52
2010 Yaz / Sayı: 2 İletişim ISSN 1309-6389

Modafen İletişim - Sayı 2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Modafen İletişim - Sayı 2

Citation preview

Page 1: Modafen İletişim - Sayı 2

2010 Yaz / Sayı: 2 İletişim

ISSN

130

9-63

89

Page 2: Modafen İletişim - Sayı 2
Page 3: Modafen İletişim - Sayı 2

Sevgili Okurlarımız,Modafen İletişim’in ikinci sayısını, bu yıl Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un onuruna, Modafenlilerin bu şehirdeki anıları, hayalleri ve yaşamları etrafında kurgu-lamayı uygun bulduk.

Şehirler de aynı insanlar gibi yaşayan bir oluş; enerjisi, karakteri ve sizlere söylemek istedikleri olan birer oluşum. Bizlerle yaşayıp, bizlerle gelişiyor, biz değiştikçe değişi-yorlar. Şehirden ayrılan her birey ile onlar da kendisinden bir parça kaybediyorlar. Onları dikkatlice dinleyecek birine rastladıklarında aslında fısıldayacakları o kadar çok hikaye, o kadar geniş bir tarihçeleri var ki...

Hele İstanbul, herkeste farklı titreşim uyandıran bir şehir. İstanbul’u düşünmek ba-zılarımızda saklı anıları açığa çıkarırken, bazılarımızın sırtındaki yükleri hafifletiyor. Her şeyden bağımsız baktığımızda bile İstanbul’u özel kılan, belki konumunun, belki geçmişinin, kim bilir belki de yıldızların etkisi ile onu kalplerde ayrı bir yere oturtan bir güç var sanki.

Ne var ki içinde yaşadığımız bu şehre dair bilmediğimiz nice detay var. Biz de son sınıf öğrencilerimiz ile bu şehri daha yakından tanımak amacıyla Taksim’de başlayıp Fener Rum Patrikhanesi’nde son bulan bir gezi düzenledik. Gezinin başlangıç noktası olan Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nın 84 ton ağırlığında olduğunu ve sadece 23 günde monte edildiğini biliyor muydunuz? Peki Çiçek Pasajı’nın 1870 Beyoğlu yangını sonrası Hristaki Zografos Efendi tarafından satın alınmış 24 dükkân, 18 lüks daireden oluşan bir bina olduğunu... Yapılar ne kadar değişirse değişsin, etkileyici bir enerjiye sahip mekanlar bu enerjilerini nesilden nesile aktarabiliyor bence. Şimdilerde dükkânlardan çok bar ve meyhaneleri ile her yaştan insanı doyurması ve eğlendirmesinin yanı sıra turistik mekanlar arasında da en baş sıralarda yer almakta Çiçek Pasajı.

Her yıl milyonlarca turist çeken İstanbul, farklı kültürleri harmanlayarak birçok dini liderin ve mabedin sığınağı olmuş, Süleymaniye ve Ayasofya’yı aynı sınırlar içinde ba-rındırabilmiştir. Ayrıca en başında İstanbul’un merkezinde yer alan dev ölçütte bir dükkânlar labirenti olan Kapalı Çarşı gelmek üzere, gerek alışveriş merkezleri gerek butik mağazaları ile bir ticaret odağıdır. Bunların yanı sıra yılın her günü farklı kültür, sanat, eğlence olanakları sunan İstanbul; Avrupa ve Asya gibi iki büyük kıtayı birbirine bağlayan ve özellikle de bu açıdan dünyada eşi olmayan bir şehir.

Biz de İstanbul’dan esinlenerek Modafen’de bir araya getirdiğimiz uçlardan, buluştur-duğumuz noktalardan bahsettik bu sayımızda. Spor ile felsefeyi birleştiren karate eği-timimizi, www.modafen.com.tr ile kurduğumuz iletişim köprülerini ve iki farklı neslin gözünden içinde yaşadığımız şehri anlattığımız bir sayı hazırladık sizlere.

Okurken hem İstanbul’dan hem Modafen’den hem de kendinizden bir parça bulma-nız dileği ile...

Bade Ceyda Kırali-Kanberoğlu

12010YAZ

Page 4: Modafen İletişim - Sayı 2

İçindekiler

Modafen’in ilk yurt dışı gezisini hatırlayacaksınız. 2009 Yılı ocak ayında Belçika ve Hollanda’nın tarihi ve kültürel

merkezlerini gezmiştik. Seyahat etmenin insanları yakınlaş-tırdığı yadsınamaz bir gerçek. Buna bir de değişik ülkelerin kültürlerini tecrübe etme ve bu kültürler içinde kendini daha derinden tanıma fırsatını da ekleyince okulca yabancı ülkele-re seyahat etmenin eğitim açısından önemi aşikar olacaktır. Bütün bu sebeplerden dolayı Modafen yurt dışı gezilerimizi gelenekselleştirmek yolundaki 2. yurt dışı gezimizi geçtiği-miz nisan ayında düzenledik. Özel uçak ve 4 yıldızlı Hesperia Presidente Otel’inde konaklama şeklinde Nova Turizm’in katkıları ile Fransızca öğretmenimiz Zeliha Süt tarafından organize edilen gezimiz 01-05 Nisan 2010 tarihleri arasında; öğrencilerimiz, velilerimiz ve öğretmenlerimiz katılımı ile de-neyimli rehberler eşliğinde gerçekleşti.

Dilerseniz Barselona’yı, Fransızca Öğretmenimizin Zeliha Süt’ten dinleyelim:

“Barselona İspanya’nın Katalunya özerk bölgesinin başkenti-dir. Gaudi’nin başını çektiği modernizm akımıyla planlanmış, 1900’lerden kalma ızgara planlı modern bölümü ile ilgi çeken bir şehirdir. Yaygın dil Katalancadır.

Barselonalılar kendilerini önce Katalan olarak kabul eder, İspanya’yı bir ülke olarak değil de eyaletlerden oluşan bir

Katalunya’nın Başkenti:

Bir Modern Sanat Rüyasıbirlik olarak görmeyi tercih ederler. Onlar size İspanya kurulmadan önce Katalunya’nın var olduğundan, kendi mut-faklarının, dillerinin, bayraklarının ve kültürlerinin farklı ol-duğundan söz edeceklerdir. Madrid’den daha kozmopolit, İspanya’dan daha Avrupai olduklarını ifade edeceklerdir. Ger-çekten de Barselona’nın geçmişinin İspanya’dan daha eski olması ilginçtir. 9. Yüzyılda Katalan bir asilzade aile tarafından kurulmuştur.

Kentin simgesi Sagrada Familia Kilisesi’nin yapımına 1882 yılında Mimar Villar başlamıştır. Bir yıl sonra Mimar Antoni Gaudi görevi devralmıştır. Gaudi’nin ömrü ancak kilisenin ön cephesi ve planlanan on sekiz kuleden sekizini tamamlamaya yettiği için Gotik tarzın örneği olan ünlü kilise hâlâ tamamla-namamıştır ve “Bitmeyen Kilise” olarak da binilir.

Templo de la Sagrada Familia (Kutsal Aile Kilise-si) Katalan Hükümet Konağı’na bakan bulvarda yer alır ve Barselona’nın en tanınmış sembolüdür. Yapımına 1882 yılın-da, Villar tarafından Neo-Gotik üslüpta tasarlanarak başlan-mış fakat Villar’ın gözden düşmesi üzerine 1883 yılında bu işle 31 yaşındaki Antoni Gaudi görevlendirilmiştir. Ölümüne kadar bu binanın yapına devam etmişse de Gaudi, Sagrade la Familia Kilisesi’nin sadece (Kripta, apsis duvarları bir gi-riş ve bir kule) ön cephesini yapabilmiştir. Yapının inşasına Gaudi’nin ölümünden sonra, günümüzde de devam edilmek-

4MODAFEN

İLETİŞİM

tedir. Modernist üsluplu yapı, diğer aynı üsluplu yapılardan Barselona’nın kültür zenginliğinin de etkisi ile farklılıklar gösterir. Bu farklılığın sebebi, kentin Gotik, İslam, Rönesans, Romanesk ve Bizans üsluplarını bir arada taşıyor olmasıdır. Yapının Modernist üsluplu süslemesinde kullanılan cam ve tuğla (demir ve çelik de Modernist üslupta süslemede kulla-nılmaktadır) tamamen Gaudi tarafından tasarlanmış ve yer-leştirilmiştir.

Antoni Gaudi i Cornet, İspanya’da Art Nouveau (Yeni Sanat) akımının öncüsü ve Barselona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. 25 Haziran 1852’de Katalunya’nın Reus kentinde doğmuştur. Bir bakır ustasının oğludur. 1869’da başladığı mimari eğitimi, askerlik hizmeti ve çeşitli nedenlerle uzayarak sekiz yıl sürmüştür. 1878’de eğitimini ta-mamladığı Barselona kenti, tüm sanatsal etkinliklerinin mer-kezi olmuş ve kişiliğinin gelişiminde büyük yer tutmuştur. İlk önemli eseri, Vicens ailesi için 1883-1888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık evdir. Daha sonra Eu-sebi Güell adlı sanayici ile güçlü bir ilişki kurarak bu aile için yaptığı eserlerle Barselona’da prestij edinmiştir.

En ünlü eseri ise hayatını adadığı La Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi 1883’de bu projeyi üzerine aldıktan sonra zamanının çoğunu bu esere ayırmış, 1908’de başka proje al-mayı tamamen bırakmış ve 1926’da ölümüne kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraşmıştır. Gaudi, tüm mimari bilgisi-ni karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yüzyıl katedrali ya-ratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmamış, stüdyosunu da inşaata taşımıştı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldüğünde La Sagrada Familia’ya gömülmüştür.

La Ramblas Caddesi, şehrin en popüler caddesidir. Ka-feleri, müzeleri, alışveriş merkezleri, sokak müzisyenleri ve akrobatları ile çok hareketli bir caddedir.

Bu cadde Akdeniz’in en hareketli limanı olan Barcelona Limanı’na çıkar. Bu limana yılda 700.000’den fazla gemi uğ-radığı söylenir. Limana çıkan ana yollarından biri, ünlü kaşif Christopher Columbus’un heykeline gider.

Christopher Columbus Heykeli Limanın hemen ya-nında yüzünü Akdeniz’e çevirmiş sizi beklemektedir.

Kristof Kolomb, Cenovalı denizci ve kaşiftir. 1492’de Atlantik Okyanusu’nu aşarak Kuzey Amerika’ya ulaşmıştır. İskandinav Vikinglerinin yüzlerce yıl önce Amerika’ya ulaşmış olduğu tarihsel belgelerle kanıtlanmış olmasına rağmen, Kristof Ko-lumb Amerika’nın kaşifi olarak değerlendirilir. 1492’den ön-ceki dönem Kolomb öncesi olarak bilinir. Gelişen devletler, yeni ticaret yolları ve koloniler arıyorlardı. İngiltere, İzlanda ve Grönland gibi birkaç deniz yolculuğu deneyiminden son-ra harita çizimine çok meraklı olan Kolomb, batıya giderek Hindistan’a ulaşabileceğine kendini inandırdı ve destek ara-maya koyuldu. Uzun başvurulardan sonra desteği, İspanya Kraliçesi Isabella’dan alabildi. Kraliçe Kolomb’a yardım ede-ceğini bildirerek ona amiral ünvanı, gemiler ve para verdi.

Bundan dolayı, Kolomb bu yolculuğa İspanya bayrağı altın-da çıkmış, Amerika kıtasına ulaşmış; ancak keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmüştür. Yeni kıtaysa adını aynı dönemde yaşamış, 1497 ya da 1499’da Güney Amerika’ya ulaşmış olan Amerigo Vespucci adında bir İtal-yandan almıştır.

Yemekler konusunda Akdeniz mutfağına yakın olan Türkler Barselona’da yabancılık çekmeyecektir. İspanyolca’da tapas deni-len atıştırmalıklar, zeytinyağı, peynir, patates, jambon, sosis, balık ve sebzelerle hazırlanır ve geleneksel bir mezedir. Barcelona’dan balık ve meşhur “poella”yı tatmadan gitmek de olmaz.

Kata

luny

a’nı

n Ba

şken

ti: B

ir M

oder

n Sa

nat

Rüya

520�0YAZ

4

Katalunya’nın Başkenti: Bir Modern Sanat RüyasıModafen 2. yurtdışı gezisinde kendini renklerin ve mimarinin eğlenceli büyüsüne kaptırıyor.

Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem.

8MODAFENİLETİŞİM

Herkese Merhaba,

Benim ismim Harun Arman, geçtiğimiz günlerde bir iş gezisi için Antalya’da iken telefonum çaldı, arayan Modafen’den Aslı Anak’dı. Modafen’in hayatımdaki yerini anlatan bir yazı kale-me almamı istiyordu. Bu telefon konuşması beni hayatımda en mutlu eden telefon konuşmalarından biri oldu. Telefonu kapattıktan sonra biraz eski günlere, son zamanların moda deyimiyle hayatımın kırılma noktası olan 1996 yılına gittim. O yıl Lise 2. sınıfa geçmiştim ve denizi çok sevdiğimden (neye güvendiğimi çok da iyi bilmeden) kaptan olma hayali ile fen sınıfını seçmiştim. O yıllarda sportif hayatım devam ediyor, Galatasaray Yelken Şubesi adına rüzgar sörfünde milli takım-lar seviyesinde yarışıyordum. Yine bir yarış için 10 gün kadar okula gidememiştim, dünüşümde ise sınav haftasıydı. Sonuç mu? Bir öğrenci Türkçe dahil bütün derslerin sınavlarından “0” alma başarısını gösterebilir mi?

Cevabı tahmin edebiliyorum; ama ben bunu başarmıştım. Sı-nıfın açık ara en başarısız öğrencisiydim. Bu başarısızlık spor yaşantıma da yansımıştı ve adeta dibe vurduğum bir döneme girmiştim. O günlerde aynı zamanda lisede sınıf arkadaşım olan sevgili dostum Oytun Elmacı’ya durumumdan bahse-dip yardım istemiştim. Kendisi de beni daha sonra hayatımı değiştirecek olan çok sevdiğim ağabeyim, Modafen’in de-

A t

ipi b

aşar

ı öyk

üsü

ğerli kurucusu Fatih Kanberoğlu ile tanıştırdı. Fatih Ağabey muhteşem ders anlatım tekniğinin yanında, hayata bakış açısı ile adeta ufkumu açtı, vizyonumu genişletti. Sınıfın açık ara en başarısız öğrencisi olan ben bir anda herkesi şaşırtacak derecede bir gelişme gösterek sınıfın en başarılı öğrencileri arasına girdim. 1998 senesinde girdiğim Üniversite sınavının ilk aşamasında tüm matematik sorularını doğru yaparak ken-dimin bile inanamadığı bir sonuç aldım. Daha sonra girdiğim ikinci aşamanın sonucunda ise en büyük hayallerimden biri olan İTÜ Gemi İnşaat Mühendisliği’ne girdim. 2002 yılında başarılı bir derece ile mezun olduğum okuldan sonra aynı yıl Total Oil Türkiye’de çalışmaya başladım ve 2005 yılından bu yana aynı şirkette bölge satış müdürü olarak görev yapmak-tayım. Sörf hayatım da üniversite eğitimim boyunca eğitmen olarak devam etti. Halen amatör olarak yarışlara katılıyo-rum.

Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem oldu diye düşünüyorum. Sevgili Fatih Ağabey ve tüm Modafen kadrosu iyi ki varsınız, hepinize her şey için tekrar çok teşekkür ederim.

Harun Arman

920�0YAZ

8

A Tipi Başarı ÖyküsüHarun Arman“Beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüştüm.”

www.modafen.com.tr web sitemiz ile Modafen İlköğretim Okulu’nun kapılarını dünyaya açtık. Rüzgarı arkamıza aldık, rotamız daima ileri. Bilgi ve teknoloji çağında Modafen İlköğ-retim Okulu ile güvertede yer almak isteyenler bizimle oku-yacak, bizimle öğrenecek, bizimle yelken açacaklar geleceğe.

Şimdiye kadar reklam veya pazarlama ile kendi tanıtımını yapmayan Modafen Eğitim Kurumları’nın bilinirliği, hakkında çıkan olumlu haberler, açıldığı ilk yılından beri sergilediği sı-nav başarıları, yapıcı PR, ama hepsinden önemlisi öğrenci, veli ve bilinçli eğitmenlerin güvenilir tavsiyeleri ile bileşip artış gösteriyor. Modafen’in seçici ve dengeli yaklaşımlar ile pro-jelendirilen kayıt statejisi, sadece akademik açıdan başarılı öğrencileri değil, aynı zamanda sosyal gelişime önem veren, duygusal zekası yüksek ve sorumluluk sahibi çocukları bira-raya getirmeyi hedefliyor.

Resim 1 - (web sitesinden Hakkımızda bölümü)

Hızlı bir gelişim bekliyor çocuklarımızı. Zaman rüzgar gibi hızla esip geçerken, ufak adımlarla büyük hedeflere ulaşacağız beraber çıktığımız bu yolculukta... Okulumuz 4. senesine adım atarken, herkese eğitim felsefemiz, öğrencilerimiz ve bizi biz yapan değerlerimiz ile tanışma fırsatını vermek istedik. Her değer bir anlam ifade ediyor Modafen Ailesi’nde. Örneğin; okulumuzun sembolü haline gelen “Kontrol İşareti”

Resim 2 - (web sitesinden Kontrol işaretinin Hikayesi)

İçeriği kadar tasarımı üzerinde de büyük özen gösterdiğimiz www.modafen.com.tr adresini ziyaret ettiğinizde teknoloji-nin eşliğinde Modafenli olmanın ayrıcalığını hissedeceksiniz.

Web sitemizi kurgulamakta ve hayata geçirmekte büyük rol oynayan takım arkadaşımız PrimeArt, online ve dijital ka-nalları kullanarak şirket ve kurumların pazarlama ve ticaret faaliyetlerine yardım eden bir tasarım ve yazılım firması. Bu firmanın ortaklarından olan Burçin Kalkan’a sorduk:

Bilgi DenizineYelken Açtık…

www.modafen.com.tr

�0MODAFENİLETİŞİM

ww

w.m

odaf

en.c

om.tr

Resim 1

Resim 2

Resim 3

��20�0YAZ

10

Bilgi Denizine Yelken Açtıkwww.modafen.com.tr ile Modafen dünyaya kapılarını açtı

1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor?

1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor?

İnsan hayatında unutulmaz anlar vardır. Yaşanır, geçer, mut-lu eder ve biter ama asla unutulmaz. İlk okuma ve yazma

anı da bu anlardan biridir. Öğretmenlik mesleğinin en önemli gün dönümü, öğrencinin defterine kalemi ile ilk busesidir.

Ve ilk cemre düşer önce sınıfa, ardından 1.sınıf öğrencileri-nin küçük ve sevimli yüzlerine. Güneş bir başka ısıtır, rüzgar bir başka eser. O gün iple çekilmiş, sabır ile beklenmiştir ve özlem bitmiştir artık. İyi arkadaşlıklar kurulmaya başlanmış ve okumanın, okuduğunu anlamanın gururu sarmıştır dört bir yanı. Tüm öğrenciler bir tohumken fidan tutmuş ve ye-şermiştir.

Bu bakış ile 1.sınıf öğrencilerimizden Azra: “Beni mutlu edi-yor okulum. Her gün severek geliyorum. Okumak, harfleri öğrenmek beni eğlendiriyor,” diyor dili döndüğünce.

Berkay çok şanslı olduğunu söylüyor. Şanslı olmasını anne ve babasının onun eğitimi için iyi bir tercihte bulunmasına bağlıyor.

Rana: “İyi ki bu okuldayım. Arkadaş-larımı, öğretmenlerimi ve derslerini çok seviyorum. Okumak ve yazmak beni heyecanlandırıyor.” diyor.

Ahmet Mert: “Ben Fatih Ağa-bey’in akrabasıyım. Annem Fatih Ağabey’inin okuluna gideceksin dediğinde sevinmiştim. Şimdi

hem öğretmenlerim hem arkadaşlarım çok mutlu olmamı sağlıyor.” dedi.

Zeynep Silistre: “Okulumu seviyorum. Okulumda piyona ça-labiliyorum. Şarkı söyleyebiliyorum.” dedi, “Okumak ve yaz-mak çok güzel.”.

Ege: “İlk başlarda biraz korkmuştum. Annem de her zaman yanımda olsun istiyordum. Bazen ağladığım da oldu ama şim-di o günler geride kaldı. Aklıma geldikçe şimdi gülüyorum.”.

İkinci dönemin hemen başında Modafenli olan Tuna ise “An-nem ile babam bana gerçekten değer verileceğine inandıkları bir okuI arıyorlardı ve bu okul bize kapı komşusu kadar ya-kınmış.” diyerek bizim eğitim - öğretim ile ilgili samimi duy-gularımızı yansıtıyor.

Okulumuzun sarı civcivi Zeynep Ece: “Ağabeyim bu okulda öğrenci. Annem ve babam okulu iyi tanıyorlar. Ben de bu yüz-den Modafen’e geldim. Başlarda çok korkmuştum; ama şimdi gerçekten çok mutluyum.” diyerek Modafenli olma hikayele-

rinin nasıl başladığını bizlere anlattılar.

Hepsi geleceğimizin mimarı olacak çocuklar... Hedefimiz A tipi öğrencileri ülkemizin

çağdaş Türkiye yapısına da-hil etmek.

Sınıf Öğretmeni Yener Demirağ

�320�0YAZ

13

1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor“Hepsi geleceğimizin mimarı olacak çocuklar...”

“Siluet aynı siluet,” diyor Cem Yılmaz, “Kimisi o siluete bakar, Yahya Kemal olur; kimisi de, Ulan İstanbul sen mi büyüksün, ben mi... Ananı belleye-ceğim senin, der.”

Herkesin İstanbul’dan anladığı, İstanbul’a bakışı farklı.

İstanbul biraz da bu. Hep davetkâr, geçkince ama hâlâ cilveli bir kadın. Ojeleri dökülmüş. Karşısına kim çıkarsa çıksın, kendine bağlar. Öldürür bile adamı, açlıktan öldürür. Yalnızlıktan öldürür, tutkudan öldürür.

eğer sen yine İstanbul’sanyanılmıyorsamkoltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim....satır satır okumak istediğim....ulan yine sen kazandın İstanbulsen kazandın ben yenildim.Attila İlhanİstanbul Ağrısı

Benim İstanbul’um Üç İstanbul (Mithat Cemal Kuntay’ın aynı adı taşıyan romanına mı özendim, nedir, bıraksalar roman yaza-cağım valla!).

1. İstanbul: Çocukluğumun İstanbul’uÇocukluğum, denizin, Bağdat Caddesi’nin, demiryolunun ve sahile açılan Yazmacı Tahir Sokak’ın birbirine en yakın olduğu noktada geçti (Teğet dersem Fatih Ağabey’den bir aferin alır mıyım?).

Doğduğum ev, sokağa adını veren Yazmacı Tahir Efendi’nin eviy-miş. Tahir Efendi, yazma -tülbent- yapar, boyarmış onları. Deniz suyunda bekletilince boya çıkmazmış bir daha. Ev o ev. Babamla evden çıkar, el ele Mendirek’e giderdik, tekneyi alıp bizim is-keleye yanaşmak için. Şimdi Deniz Otobüsü İskelesi’nin olduğu yerdeydi mendirek. Babam ben 10 yaşındayken öldüğüne göre, çok küçükmüşüm. Yine o mendirek seferlerimizden birinde an-latıyor da anlatıyorum. Babam çok sakin, duru bir adam. “Cool”. Baba, dedim, durakladım, sen beni dinlemiyor musun? Yoo, dedi, dinlemiyorum. Güldük. Sustum. Parke taşlar, ağaçlık, yemyeşil bir yol. Sonra deniz. Kırmızı teknemiz. Bizim iskele. Annemleri alıp denize açılıyoruz.

2. İstanbul: Gençlik ZamanıAnnem, ablam, ben kalıyoruz. Azalıyoruz ve azalınca daha da hızlı büyüyor insan.

Annem beni Beyazıt Kütüphanesi’ne götürüyor. Sahaflar Çarşı-sı’na. Yerler gene parke taş. Tahta iskemleli kahve (Sonra plas-tik beyaz sandalyeler her yeri kaplayacak, zeytinyağının yerini alan margarinler gibi). Tepemizde kocaman çınar ağacı. İstanbul Üniversitesi’nin dev kapısını solumuza alıp Süleymaniye’ye gidi-yoruz. Annemin o üniversiteyi bitirdiğini öğreniyorum o gün.

Kapalıçarşı. Kumaşçılar. Minicik mavi taşlı iki yüzük; ablama, bana. Bir çift altın küpecik. Onlar sadece bana (Hâlâ duruyor bende, torunuma vereceğim!).

Yeni Camii, yan tarafta Mısır Çarşısı, içinde Malatya Pazarı. Şu-besi yok o zaman. Neler alıyoruz. Şıra sucuğunu öğreniyorum annemden. Bayılıyorum.

Sonra hep gidiyoruz, hep. Kahvaltılıkçımız oluyor, kahvelerimiz. Sonra Kadıköy; Khalkedon. Hacıbekir, 6 Lira’ya profiterol. Badem ezmesi, en pahalısı en az şekerlisi. Baylan, kup griye. Balıkçılar Çarşısı’nda boza-şıra içiyoruz. Kocaman mermer bir küpte boza.

Vapurdan inip arabaya binince hep midem bulanıyor. Beyoğlu’na gidiyoruz. Beyoğlu’nun eski halini anlatıyor annem. İnci Profite-rol. Nazım Hikmet’in gözünün önünde kelepçelenerek götürü-lüşünü anlatıyor.

Ben büyüyorum ya, İstanbul on kat büyüyor. Bu seferlerde anlı-yorum: O çok büyük.

Asmalı seni İstanbulAyaklarından birine asma köprününKesmeli seni İstanbulCan Yücel

16 yaşımda San Fransisco’ya gidiyorum. Hani İstanbul’a benze-tirler ya, Golden Gate köprüsü, Alkadraz Adası, tepeler filan, halt etmişler. Okyanus, gri, dev dalgalar, tüm yaz sis, nüfus 1.5 milyon.

İçinden su geçen şehirler güzeldir. Budapeşte, Viyana. Ya içinden deniz geçen şehir? Bir tek İstanbul!

3.İstanbul: Yağmur’la GelenYokluğun bir ürpertiydi. Varlığın da. Sensiz olmazdı, olamazdık, eksik-tik. Adlardan ad beğeniyorduk sana. Birden işte o hışırtıyla birlikte, o

Yağmur’la Gelen İstanbul

�4MODAFENİLETİŞİM

Yağm

ur’la

Gel

en İs

tanb

ul

büyük sağnakla birlikte gelişini haber verdin. Kendin getirdin adını. Yağmurumuzdun. Kendindin. (Zeki Coşkun, Ay Olsun Aynam. Ye-niyaz Yayıncılık 2004)

***

Yağmur üç yaşındayken Topkapı Sarayı’na gittik ilk kez. Ardından Kapalıçarşı, minik terlikler, şapka ve cepken aldık ilk gidişte. Na-sıl dolaşıyorduk Kapalıçarşı’yı, nasıl! Yoruldun mu oğlum?

- Hayıy anne, hayıy!

Saray’da, Hazine Dairesi’nde Yağmur bir Aysel Hanım’ın, bir benim kucağımda. Çünkü boyu yetişmiyor, her küçük yazıyı okutturuyor.

Sonra yıllarca gidiyoruz. Bir keresinde Didem, piyano öğretme-ni, kocaman gerçek bir kılıç alıyor Yağmur’a. Arkeoloji Müzesi, İslam Eserleri, Süleymaniye, Mimar Sinan Türbesi, kurufasulyeci-ler, Darülziyafe, Sahaflar -paramız çıkışmayınca hokka ve tahta uçları hediye ediyorlar çarşıda, yüzükler veriliyor, minik kılıç-lar- Alman Çeşmesi’nde yüz yıkanıyor her defasında. Ahbaplar ediniyoruz. Kahvede çaya alışıyor Yağmur. Taht gibi bir koltuğu var. Esnaf tanıyor.

Çelik Gülersoy’la tanışıyor, onun masasında çay içiyor. Gülüyor da gülüyor adamcağız. “Bana ‘Çok zengin olmalısınız’ dedi, ilahi çocuk...” Kartlar, kitaplar imzalıyor Yağmur’a. Kafasında fesle do-laştığı için turistler, tuvalette çalışıyor sanıp bahşiş veriyorlar.

Önceleri Aysel Teyze ile gidiyoruz. En çok Didoş’la. Bazen arka-daşlarımızla. Bazen arkadaşlar orada bize fazla geliyor. Tüh, diyo-ruz, yalnız gelseydik. Ruhumuz, bedenimiz daha özgür olurdu, bu şehri yalnız daha güzel yaşardık. Yağmur Ayasofya’nın üst katında her işlemenin fotoğrafını çekiyor.

Tünel’deki, Beyoğlu’ndaki kiliseden dakikalarca çıkmıyor. Galata kahvelerine dadanıyoruz. Müzik dükkanlarının hepsine de girilir mi yahu? Utanmasak Tophane’de nargile de tüttüreceğiz...

***

Taksim Marmara kapanıyor. Mexican hamburgere veda. Üzülü-yoruz. Pera Marmara’da o hava yok. Eh, Taksim Gezi var. Ka-pısına kafa geçirdik bir gün, yarım saat ağladık. Üstümüze su döktük Gezi’nin bahçesinde. Söylene söylene kitap okurken. Beyoğlu’ndan dizlerimize kadar inen beyaz bir tişört aldık.

Four Seasons’a ilk gidişimiz 2 – 2,5 yaş; bebek arabasında, başın-da fes. Semih Ağabey, Yağmur için yuvarlak minik muzlu bir pasta yaptırıyor resmen. Sonra hep gidiyoruz. Açık büfe çay saatleri var. Gümüşlü pastalar, minicik kuplar, sınırsız çay, 25 TL.

Nazım Hikmet’in yıllarca yattığı Sultanahmet Cezaevi’nin Four Seasons Oteli olduğunu konuşuyoruz çayları içerken.

Yıllar sonra, çok sevdiğimiz bir ağabeyimizle Süleymaniye’yi res-torasyon sırasında gezdik. Yüz küsur metre inşaatın tepesine çıktık her yanı açık bir asansörle. Ağabey upuzun, sporcu, yakı-şıklı. Ama sen bir kork yüksekten, Yağmur’a yapış, “Aman Yağmur, düşmeyesin!”

***

En güzel İstanbul’um Yağmur’un bana öğrettiğidir. Bıkmadan de-falarca, defalarca, gözlerini kocaman açarak gezdiğidir, anlattığı-dır. Süleymaniye’de biriken islerin nasıl mürekkep yapıldığıdır.

Nasıl oldu anlamadım, Anemon’un çatısında Galata’ya bakarken bi baktım o bana anlatıyor her şeyi, kenti. Hani ben ona anlatı-yordum? Büyümüş.

ulan bunu sen de bilirsin İstanbulkaç kere yazdım kimbilirkaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken....sokaklarında Mohikanlar gibi ateşler yaktıksana taptık ulan unuttun mu sana taptıkAttila İlhanİstanbul Ağrısı

***

Böyle bir İstanbul işte.

7A Sınıfı öğrencimiz Yağmur Ali Coşkun’un annesi Ayşe COŞKUN

1520�0YAZ

14

Yağmurla Gelen İstanbulVelimiz Ayşe Coşkun’un gözünden İstanbul “Benim İstanbul’um üç İstanbul”.

Okulumuz 1. 2. ve 3. sınıflarında “Sınıf başkanına ihtiyacımız var mı? Neden? Sınıf başkanı neler yapmalı?” diye bir tar-tışma yapıldı. Sınıf başkanı olması gerektiği konusunda fikir birliğine varıldı.

Başkan olacak öğrencinin özellikleri, görev ve sorumlulukları tartışıldı. Her sınıfta ayrı ayrı “Kimler başkan olmak istiyor?” denildiğinde her öğrencimiz başkan olmak istediğini belirtti. Sadece bir öğrenci nezaketen adaylıktan çekildi. Sınıftaki tüm öğrenciler başkan olmak istiyordu, işin içinden nasıl çıkıla-caktı?

Buna nasıl bir çözüm bulunabileceği tartışıldı. Öğrencilerle sınıf başkanlığı seçimi yapma kararı alındı.

Sınıflarda önce her öğrencinin seçim aday adayı olduğu göz-lendi. Parmak kaldırarak oylamalarla ön seçim yapıldı. Adaylar belirlendikten sonra kendilerini tanıtmaları, sınıf başkanı olun-ca neler yapacaklarını anlatmaları ve ikna güçlerini kullanma-ları için bir hafta süre verildi. Seçim için sandık, mühür, zarf, oy pusulaları (1. sınıflar için renkli oy pusulaları) hazırlandı.

Seçim günü adaylar, sınıf başkanı seçildikleri taktirde ne gibi etkinliklerde bulunacaklarını, nasıl davranış sergileyeceklerini ve ne gibi değişiklikler yapacaklarını anlattılar.

Seçim konuşmalarından sonra seçmenler seçim sandığının başına giderek imza karşılığı oy kullandılar. Oy kullanımı sona erince oyların sayımına geçildi. En heyecanlı bölüm oyların

sayılma anıydı. Oylar sayılırken genelde başa baş bir çekişme oldu. Kazanmanın da kaybetmenin de olgunlukla karşılanma-sı gerektiği; çünkü bu gibi seçimlerin demokratik bir rekabet olduğu ve hayatta birçok kez karşılarına çıkacağının üzerinde duruldu. Sonuçlar açıklandı. Kazananlar teşekkür konuşması yaptı. Arkadaşları başkanları kutladı.

Hilal Peker

Bu süreci bir de 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın annesi ve babası Canan ve Bülent Yılmaz’ın ağzından dinleyelim:

Daha dün gibi ilk yaşını kutladığımız gün, sonra artık koşuyor, konuşuyor derken anaokulundan da mezun olduk, düştük okul yollarına. Her gün Çekmeköy’den Moda’ya gelmek en güzel bu ifade ile anlatılıyor. Berkay oku-lunu, öğretmenlerini, arkadaşlarını, ağa-beylerini, ablalarını o kadar çok seviyor ki okul mahalle bakkalından daha yakın geli-yor ona. Okulun en küçükleri onlar, tam 8 tane tatlı minik. Herkes üzerlerine titriyor tabi, gerçi onlar büyüdük havalarında, ana-okulunda küçüktüler, 1 yaş sonra kocaman oldular, bu kadar kolay büyümek yani.

Büyümek demek sorumluluk almak demek, ilk sorumluluk da omuzlarımızda artık, bir heyecanlıyız ki

Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım

�6MODAFENİLETİŞİM

sormayın, kolay mı sınıf başkanı olmak? Devlet başkanlığı, be-lediye başkanlığı, kulüp başkanlığı kolay işler, asıl zor olan sınıf başkanlığı. Babaanneye böyle aktarılıyor: “Babaanneciğim ben bugün sınıf başkanı seçildim; ama şımarmayacağım, arkadaşları-mı ezmeyeceğim, herkese iyi davranacağım. Öğretmen gelene kadar onlara kitap okuttururum (okuma çalışırız demek her-halde bu) ama sessiz olurlarsa oyun da oynayabilirler, konuş-mak için parmak kaldırana sırayla söz vereceğim, arkadaşları-mın sorunlarını da çözeceğim, arkadaşlarımı çok seviyorum, bana oy verdiler, buna göre davranacağım.”

Aslında heyecan seçim öncesinde başladı. Sınıfa başkan seçilecekmiş, seçilecek kişi de düzgün davra-

nan, düzgün duran birisi olacakmış, inşallah Berkay seçilirmiş. Seçim konuşmasına da yansıdı bu heyecan. Okulda arkadaşlarına beni seçin konuşmasını bitirirken “Sizi çok seviyorum, oylarınızı bekliyorum!” sloga-nını kullanmış, bu kısım anlatmayı en çok sevdiği kısım Berkay’ın, seçimi bu sözlerle kazandığı fikrinde, sevgisi karşılıklıymış de-mekmiş bu aynı zamanda. Tabi kontrol de arttı, sınıf başkanı yaramaz olmamalı, bu söylem de var; ama okulda neler oluyor

orasını karıştırmamak lazım.

Sını

f Baş

kanl

ığı S

eçim

iyle

Dem

okra

siye

İlk A

dım

Sınıf başkanı seçildiği gün evdeki herkese ilk sözü büyük bir gururla ve yüksek sesle, “Ben sınıf başkanı oldum.” oldu Berkay’ın. Aldığı tepkiler:

Babaanne: “İnşallah başbakan, cumhurbaşkanı da olur benim evladım.” peşinden nasihatlar da gelince yüz kızarık şekilde “ya babaanne ya” tepkisi tabi.

Dede: “Aferin Berkay, bu önemli bir sorumluluk, çok dikkatli olman lazım.” ve temkinli olma gerekliliği içeren ifadeler gel-di dededen.

Anne: “Aferin benim kuzucuğuma.” sonra sarılma öpme, duygusal yaklaşım, anne-oğul’un arasına girilmez.

Baba: “Aferin Berkaycığım, iyi bir ödülü hak ettin, hafta sonu kutlayalım bunu.” ödülü de kaptık tam oldu şimdi.

Kardeş: “Ebi nay nay nay” henüz konuşamıyor Derin; ama Berkay’ın mutlu olduğunu anlıyor, seviniyor; ancak bu kadar anlatabiliyor.

Tabi aynı gün kuzenlere de aktarıldı seçim sonuçları ve sınıf başkanlığı, tebriklerimiz çoğaldıkça çoğaldı.

Gururluyuz, mutluyuz, yaşasın okulumuz!

Canan ve Bülent Yılmaz 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın

annesi ve babası

�720�0YAZ

16

Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım“Sınıftaki tüm öğrenciler başkan olmak istiyordu, işin içinden nasıl çıkılacaktı?”

Şehir dışı veya yurt dışı gezilerinden İstanbul’a döndüğümde fark ediyorum ki…Zeren Liman: İstanbul’un havası, caddeleri ve sokakları bambaşka. Ben nereye gidersem gideyim İstanbul’u arıyorum. Ne kadar hüzünlü olursam İstanbul’a bakınca her şeyi unutuyorum. O an sadece İstanbul’u izliyorum, İstanbul’da huzur buluyorum.

Yağmur Ali Coşkun: İstanbul tarih dolu olmasına rağmen, bu eserler çok fazla korunmamış.

Murat Akça: Buraya çok alışmışım. Her seferinde sevdiklerimin yanına dönmek beni çok mutlu ediyor.

Cem Yiğit Kılıç: Bu şehir gibisi yok diye düşünüyorum. Hangi şehir olursa olsun İstanbul’dan daha güzeli olamaz benim gözümde.

Yankı Kurtcan: İstanbul benim evim gibi kokuyor.

�8MODAFENİLETİŞİM

Asya ve Avrupa kıtalarının ikisinin birden üzerinde yer alan şehir… İçinden deniz geçen kaç şehir daha var ki?

Denizin iki yakasında insanı büyüleyen bir doğa… Doğanın kucağında her dönemde dünyayı etkilemiş, eski uygarlıklar-dan izler…

İstanbul; çocukluğum, gençliğim, hayatım… Geçmişteki gün-lerim, gelecekteki umutlarım… Ana kucağında ilk huzurum, okula ilk başlayışım, ilk kurduğum candan dostluk, sonra ilk küsüşüm, ilk aşkım, bebeğimi ilk kucağıma alışım, mesleğe ilk adım atışım…

Çocukluğumda İstanbul’u Tarabya’sıyla, Yıldız’daki dut ağaç-larıyla, Emirgan Korusu’yla, sarayları ile tanıyordum. Büyü-dükçe bir de baktım uçsuz bucaksız bir şehir… Anadolu Hisarı, Anadolu Kavağı, Salacak, Adalar… Peki ya Moda? Siz hiç baharda Moda’ya gittiniz mi? Ama yanınızda sevgilinizle. El ele erguvan ağaçlarının yerlere de birazı dökülmüş pembe çiçekli dallarının altında yürüdünüz mü?

Ya Boğaz’ın iki kıyısındaki mahallelerin içinde amaçsızca do-laşmak… Belki küçücük, belki büyücek ama muhakkak bir bahçesi olan, kimi bakımlı, kimi bir harabe, Osmanlı’dan kal-

ma evlerin bulunduğu sokaklar… Kulağınızda da nerede çal-dığını bilmediğiniz “Türk Musikisi” ezgileriyle…

Kaçımız sevdiklerimizle birlikte Boğaz’daki salaş bir kahveye, elimizde daha o an aldığımız, kavrulmuş susam kokan çıtır çıtır simitlerle gitmedik? Yine ılık bir bahar gününde Adalar’a git-mek için bindiğimiz vapurun güvertesinden çığlık çığlığa bağı-ran beyaz martılara simit parçaları atmadık mı?

Gün geçtikçe hayat kavgası ve keşmekeş içinde birbirinden uzaklaşan insanlar, sisli, dumanlı sabahlar, kış günleri boş ve bakımsız kalan parklar, tamir için kazılan ve sonra yama ya-pılarak daha da çirkinleştirilen caddeler; her an yoğun, iç-lerinde neredeyse istiflenmiş insanların olduğu otobüs ve minibüslerin de bulunduğu trafik çilesi İstanbul’un bir başka, daha doğrusu çirkin yüzü…

Bir taraftan Ege’de sakin, doğayla bütünleşmiş, huzur içinde yaşayan insanlara imrenip onlardan biri olma isteğiyle kıvra-nırken “aman ya gerçekleşirse” korkusunu hissetme sebebim hayatımdaki vazgeçilemez İstanbul büyüsü, anılarım, umutlarım olmalı. İstanbul benim, ben İstanbul’un…

Yıldız ÇITAK

Öğrenci ve Veli gözüyle İstanbul

İstanbul denildiğinde…Zeynep İrem Danışman: Aklıma Boğaz’ın o güzel martı sesleri, sahili kaplamış balıkçılar, büyük uçaklar ve lunaparkta eğlenen çocukların çığlık sesleri geliyor.

Özlem Naz Özbek: Aklıma Kız Kulesi geliyor. Sahilde denizin karşısında simit yediğim zamanları hatırlıyorum.

İmer Gereççi: Aklıma şiirler gelir. Neden mi? Çünkü İstanbul şiirler şehridir. Gemileriyle, Boğaz’ıyla ve tarihi yerleriyle tam bir ilham kaynağıdır.

Zeren Liman: Aklıma o güzel büyüleyici görüntüsü geliyor, ona bir kez daha hayran oluyorum.

Murat Özlü: Aklıma kalabalık, çokluk, bereket geliyor.

Cem Yiğit Kılıç: Aklıma ilk gelen kültürel bir başkent olması.

1920�0YAZ

2010 yılı İlkbahar dönemi itibarıyla Modafen İlköğretim’de yeni bir seçmeli İngilizce dersi okul programına dahil oldu. Okulda İngilizce bilgileri ilköğretim müfredatından daha ileri seviyede olan öğrenciler için özel olarak tasarlanan bu ders-te çocuklarımız dilbilgisi öğrenmek yerine dilbilgisi kuralları çerçevesinde İngilizceyi edebiyat ve sanata yönelik kullan-maya teşvik ediliyorlar. “Diğer okullardaki tipik İngilizce dersle-rinden farklı olarak bu ders gramer üzerine odaklanmıyor. Hem İngilizceyi günlük hayatta kullanımımızı hem de okuduğumuz metinleri edebi olarak düşünmemizi geliştirmek için tasarlanmış bir ders bence.” diyor Özden Erturgut.

Ders Başlamadan: Başvuru Süreci1. 7 ve 8. Sınıflardan öğrenciler İngilizce öğretmenlerinden

bir veya iki paragraf uzunluğunda referans yazısı almıştır. Bu yazıda İngilizce öğretmeni öğrencinin sınıf seviyesinin

ilerisinde olduğunu ve başvurduğu bu ders için akademik açıdan yeterli özelliklere sahip olduğunu destekleyen yo-rumlarını yazmıştır.

2. Her öğrenciye Ernest Hemmingway’in klasikler arasına girmiş “A Day’s Wait” adlı kısa hikayesinden bir örnek ve-rilmiş ve öğrencilerin yazıyı okuyarak bu hikaye ile ilgili 1 sayfalık soru kağıdından seçtikleri 4 soruyu, yazım ku-rallarına uygun şekilde paragraflar halinde cevaplamaları istenmiştir.

3. Eğer yazılı sınav ve referans mektupları sonrası veriler herhangi bir öğrencinin seviyesini belirlemede yetersiz kalmışsa o öğrenci yüz yüze görüşmeye çağırılmıştır. Bu görüşme toplam olarak 10 ila 15 dakika boyunca sadece İngilizce konuşularak, iletişim kurulan ve öğrencinin sevi-yesini tesbit amaçlı gerçekleşen bir mülakattır. Görüşme genel bir sohbet gibi veya okunulan parça ile alakalı ola-bilir. Amaç öğrencinin yukarıda tanıtılan İleri Seviye İngi-lizce dersi için hazır olup olmadığı belirlenmesidir.

Sınıfta: Dersin TanımıEleştirel Düşünme ve İletişim dersi İleri Seviye İngilizce ni-teliğinde işlenmekte ve öğrencilerin yazılı sınav ve referans mektubu ile başvurduktan sonra değerlendirilip seçilerek alındıkları bir derstir. Bu sınıf en az 5 en fazla 12 kişilik bir sınıf olarak düzenlenmektedir ve bu dersten alınan notlar yıl sonu İngilizce notu hesaplanırken ağırlıklı ortalamaya dahil edilecektir. Bu ders edebiyatı felsefik ve sanatsal bir bilim dalı yaklaşımıyla tanıtmayı amaçlarken, yazılı iletişimin temelinde yatan kavramlar ve yazı teknikleri üzerinde de odaklanmaktadır.

Yoğun olarak işlenecek İngilizce’nin yanı sıra öğrencileri eleştirel bir bakış açısı ile düşünmeye sevk etmeyi ve bu

Eleştirel Düşünme ve İletişim - İleri Seviye İngilizce

(Critical Thinking and Communication - Advanced English)

22MODAFENİLETİŞİM

mek ve kendimizi hayatta atacağımız bir sonraki adımlara ha-zırlamak sanki.

Dersi eğlenceli ve ilgi uyandırıcı işleyebilmek adına dengeli bir düzenleme ile ders saatleri içerisinde kısa veya uzun film gösterimlerine, kültürel veya sanatsal sergilere ve öğ-rencilerin istekleri doğrultusunda şekillenecek birkaç saa-te de yer ayrılmıştır. Dersle ilgili eksik görülen noktayı ise Deniz Alp Savaşkan bizim için özetliyor: “Haftalık ders saati biraz daha fazla olsaydı daha iyi olurdu.”

Doruk Yiğit Erigüç kendisini “Harvard Üniversitesi İngilizce Dili ve Edebiyatı dersi görüyormuş gibi hissettiğini” söylerken Elif Akman şunları ekliyor, “Bu derste nasıl kitap okunacağını ve nasıl düşünüleceğini öğrendim. Kitabı bir bütün olarak değer-lendirmekle kalmıyor, her cümlede ayrı bir anlam yakalıyoruz. Sözcük dağarcığımın epey geliştiğini fark edebiliyorum. Ayrıca derslerde sadece İngilizce konuşmamız telaffuzuma da çok yardımcı oldu”.

Bu derste öğrenilen ve sınıfça en sevilen kelimeler ise “Fores-hadowing, Omission, Juxtaposition ve Clairvoyant.”

düşüncelerini gerek yazılı gerek sözlü olarak doğru şekilde ifade etmelerini sağlamayı hedeflemektedir. Emre Saruhan da aynı fikirde olacak ki, eleştirel düşünme ve iletişim dersi “İngilizce öğretmekten başka bakış açımızı ve yorumlama yete-neğimizi de geliştirerek bizi hayata hazırlayan önemli bir ders.” olarak nitelendiriyor. Bunların yanında ve ötesinde öğrenci-leri edebiyatı bir süreç olarak görmeye ve bu süreçte haya-tı ve toplumu kendilerine özgü yaklaşımlarla yorumlamaya teşvik etmektedir.

İçerik ve işleniş açısından makul yoğunlukta okuma ve ola-bildiğince çok düşünmeyi gerektiren bir ders olan Eleştirel Düşünme ve İletişim, katılım gösteren öğrencileri kendi ödevlerini yapmaktan, gerektiğinde grup çalışması organize etmekten ve en önemlisi sınıfta aktif birer katılımcı olmak-tan sorumlu tutmaktadır.

Yağmur Ali Coşkun okuma ve yazmaya oranla derste konu-şarak geçirilen zamanın çok daha fazla olmasını ve “sürekli olarak diyalogda bulunulmasını, kelime bilgisinin aktif kullanılan dilin bir parçası olarak kalmasını sağladığını” savunuyor. Emre Erdoğan ise ders saatinin ağırlıklı olarak diyaloglar ve eleş-tirel yorumlamalarla geçmesini yorumlarken şunların altını çiziyor:

Bu derste arkadaşlarımızla bile İngilizce konuşuyoruz. Böylece konuşurken kendimizi zorluyor, hem eğleniyor hem öğreniyoruz. Amaç sadece İngilizce öğrenmek değil, kendimizi birçok açıdan bir üst seviyeye taşımak, sınırları zorlamak, düşünmeyi öğren-

Eleş

tirel

Düş

ünm

e ve

İlet

işim

- İl

eri S

eviy

e İn

giliz

ce

2320�0YAZ

Sınava Bir Buçuk Ay Kala Ne Yapmalı?

Fatih Kanberoğlu tecrübelerini ve birikimini daha büyük bir kitleyle paylaşabilmek için Nokta Dergisi’nin teklifi-

ni kabul ederek 1 Mayıs 2005 ile 4 Haziran 2005 tarihleri arasında bu dergiye üç adet makale yazmıştır. Mayıs 2005’te derginin 1139. sayısında çıkan yazısında sınav maratonunun sonuna yaklaşan öğrencilere ve onların velilerine seslenerek son bir buçuk ayda neler yapılması gerektiğine dair öneri ve hatırlatmalarda bulunmuştur. Modafen Ailesinin pek çok üyesini yakından ilgilendiren bu süreçle ilgili Fatih Ağabey’in sözlerini gelecek sınavlar için sizlerle paylaşmak istedik:

Başlığa takılıp bu yazıyı okumaya başladığınıza göre sizin veya yakınınızın önümüzdeki yıl lise veya üniversite giriş sınavla-rıyla ilgili bir hazırlığınız vardır. Bu sınavlar her yıl 2 milyonun üzerinde öğrencinin hayatının akışını değiştiriyor. Bir o ka-dar öğrenci de bir sonraki yıl bu sınavlardan biriyle boğu-şacağını biliyor. En önemlisi, bu sınavlara sadece öğrenciler değil aileleri de hazırlanıyor. Kafalardaki en büyük sorular sınavların en az badire ve en yüksek başarıyla nasıl atlatıla-bileceği ile ilgili. Sürekli sorgulanan sınav sisteminde Türkiye derecesi yaparak Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü kazanan Fatih Kanberoğlu yıllardır bu sorularla, sorunlar yaşayan öğrenci ve ailelerine sınav uzmanlığı yapa-rak yardımcı oluyor. Sahip olduğu bilgi birikimine Türkiye’de her yıl derece yapan öğrencilerin ortak özelliklerini incele-yerek yarattığı sistematiği ve kendi geliştirdiği sınav strate-jilerini ekleyen Kanberoğlu, bunları kendi öğrencilerine de aktararak onların da iyi dereceler yapmalarını sağlıyor. İşte, bu sınav maratonunda, Fatih Kanberoğlu’nun öğrenci ve ve-lilere dönük uyarıları.

Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve Öneriler

Öğrenciler Soruyor: Sınava yeterince hazır mıyım?Sınav hazırlığının son bir buçuk ayına girildiğinde iyi öğren-cilerin sınava dahil olan konuların çoğunu bitirmiş ve bu ko-nuların genel tekrarına başlamış olmaları gerekir. Fakat bu genel tekrar bilinçsizce ve öylesine yapılmamalıdır, zamanın kişinin en güçlü ve değerli silah olduğu unutulmamalıdır.

Öğrenilmiş ve iyice özümsenmiş konularla zaman kaybetmek yerine, öğrenci eksiklerini tespit etmeli ve bunların üzerine gitmelidir. Eksiklerin tespiti için en değerli kaynağı bugüne kadar girdiği deneme sınavlarıdır. Deneme sınavlarında yapıl-mamış ve yanlış yapılmış sorular, soru tipleri taranmalı, buna göre eksik ve zayıf konular belirlenmeli, çalışmalar bu soru-ların işaret ettiği konular etrafında yoğunlaşmalıdır. Öğrenci zaten bildiği soruları yaparak kendini tatmin etme tuzağına düşmemeli; kendi durumunu, yapabildiği değil yapamadığı so-rularla ölçmelidir.

Bunun yanı sıra, öğrenci iyi bildiği konuların problemli soru tiplerini de sürekli tekrar etmelidir. Moralini bozmamalı, “ek-siklerimi kapatmalıyım” düşüncesiyle motivasyonunu arttır-malı, sürekli tekrarla zayıf olduğu konuların üzerine eğilerek güçsüz yanlarını güçlendirmelidir. “Yapamıyorum, olmayacak, yetiştiremeyeceğim...” diye düşünmek yerine harekete geç-meli, eksiklerin kapatılmasını sağlayacak doğru bir çalışma planı oluşturmalı ve bu plana her ne olursa olsun sadık kal-malıdır.

Sınav maratonunun atlatılması gereken bir zorluğu deneme sınavlarının sonuçlarının öğrencide doğurabileceği umutsuz-luk duygusu ise, diğer bir zorluğu da “Evet, artık hazırım.” rehavetidir. Sınavlardaki yanlış ve boşları o günkü ruh haline ve sınavın zorluk derecesine dayandıran öğrenci, sınavla kur-duğu “motivasyon bağlarını” koparır.

24MODAFENİLETİŞİM

Fatih

Kan

bero

ğlu’

ndan

Sın

av Ö

nces

i Hat

ırlat

mal

ar v

e Ö

neril

er

Kopan bu bağları fark etmeyen veya fark etse de önemse-meyen öğrenci hayatın sunduğu diğer bağlara yönelir: Sosyal hayata… Zaten konuları bitirmemiştir, hataları ya dikkatsiz-liktendir ya da işlem hatasıdır. Bu hataların sürekli tekrarla düzeltilmesi gerekirken, öğrenci sınava ve kendi durumuna olan ilgisini kaybettiği için boşverir, televizyonu açar, şöyle bir maillerini kontrol etmek için bilgisayarın başına “birkaç saatcikliğine” geçer, yahut arkadaşlarıyla bütün gün “biraz” hava almaya çıkar. Oysa yapması gereken bugüne dek uygu-lanan sınav programını yeniden düzenlenmesi, konu çalışmak yerine hatalı ve boş soruları tekrarlama esasına dayanan yeni bir plan oluşturması ve uygulamasıdır.

ÖSS sadece birkaç saat süren bir sınav değildir. Sınava ha-zır olmak da sadece konuları bitirmek değildir. Uygulanan sistematiğin devamı, öğrencinin durumu hakkında rahatlık veya panik bir kenara koyularak yapılacak değerlendirmeler, “Hazır mıyım?” sorusunun dürüst cevabı ve bu cevabın irde-lenmesi son derece önemlidir. Unutmayın, ÖSS hayatınızın milatlarından biridir ve sınav hazırlığındaki son bir buçuk aya dair ilerde hatırlamanız gereken tek şey: “Sadece sınava ha-zırlandım.” olmalıdır.

Aileler soruyor: Çocuğum sınava yeterince hazır mı?Öğrenciler sınava tek başlarına girmezler. Bu maraton boyunca ailelerini, onlara gösterdikleri ilgi, ilgisizlik, korku, panik ve güvenle yanların-da hissederler. Yani sınav hazırlığını aslında bir masaya benzetilebilir, onu dengede tutan ayak-ları da bu hazırlığın çeşitli öğeleridir. Peki nedir bunlar?

Öncelik öğrencinin kendisindedir. Tabi bunun yanında aile-si, öğretmenleri, dershaneler, özel öğretmenler de masanın dengede durmasını sağlayan önemli etkenlerdir. Bunlardan bir tanesi eksik olduğu zaman denge bozulur. Çocuğunuzla ilgilenin! Fakat ilgi, tüm yetkiyi öğrenciye bırakarak, onun sa-dece deneme sınavlarından aldığı puanların kontrol edilmesi değildir. Bu puanların diğer çocukların puanlarıyla kıyaslana-rak çocuğun durumunun belirlenmesi ise hiç değildir. Önce-likle veli çocuğun başarı grafiğini doğru analiz etmeli, puanla-rından çok öğrencinin sıralamasındaki yükseliş ve inişlerine yoğunlaşmalıdır. Yükselişlere “evet oluyor, en iyi olacak” diye yaklaşmak, çocuğun motivasyonunu bozmamak gerekir. İniş-leri ise kavga veya kızgınlıkla ile karşılamamak, “olamazsa seni yurtdışında okuturuz” diyerek öğrenciyi çalışmaktan vazgeçirebilecek yorumlar yapmak yerine objektif değerlen-dirmeler yapılmalıdır. Çocuğun eksikleri ve ihtiyaçları tespit edilmeli konuya panik veya telaş ile değil “çözümlenmesi ge-reken sorunlar var” diyerek yaklaşmalı ve çocuk onu başarı-ya götürecek yollara yönlendirilmelidir.

Sınava hazırlık programının uygulanmasında belki de en önemli kontrol mekanizmalarından biri de ailedir. Aile deste-ği çocuğun kendine güvenini ve inancını desteklerken, yanlış-larını da görüp göstermeli, gereken yerlerde gereken önlem-lerin de alınmasını sağlamalıdır. Durum tespiti için çocuğun bütün hayatı gözlenmeli, eksik ve hataların üzerine azimle gidilmelidir. Öğrencinin sosyal hayatına ve çalışmalarına doğ-ru zamanda doğru müdahaleler yapılmalıdır. Deneme sınav-larında alınan puanlarının ÖSS gerçeğinin sadece bir parçası olduğunu unutulmamalı, öğrencinin çalışma temposunun ni-celiği, niteliği ve devamlılığı sürekli gözlenmeli ve bu konuda kararlılık gösterilmelidir. Bu devamlılığı bozacak her şeyden kaçınmalı ve özellikle maratonun son bir buçuk ayında sü-regelen motivasyonu bozabilecek her şeyden öğrenci uzak tutulmalıdır.

2520�0YAZ

18

Öğrenci ve Veli Gözüyle İstanbul“İstanbul denildiğinde aklıma şiirler gelir...”

22

Eleştirel Düşünme ve İletişim (Critical Thinking and Communication)“Kitabı bir bütün olarak değerlendirmekle kalmıyor, her cümlede ayrı bir anlam yakalıyoruz.”

24

Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve ÖnerilerSınava bir buçuk ay kala ne yapmalı?

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Fatih Kanberoğlu

Editör

Bade Ceyda Kırali-Kanberoğlu

Editör Yardımcıları

Nazlı İnalAslı AnakZeliha Süt

Fotoğraf

Nazlı İnal

Yönetim Yeri

Özel Modafen İlköğretim OkuluCaferağa Mah. Moda Cad. Cem Sk. No:19Moda - Kadıköy / İSTANBUL

Yayım Hazırlığı

Asimetrik ve Paralel Göksu Mah. Akkavak Cad. Oya Çiçeği Sok. B158b Anadoluhisarı Beykoz / İSTANBULTel: (0216) 465 64 44 (Pbx)Faks: (0216) 465 64 [email protected]

2MODAFEN

İLETİŞİM

Page 5: Modafen İletişim - Sayı 2

Ben Burakcan Beno, sizlerle naçizane hikâyemi paylaşmak, size o yılları anlatmak istiyorum. Fatih Ağabey ile 2005

yılında tanışana kadar Modafen hakkında çok fazla fikir sahibi değildim; ama tanıştığımız ilk gün hayatımın değişebileceğini anlamıştım.

Ben ve arkadaşlarım Modafen’de çok iyi günler geçirdik. Her türlü başarıya sahip olduk, sınavsa sınav, sporsa spor. Fatih Ağabey sağ olsun, bize gerçek anlamda her konuda başarılı olunabileceğini öğretti.

Gün geldi geceler boyu çalıştık, evinde misafir etti bizi. Gün geldi pikniğe gittik.

Çok farklı bir ortam var tabi ki orada. Ağabey-kardeş ilişki-siyle geçen koskocaman bir sene.

Ben Modafen’e gelmeden önce pek de ders çalışmaya istekli bir öğrenci değildim. 7. Sınıfa son derece ilgisiz bir öğrenci

olarak devam ederken Modafen bana, ders çalışmayı sevme-yi ve nasıl ders çalışılacağını öğretti. Sene başında bana lise sınavında ilk 1000’e gireceksin deselerdi çok gülerdim. Ama bunun da olabileceğini Modafen sayesinde anladım.

Şu anda İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyan bir öğrenci ola-rak üniversite sınavına hazırlığımı da bir aksilik olmazsa yine Modafen’de yapacağım. Çünkü ben Modafen’deki tüm öğret-menlerimin bana çok şey kattığının farkındayım.

Yazımı bitirmeden önce söylemek istediğim birkaç konu var. Fatih Ağabey ile tanışmak ve Modafen’e başlamak benim için büyük bir şanstı. Çok mutlu anılar, sıkı dostluklar ve başarı-larla ayrıldım. Bir daha dünyaya gelsem yine Modafen’e gelir-dim herhalde.

Burakcan BENO

Hayatımı değiştiren yıl ve kahramanı Fatih Ağabey

26MODAFENİLETİŞİM

Bir Portre: İlhan Obuz“Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır.”

“...bu yüce kitap yani evren... matematik diliyle yazılmıştır; onun harfleri de üçgenler, daireler ve diğer geometrik şekil-lerdir. İnsanoğlu bunları kavramadan ondan bir sözcük bile anlayamaz ve karanlık labirentlerinde dolaşmaya mahkum kalır.” demişti Galileo bundan yaklaşık dört yüz yıl kadar önce.

Aydınlık yarınlara ulaşmak için matematiğin dilini öğretiyor İlhan Obuz çocuklarımıza.

Bundan yıllar önce okulumuzun kurucusu Fatih Kanberoğlu’nun da matematik öğretmenliğini yapan okulu-muzun en tecrübeli öğretmeni İlhan Obuz’a sorduk.

Küçükken “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” sorusuna cevabınız ne olurdu?

Öğretmen olmak hayalim hep vardı. Yazın arkadaşlarımı eve çağırıp ders anlatır, sınav yapardım ve karne verirdim.

Peki matematik hayatınıza nasıl girdi? Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz?

Öğrencilik yıllarımda profesyonel olarak futbol oynuyor-dum ve Elazığ’da popüler bir futbolcuydum. İlk olarak Güvenspor’da oynadım, daha sonra Elazığspor’a transfer

oldum. Kariyerime bu şekilde devam ederek büyük şehir-lerden birine gitmek istiyordum. Büyük dağın dumanı büyük olur düşüncesi ile, ben de ya Ankara ya da İstanbul demiştim kendime. Daha sonra lise sonda iken arkadaşlarımın hepsi-nin elinde bir kitapçık gördüm. Bu nedir diye sorduğumda bununla üniversiteye başvuruluyor dediler. Ben de tesadüfen elime geçen kitapçığı doldurdum ve en başa matematiği yaz-dım. Yani aslında ben tesadüf eseri üniversiteye girdim.

Peki neden matematik, matematik size ne ifade ediyor?

Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır. Bu sebeple matematiği çok seviyor ve bu konuda uzmanlaşırsam başarılı olacağıma inanıyordum. Üniversite sınavında tıp için de ye-terli puanı almıştım; ama tercihim net olarak matematikti.

Uzun yıllarınızı verdiğiniz öğretmenlik hayatınızda sizi en çok etkileyen olay neydi? Bizimle paylaşmak isteyeceğiniz ilginç bir anınız var mı?

37 yıl oldu öğretmeye başlayalı. Bu soruyu düşününce binlerce şey geçiyor aslında aklımdan. Ama beni en çok etkileyen bir

2720�0YAZ

Erturgutlar’ın en genç kuşağı Modafen Ailesi’nde. Özden, Bülent ve Eren kardeşleri daha yakından tanımak için hoş

bir sohbet eşliğinde biraraya geldik.

Özden ve Bülent 1996 yılında dünyaya gelmiş çift yumurta ikizleri, Eren ise onlardan 15 ay sonra hayata merhaba diyen küçük kardeşleri, ailenin en minik üyesi…

Bülent ve Özden 2 yıldır okulumuzda eğitim görüyor. İki kar-deş okullarını o kadar çok seviyorlar ki sonunda Eren de da-yanamayıp Modafen İlköğretim Okulu’nun kapısını çalmaya karar vermiş.

Şimdi 3 kardeş de Modafen’li…

Sevgili Özden, Bülent ve Eren, 3 kardeş aynı okulda olmak nasıl bir duygu?

Bülent: Çok güzel bir duygu aslında, aynı eğitim kurumun-da olmamızın bir sürü avantajı oluyor. Karşılıklı yardımlaşa-biliyoruz, bir eksiğim olduğunda Özden bana çok daha rahat yardımcı olabiliyor.

Özden: Aslında bu karşılıklı bir yardımlaşma.... İkiz karde-şimle aynı sırayı paylaşmak bizi daha da yakınlaştırdı. İkimizin de gelişimine çok büyük faydası oluyor. Tabi ki arada sırada aramızda ufak anlaşmazlıklar da olabiliyor. Mesela sürekli yan yana olunca ikiz kardeşim beni kızdırabiliyor (gülerek).

Eren: Ben çok mutluyum birlikte okumaktan. Özden ve Bülent bana derslerimde ve ödevlerimde yardımcı oluyorlar. Ama sabah akşam beraber olunca bazı so- runlar çıkıyor ister istemez, bu anlaşmazlıklar bazen annemlere kadar taşınabiliyor, o zaman çok hoşuma gitmiyor birlikte ol-mak fikri (gülümseyerek).

Herbirinizden kardeşlerinizi 1-2 kelime ile tasvir etmenizi istesek birbiriniz için ne derdiniz?

Eren: Özden son derece yar-dım sever ve hiç bencil olma-yan bir kişiliğe sahip, anlama-dığım konuları bana anlatır, ödevlerimde bana yardım eder, Bülent de çok iyi niyetli bir çocuk; ama bazen ara-mızda münakaşa çıkabiliyor, özellikle de evin reisi olmak

istediğini gösteren davranışlar yaptığında (gülümseyerek Bülent’e bakıyor)...

Özden: Biz hep birbirimizin arkasında olmaya çalışırız. Eren ile çok yaş farkımız olmamasına rağmen, o benim küçük kar-deşim olma avantajını kullanır bazen, benim de hoşuma gider bu durum. Mesela bir şeye ihtiyacı olduğunda veya benden bir şey isteyeceği zaman bana normalden çok daha iyi dav-ranır, ablacığım, canım diye hitap eder, o zaman anlarım bir şeyin geleceğini (gülümseyerek).

Bülent ise çok iyi bir kişiliğe sahip olmasına rağmen bazen ben-den büyükmüş gibi davranıp daha çok kendi istediği olsun iste-yebiliyor, böyle davrandığı zamanlarda ona biraz kızıyorum.

Bülent: Eren değişikliklere çok kolay adapte olabilen bir karaktere sahip. Hatta bazen politik olabiliyor diyebilirim (Eren de doğruluyor ve “e biraz” diyor gülümseyerek). Öz-den ise çok yardımsever ve çok iyi kalpli.

Bülent ve Özden, sizler çift yumurta ikizlerisiniz bildiğimiz kadarıyla. Hangi yönlerden birbirinize benziyorsunuz veya hangi yönlerden birbirinizin zıttısınız?

Bülent: Huy olarak hiç benzemiyoruz, anne ve babamız aynı sadece (gülümseyerek), bir de dış görünüş olarak ben-zetiyorum ikimizi.

Özden: Ben Bülent’e göre biraz daha paylaşmayı severim sanırım ve biraz daha çalışkanım diyebilirim (gülerek).

En sevdiğiniz ders nedir?

Özden: İnklap Tarihi.

Bülent: İnklap Tarihi.

Eren, sen okulumuza 2 kardesinden daha sonra katıldın. Modafen ile

tanışmanı bize anlatabilir misin?

Modafen hakkında hem ar-kadaşlarımdan hem de ağabey ve ablamdan çok güzel şeyler duyuyordum. Modafen’in Türkiye’deki başarılarını, okuldaki öğ-retmenlere ağabey ve abla dediklerini duyuyordum sürekli evde. Tüm bunları duydukça Modafenli ola-bilmeyi çok istiyordum.

Öğrenciler İle Röportaj

Erturgut Kardeşler - Bir Okulda Üç Kardeş

30MODAFENİLETİŞİM

Modafen Dershanesi sana nasıl yardımcı oluyordu?

Okulumdaki derslerimi takip etmeme ve daha başarılı olabil-meme çok yardımcı oluyordu. Bunun yanında dershanedeki ortamı ve öğretmenlerimi çok seviyordum. Bu sebeple ders-haneye gideceğim zamanı iple çekiyordum.

Erenciğim peki şimdi aldığın eğitim ile ilgili neler düşünüyorsun?

Bir kıyaslama yaparsam kesinlikle Modafen diyorum. Türkçe ve matematik derslerini burada çok daha iyi öğreniyorum. Öğretmenlerim burada bizlerle birebir ilgileniyorlar, Moda-fen çok daha samimi bir okul, Modafen’de biz bir aile gibiyiz.

Bülent, senin Modafenli olma hikayen de çok ilgi çekici. Bunu da bizimle paylaşır mısın?

Ben Modafen’e geçmeyi çok istiyordum, Modafen butik bir okul olduğu için bir sürü imkan var, ihtiyaçlarımıza ve ek-sikliklerimize göre dersler çok daha verimli işlenebiliyor. Ayrıca öğretmenler herkesle çok yakından ilgilenebiliyor. Modafen’de bizim iyiliğimiz için kararlar çok hızlı verilebili-yor, kalıplaşmış kurallar yok. Aynı zamanda Özden’le de aynı okulda olma fikri beni çok heyecanlandırdı; çünkü biliyor-dum ki Özden bana derslerimde çok yardım edecekti. Son olarak babaannemin Modafen’e çok yakın oturması da bütün bunların yanında bir artı daha.

En sevdiğiniz aktiviteler neler?

Eren: Cuma günleri Modafen’de yaptığımız spor etkinlikle-ri… En çok da futbol ve basketbol.

Bülent: Eskiden ben ve Eren piyano çalıyorduk, Özden keman çalıyordu. Aynı zamanda üçümüz de yüzmeye gidi-yorduk haftada 6 gün, daha sonra daha farklı şeylere zaman ayırabilmek için piyanoyu bıraktık.

Tekrar başlamayı düşünüyor musunuz?

Özden: SBS olduğu için bu sene değil, ama seneye evet. Bu sene çok çalışıyoruz, cuma günleri biraz dinlenebiliyoruz sadece.

En sevdiğiniz yemek nedir peki çocuklar?

Bülent: İçinde makarna olan herşeyi yerim. Ama annem hiç pişirmiyor, kilo almamı istemiyor (gülerek).

Özden: Çok ayırt etmiyorum ben ama en çok enginar dol-ması ve babaannemin yaptığı ekşili köfteyi seviyorum.

Eren: Domates çorbası ve makarna. Okuldaki yemekleri de çok seviyoruz, çok güzelleşti yemekler.

Okul dışındaki vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz? Ne tür spor veya sanat aktiviteleri ile ilgileniyorsunuz?

Özden: Sinemaya gidiyorum, bazen alışveriş yapıyorum, ba-zen de arkadaşlarımla dolaşıyorum.

Bülent: Ben de sinemaya gidiyorum arkadaşlarımla oluyo-rum ama benim arkadaşlarımla Özden’inkiler aynı değil, fark-lı okullardan geldiğimiz için. Bazen de ailemle oluyorum.

Eren: Sinemaya gidiyorum veya arkadaşlarımla program yapıyorum. Hafta sonları play-station oynuyorum, basketbol ve futbol oynuyorum. Hafta içi daha çok derslerimle ilgile-niyorum.

Yurt dışı tecrübeleriniz olduğunu duyuyoruz. Nerelere gittiniz? Hangi ülkeleri gördünüz? Sizi en çok etkileyen nereler oldu?

Eren: Yurt dışına Amerika, Fransa, Macaristan, Viyana ve Dubai’ye gittik. Tüm gitiğim yerler arasında en çok Dubai’yi sevdim sanırım. Özellikle oradaki otelleri çok beğendim. Ku-zenlerimle birlikte gitmiştik ve çok güzel vakit geçirdik, yüz-dük, gezdik ve çok eğlendik. En çok eğlendiğim yerler arasın-da Orlando’da ve Paris’te gittiğimiz Disneylandı sayabilirim.

Bülent: Benim en çok keyif aldığım Bulgaristan’daki kayak tatilimizdi.

Özden: 5 yaşından beri kayak yapıyoruz. Bulgaristan’a git-tiğimizde öğrendim kayak yapmayı.Yarışlarda bir kere Türki-ye 10.’su oldum. Gezdiğim ülkeler arasında ise beni en çok Avusturya etkiledi. Ama hepsi güzeldi. Bir de Dubai’de çok eğlendim ben de.

Bülent: Ben dil okuluna Nice’e gittim, çok güzeldi çok eğ-lendim. Fransızlar biraz snob oluyorlar ama.

Peki Bülentciğim sen çok güzel Fransızca konuşuyormuşsun, bize Fransızca ne demek istersin?

Bülent: Bonjour (gülerek)!

Bütün bu gördüklerinizden sonra İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz, yaşamak istediğiniz şehir neresi?

Özden: İstanbul çok gelişmiş bir yer diye düşünüyorum ve burayı seviyorum; ama yurt dışındaki şehirleri gezince insa-nın dünya görüşü artıyor.

Eren: Ben Paris’te yaşamak isterdim. Ama yemeklerini pek sevmiyorum, kötü kokuyorlar, orada da Türk yemekleri ya-pan bir yer bulup onu yerdim herhalde.

Bülent: İstanbul da çok zengin bir kültüre sahip; ama ben Las Vegas ya da Paris’te yaşamak isterdim herhalde.

Çocuklar sohbetimizi sonlandırırken, Modafen İletişim okuyucularına söylemek istediginiz birşey var mı?

Eren: SBS’de herkese başarılar!

Özden: Modafen çok güzel bir okul.

Bülent: Ben Modafen’i herkese tavsiye etmiyorum; çünkü bize kalsın istiyorum (gülerek) herkes gelmesin kalabalık ol-masın biz bize kalalım.

Öğr

enci

ler

ile R

öpor

taj

3�20�0YAZ

26

A Tipi Başarı ÖyküsüBurakcan Beno“Hayatımı değiştiren yıl ve kahramanı Fatih Ağabey.”

27

Bir Portre: İlhan Obuz“Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır.”

30

Öğrenciler İle RöportajErturgut kardeşler: Modafen’de üç kardeş

Madrid, Liverpool, Selanik, Dublin, Amsterdam ve İstanbul. Bu şehirlerin tek ortak noktası harika bir deniz man-

zarasına sahip olmaları değil. Bu şehirlerin hepsi Avrupa’ya kültür başkentliği yaptılar.

2010 yılı boyunca Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Pecs kentleri ile birlikte Avrupa’nın Kültür Başkenti olacak olan İstanbul, tarihi ve çok kültürlü dokusuyla diğer şehirlerden ayrılıyor. İstanbul’un neden kültür başkenti seçildiğini, diğer şehirlerden farkını tarihçiler, mimarlar, sosyologlar, devlet adamları ve sanatçılar uzun uzadıya açıkladılar. Şehrin yapısı, dokusu, kültürü, mimarisi ve ulaşımı tartışıldı. Gazete ve te-levizyonda sayısız haber hazırlandı; ancak İstanbul’da doğan, İstanbul’da yaşayan insanlara görüşleri pek sorulmadı. Biz alı-şılanın dışına çıktık; İstanbul’da doğan, bu şehirde okuyan, bu şehrin sokaklarında top oynayan ve belki bir gün İstanbul’un yönetiminde söz sahibi olacak öğrencilerimizle İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olmasını değerlendirdik.

18 Kasım 2009’da yaptığımız Taksim, Galata, Pierre Loti ve Balat gezisinden sonra öğrencilerimiz, 2010 Kültür Başkenti ile ilgili fikirlerini yazdılar.

İsterseniz önce Deniz Alp Savaşkan ve Doruk Yiğit Erigüç’ten gezimizin nasıl geçtiğini öğrenelim:

“8-A sınıfı olarak yaptığımız gezide çok eğlendik, güzel anılarımız oldu. Size de anlatalım dedik. Buyurun başlıyoruz...

Sabah kendi servislerimizle okula geldik. Herkes okula geldiğinde, bize ayrılan servise doluştuk. İlk durağımız İstiklal Caddesi idi. Taksim Meydanı’nda indikten sonra başladık yürümeye. Meydan-daki Pietro Canonica tarafından bronz ve taş kullanılarak 2.5 yılda tamamlanmış Cumhuriyet Anıtı’nın önünde bir an durak-ladık. 84 ton ağırlığındaki bu anıtın 23 günde monte edilmiş ol-ması heybetine bakıldığında o kadar da şaşırtıcı değildi. İstiklal Caddesi’nin biraz Batılı, biraz Doğulu havasını soluduktan sonra Çiçek Pasajı’na girdik. Orada fotoğraf çektirirken, bir adam az gül-düğümüzü düşünmüş olmalı ki, hoplayıp zıplayarak bizi güldürdü. Oradan St. Antuan Katolik Kilisesi’ne gittik. O koca, demir kapıdan geçtik. Giulio Mongeri ve Eduardo de Nari tarafından tasarlanan bu gotik stildeki kilisenin avlusundan içeri girdik. Kilisede mum dikip, etrafı inceledikten sonra, oradan ayrıldık.

8. Sınıflarla İstanbul

32MODAFENİLETİŞİM

Bir sonraki durak olan Pera Müzesi’nin yolunu tuttuk. Müzede Chagall adlı ünlü ressamın yaşam ve aşk temalarının işlendiği ser-gisini gezik. Chagall’ın birçok resmini yakından inceledik. Ressa-mın çok değişik bir tarzı vardı. Her şeyi sembollerle ifade etmesi açısından geçen sene Sakıp Sabancı Müzesi’nde eserlerini incele-diğimiz Salvador Dali’yi anımsattı bize. Daha sonra kalıcı sergiler olan “Anadolu Ağırlık Ölçüleri”, “Oryantalist Resim” ve “Kütahya Çini ve Seramikleri” sergilerini gezdik ve müzeden ayrıldık.

Eh, artık karnımız bir hayli acıkmıştı. Biz de bir kebapçıya gidelim dedik. Hep beraber yemek yedikten sonra Tibet’in doğum gününü kutladık. Daha sonra Karaköy İskelesi’ne doğru yol aldık. Yolumu-zun üstündeki Galata Kulesi’nin merdivenlerinde çok güzel fotoğ-raflar çektirdik. Oradan sahile indik ve servisimize binerek Pierre Loti’nin aşağısındaki bir otoparka gittik ve teleferikle Pierre Loti tepesine çıktık. Pierre Loti çevresini turladık. O eşsiz manzara-nın keyfini çıkardıktan sonra tekrar teleferiğe binerek servisimize döndük.

Ardından, Sveti Stefan Kilisesi’ne gittik. Kilise’ye gittiğimizde Can Ağabey ve Taylan Ağabey bize kilisenin tarihi hakkında bilgi ver-diler. Kilisenin demirden oluştuğunu öğrendiğimizde hepimiz çok

şaşırdık. Aynı zamanda, kilisenin yapıldığı zemin doldurma olduğu için, kilisenin denize doğru kaydığını öğrendik. Bunun en büyük kanıtı ise kilisenin taş basamaklarının çatlamaya başlamış olma-sıydı. Sonra yine servisimize binerek Fener Rum Patrikhanesi’ne gittik.

Oraya gittiğimizde ilk önce Fener Rum Patrikhanesi’ni Fe-ner Rum Lisesi’yle karıştırdık ama sonra Patrikhaneyi bulduk. Patrikhane’deki kiliseye girdik. Kilisenin içindeki çoğu yer altın kaplamalıydı. Bazı azizlerin tabutlarını gördük. Kiliseden çıktıktan sonra etrafı gezdik.

Buradan ayrılıp arabalı vapurla karşıya geçtik ve okulumuzun yolunu tuttuk.

Öğrencilerimiz yorumlarında İstanbul’un çok kültürlü yapısı-nın altını çizdiler. Özden, “Kültür, bir topluluğun varlığının tümü-dür. Eğer insanların dili, dini, gelenekleri, görenekleri ve düşünceleri bir bireyi oluşturuyorsa; bu bireylerden oluşan topluluğun da ana sebebi kültürdür” diyor. “Kiliselerin ve camilerin bir arada bulun-ması; farklı dilden,farklı düşünceden; farklı ırktan olan insanların bir arada bulunması, kültür çeşitliliğini gösteriyor.” diye ekliyor.

8. S

ınıfl

arla

İsta

nbul

3320�0YAZ

Peker Açıkalın: Farkında mısınız? Çok güzel bir okulu-nuz var!

Şeker: Çok ödevimiz de var ama!

Peker A.: (Gülüyor) O da var! Bazı bölgelerimizde sizin yaşınızdaki öğrenciler, hem derslerini yapıyorlar, hem sobala-rını yakıyorlar, hem anne babalarına yardım ediyorlar hem de karların içinde 5 km. yürüyüp okullarına gidiyorlar. Size ve-rilen şartları elinizden geldiği kadar değerlendirin. Değerini bilin. Bu düşüncelerimi, bir sanatçı olarak sadece sizlerle pay-laşmıyorum. Her haftasonu bir ile gidiyorum. Yarın Konya’ya gideceğim mesela. Sizler gibi gençlerle, sizin gibi çok değerli, çok akıllı, sanata meraklı ve ailesine çok saygılı bireylerle ko-nuşup tartışıyoruz. Benim için sizlerle konuşmak çok değerli; çünkü siz, hepiniz pırıl pırılsınız!

Enver: Çok büyük bir izleyici kitlesine sahipsiniz. Bunu nasıl başardınız?

Peker A.: Bunun arkasında 32 sene var. Yani çaba sarfet-mek gerekiyor, yaptığınız işi sevmeniz gerekiyor ve ideallerini şu masalarda, sizin yaşlarınızda belirlemeniz gerekiyor. Boşa geçirecek vaktimiz yok. Dolayısıyla eğer görsel sanatla uğra-şıyorsanız ya da bir kitleye hitab etmek istiyorsanız şimdiden çaba sarfetmeniz gerekiyor. Mesela Enver doktor olmak is-tiyorsa, şimdiden çalışması gerekiyor. Ben tiyatrocu olmak istiyorum, diyordum küçükken. Ailem şaşırıyordu. Ama ben liseyi bitirdikten sonra azmettim ve konservatuara girdim. Tiyatro bölümünü bitirdim. Masaları birleştirip çocuklara çocuk tiyatrosu yaptım. Şimdi 45 yaşındayım, ben 60’a, geldi-

ğim zaman sen benim karşıma 25 yaşında bir doktor olarak gelebilirsin. Hemen geriye dönelim. Ben 20 yaşında bir ge-cekondu bölgesinde çocuk tiyatrosu yaparken, orada beni izleyen çocuk şu anda 25-30 yaşında. Sokakta karşıma çıkıp diyor ki, “Peker öğretmenim, merhaba! Hatırlıyor musunuz, 25 yıl önce bizim mahallemize gelip tiyatro yapmıştınız?” O zaman ben gurur duyuyorum. O zamanın çocuğuna sarılıyo-rum, elimi öpmek istediği zaman da gururla öptürüyorum. Bakma saçımda beyaz yok, o genetik bir şey! İşte kitleye hi-tab etmek bu. Toplumla barışık olabilmek, kitlelere ulaşmak çok güzel bir şey!

Ece: Hayallerinizin peşinden gitmişsiniz. Ancak bunu nasıl yaptınız, hayallerinizin peşinden yılmadan nasıl gittiniz?

Peker A.: İnsan hayallerini gerçekleştirirken arkasında durduğu gibi yanında da durmalı. Sen 12 yaşındasın. Ben sana bir soru sorayım. Senin bir hayalin var mı Ece?

Ece: Var.

Peker A.: Ne olmak istiyorsun?

Ece: Avukat olmak istiyorum.

Peker A.: Neden olmasın... Hepiniz birer öğretmen, dok-tor olabilirsiniz, bakın Ece de avukat olmak istiyor. Şu anda 12 yaşında, “Avukat olmak istiyorum.” diyorsa, bir ağabeyi olarak derim ki: Arkasında durduğunuz gibi yanında da durun o ideallerin yani hayalleriniz için yapmanız gerekenleri araştı-rın, hedefe kilitlenin. Ben tiyatrocu olmak istiyorum dediğim-de üniversiteyi beklemek zorundaydım; çünkü tiyatro eğiti-

Peker Açıkalın’la Küçük Bir SöyleşiModafen İlköğretim öğrencileri bu sayıda, öğrencilerimizden Şeker Açıkalın’ın tiyatro oyuncusu babası Peker Açıkalın ile söyleşti...

3520�0YAZ

İstanbul ve Orhan VeliOrhan Veli’nin Hayatı ve Eserleri13 Nisan 1914’te Beykoz’da doğan Orhan Veli’nin babası, Cumhurbaşkanlığı Armoni Müzikası Şefliği yapmış olan Veli Kanık’tır. İlkokula Beşiktaş Akaretler İlkokulu’nda başladı. Son-ra Galatasaray’da 4 yıl okudu. Ailesinin Ankara’ya taşınmasıy-la Orhan Veli ilkokulu orada bitirdi. Ortaöğrenimini Ankara Lisesi’nde yaptı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe bö-lümünde iki yıl öğrenim gördü. Bitirmeden ayrılıp Galatasaray Lisesi’nde öğretmen yardımcılığı yaptı.1936-1942 yıllarında Ankara’da PTT Genel Müdürlüğü’nde görev aldı. Yedek subay-lığını bitirdikten sonra görevlendirildiği Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda iki yıl Fransızcadan klasik yapıtlar çevirdi. İşine son verilince yazılarının çoğunu kendisinin yazdığı Yaprak dergisini çıkardı.14 Kasım 1950’de İstanbul’da öldü.

Ölümünden sonra Bütün Şiirleri adı altında toplanan Orhan Veli Kanık’ın şiirleri, önceleri Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı adlarındaki kitaplarla yayımlanmıştı. Bun-ların dışında manzum olarak yazdığı La Fontaine Masalları, Nasrettin Hoca Hikayeleri vardır. Düzyazıları da önce Orhan Veli Nesir Yazıları (1953), Denize Doğru (1970), sonra Edebi-yat Dünyamız adlı kitaplarda toplandı.

Orhan Veli’nin Şiir AnlayışıCumhuriyet dönemi şairi olan Orhan Veli, Türk şiirinde köklü bir değişimi başlatmıştır. Şiirde sanatlı söyleyişe karşı çıkmış, konuşma dilini şiire sokmuştur. Ölçü yerine dizeye bağımsızlık sağlamak, uyak gerekliliğinden sıyrılmak, şairane söyleyiş ve görüntülerden kurtulmak; düşlem dünyasının duvarlarından atlayarak gerçek ve günlük yaşama ya da ya-şayanlar arasına girmek ve halktan her şeyi, insanı, konuyu, deyişleri şiire almak; yergi ve espriye yer vermek; özentili ve yapmacık olmamak, doğal, yalın ve içten olmak ve benzeri değerler Orhan Veli Kanık’ın Türk edebiyatına kazandırdığı başlıca yeniliklerdir.

Orhan Veli’nin ŞiirleriOrhan Veli’nin şiirleri birer oyundur. Kitabe-i Seng-i Mezar diye tumturaklı bir eda ile başladığı şiiri Süleyman Efendi’nin nasır derdi ile şöyle bitirir:

Kitabe-i Seng-i Mezar I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar Hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi Kundurası vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allahın adını, Günahkar da sayılmazdı. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye

Göklerde musiki ve şiirle alışveriş ederken birden rakı şisesinde balık olmak ister:

Eskiler Alıyorum

Eskiler alıyorum Alıp yıldız yapıyorum Musiki ruhun gıdasıdır Musikiye bayılıyorum Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Gökyüzünü maviye boyar, yırtılan denizleri diker, ceketi ile dertleşir, kedilerin gebeliğine üzülür. Ondan hep bir sürpriz beklemek zorundasınız. İftiharla: “Neler yapmadık bu vatan için,” diye başlar, arkasından “Kimimiz öldük /Kimimiz nutuk söyledik.” diyiverir. “Bedava yaşıyoruz bedava” diye bir se-vinç çığlığı koparır ardından.

Sanatçılarımızın Gözüyle Orhan VeliBelki Orhan Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır; ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur. Yalnızca bir şair olarak değil bir aydın olarak da hem kendini hem şii-rimizi ileriye götürmüştür. Şiirimize yeni konular, sözcükler, görüşler, duyuşlar, biçimler getirmiştir. Erken ölmeseydi daha da getirecekti.

Asım BEZİRCİ

Yahya Kemal eski şiir dilini yıktı. Nazım Hikmet vezni yıktı; ama Yahya Kemal ile Nazım Hikmet şiirin dışı ile uğraştılar, içindeki zincirleri kıramadılar. Onların şiirlerini kendilerin-den öncekiler de, açtıkları çığırları kabul etmeyenler de pek iyi anlayabiliyordu; çünkü onların şiirinin özü eski anlayışa gö-reydi, şiirin asıl alanı diye bellenmiş konulardan kurtulama-mışlardı. Orhan Veli çok daha ileri adım attı, şiirin kendine öz bir dili, bir ölçüsü olmadığı gibi kendine öz konuları da olma-yacağını gösterdi, ahengin şiirden kaldırılabileceğini gösterdi.

Nurullah ATAÇ

Her sanatkar gibi onun da bir dünya görüşü toplum mesele-leri hakkında düşünceleri vardı. Ama bunları şiirinde canlan-dırmak endişesiyle hiçbir zaman bayağılığa düşmedi.

Yaşar Nabi NAYIR

Kendi Sözleriyle Orhan VeliBugünkü dünyanın içinde yaşayan bir adam olarak, dünyada kuru sanattan daha faydalı şeyler mevcut olduğunu biliyo-rum. Ama diğer taraftan yaradılışım beni sanatla uğraşmaya sevk ediyor. Ne cemiyet için beslediğim hayırlı niyetleri ne de

38MODAFENİLETİŞİM

İstan

bul v

e O

rhan

Vel

i

İstanbul’u Dinliyorum

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalı Çarşı; Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa; Güvercin dolu avlular.

Çekiç sesleri geliyor doklardan, Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu

Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;

Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor, fıstıkların arkasından

Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul’u dinliyorum.

sanatı feda ederim. İnsanların refahı için söyleyeceğim üç beş sözün faydası olacaksa sanatımı bu fayda uğruna kullanabili-rim. Fakat dikkat ediyorsunuz ya sanatımı diyorum. Çünkü sanatın ne olduğunu bilmeyen insanlar bu işin ne olduğunu yine anlayamayacaklardır.

Öğrencilerimizin Gözüyle İstanbul’u Dinliyorum Şiiri Orhan Veli, İstanbul’u nasıl görüyorsa öyle yazmış. İçinden gelenleri iyisiyle kötüsüyle söylemiş. Anlatımından İstanbul’u sevdiği anlaşılıyor. Sanki şiir ortaya çıkarmak için değil de hislerini ve gördüklerini kağıda dökmek için yazmış. Çünkü ne kafiyeli olması için ne de hece ölçüsünü tutturmak için uğraşmış.

Özden ERTURGUT 8. Sınıf

İstanbul’u Dinliyorum şiiri insanı gülümsetiyor, yüzünü astırı-yor, ağlatıyor… Aynı zamanda Orhan Veli’nin İstanbul’a olan büyük tutkusunu açığa çıkarıyor. Acaba Orhan Veli bu şiiri ya-zarken ne düşünmüştür, acaba neredeydi, ne yapıyordu, aklı-na ne geldi? Aslında bütün bu soruları sormamız bu şiiri nasıl yazdığına inanamamızdan bence. Bütün bu soruları sorduran şiir Orhan Veli’nin yazınsal kalitesi, şiirsel zekasını ve kale-minin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu şiirde tasvire, görselliğe ve işitmeye dikkat ediyor. Genel olarak İstanbul’u Dinliyorum şiirinde İstanbul’un tarihi ve eski semtlerinden, eski semtlerin güzelliklerinden bahsetmiştir. Ayrıca Orhan Veli şiiri yazarken ölçü, uyak gibi şekil özelliklerine de uy-mamıştır.

Fevzi DOĞAN 8. Sınıf

Orhan Veli bu şiiri yazarken İstanbul’u gerçekçi ve duru bir dille anlatmış. Serbest ölçü kullanmış. Kafiyeye pek yer ver-memiş. Okuması kolay, herkesin anlayacağı dilde bir şiir yaz-mış. İstanbul’u iyisi ve kötüsü ile anlatmış. Güzelliklerinden bahsetmiş. Betimlemelere sıklıkla yer vermiş. Şiiri okuyunca olaylar ve mekân insanın gözünün önüne gelebiliyor, hayal edilebiliyor. İstanbul’un sakin ve hareketli taraflarından bah-setmiş. Ayrıca bu şiir Orhan Veli’nin İstanbul’u sevdiğini de anlatıyor. Bence çok güzel bir şiir.

Elif AKMAN 8. Sınıf

İyi kötü bakıyorum İstanbul’a uzaktan Sarı, kurumuş yapraklar süzülüyor ağaçtan Tam da zamanı şimdi Boğaz’da çay içmenin Akşam da günbatımını izlerken nargile tüttürmenin Ne zor gelir bana bu şehirden ayrılma düşüncesi Burası birçok uygarlığın vazgeçemediği kalesi Uzun bir mücadeleyle elde etik seni Lalelerle süsledik İstanbul’un her bir yerini

Modafen İlköğretim 8A sınıfı öğrencilerimizden

Özden, Fevzi, Elif, Tibet, Cem

Yazan ve Derleyen Gamze Sönmez

3920�0YAZ

32

8. Sınıflarla İstanbulÖğrencilerimiz 2010 Kültür Başkenti ile ilgili fikirlerini yazdılar.

35

Peker Açıkalın’la Küçük Bir Söyleşi“İnsan hayallerini gerçekleştirirken arkasında durduğu gibi yanında da durmalı.”

38

İstanbul ve Orhan Veli“Belki Orhan Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır; ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur.”

Modafen’de KarateAydın ilinin Söke ilçesinde 1983 yılında doğdum. Ailem ha-

len Söke-Kuşadası’nda yaşamaya devam ediyor. İlk, orta ve lise eğitimimi Söke’de tamamladıktan sonra 2002 yılında devletin milli sporcular için verdiği millilik kontenjanından yararlanarak, Marmara Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü’ne yerleş-tirildim. Lisans eğitimim sırasında, lisede aldığım eğitimin de etkisiyle spor sağlık derslerine olan ilgim daha fazlaydı. Lisans eğitimimi 2006 yılında tamamlamanın hemen ardından, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Fizyolojisi Bilim dalında Yüksek lisans programına başladım. Yüksek lisans eği-timim sırasında fizyoloji laboratuarında çalışarak sporcular üzerinde fiziksel-fizyolojik performans test ve ölçüm uygu-lamalarında bulundum. 2008 yılında Yüksek lisans eğitimimin ardından Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Spor Sağlık Anabilim dalında doktora eğitimime başladım ve halen doktora eğitimime tez aşamasında olmak üzere devam etmekteyim. Temmuz ayında Estonya, Tartu Üniversitesi’nde halen devam etmekte olan uluslararası bir projeye katıldım ve aralık ayı başında İstanbul’a geri döndüm. Orada özel bir laboratuar olan iklimlendirme laboratuarında çalışma fırsa-tım oldu. Bu laboratuarda istenilen çevre şartları sağlanarak sporcular üzerinde performans test ve ölçümleri yapılabil-mektedir. 1,5 sene içinde doktora eğitimimi bitirmeyi plan-lıyorum.

Spor ile tanışmam babamın beni 1989 yılında Söke’de bir Karate salonuna kayıt yaptırmasıyla oldu diyebilirim. Ailem ve yakın çevrem çok hareketli bir çocuk, geçirdiğimi ve te-levizyonda gördüğüm her karate filmi sonrasında kendimi

onlar gibi görüp, bağırıp çağırdığımı söylerler. Karateye baş-ladığım 1989 yılından bu yana, hayatımın büyük bir bölümün-de sporun yer aldığını söyleyebilirim. Spor hayatımda benim için en önemli günlerden biri olan ve belki de hayatımda en çok sevindiğim hiç unutamadığım bir günü sizlerle paylaşmak isterim. 1994 yılında ‘Benim için çok büyük, çok önemli, o dereceyi elde etsem bir daha bir şey istemem’ dediğim bir derece olan Ege Bölgesi Şampiyonu oldum. İnanın ki maçları-mın bir kısmını hala hatırlayabiliyorum. 2000 yılında Türkiye 3.lüğü ve 2001 yılında da almış olduğum Türkiye derecesi sonrasında Milli Takım seçmelerini kazanarak Ege Bölgesin-den Karate Milli Takımı’na seçilen ilk Karateci olarak milli ta-kımda yarışmaya başladım. O yıl içinde yapılan Balkan Karate Şampiyonası’nda da ilk Balkan Şampiyonluğunu elde ettim. Bunun ardından 2006 yılına kadar Türkiye şampiyonalarında her yıl olmak üzere, Balkan, Akdeniz Ülkeleri, Karadeniz Ül-keleri şampiyonalarında çeşitli dereceler elde ettim. Hayatı-mın büyük bölümünde karate sporu yer alsa da yüzme, sualtı dalış, fitness ve pilates gibi branşlarda eğitmenlik sertifikala-rım bulunmaktadır.

Marmara Üniversitesi’ndeki lisans eğitimimin 2. yılında iş hayatına ilk adımımı atarak Marmara Üniversitesi, Spor Kulübü’nde fitness eğitmenliğine başladım ve bunun ardından çeşitli sağlık-spor kulüplerinde ve otellerde fitness, yüzme, dalış eğitmenlikleri ve özel bir kolejde Beden Eğitimi Öğret-menliği yaptım. 2008 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nda Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktayım.

40MODAFENİLETİŞİM

Mod

afen

’de

Kara

te

Karate sporu hakkında sizi biraz bilgilen-dirmek isterim. Karate-do Japonca kara: boş, te: el, do: yol, sanat kelimelerinden oluşmakta, yalın elin yolu/sanatı anlamına gelmektedir. Karate, kişinin kendini; be-densel ve zihinsel olarak eğitmesi ilkesi üzerine kurulu, eğitim sistemi sayesinde insanı şiddetten uzaklaştıran, barışçıl duygu-lar beslemesini sağlayan bir disiplindir. Hareket tekrarları yardımıyla reflekslerin gelişmesi ve dengenin korunması sağlanır. Karate-Do’yu farklı kılan ‘Do’ yani felsefesidir. Karate sporu nezaket, saygı ve disiplin üzerine kuruludur ve antrenman-lar Türk bayrağına yapılan selamla başlayıp, selamla bitirilir. Çalışmalarda önemli olan sağlıklı bir vücuda sahip, disiplinli, saygılı, bayrak ve vatan sevgisini kal-binde taşıyan nesiller yetiştirmektir.

Karate branşında kıdemin, tecrübenin göstergesi olarak dört ayda bir yapılan ve beyaz kuşaktan başlayıp sonra-sında sarı, turuncu (kırmızı), yeşil, mavi, kahverengiyi takip ederek siyah kuşak ile sonlanan bir derecendirme vardır. Türkiye Karate Federasyonu’nca belli periyotlarda yapılan dan sınavları ile dan derecesi arttırılabilir. 1. Dan siyah kuşa-ğa sahip bir sporcu 2. Dan sınavına katılabilmek için 2 sene, 3.Dan sınavına katılmak isteyen bir sporcu 3 sene bekle-mek zorundadır. Karate antrenmanları genel olarak üç kı-sımdan oluşur. Bunlar, Kihon, Kata ve Kumite’dir. Kihon; karatedeki temel tekniklerin parça parça çalışılması, Kata; sıraları önceden belirlenmiş çeşitli tekniklerin belirli bir sıra ile uygulandığı Karate’nin kuşaktan kuşağa aktarılması için oluşturulmuş alıştırmalardır. Kumite ise karşılıklı yapılan mü-cadele çalışmasıdır.

Spor büyüme çağında çocuklar için hem bedensel sağlık ve fiziksel gelişme yönünden, hem de iyi bir kişilik oluşması, ruh sağlığı bakımından yararlı ve gereklidir. Karate sporu ile ço-cuğun fiziksel gelişiminin yanı sıra sosyal açıdan da gelişimi sağlanır. Çünkü karate antrenmanları sırasında çocuğun ar-kadaşları ile iletişim kurma becerisi artacak ve özgüven geli-şimi artmış olacaktır. Uzmanlar davranış bozukluğu gösteren çocuk ve ergenlere gerek saldırgan davranışlarını uygun bir şekilde kontrol edebilmeleri, gerekse disiplin kazanmaları açısından karate gibi mücadele sporlarına katılmalarını öner-mektedirler. Kendi eğitim ve spor hayatımı da göz önüne aldığım zaman, küçük yaşlarda karate branşından almış oldu-ğum disiplini, eğitim hayatım dahil olmak üzere hayatın her alanına aktarabilmeyi öğrendiğime inanıyorum. Modafen’deki karate derslerimiz ile de çocuklarımızın fiziksel ve zihinsel gelişimlerine yardımcı olup, kendilerini disipline edebilme-lerini, bu disiplini yaşamlarının her alanına yayabilmelerini amaçlıyorum.

Spor dolu, sağlıklı günler dilerim..

Osman ATEŞ

4�20�0YAZ

Satranç tahtası hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir

“Satranç tahtasında başıma gelen bütün felaketler için, bütün rakiplerime minnettarım. Tahta başında hayata dair öğrendik-lerimi, günlük koşuşturmacanın içerisinde fark edebilmemin imkanı yoktu.” diyor Yiğit Yazgı, Modafen Ailesi’ne yeni katı-lan satranç öğretmenimiz. Modafen’le yollarının kesişmesini, Modafen’in genç ve dinamik yapısına bağlıyor. Genç yaşına rağmen hem sporcu, hem de eğitmen olarak satranç geçmişi-ne çok şey sığdırmış. Ulusal ve uluslarası turnuvalarda 50’den fazla derece almış, milli sporcu ünvanıyla Türkiye’yi Dünya Şampiyonası’nda temsil etmiş. 4 yıldır da Türkiye’nin en kök-lü satranç merkezlerinden olan Şah-Mat Satranç Merkezi’nde eğitmenlik yapmakta.

“Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir.” diyen Yiğit Yazgı bize centilmenlik oyunu satrancın kısa tarihini anlattıktan sonra sorularımızı da yanıtladı.

Bize satrancın tarihinden bahseder misiniz?

Satrancın, en az 4000 yıl önce Mısır’da oynandığına dair bulgular piramitlerdeki kabartmalarla kanıtlanmıştır. Mısır Kraliçelerinden olan Nefertari’nin mezarının üzerindeki ka-bartma ise bunun en açık örneklerindendir. Zamanımızdaki belgelere göre bu oyun farklı yüzyıllarda ve farklı isimler al-tında Çin’de, Mezopotamya’da ve Anadolu’da oynanmaktaydı. Hatta bazı tarihçiler Truva Atı hikayesindeki kuşatma yapılır-ken Palamades’in bu oyunu bildiğini iddia etmektedirler, fakat bu oyunun o zamanki adı hakkında hiçbir yazılı belge yoktur.

Oyunun bugünkü adını alması, MS 3.-4. yüzyıllarda Hindis-tan’da oyuna “Çaturanga” denmesi ile başlar. Yani satranç ile ilgili ilk yazılı belgeler Hindistan’dan kalmadır. Daha sonra

satranç İran’a, onlardan Araplara, Endülüslüler sayesin-de de İspanya üzerinden Avrupa’ya yayılmıştır. Arap ve Avrupa el yazması kitaplardan sonra, İspan-yol Lucena’nın ilk basılı satranç kitabında (1497) satrancın o zamanki yeni kuralları açıklanmıştır. Türkiye Satranç Federasyonu’nun söylediğine göre satranç oyununun kuralları o günden bu güne kadar değişmeden gelmiştir.

İspanya’dan sonra, İtalya, Fransa, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’da sat-ranç hızla yaygınlaştı. 15. yüzyılda İspanyol Lu-cena, 17. yüzyılda İspanyol El Greco, 18. yüzyıl-da Fransız Philidor’un satranç kitapları vardır. 19. yüzyıl sonlarında satrancın büyük yıldızları belirdi: Anderssen, Morphy, Rubinstein ve Steinitz. 1850’lerden başlayarak, güçlü oyuncuların katıldığı turnuvalar yapıldı. Sonunda, 1886’da o zamanın en kuvvetli iki satranç oyuncusu arasında, ilk dünya satranç şampiyonluk karşılaşması oynandı: Steinitz ve Zukertort. Steinitz bu maçı, 10 galibiyet, 5 beraberlik ve 5 yenilgi alarak kazandı. İlk resmi dünya satranç şampiyonu Wilhelm Steinitz’dir. Steinitz aynı zamanda, satrancı sistematik oynama kavramının da babasıdır. Steinitz’in teorisinin baş-langıç noktası “Satrançta konumun özelliklerine uygun bir plan yaparak oynamak”tır. Konu-mun Özellikleri konusundaki görüş ve ça-lışmaları, modern satranç oyununun temelleri olmuştur.

Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahne-sidir. Nasıl her günlük yaşantımızda hedeflerimize ulaşmak için planlar

Centilmenlik Oyunu

42MODAFENİLETİŞİM

Cen

tilm

enlik

Oyu

nu

kuruyor, stratejiler geliştiriyor, hayatımızın bileşenleri arasında eşgüdüm kurmaya çalışıyorsak, satranç tah-

tası üzerindeki uğraşımız da farklı değildir.

Satranç zekayı geliştirir mi?

Bu satrancın faydalarından sadece bir tanesi. Dünya şampiyonlarından Alekhine, “Ben satranç

sayesinde kendimi eğittim.” diyor. Satrancın öğrencilerin eğitimi ve kişisel gelişimi üzerin-deki etkisi oldukça büyük. Her şeyden önce satranç yüksek konsantrasyon gerektiren bir

spor. Çoğu insan, çocukların böyle bir disipline ayak uyduramayacağını düşünür. Ne var ki çocuklar, oyun oynuyor olmanın yarattığı yüksek motivasyonla bu konsantrasyonu yetişkinlerden daha kolay biçimde sağ-lıyorlar. Konsantrasyon bir yeti haline geldikten sonra, başta dersler ve sınavlar olmak üzere, öğrenciler bunu hayatın her alanında kolayca uygulayabiliyorlar.

Bunun yanında satrançtaki zaman kısıtlaması öğren-cilere “kısa zamanda doğru kararı verme” becerisini kazandırıyor. Hayatları boyunca en çok ihtiyaç duya-cakları bu beceriyi oyun oynayarak edinebilmeleri,

onlar için eşsiz bir fırsat.

Satrancı özel bir spor yapan ne-dir?

Satrancın önemine dair biraz önce saydıklarımdan daha önemlisi, sat-rancın öğrencilere kazandıracağı dostluklar. Satrancı diğer sporlar-dan ayıran yanlarından en güzeli, çocukların rakipleriyle çok kolay

iletişim kurabilmesi ve bu iletişimin dostluğa dönüşmesi. Tahta başında maç kazanılır, kaybedilir. Asıl kazanılan, rakibin kendisidir.

Satranç hakkında söyleyecek o kadar çok güzel sözüm var ki söyleyemediklerime haksızlık ediyormuşum gibi geliyor.

Modafen eğitimin her alanında fark yaratmayı ilke edinmiş bir kurum. Sizce Modafen’deki sat-ranç dersleriyle kazanılacak olan nedir?

Tabii ki bu kurumdan şampiyon satranççılar çıksın isterim; ama önemli olan öğrencilere bir yandan satranç kültürünü tanıtırken, bir yandan da satrancın değerlerini hayatlarına taşıyabilmelerini sağlamak. Öğrenciler genellikle sorunları bulmaya bayılırlar. Ama fark yaratan öğrenci, sorunla beraber çözümü de bulandır. Modafen’deki satranç eğitiminin amacı, bu yapıda öğrenciler yetiştirmek.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Finali, satrancın basit ve mütevazi dış görüntüsünün ardın-daki zenginliği çok iyi anlatan bir satranç efsanesiyle yapalım: Satranç oyununu bulan Brahman, bu oyunu hükümdarına armağan eder. Hükümdar, oyunu öyle beğenir ki, Brahman’ı ödüllendirebilmek için ona ‘Dile benden ne dilersen!’ der. Brahman, sadece buğday tanesi istediğini söyler. Yalnız bir kuralı vardır: Verilecek buğday sayısı, satranç tahtasının 1. karesi için 1, 2.karesi için 2, 3. karesi için 4... şeklinde üstel biçimde artmaktadır. Hükümdar bu isteği çok mütevazi bu-lur ve hemen kabul eder. Fakat hesaplama tamamlandığın-da, hükümdar büyük bir şaşkınlığa uğrar ve bu dileği yerine getiremeyeceğini anlar. Çünkü, Brahman’ın istediği buğdayın verilebilmesi için, dünya yüzeyinin 64 katı büyüklüğünde bir alana buğday ekilmesi gerekmektedir.

4320�0YAZ

“The first thing I do in the morning is turn on my music as I get ready for school. Listening to music gives me en-ergy and enthusiasm, and sometimes, I feel my mood change along with the music. I wait for my favorite track on my iPod, which is U2’s “Beautiful Day”. I feel like a rock star as I sing along with the chorus.”

Serra Şenkal 6B

When I heard that this issue of our magazine would be fo-cusing on Istanbul, as the Culture Capitol of Europe 2010, I got very enthusiastic, because I saw this as an opportunity to talk about the big concert U2 will be giving in 2010 in Istanbul. I volunteered to be in charge of the English section so that I could talk a little bit about U2 and the opinions of the members of Modafen Community on the band.

Like many bands, U2 was formed before the band members had graduated, but it gives me goose bumps to think that they were only teenagers in secondary school with limited musical technique when it all started. I can’t wait to visit the amazing places in Dublin, Ireland where the band first took stage in 1976. The group consists of four people: Bono (vocals and rhythm guitar), The Edge (guitar, keyboards, and vocals), Adam Clayton (bass guitar), and Larry Mullen, Jr. (drums and percussion). Wouldn’t it be amazing to start a band like U2 with friends from Modafen?

I remember when I was a kid in mid 1980s, U2 became famous all around the world for their unique style of music. They became famous as a band, which performed impres-sive live shows, and they soon started to fill concert arenas wherever they went. Their 1987 album The Joshua Tree, is

2 word: Practicing English – U2

44MODAFENİLETİŞİM

probably their best and most successful album. It became the fastest-selling album in British chart history, and was number one for nine weeks in the United States. The album’s first two singles, “With or Without You” and “I Still Haven’t Found What I’m Looking For”, quickly rose to number one in America, and are still popular and well-known today, more than twenty years after they were first recorded.

U2 has recorded 12 albums so far, and has sold more than 145 million albums in countries all over the world. I’ve always loved watching music award shows like the Grammy Awards to see if my favorite band would win. U2 members have won many well-deserved awards throughout their music career.

U2 inspires and fills me with admiration by the time and effort they spend on charitable organizations. U2 has al-

ways worked to raise money for charities to help people with disease and those living in poverty. In 1984, Bono and Adam Clayton took part in a project called Band Aid to raise money for people who were starving in Ethiopia. Band Aid was the name for a group of world-famous singers who came together to record songs to make people understand the problems in Africa, and at the same time raise money to help them. Bono was invited to take part in this, and since then he has worked very hard on many different projects to help people who are not as lucky as him. In July 1985, U2 played in a concert called Live Aid, a follow-up to Band Aid, which raised millions of more dollars to help African people. In late 2003, Bono and The Edge participated in the South Africa HIV/AIDS awareness concerts hosted by Nel-son Mandela.

2 w

ord:

Pra

ctic

ing

Engl

ish –

U2

4520�0YAZ

40

Modafen’de KarateKarate-do: Yalın elin sanatı

42

Centilmenlik Oyunu“Satranç tahtası hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir.”

44

2 word Practicing EnglishU2 is in İstanbul

ISSN 1309-6389

Genel Yönetmen

Pervin Altuntaş

Sayfa Tasarımı

Turgay Kurt

Bas kı ve Cilt

Gol den Print100. Yıl Ma hal le si Mat ba acı lar Si te si 1. Cad de No: 88 Bağcı lar/İs tan bulTel: (0212) 629 00 24/25

Bas kı Tarihi

Temmuz 2010

Tüm Hakları ÖZEL MODAFEN İLETİŞİM'e aittir. Tasarımı veya bir bölümü kopyalanamaz ve izinsiz kullanılamaz.

32010YAZ

Page 6: Modafen İletişim - Sayı 2

M odafen’in ilk yurt dışı gezisini hatırlayacaksınız. 2009 Yılı ocak ayında Belçika ve Hollanda’nın tarihi ve kültürel

merkezlerini gezmiştik. Seyahat etmenin insanları yakınlaş-tırdığı yadsınamaz bir gerçek. Buna bir de değişik ülkelerin kültürlerini tecrübe etme ve bu kültürler içinde kendini daha derinden tanıma fırsatını da ekleyince okulca yabancı ülkele-re seyahat etmenin eğitim açısından önemi aşikar olacaktır. Bütün bu sebeplerden dolayı Modafen yurt dışı gezilerimizi gelenekselleştirmek yolundaki 2. yurt dışı gezimizi geçtiği-miz nisan ayında düzenledik. Özel uçak ve 4 yıldızlı Hesperia Presidente Otel’inde konaklama şeklinde Nova Turizm’in katkıları ile Fransızca öğretmenimiz Zeliha Süt tarafından organize edilen gezimiz 01-05 Nisan 2010 tarihleri arasında; öğrencilerimiz, velilerimiz ve öğretmenlerimiz katılımı ile de-neyimli rehberler eşliğinde gerçekleşti.

Dilerseniz Barselona’yı, Fransızca Öğretmenimizin Zeliha Süt’ten dinleyelim:

“Barselona İspanya’nın Katalunya özerk bölgesinin başkenti-dir. Gaudi’nin başını çektiği modernizm akımıyla planlanmış, 1900’lerden kalma ızgara planlı modern bölümü ile ilgi çeken bir şehirdir. Yaygın dil Katalancadır.

Barselonalılar kendilerini önce Katalan olarak kabul eder, İspanya’yı bir ülke olarak değil de eyaletlerden oluşan bir

Katalunya’nın Başkenti:

Bir Modern Sanat Rüyasıbirlik olarak görmeyi tercih ederler. Onlar size İspanya kurulmadan önce Katalunya’nın var olduğundan, kendi mut-faklarının, dillerinin, bayraklarının ve kültürlerinin farklı ol-duğundan söz edeceklerdir. Madrid’den daha kozmopolit, İspanya’dan daha Avrupai olduklarını ifade edeceklerdir. Ger-çekten de Barselona’nın geçmişinin İspanya’dan daha eski olması ilginçtir. 9. Yüzyılda Katalan bir asilzade aile tarafından kurulmuştur.

Kentin simgesi Sagrada Familia Kilisesi’nin yapımına 1882 yılında Mimar Villar başlamıştır. Bir yıl sonra Mimar Antoni Gaudi görevi devralmıştır. Gaudi’nin ömrü ancak kilisenin ön cephesi ve planlanan on sekiz kuleden sekizini tamamlamaya yettiği için Gotik tarzın örneği olan ünlü kilise hâlâ tamamla-namamıştır ve “Bitmeyen Kilise” olarak da binilir.

Templo de la Sagrada Familia (Kutsal Aile Kilise-si) Katalan Hükümet Konağı’na bakan bulvarda yer alır ve Barselona’nın en tanınmış sembolüdür. Yapımına 1882 yılın-da, Villar tarafından Neo-Gotik üslüpta tasarlanarak başlan-mış fakat Villar’ın gözden düşmesi üzerine 1883 yılında bu işle 31 yaşındaki Antoni Gaudi görevlendirilmiştir. Ölümüne kadar bu binanın yapına devam etmişse de Gaudi, Sagrade la Familia Kilisesi’nin sadece (Kripta, apsis duvarları bir gi-riş ve bir kule) ön cephesini yapabilmiştir. Yapının inşasına Gaudi’nin ölümünden sonra, günümüzde de devam edilmek-

4MODAFEN

İLETİŞİM

Page 7: Modafen İletişim - Sayı 2

tedir. Modernist üsluplu yapı, diğer aynı üsluplu yapılardan Barselona’nın kültür zenginliğinin de etkisi ile farklılıklar gösterir. Bu farklılığın sebebi, kentin Gotik, İslam, Rönesans, Romanesk ve Bizans üsluplarını bir arada taşıyor olmasıdır. Yapının Modernist üsluplu süslemesinde kullanılan cam ve tuğla (demir ve çelik de Modernist üslupta süslemede kulla-nılmaktadır) tamamen Gaudi tarafından tasarlanmış ve yer-leştirilmiştir.

Antoni Gaudi i Cornet, İspanya’da Art Nouveau (Yeni Sanat) akımının öncüsü ve Barselona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. 25 Haziran 1852’de Katalunya’nın Reus kentinde doğmuştur. Bir bakır ustasının oğludur. 1869’da başladığı mimari eğitimi, askerlik hizmeti ve çeşitli nedenlerle uzayarak sekiz yıl sürmüştür. 1878’de eğitimini ta-mamladığı Barselona kenti, tüm sanatsal etkinliklerinin mer-kezi olmuş ve kişiliğinin gelişiminde büyük yer tutmuştur. İlk önemli eseri, Vicens ailesi için 1883-1888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık evdir. Daha sonra Eu-sebi Güell adlı sanayici ile güçlü bir ilişki kurarak bu aile için yaptığı eserlerle Barselona’da prestij edinmiştir.

En ünlü eseri ise hayatını adadığı La Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi 1883’de bu projeyi üzerine aldıktan sonra zamanının çoğunu bu esere ayırmış, 1908’de başka proje al-mayı tamamen bırakmış ve 1926’da ölümüne kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraşmıştır. Gaudi, tüm mimari bilgisi-ni karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yüzyıl katedrali ya-ratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmamış, stüdyosunu da inşaata taşımıştı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldüğünde La Sagrada Familia’ya gömülmüştür.

La Ramblas Caddesi, şehrin en popüler caddesidir. Ka-feleri, müzeleri, alışveriş merkezleri, sokak müzisyenleri ve akrobatları ile çok hareketli bir caddedir.

Bu cadde Akdeniz’in en hareketli limanı olan Barcelona Limanı’na çıkar. Bu limana yılda 700.000’den fazla gemi uğ-radığı söylenir. Limana çıkan ana yollarından biri, ünlü kaşif Christopher Columbus’un heykeline gider.

Christopher Columbus Heykeli Limanın hemen ya-nında yüzünü Akdeniz’e çevirmiş sizi beklemektedir.

Kristof Kolomb, Cenovalı denizci ve kaşiftir. 1492’de Atlantik Okyanusu’nu aşarak Kuzey Amerika’ya ulaşmıştır. İskandinav Vikinglerinin yüzlerce yıl önce Amerika’ya ulaşmış olduğu tarihsel belgelerle kanıtlanmış olmasına rağmen, Kristof Ko-lumb Amerika’nın kaşifi olarak değerlendirilir. 1492’den ön-ceki dönem Kolomb öncesi olarak bilinir. Gelişen devletler, yeni ticaret yolları ve koloniler arıyorlardı. İngiltere, İzlanda ve Grönland gibi birkaç deniz yolculuğu deneyiminden son-ra harita çizimine çok meraklı olan Kolomb, batıya giderek Hindistan’a ulaşabileceğine kendini inandırdı ve destek ara-maya koyuldu. Uzun başvurulardan sonra desteği, İspanya Kraliçesi Isabella’dan alabildi. Kraliçe Kolomb’a yardım ede-ceğini bildirerek ona amiral ünvanı, gemiler ve para verdi.

Bundan dolayı, Kolomb bu yolculuğa İspanya bayrağı altın-da çıkmış, Amerika kıtasına ulaşmış; ancak keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmüştür. Yeni kıtaysa adını aynı dönemde yaşamış, 1497 ya da 1499’da Güney Amerika’ya ulaşmış olan Amerigo Vespucci adında bir İtal-yandan almıştır.

Yemekler konusunda Akdeniz mutfağına yakın olan Türkler Barselona’da yabancılık çekmeyecektir. İspanyolca’da tapas deni-len atıştırmalıklar, zeytinyağı, peynir, patates, jambon, sosis, balık ve sebzelerle hazırlanır ve geleneksel bir mezedir. Barcelona’dan balık ve meşhur “poella”yı tatmadan gitmek de olmaz.

Kata

luny

a’nı

n Ba

şken

ti: B

ir M

oder

n Sa

nat

Rüya

52010YAZ

Page 8: Modafen İletişim - Sayı 2

Kata

luny

a’nı

n Ba

şken

ti: B

ir M

oder

n Sa

nat

Rüya

Kent meydanında yer alan arena, Katalanlar ve turistler için ilgi çekici bir yerdir. Flamenko dansının izlenebileceği birçok gece klübü vardır. Aslında Barcelona daha çok bir eğlence şehridir; kentin her yanında eğlenebilecek yerler bulmak mümkündür.

Birçok değişik yüzü olan şehir söz konusu olunca “Peki Modafen’in Barselona’sı hangisiydi? Modafenlilerin gözüy-le Barselona nasıldı?” diye soruyor insan. Modafen ekibiyle seyahat eden ve aile ortamımıza hemen uyum sağlayan tur organizatörlerimizden İlkim Tuncay da geziyle ilgili duygu ve düşüncelerini bu sefer geziye katılamayan Modafen üyeleriy-le de paylaşabilmek için dergimize bir yazı gönderdi:

“Modafen’le bu seneki seyahatimiz mimarinin en güzel örnekleriyle süslü, dansın, sanatın, eşsiz yemeklerin şehri Barselona’ya idi.

Bir turizmci, bir rehber herhangi bir yere yüzlerce kez se-yahat edebilir. Ama bizim grubumuz gibi 36 yumurcakla yola çıkıp böyle güzel ve farklı bir deneyimi sanırım kolay kolay yaşayamaz.

Grubumuza Modafen’in kurucusu Fatih Kanberoğlu ile bir çok öğretmenimiz ve hatta rehberlerimiz Levent ve Orhan eşlik ediyor olmalarına rağmen, itiraf etmeliyim ki ebeveyn-leri olmadan geziye çıkmış bunca genç yaşta öğrenci beni inceden endişelendiriyordu.

Barselona’ya vardığımızda otelin lobisinde oda kartları da-ğıtırken, “Bu kapılar nasıl açılacak, çocuklar odalarını nasıl bulabilecekler?” diye kendi kendime soruyordum, onlara da biz buradayız sorun olursa gelin diye tekrar tekrar tembihli-yorduk. Derken elinde anahtarının çalışmadığı iddiası ile biri geldi. Resepsiyon görevlisi kontrole gerek duymadan, “Ço-cuktur, bilememiştir” anlamında başını eğerek gülümsedi. An-cak odaya çıktığımızda anahtar gerçekten çalışmayınca; ben haklı bir gururla, resepsiyonist de hafif mahçubiyetle lobiye

döndük. Hele de buluşma saatinde tüm ekip tam zamanında buluşunca dedim ki, anlaşılan sadece boyları ufak!…

Akşam çocuklar Levent Ağabeyleri ile burger yemeye gider-ken, biz büyükler deniz ürünlerinin envai çeşidi ile meşhur paella’yı tatmaya gittik.

Ertesi sabah erkenden şehir turumuz için otelden ayrıldık. İlk durağımız, İspanya’da Art Nouveau’nun (Yeni Akım) ön-cüsü Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet tarafından inşaa edilmiş Park Güell. Şehrin kuşbakışı muhteşem manzarasına sahip parkın geniş meydanının tüm çevresi, seramik moza-ikler ile renklendirilmiş dalga dalga görünümlü taş banklar ile çevrili. Benim fotoğrafım şu renklerle olsun, bir de bu köşeden kubbeler gözüksün, bir de şehir manzarasıyla deniz de şöyle arkamda kalsın diye diye, fotoğraf bahane, kendimizi renklerin ve mimarinin eğlenceli büyüsüne kaptırıyoruz.

Meydanın altındaki salondan geçerken, bir yandan muhteşem tavanı izliyor, bir yandan da sokak sanatçısının gitarının muh-teşem akustiğin içindeki tınısına hayran kaldığımız için burayı terk etmemek istiyoruz.

Şehrin simgelerinden, yine mozaiklerle süslü kertenkele çeşme-sine gelince hep beraber fotoğraf çektirip Hansel ve Gratel’in şeker evlerini anımsatan evlerin arasından geçerek ayrılıyoruz.

“Bitmeyen kilise” olarak anılan şehrin simgesi Sagrada Familia’yı görür görmez içimizi bir heyecan kaplıyor. “İşte ben Barselona’dayım!” diyoruz. Mimar Gaudi projesine ner-deyse ömrünü adadığı bu kilisenin ancak ön cephesini bitire-bilmiş, günümüzde inşaası devam etse de, görünen o ki uzun namına yakışacak, uzun yıllar daha bitmeyecek...

6MODAFEN

İLETİŞİM

Page 9: Modafen İletişim - Sayı 2

Akşam yemeğimiz öncesinde İspanyol ulusal dansı flamenkoyu izlemeye gidiyoruz. Hoş kostümleri içinde gitara el ve ayakları ile ritm katan sanatçılar, küçük ellerden büyük alkış alıyor.

Keyifli bir yorgunlukla beraber, yemek sonrası Pacio de Gra-cia caddesi’nden, otelimize bahar akşamlarının sohbetiyle ya-vaş yavaş yürüyerek dönüyoruz. Sabah lobideki buluşmamız hep aynı heyecan içinde; kimi çocuklar üçlü beşli gruplar ha-linde asansörden adeta fırlarken, kimileri de merdivenlerden yetişme heyecanı ile patır kütür iniyorlar. Asansörü tercih etmelerinde ısrarcı olsak da, merdiveni tercih etmelerinde-ki sebebin asansöre bindiklerinde tüm katların düğmelerine basıldığından aşağıya inmenin çok daha uzun sürmesi oldu-ğunu biz yetişkinler çok sonra anlıyoruz. Anlaşılan bu muzur oyun hep moda…

İkinci günümüze Girona şehrini gezerek başlıyoruz. Daracık kıvrımlı sokaklar arasında dolaşarak, Girona Katedrali’ne va-rıyoruz. Dönüşümüzde köprü üzerinde arkadaki binalar eşli-ğinde kameralara bol bol poz vermeyi ihmal etmiyoruz.

Kısa bir yolculuk sonrasında vardığımız sürrealist sanatçı Sal-vador Dali’nin müzesinde rehberimiz Sevgili Orhan’ın zevkli ve ayrıntılı anlatımı ile ilk bakışta manalandıramadığımız çılgın desenler anlamlanıyor. Hatta kendimizi bu hikayelere öyle bir kaptırıyoruz ki duygu seli içinde Dali’nin öldüğü güne ka-dar sadakatla bağlandığı Gala’nın realist bir tablosunun peşi-ne düşüyoruz.

Bu arada sessiz olmaları konusunda hiç bilgilendirmemize rağmen eserleri detaylıca izleyip anlatılanları pür dikkat din-leyen çocuklarımız, dönüş yolunda Dali bıyığı yaparak birbir-lerine gördüklerini anlatıyorlar.

Nerdeyse her akşam yemek sonrasında biz yetişkinler yor-gunlukla odalarımıza koşuyoruz; ama bu durum küçükler için öyle değil. Onlar PSP turnuvalarına kaldıkları yerden aynı heyecanla devam ediyor, sabah otobüs yolculukları esnasın-da da arka koltuk çetesi bir önceki akşamın oyun kritiğini yapıyor.

Gümrüksüz alışveriş yapılan Andora’da kah alışverişle kah yemekle vaktimizi geçiriyoruz. Dönüş yolculuğunda çocuklar yaptıkları tek tük avantajlı alışverişlerini voovv sesleri ile bir-birine anlatıyorlar, biz yetişkinler bütçelerimizi alışveriş söz konusu olunca ayarlayamazken onların bu akıllı tutumları bizleri bir daha hayrete düşürüyor. Hatta müze girişlerinde “Beni 6 yaşında gibi idare etseniz” diye pazarlık yapanlar hay-retimizi iki katına çıkarıyor.

Buraya kadar gelinir de Nou Camp Stadyumu’na gidilmez mi? Madem büyükler maça gidiyor, sizler için tehlikeli olur, hem de pahalı dediler, biz de sabah formalarımızı giyer bora-zanlarımızı çala çala gideriz stadyuma.

Uçakta dönüş yolculuğumuzda tüm yetişkinler ayrı ayrı otu-rurken arka koltuk çetesi aynı düzeni nasıl tutturmayı başar-dı ve korudu? Koltuğuma yaslanıp birbirinden sevimli, kişilikli, muzur Einstein’ların seslerini arkamdan işitirken bize seyahat boyunca yaşattıkları şaşkınlıkları ve komik anları düşünerek gülümsüyorum”.

Hep birlikte yapacağımız bir diğer keyifli kültür gezisinde siz-lerle yeniden buluşmak ümidiyle…

Kata

luny

a’nı

n Ba

şken

ti: B

ir M

oder

n Sa

nat

Rüya

72010YAZ

Page 10: Modafen İletişim - Sayı 2

Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem.

8MODAFEN

İLETİŞİM

Page 11: Modafen İletişim - Sayı 2

Herkese Merhaba,

Benim ismim Harun Arman, geçtiğimiz günlerde bir iş gezisi için Antalya’da iken telefonum çaldı, arayan Modafen’den Aslı Anak’dı. Modafen’in hayatımdaki yerini anlatan bir yazı kale-me almamı istiyordu. Bu telefon konuşması beni hayatımda en mutlu eden telefon konuşmalarından biri oldu. Telefonu kapattıktan sonra biraz eski günlere, son zamanların moda deyimiyle hayatımın kırılma noktası olan 1996 yılına gittim. O yıl Lise 2. sınıfa geçmiştim ve denizi çok sevdiğimden (neye güvendiğimi çok da iyi bilmeden) kaptan olma hayali ile fen sınıfını seçmiştim. O yıllarda sportif hayatım devam ediyor, Galatasaray Yelken Şubesi adına rüzgar sörfünde milli takım-lar seviyesinde yarışıyordum. Yine bir yarış için 10 gün kadar okula gidememiştim, dünüşümde ise sınav haftasıydı. Sonuç mu? Bir öğrenci Türkçe dahil bütün derslerin sınavlarından “0” alma başarısını gösterebilir mi?

Cevabı tahmin edebiliyorum; ama ben bunu başarmıştım. Sı-nıfın açık ara en başarısız öğrencisiydim. Bu başarısızlık spor yaşantıma da yansımıştı ve adeta dibe vurduğum bir döneme girmiştim. O günlerde aynı zamanda lisede sınıf arkadaşım olan sevgili dostum Oytun Elmacı’ya durumumdan bahse-dip yardım istemiştim. Kendisi de beni daha sonra hayatımı değiştirecek olan çok sevdiğim ağabeyim, Modafen’in de-

A t

ipi b

aşar

ı öyk

üsü

ğerli kurucusu Fatih Kanberoğlu ile tanıştırdı. Fatih Ağabey muhteşem ders anlatım tekniğinin yanında, hayata bakış açısı ile adeta ufkumu açtı, vizyonumu genişletti. Sınıfın açık ara en başarısız öğrencisi olan ben bir anda herkesi şaşırtacak derecede bir gelişme gösterek sınıfın en başarılı öğrencileri arasına girdim. 1998 senesinde girdiğim Üniversite sınavının ilk aşamasında tüm matematik sorularını doğru yaparak ken-dimin bile inanamadığı bir sonuç aldım. Daha sonra girdiğim ikinci aşamanın sonucunda ise en büyük hayallerimden biri olan İTÜ Gemi İnşaat Mühendisliği’ne girdim. 2002 yılında başarılı bir derece ile mezun olduğum okuldan sonra aynı yıl Total Oil Türkiye’de çalışmaya başladım ve 2005 yılından bu yana aynı şirkette bölge satış müdürü olarak görev yapmak-tayım. Sörf hayatım da üniversite eğitimim boyunca eğitmen olarak devam etti. Halen amatör olarak yarışlara katılıyo-rum.

Modafen’in hayatıma kattığı en büyük değer ise tembel bir öğrenciden çalışkan bir öğrenciye dönüşmemden öte hayatı sorgulayıp beni neyin mutlu edeceğini araştıran ve onun için mücadele eden bir insana dönüşmem oldu diye düşünüyorum. Sevgili Fatih Ağabey ve tüm Modafen kadrosu iyi ki varsınız, hepinize her şey için tekrar çok teşekkür ederim.

Harun Arman

92010YAZ

Page 12: Modafen İletişim - Sayı 2

www.modafen.com.tr web sitemiz ile Modafen İlköğretim Okulu’nun kapılarını dünyaya açtık. Rüzgarı arkamıza aldık, rotamız daima ileri. Bilgi ve teknoloji çağında Modafen İlköğ-retim Okulu ile güvertede yer almak isteyenler bizimle oku-yacak, bizimle öğrenecek, bizimle yelken açacaklar geleceğe.

Şimdiye kadar reklam veya pazarlama ile kendi tanıtımını yapmayan Modafen Eğitim Kurumları’nın bilinirliği, hakkında çıkan olumlu haberler, açıldığı ilk yılından beri sergilediği sı-nav başarıları, yapıcı PR, ama hepsinden önemlisi öğrenci, veli ve bilinçli eğitmenlerin güvenilir tavsiyeleri ile bileşip artış gösteriyor. Modafen’in seçici ve dengeli yaklaşımlar ile pro-jelendirilen kayıt statejisi, sadece akademik açıdan başarılı öğrencileri değil, aynı zamanda sosyal gelişime önem veren, duygusal zekası yüksek ve sorumluluk sahibi çocukları bira-raya getirmeyi hedefliyor.

Resim 1 - (web sitesinden Hakkımızda bölümü)

Hızlı bir gelişim bekliyor çocuklarımızı. Zaman rüzgar gibi hızla esip geçerken, ufak adımlarla büyük hedeflere ulaşacağız beraber çıktığımız bu yolculukta... Okulumuz 4. senesine adım atarken, herkese eğitim felsefemiz, öğrencilerimiz ve bizi biz yapan değerlerimiz ile tanışma fırsatını vermek istedik. Her değer bir anlam ifade ediyor Modafen Ailesi’nde. Örneğin; okulumuzun sembolü haline gelen “Kontrol İşareti”

Resim 2 - (web sitesinden Kontrol işaretinin Hikayesi)

İçeriği kadar tasarımı üzerinde de büyük özen gösterdiğimiz www.modafen.com.tr adresini ziyaret ettiğinizde teknoloji-nin eşliğinde Modafenli olmanın ayrıcalığını hissedeceksiniz.

Web sitemizi kurgulamakta ve hayata geçirmekte büyük rol oynayan takım arkadaşımız PrimeArt, online ve dijital ka-nalları kullanarak şirket ve kurumların pazarlama ve ticaret faaliyetlerine yardım eden bir tasarım ve yazılım firması. Bu firmanın ortaklarından olan Burçin Kalkan’a sorduk:

Bilgi DenizineYelken Açtık…

www.modafen.com.tr

10MODAFEN

İLETİŞİM

Page 13: Modafen İletişim - Sayı 2

ww

w.m

odaf

en.c

om.tr

Resim 1

Resim 2

Resim 3

112010YAZ

Page 14: Modafen İletişim - Sayı 2

www.modafen.com.tr’nin hayata geçmesinde emeği geçen takım arkadaşlarımız kimdi?

Modafen @ 13:30

Primeart nasıl oluştu kısaca bilgi verebilir misiniz?

Primeart @ 13:31

Üniversite yıllarında kurulan bir hayal olarak başladı “Primeart” mezuniyet sonrasında şirketleşti, 10 yıl olmuş bile.

Modafen @ 13:32

www.modafen.com.tr nasıl oluştu?

Primeart @ 13:34

Modafen; genç, pozitif enerjili ve yenilikçi bir kurum olarak karşımıza çıktı. Bizim hissettiğimizi herkese hissettirecek bir web sitesi oluşturmak istedik. Statik, broşür havasında bir site olmamalıydı bu. Ziyaretçilere bilgiyi kuru kuru değil bir duygu ile sunmak istedik. Modafen’in de öğrencilerine yaptığı bu.

Modafen @ 13:39

Web sitemiz için şu ana kadar yaptığımız web siteleri içinde en keyif aldığım projelerden biriydi diyebilir misiniz, yoksa karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Primeart @ 13:43

Modafen’le çok hızlı ve keyifli ilerledik. Bunda herkesin yapılan işten keyif alması etkili oldu diyebiliriz. Hantal, karar alma ve uygulama konusunda yavaş olan kurumsal şirketlerden sonra bir nefes oldu böyle bir web sitesi çalışması. Üretkenliğimizi hissettik. Projenin ortaya çıkmasındaki en büyük pay, bizi anlayan ve özgür bırakan Modafen’e ait.

Modafen @ 13:30

Peki sizce Modafen İlköğretim Okulu dünyaya nasıl sesleniyor?

Primeart @ 13:47

Modafen, sürekli yenilikler peşinde koşan, samimi, aile havasında bir kurum. İnternet dünyasına da bunu yansıtmış oldu yeni web sitesi ile.

Modafen @ 13:51

www.modafen.com.tr’yi diğer okul web sitelerinden ayıran nedir?

Klasik, alışılagelmiş bir okul sitesi değil modafen.com.tr. Sizi bir anda oturduğunuz yerden alıp engin bir denize götürüyor. Bir yelkenli üzerinde ufuk çizgisine bakıp yol alırken buluyorsunuz kendinizi. Bu, Modafen’in kapısından içeri giren herkesin yaşadığı duygunun ta kendisi aslında.

Bu duyguyu yaratırken kendimizi birinci sınıfa başlayacak bir çocuğun yerine koyduk, Cem Sokak’tan yürüyerek okulumuza geldik. Annemiz “Bugün yeni okulunu görmeye gidiyoruz.” demişti, minik adımlarımızdaki heyecan ve merak, korkudan daha fazlaydı. Birden kocaman bir kapı belirmişti önümüzde, aynalı kapının yanında da bir tabela vardı, henüz okuyamıyorduk; ama okumaya başlamamız birkaç aydan çok sürmeyecekti. “İşte Modafen İlköğretim Okulu” demişti annemiz. Kafamızı kaldırdığımızda bize gülümseyen ablalar ve ağabeyler vardı karşımızda. Heyecanımız iki katına çıkmıştı; ama içimiz de rahatlamıştı. Koşarak girdik içeriye.

Okulumuzun kapısından içeri attığımız ilk adımla başlıyor bilgiye giden yolculuğumuz. Ne zaman mı sona eriyor bu yolculuk?

Bu sorumuza Modafen.com.tr şöyle cevap veriyor: Resim 3 - (web sitesinden Modafen Cemiyeti)

Primeart @ 13:53

ww

w.m

odaf

en.c

om.tr

12MODAFEN

İLETİŞİM

Page 15: Modafen İletişim - Sayı 2

1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor?

1. Sınıflarda Hayat Nasıl Gidiyor?

İ nsan hayatında unutulmaz anlar vardır. Yaşanır, geçer, mut-lu eder ve biter ama asla unutulmaz. İlk okuma ve yazma

anı da bu anlardan biridir. Öğretmenlik mesleğinin en önemli gün dönümü, öğrencinin defterine kalemi ile ilk busesidir.

Ve ilk cemre düşer önce sınıfa, ardından 1.sınıf öğrencileri-nin küçük ve sevimli yüzlerine. Güneş bir başka ısıtır, rüzgar bir başka eser. O gün iple çekilmiş, sabır ile beklenmiştir ve özlem bitmiştir artık. İyi arkadaşlıklar kurulmaya başlanmış ve okumanın, okuduğunu anlamanın gururu sarmıştır dört bir yanı. Tüm öğrenciler bir tohumken fidan tutmuş ve ye-şermiştir.

Bu bakış ile 1.sınıf öğrencilerimizden Azra: “Beni mutlu edi-yor okulum. Her gün severek geliyorum. Okumak, harfleri öğrenmek beni eğlendiriyor,” diyor dili döndüğünce.

Berkay çok şanslı olduğunu söylüyor. Şanslı olmasını anne ve babasının onun eğitimi için iyi bir tercihte bulunmasına bağlıyor.

Rana: “İyi ki bu okuldayım. Arkadaş-larımı, öğretmenlerimi ve derslerini çok seviyorum. Okumak ve yazmak beni heyecanlandırıyor.” diyor.

Ahmet Mert: “Ben Fatih Ağa-bey’in akrabasıyım. Annem Fatih Ağabey’inin okuluna gideceksin dediğinde sevinmiştim. Şimdi

hem öğretmenlerim hem arkadaşlarım çok mutlu olmamı sağlıyor.” dedi.

Zeynep Silistre: “Okulumu seviyorum. Okulumda piyona ça-labiliyorum. Şarkı söyleyebiliyorum.” dedi, “Okumak ve yaz-mak çok güzel.”.

Ege: “İlk başlarda biraz korkmuştum. Annem de her zaman yanımda olsun istiyordum. Bazen ağladığım da oldu ama şim-di o günler geride kaldı. Aklıma geldikçe şimdi gülüyorum.”.

İkinci dönemin hemen başında Modafenli olan Tuna ise “An-nem ile babam bana gerçekten değer verileceğine inandıkları bir okuI arıyorlardı ve bu okul bize kapı komşusu kadar ya-kınmış.” diyerek bizim eğitim - öğretim ile ilgili samimi duy-gularımızı yansıtıyor.

Okulumuzun sarı civcivi Zeynep Ece: “Ağabeyim bu okulda öğrenci. Annem ve babam okulu iyi tanıyorlar. Ben de bu yüz-den Modafen’e geldim. Başlarda çok korkmuştum; ama şimdi gerçekten çok mutluyum.” diyerek Modafenli olma hikayele-

rinin nasıl başladığını bizlere anlattılar.

Hepsi geleceğimizin mimarı olacak çocuklar... Hedefimiz A tipi öğrencileri ülkemizin

çağdaş Türkiye yapısına da-hil etmek.

Sınıf Öğretmeni Yener Demirağ

132010YAZ

Page 16: Modafen İletişim - Sayı 2

“Siluet aynı siluet,” diyor Cem Yılmaz, “Kimisi o siluete bakar, Yahya Kemal olur; kimisi de, Ulan İstanbul sen mi büyüksün, ben mi... Ananı belleye-ceğim senin, der.”

Herkesin İstanbul’dan anladığı, İstanbul’a bakışı farklı.

İstanbul biraz da bu. Hep davetkâr, geçkince ama hâlâ cilveli bir kadın. Ojeleri dökülmüş. Karşısına kim çıkarsa çıksın, kendine bağlar. Öldürür bile adamı, açlıktan öldürür. Yalnızlıktan öldürür, tutkudan öldürür.

eğer sen yine İstanbul’sanyanılmıyorsamkoltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim....satır satır okumak istediğim....ulan yine sen kazandın İstanbulsen kazandın ben yenildim.Attila İlhanİstanbul Ağrısı

Benim İstanbul’um Üç İstanbul (Mithat Cemal Kuntay’ın aynı adı taşıyan romanına mı özendim, nedir, bıraksalar roman yaza-cağım valla!).

1. İstanbul: Çocukluğumun İstanbul’uÇocukluğum, denizin, Bağdat Caddesi’nin, demiryolunun ve sahile açılan Yazmacı Tahir Sokak’ın birbirine en yakın olduğu noktada geçti (Teğet dersem Fatih Ağabey’den bir aferin alır mıyım?).

Doğduğum ev, sokağa adını veren Yazmacı Tahir Efendi’nin eviy-miş. Tahir Efendi, yazma -tülbent- yapar, boyarmış onları. Deniz suyunda bekletilince boya çıkmazmış bir daha. Ev o ev. Babamla evden çıkar, el ele Mendirek’e giderdik, tekneyi alıp bizim is-keleye yanaşmak için. Şimdi Deniz Otobüsü İskelesi’nin olduğu yerdeydi mendirek. Babam ben 10 yaşındayken öldüğüne göre, çok küçükmüşüm. Yine o mendirek seferlerimizden birinde an-latıyor da anlatıyorum. Babam çok sakin, duru bir adam. “Cool”. Baba, dedim, durakladım, sen beni dinlemiyor musun? Yoo, dedi, dinlemiyorum. Güldük. Sustum. Parke taşlar, ağaçlık, yemyeşil bir yol. Sonra deniz. Kırmızı teknemiz. Bizim iskele. Annemleri alıp denize açılıyoruz.

2. İstanbul: Gençlik ZamanıAnnem, ablam, ben kalıyoruz. Azalıyoruz ve azalınca daha da hızlı büyüyor insan.

Annem beni Beyazıt Kütüphanesi’ne götürüyor. Sahaflar Çarşı-sı’na. Yerler gene parke taş. Tahta iskemleli kahve (Sonra plas-tik beyaz sandalyeler her yeri kaplayacak, zeytinyağının yerini alan margarinler gibi). Tepemizde kocaman çınar ağacı. İstanbul Üniversitesi’nin dev kapısını solumuza alıp Süleymaniye’ye gidi-yoruz. Annemin o üniversiteyi bitirdiğini öğreniyorum o gün.

Kapalıçarşı. Kumaşçılar. Minicik mavi taşlı iki yüzük; ablama, bana. Bir çift altın küpecik. Onlar sadece bana (Hâlâ duruyor bende, torunuma vereceğim!).

Yeni Camii, yan tarafta Mısır Çarşısı, içinde Malatya Pazarı. Şu-besi yok o zaman. Neler alıyoruz. Şıra sucuğunu öğreniyorum annemden. Bayılıyorum.

Sonra hep gidiyoruz, hep. Kahvaltılıkçımız oluyor, kahvelerimiz. Sonra Kadıköy; Khalkedon. Hacıbekir, 6 Lira’ya profiterol. Badem ezmesi, en pahalısı en az şekerlisi. Baylan, kup griye. Balıkçılar Çarşısı’nda boza-şıra içiyoruz. Kocaman mermer bir küpte boza.

Vapurdan inip arabaya binince hep midem bulanıyor. Beyoğlu’na gidiyoruz. Beyoğlu’nun eski halini anlatıyor annem. İnci Profite-rol. Nazım Hikmet’in gözünün önünde kelepçelenerek götürü-lüşünü anlatıyor.

Ben büyüyorum ya, İstanbul on kat büyüyor. Bu seferlerde anlı-yorum: O çok büyük.

Asmalı seni İstanbulAyaklarından birine asma köprününKesmeli seni İstanbulCan Yücel

16 yaşımda San Fransisco’ya gidiyorum. Hani İstanbul’a benze-tirler ya, Golden Gate köprüsü, Alkadraz Adası, tepeler filan, halt etmişler. Okyanus, gri, dev dalgalar, tüm yaz sis, nüfus 1.5 milyon.

İçinden su geçen şehirler güzeldir. Budapeşte, Viyana. Ya içinden deniz geçen şehir? Bir tek İstanbul!

3.İstanbul: Yağmur’la GelenYokluğun bir ürpertiydi. Varlığın da. Sensiz olmazdı, olamazdık, eksik-tik. Adlardan ad beğeniyorduk sana. Birden işte o hışırtıyla birlikte, o

Yağmur’la Gelen İstanbul

14MODAFEN

İLETİŞİM

Page 17: Modafen İletişim - Sayı 2

Yağm

ur’la

Gel

en İs

tanb

ul

büyük sağnakla birlikte gelişini haber verdin. Kendin getirdin adını. Yağmurumuzdun. Kendindin. (Zeki Coşkun, Ay Olsun Aynam. Ye-niyaz Yayıncılık 2004)

***

Yağmur üç yaşındayken Topkapı Sarayı’na gittik ilk kez. Ardından Kapalıçarşı, minik terlikler, şapka ve cepken aldık ilk gidişte. Na-sıl dolaşıyorduk Kapalıçarşı’yı, nasıl! Yoruldun mu oğlum?

- Hayıy anne, hayıy!

Saray’da, Hazine Dairesi’nde Yağmur bir Aysel Hanım’ın, bir benim kucağımda. Çünkü boyu yetişmiyor, her küçük yazıyı okutturuyor.

Sonra yıllarca gidiyoruz. Bir keresinde Didem, piyano öğretme-ni, kocaman gerçek bir kılıç alıyor Yağmur’a. Arkeoloji Müzesi, İslam Eserleri, Süleymaniye, Mimar Sinan Türbesi, kurufasulyeci-ler, Darülziyafe, Sahaflar -paramız çıkışmayınca hokka ve tahta uçları hediye ediyorlar çarşıda, yüzükler veriliyor, minik kılıç-lar- Alman Çeşmesi’nde yüz yıkanıyor her defasında. Ahbaplar ediniyoruz. Kahvede çaya alışıyor Yağmur. Taht gibi bir koltuğu var. Esnaf tanıyor.

Çelik Gülersoy’la tanışıyor, onun masasında çay içiyor. Gülüyor da gülüyor adamcağız. “Bana ‘Çok zengin olmalısınız’ dedi, ilahi çocuk...” Kartlar, kitaplar imzalıyor Yağmur’a. Kafasında fesle do-laştığı için turistler, tuvalette çalışıyor sanıp bahşiş veriyorlar.

Önceleri Aysel Teyze ile gidiyoruz. En çok Didoş’la. Bazen arka-daşlarımızla. Bazen arkadaşlar orada bize fazla geliyor. Tüh, diyo-ruz, yalnız gelseydik. Ruhumuz, bedenimiz daha özgür olurdu, bu şehri yalnız daha güzel yaşardık. Yağmur Ayasofya’nın üst katında her işlemenin fotoğrafını çekiyor.

Tünel’deki, Beyoğlu’ndaki kiliseden dakikalarca çıkmıyor. Galata kahvelerine dadanıyoruz. Müzik dükkanlarının hepsine de girilir mi yahu? Utanmasak Tophane’de nargile de tüttüreceğiz...

***

Taksim Marmara kapanıyor. Mexican hamburgere veda. Üzülü-yoruz. Pera Marmara’da o hava yok. Eh, Taksim Gezi var. Ka-pısına kafa geçirdik bir gün, yarım saat ağladık. Üstümüze su döktük Gezi’nin bahçesinde. Söylene söylene kitap okurken. Beyoğlu’ndan dizlerimize kadar inen beyaz bir tişört aldık.

Four Seasons’a ilk gidişimiz 2 – 2,5 yaş; bebek arabasında, başın-da fes. Semih Ağabey, Yağmur için yuvarlak minik muzlu bir pasta yaptırıyor resmen. Sonra hep gidiyoruz. Açık büfe çay saatleri var. Gümüşlü pastalar, minicik kuplar, sınırsız çay, 25 TL.

Nazım Hikmet’in yıllarca yattığı Sultanahmet Cezaevi’nin Four Seasons Oteli olduğunu konuşuyoruz çayları içerken.

Yıllar sonra, çok sevdiğimiz bir ağabeyimizle Süleymaniye’yi res-torasyon sırasında gezdik. Yüz küsur metre inşaatın tepesine çıktık her yanı açık bir asansörle. Ağabey upuzun, sporcu, yakı-şıklı. Ama sen bir kork yüksekten, Yağmur’a yapış, “Aman Yağmur, düşmeyesin!”

***

En güzel İstanbul’um Yağmur’un bana öğrettiğidir. Bıkmadan de-falarca, defalarca, gözlerini kocaman açarak gezdiğidir, anlattığı-dır. Süleymaniye’de biriken islerin nasıl mürekkep yapıldığıdır.

Nasıl oldu anlamadım, Anemon’un çatısında Galata’ya bakarken bi baktım o bana anlatıyor her şeyi, kenti. Hani ben ona anlatı-yordum? Büyümüş.

ulan bunu sen de bilirsin İstanbulkaç kere yazdım kimbilirkaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken....sokaklarında Mohikanlar gibi ateşler yaktıksana taptık ulan unuttun mu sana taptıkAttila İlhanİstanbul Ağrısı

***

Böyle bir İstanbul işte.

7A Sınıfı öğrencimiz Yağmur Ali Coşkun’un annesi Ayşe COŞKUN

152010YAZ

Page 18: Modafen İletişim - Sayı 2

Okulumuz 1. 2. ve 3. sınıflarında “Sınıf başkanına ihtiyacımız var mı? Neden? Sınıf başkanı neler yapmalı?” diye bir tar-tışma yapıldı. Sınıf başkanı olması gerektiği konusunda fikir birliğine varıldı.

Başkan olacak öğrencinin özellikleri, görev ve sorumlulukları tartışıldı. Her sınıfta ayrı ayrı “Kimler başkan olmak istiyor?” denildiğinde her öğrencimiz başkan olmak istediğini belirtti. Sadece bir öğrenci nezaketen adaylıktan çekildi. Sınıftaki tüm öğrenciler başkan olmak istiyordu, işin içinden nasıl çıkıla-caktı?

Buna nasıl bir çözüm bulunabileceği tartışıldı. Öğrencilerle sınıf başkanlığı seçimi yapma kararı alındı.

Sınıflarda önce her öğrencinin seçim aday adayı olduğu göz-lendi. Parmak kaldırarak oylamalarla ön seçim yapıldı. Adaylar belirlendikten sonra kendilerini tanıtmaları, sınıf başkanı olun-ca neler yapacaklarını anlatmaları ve ikna güçlerini kullanma-ları için bir hafta süre verildi. Seçim için sandık, mühür, zarf, oy pusulaları (1. sınıflar için renkli oy pusulaları) hazırlandı.

Seçim günü adaylar, sınıf başkanı seçildikleri taktirde ne gibi etkinliklerde bulunacaklarını, nasıl davranış sergileyeceklerini ve ne gibi değişiklikler yapacaklarını anlattılar.

Seçim konuşmalarından sonra seçmenler seçim sandığının başına giderek imza karşılığı oy kullandılar. Oy kullanımı sona erince oyların sayımına geçildi. En heyecanlı bölüm oyların

sayılma anıydı. Oylar sayılırken genelde başa baş bir çekişme oldu. Kazanmanın da kaybetmenin de olgunlukla karşılanma-sı gerektiği; çünkü bu gibi seçimlerin demokratik bir rekabet olduğu ve hayatta birçok kez karşılarına çıkacağının üzerinde duruldu. Sonuçlar açıklandı. Kazananlar teşekkür konuşması yaptı. Arkadaşları başkanları kutladı.

Hilal Peker

Bu süreci bir de 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın annesi ve babası Canan ve Bülent Yılmaz’ın ağzından dinleyelim:

Daha dün gibi ilk yaşını kutladığımız gün, sonra artık koşuyor, konuşuyor derken anaokulundan da mezun olduk, düştük okul yollarına. Her gün Çekmeköy’den Moda’ya gelmek en güzel bu ifade ile anlatılıyor. Berkay oku-lunu, öğretmenlerini, arkadaşlarını, ağa-beylerini, ablalarını o kadar çok seviyor ki okul mahalle bakkalından daha yakın geli-yor ona. Okulun en küçükleri onlar, tam 8 tane tatlı minik. Herkes üzerlerine titriyor tabi, gerçi onlar büyüdük havalarında, ana-okulunda küçüktüler, 1 yaş sonra kocaman oldular, bu kadar kolay büyümek yani.

Büyümek demek sorumluluk almak demek, ilk sorumluluk da omuzlarımızda artık, bir heyecanlıyız ki

Sınıf Başkanlığı Seçimiyle Demokrasiye İlk Adım

16MODAFEN

İLETİŞİM

Page 19: Modafen İletişim - Sayı 2

sormayın, kolay mı sınıf başkanı olmak? Devlet başkanlığı, be-lediye başkanlığı, kulüp başkanlığı kolay işler, asıl zor olan sınıf başkanlığı. Babaanneye böyle aktarılıyor: “Babaanneciğim ben bugün sınıf başkanı seçildim; ama şımarmayacağım, arkadaşları-mı ezmeyeceğim, herkese iyi davranacağım. Öğretmen gelene kadar onlara kitap okuttururum (okuma çalışırız demek her-halde bu) ama sessiz olurlarsa oyun da oynayabilirler, konuş-mak için parmak kaldırana sırayla söz vereceğim, arkadaşları-mın sorunlarını da çözeceğim, arkadaşlarımı çok seviyorum, bana oy verdiler, buna göre davranacağım.”

Aslında heyecan seçim öncesinde başladı. Sınıfa başkan seçilecekmiş, seçilecek kişi de düzgün davra-

nan, düzgün duran birisi olacakmış, inşallah Berkay seçilirmiş. Seçim konuşmasına da yansıdı bu heyecan. Okulda arkadaşlarına beni seçin konuşmasını bitirirken “Sizi çok seviyorum, oylarınızı bekliyorum!” sloga-nını kullanmış, bu kısım anlatmayı en çok sevdiği kısım Berkay’ın, seçimi bu sözlerle kazandığı fikrinde, sevgisi karşılıklıymış de-mekmiş bu aynı zamanda. Tabi kontrol de arttı, sınıf başkanı yaramaz olmamalı, bu söylem de var; ama okulda neler oluyor

orasını karıştırmamak lazım.

Sını

f Baş

kanl

ığı S

eçim

iyle

Dem

okra

siye

İlk A

dım

Sınıf başkanı seçildiği gün evdeki herkese ilk sözü büyük bir gururla ve yüksek sesle, “Ben sınıf başkanı oldum.” oldu Berkay’ın. Aldığı tepkiler:

Babaanne: “İnşallah başbakan, cumhurbaşkanı da olur benim evladım.” peşinden nasihatlar da gelince yüz kızarık şekilde “ya babaanne ya” tepkisi tabi.

Dede: “Aferin Berkay, bu önemli bir sorumluluk, çok dikkatli olman lazım.” ve temkinli olma gerekliliği içeren ifadeler gel-di dededen.

Anne: “Aferin benim kuzucuğuma.” sonra sarılma öpme, duygusal yaklaşım, anne-oğul’un arasına girilmez.

Baba: “Aferin Berkaycığım, iyi bir ödülü hak ettin, hafta sonu kutlayalım bunu.” ödülü de kaptık tam oldu şimdi.

Kardeş: “Ebi nay nay nay” henüz konuşamıyor Derin; ama Berkay’ın mutlu olduğunu anlıyor, seviniyor; ancak bu kadar anlatabiliyor.

Tabi aynı gün kuzenlere de aktarıldı seçim sonuçları ve sınıf başkanlığı, tebriklerimiz çoğaldıkça çoğaldı.

Gururluyuz, mutluyuz, yaşasın okulumuz!

Canan ve Bülent Yılmaz 1-A Sınıfı Başkanı Berkay Yılmaz’ın

annesi ve babası

172010YAZ

Page 20: Modafen İletişim - Sayı 2

Şehir dışı veya yurt dışı gezilerinden İstanbul’a döndüğümde fark ediyorum ki…Zeren Liman: İstanbul’un havası, caddeleri ve sokakları bambaşka. Ben nereye gidersem gideyim İstanbul’u arıyorum. Ne kadar hüzünlü olursam İstanbul’a bakınca her şeyi unutuyorum. O an sadece İstanbul’u izliyorum, İstanbul’da huzur buluyorum.

Yağmur Ali Coşkun: İstanbul tarih dolu olmasına rağmen, bu eserler çok fazla korunmamış.

Murat Akça: Buraya çok alışmışım. Her seferinde sevdiklerimin yanına dönmek beni çok mutlu ediyor.

Cem Yiğit Kılıç: Bu şehir gibisi yok diye düşünüyorum. Hangi şehir olursa olsun İstanbul’dan daha güzeli olamaz benim gözümde.

Yankı Kurtcan: İstanbul benim evim gibi kokuyor.

18MODAFEN

İLETİŞİM

Page 21: Modafen İletişim - Sayı 2

Asya ve Avrupa kıtalarının ikisinin birden üzerinde yer alan şehir… İçinden deniz geçen kaç şehir daha var ki?

Denizin iki yakasında insanı büyüleyen bir doğa… Doğanın kucağında her dönemde dünyayı etkilemiş, eski uygarlıklar-dan izler…

İstanbul; çocukluğum, gençliğim, hayatım… Geçmişteki gün-lerim, gelecekteki umutlarım… Ana kucağında ilk huzurum, okula ilk başlayışım, ilk kurduğum candan dostluk, sonra ilk küsüşüm, ilk aşkım, bebeğimi ilk kucağıma alışım, mesleğe ilk adım atışım…

Çocukluğumda İstanbul’u Tarabya’sıyla, Yıldız’daki dut ağaç-larıyla, Emirgan Korusu’yla, sarayları ile tanıyordum. Büyü-dükçe bir de baktım uçsuz bucaksız bir şehir… Anadolu Hisarı, Anadolu Kavağı, Salacak, Adalar… Peki ya Moda? Siz hiç baharda Moda’ya gittiniz mi? Ama yanınızda sevgilinizle. El ele erguvan ağaçlarının yerlere de birazı dökülmüş pembe çiçekli dallarının altında yürüdünüz mü?

Ya Boğaz’ın iki kıyısındaki mahallelerin içinde amaçsızca do-laşmak… Belki küçücük, belki büyücek ama muhakkak bir bahçesi olan, kimi bakımlı, kimi bir harabe, Osmanlı’dan kal-

ma evlerin bulunduğu sokaklar… Kulağınızda da nerede çal-dığını bilmediğiniz “Türk Musikisi” ezgileriyle…

Kaçımız sevdiklerimizle birlikte Boğaz’daki salaş bir kahveye, elimizde daha o an aldığımız, kavrulmuş susam kokan çıtır çıtır simitlerle gitmedik? Yine ılık bir bahar gününde Adalar’a git-mek için bindiğimiz vapurun güvertesinden çığlık çığlığa bağı-ran beyaz martılara simit parçaları atmadık mı?

Gün geçtikçe hayat kavgası ve keşmekeş içinde birbirinden uzaklaşan insanlar, sisli, dumanlı sabahlar, kış günleri boş ve bakımsız kalan parklar, tamir için kazılan ve sonra yama ya-pılarak daha da çirkinleştirilen caddeler; her an yoğun, iç-lerinde neredeyse istiflenmiş insanların olduğu otobüs ve minibüslerin de bulunduğu trafik çilesi İstanbul’un bir başka, daha doğrusu çirkin yüzü…

Bir taraftan Ege’de sakin, doğayla bütünleşmiş, huzur içinde yaşayan insanlara imrenip onlardan biri olma isteğiyle kıvra-nırken “aman ya gerçekleşirse” korkusunu hissetme sebebim hayatımdaki vazgeçilemez İstanbul büyüsü, anılarım, umutlarım olmalı. İstanbul benim, ben İstanbul’un…

Yıldız ÇITAK

Öğrenci ve Veli gözüyle İstanbul

İstanbul denildiğinde…Zeynep İrem Danışman: Aklıma Boğaz’ın o güzel martı sesleri, sahili kaplamış balıkçılar, büyük uçaklar ve lunaparkta eğlenen çocukların çığlık sesleri geliyor.

Özlem Naz Özbek: Aklıma Kız Kulesi geliyor. Sahilde denizin karşısında simit yediğim zamanları hatırlıyorum.

İmer Gereççi: Aklıma şiirler gelir. Neden mi? Çünkü İstanbul şiirler şehridir. Gemileriyle, Boğaz’ıyla ve tarihi yerleriyle tam bir ilham kaynağıdır.

Zeren Liman: Aklıma o güzel büyüleyici görüntüsü geliyor, ona bir kez daha hayran oluyorum.

Murat Özlü: Aklıma kalabalık, çokluk, bereket geliyor.

Cem Yiğit Kılıç: Aklıma ilk gelen kültürel bir başkent olması.

192010YAZ

Page 22: Modafen İletişim - Sayı 2

Öğr

enci

ve

Veli

gözü

yle

İstan

bul

Geçtiğimiz sene yardımcım Emine ile bir iş için Gümüşsuyu’na gitmemiz gerekmişti. Etrafına bakarak,

“Berrin Hanım, sanki burası gerçek İstanbul gibi değil mi?” dedi. Şaşırdım. “Ne demek istiyorsun, daha önce Taksim civa-rına hiç gelmedin mi?” diye sordum. Gelmemişti. 24 yaşında-ki Emine Ümraniye’de oturuyordu ve İstanbul’da doğmuştu.

İşte böyle bir şehirdir İstanbul. Bir yanda Bebek’in nefis akşamları, Kanlıca’nın yoğurdu, Kumkapı’nın meyhaneleri, Beyoğlu’nun rengarenk simaları, Asitane’nin tarifsiz lezzet-leri, Kapalıçarşı’nın keşfedilmemiş dehlizleri, diğer yanda bunlardan habersiz binlerce sakini. Ben ki İstanbul Arkeoloji Müzesini, Louvre Müzesi’nden sonra gördüm, utançla eğdim başımı. Dedim ki Emine’ye “Hadi o zaman bir yerlerden baş-lamak zamanı gelmiş.”

Saat 14.00. Yeşil Ev’in limonluğunda yemeğe karar verdik. Eu-ropa Nostra ödülü almış bu tarihi otelin limonluğu İstanbul’da bir şeyler atıştıracak en güzel yerlerden biridir. Dışarıda fır-tına bile olsa siz camdan bir binada yeşillikler içinde ve gök-yüzüne bakarak atıştırıp, koltuğunuza gömülebilir, kendinizi üzüm salkımlarından lambaların rengarenk sıcaklığı ile ısıta-bilirsiniz. Bu sıcaklık sohbete de renk katıyor ve bize enerji veriyordu. Hemen oradan kalkıp Galata Mevlevihanesi’ne gitmeye karar verdik. Huzur veren taşlara basarken bir za-manlar burada tevazu ile dolaşan mevlevi dervişlerini hayal etmemek mümkün değildi. Binanın birkaç metre ilerisindeki şarap evi sanki hoşgörü ve birlikteliğin mesajı gibi orada du-ruyordu. Emine’nin gözleri parlıyordu, bana minnetle teşek-kür etti. Birden bütün bunlara bir otobüs bileti ile ulaşabildiği halde yıllarca dünyanın bu en güzel metropolünün nimetle-rinden mahrum kalmış olduğunu fark etmişti.

İstanbul, her köşesinde sürprizleri olan kentim benim. Böğ-rüne sapladığım zevksiz binalar için özür dilerim, bana bah-şettiğin nimetlerin için ise sonsuz teşekkür.

Berrin MUNDT

20MODAFEN

İLETİŞİM

Page 23: Modafen İletişim - Sayı 2

B eyazıt Camii’nin arkasına saklanmış bir çarşı... Duvarla-rında ufacık kitapçılar yan yana diziliydi. 1995 yılında her

gün dolanırdım bu SAHAFLAR ÇARŞISI’nda. Benim İstanbul anılarım buradan başlıyor.

Bir gün Ara Güler’in “Eski İstanbul Anıları” kitabını bulmuş-tum. Akşamlar siyah-beyaz fotoğraflarına gömülürken, Sulta-nahmet Camii’nde ezan okunurdu. Ben de şehrin eski ha-vasını teneffüs etmek istemeye başlayınca. çok dolaşmak ve bazen kaybolmak gerekti.

Eyüp Camii’nin arka tarafındaki, mezarlıklarda yokuşu çıkar-ken...

Üsküdar, Kız Kulesi’nin karşısında oturup, Galata Kulesi’ne batan güneşi izlerken...

Fatih’te eski evlerin arasından Zeyrekhane’ye çıkarken. za-man sessizce akardı.

Yaşadığım modern İstanbul ve ara sokaklarda çat pat gözü-ken eski İstanbul manzaraları, paranın yazı-tura olması gibi

hep gidip geliyordu. Hepsi benim İstanbul’uma aittiler.

Ara Güler kitabın son sözünü yazmıştı. “Çağ değişti, yaşam değişti. Değişecekti, değiş-

meliydi de ve öyle oldu.” Ama benim için İstanbul tarih kokan güzel bir

kenttir. Çok dolaşıyorum ve ba-zen kayboluyorum. bu sihirli

İstanbul’da.

Yukako KOBAYASHİ

Öğr

enci

ve

Veli

gözü

yle

İstan

bul

Bence İstanbul… Ege Onat: İki medeniyeti bağlayan bir köprü. Dünyanın en güzel şehri.

Aytakın Cansu Ece Gür: Ona kalan miraslarla tarihin o gizemli kopuk hikayelerini üzerinde barındıran, boşlukları dolduran, yılların, dönemlerin, çağların birleştiği ve o yıllarda tarihin nasıl ilerlediğini gösteren mucizevi bir eserdir.

Emre Koç: Türkiye’nin incisi, dünyanın göz bebeğidir. Birçok güzelliği ile şaşırtan, trafiği ile kızdıran bir şehir.

Mert Doğan: Bir tarihi eserdir. Bu kadar farklı kültür içeren başka bir şehir daha var mı?

212010YAZ

Page 24: Modafen İletişim - Sayı 2

2010 yılı İlkbahar dönemi itibarıyla Modafen İlköğretim’de yeni bir seçmeli İngilizce dersi okul programına dahil oldu. Okulda İngilizce bilgileri ilköğretim müfredatından daha ileri seviyede olan öğrenciler için özel olarak tasarlanan bu ders-te çocuklarımız dilbilgisi öğrenmek yerine dilbilgisi kuralları çerçevesinde İngilizceyi edebiyat ve sanata yönelik kullan-maya teşvik ediliyorlar. “Diğer okullardaki tipik İngilizce dersle-rinden farklı olarak bu ders gramer üzerine odaklanmıyor. Hem İngilizceyi günlük hayatta kullanımımızı hem de okuduğumuz metinleri edebi olarak düşünmemizi geliştirmek için tasarlanmış bir ders bence.” diyor Özden Erturgut.

Ders Başlamadan: Başvuru Süreci1. 7 ve 8. Sınıflardan öğrenciler İngilizce öğretmenlerinden

bir veya iki paragraf uzunluğunda referans yazısı almıştır. Bu yazıda İngilizce öğretmeni öğrencinin sınıf seviyesinin

ilerisinde olduğunu ve başvurduğu bu ders için akademik açıdan yeterli özelliklere sahip olduğunu destekleyen yo-rumlarını yazmıştır.

2. Her öğrenciye Ernest Hemmingway’in klasikler arasına girmiş “A Day’s Wait” adlı kısa hikayesinden bir örnek ve-rilmiş ve öğrencilerin yazıyı okuyarak bu hikaye ile ilgili 1 sayfalık soru kağıdından seçtikleri 4 soruyu, yazım ku-rallarına uygun şekilde paragraflar halinde cevaplamaları istenmiştir.

3. Eğer yazılı sınav ve referans mektupları sonrası veriler herhangi bir öğrencinin seviyesini belirlemede yetersiz kalmışsa o öğrenci yüz yüze görüşmeye çağırılmıştır. Bu görüşme toplam olarak 10 ila 15 dakika boyunca sadece İngilizce konuşularak, iletişim kurulan ve öğrencinin sevi-yesini tesbit amaçlı gerçekleşen bir mülakattır. Görüşme genel bir sohbet gibi veya okunulan parça ile alakalı ola-bilir. Amaç öğrencinin yukarıda tanıtılan İleri Seviye İngi-lizce dersi için hazır olup olmadığı belirlenmesidir.

Sınıfta: Dersin TanımıEleştirel Düşünme ve İletişim dersi İleri Seviye İngilizce ni-teliğinde işlenmekte ve öğrencilerin yazılı sınav ve referans mektubu ile başvurduktan sonra değerlendirilip seçilerek alındıkları bir derstir. Bu sınıf en az 5 en fazla 12 kişilik bir sınıf olarak düzenlenmektedir ve bu dersten alınan notlar yıl sonu İngilizce notu hesaplanırken ağırlıklı ortalamaya dahil edilecektir. Bu ders edebiyatı felsefik ve sanatsal bir bilim dalı yaklaşımıyla tanıtmayı amaçlarken, yazılı iletişimin temelinde yatan kavramlar ve yazı teknikleri üzerinde de odaklanmaktadır.

Yoğun olarak işlenecek İngilizce’nin yanı sıra öğrencileri eleştirel bir bakış açısı ile düşünmeye sevk etmeyi ve bu

Eleştirel Düşünme ve İletişim - İleri Seviye İngilizce

(Critical Thinking and Communication - Advanced English)

22MODAFEN

İLETİŞİM

Page 25: Modafen İletişim - Sayı 2

mek ve kendimizi hayatta atacağımız bir sonraki adımlara ha-zırlamak sanki.

Dersi eğlenceli ve ilgi uyandırıcı işleyebilmek adına dengeli bir düzenleme ile ders saatleri içerisinde kısa veya uzun film gösterimlerine, kültürel veya sanatsal sergilere ve öğ-rencilerin istekleri doğrultusunda şekillenecek birkaç saa-te de yer ayrılmıştır. Dersle ilgili eksik görülen noktayı ise Deniz Alp Savaşkan bizim için özetliyor: “Haftalık ders saati biraz daha fazla olsaydı daha iyi olurdu.”

Doruk Yiğit Erigüç kendisini “Harvard Üniversitesi İngilizce Dili ve Edebiyatı dersi görüyormuş gibi hissettiğini” söylerken Elif Akman şunları ekliyor, “Bu derste nasıl kitap okunacağını ve nasıl düşünüleceğini öğrendim. Kitabı bir bütün olarak değer-lendirmekle kalmıyor, her cümlede ayrı bir anlam yakalıyoruz. Sözcük dağarcığımın epey geliştiğini fark edebiliyorum. Ayrıca derslerde sadece İngilizce konuşmamız telaffuzuma da çok yardımcı oldu”.

Bu derste öğrenilen ve sınıfça en sevilen kelimeler ise “Fores-hadowing, Omission, Juxtaposition ve Clairvoyant.”

düşüncelerini gerek yazılı gerek sözlü olarak doğru şekilde ifade etmelerini sağlamayı hedeflemektedir. Emre Saruhan da aynı fikirde olacak ki, eleştirel düşünme ve iletişim dersi “İngilizce öğretmekten başka bakış açımızı ve yorumlama yete-neğimizi de geliştirerek bizi hayata hazırlayan önemli bir ders.” olarak nitelendiriyor. Bunların yanında ve ötesinde öğrenci-leri edebiyatı bir süreç olarak görmeye ve bu süreçte haya-tı ve toplumu kendilerine özgü yaklaşımlarla yorumlamaya teşvik etmektedir.

İçerik ve işleniş açısından makul yoğunlukta okuma ve ola-bildiğince çok düşünmeyi gerektiren bir ders olan Eleştirel Düşünme ve İletişim, katılım gösteren öğrencileri kendi ödevlerini yapmaktan, gerektiğinde grup çalışması organize etmekten ve en önemlisi sınıfta aktif birer katılımcı olmak-tan sorumlu tutmaktadır.

Yağmur Ali Coşkun okuma ve yazmaya oranla derste konu-şarak geçirilen zamanın çok daha fazla olmasını ve “sürekli olarak diyalogda bulunulmasını, kelime bilgisinin aktif kullanılan dilin bir parçası olarak kalmasını sağladığını” savunuyor. Emre Erdoğan ise ders saatinin ağırlıklı olarak diyaloglar ve eleş-tirel yorumlamalarla geçmesini yorumlarken şunların altını çiziyor:

Bu derste arkadaşlarımızla bile İngilizce konuşuyoruz. Böylece konuşurken kendimizi zorluyor, hem eğleniyor hem öğreniyoruz. Amaç sadece İngilizce öğrenmek değil, kendimizi birçok açıdan bir üst seviyeye taşımak, sınırları zorlamak, düşünmeyi öğren-

Eleş

tirel

Düş

ünm

e ve

İlet

işim

- İl

eri S

eviy

e İn

giliz

ce

232010YAZ

Page 26: Modafen İletişim - Sayı 2

Sınava Bir Buçuk Ay Kala Ne Yapmalı?

F atih Kanberoğlu tecrübelerini ve birikimini daha büyük bir kitleyle paylaşabilmek için Nokta Dergisi’nin teklifi-

ni kabul ederek 1 Mayıs 2005 ile 4 Haziran 2005 tarihleri arasında bu dergiye üç adet makale yazmıştır. Mayıs 2005’te derginin 1139. sayısında çıkan yazısında sınav maratonunun sonuna yaklaşan öğrencilere ve onların velilerine seslenerek son bir buçuk ayda neler yapılması gerektiğine dair öneri ve hatırlatmalarda bulunmuştur. Modafen Ailesinin pek çok üyesini yakından ilgilendiren bu süreçle ilgili Fatih Ağabey’in sözlerini gelecek sınavlar için sizlerle paylaşmak istedik:

Başlığa takılıp bu yazıyı okumaya başladığınıza göre sizin veya yakınınızın önümüzdeki yıl lise veya üniversite giriş sınavla-rıyla ilgili bir hazırlığınız vardır. Bu sınavlar her yıl 2 milyonun üzerinde öğrencinin hayatının akışını değiştiriyor. Bir o ka-dar öğrenci de bir sonraki yıl bu sınavlardan biriyle boğu-şacağını biliyor. En önemlisi, bu sınavlara sadece öğrenciler değil aileleri de hazırlanıyor. Kafalardaki en büyük sorular sınavların en az badire ve en yüksek başarıyla nasıl atlatıla-bileceği ile ilgili. Sürekli sorgulanan sınav sisteminde Türkiye derecesi yaparak Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü kazanan Fatih Kanberoğlu yıllardır bu sorularla, sorunlar yaşayan öğrenci ve ailelerine sınav uzmanlığı yapa-rak yardımcı oluyor. Sahip olduğu bilgi birikimine Türkiye’de her yıl derece yapan öğrencilerin ortak özelliklerini incele-yerek yarattığı sistematiği ve kendi geliştirdiği sınav strate-jilerini ekleyen Kanberoğlu, bunları kendi öğrencilerine de aktararak onların da iyi dereceler yapmalarını sağlıyor. İşte, bu sınav maratonunda, Fatih Kanberoğlu’nun öğrenci ve ve-lilere dönük uyarıları.

Fatih Kanberoğlu’ndan Sınav Öncesi Hatırlatmalar ve Öneriler

Öğrenciler Soruyor: Sınava yeterince hazır mıyım?Sınav hazırlığının son bir buçuk ayına girildiğinde iyi öğren-cilerin sınava dahil olan konuların çoğunu bitirmiş ve bu ko-nuların genel tekrarına başlamış olmaları gerekir. Fakat bu genel tekrar bilinçsizce ve öylesine yapılmamalıdır, zamanın kişinin en güçlü ve değerli silah olduğu unutulmamalıdır.

Öğrenilmiş ve iyice özümsenmiş konularla zaman kaybetmek yerine, öğrenci eksiklerini tespit etmeli ve bunların üzerine gitmelidir. Eksiklerin tespiti için en değerli kaynağı bugüne kadar girdiği deneme sınavlarıdır. Deneme sınavlarında yapıl-mamış ve yanlış yapılmış sorular, soru tipleri taranmalı, buna göre eksik ve zayıf konular belirlenmeli, çalışmalar bu soru-ların işaret ettiği konular etrafında yoğunlaşmalıdır. Öğrenci zaten bildiği soruları yaparak kendini tatmin etme tuzağına düşmemeli; kendi durumunu, yapabildiği değil yapamadığı so-rularla ölçmelidir.

Bunun yanı sıra, öğrenci iyi bildiği konuların problemli soru tiplerini de sürekli tekrar etmelidir. Moralini bozmamalı, “ek-siklerimi kapatmalıyım” düşüncesiyle motivasyonunu arttır-malı, sürekli tekrarla zayıf olduğu konuların üzerine eğilerek güçsüz yanlarını güçlendirmelidir. “Yapamıyorum, olmayacak, yetiştiremeyeceğim...” diye düşünmek yerine harekete geç-meli, eksiklerin kapatılmasını sağlayacak doğru bir çalışma planı oluşturmalı ve bu plana her ne olursa olsun sadık kal-malıdır.

Sınav maratonunun atlatılması gereken bir zorluğu deneme sınavlarının sonuçlarının öğrencide doğurabileceği umutsuz-luk duygusu ise, diğer bir zorluğu da “Evet, artık hazırım.” rehavetidir. Sınavlardaki yanlış ve boşları o günkü ruh haline ve sınavın zorluk derecesine dayandıran öğrenci, sınavla kur-duğu “motivasyon bağlarını” koparır.

24MODAFEN

İLETİŞİM

Page 27: Modafen İletişim - Sayı 2

Fatih

Kan

bero

ğlu’

ndan

Sın

av Ö

nces

i Hat

ırlat

mal

ar v

e Ö

neril

er

Kopan bu bağları fark etmeyen veya fark etse de önemse-meyen öğrenci hayatın sunduğu diğer bağlara yönelir: Sosyal hayata… Zaten konuları bitirmemiştir, hataları ya dikkatsiz-liktendir ya da işlem hatasıdır. Bu hataların sürekli tekrarla düzeltilmesi gerekirken, öğrenci sınava ve kendi durumuna olan ilgisini kaybettiği için boşverir, televizyonu açar, şöyle bir maillerini kontrol etmek için bilgisayarın başına “birkaç saatcikliğine” geçer, yahut arkadaşlarıyla bütün gün “biraz” hava almaya çıkar. Oysa yapması gereken bugüne dek uygu-lanan sınav programını yeniden düzenlenmesi, konu çalışmak yerine hatalı ve boş soruları tekrarlama esasına dayanan yeni bir plan oluşturması ve uygulamasıdır.

ÖSS sadece birkaç saat süren bir sınav değildir. Sınava ha-zır olmak da sadece konuları bitirmek değildir. Uygulanan sistematiğin devamı, öğrencinin durumu hakkında rahatlık veya panik bir kenara koyularak yapılacak değerlendirmeler, “Hazır mıyım?” sorusunun dürüst cevabı ve bu cevabın irde-lenmesi son derece önemlidir. Unutmayın, ÖSS hayatınızın milatlarından biridir ve sınav hazırlığındaki son bir buçuk aya dair ilerde hatırlamanız gereken tek şey: “Sadece sınava ha-zırlandım.” olmalıdır.

Aileler soruyor: Çocuğum sınava yeterince hazır mı?Öğrenciler sınava tek başlarına girmezler. Bu maraton boyunca ailelerini, onlara gösterdikleri ilgi, ilgisizlik, korku, panik ve güvenle yanların-da hissederler. Yani sınav hazırlığını aslında bir masaya benzetilebilir, onu dengede tutan ayak-ları da bu hazırlığın çeşitli öğeleridir. Peki nedir bunlar?

Öncelik öğrencinin kendisindedir. Tabi bunun yanında aile-si, öğretmenleri, dershaneler, özel öğretmenler de masanın dengede durmasını sağlayan önemli etkenlerdir. Bunlardan bir tanesi eksik olduğu zaman denge bozulur. Çocuğunuzla ilgilenin! Fakat ilgi, tüm yetkiyi öğrenciye bırakarak, onun sa-dece deneme sınavlarından aldığı puanların kontrol edilmesi değildir. Bu puanların diğer çocukların puanlarıyla kıyaslana-rak çocuğun durumunun belirlenmesi ise hiç değildir. Önce-likle veli çocuğun başarı grafiğini doğru analiz etmeli, puanla-rından çok öğrencinin sıralamasındaki yükseliş ve inişlerine yoğunlaşmalıdır. Yükselişlere “evet oluyor, en iyi olacak” diye yaklaşmak, çocuğun motivasyonunu bozmamak gerekir. İniş-leri ise kavga veya kızgınlıkla ile karşılamamak, “olamazsa seni yurtdışında okuturuz” diyerek öğrenciyi çalışmaktan vazgeçirebilecek yorumlar yapmak yerine objektif değerlen-dirmeler yapılmalıdır. Çocuğun eksikleri ve ihtiyaçları tespit edilmeli konuya panik veya telaş ile değil “çözümlenmesi ge-reken sorunlar var” diyerek yaklaşmalı ve çocuk onu başarı-ya götürecek yollara yönlendirilmelidir.

Sınava hazırlık programının uygulanmasında belki de en önemli kontrol mekanizmalarından biri de ailedir. Aile deste-ği çocuğun kendine güvenini ve inancını desteklerken, yanlış-larını da görüp göstermeli, gereken yerlerde gereken önlem-lerin de alınmasını sağlamalıdır. Durum tespiti için çocuğun bütün hayatı gözlenmeli, eksik ve hataların üzerine azimle gidilmelidir. Öğrencinin sosyal hayatına ve çalışmalarına doğ-ru zamanda doğru müdahaleler yapılmalıdır. Deneme sınav-larında alınan puanlarının ÖSS gerçeğinin sadece bir parçası olduğunu unutulmamalı, öğrencinin çalışma temposunun ni-celiği, niteliği ve devamlılığı sürekli gözlenmeli ve bu konuda kararlılık gösterilmelidir. Bu devamlılığı bozacak her şeyden kaçınmalı ve özellikle maratonun son bir buçuk ayında sü-regelen motivasyonu bozabilecek her şeyden öğrenci uzak tutulmalıdır.

252010YAZ

Page 28: Modafen İletişim - Sayı 2

B en Burakcan Beno, sizlerle naçizane hikâyemi paylaşmak, size o yılları anlatmak istiyorum. Fatih Ağabey ile 2005

yılında tanışana kadar Modafen hakkında çok fazla fikir sahibi değildim; ama tanıştığımız ilk gün hayatımın değişebileceğini anlamıştım.

Ben ve arkadaşlarım Modafen’de çok iyi günler geçirdik. Her türlü başarıya sahip olduk, sınavsa sınav, sporsa spor. Fatih Ağabey sağ olsun, bize gerçek anlamda her konuda başarılı olunabileceğini öğretti.

Gün geldi geceler boyu çalıştık, evinde misafir etti bizi. Gün geldi pikniğe gittik.

Çok farklı bir ortam var tabi ki orada. Ağabey-kardeş ilişki-siyle geçen koskocaman bir sene.

Ben Modafen’e gelmeden önce pek de ders çalışmaya istekli bir öğrenci değildim. 7. Sınıfa son derece ilgisiz bir öğrenci

olarak devam ederken Modafen bana, ders çalışmayı sevme-yi ve nasıl ders çalışılacağını öğretti. Sene başında bana lise sınavında ilk 1000’e gireceksin deselerdi çok gülerdim. Ama bunun da olabileceğini Modafen sayesinde anladım.

Şu anda İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyan bir öğrenci ola-rak üniversite sınavına hazırlığımı da bir aksilik olmazsa yine Modafen’de yapacağım. Çünkü ben Modafen’deki tüm öğret-menlerimin bana çok şey kattığının farkındayım.

Yazımı bitirmeden önce söylemek istediğim birkaç konu var. Fatih Ağabey ile tanışmak ve Modafen’e başlamak benim için büyük bir şanstı. Çok mutlu anılar, sıkı dostluklar ve başarı-larla ayrıldım. Bir daha dünyaya gelsem yine Modafen’e gelir-dim herhalde.

Burakcan BENO

Hayatımı değiştiren yıl ve kahramanı Fatih Ağabey

26MODAFEN

İLETİŞİM

Page 29: Modafen İletişim - Sayı 2

Bir Portre: İlhan Obuz“Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır.”

“...bu yüce kitap yani evren... matematik diliyle yazılmıştır; onun harfleri de üçgenler, daireler ve diğer geometrik şekil-lerdir. İnsanoğlu bunları kavramadan ondan bir sözcük bile anlayamaz ve karanlık labirentlerinde dolaşmaya mahkum kalır.” demişti Galileo bundan yaklaşık dört yüz yıl kadar önce.

Aydınlık yarınlara ulaşmak için matematiğin dilini öğretiyor İlhan Obuz çocuklarımıza.

Bundan yıllar önce okulumuzun kurucusu Fatih Kanberoğlu’nun da matematik öğretmenliğini yapan okulu-muzun en tecrübeli öğretmeni İlhan Obuz’a sorduk.

Küçükken “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” sorusuna cevabınız ne olurdu?

Öğretmen olmak hayalim hep vardı. Yazın arkadaşlarımı eve çağırıp ders anlatır, sınav yapardım ve karne verirdim.

Peki matematik hayatınıza nasıl girdi? Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz?

Öğrencilik yıllarımda profesyonel olarak futbol oynuyor-dum ve Elazığ’da popüler bir futbolcuydum. İlk olarak Güvenspor’da oynadım, daha sonra Elazığspor’a transfer

oldum. Kariyerime bu şekilde devam ederek büyük şehir-lerden birine gitmek istiyordum. Büyük dağın dumanı büyük olur düşüncesi ile, ben de ya Ankara ya da İstanbul demiştim kendime. Daha sonra lise sonda iken arkadaşlarımın hepsi-nin elinde bir kitapçık gördüm. Bu nedir diye sorduğumda bununla üniversiteye başvuruluyor dediler. Ben de tesadüfen elime geçen kitapçığı doldurdum ve en başa matematiği yaz-dım. Yani aslında ben tesadüf eseri üniversiteye girdim.

Peki neden matematik, matematik size ne ifade ediyor?

Bana göre matematik doğru düşünme sanatıdır. Bu sebeple matematiği çok seviyor ve bu konuda uzmanlaşırsam başarılı olacağıma inanıyordum. Üniversite sınavında tıp için de ye-terli puanı almıştım; ama tercihim net olarak matematikti.

Uzun yıllarınızı verdiğiniz öğretmenlik hayatınızda sizi en çok etkileyen olay neydi? Bizimle paylaşmak isteyeceğiniz ilginç bir anınız var mı?

37 yıl oldu öğretmeye başlayalı. Bu soruyu düşününce binlerce şey geçiyor aslında aklımdan. Ama beni en çok etkileyen bir

272010YAZ

Page 30: Modafen İletişim - Sayı 2

olay var sanırım. Bir gün 4’ü matematikçi olan 11 öğretmen arkadaşımla sohbet ediyorduk. Ben “İddia ediyorum, öyle bir konu var ki, onu benden daha iyi öğreten kimse yoktur. Sizce nedir o?” diye sordum. Herkes tahminde bulunmaya başladı. Kimisi fonksiyonlar, kimisi integral, kimisi geometri diyordu. Gülümsedim hepsine, çünkü hiçbirinden doğru cevap gelmi-yordu. Cevap çok açıktı aslında, öğrencilerime matematik yerine, onlara “doğru düşünmeyi” öğretmeye çalışıyorum dediğimde arkadaşların tümü gülmüştü. F. Özbakan adındaki arkadaşım “Yani ben senin öğrencilerini bulup İlhan Bey’in en iyi öğrettiği konuyu sorsam “düşünmek” derler mi?” diye sorduğunda ben evet diye cevap vermiştim ve o gece huzur-suz yatmıştım. Ertesi gün Ö.Ü.Fen Lisesi 10-B sınıfına girdim ve öğrencilerime sordum. “Çocuklar ben en iyi hangi konuyu öğretiyorum?” dedim. Hep bir ağızdan “Siz doğru düşünmeyi çok iyi öğretiyorsunuz.” dediler. O günü hiç unutamıyorum.

Öğrencilerime sık sık “Akıllıyım ve aklımı kullanıyorum. Ben liderim, her şeyi kontrol ediyorum, bunun için de gözüm par-mağımın ucunda olmalı. Gündemi yaratan insan olacağım” cümlelerini telaffuz ettiririm ve çoğu zaman da yazdırırım. Çünkü her şey inanmakla başlar. Büyük adam olmak istiyor-sanız gündemi yaratan insan olmalısınız. Cümlesine inandır-maya çalışırım.

Fatih Kanberoğlu da sizin öğrencinizmiş, bize o yıllardan biraz bahseder misiniz? Kendisi nasıl bir öğrenciydi, size neler vaad ediyordu?

Fatih 2 yıl boyunca benim öğrencim oldu. Çok iyi bir öğren-ciydi, hem derslerde çok başarılıydı, hem de sosyal olarak çok düzgün bir öğrenci idi. Hep güçsüzün yanında olur, hak-sızlığa hep karşı çıkardı. Fatih ve onunla birlikte aynı sınıfta olan tüm öğrencilerimden çok ümitliydim, her biri parlak bi-rer gelecek vaad ediyordu. Nitekim öyle de oldu. Fatih lider ruhlu bir yapıdaydı, halen de öyle.

Yıllar geçtikten sonra Fatih Kanberoğlu ile tekrar nasıl karşılaştınız?

2005 yılında emekli olmuştum. Günlerden 8 Ağustos’tu. Ha-vuz kenarında uzanmış yazın tadını çıkarıyordum. Güneşin altında dalmışım sanırım, çalan telefonun sesi ile irkildim. Te-lefondaki ses çok tanıdıktı. Fatih olduğunu anladığımda çok mutlu olmuştum. Bana Modafen İlköğretim Okulu’nu açmak için her şeyin hazır olduğunu, benimle birlikte çalışmayı çok istediğini ve gelmezsem de bu okulu açmayacağını, açarsa da eksik açılacağını söyledi. O gün bu gündür beraber mutlu bir şekilde çalışıyoruz.

Duyduğumuz kadarıyla okulun ilk haftası ile ilgili ilginç bir hikayeniz varmış, bu anınızı sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz?

Okul ilk açıldığında 7 öğrencimiz vardı, bu sebeple çok en-dişe ediyordum. Her akşam rüyalarıma giriyor ve uykularım kaçıyordu. Bir gün dayanamayıp Fatih’i kenara çektim ve en-dişelerimden bahsettim. Bana “İlhan Hocam sen içini rahat tut, ben her akşam mükemmel bir şekilde uyuyorum; çünkü biliyorum ki gelecekte Modafen Türkiye’nin ve dünyanın sa-yılı okullarından biri olacak,” dedi. 7 öğrencimiz ile kurulan okulumuzun 4. öğretim yılındayız ve 100’e yakın öğrencimiz var bugün.

İlhan Bey, İstanbul sizin için ne ifade ediyor?

Daha çocukken bile hayalim hep İstanbul’da yaşamaktı. Fut-bolcu olarak geleceğimi düşünüyordum. Ama İstanbul Üni-versitesi Matematik Öğretmenliği Bölümü’nü kazandım ve bu şekilde geldim İstanbul’a. Üniversitede de okul takımında futbol oynamaya devam ettim. Kaleciydim, Fenerbahçeli Bü-lent şimdilerde teknik direktör olan Güvenç Kurtar benimle beraber aynı takımdaydı. O yıl İstanbul Üniversitesi’ni çok iyi temsil ettik.

Bir

Port

re İl

han

Obu

z

28MODAFEN

İLETİŞİM

Page 31: Modafen İletişim - Sayı 2

Bir

Port

re İl

han

Obu

z

Sizce bir turist İstanbul’u ziyaret ettiğinde kesinlikle yapması/görmesi gereken 3 şey nedir?

İstanbul denilince aklıma ilk gelen “Boğaz” benim. Daha sonra Adalar diyeceğim sanırım. En son olarak da Bağdat Caddesi.

Sizce çevre bilinci çocuklarımıza nasıl aşılanmalıdır?

Çevre bilinci ailede başlar. Bilinçli ailenin bilinçli ve duyarlı çocukları olur. Biz öğretmenler de doğa sevgisini pekiştiririz okullarımızda. Anlatarak, uyararak, öğreterek sevdiririz do-ğayı ve duyarlı bireyler haline getiririz çocuklarımızı. Mesela Keşan Erikli sahilinde 16 tane genç ile kumu eleyerek temiz-lemiştik. Bu tip aktiveteler ve ailelerin birliği ile çocuklara çevre bilinci aşılanır. Bu tip olaylar için lider kişilere ihtiyaç vardır. Ama Türkiye’de hiç lider yetişmiyor veya biliçli olarak yetiştirilmiyor.

Peki sosyal hayatta İlhan Obuz nasıl biri?

Karakter özelliği olarak sanırım çabuk gücenen biriyim ben. Bir fikri savunduğumda o fikri her türlü açıdan analiz edip, araştırıp değerlendirdikten sonra savunurum. Karşımda da düşünen bireyler görmek istiyorum. Benim siyah dediğim bir fikre düşünmeden beyaz denilirse belli etmeden vazgeçiyo-rum. Aynı zamanda prensip sahibiyim ve dakik bir insanım. Vaktinden ne önce ne de sonra giderim, gitmem gereken bir yere. Tutalamayacak sözler verilmemeli, yoksa kötü örnek olursunuz çevrenize. Bunun yanında en büyük idealim kül-türsüz veya geri kalmış bölgeleri, şehirleri, kasabaları gezip oradaki insanlara doğru düşünmeyi öğretebilmek.

Boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz?

Boş zamanlarımda yalnız kalabileceğim ve doğa ile iç içe ola-bileceğim bir yere gidiyorum. Şile’de mütevazi bir evim var. Orada dinleniyorum ve huzur buluyorum.

Tecrübelerinize dayanarak Modafen’deki eğitimi diğer okullardan ayıran özellikler nelerdir?

Sevgi ve akademik başarı.

292010YAZ

Page 32: Modafen İletişim - Sayı 2

Erturgutlar’ın en genç kuşağı Modafen Ailesi’nde. Özden, Bülent ve Eren kardeşleri daha yakından tanımak için hoş

bir sohbet eşliğinde biraraya geldik.

Özden ve Bülent 1996 yılında dünyaya gelmiş çift yumurta ikizleri, Eren ise onlardan 15 ay sonra hayata merhaba diyen küçük kardeşleri, ailenin en minik üyesi…

Bülent ve Özden 2 yıldır okulumuzda eğitim görüyor. İki kar-deş okullarını o kadar çok seviyorlar ki sonunda Eren de da-yanamayıp Modafen İlköğretim Okulu’nun kapısını çalmaya karar vermiş.

Şimdi 3 kardeş de Modafen’li…

Sevgili Özden, Bülent ve Eren, 3 kardeş aynı okulda olmak nasıl bir duygu?

Bülent: Çok güzel bir duygu aslında, aynı eğitim kurumun-da olmamızın bir sürü avantajı oluyor. Karşılıklı yardımlaşa-biliyoruz, bir eksiğim olduğunda Özden bana çok daha rahat yardımcı olabiliyor.

Özden: Aslında bu karşılıklı bir yardımlaşma.... İkiz karde-şimle aynı sırayı paylaşmak bizi daha da yakınlaştırdı. İkimizin de gelişimine çok büyük faydası oluyor. Tabi ki arada sırada aramızda ufak anlaşmazlıklar da olabiliyor. Mesela sürekli yan yana olunca ikiz kardeşim beni kızdırabiliyor (gülerek).

Eren: Ben çok mutluyum birlikte okumaktan. Özden ve Bülent bana derslerimde ve ödevlerimde yardımcı oluyorlar. Ama sabah akşam beraber olunca bazı so- runlar çıkıyor ister istemez, bu anlaşmazlıklar bazen annemlere kadar taşınabiliyor, o zaman çok hoşuma gitmiyor birlikte ol-mak fikri (gülümseyerek).

Herbirinizden kardeşlerinizi 1-2 kelime ile tasvir etmenizi istesek birbiriniz için ne derdiniz?

Eren: Özden son derece yar-dım sever ve hiç bencil olma-yan bir kişiliğe sahip, anlama-dığım konuları bana anlatır, ödevlerimde bana yardım eder, Bülent de çok iyi niyetli bir çocuk; ama bazen ara-mızda münakaşa çıkabiliyor, özellikle de evin reisi olmak

istediğini gösteren davranışlar yaptığında (gülümseyerek Bülent’e bakıyor)...

Özden: Biz hep birbirimizin arkasında olmaya çalışırız. Eren ile çok yaş farkımız olmamasına rağmen, o benim küçük kar-deşim olma avantajını kullanır bazen, benim de hoşuma gider bu durum. Mesela bir şeye ihtiyacı olduğunda veya benden bir şey isteyeceği zaman bana normalden çok daha iyi dav-ranır, ablacığım, canım diye hitap eder, o zaman anlarım bir şeyin geleceğini (gülümseyerek).

Bülent ise çok iyi bir kişiliğe sahip olmasına rağmen bazen ben-den büyükmüş gibi davranıp daha çok kendi istediği olsun iste-yebiliyor, böyle davrandığı zamanlarda ona biraz kızıyorum.

Bülent: Eren değişikliklere çok kolay adapte olabilen bir karaktere sahip. Hatta bazen politik olabiliyor diyebilirim (Eren de doğruluyor ve “e biraz” diyor gülümseyerek). Öz-den ise çok yardımsever ve çok iyi kalpli.

Bülent ve Özden, sizler çift yumurta ikizlerisiniz bildiğimiz kadarıyla. Hangi yönlerden birbirinize benziyorsunuz veya hangi yönlerden birbirinizin zıttısınız?

Bülent: Huy olarak hiç benzemiyoruz, anne ve babamız aynı sadece (gülümseyerek), bir de dış görünüş olarak ben-zetiyorum ikimizi.

Özden: Ben Bülent’e göre biraz daha paylaşmayı severim sanırım ve biraz daha çalışkanım diyebilirim (gülerek).

En sevdiğiniz ders nedir?

Özden: İnklap Tarihi.

Bülent: İnklap Tarihi.

Eren, sen okulumuza 2 kardesinden daha sonra katıldın. Modafen ile

tanışmanı bize anlatabilir misin?

Modafen hakkında hem ar-kadaşlarımdan hem de ağabey ve ablamdan çok güzel şeyler duyuyordum. Modafen’in Türkiye’deki başarılarını, okuldaki öğ-retmenlere ağabey ve abla dediklerini duyuyordum sürekli evde. Tüm bunları duydukça Modafenli ola-bilmeyi çok istiyordum.

Öğrenciler İle Röportaj

Erturgut Kardeşler - Bir Okulda Üç Kardeş

30MODAFEN

İLETİŞİM

Page 33: Modafen İletişim - Sayı 2

Modafen Dershanesi sana nasıl yardımcı oluyordu?

Okulumdaki derslerimi takip etmeme ve daha başarılı olabil-meme çok yardımcı oluyordu. Bunun yanında dershanedeki ortamı ve öğretmenlerimi çok seviyordum. Bu sebeple ders-haneye gideceğim zamanı iple çekiyordum.

Erenciğim peki şimdi aldığın eğitim ile ilgili neler düşünüyorsun?

Bir kıyaslama yaparsam kesinlikle Modafen diyorum. Türkçe ve matematik derslerini burada çok daha iyi öğreniyorum. Öğretmenlerim burada bizlerle birebir ilgileniyorlar, Moda-fen çok daha samimi bir okul, Modafen’de biz bir aile gibiyiz.

Bülent, senin Modafenli olma hikayen de çok ilgi çekici. Bunu da bizimle paylaşır mısın?

Ben Modafen’e geçmeyi çok istiyordum, Modafen butik bir okul olduğu için bir sürü imkan var, ihtiyaçlarımıza ve ek-sikliklerimize göre dersler çok daha verimli işlenebiliyor. Ayrıca öğretmenler herkesle çok yakından ilgilenebiliyor. Modafen’de bizim iyiliğimiz için kararlar çok hızlı verilebili-yor, kalıplaşmış kurallar yok. Aynı zamanda Özden’le de aynı okulda olma fikri beni çok heyecanlandırdı; çünkü biliyor-dum ki Özden bana derslerimde çok yardım edecekti. Son olarak babaannemin Modafen’e çok yakın oturması da bütün bunların yanında bir artı daha.

En sevdiğiniz aktiviteler neler?

Eren: Cuma günleri Modafen’de yaptığımız spor etkinlikle-ri… En çok da futbol ve basketbol.

Bülent: Eskiden ben ve Eren piyano çalıyorduk, Özden keman çalıyordu. Aynı zamanda üçümüz de yüzmeye gidi-yorduk haftada 6 gün, daha sonra daha farklı şeylere zaman ayırabilmek için piyanoyu bıraktık.

Tekrar başlamayı düşünüyor musunuz?

Özden: SBS olduğu için bu sene değil, ama seneye evet. Bu sene çok çalışıyoruz, cuma günleri biraz dinlenebiliyoruz sadece.

En sevdiğiniz yemek nedir peki çocuklar?

Bülent: İçinde makarna olan herşeyi yerim. Ama annem hiç pişirmiyor, kilo almamı istemiyor (gülerek).

Özden: Çok ayırt etmiyorum ben ama en çok enginar dol-ması ve babaannemin yaptığı ekşili köfteyi seviyorum.

Eren: Domates çorbası ve makarna. Okuldaki yemekleri de çok seviyoruz, çok güzelleşti yemekler.

Okul dışındaki vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz? Ne tür spor veya sanat aktiviteleri ile ilgileniyorsunuz?

Özden: Sinemaya gidiyorum, bazen alışveriş yapıyorum, ba-zen de arkadaşlarımla dolaşıyorum.

Bülent: Ben de sinemaya gidiyorum arkadaşlarımla oluyo-rum ama benim arkadaşlarımla Özden’inkiler aynı değil, fark-lı okullardan geldiğimiz için. Bazen de ailemle oluyorum.

Eren: Sinemaya gidiyorum veya arkadaşlarımla program yapıyorum. Hafta sonları play-station oynuyorum, basketbol ve futbol oynuyorum. Hafta içi daha çok derslerimle ilgile-niyorum.

Yurt dışı tecrübeleriniz olduğunu duyuyoruz. Nerelere gittiniz? Hangi ülkeleri gördünüz? Sizi en çok etkileyen nereler oldu?

Eren: Yurt dışına Amerika, Fransa, Macaristan, Viyana ve Dubai’ye gittik. Tüm gitiğim yerler arasında en çok Dubai’yi sevdim sanırım. Özellikle oradaki otelleri çok beğendim. Ku-zenlerimle birlikte gitmiştik ve çok güzel vakit geçirdik, yüz-dük, gezdik ve çok eğlendik. En çok eğlendiğim yerler arasın-da Orlando’da ve Paris’te gittiğimiz Disneylandı sayabilirim.

Bülent: Benim en çok keyif aldığım Bulgaristan’daki kayak tatilimizdi.

Özden: 5 yaşından beri kayak yapıyoruz. Bulgaristan’a git-tiğimizde öğrendim kayak yapmayı.Yarışlarda bir kere Türki-ye 10.’su oldum. Gezdiğim ülkeler arasında ise beni en çok Avusturya etkiledi. Ama hepsi güzeldi. Bir de Dubai’de çok eğlendim ben de.

Bülent: Ben dil okuluna Nice’e gittim, çok güzeldi çok eğ-lendim. Fransızlar biraz snob oluyorlar ama.

Peki Bülentciğim sen çok güzel Fransızca konuşuyormuşsun, bize Fransızca ne demek istersin?

Bülent: Bonjour (gülerek)!

Bütün bu gördüklerinizden sonra İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz, yaşamak istediğiniz şehir neresi?

Özden: İstanbul çok gelişmiş bir yer diye düşünüyorum ve burayı seviyorum; ama yurt dışındaki şehirleri gezince insa-nın dünya görüşü artıyor.

Eren: Ben Paris’te yaşamak isterdim. Ama yemeklerini pek sevmiyorum, kötü kokuyorlar, orada da Türk yemekleri ya-pan bir yer bulup onu yerdim herhalde.

Bülent: İstanbul da çok zengin bir kültüre sahip; ama ben Las Vegas ya da Paris’te yaşamak isterdim herhalde.

Çocuklar sohbetimizi sonlandırırken, Modafen İletişim okuyucularına söylemek istediginiz birşey var mı?

Eren: SBS’de herkese başarılar!

Özden: Modafen çok güzel bir okul.

Bülent: Ben Modafen’i herkese tavsiye etmiyorum; çünkü bize kalsın istiyorum (gülerek) herkes gelmesin kalabalık ol-masın biz bize kalalım.

Öğr

enci

ler

ile R

öpor

taj

312010YAZ

Page 34: Modafen İletişim - Sayı 2

M adrid, Liverpool, Selanik, Dublin, Amsterdam ve İstanbul. Bu şehirlerin tek ortak noktası harika bir deniz man-

zarasına sahip olmaları değil. Bu şehirlerin hepsi Avrupa’ya kültür başkentliği yaptılar.

2010 yılı boyunca Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Pecs kentleri ile birlikte Avrupa’nın Kültür Başkenti olacak olan İstanbul, tarihi ve çok kültürlü dokusuyla diğer şehirlerden ayrılıyor. İstanbul’un neden kültür başkenti seçildiğini, diğer şehirlerden farkını tarihçiler, mimarlar, sosyologlar, devlet adamları ve sanatçılar uzun uzadıya açıkladılar. Şehrin yapısı, dokusu, kültürü, mimarisi ve ulaşımı tartışıldı. Gazete ve te-levizyonda sayısız haber hazırlandı; ancak İstanbul’da doğan, İstanbul’da yaşayan insanlara görüşleri pek sorulmadı. Biz alı-şılanın dışına çıktık; İstanbul’da doğan, bu şehirde okuyan, bu şehrin sokaklarında top oynayan ve belki bir gün İstanbul’un yönetiminde söz sahibi olacak öğrencilerimizle İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olmasını değerlendirdik.

18 Kasım 2009’da yaptığımız Taksim, Galata, Pierre Loti ve Balat gezisinden sonra öğrencilerimiz, 2010 Kültür Başkenti ile ilgili fikirlerini yazdılar.

İsterseniz önce Deniz Alp Savaşkan ve Doruk Yiğit Erigüç’ten gezimizin nasıl geçtiğini öğrenelim:

“8-A sınıfı olarak yaptığımız gezide çok eğlendik, güzel anılarımız oldu. Size de anlatalım dedik. Buyurun başlıyoruz...

Sabah kendi servislerimizle okula geldik. Herkes okula geldiğinde, bize ayrılan servise doluştuk. İlk durağımız İstiklal Caddesi idi. Taksim Meydanı’nda indikten sonra başladık yürümeye. Meydan-daki Pietro Canonica tarafından bronz ve taş kullanılarak 2.5 yılda tamamlanmış Cumhuriyet Anıtı’nın önünde bir an durak-ladık. 84 ton ağırlığındaki bu anıtın 23 günde monte edilmiş ol-ması heybetine bakıldığında o kadar da şaşırtıcı değildi. İstiklal Caddesi’nin biraz Batılı, biraz Doğulu havasını soluduktan sonra Çiçek Pasajı’na girdik. Orada fotoğraf çektirirken, bir adam az gül-düğümüzü düşünmüş olmalı ki, hoplayıp zıplayarak bizi güldürdü. Oradan St. Antuan Katolik Kilisesi’ne gittik. O koca, demir kapıdan geçtik. Giulio Mongeri ve Eduardo de Nari tarafından tasarlanan bu gotik stildeki kilisenin avlusundan içeri girdik. Kilisede mum dikip, etrafı inceledikten sonra, oradan ayrıldık.

8. Sınıflarla İstanbul

32MODAFEN

İLETİŞİM

Page 35: Modafen İletişim - Sayı 2

Bir sonraki durak olan Pera Müzesi’nin yolunu tuttuk. Müzede Chagall adlı ünlü ressamın yaşam ve aşk temalarının işlendiği ser-gisini gezik. Chagall’ın birçok resmini yakından inceledik. Ressa-mın çok değişik bir tarzı vardı. Her şeyi sembollerle ifade etmesi açısından geçen sene Sakıp Sabancı Müzesi’nde eserlerini incele-diğimiz Salvador Dali’yi anımsattı bize. Daha sonra kalıcı sergiler olan “Anadolu Ağırlık Ölçüleri”, “Oryantalist Resim” ve “Kütahya Çini ve Seramikleri” sergilerini gezdik ve müzeden ayrıldık.

Eh, artık karnımız bir hayli acıkmıştı. Biz de bir kebapçıya gidelim dedik. Hep beraber yemek yedikten sonra Tibet’in doğum gününü kutladık. Daha sonra Karaköy İskelesi’ne doğru yol aldık. Yolumu-zun üstündeki Galata Kulesi’nin merdivenlerinde çok güzel fotoğ-raflar çektirdik. Oradan sahile indik ve servisimize binerek Pierre Loti’nin aşağısındaki bir otoparka gittik ve teleferikle Pierre Loti tepesine çıktık. Pierre Loti çevresini turladık. O eşsiz manzara-nın keyfini çıkardıktan sonra tekrar teleferiğe binerek servisimize döndük.

Ardından, Sveti Stefan Kilisesi’ne gittik. Kilise’ye gittiğimizde Can Ağabey ve Taylan Ağabey bize kilisenin tarihi hakkında bilgi ver-diler. Kilisenin demirden oluştuğunu öğrendiğimizde hepimiz çok

şaşırdık. Aynı zamanda, kilisenin yapıldığı zemin doldurma olduğu için, kilisenin denize doğru kaydığını öğrendik. Bunun en büyük kanıtı ise kilisenin taş basamaklarının çatlamaya başlamış olma-sıydı. Sonra yine servisimize binerek Fener Rum Patrikhanesi’ne gittik.

Oraya gittiğimizde ilk önce Fener Rum Patrikhanesi’ni Fe-ner Rum Lisesi’yle karıştırdık ama sonra Patrikhaneyi bulduk. Patrikhane’deki kiliseye girdik. Kilisenin içindeki çoğu yer altın kaplamalıydı. Bazı azizlerin tabutlarını gördük. Kiliseden çıktıktan sonra etrafı gezdik.

Buradan ayrılıp arabalı vapurla karşıya geçtik ve okulumuzun yolunu tuttuk.

Öğrencilerimiz yorumlarında İstanbul’un çok kültürlü yapısı-nın altını çizdiler. Özden, “Kültür, bir topluluğun varlığının tümü-dür. Eğer insanların dili, dini, gelenekleri, görenekleri ve düşünceleri bir bireyi oluşturuyorsa; bu bireylerden oluşan topluluğun da ana sebebi kültürdür” diyor. “Kiliselerin ve camilerin bir arada bulun-ması; farklı dilden,farklı düşünceden; farklı ırktan olan insanların bir arada bulunması, kültür çeşitliliğini gösteriyor.” diye ekliyor.

8. S

ınıfl

arla

İsta

nbul

332010YAZ

Page 36: Modafen İletişim - Sayı 2

Elif ise değişik kültürlerin birbirleriyle İstanbul’da nasıl kay-naştığını mimari üzerinden anlatıyor. “Diğer şehirlerden farklı olarak İstanbul’da her semt ayrı bir kültür. Ara sokaklarda bile tarihin ve farklı insanların birikmişliği hissediliyor. Bir sokak Batı mimarisine göre tasarlanmışken, başka bir sokakta Osmanlı dö-neminden kalma köşkler bulunuyor. Bizans döneminden kalma bir tarihi yapıtla Osmanlı’dan kalan bir yapıt yan yana buluna-biliniyor.”

Emre Erdoğan, çok kültürlülüğün nedenini İstanbul’un jeo-politik önemine bağlıyor. “Bunun en büyük sebeplerinden biri İstanbul’un Orta Asya’ya Orta Doğu’ya Arabistan Yarımadası’na ve doğuda bulunan Çin gibi büyük devletlere açılan ticaret yolları-nı Avrupa’ya bağlayan kapısı konumunda olmasıdır.” diyen Emre, tıpkı Kutay ve Emre Saruhan gibi İstanbul’un sadece 2010’da değil her zaman kültür başkenti olarak kalması gerektiğini savunuyor.

Kutay, 2010’da kültür başkenti olmanın tüm İstanbullulara so-rumluluk yüklendiğini düşünüyor ve ekliyor, “Bence, en önemli özelliklerimizden biri misafirperverliğimiz. Kültür başkenti olma-mız dolayısıyla şehrimize gelecek olan her misafirin buradan çok güzel anılarla ayrılacağına inanıyorum.”

Öğrencilerimiz İstanbul’un diğer şehirlerde bulunmayan bir çok ayrıntıya sahip olduğu konusunda hemfikirler. Gemilere olan merakıyla tanıdığımız Kutay, İstanbul şehir hatları vapur-larının bile kültürümüzün içinde bir payı olduğunu söylüyor. İstanbul’a gelenlere 1952’den beri hizmet veren Paşabahçe Vapuru ile Boğaz’da bir gezintiye davet ediyor bizleri.

Cem de İstanbul Boğazı’nın İstanbul’a farklı bir hava kattığını ve Boğaz’da yapılacak bir gezintiyle bile İstanbul’un gerçek

bir kültür başkenti olduğunun kanıtlanabileceğini söylüyor. “İstanbul’un manzarası hiçbir yerde yok, Pierre Loti’de oturduğun zaman gördüğün manzara sana her şeyi unutturuyor ne sıkıntın varsa bir an için her şeyi unutuyorsun, tek düşündüğün deniz, İstanbul… Çamlıca tepesine çıkıp etrafınıza baktığınızda şaha-ne bir deniz manzarasıyla karşılaşırsınız ve muhtelemen ağzınız açık kalır.”

Bülent ve Fevzi, tarih boyunca Bizans, Latin ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış İstanbul’un 2010 Avru-pa Kültür Başkenti seçilmesinin Türkiye’ye ekonomik olarak katkı sağlayacağını düşünüyorlar. Bülent “Kendimizi dünyaya tanıtabiliriz. Bununla beraber İstanbul’a daha fazla turist çekip ekonomimizi canlandırabiliriz. Turizm sayesinde yeni doğacak iş olanaklarıyla birlikte işsizlik sorununun bir kısmı da çözülebilir.” diyor.

Tibet ise 2010 yılında yapılacak etkinliklerde yalnızca profes-yonellerin değil, İstanbul’da yaşayan, İstanbul’u seven İstan-bulluların da görev alması gerektiğini belirtiyor: “İstanbul’da yapılacak etkinliklerin konferans salonlarına tıkılmaması gere-kiyor. Tüm İstanbulluların, hiçbir ayrım yapılmadan katılacağı ve sahipleneceği projeler İstanbul’u diğer şehirlerden farklı kılar.”

Geçtiğimiz yıla kadar Bandırma’da yaşayan ve bu sene İstanbul’a yerleşen Kerem de hem gezi sırasında hem de kül-tür başkentleri ile ilgili yazısını yazarken İstanbul’un tadını çıkarttığını söylüyor: “İstanbul’da yaşamak çok keyifli; çünkü İstanbul çok dinamik ve bir o kadar da eğlenceli bir şehir. 2010 yılındaki aktivitelere katılmak için sabırsızlanıyorum.”

Derleyen ve Yazan Can Gezgör

8. S

ınıfl

arla

İsta

nbul

34MODAFEN

İLETİŞİM

Page 37: Modafen İletişim - Sayı 2

Peker Açıkalın: Farkında mısınız? Çok güzel bir okulu-nuz var!

Şeker: Çok ödevimiz de var ama!

Peker A.: (Gülüyor) O da var! Bazı bölgelerimizde sizin yaşınızdaki öğrenciler, hem derslerini yapıyorlar, hem sobala-rını yakıyorlar, hem anne babalarına yardım ediyorlar hem de karların içinde 5 km. yürüyüp okullarına gidiyorlar. Size ve-rilen şartları elinizden geldiği kadar değerlendirin. Değerini bilin. Bu düşüncelerimi, bir sanatçı olarak sadece sizlerle pay-laşmıyorum. Her haftasonu bir ile gidiyorum. Yarın Konya’ya gideceğim mesela. Sizler gibi gençlerle, sizin gibi çok değerli, çok akıllı, sanata meraklı ve ailesine çok saygılı bireylerle ko-nuşup tartışıyoruz. Benim için sizlerle konuşmak çok değerli; çünkü siz, hepiniz pırıl pırılsınız!

Enver: Çok büyük bir izleyici kitlesine sahipsiniz. Bunu nasıl başardınız?

Peker A.: Bunun arkasında 32 sene var. Yani çaba sarfet-mek gerekiyor, yaptığınız işi sevmeniz gerekiyor ve ideallerini şu masalarda, sizin yaşlarınızda belirlemeniz gerekiyor. Boşa geçirecek vaktimiz yok. Dolayısıyla eğer görsel sanatla uğra-şıyorsanız ya da bir kitleye hitab etmek istiyorsanız şimdiden çaba sarfetmeniz gerekiyor. Mesela Enver doktor olmak is-tiyorsa, şimdiden çalışması gerekiyor. Ben tiyatrocu olmak istiyorum, diyordum küçükken. Ailem şaşırıyordu. Ama ben liseyi bitirdikten sonra azmettim ve konservatuara girdim. Tiyatro bölümünü bitirdim. Masaları birleştirip çocuklara çocuk tiyatrosu yaptım. Şimdi 45 yaşındayım, ben 60’a, geldi-

ğim zaman sen benim karşıma 25 yaşında bir doktor olarak gelebilirsin. Hemen geriye dönelim. Ben 20 yaşında bir ge-cekondu bölgesinde çocuk tiyatrosu yaparken, orada beni izleyen çocuk şu anda 25-30 yaşında. Sokakta karşıma çıkıp diyor ki, “Peker öğretmenim, merhaba! Hatırlıyor musunuz, 25 yıl önce bizim mahallemize gelip tiyatro yapmıştınız?” O zaman ben gurur duyuyorum. O zamanın çocuğuna sarılıyo-rum, elimi öpmek istediği zaman da gururla öptürüyorum. Bakma saçımda beyaz yok, o genetik bir şey! İşte kitleye hi-tab etmek bu. Toplumla barışık olabilmek, kitlelere ulaşmak çok güzel bir şey!

Ece: Hayallerinizin peşinden gitmişsiniz. Ancak bunu nasıl yaptınız, hayallerinizin peşinden yılmadan nasıl gittiniz?

Peker A.: İnsan hayallerini gerçekleştirirken arkasında durduğu gibi yanında da durmalı. Sen 12 yaşındasın. Ben sana bir soru sorayım. Senin bir hayalin var mı Ece?

Ece: Var.

Peker A.: Ne olmak istiyorsun?

Ece: Avukat olmak istiyorum.

Peker A.: Neden olmasın... Hepiniz birer öğretmen, dok-tor olabilirsiniz, bakın Ece de avukat olmak istiyor. Şu anda 12 yaşında, “Avukat olmak istiyorum.” diyorsa, bir ağabeyi olarak derim ki: Arkasında durduğunuz gibi yanında da durun o ideallerin yani hayalleriniz için yapmanız gerekenleri araştı-rın, hedefe kilitlenin. Ben tiyatrocu olmak istiyorum dediğim-de üniversiteyi beklemek zorundaydım; çünkü tiyatro eğiti-

Peker Açıkalın’la Küçük Bir SöyleşiModafen İlköğretim öğrencileri bu sayıda, öğrencilerimizden Şeker Açıkalın’ın tiyatro oyuncusu babası Peker Açıkalın ile söyleşti...

352010YAZ

Page 38: Modafen İletişim - Sayı 2

Peke

r Açı

kalın

’la K

üçük

Bir

Söyl

eşi

mi eskiden sadece üniversitede veriliyordu. Ben ne yaptım, gittim bir kütüphaneye, tiyatro hakkında kitaplar okudum. Tiyatro oyunları okudum. Kendimi geliştirdim. İdeallerimi geçrekleştirmek için biraz da sabrettim ve oldu.

Ege: Bir öğrenci velisi olarak Modafen hakkında ne düşü-nüyorsunuz?

Peker A.: Ben bütün eğitim kurumlarının çatısıyla, öğret-meniyle, kantiniyle, binasıyla ve tabii ki en önemlisi, öğren-cisiyle çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biz İstanbul’da yaşıyoruz. Burada büyüdük, yetiştik. Ülkemizin coğrafi ko-şulları nedeniyle asfaltı dahi olmayan yerlerde okumaya çalışan öğrencilerimiz var. Buna benzer sorunlar çok. Ayak-kabısı olmayan öğrenciler var biliyorsunuz. Ben bunları hep paylaşıyorum. Defteri olmayan, kitabı olmayan hatta sobası, ısıtıcısı olmayan nice köy okulları var. Benim birçok öğret-men arkadaşım var, ideallerinin arkasında durmuşlar. Sadece matematik ya da Türkçe anlatmakla yükümlü olmasına rağ-men, çocukların yiyecek, giyecek ve ısınma problemleriyle uğraşıyorlar. Bana gözleri yaşlı anlatıyorlar. Diyorlar ki “Soba var odun yok, cam kırık naylon geriyoruz. Okul var, öğrenci yok. Daha da kötüsü okul var öğretmen yok. Kimi zaman-sa öğretmen var okul yok.” Bütün bunları bilerek hareket edersek, öğretmen kalitesiyle olsun, binasıyla olsun, sportif faaliyetleriyle olsun çok değerli bir okulumuz var. Ben oku-lunuzun değerini bir veli, bir baba olarak biliyorum. Kızımın da bildiğine inanıyorum. Şeker ilkokul 1-2-3. sınıfları devlet okulunda okuduktan sonra buraya geldi. 3 sene boyunca, her sabah 1.5 saat trafiğe girip, okulumuza gidiyorduk. 30-40 ki-şilik, kaloriferi bazen yanan bazen yanmayan bir sınıfta okudu Şeker. Okulun yemekhanesi yoktu. Sadece kola satılan, içinde kaşar olmayan kaşarlı tost satılan bir okula gitti. Gerçekten her anlamıyla harika bir okulunuz var.

Ege: Sıra ikinci sorumda. Sanatçı olmasaydınız ne olmak is-terdiniz?

Peker A.: Öğretmen olabilirdim, avukat olabilirdim; ama en çok futbolcu olmak istiyordum. Çok iyi futbol oynu-yordum. Yeğenime verdiğim örneği vermek istiyorum. Yeğenim basketçi olmak istiyor. Boyu çok uzun. Ama basketçi olmak için boy yetmiyor. Herkesin b i r branşı var bu hayatta. Sporcu olacaksanız sağlıklı olmak zorundasınız. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” demiş başöğret-men Atatürk. Ben de size söylüyorum, uykusuz kalmayın, sabah kahvaltınızı iyi yapın, öğretmeninizi daha iyi din-leyin. Böylece ideallerinizi gerçek-leştirebilirsiniz. Ben futbolcu olmak istedim. Rıdvan Dilmen ile aynı sınav-lara katıldım futbolcu olmak için. Fe-nerbahçe tesislerinde. Bana ve Rıdvan Ağabey’inize antrenör dedi ki, “İkiniz de çok iyi oynuyorsunuz ama ikiniz de çok zayıfsınız. Ye-mek yemelisiniz!” Ben 7. sınıftaydım o zaman. Ben yemek yemedim, ihmal ettim. Zayıf kaldım. Rıdvan daha iyi yemek yedi, vücudunu geliştirdi. Ancak yine zayıf olduğu için bir maçta ayağı kırıldı. Futbol ha-

yatı sona erdi. Alt yapıdan bahsediyorum. Ben antrenörümü dinleyip iyi yemek yeseydim, belki iyi bir futbolcu olacaktım. Ama sonunda ilk tercihim gerçek oldu. Tiyatrocu oldum.

Neslihan Öğretmen: Yetenek çabayla disiplinle destek-lenmeli ve geliştirilmeli.

Peker A.: Aynen!

Yiğit: Ünlü birisinin hayatının normal hayattan ne farkı var?

Peker A.: Ünlü olduğun zaman topluma mal oluyorsun. Ne demek topluma mal olmak?

Mert: Topluma yardım etmek.

Peker A.: Tabii ki yardım etmek de var. Toplum için çalışı-yoruz. Mesela şu an öğrenciler bana soru soruyor. Ben top-luma mal olmuş bir insanım. Toplumu yönlendiren, yardım eden bir insanım. Sinemada yarattığın bir karakterle, verdiğin mesajla 1 milyon insana, televizyonda 25-30 milyona hitap ediyorsun. Sorumluluk gerektiriyor. Bıçak elimde durmasın dedim! Bu benim sorumluluğum. Şeker, babasını televizyonda elinde ekmek bıçağı ile komiklik yaparken görse, eline bıçak alıp o da komiklik yapmak istese bir yerini kesebilir, kendine ya da başkasına zarar verebilir. Bu nedenle biz sanatçılar “bı-çakla oynamayın” mesajı vermeliyiz. İşte sosyal sorumluluk bu. Ünlü olmak kolay. Kötülük yaparak, bir suç işleyerek de ünlü olabilirsiniz. Elinde silahla soygun yapan bir insan ga-zeteye çıkarsa ünlüdür. Ama bulunduğu topluma iyi örnek olmaz. Siz çok küçüktünüz. Yaptığı kötü binalar yüzünden in-sanların ölümüne neden oldu. Adamı tanıyorum, televizyona çıktı; ama kötü örnek oldu ve kötü ünlü oldu.

Yiğit: Hayatta gurur duyduğunuz üç şey neler?

Peker A. Birincisi geçmişim. Ailem, atalarımız. Başta Atatürk, ona inanan dedelerimiz. Bize toprak bıraktılar, düşmanları yurttan atmak için çalış-mışlar. Gurur duymamız gereken bir

şey daha var. Geleceğimiz. Çiğdem, annen ve babanın en büyük gururu ne?

Çiğdem: Ben ve kardeşim.

Peker A.: Değil mi? Herkes için geçerli. So-runu kişisel olarak yanıtlamam gerekirse, geç-

mişimle gurur duyuyorum. Kendi yaptığım işlerle ve başarılarla gurur duyuyorum. Kendi kızlarım ve

İnsan hayallerini gerçekleştirirken

arkasında durduğu gibi yanında da durmalı.

36MODAFEN

İLETİŞİM

Page 39: Modafen İletişim - Sayı 2

sizlerle de gurur duyuyorum. Çünkü hepiniz kendi çocuğum gibisiniz.

Şeker: Çocuklarınızdan beklentileriniz nelerdir (Gülüyor)?

Peker A.: Onların sağlıklı, iyi eğitimli olmaları. Başka bir beklentim yok.

Şeker: En çok yapmak istediğiniz şey nedir?

Peker A.: Sırtıma çantamı takıp dünya turu yapmak isti-yorum.

Şeker: Ben de gelirim (Gülüyor).

Peker A.: Zaten sizin büyümenizi bekliyorum. Yeni yerler tanımayı, yeni kültürler tanımayı çok istiyorum. Size de tav-siye ediyorum, ülkemiz bütün dünyayı barındıran bir ülkedir. Ülkemizden başlayabilirsiniz gezmeye.

Kubilay: Unutamadığınız bir öğretmeniniz var mı?

Peker A.: Hiçbirini unutmadım. Ama bir tanesini hiç unut-madım. Kulaklarımdan tutup havaya kaldıran öğretmenimi unutamadım.

Aylin: Belki antrenörünüzün dediği gibi yemek yiyip kilo alsaydınız kaldıramazdı (Gülüyor).

Peker A.: O işin şakası tabii ki. Öğretmenimi çok kızdırmı-şım, sabrını taşırmışım, o kadar yaramazlık yapmışım ki artık bıkmış. Kötü anlamda hatırlamıyorum. Ben öğretmen olsay-dım da kızardım herhalde. Ama o hareketi yapmazdım.

Kubilay: Unutamadığınız ve sevdiğiniz filminiz hangisi?

Peker A.: Sinema, dizi ve tiyatro diye üçe ayırmak lazım. Dizide Ekmek Teknesi diyebilirim. Çok severek oynamıştım. Hatta Kurtlar Vadisi’nden gelen teklifi bile reddetmiştim Ek-mek Teknesi için. Avrupa Yakası’nı da çok sevmiştim. İlk sine-ma filmim olan Kolay Para’yı da unutamam.

Mert: Oynadığınız karakterleri gözlemleyerek mi yaratı-yorsunuz?

Peker A.: Çok güzel bir soru. Tabii ki gözlemleyerek yara-tıyorum. Gözlemlemek çok daha hayırlı. Çiğdem’e soruyo-rum. Karşında Gaffur mu oturuyor?

Çiğdem: Peker Ağabeyim!

Peker A.: İşte! Türkiye’de 40-50 kişiden 15’i Gaffur’a ben-zer. Kendi içine kapanık, ailesine saygısı vardır. İşi gücü yoktur. Davranış biçiminde bir gariplik vardır. Ben onu gözlemliyo-rum. Canlandırınca da başarılı olma olasılığı artıyor. İyi göz-lemek lazım.

Mert: Oynadığınız karaktekler üzerinize yapışıyor mu?

Peker A.: Hayır çünkü yapışmaması gerekiyor. Hababam Sınıfı’nda Psiko’yu yarattım. Ben her rolümde Psiko’yu mu oynamalıyım. Ya da Gaffur gibi pijamayla mı oynasam? Olmaz, sanatçı kendisini geliştirmeli. Tiyatro oyunculuğu farklı bir şeydir. Çok sert bir adamı da oynayabilirim. Çok üzgün bir adamı da oynayabilirim.

Aylin: Tiyatronun Türkiye’de yeterince gelişmediğini düşü-nüyor musunuz?

Peker A.: Böyle bir kıyaslama yapmam. Çünkü Türk Tiyat-rosu kendi alanında başarılı. Önemli olan katılımın yüksek olması. Türkiye’nin ekonomik şartları ve Avrupa’nın şartları aynı değil. Türkiye’de 50 öğrenciden 5’i tiyatroya giderken, Avrupa’da 30-40 tanesi gidebiliyor. Eğitim sistemi de aynı şekilde farklı. Çocukken mesleğine yönelebiliyor Avrupalılar. Ben ancak üniversitedeyken tiyatro eğitimi almaya başlamış-tım, mesela. Maddi olarak eksiklerimiz var. Bunları aşarsak gerisi gelir.

Organize eden ve Yazan Neslihan Yumrutaş

Peke

r Açı

kalın

’la K

üçük

Bir

Söyl

eşi

372010YAZ

Page 40: Modafen İletişim - Sayı 2

İstanbul ve Orhan VeliOrhan Veli’nin Hayatı ve Eserleri13 Nisan 1914’te Beykoz’da doğan Orhan Veli’nin babası, Cumhurbaşkanlığı Armoni Müzikası Şefliği yapmış olan Veli Kanık’tır. İlkokula Beşiktaş Akaretler İlkokulu’nda başladı. Son-ra Galatasaray’da 4 yıl okudu. Ailesinin Ankara’ya taşınmasıy-la Orhan Veli ilkokulu orada bitirdi. Ortaöğrenimini Ankara Lisesi’nde yaptı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe bö-lümünde iki yıl öğrenim gördü. Bitirmeden ayrılıp Galatasaray Lisesi’nde öğretmen yardımcılığı yaptı.1936-1942 yıllarında Ankara’da PTT Genel Müdürlüğü’nde görev aldı. Yedek subay-lığını bitirdikten sonra görevlendirildiği Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda iki yıl Fransızcadan klasik yapıtlar çevirdi. İşine son verilince yazılarının çoğunu kendisinin yazdığı Yaprak dergisini çıkardı.14 Kasım 1950’de İstanbul’da öldü.

Ölümünden sonra Bütün Şiirleri adı altında toplanan Orhan Veli Kanık’ın şiirleri, önceleri Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı adlarındaki kitaplarla yayımlanmıştı. Bun-ların dışında manzum olarak yazdığı La Fontaine Masalları, Nasrettin Hoca Hikayeleri vardır. Düzyazıları da önce Orhan Veli Nesir Yazıları (1953), Denize Doğru (1970), sonra Edebi-yat Dünyamız adlı kitaplarda toplandı.

Orhan Veli’nin Şiir AnlayışıCumhuriyet dönemi şairi olan Orhan Veli, Türk şiirinde köklü bir değişimi başlatmıştır. Şiirde sanatlı söyleyişe karşı çıkmış, konuşma dilini şiire sokmuştur. Ölçü yerine dizeye bağımsızlık sağlamak, uyak gerekliliğinden sıyrılmak, şairane söyleyiş ve görüntülerden kurtulmak; düşlem dünyasının duvarlarından atlayarak gerçek ve günlük yaşama ya da ya-şayanlar arasına girmek ve halktan her şeyi, insanı, konuyu, deyişleri şiire almak; yergi ve espriye yer vermek; özentili ve yapmacık olmamak, doğal, yalın ve içten olmak ve benzeri değerler Orhan Veli Kanık’ın Türk edebiyatına kazandırdığı başlıca yeniliklerdir.

Orhan Veli’nin ŞiirleriOrhan Veli’nin şiirleri birer oyundur. Kitabe-i Seng-i Mezar diye tumturaklı bir eda ile başladığı şiiri Süleyman Efendi’nin nasır derdi ile şöyle bitirir:

Kitabe-i Seng-i Mezar I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar Hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi Kundurası vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allahın adını, Günahkar da sayılmazdı. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye

Göklerde musiki ve şiirle alışveriş ederken birden rakı şisesinde balık olmak ister:

Eskiler Alıyorum

Eskiler alıyorum Alıp yıldız yapıyorum Musiki ruhun gıdasıdır Musikiye bayılıyorum Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Gökyüzünü maviye boyar, yırtılan denizleri diker, ceketi ile dertleşir, kedilerin gebeliğine üzülür. Ondan hep bir sürpriz beklemek zorundasınız. İftiharla: “Neler yapmadık bu vatan için,” diye başlar, arkasından “Kimimiz öldük /Kimimiz nutuk söyledik.” diyiverir. “Bedava yaşıyoruz bedava” diye bir se-vinç çığlığı koparır ardından.

Sanatçılarımızın Gözüyle Orhan VeliBelki Orhan Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır; ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur. Yalnızca bir şair olarak değil bir aydın olarak da hem kendini hem şii-rimizi ileriye götürmüştür. Şiirimize yeni konular, sözcükler, görüşler, duyuşlar, biçimler getirmiştir. Erken ölmeseydi daha da getirecekti.

Asım BEZİRCİ

Yahya Kemal eski şiir dilini yıktı. Nazım Hikmet vezni yıktı; ama Yahya Kemal ile Nazım Hikmet şiirin dışı ile uğraştılar, içindeki zincirleri kıramadılar. Onların şiirlerini kendilerin-den öncekiler de, açtıkları çığırları kabul etmeyenler de pek iyi anlayabiliyordu; çünkü onların şiirinin özü eski anlayışa gö-reydi, şiirin asıl alanı diye bellenmiş konulardan kurtulama-mışlardı. Orhan Veli çok daha ileri adım attı, şiirin kendine öz bir dili, bir ölçüsü olmadığı gibi kendine öz konuları da olma-yacağını gösterdi, ahengin şiirden kaldırılabileceğini gösterdi.

Nurullah ATAÇ

Her sanatkar gibi onun da bir dünya görüşü toplum mesele-leri hakkında düşünceleri vardı. Ama bunları şiirinde canlan-dırmak endişesiyle hiçbir zaman bayağılığa düşmedi.

Yaşar Nabi NAYIR

Kendi Sözleriyle Orhan VeliBugünkü dünyanın içinde yaşayan bir adam olarak, dünyada kuru sanattan daha faydalı şeyler mevcut olduğunu biliyo-rum. Ama diğer taraftan yaradılışım beni sanatla uğraşmaya sevk ediyor. Ne cemiyet için beslediğim hayırlı niyetleri ne de

38MODAFEN

İLETİŞİM

Page 41: Modafen İletişim - Sayı 2

İstan

bul v

e O

rhan

Vel

i

İstanbul’u Dinliyorum

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalı Çarşı; Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa; Güvercin dolu avlular.

Çekiç sesleri geliyor doklardan, Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu

Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;

Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor, fıstıkların arkasından

Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul’u dinliyorum.

sanatı feda ederim. İnsanların refahı için söyleyeceğim üç beş sözün faydası olacaksa sanatımı bu fayda uğruna kullanabili-rim. Fakat dikkat ediyorsunuz ya sanatımı diyorum. Çünkü sanatın ne olduğunu bilmeyen insanlar bu işin ne olduğunu yine anlayamayacaklardır.

Öğrencilerimizin Gözüyle İstanbul’u Dinliyorum Şiiri Orhan Veli, İstanbul’u nasıl görüyorsa öyle yazmış. İçinden gelenleri iyisiyle kötüsüyle söylemiş. Anlatımından İstanbul’u sevdiği anlaşılıyor. Sanki şiir ortaya çıkarmak için değil de hislerini ve gördüklerini kağıda dökmek için yazmış. Çünkü ne kafiyeli olması için ne de hece ölçüsünü tutturmak için uğraşmış.

Özden ERTURGUT 8. Sınıf

İstanbul’u Dinliyorum şiiri insanı gülümsetiyor, yüzünü astırı-yor, ağlatıyor… Aynı zamanda Orhan Veli’nin İstanbul’a olan büyük tutkusunu açığa çıkarıyor. Acaba Orhan Veli bu şiiri ya-zarken ne düşünmüştür, acaba neredeydi, ne yapıyordu, aklı-na ne geldi? Aslında bütün bu soruları sormamız bu şiiri nasıl yazdığına inanamamızdan bence. Bütün bu soruları sorduran şiir Orhan Veli’nin yazınsal kalitesi, şiirsel zekasını ve kale-minin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu şiirde tasvire, görselliğe ve işitmeye dikkat ediyor. Genel olarak İstanbul’u Dinliyorum şiirinde İstanbul’un tarihi ve eski semtlerinden, eski semtlerin güzelliklerinden bahsetmiştir. Ayrıca Orhan Veli şiiri yazarken ölçü, uyak gibi şekil özelliklerine de uy-mamıştır.

Fevzi DOĞAN 8. Sınıf

Orhan Veli bu şiiri yazarken İstanbul’u gerçekçi ve duru bir dille anlatmış. Serbest ölçü kullanmış. Kafiyeye pek yer ver-memiş. Okuması kolay, herkesin anlayacağı dilde bir şiir yaz-mış. İstanbul’u iyisi ve kötüsü ile anlatmış. Güzelliklerinden bahsetmiş. Betimlemelere sıklıkla yer vermiş. Şiiri okuyunca olaylar ve mekân insanın gözünün önüne gelebiliyor, hayal edilebiliyor. İstanbul’un sakin ve hareketli taraflarından bah-setmiş. Ayrıca bu şiir Orhan Veli’nin İstanbul’u sevdiğini de anlatıyor. Bence çok güzel bir şiir.

Elif AKMAN 8. Sınıf

İyi kötü bakıyorum İstanbul’a uzaktan Sarı, kurumuş yapraklar süzülüyor ağaçtan Tam da zamanı şimdi Boğaz’da çay içmenin Akşam da günbatımını izlerken nargile tüttürmenin Ne zor gelir bana bu şehirden ayrılma düşüncesi Burası birçok uygarlığın vazgeçemediği kalesi Uzun bir mücadeleyle elde etik seni Lalelerle süsledik İstanbul’un her bir yerini

Modafen İlköğretim 8A sınıfı öğrencilerimizden

Özden, Fevzi, Elif, Tibet, Cem

Yazan ve Derleyen Gamze Sönmez

392010YAZ

Page 42: Modafen İletişim - Sayı 2

Modafen’de KarateAydın ilinin Söke ilçesinde 1983 yılında doğdum. Ailem ha-

len Söke-Kuşadası’nda yaşamaya devam ediyor. İlk, orta ve lise eğitimimi Söke’de tamamladıktan sonra 2002 yılında devletin milli sporcular için verdiği millilik kontenjanından yararlanarak, Marmara Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü’ne yerleş-tirildim. Lisans eğitimim sırasında, lisede aldığım eğitimin de etkisiyle spor sağlık derslerine olan ilgim daha fazlaydı. Lisans eğitimimi 2006 yılında tamamlamanın hemen ardından, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Fizyolojisi Bilim dalında Yüksek lisans programına başladım. Yüksek lisans eği-timim sırasında fizyoloji laboratuarında çalışarak sporcular üzerinde fiziksel-fizyolojik performans test ve ölçüm uygu-lamalarında bulundum. 2008 yılında Yüksek lisans eğitimimin ardından Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Spor Sağlık Anabilim dalında doktora eğitimime başladım ve halen doktora eğitimime tez aşamasında olmak üzere devam etmekteyim. Temmuz ayında Estonya, Tartu Üniversitesi’nde halen devam etmekte olan uluslararası bir projeye katıldım ve aralık ayı başında İstanbul’a geri döndüm. Orada özel bir laboratuar olan iklimlendirme laboratuarında çalışma fırsa-tım oldu. Bu laboratuarda istenilen çevre şartları sağlanarak sporcular üzerinde performans test ve ölçümleri yapılabil-mektedir. 1,5 sene içinde doktora eğitimimi bitirmeyi plan-lıyorum.

Spor ile tanışmam babamın beni 1989 yılında Söke’de bir Karate salonuna kayıt yaptırmasıyla oldu diyebilirim. Ailem ve yakın çevrem çok hareketli bir çocuk, geçirdiğimi ve te-levizyonda gördüğüm her karate filmi sonrasında kendimi

onlar gibi görüp, bağırıp çağırdığımı söylerler. Karateye baş-ladığım 1989 yılından bu yana, hayatımın büyük bir bölümün-de sporun yer aldığını söyleyebilirim. Spor hayatımda benim için en önemli günlerden biri olan ve belki de hayatımda en çok sevindiğim hiç unutamadığım bir günü sizlerle paylaşmak isterim. 1994 yılında ‘Benim için çok büyük, çok önemli, o dereceyi elde etsem bir daha bir şey istemem’ dediğim bir derece olan Ege Bölgesi Şampiyonu oldum. İnanın ki maçları-mın bir kısmını hala hatırlayabiliyorum. 2000 yılında Türkiye 3.lüğü ve 2001 yılında da almış olduğum Türkiye derecesi sonrasında Milli Takım seçmelerini kazanarak Ege Bölgesin-den Karate Milli Takımı’na seçilen ilk Karateci olarak milli ta-kımda yarışmaya başladım. O yıl içinde yapılan Balkan Karate Şampiyonası’nda da ilk Balkan Şampiyonluğunu elde ettim. Bunun ardından 2006 yılına kadar Türkiye şampiyonalarında her yıl olmak üzere, Balkan, Akdeniz Ülkeleri, Karadeniz Ül-keleri şampiyonalarında çeşitli dereceler elde ettim. Hayatı-mın büyük bölümünde karate sporu yer alsa da yüzme, sualtı dalış, fitness ve pilates gibi branşlarda eğitmenlik sertifikala-rım bulunmaktadır.

Marmara Üniversitesi’ndeki lisans eğitimimin 2. yılında iş hayatına ilk adımımı atarak Marmara Üniversitesi, Spor Kulübü’nde fitness eğitmenliğine başladım ve bunun ardından çeşitli sağlık-spor kulüplerinde ve otellerde fitness, yüzme, dalış eğitmenlikleri ve özel bir kolejde Beden Eğitimi Öğret-menliği yaptım. 2008 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nda Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktayım.

40MODAFEN

İLETİŞİM

Page 43: Modafen İletişim - Sayı 2

Mod

afen

’de

Kara

te

Karate sporu hakkında sizi biraz bilgilen-dirmek isterim. Karate-do Japonca kara: boş, te: el, do: yol, sanat kelimelerinden oluşmakta, yalın elin yolu/sanatı anlamına gelmektedir. Karate, kişinin kendini; be-densel ve zihinsel olarak eğitmesi ilkesi üzerine kurulu, eğitim sistemi sayesinde insanı şiddetten uzaklaştıran, barışçıl duygu-lar beslemesini sağlayan bir disiplindir. Hareket tekrarları yardımıyla reflekslerin gelişmesi ve dengenin korunması sağlanır. Karate-Do’yu farklı kılan ‘Do’ yani felsefesidir. Karate sporu nezaket, saygı ve disiplin üzerine kuruludur ve antrenman-lar Türk bayrağına yapılan selamla başlayıp, selamla bitirilir. Çalışmalarda önemli olan sağlıklı bir vücuda sahip, disiplinli, saygılı, bayrak ve vatan sevgisini kal-binde taşıyan nesiller yetiştirmektir.

Karate branşında kıdemin, tecrübenin göstergesi olarak dört ayda bir yapılan ve beyaz kuşaktan başlayıp sonra-sında sarı, turuncu (kırmızı), yeşil, mavi, kahverengiyi takip ederek siyah kuşak ile sonlanan bir derecendirme vardır. Türkiye Karate Federasyonu’nca belli periyotlarda yapılan dan sınavları ile dan derecesi arttırılabilir. 1. Dan siyah kuşa-ğa sahip bir sporcu 2. Dan sınavına katılabilmek için 2 sene, 3.Dan sınavına katılmak isteyen bir sporcu 3 sene bekle-mek zorundadır. Karate antrenmanları genel olarak üç kı-sımdan oluşur. Bunlar, Kihon, Kata ve Kumite’dir. Kihon; karatedeki temel tekniklerin parça parça çalışılması, Kata; sıraları önceden belirlenmiş çeşitli tekniklerin belirli bir sıra ile uygulandığı Karate’nin kuşaktan kuşağa aktarılması için oluşturulmuş alıştırmalardır. Kumite ise karşılıklı yapılan mü-cadele çalışmasıdır.

Spor büyüme çağında çocuklar için hem bedensel sağlık ve fiziksel gelişme yönünden, hem de iyi bir kişilik oluşması, ruh sağlığı bakımından yararlı ve gereklidir. Karate sporu ile ço-cuğun fiziksel gelişiminin yanı sıra sosyal açıdan da gelişimi sağlanır. Çünkü karate antrenmanları sırasında çocuğun ar-kadaşları ile iletişim kurma becerisi artacak ve özgüven geli-şimi artmış olacaktır. Uzmanlar davranış bozukluğu gösteren çocuk ve ergenlere gerek saldırgan davranışlarını uygun bir şekilde kontrol edebilmeleri, gerekse disiplin kazanmaları açısından karate gibi mücadele sporlarına katılmalarını öner-mektedirler. Kendi eğitim ve spor hayatımı da göz önüne aldığım zaman, küçük yaşlarda karate branşından almış oldu-ğum disiplini, eğitim hayatım dahil olmak üzere hayatın her alanına aktarabilmeyi öğrendiğime inanıyorum. Modafen’deki karate derslerimiz ile de çocuklarımızın fiziksel ve zihinsel gelişimlerine yardımcı olup, kendilerini disipline edebilme-lerini, bu disiplini yaşamlarının her alanına yayabilmelerini amaçlıyorum.

Spor dolu, sağlıklı günler dilerim..

Osman ATEŞ

412010YAZ

Page 44: Modafen İletişim - Sayı 2

Satranç tahtası hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir

“Satranç tahtasında başıma gelen bütün felaketler için, bütün rakiplerime minnettarım. Tahta başında hayata dair öğrendik-lerimi, günlük koşuşturmacanın içerisinde fark edebilmemin imkanı yoktu.” diyor Yiğit Yazgı, Modafen Ailesi’ne yeni katı-lan satranç öğretmenimiz. Modafen’le yollarının kesişmesini, Modafen’in genç ve dinamik yapısına bağlıyor. Genç yaşına rağmen hem sporcu, hem de eğitmen olarak satranç geçmişi-ne çok şey sığdırmış. Ulusal ve uluslarası turnuvalarda 50’den fazla derece almış, milli sporcu ünvanıyla Türkiye’yi Dünya Şampiyonası’nda temsil etmiş. 4 yıldır da Türkiye’nin en kök-lü satranç merkezlerinden olan Şah-Mat Satranç Merkezi’nde eğitmenlik yapmakta.

“Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahnesidir.” diyen Yiğit Yazgı bize centilmenlik oyunu satrancın kısa tarihini anlattıktan sonra sorularımızı da yanıtladı.

Bize satrancın tarihinden bahseder misiniz?

Satrancın, en az 4000 yıl önce Mısır’da oynandığına dair bulgular piramitlerdeki kabartmalarla kanıtlanmıştır. Mısır Kraliçelerinden olan Nefertari’nin mezarının üzerindeki ka-bartma ise bunun en açık örneklerindendir. Zamanımızdaki belgelere göre bu oyun farklı yüzyıllarda ve farklı isimler al-tında Çin’de, Mezopotamya’da ve Anadolu’da oynanmaktaydı. Hatta bazı tarihçiler Truva Atı hikayesindeki kuşatma yapılır-ken Palamades’in bu oyunu bildiğini iddia etmektedirler, fakat bu oyunun o zamanki adı hakkında hiçbir yazılı belge yoktur.

Oyunun bugünkü adını alması, MS 3.-4. yüzyıllarda Hindis-tan’da oyuna “Çaturanga” denmesi ile başlar. Yani satranç ile ilgili ilk yazılı belgeler Hindistan’dan kalmadır. Daha sonra

satranç İran’a, onlardan Araplara, Endülüslüler sayesin-de de İspanya üzerinden Avrupa’ya yayılmıştır. Arap ve Avrupa el yazması kitaplardan sonra, İspan-yol Lucena’nın ilk basılı satranç kitabında (1497) satrancın o zamanki yeni kuralları açıklanmıştır. Türkiye Satranç Federasyonu’nun söylediğine göre satranç oyununun kuralları o günden bu güne kadar değişmeden gelmiştir.

İspanya’dan sonra, İtalya, Fransa, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’da sat-ranç hızla yaygınlaştı. 15. yüzyılda İspanyol Lu-cena, 17. yüzyılda İspanyol El Greco, 18. yüzyıl-da Fransız Philidor’un satranç kitapları vardır. 19. yüzyıl sonlarında satrancın büyük yıldızları belirdi: Anderssen, Morphy, Rubinstein ve Steinitz. 1850’lerden başlayarak, güçlü oyuncuların katıldığı turnuvalar yapıldı. Sonunda, 1886’da o zamanın en kuvvetli iki satranç oyuncusu arasında, ilk dünya satranç şampiyonluk karşılaşması oynandı: Steinitz ve Zukertort. Steinitz bu maçı, 10 galibiyet, 5 beraberlik ve 5 yenilgi alarak kazandı. İlk resmi dünya satranç şampiyonu Wilhelm Steinitz’dir. Steinitz aynı zamanda, satrancı sistematik oynama kavramının da babasıdır. Steinitz’in teorisinin baş-langıç noktası “Satrançta konumun özelliklerine uygun bir plan yaparak oynamak”tır. Konu-mun Özellikleri konusundaki görüş ve ça-lışmaları, modern satranç oyununun temelleri olmuştur.

Satranç tahtası, aslında hayatın 64 kareye sığdırılmış bir prova sahne-sidir. Nasıl her günlük yaşantımızda hedeflerimize ulaşmak için planlar

Centilmenlik Oyunu

42MODAFEN

İLETİŞİM

Page 45: Modafen İletişim - Sayı 2

Cen

tilm

enlik

Oyu

nu

kuruyor, stratejiler geliştiriyor, hayatımızın bileşenleri arasında eşgüdüm kurmaya çalışıyorsak, satranç tah-

tası üzerindeki uğraşımız da farklı değildir.

Satranç zekayı geliştirir mi?

Bu satrancın faydalarından sadece bir tanesi. Dünya şampiyonlarından Alekhine, “Ben satranç

sayesinde kendimi eğittim.” diyor. Satrancın öğrencilerin eğitimi ve kişisel gelişimi üzerin-deki etkisi oldukça büyük. Her şeyden önce satranç yüksek konsantrasyon gerektiren bir

spor. Çoğu insan, çocukların böyle bir disipline ayak uyduramayacağını düşünür. Ne var ki çocuklar, oyun oynuyor olmanın yarattığı yüksek motivasyonla bu konsantrasyonu yetişkinlerden daha kolay biçimde sağ-lıyorlar. Konsantrasyon bir yeti haline geldikten sonra, başta dersler ve sınavlar olmak üzere, öğrenciler bunu hayatın her alanında kolayca uygulayabiliyorlar.

Bunun yanında satrançtaki zaman kısıtlaması öğren-cilere “kısa zamanda doğru kararı verme” becerisini kazandırıyor. Hayatları boyunca en çok ihtiyaç duya-cakları bu beceriyi oyun oynayarak edinebilmeleri,

onlar için eşsiz bir fırsat.

Satrancı özel bir spor yapan nedir?

Satrancın önemine dair biraz önce saydıklarımdan daha önemlisi, sat-rancın öğrencilere kazandıracağı dostluklar. Satrancı diğer sporlar-dan ayıran yanlarından en güzeli, çocukların rakipleriyle çok kolay

iletişim kurabilmesi ve bu iletişimin dostluğa dönüşmesi. Tahta başında maç kazanılır, kaybedilir. Asıl kazanılan, rakibin kendisidir.

Satranç hakkında söyleyecek o kadar çok güzel sözüm var ki söyleyemediklerime haksızlık ediyormuşum gibi geliyor.

Modafen eğitimin her alanında fark yaratmayı ilke edinmiş bir kurum. Sizce Modafen’deki sat-ranç dersleriyle kazanılacak olan nedir?

Tabii ki bu kurumdan şampiyon satranççılar çıksın isterim; ama önemli olan öğrencilere bir yandan satranç kültürünü tanıtırken, bir yandan da satrancın değerlerini hayatlarına taşıyabilmelerini sağlamak. Öğrenciler genellikle sorunları bulmaya bayılırlar. Ama fark yaratan öğrenci, sorunla beraber çözümü de bulandır. Modafen’deki satranç eğitiminin amacı, bu yapıda öğrenciler yetiştirmek.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Finali, satrancın basit ve mütevazi dış görüntüsünün ardın-daki zenginliği çok iyi anlatan bir satranç efsanesiyle yapalım: Satranç oyununu bulan Brahman, bu oyunu hükümdarına armağan eder. Hükümdar, oyunu öyle beğenir ki, Brahman’ı ödüllendirebilmek için ona ‘Dile benden ne dilersen!’ der. Brahman, sadece buğday tanesi istediğini söyler. Yalnız bir kuralı vardır: Verilecek buğday sayısı, satranç tahtasının 1. karesi için 1, 2.karesi için 2, 3. karesi için 4... şeklinde üstel biçimde artmaktadır. Hükümdar bu isteği çok mütevazi bu-lur ve hemen kabul eder. Fakat hesaplama tamamlandığın-da, hükümdar büyük bir şaşkınlığa uğrar ve bu dileği yerine getiremeyeceğini anlar. Çünkü, Brahman’ın istediği buğdayın verilebilmesi için, dünya yüzeyinin 64 katı büyüklüğünde bir alana buğday ekilmesi gerekmektedir.

432010YAZ

Page 46: Modafen İletişim - Sayı 2

“The first thing I do in the morning is turn on my music as I get ready for school. Listening to music gives me en-ergy and enthusiasm, and sometimes, I feel my mood change along with the music. I wait for my favorite track on my iPod, which is U2’s “Beautiful Day”. I feel like a rock star as I sing along with the chorus.”

Serra Şenkal 6B

When I heard that this issue of our magazine would be fo-cusing on Istanbul, as the Culture Capitol of Europe 2010, I got very enthusiastic, because I saw this as an opportunity to talk about the big concert U2 will be giving in 2010 in Istanbul. I volunteered to be in charge of the English section so that I could talk a little bit about U2 and the opinions of the members of Modafen Community on the band.

Like many bands, U2 was formed before the band members had graduated, but it gives me goose bumps to think that they were only teenagers in secondary school with limited musical technique when it all started. I can’t wait to visit the amazing places in Dublin, Ireland where the band first took stage in 1976. The group consists of four people: Bono (vocals and rhythm guitar), The Edge (guitar, keyboards, and vocals), Adam Clayton (bass guitar), and Larry Mullen, Jr. (drums and percussion). Wouldn’t it be amazing to start a band like U2 with friends from Modafen?

I remember when I was a kid in mid 1980s, U2 became famous all around the world for their unique style of music. They became famous as a band, which performed impres-sive live shows, and they soon started to fill concert arenas wherever they went. Their 1987 album The Joshua Tree, is

2 word: Practicing English – U2

44MODAFEN

İLETİŞİM

Page 47: Modafen İletişim - Sayı 2

probably their best and most successful album. It became the fastest-selling album in British chart history, and was number one for nine weeks in the United States. The album’s first two singles, “With or Without You” and “I Still Haven’t Found What I’m Looking For”, quickly rose to number one in America, and are still popular and well-known today, more than twenty years after they were first recorded.

U2 has recorded 12 albums so far, and has sold more than 145 million albums in countries all over the world. I’ve always loved watching music award shows like the Grammy Awards to see if my favorite band would win. U2 members have won many well-deserved awards throughout their music career.

U2 inspires and fills me with admiration by the time and effort they spend on charitable organizations. U2 has al-

ways worked to raise money for charities to help people with disease and those living in poverty. In 1984, Bono and Adam Clayton took part in a project called Band Aid to raise money for people who were starving in Ethiopia. Band Aid was the name for a group of world-famous singers who came together to record songs to make people understand the problems in Africa, and at the same time raise money to help them. Bono was invited to take part in this, and since then he has worked very hard on many different projects to help people who are not as lucky as him. In July 1985, U2 played in a concert called Live Aid, a follow-up to Band Aid, which raised millions of more dollars to help African people. In late 2003, Bono and The Edge participated in the South Africa HIV/AIDS awareness concerts hosted by Nel-son Mandela.

2 w

ord:

Pra

ctic

ing

Engl

ish –

U2

452010YAZ

Page 48: Modafen İletişim - Sayı 2

In March 2008, it was confirmed that U2 signed a 12 year deal with their record company, which will pay them around $100 million (150 million TL). After that, in 2009 the band started their new world tour called 360°. The critically ac-claimed shows take place under a massive ‘claw’ shaped object with the audience watching from all directions. The well-received shows will be coming to Istanbul in Septem-ber 2010 for a concert in the Ataturk Olympic stadium. The tickets are already selling fast and around 70,000 people are expected to have the opportunity to see their favorite band live. You are guaranteed to see me at the concert in Septem-ber as a loyal fan of my favorite rock band.

If anybody is interested I will be more than willing to help you arrange the tickets. Please do not hesitate to contact me. You all know where to find me.

Sibel Kayaş

“U2 is a famous rock band, which first performed in 1976. Their lyrics are meaningful. Their music is great. Several sing-ers and bands have performed U2’s music. I think most peo-ple recognize the band from movies or TV programs even if

they don’t know the band. It’s an old band but they still have millions of fans all around the world.”

Elif Akman

“Although they are an old band, their songs are still being listened to. Other well-known artists such as Elvis Presley, Rick Nelson, David Phelps have sung U2’s songs. I didn’t know this band before, but I’ve heard some of their music. For example, “Unchained Melody” by Righteous Brothers from the movie Ghost is a song I am familiar with.”

Özden Erturgut

“I didn’t know this group before because they are really old for me. But I think this group is amazing and their songs are good. When I listen ed U2, I really liked their songs and I thought that U2 is really good. I like old bands and I think U2 is better than the new bands and new singers.”

Mert Şenkal

“My favorite U2 song is “I’ll Go Crazy if I Don’t Crazy To-night” because I think this song is very good.”

Mahmut Erdoğan

2 w

ord:

Pra

ctic

ing

Engl

ish –

U2

46MODAFEN

İLETİŞİM

Page 49: Modafen İletişim - Sayı 2

2 w

ord:

Pra

ctic

ing

Engl

ish –

U2

“I enjoy listening to U2 songs, but like most of my friends, “Beautiful Day” is my favorite song as well. I think my elder sister, who also is a member of Modafen Family will agree with me. We also like “With or without you”. In my opinion, one of U2’s biggest rivals is Greenday. But I guess Greenday isn’t as popular in Turkey as U2 is.”

Zeynep Aydınoğlu

“U2 has an amazing name. I like it so much. Their songs are amazing too. They have been working together for more than 30 years and it sounds fantastic. When I listen to their songs, I feel relaxed. As for my favorite song, I have to say “One”. I really like their style and I love U2.”

Ali Kemal Köroğlu

“U2 is a really famous rock band, and I think their songs are really good. They are a legend. They are going to come here because Istanbul is the capital city of culture 2010, and I want to see them in the concert.”

Tarık Murat İri

“I think their songs are really good. My favorite U2 song is “Atomic Bomb”. I think they are better than the other bands. I love them.”

Mert Kaleoğlu

“My favorite U2 song is “Unforgettable”, because the lyrics are really good and meaningful and the music is soft and slow.”

Imer Gereçci

Modafen’s Top-5

1. “Beautiful day”2. “One” 3. “I’ll go crazy if I don’t go crazy tonight”4. “With or without you”5. “Atomic Bomb”

472010YAZ

Page 50: Modafen İletişim - Sayı 2

8. How many concerts will U2 perform for the 360° Tour in 2010?

A. 60B. 40C. 35D. 20

9. What country has U2 never performed in?

A. TurkeyB. FranceC. GermanyD. Switzerland

10. How long has the band been singing together?

A. 33 yearsB. 24 yearsC. 27 yearsD. 30 years

11. What is Ms. Zohreen’s favorite U2 song?

A. “One”B. “Beautiful Day”C. “I’ll Go Crazy if I Don’t Crazy Tonight”

D. “All I want is you”

12. Who bought their tickets for the U2 concert from Modafen?

A. Ms. Aslı AnakB. Ms. Sibel KayaşC. Mr. Yener DemirağD. Mrs. Ceyda Kanberoğlu

13. When will the U2 concert take place in Istanbul?

A. March 2010B. June 2010C. September 2010D. August 2010

14. Who wrote the U2 biography for our magazine?

A. Ms. Sibel KayaşB. Mr. Fatih KanberoğluC. Mr. Egemen ÖzaltınkolD. Mr. Mehmet Durak

1-C 2-B 3-A 4-C 5-A 6-B 7-C 8-C 9-A 10-A 11-D 12-B 13-C 14-A

1. U2 is…A. An American bandB. An English bandC. An Irish bandD. An Australian band

2. When was U2 founded?A. 1966B. 1976C. 1986D. 1996

3. What is the name of U2’s first album?

A. BoyB. OctoberC. WarD. Rattle and Hum

4. What is Bono’s real name?A. Saul NewsonB. Raul GewsonC. Paul HewsonD. Gaul Dewson

5. What is the nickname of Dave Evans, a band member of U2?

A. The EdgeB. The CornerC. The RimD. The Nook

6. For which movie did U2 create the single, ‘Hold Me, Thrill Me, Kiss Me, Kill Me’?

A. Edward ScissorhandsB. Batman ForeverC. Interview with a VampireD. Jurassic Park

7. What is the name of U2’s latest album?

A. ZooropaB. PopC. No Line on the HorizonD. All That You Can’t Leave Behind

2 w

ord:

Pra

ctic

ing

Engl

ish –

U2

Are You a U2 Rock Enthusiast?

48MODAFEN

İLETİŞİM

Page 51: Modafen İletişim - Sayı 2
Page 52: Modafen İletişim - Sayı 2

www.modafen.com.tr