29
NINELERIMIZIN KOMŞULARI TÜRK-ERMENI ILIŞKILERININ BARIŞÇI YÖNLERI PROJE EKIBI ZEKERIYA BAŞKAL, NIYAZI ÖZDEMIR, MEHMET MERCAN, MEHMET BEŞIRLI, HANIFI VURAL, SÜLEYMAN DEMIRCI, TURAN KARATAŞ, SEDAT LAÇINER

NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

NINELERIMIZIN KOMŞULARI

TÜRK-ERMENI ILIŞKILERININ BARIŞÇI YÖNLERI

PROJE EKIBI

ZEKERIYA BAŞKAL, NIYAZI ÖZDEMIR,

MEHMET MERCAN, MEHMET BEŞIRLI,

HANIFI VURAL,SÜLEYMAN DEMIRCI,

TURAN KARATAŞ, SEDAT LAÇINER

Page 2: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

IÇINDEKILER

Takdim .................................................................................................................. 7

Önsöz: Türk-Ermeni İlişkilerinin Barışçı Yönleri ya da Birlikte Yaşamanın Ezgisi ....................................................................13

Birinci Bölüm: Sözlü Kaynaklar .................................................................................................19

Ikinci Bölüm: Sivas’ta 19. Yüzyıl’ın İlk Yarısında Türk-Ermeni İlişkileri: Hoşgörü ve Birlikte Yaşam .......................................................................... 155

Üçüncü Bölüm:Hikâyeler ........................................................................................................... 277

Page 3: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

96 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

ISHAK BIÇAKÇIŞimdi geriye maziye döndüğümüz zaman dünyanın kuruluşundan beri, zaten acılar ve sevinçler iç içe. Bunu bir anda birbirinden ayı-ramıyorsun. Yaşam dediğimiz olay iki kanat-lı bir kuş gibi. Kanadın biri acı, biri de sevinç veyahut mutluluk. Bunlar olmasa zaten uçma

da söz konusu olmaz, yaşam da söz konusu olmaz. Önemli olan se-vinçleri acıları kaynaştırabilmektir. Yani bir dostunun sana uzanan elini asla unutmayacaksın. Bu konuda güzel bir mesel var hatırlarsan. İki arkadaş yolculuğa çıkmış. Ve yolda birbiriyle kavga etmişler. Bu arkadaş ona bir tokat atmış. Bugün en iyi arkadaşım bana bir tokat attı demiş ve bunu bir kum üzerine yazmış. Ve daha sonra yine yolcu-luk devam ediyor. O süreç içerisinde; ama öyle bir yere geliyorlar ki karşıdan karşıya geçerken tehlikeli bir yerde ayağı kayıyor, uçuruma doğru düşecek, öbür arkadaşı onu kurtarıyor. O tokat atan onu kur-tarıyor. Ve bugün en iyi arkadaşım benim hayatımı kurtardı. Onu da kayaya oymuş. Demiş ki “ben sana bir tokat attım onu kum üzerine yazdın, ama senin hayatını kurtardım bunu kayanın içine oydun. Ne-

den böyle?” deyince demiş ki “barış rüzgarları geldiği zaman senin bana yapmış olduğun o kö-tülükleri kumun üzerindeki gibi alıp götürsün o dalgalar. Ama senin bana yaptığın iyilikleri ise yaşamın tüm fırtınalarına rağmen tüm dalgala-rına rağmen kayayı dövse de fırtına onu vursa da o ordan silinmesin.”

Muhakkak ki biz de maziye döndüğümüz zaman acı olaylar var ama birbirimizi kucaklayacağımız, sevinç duyacağımız, paylaşacağı-mız ve yüreğimizi coşturan çok tatlı olaylar da var.

Ben 1951 Kayseri doğumluyum. O kilise mahallesinde doğdum. Ve Erciyes İlkokulu’ndan mezun oldum. Bir sene Nazmi Toker’e git-

İshak Bıçakçı Bey aslen Kayserili. Hâlen İstanbulda yaşıyor, patrikhaneye bağlı görev yapıyor. Psikolog. Ya-şadığı şehir, Türk komşuları ve hatıralarıyla ilgili çok du-yarlı bir tavrı var.

“Muhakkak ki biz de mazi-ye döndüğümüz zaman acı olaylar var ama birbirimizi kucaklayacağımız sevinç duyacağımız paylaşacağı-mız ve yüreğimizi coşturan çok tatlı olaylar da var.“

Page 4: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

SÖZLÜ KAYNAKLAR ● 97

tim, lise ve üniversite yıllarını burada bitirdim. Şu anda Ermeni pat-rikhanesine bağlı binadayım. Ben de psikologum. Psikoloji felsefe, psikiyatri, pedagoji sertifikalarımız da var burada okuduk. Ama ma-ziye döndüğüm zaman hatırladığım çok güzel olaylar var. Ve ben yıl-lar sonra Kayseri’yi ziyaret ettiğim zaman sokaklarda dolaşıyorum, yanımda da Giresunlu bir arkadaşım var. tâbiî ben ağlıyorum o niçin ağladığımın farkında değil. Ve şaşkınlık içerisinde niçin ağlıyorsun? Benim ağladığım, ordaki güzelliklereydi. Ordaki dostluklaraydı. Biz bayramlardan hangisi Ramazandır, hangisi Doğuş bayramıdır, han-gisi Paskalyadır bilmezdik ki. Böyle bir ayrım söz konusu değildi. Kış yaklaştığı zaman imece usûlü ….. kesilirdi. Ve bütün komşular ordaydı. Birbirinin evindeydi. Biri hastalandı-ğı zaman herkes koşardı. Ben o yüzden ordaki akrabalarım kim, yakın akrabalarım kim onla-rı bilemiyordum. Daha sonradan büyük şehre gelince yakın akrabalarımla uzak akrabalarımı birbirinden ayırdım. Ordaki Memet Amcayı gerçekten amcam bilirdim. Ahmet dayıyı ger-çekten annemin erkek kardeşi olarak bilirdim. Böyleydi bu, ama dediğim gibi acı kanadından baktığımız zaman bazen siyaset dediğimiz şey iyi amaçlarla da kullanabilirsin. Karşındaki insanı kötü de gösterebilirsin. Bu tamamen kişinin bakış açısına bakıyor. Bu gün size bak-mamız gereken şey ben size baktığım zaman eğer sizi Müslüman ve Türk olarak görürsem, benden ayırmış olurum. Ama insan olarak size bakarsam ki öylesiniz. Benim insan kardeşimsiniz. O zaman hiçbir ayrılık yok. Senin inancın da, etnik kökenin de benim değerlerimdir. Bana aittir onlar. Size ait değil ben öyle görürüm. Sizin inancınıza sizin etnik kökeninize, ben saygı göstermek zorundayım.

Şüphesiz biz bir olayı değerlendirirken olay değildir sonuca etki eden. O olayı algıladıktan sonra bizim iç dünyamızdaki değerlen-dirmedeki sonucu etki ediyor. Olay ne olursa olsun kötü olaylar da

“Muhakkak ki insanoğlu en samimi arkadaşıyla da kavga ediyor. Biraz önce söylediğim gibi onu kumun üzerine yazmak lazım. Ve ben iç dünyam nasılsa de-ğerlendirmem de ona gö-redir. Gökten yağmur her toprağa aynı şekilde düşü-yor. Toprak onu emiyor ama kaynak olarak kimi acı su olarak çıkıyor kimi tatlı ola-rak çıkıyor.”

Page 5: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

98 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

olabilir. Muhakkak ki insanoğlu en samimî arkadaşıyla da kavga ediyor. Biraz önce söylediğim gibi onu kumun üzerine yaz-mak lazım. Ve ben iç dünyam nasılsa değer-lendirmem de ona göredir. Gökten yağmur her toprağa aynı şekilde düşüyor. Toprak onu emiyor ama kaynak olarak kimi acı su olarak çıkıyor, kimi tatlı olarak çıkıyor. Yağ-mur suyunun yapısındaki kimyasallar aynı. Ama toprağın özelliğine göre nesillere bu duyguları aşılamamışız. Benim çok anlattı-ğım bir şey var vaazlarımda olsun. Önemli bir şey bence bunu yapmak lazım.

Adamın birini alıp gökyüzüne cennete götürmüşler, bakmış her taraf pırıl pırıl. Ve orda ışıl ışıl evler. Ve bir kapıdan içeri giriyor. Bir tezgahın arkasında da melekler kristal altın küçük kavanozların içerisinde bir şeyler satıyor. “Meleğe ne satıyorsunuz burada?” diyor. Melek ona cevap veriyor: “Biz burada anlayış, hoşgörü, sevgi, merha-met, ne kadar güzel duygular varsa -onları sıralıyor- onları satıyoruz.” İnsan diyor ki; “Bunlardan dünyada azaldı acaba ben bun-lardan alıp dünyaya götürebilir miyim?” Melek diyor ki; “Tonlarca götürebilirsin.” “Peki” diyor. “O zaman beş yüz ton anlayış ver, bin ton merhamet ver. İki yüz ton hoş-görü ver.” Ne eksikse onları sıralıyor. Melek diyor ki; “bekle” Melek giderken diyor ki adama; “Ben heyecanlandım siparişleri ver-

dim ama nasıl götüreceğim?” diyor bu kadar, tonlarca şeyi. Ve bunları düşünürken melek geliyor. Eskiden babalarımızın para kesesi vardı,

“Adamın birini alıp gökyüzüne cennete götürmüşler, bakmış her taraf pırıl pırıl. Ve orda ışıl ışıl ev-ler. Ve bir kapıdan içeri giriyor. Bir tezgahın arkasında da melekler kristal altın küçük kavanozların içerisinde bir şeyler satıyor. “Me-leğe ne satıyorsunuz burada?” di-yor. Melek ona cevap veriyor: “Biz burada anlayış, hoşgörü, sevgi, merhamet, ne kadar güzel duy-gular varsa -onları sıralıyor- onları satıyoruz.” İnsan diyor ki; “Bunlar-dan dünyada azaldı acaba ben bunlardan alıp dünyaya götüre-bilir miyim?” Melek diyor ki; “Ton-larca götürebilirsin.” “Peki” diyor. “O zaman beş yüz ton anlayış ver, bin ton merhamet ver. İki yüz ton hoşgörü ver.” Ne eksikse onları sı-ralıyor. Melek diyor ki; “bekle” Me-lek giderken diyor ki adama; “Ben heyecanlandım siparişleri verdim ama nasıl götüreceğim?” diyor bu kadar, tonlarca şeyi. Ve bunlar dü-şünürken melek geliyor. Eskiden babalarımızın para kesesi vardı, öyle bir şey buyur siparişlerin diyor. “Bu ne?” diyor. “Siparişlerin” diyor. “İyi ama diyor ben tonlarca mer-hamet tonlarca anlayış tonlarca sevgi sipariş verdim. Sense bana ufacık bir para kesesi kadar şeyle getirip önüme koyuyorsun” diyor. Melek gülüyor diyor ki; “Biz senin o istediklerinin o tohumlarını bura-da satıyoruz. Onları alır yüreğine ekersen orda tonlarca olur.”

Page 6: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

SÖZLÜ KAYNAKLAR ● 99

öyle bir şey buyur siparişlerin diyor. “Bu ne?” diyor. “Siparişlerin” di-yor. “İyi ama diyor ben tonlarca merhamet, tonlarca anlayış, tonlar-ca sevgi sipariş verdim. Sense bana ufacık bir para kesesi kadar şeyle getirip önüme koyuyorsun” diyor. Melek gülüyor diyor ki; “Biz senin o istediklerinin o tohumlarını burada satıyoruz. Onları alır yüreğine ekersen orda tonlarca olur.” Biz bugün bu değerleri yüreklere ekmiyo-ruz. Eksik olan dünyada bu. İnsanlar savaşı daha çok seviyor. Başlan-gıçtan beri iyinin ve kötünün savaşı var. Doğrudur o kötülüğü bilme ağacından yediği andan itibaren insanoğlunun yaşamına kötülük acı girmiştir. Ama insanda irade denen bir şey var. Bunu devreye soktu-ğunuz zaman onu orda boğarsınız. Ama zaman zaman bundan medet uman insanlar çıkıyor dünyada. Sadece ülkeme mahsus değil bu.

Muhakkak ki çocukluğumda hatırlıyorum. O komşuluk ilişkilerin-de olsun, ablamın meselâ evlik döneminde üç kişi birden istedi. Ve öyle bir şey oldu ki isteyen iki kişi akraba akrabalar ikiye bölündü. Bir kişiyi tanımıyoruz, o biraz daha uzaktan. Ama onlar da bastırıyor ama babam bunaldı. Akrabalar arasında kavga çıkamaya başladı. İkiye bölündü. Birisi diyor ki vermezsen bağları koparırım. Amcam tarafı verme diyor ki, bu tarafa vermezsen ben de bağları koparırım. Ve bu süreç içerisinde babam çareyi İstanbul’a kaçmakta buldu. Ve biz hazır-lık yaptık. Geleceğiz babam da o zaman bir zahire tüccarının yanında çalışıyor. Ama o kadar güvenmiş ki babama her şeyini bırakıyor.

Adam Müslüman. Dükkân ondan soruluyor. Meselâ biri geldi de-ğil mi? Kaç fiyat verdiyse odur. Iskontosunu da o yapardı sormazdı hiç. Ve bunu duyunca onun da haberi yoktu. O zaman taksi araba falan yok. Yazın Talas’ta oturuyoruz biz, baktım kapının önünde bir fayton var. İndiler karısıyla beraber. “Dursun Bey sen gidemezsin beni bırakıp terk edemezsin” dedi. Ve o gece babam kararını değiş-tirdi. Bakın tüm akrabalarının, kendi kardeşinin, annemin kardeşle-rinin, tüm akrabalarının sözleri bir tarafa, toplayın onu, elli, altmış, yüz kişinin sözlerini, bir patronunun bir sözü ve onun hanımının bir sözü üzerine biz İstanbul’a tekrar göç etmekten vazgeçtik. Babam

Page 7: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

100 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

tekrar işine devam etti. Bu tarz dostluklar vardı. Saygıya dayanan, güvene dayanan bir ilişki. O dükkanın tamamen yönetimini babama bırakmıştı. Ve o da ona saygıyla, sadakatle ona hizmet etti. Yine an-nem hastalandığı zaman, bir kaşıntı o zaman bu geçmiyor. Koca karı ilaçları. Birisi demiş ki “Eşeğin derisini yüzerseniz getirip sararsanız geçer.” Komşularımızdan biri sabah erkenden çıkıyor. Yazı dediğimiz boşluğa Erciyes’in eteklerine. Gidiyor ölmüş bir eşek buluyor onun derisini yüzüyor. Getiriyor anneme ve onu sarıyor ki iyi olsun diye. Bu olabilecek şey mi yani? Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok

o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması. Onun derisini yüzmesi, getirmesi buradaki ilişkiye baktığınız zaman bu dostlukları acaba bugün görmek mümkün mü?

Bugün bütün ilişkilerde bir yüzeysellik var. Bir ilişki derin değilse ölüme mahkumdur. Kökü yoktur onun. Ve bu yüzden insanların ayırmı-yorum bakın dikkat ederseniz insan kelimesini kullanıyorum. İlişkilerimizde yüreğe dayalı dost-luklar kurmalıyız. Dilimize dayalı dostluklar de-ğil. Dilin kökü yok, ama yüreğin ruhla çok bağ-

lantısı var. Yüreğe ne ekerseniz bunu kaybettik. O da ürün verecektir, ben bunu sanıyorum ki biz bunu kaybettik. Bana bakan bir kişi ben bir konuşmamda söylemiştim. Bana baktığınız zaman Hıristiyan bir adam görürsünüz. Ama yüreğimi göremezsiniz. Biz birbirimizin yüreğine bakmaya başladığımız zaman ilişkiler tekrar o sıcaklığını kazanacaktır.

Teşekkür ediyorum. Benim adım İshak soyadım Bıçakçı. Entere-san bir şey daha söyleyim. Kayserililer bilir belki. Kayseri’de Cemil Bey vardı. Tanır mısınız? Talaslı Cemil.

Cemil Baba türbesinden de bilirsiniz. Cemil Baba’nın birçok olayla-rına şahit olmuşumdur. Adımı benim Cemil Baba koymuştur. Annem hamileyken diyor doğduğun zaman bir oğlun olacak diyor, yüzünde bir

“Dilin kökü yok, ama yüreğin ruhla çok bağlantısı var. Yü-reğe ne ekerseniz bunu kay-bettik. O da ürün verecektir ben bunu sanıyorum ki biz bunu kaybettik. Bana bakan bir kişi ben bir konuşmamda söylemiştim. Bana baktığınız zaman Hıristiyan bir adam görürsünüz. Ama yüreğimi göremezsiniz. Biz birbirimi-zin yüreğine bakmaya başla-dığımız zaman ilişkiler tekrar o sıcaklığını kazanacaktır.“

Page 8: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

SÖZLÜ KAYNAKLAR ● 101

beni olacak. “İsmini İshak koy” diyor. Yüzümdeki bendi. Ameliyatla bu hâle geldi. Onun için benim adım İshak’tır. Cemil Baba koymuştur.

Cemil Baba birden gelir size bir şey söyler. O olay muhakkak -söy-lediği şey- kesinleşirdi. Meselâ kuzenim oluyor, boncuk vardı yanın-da. Boya sandığı var, boyar ayakkabınızı. Ama para verirseniz alır, vermezseniz almaz. “Neden para verdiniz” demez; ama bir şey söyler size o gerçekleşir. … Bey benim kuzenim olur. Onun anneannesi be-nim annemin kız kardeşidir. Ona dedi ki meselâ Kudüs’e gideceksin. O da diyor ki yok, ne, ben nasıl gideceğim? Nitekim Kudüs’e gitti. Öğrenmiş olabilir yani, ortada böyle bir konuşma söz konusu. Orada bir yer tarif etti. Dedi ki İsa’nın çarmıha gerildiği yerin bu tarafında merdivenler var ordan inerken küçük çakıl taşları var. Ben de dinliyo-rum bu olayı. Onlardan gelirken bana birkaç parça getir dedi. Annem sordu dedi ki sen orayı gördün mü? Ama çok değişik bir yok diyordu. Yook dedi. Sanki zaman boyut onun için söz konusu değilmiş gibi. Yani oraya gitmedim ama şu an görüyorum orayı der gibi. Ve teyzem gitti geldi. Dedi ki bir daha gideceksin dedi. Düşünün ki elli yedili elli sekizli yıllarda. Sonra ne olacak dedi bizim hayvanlarımız var, koca-mın yemeği falan, gideceksin, gideceksin. Böyle konuşurdu. Ama bu sefer hemen gelmeyeceksin. Orda yerleşeceksin uzunca bir süre ya-şayacaksın. Teyzem dedi ki nasıl olur, yani ben tek başıma köylü bir kadın. Gideceğim orada tanıdığım yok, orda ev tutup yerleşeceğim! Nitekim teyzem ikinci kez tekrar gitti. Orda dokuz ay kadar ev tuttu ve yaşadı. Bu birkaç şahit olduğum olaydan….

KADIR ÜREDIBabamın ustasının çocukları biri terziydi. Ba-bamı gördükleri vakit ayağa kalkarlar böyle el verirlerdi. Mezarımıza birlikte giderlerdi. Mev-litlerde olsun bayramlarda olsun ilişkilerimiz fevkalâdeydi.

Kadir Üredi Bey Sivas’ta yaşayan bir beyefendi, bir kültür adamı. Konuşması, vurguları, üslubu son derece zengin ve işlenmiş bir kültü-rün izlerini taşıyor. Demiryol-larından emekli, yerel gazete ve dergilerde yazıları çıkıyor.

Page 9: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

266 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

3- BIRINCI DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA DIYARBAKIR’DA YAPILAN TAHRIBAT VE ADÂLETSIZLIK HAKKINDA IŞITTIĞIMIZ OLAYLARDAN BAZILARIOsmanlı Hükümeti’nin talihsiz bir kararıyla muharebeye girdik. Asker sayısını artırabilmek için on altı yaşından elli yaşına kadar olan erkek nüfusun, hatta bir evde bulunan tek yetim evladın aske-re alınması ile o hanenin kapısının kapanıp, kapanmayacağına ba-kılmaksızın hepsinin asker edildiği bilinen şeylerdir. Hazırlıksız bir şekilde bu kadar insanı vatanından ayırarak, dağ başına göndermek için gerekli mali güç ve askerî mühimmat dikkate alınmadı. Devletin imkânlarının buna yetmeyeceği meydandaydı.47

Anlatılması güç olan bu durum, yolsuzluk ve karışıklığa sebep oldu. Asker diye gönderilenlerin bir kısmı, açlık ve perişanlık karşısında cep-hane ve silâhlarıyla birlikte kaçarak, eşkıya çeteleri teşkil ettikleri gibi, kaçmayıp görevi başında kalan aç, çıplak hamiyetli çaresizler de has-talıklara ve bilhassa lekeli hummalara tutuldu. Bundan daha vahimi, bulaşıcı hastalıklar ahali arasında da yayıldı. Bulaşıcı hastalıkların nasıl ortaya çıktığı ve yayıldığı herkesçe bilinen bir hadisedir.

Bilhassa zavallı Diyarbakır şehri ordu merkezi olduğundan dolayı o renk renk çinilerle süslü camilerin hemen hepsine asker yerleştirildi. Bu ikametgah olarak kullanılan yerlerdeki kıymetli çiniler yerlerinden koparıldı ve kaybolup gittiler. Nitekim, Peygamber Camii’nin mihra-bının etrafı bile eski çinilerle süslüydü. Bunlar da yerlerinden düşürül-müş olup, ne oldukları bilinmemektedir. Ayrıca asker kuru yerde yat-maz diyerek, o nefis ve kıymetli İran halıları camilerde serili bırakıldı. Sonra da bu halılardan eser görülmedi. Sanki her biri sır olup gitti.

Diyarbakır hamamları genellikle sabahtan öğleye kadar erkeklere ve öğleden sonra da kadınlara mahsustur. Bunlardan yalnız İskender 47 Kanuni Sultan Süleyman Han’ın sadrazamlarından Lütfi paşa, Asafname isimli risalesinde sulh ve sükun zamanı için şöyle diyor: “Asker az gerek, öz ge-rek; bütün defteri mazbut ve kendileri mevcut gerek, esamili ve ulufeli on beş bin askere sal-be-sal mevacib yetiştirmesi pehlivanlıktır.” Asafname çok kıymet-li bir risale olduğundan dolayı, Meşrutiyet’in ilk senesi olan H.1326 (M.1908) senesinde Diyarbakır matbaa aracılığıyla bastırmıştım.

Page 10: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HOŞGÖRÜ VE BIRLIKTE YAŞAM ● 267

Paşa Cami-i şerifi vakfından olan “Çarşı Hamamı” çarşının ortasın-da olup, her gün akşama kadar erkeklere mahsus olarak açık bulu-nur. Bu hamam müstesna güzellikte, sağlam ve baştan aşağı kargir bir hamamdır. Vakfın sahibi İskender Paşa tecrübeli bir mühendis ol-duğundan bu hamamın planını bizzat kendileri yapmıştı. Adı geçen paşa H.948 (M.1541-42) senesinde Macaristan’ın merkezi Budin’in fethinde bulunarak, ismini tarihe yazdırmıştı. Hayatı hakkında daha geniş olarak “Tezkire i Şu’ara-i Amid” ve daha mufassalı basılmamış durumdaki “Mir’atü’l-Feva’id” adlı eserlerimde bilgi mevcuttur. Adı geçenin eşi bulunmaz bir kişi olduğu zikrolunan tercüme-i hâllerden anlaşılır. Böyle değerli bir ata yadigarı olan bu kargir ve büyük ha-mam, çarşı ortasında ne diye duruyor denilerek, bir gece gerekli alet ve askerler vasıtası ile ortadan kaldırılmıştır.48

Köprülü-zade Abdullah Paşa H.1131 (M.1718-19) senesinde Diyarbakır valisi iken, eski şeyhülislamlardan Feyzullah Efendi’nin kızı ve aynı zamanda vali Abdullah Paşa’nın hatunu Zübeyde Hanım Diyarbakır’da vefat etmişti. Merhumenin mezarı karşısında Abdullah Paşa’nın yaptırtmış olduğu üç kubbeli ve kurşunlu “Dar-ı Kura”da iki-yüz seneden beri binlerce hafız yetişmekteydi. Bu bina şehir ortasın-da olmadığı hâlde, böyle orta yerde ne duruyor diyerek, onu da yıkıp ortadan kaldırmışlardır. Bunlardan başka, kurşunsuz ve üzerleri ahşap yüzlerce mabet ve mescid-i şerifenin de damlarını, pencerelerini yı-kıp, tahtalarını alarak, buraları da viraneye çevirdiler. Büyük Cami’nin önünde, bir tarafı Tahta Kale’ye, bir tarafı Kitapçılar Çarşısı’na ve bir tarafı Sultan Sa’sa’a Cami-i şerifine ve bir tarafı da Sipahiler Çarşısı ci-varına kadar uzanan dükkanların hemen çoğu, cami-i şerifenin eski vakıfları olduğu hâlde, mütevellilerini ve sahiplerini hoşnut etmek ge-rekirken, bu binalar böyle orta yerde ne duruyor diyerek, hepsini yıkıp, büyük ve de harabe hâlinde bir meydan şekline sokmuşlardır.48 Bu hamam hakkında Evliya Çelebi Üç yüz sene önce yazdığı Seyahatname’sinde şu bilgileri vermektedir:“Kale Çarşısı içerisinde İskender Paşa Hamamı”.Mimari ilminde mütehassıs bir mühendis olan yetkili ve bilgili vezir ki, kendi yetki-siyle masraflarını üzerine alıp, çok güzel ve sanatkarane hamamı yaptırmıştır. Aynı zamanda yaptırdığı bu eser, Diyarbakır şehrinin yüz akı olmuş güzel bir yapıdır.

Page 11: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

268 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Diyarbakır şehrinde bulunan eski eserlerden birisi de “Mu’allak Cami-i Şerifi”dir. Bu eserin minaresi hicretten evvel yapılmış bir abi-de idi. İslamiyet’in yörede hakim olmasından sonra yanına cami-i şerif inşa olunarak, o abide minare kabul edilmişti. Bu minarenin dünyada bir eşi daha olmadığını anlamak için Diyarbakır salname-leri ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bu konuda verilen şu bilgi-leri okumak yeterlidir. Hicri 1288 (M.1871) senesinde üçüncü defa olarak çıkan Diyarbakır Salnamesi’nin 169. sayfasındaki paragraf: “Diyarbakır’da bulunan Muallak Cami-i Şerifi’nin minaresi islamdan önce inşa olunmuş sağlam ve yüksek bir eser olup, bu şehrin Müslü-manlarca fethinden sonra bitişiğine adı geçen cami-i şerif inşa oluna-rak, daha önce orada bulunan eser de caminin minaresi olarak kabul edilmiştir”. Günümüzden yaklaşık üç yüz sene kadar önce yazılan Evliya Çelebi Seyahatnamesi dördüncü cildinin 23. sayfasındaki Muallak Camii hakkında verilen bilgi:

Muallak Camii“Onu yapan kişiyi bilmiyorum. Timurlenk yarısını yıktırmıştır. Mu’allak Camii ismiyle tanınmasının sebebi ise şudur: Caminin dört köşeli büyük bir minaresi var. Bina mimarı Diyarbakır’ın en büyük minaresini beş direk üzerine inşa edip, minarenin dört köşe teme-lini dört sütun üzerine öyle mahirane bir şekilde inşa etmiş ki, akıl hayran kalır. Beşinci direği ise, minarenin temelinin ortasına inip, minarenin bütün ağırlığı bu direk üzerine gelecek şekilde diğer di-rekleri yerleştirmiştir. İşte yapılmış olan bu binaya “Mu’allak Camii” demişler. Bu minarenin beş direği bir demirci dükkanı içinde olduğu için ilk bakışta kimse göremez. Bu direk olsa olsa özel bir dikkat ve ihtimam ile görülebilir. Mimarimizde örnek alınabilecek tarzda inşa olunmuş güzel bir minaredir.49

49 Minarenin altındaki dükkanı Evliya Çelebi demirci dükkanı olarak gösteri-yor. Fakat benim yetişebildiğim son elli beş seneden beri burası bir eskici dük-kanıydı. Yıkıldığı zamana kadar da eskici dükkanı olarak kaldığını biliyorum. Dükkanda oturan eskici çıkartılarak, dünyada bir başka benzeri bulunmayan o minare ve cami yıktırılıp, ortadan kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Diyarbakır’da ge-celeri yapılan sohbet toplantıları esnasında dünyada eşi bulunmayan sanat eser-

Page 12: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HOŞGÖRÜ VE BIRLIKTE YAŞAM ● 269

Büyük savaş sırasında Enver Paşa iki defa Diyarbakır’a gelmiş, ilk gelişinde bir gece, ikincisinde de iki gece kalmıştır. Paşa bir gün Ulu Camii gezmiş, cami-i şerif havlusunun sağ üst tarafında Sarı Abdur-rahman Paşa Kütüphanesi’nin dış tarafında bulunan küçük bir oda dikkatini çekmiştir. Bu odanın penceresi yaklaşık sekiz-on metre yükseklikte ve caminin havlusuna bakmaktadır. Söylendiğine göre, paşa bu gezinti sırasında oda için, cami görüntüsünü bozduğu gerek-çesiyle; “bu oda burada ne duruyor, yıkınız” dediği için, oda derhal yıkılıp, ortadan kaldırılmıştır50.

Sultan IV. Murat Han, H.1048 (M.1638) senesinde Bağdat seferi-ne giderken on gün ve Bağdat dönüşü de yetmiş bir gün Diyarbakır’da kalmışlardır. Adı geçen sultan hazretlerinin kalmaları için zengin bir hıristiyanın evi hazırlatılmıştı. Sultan hazretleri için kurulan taht, İstanbul’a teşrifle sonra hatıra olarak evin odasında bırakılmıştı. Aradan üç yüz sene gibi uzun bir zaman geçtiği hâlde, uğur sayılan bu oda haftada bir gün açılır, silinip süpürülüp tekrar kapatılırdı. Şayet müracaat eden itibarlı ziyaretçiler olursa oda açılıp, ziyaret ettirilirdi.51 Ben bu kuşaktan Ermoş Efendi’ye yetiştim. Hitabet gücü fazla olan bir kişiydi. Oğlu Agob Lütfi Efendi ise, emsali az bulunur leriyle ilgili sorular sorulurdu. “Altı dükkan, üstü yüksek bir minare neresidir?” sorusuna “Mu’allak Minaresi” cevabı verilirdi. Böylece Moğollar zamanında bile muhafaza edilen bin beş yüz senelik bu ata yadigarı da ortadan kaldırıldı.50 Bazı ilim adamları kütüphanede kalıp, bu küçük odaya çekilir, mütalaa ile meşgul olurlardı. Rahmetli büyük amcam Mehmed Şaban K Efendi bundan bir asır önce on beş sene kadar bu kütüphanede kalmıştı. H.1251 (M.1835) senesinde bu küçük odadayken, o zaman ıslahat idaresinde görevli eski sadra-zamlardan rahmetli Mehmet Reşit Paşa ziyaretine gelmiş ve rahmetli annem Zübeyde Hanım o sıralarda henüz yedi yaşında küçük bir çocuk olduğu için amcasının yanında oturuyormuş. Reşit Paşa, rahmetliden hoşlanarak, parma-ğındaki gayet kıymetli bir elmas yüzüğü bu çocuğa hediye etmişti. İşte yıktırılan oda bu küçük odadır.51 Diyarbakır şehrinin o zaman sanayicileri çok meşhurdu. Bunlardan Kuyumcu Ahmed Ustanın tercüme-i hali Meşrütiyetin başlarında çıkardığım “Amid mec-muasının ikinci nüshasında mevcuttur. Göz nurum SüIeyman Nazif Beyefendi Trabzon valisi iken, bu tercüme-i hali görmüş ve İstanbul’a gelince, iltifat olmak üzere, bugün Avrupa’da bile bir kuyumcu ustasının tercüme-i hali ancak bu ka-dar yazılabilir demişti. Daha birçok usta ve nadir sanatkarları neşredecektim. Fakat mecmuanın kapanması buna engel olmuştu.

Page 13: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

270 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

yazar ve şairdi. Islah Heyeti katipliğinde birlikte görev yaptık. Islahat Baş komiseri Abidin Paşa Ermoş Efendi’yi gözeterek, yedi yüz ku-ruş maaşla Mahkeme-i İstinaf Üyeliği’ne tayin ettirmişti. Agob Lütfi Efendi benden yaşça büyük, diğer oğlu Rızkullah Efendi ise küçüktü. Agob Lütfi Efendi vefat etmiş, Rızkullah Efendi şimdi hayatta olup, o evde oturmaktaydı. Tehcir sırasında zavallı Rızkullah Efendi bile dışarıya gönderilerek orada ölmüş, evi de ehil olmayan kimselerin eline geçtiği için, Sultan Murad Han hatırası o güzelim taht da, oda da velhasıl ev eşyalarının hepsi kaybolmuş, ev de harap olmuştur.

Diyarbakır’ın çevresi oldukça geniş bağ ve bahçelerle çevrili olup, buralarda meyveli-meyvesiz çok çeşitli ağaçlar bulunurdu. Ahalinin büyük bir kısmının gelirini bunlar meydana getirirdi. Şimdi bunların hepsi sökülerek, kupkuru meydanlıklar hâline getirilmiştir. Öyle ki, ahaliye kereste lazım olursa, bu işle meşgul olanlara anlatır, istedikleri parayı verir ve kerestesi gece gizlice evine getirilirmiş. Erzurum, Van ve Bitlis taraflarının düşman istilasına uğraması üzerine buralardan kaçarak Diyarbakır’a gelen muhacirler bu duruma hayret ettikleri için ahaliye hitaben; “Gerçi biz istila felâketine uğradık. Fakat sizin istila-sız uğradığınız felâketin bizim felâketten hiç bir farkı yoktur.” diyerek, hem ahaliye teselli verirler ve hem de kendileri teselli olurlarmış.

Şehirdeki tahribat daha pek çoktur. Ben duyduklarımdan bazıları-nı misal olması için çok az bir kısmını yazmakla yetiniyorum. Zavallı müslüman köylerinin felâketine gelince, bunları ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Babaları, kardeşleri, evlatları ellerinden alındığı gibi, erzak ve zahirelerine de el konulmuş olan bu zavallı köylülerin çoluk-çocuk, yetim ve dulları açlıktan perişan olmuşlardı. Bu insanlar âdeta yuvalarını kaybetmiş kuş yavruları gibi şaşkın ve perişan bir hâlde dağ-lara çekilerek, ot yemekle hayatlarını devam ettirmeğe mecbur olmuş-lardır. Lakin Heyhat! Bu mümkün olur mu? İnsan tabiatı demirden katı ise, gülden de naziktir, Ancak belirli zamana kadar kendiliğinden biten yabani dağ otlarıyla hayatlarını sürdürebilmişlerdir. Ondan sonra bu insanların yüzleri ve karınlar şişmiş, bağırlar yaralar içinde kalmış,

Page 14: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HOŞGÖRÜ VE BIRLIKTE YAŞAM ● 271

ciğerleri; parçalanarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Şu yazdığım talih-siz kelimeler kalemimin ucundan dökülürken gözlerimden de yaşlar akıyordu. Köylülerin bu hâllerini gören bazı kimseler, insan tabiatının evlatları üzerine olan acıma duygusuna delil olmak üzere dediler ki: Bu dağlarda ot yiyen bazı talihsiz insanları takip ettik. Bu durumda olan talihsiz bir ana taze, semiz bir ot parçası bulursa, kendisi veremli ve hasta olduğu hâlde, yemez, küçük oğlunu, kızını çağırır, onlara verir ve onlar bu otu yedikçe mahzun mahzun yüzlerine bakar ağlardı.

Ben bu sözleri duyunca o kadar umutsuzluğa düştüm ki, eğer bir acıklı feryatla gök kubbeyi yırtmak mümkün olsaydı, o acı fer-yadı koparır ve o feryat e sarılmak imkânı olsaydı, iki elimle sarılıp, Allah’ın huzuruna çıkarak, insanlığın bu kan dökücülüğünden dolayı yüce makamın huzurunda feryat ve figan ederek içimi boşaltırdım. Lakin nerede bu aciz insanda o iktidar.

Ey Hınçakyan, ey Taşnakyan, ey bunlara arka çıkarak, temiz memleketimize fedailer göndermek suretiyle asayişi bozan kimseler. Yaptığınız, bu temiz insanların başına getirdiğiniz belaları görmüyor musunuz? Ey eski kabine, islamın saflığını ihlâl etmek suretiyle yap-tığınız işlerin acı sonucunu görmüyor musunuz? İslamiyetin ortaya çıkmasından H.130O (M.1883) tarihine tadar aynı vatan toprağında yaşayan müslüman ve hıristiyanları birbirine düşürüp mahveden, or-tadan kaldıran böyle bir durum meydana gelmiş miydi? Heyhat!

Yukarılarda belirtildiği üzere, benim Diyarbakır’dan ayrılışımdan kırk bir sene önce Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında asla bir ka-rışıklık, düşmanlık örülmemişti. Üstelik Protestanlar, Ermeniler ve Katoliklerin birbirleriyle bazı tartışmaları söz konusu olduğu hâlde, müslümanlar adâletli davranışlarıyla onlar arasında hakemlik ederler ve komşularını barıştırırlardı. Müslümanlar hıristiyanlara kardeş ve hıristiyanlar da müslümanlara sırdaş gözüyle bakarlardı. Bunlar birbir-lerinin haklarına asla tecavüz etmezlerdi. Bugün hâlâ aklımdadır. Hı-ristiyan komşularımızdan Bursalıoğlu Mardiros Efendi Amerika’dan gelmişti.

Page 15: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

272 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Büyük amcam ulemadan Şaban Kâmi Efendi, Mardiros Efendi’ye hatır sormaya ve ailesine göz aydınlığına gitti. Ben de o sırada on, on iki yaşlarında bir çocuktum. Amcamla beraber gittik.52 Mardiros Efendi, Amerika’nın yükselmesinden ve âdil idaresinden bahisle, şu hikâyeyi anlattı. Bu hikâyeyi elli seneden beri bir çok yerde, belki bin defa an-latmışımdır. “Amerika’da bir şenlik gecesinde havaya havai fişekler atı-lıyormuş. Fişeğin biri yönünü kaybetmiş ve bir adamın gözüne isabet etmek suretiyle adamın gözünü çıkarmış. Meğer fişek bozuk bir kal-dırımdan atılmış. Gözü çıkan adam, ertesi gün mahkemeye müraca-at ederek, der ki; ‘kaldırım bozularak bir karış kadar çökmüştü. Eğer şehrin belediye başkanı vazifesini yapıp, o kaldırımı zamanında tamir ettirmiş olsaydı, kaldırım bir karış kadar yüksekte olacağından, atılan fişek benim gözüme isabet etmeyip, başımdan bir karış kadar yüksek-ten geçecekti. Beni bu felâkete uğratan belediye başkanının kanunî va-zifesini yerine getirmemesidir. Ben gözüm için belediye başkanından davacıyım” demiş. Mahkeme davacıyı haklı görmüş ve o belediye baş-kanını mahkum etmiştir. Amcam takdir ederek, Amerikan hükümeti gerçekten İslam’ın hakiki hükümetleri gibi âdilmiş dedi.

Vaktiyle biz de böyleydik. Amcamın Amerikan hükümetini tak-dir etmesiyle, vaktiyle biz de böyle idik demesine kulak kabarttım. Acaba neyi örnek gösterecek diye bekledim. Dedi ki; Vaktiyle islam halifesi olan Hz.Ömer (R.A.) bir elinde katran bardağı ve diğer elin-de de bir devenin sırtına örtülen örtü olduğu hâlde acele acele gi-derken, Hz.Ali (R.A.) ona tesadüf etmiş. Böyle acele nereye gittiğini sormuş. Hz.Ömer (R.A.) demiş ki; devenin biri sırtının örtüsünü yolda düşürmüş. Örtüden devenin sırtının yaralı olduğunu anladım Şimdi sinekler, arılar o deveyi rahatsız edecekler. Yarın ahiret günün-de Cenab-ı Hak (C.C.) bana hitaben; “Ey Ömer kulum, ben seni ya-ratıklarımın üzerine halife yaptım. Niçin dikkat etmedin de o zavallı

52 Amcam bayramlarda bile ne valiler, ne de diğer makam sahiplerinin hiç birine gitmezdi. Lakin onlar hep ziyaretine koşardı. Ama hıristiyan komşularının ha-tırını sormaya ve gönüllerini almaya giderdi. Uzun uzadıya anlatılan tercüme-i hali ve eserleri “Tezkire-i Şuara-yı Amid’de yazılıdır

Page 16: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HOŞGÖRÜ VE BIRLIKTE YAŞAM ● 273

deve huzursuz oldu” derse ben ne cevap veririm Çabuk varayım, o zavallı deveyi bulup, sırtına biraz katran sürüp, örtüsünü örteyim de-miş. Hz.Ali (R.A.) Efendimiz:’ Ya Ömer, senden sonra halife olan-lara adâlete dair hiç bir hisse bırakmayacak mısın demesi üzerine; Ya Ali öyle söyleme, ben öyle ağır bir vebal altındayım ki, gecemi gündüzümü birbirine karıştırdım. Meselâ Fırat ve Dicle nehirlerinin en uzak yerlerinde bulunan köprülerden biri delinip, oradan geçen koyun sürüleri içinden bir koyunun ayağı o deliğe girip kırılsa, yarın kıyamet gününde Cenab-ı Hak (C.C.) bana hitaben:

“Ey Ömer kulum, sen niçin devrin halifesi olduğun hâlde o köp-rüde bulunan deliği görüp veya duyup da tamir ettirmedin? Hayatını size havale ettiğim yaratıklarımdan bir aciz yaratığın ayağının kırıl-masına sebep oldun.” diye beni azarlayınca bu aciz Ömer ne cevap verecektir. Aman ya Ali beni kendi halime bırak. 0 zavallı, yaralı de-venin yardımına yetişeyim demiş ve devenin izini takip erek, Medine şehrinden dışarı çıkmıştır.

Yine anane hâline gelmiş olan menkıbelerimizden biri de, Sultan IV. Murad Hazretlerinin, yukarıda da zikredildiği gibi, Bağdat fet-hinden dönerken, Diyarbakır şehrinde yetmiş bir gün ikamet ettiği sırada, evi adı geçen sultan için zengin hıristiyan, bir gün ziyafetinin sultan tarafından kabul buyurulması dileğinde bulunmuştur. Sultan onun bu dileğini kabul etmiş. İltifat olarak, yemek sırasında çele-binin de sofraya alınmasını irade buyurmuş. Fakat yemekten sonra sultanın rengi değişmiş, eğer bu adamın yemeğini yememiş olsaydı kendisine kötü davranacağını ve bundan sonra gözüne görünmeme-sini emretmiş. Zavallı çelebiye sultanın gazabı tebliğ olunca şaşırmış ve sebebini anlayamamış. Bir aracıyla sultana dileğini arz etmiş. So-nunda sultan onu huzuruna kabul ederek, demiş ki: “Sen Isevi bir hı-ristiyansın. Şimdi Yortu zamanıdır. Seni sofraya kabul ettirdiğim za-man Yortu zamanı olduğu aklımda değildi. Sen ise sofraya oturdun, etli ve yağlı yemekleri yedin. Böylelikle de dininin gereklerine riayet etmedin. Ben dinine saygısı olmayan kimseleri sevmem. Hadi seni

Page 17: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

274 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

ceza vermekten affettim, bir daha gözüme görünme”. Çelebi, saygı ve hürmetle demiş ki; “Padişahım haklısınız. Fakat ben dinimin gerek-lerini bozmadım. Perhizli olduğum yemeklerin hepsini fıstık yağıyla hazırlattım ve perhizli olduğum yemeklerden yemedim. Benim per-hizim bozulmadı”. Sultan bu gerçeği öğrenince çok memnun olmuş o hıristiyan hakkında çok fazla iltifat etmişti.

İşte bu üç hikâye yan yana getirilirse zannederim ki, 1300 seneden beri aralarında yaşayan yüzbinlerce gayrimüslimlere karşı adâletle davranan ve onlara kardeş gibi muamelede bulunan müslümanları, gerek Taşnakyan ve Hınçakyanlar, gerekse milletinin durumundan habersiz olan kabine üyeleri ve bunların yardımcılarının müslüman-lara ve hıristiyanlara yaptıkları zulüm ve yolsuzluktan sorumlu tut-mayıp, ulema heyeti aracılığıyla yaptıracakları tahkikat sonucu doğ-ruyu bularak, alacakları kararı eşitlik ilkesine dayandırabilirler. Aksi hâlde aynı eşitsizlik ve adâletsizliği fazlasıyla onlar yapmış olurlar.

Zira insaf edelim. İslama olan inancı uğruna aldatılmaya taham-mül edemeyen ve kendi oğlunu cezalandıran Hz.Ömer (R.A.) yaralı, güçsüz bir devenin imdadına yetişebilmek için çölün sıcağında gün-lerce dolaşmıştır. Ayni şekilde ülkesinde meydana gelecek karışıklığı önlemek için öz kardeşlerinin canına kıyan Sultan IV.Murad, bir hı-ristiyanın inanmış olduğu dinin gerekleri hilafına hareket etmesine razı olmaması gibi örnekler ortada iken, öyle hilafet, öyle saltanat ve öyle bir dine mensup olanlar -bazı câhilleri müstesna olmak üzere- nasıl olur da kendileri gibi insan olan gayrimüslimlerin sebepsiz yere canlarına kıyarlar? Bundan dolayı bu gibi durumların ortaya çıkma-sına sebep olanlar gerek Müslüman ve gerekse Hıristiyan her kimler ise, hak ettikleri cezanın bir an önce verilmesini herkesten önce arzu eden, yine tekrar ederim ki, genelde İslam Âlemi’dir.

Diyarbakır’da Müslümanların Hıristiyanlarla ne ölçüde halisane bir şekilde sohbetler ve dostluklar kurduklarını göstermek için yu-karıda Hz. Ömer (R.A.)’ın hikâyesini nakleden ulemadan rahmetli Şaban Kami Efendi merhumun mahdumu ulemadan Ahmet Hayali Efendi’nin Dicle nehri kenarında ve tahminen Diyarbakır şehir mer-

Page 18: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HOŞGÖRÜ VE BIRLIKTE YAŞAM ● 275

kezine bir saat kadar uzakta Civarkırklar mesiresinde Kavs denilen yerde bulunan köşklerinin bahçesinde bundan otuzbeş sene kadar önce, yani H.1302 (M.1885) tarihinde çekilen bir resmi okuyucu-larıma takdim ederim53 Resmin orta sırasında, sağ başta, başında taç, göğsünde 1 işareti bulunan, oturmuş hâlde olan Ahmed Hayali Efendi’dir. Yanında 2 rakamı ile gösterilen Duyun-ı Umumiye Mü-fettişi Ali Bey’dir. Ortadaki 3 rakamı ile gösterilen Diyarbakır kadı-sı Mehmed Mekki Bey, dördüncüsü Adliye Müfettişi Salih Paşa’dır. Beşincisi Diyarbakır Mahkeme-i Ceza Reisi Abdurrahman Nacim Efendi’dir. Altıncısı Hayali Efendi’ nin önünde oturan beyaz sa-kallı Ermeni cemaatinden ve terzi esnafından Madik Usta54 Onun yanında oturan Ahmed Hayali Efendi’nin dayısı tarikat mensubu olup, Mısır’da defnedilmiş olan Hz.Gülşeni Efendimizin sülalesin-den Hacı Bekir Rüşeni Efendi’dir. Onun yanındaki sekiz rakamlı ise, Duyun-ı Umumiye Müfettişlerinden Mihran Efendi’dir. Onun yanında 9 rakamla gösterilen Diyarbakır Telgraf Müfettişi Galyar Efendi, on numarada Telgraf muhabere memurlarından Beyrut-lu Kandala Efendi’dir. Üst tarafta ayakta duranların baş tarafındaki Diyarbakır Duyun-ı Umumiye Muhasebe Başkatibi Hüseyin Vasfi Efendi,55 onun yanında Diyarbakır’ın ileri gelen ailesine mensup İs-tinaf Başkatibi Ahmed Cemil Efendi, yanında ayakta duran Diyarba-kır Adliyesi Savcı Yardımcısı Musullu Hamdi Efendi, yanındaki ise, Diyarbakır eski Belediye Başkanı Abdulhamid Niyazi Efendidir.56 Ayakta duranların en sonuncusu da Diyarbakır hıristiyan cemaatin-den Çizmeciyan Fetullah Efendidir.57

53 Bu resim, “Tezkire-i Şu’ara -yı Amid” isimli kitabımızın 309. sayfasında Ah-med Hayali Efendi’nin uzun uzadıya anlatılan hayat hikâyesinin altındadır.54 Mardik Usta, terzilik sanatında mahir bir usta olduğundan hayat hikâyesi, memleketimde yirmi yaşındayken yazdığım altı ciltlik Diyarbakır’a mahsus “Mir’atü’l-Fevâ’id” isimli kitabımızda mevcuttur.55 Meşhur bir şair olan Hüseyin Vasfi Efendi’nin hayat hikâyesi, Diyarbakır şair-lerine mahsus olan üç ciltlik “Tezkire Şu’ arâ-yı Amid” adlı eserimizde yazılıdır.56 Abdülhamit Niyazi Efendi‘de şairler sınıfına mensup olup, hayat hikâyesi zik-redilen tezkirede yazılıdır.57 Resim baskı tekniğine uygun olmadığı için konmamıştır.

Page 19: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

276 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Ölümlü olan biz insanlar düşünmeliyiz ki, daha aradan otuz beş sene geçmemişken, bu insanlardan yıllar önce ezeli makamlarına ka-vuşmuş, yani vefat bugün bunlardan yalnız biri müslüman, diğeri de hıristiyan iki kişi hayatta kalmıştır ki, bunlar Abdülhamit Niyazi ve Mihran Efenilerdir.

Şimdi bu tabloda ayakta duran veya oturan zatların resimlerine bakalım. Bunlar arasında müslümanın, ermeninin, rumun birbirin-den farklı olan özelliğini gösterecek bir işaret var mıdır? Ahmed Ha-yali Efendi gibi bir fazıl insanın önünde Ermeni cemaatından Terzi Mardik oturuyor. Onun alt tarafında ise, bugün Mısır’da insanların türbesini ziyaret ettiği Hz. Gülşeni gibi bin senelik köklü bir Ailenin torunu Hacı Bekir Rüşeni Efendi oturuyor58 Yukarıda ayakta duran Müslümanlar da Diyarbakır’ın ileri gelenleridirler. Bu cümleden ol-mak üzere, Abdulhamid Niyazi Efendi’nin baba tarafından sülalesi, Diyarbakır kadısı Abdulhamid Efendi’ye, ana tarafından ise, büyük vezirlerden şehzade İbrahim Paşa59 ile Bağdat kadısı Sıbgatullah Efendi, Hacı Ragıp Bey ve şehrimizin fazıllarından Küçük Ebübekir Efendi’ye dayanır.60

Henüz daha aradan otuz beş sene geçmeden, müslimlerle gayri-müslimler arasındaki bu yakın dostluğa şimdi ne oldu? Hiç şüphesiz ki, bu duruma bazı fesatçıların çevirdikleri oyun ve entrikalar, iki-yüzlülükler sebep oldu. Bu hususları düşünerek insaf edelim. Hak ve insaf sahibine Cenab-ı Hak (C.C.) yardımını nasip etsin.

58 Gülşenioğlu Hacı Bekir Ruşeni Efendinin hayat hikâyesi de “Tezkire-i Şu’arâ-yı Amid’in 416. sayfasından itibaren üç sayfa tutmaktadır.59 Şehzade İbrahim Paşa’nın hayat hikâyesi “Tezkire-i Şuara-yı Amid’in 222. say-fasından itibaren on sekiz sayfayı ihtiva etmektedir.60 Hacı Ragıb Bey’in hayat hikâyesi ve bu münasebetle de ataları hakkındaki bil-giler “Tezkire-i Şu’ara-yı Amid”in 364. sayfasından itibaren on bir sayfayı içine almaktadır.

Page 20: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

299

YITIK EVIN VARISLERI*

Bir de yaşlı halam vardı. Ölü evinde, düğünlerde, kavga ve dedikoduların içinde, çarşıda,

damda, çeşmede, bahçede, hasta başında, iş gören kadınların ayakla-rı altında, miras bölüşümünde, nişanlarda, sözlerde… Onu her yer-de görebilirdiniz.

Ömrü boyunca kimseyi sevmemişti. Mart ayını erkeksiz geçirdiği için tüylerini dikip damlarda kavga aranan dişi bir kediye benziyordu.

Halam bir değil altmış beş mart ayını erkeksiz geçirmişti. Evde, sokakta her şeye düşmanca davranırdı, öfke doluydu. Vücudunun her yerinden öfke fışkırıyordu.

Kışın topallar, yazın dimdik yürürdü.* Aşağıdaki bölümlerde yazar (Vahan Totovents) Anadolu coğrafyasında yaşadığı çocukluğu, yakın çevresini ayrıntılı gözlemlerle anlatmış. Bu yazı şu kitaptan alın-mıştır: Vahan Totovents, Yitik Evin Varisleri, Çeviren: Najda Demircioğlu, (İstan-bul: Aras, 2002).

Page 21: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

300 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Bir gün anneme:

“Halamın kemikleri nasıl oluyor da yazın düzelip kışın eğiliyor?” diye sordum.

“Sinirler kışın soğuktan çeker, yazın gevşer.”

Sinir... Halamın bütün varlığı bundan ibaretti.

Vücudu kara kuru, saçları kısa ve seyrekti. Gözleri karanlık gece gibi dipsizdi. Elleri kalın, şişkin damarlı, parmakları uzundu. Göğ-sü içeri göçmüştü. Karnı yok gibiydi, bacakları göğsünün hemen altından başlıyordu sanki, zaten bacakları da kısacıktı. Omuzlarının üzerinde boyun değil sivri başı duruyordu. Daima kısık gözlerinin altında, üst taraftan bastırılıp aşağı eğilmiş gibi duran burnu ayda bir kızarır, iltihaplanır, sararır ve sonunda akmaya başlardı.

Ağzının sabit bir şekli yoktu. Evde bizimle birlikteyken başka, misafir varken başka, babamın yanındayken bambaşka şekiller alırdı. Dedikodu yaparken büyür, kocaman olurdu. Bir uyumaya görsün, ağzı ona ait olmaktan çıkar, bir sürü şeyin girip çıktığı harabe bir çu-kura dönerdi. Bu harabe çukurun içindeki üç diş, karaya vurup par-çalanmış gemi serenleri gibi dururdu.

Elbiseleri hep eskiydi ve o, paçavralarıyla çok mutluydu.

Müsrifliğin her türlüsüne karşıydı.

İyi giyinenlerden, özellikle de güzel kadınlardan nefret ederdi.

Halamın yamalarını, rengi atmış paltosunu, rengârenk gömleğini ve sersem bir İngiliz’in antika el işi diye satın almak istediği şalını hiç unutmuyorum.

* * *

Halamın, içine üç kişinin diz kırarak oturabileceği kocaman ceviz bir sandığı vardı.

O sandıkta elli senelik ipek elbiseler, ayakkabılar, renk renk düğ-meler, birbirine dolanmış iplikler, yüz havluları, masa örtüleri, ço-

Page 22: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HIKAYELER ● 301

raplar, şapkalar, külotlar, gömlekler, iğneler, topluiğneler, çeşit çeşit kumaş parçaları, eski altınlar, inciler, mücevherler, küçük haltlar, gü-müş bir tas, çubuklar, teşbihler, kemerler, kolonya şişeleri, fotoğraflar, çerçeveler, eski paralar, altın saplı kalemler, mürekkep hokkaları, İn-ciller, Kudüs’ten gelme haçlar, fes püskülleri, yüksükler ve bunun gibi daha neler neler vardı.

Oysa halam paçavra elbiseler, otuz senedir yama gördüğü için ka-lınlaşmış, hiçbir ayakkabıya sığmayan çoraplar giyerdi.

* * *Yıllar önce Nazar ağa adında biri onunla evlenmek istemiş ancak

halam reddetmiş, sonra da pişman olmuştu:“O vakitler ne ahmakmışım, o adamı almadım, alsaydım evimin

hanım hatunu olacaktım. Aah ah...”Gözyaşları buruşuk yanaklarından aşağı süzülürdü.Nazar ağa yaz kış üstünden dökülen bir yağmurluk giyer, yağlı bir

fes takardı. Saçları seyrek ve dikti. Gözleri şaşıydı. Yürüyüşü, sahi-binin beceriksizliği yüzünden yükünün ağırlığı kuyruk sokumuna binen bir eşeğin yokuş çıkışına benzerdi.

Oysa halamın gözünde Nazar ağa bambaşkaydı:“Ne adam ama... Boyu boşu yerinde, oturup kalkmasını bilen, öl-

çülü konuşan, sakin. Karısına bir Elmas deyişi var ki bir Elmas daha çıkıyor ağzından. Hali vakti yerinde, işinin ehli...”

Nazar ağanın pazarın bir köşesinde küçük bir kulübesi vardı. Orada arzuhâlcilik yapar, askerlerin mektuplarını yazardı. Bu “yazıhane”nin tüm eşyası, harap bir masa, iplerle tutturulmuş bir iskemle, içi kıl dolu bir mürekkep hokkası, birkaç kamış kalem, toprak bir testi, toz-lu mu tozlu, saydamlığını kaybetmiş bir bardak ve hiç kullanılmadığı için örümcek yuvasına dönmüş bir süpürgeden ibaretti.

Nazar ağa miras ve boşanma davaları için dilekçe yazardı. Bu di-lekçeleri kalın bir kitaptan kopyalar, yalnızca isimleri ve tarihleri de-ğiştirirdi. Mektup için on para, dilekçe için altmış para alırdı.

Page 23: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

302 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Acaba Nazar ağa halamı hiç aklından geçirmiş miydi? Hiç sanmı-yorum, çünkü her akşam bizim kapının önünden geçmesine rağmen bir gün olsun başını kaldırıp halama bakmamıştı.

Bir keresinde anneme halamla Nazar ağa arasında bir şey geçip geçmediğini sordum.

“İyi hatırlamıyorum oğlum, yıllar önce öyle bir söz oldu ama sa-dece lafta kaldı.”

* * *Hamama evin kadınlarıyla birlikte giderdim.Hamamlardan hâlâ hoşlanmam; kil kokusu, buhar, insana baygın-

lık veren, şır şır akan sıcak su ve etli butlu kadınlar gelir gözümün önüne.

Halam hamamda vaktini sırf yıkanmakla geçirmezdi. Hamamdan sonra yapacağı dedikodulara malzeme sağlamak için yeni serpilmiş genç kızları seyrederdi. Saatlerce topuk taşıyla vücudunu ovalar, ha-mamotu sürünür, sonunda yorgun düşer, hamamdan çıktığında kapı kapı dolaşıp dedikodu yapmaya takati kalmazdı.

Ama ertesi gün halamın günü olurdu. Çenesini yağlar, antika şalı-nı başına sarar, doğruca komşu ziyaretlerine başlardı.

İlk durağı Yeğis hanım, gölgesinden bile korkan, evinin perdeleri sıkı sıkıya kapalı, “dedikodu yapıyor” demesinler diye başkalarının adını bile ağzına almayan bir kadındı. Kırk yaşında bir oğlu, otuz beş yaşında bir kızı vardı. Laf lakırdı olmasın diye oğlunu evlendirme-mişti, kızını ise gören olmamıştı ki istesin.

Kızcağız senede bir kere dışarı çıkardı, o da kiliseye gitmek için. Vemadunun* en arka sırasında durur, peçeyle örttüğü yüzünde sade-ce burnu ve gözleri görünürdü.

Halam, Yeğis hanımın, oğluna Kuvar hanımın kızını düşündü-ğünü seziyor, hamamda çıplak gördüğü kızın dedikodusunu yapıp duruyordu.

* Vernadun: [Erm. “yukarı ev” Kilisenin hemen girişinde, eskiden kadınlara ay-rılan şimdilerde ise orgun bulunduğu ve kilise korosunun kullandığı balkon.

Page 24: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HIKAYELER ● 303

“Sırtında iki bıçak izi var, kim bilir ne hastalıklar geçirmiştir. Sakın ha Sımpatın için düşünmeyesin!”

Yeğis hanım:“Sımpatımın evlenmeye niyeti yok hâlâ” dese de halam üstelerdi;“Söylemedi deme.”Sonra, sıra başka bir eve gelirdi:“Hazarhan hanımın kızı bacaklarına ilâç sürüyordu, bir hastalığı

var elbet.”Başka bir yerde, başka bir kız için:“Yüzü fena değil ama vücudu kuru, tıpkı ben!”Bir başkası için:“Vücudunda erkek gibi tüy var, midem bulandı vallahi!”İşte böyle, halam bıkıp usanmadan, nefes bile almadan dedikodu

yapardı.Bir gün hamamda, Oğaper hatun annemden izin alıp bizim bu-

lunduğumuz bölmeye geçti ve bir köşede yıkanmaya başladı.Annemin dışarı çıktığı bir ara, halam kadının bölmeyi derhal terk

etmesini istedi.Oğaper hatun durumu açıklamak istedi:“Varter hatun, Markırit hanım bana izin verdi.”Halam inatçıydı:“Hanım inanım tanımam, dışarı çık!”Oğaper hatun çok sinirlenmişti, aslında o da sakin bir kadın sayıl-

mazdı, böylece söz dalaşı başladı:“Git!”“Gitmem!”“Köpeksin!”“Hâlâ havlıyorsun!”

Page 25: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

304 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Oğaper’in sülalesi de toplanınca -traji- komedya perdesi açılmış oldu.

Oğaper ile birkaç akrabası peştemalleri bellerinden çözüp hamam taslarına sardılar ve halamı ortalarına alıp vurmaya başladılar.

Tombul kadın memeleri, havlayan yavru köpeklerin başları gibi yukarı aşağı sallanıyordu.

Kadınlardan birinin ayağı kaydı ve boylu boyunca yere serildi, et-leri ezilmişti ama o daha da kudurmuş bir hâlde ayağa kalktı.

Halam tas darbelerine tabureyle karşı koyuyor, vururken diz ve ayakları hedef alıyordu. Darbe yiyenler çığlık atarak bayılıyorlardı. Halam son bir gayretle tabureyi fırlattı, Oğaper’in bir göğsünü yar-dıktan sonra kendisi de bayıldı. Annem yetişip kavgayı ayırdı. He-men giyindim ve halamı eve götürmek için bir araba çağırdım.

* * *

O eski Roma yolunda yaşam çok garipti. Meselâ, Amerika gör-müş Ermeniler... Onların beraberlerinde getirdikleri, yalnızca bir iki parça kıyafet, birkaç İngilizce sözcük ve ağızlarını yayarak konuşma alışkanlığından ibaretti. Salt İngilizce değil Ermenice konuşurken de ağızlarını yayıyorlardı.

Meselâ eşek Ovannes, Amerika’dan döndüğünde Ovannes bey olmuştu. Ermenice konuşurken, ağzında sıcak bir şey var da konu-şamıyor sanırdınız, anadiliyle alay ediyor gibiydi ama bizim oraların saf halkı:

“Pezevengin evladı, İngilizce’yi o kadar iyi biliyor ki Ermenice’yi bile İngilizce gibi konuşuyor!” diye düşünüyordu.

O zamanlar, sadece câhil Amerikalı misyonerlerden ve Amerika’ya gidip dönmüş Ermeniler’den duyduğum için İngilizce’den nefret edi-yordum. İleride, gün gelip de Amerika’da bir üniversitede İngilizce öğrenme fırsatı bulduğumda, Shakspeare; Dickens ve Byron’un dilini konuşmak için insanın ağzını yayıp durması gerekmediğini anladım.

Page 26: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HIKAYELER ● 305

Amerika görmüş Ermenilerin bu alışkanlıkları ancak birkaç sene sürüyordu. Amerika’dan getirdikleri kıyafetler eskiyip yerle-rini yerel kıyafetlere bıraktıkça, anadillerini de hatırlıyor, taklitçi “yıpamaaam”larının yerini sade “yapamam”lar alıyordu.

Amerika’dan dönenlerin bir başka dikkat çekici özelliği de altın dişleriydi. Hepsi altın diş yaptırmıştı.

Ve o altın dişler onlara itibar sağlıyordu. O insanlar altın dişleri sayesinde en güzel kızlarla evlendiler, altın dişleri sayesinde adam yerine kondular. Büyük ablam da onlardan birinin kurbanı oldu. Bu hikâyeyi anımsamak dahi istemiyorum, hatırası hâlâ yüreğimi yakı-yor, bana acı veriyor.

Eşek Ovannes’in -yani Ovannes beyin- iki altın dişi. Dönenler içinde bir tek o kendine kız bulamadı. Çünkü altın dişlerini haddin-den fazla övüyor, burnunu her şeye sokuyordu. Dahası, adı üstünde, o bir eşekti.

Eşek Ovannes altın dişlerini cümle âlem görsün diye durmadan güldüğü için, birkaç sene sonra yüzünde kırışıklıklar oluştu.

“Ovannes bey ekmek mi aldın?”“He, ekmek aldıydım, hi hi hi...”“Ovannes bey, nasılsın?”“İyiyim, hihihi...”“Yağmur yağıyor.”“He, yağmur yağıyor, hi hi hi...”Eşek Ovannes bir gün öluverdi. İki saatlik bir karın ağrısı, inlete

inlete, aldı, öte tarafa götürdü onu.“Eşek hiç yemediği bir ot yemiş, hazmedememiş.” diyordu insan-

lar.Öldükten sonra ağzı kapandığı için dişleri görünmüyordu. Oysa

akrabaları, altın dişlerinin gömülürken mutlaka görünmesini istiyor-lardı. Ağzını açık tutmak için bin bir yol denediler ama her seferinde kapanıyordu.

Page 27: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

306 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Altın dişlerin görünmesi için ne yapmalıydılar?

Teyzesi:

“Garibin altın dişleri de mi görünmesin?” diye dert yanıyordu.

Bir sürü insana akıl danıştılar ama kimse bir yol gösteremedi. Sonunda iki kibrit çöpüyle mevtanın ağzını açık tutmanın yolu bu-lundu, kibrit çöpleri görünmesin diye de bıyığının uçlarıyla üstleri örtüldü.

Cenaze sırasında teyzesi:

“Vay, ben senin altın dişlerine kurban olayım!” diye ağlayıp inli-yordu.

Eşek Ovannes, cenazesinde, gökyüzünün berrak maviliğine bakıp gülümsüyor gibiydi.

Amerika’dan dönen Ermenilerin birçoğu eski feodal alışkanlıkla-rından kurtulamamışlardı.

Yakınımızda bir evde, kızı ve oğluyla birlikte yaşayan bir kadın otu-ruyordu. Kocası, oğulları Hovsep doğmadan iki ay önce Amerika’ya gitmişti. Adam Amerika’dan bir iki mektup yollamış, sonra sesi solu-ğu kesilmişti. Kadıncağız çamaşır yıkayarak, el kapısında çalışarak iki çocuğunu büyütmüştü. Çocuklar da okuyup öğretmen olmuş, anala-rını o çileli yaşamdan kurtarmışlardı.

Mutlu, sıcak yuvalarında mütevazı bir hayat sürüyorlardı.

Bir gün, beli bükülmüş, saçları ağarmış, durmadan öksüren zayıf bir adam çaldı kapılarını. Gençler adamı tanımıyorlardı, anneleri onun babaları olduğunu söyledi.

Adam on sekiz sene boyunca karısına ve çocuklarına sahip çıkma-mış, onları sefalet içinde bırakmıştı. Çocuklar babalarını mesafeli bir tavırla kabullendiler ama saygıda kusur etmediler.

Birkaç gün sonra, şehirde dehşet verici bir haber yayıldı: Hovsep, babasının kafasını duvara vura vura parçalamış, onu öldürmüştü.

Page 28: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

HIKAYELER ● 307

Hovsep’i tanıyanlar onun böyle bir şey yapacağına inanamıyorlar-dı. Çünkü Hovsep aklı başında, sakin tabiatlı bir gençti, değil babasını öldürmek karıncayı bile incitmezdi. Hovsep tutuklandı, mahkemesi bir ay sonra görüldü. Mahkeme gününe kadar olan biten iyice açığa çıktı. Bütün şehir Hovsep’i korumak için ayağa kalktı. Mahkemeye toplu dilekçeler sunuldu, birkaç avukat savunmasını üstlenmeyi tek-lif etti. Ücret istemiyorlardı. Ama Hovsep kendini savunabileceğini söylüyordu, avukat istemedi.

Olup bitenin özeti şuydu: Hovsep’in babası John -adamın Ovan-nes olan adı Amerika’da Jonn’a dönüşmüştü- eve döner dönmez karı-sını azarlamaya başlamıştı. Karısının, kendisinin Amerika’da olduğu on sekiz yıl boyunca, ne idüğü belirsiz erkeklerle birlikte olduğuna, ahlâksız bir hayat yaşadığına inanıyordu. Babalarının bu iddiaları üzerine Hov-sep’le ablası araya girmiş, annelerinin onurlu bir kadın olduğunu, yıllar yılı yokluk içinde, hiç kimseden yardım görmeden, ağır bir yük altında yaşadığını söylemişlerdi. Aksi bile olsa, karısını iki çocuğuyla yüzüstü bırakıp giden, tek bir kuruş göndermeyen, hat-ta kuru bir mektubu bile esirgeyen bir adamın onu bu şekilde yargı-lamaya hakkı yoktu.

Ama babaları yalan yanlış bilgilerin etkisi altındaydı ve inatla ka-rısını cezalandırmak istiyordu. İki kardeş birkaç gün boyunca onu ikna etmek için uğraştılar, babaları ise bu iyi niyete demir ütüyü an-nelerinin kafasına fırlatarak karşılık verdi. Allah’tan ütü kadının yal-nızca ayak parmaklarına gelmişti.

Bütün bunlara rağmen çocuklar kendilerini kaybetmediler, dil dökmeye devam ettiler. John ise daha da ileri gidip Amerika’dan ge-tirdiği tabancasını çekti.

Hovsep babasını güçlü kollarıyla sıkıştırıp tabancayı elinden aldı. İki saat boyunca başını duvara vurdu. Sonuçta, ömründe ilk kez gör-düğü babasını öldürdü.

İnsanlar olanları duyunca Hovsep’i kurtarmak için harekete geç-tiler.

Page 29: NINELERIMIZIN KOMŞULARI · 2018. 1. 3. · Bu gün sabah hiç kimsenin haberi yok o kadının araziye çıkıp da tek başına erkenden, dolaşması ve bir eşek ölüsü araması

308 ● NINELERIMIZIN KOMŞULARI

Hovsep mahkemede kendini savunmadı, zavallı anasının hikâyesini anlatmakla yetindi.

Bu hikâye o kadar hüzünlü ve sarsıcıydı ki hem mahkeme heyeti hem de izleyiciler gözyaşlarına boğuldu. Hovsep anasının kendileri-ni okutmak için gece gündüz çalıştığını, çamaşır yıkamaktan aşınmış parmaklarından kanlar damladığını anlattı. Zamanında, annesiyle evlenmek isteyenler olmuş ama anneleri, çocuklarının üvey baba eziyetini yaşamalarını istemediği için bütün teklifleri geri çevirmişti. Bütün bunlardan sonra, John adında bir yabancı gelmiş, yıllar sonra eriştikleri mutluluğu yıkmak istemişti.

Hovsep beraat etti.

Mahkemeden eve geldiğinde annesi ona sımsıkı sarıldı, gözyaşları içinde:

“Bizimle adam gibi yaşasaydı ne olurdu sanki?” diyebildi.

Artık oralarda yaşayamazlardı. Nereye baksalar o korkunç traje-diyi hatırlatan bir şeyler görüyorlardı. Eşyalarını topladılar ve başka bir şehre göçtüler.