyetimizde HİKMETİ gözeterek İMAR edici olacağız ve toplumumuzla İHSAN’la paylaşacağız. Bütün bunları yaparken de kimsenin kınamasından ve eleştirmesinden de çekinmeden sadece hakkı ve doğruyu teslim etmek adına hareket edeceğiz.

“… (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar…” (Maide, 5/54)

Konulara sağduyu ile yaklaşacak, hakkı hak bilip arkasında duracak, yanlışı kim yapıyorsa da onu üslubunca uyaracak, cesaret ve olgunluğa sahip STK’ların varlığına günümüzde her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu ortadadır. Ve bizim camialarımız adına da, Mimar ve Mühendislik alanında, MMG bu noktada gerçekten büyük bir boşluğu doldurmaktadır en azından bunun çabası içindedir. Bunun için hepimizin bu prensipler etrafında çalışması gerekmektedir. Bizim açımızdan kaynağı itibariyle, evrensel ve ilahi olan değerlerimize bağlı kalarak faaliyetlerimizi yürüttüğümüzde inşallah sonuçlarının bereketini de göreceğizdir.

Beraber üretip, beraber paylaşıp, beraber var olmalıyız. Daha güzel günlerde buluşmak duasıyla,

Murat ÖZDEMİR

MMG Genel Başkanı

DOSDOĞRU OLMAK İÇİN...

Ülkemizin içinde bulunduğu durum, ortaya koyduğu

hedefler, hemen her konudaki yılların ihmallerini

telafi etmek yönünde kısa zamanda yapılması gereken

işler ve dünyada gelinen yönetim ve demokrasi anlayışı çerçevesinde

katılımcı demokrasinin en önemli unsurlarından biri olarak ortaya çıkan

STK’ların etkisi, MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyacı

arttırmaktadır.

Page 8: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 20136 7Mimar ve Mühendis6

ETKİNLİK

Iğdır Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve İktisadi Araştırmalar Vakfı tarafından düzenlenen, Mimar ve Mühendisler Grubu Etik Kurulu Başkanı Avni Çebi'nin de bir sunum ile katıldığı, "Iğdır'da Sürdürülebilir Yaşam kalitesi için Kentsel Dönüşüm" Iğdır Kültür Merkezi'nde yapıldı.

Yoğun bir katılımın olduğu etkinlik, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardım-

cısı Muhammet Balta'nın konuşmasıyla başladı. Bakan yardımcısı Balta, bakan-lığın yaptığı çalışmalardan bahsede-rek Türkiye'nin bir deprem kuşağında olduğunu son Van depreminin bunu bize acı olarak hatırlattığını belirtti. Bakanlık olarak çıkardıkları 6306 sayılı yasa ile afet riski altındaki alanları dönüştürmeyi "önce can ve mal emniyeti esasına" göre başlattıklarını belirterek, Türkiye'nin bir ucunda olan bu etkinliğe katılarak konu-yu ne kadar önemsediklerini ifade etti.

"İnsanımızın kendİne has zevk ve İhtİyaçlarını ortaya koyan şehİrler İnşa etmelİyİz."Seminerde "Kentsel Dönüşümde Çevre ve İnsan / Şehirleşme Manifestosu" adlı bir tebliğ sunan, Mimar ve Mühendisler Grubu Etik Kurulu Başkanı Avni Çebi, konuşmasında şunları söyledi: "Acaba bu yapılaşma Türkiye'nin emeğine, ekonomisine, sosyal ve kültürel meselele-rine, sağlıklı büyümesine, gelir adaletine, geleceğine, bilim ve teknolojisine ve sanayine ne kadar katkı yapacak? Tüm bu sorular, şehirleşmeyi geniş olarak farklı başlıklarda multi disipliner olarak konuşmamızı gerektiriyor. Tarihi ve doğal çevrenin korunmasından şehirlerimizi mamur edilmesine, insan emeğinin korunmasına ve çocuklarımızın sağlıklı bir çevrede büyümesine kadar birçok meseleyi şehirleşme ana başlığı altında incelememiz gerekiyor” dedi. Kentsel dönüşüm konusunda da düşüncülerini aktaran Çebi, “Kentsel dönüşüm birçok

ana ve alt başlığı buluşturan, yalnız bina-ların dönüştürülmesini değil aynı zaman da büyük bir sosyal ve kültürel değişimin de adıdır. Kentsel dönüşüm, gelecek ne-sillerin hakkını koruyan, tarihi ve kültürel mirasa saygılı ve doğal çevreye duyarlı, ekonomik kaynakların adil paylaşımını önceleyen, yerel mimariye ve malze-meye dayalı, iklim gerçeklerine uygun, farklı kültür ve anlayışları mekânda yok etmeyen, dünü, bugünü ve geleceği ile kaynaşmış bir dönüşümün adıdır” diyerek konunun önemine vurgu yaptı.

IĞDIR'DA KENTSEL DÖNÜŞÜM SEMİNERİ

İstanbul Kalkınma Ajansı, 9.Kalkınma Kurulu Toplantısı Dış Ticaret Komp-

leksi Konferans Salonu’nda gerçekleştirdi. İSTKA Yönetim Kurulu Başkanı İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun konuşma-sından sonra geçilen seçim sonucunda, İSTKA’nın Kalkınma Kurulu Başkanı, Başkan Vekili ve Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulunda görev Yapacak Asil ve Yedek Üyeler seçildi. Mimar ve Mühendisler

Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir’in de yedek üyeler listesinde seçildiği İSTKA yönetim kurulunda Başkan olarak TKBB Genel Sekreteri Osman Akyüz seçilirken Başkanvekilliğine de Basım Yayın Meslek Birliği Başkanı Muharrem Kaşıtoğlu seçildi. Ayrıca MMG Ankara Şubesi’de kalkınma kurullarına temsilci gönderecek kurum ve kuruluşların arasına girerek listede yerini aldı.

GENEL BAŞKAN MURAT ÖZDEMİR, İSTKA KALKINMA KURULU'NA SEÇİLDİ

abdurrahman kurt: “konuşarak ve anlaşarak yenİ bİr türkİye”Akil kişilerin gittikleri yerlerde halk tarafından nasıl karşılanıldığı hakkında bilgiler veren Abdur-rahman Kurt, karşılaştıkları sorular ve görüşlerden bahsetti. Dinleyicilerden gelen iki tür tepki oldu-ğunu aktaran Kurt, “Şüphelerimizi size anlatmak istiyoruz. Önce bizi dinleyin, sonra siz konuşun. Böyle yaptığımız yerlerde de bir insan çıkıyor diyor ki; ‘keşke bize anlatsaydınız da biz sorularımızı ondan sonra sorsaydık’ diyorlar.” dedi. Yaşanılan süreci, halkın yönetime katıldığı bir süreç olarak nitelendiren Kurt, sadece sandığa gidip sunulan partilerden birine oy vermekten öteye geçilen bir süreç olduğunu dile getirdi.

mehmet emİn ekmen: “Pek çok farklı mİllet 1000 yıldır beraber yaşıyor”TBMM 23. Dönem Ak Parti Batman Milletvekili ve Akil İnsanlar Heyeti Güneydoğu Bölge Sekreteri Mehmet Emin Ekmen konuşmasında doğuda yaşandığı belirtilen sorunlar ve bu sorunların tarihsel gelişmesini aktardı. Doğudaki Türk-Kürt ilişkileri hakkında bilgiler de veren Ekmen, tarihsel süreçte yaşanan gelişmeleri ve bu gelişmelerin ne tür sonuçlara yol açtığı hakkında görüşlerini dile getirdi. Çanakkale’de yatan ve 1000 yıldır bu ülke-de birlikte yaşamış birçok milletin olduğunu dile getiren Ekmen; “1. Meclisin kuruluşu ve Lozan’daki anlaşmalara bu meclisin ayak diremesinden dolayı 1. Meclisin tasfiyesinden sonra kurulan 2. Meclis, tek tip bir meclisti. Çanakkale’nin ruhunda yer alan ve 1000 yıldır bu topraklarda var olan renkliliği yansıtmıyordu. O dönemde tek tip vatandaş inşa etmeyi hedefleyen bir sistem oluşturdular.

ANKARA'DA AKİL ADAMLAR' KONUŞMALARI

Page 9: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 20136 7

Page 10: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis8

ETKİNLİK

Mimar ve Mühendisler Grubu’nun geleneksel bayramlaşma prog-

ramı Ramazan Bayramı’nın ikinci günü olan 9 Ağustos Cuma günü MMG Genel Merkezinde gerçekleştirildi.MMG yönetim kurulundan Genel Başkan Murat Özdemir, Genel Başkan Yar-dımcılarından Murat Özmen, Yönetim Kurulu Üyelerinden Prof. Dr Ali Osman Öncel, MMG Etik Kurulu'ndan Avni Çebi ve Osman Arı, Yerbilimleri Komisyonu Başkanı Şehmus Yıldırım’ın da katıldığı programda MMG üyelerinin ziyaretleri kabul edildi. Bayramlaşma ve tebrik-

lerden sonra güncel konuların konuşul-duğu programda şehirleşme ve nüfus yoğunluğu konuları hakkında görüş alışverişinde bulunan katılımcılar, Mimar ve Mühendisler Grubu olarak ileride yapılacak uluslararası projeler hakkında, özellikle Avrupa Birliği projeleri üzerinde konuştular. İki saat süren bayramlaşma programı kapsamında ayrıca MMG’nin süreli yayını olarak 2 ayda bir okuyu-cularıyla buluşan Mimar ve Mühendis Dergisi’nin içeriği, gelecekte işlenecek dosya konuları ve bu konulara verilecek destek konusunda görüş alışverişi yapıldı.

BAYRAMA ULAŞMANIN SEVİNCİNİ YAŞADIK

KAYSERİ’DE İFTAR AKŞAMI

MMG ANKARA’DA İFTAR VAKTİ

Mimar ve Mühendisler Grubu Kayseri Şubesi’nin iftar programı 16 Tem-

muz Salı günü Şube Başkanı Celal Dündar Selçuk’un ev sahipliğinde Kayseri DSİ 12. Bölge Müdürlüğü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştiril-di. MMG’nin misyonu, vizyonu ve toplumsal gündeme objektif duruşunun konuşulduğu etkinlikte; MMG’nin geçmişte ve önümüzdeki dönemlerde toplumsal olaylarda “Hikmet-İmar-İhsan” ekseninde vermiş olduğu ve vereceği katkılar masaya yatırıldı.

Mimar ve Mühendisler Grubu Ankara Şubesi 23 Temmuz Salı günü organize edilen geleneksel iftar programında üyeleri ve misafirlerini ağırladı. Gençlik Parkı için-

deki Ankara Büyükşehir Belediyesi İftar Çadırı’nda düzenlenen program birçok bürokrat, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ile çok sayıda mimar ve mühendisin katılımıyla gerçek-leştirildi. MMG Ankara Şubesi Başkanı Yılmaz Ada’nın ev sahipliği yaptığı iftar davetine Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve önceki dönem Başkanı Avni Çebi ve MMG Yerbilimleri Komisyonu Başkanı Şehmus Yıldırım da katılırken, iftar sonrası gerçekleştirilen sohbette MMG’nin gelecek döneme dair çalışma hedefleri, projeleri ile güncel konular konuşuldu.

Mimar ve Mühendisler Grubu Sakarya Şubesi’nin her yıl geleneksel olarak

gerçekleştirdiği iftar programı 26 Temmuz Cuma günü TEİAŞ Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Geleneksel iftar programı ev sahibi MMG Sakarya Şube Başkanı Erol Demiralay'ın yanı sıra MMG Genel Başkanı Murat Özdemir , MMG Etik Kurulu Üyesi ve bir önceki dönem başkanı Avni Çebi, Ak Parti Sakarya Milletvekili Hasan Ali Çelik ile İstanbul ve Sakarya’daki MMG üyelerinin yoğun katılımıyla gerçekleştirildi. İftardan sonrasın-da toplantı salonuna geçilirken, iftara katılan konuklar burada ikramlar eşliğinde sohbet etme imkanı buldular. Ülke ve dünya gündeminin masaya yatırıldığı sohbette, STK'ların artan önemi ve bu önem doğrultusunda MMG'nin gelişmeler karşısındaki tavrı konuşuldu.

SAKARYA ŞUBEDE KEYİFLİ İFTAR

Page 11: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 9

Page 12: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis10

ETKİNLİK

Mimar ve Mühendisler Grubu İzmir Şubesi 18 Temmuz Perşembe günü SGK Narlıde-

re Tesisleri’nde gerçekleştirdiği iftar programında misafirlerini ağırladı. MMG Genel Başkan Yardım-cısı Mahmut Çelik’in de katıldığı iftar programına yoğun ilgi gösterilirken, MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Özturkut gerçekleştirdiği açılış ve selamla-ma konuşmasında şehircilik konusuna değindi. İftar sonrası etkinliğe katılan MMG üyeleri ve konuklar sohbet ederken, Mimar ve Mühendisler Grubu İzmir Şubesi’nin düzenlemiş olduğu iftar programı çay eşliğinde sohbet ile sona erdi. İftar programında MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Öz-turkut, MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik, İzmir İleri Teknoloji Enstitüsü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Güden’in yanı sıra Müs-takil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) İzmir şubesi Başkanı Abdurrahman Çabuk, birçok öğretim görevlileri ve MMG İzmir Şubesi üyeleri ile misafirler de hazır bulundu.

Mimar ve Mühendisler Grubu Bursa Şubesi’nin geleneksel olarak gerçekleştir-

diği iftar programlarının 2013 yılı organizasyonu yoğun katılımla gerçekleşti. MMG Bursa Şube Başkanı Ali Yılmaz’ın ev sahipliği yaptığı iftar programı Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nin bahçesinde gerçekleştirildi. MMG Bursa Şubesi Üyesi Elektrik Mühendisi ve Hadis Doçenti Dr. Halis Aydemir’in Kur’an tilaveti ile başlayan etkinlikte oruçlar açıldıktan sonra MMG Bursa Şube Başkanı Ali Yılmaz bir selamlama konuşması gerçekleştirdi.

İZMİR İFTARIMIZA YOĞUN KATILIM

BURSA'DA GELENEKSEL İFTARIMIZ

MİMAR VE MÜhENDİSLER GRUBU KONYA ŞUBESİ İFTARI GERÇEKLEŞTİ

DİYARBAKIR’DA İFTAR ORGANİZASYONUMUZ

ÜLKENİN DÖRT BİR YANINDA İFTAR YAPTIK

Mimar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi, üyeleri ile birlikte iftar programı gerçekleştirdi. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ve Genel Başkan Yardımcısı

Murat Özmen’in de katıldığı iftar programının açılış konuşmasını MMG Konya Şube Baş-kanı Seyit Ahmet Biçer yaptı. Biçer konuşmasında; hikmet, imar ve ihsan kavramlarını her türlü faaliyetlerimizde göstererek yaşanabilir ve insan ölçekli şehirler kurulması ge-rektiğinin altını çizdi. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ise; MMG hareketini sayılarla özetleyen bir konuşma yaptı.

Mimar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şubesi’nin organize ettiği ve şubenin kuruluşuyla birlikte düzenlediği ilk iftar yemeği, 19 Temmuz Cuma günü DSİ 10.

Bölge Müdürlüğü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen iftar davetine MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve MMG Eski Genel Başkanı Avni Çebi, Diyarbakır İl Müftü Yardımcısı Sırrı Şık, üniversite camiasından dekan ve akade-misyenler, kamu kurum ve kuruluşlardan üst düzey yöneticiler, Mimar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şubesi üyesi ile özel sektörden birçok mimar ve mühendis de katıldı.

MMG Diyarbakır Şubesi’nin Batman‘da organize ettiği ve şubenin kuruluşu ile birlikte düzenlediği ikinci iftar yemeği 30 Temmuz tarihinde TPAO Bölge

Müdürlüğü’nün Sosyal tesislerinde gerçekleşti. Gerçekleştirilen iftar davetine Siirt ve Batman Üniversiteleri’nden Rektör Yardımcıları, Dekanlar ve Akademisyenler ile MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve Eski Başkan Avni Çebi, Kamu Kurum ve kuruluşlardan üst düzey yöneticiler, Mimar ve Mühendisler Grubu üyeleri ile özel sektörden mimar ve mühendisler katıldı.

Page 13: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 11

Page 14: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis12

MMG her yıl geleneksel olarak ger-çekleştirdiği iftar programlarına

24 Temmuz Çarşamba günü Feshane’de gerçekleştirdiği organizasyonla devam etti. Sunuculuğunu MMG Genel Başkan Yardım-cısı Mahmut Çelik’in yaptığı ve Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başlayan iftar programına milletvekilleri, akademisyenler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, MMG üyeleri ve diğer misafirler de katıldı.Sunum görevini gerçekleştiren MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik, MMG’nin vizyonu ve misyonu hakkında kısaca bilgiler verirken, Türkiye’nin ve insanlığın geleceğine ve yarınına ne çeşit bir katkıda bulunabiliriz, bilgimizin zekatını nasıl öderiz, düşüncele-riyle meydana gelen MMG’nin 20 yılı aşkın süredir devam eden mücadelesini anlattı.

bİzde bayraĞı verenler de alanlarla bİrlİkte koşuyorProgramda selamlama konuşması gerçekleş-tiren MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, katılımcılara davete icabet ettikleri için teşek-kür ederek başlarken, MMG’nin kuruluşundan

bugünlere gelmesinde emeği olan tüm MMG üye, dost ve çalışanlarına teşekkür ederek, ahirete intikal etmiş olanlara da Allah’tan rahmet diledi. Ramazan ayının bir infak ayı olduğunu belirten Özdemir, tüm zamanlarda önem verilmesi gereken infak kavramının Ramazan ayı içerisinde daha fazla mana bulduğunu dile getirdi. MMG’de ‘yeni dönem’ sözünün, sadece yönetimin yenilenmesinden dolayı kullanılan bir tabirden ibaret olduğunu dile getiren Özdemir, “bizim gerçekte sağla-maya çalıştığımız, gerek prensip ve anlayışın, gerekse faaliyetlerin sürekliliğini sağlayacak bir yapı oluşturmaktır” dedi.

Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, ortaya koyduğu hedefler ve diğer pek çok konu-daki ihmalleri telafi etmek amacıyla kısa zamanda yapılması gereken işler ve dünyada gelinen yönetim ve demokrasi anlayışı çer-çevesinde katılımcı demokrasinin en önemli unsurlarında biri olan STK’ların etkisinin son derece önemli olduğuna dikkat çeken Özdemir, “MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyaç her dönem artarak gerekmektedir. Son Gezi Parkı olaylarında da görüldüğü gibi kitlelerin kontrollü ya da kontrolsüz harekete geçirilmesinde STK’lar büyük rol oynayabilmektedir."dedi.

FEShANE’DE BİR BAŞKA İFTARMMG her yıl geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programlarına 24 Temmuz Çarşamba günü Feshane’de gerçekleştirdiği organizasyonla devam etti. Sunuculuğunu MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in yaptığı ve Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başlayan iftar programına milletvekilleri, akademisyenler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, MMG üyeleri ve diğer misafirler de katıldı.

ETKİNLİK

Öm

er F

aruk

Kül

tür

Mur

at K

alsı

n

Page 15: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 13

mmG çatı GÖrevİ GÖrüyorYeryüzü Mühendisleri Genel Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür ise yaptığı konuşmada MMG çatısı altında bulunmaktan duymuş olduğu mutluluğu dile getirirken, Murat Özdemir ile yıllar önce MMG inşaat komis-yonundan başlayan bir çalışma ortamlarının olduğunu dile getirdi. MMG çatısı altında Yeryüzü Mühendisleri oluşumunu meydana getirdiklerini dile getiren Kültür, bu oluşum-dan bahsederek konuşmasını noktaladı.

bİrlİk ve beraberlİk varMMG Eski Başkanı ve İTO Başkan Yardımcısı Murat Kalsın yaptığı konuşmada yeni dö-nemde görev alacak yönetimi tebrik ederek, yeni oluşturulan yönetime çalışmalarında başarılar diledi. Geçmiş dönemden beri oluş-turulan sinerji ile birlikte iyi bir beraberlik ve birliğin yakalandığını dile getiren Kalsın, “hangi kurumda olursak, hangi kurumda göreve tayin olursak olalım hiçbir zaman buradaki birlik ve beraberliğimizi kaybetme-dik. Yeni dönemde görev alan arkadaşlarımız ile birlikte de bu birlik ve beraberlik devam edecektir. diye konuştu.

edebİ sadeCe İnsanların deĞİl şehİrlerİn de kuşanması Gerekİrİl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı Ümit Ünal gerçekleştirdiği konuşmasında mesleki bazda konulara yer vererek şehirleş-meden bahsetti. Şehirlerin toplum ve insanlar üzerindeki etkisi hakkında görüşlerini bildiren Ünal, “şehirlerimiz bizi kardeşliğe, hoşgörüye ve paylaşmaya mı götürecek, yoksa inşa etti-ğimiz şehirler bizleri ayrışmaya, çatışmaya ve

karşıtlaşmaya sebep olarak Türkiye’yi tsunami gibi sarmalayan bir kaos ortamına mı götüre-cek? Eğer kardeşliği, hoşgörüyü inşa edeceksek edebi kuşanmamız lazım” diye konuştu.

bİz ÖnCeden zenGİnlİkle İmtİhan olmamıştıkAk Parti İstanbul Milletvekili İdris Güllüce yaptığı konuşmasında geçmiş dönemde yaşanılan sıkıntılardan bahsederek birçok imtihandan geçildiğini sadece zenginlik im-tihanından geçilmediğini dile getirdi. İsmini vermek istemediği bir partinin “bunların ağzı çorba, üstleri tezek kokar” cümlesine atıfta bulunan Güllüce, “çok zengin olmayan bir kültürden geliyoruz ve zenginlikle imtihan olmamıştık. Kızlarımızla oğullarımızla, eşlerimizle imtihan olmamıştık. Bizim za-manımızda nargile içilen yerlerde başörtülü kızlarımızla delikanlılarımız akşam namazı-nı kıldıktan sonra ABD’deki bir üniversitenin eğitim problemlerini tartışmıyorlardı. Şimdi böyle bir imtihanla da muhatap olduk. Aile kavramıyla Allah kimseyi imtihan etmesin ama onunla da imtihan edilecek günlere doğru gidiliyor. Ailenin son Çanakkale olduğunu söyleyen bu millet artık aileden çok kadın kelimesini kullanmaya başlıyor” açıklamasında bulundu. Programa ayrıca; MMG bir önceki dönem başkanı Avni Çebi,

İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı Ümit Ünal, Yeryüzü Mühendisleri Genel Başkanı Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Ak Parti Eski İlçe Başkanı Atilla Üstündağ, İTO Başkan Yardımcısı Murat Kalsın, GÜBRETAŞ Başkan Yardımcısı Yakup Güler, Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı ve MMG Yöne-tim Kurulu üyesi Prof.Dr.Ali Osman Öncel, TAEK Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürü ve MMG Yönetim Kurulu üyesi Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarı Yaşar, Yeryüzü Doktorları Başkanı Kerem Kınık, TGTV Genel Müdürü Kemal Kaya, Deniz Feneri Genel Başkanı Av. Mehmet Cengiz, MMG Denetleme Kurulu Üyesi Kadem Ekşi, akademisyenler, iş adamları ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, MMG üyeleri, çok sayıda mühendis ve genç MMG’liler katıldılar.

Murat Özdemir: “MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyaç her dönem artarak çoğalmaktadır. Son Gezi Parkı olaylarında da görüldüğü gibi kitlelerin kontrollü ya da kontrolsüz harekete geçirilmesinde STK’lar büyük rol oynayabilmektedir."

Ümit Ünal: “Şehirlerimiz bizi kardeşliğe, hoşgörüye ve paylaşmaya mı götürecek, yoksa inşa ettiğimiz şehirler bizleri ayrışmaya, çatışmaya ve karşıtlaşmaya sebep olarak Türkiye’yi tsunami gibi sarmalayan bir kaos ortamına mı götürecek?

Üm

it Ü

nal

Mur

at Ö

zdem

ir

İdri

s Gü

llüce

Page 16: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis14

Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 11. Olağan Genel Kurulu’nda seçilerek göreve

gelen yeni yönetim kurulu ve komisyon üyeleri, gerçekleştirecekleri ilk yönetim kurulu toplantısı öncesinde eski yönetim ve komisyonlarda görevli MMG üyelerini tertip ettikleri yemekte ağırladılar. MMG Genel Merkez’inde gerçekleştirilen yemek ve toplantıda geçmiş dönemde gerçekleştirilen ve gelecekte gerçekleştirilmesi planlanan çalışmalar hakkında konuşan eski ve yeni yönetim kurulu üyeleri ve komisyon başkanları, MMG’nin çıtasını daha yukarılara taşıyabilmek amacıyla, geçmiş dönemde hayata geçirilen başarılı proje ve çalış-maların üzerine eklenecek katkılarla, bu göreve devam etmeleri gerektikleri görüşünde birleştiler.

MMG Kurucu üyelerimizden Osman ARI Ağrı dağından sonra İran'ın ve

Ortadoğu’nun en yüksek dağı olan Dema-vent (5671m.) dağına çıktı. 4-5 Temmuz tarihleri arasında 4 kişilik İranlı bir dağcı ekibi ile gerçekleştirdiği tırmanışla Demavent dağının zirvesine ulaşmayı

başardı. Ağrı dağından daha yüksek olan Demavent dağı tırmanışının zor ve yorucu bir tırmanış olduğunu belirten Osman Arı bu tıramanışın kendisi için iyi bir ''yüksek irtifa tırmanışı'' deneyimi olduğunu belir-terek hedefinin yeni zirvelere tırmanmak olduğunu söyledi.

ESKİ VE YENİ YÖNETİM YEMEKLİ TOPLANTIDA BULUŞTU

DEMAVENT'İN ZİRVESİNDE...

Ziyaret, Süleymaniye bahçesinde Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü

Emir Eş'in Süleymaniye'yi gezdirerek Külliye ve Mimar Sinan hakkında açık-lamalarıyla başladı. Süleymaniye gezisi sonrası kahvaltıya geçildi. Kahvaltı son-rası Süleymaniye Kütüphanesi hakkında Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir Eş'ten bilgi alan Mimar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu üyeleri, toplantı sonrası Süleymaniye'de şu anda gerçekle-şen restorasyon çalışmalarını inceledi.

Mimar ve Mühendisler Grubu 2009-2013 Yönetim Kurulu Başkanı Avni Çebi, yap-tığı konuşmada MMG'nin Süleymaniye Külliyesi ile artık bir aidiyetinin olduğu-nu, her seçilen Yönetim Kurulu üyelerinin ilk olarak Süleymaniye Külliyesi'ni ziyaret ederek vizyon belirlediklerini ifade etti. Mimar ve Mühendisler Grubu'nun 2013'te seçilen Yönetim Kurulu Başkanı Murat Özdemir de Süleymaniye Külliyesi'nin fonksiyonlarının bugün kullanılamadığına dikkatleri çekti.

GELENEKSEL SÜLEYMANİYE ZİYARETİMimar ve Mühendisler Grubu'nun her genel kurul sonrası gerçekleştirdiği Süleymaniye Külliye Ziyareti gerçekleştirildi. Etkinliğe hem 2011-2013 MMG Yönetim Kurulu’nda görev almış hem yeni dönem olan 2013-2015 yılları arası görev alacak hem de MMG'nin kuruluş aşamasından bugünlere gelmesinde görev alan kurucu mimar ve mühendisler katıldı.

OSMANLIOĞLU’NDAN MÜSİAD wAShINGTON ŞUBESİ'NE ZİYARETMMG Yönetim Kurulu Üyesi ve TAEK

Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkez Müdürü Doç. Dr. Ahmet Erdal Os-manlıoğlu, MMG adına 17 Temmuz Çarşamba günü MÜSİAD Washington ofisini ziyaret etti. MÜSİAD Enerji Komisyonu Başkanı Mustafa Albayrak tarafından organize edilen buluşmada ABD Temsilcisi Tayanç A. Gündüz ile görüşülerek ABD’de yürütülen ve yürütülmesi planlanan faaliyetler hakkında bilgiler alan Doç. Dr. Os-manlıoğlu, Gündüz’den ABD`de yaşayan mimar ve mühendislerimizin durumları ve sorunlarına ilişkin bilgiler alarak, ileri vadede yapılabilecek çalışmalarla ilgili istişarelerde bulundu.

ETKİNLİK

Page 17: Mmg dergi sayi 72
Page 18: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis16

Avni Çebi: “Yeri geldiğinde sözün en gü-zelini, en güzel bir şekilde söylemeliyiz.”MMG’nin 11. Olağan Genel Kurulu’nda açılış konuşmasında Avni Çebi, Mimar ve Mü-hendisler Grubu’nun kuruluşundan bugüne kadarki olan sürecini hikmet, imar ve ihsan kavramlarıyla ifade etti. MMG’nin şehirleş-meden bilişime, sanayileşmeden enerji ve-rimliliğine birçok alanda şahitlik ve tanıklık yaptığını söyledi. Konuşmasına Türkiye’de STK’ların önemiyle ilgili tespitler yaparak devam eden Avni Çebi, sözün en güzelini en güzel şekilde söylememizin önemine vurgu yaptı. Bir STK’nın duruş olarak yaşadığı çağın şahidi olduğunun bilincini her zaman koruması gerektiğini, Türkiye’de artık STK’ların bürokrasiden ayrılarak çözümler ve fikirler üretmesinin önemini anlattı.

MÜSİAD Başkan Yardımcısı Ali Rıza Arslan: “MMG’nin inşa edici bir dili var.”MÜSİAD adına selamlama konuşması yapan MÜSİAD Başkan Yardımcısı Ali Rıza Arslan, MÜSİAD’ın gittikçe büyüyen yapısını, kentsel dönüşüme dair özellikle çalışmalar

yaptığını belirtti. MÜSİAD olarak ihracat ve ithalatın arttırılması noktasında önemli bir noktada olduklarını belirten Ali Rıza Arslan, MMG’nin çalışmalarını takdir ettiklerini belirtti.

Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu:“Bu ülkede en ciddi sorun, eğitim sorunudur”Üniversiteler adına selamlama konuşması yapan Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Mimar ve

MMG’NİN YENİ BAŞKANI MURAT ÖZDEMİR OLDUMimar ve Mühendisler Grubu’nun 11. Olağan Genel Kurulu 26 Mayıs tarihinde Eresin Topkapı Hotel’de yapıldı. Genel Kurul sonrası MMG’nin yeni başkanı Murat Özdemir oldu.

Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 20 yıllık sürecinde çok başarılı işler yaptığını söyledi. Mimar ve Mühendisler’in, toplumuzun inşasında rol oynaması gereken çok büyük bir sorumluluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, ülkemizde yaklaşık 170 civarında üniversite olduğunu, bunun 100 civarında devlet okulu, 70 civarında özel kurum olduğunu belirtti. Böyle bir sayı olmasına rağmen, her iki gençten birinin ancak üniversiteye girebildiğini, iş kurmaya önem verdiğimiz kadar, insanı en değerli varlık olarak görüp, üniversiteleri çoğaltmaya dönük çalışmaları da önemseyerek, eğitimi ilk önceliğe almamız gerektiğini söyledi.

ETKİNLİK

Page 19: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 17

2008-2010 yılları arasında MMG’de görev aldığını belirten İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun, hem teknolojiyi hem AR-GE’yi savunan bir anlayışla çözümler ürettiğini, sermayenin sadece para olmadığını, bilgi ve tecrübenin çok daha mühim olduğunu belirtti

Mühendisler Grubu’nun 20 yıllık sürecinde çok başarılı işler yaptığını söyledi. Mimar ve Mühendisler’in, toplumuzun inşasında rol oynaması gereken çok büyük bir sorumluluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, ülkemizde yaklaşık 170 civarında üniversite olduğunu, bunun 100 civarında devlet okulu, 70 civarında özel kurum olduğunu belirtti. Böyle bir sayı olmasına rağmen, her iki genç-ten birinin ancak üniversiteye girebildiğini iş kurmaya önem verdiğimiz kadar, insanı en değerli varlık olarak görüp, üniversiteleri çoğaltmaya dönük çalışmaları da önemseye-rek, eğitimi ilk önceliğe almamız gerektiğini söyledi.

İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı:“Bilgi ve tecrübe, sermayeden çok daha önemlidir”2008-2010 yılları arasında MMG’de görev aldığını belirten İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun, hem teknolojiyi hem AR-GE’yi savunan bir an-layışla çözümler ürettiğini, sermayenin sadece para olmadığını, bilgi ve tecrübenin çok daha mühim olduğunu belirtti. İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, MMG’nin yeni yönetimine başa-rılar dileyerek konuşmasını bitirdi.

MMG Eski Başkanlarından Oral Avcı: “28 Şubat’ı görenler, bugünlerin kıymetini bilmeli ve daha büyük işler yapmaya çalışmalıdır”MMG Eski Başkanlarından Oral Avcı, selam-lama konuşmasında MMG’nin kurulduğu günlerdeki zorlukları hatırlatıp, bugünlere ulaşmasından çok emeklerin verildiğini, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 28 Şubat’ı yaşayanları olarak, bugünlerin çok güzel günler olduğunu, bu fırsatı değerlendirmemiz gerektiğini belirtti.

MMG Eski Başkanlarından Murat Kalsın: “Mimar ve Mühendisler Grubu’nda hem vefayı hem dostluğu görüyoruz.”“Mimar ve Mühendisler Grubu’nda hem vefayı hem dostu görüyoruz” diyerek sözlerine başla-yan MMG Eski Başkanlarından Murat Kalsın, MMG'nin birçok alanda projeler üreterek geleceğin Türkiye'sini inşa edici noktasındaki sorumluluğunun gittikçe arttığını belirtti. MMG’nin çok başarılı bir başkanlık sürecinden geçtiğini söyleyen Murat Kalsın, Abdulkadir Geylani'nin “Kalbini derin kaz ki oradan hik-met pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et” sözleriyle konuşmasını bitirdi.

Page 20: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis18

MMG 2013 Yönetim Kurulu Üyeleri- MURAT ÖZDEMİR Genel Başkan- OSMAN ŞAHBAZ Genel Başkan Yardımcısı (Mali ve İdari İşler)- MURAT ÖZMEN Genel Başkan Yardımcısı (Şubeler ve Kurumsallaşma)- MAHMUT ÇELİK Genel Başkan Yardımcısı (Tanıtım, Basın-Yayın, Dergi)- ALİ REYHAN ESEN Genel Başkan Yardımcısı (Şehircilik ve Çevre Komisyonları)- Prof. Dr. ALİ OSMAN ÖNCEL Yönetim Kurulu Üyesi (Bilim, Üniversite ve Proje Komisyonları)- Doç. Dr. AHMET ERDAL OSMANLIOĞLU Yönetim Kurulu Üyesi (Enerji ve Maden Komisyonları)- MESUT UĞUR Yönetim Kurulu Üyesi (Sanayi ve Tekno-loji Komisyonları)- KUDRET ÇETİN Yönetim Kurulu Üyesi (Gıda, Tarım ve Hayvancılık Komisyonları)- SERKAN CANTÜRK Yönetim Kurulu Üyesi (Kurumsal İlişkiler)- YAVUZ SARI Yönetim Kurulu Üyesi (Genç MMG)

MMG 2013 Komisyon Başkanları- Ş EHMUS YILDIRIM Yerbilimleri Komisyon Başkanı- MURAT SEVEN Ulaşım Sistemleri Komisyonu Başkanı- Selami KESKİN İnşaat Komisyonu Başkanı- ADEM ŞAHİNOĞLU Mimarlık Komisyonu Başkanı- MUSTAFA YALÇINKAYA Şehir Planlama ve Harita Komisyonu Başkanı- İsmail ÖZKAYA Çevre Komisyonu Başkanı- BÜLENT ŞEN Enerji Komisyonu Başkanı- NİHAT ISMUK Gıda ve Tarım Komisyonu Başkanı- Harun URUL İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyon Başkanı- MEHMET KÜRŞAT ÇAPAR Bilişim Teknolojileri Komis-yonu Başkanı- YRD. DOÇ. DR. YALÇIN BOZTOPRAK Proje Geliştirme Komisyonu Başkanı - HAKAN KARABAY Makine Komisyonu Başkanı

MMG Yeni Dönem Genel Başkanı Murat Özdemir: “Yeni Dönemde çalışmalarımızı daha da arttı-racağız”

MMG’nin 11. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Başkanı seçilen Murat Özdemir, 2009’dan bu yana artan ivmeyi, daha yukarılara taşımaya çalışacaklarını belirterek, MMG'nin Avni Çebi Başkanlığında (2009-2013) ivme-sinin daha yukarı çıktığını belirten Murat Özdemir, yeni dönem için mimarlık ve mühendislik alanlarında disiplinlerarası çalışmalara hız verileceğini belirtti. Murat Özdemir, ayrıca kendisini bu göreve uygun gören tüm arkadaşlara ve Mimar ve Mühendisler Grubu’na teşekkür etti.Program, plaket takdimi ve toplu fotoğraf çekimiyle sonlandı.

Selamlama konuşmalarından sonra Divan Heyeti’ne geçildi. MMG Yönetim Kurulu Baş-kanları ve Genel Başkan için şu isimler önerildi ve kabul edildi:

ETKİNLİK

Page 21: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 19

Page 22: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis20

HABER

Türkiye'de sivil toplum çok önemli, ama yeterince büyüyemiyor, gelişemi-

yor ve üretemiyor. Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin daha yürekli ve cesaretli duruş sergileyerek, bir lobi olmaktan çok toplumun ortak aklının merkezi olması gerekliliği-nin bilincine varması gerekiyor. Mimar ve Mühendisler Grubu olarak bizler, elimizden geldiğince ortak akıl konusunda duyarlılığı-mızı gösterdik.

şehİrleşme meselemİzMMG olarak her zaman gündemi takip eden, kendi gündemini de üreten bir duruş sergiledik. Son zamanlarda MMG olarak şe-hirleşme alanında özellikle çalışmalar yaptık. Türkiye'nin şehirleşmesi, gelecek adına çok önemlidir, çünkü bizler son 30 - 40 yıldır sağlıklı bir şehirleşmeyi henüz uygulama-ya koyamadık. Belki şehirleşmenin nasıl olması gerektiğini mimar ve mühendisler olarak konuştuk, söyledik ama uygulama noktasında ve düşünce alanında tartışmaları-mızda ortaya bir şey koyamadık. Şehirleşme alanlarımız bir çöküntü alanlarına döndü, sosyal donatı alanlarımız azaldı, yeni alanlar üretilemedi, var olan alanlara da sağlıklı bir altyapı hizmeti verilememesinden dolayı hem kültürel hem sosyal sağlıklı sürdü-rülebilir bir büyümeyi gerçekleştiremedik. Şehirleşmemiz çeşitli süreçlerden geçti; önceleri müstakil evler, sonra müteahhitlerce gerçekleştirilen yap-sat tarzı apartmanlar ve geldiğimiz son noktada da çok katlı rezi-danslar inşa ediyoruz. Bu yapılar AVM'lerle birlikte Türkiye'nin kentsel mekânını yeniden yapılandırmaktadır.Acaba hakikaten bu yapılaşma Türkiye'nin emeğine, ekonomisine, sosyal ve kültürel meselelerine, sağlıklı bölüşümüne, adaletine, geleceğine ne kadar katkı yapacak? Tüm bu soruları, şehirleşmeyi geniş geniş başlıklarla konuşmamız gerekiyor. Tarihi ve doğal çev-renin korunmasından şehirlerimizi mamur edilmesine, insan emeğinin korunmasına kadar birçok meseleyi şehirleşme ana başlığı altında incelememiz gerekiyor. MMG olarak şehirleşmeye çok önem veriyoruz, bu yüzden de her yıl 6 adet çıkarttığımız Mimar ve Mühendis dergisinin bir sayısını şehirleş-meye ayırıyoruz. Türkiye'de şehirleşme nasıl olmalı, neden bir akıl tutulması yaşıyoruz,

niye bu hırs, bu tamah? Sonunda acaba sürdürülebilir bir şehirciliği sağlayabilecek miyiz? Yaşanabilir şehirler kurabilecek mi-yiz? Ürettiğimiz mekânlarda barışı, huzur ve saadeti gerçekten sağlayabilecek miyiz?

rant ekonomİsİnden deĞer ekonomİsİneBildiğiniz gibi dünyadaki tüm ekonomik kriz-ler, konut fiyatlarının yükselmesiyle mey-dana gelir. Özellikle Amerika'da, İspanya'da son yaşanan krizler, daha önce Singapur'da, Japonya'da ve Uzakdoğu ülkelerinde yaşanan krizlerin hemen hepsinin altında, konut fi-yatlarının şişmesi bulunmaktadır. Türkiye'de maalesef fiyatlar da bu seviyelere gelmiştir. Şu anda ekonominin patlamaması, yakın zamanda patlayamayacağı anlamına gelmez. Türkiye, genç nüfus olma avantajını farklı alanlara kaydırarak, özellikle sanayileşmesini sağlayarak, geliştirerek Ar-Ge'ye, inovasyona, bilgi ve teknolojiye yatırım yaparak ancak kendisini geliştirebilir ve ayakta durabilir. Çünkü yatırım az önce saydığım alanlarda yapılırsa değer üretilir, konut üzerinden ya-pılırsa rant üretilir. Türkiye'de rant, bir kısım insanların kamunun imkânlarını kullanarak, emsal artışlarıyla, projelerinin güzergahlarını değiştirerek yaptıkları, sonunda geniş toplum kesimlerine maliyet getiren bir kazançtır. Ama değer ise sabırla alın teriyle azimle akıl ile aşk ile adil bir paylaşım üzerinden üreti-len değerlerdir. Bu değerler toplumu sağlıklı bir büyümeye, adil bir paylaşıma ve huzura

doğru götürür. Bugün Almanya'nın şehirleri, yaşanılası şe-hirlerdir. İngiltere'de, İspanya'da birçok şehir, Türkiye'deki şehirlerden daha yaşanılası şehirlerdir. Türkiye'deki çoğu insanımız üst üste yaşıyor, çocuklarımız sokak aralarında oynuyor, yaşlılarımız apartmanlarda hapsol-muş durumda… Tüm bu soruların cevabını şu anda içinde bulunduğumuz kentsel dönüşüm sürecinde cevaplayabilmemiz lazım. Türkiye içinde bulunduğu durumla birlikte ya ken-disini dönüştürecektir, geleceğini şimdiden inşa edecektir, ya da kendisini çıkmaza doğru sokacaktır.

İnsan, toPrak ve mülkİyet Şehirleşme Türkiye'nin en büyük sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Tabi, mevcut yönetimde olan arkadaşlarımız da bu duru-mun yeni yeni farkına varmaya başladılar. Kentsel dönüşüm'le ilgili son yaptıkları bir toplantıda Çevre ve Şehircilik Bakanımız "Kentsel dönüşüm'ü bir ranta çevirirsek ülkeyi batırırız" dedi. Kendisi itiraf etti. Gerçekten de öyle. Nüfus artışıyla birlikte bu kadar konut üretmenin önüne geçmezsek, yarın Türkiye'nin nüfusu yaşlandığında karşı-mıza ne gibi sorunlar çıkacaktır? Tamamen müteahhitlerin hırs ve tamahına teslim edilmiş bir ülkede yaşıyoruz. Gerçekten de toprak, insan ve mülkiyet arasındaki o ilişkiyi sorgulamaya başlamamız lazım. Artık yeni bir mülkiyet anlayışı geliştir-memiz gerekiyor. Nasıl ki insan vücudu 6 ayda bir kendisini yeniliyorsa, mülkiyetin, kamunun elindeki tasarruf hakkının yenile-nebilmesi lazım ki, yeni oluşan durumlarda ülke kendisini yenileyebilsin, yeni formlar ve sosyal donatı alanları oluşturabilsin. İnsanın çevreyle olan bağını kuvvetlendirebilsin, kaybettiği toprakla olan ilişkisini yeniden düzenleyebilsin. Bu ülkede artık, ülkenin birikimleri bir kısım insanlara kamulaştırma adı altında verilmemesi gerekiyor. Kullanım hakkının olduğu bir sistem geliştirerek, kamu, kamu adına, gelecek nesiller adına kullanım hakkında tasarruf yapma hakkına sahip olması lazım. Bu algının geliştirilmesi gerekiyor. Araziyi üreten devlettir. Devlet, ilk arsa üretiminde emsalleri düşük tutması la-zım ki, daha sonraki ihtiyaçtan dolayı oluşan emsal artışlarına kamu oluşan değere ortak

ŞEhİRCİLİK MANİFESTOSU VE SANAYİLEŞMESivil toplum kuruluşları, duruş olarak yaşadığı çağın şahidi olduğu bilincini her zaman koruması gerekir, Türkiye’de artık sivil toplum kuruluşlarının bürokrasiden ayrılarak çözümler ve fikirler üretmesi önemlidir.

2009-201 3 MMG GENEL BAŞKANI AVNİ ÇEBİ'NİN GENEL KURUL KONUŞMASI

Page 23: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 21

olabilsin. İstanbul'da emsal artışı ve nitelikli yatırımlarla oluşan rantın büyük bir kısmının kamuya aktarılması lazım ki, o ranttan Hak-kari'deki, Şırnak'taki ya da bir başka şehirdeki vatandaş da hak olarak faydalanabilsin. Eğer biz bu dengeyi kuramazsak, büyük kentler-deki yoğunlaşmayı önleyemeyiz. Dolayısıyla gelir adaletini, ranttan değere doğru çevire-cek yeni bir konsepte, paradigma değişimi-ne ihtiyaç vardır. Eğer bunu yapamazsak, yapacağımız her şey rant ekonomisine katkı sağlayacaktır. Konut fiyatlarında ne arttı? Mesela 10 sene önce bir insanın 5-6 sene çalışarak elde ettiği konuta, bugün 20-30 sene çalışarak elde edemiyor. Ne değişti? Yerimiz mi yok? Türkiye'de bir alan sorununun olmadığı halde neden çok katlı yapılar tercih edil-meye başlandı? Türkiye, nüfus yoğunluğu açısından Avrupa'nın en sakin ülkelerden birisidir. Türkiye'de nüfus yoğunluğu 100'ün altında 97'dir, Almanya'da 221'dir, İngil-tere ve Hollanda'da 400'dür. İsviçre'de 180 civarındadır. Dolayısıyla tüm bu ülkelerde ülke nüfus yoğunluğu fazladır ama ülke nüfus yoğunluğu ile yerleşim yeri nüfus yoğunluğu arasındaki ayrımı yapmamız gerekiyor. Yerleşim yeri nüfus yoğunluğu açısından baktığımızda neden Türkiye, tüm bu saydığımız Avrupa ülkelerine göre daha

yoğundur? Çünkü çok yoğun bir yerleşim modelimiz var ve arazilerimizi nasıl ranta çeviririz, bunun hesabındayız. Öncelikle araziden rant elde etmeyi bırakmamız ge-rekiyor. Hiçbir belediye yönetimi oturduğu yerde emsal artışı yapamaz, emsal artışın-dan doğacak rantı bir kısım insanlara akta-ramaz. Biz, bunları düzenlediğimiz zaman siyasetin dilini de revize etmiş olacağız. Bugün Türkiye'de siyaset de maalesef ülke için değer üretmekten çok rant üretmeye odaklanmış durumdadır. Tüm bu sorunların en başında arazi mülkiyeti yatıyor. Eğer biz, arazi ile ilgili politikalarımızı sürdürülebilir, insani, gelecek nesillerin hakkını hukuku-nu koruyacak şekilde düzenleyemezsek, şehirlerimizi fark etmeden azap şehirlerine dönüştürmüş oluruz. Hem çok katlı yapılara hapsoluruz, hem yaşam alanlarımız azalır, hem kendi kendimizi felakete sürüklemiş oluruz, hem de geleceğimizi tehlikeye atmış oluruz.

İstanbul şehİr sİluetİ Bu noktaya gelmişken, İstanbul şehir silueti ile ilgili bir açıklama yapmak istiyorum. Bildiğiniz gibi İstanbul şehir silueti ile ilgili birçok çalışmalar yaptık, faaliyetler düzenledik. Basın bildirileri yayınladık, yürüyüşler yaptık, Avrasya Koşusu'nda ey-lemler düzenledik. Şu anda Zeytinburnu'nda yapılan çok katlı binaların yıkılmasıyla ilgili idari mahkemeden yıkım kararı çıkmış durumda. Fakat mahkeme kayıtlarını okuduğumuz zaman, arada şöyle bir cümle geçiyor, "kamu, kamulaştırma yaparak binaları tıraşlayabilir." Burada kamulaştırma yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Çünkü o

binaların arazileri alındığı zaman emsaller 1'idi. Firma emsal artışı talebinde bulunarak 1 den 2.5'a çıkarıldı. Uygulama da emsal 4.5'a çıktı. Firma orayı alırken 40 milyon TL’ye aldılar, otomatikman emsal artışıyla 100 milyona TL’ye çıkardılar. Yaptıkları uygulamalarla da ham arsanın bedelini 150 milyona çıkardılar. Şimdi devlet neden bunlara böyle bir bedel ödeyecek? Bu bedeli onlara ödemeye kimsenin hakkı yoktur. O arkadaşlar yaptıkları yanlıştan dönmeli ve toplumdan özür dilemelidir. Doğru olan da budur. Kimse, kimsenin hakkını, kimseye kamulaştırma bedeli diye olarak ödeyemez. Çünkü şöyle düşünelim: Merkezi ya da yerel belediye olabilir, bu arkadaşlar emsali arttı-rırken kamuya hangi değeri aktarmıştır? Bir bedel aktarmış mıdır? Aktarmışlarsa bunu açıklasınlar ilk önce. Dolayısıyla bu haksız ve adil olmayan bir kazançtır.

kentsel dÖnüşüm ve GeleCeĞİmİzTürkiye kentsel dönüşüm sürecinde şehir-lerini hızla dönüştürürken, adil çözümler üretmelidir. Kamu vicdanını rahatlatmamız gerekiyor. Şehirleşme sadece bina yığını demek değildir. Şehirleşme kültürel, sosyal, insani değişim programı olarak; Türkiye'nin önümüzdeki 100 yılını tamamlayacak büyük bir dönüşümün adıdır. Bu süreci sağlıklı, hak hukuk gözeterek yürütmemiz gerekiyor. Devletin özellikle İstanbul'da ve diğer büyükşehirlerde yoğunluğu arttırma-ması lazım. Bununla ilgili çözümler vardır, yapılabilir, uygulanabilir. Çözümsüzlük diye bir şey yoktur. Allah insana akletmeyi vermiş ama aklınızı vicdanınızla birlikte kurguladığınızda doğru ve adil çözümler

Acaba hakikaten bu yapılaşma Türkiye'nin emeğine, ekonomisine, sosyal ve kültürel meselelerine, sağlıklı bölüşümüne, adaletine, geleceğine ne kadar katkı yapacak? Tüm bu soruları, ve şehirleşmeyi geniş başlıklarla konuşmamız gerekiyor. Tarihi ve doğal çevrenin korunmasından şehirlerimizin mamur edilmesine, insan emeğinin korunmasına kadar birçok meseleyi şehirleşme ana başlığı altında incelememiz gerekiyor.

Page 24: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis22

Türkiye, genç nüfus olma avantajını farklı alanlara kaydırarak, özellikle sanayileşmesini sağlayarak, geliştirerek Ar-Ge'ye, inovasyona, bilgi ve teknolojiye yatırım yaparak ancak kendisini geliştirebilir ve ayakta durabilir. Çünkü yatırım az önce saydığım alanlarda yapılırsa değer üretilir, konut üzerinden yapılırsa rant üretilir. Türkiye'de rant, bir kısım insanların kamunun imkânlarını kullanarak, emsal artışlarıyla, projelerinin güzergahlarını değiştirerek yaptıkları, sonunda geniş toplum kesimlerine maliyet getiren bir kazançtır. Ama değer ise sabırla alınteriyle, azimle, akıl ile, aşk ile, adil bir paylaşım üzerinden üretilen değerlerdir. Bu değerler toplumu sağlıklı bir büyümeye, adil bir paylaşıma ve huzura doğru götürür.

üretebilirsiniz. Dolayısıyla Türkiye'de nüfus yoğunluğu problemi yoktur. Türkiye artık nüfus yoğunluğunu; yerleşim yeri nüfus yoğunluğunu azaltmaya yönelik politikalar üretebilmesi gerekiyor. Şehri inşa ederken insanların kültürel ve etnik yapılarını, sosyal ve ekonomik durumlarını, yabancı ve yerliliklerini hesaba katarken aynı zamanda yaş gruplarını da değerlendiren bir sistem içinde bakmamız gerekiyor. Bugün yeni bir toplum yapısı, yeni bir dil, yeni bir medeniyet anlayışı üre-tebilmemiz lazım. Yerimiz mi dar? Bildiğiniz üzere Türkiye şu anda 780 bin kilometre-kare üzerinde 76 milyon insanın yaşadığı bir ülke. Şu anda Türkiye bulunduğumuz bölge içersinde; yani Irak’ı saymıyorum ama Avrupa ülkesi olduğumuzu söylüyoruz ya hani Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz ve gelişmiş ülkelerden biri olmaya çalışıyoruz; bu ülkelere baktığımız zaman Türkiye nüfus yoğunluğu olarak bu ülkelerin hepsinden çok çok az; ama bizde asıl sorun yer darlığı değil gönül darlığı. Aynı zamanda anlayış darlığı, aynı zamanda akıl tutulması, biraz da ahlaki erozyon.Bugün, Türkiye'de nüfus yoğunluğu diye bir problem yoktur. Türkiye 780 bin km2, nüfus 76 milyon, nüfus yoğunluğu km2’ye 97 kişi. Hollanda 41 bin 543 km2, 16 milyon 850 bin kişi yaşıyor, nüfus yoğunlu-ğu 405 ki Hollanda’nın topraklarının %25’i denizden kazanılmış, dolgu ile yapılmıştır

ve Hollanda bu küçük alanda dünyanın en büyük tarımsal üretimini yapmaktadır ve siz Hollanda’ya gittiğiniz zaman şehirlerde hiçbir yoğunluk hissetmezsiniz. Hollanda’yı bizim Konya ile karşılaştırabiliriz. Konya 39 bin km2 yaklaşık Hollanda kadar, nüfusu 2 milyon 100 bin nüfus yoğunluğu 50. Yani Hollanda’ya göre 8 kat daha az. Aynı şekilde İsviçre’ye gittiğimiz zaman, orası da Konya kadar bir yer, 8 milyona yakın insan yaşıyor, oranın nüfus yoğunluğu 188. İsviçre Türkiye’ye çok benziyor. Orası dağlık bir ülke 185 metre ile 4000 metre arasında değişen yükseklikler var. İngiltere de 131 bin km2 de 53 milyon insan yaşıyor nüfus yoğunluğu 407 yani Türkiye’nin 4 mislinden fazla siz orada bir yoğunluk hissetmiyor-sunuz. Şöyle bir mazeret kabul edilemez; “işte Almanya çok düz, İngiltere çok düz, işte biz ondan dolayı kentlerimizi çok yoğun yapmak durumundayız, alan sorunumuz var, yer sorunumuz var.” Bu bir gerçek değil. Buna yalan demek istemiyorum bir bilgi eksikliği olarak görmek istiyorum ve bir akıl tutulması olarak görüyorum. Aynı şekilde İtalya, Türkiye’ye göre iki misli daha yoğun. Japonya; toprakları Türkiye’nin yarısı kadar, nüfusu Türkiye’nin aşağı yukarı iki misli, nüfus yoğunluğu da 3,5 misli. Bu ülkelerde insanlar inanın ki bizden daha rahat, daha sakin şehirlerde daha huzurlu yaşıyorlar. Sürdürülebilir dediğimiz, erişilebilir dediği-miz şehirler, insanların bisiklet kullanarak işlerinden evlerine gidebildiği, olabildiğin-ce açık uçlu toplumun bütün kesimlerini kucaklayan şehirler.Bugün öncelikli olarak devletin yapması gereken en önemli şey, arazi üretmesidir.

Arazi üretilirse konut maliyetinin içinde en büyük yer tutan arsa maliyetleri düşecek, ekonomiye yansıyacak ve konut fiyatları düşecektir. Bizim artık, gelecek nesillerin hakkını ve hukukunu düşünen projeler yapmamız gerekiyor. Bu konuları Mimar ve Mühendisler olarak yüksek sesle dile getir-memiz gerekiyor.

sanayİleşme strateJİmİz ne olmalı?Tabii, Türkiye'nin sanayileşmesi ve büyü-mesi de çok önemli. Türkiye'nin mevcut sanayi yapısını değiştirmesi gerekiyor. Çok katlı binalarda kullanılan birçok teknolojik ürünün ithal olması, sanayi noktasında nerede olduğumuzu gösteriyor. Örneğin enerji verimli pompa diyoruz ama bizim bir pompacımız dahi yok! Türkiye'de sanayi ala-nında lokomotif olacak çalışmalar var ama yeterli değil. Hep bir "babayiğit" arıyoruz. Bakan çok güzel ifade etti geçenlerde: "Baba-yiğiti bir türlü bulamıyoruz. Baba buluyoruz yiğit değil. Yiğit buluyoruz baba değil. Biz ya baba bulucaz onu yiğit yapıcaz, ya da yiğit bulucaz onu baba yapacağız. İşte Türkiye'nin geldiği nokta… Raylı sistemlerde Türkiye, 50 yıl kay-betmiştir. Önümüzdeki 20-25 yılda çok büyük yatırımlar yapılacaktır. Devlet, kendi inisiyatifini kullanarak sanayisini güçlen-dirmesi gerekiyor. Aynı şekilde uluslararası standartlara bağlı kalarak sivil uçağımızı gerçekleştirmemiz zor görünüyor. Bu alanda uluslararası çok sıkı standartlar var. Bu standartları sağlamadığınız bir durumda kendi ürettiğimiz uçağınızı uluslararası uçurmanız mümkün değil. Türkiye’nin bu

HABER

Page 25: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 23

alanda ilerlemesi uzun zaman alır. Ancak her zorlukla birlikte bir kolaylıkta vardır. Bunu sağlayacak azim ve çalışmamızdır. Şu anda Türkiye'de alıcı bulan otomobillerin % 80'i ithaldir. Tamamen ithal. Türkiye'de üretilen otomobillerin parçalarının da % 70'i ithaldir. Konfora dayalı ve bireysel bir ürün olduğu için yerli olan otomobili üretip satmakta zorlanabiliriz. Dolayısıyla bizim, insan gücümüzü en güzel şekilde değerlen-direbileceğimiz alanlardan birisi, devletin merkezi ve yerel yönetimler olarak bizzat alı-cısı olduğumuz raylı sistemlerdir. Ankara'da yapılan raylı sistemler ihalesine %51 yerli şartı getirildi. Bu yerlileşmeyi teşvik ve cesa-retlendirme açsından çok önemlidir. Türkiye, malzeme sektöründen yazılım sektörüne kadar birçok alanda büyümeyi hedeflemelidir. Sanayileşme stratejimizde tetikleyici ve manivela görevi görecek sektör-lere ihtiyaç vardır. Raylı sistemler bu noktada 1. öncelikli alan olarak alınmalıdır. Türkiye önümüzdeki 20 yılda şehir içi ve şehirlera-rası raylı sistemlere 80 milyar $ civarında yatırım yapacaktır. Savunma Sanayi'de son zamanlarda çok başarılı olduğumuz bir alandır. Savunma Sanayi ve Raylı Sistemler Sektörü, standartlarını kısmen bizlerin oluş-turması açısından gelişmemiz ve kalkınma-mız için lokomotif sektörelerdir. Dünyayı artık standartlar yönetiyor. Ülkeleri ve hatta sınırları bile… Doğru bir tanımlama yapmamız gerekiyor sanayileşme için. Bu noktada Almanya ile Kore'yi karşılaştırmak istiyorum. Almanya birçok gurbetçimizin çalıştığı ve aileleri ile birlikte yaşadığı bir ülke. Almanya ile geçmişimiz çok eskilere dayanıyor. Kore

ise 1951 yılında birlikte savaştığımız bir ülke. Bir taraftan bu iki ülkenin durumuna bakın diğer taraftan Türkiye'nin durumu-na… Bugün Türkiye Nükleer Santral için girişimlerde bulunuyor. Türkiye ile Kore aynı tarihlerde nükleer çalışmalarına baş-lamasına rağmen, bugün Kore'de 17 tane nükleer santral var. Enerjisinin % 39'unu bu santrallerden karşılıyor. Açık ve net konuşmak istiyorum. Türkiye'nin Ruslarla yaptığı Mersin Akkuyu Nükleer Santral anlaşmasında -Şartname-nin hepsini okudum, söyleyeceklerimi de Enerji Bakanımızın olduğu bizim Ankara’da düzenlediğimiz panelde bizzat söyledim, o yüzden burada söylemekte de bir beis gör-müyorum. Anlaşmada teknoloji transferi ve yerli teknoloji kullanımıyla ilgili açık hiçbir madde yoktur. Bizim orada dile getirdiğimiz bu eksikliğin, yeni yapılan Japon'larla çalış-mada olumlu etkisini gördük, konuşmala-rımızın etkili olduğunu görüyorum. Bunları gerçekten konuşmamız lazım. Nükleer teknoloji sadece bir enerji üretimi değildir ki? Yeni bir bilgi birikimi, yeni malzemeler, daha hassas teknolojiler, yeni organizasyon şekilleri, yeni bir bakış açısıdır Türkiye için nükleer teknoloji…Türkiye'nin enerji üretiminde teknoloji ve birincil enerji kaynakları açısından yurt-dışına ciddi bağımlılığı var. Türkiye, kendi yerli kömürünü dahi enerji üretiminde kendi santrallerinde kullanamıyor, dışarıdan kömür ithal ediyor. Enerjide dış kaynağa bağımlılığımız % 73. Bu çok yüksek bir değerdir. Bunu düşürmek için yerli kaynak-larımızı kullanmalı ve enerji verimliliğine önemsemeliyiz. Yalnızca kömüre enerji

üretiminde kullanmak için 4 milyar $ ithal olarak harcamışız. Türkiye'nin artık kendi kaynaklarını görmesi ve çeşitlendirmesi gerekiyor.

eĞİtİmde dİl ve metot sorunuSon olarak, Türkiye'de eğitimde de maalesef bir akıl tutulması yaşanıyor. Çocuklarımız 4. sınıftan sonra dershanelerde büyük bir azap içerisinde büyümektedirler. Ve bu çocuk-lar, merak duygusunu, keşfetmenin tadını alamadan büyüyorlar. Yoğun test sorularını saatlerce çözmekten dolayı çocuklarımızın çoğu küçük yaştan itibaren gözlük kulla-nıyor. Çocukların gerçek kabiliyetlerinin ortaya çıkarılacağı bir sistemi inşa edebil-meliyiz. Türkiye'de aileyi, insanı, çocuğu merkeze alan eğitim modellerine ihtiyacımız var. Çocuğun büyüyebileceği alanı kentte oluşturarak çocukla mekân arasındaki ilişkiyi doğru okumamız gerekiyor. Biz, 60-70 kişilik sınıflarda başarıyı yakalayamayız. Çocukları-mız dershanelerde şaşı olacak derecede soru çözmeye mecbur kalmamalı, kendilerine ait ilgi alanlarını keşfederek öğrenmeli, sokak-larda yürüyebilmeli, koşabilmeli, keşfederek yaşamalı… Bir insanın en büyük edinimi, kendi kabiliyetlerini kendisinin keşfederek fark edebilmelisidir. Eğitimin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Son 10 yılda kaç tane bakan ve sistem değiştirdik bilen var mı? Ayrıca üniversitelerde yabancı dil öğrenimine de karşıyız, üniversitelerimiz yabancı dille değil, Türkçeyle ders vermelidir. Ancak her bireyimiz birkaç dil öğrenmelidir, eğitimde öncelik anadildir. Anadille ancak rüya göre-bilir, hayaller kurabilir, şiir yazabilir, felsefe yapabilir, muhakeme edebilir ve dünya ile sağlıklı ve özgüvene dayalı etkileşime geçebi-liriz. Biz yabancı dili gerektiği zaman bir alet gibi kullanmalıyız. İşi yapan eldir, alet ona mahir usta ise yardımcı olur, işini kolay-laştırır, pense gibi… Türkiye'nin aydınlık bir geleceği için Mimar ve Mühendisler olarak hikmet, imar ve ihsan kavramlarını önemsi-yoruz. Hepimiz önemsemeliyiz.

Türkiye kentsel dönüşüm sürecinde şehirlerini hızla dönüştürürken, adil çözümler üretmelidir. Kamu vicdanını rahatlatmamız gerekiyor. Şehirleşme sadece bina yığını demek değildir. Şehirleşme kültürel, sosyal, insani değişim programı olarak Türkiye'nin önümüzdeki 100 yılını tamamlayacak büyük bir dönüşümün adıdır. Bu süreci sağlıklı, hak hukuk gözeterek yürütmemiz gerekiyor.

Page 26: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis24

Öncelikle MMG gibi bir oluşumu düşü-nen, hayal eden, kurgulayan, oluşturan

ve bugünlere gelmesinde emeği olanlardan ahirete intikal etmiş olanlara rahmet, hayatta olanlara da teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Sonrasında benim bu derneğe üye olmama vesile olan, MMG’yi bana kazandıran Emrullah Hamidi ağabeye teşekkür ederim. Sonrasında 2007-2009 döneminde İnşaat ko-misyonu çalışmalarına beni davet eden Ömer Faruk Kültür hocama ve bu imkanı sağlayan o günkü başkanımız Murat Kalsın Bey’e teşekkür ederim. 2009-2011 döneminde İnşaat Komis-yonu Başkanı, 2011-2013 döneminde Yönetim Kurulu üyesi olarak beni yönetimine dahil eden Avni Çebi başkanıma teşekkür ederim.MMG gelecek dönemini kime emanet edelim istişaresinde bu görevi bize vermiş olma-larından ziyade hakkımızda hüsnü zanda bulunarak bizi bu göreve layık gören değerli büyüklerimize teşekkür ederim.Bu dönemde yönetimde görev almayı kabul eden bütün yönetim kurulu üyelerimize ve komisyon başkanlarımıza teşekkür ederim. Son olarak ta yönetimimizi onaylayan değerli genel kurul delegelerimize teşekkür ederim.Evet, bu tür yapıların kurgulanması ve ku-rulması kolay olmuyor. Bunlardan daha zor olanı ise bu yapıların sürdürülebilir kılınması… Kurulduğu günden itibaren sürekli üst üste koyarak birlik içinde bu günlere gelen MMG’de dolu dolu ve etkin geçen 2009-2011 dönemin-de Avni Başkan çıtayı biraz daha yükselterek bize devretmiş oldu. Bizde bu dönemimizde MMG’nin kurucu felsefe ve çizgisine bağlı kala-rak bu coğrafyanın kültürel ve inanç değerle-rinden beslenerek bu çıtayı daha da yukarıya taşımaya en azından aşağıya indirmemeye çalışacağız.Geçen dönemde olduğu gibi bu dönemde de önem vereceğimiz konulardan biri şehirci-lik olacaktır. Çünkü gerçekten şehircilikle ilgili gerçekleşen değişim ve dönüşümleri çok önemsiyoruz. Çünkü diğer konulardan farklı olarak bu konuda bir akıl tutulması ve algı yanılsaması olduğunu düşünüyoruz.Şehirlerimiz ve meskenlerimiz huzur me-kanları olması gerekirken şehirlerimiz kaos, meskenlerimiz maalesef tüketim ve gösteriş mekanları olarak ön plana çıkmaktadır. Yüksek

katlı binalar gelişmişlik göstergesi olarak pa-zarlanmakta ve sunulmaktadır. Oysa, yüksek katlı binalar gerçek manada bir gelişmişlik göstergesi değildirler, olamazlar. Bir serma-ye gücünün ve gösterişin ve biraz daha ileri gidersek bir kibrin göstergesi olabilir ama gerçek manada bir gelişmişlik göstergesi olamaz en azından 2000’li yıllarda olamaz diye düşünüyorum.1400’lü 1500’lü hatta 1800’lü yıllarda yapılar bir gelişmişlik göstergesi kabul edilebilir-di. Çünkü o günkü teknoloji ile ancak yapı yapılabiliyordu ve ülkeler yaptıkları binalarla birbirlerine karşı güç gösterisinde bulunu-yorlardı. Ama bugün siz Türkiye’de İsveç ekskavatörü, Alman mikser ve pompası, Japon bilgisayarı ve Amerikan yazılımı, Türk kum, çakıl, çimentosuyla bina yapacaksınız bunu da gelişmişlik göstergesi sayacaksınız. İşin sosyolojik boyutuna şimdi burada girmiyorum, onu Avni Bey’de çokça işledi bundan sonra biz de her fırsatta işlemeye devam edeceğiz. Ben sadece burada iki ayete dikkatlerinizi çekmek istiyorum. “Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz? İçlerinde ebedi yaşama ümidi ile muhkem yapılar mı ediniyorsunuz” (Şuara 128,129)Gerçek bir gelişmişlikten bahsedeceksek sanayi ve teknoloji’deki yerimizden, üretimi-mizden bahsetmemiz gerekecek. Özellikle de katma değer üreten, insanların hayatlarını

kolaylaştıran teknolojilerden… Bugün çeliğin kilosu 1,5 TL, 1kg paslanmaz çelik 8,5 TL, 1kg beton 4 kuruş, 112gr telefon 1.800.-TL yani kilosu 16.000.-TL, 1 cd ağırlığında 15gr yazılım 300TL yani kilosu 20.000.-TL. 100 m2 bir ev , fazla fazla 150 ton gelse, fazla fazla 750.000.-TL’ye satsanız kilosu 5 TL’ye gelir. Yani bunların kilo karşılaştırmalarının sağlıklı doğru olmadığını biliyorum ama çarpıcı olsun diye böyle örnekledim. Özellikle ve öncelikle kendimize yetecek ve katma değer üretecek sanayi ve teknoloji yatırımlarına öncelik verilmeli ve her türlü teşvik edilmelidir diye düşünüyoruz. Bu arada geri kaldığımız sanayi ve teknoloji alanında, genç, dinamik ve giriş-ken yapısıyla, bizden ilerdeki ülkeler için de iyi bir pazar konumunda bulunmaktayız. Mecburen ithal etmek zorunda olduğumuz ulaşım sistemleri, endüstriyel ve teknolojik ürünlerle ilgili olarak bu pazar yapımızı koz olarak kullanıp ofset anlaşmalarıyla mümkün olduğunca teknoloji transferini gerçekleştirme-miz gerekmektedir. Sanayi ve teknoloji önemli , ama ondan daha önemli olan bir alan daha var. Bugün belki onsuz yaşanamaz gibi geliyor ama aslında cep telefonsuz yaşabiliriz. Biraz zorlasak bilgisayar-sız hatta çok zorlasak elektriksiz bile yaşaya-biliriz ama gıdasız yaşayamayız. “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son ba-lık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” diyen kızılderili bilge gibi yenebilir şeylere de önem vermeliyiz. Kaldı ki bizim için bu konunun bir de helal-haram boyutu var ki o da son zamanlarda çok istismara açık bir alan gibi gözükmektedir. Düzenleme ve denetimlerin gerekli ve yeterli şekilde yapılmaları ve konunun her açıdan sıkı takip edilmesi gerekmektedir. Tarım söz konusu olduğunda bir de aslında tarımın para etmediği, bir ton buğdayla bir bilgisayar bile alınamadığı, dolayısıyla tarım yatırımın verim-siz olduğu onun yerine sanayiye yönelinmesi gerektiği gibi de bir söylem gündeme gelmek-tedir. Sanki tarım olursa sanayi olamaz, bizim de yeterli toprağımız yokmuş gibi…Bakın biz genelde şehircilik açısından Hollanda ile Konya’yı kıyaslarız ama tarım üretim ve ihracatı açısından da bakacak olursak, Konya kadar olan Hollanda’nın tarım ürünleri ihracatı

MMG'Yİ DAhA İLERİYE TAŞIYACAĞIZGörev değişiklikleri genellikle bir bayrak yarışı olarak değerlendirilir. Bu manada bugün bir bayrak devir teslimi gerçekleştirdik. Ama burada bir fark olacak. Bildiğiniz gibi bayrak yarışlarında bayrağı veren üç-beş adım daha attıktan sonra durur ve bayrağı alan koşmaya devam eder. Burada ise bayrağı verenler de alanlarla birlikte koşacaklar.

MMG'YE BAŞKAN SEÇİLEN MURAT ÖZDEMİR'İN GENEL KURUL KONUŞMASIHABER

Page 27: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 25

50 Milyar $ iken ondan yaklaşık 19 kat büyük olan ülkemizin tarım ihracatı ise 12 Milyar $ mertebelerindedir. Yani, iş para kazanmak-sa tarımdan da para kazanmak mümkün olmaktadır. Bu kapsamda dergilerimizde dosya konusu olarak işlediğimiz gıda, tarım ve hayvancılık konularında bu dönem daha etkin çalışmalar yapmayı hedeflemekteyiz.Gerek sanayi ve teknoloji gerekse tarım alanın-daki bu geri kalmışlığımızdan çıkış, aslında bir nevi bir seferberlik havasında içinde el birliği ile çalışmaktan geçmektedir. Ülkemiz gerçek-ten maalesef, daha da eskisi var ama özellikle Tanzimat'tan 2000’li yılların başlarına kadar gerçekten çok kötü yönetilmiş. Şimdi bu farkın kapatılması için hızlanmak lazım ve hız da beraberinde enerji ihtiyacını getirmektedir. Türkiye birincil enerji kaynakları açısından zengin bir ülke olmadığından enerji ithal eden bir ülke durumundadır. Bu nedenle hedeflerine ulaşmak için ihtiyaç duyduğu ve duyacağı enerjiyi, her türlü gelişmiş teknolojik imkanları kullanarak temin etmek duru-mundadır. Nükleer enerjiyi de bu kapsamda değerlendiriyoruz. Ülkemiz halihazırda halen kontrolü kendinde olmayan, eski teknoloji ile çalışan doğumuzda Ermenistan’daki ve Batıda Bulgaristan’daki nükleer santraller nedeniyle zaten nükleer risk altındadır. Ermenistan Metzamor nükleer santrali Kars’a 100, Iğdır’a 30km uzaklıkta olup 1977 yılı teknolojisiyle yapılmış olup 2016 yılına kadar faaliyetini sürdürecektir. Edirne’ye 500, İstanbul’a 700 km uzaklıkta Bulgaristan’daki Kozloduy nükleer santrali ile ülkemize 700km uzak-lıkta Ukrayna Kırım’daki Nükleer santral de çevremizdeki nükleer tehdidi oluşturmaktadır. Son teknoloji ile kontrolü elden bırakmadan yaptıracağımız nükleer santrallerden ziyade ve önce, asıl çevremizdeki bu santrallerin tehdidi altında bulunmaktayız. Tabii geç kaldığımız bu nükleer enerji yatırımlarını yaparken şunu da göz ardı etmemeliyiz. Aslında nükleer enerji teknolojisi, enerji açısın-dan geleceğin teknolojisi değildir. Güncel bir teknolojidir.Geleceğin teknolojisi, başta güneş olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Bu konuda da, efendim, Almanlar, Japonlar bulup geliştirsinler, bizde bir şekilde onlardan kullanırız kolaycılığına düşmeden, bu konudaki gerekli Ar-Ge çalışmalarına hızlanarak devam edilmelidir. Aslında Türkiye’nin bunlardan başka, daha az masraf ederek elde edeceği bir enerji kaynağı daha var ki onun da üzerinde de önemle durulmalıdır. O da enerji tasarrufudur. Bu konuda bizim oldukça geniş bir marjımız bulunmaktadır. Elektrik işleri etüt idaresinin yaptığı bir çalışmaya göre bina sektöründe %30, sanayi sektöründe %20 ve Ulaşım sektöründe %15 tasarruf etme imkanımız vardır. İstanbul’da ki 4.Ulusal Enerji Verim-

liliği Forumu'nda Bakanımız Taner Yıldız’da Türkiye’de her yıl 15 Milyarlık enerji tasarrufu sağlanabileceğini, yani her yıl iki Keban barajı yapmış olacağımızı ifade etmiştir. Dolayısıyla “israfta hayır yoktur, hayırda da israf yoktur” hükmü gereğince, sadece enerji alanında değil her alanda verimlilik ve tasarruf öncelikli konumuz olmalıdır. Tabii bütün bu konularda gerek çevre ve şehircilik olsun, gerek sanayi ve teknoloji, gıda, tarım ve hayvancılık ve gerekse enerji olsun bilim üreteceksek bu noktada üniversitelere büyük görev düşmek-tedir. Ayrıca, “Hikmet müminin yitik malıdır, nerede görse alır” hükmü gereğince, teknoloji ve bilimsel olarak neyi, nereden, nasıl bulup, öğrenip geliştirebileceksek oralarla da ortak çalışma imkanları üretmeliyiz. Tabii ki bütün bu çalışmalar sırasında, ilgili konularda gerek karar alıcılar, gerek yürütücüler ve gerekse faydalanıcılarla ortak çalışmalar yürütme-miz gerekecektir. Bu dönemde bu yöndeki çalışmalarımız ve işbirliklerimiz artarak devam edecektir. Ancak siz ne kadar önemli çalışmalar yaparsanız yapın, bunu etkin ve doğru bir şeklide kamuoyuna ve ilgili taraflara aktaramazsanız, çalışmalarınızdan istediğiniz verimi almanız da mümkün olamamaktadır. Yapılan çalışmalar ve faaliyetlerin, bir şekilde kamuoyunun gündemine gelmesi ve kamuoyu tarafından sahiplenilmesi halinde, çok daha etkili olmaktadır. Bunun bizim açımızdan en iyi örneği “Silüeti-me Dokunma” feryadıyla gerçekleştirdiğimiz etkinliklerdir. Bugün, elhamdülillah bu fer-yadımız Başbakanlık makamında da nihayet yankı bulmuş ve yargı süreci işlemeye başlamıştır. Biz konuyu gündeme getirdiği-mizde bize karşı tavır alanlar, başbakanın bu binalarla ilgili, geç de olsa, yaptığı açıklama-lardan ve bu son kararlardan sonra herhalde biraz mahcup olmuşlardır. Sayın Başbakanın ağzına bakıp konuşmayı alışkanlık haline ge-tirenler, bizim sadece doğrulara ve hakkaniye-te dayanarak yaptıklarımızı algılayamadılar.Bu noktadaki bizim hatamız belki sadece sa-

yın başbakandan önce konuşmuş olmak oldu. Ama biz bundan sonra da, kurucu ilkelerimiz arasında saydığımız, dönemimize şahitlik yaparken olumlu gelişmeleri müjdelemeye ve yanlış gördüğümüz uygulamalar hakkında da uyarıcı olmaya devam edeceğiz… Bütün bu söylem ve eylemlerimizin daha etkili olabilmesinde arkamızdaki üye destek ve katkısı şüphesiz çok önemlidir. Bu nedenle Genel Merkez ve şubeler olarak hem mevcut üyelerimizin hem de yeni üyelerin destek ve katkısını sağlamalıyız. Bu kapsamda çeşitli illerimizden gelen şubeleşme talepleri de ti-tizlikle incelenerek, uygun görülenler hayata geçirilmeye çalışılacaktır. Bu noktada önemli bir katkıda genç arkadaşlarımızdan bekliyo-ruz ve çoğu zamanda görüyoruz. Bu vesile ile kendilerine de teşekkür etmek isterim. Derneğimiz ve değerlerimizin gelecek kuşak-lara aktarılması adına genç arkadaşlarımızın faaliyetlerimize katılımlarını ve katkılarını önemsiyoruz. Bu konuda da çalışmalarımıza yavaşlatmadan devam edeceğiz inşallah. Bütün bu dernek çalışmaları bildiğiniz gibi gönüllülük esasına dayanmaktadır. Ama Yeryüzü Mühendislerinin kuruluş çalışmaları sırasında öğrendiğim ve her vesile ile tekrar ettiğim bir söz var. “Bir işi gönüllü yapıyor olmak, o işi gönlünce yapabilirsin anlamına gelmez” . Görev değişiklikleri genellikle bir bayrak yarışı olarak değerlendirilir. Bu mana-da bugün burada da bir bayrak devir teslimi gerçekleştirdik. Ama burada bir fark olacak. Bildiğiniz gibi bayrak yarışlarında bayrağı veren üç-beş adım daha attıktan sonra durur ve bayrağı alan koşmaya devam eder. Bura da ise bayrağı verenler de alanlarla birlikte koşacaklar inşallah.Avni Başkanım, döneminde yaptığı samimi ve gayretli çalışmalarıyla gerçekten en iyi şekilde uğurlanmayı fazlasıyla hakketti. Biz de görevi devraldığımız bu günde, görevi dev-redeceğimiz zaman bugün Avni başkanımızı uğurladığımız gibi, uğurlanabilmek duasıyla hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Page 28: Mmg dergi sayi 72

MİMARLIK

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201326 27

Zamanımızı geçirdiğimiz mekânlar aynı zamanda içinde bulunduğumuz medeniyetin de yansımaları olmuş-lardır. Her toplum ev yapmaktadır

ama yapılan binalara biçim veren insanların tercihleri kültürleri ve inanışlarıdır. Kâinatı Allah tarafından insanlara emanet edilmiş olarak gören ve onu korumayı ve güzelleş-tirmeyi görev bilen Osmanlı medeniyeti mimari alanda çok önemli değerler ve eserler bırakmış bizlere. Bu bağlamda Turgut Cansever’in ‘Osmanlı Şehri’ kitabı Osmanlı medeniyetinin şehircilik anlayışını kavrama-mıza ve ufkumuzu genişletmeye yardımcı oluyor, bizleri Osmanlı şehrinin sokaklarına gezdiriyor adeta.Osmanlı şehrinin daha kuruluş aşaması, neyin tayin edici, üst iradenin neyi belirlediğini gösteriyor. Mesela Fransa’da şehir planla-macısı şehir palanını çiziyor, yolların nereden geçeceğini cetvelle gösteriyor ve inşaata başlanıyor. Osmanlıda ise bundan çok farklı bir süreç işliyor. Şehir bölgeyi tanımayan, to-pografyasını anlamayan plancılar tarafından masa üzerinde çizilmiyor. Bir şehri kurmak için gelen işçiler ilk önce şehrin hamamını inşa ediyorlar; şehri kuracak insanların temiz pak olabilmesi, çalışanların temizliğini sağ-lamak için. Ardından medrese inşa ediliyor, bilgi ortamının kurulması için. Sonra cami, daha sonra etrafındaki evler ve mahalle inşa ediliyor yavaş yavaş. (s.103)Osmanlı dünyasında şehri şehir yapan yalnız

evler değil; şehrin konumu, yapıları birbirine bağlayan ulaşım, altyapı, donanım ve bunlar tevzi eden, işleten kuruluşların bütünü şehri oluşturuyor. Mesela şehri konumlandırırken, dağların biçimini ben değiştiremem diyor. Dolayısıyla şehri ovada tarım toprağını ziyan ederek kullanmak yerine yamaçlara yerleş-tirmeyi tercih ediyor, ayrıca yamaçların serin rüzgarlar aldığını da bilerek, insanının uzak ufuklara bakmasını istiyor ve aynı zamanda insanının ufkunun kısa, dar değil, uzak oldu-ğundan haberdar olarak; onlara ev yaptığında yalnızca karşıdaki apartmanın cephesini seyretmek yerine, karşı dağları seyretmek, yüce bir ağacın nasıl bir ilahi hikmet ürünü olduğunu görme imkanı da sağlamak istiyor (s.95)

OSMANLI ŞEHRİ SÜRPRİZLERLE DOLUDUROsmanlı şehri asla Avrupa şehirleri gibi tek sıra halinde birbirinin aynısı binalardan oluşmuyor. Osmanlı şehri sürprizlerle dolu. Binalara birçok açıdan bakabiliyorsunuz. Dümdüz cetvelle çizilmek yerine akarsu gibi evlerin arasında kıvrılan sokaklar buna imkân tanıyor. İnsanı pasifleştiren bir sanat yerine bilinçli bir katılımcıya dönüştüren bir mimari hakim Osmanlı şehirlerinde. Böyle olunca şehir ‘ahlakın sanatın felsefe ve dini düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın bu dünyadaki vazifesini en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı bir ortam’a

dönüşüyor. Aynı zamanda diğer milletler tarafından imrenilen estetik bir güzelliğe sahip oluyor. Örneğin 19. yüzyıl Fransa’sı-nın önemli edebiyatçılarından Alphonse de Lamartine Türkiye’de geçirdiği 10 küsür sene hakkında yazdığı kitapta ‘bu memle-ketin iki özelliği var ki bunları hiçbir batılının tasavvur etmesine imkân yoktur. Birisi bu memleketin temizliği ki hiçbir batılı böyle bir temizliği tasavvur dahi edemez. İkincisi de memleketin güzelliği’ diyor. Nasıl demesin. Osmanlı şehrinde insanlar evlerinin dış

Osmanlı şehri asla Avrupa şehirleri gibi tek sıra halinde birbirinin aynısı binalardan oluşmuyor. Osmanlı şehri sürprizlerle dolu. Binalara birçok açıdan bakabiliyorsunuz. Dümdüz cetvelle çizilmek yerine akarsu gibi evlerin arasında kıvrılan sokaklar buna imkân tanıyor. İnsanı pasifleştiren bir sanat yerine bilinçli bir katılımcıya dönüştüren bir mimari hakim. Böyle olunca şehir ‘ahlakın, sanatın, felsefe ve dini düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın bu dünyadaki vazifesini en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı bir ortam’a dönüşüyor.

YAZI: Sümeyye eroğlu / yAZAr>

Bİr cennet taSavvuru:

oSmanlı şeHrİ

Page 29: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201326 27

boyasını değiştirirken bile komşusuna danı-şıyor. Ortak bir karar alıyor. Şehrin uyumunu bozmamaya özen gösteriyor.Osmanlı şehrine en güzel örneklerden biri Balkanlarda, Bosna Hersek’te yer alıyor. Mostar’ın güneyinde ve Neretva nehri üzerinde bulunan Poçitelj köyü mimarisi se-bebiyle çevrede ‘ Türk Köyü’ olarak biliniyor. Cami, medrese, imaret ve saat kulesinin yanı sıra incir ağaçlarıyla gölgelenen ufak bahçeli, kubbeli ve üçgen köşeli çatılı, cum-balı taş evler kasabanın genel görüntüsünü

oluşturuyor ve yüzyıllar önce inşa edilen bu yapılar hala ayakta durarak bize Osman-lı mimarisinin estetik yönünün yanı sıra sağlamlık açısından da ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Evliya Çelebi de 1664 yılında geçtiği Poçitelj'i şöyle anlatıyor: "(1563 yılında inşa edilen camii hakkında): "Bahçesinde upuzun bir selvi ağacı bulun-makta. Efendimiz İbrahim Ağa'nın bir atası tarafından bu parlayan cami dikilmiş. Suyun yanında, kent duvarları boyunca onun şerefli erkek kardeşi yoksul vatandaşlara gündüz

Osmanlı dünyasında şehri şehir yapan yalnız evler değil; şehrin konumu, yapıları birbirine bağlayan ulaşım, altyapı, donanım ve bunları tevzi eden, işleten kuruluşların bütünü şehri oluşturuyor.

Page 30: Mmg dergi sayi 72

MİMARLIK

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201328 29

ve gece bedava ekmek ve çorba dağıttığı imaret inşa etmiş. Perşembe akşamları, o baharatlı et ve lezzetli ve tatlı pirinç yemek-leri dağıtır. Tanrı istedikçe imaret böylece kalacak...Kasabada mekteb (ilkokul) bulunmakta. Daha sonra efendimiz İbrahim medrese inşa etmiş ve hamam ve hanlar yapmaları için zanaatkârlar göndermiş. Evler birbirle-rinin üstüne ve batıya doğru nehre bakacak şekilde inşa edilmiş. Çok fazla ceviz ağacı bulunmakta. Hava koşulları ılıman oldu-ğundan, diğer kasabalara göre daha iyi meyveler yetişmekte."

YA SONRASI?Balkanlarda Osmanlı şehri özellikleri korunmaya çalışılırken maalesef Tanzimat sonrasında ülkemizde şehircilik adına katli-amlar yapılıyor diyebiliriz. Bugün mimarlar iki bina yan yana gelince birbirleriyle ilişkisinin ne olacağını düşünmüyor. Eskiden evler bir-birinin manzarasını kapatmamak için özenle inşa edilirken şimdi gökdelenler yüzünden gökyüzünü dahi göremiyoruz neredeyse. Alışveriş merkezlerinde öyle steril ortamlarda yaşıyoruz ki rüzgarın esintisini bile hissede-miyoruz. Doğa ile irtibat kuramıyoruz. Evin penceresinden uzak ufukları seyretmek, bir ağacın ilahi iradeyle her mevsim nasıl değiş-tiğine şahit olmak artık mümkün olmuyor. Tamamen doğadan kopmuş ‘yaşam alanı’ dediğimiz mekânlarda geçiyor günlerimiz. Belki de bir gün Wall-e filmindeki gibi her şeyi içinde barındıran ama kapalı ve klostrofobik mekânlarda yaşayacağız.Yeni yapılan mimari eserlerle artık şehirlere kimlik veremiyoruz. Çünkü Osmanlı şehirler

gibi bütüncül bir üslup yakalayamıyoruz. Kâinat içinde dünyayı güzelleştirme görevi yerine, ‘insanları etkileyerek ve daha fenası insanların hislerini istismar ederek bu bayağı-lığın sanat olduğu zannını halka kabul ettiren, bunu yaparak kazanç ve itibar sağlamayı giz-lice hesaplayan’ insanlar yapıyor binalarımızı. ‘İnsanın en büyük erdemi şehir kurmak erde-midir’ diyor Eflatun. Doğu kültürü ise sanatı sadece seyredilen değil ‘yaşanan’ olarak tanımlıyor. Osmanlı şehirleri de işte insanın bu en güzel erdemiyle yaşanabilir mekânlar inşa etmesinin en güzel örnekleri oluyor. Gü-nümüzde de eğer Osmanlı evi baz alınıp 17. yy Osmanlı şehirleri kurulabilirse yaşamımız cennet bahçelerine benzer bir hale çevrilebilir.

Osmanlı şehrinde insanlar evlerinin dış boyasını değiştirirken bile komşusuna danışıyor. Ortak bir karar alıyor. Şehrin uyumunu bozmamaya özen gösteriyor.

Page 31: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201328 29

Page 32: Mmg dergi sayi 72

GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

“Bana verilen mühendislik unvanını, sağladığı yetkilerin ve yüklediği sorumlulukların bilincinde olarak ülkenin ve tüm dünyanın yararı için tarafsız ve doğru davranmaya, meslek yaşamı boyunca doğaya ve insanlığa zarar vermemeye, bilgi ve becerilerimi sürekli geliştirerek mesleğin saygınlığını, etkinliğini ve toplumun yaşam kalitesini yükseltmeye özen göstereceğime ant içerim”

Mühendislik Yemini

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis30

Page 33: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 31

Page 34: Mmg dergi sayi 72

GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Mimar ve Mühendis32

DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

BİR EYLEM VE FAALİYET OLARAK “ÇALIŞMA” VE İNSAN HAYATINDAKİ ÇALIŞMA KAVRAMI, ANTİK ÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZÜN KÜRESELLEŞEN DÜNYASINA KADAR ÇEŞİTLİ DİSİPLİNLERİN İLGİ ODAĞI OLMUŞ, ÜZERİNDE ARAŞTIRMALAR YAPILMIŞ OLGULARDIR. ÇALIŞMA KAVRAMI İÇERİK OLARAK, İLK ELE ALINDIĞI DÖNEMLERDEN GÜNÜMÜZE KADAR ÇOK ÖNEMLİ DEĞİŞİMLER GEÇİRMİŞ FAKAT BUNA PARALEL OLARAK BU KAVRAMA ATFEDİLEN ÖNEMDE FAZLA BİR DEĞİŞİKLİK YAŞANMAMIŞ, AKSİNE HER FARKLILAŞMASINDAN SONRA GEREK İŞLETME ALANINDAN GEREKSE DE DİĞER ALANLARDAN ARAŞTIRMACILAR TARAFINDAN TEKRARDAN ELE ALINMIŞ VE DE ÇÖZÜMLENMEYE ÇALIŞILMIŞTIR.

Genel olarak, çalışmaya yönelik olarak sahip olunan olumlu değerlerle ve tutumlarla ilgili bir kavram olan çalışma ahlakı, hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde ele alınabilir. Bireyin sahip olduğu, kendine ait çalışma ahlakı sadece o bireyin yaptığı işte başarılı olup olmamasını belirlerken, toplum düzeyinde ise bir toplumda hakim olan çalışma ahlakı anlayışı, o toplumun ve ülkenin ekonomik açıdan ulaştığı gelişmişlik düzeyini de etkileyebilmekte-dir. Çalışma ahlakı, bireyin yaptığı iş adına kişisel olarak sorumlu, hesap verebilir ve güvenilir olmasını ifade eden kültürel bir norm-dur. Bu tanımı, çalışmanın esas olarak bireyin içsel bir değeri olma-sına dayandırmaktadır. Çalışma ahlakı, iş görenlerin sahip olması beklenen tutumlar, değerler ve alışkanlıklarla ilişkili bir kavramdır.Diğer bir ismiyle iş ahlakı sıkı ve dürüst çalışma üzerine kurulu-dur diyebiliriz. Burada çalışma disiplini ile ilişkilendirerek sözünü ettiğimiz ahlak kavramının herhangi bir ölçü birimi olmadığını

belirtmeliyiz. Bireyi çok ahlaklı, orta ahlaklı veya az ahlaklı diye sınıflandırmamız mümkün değildir. Ahlak kavramı çalışanda var ya da yok olan bir özelliktir. Kimisi işine sahip çıkar, kimisi de gidip satacak, aksatacak, erteleyecek birçok sebep bulur. Bu durumlara sebep olabilecek onlarca dinamikten söz etmemiz mümkündür. Şirket politikası, ikili ilişkiler, maaş durumu, çalışma atmosferi, çalışanın ruh hali vs. Kimi meslek gruplarındaki insanların işlerini daha iyi yapabilmeleri için aslında şahıslarına değil ama makamlarına, sıfatlarına verilen gücün kullanımında bir kontrol mekanizması getirmesi beklenmesi çok normaldir. Bir doktor sadece doktor diye bizleri tedavi yerine nasıl öldüremezse bir mühendis de sahip olduğu enerji kaynaklarını, ekonomik avantajları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmama-lıdır. Bu güçleri manipüle etmek onun hakkı değil bir yerde ona verilmiş bir ayrıcalıktır ve bu ayrıcalığı yanlış kullanmaması gerekir.

İŞ AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ ÜZERİNE

Page 35: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 33

Dosya konumuz “İş Ahlakı ve Mühendislik Etiği” kavramları üzerine olduğu için yazının bu bölümünden itibaren mühendislik mesleğinin etik kavramı ile alakasından bahsedeceğiz. Özellikle son dönemlerde üniversitelerde ders olarak da okutulan mühendislik etiği kavramı, mühendislerin halka, müşterilere, işçi-lere ve meslektaşlarına karşı uymaları gereken kuralları anlatır. Mühendislik etiğinin tek bir standardı yoktur, dallara göre değişen değişik kuralları vardır. Mühendislik önemli ve çok zaman harca-narak öğrenilen bir meslek dalıdır. Mühendislerin yüksek standart-larda dürüstlük ve doğruluk gibi kavramlar göstermeleri beklenir.

Mühendislerin insan hayatının kalitesi üzerine doğrudan ve hayati bir etkisi vardır. Buna göre mühendisler tarafından sunulan hizme-tin tarafsızlık, eşitlik, doğruluk gibi kavramları içermesi beklenir. Ayrıca sağlanan bu tür hizmetlerde kamu sağlığı ve güvenliği gibi konuların korunması da ön plana çıkmalıdır. Mühendislerin işlerini yaparken yukarıda saydığımız etik davranış kodlarına uyum sağlaması beklenir. Buradan yola çıkarak mühendislik mesleğinin uygulanmasında neyin yapılması, neyin yapılmaması konusunda yol göstermesi beklenen mühendislik etiği konusunun temel kuralları şu şekilde sıralayabiliriz: Mühendisler;■ Sadece kendi yetkinlik alanlarında hizmet sunmalı■ Kamu açıklamalarını doğru ve tarafsız bir şekilde yapmalı■ Başkalarıyla haksız rekabet içerinse girmemeli■ Mesleki konularda güvenilir ve doğru bir şekilde davranmalıdır.

Mühendislerin insan yaşamının kalitesi üzerine doğrudan ve hayati bir etkisi vardır. Buna göre mühendisler tarafından sunulan hizmetin tarafsızlık, eşitlik, doğruluk gibi kavramları içermesi beklenir.

Page 36: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis34

Distopik yani ters ütopya türü filmlere de romanlara da hayli meraklıyımdır. Gelecekte geçiyor denilen filmler aslında bugünü, bugünün toplumlarını anlatır. Bilimi,

teknolojiyi, politik iktidarı, sınıfsal bölünmeyi kısacası modern kapitalist toplumların ya da sanayi toplumlarının kutsadığı değerleri sigaya çeker bu filmler.

AHLAK KANUN MUDUR?

aliteli, korku gerilim filmleri vardır mesela, Testere bunlar için-

de en güzellerinden biridir, toplumda kokuşmuşluk dediğimiz

değerleri rahatlıkla içselleştirmiş, ahlaki değerleri çıkarlarıyla

değiş tokuş etmiş sorumluluk denen değer yargısını hiç tanıma-

yan kişilerdir kurbanlar. Bunun yanında izlenesi bir başka bilim

kurgu türü film ise Womb Rahim filmidir. Film ölen sevgilisini

doğurmak için genetikten yardım isteyen bir kadının üzerine

kuruludur. Günümüz şartlarında tıbbi yardım ile 60 yaşında

çocuk doğuran kadını tartıştığımız, sperm bankalarının ya da

kiralık anneliğin meşru kabul edilmesinden sonra bize garip gel-

meyecek bir konuyu işliyor film. Ensesti en güzel hatta en kutsal

duygulardan biri olan aşkla meşrulaştırabilen, bilimin ise sadece

tatlı kazançlara odaklandığı bir dünyanın resmini çizer bu film.

Bugün de bilim ve tekniğin ahlakla da etikle de bağını kopardığı

bir zamanda yaşamaktayız. Laboratuvarlarda, Ar-Ge birimlerin-

de bilim insanlarından ahlak ve inanç denen, iki önemli insanı

insan yapan değeri dışarda bırakması tavsiye edilmekte. Büyük

şirketlerin elinde sadece kâra hizmet eden mühendislik ve

bilimsel araştırma ruhu bazen de devletlerin kontrolüne geçi-

yor. Bilim ve mühendislik burada da siyasi iktidarın daha da

büyüyen güç açlığına hizmet etmeye odaklandırılıyor. Benzer

bir olgu mimarlık içinde geçerli olabiliyor, burada da mimarın

kendi değerlerini ya bile isteye çiğnemeye programlandığını,

ya da bürokratik bir vicdansızlık birimi haline gelmesini göz-

lemleyebiliyoruz. Depremlerin tozu daha havadan inmedi ama

depremlerdeki çürük yapıları yapanlar da mimarlar, mühendisler

değiller miydi, o kötü mezar evlere bile bile oturulabilir ruhsatı

verenler de belediye bürokratı değil miydi?

Kısacası hayatımızın her anı ahlak, vicdan ve doğru davranışı

önemseyen değer yargılarının boşluğu altında solup gitmekte.

Ahlakın da etiğin de dayanak yaptığı vicdan denen tartı ya

da pusula artık hayatımıza yön vermekten çıktı. Bunlar haya-

tımıza yön vermesi gereken şeyler olmaktan çıkınca da bu

kez devreye devlet girdi ve kanun adı altında bir takım hukuki

kodlar teşkil edip hayatımızı bürokratik bir düzenlemenin nes-

nesi haline getirdi.

Peki, ne oldu da hayatımızda bazı değerler azalırken insanı

insan yapan özellikler de kaybolmaya başladı. Bu durumda

yasalar ahlakın, onun temel çukuru sayılabilecek etik değer-

ler manzumesinin yerini alması, onun boşluğunu doldurması

mümkün mü? Gelin bu sorulara cevap aramaya çabalarken bir

yandan da kavramları iyice çerçevelemiş olalım. Öyle ya felsefe

sınırlar çeker diyen Platon’un izinden giderek ahlakın felsefesini

yapanların en çok üzerinde tartıştığı erdemin neden bir isime

dönüştüğünü ya da adaletin bir mahkeme jürisi olmasını, vefa-

nın İstanbul’da bir semt adı olarak anılmasını ve Allah’tan daha

çok devletten ya da patrondan korkmanın dinle ahlak arasında-

ki ilişkiyi neden tartışmamız gerektiğini araştıralım.

ETİKLE AHLAK ARASINDAKİ İLİŞKİEtikle ahlak arasındaki fark ve ilişki şuna benzetilebilir. Kelam ve

fıkıh. Fıkıh kelamsız olabilir, aynı şekilde kelamda fıkıh olmadan

var olabilir. Ama kelam fıkıha yol gösterir. Bu yüzden fıkıh’ın

kelama gereksinmesi vardır. Ama fıkıh olmaksızın da kelam

soyut bir düzlemde kalacaktır. Biri ruhtur diğeri beden. Bu yüz-

den bu ikisi bir arada olmadan sosyal hayat anlamlı bir bütün-

lüğe kavuşamaz. Kelam imanı bir anlamda akılla anlaşılabilir bir

düzlemde tutar. Ama cevherdi, azaldı bu tartışmalar orucumu

K

Dilaver DEMİRAĞGazeteci-Yazar

Page 37: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 35

ne bozar sorusu gibi pratik bir meseleye cevap arayanlara değmez.

Etikle ahlak arasındaki ilişkide böyledir. Etik sonuç olarak temel ilkeleri

belirler. Neyin iyi neyin ise kötü olduğunu araştırır, bunların kaynağına

kafa yorar. Buna mukabil hırsızlığın neden olduğu sorusuna cevap

aramaktan çok hırsızlığın topluma zarar veren bir davranış biçimi

olduğunu belirterek sabit ilkeyi belirler. Etik iyiyi yaratan nedenleri,

ya da kötüye yol açan etkenleri araştırıp ahlakın ilkelerini belirlerken

ahlak şu kötüdür, bu da iyidir deyip bir kural oluşturur ve herkese uyma

zorunluluğu getirirken kınanmayı da sağlayarak o davranış kuralları

için bir yaptırım da oluşturur. Yaşadığı toplumun halka değerlerine

uymayan kişi çoklukla yalnızlığa mahkûm olur. Bu yüzden ahlak, uyma

mecburiyeti olan bir iyi ve kötü ilkesidir. Buna mukabil etik iyinin ilahi

bir bildirimin ürünü mü yoksa toplumların yaşama deneyimleri sürecin-

de mi oluştuğunu tartışır. Bunun üzerine kafa yorar. Erdem kavramını

ortaya atar ve erdemin kaynağını da araştırır.

Etik, ahlaki eylem ve kuralların dayandıkları temelleri ve yöneldikleri

değerleri araştıran bir disiplindir. Bir başka ifade ile etik, başkaları ile

birlikte iyi bir yaşamın nasıl sağlanacağı konusunda kişisel düşünme-

dir. Etik bu anlamda iyi/kötü ayırımı yapar. Etik, davranışlara felsefi

bir bakış açısı ile anlam kazandırmaya çalışarak, doğru-yanlış, ödev-

yükümlülük, toplumsal sorumluluk kavramlarını sorgular. Etik bilimi,

insanların gelenekleştirdikleri kuralları basitçe izlemeyip, davranışın

kabulleniş kurallarına akılcı nedenler aradıkları zaman başlar. Davra-

nışına akılcı neden arayan birey de etiysen olarak adlandırılır. Etik, bir

iyi eylem yargısına varmaya çalışırken, bireyi düşünmeye yönlendirir,

adeta bireyi düşünme aracılığıyla eğitir.

Genel olarak etikte incelenen konular, insan eylemlerinin amacı, ahlaki

yükümlülüğün niteliği, vicdan, ödev kavramı ve bunları inceleyen çeşitli

felsefi sistemlerdir. Etik, temel ilkeleri belirleyerek ruhsal eğilimlerimi-

zin ve davranışlarımızın kaynaklarını, bunları yönlendirip idare edilme

şekillerini öğretir. Etik şu sorulara yanıt arayabilir: Bu iyilik nedir?

Neden bazı işler iyilik, bazıları kötü unsurları taşır? İşte burada iyiliğin

niteliği sorunu ortaya çıkar ki bu da kuramsal ahlakın konusudur. Ahlak

ise birçok alanlarda görevleri bildirir; etik ise sadece görevin kaynağını

ve niteliğini araştırır. Ahlak, iyi işleri gösterir. Etik ise iyiliğin ne oldu-

ğunu, araştırır. Biri uygulamaları, öteki de uygulamaların temellerini ve

kaynaklarını araştırır1.

Yasa olgusu da tam burada anlam kazanır. Yasa genellikle devletli

toplumlara özgü bir ahlak kuralları düzeni oluşturma çabası sayılabilir.

Hukuk olarak yasa da iyi ve kötü tanımlarını düzenler ve bu tanımlar-

dan kurallara gider ve bu kurallardan da bir takım cezai müeyyideler

oluşturur ki bunlar kanundur. Kanunlara uymamanın somut cezaları

vardır bu anlamda. Kanun bir otorite üzerinden işler. Bu otorite çokluk-

la siyasi iktidar olarak devlettir.

Kanun daha çok kişilerin birbirini tanımadığı daha kalabalık ve kar-

maşık şehir toplumlarında ortaya çıkmıştır. Nüfusa sayısı 300 ya da

500 kişi olan bir köy ile sayısı 10.000 olan şehirde yaptırım düzeyi

farklı işler. Varlığı büyük oranda yaşadığı cemaate bağlı olan bir birey,

toplumun genelince kabul edilmiş ahlak kurallarına uymaz ise dışlana-

caktır. Geçim kaynakları topluma bağlı olan birisinin toplum tarafında

dışlanmaya tahammülü yoktur, yaşadığı topluluktan aforoz edilen biri

susuz kalmış bir balık gibidir. Ancak 10 bin kişilik bir şehirde bir esnaf

olarak diyelim ki mahallenizdeki insanları kazıkladığınızda rahatlıkla bir

başka mahalleye geçip ekonomik düzeninizi tesis edebilirsiniz. Bu denli

kalabalık bir yerde ahlaka güven duyamazsınız, çünkü ahlakı umursa-

mayan biri için dışlanma caydırıcı bir yaptırım olma gücünü kaybeder.

Bir mahallede mahalledeki bir genç kıza sözlü tacizde bulunan bir deli-

kanlı bunun bedelini dışlanarak öder. Ama bir şehirde o kişiye dışlama

tesir etmez. O gence şehirde fiziki ceza verilirse bu kez de fiziki olarak

üstün olanların kuralları kendilerine göre belirleme gücü doğacaktır.

İşte burada şahsilikten uzak bir kurallar düzenlemesi olarak hukuk

yani haklar ve yükümlülükler dizisi ile buna uymamanın karşılığı olan

Hayatımızın her anı ahlak, vicdan ve doğru davranışı önemseyen değer yargıla-rının boşluğu altında solup gitmekte. Ahlakın da etiğin de dayanak yaptığı vicdan denen tartı ya da pusula artık hayatımıza yön vermek-ten çıktı. Bunlar hayatımıza yön vermesi gereken şeyler olmaktan çıkınca da bu kez devreye devlet girdi ve kanun adı altında bir takım hukuki kodlar teşkil edip hayatımızı bürokratik bir düzenlemenin nesnesi haline getirdi.

Page 38: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis36

yaptırım olarak kanun/yasa devreye girmek durumundadır. Ancak

kanunlar her zaman etik ya da ahlaki olmayabilir, etik bir değer olan

adalet yasalar için, yasal otorite için önemli bir fren kaynağıdır. Adaleti

olmayan kanuna itiraz hakkı olabilir, bu itirazın dikkate alınmaması

halinde ise isyan çıkar.

Nitekim ünlü etik felsefecisi Emanuel Levinas iki kişi arasında (ben

ve öteki) geçen etik düzlemde bir üçüncünün belirdiği ana adalet der.

Üçüncünün mevcudiyeti adaleti, siyaseti, yasayı gerektirir. Ben, başka-

sının yüzü ile ilişkide kendi sonluluğunu sınırlayan sonsuzluğu görmüş

olur. Burada tek’in tümel olan yasayla ilişkiye geçmesi söz konusudur,

ya da daha doğru bir ifadeyle tümel yasanın tek’in başkasıyla ilişkisine

girmesi söz konusudur. Levinas Platon’un Devlet’inde dile getirdiği

miti vurgular. Mitte Lydia’lı çoban Gyges kendisini görünmez yapan

bir yüzük bulur ve bu yüzüğü güce sahip olmak için kullanır: Kralın

karısını baştan çıkarır ve kralı öldürerek onun yerine geçer. Levinas’a

göre Gyges keyfi bir özgürlüğü simgeler, toplumun yasaların dene-

timi olmadan, kınanma ve cezalandırma korkusu olmadan yapmak

istediği her şeyi yapar. Başkasının gözünden bakan adalet bizim bu

sihirli görünmezlik yüzüğümüzü fırlatıp atar. Tam da bu yüzden din

tarafından meşruluğu çizilmeyen hukuk ve ahlak kuralları adaleti sağ-

lamayabilir. Ancak manevi ceza tehdidi yahut meşruluğu kaybetme

tehdidi adaleti garanti edebilir mi, bu da inananların nasıl inandığı ile

yakından ilişkilidir..

MÜHENDİSLİK, MİMARLIK VE BİLİM-TEKNİK AHLAKIBu argümanları bilim ahlakı ve mühendislik olgusuna uyarlayabiliriz.

Malum bugün bilim şişeden çıkan cin ya da büyücü çırağının usta-

sının formüllerinin onların nasıl geri çevrileceğini bilmeden bir takım

güçleri salması ile kıyaslanabilir. Hele Fayareband'ın dikkat çektiği

biçimde bilim kendi laboratuarına ya da formüllerine gömülmüş ve

Albert Einsten'in şahsında somutlaşan bağımsız ve vicdani bir faaliyet

olmaktan çıkmış olmasından dolayı onun devletle bütünleşmesinden

doğan tehlikeler dikkate alındığında. Bilim bağımsızlığını kaybedip

bilim adamına da, mühendise de hükmeden kurumlarında denetimin-

de olduğunda, artı bilim kontrol edilemez kötülüklerinde hizmetinde bir

köle olma potansiyeli kazanmış olur.

Burada sanırım bilimin karşısına bilgeliği, teknolojinin karşısına tekniği

dikerek ama daha da önemlisi bilim araştırmacısını, mühendisi hikmet

ve vicdanla techiz ederek ve ona sorumluluk bilinci ile tahkim edilmiş

bir özgürlük duygusu verebilirsek bu sorunu bir ölçüde çözüme de

kavuşturmuş olabiliriz. Hayrete kapılmış akıl olarak tanımlayacağımız

hikmet aynı zamanda hakimin de akrabasıdır. Hikmet Allah'ın yaradışı

karşısında şaşkınlığa düşen, onu huşu içinde izleyen bir akıldır ki akıl

sözcüğünün de geleneğimizdeki bağlılıkla olan irtibatını düşündüğü-

müzde karşımıza başka tür bir bilim ve teknik biçimi çıkar. Hikmet

sahibi olan doğaldır ki nefsi levvame olarak da tanımlayacağımız

yargılayan benlik olarak vicdan sahibidir de. Bu bilimle yetişmiş bir

mimar, mühendis her an kul hakkını ve Allah korkusunu içinde taşır.

Son “domuz gribi” salgınında olduğu gibi büyük şirketlerin insanların

ölümü üzerinden kâr etme tutkusuna yani kapitalist ahlaka da karşı

koyacak biri olur. Şu an kentsel dönüşümle yoksulların şehir dışına

sürgününe karşı koyması beklenecek şehirciler, mimarlar devletin rant

siyasetinin aracısı olarak ya da ideolojik bir körlükle kamu yararını

ideolojik faydaya kurban vererek sonuçta devlet ya da müteahhitlerin

rantlarını garantiye alan kişiye dönüşebilmekteler.

Peki, ya kişi ahlakına rağmen zorunlulukların kölesi ise ya da kişi mes-

leki uzmanlığı nedeni ile neden sonuç arasındaki bağı koparmışsa, bu

kişi hikmet ve vicdan sahibi de olsa bazen işini korumak adına vicda-

nını bastırabilmekte ya da neden sonuç bağını görebilecek ferasetten

yoksun biri olabilmekte. Adalet olgusunun burada devreye girme

nedeni de bu zaten. Ahlak sonuçta büyük ölçekli yerlerde kişinin kendi

vicdanına kalan bir durum, bu denli belirsiz bir konuma da güvenile-

meyeceği için yasa devreye girer. Devletler yasalarla kurumlara neyi

Yaşadığı toplumun değerlerine uymayan kişi çok-lukla yalnızlığa mahkûm olur. Bu yüzden ahlak, uyma mecburiyeti olan bir iyi ve kötü ilkesidir. Buna mukabil etik, iyinin ilahi bir bildirimin ürünü mü yoksa toplumların yaşama deneyimleri sürecinde mi oluştuğunu tartışır.

Page 39: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 37

yapıp neyi yapamayacağını bir norm olarak belirler. Bu normun yani yasanın ihlali halinde de neler olacağını ortaya koyar. Bununla ilgili denetleyici kurumlar oluşturup bu kurumların ihlalleri araştırıp denetim yapmasın sağlar.Görünüşte her şey tıkır tıkır işler gibi görünür ama sorun tam da insa-nın olduğu yerde de yasanın da güvence sağlamayacağı noktasında. Dahası yasa ile ahlak arasında olması gereken ve birbirini besleyen ilişkinin modern bürokratik kurumlar arasındaki bağın kopuşudur.

ŞİRKETOKRASİ, BÜROKRATİK SORUMSUZLUK VE ETİĞE DÖNÜŞGünümüzde devletler yasa çıkararak toplumsal hayatı, ekonomik hayatı ve siyasal yaşamı düzenlemekteler. Ancak modern toplum-lar aynı zamanda parçalanmış toplumlar olduklarından bu kerteler arasında büyük boşluklar söz konusudur. Bu boşluğu doldurmak bunlar arasındaki koordinasyonsuzluğu gidermek içinde bürokrasi devrededir. Bürokrasi ahlakın ölüm titremeleri geçirdiği yerdir. Çünkü bürokraside sorumluluk dikeydir ve hiyerarşik devir teslimle görevler tanımlanmıştır. Bürokratların temel özelliği düzene itaat etmeleri-dir. Bu itaati gerçekleştirirken kendi bireysel değerleri yokmuş gibi hareket ederler. Üstlerinin vermiş oldukları emirleri, sanki emirler onların değerlerine çok uygunmuş gibi bir bilinçle yerine getirirler. Bu emirler, kendileri açısından yanlış olsa bile fark etmez. Onların bu uysallıkları ve düzene uygun hareket etmeleri, bürokratik meşruluğun diğer özellikleriyle tamamlanır.

Devlet içersinde bürokrasi ile temsili mekanizma arasındaki ilişkiler ise yasanın nasıl delinebileceğini ortaya koyar. Bugün demokrasi ile yönetilen ülkelerin büyük bölümünde çıkar grupları adına faaliyet gösteren lobiler söz konusu. Bunlar bilgi uzmanları olarak siyasetçi idealist biri olsa bile etki edecek konumdadırlar. Lobiler yöneticilere yaptıkları işin hem siyasetçi olarak kendisine hem de sosyal etkileri ile topluma faydalı olacağına ilişkin mantıklı kanıtlar sunarak onları kendileri için olumlu olan noktaya çekebilirler. Bürokrasiler bakımından birinci amir konumundaki devlet yöneticisi lobyler tarafından alınan kararları bürokrasiye dikte ettiğinde o karar uygulamaya girer. İşte yasanın yetersiz kaldığı şirketlerin elinde yozlaşan demokrasiler tara-fından etkisizleştirildiği alan budur. Tam da bu nedenle tek başına ahlak ve tek başına yasa yeterli değildir. İnsanı Allah korkusu ile yetiştiren, onu sorumluluk duygusu ile donatan ve özgür iradesi ile karar verebilmesini sağlayan bir mühendislik ve mimarlık etiği, bilim insanların hikmet sahibi kılacak ferasetli kişiler haline sokan bir eğitim de gerekli.Bunun yanında mesleki dayanışma ve sosyal bilinç oluşturmak da önemlidir. Demokrasiler halk denetiminden koptukça ve halk dene-timi de halkın siyasete olan ilgisizliği nedeni işlevsizleşince devlet ve işletmelerde çalışan mimarlar ve mühendisler de yaşamlarını oluşturan zorunluluklar ile yaşamları arasında çatışma yaşayacaktır. Kısacası bugünün dünyasında şirketlerin egemenliğindeki devletlerin, bürokrasilerin ve şirketlerin elindeki bilim ve teknoloji üretim birim-lerinin içinde ahlak da, yasa da işlevsizleşmekte. Toplum da içine dönerek siyasi alanda sorumsuzlaştıkça bu kurumların denetim dışı kaldığı bir gerçeklik.Ancak en büyük kriz inanç düzeyinde karşımıza çıkıyor. Sekülerleşmiş toplumlarda inanç sosyal hayat üzerindeki otoritesini başka kurumlara devrettiğinden inanç sadece kişisel vicdanla irtibatlı bir konu haline gelebilmekte. Bu durumda ahiretle gündelik yaşam arasında bir iç ve dış bölünmesi gerçekleşmekte ve birey kendi özel yaşamında dindar biri iken dış dünyada seküler kurallara tabi olmakta. Bu da uzun vade-de bürokratik sorumsuzluğa benzer bir sorun yaratarak, kişinin Allah korkusu diyeceğimiz hesap verme duygusunu nötralize edebilmekte.Kısacası ahlak kanun demek değildir. Ama ahlakın yaşayabilmesi otoriteye bağlı olduğundan bunun için bütünsel bir sosyal değişim ve bu değişimin siyasi alanda da gerçekleşebilmesi bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır. Ama yine de ahlaklı bireyler ile ahlaklı yasalar arasında sıkı bir irtibat olduğunu unutmamak gerek. Eğer bireysel ahlak yoksa en güçlü yasalar bile etkisiz kalabilir. Bu bakımdan Mimar ve Mühendis odalarına bu noktada iş düşüyor, hikmet, vicdan ve ahlak üçlüsüne dayanan bir eğitim, yanısıra bu kurumların etkin denetmen olduğu siyasal düzenlemeler ile bilim ve tekniğin uygulayıcıları olan mimar ve mühendisler bilim-tekniğin hayatımızı tehdit eden ölümcül-lüğünü azaltmakta etkin olabilirler.

İnsanı Allah korkusu ile yetiştiren, onu sorumluluk duygusu ile donatan ve özgür iradesi ile karar vere-bilmesini sağlayan bir mühendislik ve mimarlık etiği, bilim insanlarını hikmet sahibi kılacak ferasetli kişi-ler haline sokan bir eğitim de gerekli.

☐Her şeyin bir değişmez özü, bir de sürekli değişime uğrayan dış kısmı, sureti vardır.

Birincisine cevher, ikinciye âraz denilir. Bir çekirdeğin değişmeyen özü, ondaki genetik

şifredir. Çekirdek parçalansa da, fidan, ağaç hâlini alsa da bütün bunlar, sonradan mey-

dana gelen, ârızî şeylerdir. Esas program, hiçbir değişikliğe uğramaz. Bu mânâda bütün

kanunlar cevher, onların uygulandığı sahalar ise ârazdırlar.1 Osman Pazarlı, İslam’da Ahlak, Remzi Kitapevi, İstanbul-1980, s:36

kaynaklar

Page 40: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis38

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

ANCAK NEFSİNE ADALET GÖSTEREN BAŞKALARINA ADALET GÖSTEREBİLİR

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. BEDRİ GENCER:

Sayın hocam, ahlâk veya etik, müslü-man bir âlim bakış açısıyla nasıl tarif edilebilir?Bu konuları tartışmaya geçmeden temel bir perspektif tashihi yapmak lazım. Bizim öncelikle dikkat etmemiz gereken ayırım, genelde yapıldığı gibi İslâmî/Batılı dünya görüşleri değil. İslâmî/Batılı dünya görüşleri şeklindeki dikey ideolojik ayırım, aynı dünyada yaşayan farklı toplulukların ayrı dünya görüşlerine sahip olabileceği yanılsamasına dayanıyor. Hâlbuki aynı dünyada yaşayan farklı toplulukların ayrı dünya görüşlerine sahip olması müm-kün değil. Burada dünya görüşünden kasdımız, İslâmî/Hıristiyanî gibi ideolojik ayırımların altında yatan, bunları çapraz kesen hikmettir. Buna göre dünya görüş-lerini ayırmada esas alınacak asıl ölçüt, hikemîlik-gayr-i hikemîlik, yani hikmete dayanıp dayanmamadır.Ortak bir hikmete dayalı geleneksel

dünyada Yahudi, Hıristiyanî, İslâmî veya pagan toplulukların düşünce tarzları şaşırtıcı bir ortaklık gösterir. Buna kar-şılık çağımızda İslâmî denen kavramla-rın bile hikmetten uzaklaşmış modern dünyanın seküler söyleminden derinden etkilendiği görülür. Dünya görüşleri ara-sındaki yanıltıcı dikey-ideolojik İslâmî/Batılı ayırımı yerine asıl yatay hikemî/gayr-i hikemî, geleneksel/modern ayı-rımını esas aldığımız zaman olaylara yanıltıcı ideolojik perspektiften bakmak-tan kurtuluruz. Bu yatay perspektiften bakıldığında geleneksel dünya görüşünün hikemî ortaklığı bilhassa ahlâk alanında çarpıcı olarak görülür.

Nasıl bir ortaklık?Hikmete dayanan bir ortaklık. Burada hikmeti basitçe ideolojikin zıddı olarak fıtrî ve küllî yol olarak tarif edebiliriz. Modern insan fıtrattan giderek uzaklaş-

tığı için ister teolojik, ister ideolojik, ister bilimsel, ister felsefî, ürettiği tüm bilgi hakikatin tahrifiyle malûldür. Diyebiliriz ki Batı, bugün hala ayaktaysa tâ Hz. İdris’ten kalan hikmet kırıntılarının eseri adalet sayesinde yaşıyor. Çünkü malum, kıyamete kadar küfür devam eder ama zulüm devam etmez. Arapça’da disiplinler, kelimelerin çoğu-luyla belirtilir. Buna göre Türkçe huy anlamına gelen Arapça huluk kelimesi-nin çoğulu olan ahlâk kelimesi, “huylar disiplini” anlamına gelir; eski literatürde geçen sınâat-ı hulkiyye (ahlâk disiplini) bunun tam karşılığıdır. Arapça’da “h-l-k” harflerinden oluşan kelime, hareke-siz yazıldığı zaman hem halk (yaratılış), hem de huluk (huy) olarak okunabilir. İki kelime arasındaki bu lafız-kök ortaklığı, yaratılışla huy arasındaki mânâ ortaklığı-nı gösterir. Dinlerin temel hedefi, ahsen-i takvim üzere yaratılan insandaki yaratılış

BU GÜN HER YERİ VE HERKESİ KUŞATAN MODERN DÜNYANIN BUNALIMINI ANLAMAK İÇİN MODERNLEŞME SÜRECİNİN ARKASINDA YATAN SEKÜLERLEŞME SÜRECİNİ ANLAMAK, BUNUN İÇİN

DE GELENEKSEL VE MODERN DÜNYA GÖRÜŞLERİNİ HAKKIYLA KARŞILAŞTIRMAK GEREK. ANCAK DOĞU’NUN HİKMETİ, BATI’NIN BİLGİSİNİN KUŞATILDIĞI KÜLLî BİR BAKIŞ AÇISINI GEREKTİRDİĞİ

İÇİN BU KARŞILAŞTIRMA KOLAY DEĞİL. ÇAĞIMIZIN ÖNDE GELEN MÜSLÜMAN DÜŞÜNÜRLERİNDEN BEDRİ GENCER, BU BAKIŞ AÇISINA SAHİP ENDER KİŞİLERDEN BİRİ. BU ÖNEMLİ SÖYLEŞİDE GENCER,

SÜREKLİ VE DERİNDEN GELENEKSEL/MODERN DÜNYA GÖRÜŞÜ KARŞILAŞTIRMASI YAPARAK İKİSİ ARASINDAKİ AYRILIĞIN SANDIĞIMZDAN ÇOK DAHA DERİN OLDUĞUNU VUKUFLA GÖSTERDİ,

BİRÇOK ÇARPICI, EZBER BOZAN TESPİT YAPTI, MODERN DÜNYADA YAŞADIĞIMZ BÜTÜN KAYIPLARIN TEMELİNDE HİKMETİN KAYBININ YATTIĞININ ALTINI ÇİZDİ.

SÖyleŞİ: yuNuS emre ToZAl>

Page 41: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 39

güzelliğine uygun huy güzelliğini koru-maktır; Fahr-i Kâinât Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın “İslâm, huy güzelli-ğidir” hadisinde belirttiği gibi. Böylece yaratılış değişmediğine göre ahlâkın da Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm gibi dinlere göre değişmediği anlaşılır. Ahlâk evren-seldir, dinlere göre değişmez. Dünyada hiçbir din, yalancılığı, cimriliği, caiz gör-mez. Dinlere göre değişen ahlâkın muh-tevası değil, bunu tecessüm ettirmek için gönderilen şeriattır. Dolayısıyla “Yahu-di, Hıristiyan, İslâm ahlâkı”ndan değil, “Yahudi, Hıristiyan, İslâm şeriatı”ndan ancak söz edilebilir. İbni Miskeveyh’in Aristo’nun Nikomakos'a Etik adlı eserine dayanarak yazdığı Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eseri, İslâm dünyasında teorik ahlâkın temelini oluşturur. Osmanlı’da da Kınalı-zâde Alî Çelebî’nin Ahlâk-ı ‘Alâî adlı eseri, İbni Miskeveyh vasıtasıyla Aristo’ya dayanır.Güzel ahlâkî davranışı ifade eden kav-rama edep denir. Edebin özel adı ise sünnettir; edep, isimsiz, sünnet isimlidir. Mü’min, hikmet gibi edebi de bulduğu kişiden alır ama sünneti sadece Efendi-miz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdan alır. Basitçe karşılaştıracak olursak gelenek-sel ahlâk edep ahlâkı, modern ahlâk ise değer ahlâkıdır. Geleneksel dünya görüşüne göre tek bir değer vardır, zıddı kubh=çirkinlik olan husn=güzellik. “el-Esmaü’l-Husnâ”ya sahip olan, dünya-

yı, insanı en güzel surette yaratan Allah, her şeyin güzel olmasını murat etmiştir. Geleneksel dünya görüşünün esas aldığı tek değer hüsnü insan aklı keşfedebilir mi? Mu’tezile’nin aksine İslâm âlimleri, insan aklının nihaî olarak hüsnü keşfede-meyeceğini, ancak şeriatın bildireceğini öngörür.Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün beşerî davranışlarda içkinliği, davranış güzelliği demektir. Bu anlamda Doğusuyla Batı-sıyla geleneksel dünyada etik ile este-tik, huy ile güzellik disiplinleri arasında farklılık yoktur; hedef, varlıkta içkin ortak güzelliği tecessüm ettirmektir. Bölün-melerle karakterize modern dünyada ise kapitalizmin doğuşuyla bir taraftan etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri, diğer taraftan ahlâkî davranış ile dayan-dığı değer birbirinden ayrılmış, böylece geleneksel edep veya fazilet ahlâkına karşı modern değer ahlâkı ortaya çık-mıştır. Geleneksel ile modern ahlâklar, kısaca “etik ve moralite” kavramlarıyla ayrılabilir.

etiği ahlâk felsefesi, ahlâkı ise onun pratiği olarak gören, “ahlâkî olan etik olur ama etik olan ahlâkî olmaya-bilir” gibi tespitler yapanlar var. Ne dersiniz?Bu tür ayırımlar, meselenin özüne nüfuz aczinden kaynaklanan kelime oyunla-rından ibaret kanaatimce. O yüzden

meselenin biraz daha derinine inmek mecburiyetindeyiz. Mutlak anlamda din denince şeriat anlaşılır; şeriatın sistem-leşmiş pratiğine ise tasavvuf denir. Bu anlamda tasavvuf, insanın dünyada tüm maddî ve manevî ihtiyaçları karşılamak için gönderilmiş “ilahî bir ekonomi” ola-rak din=şeriatın tecessümüdür. Bu eko-nominin gayesi, hüsn-i muaşeret=güzel geçim yoluyla insanı saadete ulaştır-maktır. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm zamanında dine bağlı kavramların, ahlâkın cismi var, ismi yoktu; tasavvuf, o zaman ismi olmadan, adı koyulmadan pratik ahlâk olarak yaşanıyordu. İnsan-lar önceden Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm veya onun vârisi bir mürşid-i kâmilden görerek edebi alıyorlardı.Ebu Talib el-Mekkî (-388/-996)’nin Kûtu'l-Kulûb adlı eseri pratik, İbni Mis-keveyh (-421/-1030)’in Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eseri teorik, onlardan sonra gelen Gazâlî’nin İhyâ’sı ise hem teorik, hem pratik tasavvuf=ahlâkı konu alan ana eserler olmuştur. Geleneksel dünyada etik, ahlâkın teorisi veya bilimi demekti. Geleneksel ahlâkta temel değer olan

Batı, bugün hala ayaktaysa tâ Hz. İdris’ten kalan hikmet kırın-tılarının eseri adalet sayesinde yaşıyor. Çünkü malum, kıyamete kadar küfür devam eder ama zulüm devam etmez.

Page 42: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis40

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

hüsn, davranışlarla içkindi. Buna göre modern dünyada değerler tabiri bir yanıl-samadır. Nasıl Hak, Kur’ân-ı Kerim’de kullanıldığı gibi el-Hakk diye çoğaltıla-maz tekil bir kavram ise, çoğul “değerler” değil, tek bir değer vardır. Modern dünya-da özgürlük, eşitlik, tutumluluk, cömertlik gibi kavramlardan değerler olarak söz edilir. Hâlbuki İslâmî-geleneksel dünya görüşüne göre tek bir değer vardır: Hüsn. İslâmî-geleneksel dünyada özgürlük, eşit-lik, tutumluluk, cömertlik gibi kavramlar, modern anlamda değerler değil, tek ana değer olan hüsne bağlı edeplerdir ki bunun ölçüsünü sünnet verir.

“Ben ancak ahlâkî yücelikleri tamam-lamak için gönderildim” diye buyu-ran efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın tamamlamak üzere gönderil-diği ahlâk, saydığınız kategorilerden hangisine giriyor?Ahlâk, ilk insan ve peygamber Hz. Âdem’den beri vardır. İnsanın fıtratı değişmeyeceğine göre ahlâkı da değiş-mez. Bütün peygamberler ahlâk timsali olduğu halde ahlâkî yücelme, Efendimiz Hz. Muhammed ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ile zirveye çıkmıştır. Bu kemal, hem onun, hem de gönderildiği dinin özelliğin-den kaynaklanmaktadır. Mutlak anlamda insan-ı kâmil, seyyidü’l-evvelîn ve’l-âhirîn olan Hz. Muhammed, din-i kâmil de onun tebliğ ettiği İslâm’dır. Tasavvufun hedefi, insanlara ahlâk-ı Muhammediye'yi aşı-layarak insan-ı kâmil kılmaktır. İlk pey-

gamberden son peygambere kadar dinin “din-i kayyım” denen değişmeyen özü tevhittir. Bu anlamda din bir, şeriat deği-şiktir; dinin marifetullâha yönelik millet denen aslı müttehit, fakat tâ’atullaha yönelik şeriat denen fer’i muhtelif, tagay-yür ve tekâmüle açıktır; “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim” âyetinin (Mâide/3) belirttiği gibi. Şeriat, insanın yaratılışın-daki huy güzelliğini tecessüm ettirmek için gönderilmişse, şeriatın tekâmülü, ahlâkın teamülü, dini kemale erdirme, ahlâkı tamamlama anlamına gelecektir. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın hadisini bu çerçevede anlayabiliriz.

Hocam, şeriat aynı zamanda ahlâkî kuralları vaz’ etmiyor mu? Din ve ahlâk birbirine çok yakın değil mi?Geleneksel ve modern ahlâkı edep=fazilet ve değer ahlâkı olarak ayırdık. Geleneksel edep ahlâkının çözülüşü, Hıristiyanlığın yozlaşmasıyla başladı. Dinin teorik ve pratik iki boyutu vardır; teorisine şeriat, pratiğine tarikat denir ki bu anlamda dini insanın maddî ve manevî tüm ihtiyaçla-rını karşılamak için gönderilmiş “ilahî bir ekonomi” olarak tanımlamıştık. Modern-leşmeye bağlı sekülerleşme sürecinde bu anlayış tersine dönmüş, “ekonomi olarak din” anlayışının yerini “din olarak ekono-mi” anlayışı almıştır. Sanılagelenin aksine çağımızda anlaşıldığı gibi sekülerleşme, dinden uzaklaşmadan ziyade din algısının

dönüşümüdür.

Batı’da sekülerleşmenin belkemiğini teş-

kil eden bu anlayış dönüşümü, Adam

Smith’in Newton fiziğine dayalı modern

dünya görüşüne bağlı olarak felsefî

temellerini attığı kapitalizmin eseridir.

Moralite denen modern ahlâkın temel

kavramı değer, kapitalizmin getirdiği

pazar, değişim ve fiyat kavramlarıyla

doğmuştur. Geleneksel dünyada değer

diye bir terim bile yoktur; tek ana değer

olan hüsn, edeplerde içkindir. İnsan,

ahsen-i takvim üzere yaratıldığından fıtrî

güzel, güzel de fıtrî demektir. Örneğin

oturarak içmek, sağlığa, fıtrata uygun

olduğu için su içmenin edebi, sünneti

olarak tanımlanmıştır. Dinlerin hedefi,

tüm varlık mertebelerinde geçerli ortak

güzelliği tecessüm ettirmektir.

Filozoflar, “hariçte, zihinde, lisanda ve

yazıda” olmak üzere dört varlık mertebesi

tanımlarlar. Çeşitli dillerde ortak “Üslûb-i

beyan, ayniyle insan” sözünün de belirtti-

ği gibi, geleneksel anlayışa göre insanın

zihin, davranış, söz ve yazısındaki güzel-

lik birbirinden ayrılmaz, birbirini yansıtır.

Batı’da Hıristiyanlığın kriziyle büyüyen

onto-teolojik parçalanma, kapitalizmle

netleşmiştir. Geleneksel dünyada iyilik,

doğruluk, güzellik kavramlarıyla bunlara

dayanan ahlâk, hukuk ve estetik disiplin-

leri birbirinden ayrılmaz. Kapitalizmle bir-

likte ise iyilik, doğruluk, güzellik kavram-

ları birbirinden ayrılırken farklı güzellik

mertebeleri de farklı disiplinlerin, ahlâkî

davranışların dayandığı değerlerin keşfi

etik, güzel sanatlar alanındaki güzelliğin

dayandığı ilkelerin keşfi de estetik bilimi-

nin konusu haline gelmiştir.

Şeriat denen geleneksel hukukun hedefi,

hem objektif hem sübjektif, hem makro

hem mikro boyutlarda adaleti gerçek-

leştirmek, tarikat=sünnet=edeb denen

geleneksel ahlâkın hedefi ise adaletin

üzerine fazileti inşa etmektir. Geleneksel

anlayışa göre, öz ile şekil birbirinden

ayrılmaz, şeriat olmadan ahlâk, adalet

olmadan fazilet, namaz olmadan niyaz

olmaz. Dinin özü ahlâktır; ibadet, ahlâkın

girdisi, sebebi, hukuk ise çıktısı, yaptırı-

mıdır. Dahası adalet nicel bir eşitliktir,

nitel adalet=eşitlik ise Kur’ân-ı Kerim’de

Page 43: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 41

geçen kıst kavramıyla ifade edilir. Mesela

biri 40 kilo biri 60 kilo ağırlığa sahip iki

çocuğunuza da eşit olarak beşer dilim

ekmek verdiğinizde nicel bir adalet uygu-

lamış olursunuz. Ancak kilolarına göre

birine dört, birine altı dilim ekmek verdi-

ğinizde kıst denen asıl nitel adaleti sağ-

lamış olursunuz. Zaten kelime anlamıyla

adalet, her şeyi yerli yerinde tutmaktır.

Peki, modern ahlâkta adalet ve fazi-let nereye gitti?Etik denen bu geleneksel ahlâk anla-

yışına göre adalet ve zulüm, öncelikle

sübjektif, insanın nefsiyle ilgilidir; biri,

Allah’ın emrine uymak, namaz kılmak

suretiyle önce kendine adalet göster-

dikten sonra ancak başkalarına adalet

gösterebilir; “Muhakkak namaz, insanı

kötülük ve çirkinlikten alıkoyar” âyetinin

de belirttiği gibi. Nefsine adil olan diğer

tüm insanlara adil, kendi ile barışık olan

tüm kâinatla barışık olur. Moralite denen

modern ahlâk ise adalet yerine düzen

anlayışını esas almış, modernlikle birlikte

sübjektif ve objektif boyutlarıyla birbirine

bağlı küllî ve cevherî bir adalet anlayışı,

mekanistik, şeklî bir düzen anlayışına

yenik düşmüştür. Söz konusu onto-teo-

lojik parçalanmanın getirdiği öz ile şeklin

ayrışması sonucu Batı, uçlara düşmüştür.

Bir taraftan hikmet ve şeriatın kılavuz-

luğundan mahrum kalan değerlerin etik

tarafından sonu gelmez bir spekülasyo-

na konu edilmesi, diğer taraftan vazife

ahlâkı denen şekilci bir ahlâk anlayışına

teslimiyet.

Ontik dengelerin altüst olması sonucun-

da Batı, Newtongil zaman-mekân kav-

ramlarında olduğu gibi izafîyi mutlaklaş-

tırmış, ahlâkî değerler örneğinde olduğu

gibi mutlakı izafîleştirmiştir. İngilizce ve

Fransızca right ve droit kavramlarında

olduğu gibi hak, lâfzen hem doğru, hem

vazife anlamına gelir. Bu, Hak ile İnsan

arasındaki ezelî ahde dayalı bir alışverişi

yansıtır. Allah, insanın verdiği ahde karşı

ödül vaad vermiştir. Arapça va’d kelimesi

borç sayılır ki din de deyn (borç) keli-

mesinden gelir. Batı’da Newton fiziğine

dayalı mekanistik düzen arayışı ise, hak-

tan yoksun bir vazife anlayışını gerektir-

miştir. Bu süreçte Kant’ın getirdiği vazife

ahlâkına göre ahlâkîliğin ölçütü, tümel ve

özsel bir doğruluk yerine haricî kurallara

uygunluk olmuştur. Keza bu mekanistik

düzen anlayışı uyarınca hukuk ta hak

özünü kayb ederek pozitivizm ve forma-

lizme, devlet mevzuatına indirgenmiştir.

Bu ahlâkî ölçütü biraz daha açar mısınız?Bu ahlâkî davranışın ölçütünü bulmak

için öncelikle bu ölçütü belirleyecek mer-

ciin bulunması gerekir. Bunun için Batı,

yoğun bir merci arayışına sahne olmuş-

tur. Rousseau’nun vurgu yaptığı vicdan-

dan sağduyu ve kamuoyuna kadar çeşitli

ahlâkî merciler aranmıştır. Deontoloji

denen ödev ahlâkının öncüsü Kant’ın ara-

yışı ise esas itibariyle isimsiz, tümel haki-

kat kaynağı olarak hikmete (Vernunft)

yöneliktir. Ancak Aydınlanma ile hikmetin

akla, hikemiyetin akliyete indirgenmesi,

Kantgil ödev ahlâkını vahim bir tikellik/

tümellik, otonomi/heteronomi çelişkisiyle

malûl kılmıştır.

Peki, modern genel/meslek ahlâkı ayırımının geleneksel dünyada karşı-lığı var mıdır acaba hocam?

Yok. Geleneksel ve modern ahlâkın ayrış-

masından biz modernlerin modernliği

kanıksadığı için pek fark edemediği bir

ayırım ortaya çıkıyor: Eğitim ve öğretim

ayırımı. Modern bakış açısıyla eğitim ile

öğretim arasındaki farkı basitçe şöyle

ayırt edebiliriz. Eğitim, adam, öğretim,

vali yetiştirmektir. Hani baba demiş ya,

“Oğlum, ben sana vali olamazsın değil,

adam olamazsın dedim; adam olsaydın

babanı ayağına getirtmezdin.” Bu örne-

ğin de gösterdiği gibi geleneksel dünya

görüşü açısından eğitim ile öğretim ara-

sında ayırım yapılamaz; adam olma-

yan vali olamaz. Özellikle Ahî teşkilatına

bakıldığında çağımızda “ahlâk eğitimi”

ile “meslekî eğitimi” deyimleriyle de ayı-

rılan eğitim ile öğretimin iç içe geçtiği

açıkça görülür. Hâlbuki modern anlayışa

göre pekâlâ adam olmadan vali olmak

mümkündür.

Bu anlayışın ortaya çıkışında ana etken,

sanayi toplumunun zuhuru. Sanayi kapi-

talizmi, insanlık tarihinde yeni bir üre-

tim ve dolayısıyla yeni bir insan tipini

gerektiriyor. Modern meslek, öğretim ve

meslek ahlâkı kavramları, hatta şifahilik/

okuryazarlık ayırımı bile sanayi toplumu

ile ortaya çıkıyor. Eğitim/öğretim ayı-

rımının zuhuru, tabiatıyla eğitimin de

anlamını kaybetmesine yol açacaktır.

Eğitim/öğretim ayırımının getirdiği gene

pek fark edilmeyen önemli bir ayırım,

“birincil/ikincil eğitim” ayırımıdır. Burada

birincil eğitimle ailenin, ikincil eğitim-

le ise okul sisteminin verdiği eğitim

kasd edilmektedir. Normalde gelenek-

sel zihniyet açısından böyle bir ayırım

anlamsızdır. Zira çocuğun asıl eğitim yeri

aile yanında tekke gibi sivil kurumlardır.

Ancak sanayi toplumunun zuhuruyla dev-

lete ait resmi kurumlar, okullar çocuğun

eğitimini üstlenmiştir. Modern eğitim/

öğretim kurumları, sanayi toplumunu sür-

dürecek insan tipini yetiştirmeyi hedef

edinmiştir. Öğretimin hedefi, sanayi top-

lumunu işletecek, ona uygun profesyonel

yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplu-

mun işleyişini bozmayacak, ona uyumlu

vatandaş yetiştirmek olmuştur.

Sanayi toplumunun ihtiyaçları uyarınca

eğitim ve öğretimin bu şekilde araç-

sallaşarak anlamını kaybetmesi sonucu

meslek ahlâkı gibi kavramlar da özellikle

Türkiye’de anlamını kaybetmiştir. Batı

dillerinde ödev ahlâkı anlamına gelen

“deontoloji”, bizde daha ziyade “meslek

ahlâkı” anlamını kazanmıştır. Öğrencilere

bu disiplinleri ortak bir hikmete bağlama

şuurunu vermesi açısından özellikle hukuk

ve tıp gibi temel alanlarda deontolojinin

kritik bir pedagojik önemi vardır. Ancak

maalesef Türkiye’de her şey Batı’dakin-

den daha kaba bir şekilde araçsallaştığı

Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün beşerî davranışlarda içkinliği, davranış güzelliği demektir. Bu anlamda Doğusuyla Batısıyla geleneksel dünyada etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri arasın-da farklılık yoktur; hedef, varlıkta içkin ortak güzelliği tecessüm ettirmektir.

Page 44: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis42

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

için tıp felsefesi, tarihi, ahlâkı, hukuk

felsefesi, tarihi, ahlâkı, Roma hukuku

gibi tıp ve hukuktaki asıl entelektüel

öneme sahip dersler, öğrenciler tarafn-

dan önemsenmeyen, “çerez” diye görülen

dersler olarak geçiştirilmekte, fiilen boşa

geçmektedir.

Keza buna bağlı olarak sanayi toplu-

munda ortaya çıkan şifahilik/okuryazarlık

ayırımı, ilmin kitaptan geçtiğini esas

alan modern bir anlayıştır. Buna karşı-

lık geleneksel anlayış, “ilmin satırlardan

değil, sadırlardan, dinleyerek” geçtiğini

öngörür. Bugünkü bakış açımızla okuma-

yazma bilmediği için cahil kocakarılar,

geleneksel dünyada sahipsiz kitaplardan

okuyarak değil, ehlinden dinleyerek ilmi

alıyordu.

Hocam, tespitleriniz oldukça çarpıcı, ezber bozan cinsten. Daha derinden bakığımızda bu gelişmenin altında ne görürüz?Bunu daha basit bir şekilde “eğitim mühendisliği” deyimiyle anlatabiliriz. Bunun tâ altında “tarih, eğitim, ekono-mi, kültür, şehir, dil vs. mühendisliği” gibi beşerî tüm alanlara sirayet eden, Newton fiziğinden mülhem bir mekanis-tik zihniyet yatmaktadır. Modern ahlâk, ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi New-ton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine “dünya görüşü” kavramı, mecazen hayat görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki astrofiziksel görüş demektir. Bu anlam-da Aristo, Newton, Einstein’ı geleneksel, modern ve postmodern olarak üç ana çağın dünya görüşlerinin temsilcileri ola-rak alabiliriz. Burada Aristo ile Newton fiziği arasındaki temel fark, organizmik/mekanizmik arasındaki ayırımda yatıyor. Aristo fiziğinin temsil ettiği gelenek-sel organizmik dünya görüşüne göre herşey can sahibi birer beden, organiz-

madır. Bilindiği gibi yerle gökler ara-

sında dört tane varlık kategorisi vardır:

İnsanât, hayvanât, nebatât, cemâdât.

Burada Türkçe’de cansız varlıklar dedi-

ğimiz cemâdât, câmit, aslında cansız

değil, donmuş anlamına gelir; yani “nefs-i

külliye” kavramının da belirttiği üzere

“canlı ama hareketsiz” demektir. Kur’ân-ı

Kerim’de taşların Allah korkusundan

yuvarlandıkları, yer ve göğün Allah’ın

emrine itaaat ederek geldiklerine dair

ayetler, bunu belirtmiyor mu? Moderniz-

min öngördüğü mekanistik dünyada ise

değil dağlar, taşlar, cemâdât, hayvanlar,

insanlar bile cansız, iradesiz varlıklar,

şeyler hükmündedir.

Modernlik eleştirmenlerinin sıkça dile

getirdiği “İnsansız ekonomi, sosyoloji,

tarih, eğitim vs.” deyimleri bunu belirtir.

“Toplum, ekonomi, eğitim sistemi” gibi

mekanistik sistem kavramıyla tanımla-

nan bu alanlardaki düzenlemede insan,

aktör değil, bir makinenin dişlisi gibidir.

Doğrudan insanı konu alan tıp ve psiko-

loji gibi alanlarda bu çarpık mekanistik

bakışı daha çarpıcı görmek mümkündür.

Diğer alanlarda insan makinenin bir dişli-

si, pasif bir parçası iken bunlarda doğru-

dan bir makinedir. Örneğin kadim kültür,

ölümü sayılı nefeslerin tamamlandığını

ifade eden “vefat etti, Hakka yürüdü,

irtihal-i dâr-ı bekâ eyledi” gibi estetik,

manevî deyimlerle anlatırken modern tıp

basitçe bir makinenin durmasını, devre

dışı kalmasını belirten “X oldu” deyimiyle

anlatır!

mimarlık, mühendislikten ziyade sanat kategorisine girdiği için, ontik hüsnü yansıtacak bir mekân ve çevre düzenlemesi mümkün müdür?Bu sorunuza cevap olarak gene gele-

neksel/modern karşılaştırmasını yapmak

durumundayız. Geleneksel dünya görüşü-

ne göre şehir, bir insan bedeni organizma

hükmündedir. İnsan bedenindeki hücre,

doku, organ, sistem ve beden şeklindeki

beşli hiyerarşi aynen şehirde de bulunur;

oda, ev, sokak, mahalle ve şehir şeklinde.

İnsan bedeninde hücrelerin bir kapısı

olduğu gibi odadan şehre bu birimlerin

de bir kapısı vardır. Nitekim fetih, lâfzen

Öğretimin hedefi, sanayi toplu-munu işletecek, ona uygun profes-yonel yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplumun işleyişini boz-mayacak, ona uyumlu vatandaş yetiştirmek olmuştur.

Page 45: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 43

açmak demektir, yani bir şehrin kapısı-

nı açmak. Ama dediğimiz gibi modern

şehircilik ve mimarlık, bir sanattan ziyade

mühendislik yaklaşımıyla şehri bir orga-

nizma değil, kesilip biçilecek bir mekaniz-

ma olarak alıyor. Beşerî-iradî alanlarda

da mekanistik bir dizayn iddiasını ifade

eden “tarihsel, sosyal mühendislik” denen

mühendislik türlerinin zavallı mantığı bu.

Burada şehirle ilgili temel değerlere daha derin bir bakış getirdiniz. İslâm şehrinin iki temel özelliği var; doğal-lık ve kendiliğindenlik. Topografyaya uygun olarak ve kendiliğinden gelişen bir şehir var. Bu konuda ne söylersiniz?“Planlanmış/planlanmamış şehir” ayırı-

mı, modernliğin getirdiği sayısız kısır

dikotomilerden biridir. Çağımızda Spiro

Kostof’un The City Shaped: Urban Pat-

terns and Meanings Through History

adlı çığır-açıcı çalışması, “planlanmış/

planlanmamış şehir” ayırımı efsanesini

yıkmıştır. Her ikisi de genel anlamda bir

plana dayansalar da bir organizma ola-

rak şehrin bir tarihi ve ruhu varken kentin

yoktur. Sokakların adlandırılması tarzı,

aralarındaki farka basit bir örnek olarak

verilebilir. Örneğin bizde köklü şehirlerde

sokaklar “Müezzin Bilal, Feyzullah Efendi,

Kuşkonmaz” gibi isimler alırken Batı’daki

kentlerde “70. 80. sokak” gibi ruhsuz

bir şekilde numaralandırılırlar. Burada

mesele, planlama/planlamama değil,

planlamanın niteliği, organizmik/meka-

nistik anlamda olup olmadığıdır. Mimar

Sinan gibi geleneksel hakîm bir mimar,

şehri bir organizma olarak planlar.

Burada temel kavram otarşi, yani orga-

nizmanın kendi kendine yeterek yaşa-

yacak şekilde planlanmasıdır. Otarşi,

aslında adalet kavramının bir türevidir.

İngilizce ekonomi, ekoloji ve ekümen

kelimelerinin türediği Yunanca oikos

veya Arapça dâr kelimesi, hakikaten ev,

mecazen ise belde ve dünya anlamla-

rına gelir; ev, yaşadığımız küçük, dünya

ise büyük âlemdir. Bu semantik ipucu,

insanın yaşadığı birimler arasında nitelik

değil, sadece nicelik, çap farkı olduğu-

nu, hepsinde aynı adaletin gözetilme-

si gerektiğini belirtir; evde, mahallede,

şehirde, ülkede ve âlemde adalet. Rab-

bimiz, dünyayı kendi kendine yetecek

şekilde yaratmıştır. O yüzden insan, koz-

mik ve politik zulümden, şeyleri yerli

yerinden oynatmaktan kaçınarak adaleti

gözetmeli, topoğrafik şartları zorlama-

malıdır. Buna göre politik, soyut bir

ülke yerine kökünü oluşturan oikos (ev)

kelimesinin belirttiği gibi, özellikle su

gibi doğal kaynakların şehirde yaşayan

toplulukların ihtiyaçlarına yetmesi anla-

yışına göre şehirler kuruluyordu eskiden.

Modern mimarlık ve şehirciliğe ise tam

aksine adeta Firavunca bir mantık yön

veriyor; “Biz, istediğimiz yerden dağı

delip tünel açarız, göğe merdiven gibi

binalar, denizin üzerine şehir kurar,

Dubai gibi çölde bir cennet yaratırız”

gibi azgın, Firavunca bir mantık. Bilindiği

gibi Newtongil mekanistik evren görüşü,

deizme dayanıyordu. Buna göre Tanrı,

evreni altı günde yarattıktan sonra hâşâ

Arşa istivâ ederek istirahata çekilmiş,

dünyayı kendi kendine işleyecek şekilde

bırakmıştı! Asırlardır Tanrı’nın adaletini,

bunun için de mahiyetini sorgulayan

Batılı, işin içinden çıkamayınca sonunda

çareyi Tanrı’yı nötralize etmekte buldu.

Nötralize edilen Tanrı’nın mutlak kud-

retini (omnipotence) artık insan teva-

rüs edecekti. Bilimsel ve siyasî (Fransız

İhtilali) devrimler, bu “tarihin ve tabiatın

mutlak denetimi” hüsnü kuruntusunun

sebebi ve sonucuydu. Amerikalı mimar

Richard Neutra’nın ciddi mi, espriyle

mi söylediğini bilmediğimiz şu sözü bu

mantığın çarpıcı bir ifadesidir: “Öyle bir

ev planlarım ki mutlu bir karı-kocayı altı

ay içinde boşandırabilirim!”

müthiş gerçekten. Biraz da iş ahlâkına değinebilir miyiz?Dediğimiz gibi genel/meslekî ahlâk ayı-

rımı, modern eğitim/öğretim ayırımının

sonucu. Geleneksel dünyada örneğin Ahî

teşkilatına baktığımızda böyle bir ayırım

göremiyoruz; ahlâk bir bütün olarak insa-

na aktarılıyor. Burada, hem eğitim/öğre-

tim, hem genel/meslek ahlâkı ayırımını

hiçe sayan merkezî kavram edep. Örne-

ğin geleneksel literatürde Büyük Selçuklu

veziri Nizamülmülk’e ait “siyasetnâme”

adlı eserler, modern anlamda bir meslek

olarak siyasetin öğretimine dair sayıla-

bilir. Ancak “Âdâbü’l-Mülûk ve’s-Selâtîn”

(Krallar ve Sultanların Âdâbı) türü eser-

ler, hem eğitim/öğretim, hem genel/

meslek ahlâkı anlamında yönetimin ede-

bini veren eserler olarak belirir. Modern

bakış açısıyla burada öğretim, eğitimin,

meslekî ahlâk, genel ahlâkın üzerine bina

edilir; aralarında bir mahiyet farkı yoktur.

Bugün bir mimarın özel ile meslekî hayatındaki davranışları pekâlâ bir-biriyle uyumsuz olabiliyor. modern hayatlardaki bu şizofrenik bölünme maalesef kanıksanmış durumda. Adalet ve fazileti hiçe sayan sekü-lerizmin bütün çabalarına rağmen hızla çöken insanlığı kurtarma ümidi hâlâ var mı sizce?Dediğimiz gibi şizofrenik modern dün-

yada pekâlâ adam olmadan vali olmak

mümkündür. Bugün seküler dünyada

tasavvuf denince belli insanlara özgü

ekstra bir dindarlık tarzı anlaşılıyor.

Halbuki tasavvuf, edep denen gelenek-

sel eğitimin alternatifi olmayan ana

kanalıydı. Alternatif, tasavvufa değil,

tasavvufta, farklı insan fertlerinin meş-

rebine ve grupların ihtiyaçlarına göre

değişen tarikatlar arasında idi. Örneğin

Osmanlı’ya baktığımız zaman Yeniçe-

rilerin eğitim kanalı, Bektaşilik, ulema-

nın Nakşibendilik tarikatı idi. Cumhuriyet

devrinde tarikatların kapatılmasıyla bu

toplumun hayat damarları, ahlâk kanalları

da kesildi. Bugün de toplumun manevî

dirilişinin tasavvuftan başka yolu yok.

Ancak mesele sadece anayasal bir düzen-

lemeyle tarikatları tekrar serbest bırak-

mak değil, büyük bir yıkım, fetret devrinin

ardından bu tekkeleri dolduracak ehliyetli

tasavvuf erbabını tekrar bulmak.

Modern ahlâk, ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi Newton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine “dünya görüşü” kavramı, mecazen hayat görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki astrofiziksel görüş demektir.

Page 46: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis44

Anadolu’da Selçuklu döneminden beri sanayi ve iç ticaret kesimleri fütüvvet ve ahilik ilkelerine dayalı esnaf birlikleri tarafından şehirlerde teşkilatlanmıştır. Bununla birlikte bu geleneğin tarımda çalışanlar ve kırsal kesimde de etkili olduğu bilinmektedir. İslam’ın ilk

yüzyılından beri fütüvvet ülküsüne dayalı teşekküllerin ortaya çıktığı görülmektedir. Fütüvvet ve ahilik anlayışı son tahlilde, Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetine dayandırılan ilkeleriyle İslami-tasavvufi düşünce ve hayat telakkisinin içinde yer alır.

ORTAÇAĞDA ANADOLU’DA HALKIN BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAĞLAYAN KURUM:

“AHİLİK”

ütüvvet, önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kah-

ramanlık boyutlarına sahip iken, zamanla İslami ve tasavvufi

derinlikler kazanmıştır. Türklerin Müslüman olmasından sonra

da ahi teşekküllerinin kurulmasında manevi ve fikri tabanı

oluşturmuş, Türklere özgü vasıflar kazanarak bu teşekküllerde

yaşamış, etkisini günümüze kadar sürdüre gelmiştir.1 Terim

olarak, Türkçe yardım etmeyi seven, cömert kişi, Arapça

kardeşlik anlamlarına karşılık gelen ahilik üzerine kapsamlı

araştırmalar yapan, Ahilik Vakfı’nın kurucusu cennet-mekân

Galip Demir’e göre, Ortaçağ Anadolu’sunda Türkler’in yaptığı

rönesanstır. 2

TEŞKİLATIN KURULUŞUİlk ahi birliklerinin oluşmasından hemen önce, Büyük Selçuk-

luların ele geçirdikleri veya gelip geçtikleri şehirlerde fütüvvet

birliklerinin yani fityanın etkili olduğu bilinmektedir. Şehir teşki-

latı yeniden kurulurken fütüvvet-esnaf birlikleri de oluşuyordu.

Oysa Bizans Anadolu’sunda bu türden kurum yoktu. Abbasi

Devleti’nin son dönemlerinde görülen otorite boşluğu, fütüvvet

teşekküllerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Bu yüzden Abbasi

halifesi Nasır (1180-1225) fütüvvet teşekküllerini merkezi

otoriteye bağlamıştı. Fütüvvetin Anadolu sahasında nüfuz

kazanması da bu dönemde olmuştur. Halife Nasır fütüvveti

yeniden teşkilatlandırırken, Anadolu Selçuklu Devleti’yle, ilk

defa I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in şahsında ilişki kurmuştur. Bu

hükümdar 1204’te ikinci defa tahta geçince ilişkiler yoğunlaş-

mış ve Muhyididîn b.Arabî, Şeyh Nasıreddîn el-Hoyî (Ahi Evren)

gibi mutasavvıflar Anadolu’ya gelmişlerdir. Yine XIII. Yüzyılın

ilk yarısı olan bu dönemde İzzeddîn Keykavus I. ve Alaeddîn

Keykûbâd I. da fütüvvet teşkilatına girerek, birbirini takip eden

bu üç sultanın idaresinde Anadolu Ahi teşkilatı kurulmuştur.

Özellikle İzzeddîn Keykavus I. döneminde Anadolu fütüvvet

ve ahiliği disiplinli bir teşkilat halinde belirmeye başlamıştır.

Alaeddîn Keykûbâd I. zamanında da Nasır meşhur muta-

savvıf Ömer Sühreverdi’yi sultana göndererek teşkilatlanma

tamamlanmıştır.3 Ahiliğin ahlâk ve erkânını tespit eden ve

Ömer Sühreverdî’nin eserleriyle sûfî inanışlarıyla zenginleşen

fütüvvetnâmeler, Anadolu’nun her tarafına yayılarak, şehir-

lerde ve köylerde fütüvveti benimseyen ahî zaviyeleri kurul-

muştur. Selçuklu’yu takip eden Osmanlı’da Osman ve Orhan

F

Süleyman DEMİRAhi Kültürünü Arş. Ve Eğt. Vakfı Başkan Yrd.

Page 47: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 45

dönemlerine ait vakıf kayıtları da bu coğrafyada erkenden birçok ahî

zaviyesinin kurulmuş olduğunu göstermektedir. Selçuklu sultanları

Moğol egemenliği altında ülkede siyasi güç ve kontrolü kaybettikle-

rinden, şehirlerde ahiler yalnız ekonomik-sosyal yaşamda değil, kamu

güvenlik sorumluluklarını da yüklenmişlerdi.4 Yani ahiler anarşinin baş

gösterdiği, fetret dönemlerinde şehirlerin idaresini ellerine alıyorlar

ve eski idareden yeni idareye geçişin şehir için büyük bir sarsıntıya

meydan vermemesine çalışıyorlardı. Böyle bir teşkilâtın, hele anarşi

devrelerinde, nasıl bir kuvvet ve lüzum kazanacağı meydandadır. İdare

teşkilâtının inkişaf etmemiş olduğu o devirlerde, küçük kasabalarda,

devlet kuvvetini değil, fakat, en mühim olan mahalli halk idaresini

temsil edenler onlardı.5 Fas’lı Seyyah İbn Battuta bazı büyük şehir-

lerde baş ahînin bir sultan gibi davrandığına tanık olmuştur. Mesela,

sof imalatı ve ticaretiyle zengin bir şehir haline gelen Ahi Şerafeddîn

şehrin kamu işlerinde de egemendi.6

Anadolu ahiliğinin kurucusu olarak bilinen ve asıl isminin Şeyh

Nasıreddîn el-Hoyî (1171-1261) olduğu tahmin edilen Ahi Evran,

İran’ın Batı Azerbaycan taraflarında bulunan Hoy kasabasında doğ-

muştur. Anadolu’da Ahilik teşkilatının kurucusu ve 32 esnaf zümre-

sinin piri kabul edilen bu âlim ve velî zatın asıl adı Mahmud’dur. Ahi

Evran’ın çocukluğu ve ilk tahsil devresi, memleketi olan Azerbaycan’da

geçmiş olsa da, gençliğinde Horasan ve Maveraünnehir’e giderek o

yörede Fahruddîn-i Râzî gibi büyük alimlerden, ders almıştır. Daha

sonra Bağdat’a gelmiştir. Bağdat’ın İslam dünyasının en büyük ilim,

sanat ve irfan merkezi oluşu, Ahi Evran’ın çok yönlü bir ilim ve fikir

adamı olmasında etkili olmuştur. Özellikle tefsir, hadis, kelâm, fıkıh ve

tasavvuf gibi dinî ilimler yanında felsefe ve tıp sahasında sivrilmiş ve

bu konularda eserler vermiştir.7 1205’te Kayseri’ye yerleşerek bura-

da bir debbağhane kurmuştu. Şeyhi Evhadüddîn Kirmani ile birlikte

bütün Anadolu’yu dolaşarak ahi teşkilatını kuran Ahi Evren şeyhinin

13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın başlarında yaşa-mış olan sufi şair Gülşehri, manevi bir kişilik olan Ahi Evran’ın kerametlerini ve Ahiliğin kurallarını Kerâmât-i Ahi Evren adındaki mesnevi tarzındaki Türkçe risalesinde anlatmıştır.

Page 48: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis46

ölümünden sonra bu teşkilatın önderi olmuştur. Ahi zümre-leri şehirlerde olduğu kadar, köylerde ve uçlarda da büyük bir nüfuza malik olduğu için Ahi Evran’ın kurucusu olduğu ahilik teşkilatı, özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısında Moğol istilasından sonra devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde varlığını hissettirmiş, şehir hayatında faal rol oynamış, siyasî bir amil olarak daima hesaba katılmıştır.8 13. yüzyılın sonla-rıyla 14. yüzyılın başlarında yaşamış olan sufi şair Gülşehri, manevi bir kişilik olan Ahi Evran’ın kerametlerini ve Ahiliğin kurallarını Kerâmât-i Ahi Evren adındaki mesnevi tarzındaki Türkçe risalesinde anlatmıştır.9

TEŞKİLATIN İŞLEYİŞİFütüvvet ehli ahi zümrelerinin büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilatlandıklarını ve her zümrenin ayrı bir zâviyesi olduğunu biliyo-ruz. Eğer bir sanat erbabı büyük şehirlerde bir zaviyeye sığmayacak kadar kalabalık olursa şehrin çeşitli yerlerinde zaviyeler açmışlardır.

Bazen de bir teşekkülü besleyemeyecek kadar az miktarda olan çeşitli meslek mensupları da bir araya gelmişlerdi. Büyük şehirlerde muhtelif sanayi ve ticaret erbabının belirli yerlerde kapalı veya açık çarşıları vardı. Esnaf buralardaki dükkanlarda çalışırdı. Burada mesleki ahlâkın dayanışmacı ve altruist (diğergam) olması fütüvvetin tesirinin derecesini gösterir. Esnaf teşkilatı üretim faaliyetleri yanında, devletle esnaf arasındaki ilişkileri de düzenlemiştir. Yerel mal üreti-minin ihtiyaca göre (arz-talep dengesi) ayarlanmasında yani, arza göre talep değil talebe göre arz dengesini sağlamada ahiler çok önemli bir görevi üstlenmişlerdi.10 Üretime, talebe göre sınırlandırma getirilerek, fazla üretim fiyatın düşme-sine ve esnafın zarara uğramaması amaçlanmış, noksan üretim yapılmayarak da fiyatlarda rayicin üzerindeki artış ve tüketicinin zarar görmesi önlenmiştir. Bu nedenle şehrin nüfusuna göre üretimin ayarlanması da gereklidir. İşte bu

koşullar, kasabada esnaf teşkilatının temel ekonomik sistemini belir-ler. Ortaçağ esnaf teşkilatında her sınıf mal üreticisinin sayısı, yani üretimi şehrin nüfusuna göre ayarlanmıştır. Mesela, Beypazarı’nda 10 fırın ustasına izin verilmişken, İstanbul’da 150 ustaya izin verilmiştir. Talep arttığı zaman kenar mahallelerde koltuk denilen kaçak ustalar ortaya çıkmıştır. Bu kaçakları yasaklamak için esnaf devlete baş-vurmuş, esnaf ustaları, esnafın seçiminden sonra padişah beratıyla onaylamıştır. Devlet genellikle beratlı esnafı desteklemiştir. Böylece esnafla devlet arasında gittikçe kuvvetlenen sıkı bir işbirliği ortaya

Devlet genellikle beratlı esnafı desteklemiş-tir. Böylece esnafla devlet arasında gittikçe kuvvetlenen sıkı bir işbirliği ortaya çıkmış-tır. Öbür yandan mal kalitesini koruma ve esnafın hiyerarşik nizamı imtihanlarla sağ-lanmıştır. İç örgüt böylece, devlet kontrolü dışında kalmıştır.

Page 49: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 47

sinde kendisini tanımlarken “pirlerin piri” olarak kullandığı bu unvan,

Selçuklu hakimi olan kadı tarafından da tescillenmiştir. Ahi Evran’a bu

tescilli unvanın verilmesinin sebebi kuşkusuz kümelenme-clustering*

teorisine dayalı Kayseri’de kurduğu meslek guruplarının sanayi ve

ticaret sitelerinde örgütlenmesine dayalı yeni üretim sistemini, tüm

Selçuklu şehirlerinde yaygınlaştırmayı başararak, sanayiye dayalı yeni

bir üretim ağı kurmuş olmasıdır. Böylece sanayi birliklerine dayalı

Kayseri’de başlatılan sanayi devrimi, Selçuklu devletince benimse-

nerek 1220-1237 yıllarında tüm Selçuklu ekonomisinde uygulanıp

genişletilerek Selçuklu sanayi devrimi yaygınlaştırılmıştır.12 Fütüvvet

geleneğine bağlı iktisadi bir teşkilat olan Ahi birlikleri, bu tip çağının

haylice ötesindeki modern uygulamalarıyla Batı’daki benzer esnaf ve

dayanışma yapılarından oldukça farklıydı.

Roma ve daha sonra Bizans İmparatorluklarında ise meslekler bir-

birinden ayrı olarak devletçe düzenlenmişlerdi ve devletin denetimi

altındaydılar. Selçuklularla aynı zamanda Avrupa’da da oluşmakta

olan korporasyonlar Roma esnaf birlikleri (Collegia) geleneğinden

ayrılmışlardır. Zira korporasyonlar İslâm esnaf birliklerine benzer

şekilde kısmi bir özerkliğe sahiptiler; kendi kurallarını kendileri belir-

lemekte, üyelerini karşılıklı yardımlaşma ve dinî faaliyetler yönünden

Collegia’nın etkileyemeyeceği bir biçimde etkilemektedirler. Haçlı

seferlerinden sonra korporasyonların oluşmasında İslâm esnaf birlik-

lerinin etkisi olduğu da belirtilmelidir.13

YAPI VE İDARE MAKAMLARISelçuklu esnaf teşekküllerinde işe ilk girenlere çırak veya yiğit denir-

di. Ahilikte bir mesleğe eleman alınırken veya yetiştirilirken önce o

kimse teste tabi tutulurdu. Çocuğun istitadı ve istekleri de dikkate

alınarak seçim yapılarak, insanların tek bir mesleği iyi öğrenmeleri ve

uzmanlaşmaları öngörülürdü. Ahilik mertebesi daha sonra kazanılırdı.

Ahilerin üzerinde sırasıyla nakipler, halife ve şeyh vardı. Şeyh esnaf

birliğinin başkanıydı. Şeyhü’l-meşayih –şeyhler şeyhi ise bütün esnaf

birliklerinin en üst makamı idi. Çıraklar çeşitli kişilerin nezaretinde

mesleki ve manevi yönden yetiştirilirdi. Birliklerde, esnaf önderleri

siyasi bakımdan da nüfuz sahibi kimselerdi.14 Yazarı belli olan fütüv-

vet kitaplarının ilkinden Burgazî’nin Türkçe fütüvvetnamesinde ki bu

aynı zamanda ahi zaviyesinde yetişen gençlerin el kitabı olarak kabul

edilir; gençlere terbiye kuralları anlatılır. Aslında ahi birliğine bağlı bir

çırak olabilmenin 124 kuralı vardı. Ahiliğin açık ve kapalı olmak üzere

6 şartı vardır. Açık olanlar, elini, kapını ve sofranı açık tut, kapalı olan-

lar dilini, gözünü ve belini bağlı tut; şeklindedir. Çıraklıktan kalfalığa,

kalfalıktan ustalığa geçişte, mutlaka tören yapılır, böyle bir tören için

iş yerinin ustası bağlı bulunduğu Ahi birliğinden izin isterdi. Bu tören

için gerekli hazırlıkları o iş kolunun birlik başkanı yapardı. Birlik baş-

kanı, oluşturduğu heyete sanatın en tanınmış üstadlarını ve şehirdeki

tüm Ahi birliklerinin başkanı olan Ahi Baba’yı davet ederdi. Bu heyet,

çırak veya kalfanın o güne kadar ürettiklerinden örnekler alarak, kalite,

evsaf ve işçiliği inceledikten sonra, adayların ahlâkına, dürüstlüğüne,

ürettiği malın kalitesine kanaat getirirse çırak veya kalfa bir üst dere-

ceye terfi ettirilirdi. Bu terfi merasimine “Şed Kuşanma Merasimi” (bir

nev’i diploma töreni) denirdi. Ahi zaviyelerinde ve işbaşında yapılan

eğitimde temel amaç öğrenciyi tam ve mükemmel biçimde yetiştir-

çıkmıştır. Öbür yandan mal kalitesini koruma, esnafın hiyerarşik

nizamı imtihanlarla sağlanmıştır. İç örgüt böylece, devlet kontrolü

dışında kalmıştır.11 Bu sayede özerk yapısını korumuştur. Yine bu

dönemde yapılan iktisat hukuku alanındaki düzenlemelerin başında

sınai mülkiyet haklarını da içeren mesleki birlikler kurarak üretim

yapma hakkının düzenlenmesi gelmektedir. Bu düzenlemeyi tamam-

layıcı hukuki düzenlemelerin başında da tarım ve ticaret sektörüne

yönelik tedarik hukuku düzenlemeleri gelmektedir. Diğer bir önemli

tamamlayıcı alan da makul fiyatların oluşması için gerekli toptan

alışveriş piyasaları ile perakende alışveriş piyasalarının kurulması

hukuku ile ilgili yapılan düzenlemelerdir. Böylece dünyada ilk kez

sanayileşmeye dayalı iktisat hukuku düzenlemelerini ahilerle birlikte

Selçuklular başlatmış ve uygulamışlardı. 1220-1237 döneminde Ahi

Evran Anadolu’da “ehl-i sanayinin piri” unvanı ile anılmaya başlamış,

kendisi de bu unvanı kullanmaya başlamış, kurduğu vakfın vakfiye-

Ahilikte bir mesleğe eleman alınırken veya yetişti-rilirken önce o kimse teste tabi tutulurdu. Çocuğun istitadı ve istekleri de dikkate alınarak seçim yapı-larak, insanların tek bir mesleği iyi öğrenmeleri ve uzmanlaşmaları öngörülürdü. Ahilik mertebesi daha sonra kazanılırdı. Ahilerin üzerinde sırasıyla nakipler, halife ve şeyh vardı. Şeyh esnaf birliğinin başkanıydı. Şeyhü’l-meşayih–şeyhler şeyhi ise bütün esnaf birlik-lerinin en üst makamı idi.

Page 50: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis48

mekti.15 Şehirlerde esnaf teşkilatı olarak yaygınlaşan ahilik köylerde de alpler (sipahiler) zümresi ile ilişki kurmuştur.16

XIII. yüzyılın ikinci yarısından XIV. yüzyılın başlarına kadar büyük devlet adamlarının, kadıların, müderrislerin, tarikat şeyhlerinin, büyük tacirle-rin ahi teşkilatına girdiklerini görüyoruz. Bu olgular ahiliğin bu geçiş döneminde sosyal itibarı çok yüksek bir kurum olduğunu göstermek-tedir. Buradan hareketle Fas’lı seyyah İbn Batuda Ahilik teşkilâtındaki üyelerin gençlerden müteşekkil17 olduğunu söylese de, böyle etkin ve güçlü bir teşkilat yapısının her yaş ve kesimden üyeleri bulunduğu kabul edilebilir. Öte yandan bu kurumun bir zamanlar Anadolu kent-lerinin ahileri tarafından geliştirilen terfi törenlerinin daha sonraki yüzyıllarda en azından bazı Anadolu lonca üyelerinin özelliği haline gelen kimi uygulamalara model oluşturmuş olması da mümkündür. Bu varsayım “fata” (gençler) denilen kişilerden beklenen ahlaki ve dini davranışları anlatan bazı risalelerin; Osmanlı döneminde, büyük olası-lıkla ahilerin kendilerinin uzak geçmişte kaldıkları bir zamanda, lonca üyelerince kopyalanarak çoğaltıldığı gözlemine dayanmaktadır.18 Ahi-lik özellikle Osmanlı’da I.Murat (Ahi Murat) döneminden sonra zaman içerisinde özerklik vasıflarını yitirmiş olup, seçilmiş değil, atanmış liderler tarafından yönetilen bir teşkilat halini alarak, devlet yönetimi üzerindeki etkinliğini yitirmiş, teşkilat yapısı zayıflamaya başlamıştır.Bu yazımızda ortaçağda, göçebe Türklerin İslamiyeti kabul edip, Anadolu’da yerleşik hayata geçtiği esnada kurulan, Osman-lı İmparatorluğu’nun kuruluşunda da etkin bir rol oynayan ahilik konusu üzerine değerli çalışmalar ve araştırmalar yapmış olan ilmi şahsiyetlerin kaynak ve eserlerinden de istifade ederek bu önemli tarihi hazinemizin anahatlarını sizlerle paylaşmaya çalıştık. Ombuds-manlıktan, kümelenmeye, toplam kalite yönetiminden, mentorluk ve koçluğa… günümüzdeki modern kavramlarının nüvelerini bünyesinde barındıran past-modern ahilik kurumunun, post-modern bir kurum olarak yeniden yorumlanması ve yapılanmasıyla, günümüz insanlığını

tehdit altına alan aile, komşu ve çevre bilincinden uzak yaşamanın getirdiği bireysellik, bencillik ve çalışmadan-üretmeden yaşamak gibi menfi unsurlara bağlı olarak kaynaklanan pek çok psikolojik ve fizyolojik rahatsızlığa da şifa olacağı kanaatindeyiz. Bugünlerde bizim ve tüm dünya uluslarının ihtiyaç duyduğu sevgi ve barış dilini, tarihi-mizde farklı görüş ve inançlar arasında köprü kuran, adeta çimento gibi birleştiren ahilik kültürünü daha çok anlayarak, anlatarak ve uygulayarak sağlayabiliriz. Nihayet, çağındaki diğer popüler akımlarla karşılaştırıldığında fark yaratmış olduğu anlaşılan inovatif ahilere, bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktayız, neden mi? Çünkü tarihte “Mevlevilik, her kesimden taraftar bulmakla birlikte daha çok orta burjuva kesimine hitap eden ve sunni bir anlayışa sahip bir tarikat olurken; Bektaşilik yerleşik ve göçebe Türkmenlerden oluşan halk kesimi arasında yaygınlaşan ve bilhassa Rumeli'deki Hıristiyan kesiminin "ihtida"sında etkili olan heteredoks bir tarikat halini almıştır. Esnaf ve tüccar kesimi arasında yaygınlaşan Ahilik ise şehirli ve köylü toplulukları birbirine bağlayan köprü görevini görmüştür. Toplumun bütün kesimlerini kuşatan Mevlevilik, Bektaşilik ve Ahilik, bu özellikleriyle Osmanlı Toplu-munu ayakta tutan saç ayakları haline gelmiştir.”19

1 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, 9.Baskı, İstanbul 2009,

s.124.

2 http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahilik

3 Tabakoğlu, a.g.e., s.125.

4 Halil İnalcık, Devlet-i’ Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 39.Baskı, İstanbul

2009, s.42.

5 Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Akçağ Basım Yayım, 6.Basım,

Ankara 2011, s.112.

6 İnalcık, a.g.e., s.42.

7 Fatih Köksal, Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir Valiliği Kültür Yayınları, No.5, Kırşehir 2008,

s.5-6.

8 Tabakoğlu, a.g.e., s.126.

9 Ahmet Yaşar Ocak, “Ortaçağlar Anadolu’sunda Toplum, Kültür ve Entelektüel Hayat”,

İslam’ın Ayak İzleri-Selçuklu Dönemi, Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s.308.

10 Tabakoğlu, a.y.

11 İnalcık, a.g.e., s.41.

12 Ahmet Kala, Debbağlıktan Dericiliğe, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları 27,

İstanbul 2012, s.36.

* Ahi Evran’ın kümelenme modeli Kur’an Ahlâkından beslenir yani çıkar gözetmeksizin,

Allah rızasını kazanmak için esnafın dayanışması esası üzerine kuruludur, ancak günü-

müzde Michael Porter tarafından izah edilen kümelenme modeli (clustering model),

kapitalizmin esinlendiği paylaşmaya dayalı değil biriktirmeye dayalı protestan ahlaktan

esinlenmektedir ki, bu kümelenme modelinin kuruluş amacı daha ziyade menfaat doğrul-

tusunda rekabete dayalı maliyet avantajı sağlamaya yöneliktir.

13Tabakoğlu, a.g.e., s.126.

14 Tabakoğlu, a.g.e., s.127.

15 Galip Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, Ahi Kültürünü Araştırma ve Eği-

tim Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, s.366-371.

16 Tabakoğlu, a.y.

17 The Travels of Ibn Battutah- abridged, introduced and annoted by Tim Mackintosh-

Smith, published by Picador, London, p.103.

18 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Zanaatkârları, Çeviren: Zülal Kılıç, Kitap Yayınları, İstanbul

2011, s.67-68.

19 Osman Horata, “Osmanlı Toplum Yapısının Temel Dinamikleri, Mevlevilik, Bektaşilik

ve Ahilik”, G.Ü. I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu (12-13 Ekim

2004, Kırşehir), C.1, Kırşehir 2005, s.533.

kaynaklar

0(216) 517 25 99www.ddsmuhendislik.com

Page 51: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 49

0(216) 517 25 99www.ddsmuhendislik.com

Page 52: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis50

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

“BİREYLERE AHİLİK VASIFLARI KAZANDIRILMASI İÇİN ÖZEL BİR

EĞİTİM GEREKİR”

AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ve EĞİTİM VAKFI BAŞKANI DR. ALİ MAZAK

Bizlere ahilik teşkilatının kuruluşun-dan başlayarak günümüze kadar gelen durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?Ahi kelimesi, Arapçada kardeş anlamın-

dadır. Eski Çağatay Türkçesindeki eli açık,

cömert demek olan ‘’akı’’ kelimesinden

geldiği de ileri sürülmektedir. Ahi, vicdanı-

nı kendi üzerine gözcü koyan, helalinden

kazanan, yerine ve yeterince harcayan,

ölçü ve tartı ehli olan, yararlı şeyler üretip

insanlara sunan insandır. Faslı Seyyah İbni

Batuta 1200’lü yıllarda Anadolu’yu şehir

şehir dolaşmış, her gittiği yerde Ahilerce

ağırlanmış ve onlara hayranlığını seyahat-

namesinde şöyle kaydetmiştir: Dünyanın

hiçbir yerinde bu kadar temiz, misafire

hizmete istekli ve becerikli, kötülüğe karşı

atak ve yürekli gençler yoktur. XIII. yüzyılda

Anadolu'da, Balkanlar'da, Kırım'da Türkler

tarafından kurulan esnaf, sanatkâr ve üre-

tici (sanayi) birliklerine ahilik denildiği gibi,

bunların uyguladıkları ahlâkî, iktisadî, felsefî

prensiplere de ahilik deniyordu. Ahi Evran

erkekler için ‘’Ahiyan-ı Rum’u (Anadolu

Ahileri’ni)‘’, eşi Fatma Ana da ‘‘Bacıyan-ı

Rum’u’’ (Anadolu Bacılarını) kurmuştur.

Ahilik, Selçuklular ve Osmanlar devrinde,

esnafı, sanatkarı ve meslek mensuplarını

yetiştiren, örgütleyen ve denetleyen bir sivil

toplum kuruluşu olarak karşımıza çıkmak-

tadırlar. Anadolu'da birliği, refahı, toplum

düzenini sağladıkları gibi halkın maddî,

manevî tüm ihtiyaçlarına cevap verecek

tarzda yapılanmışlardı. Ahilik benzeri olu-

şumlar diğer İslâm ülkelerinde de vardı.

Ancak ahiler, özellikle iş ve meslek pirle-

rine bağlıydılar. İşe, sanata, kaliteye, helal

lokmaya, iş ahlakına birinci planda önem

vermeleriyle farklılıklar taşımaktaydılar.

Doğudan vahşi Moğol taarruzlarının, Batı-

dan kara bulutlar gibi 10 kere tekrarlanan

Haçlı saldırılarının, içeride onları kabul-

lenmeleri gayrı kabil yerli kitlelerin dış-

lamaları ve baskıları altında yaşamaya,

tutunmaya, varlıklarını sürdürmeye çalışan

Türkmenler yeni yurtlarında yaşayabilmek

için kurumlaştılar. İhtiyaçlarını görmek için

Ahi dergahlarında topladıkları gençlere iş,

sanat, meslek öğrettiler. Türkistan’dan,

Horasan’dan, Semerkant’tan, Buhara’dan,

Tebriz’den, Bağdat’tan gelen bilgili, dene-

yimli, olgun ustalara temiz gençleri teslim

ettiler. Çoğu; göçebe, malcı, ziraatçı aile

çocuğu olan bu gençler usta ellerde değişik

meslek marifetleriyle yoğruldular. Temiz

kişilikleri beceri, doğruluk, saygı, sevgi,

iman, ibadet, aşk ve hizmet nitelikleriyle

yoğruldu. Hakkın, yurdun, insanlığın, helalin,

hürriyetin fedaileri oldular.

Köy köy, şehir şehir örgütlenen Ahi Dergah-

ları, usta ellerde titizlikle uygulanan iş ve

meslek eğitimi ve öğretimlerinin yanında,

İslamiyet’in iman ve ibadet kurallarının,

insani fazilet ilkelerinin, toplumsal edep ve

erkan denilen görgü ve nezaket kuralları-

nın, milli kimlik ve savunma niteliklerinin

hepsinin öğretildiği birer eğitim ocakları

mahiyetindeydiler. Ahi birlikleri, millî birliği

ve bütünlüğü, sosyal dayanışma ve yardımı

temel ilke olarak benimseyen, dostluk ve

kardeşlik havası içinde, toplumsal ahlâk

kurallarına sıkı sıkıya bağlı, millî bir toplum

kurmayı amaçlayan, yurt ekonomisinde

temel ihtiyaç maddelerini en kaliteli, en

ucuz biçimde üretmeyi öngören millî bir

örgüt biçimi idi. Sanatkarlara işyerinde

yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisi ile

mesleğinin inceliklerini öğretilirken, bun-

ların akşamları toplandıkları ahî zaviyele-

rinde ahlak, görgü, dayanışma, paylaşma,

birlikte savunma; kurumsal kimlik, inanç,

ibadet eğitimi uygulanıyordu. Bu eğitim-

den geçen Türk esnaf ve sanatkarları hem

aralarında güçlü bir dayanışma ve yardım-

laşma kurmuş, hem de Bizans sanatkarları

ile rekabet yeteneğine ve gücüne kavuş-

muş oluyordu.

Ahi Evran ihtiyaçlarla ilgili görüşlerini,

herkesin anlayacağı biçimde açıklayan

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ ÜZERİNE ÇIKARDIĞIMIZ DERGİMİZİN 72. SAYISINDA, DOSYA KONUMUZA TEMEL OLUŞTURACAK BİR SÖYLEŞİYE YER VERDİK. AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA VE EĞİTİM VAKFI BAŞKANI DR. ALİ MAZAK İLE YÜZYILLAR BOYUNCA GEREK TİCARET GEREKSE DE

SOSYAL HAYATTA BÜYÜK BİR DEĞER OLARAK YER ALAN AHİLİK TEŞKİLATI ÜZERİNE KONUŞMA FIRSATI BULDUK.

SÖyleŞİ: FATİH GÖKSu>

Page 53: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 51

birçok kitaplar yazmıştır. Letaif-i Hikmet

adını verdiği kitabında: “İnsanoğlu mede-

ni kökenli olup, yemek, içmek, giyinmek,

evlenmek, mesken edinmek gibi çok şey-

lere muhtaç olarak yaratılmıştır. Hiç kimse

kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz.

Bu yüzden demirci, marangoz, yapı ustası,

kuyumcu, hekim, derici gibi çeşitli meslek-

leri yürütmek için çok sayıda insana ihtiyaç

duyulur. Bu meslek dallarının gerektirdiği

alet ve edevatı imal etmek için de bir-

çok insan gücüne ihtiyaç vardır.” Bunun

yanında, sonradan doğacak ihtiyaçların

karşılanması için yeni sanat dallarının da

meydana getirilmesi gerekmektedir. Ahi

Evran’a göre; toplumda fertlerin büyük bir

kesimi sanata yönlendirilmeli ki toplumun

ihtiyaçları karşılansın. Ahi Evran’ın kurduğu

Ahilik Teşkilatı’nın temel eğitim anlayışı bu

görüşe dayanır. Devlet de bu yönde halkın

eğitilmesine yardımcı olmalıdır. Ahilik sis-

temindeki meslek eğitim sisteminden usta,

kalfa, çırak ilişkilerinden etkilenen Alman

bilim adamı Franz Teaschner Anadolu’da

Ahiliği araştırmış ülkesinde meslek okulla-

rının kurulmasında bu sistemden yararla-

nılmıştır. Ahi birlikleri, Selçuklu Devleti zora

düştüğü zaman Moğol işgal ordularıyla

savaşmışlar, Anadolu Selçuklu Devleti'nin

son dağılma zamanlarında meydana gelen

otorite boşluğu döneminde geçici bir süre

devlet fonksiyonlarını da üstlenmişler,

sosyal ve iktisadî yapının büyük

sarsıntı geçirmeden intikali-

ni sağlamışlardır. Osmanlı

Devleti'nin kuruluşunda da

önemli rol oynayan ahiler,

yeni devletin kuruluşuna

ve yürütülmesine des-

tek olmuşlar; sonra esnaf

birlikleri olarak iktisadi ve

sosyal fonksiyonlarına devam

etmişlerdir.

osmanlı döneminde Ahilik çok önem verilen bir teşkilat. Bu teşkilatın da belki de uzun yıllar önemli bir şekilde ayakta kalmasını sağlayan temel ilke-leri mevcut. Bu ilkelerden bahsedebilir misiniz? Prof. Ahmet Tabakoğlu Ahiliğin tarihimiz-

deki rolünü şöyle açıklar:

"Ahî teşkilâtı Osmanlı Devleti'nin ve top-

lumunun oluşmasında büyük bir yere

sahiptir. Yine ahiler, Osmanlı devleti'nin

kuruluşunda gaziler, abdallar ve bacılarla

birlikte önemli bir rol oynamış olmalıdırlar.

O kadar ki ilk Osmanlı sultanları, Fatih

dahil, ahî önderleriydi. İlk Osmanlı vezirle-

rinin birçoğu da ahî idi. Hatta ilk Osmanlı

yeniçeri birliklerinin ahilerden oluştuğu

ileri sürülmüştür."1

"Ahiler, kendimize mahsus bir iktisat süjesi

oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Hatta

bizim medeniyetimizi Batı'dan

ayıran en önemli özelliklerin

ahilikten kaynaklandığı söy-

lenebilir. Batı medeniyeti

ve kapitalizmi yapan en

önemli faktör burjuva zih-

niyeti iken bizim içtimaî-

iktisadî hayatımızı büyük

ölçüde ahi zihniyeti yönlen-

dirmiştir. Bundan dolayı bizde

kapitalizmi oluşturan sömürgeci faa-

liyetler, sınıf mücadeleleri görülmemiş-

tir. Kapitalizmin oluşturup idealize ettiği

homo economicus'un temel sâiki ferdî

menfaattir ve bunun müşahhas şekli bur-

juvadır. Biz de ise toplum yararını kendi

çıkarından üstün tutan, kanaatkâr fakat

müteşebbis insan tipi idealize edilmiştir.

Ahiler bunun somut örnekleridir. Fütüvvet

ilke ve kurumlarıyla yakın ilgisi olan ahiler

Selçuklu ve Osmanlı sanayi ve iç ticaret

kesimlerini oluşturan esnaf birlikleri halin-

de devam etmişlerdir. Sanayi devrimiyle

esnaf birlikleri Anglo-Saxon ülkelerinde

ortadan kalkarken Osmanlılarda kendini

yeni şartlara uydurarak varlığını sürdür-

müştür.2 Kapitalizmin oluşturup idealize

ettiği homo economicus'un temel sâiki

ferdî menfaattir ve bunun somut şekli

burjuvadır. Biz de ise toplum yararını

kendi çıkarından üstün tutan, kanaatkâr

fakat müteşebbis insan tipi idealize edil-

Ahilik benzeri oluşumlar diğer İslâm ülkelerinde de vardı. Ancak ahiler, özellikle iş ve meslek pirlerine bağlıydılar. İşe, sanata, kaliteye, helal lokmaya, iş ahlakına birinci planda önem vermeleriyle farklılıklar taşımaktaydılar.

Page 54: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis52

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

miştir. Ahiler bunun somut örnekleridir..’’3

Ahi esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve

kooperatif kurumları özelliğini de taşı-

maktadırlar. Bir başka açıdan devletin

sınaî ve ticari kesimlerdeki uzantılarıdır.

Devlet bu birlikler aracılığıyla sınaî üre-

timi, mal kalitesini ve fiyatları denetim

altında tutar, piyasaları düzenlerdi. Ahilik,

esas olarak, kaliteli insan, kaliteli sanat-

kar, dürüst tüccar ve iyi insan olmanın,

Türk iş ve çalışma usulünün ahlak, edep

ve erkanının kurumlaşmış halidir. Ahilik

kadim fütüvvet gelenek ve terbiye siste-

mi üzerine kurulan ve işleyen bir dergah

olmakla birlikte özellikle şu prensipleriyle

eski fütüvvet teşkilatlarından ve diğer

tasavvuf ekollerinden ayrılıyordu:

1. Ahînin mutlaka bir işi, bir sanatı

olmalıdır,

2. Ahî, yeteneklerine en uygun olan

tek bir iş veya tek bir sanatla uğraş-

malıdır,

3. Ahî sanatının gelip geçmiş pîrlerini

öğrenmeli, kendi ustasına kadar hep-

sine içten bağlanmalı, işinde ve yaşa-

mında onları örnek almalıdır,

4. Ahî artan kazancından yoksullara

ve işsizlere yardım etmelidir.

5. Ahî doğru olmalı, hak ettiğinden

fazlasını kazanmaya tamah etme-

melidir.

Sonuçta, futüvvet ve ahilik anlayışı

Kur'an'a ve Hz. Peygambere dayandırılan

ilkeleriyle ve tasavvufî bir disiplin anlayı-

şıyla bütün yüksek faziletleri yaşam biçimi

haine getiren bir nitelik kazanmıştır. Ahi

esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve koo-

peratif kurumları özelliğini de taşımakta-

dırlar. Bir başka açıdan devletin sınaî ve

ticari kesimlerdeki uzantılarıdır. Devlet bu

birlikler aracılığıyla sınaî üretimi, mal kali-

tesini ve fiyatları denetim altında tutar,

piyasaları düzenlerdi. Fütüvvet ilkelerinden

belki de en önemlisi sosyal dayanışma ve

hizmet anlayışıdır. Bu konuda din farkı

bile önemsenmez. Özellikle "elini, belini ve

dilini korumak" “hak alıp hak vermek” şek-

linde ifade edilen ahlâk ve namus ilkeleri

fütüvvetin ve dolayısıyla ahilik( gençlik)

düşüncesinin en önemli düsturlarından

birisidir.

Ahilikte ticari ahlâk çok önemsenirdi. Hak

al hak ver diyen, alırken satanı, satarken

alanı kollayan ve böylece tüketici haklarını

da içine alan bazı ilkeler vardı:

1. Haddini bilmek

2. Alırken de satarken de hakkı

gözetmek.

3. İşinin hakkını vermek.

4. Kalitesiz mal üretmemek.

5. Hileli ve çürük mal satmamak.

6. Noksan tartmamak.

7. Bozuk terazi kullanmamak.

8. Taklitçi olmamak

Ahilik Fütüvvetinde dostluğa da çok önem

verilir, toplumda birlik ve dayanışmanın

güçlenmesi için verilen eğitimlerde bazı

prensiplere genişçe yer verilmekteydi:

1. Dostlarda hata aramamak.

2. Dostların hatalarını yüzlerine vur-

mamak.

3. Uyumlu olmak, kaynaşmak.

4. Dostlarla iyi geçinmek, onlarla

şakalaşıp, birlikte eğlenmek.

5. Dostlarına dâimâ samîmî, saygılı

ve ikramlı olmak, onlara şefkat ve

zerâfetle davranmak.

6. Dostlara karşı sabırlı olmak, onların

kusurlarını görmemek.

7. Dosttan kâr etmemek.

8. Dostları özür dilemek zorunda

bırakmamak.

9. Dostları, istemeğe muhtaç etme-

mek.

10. Dostların şerefini kendi şerefinden

üstün tutmak.

11. Dostların yerilmesini dinlememek.

12. Arkadaşları uğruna malını har-

camak.

13. Dostlara hıyânette bulunmamak.

14. Dostların işlerini gönülden yap-

mak, kusurlarını örtmek, tavsiye ve

telkinleri tenhâ yerde yapmak.

ŞED BAĞLANAMAYANLARYamak, çırak ve kalfalık aşamalarını

tamamlayan kalfalara ustası ve ahi baba

tarafından güzel bir merasimle şed (esnaf

önlüğü) kuşatılarak bağımsız sanat ve iş

yapma beratı verilirdi. Ancak bazı insanla-

ra şed verilmiyordu. Burgazi fütüvvetna-

mesinde kimlere fütüvvet verilemeyeceği

(yani ahi olamayacağı) şöyle sıralan-

maktadır:

1. Allah’a inanmayan nanköre. “Başı

göğe irse de fütüvvet değmez. Zira

fütüvvet hakdır, batılı kabul kılmaz”

denilmektedir.

Ahi Evran’a göre; toplumda fertlerin büyük bir kesimi sanata yönlendi-rilmeli ki toplumun ihtiyaçları karşılansın. Ahi Evran’ın kurduğu Ahilik Teşkilatı’nın temel eğitim anlayışı bu görüşe dayanır. Devlet de bu yönde halkın eğitilmesine yardımcı olmalıdır.

Page 55: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 53

2. Münafık ikiyüzlüye. “Zira münafık zişt

necisdür. Gerçi ol sureta ademdür, illa

sıfatda itdür...” denilmektedir.

3. Müneccim ve falcılara (medyum-

lara).

4. İnsanları rahatsız eden alkolik sar-

hoşlara.

5. Edep ve utanma duygularını kaybe-

den hamam yıkayıcısına.

6. İyiyi ve kötüyü, dost ve düşmanı bir

tutan tellala.

7. Sözünde durmayan, bugün yarın diye

oyalayan sahtekâra.

8. Tuzakla kuşları tutmayı meslek edi-

nen, yavrularını anasız bırakan avcılara.

9. İhtikarcı (karaborsacı) tüccara.4

Teşkilatın içindeki iş ahlakı, (günümüz-le de kıyaslama yaparak) konusunda ne söylemek istersiniz?Ekonomi ve ahlâk insan hayatının ayrılmaz

iki önemli boyutunu oluşturur. İş ahlâkı ise

çalışanlar ve işverenlerle ilgili ahlâk demek-

tir. Çalışanlar ile çalıştıranlar toplumun

ahlak normlarına uymak durumundadır-

lar. İşçi ahlâkının temeli işini iyi yapması,

işveren ahlâkının temeli ise işçinin hakkını

vermesidir. Günümüzde tüketicinin korun-

ması, asgarî ücret ve gelir dağılımı gibi

konulara bakılırsa iş ahlâkının yeterince

gözetilmediği görülür. İş hayatında etik ve

ahlak temelli standardazisayonlar güven

sağlayarak, belirsizliği azaltarak işletme-

leri mükemmelliğe, istikrara ve kaliteye

götüren bir süreçtir. Ahlaki standartlarla

temellenen ve yürüyen ekonomik orga-

nizasyonlarda kaynak israfı olmaz. Bu

yoldan elde edilen bireysel ve kurumsal

fayda, toplumsal yararları da yanında

getirmektedir.

Günümüzde iş rekabetleri, sınıf farklılıkları

bir takım ahlak sapmalarına neden olmak-ta, bu da iş ve ahlak ilişkisinin daha çok incelenmesi gerekliliğini ortaya çıkarmak-tadır. Günümüzde emeğin hor görülmesi-nin temel sebebi insanın hor görülmesidir. İnsan bir beşerî sermaye, bir kaynak, bir işçi, bir tüketici, bir müşteri vs. gibi ele alınabilir ama bir "insan" olarak ele alınmaz. İnsanın insan yerine konmaması emek sömürüsünün de yoğun olmasının gös-tergelerindendir.5 Kapitalizmin oluşturup idealize ettiği homo economicus'un temel sâiki ferdî menfaattir ve bunun somut şekli burjuvadır. Bizde ise toplum yararını kendi çıkarından üstün tutan, kanaatkar fakat müteşebbis insan tipi idealize edilmiştir. Ahiler bunun somut örnekleridir.6 Ahilik de Ahîye üretici olmayı ve işini layıkıyla yap-mayı ve ürettiği hizmeti veya malı değerin-den fazlasına satmamayı ahlâkî bir görev olarak yükler. Bu sistemde en üst ahi baba ve usta ile kalfa, çırak, yamak hiyerarşisin-deki her kişi aynı düzlemde, aynı sofrada ve aynı yemekleri yemektedirler; aynı soh-bet halkasında bulunmaktadırlar. Sohbetin teması da hayallerin ötesindeki Hak’kın büyüklüğü, peygamberlerinin örnek mezi-yetleri, erenlerin yüksek davranış biçimleri; helal ekmek kazanmanın yol ve yöntemleri; hayatı insan gibi düzenlemenin, yürütme-nin ve başarıyla bitirmenin yol haritasıdır.Modern kapitalizm ise kazanmak, dövmek hatta öldürmek üzerine kurulmuştur. Geç-mişin, zencileri vahşi hayvan gibi avlayıp emek piyasasına süren sömürgecilerinin, kadın ve çocuk işçileri acımasızca sömüren sanayicilerinin ve toplama kamplarında toplu imha gerçekleştirenlerin torunları

günümüzde belki insan haklarını en çok

savunanlardır. Bu hayat tarzı sermayeyi ve

tekniği ön planda tutuyor, insan ise bunla-

rın işine yaradığı kadar önemsenir.7

Ahilik sisteminin kişiye edep ve adap aşılamaya çalışan bir disiplin olduğu uygulanan bir çok kural ile görün-mektedir. esnaftan başlayarak, halka yayılan bir "düzgün yaşam" amacı seziliyor sanki?Ahilik müşteriyi velinimet olarak kabul eder. Razzak olan Allah’ın yoldan çevirip işyerine getirdiği bir emanettir gelen müşteri. Ona bir kısmet taşıyıcısı insan olarak güzel muamele etmekle mükellef sayar kendi-sini. Bir şey alsa da almasa da güleryüz göstermeli, ikramda bulunmalı, memnun etmelidir. Bu meziyet halen Türk esnafın-da devam eder. Özellikle Ahi Evran’ın ve eşi Fatma Ana’nın kurduğu Kayseri çar-şılarında sınırsız nezaket, ikram ve güler-yüz görürsünüz. Ahilik felsefesinde, tüccar Allah’n sevgilisi, müşteri de velinimettir. Sirkecide uzun yıllar dostum olan bir işlet-meci esnafımız, her sabah namazını kılar, abdestli olarak askısından aldığı beyaz iş önlüğünü önce öper ondan sora giyerdi. Akşam iş bitiminde de onu öperek askısına emanet eder, dükkanından çıkardı. Usta-sından böyle gördüğünü söylerdi. Ona göre

Ahi esnaf birlikleri, sosyal güven-lik ve kooperatif kurumları özelli-ğini de taşımaktadırlar. Bir başka açıdan devletin sınaî ve ticari kesimlerdeki uzantılarıdır. Dev-let bu birlikler aracılığıyla sınaî üretimi, mal kalitesini ve fiyatları denetim altında tutar, piyasaları düzenlerdi.

Ahlaki standartlarla temellenen ve yürüyen ekonomik organizas-yonlarda kaynak israfı olmaz. Bu yoldan elde edilen bireysel ve kurumsal fayda, toplumsal yarar-ları da yanında getirmektedir.

Page 56: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis54

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

bu önlük Ahilikte kuşatılan şeddi (iş önlü-ğü). Her yıl Sultanahmet’de yapılan Ahilik merasiminde de onu görüyoruz. Evliyâ Çelebi Ahiliğin ahlaki ve manevi kaynağı konusunda şu görüşü ileri sürmek-tedir: “Silsile-i fütüvvet birbirinden biat ile ta Hazret-i Resûle ondan Hazret-i Cibril”e, ondan Cenâb-ı Hakk’a varır.”8 Ahilik bir iş ve meslek kuruluşu olmasının yanında metot ve felsefe olarak fütüvvete dayanır. Başka-sını kendisinden önde tutma, diğergamlık, delikanlılık, mazluma sahip çıkma, zalime haddini bildirme, insana hizmet, misafire yolcuya ikram, Allah için insanı saymak, eli açıklık… gibi yüksek insani incelikleri içsel-leştirmiş karekterde insanlar kazandırmış topluma.

osmanlı Devleti’nde Ahilik teşkilatının bir tür tarikat olduğu da söylenmekte-dir. Bu konuda ne söylemek istersiniz?Fütüvvet ve ahilik öncelikle bir Anadolu gençlik iş, meslek, sanat, delikanlılık fel-sefesi ve ülküsüdür. Evliya, eren, veli, usta büyüklerin kutlu sohbetlerinden irfan, edep, erkan, sevgi, yiğitlik; mübarek ellerinden sanat, meslek, ticaret, atıcılık talim eden; marifet sofralarından beslenen Ahiyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum(Anadolu Delikanllar ve Genç Kızlar Birliği) birliğidir Ahilik. Bu yüzden gençlik meselesi hem kavram hem de kurum olarak kültürümüz ve tarihimizde büyük bir yere sahiptir. İslâmî gelenekte fütüvvet ve ahiliğin ne denli önemli oldu-ğu çeşitli araştırmalarla ortaya konmuş-

tur. Fütüvvet ve Ahilik kavramı, Batı'daki şövalyelik, İran'daki civanmertlik, Japonların samuraylık, eski Türklerdeki akılık ve alplik ülküleri gibi yüksek ruhlu gençlik anlayışı-nı taşıyordu. Önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kahramanlık boyutlarına sahip iken zamanla İslâmî ve tasavvufî derinlikler kazanmıştır. Türklerin Müslüman olmasından sonra da Türklere özgü iş, üre-tim, sanat, ticaret; kardeşlik ve dayanışma felsefesi vasfı kazanarak ekolleşmiş, teş-kilatlanmış, yaşamış ve etkisini günümüze kadar sürdüregelmiştir 9

Ahilik teşkilatlarında Peygamberlerin, saha-belerin ve evliyaların örnek vasıfları, piri sayıldıkları meslekleri anlatılır; özellikle onların genç, yiğit, temiz, yüksek karekter örneklerini tanımaları sağlanırdı. Bu eğitim uygulamaları ve başlarındaki yetişkin usta-ları ve kamil pirlerin güzel örneklikleri Ahî fütüvvet gençliğinin asil, inançlı, üretken, vasıflı, dürüst, dirençli ve merhametli bir nesil olarak yetişmelerini ve temellenme-lerini sağlamıştır. Ahilik, esas olarak, kaliteli insan, kaliteli sanatkar, dürüst tüccar ve iyi insan olmanın, Türk iş ve çalışma usulünün ahlak, edep ve erkanının kurumlaşmış hali-dir. Hz. Ahî Evran’ın kurduğu Ahî birliklerine, boş insan kabul edilmez, ancak esnaf ve sanatkar olanlar; ya da yamak, çırak, kalfa olarak çalışanlar kabul edilirlerdi. Ahi usta-lar, gençlere meslek ve iş öğretmiş, emeği ile geçinen, kendine güvenen, ayakları-nın üstünde durabilen insanlar durumuna getirmişlerdir. Bir yandan da gerek müş-

terilerine gerekse çevresindeki insanlara hizmeti ibadet sayan asil bir terbiye ver-miş, kişilik kazandırmışlardır. Aynı zaman-da iyi insan niteliklerini üzerinde taşıyan sanatkârların, iyi esnaf ve ticaret erbabı olmalarını öğütlemişlerdir. Esnaf birlikle-rinin manevi merkezi Kırşehir'di. Debbağ-larm ve hatta bütün esnafın piri sayılan Ahi Evren'in halefleri asırlar boyu Osmanlı esnafının birliğini sembolize etmişlerdir.10 Bunlar zaman zaman bütün Osmanlı ülke-lerini dolaşırlar, hatta Bosna-Hersek ve Kırım gibi uzak bölgelere gidip oralarda kalfalık, ustalık imtihanları yaparlar ve peş-tamal (şed) kuşatırlardı.11Ahîlik eğitimi, kişinin bütün gün (24 saat) yapacağı işleri ve yerine getir-

mesi gereken davranışları kapsar. Böyle bir eğitimle birey, insana yakışan bir davranış olgunluğuna kavuşmuş olacaktır.

1 Giese, 1925,1, 163’den naklen Tabakoğlu, ag. 247.2 Sombart kapitalizmin Batı'ya sağladığı imkanları,

"Zengin olduk, çünkü ırklar ve milletler bizim için

tamamen öldüler, bizim için kıtalar ıssızlaştı" ifade-

siyle sömürgeciliğe bağlar. Bkz. Sée, Henri, Modern

kapitalizmin doğuşu, (Çev. T. Erim), İst. 1970, 43; XVI.

yüzyılın ilk yarısında İspanyol Cortez Aztek, Portekizli

Pizarro İnka uygarlıklarını kısa sürede ‘her türlü zulüm

ve alçaklık’la yokettiler. Altın elde etmek için Aztek ve

İnkaların yokedilmeleri hakkında bkz. Cipolla, Fatihler,

Korsanlar, Tüccarlar, (Çev. T. Altınova), İst. 2003,

2-3; Yelken ve Top, (Çev. A. Kayabal), İst. 2003, 75;

“Coğrafî keşiflerden sonra Avrupa devletleri açgözlükte

ve barbarlıkta birbirleriyle yarıştılar”. Baharat ticareti

için Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler, İspanyollar ve

Fransızlar insanları fakir düşürdüler, köleleştirdiler ve

kimilerinin de ‘kökünü kuruttular”: Dalby, Andrew, Teh-

likeli Tatlar, Tarih Boyunca Baharat, (Çev. N. Pişkin),

İst.2004, 11. 3 Ahmet Tabakoğlu ,Türkiyede İş Ahlâkı Geleneği, İTO

Yayını, İşletmelerde İş Etìgì, Editörler: Sabri Orman,

Zeki Parlak, İstanbul. 2009, s.2204 Gölpınarlı, Burgazi Fütüvvetnamesi, 121.5 Tabakoğlu, ag., 226.6 Tabakoğlu, ag., 230.7 Tabakoğlu, ag., s.220.8 Evliya ÇELEBİ, Seyehatname, c.1, s. 504’de nak.

Sabahattin GÜLLÜLÜ, a.g.e. s.999 Tabakoğlu, ag. 231.10 Ahi Evren'in postuna oturan (postnişîn) bu zatlara

Ahibaba da denirdi. Bazı yerlerde esnaf şeyhine Ahi-

baba vekili denmesi bu bağlılığın bir ifadesidir. Bkz.

Hasan, 1932, 8. Bursa gibi bazı şehirlerde de Ahibaba

vekilliğini tarikat şeyhleri

yapıyorlardı. Bkz. Turgal, 1940, 102, 152. nak. Taba-

koğlu, ag.11 Hamdija Kresevljakoviç 1887 yılına kadar Bosna'da

mevcut bulunan debbağ esnaf birliğine Ahi Evren'i

temsilen

Kırşehir'den şeyh (ahibaba) geldiğini bildirmektedir. Bkz.

Gölpınarlı, 1949-50, 94; Taeschner, 1955, 24; Arnakis,

1953, 246-7. nak. Tabakoğlu, ag. 253.

kaynaklar

Page 57: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 55

Page 58: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis56

Ahlaki davranış; zihnimiz, gönlümüz ve eylemlerimiz arasında akıl ve vicdanımızın kabul edebileceği bütüncül bir değerler sisteminin sonucudur. Bütün ahlaki ve dini öğretilerin temeli “sana yapılmasını istediğini başkasına yapman veya sana yapılmasını istemediğini başkasını yapmaman” altın ilkesine bağlıdır. Bu

ilke kuşatıcı ve bütüncül bir anlayışı eylemlerimize kazandırır. İnsan aklı ve vicdanı bunu anlayacak, kavrayacak bir bilinçte yaratılmıştır. Bu temel içimizde bizi koruyan, geliştiren, onaran, güzelleştiren, adalete sevk eden, iyiliğe çağıran insan toplumlarının tarih boyunca ortak sağduyusu ve bilincinin altın oranıdır.

ETİK VE SÜRDÜREBİLİRLİK

nsanın eylemlerini ve yapıp ettiklerini yönlendiren, motive eden,

yapılan işleri anlamlı kılan, derinleştiren, güzelleştiren, iyileştiren

ana ilkeler ahlaki formlar ve anlayışlardır. Hayatın anlamı, eyle-

min içeriği, yapılan işin bütün çıktıları bizi biz yapan değerler,

normlar, standartlar ahlak ve etiğin bir çıktısıdır. Birey, toplum,

doğa ve teknoloji arasındaki etkileşimin sağlıklı ve sürekli

olması için ahlaki amaç ve etiğin sürdürülebilir olması gerekir.

İnsanın varlığını sürdürmesi ve gelecek nesillerine kendisini

aktarmasında ana bağlayıcı unsur, sürdürülebilir bir yaşam ve

çevrenin ahlaki öngörülebilir bir çerçevede devamlılığını sağ-

lamaktan geçer. İnsan aklının ve eylemlerinin hayata ve diğer

bireylere bakan güven, emniyet, huzuru inşa eden ana umde

ahlaki sürdürülebilirliktir.

Mühendisler olarak ürettiğimiz her ürün ve hizmetin çıktısı,

insan ihtiyaçlarının karşılanması, sürdürülebilir bir güven orta-

mında akıl, ruh ve beden sağlığı ve bütünlüğünün sağlanma-

sıdır. İnsan bütün ürettiği işleri doğa-insan ilişkisi içerisinde

organizasyon ve süreçlerden geçerek yapar. Bizim için temel

olan doğa ve insan ilişkisini sürdürülebilir bir çevrede gelecek

nesillerin hakkını da koruyarak yapabilme becerisi ve bilincini

daimi olarak geliştirmek ve eylemlerimize erdemli bir içerik

kazandırmak esası olmalıdır. Ahlaki davranış zihnimiz, gönlümüz

ve eylemlerimiz arasında akıl ve vicdanımızın kabul edebileceği

bütüncül bir değerler sisteminin sonucudur. Bütün ahlaki ve dini

öğretilerin temeli “Sana yapılmasını istediğini başkasına yap-

man veya sana yapılmasını istemediğini başkasını yapmaman”

altın ilkesine bağlıdır. Bu ilke kuşatıcı ve bütüncül bir anlayışı

eylemlerimize kazandırır. İnsan aklı ve vicdanı bunu anlayacak,

kavrayacak bir bilinçte yaratılmıştır. Bu temel içimizde bizi koru-

yan, geliştiren, onaran, güzelleştiren, adalete sevk eden, iyiliğe

çağıran insan toplumlarının tarih boyunca ortak sağduyusu ve

bilincinin altın oranıdır.

İnsanların bütün yapıp ettiklerinin bir nevi altyapısı olan bu

temel ilke ile birlikte insanların özel alanlar için geliştirdiği kural

ve standartlarda etik alan olarak önümüze çıkar. Trafik kuralları,

bir mesleğin yapılmasında standart olan kurallar karşımıza bir

etik alan olarak durur; meslek etiği, basın etiği, mühendislik

etiği, tıp etiği veya Hipokrat yemini gibi alanlar bunlara örnektir.

Ahlakın kuşatıcılığı bize bütüncül bir bakış açısı verirken meslek

etiği de bize standartlar ve normlar üzerinden işimizi ölçekle-

nebilir ve izlenebilir bir şekilde yapmamızı sağlayarak adil ve

sürdürülebilir bir süreç ve sonuç yönetimine imkân sağlar.

Mühendisler olarak üretimin bütün süreçlerinde ve organizas-

yonun bütün aşamalarında ahlaki normlar ve etik kurullara

uymayı kendimize görev edinmeliyiz. Yapılan bir ürünün sağlam,

estetik, işlevsel, ergonomik, ekonomik ve çevreye duyarlı olarak

İ

Avni ÇEBİ1,2

Elektronik ve Haberleşme Mühendisi1

MMG Etik Kurulu Başkanı2

Page 59: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 57

yapılması, üretimin bütün süreçleri ve organizasyonun bütün aşamala-

rında, üretim ve tüketim zincirini sağlıklı ve sürdürülebilir olması ortak

duyarlılık ve standartlarla sağlanır. İnsan, toplum ve doğa arasındaki

ilişkilerde kaynak planlaması ve verimlilik arayışında sürdürülebilir bir

çevre ve insanlar arası ilişkilerde erdem için sürekli kendimizi iyileştir-

memiz gerekir.

Yüzlerce yılda oluşmuş bütüncül ahlaki normların korunması ve geliş-

tirilmesi sağlanırken bir taraftan da tüketilen çevrenin korunması

sağlanmalıdır. Üretimin ve pazarlamanın her aşamasında insan emeği

aziz bilinmeli, gelir adaletini sağlayacak, insanların yaşam sevincini

arttıracak katılımcı ve çoğulcu bir kültürü hayatın her aşamasında

yaşam kültürü haline getirecek bir ahlak ve etik anlayışı daha yük-

sek sesle dile getirmeliyiz. Sürdürülebilir bir yaşam ve çevre için

her zamankinden daha fazla duyarlı olmalıyız. Dünyamız çok büyük,

herkese yetecek kadar kaynağa ve imkânlara sahiptir. Mühendislik

etiği, ham maddenin çıkarılması, malzemenin geliştirilmesi, ürünün

üretilmesi ve tüketiciye nihai ürün olarak sunulmasına kadar orga-

nizasyonun her aşamasında sürekli eğitim ve farkındalık sağlanarak

tarafların mutluluğu ve hakça paylaşım ilkeleri içerisinde doğanın

bütünlüğü korunarak yürütülmelidir.

YAPABİLECEKLERİMİZ…Bilim ve teknolojinin her gün hayatımızda daha fazla yer edinmesi ile

artan hız ve üretim ahlaki noktaları aşındırmaktadır. Teknolojinin ve

sanayinin sağladığı güç ile “güç bende anlayışı” insani değerleri ve

çevreyi her gün daha fazla tüketmeye zorlamaktadır. İnsanlık tarihi-

nin şimdiye kadar görmediği bir üretim ve tüketim içerisinde hayatı

tüketmekte, emeği ucuzlatmakta ve çevreyi kirletmekteyiz. İnsanlığın içerisine girdiği bu tüketim yarışı ne kadar sürdürülebilir ve insan fıtratına uygundur. İçine girdiğimiz kaynaklarımızı tüketen bu yarıştan bu akıl tutulmasından ancak akl-ı selim ve insanlığın ortak değerlerini güçlendirerek çıkabiliriz. Yıkıcı savaş teknolojileri için ayrılan kaynaklar insanların yaralarını sarmak, ortak insanlık değerlerinin güçlendirilmesi için harcanmalı, bu konuda evrensel bir duyarlılığın yükseltilmesi için çalışmalıyız. Bugün insanlık; geldiği bilişim, iletişim ve ulaşım imkânları ile bunu yapmaya her zamankinden daha yakındır. Birbirimizi ve işimizi önemseyerek daha huzurlu ve sürdürülebilir bir ortak gelecek için çalış-malıyız. Sahip olduğumuz kadim ahlaki normlar ve meslek etiklerimiz daha iyi bir gelecek inşa etmeye yetecektir. Kendimiz, çocuklarımız ve gelecek nesillerimiz için bilgi, sabır, aşk ile çalışarak sürdürülebilir bir geleceği etik değerler üzerine inşa edebiliriz. Yok etmeden, keşfetme-nin ve var etmenin heyecanını sürekli diri tutabiliriz, hayatı herkes için daha anlamlı ve yaşanabilir kılabiliriz.Azmanlaşan şehirler ve devasa yapılarda insanın geleceği nereye taşınıyor? Gelecekte bir gün gelecek ancak bize ne getirecek? Her geçen gün azalan yeşil, artan trafik ve uzun çalışma saatleri içerisinde, ailemizi, ilişkilerimizi, dostluklarımızı, insanlığı gelecekte nereye taşıyo-ruz? Yok edilen şehir kimlikleri, yok edilen yöresel mimari, yok edilen yerel tatlar ve mutfaklar, yok edilen yerel giyim ile dünya tek pazara dönüşürken kültürel çoğulculuk kaybolmakta, insanlar benzer ürün ve markaların tüketicisi zom biler durumuna getirilmekte, insanlığı yüzlerce yılda oluşturduğu kadim kültürler, değerler ve yaşam tarzları yok edilmektedir. Dayatılan yaşam tarzları karşısında insanlar çaresiz kalmakta, adeta kültürel bir kıyım bütün dünyada yaşanmaktadır. Adem’in çocukları olan bizler yitik cennetimizin misalini dünyada kur-mak için “içimizde bizi iyiliğe çağıran meleğin sesine daha çok kulak vermeliyiz.” Bu ses bizleri ariflerin, bilgelerin yoluna ileterek aradığımız insani masumiyet ve mutluluğu bize taşıyacaktır. Evrensel ahlaki değerler ve etik bizleri bu geleceğe taşımak için biricik azıklarımızdır. Sürdürülebilir bir sosyal-kültürel-eko sistem için insan aklı ve vicdanı marifet sahibi bir usta eliyle geleceği inşa edecektir. Bu geleceğin inşasında neden bizim emeğimiz ve alın terimiz olmasın?

Teknolojinin ve sanayinin sağladığı güç ile “güç bende anlayışı” insani değerleri ve çevreyi her gün daha fazla tüketmeye zorlamaktadır. İnsanlık tarihinin şimdiye kadar görmediği bir üretim ve tüketim içerisinde hayatı tüketmekte, emeği ucuzlatmakta ve çevreyi kirletmekteyiz.

Page 60: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis58

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

"TÜRKİYE'DE ETİK KAVRAMININ YERİNE AHLAK KAVRAMINI KOYDUK."

İGİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI ŞÜKRÜ ALKAN

İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği İGİAD 2003 yıllarından itibaren kurulan bir dernek. İş ahlakına dair önemli çalış-malar yapmaktasınız. İnsanın erdemli olma vasıflarını elde etmeye yönelik bir mücadelesinden bahsedecek olursak, onun içinde bulunduğu toplumla bir-likte kendi içinde taşıdığı temel ahlaki değerleri imar etme sürecinde oldu-ğunu görüyoruz. Bu süreç içerisinde medeniyetler birbirinden farklı yöntem-lerle kendilerine has sosyal bir ahlak şeriatının temeli oluşturuyorlar ve bu temel üzerinde insanın erdemli değer-lere doğru olan yükselişi konumlanıyor. mesela bütün dinlerde ahlak aynıdır, şeriatlar farklıdır. Tüm dinlerde hırsızlık yapmak suçtur ya da Kızılderililerde de yalan söylemek kötüdür. Bu noktada İslam medeniyetinin oluşturduğu sosyal ahlak şeriatının diğer medeniyetlerden farkını belirleyen ilkeler nelerdir? Ahlak mı etik mi ayrımının arasındaki fark-lılıklar, Doğu'nun ve Batı'nın bu ayrıma nasıl baktığı, açıkçası bizim için çok önemli. Çünkü İGİAD'ın kuruluşunun da temelinde bu çıkış vardır. 2000'li yıllarda sadece Girişim Plat-formu kurma ihtiyacı hissetmiştik. O yıllarda iş adamlarıyla bir araya gelmelerimizde, özellikle camiamızda iş kapasiteleri arttığı halde iş ahlaksızlığının da arttığının farkına varmıştık. Çeklerin zamanında ödenmeme-si, mal teslim tarihlerinin uzaması, kaliteli mal alımında karar kılınmışken kalitesiz malların müşteriye verilmesi gibi birçok alanda iş ahlaksızlığına dair bulgular elimi-

ze ulaşıyordu. Verilen sözde durulmaması, randevulara sadık kalınmaması gibi hem kişisel hem toplumsal iş ahlaksızlıklarının artması, ciddi bir sıkıntıydı. Bu sıkıntılara baktığımız zaman, birçok alanda boşluklar gördük. O boşlukları doldurma anlamında da bir platform kurduk. Kurulan platform, kısa bir süre içinde beklediğimiz çok üstünde taraftar topladı, iş dünyasında çok dikkat çekti. Sonrasında bu platformun kurumsal bir yapıya dönmesi gerektiğini düşünerek 2003'te İGİAD'ı kurduk. İGİAD'ı kurduğumuz-da, aramızda derneğin adını kurma nokta-sında uzun istişareler yaptık. Çünkü çıkışımız 'iş ahlakı'ydı. Ama ahlak dediğimiz kavram, göreceli bir kavram. Bu kavramın Batı'daki algısıyla Doğu'daki algısı arasında bir takım farklar olmakla birlikte, birbirleriyle örtüş-tüğü birçok noktalar da var. İfade ettiğiniz üzere, hırsızlık dünyanın hiçbir yerinde meşru görülmemiş, hiç kimse yalanı doğru kabul etmemiş. Dolayısıyla da toplum içindeki bazı kurallar, yazılı olmayan ahlak kuralları, o toplumun kendi örf ve adetlerinden; gelenek ve göreneklerinden geliyor. Ama toplum-ların kendi örf ve adetlerinden; gelenek ve göreneklerinden gelen yazılı olmayan ahlak kurallarının genel ahlaka yansıyışı, toplumla-rın huzur olarak aradığı, herkesin her yerde kabul ettiği kurallar bütünü. Bu bütünlük, Batı'da da, Doğu'da da her yerde aynı, değişmiyor. Bu noktada kurallardan kaynak-lanan değil, insanların kendi zafiyetlerinden kaynaklanan sıkıntıların varlığı söz konusu. Bir insanın "şu günde, şurada, şu saatte, malı teslim edeceğim" dediğinde, eğer bu

sözünü ihlal ediyorsa, bu durum kuralların toleranslı olmasından kaynaklanmaz; kendi zafiyetinden kaynaklanır.

Peki, İGİAD nasıl ve ne amaçla kuruldu? İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği İGİAD 2003 yıllarından itibaren kurulan bir dernek. İş ahlakına dair önemli çalış-malar yapmaktasınız…2000'li yıllardan itibaren toplantılarımızda iş ahlakının çok önemli olduğunu, ahlakın da referans kaynaklarının bulunduğunu farket-tik. Batı, nasıl kendi referans kaynaklarını almışsa, bizde de Hz. Peygamber (s.a.v.)'den İslam medeniyetinin o kadim geçmişinden gelen bir takım ahlaki davranışlar var. İGİAD tam bu noktada, ahlak kurallarını insanların böylesine zafiyete uğrattıkları böyle bir top-lumda nasıl diri tutabiliriz, sorusundan yola çıkılarak kuruldu. Tabiri caizse, ahlakın biz-deki karşılığını toplumda ve medyada daha yüksek sesle getirmek ve bu alanda çalış-malar yapmak; işyerlerinde ahlaki değerlerin uygulanması noktasında faaliyetler düzenle-mek için kurumsallaştık ve İGİAD'ı kurduk.

Ahlak ve etik kavramları arasında bir ayrım yapıyor musunuz peki? Araların-da bir fark var mı sizce?İGİAD kurulduğunda çevrede ve iş dünyasın-da ahlaktan öte etik kavramı çok daha fazla yaygındı ve etik kavramı kullanıldıkça insan-lar tarafından algı farklılığı da meydana gelmekteydi. Biz ısrarla ahlak dediğimizde, 'iş ahlakı'nda kast ettiğimiz değerlerin İslam ahlakı olduğunu, dolayısıyla İslam'ın özün-

İŞ AHLAKI VE GİRİŞİMCİLİK EKSENİNDE ÇALIŞMALAR YÜRÜTEN İKTİSADİ GİRİŞİM VE İŞ AHLAKI DERNEĞİ İGİAD’IN SAYIN BAŞKANI ŞÜKRÜ ALKAN İLE YAPTIKLARI FAALİYETLER ÜZERİNE BİR

SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRDİK.

SÖyleŞİ: yuNuS emre ToZAl>

Page 61: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 59

deki mesajı içerdiğini, insanların imanî bir

duruş sergilenmesi gerektiğini, bunun yanın-

da örf ve adetlerimizden de, yazılı olmayan,

Kuran'da da ifadelendirilmeyen gelenekten

gelen adetlerin olduğunu farkettik. Çünkü

şöyle bir durum ortaya çıktı. Siz bir reklam

yapacaksınız. Ama yaptığınız reklam çalış-

masında kadın vurgusunu kullanıyorsunuz.

Örneğin araba satıyorsunuz ve kadın figürü

kullanıyorsunuz. Baktığınız zaman, etik gibi

gözüküyor ama burada İslam'ın kadına bakış

açısını ya da o reklamda kadına giydirilmiş

olan çerçevenin ahlaki mi değil mi sorusu

devreye girdiğinde, etik ve ahlak bir anda

çatışıyor. Etik mi ahlak mı? Etik olarak

kabul edilebilecek bir reklam anlayışı var

ama ahlaki bir reklam anlayışının olmadığını

görüyoruz. O yüzden biz, öncelikle sürek-

li yapılanan toplumumuzda kullanılagelen

ahlak ve etik kavramlarının yerlerinin değiş-

tirilmesi gerektiğini düşündük. İlk kuruldu-

ğumuzda da bunu çok tartışmıştık. İGİAD

kurulduğunda etiği rafa kaldırmalı, ahlakı

bu toplumun gündemine yerleştirmeli ve

kavram karmaşasından sıyrılarak ona göre

ilerlemeli dedik. O günden bugüne, hep ahla-

ki değerler üzerinden faaliyetler düzenledik.

İGİAD kurulduğundan bu yana tam ola-rak neyi savundu, ne gibi çalışmalara imza attı?10. yılı geride bırakıyoruz bu yıl. Nasip

olursa Eylül ve Ekim ayında yeni ve farklı

bir konseptle çıkacağız. Nisan-Mayıs gibi

Bakanlar Kurulu kararıyla ismimizin başına

Türkiye takısını aldık ve Türkiye İGİAD olduk.

Yönetim kurulumuzla birlikte değerlendir-

meler yaparken geçtiğimiz 10 yıla baktığı-

mızda, en azından şunu söyleyebiliyoruz; Biz

Türkiye'de en azından etik kavramının yerine

ahlak kavramını koyduk. Bunu da yaptığımız

kamuoyu yoklamalarında net bir şekilde

görüyoruz. Medya takip servisleri, ahlakla

ilgili her türlü yazılan yazıları, görüntüleri ve

haberleri bize haber veriyorlar. Bugün de

yine haberler gelmişti, siz gelmeden önce

baktım. Bir gazetenin Ramazan köşesinde iş ahlakıyla ilgili, bir söyleşi var ki, tek say-falık bir söyleşi. Daha önceden o söyleşilerin başlığı iş etiği diye geçiyordu. Birçok kişi de öyle biliyordu. İGİAD 2003 yılında kurulduğunda bir taraf-tan ahlakı savundu, diğer taraftan da pısırık diye ifade edilen, aza tamah eden, çekimser, çok fazla girişken olmayan bir iş adamı profilinden, "girişken olsun, yapmış olduğu işin en iyisini yapsın, yapacağı işi çevreye en fazla katkı sağlayacak derecede ahla-ki değerlerle yapsın" diyecek bir iş adamı profili öngördük ve bu nedenle hem giri-şimcilik alanlarında hem de işin ahlakıyla örtüşen faaliyetler programladık. İşin özün-de ahlaklı girişimcilerin çoğalmasıdır yani…Temel çıkışı bu oldu. Bu yüzden de çok farklı alanlarda çalışmalar yaptık, 10 yıldan bu yana yapageldiğimiz çalışmalarımız var. Mesela İGİAD'ın bu alana katmış olduğu faaliyetlerden en önemlisi, çok fazla yazılı kaynak ve entelektüel birikimin olmadığı iş ahlakı alanında yazılı kaynaklar ortaya koymak olmuştur. Bu anlamda biraz nostalji takılıyoruz, Ahilik teşkilatına göndermelerde bulunuyoruz ama günümüze dair çok fazla sözümüz yok. Bu yüzden de 10 yıldır ciddi bir yayıncılık faaliyeti yapmaktayız. Eğitim faaliyetleri içerisinde yayıncılık faaliyetle-rimiz epey dikkat çekti. Şu ana kadar 14 tane kitap çıkarttık örneğin, bu 14 kitabın her biri işin ahlaki ve girişimcilik yönünü ele alan yayınlar. Yayınladığımız raporların içeri-

ği de yine iş ahlakı ve girişimciliğe yönelik. Türkiye İş Ahlakı Raporu ve Türkiye Girişim-cilik Raporu 2008'de yayınlandı. Türkiye İş Ortaklığı Raporu ve İnsani Ücret Raporu da öyle. Aynı zamanda İş Ahlakı Dergisi'nin 10. sayısını çıkarttık ki, özellikle akademik cami-ada dergimize ciddi bir talep var. Dergimiz Türkiye'de en ender çalışmalardan biridir, hakemlidir, akademik çevre ve üniversite ile ilişkimizi arttırarak, uluslararası literatüre girdi. Birçok üniversitede kaynak eser olarak kullanılmaya başlandı. Bunun yanında yılda 4 defa çıkan bir de bültenimiz var. Her sayı-sında bir dosya konusu bulunan ve kamuo-yuna gündem oluşturan bir bültenimiz. Tüm bu yayınlar, iş ahlakı ve girişimcili-ği alanındaki boşlukları doldurma gayre-ti, elbette daha çok eksikler var. Bugün, ifade etme biçimi çok önemli. iş adamlarına "ahlaklı olun" demeyle onlar ahlaklı olmu-yorlar. Bu ahlakın ne olduğunu, ona ne kazandıracağını ortaya koymanız gerekiyor. Tüccar adam "ne koydum, ne aldım?" sorusu gibi bakıyor ahlaka. Otopark parası olarak 2 TL'yi vermeden kaçıp gittiğinde kâra geçtiğini zannediyor. Halbuki verdiğinde ile-ride kazanacağı adımlarla, o göremediğimiz bereket kavramının üzerini örtüyor. 2 TL ile ne otoparkçılar zengin olur, ne kendisi fakir olur. Tüm bu ihlaller ve bu algı Avrupa'da yok. Bu algı Avrupa'da kurallarla sağlanmış. Türkiye'de bu alanda yasalarda ve kanun-larda çok ciddi sıkıntılar var. Bunu disipline etmek de STK'ların işi, o noktada da çalış-

Batı, nasıl kendi referans kaynaklarını almışsa, bizde de Hz. Peygamber (s.a.v.)'den, İslam medeniyetinin o kadim geçmişinden gelen bir takım ahlaki davranışlar var.

Page 62: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis60

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

malarımız var.

Türkiye'de Kamu Etik Kurumu var, kamudaki

bu alanda oluşturulmuş Başbakanlığın oluş-

turduğu bir kurum. İGİAD'ı kendisine partner

olarak görüyor. İGİAD'da çünkü çok ciddi

bir kaynak var. Sadece yayınlarımız değil,

kütüphanemizde iş ahlakına dair yazılmış

tüm eserler mevcut.

Kütüphanenizin zengin oluşu çok mühim, muhtemelen akademisyen-ler de yararlanıyordur sürekli. yalnız Türkiye'de kitap okumayan tüccar yapı-sı da var değil mi?Evet, genel olarak baktığımızda, Türkiye'de

kitap okuyan tüccar yapısı yok. O yüzden o

tüccarlara da daha farklı yollardan ulaşma-

nız gerekiyor. Devamlı örnekler göstermeniz

gerekiyor, devletin de bu kuralları insanlara

sürekli hatırlatıcı faaliyetler yapması gere-

kiyor. Bizler yayınlarımız, seminerlerimiz ve

diğer faaliyetlerimizde elimizden geldiğince

toplumun gündemine koymaya çalışıyoruz

iş ahlakını. Eğitim seminerlerimizle özel-

likle iş ahlakını koymaya gayret ediyoruz.

Yönetici Geliştirme Programımızda dahi, İş

Ahlakı'nı ayrıca anlatıyoruz.

İş ahlakı ve meslek etiği konuları hak-kında ulusal ve uluslararası ne gibi çalışmalar var? Neler yapılıyor bu alan-da? Özellikle İslam dünyasında görüş alışverişi yaptığınız kurum ve kuruluşlar var mı?2005 yılında, kuruluşumuzun üzerinden 2

yıl sonra, Avrupa Araştırmaları grubumuzla

Avrupa'yı inceledik, 2007 senesinde Mısır'a

gittik. Avrupa'da İş Ahlakı diye bir örgüt var,

şu anda başkanı İspanya'da, Barselonalı.

Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden akademis-

yenlerinin ve iş adamları olduğu bir platform

aslında. Bu platformda herkes kendi sözü-

nü söyleyebiliyor. Güzel tarafı, genel kabul

edilen ahlak kuralları üzerinden çalışmalar

yapıyorlar. Türkiye'de de bunun temsilciliğini

Hacettepe Üniversitesi almış. Eben.tr uzan-

tısı var, Akademisyenlerden Mahmut Aslan

diye bir isim var, bu alanda yazılar yazan

bir akademisyendir kendisi. Bu platformun

amacı, Avrupa'da duyarlılık kazandırmaya

çalışmak. İnsanların ahlaki değerlere uyması

için lobi faaliyetleri düzenliyor. Avrupa'da

aynı İSO 9001 Kalite Belgesi gibi belge

veren, ahlak değerlerini ölçebilen birimler

var. Bunlar kurallarla belirlenmiş, bir işyerinin

ahlaki değerlere riayet edip etmemesine

göre bir skala hazırlanıyor. Aynı Ahilik Teşki-

latında olduğu gibi, hani eskiden kunduracı-

lar çarşısında kundura satmanız için önce o

loncalara kayıtlı olmanız gerekirdi, aynı onun

gibi pabucunuzun dama atılmaması için…

Avrupa'da da firmalar kendilerine akredite

oldukça bu hizmeti sağlamaya çalışıyor, siz

devletle ya da kamu kurumuyla iş yapa-

caksanız, İş Ahlakı Belgesi şart koşuluyor.

Bu belge işte bu kurumlardan alınıyor ve

ciddi disipliner çalışmalar sonucu veriliyor.

Eksik varsa eğitim dahi veriyor, en sonunda

"evet, bu firmayla çalışabilirsiniz" damgasını

verince o firma diğer firmalarla çalışmaya

başlayabiliyor. İşte Avrupa, tüm bu düzen-

lemeleri böylelikle disipline etmiş durumda.

En son Almanya'ya gittiğimde bir taksici ile

konuştuk, kendisi Türkiye'ye gelmiş çocuk-

larını okutmak için bir vesile ama hemen ilk

fırsatta Almanya'ya geri dönmüş, şaşırmış.

"Almanya'da 10 kişi saat 10'da randevusuna

geleceğim derse bunun 9’u mutlaka zaten

gelir o saatte, diğeri de bir ihtimal 10 olmaz

da 10.02'de filan gelir randevusuna, ben

Türkiye'ye gittiğimde çok şaşırdım" deyince

biz de şaşırdık açıkçası.

Avrupa'da ahlak kuralları, böyle bir kurum-

la insanlara anlatılmış, belleklerine yerleş-

tirilmiş. Yapmadığı zaman kaybedeceğini,

yapınca da kazanımlı olduğunun bilincin-

de, bizde de bu yok maalesef. Türkiye

Eben.tr'da üyeliğimiz var, tabii ilerisi için

Hacettepe'den onu alıp temsilciliğini alma-

ya çalışacağız. İşin Avrupa boyutu budur.

Bizim hayalimizde de yakın gelecekte böyle

bir belge düzenlemek var.

İGİAD olarak tüm Türkiye'de, faaliyetlerimizi

iş ahlakının örneklemesini yaparak anlatma-

ya gayret ediyoruz. Zaman zaman Anadolu

ziyaretlerimiz oluyor, örneğin Diyarbakır'a

gittiğimiz vakit, vali, belediye, iş adam-

ları dernekleri gibi birçok kurum ve kuru-

luşa İGİAD'ı anlatıyoruz. Bir ilimizde yine

böyle anlatırken, vali Amerika'daki dürüst-

lüklerden anlatmaya başlamıştı. Türkiye'de

böyle dürüstlüğün olmadığını söyleyince,

biz abartmaması gerektiğini, Türkiye'de de

ticaretinde, özünde ve sözünde çok iyi ve

dürüst insanların bulunduğunu söylemiştik.

Biz İGİAD olarak üyelerimizi dahi seçerken

çok titiz davranıyoruz. Geçmişte çekinin

İGİAD 2003 yılında kurulduğunda bir taraftan ahlakı savundu, diğer taraftan da pısırık diye ifade edilen, aza tamah eden, çekimser, çok fazla girişken olmayan bir iş adamı profilinden, "girişken olsun, yapmış olduğu işin en iyisini yapsın, yapacağı işi çevreye en fazla katkı sağlayacak derecede ahlaki değerlerle yapsın" diyecek bir iş adamı profili öngördü.

Page 63: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 61

dönüp dönmediği, son 5 yıl içinde ne gibi

çalışmalar yaptığı, güvenilir olup olma-

masıyla alakalı yakın çevresinin görüşünü

araştırıyoruz. Yaklaşık 200 üyemiz var

ama bu üyeler, standartları aşmış üye-

lerdir en nihayetinde. O yüzden örnekle-

rimizi verirken kötülerden vermemeliyiz,

kötülerin daha çok meydanlarda olmasına

sebebiyet vermemeliyiz.

Biz her gittiğimiz yerlerde ve katıldığı-

mız programlarda iyi girişimcileri anlatırken,

Girişimcilik Ödül Töreni diye bir etkinliği de

organize etmeye başladık. Her yıl bir giri-

şimcimizi ödüllendiriyoruz. Tabi karar verir-

ken, geçmişteki ticaretiyle, yapmış olduğu

sermaye birikiminin helal ve meşru yollarla

sağladığına dair, çevresine de örneklik teşkil

edecek bir iş adamı olup olmamasına bakı-

yoruz. Ödülün temel veriliş gayesi bu. Bunu

da kamuoyu ile paylaşıyoruz. Ayrıca işveren

ve işgören arasındaki ilişkiyi ahlaki bir zemin-

de sağlıklı olarak diri tutmaya çalışıyoruz.

Yine ilgi çekici faaliyetlerimizden biri AGÜ

dediğimiz, Asgari Geçim Ücreti. 2 çocuklu

bir ailenin İstanbul'da geçim standardını

belirleyerek, bir rakam belirliyoruz ve bu

rakamın uygulanması noktasında üyelerimizi

teşvik ediyoruz. 2013'te mesela 1495 TL

idi. Üyelerimizin büyük çoğunluğu bu rakamı

uyguluyor mesela. Burada da şu ortaya

çıkıyor. Daha önceden asgari ücret uygulu-

yorsa işgörenine, bu rakamı duyduktan sonra

AGÜ'nün üzerine çıkması noktasında teşvik

ediyoruz. Baskı ya da herhangi bir yaptı-

rım uygulamıyoruz ama bu rakamın üzerine

çıkmasını tavsiye ediyoruz. "İşveren-işgören

ilişkilerini sağlıklı bir hale getirmek adına,

bu ücretin verilmesi, ahlaki bir duyarlılıktır"

diyerek teşvik ediyoruz üyelerimizi.

Bu konuyla alakalı tartışmalar var. Geçenlerde de bir mühendisin asgari ücreti hakkında birkaç dernek ortak açıklamalar yapmıştı. Peki, asgari ücreti kim belirliyor? AGü'yü daha iyi şartlara taşıyabilmek adına kimler ne yapabilir?Türkiye'de asgari ücreti devlet, bir kişiyi

göz önüne alarak belirliyor maalesef, aile-

yi merkeze alarak ücretlendirme politikası

yok. Ailede bir kişi çalışıyorsa 1000 TL, iki

kişi çalışıyorsa 2000 TL. Kaç çocuk olursa

olsun ya da ne kadar geniş aile olursa olsun

böyle maalesef. Ailenin geçim merkezi anla-

yışı yok, bunu Çalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanlığı'nın atadığı bir temsilci ile İşgören

Sendikalarının oluşturduğu bir heyetle birlik-

te pazarlık yapılarak belirleniyor. Sendikalar

yaptıkları araştırmaları sunuyorlar, Fakirlik

standardı araştırmalarını analiz ediyorlar.

Ama tüm bu raporlar, Türkiye geneline hitap

ediyor, bölge bölge ya da İstanbul, Ankara,

İzmir gibi büyükşehirlere özel raporlar hazır-

lanmıyor. Örneğin bizim belirlediğimiz 1495

TL ile İstanbul'da anca geçinebilen bir aile,

Urfa'da olsa 1495 TL ile 2 ay rahat rahat

geçinir. Ama Türkiye'de ne yapıyor devlet?

Tek bir ücret belirleyip tüm ülkeye uygula-

maya çalışıyor. Biz bu sene ‘İnsani Ücret’ adı

altında çok güzel çalışma hazırladık, medya

da bayağı yankı buldu, ses getirdi. Rapor-

da işgörenlere asgari ücretin verilmesinden

ziyade, hükümetin ailenin sosyal yapısını

da dikkate alması gerektiğini, ücretlendir-

me yapılırken ailenin sosyal yapısına göre

ücretlendirmenin yapılması gerektiğini ve

bölgesel ücretlendirmenin daha adil ve hak-

kaniyetli olacağını belirttik. Yani, İstanbul'da

1000 TL ise, Anadolu'da 800 TL olması

durumu… Teşvikler bile dağıtılırken eşit dağı-

tılmıyor! Anadolu'daki bir teşvikle Beylikdü-

zü'ndeki bir teşvik bir mi?

evet, haklısınız. Kalkınma Ajansları'nın teşvikleri dahi farklı…Evet, bu çalışmayı bakanlıklara gönderdik,

yine Eylül ayında tekrardan gündeme getir-

meyi düşünüyoruz. Ama şu anki AGÜ çalış-

mamız, bu rapordan farklı bir proje. Biz

AGÜ'de 2 çocuklu aileyi temel alarak bir

proje hazırlamıştık. Ama ‘İnsani Ücret’, bir

bakış açısı, felsefesi bu işin… Önü ve arkası

var, ne olmalı?... Orada mesela açlık sınırları

belirlenirken, TUİK'te hep mutfak harcamalı ağırlıklı şeyler… Ama biz diyoruz ki, aile sos-yal olmalı… Türkiye 2023'te ciddi bir vizyon ortaya koyu-yor. Ekonomide ciddi rakamlar, tabiri caizse beylik laflar var hedeflerde… Bu sözlerin arkasının doldurulması, desteklenmesi gere-kiyor. Toplum olarak bu güce ulaşma imka-nımız var, o kapasiteye sahibiz sonuçta. İşte biz de diyoruz ki, eğer bu hedeflere ulaşa-caksak, asgari ücretin de ciddi bir hedefi olmalı ve yukarılara çıkarılmalıdır. 2023'e 10 yıl kaldı, siz eğer 25.000 $ milli gelir hedefliyorsanız, asgari ücreti yılda % 4 arttı-rarak bu hedefe ulaşamazsınız. 2 çocuklu bir aileyi temel alırsak, siz 2023'te bir çalışanın eline 200.000 TL vereceğiz diyorsunuz ama bununla alakalı en ufak bir çalışma yapmı-yorsunuz, bu rakamlarla hedefe varılır mı? Biz bunu sadece hükümete söylemiyoruz, işveren çevremize de söylüyoruz. Yıllık enf-lasyon oranlarına bakıp da zam yapmaya çalışan yöneticiler, bu ülkeye ne katabilirler ki?... Çünkü zaten çalışanların büyük çoğun-luğu karın tokluğuna çalışıyor, haftada belki bir gün evine et giriyor. Hiç mi çocuklarının sosyal ihtiyaçları olmayacak? Gelecek için hayal edemeyecek, evi, arabası vb. düşüne-meyecek? İşte ‘İnsani Ücret’ böyle bir bakış açısı getiriyor.

Çok teşekkür ederiz.

Page 64: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis62

“Asra yemin ederim ki, bütün insanlar hüsrandadırlar. Yalnız iman edip iyi işler yapan ve diğerlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna”. ( Asr 1- 3)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: "Kıyamet günü müminin terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah teâlâ, çirkin konuşan ve ne konuştuğunu bilmeyenlerden nefret eder."(Ebû Derda radıyallahu anh. ,Tirmizî)

MİMARLIKTA ETİK / MİMARLARIN TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARI

ETİK /AHLÂKEtik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir.

Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir.

Batıda, 20. yüzyılın ilk yarısına kadar latince kökenli “moral”

sözcüğü kullanılırken, bu yüzyılın son çeyreğinde daha yaygın

bir şekilde “etik” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Bu konuda

Prof. Dr. Davut Dursun “En eski felsefe disiplinlerinden biri olan

etik, yapılması gerekeni söyleyen veya davranışlara ilişkin norm-

lar koyan bir faaliyet değil yapılması istenen eylemlere sorular

soran; neyin değerli neyin değersiz olduğu, hangi eylemlerin

yapılmasının doğru, hangilerinin doğru olmadığı, doğru eylemin

ve adaletin ne olduğu vb. soruları sorma faaliyetidir. Sonuç ola-

rak etik, ahlâk üzerinde düşünebilme, bir ahlâk felsefesi yapma

etkinliği, tarihsel olarak yaşanan bir olgu olan ahlâka yönelen

bir felsefe disiplini olarak geliştiğini ifade etmektedir. Devamla

“ahlâk”ı da; toplumsal alanda insanlar arası ilişkilerde bireylerin

uymaları beklenen vebir değer olarak “iyi” ve “güzel” şeklinde

nitelenen davranış, eylemler ve belirli bir yerde ve zamanda

geçerli olan değer yargıları sistemleri” olarak tarif etmektedir.

Yazar Mustafa İslamoğlu; bu çerçevedeki disiplinleri ayrıma

tabi tutarak iyi-kötü "ahlâkın”, doğru-yanlış “aklın” , güzel-çirkin

“estetiğin” , Hakk-batıl “akîdenin”, haklı-haksız ise “hukukun”

konusu olarak tasnif etmektedir.

Doç. Dr. Murat Özgen “Her mesleğin bir etik anlayışının ve

ahlâki bir duruşunun olması zorunludur” …Öğrencilere etik dersi

verirken, öğretim üyelerinin doğruları göstermek gibi bir vicdanî

zorunlulukları ve borçları olduğunu belirtiyor, “ben sana etik

ilkeleri öğretirim, ama bunu uygulamana senin vicdanın karar

verir.” Zaten ahlâkın yaptırımı da, ne hukukî ne de parasal

cezalardır. Ahlâkın yaptırımı, vicdanîdir. Dolayısıyla etik ve

ahlâk meselesinde mutlaka vicdanî bir değer olması gereklidir”

demektedir.

MİMARLIKTA ETİKMimarlık, mühendislik alanlarından oldukça farklı mahiyette,

hayatımızın bütününde etkili, etkin, yönlendirici, tecessüm

ettirdiği çevre ve mekânlarla hayatı şekillendiren bir disiplin

ve doğru-iyi-güzel düzlemind esanatla iç-içelik arz etmektedir.

İyi bir tasarım; insanın tabiatıyla örtüşen, onu tamamlayan ve

tamamlarken de doğallıktan koparmayan, insan-mekân, insan-

insan münasebetlerini doğru kurabilen, ahlâkî ve kültürel kodlar-

la bağını kaybetmeden bugünü ve yarını inşaa etme faaliyetiyle

yaşama alanları ihdas eden ve inanç değerleriyle bütünleşen bir

nitelik ve derinlik taşımalıdır.

Mimarlık mesleğinin gerektirdiği etik çerçevesinde, geçmişten

geleceğe taşınacak, -bir yazarın belirttiği gibi- taşa-toprağa

Mehmet OSMANLIOĞLUMimar

Page 65: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 63

yazılan vasiyet gibidir. “Bilim”, “ahlak” ve “estetik” muhakeme alan-

larının sırasıyla mimarlığın mühendislik, planlama, zanaat ve sanat

yönlerini ifade ederken, mimarlığın amaçları hakkındaki ünlü sağlam-

lık, kullanışlılık, güzellik “Vitruvius Üçlüsünün” de fikrî alt yapısını işaret

etmektedir. Vitruvius; mimarı, fıtri kabiliyetlerinin yanında çizimde

usta, geometri öğrenmiş, tarih bilgisine sahip, felsefe ve müzikten

anlayan, tıp ve hukuk bilgisine sahip, astronomi ve sema teorileriyle

tanışmış birisi” olarak tarif etmekte.

Mimarlıkta etik, bir insanın tek başına meslekî bir olay karşısında

veya bir sürecin sonucunda kendisiyle hesaplaşabilecek bir yetkinliğe,

etkinliğe ulaşabilme yeteneğidir. Bu konu eser ve müellif açısından da

ele alındığında; ilki mesleki faaliyetin işleyişine dair ilkeler, yani “code

of ethics” türünden, meslek yasalarının içerdiği hususlar, mimarın

topluma ve diğer meslek erbabına karşı mükellefiyet ve yetkilerini

barındırırken, “etik” kavramının kapsadığı adâb-ı muaşeret kurallarını,

meslek haysiyeti ve vicdanı ile ilgili hususları içermektedir.

İkinci açıdan ise, mimarlığın fikrî temeline dair ilkeler, yani tasarım

ahlâkı, mimarın toplumsal misyonu, mimarlık dilinin seçimindeki kıs-

taslara kadar bir dizi, bize “izm”ler tarafından dikte edilen düsturlarla

karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda belirtilen her iki hususta da birbirinden

bağımsız olsa da mimarlığın ahlâkî meselelerindendir. Modern mimar-

lıkta malzemenin özelliğini kaybettirilmeden doğru ifade edilmesi,

bina fonksiyonunun dışarıdan anlaşılır kılınması, taşıyıcı sistem ile bina

formunun bütünlük arzetmesi, iç mekânla ilişkisi olmayan yapıştırma

cephe elemanları ve suni süslemelere yer verilmemesi ahlâkla doğ-

rudan bağlantılıdır.

Bu konuda Enis Kortan bir makalesinde bu tür yapıları şöyle eleş-

tiriyordu: “Günümüzde ise, bütün bir bina, içini göstermeyen; içinde

hangi türden işlevleri barındırdığı belli olmayan “yansıtıcı cam”larla

adeta paketleniyor tıpkı herhangi bir eşyanın ambalaj kağıdına sarıl-

dığı gibi. Bunun sonucu olarak yapı gayet monoton ve homojen bir

görüntü sergiliyor. Oysa özellikle kent merkezlerinde bulunan bazı

yapılarda çok çeşitli işlevler yer almakta: zemin ve zemine yakın

katlarda marketler vb., daha üst katlarda bürolar, muayenehaneler,

en üst katlarda stüdyolar-küçük konutlar ve çatı katında ise gece

kulüpleri olabilmekte.”

Aydan Keskin Balamir’e göre; ”bilgisiz ahlak olmaz. Ahlak dışı davra-

nışların kimi cehaletten kimiyse muhalefetten doğmaktadır.” ...“Mes-

leki yetkilerimiz hayli sınırlı, ama yetkinliğimizde biraz sınırlı değil mi?

Talep kötü ama arzımız acaba ne kadar iyi? Sorun mimari moderniz-

min dilinde, düsturlarında mıydı yoksa bunların körü körüne ve yarım

yamalak uygulamalarında mıydı? Genelde modern mimarın bir meş-

ruiyet krizi içinde olduğu muhakkak, ama bunu öncelikle, mimarın fark

etmekle biraz geciktiği bir disipliner buhranda aramak gerekmez mi?”

Globalleşerek küçülen dünya içinde insanların karşı karşıya kaldığı

sorunlar ise giderek daha da büyümekte ve sorunun çözümü için de

yeni bir ahlâkî yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bugünün mimarlığı,

ekonomi-politiğin alanına girerek pratik süreçlerini toplumun yönlen-

dirilmiş beklentilerinin ve yerleşik ideolojinin parametreleri üzerine

inşaa etmekte ve onun hayat biçimini yönlendirip şekillendirmekte-

dir. Tchumi; “mekansal değişimlerin, insan davranış ve alışkanlıkları

üzerinden toplumu da dönüştürme olanağını görür ancak bu etkinin

sosyo-ekonomik yapıyı değiştiremez olduğunu, ancak başlamış bir

değişimi etkileyebileceğini söyler. ”Bauman’a göre ise (1995), ahlâkî

ve vicdanî sorumluluklara sahip, etrafında gelişen olaylar karşısında

vicdan muhasebesine giren bir benliktir bu.”

Levinas da (1986) bu anlamda etik, “ötekine karşı sorumluluktur”tur,

“ötekiyle bir ilişki biçimidir.”

Ahlâk insanın tüm benliğince hazmedilmiş, kendini sorgulayan, vicdani

mesuliyetlerini hatırdan çıkarmadan, yaratılışta kendine bahşedilen

idrakle ortaya konan evrensel davranış kurallarını içermektedir. Genel

hatlarıyla ahlâk bir bütün olup, ahlâkı özel hayatındaki ya da meslek

İyi bir tasarım; insanın tabiatıyla örtüşen, onu tamamlayan ve tamamlarken de doğallıktan koparmayan, insan-mekân, insan-insan münasebetlerini doğru kurabilen, ahlâkî ve kültürel kodlarla bağını kaybetmeden bugünü ve yarını inşaa etme faaliyetiyle yaşama alanları ihdas eden ve inanç değerleriyle bütünleşen bir nitelik ve derinlik taşımalıdır.

Page 66: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis64

hayatında ahlâk olarak kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir.

Mimar; hayatının tüm kesitlerinde kuşanacağı ahlakla, meslek etiğin-

den taviz vermeden eserlerini vücuda a getirmekle mükelleftir. Farklı

birçok disiplinde yapılan hatalar bir ya da birkaç kişiyi etkilerken bir

mimarlık eseri, toplumu ve etkileşim içine girdiği çevreyi genişliğine ve

derinliğine olumlu ya da olumsuz yönde doğrudan etkileyebilmektedir.

Küreselleşme; bizim her alandaki algılayışımızı değiştirirken, bu

çerçevede en keskin değişim ise mimarlık alanında gerçekleşmiştir.

Şehirler ruhunu yitirerek birer kent haline getirildikten sonra nüfus,

bina, araç ve otoban ağlarını yüklenerek metropoliten alanlar haline

dönüştürülmüştür. Metropoliten alanlar günümüzde kentlere yeni

yükler yükleyerek tahakkümün, gücün, kibir ve gösterişin birer simgesi

haline getirilerek sadece fiziksel büyüklüğün yanında; imaj, anlam ve

estetik araçlarıyla yüzyılın zorunlu süper güçlerini teşkil etmiştir. Bütün

metropoller bu çağdaş araçları, önemlerini vurgulamak ve barındırdık-

ları güçleri ve teknolojiyi gösteren yeni fiziksel ikonlar, sahte tanrılar

yaratmak için kullanmaktadır.

Şehir ölçeğindeki etik için en temel paradigma; tarihî birikimle çağda-

şın, gerçek ihtiyaçla geleneğin, kamu binaları ile özel olanların, insanla

tabitatın arasındaki ilişkinin dengelenerek sürdürülebilmesidir. Bir

şehirde gökdelenleri bir örnek olarak alırsak, bu devasa binalar sadece

kentlerin bir parçası değildir, onlar silueti teşkil ederek aynı zamanda

ilk fark edilen şehir objeleridir. Mekanı doldurma ve kentin sembolü

olma özelliklerinin dışında, gökdelenlerin mimarisi ve etik sorgusu son

derecede önemli bir konudur.

MİMARLARIN TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARIProf. Dr. Nazif Gürdoğan etik toplumdan bahsederken; “Bilgi toplu-

munda işler doğru yapılırken, etik toplumda doğru işler yapılır. Doğru

ile yanlışın sınırlarını çizmeye bilgi gerekli, ancak yeterli değildir. Doğru

ile yanlışın sınırlarını belirlemede, son sözü etik değerler söyler. Etik

değerlerin özünde `kendisi için istenileni, başkası için de istemeli`

ilkesi vardır. “...Bütün dünyada, ürün ve hizmet üretmenin öncüsü olan

(mimar ve) mühendisler de, doktorlar gibi, diploma alırken yemin

etmelidirler. Tıp, (mimarlık) ve mühendislikteki bilgi birikimi, etik dışı

alanlarda kullanılmamalıdır. Etik değerlerin unutulduğu bir toplumda

gökten ölüm yağar. Değersiz bilgi, yararsız bilgidir.

Mimarlar mesleklerinin kapsayıcı sorumluluğunu kuşanarak yapıp-

ettikleriyle, yapmayıp-etmedikleri arasında dengeyi muhafaza ederek,

kimi zaman özenle seçtikleri “araf”ta durmak zorundadırlar. Bu konuda

merhum bilge mimar Turgut Cansever “Mü’min mimar, sanatkâr yap-

tıklarıyla iftihar ettiği gibi- yanlış bularak -yapmadığı şeylerle de iftihar

etmelidir” derdi. Guardian’s Arts’daki yorumlarda belirtildiği gibi; dün-

yaca ünlü olduğu söylenen Zaha Hadid, Haydar Aliyev gibi KGB ajanı

bir diktatör için kültür merkezi yapmayı nasıl kabul edebiliyor? Etikle

ilgili sınırı nereye koymak gerekir? Foster’da, aynı sebeplerden ötürü,

Kazakistan’daki Uzlaşma ve Barış Sarayı’nı inşa ettiği için kınanmıştı.

Globalleşerek küçülen dünya içinde insanların karşı karşıya kaldığı sorunlar ise giderek daha da büyümekte ve sorunun çözümü için de yeni bir ahlâkî yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bugünün mimarlığı, ekonomi-politiğin alanına girerek pratik süreçlerini toplumun yönlendirilmiş beklentilerinin ve yerleşik ideolojinin parametreleri üzerine inşaa etmekte ve onun hayat biçimini yönlendirip şekillendirmektedir.

Page 67: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 65

Rem Koolhaus’tan Sir Terry Farrell’a kadar bütün büyük mimarlar, Çin

sayesinde para basıyor, çünkü bu ülke işçilerin yaşamını ve güvenliğini

çok da umursamıyor. Foster’da “Crystal İsland”ı ile bu silsileye dahil

oluyor. Peki ya despotik hükümetler ve oralardaki kültür hakkında ne

düşünülüyor?

Mete Tapan; ”bir mimarlık uygulamasının etik yönden değerlendiril-

mesinin kriterleri (kuralları) ne olabilir?' diye akla bazı sorular gelebilir.

Yapım kurallarına göre tasarım ve uygulama, işlevsellik, çevre koşulla-

rına saygılı olma, imarla ilgili yasa ve yönetmeliklere uygunluk, müel-

liflik haklarına saygı gösterme, kaynaklara israf etmeme (sürdürülebi-

lirlik), doğa ve kültür değerlerini tahrip etmeme, meslek odasının aldığı

kararlara uyma, teknik ve hukuk yönünden sakıncalı uygulamaları

onaylamama gibi kuralları sıralamak mümkündür." Tapan, daha sonra

iş etiğine uyulmamasının sonuçlarına değiniyor: Örneğin, kültür varlık-

larını korumak için, bu varlıkların içini tamamen yıkarak yeni işlevlerle

donatmak ve eski eseri tanınmaz hale sokmak, deprem riski büyük

olan alanlara çok katlı yapı yapmaya müsait imar planları hazırlamak

ve bu planları onaylamak, toprak rantını maksimize etmek için her

türlü yolsuzluğa başvurmak gibi etik olmayan davranışlar, maalesef

ülkemiz mimarlığında çok sık rastlanan olgulardır."

Hossein Sadri; günümüzün mimarlık etiği anlayışı mimarların kişisel

olarak yürüttükleri pratiklerde sorumluluk sahibi oldukları konulara

odaklanmakta, toplumsal yapının, erkin, mesleğin ve meslek örgütle-

rinin etik olmayan tutum ve davranışlarını yani daha büyük resmi göz

ardı etmektedir. Böylelikle mimarlık alanı mimarlara ve mimarların

kişisel pratiklerine indirgenmektedir. Yani mimarların kişisel pratikleri

dışında kalan ve insanların mekanlarla ilişkileri üzerinde geliştirilen

tüm çalışmaları mimarlık etiği dışında tutmaktadır. Bu durumda “kent-

sel dönüşüm yasası” olarak bilinen yasa gibi doğrudan mimarlığı ilgi-

lendiren yasalar, İstanbul boğazında yapılacak “üçüncü köprü” projesi

gibi toplumsal ve mekansal ciddi etkileri olabilen ve çeşitli kurumlar

tarafından geliştirilen projeler ve inşaat endüstrisi, teknikleri ve

materyalleri gibi mimarlık alanıyla doğrudan bağlantılı olan ancak

mimarların tanınmış rollerinde yer almayan konular hakkındaki etik

yükümlülükler mimarlık etiği alanı dışında kalmaktadır... Ancak buna

ilaveten mimarlık alanıyla ilgili etik konuları, sadece mesleki alanla

sınırlandırmak ve bu mesleki etikten sadece meslek insanları olarak

mimarları sorumlu tutmak, kişiler olarak mimarlardan daha etkin

role sahip olan meslek örgütleri, iktidar ve sermaye sahiplerinin

yükümlülüklerine yer vermemek ayrıca etik bir sorun olarak karşımıza

çıkmaktadır.

Mimarlık alanında etkileyici role sahip olan tüm aktörlerin etik

sorumluluk¬larına mimarlık etiği belgelerinde yer verilmesi gerekliliği

aşikardır. Farklı aktörlerin etik sorumluluklarına ek olarak mimarlar,

mekan kullanımı ve üretiminde, hem doğrudan “yapabilir” olmaları,

hem de dolaylı olarak “etkileyebilir” olmaları nedeniyle yükümlülük

sahibidirler (Sadri, 2010). Dolayısıyla mimarlar kişisel pratiklerindeki

etik sorumluluklarına ilaveten, mimarlık alanındaki yetkinlikleri de göz

önünde bulundurularak, “etkile¬yebilir” olmaları nedeniyle tüm aktörle-

rin etik sorumlulukları konusunda duyarlı olmalı, kendi kişisel pratikleri

dışındaki çalışmalara karşı da sorumlu davranmalıdırlar ve kolektif

güçleriyle mimarlık alanındaki etik olmayan tutum ve davranışları

önlemeli ve durdurmalıdırlar. Bu, mimarların kolektif sorumluluğudur.

Şehir ölçeğindeki etik için en temel paradigma; tarihî birikimle çağdaşın, gerçek ihtiyaçla geleneğin, kamu binaları ile özel olanların, insanla tabitatın arasındaki ilişkinin dengelenerek sürdürülebilmesidir.

Page 68: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis66

Bu nedenle de mimarlık etiğinin insanlığa karşı sorumluluklar odağın-

da gelişmesi için üç önemli şartın yerine getirilmesi gerekmektedir.

Bunlardan ilki, mesleğin sınırlarını belirlemeye çalışan anlayışın öte-

sine geçerek mimarlık alanını tüm toplumsal faaliyetler çerçevesinde

görmek ve bu alanda etkin olan tüm aktörlerin yükümlülüklerine

değinmektir. İkincisi, mimarların kişisel sorumluluklarını içeren etik

belgeler anlayışından uzaklaşarak kolektif sorumlulukları da ele almak-

tır. Üçüncüsü ise geçmişte özellikle de modern dönemdeki toplum

mühendisliği anlayışı çerçevesinde olduğu gibi, mimarların bu kolektif

sorumluluklarının tanımlanmasından doğabilecek zararların önüne

geçebilmek için, meslek etiğinin ilkelerini belirlemede insanın değerini

ve evrensel ortak normları odağa almaktır.

SONUÇMimarlıkta etik, mimarın hayatının tüm aşamalarına yansıyan ahlâkî

davranışlarıyla bir bütün olup, birbirinden ayrılamazlar. Ancak bir inanç

disiplini ve yaratılış kodlarındaki “iyi” ve “doğru”ya yönelimin bir arada

mezcedilen eğitimini hazmetmiş mimarlar, meslek etiğine ve toplum

değerlerine uygun ahlâki davranışlar ve eserler ortaya koyabilirler.

Kanun ve yönetmeliklerin getirdiği etik kurallar mimarın donanımında

barındırdığı ahlâkî değerler ölçekte ancak karşılık bulabilecektir.

Bu konuda İş Ahlâkı Dergisinde; “Demoralize olmuş mimarlık, kolaylıkla

iktidarların insanlar üzerindeki hakimiyetine ve politik propagandaları-

na, sermaye sahiplerinin ise daha fazla rant elde etmelerine ve insan-

lar üzerinde sömürü sistemi kurabilme¬lerine alet olmakta, bu nedenle

de kendi karşıtını üretmektedir. Mimarlığın mesleki alanı dışında

geliştirilen yeni hareketler demoralize olmuş mimarlığa karşı direniş-

leri güçlendirmektedir. Bunlardan en önemlisi mekanlarla maddileşen

ayrımcılıklara karşı feministlerin, engelli hareketlerinin, azınlık grupla-

rın ve tüm dışlananların mücadelelerinin geniş bir toplumsal duyarlılık

yaratmasıdır. İlaveten mimarlık alanında bugüne kadar görülmemiş

bir biçimde, duyarlı ve sorumlu mimarlar hareketlerinin oluşmasıyla,

mimarlık mesleği sınırlarının dışına çıkılarak, mimarlık alanında dünya-

nın tüm sorunlarıyla ilgilenen gruplar ortaya çıkmaktadır. Buna örnek

olarak, insanlık için mimarlık (architecture for humanity), barış için

mimarlar (architects for peace) ve mekânsal aracılık (spatial agency)

hareketlerinden bahsetmek mümkündür.

Bu faaliyetlere ek olarak, mimarlık mesleğinin ötesine geçmeyi

sağlayan bir diğer önemli mesele, mimarlık alanı eğitiminde ortaya

konulan dönüşümlerdir. Eğitimlerin meslek okulları, teknik üniversiteler

ve akademilerden üniversitelere aktarılması, genel olarak mimarlık

alanının ve özel olarak mesleki alanın eleştirilmesine ve yeniden kur-

gulanmasına yol açmaktadır. Mimarlık artık sadece bir disiplin olarak

değil, disiplinlerarası ve disiplinler ötesi bir alan olarak ele alınmakta,

mimarlık alanı ve diğer sosyal ve beşeri bilimler arasındaki bağlar

sürekli geliştirilmektedir.

Mimarlık alanında mesleğin sınırlarının dışına çıkarak, mimarlığın

insanlığa karşı sorumlulukları temelinde geliştirilen yeni hareketler bir

taraftan güçlenmekteyken, diğer taraftan mimarlık mesleği modern

döneme göre daha apolitikleşmiş ve demoralize olmuştur. Bu da

ciddi bir çelişkinin ortaya çıkışına sebebiyet vermektedir. Mimarlık

etiği açısından bakıldığında, bu çelişki etik başlığı altında hazırlanan

çoğu etik belgelerin, etiğe aykırı ve değerlere zarar verici içeriklerine

yansımaktadır...

Mimarlık mesleğini ve meslek sınırlarını sorgulamayı reddeden ve

mimarların kolektif sorumluluklarını göz ardı eden mimarlık etiği anla-

yışlarının ortaya koydukları etik belgeler incelendiğinde, bu belgelerin

asıl amacının mesleğin imajını iyileştirme ve piyasa payını koruma

olduğu anlaşılmaktadır.

Yani, mesleki davranış ve etik kodlar, idealler ya da değerleri korumayı

hedeflemekten daha ziyade, mimarlık mesleğindeki elitlerin uygula-

malarını sürdürmelerine yardımcı olmaktadırlar. Bunu gerçekleştirebil-

mek için, mesleğin estetik anlamda en iddialı işlerini üretmeye yönelik

mesleğin elit uygulamacılarına otonomi sağlanması için, meslek etiği

belgeleri sıradan mimarları sınırlandırma ve zorlamayı hedeflemekte-

dir” şeklinde konu özetlenmektedir.

Yazıyı Merhum Mehmet Akif Ersoy’un mısralarıyla tamamlayalım;Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:

Bir halas imkanı var: Ahlâkımız yükselmeli,

Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız...

Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız.

Mimarlıkta etik, mimarın hayatının tüm aşamalarına yansıyan ahlâkî davranışlarıyla bir bütün olup, birbirinden ayrılamazlar. Ancak bir inanç disiplini ve yaratılış kodlarındaki “iyi” ve “doğru”ya yönelimin bir arada mezcedilen eğitimini hazmetmiş mimarlar, meslek etiğine ve toplum değerlerine uygun ahlâki davranışlar ve eserler ortaya koyabilirler.

Page 69: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 67

"tarih" korumamız altında...

Rena İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti

Atatürk Caddesi Esin Sokak Yazgan İş merkezi 3/5 Kozyatağı 34742 İstanbul

Tel: 0216 478 33 32 (PBX)

e-mail: [email protected]

Eyüp Pier Loti Kahvesi İstanbul

Uzmanlık ve faaliyet alanlarımız...• Restorasyon

• Genel Müteahhitlik

• Liman ve rıhtım

• Islah çalışmaları

• Köprü inşaatları

• Ağır çelik yapılar• Ağır çelik yapılar

Mirgün Köşkü İstanbul

Şehzade Mehmet Camii İstanbul

Naib Hamamı Gaziantep

Agrotrust Binası Omsk-Rusya

Bezm-i Alem Camii İstanbul

Page 70: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis68

Modernizmin dünyada yaygın olarak ülkeleri etkilemiş olması dolayısıyla üniversite eğitimi de bundan nasibini almış durumdadır. Modernizim iktisadi olarak kapitalizim vasıtasıyla toplum-

lardaki aşkın değerleri sıfırlayıp bir buldozer gibi üzerinden geçtiği gibi seküler eğitimde aynı şekilde toplumların değer yargılarını törpüleye-rek ilerlemektedir.

eküler eğitim aşkın değerleri yok saydığı için ahlak gibi iş ahlakı gibi kavramların boş bıraktığı alanı etik kavramı ile doldurmaya çalışmaktadır. Oysaki ahlak gibi kişinin davranışlarına hükmeden bir kavram ancak aşkın değerler sistemi ile mümkün olabilir. Çünkü kişinin kimsenin görmediği kontrol mekanizmasının boş bıraktığı alanlarda yürümesi için içsel denetim olan aşkın değerler ve bunların uzantısı vicdan, iç muhasebe sistemi tamamlamaktadır. Seküler sistemde bunlar onur, namus, şeref gibi kavramlara dayandırılmaya çalışılmaktadır. Bunlar da çok muğlak kriterlere bağlıdır. En basitinden namus kavramı sınırları geniş bir uzaya dönüşmüş durumdadır.

AHLAK İLE ETİK ARASINDAKİ FARKAhlak Arapça “hulk” sözcüğünün çoğuludur. Hulk ise; huy, adet, alışkanlık, yaradılış, insanin ruhsal-zihinsel halleri anlamındadır. Ahlak, kişinin huylarını ya da bir topluluğun alışkanlık ve adet-lerini kapsar. İnsanın iyi ve kötü olarak nitelenen davranışı ve eylemleri ahlak kapsamı içindedir.Etik kelimesi köken olarak Yunanca karakter anlamına gelen ethos sözcüğünden türetilmiştir. Yine İngilizce'de ahlak kavramı-nı ifade etmek üzere davranış, alışkanlık anlamında kullanılan 'morality' kelimesi Latince 'mos' kelimesinden türetilmiştir.Görünüşte ahlak ve etik davranış manasına gelmektedir. Bu durumda bir fark yok gibi görülebilir ancak fark iyi davranışın kökenini yani neye göre iyi, neye göre kötü meselesindedir. Ahlak, kökeni aşkın boyuta yani yaratıcının emirlerine dayandı-rırken etik insana felsefeye dayandırmaktadır. Ahlak kişiyi hem bu dünyaya hem de ölüm sonrası hayata göre koşullandırırken

etik sadece bu dünyaya atıf yapmaktadır. Birinde yaratıcının onayı ve hoşnutluğunu kazanmak öncelikken diğerinde toplu-mun onayı ve sistemin iyi çalışması önemlidir. Birinin kazanım-ları ölüm sonrası hayatı şekillendirirken diğeri bu dünya işlerinin daha düzenli olmasına matuftur. İşyerlerinin daha verimli olması kalkınmanın daha iyi olmasını sağlamak içindir. Birisi geleneksel toplumun değeri, diğeri modern toplum değeridir. Şu iki söz, ikisi arasındaki farkı bariz göstermektedir.Ф Terazide güzel ahlâktan daha ağır gelen hiç bir şey yoktur. Hz.Muhammed (s.a.v)Ф Şeref ve erdem ruhun süsüdür. Bunlar olmasa, beden asla güzel gözükmez. (Cervantes)Hoş günümüzde dini görünüşe sahip fakat dünyevileşmiş pro-testanlaşmış sekülerleşmiş hareketler de mevcuttur ama ahlak ile etik arasındaki teorik fark mevcuttur. Pratik fark ise insanların beslendikleri kaynak, çevre, ortam iş ilişkilerine göre değişmekte-dir. Ahlak kavramında bir bütünlük olmasına rağmen etikte par-çalanmışlık vardır. Ahlakın bir hayat şekli olmasını Hz. Peygam-berin şu sözünden anlıyoruz "Ben, ancak güzel ahlâkı tamamla-mak için gönderildim." Oysa etik zamana ve mekana, ortama daha çok dayalıdır. Mesela; çevre etiği, tıp etiği, medya etiği ve iş etiği gibi çeşitli alanlara göre bölünmüşlük sözkonusudur.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN İŞ AHLAKI ALGISI

Dr.Ömer Faruk KÜLTÜRYeryüzü Mühendisler Derneği Genel Başkanı

S

İşyerlerinin daha verimli olması kalkınmanın daha iyi olmasını sağlamak içindir. Birisi gele-neksel toplumun değeri, diğeri modern toplum değeridir.

Page 71: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 69

EĞİTİMDE SEKÜLERLEŞME VE AHLAKSeküler eğitim ilk önce eğitimin ana dinanizmi olan insanın merak duygusuna menzil tayin ederek darbe vurmuştur. Bunu açacak olursak insanın en büyük merak olgusu yaratıcısını arayış merakıdır. Sekülerizim herşeyi dünyevileştirerek bir nevi eğitimin ayağına baltayı vurmuştur. Katolik bir felsefeci olan Jaques Maritain eğitimin bir sanat, özellikle zor bir sanat olduğunu belirtmekte ve yapısı gereği ahlaki alana ve pratik bilgeliğe ait olduğunu ifade etmektedir. Eğitim ahlaki bir sanattır, daha doğrusu belirli bir ahlakın cisimleştiği pratik bir bilgeliktir. Her sanatın hedefi bu sanat olan bir amacı vardır. İslam dünyasının büyük isimlerinden Muhammed İkbal'in de devrindeki eğitimden şikayet ettiğini görmekteyiz. Bir şiirinde Mevlana'ya bazı önemli sorular yöneltmekte, bu soruların cevaplarını ise Mesnevi'den seçtiği beyitlerle onun cevabı olarak belirtmektedir.Mevlana şöyle ifade eder:"Maddi bedene yönelik bilim, zehirli i yılana benzer; kalbe yönelirse eğir, bir dosta öner."Aynı şiirde İkbal, İngiliz eğitiminin özellikle Hint Müslümanlan üzerinde yaptığı kötü etkileri dile getirerek, kişiliklerini nasıl yok ettiğini, gene Mevlana'nın dilinden şöyle dile getirir:"Bir kuş ki, kafeste yıllarca hapis;Uçmak ister, hürriyete kavuşmak ne his! Uçamaz artık, çünkü köreImiştir yeteneklerin; Kolayca düşer kurban gibi eline, yırtıcı kedinin" Bu merak duygusu İslamda kamil insanın hayatını bütünüyle şekillendi-

rir. Şöyleki sürekli dağ, tepe, zümrütü, anka kuşunu arayan gibi, insanın ömrü hakikati aramakla geçer.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ AÇISINDAN ETİK VEYA AHLAK ALGISIBu girişlerden sonra günümüz insanı ne tam dünyevileşebilmekte ne de geleneksel değerleri yaşayabilmektedir. Bu ikilem içinde; çevre, edinilen dini duygu ve düşünceler aile ve arkadaş ortamı gibi etken-lerle şekillenen ahlaki yapı çeşitlilik arzetmektedir. Bu konuda çeşitli akademik çalışmalar yapılmıştır, bunlardan birisi; Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Yrd. Doç. Dr.Mehmet Halit YIL-DIRIM aynı üniversiteden Arş.Gör.Şerife UĞUZ ile birlikte "İş Etiği Ve Üniversite Öğrencilerinin Etik Algılarını Ölçmeye Yönelik Bir Araştırma" Organizasyon Ve Yönetim Bilimleri Dergisi Cilt 4, Sayı 1, 2012 de yayınlanmıştır. Bu makalede işletme ve Kamu yönetimi öğrencileri üzerine yapılan anket çalışmasında öğrencilere şu sorular sorulmuş ve alınan cevap ve yüzdeleri verilmiştir.

Seküler eğitim ilk önce eğitimin ana dinanizmi olan insanın merak duygusuna menzil tayin ederek darbe vurmuştur. Bunu açacak olursak, insanın en büyük merak olgusu yaratıcısını arayış merakıdır. Seküleri-zim herşeyi dünyevileştirerek bir nevi eğitimin ayağı-na baltayı vurmuştur.

Page 72: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis70

ÖLÇEKTE YER ALAN İFADELERE İLİŞKİN FREKANS TABLOSU)

1) Kesinlikle katılmıyorum, 2) Katılmıyorum, 3)Kararsızım, 4)Katılıyorum ve 5) Kesinlikle katılıyorum.

İşletmeciliğin tek etik tarafı para kazanmaktır.

33 34 11 14 8

İşinde başarılı olan bir kişinin etik sorunlar hakkında endişelenmesine gerek yoktur.

21 32 15 20 12

Çalışan herkes farkında olsun veya olmasın etik kurallara uygun bir şekilde hareket eder.

13 28 20 29 10

Kanun ve yasalara uyarsan, etiğe de uymuş olursun.

10 24 20 34 12

İş etiği genel olarak insanların davranışlarıyla beklentileri arasındaki düzenleme sistemidir.

6 13 23 44 14

İşletme kararları ahlak felsefesiyle ilgili olmayıp, gerçekçi birtakım ekonomik tutum ve davranışları içerir.

13 25 20 32 10

Etik değerler iş dünyası için anlamsızdır

44 29 10 10 7

İş etiği halkla ilişkilerle ilgili bir kavramdır.

9 18 26 35 12

Kamuoyunun iş dünyasına olan güveni henüz fazla gelişmemiştir.

10 17 28 33 12

Bugün ki iş dünyası ile geçmişteki arasında bir fark yoktur.

40 31 13 10 6

Rekabet edebilirlik ve karlılık birbirinden bağımsız değerlerdir.

15 23 16 30 16

Bir tüketici olarak, araba sigortası talep ederken, hasara bakmaksızın en fazlasını almaya çalışırım.

27 28 20 16 9

Süpermarkette alışveriş yaparken fiyat etiketlerini ve paketleri değiştirmek uygundur.

48 22 14 10 6

Bir çalışan olarak büro malzemelerini eve götürürüm; bu kimseye zarar vermez.

50 25 10 10 5

Hasta olduğum günleri hak ettiğim tatil günleri olarak görürüm.

27 30 15 18 10

Çalışan maaşları arz-talep yasalarına göre belirlenmelidir.

10 21 26 27 16

Hissedarların temel çıkarı yatırımlarından maksimum getiri elde etmektir.

10 14 18 36 22

İşyerimde her hafta belirli ürünlerin fiyatını artırırım ve üzerine “indirimde” diye yazarım..

Böyle yapmamda yanlış bir şey yoktur.

43 21 13 14 9

Belirli bir hedefiniz varsa ona ulaşmak için gereken her şey yerine getirilmelidir.

12 17 13 28 30

İş dünyasında iyi olan bir kişi başarılı bir işadamıdır.

11 20 21 33 15

Gerçek anlamda etik öncelikli olarak kişisel çıkarları düşünmeyi gerektirir

31 29 20 15 5

Fedakârlık yapmak etik değildir.

31 28 21 13 7

Bir kişiyi işine ve kararlarına göre yargılayabilirsiniz.

23 25 23 21 8

İnsan ürettiğinden fazlasını tüketmemelidir.

16 19 19 24 22

Yazarlar sonuç olarak aşagıdaki kanıya varmışlardır.

“İş etiğinin ve etik algısının kişiden kişiye farklılık gösterdiği görülmektedir. Bu bağlamda işletme öğrencilerinin etiğe ilişkin algılamaları kamu yönetimi öğrencilerinden daha güçlüdür. Son yıllarda işletme bölümü öğrencilerinin aldıkları birçok derste sosyal sorumluluk ve etik konu-larının işlendiği bilinmektedir. Geleceğe yönelik düşünüldüğünde bu durum olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Üniversitelerde iş etiği ders-lerine yer verilmesi geleceğin iş dünyasında yer alacak bireyler olacağı düşünülen üniversite öğrencileri için oldukça önemlidir. Böylece etik sorunlara daha duyarlı bireyler yetiştirilebilir. Çalışma sadece bir üniversitenin bir fakültesin-de yapılmıştır, bu sınırlılıkları aşmak için farklı üniversitelerde de benzer araştırmalar yürütüle-rek alan yazına katkıda bulunulabilir.”Bir diğer çalışma da İstanbul Ticaret Üniver-sitesinden Nihat Alayoğlu, Ali Osman Öztürk, Mehmet Babacan tarafından “Üniversite Öğrencilerinin İş Ahlakı Algısı ile Özel Sektör ve Kamu Çalışanlarının İş Ahlakı Uygulamala-rının Karşılaştırılması” başlıklı makale ilk ola-rak 12-14 Nisan 2012 tarihlerinde İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) tarafından İstanbul’da düzenlenen “İş Ahlakı ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk: İdealler ve Gerçekler” konulu uluslararası sempozyumda sunulmuştur.

Yazarların iki farklı soru başlığı altında üç ayrı grubun verdikleri cevapları yanda verilmiştir.

Yazarlar şu sonuca varmışlardır:Kamu çalışanlarının diğerlerine nazaran düşük olmakla birlikte, katılımcıların hepsi “bir işlet-menin var olma (maddi ve manevi) nedeninin

İş etiğinin ve etik algısının kişiden kişiye farklılık gösterdiği görülmekte-dir. Bu bağlamda işletme öğrencile-rinin etiğe ilişkin algılamaları kamu yönetimi öğrencilerinden daha güç-lüdür. Son yıllarda işletme bölümü öğrencilerinin aldıkları birçok derste sosyal sorumluluk ve etik konuları-nın işlendiği bilinmektedir. Geleceğe yönelik düşünüldüğünde bu durum olumlu bir gelişme olarak görülebilir.

Page 73: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 71

İŞ AHLAKINDA CİNSİYET- YAŞ VE EĞİTİM

DURUMU ALGISI VE TUTUMLARI

Öğrenci Özel Sektör Kamu Sektörü

Cinsiyet, yaş ve iş ahlakı

Ortalama Değer N Ortalama Değer N Ortalama Değer N

Bayanlar baylara göre ahlaka daha uygun davranır.

2.78 128 2.78 143 2.47 108

Ahlak daha çok duygusal yargılardan ibarettir.

3.13 126 2.79 141 2.49 108

Baylar ahlaki prensiplerinden taviz vermeye meyillidir.

2.98 128 2.96 141 2.75 107

Ahlaklı olmak yetişkin (belli yaşın üzerinde) olmayı gerektirir.

2.21 127 1.92 142 1.93 108

Yetişkin baylar yetişkin bayanlara göre daha ahlakidir.

2.3 126 2.32 141 2.21 108

Gençler ahlaki kurallara daha fazla uyarlar.

2.24 127 2.27 141 2.21 107

Eğitim ve İş Ahlakı

Bir işletmenin var olma (maddi ve manevi) nedeni para kazanmaktır.

3.69 121 3.64 132 3.34 100

Ahlak eğitim ve öğretim ile aktarılabilen bir olgudur.

3.51 120 3.72 132 3.47 100

Ahlak üzerinde akademik çalışma yapılması gereken önemli bir konudur.

3.73 120 4.12 132 4.18 99

Ahlak gerçek hayata aktarılabilir bir kavramdır.

4.15 119 4.27 130 4.18 99

Yüksek eğitim almış bireyler ahlaki prensiplere daha fazla önem verirler.

2.68 120 2.55 132 2.51 99

Kişinin yaşı ile ahlaki davranışları arasında ilişki vardır.

2.98 120 2.87 131 2.86 100

para kazanmak” olduğu konusunda aynı algıya sahiptir. İşletmelerin genel kabul gören temel amaçlarından birisi de “kar etmek” olduğundan, bu sonuç oldukça anlamlıdır. Burada asıl önemli olan, bu amacı gerçek-leştirirken insanların uygulamalarında iş ahlakı değerleri ve ilkelerine ne ölçüde uygun davranıp davranmadıklarıdır. Çalışma kapsamındaki diğer bulgular bir açıdan bazı ipuçları sunmaktadır. Bu bağlamda, öğrencilerin “bayanlar baylara göre ahlaka daha uygun davranır” önermesine ilişkin algısı ve “ahlakın daha çok duygusal yargılardan ibaret olduğuna” dair inançlarının, kamu ve özel sektörde çalışanlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Yine her üç gruptan katılımcıların, ahlaklı olmak ile belli bir yaşta, diğer bir ifadeyle yetişkin olmak arasında bir ilişki olmadığı konusunda hemfikir oldukları anlaşılmaktadır. Kamu ve özel sektör çalışanlarında ahlakın “eğitim ve öğretim ile aktarılabilen bir olgu” ve “ahlak üzerinde akademik çalışma yapılması gereken önemli bir konu” olduğu hususu, öğrencilere göre daha güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. İş hayatı içinde olanların bu tür bir inanca sahip olması, bir yönüyle çalışma hayatı şartlarının, eğer güçlü bir ahlaki alt yapıya sahip değillerse, insan-ların ahlaki tutum ve davranışlardan daha kolay taviz verebileceklerini düşündürmektedir. Bu durum iş ahlakının gençlerin yetişme evresinde hem aile hem de okulda kazandırılması halinde iş hayatında iş ahlakına uygun tutum ve davranışların yaygınlaşması ve sürdürülmesinin mümkün olabileceği savını güçlendirmektedir. Nitekim katılımcı grupların ahlak olgusunun “gerçek hayata aktarılabilir bir kavram” olduğu konusunda da güçlü bir şekilde hemfikir olduğu anlaşılmaktadır.

SONUÇYapılan araştırmalarda gösteriyor ki gelenek ile modernin çatışması hep olacak, gelenek yok olmadığı gibi modernde etkisini sürdürmektedir. Mil-letimizde modernleşme arzusu bulunmakla birlikte manevi değerlerden de kopmak arzusu yoktur. Burada yapılması gereken Mevlana’nın dediği gibi bir ayağımız gelenekte sabit durmalı, diğer ayağımızla modernle mücadele etmeliyiz. Gelenek, kimliğimiz benliğimizdir. Kimliksiz ve ben-liksiz yaşanmayacağına göre yapılması gereken M. Akif’in dediği gibi öz kültürümüzü mefkuremizi asrın idrakine hikmetle sunmak olacaktır. Bu uzun soluklu bir cehddir. Bugünden yarına hemen olacak değil sürekli yenilenen bir inançla, sürekli fetih anlayışı ile olacaktır.

Milletimizde modernleşme arzusu bulunmakla birlikte manevi değerlerden de kopmak arzusu yoktur. Burada yapılması gereken Mevlana’nın dediği gibi bir ayağı-mız gelenekte sabit durmalı, diğer ayağımızla modern-le mücadele etmeliyiz.

Page 74: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201372 73

DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Yeni mezun veya yetişmiş kalifiye mühendisin asgari ücretlerle çalıştırılması veya işinin gerektiği ücretin verilmemesi, aynı konumda olan personeller arasında farklı gelir seviyelerinin olması, hak ettiği değerin verilmemesi, kamu kurumlarında kendi mesleğiyle alakalı olmayan işlerde de çalıştırılması, mevkisi ve konumunda yükseltilmemesi, hem moral düzeyinin azalmasını hem de iş veriminin düşmesine sebep olmaktadır.

ASGARİ MÜHENDİS ÜCRETİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR

MMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, mühendis, mimar

ve şehir plancılar için uygulanacak asgari ücret ile ilgili olarak 6 Şubat

2013 tarihinde TMMOB Örgütlülüğüne yönelik bir açıklama yapmıştı.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile Sosyal Güvenlik

Kurumu arasında yapılan protokol çerçevesinde mühendis, mimar ve

şehir plancılarının düşük ücretle çalıştırılmasına ve kayıtdışına karşı

mücadele başlatılmış, bu çerçevede Elektrik Mühendisleri Odası da

üyeleri için brüt 2700 TL olarak belirlediği asgari ücreti SGK’ya bildir-

mişti. Eğitim İlke-Sen, kamu sendikaları ve hükümet arasında devam

eden toplu sözleşme görüşmeleriyle ilgili yaptığı eylemde taleplerini

açıklamış ve “En düşük kamu çalışanı maaşı, 3300 liralık yoksulluk sını-

rının üzerine çıkarılmalıdır.” diyerek konuyu gündemde tutarak, daha

çok tartışılmasına destek vermişti. Asgari Mühendis Ücreti hakkında

Mimar ve Mühendisler Grubu'ndan görüşler aldık.

Bir ülkenin globalleşen dünyada gelişmiş ülke-ler seviyesine ulaşabilmesi ve kendine bu düzende iyi bir yer sağlayabilmesi için iyi sevi-yede yetişmiş beyin gücüne ihtiyacı vardır. Bu gücün başında yeni teknolojileri geliştirerek bir adım daha ileri gitmesini, ülkenin kalkınması ve gelişmesini sağlayacak olan mühendisler gelir. Piyasada mühendisliğin değer olarak kabul görmediği, teknik bilginin ise gerçek değerinin verilmediği bir ülkede gelir düzeyinin yüksel-mesi beklenmez. Çok değil 20-30 yıl önce kız çocuğunu evlendirecek anne babalar erkek çocuğun mesleğinin mühendis veya doktor olmasını sorgularlardı. Şimdilerde ise çocuk ne kadar para kazanıyor diye soruyorlar. Yeni

mezun veya yetişmiş kalifiye mühen-disin asgari ücretlerle çalıştırılma-sı veya işinin gerektiği ücretin verilmemesi, aynı konumda olan personeller arasında farklı gelir seviyelerinin olması, hak ettiği değerin verilmemesi, kamu kurum-larında kendi mesleğiyle alakalı olma-yan işlerde de çalıştırılması, mevkisi ve konu-munda yükseltilmemesi, hem moral düzeyinin azalmasını hem de iş veriminin düşmesine sebep olmaktadır. Ne yazık ki ülkemizde de burada sayılanlar gibi birçok örneğin olma-sı sebebiyle bu yetişmiş insanlardan yeteri kadar faydalanılmamakta ve varolan heves-

lerinin kırılmasına, iş yapma istekleri-nin azalmasına neden olmaktadır.

Eğer bu kişiler hem maddi, hem de manevi anlamda tatmin edi-lirse ülkenin geleceği açısından her zaman daha faydalı oluşum-

lar ortaya çıkacaktır. TMMOB’un yıllardır takipçisi olduğu mühendislere

yönelik asgari ücret belirleme çalışması yapıl-maktadır. Ancak bu fiili uygulamada gerçek-leşmemektedir. 2006 yılında yürürlüğe giren SGK-TMMOB ilişkisi SGK’ nın da bu işin içine girip takipçisi olabilecekse en azından asgari belirlenen bedelin altında çalıştırılmaması gün-demde olacaktır.

ŞENOL ARSLAN (YYM BAŞKAN YRD.)

Page 75: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201372 73

Piyasada mühendisliğin değer olarak kabul görmediği, teknik bilginin ise gerçek değerinin verilmediği bir ülkede gelir düzeyinin yükselmesi beklenmez.

Mimar, mühendis ve şehir plancıları için 2013 yılı için belirlenen 2.700 tl, gerçekten üretecek, yenilikleri ortaya koyacak, oku-muş teknik insanlarımız için ne üretebilirlerki sorusunu akla getirmektedir. Yeni mezun mühendis için dahi bu ücret çok düşüktür. Tabi, bu noktada Türkiye'nin gerçeklerini de göz önünde bulundurmalıyız. Yeni mezun bir mühendisin devlet dairesinde iş araması, memurluğa dönük kendisini şartlandırması bu da ayrı bir handikaptır. Türkiye'de okumuş,

teknik insanlarımızı bir de girişimci ruhu ile donatırsak işte hem Türkiye'nin, hem de bu yeni mezun olan teknik insanların önünü açmış oluruz.Üreten, yeniliğe açık mühen-disler için bu belirlenen brüt asgari ücret tabii ki de tatmin edici olmamakla birlikte, ülkemizin gelişmişliği ile de doğru orantılıdır. Evet, teknik insanlar Türkiye'yi kalkınma hamlesine hazırlayacak

ve bu yolda ekonomik gelişmişliğini de yukarılara taşıyacaktır. Geli-şen Türkiye'de hakça ve adaletli paylaşım her alanda olmalıdır. Merhametli ve ahlaklı toplumda

mühendiste, mimarda, işçi de hak ettiği ücreti alacaktır. Günümüzde

günlük hayatın içerisine hak, adalet, ahlak, sevgi ve merhameti ihdas edersek bütün bu sorun gibi görünen birçok konunun aslında sorun olmadığını da görürüz.

Ülkenin inovasyon, sanatsal ve kültürel değer üretmeye dönük büyüme yapabilmesi için mimar ve mühendislere olan ihtiyacında, top-lam değerden mimar ve mühendisler yeterince nasipleniyor mu? SGK ile TMMOB arasında imzalanan protokole göre her yıl mühendislik, mimarlık ve şehir planlama alanlarında meslek icra eden disiplinlere ilişkin asgari ücret sevi-yesi belirleyerek Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirecek, mühendis, mimar ve şehir plancıları belirlenen asgari ücretin altında çalıştırılama-yacaktır.Buna göre; TMMOB tarafından 2013 yılı için mühendis, mimar ve şehir plancılarının asgari brüt ücreti 2.700 TL olarak belirlemiş olup ilgili karar SGK‘ ya 07.12. 2012 tarihinde gönderilmiştir. Söz konusu protokolle mimar ve mühendislere sağlanan maddi imkânların ilgili firmalarca uygulanabilir ve sürdürülebilir

olması için SGK primlerinin kolay-ca ödenebileceği makul seviyeye çekilmesi ve çalışanlar üzerinde-ki vergi yükünün hafifletilmesi önem arz etmektedir. Aksi halde bordroda gösterilmeyen binler-ce kayıt dışı mimar ve mühendis çalışacak ve bundan dolayı kamuyla birlikte çalışan da mağdur olacaktır.Ülkenin fiziki, teknik, sınai, sanatsal ve kültürel değerlerini üreten bu yetişmiş insan gücünün gerek resmi kurumlar ve gerekse kamuoyu nezdinde hâla yeterince hak ettikleri itibarı görmemesi bir handikap olarak ortada dur-maktadır. Ülkemizi yetişmiş insan gücüyle gelişmiş ülkeleri dahi kıskandıracak aydınlık geleceğe ve güçlü Türkiye’ye taşımakta olan mimar, mühendislerin politik hesaplar ve ide-olojik yaklaşımlardan uzak bir oda yönetiminin

katkılarıyla daha da güçleneceği tartış-masızdır. Mimar ve mühendislerin

ekonomi, kültür ve sanat dünya-sına ürettikleri değerler ülkenin kalkınmışlığının göstergesi ola-rak görülerek, üretimden doğan

paylarına düşen gelirlerin de aynı paralelde artırılması zaruridir. Benzer

alanlarda akıl almaz Ar-Ge bütçeleriyle ino-vasyon alanında önemli pay sahibi ülkelerin çalışmalarına nispetle mütevazı bütçeli Ar-Ge çalışmalarıyla büyük hamleler yaparak ülke-mizi hızla kalkındıran yerli inovatörlerimize bu çabaların karşılıkları layıkıyla verilmelidir.Bütün bunların yanı sıra mimar ve mühendis-lerin maddi durumlarında sağlanacak iyileşme-lerle birlikte meslekî prestij, sosyal haklar ve iş zorlukları açısından sağlanacak ilave haklarla toplumda hak ettikleri yeri almalıdırlar.

OSMAN ŞAHBAZ (MMG BAŞKAN YRD.)

MEHMET OSMANLIOĞLU (MİMAR)

Page 76: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis74

STANDARDİZASYONUN KÜRESEL EĞİTİM VE MÜHENDİSLİK

UYGULAMALARINA ETKİLERİ

Mühendislik eğitiminde ve uygulamalarında standartların kullanımının yaygınlaşması, iş gücü ve ürünlerin küresel pazarlarda rekabet gücünü arttırır. ABET/MÜDEK kriterlerini sağlayan mühendislik fakültelerinin çoğalmasıyla, bitirme projelerinin uluslararası/ulusal standartlara uygun

yapılmasını sağlayacaktır. Mühendislik Standardizasyon dersinin mühendislik fakültesi ortak ders havuzuna mutlaka girmesi gerekir. Yetkili kurumlar tarafından yapılacak rapor ve proje denetimlerinde standardizasyona geçilmesiyle kötü mühendislik uygulamaları azalabilir.

Prof. Dr. Ali Osman ÖNCEL1,2

İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü1

MMG Yönetim Kurulu Üyesi2

STANDARDİZASYON YOKSA TEHLİKE BÜYÜR Standartsız mühendislik hizmeti alan kurumların, standartsız, kalitesiz ve riskli mühendislik uygulamalarına izin vermeyerek kötü mühendislik uygulamalarına engel olması beklenir. Hiz-mette standart aranmazsa, standardizasyon esaslı çalışan mühendislik uygulamaları yapan firmaların rekabet gücü zayıf-lar. Yasa ve yönetmeliklere girdiğinden dolayı talep edilen mühendislik hizmetlerinin bir rutin olarak görülmesi hatalıdır. İşin yapılış sürecinden daha çok şekilsel şartlarının sağlanma-sını yeterli gören bir bakış açısı standartsız mühendislik hiz-metlerine destek sağlamış olabilir. Bir deprem anında çürük zemine veya çürük binalara sağlam raporu verilmesi gibi çok uç örneklerin sayısal ve yerleşik dağılımı afetlerden (deprem, heyelan veya dere yatağının taşması) sonra ortaya çıkar. Van depreminden sonra, güya 2007 deprem yönetmeliklerine göre yapılmış olduğu bilinen binaların hasar görmesi gibi tuhaf durumlar ortaya çıkar. Yönetmelikler kusursuz veya güncel olsa dahi, yönetmeliklerin hatalı uygulanmasına bağlı olarak ortaya çıkan hatalı veya denetimsiz mühendislik uygulamaları belli olmaktadır. Kısaca, zemin ve yapı incelemelerini deprem öncesinde ve deprem sonrasında standartsız mühendislikle yaptıran bürokratik veya idari zafiyetin varlığı anlaşılır.

STANDARDİZASYONA GEÇİLMESİ KÖTÜ MÜHENDİSLİĞİ SİLERStandartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir. Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan işin standar-dizasyonuna bakılmalıdır. Mühendislik uygulamalarında Avrupa ve Dünya mühendislik standartları mevcut olmasına ve bazıla-rının TSE tarafından çevrilerek yayınlanması yaygın kullanıla-cağını garanti etmemektedir. Avrupa Birliği’ne aday bir ülke olmamızdan dolayı, Avrupa Yer ve Yapı İnceleme Standartları ülkemizde uyulması gerekli standartlar olarak dikkate alınası gereken müktesebatları meydana getirir. Bunlara rağmen; standartlar ülkemiz kurumları tarafından ya bilinmemekte ya da standartlı mühendislik hizmeti maliyetleri yükselteceği için görmezden gelinerek görev ihmali yapılmaktadır. Özellikle, JFMO İstanbul Şube yönetimi olarak ilk ziyaretimizi TSE’ye yaptık ve ASTM tarafından Jeofizik Mühendisliğiyle ilgili stan-dartların önce çevrilerek ve daha sonrada Türk Standartları olarak kabul edilmesini istedik. Ziyaretimizin ikinci adımı ola-rak, İnşaat Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Pelin Gündeş

Page 77: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 75

Bakır mecliste ziyaret edildi. TSE bünyesinde zemin ve yapı inceleme

standartlarını belirleyecek bir komisyon kurulması huşunda yardımcı

olması istendi. Ülkemizde kentsel dönüşümün başladığı tarihi süreç-

te zemin ve yapı standardizasyonu konusunda uluslararası stan-

dartların TSE standartları olarak kabul edilmesinin önemli olacağı

belirtildi. TSE Genel Müdürüne ulaşmaya çalışması ve önerimize

iletmek için gayret göstermesine karşın standardizasyon konusunda,

TMMOB çatısı altında bir şube olarak yapmış olduğumuz kritik giri-

şim sonuçsuz kaldı.

STANDARDİZASYON MÜHENDİSLİKTE KALİTEYİ GARANTİ EDERStandartsız mühendislik uygulamaları iş yerini bulsun yaklaşımıyla

talep edilirse, mühendislik hizmetlerinde kaliteyi önceleyen firma-

ların büyümeleri zordur. Hizmet alımında standart koşulu yoksa işi

alan firma mühendislik kalitesinden ödün vererek işini tamamlaya

zorlanacaktır. Doğal sonucu olarak, çalıştırdıkları mühendislere

asgari ücretin biraz üzerinde ücret teklif ettikleri veya verdikleri gibi

dünyada fazla olmayan düşük ücretli mühendis istihdamına mecbur

olabilir. Standartsızlık ülkemizin geleceğini ve mühendislik eğitiminin

varlığını tehdit eden en önemli sorundur. Yazının bundan sonra ki

bölümünde standartlara kısaca değinilecek ve standart çıkartan

kurumların tanıtımıyla devam edecektir.

STANDARDİZASYON UZLAŞMADIRYapılan işin süreçlerini veya hizmet veren mühendisin birikim düze-

yinin değerlendirilmesinde kullanılan kurallara standartlar denir. En

basit şekliyle tanımı, bir ürünün üretilme ve kullanılma şekliyle ilgili

tüm tarafların katılımıyla ortaya çıkan uzlaşıdır . Ürün kelimesi, sistem

donanımı, kullanılan programlar, hesaplama ve uygulama biçimleri,

laboratuvar ve arazi deneyleri, yer ve yapı incelemeleri gibi daha çok

farklı mühendislik uygulamalarını kapsar. Standardizasyon kavramı

içerisine, terminoloji ve malzeme özellikleri, üretim süreç aşamaları,

ürünlerin test teknikleri ve matrisleri, veri işlem süresinin azaltılması,

raporlamada formatların geliştirilmesi, istatistik yaklaşımlar, analiz ve

değerlendirme gibi daha sayılabilecek pek çok konu girebilir.

STANDARDİZASYONDA HEDEF SIFIR PROBLEMDİRStandardizasyon sürecinde başlıca genel özellikler olarak, aksaklıkla-

rın düzeltilmesi, çalışma performansının yükseltilmesi, yeni bilgilerin

dâhil edilmesi gibi ana özellikler standardizasyon sürecinde dikkate

alınır. Spesifik özellikler olarak, ihtiyaç odaklı ve yenilikçi olması,

uyumlu, uygun, kusursuz ve test edilebilir olması gibi özellikleri sağ-

laması beklenir.

STANDARDİZASYON BİLİNCİNİN ARTTIRILMASI GEREKİR Standartlar yaşamımıza girmesine rağmen, standartlardan fazla

haberimizin olmamasının en başlı nedenlerinden birisi, standartların

farklı isimlendirme ve uzantılarla - düzenleme ve protokoller gibi

– farkında olmadan sessiz yürütülen düzenlemeler ve çalışmalarla

yürürlüğe girmesidir .

Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir. Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan işin standardizasyonuna bakılmalıdır. Mühendislik uygulamalarında Avrupa ve Dünya mühendislik standartları mevcut olmasına ve bazılarının TSE tarafından çevrilerek yayınlanması yaygın kullanılacağını garanti etmemektedir.

Page 78: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis76

MÜHENDİSLİK STANDARDİZASYON EĞİTİMİ YETERSİZDİR Yeni mezunlarla ilgili yapılan bir anket araştırmasında yeni mezun-ların meslek standartları konusunda bilgili olmadıkları anlaşılmıştır3. Dünya’nın pek çok yerinde mühendislik eğitimi veren mühendislik fakültelerinde ya standartlar hiç öğretilmemekte veya iyi öğretil-memektedir. Yeni Mezunlarda - Jeofizik Mühendisleri – Eksiklikler konulu TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tara-fından yapılan Web2 Tabanlı Ankette ortaya çıkan ve yeni mezun-ların standartlardan habersiz olmasıyla ilişkili sonuç, Dünya’nın farklı ülkelerinde farklı mühendislikler içinde tekrar edilse sonuç değişmeyebilir.

MESLEK ÖRGÜTLERİ STANDARTLAŞMAYA GEÇİLMESİNDE HIZLI DAVRANMALIDIR Şubemiz bünyesinde kurulan standartlar komisyonu çalışmasına ve tüm çalışmalarını 15 Nisan 2012 yılında JFMO Genel Kurulunda kabul ettirmesine karşın bugüne kadar standartlaşma hususunda neden hala somut adımlar atılmadığı sürekli tartışma konusu olmaktadır. Standartlaşmada gecikme, sektör içerisinde haksız kazanç ve rekabete neden olur. Ücretlendirmede standartsızlığa ve mağduriyetlere neden olduğu için çok kritik ve ivedilikle çözüme kavuşturulması gereken bir durumdur. Özellikle, mühendislerin günlük, haftalık veya toplamda aylık saha çalışmalarına kota standardizasyonu getirilmesi durumuyla alakalı olarak, 2012 Genel Kurulunda bir karar alınmasına karşın, kalitesiz mühendislik uygula-malarını frenleyecek mühendislik imza sayısına ortalama gün başı-na bir sayı standardizasyonu getirilecek hiçbir adım atılamamıştır. Mühendislikte kalitesiz sabun raporların çoğalmasını engelleyecek, mühendislik hizmetlerinin değerini arttıracak, mühendis başına imza ve iş kotası konusunda standartlaşma arayışları ve talepleri devam etmektedir.

MEZUNLARIN EĞİTİMİNDE STANDARDİZASYON KURSLARI EKSİKTİR JFMO İstanbul Şube olarak Mühendislikte Yaklaşımlar ve Standartlar konulu bir seminer verdirdik ve ilk ziyaretimizi daha öncede ifade edildiği gibi TSE’ye giderek gerçekleştirdik. TMMOB çatısı altında ki meslek odalarında standartlar komisyonları olmasına – Jeofizik Mühendisleri Odası - karşın bağlayıcı ve herkes tarafından uyul-ması zorunlu olacak mühendislik uygulamalarında standardizasyona geçilemediğini yazının önceki bölümlerinde belirtmiştik. Standardi-zasyon eksikliğine bağlı olarak mühendislik uygulamalarında ortaya çıkan kargaşa, sektör arasında lüzumsuz gerginliğe, bölünmeye ve sektör tarafından verilen hizmette ise sektöre özel farklı uygulama biçimlerine neden olmaktadır. Standartsız mühendislik uygulama-ları, verilen mühendislik hizmetleri fiyatlandırmada büyük farklılıklara neden olmakta ve bu farklılık nedeniyle sektörel kredibilitede erozyon meydana gelmektedir. TMMOB bağlı odalar, mühendislik uygulama-larında uluslararası standardizasyonların anlaşılması için uygulamalı eğitimler vererek ve etkinlikler düzenleyerek mühendislik hizmetlerin-de standartların yaygınlaşmasını sağlayabilir. Mühendislik uygulama-larında standartları oluşturmada ve uygulamasının yaygınlaştırılma-sında meslek örgütlerinin etkin ve başarılı olduğunu söylemek zordur.

STANDARDİZASYON ÇALIŞMALARI EVRENSELDİR Uluslararası Standartlar Organizasyonu (ISO)4, küresel standartları belirleyen organizasyonlardan birisidir. ISO’ya bağlı dünyanın çok farklı ülkesinde temsili çalışan organizasyonlar mevcuttur. Ülkemiz-de Türk Standartlar Enstitüsü (TSE)5 ve Amerika Ulusal Standartlar Enstitüsü (ANSI)6 gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz pek çok ulusal ölçekte çalışan organizasyonlar bulunmaktadır. Dünyada birkaç üniversite hariç mühendislik uygulamalarında Standartlı Mühendislik Uygulamaları konulu dersler müfredata girmiş değildir. Ülkemizde ve dünyada standartların amacını, gelişim süreçlerini ve uygulama alanlarını bilen öğretim üyesi sayısı doğal olarak artmamaktadır.

MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE KÜRESEL –ABET- STANDARTLAŞMAABET7 Mühendislik ve Teknoloji Programları Akreditasyon Kuruludur ve mühendislik fakültelerinde verilen eğitimin dünya standartlarına uygunluğu hususunda talep olursa inceleme yapar ve yeterli düzeyde ise denklik verir. Ülkemizde ABET kriterini sağlayarak denklik alan üniversite sayısı bir elin parmakları kadardır8. Üniversitelerdeki mühendislik programlarının içerik ve uygulamada eşitlenmesi ama-cıyla Üniversitelerde Mühendislik Eğitimi Standartları ABET belirler. ABET’ten denklik alan mühendislik fakültelerinin kalitesinde denklik sağlandığı düşünülür. ABET denklik sürecinin yaygınlaştırılmasıyla, dünyanın farklı üniversitelerinden mezun mühendislerin diplomaların her yerde geçerli olmaktadır. ABET kriterlerinden en önemlilerinden biri, bitirme projelerinin (Seniour Project veya Graduation Project) mühendislik standartlarına uygun yaptırılmasıdır9. Ülkemizde ABET kriterlerini sağlayan üniversitelerin (İTÜ, ODTÜ, BİLKENT, BOGAZİÇİ ve YAKIN DOĞU) sayısal azlığı düşünülürse mühendislik fakültele-rinden yetişen yeni mezunların standardizasyon tabanlı mühendislik projesi yaparak mezun olamayacakları beklenir.

Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir. Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan işin standardizasyonuna bakılmalıdır.

Page 79: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 77

MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE AVRUPA BİRLİĞİ –BOLOGNA- İÇİNDE STANDARTLAŞMABOLOGNA10 süreciyle Avrupa Yükseköğretim Alanı içerisinde yer alan ülke vatandaşları, yükseköğrenim görmek ya da çalışmak amaçları ile Avrupa’da kolayca dolaşabileceklerdir ve Avrupa Birliği içerisinde kültürel değişimin gerçekleşmesi saplanabilecektir. Bu amaçla, öğretim üyesi ve öğrenci mobilizasyonları teşvik edilerek ve ortak danışmanlık bilimsel çalışmaların yapılmasıyla üniversiteler arasında bilimsel çalışmaların artması hedeflenmektedir. Sonuç ola-rak, Avrupa Birliği içerisinde farklı üniversitelerde öğretim üyeliği ve

öğrencilik yapılmasıyla ve eğitim standartlarında ortak bir alt yapının geliştirilmesiyle hedeflenen, gerek yükseköğretim gerekse iş imkan-ları açısından dünyanın diğer bölgelerinden kişiler tarafından tercih edilir hale getirilmesi hedeflenmektedir.

MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE ULUSAL –MÜDEK- STANDARTLAŞMA MÜDEK11 Mühendislik Eğitim Programları Değerlendirme ve Akre-ditasyon Derneği (MÜDEK), ülkemizdeki farklı mühendislik eğitim programları için akreditasyon, değerlendirme ve bilgilendirme çalış-maları yapmaktadır. Türkiye'de mühendislik eğitimine bir standardi-zasyon getirerek eğitim kalitesinin yükseltilmesine katkıda bulunmak amacıyla faaliyet gösteren bağımsız bir kuruluştur. Bugüne kadar ülkemizde 30’dan fazla mühendislik fakültesini12 değerlendirmiştir. Ülkemizde mühendislik eğitim kalitesinin yükseltilmesi amaçlı kurul-muş özgün bir standartlaşma biçimidir.

MÜHENDİSLİK FAKÜLTELERİNE STANDARDİZASYON DERSİ KONMALIDIRDünya’da ABET denkliği almış Mühendislik Fakültelerinin çoğunda mühendislik standartları eğitiminin verilmemesinin farklı nedenleri olarak13; a) ihtiyaç olarak görülmemesi, b) eğitilmiş öğretim üyesinin bulunmaması ve c) müfredat eğitiminde kullanılacak kaynakların eksik olması gibi daha farklı pek çok neden olabilir. Mühendislik Eğitiminde Standartlar konulu yapılan araştırmada ortaya çıkan sonuçlara göre, Amerika’daki Mühendislik Fakülteleri standartların öğretilmesinin, mühendislik eğitiminde öncelikli olmadığı ve küresel

JFMO İstanbul Şubesi olarak Mühendislikte Yaklaşımlar ve Standartlar konulu bir seminer verdirdik ve ilk ziyaretimizi daha öncede ifade edildiği gibi TSE’ye giderek gerçekleştirdik. TMMOB çatısı altında ki meslek odalarında standartlar komisyonları olmasına – Jeofizik Mühendisleri Odası - karşın bağlayıcı ve herkes tarafından uyulması zorunlu olacak mühendislik uygulamalarında standardizasyona geçilemediğini yazının önceki bölümlerinde belirtmiştik. Standardizasyon eksikliğine bağlı olarak mühendislik uygulamalarında ortaya çıkan kargaşa, sektör arasında lüzumsuz gerginliğe, bölünmeye ve sektör tarafından verilen hizmette ise sektöre özel farklı uygulama biçimlerine neden olmaktadır.

Page 80: Mmg dergi sayi 72

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

Mimar ve Mühendis78

ekonominin gelecek yıllarda büyümesiyle ilgili tahminlere bakıla-

rak standartların kritik bir konu olarak görülmediği şeklinde bazı

düşünceler ortaya çıkmıştır. Standartların gelişim ve yayılmasında

merkez olan Amerikan üniversitelerinin bir kaçı (University of Cola-

rado (Boulder), University of Pittsburgh ve Catholic University of

America) dışında mühendislik eğitiminde standartlar başlı başına bir

ders olarak öğretilmemektedir. Ana dersin adı veya başlıca teması

standartlar olan ders sayısı azdır ve standartlar kısmen mühendislik

etiği başlıklı dersler içinde öğretilmektedir. Ülkemizde ise durumun

Amerika’dan farklı olmadığını ve yeni mezunların çoğunlukla standar-

dizasyon eğitimi almadan mezun oldukları söylenebilir.

SEKTÖR TABANLI ÜNİVERSİTE EĞİTİM STANDARDİZASYONU YARARLI OLACAKTIR Kamu veya özel sektör standart tabanlı çalıştığına ve çalışmaya

yasalarla zorlandığına göre, standardizasyon eğitimi alan mezun

mühendislere ihtiyacı olacaktır. Sektörün ihtiyacına uygun mezun

verilmesi ancak sektörden kopuk bir mühendislik eğitiminin başta

Amerika olmak üzere ülkemizde de geçerli olduğunu göstermektedir.

Bu açıdan bakılırsa, mühendislikle ilgili STK’ların ve TMMOB çatısı

altındaki odaların kendi mühendislik birimleriyle ilgili standartların

kendilerine bağlı üyelerce bilinmesi ve uygulamalarda standartlı

mühendislik çalışmalarını araması gerekir. İlave olarak, meslek

örgütlerinin Yüksek Öğretim Kurumu olmak üzere üniversitelerle

iletişime geçmesi ve sektörde kullanılan standartların üniversitelerde

öğretilmesini talep etmesi yararlı olabilir. Mühendislikte Standardi-

zasyon Eğitimi konulu bir dersin veya eğitimin içeriği belirlenebilir ve

sertifika düzeyinde STK’lar ve odalar tarafından verilerek yeni veya

eski mezunların eksiklikleri kısmen tamamlanabilir. JFMO İstanbul

Şube olarak belediyelerde “Jeofizik Standartlar” konulu bir çalıştay

yaparak, İstanbul içindeki tüm ilçe belediyelerince yaptırılacak işle-

re bir standart getirilmesi amaçlanmıştır. Bununla ilgili bütün ilçe

belediyelerine yazı yazılmış ve katılacak belediye mühendisleriyle, yer

inceleme projeleri için “İstanbul Jeofizik Standartları“nın oluşturulma-

sı toplantıları yapılması planlanmaktadır.

MÜHENDİSLİKTE STANDARDİZASYON EĞİTİMİ VE İÇERİĞİStandartlar başlıklı bir derste olması gereken en temel konular;

standartların amacı, standartların türleri, standartların kaynakları,

standartların gelişim süreçleri, en önemli ve kritik standartlar ve

standartların doğru kullanılmasının teorik ve uygulamalı öğretilmesi

şeklinde belirlenebilir.

STANDARDİZASYON KALİTEDE REKABETİ SAĞLAR

Kullanılan standardın hassasiyet ve itibar derecesine bağlı olarak

piyasaya sürülen ürünlerde, kalite yükselmesi ve tüketicide güvenin

artması, temel maliyetlerde azalma, üretimde artış ve pazar alanın-

da büyüme sağlanır. Çünkü standart esaslı çalışma veya üretim, tek-

rarları azaltır ve kaynak savurganlığını önler, teknolojide gelişim ve

transfere, ticaretin kolaylaşmasına, mevcut pazar istikrarının sağlan-

masını ve hukuki ihtilafların azalmasını temin ederek gerçekleştirir.

Standardizasyonla ilgili olarak ülkemizde, Avrupa’da ve dünyada pek

MÜDEK, Mühendislik Eğitim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (MÜDEK), ülkemizdeki farklı mühendislik eğitim programları için akreditasyon, değerlendirme ve bilgilendirme çalışmaları yapmaktadır. Türkiye'de mühendislik eğitimine bir standardizasyon getirerek eğitim kalitesinin yükseltilmesine katkıda bulunmak amacıyla faaliyet gösteren bağımsız bir kuruluştur. Bugüne kadar ülkemizde 30’dan fazla mühendislik fakültesini değerlendirmiştir. Ülkemizde mühendislik eğitim kalitesinin yükseltilmesi amaçlı kurulmuş özgün bir standartlaşma biçimidir.

Page 81: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 79

çok standart mevcuttur. Bu yazının amacı bütün standartlarla ilgili

detay vermek değildir ve bu nedenle en önemli uluslararası ASTM

standartları hakkında kısaca bilgi verilecek ve jeofizik mühendisliği

özelinde gelişen standartlar anlatılarak örnekleme yapılacaktır.

AMERİKA MALZEME VE TEST STANDARTLARI (ASTM) 1898 yılında bir grup mühendis tarafından kurulmuş ve kurulduğu

yıllarda demiryollarında kullanılan çelikte bir standart olması gerek-

tiğini savunmuştur. Benzer amaçlarla ASTM günümüzde de çalışma-

larını sürdürmekte, özel konularda üreticiler ve tüketicilerin uzlaşma

süreçlerini gönüllülük esasına bağlı takiben yapmaktadır. ASTM

günümüzde her yıl ortalama 10,000’den fazla standart yayınlamak-

tadır. ASTm Dijital Kütüphanesi14 içinde bulunan standartlar

uluslararası mühendislik standartları olarak kullanılır. Mühendislerin

ihtiyaç duydukları teknik bilgiye internet üzerinden ulaşabilecekleri

kapsamlı bir koleksiyona sahiptir. Yapı jeofiziği, yapılaşma jeofiziği,

deprem mühendisliği, uzay mühendisliği, biyomedikal, kimya, çevre,

jeolojik, halk sağlığı ve güvenliği, endüstriyel tasarım, tekstil, lastik,

plastik, malzeme bilimi, mekanik, nükleer, petrol, toprak bilimi, vb.

gibi önemli mühendislik alanlarında yol gösterici bir bilgi kaynağıdır.

Jeofizik mühendisliğiyle ilgili olarak örnek verilmesi gerekirse, 1990

yılında Jeofizik Yer İnceleme çalışmalarıyla ilişkili tek bir standart

mevcuttu15. Standart iyi olmasına karşın, uygulama sürecinde Jeofi-

zik mühendisleri bazı hataları fark ettiler ve benzer nedenlerden dola-

yı mevcut Jeofizik Standartlarının sayısı zaman içerisinde tür ve sayı

olarak arttı16. Ülkemiz dışında belirlenmiş ve geliştirilmiş standartları,

ülkemizde ki meslek örgütleri tarafından meslek uygulamalarında

öğrenilmesi ve uygulanması zorunlu standartlar haline getirilmesi

çalışması yeterli düzeyde yapılmış değildir. Özellikle, Yer İnceleme

Projelerinde uygulanacak yöntemler sıralanırken, uygulama sürecin-

de uyulması gereken standardizasyonun belirtilmemesi çelişkili ve

eksik bir durumu göstermektedir. Diğer meslek uygulamalarında

ise uygulamaların farklı olduğu düşünülmemektedir. Örnek olarak,

ülkemizde yüksek yapılaşma bütün hızıyla devam etmektedir, fakat

ülkemizde Yüksek Yapılaşmada uyulacak standartların hala yürürlü-

ğe girmemesi, yüksek yapılaşmada farklı standardizasyonlara bağlı

olarak bir kaotik yapılaşmaya neden olmaktadır.

SONUÇÜlkemizde standart tabanlı üretim ve uygulamaların denetlenme-

sinde Meslek Örgütlerine ve STK’lara daha fazla görev ve yetkilerin

verilmesi gerekir. Denetim şekilsel olmaktan çıkarak standartlara

uygunluk açısından bir teknik denetim düzeyine getirilmelidir. Dene-

tim sürecinde standart tabanlı denetim ve incelemeler sonucunda

kötü mühendislik uygulamalarını azaltarak kamunun zarara uğra-

tılmasına engel olunabilir. Mühendislik Standartları ve Uygulamalı

Kullanımı konusunda sürekli eğitim verilmeli ve bu eğitimlerden

geçme şartına bağlı olarak Profesyonel Mühendislik uygulamalarına

kademeli geçilmesi ülkemizde teşvik edilmelidir. Katkı belirtme.

ODTÜ Emekli Öğretim Üyesi Polat Gülkan hocama yazının gelişim

sürecinde yapmış olduğu önerilerden dolayı teşekkür ederim.

1 Notes adapted from Rich Fields, “The Importance of Standards in Engineering.”2 John Gibbons, Forward to U. S. Congress Office of Technology Assessment TCT-512,

Global Standards: Building Blocks for the Future, March 19923 JFMO İstanbul Şune, 2013. Yeni Mezunlarda – Jeofizik Mühendisleri – Eksiklikler

Anketi.4 http://www.iso.org/iso/home.html5 http://www.tse.org.tr/6 http://www.ansi.org/7 http://www.abet.org/8 http://www.abet.org/substantial-equivalency-turkey/9 Criteria for Accrediting Engineering Programs, Effective for Evaluations During the

2008-2009 Accreditation Cycle, November 3, 2007, ABET , Inc10 https://bologna.yok.gov.tr/?page=yazi&i=311 http://www.mudek.org.tr/tr/ana/ilk.shtm12 http://www.mudek.org.tr/tr/akredit/akredite2013.shtm13 CUA CGSA, 2004 Standards Survey14 http://www.astm.org/DIGITAL_LIBRARY/index.shtml15 Field Measurements of Soil Resistivity Using the Wenner Four-Electrode Method”

(G-57).16 http://www.nsgg.org.uk/links/

kaynaklar

Page 82: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201380 81

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU;• 13 Ocak 2011’de kabul edildi.• 14 Şubat 2011’de 27846 sayılı resmi gaze-tede yayınlandı.• 1535 Maddeden Oluşuyor; 850 maddesi yenidir.• 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe girdi.• Kanunla birlikte, yasal defterlerin Vergi Usul Kanunu’na göre düzenlenmesine devam edilecektir.• Kanunun 64 ve 88. maddesine tabi gerçek ve tüzel kişiler münferit ve konsolide mali tablolarını düzenlerken, “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu” tarafından yayımlanan, Türkiye Muhasebe Standartlarına, kavramsal çerçevede yer alan muhasebe ilkelerine ve bunların ayrılmaz par-çası olan yorumlara aynen uymak ve bunları uygulamak zorundadırlar. • 1 Temmuz 2012 halka açık şirketlerde Ris-kin Erken Teşhisi Komitesi kurulmuş olmalıdır.• 1 Temmuz 2013’den itibaren her serma-ye şirketinin bir internet sitesi açması ve kanunda belirlenen bilgileri (Finansal tablolar, kanunen açıklanması gerekli ara tablolar, özel amaçlarla çıkarılan bilançolar vb) bu web sitesinde yayınlaması gerekecektir.

Amaçları arasında;• Uluslarası platformda anlaşılabilir ve kıyas-lanabilir raporlar sağlanması• Her an yayınlanabilen şeffaf ve kamu yara-rını gözeten raporlamaların sağlanması• Yabancı yatırımları ve yabancı ortaklıkları teşvik etmeyi sağlayan uluslararası standart-larınsağlanması• Uluslararası pazarlarda müşteriler ve satıcılar ile aynı raporlama standartlarının sağlanması• Kayıt dışı ekonominin ortadan kaldırılması

Yeni Türk Ticaret Kanunu'na Firma Olarak Hazır mısınız?Yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türkiye'de ticaret siciline kayıtlı olan 100 bini anonim şirket, 700 bini limited şirket, 800 bini şahıs şirketi (kolektif şirket ve adi komandit şirket dahil) olmak üzere toplamda 1,5 milyona yakın şirketi etkileyecek yasa. Peki firma olarak bu yasaya hazır mısınız?

ALİ KILIÇ Elektrik Mühendisi

Uluslarası Standartlar

Yeni TTK

Şeffaflık

Bütçe Planlama

Görevlerin Ayrılığı

Konsolidasyonİç ve Dış Denetim

Page 83: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201380 81

Yeni TTK ile teknolojinin ayrılmaz bir ikili olduğunu ve kuruluşların Yeni TTK ile uyum sürecinde yasal yükümlülüklerini yerine ge-tirebilmek için teknolojik altyapı yatırımları yapmasının kaçınılmaz hale geldiğini görü-yoruz. Bu noktada, önümüzdeki dönemde başta büyük sermaye şirketleri olmak üzere tüm anonim ve limited şirketler yeni TTK ile uyumlu hale gelmeyi sağlayacak, çok önemli altyapı yatırımları yapmak zorundalar. Yeni TTK, firmalara çok ciddi yükümlülükler getirirken, bir yandan da firmaların daha iyi yönetilmesi anlamında sağlam temeller atabilmek için fırsatlar yaratıyor. Kanun, firmanın Yönetim Kurulunun devredilemez sorumlulukları arasında üç tane unsurdan bahsediyor. “Muhasebe, finans denetimi, firmanın faaliyetinin gerektirdiği ölçüde finansal planlama sistemini kurulmasını” yönetim kurulunun devredemeyeceği gö-revleri arasında sayıyor. Muhasebe ile kast edilen, Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarıyla (IFRS) uyumlu raporlama yapabilecek muhasebe sisteminin kurul-ması; finans denetimi ile kast edilen bir iç kontrol sisteminin kurulması ve finan-sal planlamadan kastedilen ise IFRS ile uyumlu bütçe ve planlama yapılabilmesidir. Bu yükümlülüklerin iş süreçlerini gözden geçirerek gerekli teknoloji altyapı yatırım-larını yapmadan, gerekli organizasyonel yapıları kurmadan karşılanmasının mümkün olmadığını söyleyebiliriz.Yeni Türk Ticaret Kanu’ na ayak uydura-bilen şirketler finans, bilgi işlem altyapısı ve organizasyonel olarak etkin ve verimli çalışabilen şirketler olacaktır. Şirketlerde büyüme ve sürekliliğin odağında operas-yonel, finansal ve mevzuat uyum risklerini dikkate alarak doğru ve zamanlı karar verebilen mekanizmalar yer almaktadır. Bu mekanizmalara bilgi akışının sağlanması ve gelen bilgilerin kalitesinin kontrolü nok-tasında finansal işler bölümlerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de finansal işler (Muhasebe ve Finans) bölümlerinin genelde kayıt tutan, vergi konularını çözümleyen ve şirketin finansmanı konularında şirketi sürükleyen bölümler olarak algılanmaktadır. Hızla değişen rekabet ortamında finansal işler bölümlerinin şirketin tüm operasyon-larına hakim, şirketin diğer sistemleri ile bütünleşmiş ve şirket hakkında her türlü

bilgiyi anlık olarak raporlayabilen, problem anlarını anında tespit edebilen bir şekilde çalışması gerekmektedir. Bilgi akışında ak-sama, şirketin tüm faaliyetleri etkileyen ve sonuçta verimsizliğe ve kar kaybına neden olabilmektedir. Yeni TTK’ da getirilen yeniliklerin özeti ola-rak: Modern işletme ekonomisinin finansal bölümler için uygun gördüğü, yönetimin daha etkin kararlar almasını sağlamak ama-cıyla bilgiye zamanında ve doğru olarak ve etkin bir altyapı ile ulaşmanın gerekliliğidir. Ayrıca finansal işler bölümlerinin sorum-lulukları arasında, eldeki bilgiyi geleceğe yönelik olarak analiz ederek şirketin karar mekanizmalarına katkıda bulunması da yer almaktadır.Etkin altyapı ve katma değerli hizmet kav-ramlarını daha iyi anlamak adına mali işler bölümlerinin yerine getirdiği temel işlevler 3 ana grupta toplanabilir:1. Operasyonel işlemlerGünlük verilerin oluşması ve saklanması.

2. Muhasebe ve çeşitli Mevzuat uz-manlıkları gerektiren işlemler Periyodik olarak yapılan resmi işlemler, çeşitli beyannameler, bilanço vs. yasal raporlamalar…3. Karar destek işlemleri (Bütçe/Planla-ma, Yönetim Raporlaması, Dashboard)Türkiye'de genelde şirketlerin ilk iki fonksiyo-nu, nitelikli insan gücüne ve organizasyonel ve sistemsel altyapıya yatırım yapmadan, emek yoğun kaynaklar ile yürütme yoluna git-mişler, karar destek işlevine ise yeteri kadar önem vermemişlerdir. 3. üncü fonksiyona za-ten gereken önemi veremeyen şirketler, bilgi işlem altyapısına etkin ve verimli yatırımların yapılmamasından dolayı da ilk iki fonksi-yonun çıktısı olan operasyonel ve finansal bilgileri karar destek mekanizmalarında kul-lanamamışlardır. Yeni Türk Ticaret Kanunu-nun, şirketin karar mekanizmalarına katkıda bulunması için gerekli gördüğü maddeleri ve bu maddelerin bilişim teknolojileri altyapısı çözümleri aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU İLE ŞİRKETLERİN YASAL YÜKÜMLÜLÜKLERİVE BİLİŞİM TEKNOLOjİLERİ

Hızla değişen rekabet ortamında finansal işler bölümlerinin şirketin tüm operasyonlarına hakim, şirketin diğer sistemleri ile bütünleşmiş ve şirket hakkında her türlü bilgiyi anlık olarak raporlayabilen, problem anlarını anında tespit edebilen bir şekilde çalışması gerekmektedir. Bilgi akışında aksama, şirketin tüm faaliyetleri etkileyen ve sonuçta verimsizliğe ve kar kaybına neden olabilmektedir.

Page 84: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201382 83

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU MADDESİ BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ ALTYAPI ÇÖZÜMÜ

Madde 375 - Muhasebe, finansdenetimi ve

şirketin yönetiminin gerektirdiği ölçüde,

finansal planlama için gerekli BT altyapı-

sının kurulması.

Madde 398 - (3) Topluluğun finansal

tablolarının denetiminden sorumlu olan

denetçi, topluluğun konsolide tablolarına

alınan şirketlerin finansal tablolarını, özel-

likle konsolidasyona bağlı uyarlamaları ve

mahsupları, birinci fıkra

anlamında inceler.

Madde 524 - (1) Anonim şirketin ve top-

luluğun finansal tablolarını düzenlemekle

yükümlü ana şirketin yönetim kurulu,

bilanço gününden itibaren altı ay içinde;

finansal tabloları, yönetim kurulunun yıl-

lık faaliyet raporunu, kâr dağıtımına ilişkin

genel kurul kararını, denetçinin 403 üncü

madde uyarınca verdiği görüşü ve genel

kurulun buna ilişkin kararını, Türkiye

Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan ettirir ve

şirketin internet sitesine koyar.

Madde 378 - (1) Pay senetleri borsada

işlem gören şirketlerde, yönetim kurulu,

şirketin varlığını, gelişmesini devamını

tehlikeye düşüren sebeplerin erken teşhisi,

bunun için gerekli önlemler ile çarelerin

uygulanması ve riskin yönetilmesi ama-

cıyla, uzman bir komite kurmak, sistemi

çalıştırmak ve geliştirmekle yükümlüdür.

Diğer şirketlerde bu komite denetçinin

gerekli görüp bunu yönetim kuruluna

yazılı olarak bildirmesi hâlinde derhâl

kurulur ve ilk raporunu kurulmasını izle-

yen bir ayın sonunda verir.

Madde 1525 - (1) Tarafların açıkça anlaş-

maları ve 18’inci maddenin üçüncü fıkrası

saklı kalmak şartıyla, ihbarlar, ihtarlar,

itirazlar ve benzeri beyanlar; fatura, teyit

mektubu, iştirak taahhütnamesi, toplantı

çağrıları ve bu hüküm uyarınca yapılan

elektronik gönderme ve elektronik sakla-

ma sözleşmesi, elektronik ortamda düzen-

lenebilir, yollanabilir, itiraza uğrayabilir ve

kabul edilmişse hüküm ifade eder.

Bütçeleme ve Planlama Çözümleri

Yasal Konsolidasyon ve Raporlama

Çözümleri

Yasal Raporlama ve Faaliyet Raporlaması

Çözümleri

İş Zekası / Raporlaması,

Erişim Yönetimi,

Süreç Yönetimi,

Risk Yönetimi Çözümleri,

e-Defter,

e-Fatura,

e-Arşivleme Çözümleri

Yukarıdaki çözümler ile sağlanacak yapılandır-ma ve iyileştirmeler ile finansal birimler ve ka-rar destek birimleri, bilgiye doğru ve zamanında ulaşarak daha etkin bir rol oynayabilecektir.

Sonuç olarak:Yeni TTK’ya uyum, yasal bir zorunluluk olmasının ötesinde, firmaların iş süreçlerini geliştirerek, hem yerel hem de global pazarda güçlenmesini sağlayacak düzenlemeler olarak değerlendirilmelidir. Geçiş dönemi kolay ol-mamakla birlikte, değişikliklere uyum sağlama konusunda doğru planlama ve doğru iş ortak-ları ile yola çıkarak, hem geçiş sürecine hem de uzun vadeli değişikliklere hazırlıklı olmak gerekir. Bu hazırlık aşamasında, kurumların mevcut bilişim teknolojilerini, kanun gereklilik-lerini yerine getirmek ve getirdiği faydalardan maksimum seviyede yararlanmak üzere tekrar gözden geçirmesi kaçınılmaz olmuştur. Yeni TTK, Türk ticaret hayatını düzenleyen ve değiş-tiren pek çok madde içeriyor. Bilgi teknolojileri açısından bakıldığında ise firmaların UFRS (Uluslarası Finansal Raporlama Standartları)’ye uygun raporlama yapması, bütçe planlama ve takibinin gerekliliği, grup şirketlerinde konsolidasyon zorunluluğu, halka açık şirket-lerde sadece risk yönetiminden sorumlu bir komitenin kurulması, dijital şirketleşmeye imkan sağlayacak e-imza, e-belge, e-arşivleme, yönetim kurulunun toplantılarını elektronik ortamda yapmasına imkan sağlayan madde-ler içermektedir. Bu değişikliklerin getireceği süreç güncellemelerinin, her firma özelinde iyi tasarlanması, yeniliklere açık esnek bir sistemle desteklenmesi gereklidir. Eğer sistemler iyi kurgulanmazsa bu yenilikler, şirketlerin rekabet gücünü arttıran düzenlemeler olmaktan çıkıp çalışanların ve firmanın üzerine ek bir iş yükü getiren kurallar olarak hedefinden uzaklaşabilir.

Yeni TTK’ da getirilen yeniliklerin özeti olarak: Modern işletme eko-nomisinin finansal bölümler için uygun gördüğü, yönetimin daha etkin kararlar almasını sağlamak amacıyla bilgiye zamanında ve doğru olarak ve etkin bir altyapı ile ulaşmanın gerekliliğidir. Ayrıca finansal işler bölümlerinin sorumlulukları arasında, eldeki bilgiyi geleceğe yönelik olarak analiz ederek şirketin karar mekaniz-malarına katkıda bulunması da yer almaktadır.

Page 85: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201382 83

AHLAKİ KURALLARAhlaki kurallardan bahsederken, bu kuralları hem bireyler açısından hem de tüzel ya da gerçek kişilik vasfındaki ticari işletmeler açısından değerlendirmek mümkündür. Bir insanın herhangi bir konuda sözünde durmaması nasıl ahlaki olmayan bir davranış ise aynı şekilde bir işletmenin müşterilerine karşı sözünde durmaması da ahlaki olmayan bir davranıştır. “İş ahlakı” genel olarak, iş dünyasındaki mal ve hizmet üretim, satış ve tüketim sürecindeki doğru ve yanlış davra-nışları ifade etmektedir. Literatürde iş ahlakı yerine, “şirket ahlakı”, “firma ahlakı”, “işletme ahlakı”, “ticaret ahlakı” gibi ifadeler de kulla-nılmaktadır. Tarihsel gelişimi incelendiğinde iş ahlakının antik çağlara kadar uzandığı, Eski Yunan ve Antik Roma’da ticaretin insan-ları yalan söylemeye ve çıkarcılığa teşvik ettiği inancı neticesinde tüccarlara iyi gözle bakılmadığı görülmektedir. Sanayileşmeden önce iş ahlakı daha çok geleneklere ve dini inançlara göre şekillenmiştir. Bu dönemde ekonomik süreç ve çalışma ilişkileri üzerin-de önemli etkiye sahip olan dini inançlar, çalışma hayatında uyulması gereken ahlaki kuralların en önemli belirleyicisi durumunda-

dır. Sanayileşme ile birlikte endüstri toplumu oluşmuş ve çalışma hayatındaki ahlaki değerleri belirleyen dini unsurlar geri planda kalmıştır. Hristiyanlığın ilk zamanlarında kilisenin, ticaret ve servete şüpheyle baktığı ve bu bağlamda faizin yasaklandığı görülür-ken; sonraları sömürgecilikle birlikte hızlanan seri üretim ve sanayileşme ile iş dünyası ve kilise arasındaki çekişme artmıştır. Bununla birlikte, oluşan yeni iktisadi sistem için dini ve psikolojik alt yapı hazırlanarak faiz dinen meşrulaştırılmış, ticari başarı ve servet önemli olgular haline gelmiştir. Dini inançların geri plana itilmesi, iş hayatında ahlaki bir boşluk oluşturmuş ve bu durum işçi-işveren ilişkilerinin olumsuz şekilde etkilenmesine neden olmuştur.

GELİŞİM SÜRECİİş ahlakı ile ilgili sistematik gelişmelerin 20. yüzyıl başlarında meydana geldiği söylenebi-lir. Bu dönemde ABD ve Avrupa’da geleneksel liberal anlayışa karşılık sosyalist akımın ön plana çıktığı ve iş ahlakı ile ilgili hususların yeniden ele alındığı görülmektedir. Özellikle, işletmelerin aşırı kâr elde etme istekleri, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve sanayileşmenin

çalışanlar üzerindeki olumsuz etkileri iş ahlakı konusunda yeni gelişmelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Buna ek olarak, iş güvenliği, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve adil ücret paylaşımı ile ilgili yasal düzenlemeler yapılarak işletmeler için zorunlu hale getiril-miştir. 1920 ve 1050 yılları arasında ABD’de iş ahlakı ilkelerinin belirlenmesi, ticaret faali-yetlerinde bazı standartların geliştirilmesi ve reklamların gerçeği yansıtması gibi konuların üzerinde durulmuştur. Ayrıca, kişi odaklı iş ahlakı anlayışı yerine işletme merkezli iş an-layışı benimsenmiştir. 1950’den sonra gerek ABD’de gerekse Avrupa’da ekonomi gelişerek refah düzeyi artmıştır. Bu dönemde büyük ölçekli şirketler gittikçe uluslararası nitelik kazanmış ve bu sayede çok uluslu şirketler oluşmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kentlerin sağlıksız gelişimi, çevre kirliliği ve çok uluslu şirketlerin gittikçe daha büyük hale gelmesi gibi unsurlar, sosyal ve ekonomik sorunların daha çok dikkat çekmesine yol açmıştır. İş ahlakına uymayan faaliyetler-de bulunan dev firmalara karşı eleştiriler artmaya başlamıştır. 1980’lere gelindiğinde iş ahlakı konusunda akademik çalışmalar ön plana çıkarak üniversitelerde bu konu ile ilgili dersler okutulmaya başlamış ve araştırmalar

Bir Sosyal Sorumluluk: İş Sağlığı ve GüvenliğiKelime anlamı olarak huy, karakter, mizaç gibi anlamlar taşıyan, Arapça hulk kelimesinin çoğulu olan ahlak, yüzyıllar boyunca insanların iyi olarak nitelendirilen davranış biçimlerinin genel bir ifadesi olarak tanımlanmıştır. Diğer bir ifadeyle ahlak, insanın iyi veya kötü olarak nitelendirilmesine sebep olan manevî vasıfları, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlarının bütününe verilen addır. Bu yazıda iş ahlakı içerisinde yer alan ve işverenlerin çalışanlarına karşı bir hukuki sorumluluk olmasının yanında ayrıca sosyal bir sorumluluk da olan iş sağlığı ve güvenliği hususu genel hatlarıyla ele alınacaktır.

HARUN URUL İş Müfettişi / MMG İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyonu Başkanı

Page 86: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201384 85

yapılmıştır. 1990 yılından sonra küreselleş-me ile birlikte iş ahlakı da küresel düzeyli bir unsur haline gelmiştir.

AHLAK VE SOSYAL

SORUMLULUK BAĞLANTISIİşletmeler ekonomik birimler olduğu gibi aynı zamanda sosyal birimlerdir. Dolayı-sıyla işletmelerin kendi çalışanları, işletme ortakları ve yöneticileri gibi iç paydaşlarına; devlet, müşteriler, toplum ve doğal çevre gibi dış paydaşlarına karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Sosyal sorumluluk iş ahlakının bir gereği olup iş ahlakı ile sosyal sorumlulukları birbirinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Bir işletmenin çalışanlarına karşı sosyal sorumluluklarının başında hiç şüphesiz ça-lışma koşullarının en iyi şekilde sağlanması ve olası iş kazası ve meslek hastalıklarına karşı gereken iş sağlığı ve güvenliği önlem-lerinin alınması gelmektedir. İşletmelerin bu sosyal sorumluluktan ka-çınması pek çok kötü durumun oluşmasına neden olmaktadır. Bunların başında iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meydana gelen ölüm olayları gelmektedir. İş kazaları ve meslek hastalıkları yüzünden her geçen yıl yüzbinlerce insan hayatını kaybetmekte ve milyonlarcası da yaralanmaktadır. Uluslara-rası Çalışma Örgütü’nün (İLO) verilerine göre her yıl yaklaşık 270 milyon iş kazası gerçek-leşmekte ve 360 bin kişi iş kazası; 950 bin kişi ise meslek hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Yaşanan ölüm ve yaralanma hadiselerinin manevi tahribatları yanında bir de maddi

tahribatları hâsıl olmaktadır. Bu zararların gerek devletler açısından gerekse fertler açısından büyük miktarlarda olduğunu söylemek mümkündür. İş kazaları ve meslek hastalıklarının toplam maliyeti dünya milli gelirinin yaklaşık % 5’ine tekabül etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, dünyada sosyal gü-venliğin oluşturulması yönündeki ilk çalışma-ların, meydana gelen iş kazalarının ve oluşan meslek hastalıklarının zararlarının tazminine yönelik olduğu görülmektedir. Sosyal güvenlik sistemi ile kaza veya hastalık sonrası kazalı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin gelir

kaybının ve gider artışının telafisi amaçlan-maktadır. İş sağlığı ve güvenliği mühendislik bilimleri, tıp bilimi ve sosyal bilimleri de içine alan multi-disipliner bir alandır. İşletmeler-de iş sağlığı ve güvenliğinin tam anlamıyla sağlanması işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları, işverenler, çalışanlar ve devlet gibi tüm tarafların birlikte çalışmaları ile mümkün olmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili atılan her olumlu adım çalışanların sağlık ve güvenliklerini sağlamakla birlikte üretimde verimliliği de artırmaktadır.

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİİş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimine bakıldığında, gerçek anlamda ilk gelişmelerin eski Roma döneminde yaşandığı görülmekte-dir. Bu dönemde, Hipokrates kurşunun zararlı etkileri üzerine çalışmalar yaparak; halsizlik, kabızlık, felç ve görme bozukları ile kurşunun ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yine bu dönemde, tarihçi Heredot çalışanların verimli olabilmeleri için yüksek enerjili besinlerle bes-lenmeleri gerektiğini belirtmiş; Plini, çalışma ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların korunması amacıyla başlarına torba geçir-meleri gerektiğini belirtmiştir. 1494 ile 1555 yılları arasında yaşayan Georgius Agricola, iş kazaları üstünde durarak sorunları ortaya koymuş ve önerilerde bulunmuştur. Bu konuda oluşturduğu kitabında tozu önlemek için maden ocaklarının havalandırılması gerekti-ğini belirterek iş güvenliği ile ilgili önerilerde bulunmuştur. İtalyan Berdardino Ramazzini, 1713 yılında yayınladığı “De Morbis Artifi-cum Diatriba” isimli kitabında iş kazalarını önlemek için, iş yerlerinde koruyucu güvenlik önlemlerinin alınması gerektiğini vurgulamış-tır. Özellikle meslek hastalıkları konusunda yaptığı çalışmalar nedeniyle işçi sağlığının kurucusu sayılmaktadır. Sanayi devrimi ile teknolojik gelişmelerin üretimde kullanılması sadece makine ve tezgâh yapımı ile kalma-yıp aynı zamanda tehlikeli pek çok kimyasal maddenin üretimde kullanılması söz konusu olmuştur. Bu maddelerin kullanılması ile çalışma ortamlarına tehlikeli gaz ve dumanla-rın yayılması vuku bulmuş ve bu durum buna maruz kalan çalışanların çeşitli meslek has-talıklarına yakalanarak bu hastalıklar sonucu hayatlarını kaybetmelerine neden olmuştur. Sanayi devrimi neticesinde çalışma hayatında meydana gelen uzun çalışa süreleri, sağlıksız ve güvenliksiz çalışma ortamları, kadın ve çocukların ağır işlerde çalıştırılması gibi bir

İş ahlakı ile ilgili sistematik gelişmelerin 20. yüzyıl başlarında meydana geldiği söylenebilir. Bu dönemde ABD ve Avrupa’da geleneksel liberal anlayışa karşılık sosyalist akımın ön plana çıktığı ve iş ahlakı ile ilgili hususların yeniden ele alındığı görülmektedir. Özellikle, işletmelerin aşırı kâr elde etme istekleri, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve sanayileşmenin çalışanlar üzerindeki olumsuz etkileri iş ahlakı konusunda yeni gelişmelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Buna ek olarak, iş güvenliği, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve adil ücret paylaşımı ile ilgili yasal düzenlemeler yapılarak işletmeler için zorunlu hale getirilmiştir.

Page 87: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201384 85

takım olumsuz durumlar sonucu toplumsal huzursuzluklar yaşanmıştır. Yaşanan bu olumsuzluklar nedeniyle devletler tarafından iş sağlığı ve güvenliği alanında yasal düzen-lemeler yapılmıştır. Bunun yanında, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve iş kazalar ve meslek hastalıklarının önlenmesi için tıbbi ve teknik araştırmalar yapılmıştır. Bütün bu gelişmeler, iş sağlığı ve güvenliği konusunun bir bilim haline gelmesini sağlamıştır. İş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlen-mesine yönelik çalışmalarda bulunan çeşitli kuruluşlarla birlikte Birleşmiş Milletlere bağlı bir kuruluş olan Uluslararası Çalışma Örgütü de bu konuda önemli çalışmalar yapmaktadır. En önemli çalışma alanlarından biri çalışma hayatıyla ilgili uluslararası standartları oluş-turmak olan kuruluş, iş sağlığı ve güvenliği alanında da pek çok standart ve tavsiye kararları ortaya koymuştur.

TÜRKİYE’DEKİ DURUMİş sağlığı ve güvenliği konusunun Türkiye’de ki tarihsel gelişimine bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak günümüze kadar gelen sistematik bir süreç yaşandığı göze çarpmaktadır. Sanayi Devrimi’nden önce küçük zanaat ve atölye şeklindeki işyerleri yaygın olup buralarda çalışma koşulları ve işçi-işveren ilişkileri daha çok “loncalar” ve geleneklere göre oluşturuluştur. Tanzimat ile birlikte özellikle kömür ocaklarında çalışan işçiler için bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır. Birinci Meclis döneminde, 1921 tarih ve 151 sayılı Ereğli Havzai Fahmiyesi Maden Ame-lesinin Hukukuna Müteallik yasası ile kömür işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için birtakım yasal hükümlülükler getirilmiştir. Sanayileşmenin ortaya çıkardığı sorunlar ile mücadele etmek amacıyla Cumhuriyet döneminde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili pek çok yasal düzenleme yapılmış; 1926 yılında yürürlüğe giren Borçlar Kanunu ile işverenlerin iş kazaları ve meslek hastalıkla-rından doğan hukuki sorumlulukları ortaya konmuştur. Bunun yanında, 1930 yılında yürürlüğe giren Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nda işyerlerine sağlık hizmetlerinin götürülmesi ve endüstriyel işletmelerde kadın ve çocukların çalışma koşullarının nasıl olması gerektiği gibi hususlar yer almıştır. İş sağlığı ve konusunda ilk ayrıntılı ve sistemli düzenlemelerin, 3008 sayılı İş Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle yapıldığını söylemek mümkündür. Bu yasa uzun yıllar yürürlükte kalmış ve daha sonra 1971 yılında 1475 sayılı İş Kanunu yürürlüğe

konmuştur. Bu kanun ile işveren işçinin sağlık ve güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak, bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü kılınmıştır. Ayrıca, işçilerin de bu husus ile ilgili usullere ve şartlara uymak zorunda oldukları belirtilmiştir. İş sağlığı ve güvenliği hususu ile ilgili yasal düzenlemeler 1475 sayılı İş Kanunu’ndan sonra 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun içinde yer al-mıştır. 2012 yılında ise nihai olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, bu konu ile ilgili müstakil bir yasa olarak yürürlüğe girmiştir. Sonuç olarak; küreselleşme olgusu, hızla yaşanan teknolojik gelişmeler ve iş hayatın-daki acımasız rekabet gibi unsurlar işletmeleri zaman zaman yasal yükümlülüklerini ve ahlaki değerleri bir kenara bırakmaya itmektedir. Bunun tersine iş ahlakı ilkeleri ise işletme-leri toplum yararına hareket etmeye davet etmektedir. İş ahlakı çerçevesinde işletmele-rin paydaşlarına (çalışanlar, işletme ortakları, müşteriler, devlet, toplum, medya vb.) karşı birtakım sorumlulukları mevcuttur. Çalışanlara karşı sorumlulukların en önemlilerinden biri çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Devlet-ler iş sağlığı ve güvenliği hususunda gün geç-tikçe daha fazla yasal düzenleme yapmakta

çalışanlar ise gün geçtikçe eğitim seviyelerini artırarak yükümlülüklerinin bilincine varmak-tadır. Bu konuda en önemli görev ise şüphesiz işverenlere düşmektedir. İşverenler iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili gereken tüm tedbirleri almak ve çalışanların alınan bu tedbirlere uymalarını sağlamakla yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini yerine getirmelerini hukuki bir zorunluluk olarak görmektense vicdani ve insani bir görev olarak görmeleri son derece önemlidir.

İş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimine bakıldığında, gerçek anlamda ilk gelişmelerin eski Roma döneminde yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde, Hipokrates kurşunun zararlı etkileri üzerine çalışmalar yaparak; halsizlik, kabızlık, felç ve görme bozukları ile kurşunun ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yine bu dönemde, tarihçi Heredot çalışanların verimli olabilmeleri için yüksek enerjili besinlerle beslenmeleri gerektiğini belirtmiş; Plini, çalışma ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların korunması amacıyla başlarına torba geçirmeleri gerektiğini belirtmiştir.

☐ Coşkun Can Aktan, Meslek Ahlakı ve Sosyal Sorumlu-

luk, İş Ahlakı Dergisi, 2008, Cilt:1, Sayı:1, Sayfa:99-121.

☐ Süleyman Özdemir, Günümüz Türkiye’sinde Akademik

İş Ahlakı Çalışmalarına Genel Bakış, İTO Yayınları, İstan-

bul, 2009, Sayfa: 302-336.

☐ Mahmut Arslan, A. Ümit Berkman, Dünya’da ve

Türkiye’de İş Etiği ve Etik Yönetimi, TÜSİAD, 2009.

☐ (Çevrimiçi),07.07.2013,http://www.mmo.org.tr/resim-

ler/dosya_ekler/eefb05091133486_ek.pdf.

☐ Levent Şahin, Kadir Yıldırım, İşletmelerde İş Ahlakı

Uygulamaları İçin Genel Çerçeve, İş Ahlakı Dergisi, 2008,

Cilt:1, Sayı:1, Sayfa: 55-66.

☐ Oğuz Karadeniz, Dünya’da ve Türkiye’de İş Kazaları ve

Meslek Hastalıkları ve Sosyal Koruma Yetersizliği, Çalış-

ma ve Toplum, 2012/3, Sayfa: 15-72.

☐ Süleyman İlhan, İş Ahlakı: Kuramsal Bir Yaklaşım, Sos-

yal Bilimler Dergisi, Sayfa: 258-275.

kaynaklar

Page 88: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201386 87

Çalışanları hedefe doğru motive ederken firmanın toplum tarafın-dan doğru algılanmasını sağla-yacak unsurları da ortak çizgide

buluşturmak gerekmektedir. Kurumların da bu sebepten bir etik duruşunun olması ve tüm çalışanların bu değerlere sahip çıkması ekip ruhunu oluşturacak ve akabinde ortak başarıyı getirecektir. Düşündüğümüzde toplum içerisindeki en değerli özellik doğruluk ve dü-rüstlük görülmektedir. Çünkü insana saygının başlangıç noktası karşısındaki kişiye karşı ama müşteri olsun, ama çalışma arkadaşı olsun dürüst olabilmektir. Şirket içi oluşacak güven ortamı 1+1 toplamının var olan değerinin üstünde etki yapmasını sağlayacaktır. Aksi taktirde kişiler arasında oluşan güvensiz ortam müşteriye negatif enerji olarak yansıyacak ve ana hedef olan müşteri bağımlılığı’nın oluşmasına engel olacaktır. Güvensiz ortam firmaya güvenmeyen müşteriyi doğuracak ve firmanın uzun soluklu olmasını engelleyecektir. Etik değerler arasında sayılabilecek önemli bir diğer unsur saygın ve itibarlı olmaktır. Uzun soluklu çalışma hayatınızda yaptığınız küçük bir hata veya kasıtlı bir davranış üzerinden seneler geçse de unutulmayacaktır. Toplumun hafızasında yer eden yanlış bir tavır senelerce uğraşılarak oluşturulan müşteri güveninin yok olmasına sebep olacaktır.

ADELET VE BAŞARI İLİŞKİSİSözünü yerine getiren kişi ve kurum toplumda uzun soluklu bir çalışma düzeni oluşturabile-cektir. Her yeni müessese toplum tarafından karşılık bulur ve ilk şansı hak eder. Ancak ilk günlerdeki kaliteyi sürekli hale getiremeyen, kurnazlık yaparak uygunsuz ürün ve hizmet vermeye başlayan kişi ve kurum hemen ge-rekli tepkiyi görecek ve başarısız olacaktır. Her şubede her ilde eşit ve kaliteli hizmet vermeyi başarabilen firmalar her müşteriye adalet-li davranarak bir diğer önemli unsur olan adaletli olmak fiilini yerine getirmiş olacaktır. Bu davranış içerisinde olmak şehri hatta ülkeyi değiştirse bile müşterinin o firmanın ürün veya hizmetini sürekli temin etmesini sağlayacaktır. Bu bağımlılığı oluşturmak uzun soluklu ve zahmetli bir yol olsa da başarıya giden en kalıcı çalışma şeklidir.Vahşi ticari hayat ve yoğun rekabet ortamı bazen kanunlardaki boşlukları kullanarak kolay ve haksız kazanç sağlamayı meşru gibi gös-termektedir. Kar etmek ve çok para kazanmak sadece çok çalışmakla gerçekleşmez, yapılan işte Hakkı unutmak bu yollara sapmaya sebep olabilir. Yasalara uyan olmak ne olursa olsun uzun soluklu başarının sebeplerindendir. Tüm bu unsurların toplamında hedeflenen en önemli sonuç müşteriyi aldatmamaktır. Anlık olarak yalan bizi kurtarsa da sorunu çözmüş

gibi görünsek dahi sadece yanan ateşin üzeri-ne kül dökülmüştür. Altta rahatsızlık ve sıkıntı devam etmektedir ve sonuçta sorun gelip bizi bulacaktır ve belki de daha büyük maliyetlere ve zarara sebep olacaktır. Hem para hem itibar kaybı oluşacak ve çevresinde kişi ve kurumu kötüleyen bir müşteri profili olacaktır.21. yüzyılın vahşi ticari hayatı her türlü ahlaksızlığı meşru sayan bir anlayışla devam etmektedir. Bu karmaşa içerisinde örnek olma sorumluluğu olan bizler yarınların sigortası ço-cuklarımıza bırakacağımız en önemli hasletler bu saydığımız özellikler olmalıdır. Zafere giden yolda her şey mübahtır anlayışından çok uzakta rızkı veren Allahtır çizgisine yaklaşmak hem günümüzün hem de yarınımızın kurtuluşu olacaktır.

Etik Değerler ve BaşarıŞirketleri insan topluluğu olarak düşündüğümüzde burada çalışanların ortak hedefe doğru giderken aynı özellikler içerisinde olmasını beklemek en doğal sonuçtur. Ancak toplumun farklı katmanlarından gelmiş olan çalışanların çok farklı özelliklerde insanlar olması da iş hayatının doğal sonucudur.

MAHMUT ÇELİK Makina Yüksek Mühendisi / MMG Genel Başkan Yardımcısı

Sözünü yerine getiren kişi ve kurum toplumda uzun soluklu bir çalışma düzeni oluşturabilecektir. Her yeni müessese toplum tarafından karşılık bulur ve ilk şansı hak eder. Ancak ilk günlerdeki kaliteyi sürekli hale getiremeyen, kurnazlık yaparak uygunsuz ürün ve hizmet vermeye başlayan kişi ve kurum hemen gerekli tepkiyi görecek ve başarısız olacaktır.

Page 89: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201386 87

Eram BahçEsi: ŞiraZ ŞEhri / iraN FOTOĞRAFOBjEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ

OsmaN arIFOTOĞRAF:

Page 90: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201388 89

Çevre ve insan odaklı bir kentsel dönüşüm hamlesiyle şehirleri-mizi yeniden ayağa kaldırma-lıyız. Aradan geçen 14 yılda

kamunun yaptığı önemli çalışmalar tabiki var. Yapılmayanlara ve yapılması gere-kenlere baktığımızda birçok eksiğimizin olduğu aşikardır. Birleşmiş Milletler (BM) “Afet Azaltma Uluslararası Stratejisi”; afet-lere yönelik olarak yapılması gerekenleri, yalnızca afet sonrası ‘acil’ dönemle sınırlı tutmayıp ağırlığın afet öncesine verilme-sine ve hazırlanan tüm planlarda risklerin dikkate alınmasını gözetir. Çünkü yaşanan en büyük kayıplar, kentlerde ve kentlerde yaşayan dar gelirli kesimler üzerinde mey-dana gelmektedir. Bu nedenle risk azaltma çabaları, kentsel alanlarda katılıma dayalı karar alma ve özellikle de dar gelirli ve yoksun kesimler üzerinden yürütülmelidir. Ülkemizde ise;-Kurumsal yapı ve anlayış daha çok afet sonrası çalışmalara yönelik olarak yürütül-müştür.-Yerelin ve merkezin görev ve yetkileri-

ni düzenleyen hususlar açık ve anlaşılır değildir.-Yasal düzenlemeler, risk azaltma hedef ve anlayışından uzaktır.-Afet, yerel bir olay olmasına rağmen yerel yönetimlerin risk azaltma çalışmalarındaki yetkileri ve sorumlulukları yetersizdir.-Yapı denetim sisteminde teknik ve kurum-sal kapasitesi yetersizdir.Afetler konusunda; mevcut yerleşimler, mevzuat ve kurumsal anlayışlarımızı dikkate alarak bir değerlendirme yapacak olursak, temel sorunlarımızı dört başlık altında toplamak mümkündür;

1-) Kurumsal sorumlulukların neden olduğu sorunlar,2-) Planlamanın neden olduğu sorunlar,3-) Yapılaşmış çevrenin neden olduğu sorunlar,4-) Sosyal ve ekonomik sorunlar.

Bu dört temel sorunun çözümünde zamanı ve parayı doğru kullanabilmek için önce-likle temel hedefimizin, olası bir afetle enkazdan enkazdan kurtarmak değil, enkaz altında kalmamak ve geri dönüşü mümkün

olmayan varlıları korunmasını sağlamak ol-maktır. Bu hedefin gerçekleşmesi için ise;

-Ülke, bölge ve kent ölçeğinde tehlike ve risklerin belirlenmesi,-Mevcut risklerin artması için afet etkilerini göz önüne alan kent planla-ması ve arazi,-Mevcut risklerin artmaması için dep-rem direnci zayıf yapı ve alt yapının güçlendirilmesi,-Eğitim, bilinçlendirme, acil durum yönetimi plan ve programlarının hazır-lanması, gerekmektedir

Yapı güçlendirme yerine, özellikle yüksek riskli alanlarda, yerel ortalıklar yoluyla toplu yenileme çalışmalarına yardım edilmelidir. Çünkü mevcut yerleşimlerde yapılacak olan yapı güçlendirmeleri, mev-cut çirkinliğin veya niteliksizliğin ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Tehlikelerin belirlenmesi ve analizi başlığı altında ise 2012 yılında ekonomi yönetimi tarafından hazırlanan teşvik uygulama-ları örneğinde olduğu gibi, doğa ve insan kökenli afet tehlikelerini bölgeler ve iller

Keşke Demeden Önce Acil Eylem Planı17 Ağustos 1999 Marmara depreminde 20 bin insanımız hayatını kaybetti, 50 milyar dolarlık ekonomik bir kayıpla karşılaştık. Başta İstanbul olmak üzere birçok şehrimiz deprem risk ve tehdidiyle karşı karşıya. Mevcut riskli yapı stoğunun, çıkarılan kentsel dönüşüm yasası ile yenilenmesi artık kaçınılmaz bir durum.

KADEM EKŞİ Jeofizik Mühendisi / MMG Denetleme Kurulu Üyesi

Page 91: Mmg dergi sayi 72

MAKALE

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201388 89

bazında sınıflayarak; depremler, su bas-kınları, heyelanlar, kaya ve çiğ düşmesi vb. tehlike haritalarının oluşturulmasına, ilke ve esasların belirlenmesine AFAD Başkanlığın-ca bir an önce başlanmalıdır.Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası, İstanbul örneğinde olduğu gibi yerel zemin koşulları dikkate alınarak, tüm ülkemiz içi güncel-lenmelidir. Bu durum, yapılaşmada güvenli katsayılarının yanlış ve düşük seçimine neden olduğundan acilen gerektiren bir konudur. Risklerin belirlenmesi, analizi ve risk azaltma planlarının hazırlanması kapsamında; altyapı ve ulaşım, yapı stoku, kentsel doku riskleri, üretim kaybı vb. risk sektörleri tanımlanmalı, senaryolar oluşturularak risklerin mekânsal dağılımı ve analizleri yapılmalıdır. Sonrasında da, afet etkilerini azaltma yönünde strateji planı geliştirilmelidir. Afet etkilerini azaltma strateji planı ülke genelinde planlanmamış alan bırakılmadan; ülke, bölge, kent bazın-da alacak şekilde imar mevzuatında yer alacak düzenlemeler ile üç temel aşamada uygulamaya konulmalıdır.

Makro Düzey Stratejiler; AFAD, Kalkınma Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ülkesel/bölgesel kararlar ve politikaların oluşturulması, kentin ülke ve bölge içindeki kimliğinin belirlenmesi çalışmaları yürütül-melidir.Orta Düzey Stratejiler; Yerel yönetimler tarafından, metropoliten ölçekte, eylem alanlarında risk azaltma stratejisi planı, nazım plan stratejilerini belirlenmesi ve onaylanması sağlanmalıdır.mikro Düzey Uygulamaları; Yerel yönetim-ler tarafından, dönüşüme konu olan bölge-ler içindeki ‘Dönüşüm Bölgeleri’nin sınırları, dönüşümün türü, kapsamı, fonksiyon ağır-lıklarının belirlenmesi ve eylem planlarının hazırlanması gerçekleştirilmelidir.

Tehlike olayının değiştirilmesi mümkün olmadığına göre, tehlikelerden en az etki-lenmeyi mümkün kılmak ve riskleri sürekli azaltacak sistemin oluşturulması gerek-mektedir. Afetlerle baş etme, çadır kent kurmak, çadır çorba organizasyonu yapmak demek değildir. Muhtemel bir afetten en az etkilenmek ve afet sonrasının yönetilebilir olması için, ‘acil durum yönetimi’ anlayı-şı yerine, ‘risk yönetimi’ odaklı anlayışa geçilmesi gerekir. ‘Acil durum yönetimi’ temelli anlayışa sürdürdüğümüz müddetçe, ölü veya yaralılarımıza daha hızlı ulaş-manın dışında herhangi bir şeyi başarmış olmayacağız.

Tehlike olayının değiştirilmesi mümkün olmadığına göre, tehlikelerden en az etkilenmeyi mümkün kılmak ve riskleri sürekli azaltacak sistemin oluşturulması gerekmektedir

Page 92: Mmg dergi sayi 72

GEZİ DAĞDA ÖLÜM

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201390 91

Dağcıların dağlara çıkarken veya dağlardan inişlerinde meydana gelen ve ne yazık ki çoğu ölümle neticelenen pek çok yazı okudum. Ağrı dağında, Kaçkarlar’da, Aladağlar’da, Himalayalar’da …

Dağ kazalarını anlatan yazılar hep dikkatimi çekmiştir. Zaten kendi başına zor bir uğraş olan dağcılığın kaza ile anılması

insanda zorluktan öte duygular çağrıştırır. Her ne kadar profesyonel olmasam da bü-yük-küçük, kolay-zor pek çok dağ tecrübem oldu. Profesyonel-amatör pek çok grupla bir çok tırmanış yaptım. Şükür ki başımıza kaza olarak adlandırabileceğimiz ve bizim dağdaki şartlarımızı daha da ağırlaştıracak, bizleri üzecek bir hadise yaşamadım. Ta ki geçen Mayıs ayının son haftasında İran’da bir grup dağcıyla İran’ın güney bölgesin-de bulunan Behbehan şehrine yakın Nur dağına (Kuh-e Nour) yaptığımız tırmanışa kadar.. 24 kişilik bir ekiple sabah 05.15 de başladığımız yürüyüşümüz öğleyin saat 13.00 civarında bir arkadaşımızı kaybet-memizle tam bir çileye dönüştü. Tırmanışı henüz bitirmiş ve verilen molanın akabinde tam da dönüş yolunun başlangıcında…İran’daki yeni görevime henüz başlamıştım ki fabrikada dağcılık kulübü olduğunu ve aylık proğramlar yaptıklarını haber aldım. Bu benim için güzel bir sürpriz oldu. İran’ın coğrafi durumunun dağcılığa musait olması ve İranlıların (her spora olduğu gibi) dağcılığa da meraklı olmaları bu sporun

bizden daha yaygın olmasına sebep olmuş. Bir fabrika çalışanlarının kendi aralarında bir kulüp kurmaları, düzenli olarak prog-ram yapmaları ve bu etkinliğe fabrikanın bütçe ayırması buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Ağrı Dağına çıkarken de İranlı kalabalık bir grup bize eşlik etmişti. Bu esnada İranlıların dağcılığa ne kadar me-raklı olduklarına şahit olmuştum. Nitekim İran’a geldikten bir ay kadar sonra kulüpten ilk daveti aldım. Perşembe öğleden sonra (İran’da Perşembe ve Cuma günleri tatil) otobüsle kamp alanına gidilecekti. Orada geceledikten sonra sabah yürüyüşe baş-lanacaktı. Eksik malzemelerimi kulüpten temin ettikten sonra heyacanla otobüse bindim. Doğrusu İranlılara ayak uydurma konusunda biraz endişelerim vardı. Çünkü onların nasıl sıkı bir dağcı olduklarına Ağrı dağında şahit olmuştum. Bir kasabada akşam yemeği ve namaz molasından sonra aheste bir yolculukla gece saat 22.30 civarında seyrek meşe ağaçlarının olduğu bir alanda çadırlarımızı kurduk ve hemen istirahata çekildik.

VE TIRMANIŞ BAŞLADISabah namazından sonra 25 kişilik ekibi-mizle kurumuş bir dere yatağında yürü-

DAĞDA

yAZI ve FoToğrAF: oSmAN ArI/mAKİNe müHeNDİSİ>

ÖLÜM

Page 93: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201390 91

Page 94: Mmg dergi sayi 72

GEZİ DAĞDA ÖLÜM

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201392 93

yüşe başladık. Ekibin yaş ortalaması 40’ın üzerindeydi. Yürüyüş parkurumuz, kurumuş bir dere yatağından (Tang-e Kourd) şelalere yürüyüştü. Derenin suyu borularla kullanmak üzere tahliye edildiği için dere kurumuştu. Bir müddet sonra şelalere ulaştık. Birbi-rinden güzel üç şelale.. İnişte iki yerde ip kullanıldı. Bu da benim için bir tecrübe olmuştu. Ekibe ayak uydurmamda bir prob-lem olmamıştı. Program akşamüstü saat 16.30’da kamp yerimize dönmemizle sona ermişti. Güzel bir organizasyon olmuştu. Hareket, sevk ve idare, yeme-içmenin orga-nizasyonu grubun tecrübesini gösteriyordu. Yaklaşık bir ay sora ikinci davet geldi: Nur dağına tırmanış…Yine Perşembe akşamüstü buluşup oto-büsle kamp yerine hareket ettik. Uzun bir yolculuktan sonra tırmanışın yapılacağı köyün kenarında bir evin genişçe bahçe-sindeki ceviz ağaçları ve üzüm asmalarının altında geceledik. Grubumuz toplam 24 kişiydi. Grup lideri akşam yemeğinden sonra yürüyüşle ilgili genel hatırlatmalar yaptı. Parkur hakkında bilgi verdi. Sabah namazından sonra sırt çantalarımıza yedek kıyafet, sabah kahvaltısı, öğle yemeğimizi ve suyumuzu alarak hava aydınlanmadan yola çıktık. Meşe ormanın arasından dik ve taşlık bir parkuru tırmanmaya başladık. Eki-bin çoğu bir önceki yürüyüşe katılanlardan, yaklaşık 10 kişi kadar da yeni katılanlardan oluşuyordu. İki saatlik yorucu bir tırmanış-tan sonra kahvaltı yapacağımız yere ulaştık. Çeşme denilen bir su kaynağının bulunduğu ağaçlık bir sırtta kahvaltı molası verdik. Bu arada yaktığımız ateşte demlediğimiz sıcak çaylarımızı içtik ve bir saatlik bir moladan sonra saat 08.30 da tekrar yürümeye başladık. Bu esnada biraz kilolu ve kıyafeti de böyle bir yürüyüşe pek müsait olmayan bir arkadaş ayaklarına kramp girdiğini söyleyerek izin istedi. Parkur oldukça dik ve ağır. Hava açık, zaman zaman rüzgar esiyor fakat güneş değdiği yeri yakıyor. Kefiye ile yüzümüzü ve boynumuzu güneşten koru-maya çalışıyoruz. Grupta kopmalar oluyor. Parkurun (ilk programın aksine) sanki bu gruba biraz ağır geldiğini hissediyorum. Üç saatlik bir tırmanıştan sonra düz bir alanda mola veriyoruz. Güneş tam tepemizde. Bir saati aşkın bir süre dinleniyoruz. Grup liderimiz öğle yemeğini sabah kahvaltı yaptığımız yerde yiyeceğimizi, şimdilik hafif atıştırdıktan sonra geri döneceğimizi söylüyor. Yaklaşık 2500-2600 m. rakımda zirvenin hemen altındayız. Hedef zirve

ancak grubun durumu pek zirveye çıkmaya müsait görünmüyor.

ÖLÜM BİZE ÇOK YAKINMIŞSaat 13.00’de dönüşe başladık. Ben grup liderinin hemen ardından yürüyordum. Önü-müzde 5-6 kişilik bir grup vardı. Birden bir koşuşturma oldu. Yanlarına vardığımızda bir arkadaşın yerde uzanmış yattığını ve diğer arkadaşların müdahale etmeye çalıştıkla-rını gördüm. Önce sara nöbeti geçirdiğini zannettim. Arkadaşlar kalp masajı ve suni teneffüs yapmaya başladılar. Bu esnada bir

grup arkadaş da telefonla acil yardım için ilgili yerleri aramaya başladılar. Yaklaşık yarım saatlik çaba sonuç vermedi. Arka-daşımız kalp krizi geçirmiş ve gözümüzün önünde ruhunu teslim etmişti. Hepimiz büyük bir şok yaşamıştık.. Bir şey yapama-mak çok üzücüydü. Arkadaşlar ulaşabildik-leri her yerden yardım istediler. Helikopter-le müdahale edilmesi gerekiyordu. Tam iki saat yardımın gelmesini bekledik. En son verilen cevap şuydu: Hayati belirti yoksa helikopter gönderemeyiz. Kendi imkanları-nızla dağdan indirin…

Page 95: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 201392 93

Yapılacak bir şey yoktu. Arkadaşımızı aşa-ğıya biz kendi imkanlarımızla indirecektik. Hepimiz hem yorgunduk hem de kendi yü-kümüz vardı. Üstelik bu beklenmeyen üzücü hadise hepimizin moralini alt üst etmişti. Köylülere haber verildi, cenazeyi sarmak için ip ve battaniye getirdiler. Batonların da yardımıyla sal yapıldı ve arkadaşımızı sala yerleştirdik. Battaniyeye sarıp iple sıkı sıkıya bağladık. Bu halimizle ve psikolojimiz-le arkadaşımızı bizim aşağıya indirmemiz çok zordu. Köyden gelen bir grup genç Salı omuzladılar. Hepimiz çok üzgündük. Bu tür

programlarda dönüşler genelde neşeli olur. Grupta zorlu bir işi başarmış olmanın sevinci vardır. Ancak bu sefer öyle değildi. Üstü-müze çantalarımızın ve yorgunluğumuzdan başka ‘’ölüm gerçeği’’nin ağırlığı çökmüştü. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Birlik-te yola çıktığımız, beraber yürüdüğümüz, kahvaltı ettiğimiz, birlikte yorulup birlikte soluklandığımız bir arkadaşımız artık nefes alıp vermiyordu. Sabahın erken vaktinden öğleye kadar bu dik yokuşu tırmanan beden artık kendini taşımıyordu. Ölüm en yakını-mızdan birini alıp gitmişti. Yani ölüm bize bu

kadar yakındı. Bedenimizin fiziksel sınırlarını zorladığımız bir spor olan dağ tırmanışında bile bizimle berabermiş…Köylü gençler cenazeyi nöbetleşe taşıya-rak önümüzden giderken bizler bir yandan yorgunluk ve diğer yandan yaşadığımız ha-disenin üzüntüsü içersinde mola vermeden aşağıya indik. Üç civarında başladığımız ini-şi akşam 7.30 civarında tamamladık. İnişte ilkyardım ekibi cenazeyi teslim aldı. Kısa bir moladan sonra otobüse binerek yola koyul-duk. Bu kadar yorgunluktan sonra otobüse biner binmez derin bir uykuya daldım.

Page 96: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis94

İŞ VE MESLEK AHLAKI

Mahmut ArslanSiyasal Kitabevi

Kalkınmanın motoru olan girişimci, yaratıcı ve eğitimli iş gücü bir ekonomide faiz oranları kadar önemli bir ekonomik göstergedir. İş ahlâkına sahip olmayan gi-rişimciler, kamu yöneticileri ve firmalar topluma yarar-dan çok zarar vereceklerdir. Bu kitabın amacı iyi niyetle iş ahlakına sahip çıkmaya çalışanlara neler yapılması gerektiği konusunda yol göstermekten ibarettir. Dolayısıyla kitap sadece işletmecilik öğrencileri için değil, konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgilenen herkes için yazılmıştır. Bu bağlam-da kitabın özel ve kamu kesimindeki yöneticilere de yararlı olacaktır

OSMANLI SULTANLARI ALBÜMÜ

Mustafa ArmağanTimaş Yayınları Kurdukları imparatorluk 600 yıl boyunca dünyaya hükmet-ti; savaş meydanlarına ve nice kitapların sayfalarına hükme-den dilleri neredeyse unutul-du; inşa ettikleri her binaya attıkları imzaları/tuğraları kitâbelerden söküldü, ama bugün üzerine onlarca dev-letin kurulduğu topraklarda kendilerini hatırlatacak hayır eserleri inşa ettiler çünkü onlar gönülleri fethetmenin, mekânı ele geçirmekten daha kalıcı bir yatırım olduğunu biliyorlardı. Birçok esere imza atan Mustafa Armağan, Osmanlı Tarihi’nin özeti sayı-labilecek Osmanlı Sultanları Albümü adlı çalışmasıyla tüm Osmanlı Padişahlarının hayat hikâyelerini resimleriyle bir-likte okuyucularına sunuyor.

MESLEK ETİĞİ

Hüseyin Ali KutluNobel Yayın Dağıtım / Meslek Dizisi

İlk insandan günümüze savaşlar, cinayetler, hırsızlık-lar, istismarlar, yolsuzluklar, rüşvetler bitmedi ve bitme-yecek. Tüm bunların sebebi olan insanların ıslahı ancak temel insani değerler ve ah-laki kuralların yaygınlaştırıl-ması ve hukuki yaptırımların desteği ile mümkün ola-caktır. İnsanlık nüfusunun hızlı artışı, eskiye oranla çok daha karmaşık iş ilişkileri ve ekonomik yapı, insanların ahlaki değerlere daha çok ihtiyaç duymasına neden olmaktadır. İnsanlar mal ve hizmet aldıkları işletmelere güvenmek ister. Bu güvenin tesisi, meslek icra edenlerin etik değerlere bağlı davra-nışlarıyla mümkün olacaktır.

ETİK AHLAK FELSEFESİ

Doğan ÖzlemSay Yayınları

Etik -Ahlak Felsefesi- kita-bının ilk üç bölümü "Etiğin Konumu ve Temel Problem-leri", "Başat Sayılan Prob-lemlere Göre Etik Tipleri" ve "Eleştirel Etik" bölüm-lerinden oluşuyor. "Etik Üzerine Değerlendirmeler" adlı son bölümde ise bizzat bir felsefe disiplini olarak etiğin neliği ve olabilirliği tarihselci/hermeneutik bakış açısıyla irdelenip eleştiriliyor ve her etiğin bir ahlak, her ahlakın bir etik içerdiği, bir evrensel ahlakın olanağını ortadan kaldıranın tam da bu olgu olduğu ileri sürülü-yor. Doğan Özlemin Refe-rans Kitaplar dizisinde yer alan Etik -Ahlak Felsefesi- kitabı güncelliğini korumaya devam ediyor.

TÜRK- İSLAM MEDENİYETİNDE AHİLİK VE FÜTÜVVET- NAMELERİN YERİ

Mehmet ŞekerÖtüken YayınlarıTürk-İslâm tarihinin XIII. ve XIV. yüz-yıllarında daha çok Anadolu’da görülen Ahîlik, aslında İslâm medeniyetinin temel unsurlarını bünyesine almış bir Türk kurumu olarak kabul edilmiştir. Bu haliyle Ahîliğin el kitaplarından sayılan ve

ahîlerin âdeta başucu kitabı olarak benim-setip okuyageldikleri Fütüvvet-nâmeler de Arapça, Farsça ve Türkçede olmak üzere farklı dillerde kaleme alınmışlardır. İşte bu sebeple biz de Fütüvvet- nâmeleri tanımayı ve tanıtmayı, kültür kodlarımız arasına onlardan yaralı bilgiler katmayı gerekli görerek bu eserimizde XV. yüz-yılda kaleme alındığı bilinen Şeyh Seyyid Hüseyin el-Gaybînin Fütüvvet- nâmesini okuyucu ile buluşturmayı hedefledik.

KİTAPLIK

Page 97: Mmg dergi sayi 72

Temmuz - Ağustos 2013 95

GIDA 2013 WORLDFOOD İSTANBUL 21.Uluslararası Gıda Ürünleri ve Teknolojileri FuarıSektör: GıdaŞehir: İstanbul, İFMFuar Tarihleri: 05.09.2013 – 08.09.2013Web: www.ite-turkey.com

AET 2013 Enerji, Finasman, Yatırım, Danışmanlık FuarıSektör: EğitimŞehir: İstanbul, Lütfi KırdarFuar Tarihleri: 11.09.2013 – 12.09.2013Web: www.istanbulrestate.com

ÇUKUROVA TEKNOLOJİ 5. Üretim Teknoloji FuarıSektör: Makine ve TeknikŞehir: AdanaFuar Tarihleri: 12.09.2013 – 15.09.2013Web: www.tuyap.com.tr

GREEN BUILDING 2013 Çevre Dostu Yaşam ve Çalışma Alanları FuarıSektör: Yapı İnşaatŞehir: İstanbul, İFMFuar Tarihleri: 12.09.2013 – 15.09.2013Web: www.cnrexpo.com

TURKEYBUILD İZMİR 2013 19. Yapı, İnşaat Malzemeleri ve Teknolojileri FuarıSektör: Yapı İnşaatŞehir: İzmir, İFCFuar Tarihleri: 03.10.2013 – 06.10.2013Web: www.yemfuar.com

TÜHEFSO 2013 4. Türk Havacılık Endüstri ForumuSektör: HavacılıkŞehir: İstanbul, İFMFuar Tarihleri: 09.10.2013 – 11.10.2013Web: www.tuhefso.com

Page 98: Mmg dergi sayi 72

Mimar ve Mühendis96

ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER

Page 99: Mmg dergi sayi 72
Page 100: Mmg dergi sayi 72

Binlerce yıllık Kültürel Mirasımız olan eserleri geleceğe taşıyoruz

Kariye Müzesi Restorasyonu

Evliya Çelebi Mah. Kıblelizade Sok. Tepe Han. No:1/12 Beyoğlu / İSTANBULT: 0212 251 43 01 F: 0212 292 15 82 M: [email protected]