23
1 MUHAFAZATEYN SURELERİ Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir ettiğin kötülükleri bizden defet; Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi Tanrı’ya razı olan kardeşlerden ayırma! Senin ayrılığından daha acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen esirgemezsen işimiz, gücümüz ancak kargaşalıktır.. -Mesneviden

MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

  • Upload
    others

  • View
    10

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

1

MUHAFAZATEYN SURELERİ

Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir ettiğin kötülükleri bizden defet; Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi Tanrı’ya razı olan kardeşlerden ayırma! Senin ayrılığından daha acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen esirgemezsen işimiz, gücümüz ancak kargaşalıktır.. -Mesneviden

Page 2: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

2

(ŞAFAK-IŞIK SURESİ) Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; Karanlığı yaran ışığın Rabbine sığınırım. Yarattıklarının kötülüğünden ve çöküp bürüdüğünde karanlığın kötülüğünden ve düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden ve kıskandığı zaman kıskancın kötülüğünden..

(NAS-İNSAN SURESİ) Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar verenin kötülüğünden. Cin ve insanlardandır o ki, insanların gönüllerine (kötülük) fısıldar.

Mübarek Surelere Genel Bakış: Fatiha suresi ile yola çıkmıştık, bizi mübarek Rahman suresine kadar getirdi. Mübarek Rahman suresinin İnsan ve Cin toplumlarının yaratılışlarına değindiğini ve hitabının dahi bu iki topluma olduğunu gördük. Bu yüzden bizde sırayla insanın yaratılışına işaret eden Dehr-İnsan suresine ve ardından da cinler ile ilgili bilgiler verilen Mübarek Cin suresine vardık. Zaten Allah’ın izniyle gidişatımız bizi Muhafazateyn surelerine doğru yönlendirdi bir de cin suresi on üçüncü ayeti kerimeyi görünce yönümüzü tam olarak muhafazateyn surelerine çevirdik. Bu iki koruyan sureye genel olarak bakarsak, Felak suresinin evrensel, Nas suresinin ise yerel yani insan toplumuna özgü olup insan toplumuna hitap ettiğini görürüz. İki koruyan surenin bir birine kıyasla iki farklı boyuta hitabı Rahman suresinde de aynı şekilde bulunmaktaydı. (RAHMAN Kur’anı öğretti, insanı yarattı..) Sanki ıssız bir denizde yolumuzu arıyor gibiydik böylece Mübarek Rahman suresini yol gösteren bir yıldız bildik ve onu kılavuz edinip rotamızı da ona göre düzenledik. Daha önceki mübarek İhlas ve Tegabün surelerine ise Fatiha’nın kılavuzluk etmesiyle yönlenmiş ve böylece Yüce Rabbimizin mübarek sıfatlarının bir çoğunu öğrenerek, Yüce Rabbimizin tam olarak idrak edilemez kudretini hissetmiştik. Mübarek Rahman suresinin “sıralamadaki” kılavuzluk görevi bu iki surenin tamamlanması ile bitmektedir. Fakat ileride nereye yöneleceğimizi yine mübarek Rahman suresinin son bir işareti ile çok iyi biliyoruz. Boşanan kadınların iddetlerini saymayı emreden bir kitap elbette ki yerel ve insani özelliklerde taşımaktadır. Ancak örnek verdiğimiz bu çok çok özel olayda bile tüm evrene mal olabilecek büyük bir Adalet hikmeti kolaylıkla anlaşılabilir. Öyleyse mübarek Kur’an evrensel ve özel hükümler içeren ve de içerdiği özel hükümlerde bile evrensel bir hikmet yani manalı bağlantı bulunan bir kitaptır. Tıpkı evrenin karanlığında ışıyan bir yıldız gibi, üç yüz altmış derece ve her yöne ışık saçıyor. Sonra ışık tanecikli yapısından dolayı nesnelere çarpıp saçılıyor. Işınları aya geliyor böylece ayın güzelliğini görüyoruz. Oysa aya ışık verip aydınlatan güneştir. Güneşi ışıtan ise Yüce Nurdur. Anla işte nefsim, Mübarek Kur’an bir ışıktır ve ışığı “evrensel hükümleri ile” dört bir yana saçılır. Bu nedenle Kur’anın evrensel yönü güneşe-yıldıza benzer. Özel yönü ise tıpkı aya benzer. Evet yereldir ancak kaynağını güneşten yani “evrensel hükümlerden” alır. Böylece her özel hüküm evrensel hükme ulaşır. O evrensel hükmü de takip edersek Yüce Zatıyla Ahkemül Hakimin olan Yüce Hükümdara varırız. Aynen ışığı takip etmek gibi, aklınla önce aya sonra da güneşe varırsan aşk ile ışık veren o güneşin Yüce Nur’un kudret elinde durduğunu görürsün. Işığın aslında Yüce Rabbimizin izniyle saçıldığını anlarsın. Yüce Rabbimiz Yüce Zatıyla Nur’dur. Yüce Rabbimiz ezeli ve ebedidir. Öyleyse karanlık sonradan yaratılmıştır. Sığınırız geceyi yarıp aydınlatan şafağın Rabbine; Hakkı örten, gölgeleyen ve kendini kör eden kafire benzemekten..

Page 3: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

3

De ki; Karanlığı yaran ışığın Rabbine sığınırım. Sabah namazı vaktinde ortalık karanlıktır. Bir ışık yakmadıktan sonra etrafımızda hangi eşyalar var göremeyiz. Panjurları veya perdeleri kaldırmadan da güneş ışığının karanlık geceyi nasıl safha safha dağıttığını fark edemeyiz. Eğer sabah namazı vaktinde açıklık bir alanda, bahçede yada balkonda olursak gecenin nasıl yavaş yavaş aydınlandığını, etrafımızdaki cisimlerin renklerini, bulundukları yeri ve tüm özelliklerini apaçık görürüz. Işığın yardımıyla gülün rengi pembeymiş, şu ağacın üstünde meyveleri varmış, şurada taş, şurada hendek varmış diyebiliriz. Hiç ışık olmayan karanlık gecede o taşa takılabilir, o ağaca çarpabilir, o hendeğe düşebilirdik. Hatta güvenli evimiz dahi karanlık ise ayağımızı bir yere vurabilir canımızı acıtabilirdik. Öyleyse ışık nedir? Daha önceki mübarek Cin suresinde geçen sefih kelimesi karanlığı karşıladığına göre ve daha önceki mübarek Tegabün suresinde mübarek Kur’an ışık olarak tanımlandığına göre, bu delillerden hareketle deriz ki kast edilen ışık ve bilgi eş anlamlıdır. Bizim evrenimizde gördüğümüz ışığımız cüz-i ışık olup yaratılmıştır. Bunun delilide bir ışık kaynağı olarak güneşin ve tüm yıldızların ve hatta tüm evrenin yaratılmış olmasıdır. Bu aynı zamanda da bazı batıl inançlardaki gibi ışığa tapmanın manasızlığını da tanımlar. Çünkü bu ışık evrenin yaratılmasıyla birlikte yaratılıp evrenin yok olmasıyla birlikte “cüz-i hali” ortadan kalkacak bir cüzi ışıktır. Hatta en şiddetli gama ışığı olsa bile fanidir, cüzidir. Bizlerin etrafımızdaki, çevremizdeki nesneleri gözümüzle kuşatarak idrak edip tanıyabilmemiz sebebiyledir ki bilgi ışık, ışıkta bilgi olarak tanımlanmış ve mübarek Kur’an tarafından bu şekilde eş anlamlılaştırılmıştır. Eş anlamlılığın delili de Tegabün suresindedir. Işık kavramının karşıt anlamlısı karanlıktır. Zulmet kelimesi de karanlık demektir. Aynı zaman da da Haksızlık ve Haksızlığa ulaştıran cahillik ve sefihlikte zulmet ile eş anlamlıdır. Çünkü Haksızlık Hakka zulmetmek demektir, Halbuki Hakka zulmedebilmek kimin haddine! Hakkı kendi kalplerinde örtenler Yüce Rabbimizden şeytanın dilediği “mühlete-süreye” dahil oldukları için azapları ertelenmektedir. Nasıl ki ışık sayesinde yolumuzu görebilir. Yolu idrak edip yolun ne tarafa kıvrıldığını bilebilirsek, bilgi ışığı sayesinde de kainatın ve kendimizin hallerini görebilir ve asıl olarak ta Yüce Rabbimize ulaştıran bir yol tutabiliriz. Böylece Ahseni takvimlerimizde kendi yaratıldığı fıtrat yolunda gider. Bu ilahi bilgi ücretsizdir fakat aksini denemesi bile bedava değil! bir gün aracınla gece yoldayken farları söndür de bakalım yolu takip edebilecek misin? Yolu idrak edemezsin sonunda ya uçuruma düşer yada bir ağaca toslarsın. Demek ki karanlık asla hakikate, delile ulaştırmaz. Demek ki bilgi yolumuzu aydınlatan bir ışıktır. Işığın zıttı ise cahilliktir idrak kaybıdır. İdrak kaybı bizi sefihliğe ulaştırır. Karanlık yani idrak kaybı-sefihlik ise bizleri sıratı müstakim yolundan çıkarıp cehennem denen ateş uçurumuna düşürür. İnanç konusunda idrak kaybına uğramamanın ilacı mübarek Kur’an ışığıdır. Aksini düşünmek mantıksızdır çünkü karanlıklar ile aydınlıklar bir olur mu? Yüce Zatıyla Ezeli, Ebedi ve de Nur olan Yüce Rabbimizin katındaki külli ışığı hayal etmeye çalışırsak öncelikle mübarek Kur’an dan anlamamız gereken O’nun ışığının her hangi başka bir kaynağı yoktur O’nun mübarek ışığı bizzat kendinden, kendi mübarek ve Kuddüs olan çok Yüce Zatındandır. Çünkü O’nu hayal edebilmenin tek yolu olan mübarek Nur suresinde belirtilen ve böylece Sübhan - Kuddüs sıfatlarını tanıtan -örnek- Cam fanus içindeki “Ne doğuya ne batıya ait bir zeytin ağacının yağından” kaynaklanan ışık örneğidir. Yani öyle bir ağaç ne doğuda nede batıda bulunmuyor, yok! Yüce Rabbimizin ışığı bizzat Yüce Zatından olup zamanlar, mekanlar, evrenler ve haller ötesidir. Cüzi karanlık ve cüzi ışık dahi birer haldir.

Page 4: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

4

Mübarek ayeti kerimenin tam tercümesi “Şafağın/Sabahın Rabbine sığınırım” olmalıydı. Fakat biz tercümenin ince manasına yöneldik. Bu ince manaya yönelmek zorundaydık çünkü kalbimiz mübarek surenin ve mübarek Kur’anın bütünlüğünü ancak bu şekilde hissedip yatıştı. Kısacası Felak-Şafak-Sabah kelimesinin “Karanlığı yarıp saçılan ışığı” tanımlamak için yapılmış bir benzetme olduğuna inanmaktayız. Tıpkı Rahman suresinde evrenin başlangıcı ve sonunu kırmızı güle benzetmesine iman ettiğimiz gibi. Öyleyse karanlık nedir? Karanlık bizi gerçeğe ulaşıp doğruyu Hakkı idrak etmekten men eden bir gaflet ve cahillik halidir. İster fizik biliminin tanımladığı gibi foton zerreciklerinin -yada “bir görme aracı vasıtasıyla da görebileceğimiz için” kızıl ötesi v.b. ışınların- ulaşamadığı bir yerin hali olsun. İster gönlümüzdeki ışık değmemişliğin veya ışığı kaybetmişliğin hali olsun. Karanlık karanlıktır. Karanlık özel bir imtihan yeri olarak var edilen evrenin parçası-hal özelliği olarak sonradan yaratılmıştır. Peki karanlık ebedimidir? Diye bir soru aklımıza gelirse nefsimize şu cevabı vermek gerekir; Yüce Rabbimiz mademki cehenneme gidenlerin ışığını alacaktır ve mademki oraya gidenler cehennemde ebedi kalacaklardır. O zaman karanlıkları da onlarla birlikte ebedi var olabilir. En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir, bu sorunun cevabını ileriki mübarek surelerde bulabiliriz. Işığın karanlığı yarması Hakkın batılın beynini-en hayati ve merkezi yerini yok edip, batılı darmadağın etmesine benzer. Yada çölün ortasından yeri yarıp fışkıran bir pınarın vaha oluşturmasına benzer. (Rabbim, Beni ve bu yazıyı okuyan kardeşlerimi senin sıratı müstakimine,

sana giden doğru yola ulaştıran ışıksız bırakma, kendi gönül gözlerini Hakka kör edip kendi kalplerini karanlığa boğan taş kalplilerden olmaktan sana sığınırız. Gönüllerimizi Yüce Nurunla aydınlat, öyle bir aydınlat ki zulmetten, karanlıktan ve cahillikten zerre eser kalmasın.) Yarattıklarının kötülüğünden; Evrenimiz fani olmak üzere yaratıldığı için, onun ve içindeki her şeyin kötü-şer bir yönü görülebilir. Yolumuzu aydınlatan ışığın bile zararlı bir yönü vardır. Bana inanmıyorsan hastanelere gittiğinde röntgen odasını bulda oradaki radyasyon uyarısı yazılarını oku. Radyasyon demişken, bomba sonucu belli mesafedeki radyo aktif ışıma insanı kör edebilir. Kızıl ötesi ışınlar zararlıdır. Evrenimizde ölümcül gama ışınları gibi ışınlar vardır. Çok sevdiğimiz ve dünyayı hayata uygun kılan Güneşimiz dahi çok zararlı ultraviyole ışınları yaymaktadır. Rabbimize şükürler olsun ki Yüce Allah dünyamızı zararlı ışınlardan koruyacak bir kalkan var etmiştir. Böylece zararlı ışınlar hayatı ve hayatlarımızı tehdit etmez. Ancak Rahman suresindeki ölçü uyarısını dikkate almaz ve güneşlenmede haddi aşarsak büyük ihtimalle cilt kanseri olabiliriz. Öyleyse evrenimiz fani olmak üzere yaratıldığı için evren ve içinde bulunan her şeyde bir kötü yön bulunmaktadır diyebilir miyiz? Ancak evreni ve güneşi bu yönüyle sorumlu tutamaz, suçlayamazsın. Ağaçların ve çiçeklerin polenlerinden bal yersin, fakat alerjin varsa polen yüzünden hastalanırsan ağaçları ve çiçekleri suçlayamazsın. Bu sadece senin imtihanındır. Yapman gereken şey sabredip şifa aramaktır. Şifa aramaktan da sabretmekten de sakın vazgeçme! Seni ısırıp kanını emdi diye bir sivrisineği suçlayamazsın. Bu onun yaratılışıdır. O mahluk yaratılışının gereğini yaptığı için kınanmaz. Sıtma, Kızamık, grip virüsleri veya hiv den ebola, kuş gribine kadar en korkunç virüsler seni hasta eder. Bu yüzden virüsleri de suçlayamazsın. Çünkü onlarda yaratılışlarının gereğini yapmaktadırlar. Senin görevin aklını kullanarak haşerelere ve virüslere karşı önlem almaktır. Yüce Rabbimiz kendini koruyabilmen için sana akıl vermiştir. Akıl bilgi edinir bilgi işe ışıktır. Işık gerçeği – hakikati görmeni sağlar. Fakat ne kadar kendini korursan koru evren fanilik üzerine yaratıldığından sen faniliğini asla yenemezsin. Bin yıl yaşasanda! Mademki fanilik Hayy’ın karşıtıdır öyleyse fanilik kötümüdür? Halbuki bütün güzel sıfatlar Rabbimize aittir.. Faniliğin kötülük olup olmadığının delilinden birkaç paragraf sonra bahsedeceğiz İnşaallah.

Page 5: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

5

Yüce Rabbimiz kötülük yaratmamıştır. Yüce Rabbimiz kötülüğe yöneltmez, kötülüğe çağırmaz. Bunun delili mübarek Kehf suresi elli birinci ayeti kerimedir. (…ve mâ kuntu

muttehızel mudıllîne adudâ -- …ve saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.) Mademki Yüce Rabbimiz kötülük yaratmaz o halde başımıza gelen bu dertler neden geliyor? Ölüm neden var ölümün kendisi bir kötülük ise eğer? Zihinsel özürlü aklı ermeyen bir gariban midesi ağrıdığında şöyle dedi; “Allah’ım benim çektiğim acıyı sen çekiyor ve biliyor musun?” Elbette ki Allah insanların çektiği acıları da sevinçleri de bilir. O Yüce Rab’dir gözlerin haince gizli bakışlarını da gönüllerinde sakladıklarını da bilir. O arşı –yani bu evreni ve evreni kaplayan her şeyi kuşatıp bürümüş, istiva etmiştir.- hiçbir göz O’nu kuşatamaz fakat o bütün gözleri kuşatmıştır. Ne hissettiğin bir yana senin ne gördüğünü dahi bilmekte olan Yüce Alim’dir O. Hatta şuanda dünya da yürüyen milyarlarca insanın ve bir o kadar da gözleri olan canlının ve hatta evrende gözü olan kim varsa hepsinin ne gördüğünü bilir. Çünkü O bütün gözleri kuşatmış olan Alim’dir. Tegabün suresinde musibet nedenlerinden bahsetmiş ve şöyle demiştik; En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir. Bizim mübarek Kur’anı yorumlayışımıza dayanarak hayatta tespit edebildiğimiz üç musibet nedeni vardır. İmtihan gereği (örneğin hastalıkların ve ölümün varlığı ve diğer elinde olmayan şeyler); sen farkında değilsindir fakat korunmuşsundur (örneğin kazalar ve mani olan şeyler); veya ellerinle yaptıklarının karşılığıdır (örneğin zalim insanların başlarına gelenler.)

Yine insan suresinde kadere atıfla demiştik ki; Yüce Rabbimiz her şeyi en iyi bilen Alim’dir ve en güzel hükmün, en güzel kararın sahibi olan “Ahkemül Hakimin”dir. O yarattıklarının neden o duruma düştüklerini, her olasılıkla akıbetini ve onların karakterleriyle ruhlarının inceliklerini en iyi bilendir. O kendisinde asla adaletsizlik bulunmayan Yüce Adl’dir..

Yüce Rabbimiz kötülük yaratmaz, kötülüğe çağırmaz. Eğer bir çocuk lösemi olduysa, çocuk için değil ailesi için büyük bir imtihandır. Çocuk bu hastalıktan öldüyse bile çocuk için değil ailesi için büyük bir imtihandır. Allah Yüce Zatıyla Adl’dır. Kendisinde asla adaletsizlik bulunmayan Yüce Rabbimiz tüm olasılıklarla o çocuğun akıbetini bilmiş ve de o çocuğu kurtarmayı ve de çocuğun ailesini sınamayı dilemiştir. Kader Allah Tealanın sırrıdır. Ne biliyorsun çocuk sağlıklı olarak büyüdüğünde yanlış işler yapan zorba ve zalim biri olacaktı. Halbuki Yüce Rabbimiz onun ruhunu kurtarmayı diledi de böylece onu Vildanlarının arasına kattı. İçinizde Allah Tealanın takdirine meydan okuyabilecek biri varsa hemen şimdi meydan okusun! Ki Yüce Rabbimiz ona en geç din günü hakikati apaçık gösterecektir. Delilsiz sözler dediğimizi sananlar Hızır’ın çocuğu öldürdüğü ayeti kerimeleri açıp da okusunlar. Hızır Allah Tealanın kararını uyguluyordu ve senin kötü iş sandığın o işte bile hem çocuk için hem de çocuğun ailesi için büyük rahmet vardı. Hem de insan suresinde dedik ki; ve etraflarında dolaşır ölümsüz gençler, onları gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın. Ebrarın etrafında saçılmış inci misali dolanan bu gençler de kim? Cennete ki “Vildan”lar yani çocuktan büyük genç evlatlar. Kim olabilir bu genç evlatlar? İşte bizce onlar, takdiri ilahi sonucu yada savaşta ve başka şekillerde zalimlerin eliyle ölmüş küçük masumların yeniden yaratılırken beden bulmuş halleridir. Onlar artık cennetin gençleri, incileridir..

Çocukların da, kadınlarında, erkeklerinde ve tüm yaratılanlarında yegane sahibi ve Yüce zatıyla Hakim ve Melik olan Yüce Rabbimizdir O. Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. Nahl 90

Page 6: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

6

Adalet ve İyiliği emredip Kötülükten men etmek; Yukarıdaki cümleleri yazdıktan sonra gönlümüzde kıyamet gibi bir meydan

muharebesi başladı. Birkaç gün kendimize gelemedik. Kalbimizde bir taraf ayaklandı dedi ki; “Sen nasıl böyle dersin küçük bir masumun

çektiği acılar nasıl adalet olabilir? Hem örneğinde ne kadar kaba bir terim kullanmışsın. Baksana nerede bir zalim kafir var kuvvetli, nerede bir nankör şımarık var Karun gibi zengin, nerede bir basiretsiz var makam sahibi olmuş. Hani nerede Adalet? Bir zengin köpeğine asil adını takmış garibanları kovalattırıyor.! Bu nasıl dünya ki küçücük çocuklar acılar içerisinde kıvranırken refahtan kudurmuş şehvet düşkünü azgınlar sabahlara kadar zina alemi yapıyor. Hani nerede Adalet? Doğada bile yeni doğmuş küçücük ceylanları çakallar yiyor. Hem başkalarını bırak senin dertlerinin ne zaman sonu gelecek, bir büyük dertten başka büyük derde kapılıp gidiyorsun. Bunların hepsini, başına gelen dertlerin tümünü Rabbin yarattı Rabbin meydana getirdi. Sen bir tek O var sanıyorsun ama O’da yok bu lanet dünyada yapa yalnızsın. Öyleyse mücadele etmenin ne anlamı var? Baksana elin müşrikleri başka gezegenlere yerleşme planları yaparken senin dindaşlarının yüzlercesi onların memleketlerine ulaşmaya çalışırken denizlerde boğuluyor. Hem senin üstüne vazifemi Kur’anı düşünmek unvanın yok, Arap’ta değilsin sana ne.. Öyleyse mücadele etmenin ne anlamı var?” Adaletsizlik ve Ümitsizlik fikirlerine meyledilince öfke gelir. Öfke de kini ve ulaşılamayacaklara karşı hasedi doğurur. Kaç kereler kalbimiz karanlığa meylederek sınıra kadar vardı. Kaç kereler Yüce Rab çekip sınırın ötesine geçmekten kurtardı! Sonra diğer taraf ayaklandı dedi ki; “Sen nasıl böyle dersin, bu nasıl nankörlüktür? Sana bu hayatı bağışlayan Yüce Rab seni en az dört kere ölümcül kazalardan kurtarmadı mı? Onlarca kez kalbin kararırken seni aydınlığa çıkarmadı mı? Seni belalardan kurtarıp sıkıntılarını defeden, sana sonsuz hazinesinden nimet bahçeleri ihsan eden Yüce Rabbine karşı böyle nankörce söz söylenir mi? Sadece yaşanan yıl sayısı değil, hayatın Kur’an ile yani ilim ve sanat ile hayat olabileceğini bildiğin halde nasıl dönmeyi düşünürsün? Hani bu hayatta karşılaştığın en güzel sözlü öğüt Kur’anı kerimdi? Hızır’ın çocuğu öldürüşünü neden düşünmüyorsun. O çok mu kaba olmayan bir örnekti de seninki kaba olsun? Oradaki manayı ancak hayatın Yüce Hayy dan gelip O’na geri döndüğünü bilmeyenler anlayamazlar. Halbuki masum olduğu için çocukta kurtuldu çocuğun ailesi de. Hani sen dağlardaki çiçekleri, denizlerdeki mercanları ve bir birlerini kovalayan kelebekleri yaratan Yüce Rabbin yaratıcılığında ki ilme ve sanata hayrandın? Adaletsizlikten bahsediyorsun halbuki ceylanı durduran canlı olmasa dünyada bir tutam yeşillik bırakmazlardı. Kedilerin kanadı olsaydı güzelim kuşların kökünü kazırlardı! Göremiyor musun doğanın kendisinde bizzat Adalet! Kediyi bırak ya insanın kanatları olsaydı, bu kadar aciz olduğu halde azıp kudurmaya bu kadar meyilli bir mahluk neler yapmazdı? Senin yaşadığın nesildeki kuvvetli zalim ve makam sahibi insanların o konumlara sahip olmaları geçmişteki nesillerin iyiliği emredip kötülükten men etmemesi nedeniyledir. Halbuki iyiliği emredip kötülükten men etmemek kötülüğün ta kendisidir ve geçmişten beri birikerek gelen kötülüğe karşı iyiliği haykırmak geçmişten beri biriken zinciri kırdığı için her aşamada diğerlerine göre daha hayırlıdır. Eğer halkı firavuna baş kaldırıp isyan etseydi firavunla birlikte cehennemi boylamazlardı. Firavunda o kadar gaddar olamazdı. Ümmetin büyük çoğu yezite itaat etmese onun ordusu binlerce kişiyle kuşatarak İmam Hüseyin’i ve ailesini şehit edebilir miydi? Kötülüğün, çirkinliğin, pisliğin çokluğuna rağmen Hazreti İmam Hüseyin kötülüğe boyun eğip iyiliği emretmekten vazgeçti mi? İmam Hüseyin ve ailesi şehit oldu, onlar cennete gidecekler. Şimdi söyle Arap olmamak Kur’anı düşünmeye engel mi? Din birilerinin babasının çayırımı ki orada başka keçiyi otlatmıyorlar? İyiliği emret..”

Page 7: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

7

Bu iki yönün gönül muharebesinin bu perdesini bizde emri bil maruf kazandı. Bu dünya hayatı o kadar kaotiktir ki yaptığımız her eylemin bir sonucu her etkinin de bir tepkisi vardır. Daha önce de demiştik kötülük etrafına yayılır ve erişip bulaştığı insanları çeker yutar. Bu eylem ve sonucun, etki ve tepkinin Allah tarafından bilinmesi için o eylemin ve sonucun illaki meydana gelmiş olması gerekmez. Allah tüm gizlileri bilendir. Allah’tan başka kim bilir biz bu kadar sıkıntılar çekmesek belki hapse girecek müebbetlik olacaktık. Yada başka türlü sapık bir yola sapacaktık ta Kur’an dan haberimiz olmayacaktı. Halbuki yaşadığımız sıkıntıların yanında türlü nimetlere de ulaştık. Her zorlukla birlikte elbette bir kolaylık vardır. Eğer birisi çok çalışıyor ve bir türlü zengin olamıyorsa hep bir darlık bir sıkıntı içerisindeyse ve ömrünü de böyle tamamladıysa bu hem Yüce Rabbin imtihanı hem de o kişiye büyük bir nimeti olabilir. Şöyle ki; eğer o kişi zengin olsa azıp evli kadınlara musallat olacak yada türlü rezillikler yapacak. O kişiye zenginliğin verilmemesi Yüce Rabbimizin Hak, Adl, Mani ve Rahman sıfatlarının tecellisidir. O kişi hakkındaki milyonlarca milyarlarca olasılığı bilip o kişiye en güzel ölçüyle onun için nimet olan fakirliği bahşeden Yüce Rabbimizdir. Mantık ilminde Yüce Rabbimiz hakkındaki bu düşüncemiz zan olarak kabul edilebilir. Fakat aslında kesinlikle zan olmayıp Kur’an ayetleriyle delillidir. O kendine rahmeti yazmıştır, O Adl’dır, O Hak’tır, O kulları sapıtmasın diye nimetleri onlara belli bir ölçüyle verendir. O dağlardaki çiçekleri, denizlerdeki mercanları ve kelebekleri yaratan Yüce Zatıyla Vedud olan Yüce Rahman’dır.. Bir kişi aklını kaçırıp deli olsa, Allah ona bu musibeti onun ruhunu gariban olarak kabzetmek istediği için –de- vermiş olabilir. O kişi farkında değildir fakat korunmuştur. Sakat olan, kör ve dilsiz olanlarda.. Eylem ve sonuç, etki ve tepki’nin emri bil maruf yönünü anlayabilmek için meteorologların meşhur kelebeğini örnek vermeliyiz. Bir kelebek bir yerde kanat çırpar kaotik olan atmosferde başka bir yerde fırtına çıkar. Biri bir fenalık yapar o fenalık türlü kötülüklere, belalara yol açar. Biri bir iyilik yapar o iyilik türlü güzelliklere yol açar. İyilikte kötülükte yapıldığı yerde kalmaz etraflarına yayılır. İyilikte kötülükte yapıldığı zamanda kalmaz, eninde sonunda ortaya çıkıp geleceğe doğru akar.. Öyleyse mübarek Kur’anın şu emrini iyi anlamamız gerek “Kötülüğü en güzel şekilde defet” işte bu emir uygulandığı zaman karanlığın yayılması durdurulabilir. En güzel davranış cahillere “selam” diyerek geçmekten, Hazreti İmam Hüseyin gibi kendini feda etmeye kadar geniş bir yelpazeyi içerisine alır. Öyle şerefli bir sabırdan yada öyle şerefli bir ölümden daha güzel ne var ki? Hazreti İmam Zeyd; hişam zaliminin yanından ayrılıp onunla ipleri kopardığında bir yakını hakkında endişelendiğini Zeyd (as)’a söyleyince Hazreti İmam “Utangaçlığın beni bitirdi, ben zaten ölecek bir kişiyim öldürülmesem de şayet” demişti. Yine Hazreti İmam Zeyd; hişam’a karşı şöyle demişti; “Eğer Allah ona bir devlet vermişse Allah azgınların eserlerini de küller gibi yenik bırakır.” Yazdıklarım çok kaba şeyler değil mi? Ölümden ve savaştan bahsediyor ne kadar barbarca değil mi? İşte böyle düşünüyorsan yine Kur’anın ruhunu anlamıyorsun demektir. İyi dinle bak Kur’anın kendisi mücahittir ve batıla savaş açmış, batılla savaşan bir savaş kitabıdır. Kur’an iyiliği emretmektedir ve inananların da iyiliği emretmesini istemektedir. Kur’an savaşçıdır ve inananlarında savaşçı olmalarını istemektedir. Hayat dahi bir savaştır. Bir bebek doğduğunda nefes almak için savaşır. Elinle burnunu tıka nefes alma bakalım vücudun ne tepkiyi verecek. Bir ceylan doğduğu anda ayakta durabilmek için, sonrada hayatta kalabilmek için savaşır. Mü’min toplumlar ve çocukları savaşçılar olarak yetiştirilmelidirler. En büyük düşman da cehalettir.

Page 8: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

8

Bu savaş en zorlu düşmandan en zorlu hastalığa kadar tüm karanlıklara karşıdır. Karanlıkları doğuran karanlıkların anası olan cahillik en baş düşmandır. Bunun delili de şudur; Çiçek aşısı geliştirilinceye kadar ne kadar çocuk ölmüştür kim bilir. Fakat sonra insanlar aşı buldular. Demek ki insanları perişan eden aslında virüs değildi. İnsanların o virüsün tedavisini bilmemeleriydi. Ortaçağ da veba yüzünden şehirler kırılıyordu. Şimdi ise hayvancılıkla uğraşanlarda ara sıra görülen sığır vebasından başka veba var mı? Düşmanın sana otomatik silahlarla hücum ederken sen onlara ok atmaya kalkarsan belanı bulursun. O teknoloji ise ilim ile yapılır. İlmi topluma yerleştirebilmek için kitap-data-kaynak gerekir. Bu demektir ki bir matbaa yada bir database-veri kaynağı bir ordunun elindeki hazır silahlardan daha kıymetlidir. İşte bunun için Hz. Resulullah efendimiz “Küçük muharebeden, büyük muharebeye döndük” diyerek nefsi ve cehaleti kast etmiştir. Yine Muhammed Mustafa efendimiz “Cihadın en hayırlısı zalim sultanın önünde gerçeği haykırmaktır.” Buyurdu. Şu işe bakın ki çağdaşlarımızdan bazıları Hazreti Peygamber efendimizin bu sözünü dikkate almayıp hem de -Allahu Ekber- diyerek İslam adına kadın ve çocuk öldürmeyi fazilet sanıyor. Halbuki mübarek “Kur’an dışında” -biz dahil- hiçbir kimse ve hiçbir görüş İslam’ı temsil etme hakkına sahip değildir. Halbuki bu mübarek Kur’an da iyilik emrinin her türlüsü vardır. Buna “savaş kanunları” da dahildir. İnşaallah onları da incelemek nasip olur. Hazreti İmam Zeynel Abidin (as) şöyle demiştir; “İyiliği emredip kötülüğü men etmeyi terk eden kişi, Allah tealanın kitabını arkasına atan kimse gibidir.” Hazreti İmam’ın bu sözü yukarıda “Kur’an mücadele-savaş” kitabıdır sözümüz ile örtüşmektedir. Çünkü mübarek Kur’an iyiliği emretmenin ta kendisidir. Demek ki iyiliği emredip kötülükten men etmek apaçık bir farzdır. Tevhid, Adalet, Hesap (Kur’an da ki vaadlere ve tehditlere inanmak) gibi İslam inanç şartlarının ardından gelmektedir. Öyleyse mübarek Kur’an ve bizlere bahşedilen akıl aynı zaman da iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmamızı sağlayacak nimetlerdir. Akıl kötülüklere karşı bir kalkan olarak bizlere Yüce Rabbimiz tarafından bahşedilmiştir. Akıl ancak vahiy ile iyiliğe götürür ve kötülüklerden korur! Akıl tedavi bulur! Güneşin, sivrisineğin ve virüslerin akıl edebilme yetenekleri olmadığı için sorumlulukları yoktur. Ancak insanların birbirlerine kötü davranışları ölümün ve hesabın varlığını ve gerekliliğini ispatlar. Ölüm ve hesap olgularının var oluşu aynı zamanda da Yüce Rabbimizin evreni ve bizleri Hak ile (belli bir gerçeklik ve düzen içerisinde) yarattığının da bir delilidir. Buraya kadar ki ayetler ile ilgili şunları sakın unutma! Karanlığın Rabbi değil!! Karanlığı yaran ışığın Rabbi!! Yarattığı kötülükten değil!! Yarattıklarının kötülüğünden!! Ve çöküp bürüdüğünde karanlığın kötülüğünden; Tegabün suresini delil göstererek Kuran’ın yani bilginin ışık ile eş anlamlı olduğunu söyledik. Günlük hayatımızda ki işlerde bile öyledir. Işık görmemizi, böylece de bilmemizi sağlar. Bir çiftçi otların arasında karanlığa pusup yatmış yılanı görmezse onun şerrine uğrar. Doktor laboratuar da ışık olmasa mikroskop ile virüsleri nasıl görsün. Astronomlar ışıkları olmasa yıldızları nasıl inceleyebilirlerdi? Sıvacı ustası zifiri karanlıkta nasıl sıva yapabilir? Demek ki ışık delilleriyle gerçekten bilgidir. Onun zıttı da karanlık ise karanlığın eş anlamlısı da bilgisizlik ve cahilliktir. Bilgisizlik ve cahilliğin sonucu da kötülüktür. Güneşin, sivrisineklerin ve virüslerin (vb.) “bilmesi” beklenemeyeceğinden onların cahillik ve karanlık yani “kötülük davranışı” göstermesi de beklenemez. Öyleyse karanlığın kötülüğünü ortaya çıkarıp çevrelerine saçabilecekler ancak “akıl sahibi” varlıklardır. Mübarek Cin suresinde rehekan yani şerrin kötülüğün istilası olayını anlamaya çalışırken bazı içgüdülerin ve duyguların rehekana sebep olduğuna değinmiştik.

Page 9: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

9

Akıl tarafından terbiye edilmemiş içgüdüleri bir kenara bırakıp asıl olarak duyguları ele alırsak; bazı duyguların bizleri nasıl karanlığa sürüklediğini açıkça görebiliriz. Mübarek Kur’an tarafından kınanan en karanlık duygulardan bir örnek verirsek bu ümitsizlik duygusu olurdu. Hemen ardından kasiyet, kibir, kin ve karanlık duyguların piri haset gelirdi. Ümitsizlik; Öyle bir beladır ki düşersen boğulursun demiş büyük şair. Ümitsizlik çıkış yolu sunmaz. Karanlık bir odada kalsan yine çıkış yolunu bulamazsın. İşte ümitsizlikte ona benzer, sanki kapıyı hiç bulamayacakmışsın gibi.. Fakat yılma! Ellerinle yokla duvarları eninde sonunda kapıyı bulursun. Senin hissettiğini hisseden ve senin gördüğünü gören Yüce Rab hep seninle, şah damarından bile sana daha yakın. Hal böyle iken ümitsizlik sapık adeti değil de nedir? Kasiyet; Çocukların kalpleri ekilmemiş alana benzer, oraya ne eksen tutar yetişir. Öyle insanlar vardır ki belli bir –akıl dışı- dogma onlara küçükken öğretilmiştir, benimsetilmiştir. Onlarda vicdanlarında bunu kabul etmişlerdir. Böylece düşünmeyi terk etmişlerdir. Onlar için artık fikir üretmek, farklı görüşlerle empati kurmak, anlamaya çalışmak yoktur. Onlar koloninin hükümdarına hizmet eden işçi arılar gibidir. Onların kalpleri artık taşa dönmüştür. Taş gibi kaskatı ve kap karanlık olmuştur. Onlar asla dönmezler. Onlar tartışmaya girdiklerinde karşılaştıkları fikri analiz etmek ve böylece Hak mı yoksa batıl mı olduğunu anlamak yerine karşılaştıkları kişinin cümleleri arasından –cımbızla çekercesine- kınayabileceklerini seçerler. Fikrin tamamını analiz etmezler, edemezler. Bu durumları aynı zaman da onları ortaya çıkarıp ifşa eden kusurlarıdır. Hazreti Resulullah efendimize mübarek Kur’an da verilen “sen şimdi yüz çevir, bekle” ve de “bırak onları kendi halinde oyalansınlar” ayeti kerimeleri bu tip insanları kast etmektedir. Derin karanlıktır bu hal.. Kibir; bir yönüyle kasiyete benzer. Fakat kibirlilerin güdülenmesine gerek kalmamış onlar kendi kendilerini, kendi heves ve şahsiyetlerini ilahlaştırarak şartlamışlardır. Genellikle Yüce Rabbimizden gelen acı bir sile onları kendilerine getirmeden gerçeği göremeyecek kadar karanlıktadırlar. Kin; Bu duygu öfke, nefret, kan ve gözyaşı doğurur. Tüm bunların sonucu ise fitne, fesat, bozgunculuk ve kan dökücülüktür. Bir can karşılığı olmaksızın cana kıyan ebediyen cehennemin karanlıklarındadır. Karanlık duyguların piri olan Hasedi son mübarek ayeti kerimeye bıraktık. İşte bu sayılan duygulardan ve benzeri diğer karanlık hal ve duygulardan Yüce Zatıyla Hadi, Reşit, Veli, Rauf, Halim ve Müheymin ile Hafız olan Yüce Rabbimize sığınmak gerekir ki mübarek surede bunu işaret etmektedir. Karanlık kişinin benliğini tamamen kaplarsa ortaya korkunç bir kötülük çıkar. Örneğin bir seri katil bir can karşılığı olmadan insanları öldürür, hiçbir acı ve pişmanlık duymadan yaptığı iğrençliği sanat sanarak öldürdüğü insanların cesetleriyle oynar. Onlara şekil verir yada süsler. Benliklere çöküp benlikleri bürüyen karanlık hakkında daha çok örnekler verebiliriz. Ancak vermeyelim biz Yüce Hakkı düşünelim daha iyidir. Ve düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden; Çoğu kişi çocukken avcılık ve tuzak kurma oyunları oynamıştır. Tavukların gezdiği bir yerde kasanın bir kenarına çomak dayatırsın sonra uzun bir ip alır çomağın alt kısmına bağlarsın avının cinsine göre kasanın yerde duran kenarına buğday (vb.) yem koyarsın sonra güzelce düğümlediğin ipi uzatıp gözükmeyeceğin bir yere pusarsın. Beklersin, sonunda tavuk gelir buğdayları tam yerken düğümlediğin ipi çekiverirsin kasa düşer tavuk içinde kalır.

Page 10: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

10

Yada olta iğnelerine güzel bir balıkçı düğümü atarsın, üstünde fırdöndüsü olur onun üstünde küçük bir kurşun onunda üstünde mantar bulunur. Ekmeği düğümlediğin iğneye takar denize salarsın. Biraz bekle kısmetinse eğer bir balık gelir oltaya takılır o zaman mantar dibe dalar sende avını çekersin. Özenli bir avcı düğümlerine özenir, düğümlerini üfler. Av için kullanılan tuzaklarda da genellikle düğüm vardır. Bize göre bu mübarek ayeti kerime düğümler ile tuzakları, düğümlere üfleyenler ile tuzak kuranları kast etmektedir. Mübarek suredeki anlam bütünlüğü bu şekilde düşününce çok daha belirgin olmaktadır. Çünkü delili şudur; Mademki avcının özenle düğümlediği bu tuzak kötülük doğurmaktadır. O halde helal olan avlar için kurulan tuzakları kast etmemektedir. Fakat surede öyle bir bütünlük vardır ki haset ile komşunun tavuklarına göz dikersen yine kötülük işlemiş olursun. Öyleyse mübarek ayet açıkça karanlığa meyletmiş insanların diğer insanlara tuzak kurmasını kast etmektedir. Helal bir av için olmayan ve sadece kötülük için olup kötülük doğuran bu tuzakları şeytan kurar. Yani her insanın içinde de olan o karanlık yön. Şeytan kelimesinin bir sıfat olduğundan daha önceki mübarek Cin suresinde bahsetmiştik. Şeytan insanların da cinlerinde içlerindedir. Yakup Aleyhisselam oğlu Yusuf’un rüyasını dinleyince şöyle demişti; “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”

Yusuf Aleyhisselam’ın kardeşleri şeytanlarına uydular ve şeytanlaşıp şeytanca bir iş yaptılar. Tövbe ettilerse eğer tövbe edene kadar da şeytan olarak kaldılar. Halbuki bütün tuzaklar Allah tealaya aittir. Çünkü kötülerin tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak bile olsa onların tuzakları Allah katındadır. Mübarek Kur’an da ki kıssalarda kötü tuzaklar ve Yüce Rabbimizin onları nasıl etkisiz kılıp, asıl tuzağı kuranların nasıl da tuzağa düştüğüne dair verilen örnekler vardır. Bize karanlık tarafından örtülmüş benliğin davranışları hakkında ve Yüce Rabbe sığınmanın gerekliliği ve sonuçları hakkında önemli bilgiler vermektedir. Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular? Nahl suresi 45

Fakat bu sığınma sürpriz, bilinmedik ve acayip “bir sihirli sözcüğe” sığınırmışçasına asla olmamalı asla olamaz. Mübarek Kur’anın hat yazısı ile yazılmış olanı vardır ki ilk olarak ona değinelim. Örneğin bir evin kapısına ayet el-kürsi yazısını asmışlardır. Herkes onun değerli ve kutsal bir şey olduğunu biliyor fakat neden bahsettiğinden haberleri yok. O mübarek ayetin görevi kapıda bekçilik ya! Öylece duruyor kapıda! Soyulmuş ve musibete uğramış evlere sormak lazım kaçının kapısında ayet el-kürsi vardı. Duvarına mübarek Allah isminin Arapçasını yazıp ondan medet umuyorsa, ona yani salt olarak sadece “yazıya” kutsallık atfediyorsa ve yani ayet el-kürsi yazısından güvenlik, karınca duasından bereket bekliyorsa ya biz buraya kadar mübarek Kuran üzerinde düşünerek ürettiğimiz fikirlerimiz ile tamamen sapmış durumdayız yada bizim Haktan yana bir zerre payımız varsa bu işi yapanlar sapmış, kudurmuş ve azmıştır. Çünkü bize göre her hangi üretilmiş bir yazıdan medet beklemek -hele anlamını dahi bilmeden- -hatta bilse dahi insanın yazdığı yazıya kutsallık atfediyorsa- şirktir. Delilimiz şudur; mübarek Kur’an tertemiz Muhammet Mustafa efendimizin tertemiz gönüllerine indirilmiştir. Daha sonra o gönülden taşarak fışkıran bir pınar ve ya saçılan bir ışık gibi vahiy katiplerince kaleme alınmıştır. Halbuki mübarek Kur’an kağıt cinsinden değil, gönül cinsindendir. Yüce Rabbimizin dilemesiyle gönülden çıktığı için dolması, varması ve sinmesi gereken yer yine gönüldür.

Page 11: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

11

Çünkü Kur’an ışıktır, ışıkta bilgidir ve sıratel mustakimin pusulası olan bu mübarek bilgi Yüce Rabbimizin bahşettiği idrak kabiliyeti ile gönülce kabul edilip, beyan kabiliyeti ile de diğer gönüllere “iyilik olarak emredilir.“ Başına musibet geldiğinde seni kurtaracak olan bilgi sadece başına bela geldiği an “vesvasil hannas” demen kesinlikle değildir. Asıl hedeflenen gaye Kur’anı bir bütün olarak vicdanına sindirip ona uygun bir hayatı yaşamandır. Böylece Kur’anı bilen ve yaşayan bir kimse olarak sıkıntı anında, dar zamanlarında Muhafazateyn surelerini veya Kur’an da ki mübarek dualardan birini okuduğunda bu “mübarek zikrin tümüyle” yaptığın bir yardım çağrısı hükmüne geçer. Çekeceğin dert varsa çekersin. Fakat elbette ki Allah teala seni duymuştur ve elbette sana eninde sonunda hayırlı bir kapı açar. Çünkü sen görevini hakkıyla yerine getirmiş oldun. Halbuki bir kimse her türlü batıllığı ve melaneti işlesin, sonra da başına ufak bir sıkıntı geldiğinde, Yüce Rabbin imtihanından ve azabından küçücük bir acı yel esiverdiğinde hemen ümitsizliğe kapılsın “sihirli sözcükleri söylesin” sonra da karaya çıktığında gene yan çiziversin. Bizim Kur’anı Kerimin bütününden anladığımız kadarıyla Yok böyle bir çıkış yolu! Yok! Kurtuluş ancak Muhlisler yani samimiyetle inanıp dini sadece Allah tealaya özgüleyenler için vardır. O kurtuluş dünyada da olabilir ahirette de olabilir. Çünkü cennette dereceler vardır. Bu dünya sadece bir güne yada gelip geçen bir yağmura benzer. Başına en korkunç şey bile gelse sakın ihlas ile inanmaktan vazgeçme. İnsanların bedenleri çürüyüp yok olacak molekül zerrelerine, taşa ve demire dönecektir. Sonra Yüce Rabbimiz dünyayı yok edecektir. Sonra haşr günü adalet ile yep yeni bedenler yaratıp tüm kullarına adalet ile hükmedecektir. İşte ölümün var olmasındaki hikmet –manalı bağlantı- ve ADALET budur. Öyleyse bu hikmetle düşündüğümüzde ölüm aslında kötülük değildir. Çünkü ölümün ve dirilişin var olması Yüce Rabbimizin ADALET sıfatının tecellisidir. Çünkü Yüce Rabbimiz Hayy olduğu gibi aynı zamanda da Adl’dır. Zaten Yüce Rabbimiz her zaman senin yanındaydı ve işkence görürken, açlık çekerken, zulmedilirken, haksızlığa uğrarken çektiklerini, duyduğun hisleri biliyordu. Haşr günü toprak üstlerinden hızla yarılacak ve insanlar Hakka doğru koşacaklar işte o gün masumlar için sevinç günüdür. İki yanlarından ışık saçan apaydınlık bedenleriyle sevinç içerisinde olacaklardır. Rabbimiz Yüce Zatıyla Zül Celali Vel İkram’dır. Zulüm edenler ve Haksızlık edenler ancak sefihlerdir. Çünkü akıllı kimse evrene ve kendisine bakıp bunların boş yere yaratılmadığını anlayıp bilir. Sefihliğin niteliğinden daha önceki mübarek Cin suresinde bahsetmiştik. Muhabbet sevgiden doğup sevgi dolu bir gönülden taşarak meclise düşer. Kimse delile dayanmak için muhabbet meclisine cilt cilt kitaplarla gelmez. Zaten sevgi ve muhabbet belli kalıplara konulamaz ancak gönülden taşar. Bir kimsenin her bir şeyi bilmesi de beklenemez. Büyük alimlerden biri demiştir ki “Bilmediklerimi ayağımın altına alsam başım göğe ererdi.” Onun ki göğe eriyorsa her halde bu satırları yazanınki yıldızlara kadar çıkar! Madem ki sevgi ağacı ancak muhabbet toprağında yetişiyor, öyleyse muhabbet meclisinde söylenen hataları öper başımıza koyarız. O hatalar dahi güzeldir. Çünkü muhabbetten doğan güzel söz güzel bir ağaca benzer ve her ağacın meyvesi de toprağına geri düşer. İlim dünyada ki kum tanelerinin tamamıdır ve her an artmakta ve değişmektedir. Çünkü Yüce Alim her an yeni bir işte ve oluştadır. Bizlerse kum okyanuslarındaki bir kum tanesiyiz. Hatalı olmak bizim; Kuddüs ve Sübhan olmak Yüce Rabbimizin vasfıdır.

Page 12: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

12

Öyleyse sefih dediğimiz odur ki; Sözleriyle insanları Allah yolundan kaydırıp ateş uçurumlarına uçursun. Fitne çıkarıp bozgunculuk meydana getirsin. Ayıp arasın. Gıybet etsin. Yetimi itsin, günah işlesin. Sefih odur ki her türlü musibetin ve cahilliğin babası odur ve yaptığı her iş, söylediği her söz kötülük doğurur. Sefih odur ki çoluk çocuğunun nafakasını bir gülücük uğruna beyinsizlerle birlikte çarçur etsin (bkz. Nisa 5). Sefih odur ki mal ve evlat yarıştırsın. Sefih odur ki boynunu uzatıp sana koşarak gelsin bilmem ne kadar işler yaptım ne mallar kaldırdım diyerek sana yarışmacılık yapsın. Ey sefih senin fitne ve bozgunculuğundan Yüce Rabbimize sığınırız. Büyü ve büyücülük hakkında; Sefihin öylesi de vardır ki leylek dışkısına, domuzun yağına, ölünün toprağına ve benzeri bir sürü saçmalığa kutsallık ve kuvvet atfederek onlardan çekinir. Halbuki Allah teala kendisinden çekinilmeye daha layıktır. Böyle bir kıyaslama yapılamaz ama cümleler yan yana gelince kendisine büyü yapıldığını sanarak çatıda leylek dışkısı arayan cahilin neyi tercih ettiği apaçık ortaya çıktı. Veya domuzun yağı yada ölünün toprağı veya bir ciğeri beş para etmezin iğrenç nefesiyle tükürerek üflediği düğüm Yüce Allah’ın kudretine karşı tercih edilir mi? Geri zekalı bir beyinsiz dışında kim böyle bir seçim yapar? Düğümleri bağlayıp da –Allah’ın kudretini aşıp- O Yüce Zatıyla Melik ve Kadir olan Yüce Rabbin belirlediği kaderi, hangi dangalak, beş para etmez ciğerinden çıkan tükürüklü iğrenç nefesiyle değiştirdiğini söyleyerek insanların basiretlerini bağlayabilir? İnsanların Basiretlerini de kısmetlerini de daraltan veya açan ancak Yüce Rabbimizdir. Bu saçmalığı düşünmek bile insanı öfkelendiriyor. Yukarıda yazdığımız iki paragraf ile böyle değersiz kimselere çok bile değer vermiş olduk. İbni Abbas (ra)'dan rivayet edildiğine göre Hz. Resulullah efendimiz şöyle buyurmuştur.: “Cennet'e hesapsız girecek Müminler efsun etmeyenler, teşe'üm eylemeyenler, şifanın Allah dan olduğuna inananlar ve her hususta Allah'a tevekkül edenlerdir."

Mübarek Kur’an da Araf yüz on yedi ve Taha altmış dokuzuncu ayeti kerimelerde insanların yapıp sihir dedikleri şeyin uyduruk ve hile olduğu sırasıyla apaçık yazılmıştır. Yunus suresi seksen birinci ayeti kerimede insanların sihir dedikleri şeyin bozgunculuk olduğu bildirilmiştir. Bu ayetleri delil göstererek deriz ki; Cahil halk arasında çeşitli amaçlarla yapılan ve yaptırılan büyü-sihir denen “şey” bir yalandan ibarettir ve onun insanlara etki etmesi ancak meydana getirdiği bozgunculuk nedeniyledir. Şöyle ki; Birkaç sefih bir araya gelir ve birine “sana büyü yapmışlardır” der. Eğer o sefih oltayı yutarsa strese girip vesveselenmeye başlar. Sonra sefihler bir araya gelip sefihlerin genelde erkek olan pirine giderek kendilerini sırayla üfletirler. Sonra sefihin stresi artmaya başlar böylece artık sesler görüntüler duyar, evinde bir şeyler yanar, geceleri evinde varlıklarla güreş yapar! Dikkat et! Bu saçma işte ne Kur’ana müracaat nede Yüce Allah’a sığınma vardır. Böylece tüm sefihler yoldan çıkmış ve çıkarmış oldular. İşte bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi bir birinden ayrılamaz, bir biri üzerine kurulan bir bütündür ve asla çelişki içermeyen bir mucizedir. Mübarek Cin suresinden hatırlarsak araştırmacı Cin topluluğuna da böyle bir sefih musallat olmuştu. Fakat Allah’ın izniyle onları yolundan saptıramamış yine Allah’ın izniyle Cin topluluğu Muhammed Mustafa efendimize kavuşmuştu. Mübarek Kur’an bir sonraki mübarek Sure de o sinsi vesveseciden bahsedecektir.

Page 13: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

13

Mübarek Bakara suresi yüz ikinci ayeti kerime bu konuda istisnadır, özeldir. O mübarek ayetin açıklamasını Bakara suresini de incelemek nasip olursa o zamana bırakalım. En doğrusunu Allah teala bilir. Harut ile Marut isimli meleklere ilham edilen şey insanların psikolojilerini etkileyecek bir ilimdir. Fakat o ilmi öğrenen insanlar öğrendikleri ilimle kötüyü amaçlayıp kişi ile karısının arasını bozmak için kullanmışlardır. Bunu anlamlandıra bilmek için şöyle bir örnek verebiliriz. Yeni evli bir genç çift evlerinde otururlarken telefonları çalıyor. Geç adam telefonu açıyor. Alo deyince telefon kapanıyor. Bu olay birkaç kez tekrarlanıyor. Sonra kadın açıyor telefonu fakat arayan kadına bir şeyler söyleyip cevap veriyor. Sonra kadına yönelik hedeflenen tacizler daha da artıyor. Eninde sonunda ne kadar sabırlı olursa olsunlar karı ile kocanın arası bozulur ve en azından gerginlik en çoğundan da ayrılık çıkar. Fakat kadın ve adam Kur’anı vicdanlarına sindirmiş kişilerse ve yaşayışları da buna uygunsa zaten bir birlerinden hiçbir gizlileri kalmaz. Birinin telefonuna öteki bakar. Biri ötekinin her şeyini bilir. Üçüncü seferden sonra telefonun fişini çeker atarlar. İşte bu; mübarek Bakara yüz ikinin anlaşılması için basitleştirerek verdiğimiz örnektir. Tabii ki Harut ile Marut’a ilham edilen ilim insan beyni ve psikolojisi ile ilgili çok daha geniş bir ilimdir. Her bilenin üstünde bir bilen vardır. İstidraç kapsamında bile olsa bazı yetenekli insanlar olabilir. En azından çoğumuz rüyalarımızla bazı şeyleri önceden görmüşüzdür. Hiç aklımızda yokken uzaktaki birini düşümüzde görürüz kısa süre sonra karşımıza çıkar. Benzeri yetenekler elbette ki olabilir fakat bunlar öğrenilebilir mi? En doğrusunu Allah bilir. Ve kıskandığı zaman kıskancın kötülüğünden.. Bir insan ümitsiz ise kendine zarar verir, kibirliyse yine kendinedir zararı ancak Haset – Kıskançlık öyle değildir. Kıskançlık her türlü kötülüğü meydana getirir, kıskançlık tuzak kurdurur, kıskançlık cennetten kovdurur, kıskançlık insanların malına, canına ve namusuna zarar verir. Kıskançlık Yusuf’u kuyuya attırır, kıskançlık öz be öz kardeşleri Habil ile Kabil gibi yapar. Kıskançlık doksan dokuz koyunu olsa bile kardeşinin bir koyununa göz diktirir, kıskançlık kardeşine benim malım senden çok evlat ve dostça da senden daha kuvvetliyim dedirir, kıskançlık etrafına saçılıp yayılan ve bulaştığı insanları çekip yutan bir karanlıktır. Bu nedenle bütün karanlık duyguların piri hasettir, kıskançlıktır. İşte bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi bir birinden ayrılamaz, bir biri üzerine kurulan bir bütündür ve asla çelişki içermeyen bir mucizedir.

Page 14: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

14

(NAS-İNSAN SURESİ) De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar verenin kötülüğünden. Cin ve insanlardandır o ki, insanların gönüllerine (kötülük) fısıldar.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım; Mübarek ayeti kerimeyi düşünürken daha iyi anlayabilmek için sığınmak fiiline konu olan mübarek isimleri aciz aklımızca şöyle manalandırabiliriz; Sığınırız İnsanların Rabbine: İnsanlığın terbiye edicisi olan O Yüce, kusursuz öğretmene Sığınırız İnsanların Melikine-Hükümdarına: İnsanlığın tek müracaat ve karar mercii olup ahirin ve evvelin, dünyanın ve ahretin ezeli ve ebedi Yüce Kralına-Hükümdarına Fakat ilah kelimesinin kullanılmasının hikmetini ilk bakışta anlayamadık. Çünkü mübarek surenin mübarek ayeti kerimesinde neden mübarek Allah ismi yerine ilah ismini kullanmış olabilirdi. Halbuki tanrı ve mabut kelimelerinin benzeri olan ilah kelimesini kullanmasının bir hikmeti olmalıydı. Neden “ilah” ismini kullanmış olabileceği üzerinde düşündük. Bu konuda Arapça bilgimiz yetersiz kaldı. Mübarek Kur’anın emri üzerine bir bilene, yani rahmetli Elmalılı hocanın kitabına danıştık. Allah ona rahmet etsin kitabının Fatiha tefsiri bölümünde şöyle demiş;

"İlâh" kelimesi de aslında ilâhet, ulûhet, ulûhiyet gibi ibadet manası ile veyahut serbest olma

manası ile veyahut kalbin huzura ermesi ve rahat olması manası ile veyahut korku manası ile ilgili

olarak "me'luh" yani kendisine ibadet edilen, yahut akılların hayret ettiği, yahut kalplere rahatlık ve

iç huzuru veren yahut sıkıntıdan, korkudan kurtaran demek olur ki, "mabud" (kendisine tapılan)'da

bu manaların hepsi var gibidir.”

Aldığımız bu ışıktan hareketle sığınmak fiiline konu olan Rab, Hükümdar ve İlah isimlerinin mübarek manalarının bir birini tanımlayıp, bir birlerinin anlamını pekiştiren bir bütün olduğunu gördük. Derin manayı bizlere anlatabilmek için seçilmiş çok özel isimlerdi bunlar. Gönlümüzde dolan bu derin manayı nasıl anlatabiliriz bilmiyoruz. Aciz bir gayret ile ve basitçe örneklendirerek şunları diyebiliriz; Bir öğrenci veya çırak, öğretmenini veya ustasını güzelce dinlemeli, doğruyu güzeli gerçeği Hakkı öğrenebilmek için öğretmenine veya ustasına can kulağını vermelidir. Eğer bu dinleme sadakatle yapılırsa dinleyici ilgili ilimde pişip yetişmeye başlar. Böylece ilim, sanat ve adalet öğrenci tarafından –öğrencinin karakter ve fıtratında Yüce Rabbimizce belirlenmiş kapasiteye göre- Hakkıyla öğrenilir. Mübarek Kur’an da ilim, sanat ve adalettir. İşte bu mübarek ayeti kerime “Yüce Rabbin dünyadaki eli Kur’an dır. Yüce Öğretmenin kıyamete

kadar yürürlükte kalacak ders notları Kur’an dır” demenin Kur’ancasıdır- şeriatçasıdır. Yani apaçık manasıyla Yüce Rabbe sığınırım demek “Ben Yüce öğretmenin öğütleri olan Kur’an hükümlerine can kulağımı verip Hakkıyla dinledim” demektir. Birde apaçık mananın daha derin manası vardır ki o manayı nasıl anlatırız daha öncede dediğimiz gibi tam bilmiyoruz. Ancak mübarek Kur’ana müracaat ederek mübarek Nahl suresi altmış sekizinci ayeti kerimeyi “Derin manaya” delil olarak gösterebiliriz. Yüce Rabbimizin eğitiminden geçip, O’nun ilminden nasiplenerek terbiye olmuş bal arısı kendine Yüce Rabbimizin öğrettiği gibi yuvalar edinip bal üretmiştir. Kovan ve bal ilimdir, sanattır ve adalettir. Halbuki bal arısı Arapça bilmez ki Kur’anı açıp okuyup ta ilham alsın. O vahiy sayesinde bal arısı peygamber olmadı. Ancak eşek arısındaki zehir yerine onda bal oldu.

Page 15: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

15

Demek ki Yüce Rabbe sığınmakta şeriata-mübarek Kur’ana kulak verip dinlemek dışında daha farklı ve çok derin bir mana daha vardır. İşte bu derin manayı da anlatmalıyız ki sinsi vesvesenin karşıtı ve aslında çok üstün olan Yüce Rabbin ilhamı ve kalplerimizde yansıyan iç sesini okuyan herkes duyabilsin. Böylece mübarek Kur’an da ki ve mübarek suredeki her bir cümlenin nasıl ayrılamaz bir bütün ve ahenk oluşturduğu apaçık görülsün. Kesinlikle Yüce Rabbimiz Yüce Zatıyla Kebir’dir. Öyleyse düşünsek ya! İçinde bulunduğumuz bu evren-uzay-kainat asla ve katiyen Yüce Rabbimizden daha büyük olamaz. Mübarek kebir sıfatından dolayı Yüce Rabbimizi hiçbir şey kaplayıp içine alamaz. O büyüktür Kebir’dir. Bu nedenle evrenin Allah Teala’yı kapsadığı kesinlikle düşünülemez. Yani bir evren var. Bu evrenin içinde ve içindeki her yerinde Allah Teala var, sonra melekler var, cinler ve insanlar var dersek –haşa- Yüce Allah’ın evren tarafından kuşatıldığını “zannetmiş” oluruz ki bu doğru değildir. Hemde Yüce Rabbimize yer isnat etmiş oluruz. Dediğimiz bu sözün ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunun bilincindeyiz. Fatiha suresinden beri söylediklerimiz asla ve asla böyle bir konuda delilsiz konuşamayacağımıza delildir. Evrenin yapısı hakkında dediklerimize göstereceğimiz delil “esma ül Hüsna” yani Allah’ın mübarek sıfatlarıdır; Mübarek Sıfatların İrdelenmesi; Belli bir sayıyla sınırlandırmadan bütün güzel isimler ve sıfatlar Yüce Rabbimize aittir. “Ahkemül Hakimin” ve “Ahad” gibi sıfatların yanı sıra özellikle mübarek Kur’an ayetlerinin sonunda vurgulanan mübarek isimleri Kur’an okuyucuları hemen fark ederler. O ayetler göstermektedir ki Yüce Rabbimizin Yüce Zatına ait sıfatlar mübarek Kur’anın her bir ayetine, her bir harfine tecelli etmiştir. Mübarek sıfatlar –özelliklede Kur’an da vurgulanan doksan dokuz mübarek isim- imanımızın mihenk taşı ve İslam itikadının yenilip aşılamaz bir mantık dayanağıdır. İman ile ilgili aklımıza takılan yada çevrede karşılaştığımız herhangi bir soru için çok basitçe yanıt bulabiliriz. Biraz daha fazla açıklamaya çalışırsak; -Mademki, Allah tealanın Yüce Zatı, Mübarek Sıfatları ile aynıdır, birdir. Demek ki Allah teala Alim’dir, Hadi’dir, Reşit’tir, Rahman’dır, Rahim’dir, Selam’dır, Kuddüs’tür, Aliyy’dir, Kebir’dir, Muhsi’dir. Öyleyse hangi ismiyle seslenirsek seslenelim O Yüce Zata, O Yüce Hükümdarımıza seslenmiş oluruz. Sayılamayacak kadar çok karınca görüp O’na “ey Yüce Muhsi sen her türlü eksiklikten münezzehsin” desek yada ufukta koskoca bir dağ görüp “Ey Yüce Kebir sen her türlü eksiklikten münezzehsin” desek hem bizi duyar hem de İnşaallah tespih yerine geçer. Böylece Yüce Rabbimizi güzel ismiyle anıp zikretmiş oluruz. Soruları çözüş şeklimize örnekte şöyledir; Bilmezin biri sordu “Allah kendinden büyük taş yaratır mı?” bizde mübarek Kur’an dan öğrenip vicdanımıza sindirdiğimiz mübarek İsimlere yani Yüce Rabbimize danıştık. O Yüce Melik buyurdu ki “Allah Kebir’dir hiçbir şey kendisinden daha büyük olamaz.” Bu çok basit bir soruydu fakat karşılaşılan her şey soru olmayabilir çok karmaşık bir durumla da karşılaşılabilir. Müracaat sırasında dikkat edilmesi gereken tek şey vicdanlara verilen cevabın “diğer mübarek isimlerle” çelişki oluşturmamasıdır. Bu sayede doğru cevap her zaman basitçe bulunabilir. Evrenin Yapısını İrdelemek; Aslında bu konuyu ilgili ayeti kerimelere bırakmak gerekebilirdi ancak yarım bırakırsak insanların kafasını karıştıracağımızdan korktuk. Mademki Yüce Rabbimiz Yüce Zatıyla Kebir’dir öyleyse evren kesinlikle Yüce Rabbimizden daha büyük olamaz. Mademki Yüce Rabbimiz Yüce Zatıyla Muhsi’dir öyle ise evren Yüce Rabbimiz tarafından kuşatılıp sayılmıştır. Kuşatılan şey aciz olup “aciz mantığımızın ifadesiyle” kuşatanın içerisindedir.

Page 16: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

16

Bu dediğimizi anlamadıysan bir matematik kitabı bulda kümeler konusunu güzelce oku. Biz okul hayatımızda can kulağıyla dinlemedik bu yüzden kümeleri anlayışımız geç oldu. Birde öğretmenlerin öğrencilere anlayacakları lisanla basitleştirip sevdirerek öğretmeleri gerekmektedir. Her ümmetin peygamberi bile kendi kavminin diliyle gelmiştir. İçinde bulunduğumuz kainatı bir kümeye benzetelim. Bu kainatın kapsadığı elemanlar Yüce Rabbimizin “seçimi” ile belirlenmiştir. Mübarek sıfatlara başvurduğumuzda bu kümenin “kurulabilirliği” Hak’tır. Küme “genişleyebilir” ki zaten genişlemektedir. Küme çiftlik içerebilir, aşağıda açıklamaya çalışacağımız üzere kümenin her alt kümesi “çiftlik” sonucu oluşup içerisindeki her şeyde çiftler barındırır. Kainatın sınırı kümenin “sınırını” oluşturmaktadır. Böylece kümeyi oluşturan “sonsuzlukla” arasında bir “ayrım” vardır. Kümeyi oluşturan Yüce Zatıyla Muhsi ve Kebir olan Yüce Rabbimizdir. O Yüce Rabbimiz ki Yüce Zatıyla ezel ve ebed’dir. Evvel ve Ahir’dir. Mademki Ahir’dir ve Ebed’dir kümenin dışında sonsuz zaman boyunca ve sonsuza kadar Allah vardır. Mademki ezeldir ve evveldir öyle ise kümenin içinde de sonsuz zaman boyunca ve sonsuza kadar Allah vardır. Yüce Rabbimiz kainat kümesini ve o kümenin kapsadığı tüm alt kümeleri istiva etmiş olup buna delil olarak mübarek “summesteva” ayeti kerimesini gösteririz. Öyle ise sınırın dışarısı bizim için mümkün değildir, içerisi ise Allah’tan ayrı değildir. Fakat Yüce Rabbimiz Yüce Zatıyla Kuddüs’tür, Aliyy’dir, Muteali’dir. O her türlü çirkinlikten ve kötülükten uzaktır. Bu yüzden O’na ancak güzel işler ve güzel sözler yükselir. “İhlas suresini açıklamaya çalışırken sarf ettiğimiz kelimelerin” daha ayrıntılısı sanırız ki budur. O hiçbir şeyin içinde değildir. Hiçbir şeyin dışında da değildir. İçinde bulunduğumuz evren fani olarak yaratılmış sonu bir evrendir. Mübarek sıfatları ve mübarek Kur’anı düşününce aklımızda beliren evren –şeklini ancak Allah bilir- bir küme olarak şöyledir.

Page 17: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

17

Kainatımızdaki yedi göğü yani yedi evreni küme olarak hayal edince yukarıda çizdiğimiz şekilde düşünebiliyoruz. Yedi gök demişken mübarek Nebe suresi on ikinci ayeti kerimede ki yedi göğün mübarek Mülk suresi üçüncü ayeti kerimedeki yedi gökle aynı hedefi işaret etmediğini düşünebiliriz. Buna delil olarak mübarek Nebe suresi on ikinci ayeti kerimenin öncesinde ve sonrasında dünyamız için yerel örnekler verilmesidir. Halbuki mübarek Mülk suresi üçüncü ayeti kerimenin ardından gelen ayetlerde hiçbir yerel tema verilmemektedir. Görüşümüzde bir çok Handikap bulunduğu düşünülebilir. Kendimize sorduğumuz bazı sorular şunlardır; BİRİNCİSİ; Cehennem diğer cennetlerin alt kümesi nasıl olabilir. Cennetlerin içinde cehennem mi var? Böyle saçmalık olur mu? İKİNCİSİ; Yukarıda ki Venn şemasında bizim evrenimizin yer almaması çok mantıksız. ÜÇÜNCÜSÜ; Evrenlerin boyutları neden eşit olsun ki? DÖRDÜNCÜSÜ; Böyle bir kümenin düşünülebilmesi mümkün değil çünkü belirsizlik vardır. Sorularımıza verdiğimiz cevaplarsa şunlardır; DÖRDÜNCÜSÜ; Birkaç paragraf önce Yüce Rabbimizin mübarek sıfatlarını irdeledik ve karşılaştığımız sorulara cevap bulma metodumuzu aktardık. Bilmezlerin sorduğu taş örneğini vermiştik. Yüce Rabbimiz Yüce Zatıyla her şeyi yapmaya muktedir olan Yüce Kadir’dir. Yüce Rabbimizin meydana getireceği iş diğer mübarek sıfatlar ile çelişkili olamaz. Allah tealanın her şeye gücü yeter fakat O’ndan büyük bir şey olamaz. O’nun kendinden büyük bir şey yaratması genel olarak “tüm mübarek sıfatlara” özel olarak ta Kebir sıfatına aykırıdır. Kebir sıfatına aykırı bir şey yaratması Adalet sıfatına aykırı olacaktır. Adalet sıfatına aykırı bir iş meydana getirebilmesi ise Alim sıfatından dolayı mümkün değildir. Ortaya çıkan tek gerçek bu soruyu soran bilmezin Yüce Rabbimizin sıfatlarını öğrenmesi gerektiğidir. Mübarek Alim ve Kadir sıfatları çok özel sıfatlardır. Yüce Rabbimiz sonsuz zaman önce ki sonsuzluktan beri sonsuzlukta bir bilinçti. Yüce Vedud bilinmek istedi ve alemleri yarattı. Bu iki sıfattan hangisi daha üstün olabilir. Yüce Alimin bilincimi yoksa sonsuz bilgiye güç yetirebilme kudretimi. Yada cömertliği, sevgisi, aşkı ve merhametimi? (Ey Yüce Rabbim.

Doğrusu sen her türlü övgüye layıksın. Hamdım, şükrüm, övgüm sadece sanadır. Senden başka kudret yoktur sen her türlü eksiklikten münezzehsin.) Çok uzatmadan dördüncü handikapımız için deriz ki mübarek sıfatlara baş vurduğumuzda böyle bir kümenin kurulabilir olduğunu görmekteyiz. Ayrıca bu görüşümüze delil olarak mübarek Nisa suresi yüz yirmi altıncı ayeti kerimeyi ve ayet el kürsi de ki “vesia kursiyyuhus

semâvâti vel ard -- Onun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır;” mübarek ayetini gösteririz. ÜÇÜNCÜSÜ; Evrenlerin büyüklüklerindeki oranlar elbette ki böyle değildir. Biz çizim kolaylığı olsun diye öyle gösterdik. Daha önce demiştik ve pek çok alimde bunu demiş ki; “Bütünler parçacıkların tabiatındadırlar.” Bir atomun etrafında dolanan elektronların çekirdeğe uzaklığının oranı yada güneşten güneş sisteminin sonu olan org bulutunun ötesine kadar olan mesafenin oranı gibi bir oran olmalıdır. Bu bahsettiğimiz orantı çekirdeklere göre olup çok büyük boyut farklarıdır. Hatta bu evrenler bir biri içerisindeki küreler olarak dizilmiş olabilirler. En doğrusunu Allah bilir. Hatta bizim yedili evrenimizdeki en üst evren olan “Meleil ala” diğer evren gruplarının en üst katlarıyla kesişiyor olabilir. Meleil ala kendi evrensel kümesindeki tüm alt kümelere etki edebildiğine göre varsayılan tüm evren gruplarına da Allah’ın izniyle etki edebilir. Böylece ne kadar olduğunu bilemediğimiz sayıdaki evrenlerin Yüce Meclisi tek bir bütün oluşturabilir. En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir.

Page 18: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

18

İKİNCİSİ; Bu sorumuza cevap verebilmek için Rahman suresindeki kırmızı gül tanımını tekrar hatırlamalıyız; Rahman Suresindeki Kırmızı Gül Benzetmesini Tekrar İrdelemek; Mübarek Rahman suresinde kıyamet sahnesi için göklere kırmızı gül benzetmesi yapılmış bizde üzerine çok defa “Neden kırmızı gül örneğini verdi” diye düşünmüştük. Önce bir gülün tomurcuk olarak meydana gelişini ve ardından tomurcuğun açılıp genişleyerek gülün nasıl meydana çıktığını düşündük, evrenin büyük patlama ile meydana çıkışını ve genişleyerek nasılda kırmızı gülün doğup gelişimine benzediğini bağdaştırdık. Mademki bu misalde hikmet aradık öyleyse bu hikmet evrenin sonu hakkında neden bilgi vermesin? Kırmızı gül açıldıktan sonra yaprakları sırayla dökülüp etrafa dağılarak ölür, ortadan kaybolur. Ancak gül çiçeğinin dibinde yuvarlak yumru şeklinde bir tohum kalır. Kısaca; Dağılan yapraklar evrendeki gök adalardır. Arda kalan tohum bir kısım gök adaların merkezlerindeki dev kara deliklerin birleşmesi sonucu oluşmuş “çözülemez” devasa bir kara delik yani bir sonraki evrenin –karanlık / kozmik enerji yani Yüce Rabbimizin emriyle

zamanı geldiğinde tetiklenip infilak edecek / fışkıracak olan- kozmik yumurtasıdır. Öyleyse bizim evrenimiz aynı zamanda da bir önceki evrenin ardından kalan tohumdu. Peki dağılan gök adalara ne oluyor molekül bağları ve hatta atomları çözülerek zerrelere ayrışmamı, yoksa mutlak sıfırda donma mı? Bunu Ancak Allah bilir. Biz mübarek Kur’anın bütününden ilham alarak Venn şemasını çizdik ve yine mübarek Kur’an dan ilham alarak diyoruz ki; şuan içinde bulunduğumuz kainat sistemi “altıncı evrededir.” Yani daha açık bir ifadeyle A’raf ve cehennem katları Yüce Rabbimizce henüz meydana getirilmemiş olabilir. Bu iki kat içinde bulunduğumuz evrenin kırmızı gül misali yok edilmesiyle oluşacak olabilir. Bu düşüncemizin –gök kapıları- -cehennemliklerin en aşağı küçük düşürülecek olmaları- gibi ayetlerle delilli olduğuna inanmaktayız. Ve Hadid dört, Kaf otuz sekiz, Furkan elli dokuz diğer delillerimizdir. BİRİNCİSİ; Çok basit bir soru olup cevabı gök kapılarından bahseden ayeti kerimenin manasındadır. O mübarek ayet bize göstermektedir ki her üst küme alt kümeye tesir edebilir ancak alt kümeler üst kümelere tesir edemez. Bunun delilide cennetliklerin bakıp arkadaşlarını cehennemin ortasında görmeleridir. Bu durum hem ebat olarak hem de görüş ve tesir olarak her üst kümenin her alt kümeden daha hayırlı olduğunun da delilidir. Öyleyse alt cennetten bir üst cennet evrenine geçiş ve tesir olabilir mi doğrusu biz bunu bilmiyoruz. En doğrusunu Allah bilir. Yüce Rabbimiz ise tüm kozmik veya parçacık alemlerinin Hamd ve övgüye layık tek hükümdarı olan, bütün işleri idare eden, her an yeni bir oluş ve işte olan Yüce MELİK’TİR. Evren ile ilgili Düşünülecek Ayetler; O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu, O’na göre (ilk yaratmadan) daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Rum 27 De ki: “Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” Müminun 86

Yaratmayı Tekrarlamak - - Üst evrenin ardında alt evren için tohum bırakması Yedi Kat gökler + Büyük Arş - - Demek ki bu yedili evren gruplarından birçok olabilir. ?

Page 19: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

19

Canlıların çeşitlenmesini tekrar irdelemek; Mademki Bal arısı Yüce Rabbimizin ilhamıyla bal yapıyor ve diğer arı türlerinden ayrılıyorsa öyleyse bu durum türlerin çeşitlenmesinin Yüce Rabbimizin ilhamıyla meydana geldiğinin delilidir. Büyük kediler, kurt, çakal, tilki, denizlerde yaşamaya uyarlanan memeli türleri ve yani tüm canlıların hepsi O’nun ilhamıyla türlere ayrılmıştır. Bu yargı bizi tekrar mübarek Tegabun suresinde anlamaya çalıştığımız Hak ile birliktelik “olgusuna” yönlendirir. Mademki canlılar Allah’ın izniyle çeşitleniyor öyleyse Domuz neden haram kılındı sorusunu da aklımıza getirir doğal olarak. Vereceğimiz cevabı basitleştirirsek şöyle olur; İnsan’a yapılan ilham gibi canlılara da ilham ediliyorsa, ilhamın karşıtı / antisi olan vesvesenin de o canlılarda bulunması evrenimizin doğasına uygundur. Aynı zamanda da mübarek Kur’an dan her canlı türünün ayrı bir kavim olduğunun bahsedildiği ayeti kerimeyi ve Hz. Süleyman’ın karıncanın dediklerine gülmesini ve de Yüce Rabbimizin göklerde uçan kuşların tespihlerini bilmesini delil olarak gösteririz. Domuz ilhama karşı koyup karanlık tarafından tam anlamıyla istila edilip pisliğe dönüştüğü için, müminlere örnek/ibret olsun diye haram kılınmış olabilir. En doğrusunu Allah bilir. Başladığımız yere yani “İnsanların Rabbine sığınırım“ ayeti kerimesini düşünmeye dönersek; Kainatları, atomları ve bilmediğimiz tüm alemleri kudret elinde tutup onların işlerini meydana getiren Yüce Rabbimiz insanlara da şah damarlarından daha yakındır. Böylece insanlara hatta –arı dahil- tüm canlılara ilham etmekte ve onlara iyiliği emretmekte ve de ONLARLA İLHAM YOLUYLA KONUŞMAKTADIR. Hatta canlılardan da öte moleküllerle ve evrenle dahi konuşmaktadır. İnsan suresinde bahsettiğimiz ve Yüce Rabbimizin “ol” emriyle kendine zar edinerek canlılar tayfasına geçen molekülü/amino asidi hatırlatmak isteriz. Dahasına da mübarek Fussilet suresi on birinci ayeti kerimeyi delil olarak gösteririz. Evrenleri, gökleri bu kadar çok anlamaya ve anlatmaya çalışmamızın nedeni ilahi tesirin-ilhamın ve yani iç sesin -Kur’an anlatımına göre- nasıl mümkün olabildiğini göstermeye çalışmaktı. Yüce Kayyum’dur kainatı yok olup gitmesin diye tutmakta olan Yüce Kayyum kuşları da gökyüzünde tutandır. İnsanların kalplerini de tutan O’dur. Hatırlatma; Kaçarak Yüce Allah aciz bırakılır mı? Kaçacak bir yer mi var? O her an her yerde değil mi? İnsanın şah damarından bile ona daha yakın olan bir Yüce Zattan nasıl kaçabilirsin. Arşı istiva edip tüm bu evreni ve hatta bedenlerimizi ve hatta bedenlerimizin zerrelerini kuşatan ve de Yüce Zatıyla Muhsi ve Hakim olan Yüce Rabbimizden kaçacak bir yer yoktur. 97.sayfa

Mademki Yüce Allah adaleti ve iyilik yapmayı emreder öyleyse O’ndan gelen ilham, O’ndan gelen iç ses ancak adalet ve iyilik emridir. Yüce Rabbimiz iyiliği emreder, fenalıktan azgınlıktan ve kötülükten men eder. Yüce Rabbimden gelen iç sesime kulak verdim demektir “İnsanların Rabbine sığınırım” demenin derin manası. Apaçık manası ise mübarek Kur’anın hükümlerine gönlümü açtım işittim demektir. Bal arısına ilham edilen ilmin benzeri insanlara ilham edilmiş olsaydı insanların çoğu “aman olmayacak hayaller bunlar” diyerek kendi ilhamını, kendi iç sesini bastıracak böylece şer tarafından istila edilip kötülüğe yönelecektir. Kim bilir kendi iç sesini köreltmiş böylece ilme nankörlük ederek kaybetmiş ne insanlar gelip geçmiştir. Bir yönüyle farklı görüşlere saygı göstermenin ve şura’nın farz olmasının hikmeti budur. İslam toplumu şurasıyla kendi içinden yada başka toplumlardan farklı düşünceleri tartmalıdır. Eğer bir gün her hangi bir İslam toplumu içerisinden yada hatta dışarısından bir genç yada bir alim farklı bir görüş ortaya koyarak meydan okursa o İslam toplumunun alimleri şuralarında toplanarak “o kişiyi yada farklı görüşünü hiç müdahale etmeden sonuna kadar” dinlemelidir. Bu dinlemenin ardından akıl ve Kur’an delillerine dayanarak adaletle hüküm vermelidir. Bunu yapmayan bir toplumun kalbi katılaşmış demektir.

Page 20: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

20

Her farklı görüşün –karanlığı çağırıp ortaya çıkarmadığı- yani zulme ve kana bulaşmadığı yada zulm ve kan ortaya çıkarmaya teşebbüs etmediği sürece özgürce yaşaması gerekmektedir. Çünkü karşıdaki grup sapık bir yol bile olsa, Yüce Allah tarafından Kafirun suresi ile onlara verilmiş bir Hak’tır bu. Basit konularda ayrım yapıp toplumu grup grup etmek ise Yüce Rabbimiz tarafından hoş görülmeyip yasaklanmıştır. Kolektif olmak tek tip olmak demek değildir. Eğer Yüce Rabbimiz tek tipliliği seviyor olsaydı çiçekleri rengarenk yaratmazdı. Çiçeklerin içinde bile insanı bayıltacak derecede kötü kokulu olanlar vardır. Öyleyse basit farklılıklara tahammül etmek gerekmektedir. Ayrım noktası ilgili İslam toplumunun iyiliği emredip kötülükten men etme ve adaleti sağlama ve de kendini savunma hakkıdır. Ancak bu hakkın kötüye kullanılması zulmü ve kalp katılaşmasını doğurur. İşte tüm bunlar dünya hayatının Yüce Rabbimiz tarafından kusurlu ve fani olarak imtihan amaçlı yaratılmasının muhteşemliğini ortaya koyar. Aynı zamanda da ölümün ve hesap gününün var edilmesindeki Adalet hikmetini anlamamızı sağlar. Rahmani olan iç sese kulak vermek her insanın yapabileceği bir iştir ki arıcık bile bunu başarmıştır. O arıcık kadar olamıyorsa bir kimse zaten insanım diye gezmesin. Rahmani iç sesin sağlaması mübarek Kur’an ve Akıl’dır. Yani Rahmani ilham Kur’ana uygundur ve akla da uygundur niyeti ise selamet-barış-güvenlik-hayır ortaya çıkarmaktır. Eğer iç sesin bu niteliklere uygunsa “Hiç durma” en uçuk ve, sana anlamsız yada asla olamaz gibi görünen şey de olsa arıcık gibi çabala, hatta alay etseler bile Nuh gibi ol! Bir de yaptığımız işlerin şerrinden de Allah’a sığınmalıyız. Çünkü her türlü olasılığı bilen Yüce Rabbimizdir “O”.. Bunu mübarek ayetin “ilahin nas” kısmında irdeleyeceğiz ki anlam bütünlüğü açıkça gözüksün. Hatta hannasın ilhamına değindiğimizde mübarek mananın bütünlüğü daha da aşikar ortaya çıkacaktır. İşte bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi birbirinden ayrılamaz, birbiri üzerine kurulan bir bütündür bir mucizedir. İnsanların Hükümdarına sığınırım; Öğüdün açığını –yani mübarek Kur’anın hükümlerini- ve gizlisini –yani derin ilhamı- can kulağımızı verip dinledik ve de derin ilhamın ispatını Kur’an ve akıl mihengine vurarak yaptık. Öyle ise bundan sonraki adımımız kesinlikle Kur’an hükümlerine ve Kur’an ile akla uygun olup iyiliğe götüren derin ilhama ve yani Yüce Melik’e itaat etmek olacaktır. Mübarek Melik isminin kullanılmasının hikmeti itaat eylemine çağrışım yaparak itaati emretmesidir. Melik kral, padişah anlamlarını taşımakta olup Yüce Rabbimizin mübarek sıfatlarından bir sıfattır. İtaat, sadakat ve sığınmak fiillerine vurgu yapar. Padişahlık devrinde bir vatandaş güvende olabilmek için padişahına sadakat ve itaat içerisinde olmalıdır. Padişahına itaat etmez ise nasıl ki cezalandırılır yahut vatansız, korumasız ve adaletten yoksun kalırsa, Yüce Melik’e itaat etmeyen selametten, adaletten ve merhametten uzak kalır. Aslından Yüce Melik’ten başka bir hükümdar da yoktur ve bizler Fatiha suresinde belirtildiği gibi yalnız O’na ibadet eder ve yalnız O’ndan lütuf dileriz. “Sığınırım insanların hükümdarına” ifadesini bir örnekle kolaylaştırmayı amaçlarsak Hazreti İmam Ali efendimizin genel olarak tüm hayatını özel olarak ta sıffin savaşını delil olarak gösteririz. muaviye kuvvetleri mızraklara Kur’an sayfalarını taktıklarında Hazreti İmam Ali efendimiz savaşı durdurup hakemliği kabul etti ve ardından da Küfe’ye döndü. Hazreti İmam’ın bu davranışı için Sünnilerden bir kısım dedi ki; “muaviye uyanık Ali ise siyasetten anlamıyor.” Şiilerin Rafızası ikiye ayrıldı bir kısmı harici oldu dedi ki; “Ali zulümle savaşmayıp geri dönerek büyük günah işledi. Bu yüzden katli vaciptir.” Harici olmayan diğer kısmı dedi ki; “Ali masumdur. İmamların ismet sıfatı vardır asla günah işlemezler. İsmet sıfatı onlara seçilmiş olduklarından dolayı Allah tarafından verilmiştir.”

Page 21: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

21

Halbuki Hazreti İmam Ali efendimiz mübarek Kur’anın hükümlerini çok iyi bilen ve o hükümleri hayatına nakış gibi işlemiş, Hazreti Resulullah efendimizin eğitimiyle-öğretmenliğiyle yetişmiş ve o tertemiz Resulün ardından gelen en büyük Kur’an alimi ve böylece de İslam önderiydi. Hazreti İmam mübarek Kur’an da ki savaş kurallarını ve farklı düşüncelere karşı tutumları en iyi bilen kişiydi. Biz sıffini onun hissettiği gibi hissettik ki Yüce Rabbimizden Kur’an da ki savaş kurallarını inceleyebilmeyi de diledik. O herkesin kendisini kınayacağını biliyordu. Fakat Kur’an da bildiği hakikate ve kendisine gelen derin ilhama kulak vererek itaat etti. Kendisini melek yapan az bir grup dışında herkes Hazreti İmamı hatalı buldu. Tarih ve medeni demokrasi anlayışı ise onun haklı olduğunu ortaya çıkardı. Beş imam ve on iki mürşidin cihat anlayışı hiçbir zaman kılıçla ülkeleri yağmalamak, mallarına ve kadınlarına el koymak olmamıştır. Zaten bu yüzden Ehli Beyt imamlarının ardından gelenler selefi kollarının yayıldıkları kadar coğrafyalara yayılamadılar. Fakat ne zaman devir dönüp belirlenmiş vakit geldi. Kıyım tersine döndü, sahip oldukları toprakları büyük felaketlerle geri verdiler. Sadece Balkanlarda ve Kafkaslarda İslam geri çekilmesi sırasında katliamlar sonucu en az beş milyon insan kıyıma uğradı. Bizler gazayı yağma, talan cihadı da saldırı sananlarla aynı görüşü paylaşmamaktayız. Yüce Rabbin gezegenin de her milletin var olma hakkı vardır ve bu hak mübarek bir haktır. Kısas yada tazminat karşılığı olmaksızın hiçbir millet yerinden edilemez. Toprağına, malına namusuna göz dikilemez. Yüce Allah bizi bir birlerimizi tanıyalım diye farklı dillere, milletlere ayırmıştır. Tebliğ ve İslam’ı temsil hakkı hiçbir kimsenin değil mübarek Kur’anın tekelindedir İnşaallah Kur’an da ki savaş kurallarını ve milletler hukukunu incelemekte ilgili ayetlerde nasip olur. İşte Yüce Melik’e yani onun Kuranındaki apaçık hükümlerine ve kalbe gelen derin ilhama itaat böyle bir şeydir. Biz Hazreti İmamlar gibi O’na itaat edelim varsın sırtımızdan zehirli hançerle vursunlar yada Seyyid üş-Şüheda gibi Kerbela çöllerine düşelim başımızı şehirlerde dolaştırsınlar. Fakat hak bildiğimizden dönmeyelim çünkü tüm bu kainat hayaldir Yüce hükümdar ise tek gerçektir. İnsanların İlahına sığınırım; Önce işittik ardından itaat ederek eyleme geçtik şimdi ise yaptığımız eylemin başarıya / razı olunana / hayra ulaşması için ve hatta ortaya çıkabilecek kötü sonuçlarından korunmak için Allah’a sığınmalıyız. İki cihan güneşi efendimiz dua ederken buyurdu ki; “Allah’ım şimdiye kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.” Diyelim ki Kur’an ve derin ilham (-bir başka deyişle de keramet) üzerinde bulunan bir toplum tamamen haklı gerekçeler ile başka bir toplumla savaşmak zorunda kaldı. Onlar haklı oldukları halde yine de bağışlanmak ve işlerinin hayırla tamamlanması ve Yüce Rablerinin razı olduğu şeylere kavuşabilmek için dinlemenin, itaatle eylemin ardından dua ile Allah’tan rızayı dilediler. Tıpkı Hazreti Resulullah gibi dua ile lütuf ve hoşnutluk dilediler. İşitmenin ve itaatle eylemin ardından dua ile lütuf dilemenin delili mübarek Fetih suresi son ayeti kerimedir. Eylem olarak delili ise kıldığımız namazlardadır. Biz her namazımızın her rekatında “İhdinas sıratel mustakim” Türkçesiyle “Bizi dosdoğru yoluna ulaştır.” deriz. Fatiha’dan başka bir şey okumadan namaz kılınır ama Fatihasız namaz kılınamaz. Her yönüyle haklı olan o İslam toplumu savaş kararı alırsa bu savaşta kendi tarafından ve karşı taraftan insanlar ölecektir. Kin ve öfke ortaya çıkacaktır. Bir işte haklı olunsa bile yaptığımız işlerden doğabilecek kötülükler için Rabbimize sığınmamız gerekmektedir.

Page 22: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

22

Kastımızın iyi anlaşılabilmesi için örneğimizi somutlaştırırsak Kerbela’dan Hasan oğlu Kasımı delil gösteririz. Böylece de İmam Hüseynin “Şayet bana biat etmişseniz hepinize izin veriyorum, hepiniz serbestsiniz, her kim gitmek istiyorsa gitsin” ve de ashabına “Ehli Beytimden kimin elinden tutup götürebilirseniz götürün” buyurmasının hikmetini çok iyi anlayabiliriz. Fakat ashabı bunu reddetmiş henüz çok genç olan Kasım bile ne olursa olsun amcasının yanında kalmayı tercih etmiştir. Hatta Hazreti İmam şehitlik müjdesi verince Hasan oğlu Kasım amcasına “Ey amca yarın bende şehit olacakmıyım” diye sordu. Amcası da derin bir ilim ile “Ölümün senin damağında nasıl bir tadı var?” buyurdu. Hasan oğlu Kasım apaçık dedi ki “Amcacığım böyle bir ölüm bana baldan daha tatlıdır. Benim sorum yarın bu bağışın beni kapsamayacağından korktuğum içindir.” O yiğit Kasım amcasından önce, başı amcasının kucağında şehit oldu. Hazreti İmam Hüseyin onun acısıyla yandı. Onlar hiçbir şekilde ölümden korkan insanlar değillerdi. Onlar daha yola çıkarken Rablerinden kendileri için razı olacağı bir yol önlerine oymasını dilediler. Yüce Rabbimiz onları en güzel mertebeyle yani ölümsüzlük / şehitlik ile ödüllendirdi. Şehitlere ölüler demeyin emri Yüce Rabbimizin emridir. Hayatı ve ölümü dedesiyle aynı şekilde algılayan büyük Kur’an alimi ve önder Hazreti İmam Zeyd Medine’yi terk etmek zorunda kaldığında dedesi Resulullah’ın mezarı başına gelip şöyle buyurdu; “Ey Allah’ın sevdiği kişi, bu senin şehrindeki son anlarım, kabrine ve minberine son gelişim. Ey babacığım istemeyerek çıkarılıyorum. Ey Allah’ın Resulü bu yerlerde esir olarak yaşadım. Allah’ın tam bir iman ve takva şerefiyle desteklemesi için, beni değerli babalarıma ve temiz aileme ulaştıran bir şehadet ile hayatıma son vermesi için Allah’a şefaatini istiyorum.” Medine’den ayrılmadan önce de Allah’a dua ederek O’nun razı olduğu şeyi ve kendisi için hayırlı olanı diledi. Önderlerimizin hayatlarına her baktığımızda duanın önemini daha da iyi anlıyoruz. Haklı olarak çıktığımız yolda ve giriştiğimiz işlerde bile hayra ulaşabilmek için dua etmeli ve rabbimizden iyilik dilemeliyiz. Beş vakit namazımızın anlamı dahi bilerek ve anlayarak vicdanımızdan gelen duadır. Bu değerli duanın evrensel ölçeği ise mübarek Fatiha – Hamd suresidir. İşte bu Kur’an hiçbir kelimesi birbirinden ayrılamaz, birbiri üzerine kurulan bir bütündür bir mucizedir. Sinsice (kötü) fısıltılar verenin kötülüğünden. Sinip saklanan, gizlenip gizlenip ortaya çıkan bir “Hannas” ki hepimizin içindeki sinsi vesveseci işte odur. Hannas şeytanın ta kendisidir ki Yüce Rabbimizden şeytanın dilediği müsaade dolayısı ile kıyamete kadar izinlidir. Bu nedenle Hannas ortadan kaldırılıp içimizde/nefsimizde yok edilemez. (Bkz. Hicr - 45) Onu baskılamaya yada yok etmeye çalışmak boşuna uğraşmaktır ve zaman kaybıdır. Hannas içimizdeki karanlık yön olduğuna göre onun antidotu ışıktır yani bilgidir. Bu aynı zamanda Hannas ile nasıl başa çıkabileceğimizi de açıklar. Hannası baskılamaya çalışıp boşuna kürek çekmek yerine ona şöyle demelisin; “Seni tanıyorum, sen Yüce Rabbimin mübarek Kur’an da bahsettiği Hannassın. Ben senin yaptığın fısıltılara asla itibar etmem. Ben Yüce Rabbime aidim sana değil! Benim delillerim Kur’an dır ve akıldır. Ben sadece onlara tutunurum ve Rabbimin beni doğru yola ileteceğini umarım. Seninse benim için hiçbir değerin yok.” Eğer bu bilinç ile Hannasa yaklaşırsan en kuvvetli ışıkları üzerine tutup onu tespit etmiş / tanımlamış ve paketleyip karantinaya almış gibi olursun. Böylece her dua edişinde pakete mühür vurulur ve her Kur’ana sarıldığında da zincir!

Page 23: MUHAFAZATEYN SURELERİRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, De ki; İnsanların Rabbine, insanların Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. Sinsice (kötü) fısıltılar

23

Cin ve insanlardandır o ki, Evrensel ve yerel olmak üzere iki ayrı mana ihtiva etmekte olup bu manalar şöyledir. BİRİNCİSİ: Hannas insanların ve cinlerin içindedir, onlara içlerinden tesir eder. İKİNCİSİ: Bir insanın Hannası hem başka bir insan hem de hem de göremediği halde düşüncelerine tesir eden bir cin –yani diğer varlıklardan- olabilir. Bunların inancımızdaki delilleri şunlardır; BİRİNCİ; Mademki mübarek Cin suresinde insanlardan erkekler denilmektedir. Öyleyse “Cinlerden İnsanlar” dahi denilebilir. Böylece Nas cine de denilir o yüzden mübarek Cin suresinde “cinlerden rical / topluluk” denilmiştir. Rahmetli elmalılı hocanın kitabında belirttiği üzere bazı İslam alimleri bu görüştedirler. İKİNCİ: İkinci düşüncemize delil mübarek Enam suresi Yüz On İkinci ayet kerimedir. Dahası da Ebu Zer (ra)’dan rivayet edilen “Sen insan şeytanından Allah’a sığındın mı?” sözüdür. Vesvese veren vesveseci şeytan iki türlüdür; Biri fizik ötesi saha da gizli takımdan yani cinler soyundan, diğeri de normal düzeyde açık ilgi kurulan, bilinen insanlar soyundandır. -- Hak dili Kur’an dili – Elmalılı Hamdi Yazır.

İnsanların gönüllerine (kötülük) fısıldar. Öyle bir Hannas’tır ki namaz kılarken aklına türlü kötü düşünce getirir veya sana hesap yaptırır. Hayatında uygun koşulları bulunca hemen ortaya çıkar “Bak zaten o sana düşman arkandan kuyunu kazıyor.” diyerek kardeşi kardeşe kırdırır. İnsanlar hakkında en olmadık kötü düşünceleri fısıldar. Öfke, şehvet iğrençlik, evhamlar, ümitsizlik, korkular hepsi Hannasın eseridir. Fakat Hannasın hiçbir kıymeti ve gücü yoktur. Onu besleyen şey cahilliktir. Bir kişi ona aldanırsa ancak kendine yazık etmiş böylece de hiçbir değeri, yaratıcılığı, hidayeti ve şefaati olmayan “üfürükten bir şeye” bağlanmış olur. Şu benzerliğe bakar mısın? Hannasa aldanmak sanki helvadan puta ibadet etmek gibi.. Daha önce dediğimiz gibi Hannası ortadan kaldıramazsın ve Hannas istisnasız her insanın –ve hatta cinin- içerisindedir. Hannası bilgi ışığıyla karantina altına alıp onu durdurmanın tek yol olduğuna ve onun tüm insanların içerisinde bulunduğuna dair delilimiz Mübarek Nur suresi Yirmi Birinci ayeti kerimedir; Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Onunla bir daha ki karşılaşmamızı nasip olursa ilgili ayetlere bırakalım İnşaallah. (Rabbim hidayet ettiğin kalbi azdırma. Bizleri bağışla. Üzerimizde senin bağışlaman olmazsa bizi başka kim bağışlar. Sen bize yardım etmezsen eğer bize kim yardım eder. Senden başka yardım istenecek kudret yok ki. Rabbim senin kudretini düşündüğümde tüm kainat gözüme sabun köpüğünden çıkan baloncuk gibi gözüküyor. Sen ki Yüce Kayyum sıfatınla tecelli etmesen şu kainat sanki “pık” sesi çıkarıp sönecekmiş gibi. Rabbim biliyorum ki kainatları tuttuğun gibi kalplerimizi de tutmaktasın. Öyleyse kalplerimizi kötülüğe çevirme gözümde baloncuğa benzeyen bu kainatta Yüce Dostu kaybetmekten daha acı ne olabilir. Kalplerimizi dosdoğru yolunda tut ve bizleri yolundan ayırma..)