97
Çocukluğum ve Kilis M. Orhan ÖZOĞUZ 1

Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz yukarıda da bir öküz

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Çocukluğum

ve Kilis

M. Orhan ÖZOĞUZ

1

Page 2: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

2

Page 3: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Önsöz

İnsanlar ihtiyarlayınca eski hatıraları düşünmekten çok hoşlanıyorlar. Hatta öyle ki bazen dün ne yediğini, kiminle konuştuğunu unutuyor da çocuklukta ezberlediği şiiri hatırlıyor. Hatırladıkça da etrafındakilere anlatmak istiyor. Çeneleri de düştüğü için devamlı aynı şeyleri tekrarlamakla dinleyenleri de herhalde bıktırıyorlar. Ben de ya fazla konuşmaktan yorulduğum için tembellikten, ya da kendimin başkalarından çektiğimi yeni gençlere çektirmemek için yazmaya karar verdim. Böylece şimdilik hatırlayabildiklerimi not etmiş olacağım. Hiç olmazsa ileride hafızam zayıflarsa bende okur, eski hatıraları yenilerim, diye düşündüm. Bunu söylerken aklıma bir hikaye geldi. Vaktiyle herkes olcuma yazma bilmediği için çok yerde arzuhalciler vardı. Adamın birisi bir arzuhalciye gidip oğluna bir mektup yazdırıp, yardım istemek için müracaat etmiş. Adam bunu dinledikten sonra yazmış. Yazdığım tamam mı diye okuyunca adam ağlamaya başlamış. Arzuhalci - Niçin ağlıyorsun diye sormuş. Adam - Meğer başıma neler gelmişte ben bilmiyormuşum demiş. Kim bilir belki bende ileride okurken, başıma neler gelmiş diye, ağlarım. Başkası da okurken sıkılırsa bırakır, hiç kimseyi dinlemek için sıkıntıya sokmayacağım. Bilhassa karşımdakinin de sıkıldığını saklamaya çalışmasını veya beni, isteyerek veya istemeyerek, kırmasını önlemiş olurum diye düşündüm. Yine de inşallah okuyanları bıktırmamayı veya ağlatmamayı ümit ve temenni ediyorum. Bu vesile ile ebediyete intikal etmişlerin rahmetle anılmasına vesile olursam çok mesut olacağım. Kilis’i de birazcık olsun anlatabildimse, doğduğum yere karşı olan borcumdan kurtulmanın huzurunu duyacağım.

Saygılarımla M. Orhan Özoğuz

3

Page 4: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Altmış küsur seneden sonra çocukluğumu hatırlamak için zihnimi zorladığımda bir kaç hatıradan başka pek fazla bir şey hatırlayamadığımı gördüm. Halbuki çocuklarıma nasıl bir aileden geldiğimizi, bizim devrimizde neler çektiğimizi nasıl yaşadığımızı anlatmak çok isterim. Ayrıca herkes gördüğü hayatı biliyor ve hayat sadece ve hep öyleymiş zannediyor. Halbuki, çok defa başka durumlar da yaşamış kimselerin verdiği kararlan bugünün düşüncesiyle karşılaştırırsanız, edinilen kanaatler yanlış oluyor. Bir çok hadiseyi iyi anlayabilmek için o devri yaşamak lazım. Bugün ben de geçmişteki bazı kararlarımı beğenmiyor veya gülüyorum. Fakat o gün inanarak o karan verdiğimi de biliyorum. Aile bakımından nasıl bir aileden geldiğimi hep merak ederdim. Çok şükür sağlıklarında Ali amcam, babam, Abdullah amcam ve bilhassa Hecaz Erol beyden oldukça tafsilat toplamıştım. Son olarak da babamın dayısı oğlu, Mennan Gökçeimamdan son düzeltmeleri yapmak imkanım oldu. Bunların ışığında oldukça hakikate yakın bir tablo çıkarabildim. Bence insan gerek aile olarak, gerek millet olarak nereden geldiğini bilmesi gerekir inancındayım. Dününü bilmeyen bir insanın bugünkü olaylar karşısında sıhhatli bir karara varacağına inanmıyorum. Baba tarafından ailem Hammal İsmail zadelerdi. Bu ismin nereden geldiğini araştırdım. Kimisi İsmail’in hammal olduğunu, başkası parasını yanında taşıdığı için ona bu ismi taktıklarım, büyük amcam, Ali amcama göre ise, çok zengin o derecede de tutumlu olması dolayısıyla ona herkes "Sen malının paranın hammallığını yapıyorsun" dermiş, o isim de oradan kalmış. Hangisinin doğru olduğunu ispata imkan yok. Fakat Ali amcam emin olmadan birşey söylemezdi. Onun için ben de onun söylediklerine inanıyorum. Ailede orijinal bir adet var. Hammal İsmail büyük oğluna Ali adım takmış. O da kendi oğluna baba adı İsmail adını veriyor. Ondan sonra tekrar İsmail ve Ali tekerrür ediyor. Yaşadığını gördükleri ilk Ali, Kudamacı Hacı Alinin kızı Ayşe ile evleniyor, onun iki oğlu (İsmail ve Mustafa) ikide kızı oluyor (Hudarcı Kara Ali ile evlenen Safiye ve Nuri Zengin ile evlenen Fatma). Dedem olan Mustafa’nın üç oğlu oluyor, Ali Atıf, Mehmet Oğuz, Abdullah. Görüldüğü gibi dedem büyük erkek evlat olmamasına rağmen ananeyi devam ettirerek baba adını büyük oğluna veriyor. Ali amcamla babam arasında takriben on yaş, babamla Abdullah amcam arasında da yine takriben on yaş olduğu için, büyük amcamı adeta baba gibi sayarlardı ve herhalde AGA kelimesinden olacak (Ağe) derlerdi. Ali amcam da onların okumasında, yetişmelerinde babalarından çok fazla faydalı olmuş. Ali amcam her halde çocukluğunda bir korku geçirdiği için asabileşince hafif kekelerdi. Onu gençliğinde arkadaştan kızdırmış, alacağını,

4

Page 5: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

sonradan kendisinin de söylediği gibi, şakadan vermeyeceğiz demişler. Onun - Zarr zarr zaptiye gelse parr parr paramı isterim, sözü senelerce aramızda şaka mevzuu olmuştu. Bizim oralarda Jandarmaya zaptiye derler.Gençliğinde bıyığı vardı ve o devre göre fiyakalı gezmek için baston kullanırdı. Okumaya çok meraklı idi. Ömer Hayyam’dan ezbere şiirler okurdu. Bilhassa Ömer Hayyam’ın meali - Ağlayarak geliyorum, ağlayarak da gideceğim bu dünyadan, aradaki yaptıklarımdan neden hesap soruyorsun ve - Aşağıda bir öküz <dünyanın öküzün boynuzunda durduğu zannediliyordu> yukarıda da bir öküz <yıldızları kastediyor> arasında ne kadar eşekler tepişiyor, diyen şiirlerini acemce söylerdi. Üç de halam olmuş, birisi ben doğmadan ölmüş (Nazmiye hala) kız kardeşini de (yani Hayriye halamı da) aynı adama vermişler. Ayşe’nin (Kilis’te Ayyüş derlerdi) ilk kocası ölmüş, ondan Niyazi Dülger, Makbule ve Münire adında kızları olmuş. Sonradan Asım Tabak ile evlenmiş. Ondan ben yaşta Mehmet adında bir oğlu vardı. Mehmet’ten sonra Ahmet adında bir oğlu daha oldu. Bu kızlardan birisi bize gelmiş yanakları kırmızı kırmızıymış. Annem (Sana neler yedirdiler de böyle yanakların kızardı) demiş. Bunu o kız nenemlerde şöyle anlatmış: -Üm dedi ümledi benim kızım da kızarsın dedi. Bunu bilhassa, o evde şahsen duyduğu için olacak, Abdullah amcam çok defa söyler gülerdi. Abdullah amcam biraz da dedemin arzusu olsun diye Hafızlığa başlamış. Çok iyi hafızdı. Ayrıca da okumaya meraklıydı. Ayşe halam babamdan yaşlı, Hayriye halam babamdan gençti. Onun ablası Nazmiye genç yaşta vefat etmiş. Hayriye, halam gözü çok yaşlıydı, Kenanoğlu ile ölen kız kardeşinin yerine evlenmişti. Teyzesi olduğu, Raif Kenanoğluna bir anne gibi baktı. Hasan Hüseyin adında ikiz oğlu vardı benden sonra Osman çok sonra da Mehmet adında çocukları oldu. Çok samimi ancak son derece ani alıngan bir mizacı vardı. Ablamın her ağlayışında Hayriye hala, Hayriye hala, diye Meleği kızdırırdım. Bunda belki en ufak bir hata yaptığımda Ali amcamın (Minohal) yani Arapça er dayıya diyerek benim de dayım gibi olacağımı tekrarlaması tesirli olmuştur. Ancak bu gün Ali amcamın, belki de bilmiyerek, bana en büyük iyiliği yaptığına inanıyorum. Zira sonradan bende her hareketimde acaba, dayım gibimi hareket ediyorum korkusu, beni bir çok yanlış hareketten korumuştur. Babam rüştiyeden sonra Şama Sultani tahsiline gitmiş. Tahsildeyken Harbi

5

Page 6: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Umumi devam ettiği için kendisi 1917 senesinde gönüllü yazılmış. 1900 senesinde doğduğu için o zaman 17 yaşında olmalı. Bostancıya ihtiyat zabit okuluna göndermişler. Bu vesileyle İstanbul’u ailede ilk o görmüş. Harpteki İstanbul’un fecaatini anlata anlata bitiremezdi. Bir gün Enver Paşa onların karargahına gelmiş. İhtiyat zabit namzetleri hep okumuş kimselermiş, bunlara karşı alaydan yetişme zabitler de herhalde bir kompleks varmış. Bunlara çok sert muamele yaparlarmış. Teftiş sırası Enver Paşa ile bir ihtiyat zabiti arasında şöyle bir konuşma oluyor, Enver Paşa - Adın ne? diye soruyor - Eşeoğlueşek Paşam. - Bu nasıl ad? - Buraya geldim geleli başka bir adla çağrılmadım Paşam. Bu hadiseden sonra ihtiyat zabit namzetlerine yani yedek subay adaylarına bir daha küfredilmemesi tamimi çıkarılıyor. Fasulye, nohut yemeği verdiklerin de kurtlan ayıklayıp yerlermiş. Yine de şanslı sayılırlarmış, çünkü o sıra onlardan başka muntazaman ekmek bulan yokmuş. Suriye’den Halep ve Kilise o harp sırası bir çekirge hücumu olmuş, memlekette yeşil bağ bahçe hiç bir şey kalmamış. Hatta ev kapılarını bile çekirgeler yer, menteşe kapı kolu gibi demir aksam, çat diye düşermiş. Üzüm, tatlı kalmadığı için, (şeker ele geçmez bir hayalmiş), herkes uyuz olmuş. Halep’te belediye arabaları her sabah açlıktan ölmüşleri toplarmış. Son zamanlarda bazı gençlerin," Harp yapmalı, On iki adayı almalı idi, Trakya’ya yürümeli idi" gibi laflarına, - Bunlar, harp nedir bilmiyor bol keseden atıyorlar, derdi. Harp sonunda terhis olmuş, memlekette devlet otoritesi kalmadığı için dağlar eşkıya dolmuş yolda babamı da soymuşlar. Don gömlek geri gelmiş. Bu sırada Kilis de Fransızlar tarafından işgal edilmiş. Döndükten sonra Kilis’te, hasta denecek kadar zayıfmış uzun müddet kendini toparlıyamamış. Antep harbinde çalışan arkadaşlarına yiyecek ve silah şevkiyle meşgul oluyormuş. İhbar etmişler bir kaç gün Fransızların hapsinde yatmış, delil bulamadıkları için serbest bırakmışlar. Anne tarafım Patlıoğlu soyundan geliyor. İsmin nereden geldiğini bilene rastlamadım. Dedemin babası Hacı Reşidin beş oğlu oluyor. Ortancası Mehmet ise de adından çok, bir kolu sakat olduğu için, Çolak lakabıyla tanınıyor. O zaman Kilisin en zengini olduğu söyleniyor. Çolak dedem o zaman çok genç olan, Ali amcamı çok severmiş hatta, annemin ve babamın söylediğine göre "Ali gibi bir oğlum olsaydı hiç param olmasaydı" dermiş. Dayım için de "Bu benim bütün servetimi mahvedecek" dermiş. İki de teyzem vardı Aliye teyzem

6

Page 7: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

annemden büyüktü. Kadir Kadirbeyoğlu ile evlenmişti. Sıdıka, Pervin, Lütfiye ve Kadriye adlarında dört kızı vardı. Kilis’ten ayrıldıktan sonra temasımız yok denecek kadar az olduğundan pek hatırlamıyorum. Nakşiye teyzem, vaktinde Kilis’in sayılı güzellerindenmiş. Kazazoğlu İmam beyle evlenmiş. Atiye adında bir kızı, Seyfiddin adında Melekle akran, Nejdet adında da benim yaşlarında iki oğlu vardı. Ali amcama sermaye veren işe atılmasına sebep olan, Çolak dedemmiş. Ben doğmadan hatta ablam doğmadan önce vefat etmiş. Hakikaten dayım, miras taksiminde parası hamam tasıyla bölünen, serveti bir kaç senede mahvetmiş. Yalnız bin altınlık saman sattığını söylersem, servetin miktarı hakkında bir fikir edinebilirsiniz. Mirastan hisse isteyen ablası yani annemi silahla kovalamış. Komşular kaçırmış, kurtarmış. Allanın büyüklüğüne inanmayanlar ibret alsın diye yazıyorum, sonradan senelerce annem dayıma baktı. Ali amcam da onu ikinci Dünya Harbi sırasında, Sermayesini üç kardeşin verdiği, pekmezhaneye ortak etti. Fakat onu da yürütemedi. Aklımdayken bir hususu daha yazayım. Dayım Halep meyhanelerinde parayı bitirdiği günlerde birisi ona " Baban sürülerini Kürt dağına yollardı, onlarda çok alacağı olacak" diyorlar. Dedem hesabına çok sağlammış. Aniden ölmediği için kimsede bir hesabı kalmadığım söylüyorlarsa da o yine de gidiyor. Kürt ağalan o gelince aralarında toplanıyor ve sonradan babama söylediklerine göre "Bizim kimseye borcumuz yoktu fakat Çolak ağanın oğlunu eli boş döndürmek istemedik aramızda topladığımız bin altını (babanın bizde bu kadar alacağı vardı) diye verdik" demiş. Tabii arabasını doğru Haleb’e çektirmiş. Yere düşen altını almaz arkadan gelenler alsın dermiş. Traş için Kilis’ten Haleb’e arabayla gidermiş. Bir müddet sonra o parayı da bitirmiş. Annemle babam çocukluktan tanışır beraber oynarlarmış. Babamın anne tarafı, Trablus’tan geliyor ve Sunusi ailesiyle bağlantılı olduğu söyleniyor. Kilis’e Sultan Yavuzun Kilis’i alış senelerinde, 1521 senesinde.Abdülhalik Mustafa geliyor. Şeyh Gökçe Camii bu zat tarafından yaptırılıyor. Şazeliye mezhebini yaymak için geldiği söyleniyor. Kırmızı saçlı, beyaz tenli mavi gözlü (Gökçe adının göz renginden geldiği söyleniyor) Gökçe imamın kabrinin Kilis’le yaptırdığı şimdiki ismi ile Tabakhane Camisinin bahçesinde gömülü olduğu söyleniyor. Ailede çok okumuşlar yetişmiş. Osmanlı devrinde aileden on yedi kişi Şeyhül İslam’dan berat almış. Bunlardan on üç tanesinin Muhlis oğlu Cengiz Gökçede bulunduğu söylenmektedir. Ben şahsen göremedim. Son Berat alan Ömer oğlu Şeyh Mahmut imiş. Ben isim benzerliği dolayısı ile Gökçe ailesinin Irandaki Gökçe gölü civarından geldiklerini zannederdim. Ben nenemin annesini hatırlarım. O sıra doksanın üstündeydi, bir kaç sene önce

7

Page 8: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

buzda takunyayla abdest alırken düşmüş komaya girmiş. O komadan çıktıktan sonra yirmi sene yaşadı. Hasta olduğu sıra Dr. Emin bey sık sık bakmaya geliyor. Bir gelişinde Büyük nenemi gözlüksüz Kuran okurken görüyor. Sonradan babama anlatırken, - Ben oğlundan bile genç olduğum halde gözlüksüz hiç bir şey yapamazken o gözlüksüz Kuran okuyordu, dediğini duymuştum. Ali amcam dayısı olan Ömer Gökçe imamın kızı Salihayla evlendiği gibi Çolak dedem de, anneannemin ölümünden çok sonra, Ömer dayının büyük kızı Hamide’yle evlenmiş. Yani benim neneliğim oluyor. Biz iki kardeşin birisine Hamide nene diğerine Saliha abla derdik. Nedense yenge lafı bizde pek kullanılmazdı. Onun yerine abla derdik. Annem babamla evleneceği zaman, dedem (istemezsem herkes kızının bir kusurumu vardı? der onun için yüz altın verin) demiş. Babamlar zar zor yüz altını tamamlar verirler. O babamı çağırır üzerine dokuz yüz daha koyarak bin altını verir ve bir liste uzatır Haleb’e git bunları ve eve lazım olan diğer eşyaları al der. Hepsine Allah rahmet eylesin. Birazda Kilis’i kıssaca anlatayım. Gerek ikliminin güzelliği gerek arazisinin mümbit oluşu yüzünden tarihin her devrinde insanlar orada oturmuşlar. Bildiğim kadar Tunç devrinden beri meskun olduğu tesbit edilmiş durumda. Kalde, Asur, Hurri Mitani devletleri arasında el değiştirmiştir. Asurlar devrinde Ki-li-zi diye adlandırılmış. Sonradan Hititler almış. Bir ara Keyhüsrev II zamanında Perslerin eline geçmiş. Milattan önce dördüncü asırda Selefkiller’ce alınmış, Selefkillerin Romalılarca mağlup edilmesi üzerine. Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır. Roma imparatorluğu ikiye bölününce Bizans’ın olmuş. Haçlı harplerinde bir ara Urfa Dukalığına bağlanmış. İslamlığın yayılmaya başlamasıyla ilk elde edilen yerlerden olmuş. Stratejik ehemmiyeti dolayısıyla her kuvvetli daima Kilis’i elinde bulundurmak istemiş. İpek yolunun üzerinde de olması ehemmiyetini daha da artırmış, her devirde Kilis’e hakim ve sahip olmaya çalışmışlar. Mühim bir kale olan Azezin Timur un Anadolu’yu istilasında tamamen yıktırması Kilis’i daha da ehemmiyetli yapmış. Katip Çelebi "Ziyaretgahı Kilis’" kısmında şöyle yazıyor: "Evvela Şehit mahallesi kurafesinde üç bin sahabei kiram merkadi şeriflerinin taşlarında masturdur. Cümlesi Halid bin Velid bu şehri muhasara edip şehit olmuşlardır. Ve her şüheda kurbinde Hacı Halil mescidi dibinde bir kubbei ali içinde Şeyh Ahmed ve Şeyh Mehmed hazretleri erbabı sofradandırlar. Odun pazarında Şüheda Sultan ve Canpulad zade hamamı civarında şehid Cemali

8

Page 9: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Sultan ve Ak corum tedribesi kurbinde Şeyh İvaz Sultan. Şehrin şimalinde bir kurşun menzili baid kayalı bayır iizre bir tekyei ali var. Cümle şehir andan nümayandır ve bir mecmaül irfandır. Anda bir kubbei pürenvar içinde Şurahbil medfundur........... Gayet ulu Sultandır. Nice kerre üzerlerine nur nazil olduğu miisbettir. Cihannüma tekye biminnettir. Şehrin garbında bir tekyei ali daha var Anda Şeyh Muhammedi Arabi ve Rıttali deyu meşhurdur ........... Elhasıl ulu sultan sahabei peygamberi ahır zamandır. Hazreti Ebubekir hilafetinde şehit olmuşlardır...." Kilis Bizansa karşı ileri karakol vazifesi gördüğü için, yapılan savaşlarda, çok şehit verilmiştir. Büyük Selçuklu Alp Arslanın Malazgirt savaşından sonrada Anadolu Selçuklarının eline geçmiş. Sonradan Memlukların eline geçen Kilis onaltıncı asırda Yavuz Sultan Selim zamanında 1516 da Osmanlı toprağına katılmıştır. Evliya Çelebi Kilis’te kalenin harap olduğunu fakat 4660 ev 30 cami 7 medrese 3 hamam 11 han 2170 dükkan olduğunu kaydeder. Aşağı yukarı iki eve bir dükkan düştüğüne göre, ticaretin ne derece ileri olduğu düşünülebilir. O zamanda şimdide en mühim Cami Kanuni Sultan Süleyman devrinde Cambolat oğullarının yaptırdığı İstanbul camilerine benzeyen camidir. Tekke camiidir. Bahçesinde Beyler beyi olan Cambolat beyin mezarı vardır. Yanında mevlevi dergahı bulunurmuş. Eski devirlerden pek eser kalmamakla beraber, 1334 de Abdullah bin Hacı Halil’in yaptırdığı Ulu Cami, 1515 de Seyide Fatma tarafından yaptırıldığı bildirilen Akçunın camisi 1553 te Cambolat tarafından yaptırılan Tekke camisi kalan eski eserlerdir. Şeyh camisini 1569 da Hacı Baki Murat yaptırmıştır. 1665 de Abaza Hasan paşa Şeyhler camisini yaptırmıştır. 1683 de Çalık camisi yapılmıştır. Cüneyne camisinin ne zaman yapıldığı bilinmemekte 19. asırda Salih ağanın onardığı yazılıdır. 1525 te Celaledini Rumi adına yaptırılan, halk arasında Ak tekke denilen, Mevlevihane’nin bir çok kısmı yıkılmış olmasına rağmen Semahane 1876 da onarıldığı için günümüze ulaşmıştır. Şeyh Abdullah efendi tekkesi, Nakşibendi tekkesi, 1858 senesinde yapılmıştır. Avlusunda Şeyh Abdullah’ın türbesi vardır. Aynı Şeyh Abdullah’ın yaptırdığı Baytaz han, Çarşıya çevrilmiştir. Hamamlara gelince Hoca hamamı 1545 de Cambolat tarafından yaptırılmıştır. Eski hamam 1562 de. Paşa hamamı 1567 de, Hasan bey hamamı 1599 da, Tuğlu hamam 1785 de yapılmıştır.

9

Page 10: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Çeşmelerden de bir kaç meşhurunu yazayım: Fellah Çeşmesi 1623 (1787 de onarılmış) Kurtağa Çeşmesi 1635 İpşir paşa Çeşmesi 1654 ve Kavaf Çeşmesi 1844 tarihlerinde yapılmış Kilis’in güzel çeşmeleridir. Kilis’te bunlara KASTEL derler. Çurun dediklerini de duydum. Yavuzun işgalinden sonra, 1831 senesinde Osmanlıya isyan eden Kavalalı İbrahim paşanın kısa bir müddet işgali ve birinci dünya harbinden sonraki önce İngiliz sonra Fransız işgali sayılmazsa hep Türk kalmıştır. Selçuklular devrinde de esasen Türktü. Kilis bir irfan merkezi olmuş, ilim öğrenmek için bir çok yerden Kilis’e gelirlermiş. Matta " Mantığın ilk hocası şeytan, memleketi Kilis’tir " derlermiş. Yukarıda izahatını verdiğim böyle bir yerde ve böyle bir aileden, 1926 senesinin 27 Ekim günü, Kilis’e göre zeytin vakti, Kilis’te Tekye mahallesinde Cambolatların yaptırdığı Büyük caminin yan sokağında o zamana göre iyi bir evde doğmuşum, iyi bir ev dememin sebebi şudur: Kilis’teki evler, bir avlu (Kilis’te havuş derler) etrafındaki tek katlı muhtelif odalardan meydana gelmiştir. Odalara göz tabir edilir, hatta bazı gözler ahır gibi de kullanılır. Bence bu şekil hem evleri dış baskınlara karşı korumak için hem de dışarıdan evin mahremiyetini korumak için düşünülmüş bir tedbir olsa gerek. Damlar Kilis’te düzdür. Şimale çıktıkça sivrilen çatı, iklim ve bilhassa karın yığılmaması için, cenuba gittikçe düzleşir. Hatta tam düz olması ve yağmuru içeri geçirmemesi için yuvarlak taşla sıkıştırırlar. Kilis’te buna loğlama derler. O yuvarlak silindir gibi, taşın ismi Loğdur. Bizim evin iki tarafı iki katlı idi. Ayrıca ahır gibi kullanılan yeri yoktu.Evler umumiyetle beyaz kalın taşlardan yapılırdı. Bu taşlan herhalde civardaki ocaklardan getirirler ve ustalar ellerinde çekiç ve keski ile günlerce düzeltmeğe çalışırlardı. Bu beyaz taşlar (Kilis’te Kesme taşı derler) kalın oldukları için evleri sıcak ve soğuktan da iyice korurdu. Taşların çıkarıldığı yere Kesmelik derler. Yer altındadır. İçerisindeki pınarın suyu o kadar soğukmuş ki, içerisine soğutmak için konan üzümler çatlarmış. Bu taşların üzerine Havara denen bir şeyle badana yaparlardı. Havara kil gibi bir şeymiş. Onu suda eriterek tabii badana elde ederlerdi. Kilis’te bir tabir de vardır (Güzellik, sıtma havarası) derler. Herhalde bununla güzelliğin bir ateşli hastalık gelene kadar dayanan bir badana olduğunu, ona kıymet verilmemesi gerektiğini kastediyor zannediyorum. Bizim evde Kilis’te o zaman, çok ender olan soba vardı. Kilis’te yakacak, bürün dedikleri, Zeytinyağı fabrikasında Zeytinyağı iki taş sıkıştırılarak, alındıktan

10

Page 11: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

sonra kalan Küspeyi evlere yakacak olarak verirlerdi. Buna BÜRÜN derlerdi. Fakat sobada bu yanarsa oda çok fena zeytin yağı kokardı. Onun için sobada odun ve tahta yakılırdı. Kilis’te kömür yakıldığını hiç hatırlamıyorum. Kilis’te herhalde Zeytin bol olduğundan Zeytinyağlı yemeğin kıymeti yoktu. Zeytinyağlı dolma da yapılsa, konu komşu sorarsa ille etli dolma yaptık denirdi. Halbuki ben hala zeytinyağlı dolmayı etliden fazla severim. Hele o dolma kuru patlıcanla ve bulgurlu olursa. Patlıcanın morluğu da bulgura çıkardı, nefis olurdu. Kilis’te bazı evlerde Tandır vardı. Odanın ortasında bir çukur, içi yanmış ateş doldurulur üzerine büyük bir yorgan örtülür. Herkes ayağı tandıra doğru başı açıkta kalacak şekilde yorganın altına girerdi. Her halde (ayağını sıcak tut başını serin) sözünü en iyi tandırcılar tatbik ediyorlardı. Ben başımı biraz açık tutsam nezleden kurtulamam. Her halde bu yüzden tandın pek sevmezdim. Esasen o yaştaki bir çocuğun hareketsiz durması pek beklenemez, hele benim gibi bir yaramaz olursa. Onun için tandıra alışamadım. Aklımda kaldığı kadar aynı sokakta karşı sıradaki Muharrem Combolat beyin evi daha güzeldi. Evin içerisinde havuz vardı. Yalnız küçüktü. Sonradan o evi değiştirip arka tarafındaki camiye bitişik daha büyük eve geçtiler. O yeni evin bir tarafı Masmana (Kilis’te Sabunhaneye Masmana derler), bir tarafı Cami idi. Dış kapısı bir dehliz dedikleri, caminin bir arkının içine açılırdı. Ben gürbüz bir çocuk olarak doğduktan bir müddet sonra bağarsak hummasına tutulmuşum, çok zayıflamışım. Dr Emin bey bile ümidi kesmişse de son ümit olarak hastahaneye kaldırmışlar. Annem bir an beni yalnız bırakmamış. O kadar zayıf düşmüşüm ki hastabakıcı avucuna alır iğne yaparmış. Çok yaşamaz derlermiş. Yatağa yatırdıklarında o kadar çok ağlamışım ki annem o iki ayı beni kucağında gezdirerek geçirmiş. Herhalde yaşamamdan ümit kestikleri için hiç bir resmimi de çektirmemişler. Zamanla canlanmaya başlamışım. Hastahaneden sonra tekrar iyileşmişim. Hatta zamanla tekrar şişman bir çocuk olmuşum. O arada doktor babama, annemin de zayıf düştüğünü, kuvvetlenmesi, süt verebilmesi için Suriye’den bir kaç şişe şampanya getirtmesini söyler. Babam derhal Halep’teki arkadaşlarına sipariş verir, bir kasa Napolyon üç yıldız, şampanya gelir. Annem herkesin ısrarına (günahı benim olsun) diyen doktora rağmen, bir dirhem ağzına koymaz, - Ecelim gelmişse bu içkimi beni kurtaracak, hiç olmazsa içkili ölmeyeyim der ve bir yudum içmez. Bütün ömrünce de içmedi. Bizlerdeki inadın diğer Özoğuzlardan da fazla olması herhalde anne tarafından da geldiğinden, katmerli olmasındandır. Annemin bir yudum bile içmediği şampanyaları Doktor Emin bey afiyetle içmiş. Babamın Emin bey için anlattığı bir hikayeyi de hiç

11

Page 12: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

unutmam. Bir gün Emin beyin evinin yakınında, yolda bir adam babamın gözü önünde yere yıkılıyor, herkes adam ölüyor diye telaşlanıyor, hemen doktor Emin beyi çağırıyorlar. Emin bey bir eliyle hastanın nabzını tutarken diğer taraftan babamın kulağına - Bu gün zeytinyağı fiyatı ne kadar oldu, der. O zaman herkes zeytinini toplar, para lazım oldukça zeytin yağını satarmış. O zamanın borsası Kilis’te zeytin yağı fiyatıymış. Babam, - Adam ölüyor herkes telaşlı can derdinde doktor yağ derdinde, demişti. Kilis’te hanımlar kendi şahsi ihtiyaçlar için de yağ sattıklarını bilen bazı beyler evde piyasa haberlerini söylerlermiş. Böylece nasılsa satılacak malın hiç olmazsa ucuza gitmesini önlerlermiş. Evimize dış kapıdan girince, herhalde yabancı biri ise, doğrudan evin mahremiyetine giremesin diye yapılmış, üstü asma ile kapalı, iki tarafı tahta duvarlı bir antreye girilirdi. Diğer duvarların biri komşu duvarı, diğeri kapı idi. Kapıdan gönderileceklerle orada konuşulur eve girecekler için içeriye, örtünsünler diye, seslenilerek haber verilirdi. Dış kapı komşu evin duvarının yanındaydı. Antreden sol taraftaki mandallı bir kapıdan avluya veya havuşa girildiğinde, karşıda evin en geniş odası bulunuyordu. Gerek onun ve gerekse sağ tarafın üzerinde birer kat daha vardı, ikisinin birleştiği köşede merdiven bulunuyordu. Sağ taraftaki aşağı odada çok fena bir hatıram var unutamam. Babam zannedersem İstanbul’dan gelmişti. Ben üç veya dört yaşlarında olacağım, herkes beni yalnız bırakıp kapıya koştu. Bende ayağa kalkarak pencereden bakmaya çalıştım. Duvarlar kaim olduğu için pencere altlarında, odaya doğru hafif çıkıntılı mermer vardı. Nasıl olduğunu bilmiyorum, belki ben de babama koşmak istedim, ellerimi bırakınca birden ağzımı pencere kenarına çarpmamla ağzımın içi kan doldu. Tabii haykırarak yeri göğü inlettim. Söylemeği unuttum benim Mustafa Kemal adında bir ağabeyim olmuş çok yaşamadan ölmüş. Ablam doğduğunda babam, kız oldu diye, bir kaç gün eve gelmemiş. Arkadan ben olmuşum. Ayrıca Ali amcamın üç oğlu olmuş üçü de ölmüş yalnız bir kızı (Fevziye abla) vardı, küçük amcam henüz evlenmemişti. Yani ailenin veliahdı ve üç erkek kardeşin, tek erkek evladı idim. Bu saltanatım altı, yedi yaşına kadar devam etti. Ali amcam - Oğlan çocuk Zeytin ağacı gibidir devamlı bakım ister. Kız yabani ot gibidir, kendi kendine yetişir, derdi. Her halde üç oğlunu kaybedip, sonunda dört kızla kalmanın tesiri ile böyle konuşurdu.

12

Page 13: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Benim böyle bir kaza geçirmem herkesi birbirine kattı. Babam, - Ben hizmetçiye kabahat bulmam. Çocuğa sen bakacaksın, diye anneme kızıyordu. Kayınvalide, kayınpeder ve amcalarımın yanında böyle bir durum olması zaten bir anne olarak üzülmekte olan annemi, büsbütün perişan ettiğini, sonradan annemden duymuştum. İstiklal harbi bitmiş, memlekette siyasi faaliyetler başlamış. Bu arada Türkiye’de ikinci parti kuruluyor, eşraf diye geçinen tufeyli sınıfı oraya geçiyor. Halk Partisi başkanı babam. Epeyi mücadeleler oluyor. O Parti feshedildikten sonra bir gün Kılıç Ali Kilis’e geliyor. Babama, - "Gazinin emri var beş sizden, beş onlardan alınacak. Halk Fırkasında böyle bir heyet kurulacak. Reis Sen olacaksın" diyor. O zaman Belediye de babamların gurubunun elindeymiş. Belediye reisi de Kilis mücahitlerinden Müslüm beymiş. O gece sofrada Kılıç Ali babamı sağına oturtuyor, iltifatın bini bir para. Yemekten sonra babamları bırakmıyor. O gece sabaha kadar babam ve arkadaşlarıyla konuşuyor, fakat bunlar, ya hep ya hiç deyip, düne kadar mücadele ettiği, Fransız işgali sırası bunlar mücadele ederken, evlerine Fransız zabitleri davet eden ve bir iki defa babama silah attırılan kimselerle beraber olmaya, yanaşmayınca ertesi gün hepsinin kapısına bir jandarma koyduruyor, istifalar imzalanmadan evden çıkma yasaklanıyor. Hepsinden istifaları alıp kendi başına bir heyet teşekkül ediyor. Seneler sonra Kilis’ten gelen bir misafir babama, - Siz o gün inat etmekle bizleri eşrafın eline bıraktınız hiçte iyi olmadı diyecekti. Maalesef hissi kimseler olduğumuz için bu tarafı düşünmeden hislerimizin fesin oluyoruz ve çok defa faydadan çok zararımız oluyor. Biz kitaplarda bunların halka dayandığını Hürriyet istediklerini falan okurduk. Anadolu’da her kasabanın kendi hususi durumu olduğunu sonradan öğrenecektim. Oralarda rakibi hangi partidense sen de aksi partiden olacaktın. Bunun Demokrasiyle hürriyetle hiç bir alakası yoktu. Eşraf denen sınıf Halk partisine girince halk partiden soğuyor. Nitekim 1946 ve daha sonraki hiç bir seçimde Kilis’te Halk partisi seçim kazanamıyor. Babamın particiliği de böylece noktalanıyor, ileride, yazılan tarihle, yaşanan tarihin başka şeyler olduğunu öğrenecektim. Kılıç Ali’den bahsetmişken sunuda anlatayım, istiklal harbinden sonra, bir çok kimse hiç hayal bile etmediği mevkilere geçince hep eski hanımları boşayıp yeni modern hanımlar alıyorlar. Bunların bu durumuna Gazi Mustafa Kemal çok kızıyor. Kendi hanımını da boşamış olan Kılıç Ali yine böyle birisi için Gazının kızmasına,

13

Page 14: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Paşam siz de hanımınızı boşadınız niçin diğerlerine kızıyorsunuz? der. - Ben Reisicumhur Mustafa Kemal olarak evlendim, Reisicumhur Mustafa Kemal olarak boşadım. Halbuki sen Kel Ali olarak evlendin, Ali bey olunca boşadın, böyle yapanlara kızıyorum der. Kilisli Mahmut Koska’nın da bu mevzuda söyledikleri de çok yerindedir. Her zaman - Bir kilo altının üzerinde oturabilmek için dört kilo kıç lazım, yoksa para adamı rahat bırakmaz oynatır, derdi. Allah para kazandığı zaman şaşıranlardan olmaktan hepimizi korusun. Çolak dedemin - Bir Mecidiyenin üzerinde oturmak için bir batman g.. gerek dediğini de söylerler. Mahmut Koska kendisini iyi yetiştirmiş, Kilis’in sayılı tüccarlarındandı. Babamın dayısı Eyüp Gökçeimam’la ortaklardı. Yerleri tam çarşının orta yerinde ana caddeye on adım bir yerde idi. Ankara başkent olup yeni yeni evler yapılmaya başlandığı sıra Atatürk yeni evlere gider ziyaret edermiş. Zanedersem Falih Rıfkı’nın bir yazısında okudum, tuvaletlerine bakar ve ev sahiplerini tenkit edermiş. Tuvaletin durumu ev sahibinin görgüsünü, medeniyetini gösterir dermiş. Beş altı yaşlarına doğru, dişimi pencereye vurduğum odaya bir kız getirdiler, sonradan bunun bize evlatlık olarak satılan, senelerce biz de kalacak, Fatma olduğunu öğrenecektim. Bir defa Haleb’e da gittiğimi hatırlıyorum. Babam ve ablam daha önce gitmişlerdi. Burada şunu açıklamam lazım. Birinci Dünya harbinden önce Kilis’in 600 köyü varmış. Hudut çizilirken beş yüzü Suriye’de kalmış ve bunların sahiplerine birer pasavan yani bir çeşit daimi pasaport vermişler. Böylece Kilislilerin kaçakçı olmalarına yol açılmış. Fakat bu ikinci dünya Harbine kadar kaçakçılık çok ufak çapta kalmış. Sadece kendi ihtiyacı nerede ucuz ise oradan almışlar. Esasen halkta da para olmadığı için sadece zaruri ihtiyaç için alış veriş yapılmıştır. Neyse Haleb’e vardım. Babam beni karşıladı. Doğru bir ayakkabıcı dükkanına görürdü. Yeni ayakkabı aldı eskileri de orada bıraktı. O gün bir eve davetli imişiz. Ablam başkalarıyla önceden gitmiş. Ben orada ablamı görünce hemen yanma koşup kulağına kekeç dilimle

14

Page 15: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Babam parçanalanmı orada bıraktı, dedim. Bu lafımı sonradan ablam her fırsatta söyler gülerdi. Kilis kendisini Haleb’e, Antep’ten daha yakın his ederdi. Esasen o zaman babamlara göre Haleb’te Türkler Araplardan çok daha fazlaymış. İklim bakımından da Kilis Haleb’e benzer. Antep’e benzemez. İskenderun’dan gelen Akdeniz iklimine tabidir. Renkli dondurmayı ilk defa Haleb’te görmüş pek sevmiştim. Yalnız Fransızların getirdiği Senegalli zenci askerlerden çok korkardım. Haleb’ten bir hatıramda şudur. Bir gün yolda kırmızı fıstık gördüm babama söyledim, aldı. Meğer bu iç fıstıkmış. Ben kabuğunu kıracağım diye hızla ısırınca dilim dişlerimin arasında kaldı ve çok canım yandı. Fıstığı ben değil yanımdakiler yedi. Babam hep bir gün Haleb’in de Hatay gibi Türkiye’ye geçeceğini umar ve o zaman Haleb’te oturmayı düşlerdi. Zanedersem o Haleb’i değil gençliğini arıyordu. Yoksa Haleb’te oturabileceğini hiç zanetmiyorum. Hele İstanbul’dan sonra. Halep dönüşü Abdullah amcamın düğünü oldu. Esasen babamlar oraya onun ev, düğün hazırlığı için gitmişler. Yukarıda anlattığım o evde bir hatıram da, küçük amcamın, Abdullah amcamın günlerce süren düğününden sonra o meşhur dişimi kırdığım odanın üst katında balayı yaşadıklarıdır. O düğün günlerinde bir hafta, Kilis’te, sabahlara kadar eğlenilmişti. Düğünün bir kısmı Ali amcamların evinde oldu. Onların evi bizim evden epeyi uzaktı. Kilis’in en büyük caddesi, Kilis’e girerken, Kışlanın yanından geçip Kara taş sağında kalarak Kaymakamlığa giden caddedir. Kaymakamlık yahut Kilis’te söylendiği gibi HÜKÜMET Konağı büyük meydanın sağ tarafında büyük ve bakımlı bir bahçe içerisindeydi. Kaymakamlığı sağ tarafına alırsan karşında Büyük Cami var (Tekke camii), Meydanın sol tarafı dükkanlarla kaplı, şayet Kaymakamlığa doğru dönmezsen o cadde sizi Orta mektebe götürür. O zaman Orta mektep şehrin son binasıydı. Ondan sonra Bağlar başlardı. Caddede Kaymakamlığa gelmeden önce bir dört yol vardı. Çarşı dört tarafa doğru uzardı. Sol tarafa gidilince, o köşede bir Cami (Kadı camii) de vardır, hiç bir yere dönmeden, bizim eve varılırdı. Bizim eve varmadan sağ tarafta manifaturacı dükkanları vardı. Onlardan birisi Ali amcamın Sürmelioğlu ile ortak durdukları dükkanmış. Dört yoldan, bizim tarafa değil, aksi istikamete, sağ tarafa gidilirse, ileride tekrar sağa dönülerek, Ali amcamların evine varılırdı. Düğünde ben küçük olduğum için Haremlikle selamlık arasında haber götürüp geriliyordum, ilk defa orada gelin, Fıtnat ablanın erkek kardeşi, Sıddık Kazazoğlu ile yine onun gibi o zaman, askeri Tıbbiyede okuyan Haki Dolunayın, Gramofonda çalan plakla, dans ettiklerini gördüm. Herkes ilk defa

15

Page 16: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

gördükleri dansa hayretle bakıyorlardı. Onlar da İstanbul’da hanımlarla nasıl dans ettiklerini, ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Ali amcamın evinin bitişiğinde Cami vardı. Kadınlar, büyük avluda oynarken bir kaç kişinin minarenin şerefesinden baktığını görmüşler, kıyamet koptu, Selamlığa haber saldılar. Jandarma kumandanı o zaman yüzbaşı olan Raif bey oradaydı, duyar duymaz derhal emirerine söyledi, bir kaç jandarma derhal hepsini indirtti. Bu Raif bey ve hemşiresi Nebile hanım bizden seneler sonra İstanbul’a tayin olup geldiler. Her zaman görüşürdük. Sarıyer’in yerlisi idiler. Bize daima midye dolması yapıp getirdiklerini hatırlıyorum. Kendisi de Ablası da hiç evlenmediler. Nişantaş’ta oturduğumuz zaman Dr Muzaffer Cambolatla Dr. Pakize hanımın beraber gezmesine kızar.o zamanki bir çok kimse gibi, " Kadın erkek arkadaş olamaz" derdi. Ona göre ateşle barut yan yana duramazdı. Düğünden sonra bir müddet damat ve gelin (Abdullah amca ve Fıtnat abla ) bizim evde yukarı odada kaldılar. Sabahlan onları kahvaltıya çağırmayı bana yüklüyorlardı. Ben de o yaşıma rağmen, kapıyı çalmadan, anahtar deliğinden içeri bakmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Çocukları hiç bir şey bilmez anlamaz zannetmek ne kadar yanlış bir şey. Şunu da söyliyeyim ki, belki babamın İstanbul’a çok gidip gelmesi, belki o zamanki tek parti olan Halk fırkası başkanı oluşu veya kaymakam ve ileri gelen memurlarla çok teması olması dolayısı ile bizim evde yemek hep masada yenirdi ve çatal bıçak kullanılırdı. Yalnız dedemin, çatal gavur icadı diye, kullanmadığını duymuştum. Dedem beni, belki yukarıdaki yazdığım gibi tek erkek Özoğuz erkek torun olmam yüzünden, belki de bana kendi adını (Mustafa) verdikleri için, beni çok sever çarşıya omzunda götürür getirirmiş. Adı Mustafa olduğu halde o doğduğu sıra halasının Mustafa adında kocası öldüğü için -Buna Mustafa demeyin Mestan deyin, demiş onun için adı Mestan kalmış. Bir gün beni yine omzunda götürürken eşraftan birisi - Ne o Mestan uşak bakıcısı mı oldun? demiş (bizim orada çocuğa uşak derler). Çok ağrına gitmiş, torunu olmayan o zata, - Keşke herkesin olsa da böyle tatlı uşaklık yapsa demiş. Bunu sonradan babam ve büyük amcamdan duydum. Dedem çocuk yaşta yetim ve öksüz kalmış. Akrabaları, elindeki avucundakini yiyip bitirmişler. Evlendiği zaman güya bir ufak sandık altını varmış. Onu da dost, arkadaş temizlemiş. Nenem

16

Page 17: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Parayı batırırsan, hastalığında sana bakmam dermiş. Dedem varlıktan yokluğa düşmenin verdiği teessürle, adeta hayata küsmüş, kendini ibadete vermişti. Abdullah amcamın hafız olmasını o istemişti. Ben bilmiyorum, çünkü dedemin vefatında beş yaşında idim, ancak duyduğuma göre hakikaten dedem felç olunca nenem bakmamış, ona en küçük hafız oğlu Abdullah bakmış. Ona piyango çıktığında, çok kimse Allah iyiliğinin karşılığını verdi demiş. Babamdan onun, "Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni Sinme tilki gölgesine ko parçalasın arslan seni" mısralarını tekrarladığını duymuştum. Yoksul duruma düşmesine rağmen kimseye minnet etmiyecek karakterdeydi. Nenemin ailesi tarafından gönderilen yardımları geri çevirirmiş. Sakalı kırmızı idi. Ayyüş halamın da saçı kırmızı idi. Dedem ömründe bir defa o da mecbur olduğu için, zanedersem pasavan almak için resim çektirmişti. Vefatından sonra çocukları o resmi büyüttüler. Bir huyu vardı ki, babama, ondan da bana geçmiştir, kızınca uykusu gelirdi. Hatta söylendiğine göre, uykusu gelmediği zaman, nenemle kavga çıkarır, biraz sonra o horul horul uyur, nenem sabaha kadar otururmuş. Tabii dedeme fatihalar okuyarak... Çocukluktan bir hatıram da çok geç konuşmamdır. Herhalde geçirdiğim hastalıkların (hasta haneden sonra boğmaca ve kızamıkta geçirmişim) tesiri ile dört beş yaşına kadar konuşmamışım. Söylenenleri anlardım. Bazıları bunun dili yok diyince (konuşmayanlara dilsiz derler) dilimi çıkarırdım. Bazı ihtiyaçlarımı işaretle anlatırdım. Sağ elimin baş parmağı ile büyük ve işaret parmağımı aşağı doğru, birbirine sürersem bu şeker istediğimi anlatma şekliydi. Şayet iki elimin işaret parmaklan ile birbiri etrafında daireler çizersem çörek istiyordum. Elimi açık olarak sallarsam Zılbiye denen tatlıyı istiyordum. Kim bilir belki de konuşmaya layık bir şey bulamamaktan veya tembellikten konuşmazdım. Konuşabildikten sonra da, ihtiyarlayana kadarda konuşmayı pek sevmezdim. İhtiyarlayınca herhalde eski geri kalmışlığımı telafiye çalışıyorum. Yazları bağa çıkardık. Bu bir büyük hadise olurdu. Gidilen yer beş on kilometre uzakta olmasına rağmen hazırlık günlerce sürerdi. Şimdi orası yani bizim bağın olduğu yer ,o semtin ismi Kalleştir, Şehrin içinde kalmış. Kışlıklar kaldırılır, halılar toplanır, hepsi naftalinlenirdi. Bağa gidecek eşyalar önden gönderilirdi. Çadır ve baraka gibi güneşten koruyacak yerler hazırlanırdı. Kilis’in etrafı zeytinliktir. İskenderun’dan gelen hava burayı Akdeniz iklimine bağlamış. Zeytinliklerin içine de bağ ekilmiştir. Bağlar yerde olur. Köklere tiğek derler. Kilis’te çok güzel üzümler olur. Ben hepsinin ismini bilmiyorum. Hömmusu denen üzüm hafif morumsu olur ve bilhassa sabah erken üzerine kırağı düşmüş

17

Page 18: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

olanını insan ne kadar yese doymaz. Bir de Horoz karası vardı, galiba Horoz ailesinden birisi bu (ilk üzüm kütüğünü ilk defa Kilis’e getirdiği için bu adla anılır. Diğer tipleri hatırlayamıyorum. Kilis’te bağdan (üzüm koparıp yemek serbesttir. Sırıklar üzerindeki yerden bekçiler üzümün yenmesine değil bağa yahut zeytine zarar verilmemesini, hayvan girmemesini kontrol ederler. Bizim tarafla ne istediğini bilmeyen veya hiç yerine kavga çıkaran kimseye - Niyetin üzüm mü yemek, bekçimi dövmek?, derler Bağ hayalında hatırladığım, bazen akşam üzeri bir kaç adam bir gaz tenekesi getirirdi. Onu hemen gömerlerdi sonra karanlık bastıktan sonra çıkarır şişeleri doldururlardı. Meğer bu Suriye’den getirilen çok meşhur bir kaçak rakı (Zahle rakısı) imiş. Geldiği bildirilince o geçe herkese haber verilir, başta kaymakam, gümrük müdürü, jandarma kumandanı, mektep müdürü, banka müdürü olmak üzere hepsi toplanır, dedemin yatağına en uzak noktada sabaha kadar içerlerdi. Şunu da unutmamak lazım ki o senelerde değil televizyon, radyo bile yoklu. Sinema, tiyatro hak getire. Bir otomobil gelirse bütün kahveler boşalır herkes arabanın peşinden koşardı. Hatta İstanbul’u görmüş bir kimseyi görmek için gelirlermiş. Bunu ben bilmiyordum sadece duymuştum. İçmekten başka hiç bir eğlenceleri yoktu. Ali amcam, esasen pek içmez ayrıca büyük pozunda olduğundan, diğerlerini rahatsız etmemek için toplantılara katılmazdı. Babam onun yanında 30- 40 yaşına kadar sigara dahi içmemiştir. Abdullah amcam ise o zaman hem küçük olduğu için hem de çocukluktan beri mide rahatsızlığı çektiği için, içmezdi. Haleb’teki Amerikan hasta hanesinin başhekimi Antunyan ona PARYAVŞAMI almasını söylemiş devamlı alırdı. O bitkiyi Antunyan Kilis dağlarından toplar mide ilacı yaparmış. Böyle içkili, yemekli günlerde, yardımcısı olmasına rağmen, annem sabaha kadar sofraya istenenleri göndertmekten bitap düşerdi. O devirde kadın hakikaten ezilirdi. Şimdiki feministler o zaman yaşasaydı acaba ne yaparlardı. Her halde onlar da ninelerinin yaptığını yapardı. Hürriyet öyle bir şey ki insan malik oldukça daha fazlasını istiyor. Hürriyet yoksa onu aklına bile getirmiyor. Böyle düşününce hürriyetsiz rejimlerde nasıl yaşanır diyenler, onlar gibi yaşamadıkları için öyle düşünüyorlar. Neyse felsefeyi bırakalım, yine çocukluğumdaki bağ hayatına dönelim. Her seferinde babam bir daha olmayacağına söz verir fakat bu, yeni tenekenin gelmesiyle unutulurdu. Bu sofralarda benim rolüm sofrayla, yemek hazırlanan yer arasında, haber taşımaktı. Bazen de içenlerden birisi beni yanına çağırır para verip bir küfür ezberletir, ben de gider onun gösterdiği şahsa bağırarak küfrederdim. Biraz sonra o, hücumun kimden geldiğini anlar o da bana öğreterek ötekine, tabii

18

Page 19: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

parayla, küfrettirirdi. Benim küfür öğrenmem böyle oldu. Bağda babam daima silahlıydı, gece yatarken de tabancasını yastığının altına koyardı. 1941 senesinde son defa Kilis’e gittiğimde halam oğlu Hasan beni hiç yalnız bırakmıyordu. Bir gün bana - Sakın tenha yerlere gitme, babanın düşmanları seni vurdurabilir, dedi. Ben onbeş yaşının verdiği pervasızlıkla, bilmemezlikten gelerek, Hasanın kastettiği şahsın oğluna - Hani kim vurduracakmış, senin malumatın varını? diye sordum O da, - Yok böyle bir şey diyerek, o zaman çok görüştüğüm, o yaz her gün beraber okluğum, sonradan ikisi de doktor olan Mahmut Kiremitçi ile Sedat Pınara, - Bak şu Hasanın yaptığına Orhan’ı vuracaklar var demiş, dedi. Kendisiyle hakikaten arkadaş olmuştum. Sonradan vefat ettiği için ismini yazmıyorum. Allah rahmet eylesin. Esasen babası öyle yaptıysa oğlunun ne suçu olur. Kanunen de dinimize göre de suç şahsidir. Evlatlar mesul olamaz. Onbeş yaşında bunları ben nereden bilecektim. Son senelerinde felç olmuş dedemin yatağı o barakalardan birisine kurulurdu. Buna baraka değil daha ziyade çardak demek daha doğru olur. Güneşten korunmak için üstü kapalı, dört tarafı açıktır. Biz çocuklar onun karışamayacağından emin olduğumuz için uzun sopayla ayağına dokunur kaçardık. Bir gün benden bir kaç yaş büyük halamın oğlu Hasan bağa gelmişti. Dedemin yanına gittiğinde, ondan beni yakalayıp getirmesini istedi. Kaçtımsa da Hasan beni yakalayıp dedemin yanına götürdü. Dedem ilk ve son defa bana bir tokat attı. Bu bana o kadar dokundu ki, acısından değil, onuruma dokunmasından, uzun müddet ağladım. Çok geçmeden dedem vefat etti. Bizi Kilis’e bağlayan en kuvvetli bağ kopmuştu. Bağ günlerini yazarken emektar Perişan dayıyı unutmamalıyım. Perişan dayı bizim merkebin ismi idi. Annem hayvana binmeğe korkardı fakat Perişan dayı müstesna, ismi kimin ve niçin konduğuna dair hiç bir şey hatırlamıyorum yalnız çok uysal ve iyi huylu bir merkepti. Nerde yatıp kalktığını da hatırlamıyorum. Zannedersem Sabunhanenin hayvanlarıyla kalır, bağ zamanı bizimle bağa gelirdi.

19

Page 20: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

İki defa hamama gittiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Birisi annemle ve zan edersem Eyüp dayıların evi ile Park arasındaki bir hamama (Hoca hamamı) gitmiştim. Kadınlar günü idi. Bende çok küçük olduğum için beraber gitmiştim. Kadınlar yıkanmadan çok konuşuyorlardı. Annemin beni çok yıkadığım sonunda ağladığımı hatırlıyorum. Ayrıca çok kadın peştamalını çıkarıyordu. İkincisi babamla gittiğim hamamdı. O gün paşa hamamını kapatmışlar mıydı, başka müşterimi yoktu, bilmiyorum. Yıkandıktan sonra hamamın dış kısmında masa kurulmuştu, birkaç arkadaşıyla babam içiyorlardı ve çiğ köfte yiyiyorlardı. Başka hamama gidişimi hatırlamıyorum. Annem bizi evde yıkardı. Bir gün bana allı çivili bir potin almışlardı. Keyfimden ne yapacağımı şaşırdım. Sokağa çıkıp herkese göstermek istiyordum, bırakmadılar. Taşlıkla ayaklarımı vura vura dolaştım. Bu arada benim de bir, ender rastlanır güzellikte, erkek kardeşim oldu ve çok yaşamadan vefat etti. Adı İlhandı, güzelliğine bakmaya gelirlermiş. Bu arada sunuda yazayım. Babamların bir amcası o kadar güzelmiş ki, o muhafazakar devirde, o geçerken genç kızlar mendillerine şeker bağlar ona atarlarmış. O amca çok korkusuz, mert bir kimse imiş. Fakat aynı zamanda güzelliğine ve kuvvetine çok mağrurmuş. Bir gün çok yağmur yağmış onların gideceği yol üzerindeki nehir, zan edersem Asi nehri, kabarmış. Arkadaşları bir gün bekleyelim demişler. Fakat o atını sürmüş ve boğulmuş. Bir kaç gün sonra cesedini bulduklarında o mağrur olduğu güzelliğini balıklar yemişmiş. Onun hanımı olan yenge İlhanı gördüğünde - Gözleri onu andırıyor demiş. İlhan ve Melekle beraber bir resmimiz çekilmişti. Resimci annemin dayısı idi, yeri de Hükümet konağından Camiye giderken sağ taraftaydı. Ona sonradan Kilis’e gittiğimde, - Dayımın dayısı diyecek güldürecektim. Ali amcamın bir kızı daha oldu adını Sevim taktılar. Bir kız kardeş de bana gelmişti. Nebile adı takıldı. Bizim evden çıkıp sola dönerseniz sabunhaneye veya Nakşiye teyzemlere, sağ tarafa dönersek biraz ileride bir arkın içinden geçince nenemlere gidilirdi. Kilis’teki sokaklar umumiyetle çok dardır. Bütün eski şehirlerde bunu görürsünüz. Herhalde düşmana karşı kolay koruyabilmek için böyle yapılmış. Bir gün nenemler de dedemin yattığı yerde bir kibrit kutusu gördüm. Neneme, - Nene, nene dedem kibritini unutmuş, dedim. O da bana,

20

Page 21: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Nebile, o kutuyu dedene götürür demişti. Hakikaten de çok geçmeden o da vefat etti. Nenem de ya kızları sevmez, veya gelinleri kızdırmak için: - Er doğuran at gibi, kız doğuran it gibi yatar derdi. Bir gün üç oğlu da otururken nasıl oldu bilmem oğullarından birisi (Gelinlere fazla karışma anlamında) bir söz söyledi. - Ne o ciğeri gördünüz böyle oldunuz eti görseniz ne yapardınız dedi. Oğullarının hepsi başlarım eğdi, Ali amcam bile "Lahavle" çekmesine rağmen, hiç biri cevap vermedi, çıt çıkarmadılar. Halbuki Ali amcamın hanımı onun kardeşinin kızı, annemse rica minnetle aldığı gelinlerdi. Ancak kızdığı zaman islediğini söylerdi. Kimse de cevap vermezdi. Anneye, yaşlıya o zamanki saygı bambaşkaydı. Nenem gelinlerden daha hızlı yürür, dişleri olmamasına rağmen, taş gibi olmuş çene kemikleriyle Cevizi bile kırardı. Kızları sevmemesine rağmen Melek ablamı yanından ayırmazdı. Mertik, Mertik diye severdi. Senelerce sonra çocuğum olduğunda ona - İşte Melek hala yerine (Mertik emri) dedim diye ablam çok kızmıştı. Annem senelerce sonra nenemin beş dakikada bir kaç çeşit yemekli sofra hazırlamasından sitayişle bahsederdi. Annemin yemeklerimde değme aşçı yapamazken yinede onun yemeklerinin lezzetini daima anlatırlardı. Ninemlerden biraz daha gidilirse sağ tarafta Gazeteci Ragıp beyin evi vardı. Kilis gazetesini çıkarırdı. Biz İstanbul’a gelene kadar babam, gazetenin ya sahibi ya ortağı idi. Gelirken Ragıp beye devretti. Bende çocukken, - Büyüyünce ne olacaksın diye soranlara, - Gazeteci derdim. Ama elime bir kaç gazete alır bağırmaya başlardım. Bugün, gazete satıcısı mı, yoksa yazarımı olmak istediğimi, veya hangisini kastettiğimi bilmiyorum. Esasen sonradan bu değişecek, maden mühendisi olmak isteyecektim. Birkaç gün mahalle mektebine gittiğimi ancak yaramazlığım yüzünden tokat yiyince bir daha gitmediğimi hatırlıyorum. En üzüldüğüm şeylerden birisi budur. Eğer gidebilseydim mutlak eski yazıyı öğrenmiş olacaktım. Bir de künefeyi çok severdim. Hatta bana - Babanı mı, künefeyi mi daha çok seversin? dediklerinde,

21

Page 22: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Künefeyi dediğimi hatırlıyorum. Bu yüzden Kilis’te adım Künefeci idi. Sonradan bana daha ne adlar takılacaktı. Babamlar o zaman dört ortaklarmış. Ali amcam Sürmeli oğlu Mehmet beyle mağazada, babamla Muharrem Cambolatla Sabunhanede dururlardı. Sürmeli Mehmet beyin zannedersem babası olan Şakir bey Murdolı isminde bir yahudiyle ortakmış. Bir gün ortak ölmüş. Oğlu yahudi şivesiyle "Babamız öldü artık bize baba gibi sen bakacaksın" demek maksadıyla - Şakir emmi babam öldü, sen kaldı demiş. Tam anlamayan Şakir bey - Ulan kelp oğlu kelp baban öldüyse bendemi öleyim demiş. Bu hep anlatılır gülünürdü. Bir de Kör şeyh diye adlandırılan bir akrabaları varmış. Bunlara, yani o zamanın genci olan babamlara, - Şayet şapkanız, kasketiniz uçup Hükümetin bahçesine düşerse sakın onu almak için de olsa, Hükümete gitmeyin borçlu çıkarsınız dermiş ki, bu o zamanın Devlet ve Millet anlayışına en güzel bir aynasıdır. Ben bile çocuklukta duya duya bunun çok tesirinde kaldım. Uzun bir müddet Konsolosluklara bile uğramazdım. Türkiye’de hala vergi toplanamayışında bu zihniyet hakimdir. Türkiye’de vergi bir ceza, en azından bir angarya olarak kabul edilir. 600 sene imparatorlukta yaşamanın tesiri, bir iki nesilde ortadan kalkmıyor. Zihniyet hala az çok: Devletin malı deniz, onu yemeyen domuz. Avrupa’da alınan verginin sarf yerini kirala bırakmayıp, tesbit için ihtilaller yapılırken, bizde yeni bir sefer yapılsın, fakat kimseden vergi alınmasın, zihniyeti hakimdir. Son devirler de ise ecnebi devletler <DUYUNU UMUMİYE> adiyle kurdukları teşkilatla yan müstemleke gibi vergiyi almaya kalkınca, bunlardan' kaçırmak milliyetçilik oluyor. Bu asırların izleri hemen silinemeyeceği için kimse vergisini doğru vermez. Köylü eline geçen parayı altına yatırdığı için Türkiye’deki şahsi altın dünyanın en zengin ülkelerinde bile yoktur, fakat devlet fakirdir. Muharrem bey eşraftan olduğu halde babamlarla ortak olması yüzünden akrabalarından devamlı tenkit hatta tehdit edilirmiş. Fakat o hiç bir zaman babamdan ayrılmadı. Essüm hanım isminde hanımı vardı. Hanımın kardeşleri sonradan Antep mebusu olan Dr. Muzaffer Cambolat ile Arif Cambolat, anneleri sonradan Muharrem beyin babasıyla evlendiği için Cambolat soyadı kullanırlardı. Burada Arif Cambolattan bir hatıramı sormadan geçemeyeceğim. Bir gün bize gelmişlerdi, annem bunlar hep bizde oldukları için pek ehemmiyet vermez hatta biraz takılırdı. O gün

22

Page 23: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Arif duyduğuma göre şu kızı istemişsin vermemişler doğrumu? diye sordu. Arif çok hiddetlendi, yeni maliye müfettişi olmuştu, küçük dağlan kendi yarattı zan ediyordu, biraz peltek olan dili ile, - Sen ne diyorsun Saliha hanım, İsmet paşanın kızını istesem paket eder yollarlar demişti. Bu laf sonradan, yeni evlenen herkese söylenen bir tabir oldu, sık sık söylendi. Essüm hanımın kız kardeşi Vakıf Çakmurun ağa beyisi ile evli idi. Çakmurlar Allah’a pek inanmazlar. Akif Çaknııır kuvvetine pek mağrurmuş. Allah gelsin şu kolu büksün bakalım dermiş. Sonu felç olarak sandalyede kollan titreyerek geçti. Vakıf Çakmur da - Ne anne hakkı, kendi kocasıyla sevişirken ben dünyaya gelmişim. Bana on kilo süt verdiyse kendisine yüz kilo süt vereyim, ödeşelim demişti. Bunu ben şahsen duydum. Muharrem bey bize geldiğinde eşrafı hicveden hatıraları tazelerlerdi. Aklımda kalan bir ikisini not edeyim, ismini hatırlamadığım eşraftan birisi sabah erken hükümet konağına gider, parasını, diyelim on altınını, muhasebeciye rica eder, kasaya koydururmuş. Eve gelen alacaklı köylüleri, ev halkı onun bulunduğu muhasebecinin odasına yollarlar, o da onlara hükümette çay içirir sonra da, muhasebeciye seslenirmiş - Ahmet efendi, şu bizim Mehmet efendiye beş altın ver bakalım O da çıkarır sabah bırakılan paradan onun söylediği miktarı öder. Köylü, köyüne dönünce, Hükümetin kasası beyin emrinde şu kadar ver diyor muhasip veriyor dermiş. Babamın sözüne onların herşeyleri yalan üzerine kurulmuşmuş. Bir de oğlu pek akıllı olmayan bir bey - Bizim oğlan büyürse çok boklar yiyecek dermiş. Oğlu da - Yerim ya yemem mi? diye cevaplarmış. Fakat isimlerini hatırlamıyorum. Bu ve buna benzer neler anlatırlardı. Züğürt eşraftan birisi zengin bir yerden gelin almış. Gelin yemek yaparken kayınpeder geliyor, gelinin yemeğe çok yağ koyduğunu görünce - Kızım bizim evde cızzzzzzzzz yok cızt var. Onun için baban evindeki kadar

23

Page 24: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

yağ koyma, demiş. Bunu babam da alay için anneme bazen söylerdi. Amma annemin yemekleri çok yağlı olurdu. Babamı yemek hususunda pek dinlemezdi, daha doğrusu, onu, doğru bildiğinden kimse çeviremezdi. Evlendikten sonra ilk defa yalnız, yemeksiz kalmışlar. Babam iki yumurta kavurmasını söylemiş. O güne kadar hiç yemek yapmamış annem, yumurtayı kavurmuş evlerindeki aşçı gibi bir avuçta tuz. atmış. Babam hiç bir şey söylemeden yemiş, yalnız bir parça arttırmış. Annem bu nasıl adam, iki yumurtayı bitiremedi diyerek kalan kısmı ağzına atınca vaziyeti anlamış. Sabun kazanda kaynadıktan sonra tahta büyük kalıplara dökülür, orada tam kurumadan kesilir marka vurulurdu. Usta bana da ufak bir marka vurulan, tahta çekiç gibi tokmak yapmıştı. Bir gün ben ustalardan önce markalamaya kalktım. Tabii berbat ettim. Bu yüzden bir kazan sabun yeniden toplanıp kaynatılmıştı. Bu arada benim tokmağım da sobaya atıldı. O yanarken içim sızladı fakat bir daha da sabunlara karışmadım. Birde Çeşme, Kilis’te Kastel derler, hikayesi vardır. Kilis’in girişinde Karataş’ın karşısında bir çeşme vardır. Vaktiyle şeran kadın üç defa boşandıktan sonra üzerinden bir nikah geçmeden kocasıyla yeniden evlenemezdi. Çok zengin beyin birisi asabiyete kapılıp hanımı boşamış. Kadın nikahsız seninle yatmam demiş. Hoca nikah kaymıyor ne yapsın, adamlarına - Çeşme başına gidin gelecek bir körü alın gelirin demiş. Adamlar fazla beklememiş, ilk gelen bir körü alıp getirmişler. Adamı hemen hamamda yıkayıp temiz elbiseler giydirip, hanımla nikahlamışlar. O geçe hanımla yatmış. Ertesi sabah tekrar atlılar adamı çeşme başına bırakmışlar. Adam yaşadığı hadisenin rüyamı hakikat mi olduğunu anlayamamış, her gün sabahtan akşama kadar çeşme başından ayrılmazmış. Belki yine alır götürürler diye. Çeşme başında birisi oyalanırsa arkadaşları - Seni götürecek atlılarımı bekliyorsun diye takılırlardı. Kilis’teki hayatımdan daha fazla bir şeyler hatırlayamıyorum. Bir kaç defa başım yarılmıştı. Fakat Melek başkalarının kafasını da yararmış. Senelerce sonra, gelin olduktan sonra, Kilis’e gittiğinde bir çok kadın (benim de başımı yanmıştın) dedikçe çok utanmış. Aşın yaramazdım, herhalde şımartılmanın tesiri de olacak. Korku nedir bilmezdim, hala da öğrenemedim. Cahil olan cesur olur derler, belki de benimkide cahillik. Bir de hatırladığım, babanım Eyüp dayısını iyi hatırlıyorum. Zayıf, aceleci,

24

Page 25: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

muziplikten hoşlanan, çok güler yüzlü, bir kimse idi. Sonradan İstanbul’a da çok geldi. Fakat nenem, yani ablası Abdullah amcalarda diye hep orda kalırdı. Bu Eyüp dayının hanımı Zeynep hanım hasta olmuş. Eyüp dayıya sen yeniden evlen demiş. Eyüp dayı - Sen beğenir alırsan kabul, demiş. O da hakikaten ender rastlanan bir feragat ile Saliha hanımı bulmuş. Evi hazırlamış fakat tam gerdeğe girileceği sırada kıyamet kopuyor. Neneme haber geliyor. Bende herhalde orada olduğum için beraber gittik. Eyüp dayı da o gecenin verdiği gerginlikle galiba Zeynep hanımı evden atmaya kalkmış. Zeynep hanımın kızma sebebi, gerdeğe giderken, bu kadar evi hazırlamasına rağmen, gelinin onun elini öpmemesi. Neyse el öptürüldü barıştırıldı ve onlar, havuçlarına giden dehlizin üzerindeki, odaya çıkarken, Nenem, Zeynep hanımı yanına aldı, nenemlere gittik. O zaman Eyüp dayının Hatice, Adeviye adında iki kızı, Hennan, Mennan adında iki oğlu vardı. Mennan ben yaşlardaydı. Hennan benden çok büyüktü. Babam bu hadiseyi hatırlatarak, - Ne kadınlar var kocalarını kendi eliyle evlendiren diye anneme laf atar, annem - Seni değil sağken, ölümle bile rahat bırakmam, geride bırakmam . Ona göre adımını at, derdi. Nitekim ölümünden sonra babam altı ay dayanamadı. Hafız olan ve o güne kadar ticari hayatla hiç ilgilenmeyen Abdullah amcam piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmıştı. Güya bir toplantıda bir iki akrabası "Çıkarsa ortağız" dedikleri için onlar çok asılmış ve elinden çok parasını almışlar. Galiba teyze çocukları. Bunlardan birisi Hüseyin Akat’tı. O zaman Kamyon şoförlüğü yapıyordu. Bir gün bütün kadınları nehir kenarında bir yere çamaşır yıkamaya götürdüğünü hatırlıyorum. Çünkü kadınlar çamaşır yıkarken o şoför mahallinde yatıyor bende onun yerinde şoförlük oynuyordum. Nasıl olduğunu hatırlamıyorum araba yürümeğe başladı Çığlığımdan kalktı fakat araba bir hendeğe girmişti, Kurtarana kadar epeyi sıkıntı çekti. Abdullah amcam zannedersem kendisini memlekette rahat bırakmayacakları için, babamsa Kılıç Ali’nin kendisine oynadığı oyunu bir türlü içine sindiremediği için ve babaları da vefat ettiğinden, beraber İstanbul’a gelmeye karar vermişler. Babam bana başka hiç bir şey yapmamış olsaydı bile sırf bu karan için ona daima minnettar kalırdım. Bu nakli mekan benim yaşam tahsil hayatıma çok tesir etti. Kilis’ten ayrılmamız büyük bir hadise oldu. Ali amcamların HAVUŞUNDA büyük bir resim çektirdik. Ne yazık ki o resim kayboldu. O resimde ben yerde uzanmıştım. Sevim daha yeni yeni oturuyordu.

25

Page 26: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Kilis dışına kadar büyük bir kalabalık uğurladı. O zamanda böyle vasıtalar yoklu, Bir kamyonla Katma tren istasyonuna geldik. Oradan trene bindik, üç gece iki gün sonra İstanbul’a vardık. Yolda beni bagaj yerine yatırdıklarını hatırlıyorum. Kasım 1932 yani ben tam altı yaşındaydım. Haydarpaşa’ya akşam vakti indik. İstanbul’da ilk gözüme çarpan ışıklar içerisindeki vapurdu. O zaman Kilis’te henüz elektrik yoktu. Trendeki ise hakikaten çok cılızdı. Vapuru ilk görüşüm hiç unutamayacağım bir sahnedir. Nur içinde bir bina gibi gördüm. Denizi de ilk görüyorduk. Bu kadar büyük bir su havsalamıza sığınıyordu. Şimdiye kadar gördüğümüz en büyük su, dere gibi Fırat in bir kolu idi. Annem korktukça babam daha korkulmak için suyun çok derin olduğunu bilhassa belirtiyordu. Annem okuyup üfleyerek vapura bindi. Babam gelmeden önce İstanbul’daki arkadaşı, beraber iş yaptığı tüccar Malatyalı Abdullah Hüsrev beye yazıp ev kiralatmıştı. O da kendi evine yakın Şehzadebaşı’nda bir ev kiralamıştı. O sene yeni ev çok soğuk oluyor soba devamlı yakılıyordu. O zamanki Üniversitenin önü park gibi idi. Bir büyük havuz vardı. Güneşli günlerde etrafında otururduk. O zamanki evin yeri istimlak edildi ve Üniversite o tarafa doğru genişledi. Ne yazık ki o havuz da, o meydan da kaldırıldı. O zamandan kalan hatıra, Nenemle beraber çektirdiğim resimdir. Rahat durmam için fotoğrafçı elime bir top vermişti. Nenemin sonradan büyütülen resmi bu resimdir. Aklımda kaldığı kadar o sene Ramazan da kışa gelmişti. Abdullah Hüsrev’in ben yaşlarında Celal adında bir oğlu vardı. Babamlar da Kuru kahveci ihsan beyin birinci katında Eminönü’ne değil Sultanhamam’a bakan tarafında iç içe iki odalı yer tuttular. En çok hoşuma giden iki oda arasında ufak bir pencere vardı. Muhasebe evraklarım içeri vermek için düşünülmüştü. Ben ikide bir orayı açıp öbür odaya bakmayı severdim. Mısır çarşısının bize bakan yan tarafı hep kasap dükkanları ile doluydu. Hiç unutmam o zaman okkası on kuruşa idi. Sonradan o kasap dükkanları yıkıldı. O zaman İstanbul tam bir şark kasabası gibi görünüyordu, Eminönü meydanı, baraka gibi dükkanlarla doluydu. Bir de şimdiki fotokopi makinesi yerine bir alet vardı, Altı kalın bir demir, dört köşeden kavisle ortaya bağlanıyor, ortada dişli bir kol, onun ucunda yine bir kalın demir, yukarı ucunda bir kol vardı. Mektuplar kopya kalemle yazılırdı. Kalın kaplı bir defterin tarih sırasına göre, o defterde bir sayfanın arasına konur.defter sayfasının üzerine ıslak bir bez konurdu. Mektubun altına ve ıslak bezin üstüne diğerleri karışmasın diye kalın karton konur, bu defter o mengenenin içine yerleştirilirdi. Mengene sıkıştırılır yarım saat kadar böyle

26

Page 27: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

bırakılır, sonra açılır, mektup bundan sonra katlanır zarfa konurdu. Bu defter noterden tasdikli olur ve mahkemece delil olarak kabul edilirdi. Yalnız bu oldukça ustalık isteyen bir işti. Bez fazla ıslak olursa yazı birbirine karışır, az ıslak olursa kopyada bazı yerler çıkmazdı. Han sahibi İhsan beyler aynı katta Eminönü tarafına bakan odada otururlardı. Çok sık aşağı kahve kısmına indikleri için, anahtarları, miada olduktan zaman kapının üzerinde dururdu. Bir gün şeytan dürttü, onlar içerideyken kapıyı kilitledim kaçlım. Onların çırpınmalarını görmeliydiniz. Babamlar farkına vardı, açtı da adamlar kurtuldu. Babamlar bir taraftan gülüyor, bir taraftan beni azarlıyorlardı. Evden yazıhaneye geliş çok kolaydı, Üniversite duvarı takip edilerek Mercan yokuşundan, sonra da Fincancılar yokuşundan aşağı iniliyordu. Fincancılar yokuşunun orta yerinde bir oyuncakçı vardı. Orada mutlak bir mola verilirdi. Hele Melek veya Fatma varsa bu duruş daha uzardı, çünkü vitrininde çok süslü bir bebek vardı. Fakat eve dönerken o yokuşu tırmanmak lazımdı. İstanbul’a geldikten bir kaç ay sonra annem, Muzaffer Cambolat ve Pakize İzzet'in asistan olduğu, Haydarpaşa Numune Hasta hanesine yattı. Bir kaç defa hasta haneye babamla beraber gittik. O zaman vapurlar Köprünün yan tarafından kalkardı. Haydarpaşa’da çıkar yürüyerek Hasta haneye giderdik. Tren yolu üstündeki köprü falan o zaman daha yoktu. Tren yollarının üstünden yürüyerek geçerdik. Bir gün komşu evde bir köpek devamlı havlıyordu ona bir kaç defa taş attım. Attığım taşlardan birisi komşunun camına geldi, pencere camı kırıldı. Ben "Allah’ım ya köpeğin canını al, ya benim canımı al" diye dua etmiştim. Neyse akşam babam, komşunun cam parasını verdi de kurtuldum. Evde annem olmadığı için yemekleri nenem yapıyordu. Çok güzel yemekler yapardı. Bir akşam yaptığı micceddereyi fazla yemişim, ertesi gün hastalandım. Babam gelip beni bir doktora götürsün diye, nenem ablamı yazıhaneye gönderdi. Babam ise bir oğlu daha olduğu için Hasta haneye gitmişti. Uğur doğmuştu. Ertesi gün babam beni Karaköy’de Bankalar caddesinde yuvarlak daireler şeklindeki merdivenlerle çıkılan Dr Fakoçelliye götürdü. İstanbul’da ilk doktorum o doktordu. O sene yazın Nişantaş’a taşındık. Tuğlacı Emin efendi sokakta yeni yapılmış bir ev kiralanmıştı. Bu muhite taşınmamıza, zan edersem o zaman Emniyet Sandığında Müdür olan Kilisli Vakıf Çakmur beyin tesiri oldu. ilk gece bize akşam yemeğini de hanımı Şaziment hanım hizmetçisiyle yollamış kendisi de gelip yerleşmemize yardım etmişti. Evin kirası otuz liraydı. O sıra Kilis’ten gelen zan edersem Sürmeli Mehmet bey

27

Page 28: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Yahu Muhammed iyi düşündün mü, yattın kalktın gitti bir banganot, dediğini çok iyi hatırlıyorum. Abdullah amcamlar da karşımızdaki, sonradan satın aldığımız, dört katlı apartmanın üst katında bir daire buldular. Ayni apartmanda Vakıf Çakmurlar ve sonradan Erkanı Harp ikinci reisi olan Miralay Asım Gündüz oturuyordu. Amcamın oğlu Güngör bu dairede 1934 senesinde doğdu. Bu apartmanda hala hatırladıkça korktuğum bir hatıram var. Apartmanın en üstünde bir teras vardı. Kiracılar çamaşırları kurutmak için buraya sererlerdi. Melek, şimdi tam hatırlamıyorum, Fatma veya bir başkasıyla, o terasın kenarındaki korkulukların üzerinde oynuyorlardı. Ben de terastaydım. Abdullah amcanı uzaktan Meleğin duvarın üstünde yürüdüğünü görmüş. Bağırırsa, bakarken düşerler diye seslenememiş, koşa koşa beş kat çıkarak, nefes nefese gelişini hala hatırlarını. Çok kızdı bir daha da kimse duvarlar da gezmedi. Bu muhite alışmam oldukça zor oldu. Ben manasını bile bilmediğim küfürleri sıraladıkça herkes benden kaçıyor kimse çocuğunu benimle konuşturmuyordu. Vakıf beyin oğlu Bülent Çakmur o sıra yegane arkadaşımdı. O da herhalde babasının zoruyla konuşuyordu. Bir gün de annem çocukların erken eve döndüğünü görmüş - Bugün Hamis (perşembe) değil mi, mektepler sırıf oldu mu? (tatil oldu mu) demiş. Çocuk - Teyze ben Arapça bilmiyorum diye cevaplamış. O sıra İstanbul’da tahsilde olan Kilisli talebeler arkadaşlarını kızdırmak için uzun bir metin hazırlamışlardı. Kilis tabirleri sıralanır İstanbullular hiç bir şey anlamazlardı. Süllümü ( merdiveni) aldım Tağaya (pencereye) dayadım, göze (oda) girdim. Karşıda bir kuşhane (ufak tencere) içinde kübbül- siniye (tepsiköftesi)..... Böyle devam edip giderdi. Sonradan Türkçe cereyanı çıktığında Bazı Kilis tabir ve sözcükleri öz Türkçe olarak kitaplara geçti. 1933 Türkiye için büyük bir tarihti. Çünkü Cumhuriyetin onuncu yılı idi. Senelerdir ilk defa sulh içerisinde on sene geçmişti. Harp sonunda oniki milyon olan nüfus onbeş olmuştu. Belki oniki rakamı bile mubağahdır. Çünkü o zaman herkeste ecnebi düşmanlığı ve korkusu olduğu için, bizi zayıf görüp de tekrar hücum etmesinler diye kuvvetli görünmek merakı vardı. Düşünmek lazım ki Türkiye 1908 senesinde ikinci meşrutiyeti ilan ettikten sonra. Abdülhamit gibi çok akıllı ve tecrübeli bir padişahı tahttan indirmişti. Abdülhamit Arap, Kürt beylerinin çocuklarına paşalık, vezirlik vererek İstanbul’da rehin gibi tutarmış.

28

Page 29: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

O yüzdende tahtta olduğu 33 sene zarfında ne harp ne büyük isyan olmamıştır. Hem de bütün devletlerin Osmanlıyı parçalamak için canla başla çalışmalarına rağmen. Tıbbiye dahil bir çok ilim merkezi onun zamanında kurulmuştur. Fakat bunlar tahttan indirilişini önliyememiş, belki de sebep olmuştur. Bu indiriş, Türk tarihine bir kara lekedir. Çünkü Türk padişahı tahtan indirmeğe bir Ermeni bir Rum ve bir Musevi mebus Meclisi mebusanı temsilen Padişaha tebliğ etmişlerdi. O padişah ki Yahudileri temsilci gelen heyetin para karşılığında Filistin’i yahudilere bırakmasını teklif eden Lordu huzurundan kovmuştu. Ayrıca sürgünde olduğu zamanda da, yakınlarıyle hükümete Avam kamarasındaki parayla alınabilecek mebusları bildirdiği gibi Balkanlardaki Kiliselerin anlaşmasının bizim aleyhimize olacağını bildirmiştir. Bunu dinlemeyen coşkulu vatanperver fakat çok acemi İttihat Terakki neticeyi çok acı şekilde, Balkan Harbinde görecekti. Harp başladığında o zamanki Düvelli Muazzama (Büyük devletler) Osmanlının galip geleceğini düşünerek hududların değişmiyeceğini ilan ettikleri hakle Osmanlı yenilince bu sözlerini unuttular. Abdülhamid’in yahudi heyetini kovması dünyada, Padişah aleyhine geniş bir kampanya açılmasına sebep oldu. Kızıl Sultan dediler. İttihatçılarda dünyaya sempatik görünmek ve padişahı seven halkı kendi taraflarına çekmek, padişahtan soğutmak için, bu akımı kuvvetlendirdiler. Fakat bazı işlerde o kadar aşın gidildi ki ister istemez Abdülhamid’i mağdur duruma düşürdü. Mesela 1908 de padişah tahtan indirildiği halde, 1915, 1916 senelerinde olduğu söylenen Ermeni öldürülmelerinden de Abdülhamid mesul tutulmuştur. Bu Ermeni hadisesinde babamlardan duyduğum, ve okuduklarıma göre Ruslarla harp ederken, Ermeniler Ruslarla beraber çalışmaya başlayınca, Harbi Umumi içerisinde hükümet, Ermenilerin tehcirine, Suriye’ye sürülmelerine karar verince, bunlar guruplar halinde Rus hududundan Suriye istikametinde yollara dökülüyor. Bunlarda çok para altın olduğunu düşünen eşkıya çeteleri ve bilhassa doğudaki Kürtler geceleri baskın yapıp soyuyor, karşı duran olursa öldürüyorlarmış. Bu hadisenin soy kırım olmadığını herkes bilmektedir. Bilhassa İstanbul’u işgal eden İngiliz, Fransız kuvvetleri ve bunların yardımcı ve tercümanları olan Ermeni ve Rumlar daha iyi bilirler. Çünkü işgal sırası İstanbul’da devletin bütün evrakları ellerinin altında iken hiç bir şey bulamamışlardır. Bir kaç sene önce Cumhuriyet hükümetinin bütün Osmanlı Evraklarını herkesin araştırmasına açmasına rağmen hiç kimse incelemek için müracaat etmedi. Maalesef , birçok memlekette tarih hep kendi lehindekileri yazan bir edebiyat kitabından ileri gitmiyor. Esasında padişahlık devrinin en kuvvetlilerinden birisi olduğu için Cumhuriyet idaresi de hiç bir zaman, mukayese için, hiç bir zaman zavallı bir padişah olan son padişah Vahdettin ile değil Abdülhamit’le mukayese edilmesine çalışmıştır. 1911 de İtalyanlar Trablusgarb’a saldırdılar, Enver Paşa, Mustafa Kemal gibi genç subaylar kahramanca çarpıştılar. Arkadan Balkan Harbi 1912 de çıktı.

29

Page 30: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Allah’tan sonunda Yunan Bulgar birbirine girdi de Enver Paşa İstanbul’a (Çatalca’ya ) kadar gelen düşmanı ileri sürerek Edirne’yi son anda kurtardı. Orduyu hazırlamak üzere Alınanlarla anlaşma yapıldı. Daha netice alınmadan 1914 te Almanların ve Hııvcr paşanın zoruyle Birinci Dünya Harbine girilmişti. O Haq)te Çanakkale’den Kafkasya’ya, Iraktan Süveyş kanalına kadar, sekiz on cephede kuvvetli düşmanlara karşı çarpışılmışım Ondan sonrada İstiklal Harbi yani memleket arasız on oniki sene harpten harbe koşmuştu. Bundan sonra on sene sulh içinde geçirmek hakikaten bir bayram sevinci veriyordu. O sene bir marş yazılmıştı: Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan..... O zaman İstanbul’un nüfusu beş altı yüz bin idi. Taksimdeki resmi geçidi görmeğe gittik. Atatürk meşhur (Ne mutlu Türküm diyene ) sözünü o gün söylemişti. Ata düşmanları bu sözü alıp onu faşistlikle suçladılar. Halbuki seneler sonra Kenedy ( Ich bin Berliner) Ben bir Berlinliyim dediği gibi Atatürk de önce on yılda yapılan bir çok işleri sayıp bunları yapan millet çalışkan, dürüsttür gibi sıfatlar sıralamış ve bu sıfatları olan" Türküm" diyen bir kimsenin mutlu olacağını bildirmiştir. Senelerdir harplerde devamlı kaybeden bir millete moral vermek istemiştir ve muvaffak olmuştur. Bence Kenedy bu hususta Atayı taklit ederek, demokrasi aşkı, ezaya cefaya tahammül eden halkı övmüş, bu manada kendisinin de bir Berlinli olduğunu söylemiştir. Kimse ona ırkçılığı teşvik ediyor dememiştir. Ayrıca Trablusgarp, Balkan, Birici Dünya Harbi, istiklal savaşı peş peşe on iki sene memleketi harabeye çevirmişti. Belki de Türkiye’yi çok zayıf göstermemek için biraz şişirilmiş bir rakamla 12 milyon nüfuslu olarak Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bu nüfusun, genç erkeklerin mühim bir kısmı harplerde öldüğü için, çoğu dul kadın ve bunlarında bir kısmı veremli, sıtmalı hatta daha bir çok fena hastalıklı idi. Bu nüfusla harpsiz on yıl geçirip, bir çok bataklığı kurutup bir çok hastalık önlenmişti. Ankara’ya kadar gelen düşman kaçarken her yeri yakmıştı. Bu yerlerin iman, yeni yollar yapılması mühim hadiseydi, hem de elde hiç para olmadan, üstelik eski Osmanlı borçlarını da öderken. Ayrıca Lozan’da ismet Paşa her türlü kapitülasyonun kalkması için devamlı ısrar edince, Lord Gürzon - Bu gün bu haklarımızdan vazgeçiyoruz, fakat harap memleketinizi imar için paraya ihtiyacınız var. Yarın para için geldiğinizde size bu şartlan teker teker tekrar dikte edeceğim demişti. Bu sözün çok tesirinde kalan İnönü, o en muhtaç olan durumda bile, yorganına göre ayağını uzatmış ve on sene zarfında hiç bir borç istememiş, hatta Osmanlı borcunu ödemiştir. Bunları göz önüne almadan

30

Page 31: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

(Ne yapıldı ki) diyenler bence çok haksızlık yapmaktadırlar. Borç alınmamasını tenkit edenler acaba borç istenseydi karşılık olarak nelerden olacağımızı biliyorlar mı? Yeni evden yazıhaneye gidiş tramvayla oluyordu. Evden Karaköy’e kadar iki kuruş otuz para . Eminönü’ne üç kuruş on para idi. Babamdan Eminönü parasını alıp, Karaköy’den gidip gelip bir kuruş artırdığımı çok iyi hatırlıyorum. Köprüyü yürüyerek daha doğrusu koşarak gider gelirdim. O zaman Eminönü Karaköy arasında Sandallar da çalışırdı. Adam başı altmış paraya, yani birbuçuk kuruşa, karşıdan karşıya, kürekle geçirirlerdi. Bu evde çok hatıralarım var. Mektebe o evde başladım. Benim mektebe gidiş şeklimi Asım Gündüz bey ve bir kaç komşu pencereden seyrederlermiş. Ben çantamı bir kat bile olsa, boşuna taşımamak için, pencereden atar, merdiveni, tırabzandan kayarak iner, çantamı alıp okula giderdim. Tertemiz giydiğim önlük dönüşte bir rezaletti. Annem ne kadar temizliğe meraklıysa ben o kadar salla parti gezerdim. Kelimenin tam manasıyla pasaklı idim. Uğur için bir İngiliz çocuk arabası alınmıştı. Çok sağlam ve yüksek bir arabaydı. Biz Melek, Fatma ve ben o arabaya biner koridorun bir başından öbür ucuna, iki tarafa tuta tuta gider gelirdik. Çok yaramazdık, fakat bir gün herhalde normal ölçüleri de aşan bir yaramazlık yapmıştık. Babam çok kızdı. - Bu akşam yatağınızda yatmayacaksınız kapı önünde yatacaksınız dedi. Bir yere gideceklerdi, gittiler. Üçümüz, yani Melek, Fatma ve ben, evdeki çuvalları hole serdik. Kış olduğu için bize de biraz sıcaklık gelsin diye kapıyı az açık bıraktık. Üstümüze de çuval örttük ve birbirimize sokularak yattık. Uyumuşuz, gözümü açtığımda babamın kucağında, yatağıma götürülüyordum. Hemen gözümü kapadım. Fakat bir daha da bize o şekilde ceza verilmedi. Yalnız şunu da yazayım ki evde en çok ben dayak yerdim. Babama birisimi söylemiş yoksa bir yerde mi okumuş bilmiyorum, İngilizler (Biz ilk çocuğu terbiye ederiz diğerleri ondan öğrenirler) derlermiş. Babamın da terbiye tarzı dayak idi. Esasında o zaman herkes az çok öyle idi. Annem Meleği bir gün fena şekilde döven babama - Bir yerini sakat ette başımıza kalsın diye korkuttuğu için ona pek fazla karışmadığından en çok beni dayakla terbiye etmeğe çalışırdı. Kusursuz insan olmayacağına göre annemin veya babamın her hangi bir hadisede tavırlarını yazıyorsam bu onları tenkit için değildir. Fakat nasıl yetiştiğimi bütün açıklığıyla yazmak için zikrediyorum. Yoksa onlar aleyhinde bir şey yazarsam elimin kuruyacağından korkarım. Onlar hakikaten birer feragat sembolü idiler. Yemez bize yedirir, giymez bizi giydirirdi. Fakat o zamanki inanışa göre, bizim iyiliğimiz için, döverlerdi. Nitekim “Kızını dövmeyen dizini döver.” veya

31

Page 32: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

“Hocanın vurduğu yerde gül biter.” sözleri o inanışın ifadeleri değilmidir. Bizim İstanbul’daki bu yeni ev adeta Kilislilerin oteli idi. Her geleni babam mutlak eve getirirdi. Otelde yatmak merhumu daha yerleşmemişti. Bir Kilislinin otelde yatması babama hakaret gibi gelirdi. Eline tahta kutu, kuru baklavayı alan bize damlardı. Sonradan 1940 senesinde İstanbullun boşaltılması sırası gittiğimiz Kilis’te o gelenlerin çoğunun bizi çağırmaması, alakadar olmaması annemi çok üzmüştü. Fakat o adet yine de devam elti. O sıra gözleri bozulan Muzaffer Cambolat aylarca bizde kaldı. Pakize İzzet de, onun yüzünden, sık sık bize gelirdi. Bir müddet sonra Maçka’da lüks bir daireye taşındıklarını duyduk. Babamlar güle güle oturun demeye, hediyeyle gittiler. Evi pek beğenmişler. Bir müddet sonra Pakize hanımın Afgan Kralının akrobasiyle evlendiğini duyduk. Ablası bize gelmişti. Evi bırakacaklarını söyledi. Annem - Bu kadar beğendiğiniz bir ev bulmuşken niçin çıkıyorsunuz, dedi. Çok dürüst ve samimi olan abla - Kızı satmak için elimizde ne varsa verip bu evi tuttuk. Kız gitti, ben bu masrafın altından nasıl çıkarım demişti. Bu annemin çok hayretine gitmişti. İstanbul’dan evlenmek isteyen Kilisli gençlere bunu anlatırdı. Kilisliler de kanaat İstanbullu kızların iyi bir aile kuramayacakları, ilk sıkıntıda evi terk edecekleri merkezinde idi. Senelerce sonra ayni hisleri bu defa Alman kızlara karşı bende dahil olmak üzere bütün Türkler de görecektim. Çok defa da haklı çıktılar, istisnalar kaideyi kuvvetlendirir. Gelen Kilislilerden Hamit isminde birisi, çok acık göz geçinirdi. Bir gün berbere gideceğim. Annem parayı verdi. Bu, ben götüreyim diye tutturdu. Annem ne kadar zahmet olmasın dediyse de Hamit ısrarla beni berbere götürdü. Maçka camiinin karşısında lüks bir berberdi. Benim tıraşım bitince bu açıkgöz (Benim de şu arkasını, hafif bir düzeltilmişin) dedi. Adam düzelti. Kasaya gidince usta (bir tam, bir çocuk) diye bağırdı. Adamın yüzünü görmeliydiniz. Günlerce babamlar adama güler, oda berbere küfrü basardı. Meğer benim yanımda gidişiyle bedava saçını düzelttireceğini zannedermiş. Babamların anlatıp güldüğü başka bir Kilisli hadisesi de şuydu. Kilisli lokantaya gidiyor. Garson ne istersiniz diye sorduğunda, - Heyallah diyor (Ne olursa olsun veya ne varsa Kilis tabiri). Garson biraz sonra geliyor - Maalesef yokmuş efendim başka bir şey istenmişiniz, diyor. O sıralar Boğazda bir yer söylüyorlar, hep beraber gittik. Zannedersem

32

Page 33: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Boyacıköy’de bir yalıydı. Babam beğeniyor fakat anneme başka kadınlar - Seni ıssız yere atacak, kendi şehirde gezecek, belki de üstüne evlenecek diyorlar. O zaman medeni kanun yeni çıkmış amma kimse bilmiyor. Bilenlerde takmıyor. Annem çocuklar için tehlikeli olacağını, istemediğini söylüyor velhasıl olmadı. Sebebini bilmiyorum, galiba Ali amcamlar geldiği için, ertesi sene bizim sokağa paralel arka taraftaki, bir ucu Topağacı’nda diğeri Amerikan Hastahanesinde olan sokağa taşındık. Karşımız tamamen dutluktu, çok güzel dutlar olurdu. Kimden öğrenmişse Melek ipek böceği bakmaya başladı. Tabii ben ondan gerimi kalacağım. Uzun müddet baktık. Sabahları gider karşıdan yaprak toplardık. Büyüdüler kozaları yaptılar sonra kozaları deldi, kelebek çıktı ve yumurta bıraktılar. Bu arada delinmiş kozanın işe yaramadığını, ipek için kozanın sıcak suya batırılarak öldürülmesi icap ettiğini öğrendim. Canlı canlı sıcak suya batırmaya kıyamadığım için, ondan sonra beslemedim. Dutluğun dutları da çok güzeldi ekseriya oradan dut alırdık. Topağacı’nda mahallenin bütün çocukları oyun oynardık. Güngör’ün doğumundan az sonra bir akşam Abdullah amcam çok fena hastalanıyor, bize çok yakın olan okulumun alt köşesindeki Nişantaş Sağlık Yurduna kaldırılıyor. Meğer apandisiti patlamak üzereymiş. Ameliyat olup kurtuluyor, fakat evde doktorların korkutması yüzünden epeyi korkulu anlar yaşanıyor. Dutluktaki evdeyken Abdullah amcam bedelli askerliğini Selimiye’de yaptı. Evli olduğu için hafta sonları gelebiliyordu. O arada Abdullah amcamların oturduğu apartman müzayedeyle satılığa çıkarıldı, en fazla veren babamların üzerinde kaldı. Dört kat sekiz daire On beş bin liraya, yarısı taksitle ödemek üzere aldılar. Fakat kiralar da rezaletti 19 lira ile 27 lira arasındaydı. Ali amcam bu alış için mi geldi, yoksa geldikten sonra mı apartman alındı bilemiyorum. Senelerce sonra kendisiyle bir konuşmamızda (Baktım paralarını batıracaklar gelmeğe mecbur oldum) demişti. Kardeşlerine karşı baba tavrı hiç bir devirde kaybolmadı. Yeni taşınılan evde Kilis’ten gelen Ali amcamlar üst katta , biz birinci katta oturuyorduk aşağıda başka bir kiracı vardı. O evdeyken Ramazan kışa geliyordu. Ablam ve ben oruç tutmağa deli oluyorduk. Babam kendi ömründe hiç kaçırmadığı halde (size düşmez) diye, bize zorla sabahları okula gitmeden kahvaltı yaptırırdı. Biz de çareyi bazı günler erkenden, babamlar uyanmadan, kalkıp evden kaçmakta bulmuştuk. Fakat o saatte daha okul açılmadığı için soğuktan donardık.

33

Page 34: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Çok yakında, sonradan ikiye bölünen büyük bir ilk okula zannedersem, on beşinci ilk okula kaydım yapılmıştı. Talebelik hayatım çok yaramazlıklarla geçti. O okulda iki sene okudum, öğretmenimiz Süha hanımdı. Numaram 25 idi. Yazıda sonuncu, hesapta birinci idim. Bu tezat benim bütün ömrümce devam etti. Sonraları Sen Jozef’te bir sene her dersten en iyi ve en fena beş talebeyi Enspektör ayağa kaldırıp sıraya dizdi. Ben bir kısmında en iyi (Matematik, Geometri, Cebir, Fizik, Kimya) diğer bir çok derste de (Kaligrafi, Zooloji, Fransızca, Müzik) en fenalar gurubuna kalktım. Bütün sınıf kahkahayla gülüyordu. Süha öğretmen ilkin bana çok kızardı, fakat sonra matematikten dolayı sevmeğe başlamıştı. Hatta babam Nakil kağıtlarımızı almaya gittiğinde mektep müdürü ile beraber "Onlara ŞAHADETNAMELERİNİ biz vermek isterdik, gitmek zorunda mısınız!" demişler. Babam böyle olduğunu bilseydim Kadıköy’e taşınmazdım demişti. Sınıfımızda Neş'e isminde güzel bir kız, sonradan Hamburg’da Baş konsolos olarak karşıma çıkan Erdem Emer ve Güzel Bahçe sokağında oturan annesi öğretmen olan Tuğrul adında bir samimi arkadaş, bütün aklımda kalanlar. Bir de şiir ezberlemiştik: Eskiden Türk Milleti İstibdatla inlerdi Zalim padişahların Sözlerini dinlerdi.

Harabeye dönmüştü Vatanın sağı solu Vergi yetiştiriyordu Saraya Anadolu

Belimizi bükmüştü Senelerce esaret Hiç kimse etmiyordu İtiraza cesaret Bu tarzda devam ediyordu, Mustafa Kemalin bu duruma son verdiği bildiriliyordu. Zan edersem ikinci sınıftaydık. İran da o zaman, eski şaha karşı isyan edip, onu İran’dan kovan ve onun tahtına oturan, bildiğimiz son şahın babası, Şahı Rıza Pehlevi ilk defa Türkiye’ye gelmişti. Okullar, Nişantaş’taki taşın yanından Maçka istikametine doğru dizildik. Üstü açık otomobilleri geçerken alkışlayıp " yaşasın" diye bağırdık. Atatürk’ü ilk defa o gün gördüm. Siyah gibi bir adamın yanında olduğundan da daha beyaz duruyordu. Üstelik adamın karpuzcular gibi pos bıyıkları vardı. Beş dakika bağırmak için bir saatten fazla beklemiştik. O zamandan aklımda kalan Atatürk’ün Şah gelmeden herkese "acem", "acemi"

34

Page 35: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

lafını kullanmamalarını çok sıkı tembih edip, Harbiye’yi Şaha gezdirirken, kendisi - Burası (acemi ocağı) diye bir yeri göstermesidir. Şah gittikten sonra arkadaşları arasında, kırdığı bu pota, en çok kendi söyleyip, gülüyor. Şah kendisini çok büyük görüyor. Atatürk şaha bir jest yaparak, telefonla İsviçre’de tahsilde olan, sonradan şah olup Süreyya ile evlenen, oğluyla konuşturuyor. O zaman bir Şaha bile hayal olan bu konuşmanın şimdiki kolaylığını görenler için o günün duyguları nasıl anlatılır. O sıra Afgan kralı Amenullah han da Atatürk’ün yaptığı inkılapları memleketinde yapmağa kalkıyor, İngilizlerin de desteklediği gerici gurup, din elden gidiyor, diye Kiralı memleketten kovuyor. Atatürk’ün bunlardan en büyük farklı tarafı Erkanı Harp paşası (kurmay generali) olması ve neyi ne zaman yapacağını iyi hesap etmesi, ve ona göre karşı planını hazırlamasıdır. İngilizlerin aynı sözlerle başlattığı Kürt isyanını derhal bastırmasıdır. Ne garip ki dinin elden gidip gitmediğine o zaman her yerde İngilizler karar veriyor. Ben de hala dinciler bir hareket başlatırsa arkalarında ecnebi güç ararım. Zira nedense dinci geçinenlerin çoğunda paraya karşı aşırı zaaf vardır. Atanın İranlılardan, Afganlardan farkı Dinci sınıfın elinden mali imkanları alması ve vakıfları bile devletleştirmesidir. Bugünkü mantıkla haksız bir tasarruf, fakat düşünürsek o mali imkanı olan teşekküller ne isyanlar çıkarırdı. Şimdi hiç resmi mali desteği olmadan neredeyse devletin yaptığı lise sayısına yakın imam Hatip okulu açılmış ve Osmanlı dahil hiç bir devirde yapılmadık kadar Cami yapılmıştır. Amenullah Han (Afgan kralı) ve İran şahı bunu göremediler, tahtlarından oldular. Zannedersem dayım o sıralar bize geldi, babamın bazı işlerine bakıyor ona biraz para veriyorlardı. Sen kalk yedi liraya ( o zaman işçi yevmiyesi 75/ 100 kuruş arası) yani sekiz-on yevmiyeye ayakkabı al. Ali amcamdan Hüseyin Akat’a kadar hepsi tenkit etti. Annem hem dayıma kızıyor, hem onların karışması karşısında onu koruyordu. Sonra da hem dayımla kavga etti hem de - Babası olsaydı buna laf mı söyleyebilirlerdi, diye ağladı. Babam da - Babası olsaydı zaten alamazdı, dedi O senelerden hatıra kalan bir tek resmim var. Top ağacından aşağıya Ihlamura inilirdi. Orada bayram yeri kurulurdu orada çektirmişiz. O seneler tatil Cuma günüydü, Pazar günleri mektebe giderdik hatta pazar günü öğleden sonra ikinci dersimiz imlaydı. O sene değişti. Soyadı kanunu da o seneler çıktı kanunda zadelik olmayacaktı. Hamal İsmail Oğulları çok uzun olduğu için firma imzalarında hepsini yazmak icap ettiğinden kısa da olsun düşüncesiyle, OĞUZ soyadını almaya karar verip Kilis’teki aynı soydan gelen Ata beye yazıldı fakat

35

Page 36: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

ondan cevap gelip müracaat edene kadar aynı nüfus kütüğüne başkası müracaat edip OĞUZ adını aldığı için bizde Özoğuzu aldık. Babamın esas adı Mehmet Arif veya Raif imiş. Türklük cereyanı çıkınca onun ateşli hallerine karşı Oğuz adını mektepte takıyorlar. O kadar benimseniyor ki o da nüfusunu öyle çıkarttırıyor. Bir akşam da babamın süt kardeşi, Sanayi Nefise okulu müdür muavini Refik bey bize gelmişti. I laııımıyla beraberdi. Onları Maçka’nın alt tarafındaki, merdivenle inilen bahçeli bir lokantaya götürdük. Orada Deniz kızı Eftalya’yı dinledik. Beni hiç böyle yere götürmezlerdi. Çok hoşuma gitmişti. Bir daha kısmet olmadı. O sefer de nasıl ve niçin götürdüklerini bilmiyorum. Ali ve Abdullah amcamlar Kadıköy Yoğurtçu parkına yakın llılas sokağında iki katli bir apartmanı kiralamışlardı. Nenem Abdullah amcamla beraber kalıyordu. Babam annesini ve Ağesini görmek için Kadıköy’e sık sık giderdi. Giderken evdekiler rahat etsin diye beni de yanına alırdı. Bir gün dönerken benim, Yoğurtçu park tramvay durağında yeri olan Foto Venüs’e bir resmimi çektirdi. Fotoğrafçı güzel dursun diye mi, yoksa etrafı karıştırmıyayım diye mi bilmiyorum elime bir kitap verdi. O resmimi çok severdim. Kim bilir belki kitap sevgisi o resimden bana geçti. Amcamlar Kadıköy’e gidince babam da annem de kendilerini Nişantaş’ta pek yalnız hissettiler. Devamlı Kadıköy’de onlara yakın ev aradılar. Nihayet Hasırcı başı sokağında Süleyman paşa sokağının köşesinde, onlara yakın Vakıfların kiralık bir evini buldular. Geniş bahçeli bir evdi. Babam zevkle bahçede çalışırdı. Hatta kendini o derece bahçeye verirdi ki anneme - Babam nerede diye sorarsak - Metresinin yanında derdi. Bu bahçede demekti. Geldiğimizde mezbelelik olan o bahçe Cennet gibi olmuştu. O evin mutfağının üstü balkon gibiydi yazlan yemekleri orada yerdik. Bahçede iki kuyu vardı eve yakın olana babam tulumba koydurdu. O kuyu ayni zamanda bizim buz dolabı vazifesini görürdü. Yaz günleri kalan yemekleri bir sepetle kuyuya sallardık. Bazen de karpuz sallardık. O soğumuş karpuz sanki buz dolabında soğuyandan daha lezzetli olurdu. Zaten buz dolabı 1935 lerde daha Türkiye’de yoktu veya en azından çok kimse tarafından bilinmiyordu. Zan edersem bir veya iki sene sonra Norge marka buzdolabı alacaktık. Çok büyük hantal bir şeydi. Fakat ne kadar sağlam bir makine imiş ki senelerce zannedersem yirmi seneden fazla kullanmıştık. Babamın da benim de mal alırken İngilizlerin ( Ucuz mal alacak kadar zengin değilim) sözüne çok uyduğumuz olmuştur.

36

Page 37: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Kuyudan hemen yanında kümesimiz vardı. Evde her zaman taze yumurta bulunurdu. Şimdiki çevrecilerin söylediği gibi sofra artıklarını kümese atardık, öğle vakti okuldan gelipte hazır bir yiyecek bulamazsam, hemen tavaya biraz yağ kor 3-4 yumurta kırar yer, oyuna koşardım. O zamanlar böyle trafik yoktu ve çok boş arsalar vardı. O arsalarda top oynardık. Bazen de birdirbir veya başka oyunlar oynardık. Akşamüstleri alaca karanlıkla saklambaç oynardık. Meleği kız diye pek bırakmazlardı, fakat ben erkek okluğum için serbesttim. O zaman babamlar gıda maddeleri üzerine ticaret yaptıkları için tanıdıktan vasıtasiyle Urfa’dan, çiçek yağı getirtirler evlere taksim eder bir kaç teneke de çok yakın arkadaşlarına verirlerdi. Bizim evde esas yiyecek akşam yemeği idi. Evin erkeği o zaman geliyordu. Sofraya mutlak hep beraber oturacaktık. Hala bana herkesin bulunmadığı sofra acayip gelir. Bir de bizde bir akşama hazırlık faslı vardı ki yazmadan geçemeyeceğim. Biz yaramazlık yaptıkça annem, - Akşam babanıza söylerim derdi. Akşam yaklaşınca annemin yanına gelip, - Bu gün ben uslu durdum değil mi, diye ona tasdik ettirmek isteriz. O da sen Meleğe vurdun derse ben hemen, "Beni şöyle çimdikledi" diye annemi çimdiklerdim, bu arada Melek - Amma bana Orhan şöyle vurdu, diye anneme vururdu. Zavallı annem hepsine katlanırdı. Daha küçükken, bazen beni bacaklarının arasına alırdı, bir türlü çıkamazdım. Ramazanlar çok merasimli olur, çok yemekler yapılır, karşılıklı davetler olurdu. Yalnız babam çok tiryaki olduğundan son saatlerde herkese çatar, biraz yiyip bir sigara yaktıktan sonra kuzu kesilirdi. Bazen yemek yapmaya kalkar o mutfağa girince mutfakta temiz kap kaçak kalmazdı üstelik herkes de onun emrinde çalışacaktı. Bu yüzden annem onun mutfağa girmesini istemezdi. Fakat bahçede kebap yapılacağı zaman bu babamın işi idi. Bir ekmeği ortadan keser, biraz pişince onun arasında yağını alır, tekrar pişirirdi. Böylece hem ateşte yağın yanmasını önler, hem de o yağlanmış ekmek, kebaptan daha kıymetli ve lezzetli olurdu. Çiğ köfteyi de ne evdeki ne de bahçedekiler bilmediği için babam yapardı. Fakat bizim evde çiğ köfte, belki bu yüzden, pek sık yapılmazdı. Babamın bir de sabah kahvesi vardı. Sabah erken kalkar, kahve içmeden sigaraya başlamazdı. Sigara içmek istediği için de kahveyi acele ister, onun için de yanımızdaki kızı çağırır, tabii hepimiz uyanır, kalkardık. Mektep zamanı bu mesele değil fakat pazar veya tatil zamanı bu bize bir ceza gibi gelirdi. Ramazanda bütün ay boyunca ağzına bir yudum içki koymaz, beş vakit namaz

37

Page 38: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

kılar Kuran okurdu. En çok severek okuduğu da RAHMAN suresi idi. Bu sureyi defalarca okurdu. Hakikaten de o surede dendiği gibi Allah’ın yarattığı her güzelliğe aşıktı ve zevk alarak yaşardı. Allah’ta ona her zaman en iyi şekilde yaşamak nasip etti. Şunu da yazayım ki annem ve babam çocukları için yaşayan kimselerdi. Yemez yedirir, giymez giydirirlerdi. Bu bakımdan hakikaten şanslı evlatlardık. Misafir için babamın yapmayacağı fedakarlık yoktu. Belki de bu yüzden muhitinde çok sevilirdi. Yalnız gelen misafirlerin bazısı biz çocuklar için alay mevzuu olurdu. Aşir Atlı paşa Atatürk’le ters düşmüş o yüzden genç emekli edilmiş Kilisli bir paşaydı. Bizde kaldığı günlerde, tıraş olacağı zaman, Fatma’ya her kelimeye bastıra bastıra - Birrr sıcakk su istiyoğum demesini, Fatma gelir taklit eder hepimizi güldürürdü. Babamın akrabası Temyiz azası Galip Kın bey ne kadar rahatsa hanımı o derece temizlik düşkünü idi. Babam anneme seni bastıran da varmış derdi. O hanım satın alınan sabunu, odunu bile yıkamadan eve koymazmış. Bozuk para için ayrı bir çantası vardı oradan para eldivenle alınır konurdu. Böyle çeşitli kimselerle temas tabii bizim için çok faydalı olurdu. Bayram sabahı erkenden kalkar babamla namaza giderdim. Bu bana erkek olmanın bir imtiyazı gibi gelirdi. Kadınlar kızlar bayram namazına gidemezdi. Namazdan sonra ben hemen bir gün önceden yatağın yanına konmuş, (bir iki defa ayakkabılarımı koynuma aldığımı hatırlıyorum) yeni bayramlık giyeceklerimi giyer doğru Ali amcama koşardım. Ekseriya daha giyinmemiş yakalar, elini öper beklerdim. O ne beklediğimi bilir, fakat bilmemezlikten gelir, beni üzmekten zevk alırdı. - Artık büyüdün bayramlık’mı olurmuş der beni deli ederdi. Nihayet Saliha ablanın sabrı benden önce tükenir, kızdığı zaman yaptığı gibi kaşlarını çatar, gözleriyle tavanda bir noktaya bakarak - Ne meleştiriyorsun, ne vereceksen ver diye amcama çıkışır o da nihayet insafa gelip bayramlığımı verirdi. Alır almaz aşağı kata iner Abdullah amcamın elini öper beklerdim. Abdullah amcam bekletmezdi. Bizim için bayram el öpüp bayramlık toplamak sonra da bayram yerine koşup, saçma sapan şeylere bu parayı vermekti. Daha Nişantaş’ta iken, bir gün gelen misafirin elini öptüm, para vermeyince her halde aklımca hatırlatmak için paramı çıkarıp yanında saydım diye babam sonra bana çok kızmıştı. Onun için yabancılardan verseler de almaya, çekinirdim, nazlanırdım. Melekle paraları sayar kimin daha çok

38

Page 39: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

topladığını bulmaya çalışırdık. Bu da ayrıca birbirimizi kızdırmak için bir sebepti. Bir defa babam niçin olduğunu hatırlamıyorum bana bir mecidiye (25 kuruş liranın dörtte biri olduğu için öyle söylenirdi) verdi. Bin param oldu diye sevinip sıçradığımı hatırlıyorum. Kendimi zengin hissetmiştim. O zaman yüz kuruş bir lira, bir kuruş kırk paraydı. Birinci dünya harbinden önce para da meteliğe bölünürmüş, ben ona yetişmedim. Fakat o zaman lira denince de bir altın kastedilirdi. Bahçede evin bittiği yerde Hasırcıbaşı sokağına paralel bir çardak yaptırmıştık. Sıcak günlerde orada yemek yediğimiz olurdu. Bir sene asmayı Ali amcam budadı. Ali amcam budarken - Üzümüne mi, köküne mi budayayım diye sordu. Babanı kök kuvvetli zaten, üzümüne buda dedi. O sene bir tek salkım olmadı. Biz Ali amcama bir daha üzümüne sakın budama diye takılırdık. Fakat o bir türlü kabahati kabul etmez üzüm olmamasını, iklim şartlarına, sıcaktan sonra soğuk olmasına bağlardı. - Gelecek sene bir budayayım diye başlayınca hepimiz - Sakın ha, sakın ha diye sözünü keserdik. O ise güler - Hiç biriniz bir şey bilmiyorsunuz, anlamıyorsunuz derdi. Kim bilir belki de haklıydı. Evin ön tarafı çiçek bahçesi idi. Bahçe parmaklığını sarsın da içerisi pek görünmesin diye oralara hanımeli, saat çiçeği ekilmişti, önünde güller vardı. Komşudan tarafta ufak bir çiçeklik vardı. Orada hep Akşam sefası çiçeğini hatırlıyorum. Tam giriş kapısının yanında babamın bedeninden kalın bir dut ağacı vardı. Üzerine kimse çıkamazdı. Bir gün Fatma çıkmış fakat inememişti, indirmek için kaç kişiyi yardıma çağırmıştık. Bahçe duvarının kenarında iki çitlembik ağacı vardı. Onun yanında leylak, ikinci bahçe kapısının yanında erik ağacı, çardağın beri tarafında başka çeşit bir erik ağacı daha vardı, ikinci kapıdan vaktiyle herhalde hizmetkarlar girerdi. Orada iki odalı bir kulübemsi müstakil ev vardı. Bize lazım olmadığı için, kiraya veriyorduk. Pervin adında bir gedikli bahriyelinin eşi otururdu. Eşi onbeş günde bir gelir iki gün kalıp giderdi. Galiba Yavuz zırhlısında Gedikli idi. Bir gün bize Yavuzu gezdirmişti. Her halde uzun müddet yalnız kaldığı için bana altmış altıyı bu hanım öğretti. Benimle çok oynardı. Sonradan oyunlara merak saracak ve hemen hemen her oyunu öğrenmeğe çalışacaktım. Bahçe, uzun müddet ekilmediği için olacak, ne ekilirse coşuyordu. Ekilen sırık domateslerinin benim boyuma çıktığını, on, on bir yaşında idim, hatırlıyorum. Apartman hayatı bizlere göre değildi. Annemin o bahçede çok rahat ettiğini, salçasını reçellerini yaptığını, turşular kurduğunu hatırlarım. Bilhassa yaptığı

39

Page 40: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

dolmalık biber ve patlıcan turşusunu mübalağasız söylüyorum kimsenin evinde, hiç bir turşucu da yiyemedim. Rende ayva reçeli de bir harikaydı. O zaman yataklarımız yündü. Bunların her sene havalandırılması lazımdı. Apartmanda tabiatiyle yapılamamıştı. Hu eve gelir gelmez hepsi bahçede, havalandırıldı, yünler çırpıldı. Yataklar kabartılınca o yataklarda yatmak başka bir zevk olurdu. Sokak Arnavut kaldırımı denen taşların dizilmesiyle yapılan patika yollarını andırırdı. Bir kaç parke yolu saymazsan, iyi yollar arnavut kaldırımı diğerleri topraktı. Kanalizasyon henüz Kadıköy’de yaygın değildi. Karşımızda geniş bir bostan vardı. Bir Rum işletiyordu. Bizim bahçede yetişmeyen sebzeleri oradan alırdık. O bostanın bitişiğinde, İhlas sokağı istikametinde, Lambo isminde yine bir Rumun bahçesi vardı. Onun bahçesi amcamların arka bahçesine kadar giderdi. Amcamlara gitmek bu şekilde kestirme olurdu. Fakat Lambo bahçesini geçit gibi kullanmamızı istemezdi. Satıcılar mallarını omuzlarında taşırlardı. Bilhassa yoğurtçular çok geçerdi. Çok kimse Silivri yoğurdunun kaymağım almak istemezdi. Fakat biz çocuklar bayılırdık, Bir de akşamlan su muhallebisi satan birisi vardı. Çok zaman Süleyman paşa sokağının karşısında Bostanın kapısı önünde dururdu. Orada Havagazı feneri vardı onun dibinde durur orada tepsiyi bitirirdi. Aydınlatma Havagazı fenerleri ileydi. Evlerde de havagazı vardı, yemekler onunla pişirilirdi. Akşamlan bir adam ucu yanan bir sopayla dolaşır bu lambaları yakardı. Annemin bir de balıkçısı vardı. Deniz kenarı bir yerden gelmememize rağmen bizim evde balık çok sevilir ve çok yapılırdı. Alınacağından emin olduğu için bu balıkçı, balık tutar tutmaz bize gelirdi. Bir TORİK balığını beş kuruşa aldığımızı hatırlıyorum. Ev kapısından girince büyük bir mermer taşlık, sağında bir oda vardı. O odayı bir ara misafir odası, sonra oturma odası olarak kullandık. Karşıda tahta bir duvar vardı. Sağ taraftaki kapıdan geçince, ufak bir ikinci taşlığa girilirdi. Yukarı çıkan merdiven ve mutfağa inen üç basamak tam karşıya gelirdi. Sağ tarafta tuvalet ve bir oda daha vardı. Merdivenden çıkarsanız, merdivenin tam orta yerinde, karşıda iki büyük pencere vardı. Pencereler yukarı kaldırılarak açılırdı ( Giyotin pencere). Açıldığı zaman balkon kapısı vazifesini görürlerdi. O pencereden, mutfak ve banyonun bütün üstünü kaplayan bir büyük balkona çıkılırdı. Yaz akşamlan bütün yemekleri orada yerdik. O balkonda çok fena bir hatıram var. Bir gün bir kaç arkadaş gelmişlerdi onlarla uzun müddet oynadık. Çocuk kısmı hep ayni oyundan sıkıldığından balkonun kenarından sarkıp aşağı atlamaya başladılar. Benim jimnastikle aram hiç bir zaman iyi olmadı, güreşi sever ve karşıma çıkanı yıkardım amma atlama, yapacağım iş değildi, fakat orada kızlar da vardı, onların yanında bana

40

Page 41: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Sen atlayamazsın dediler. Bu lafın altında kalınır mı, gözüm kara, hemen atladım. Atlamaya atladım amma kalkamadım ayağım incinmiş. Bir hafta beni tahta tekerlekli arabayla gezdirdiler. O sıra İtalyanlar Habeşistan’a hücum etmişti. Gazeteler hep Cenevre’deki Milletler Cemiyetine koşan Habeş imparatorundan bahsederdi. Ali amcanı, bir kaç arkadaşın ve Fatma’nın çektiği arabayla gidişimi, ona benzetmiş. Haile Selasi geliyor diye tutturdu. Bir arada ismim Haile Selasi kaldı. Çok kızar, deli olurdum amma büyük amcaya ne denebilirdi. Pencerelerin olduğu yer merdivenin orta yeriydi. Oradan merdiven geri döner birinci kata çıkılırdı. Çıkar çıkmaz solda misafir odası, tuvalet onun yanında annemlerin odası karşıda taşlığın üstü, çocukların yalak odası idi. Bizim karyolalarımız vardı. Fakat misafir için yer yalakları hazır dururdu. Her odada bir geniş, bir dar gömme dolap vardı. Babamların yatak odasında geniş dolap kapısı açılınca karşınıza bir merdiven çıkardı o merdivenle tavan arasına çıkılırdı. Orası bizim tam manasıyla depomuzdu. Fazla yalak, yorgan ve eşyalar orada saklanırdı. Tavan arasında birde raflı bir dolap vardı, Kilis’ten gelen kuru patlıcan nane, kuru üzüm, üzüm suyundan yapılan sucuk ve pestili, kırmızı biber ve annemin yaptığı reçel, turşu gibi yiyecekler de orada saklanırdı. Yalnız reçel kışa pek kalmazdı çoğunu da ben yerdim. Annem yalandan kızar fakat yediğime de sevinirdi. Bir defa da Kilis’ten Kireçle sertleştirilmiş bir kabak reçeli gelmişti; tadı hala damağımdadır. Bu evde bir kötü hatıram da Su baskınıdır. Çok iyi hatırlıyorum bir yaz günü ortalık birden karardı. Ani bir sağanak başladı, şunu önce belirteyim ki, o zaman kanalizasyon, hele yolların suyunu kanala bağlıyacak tertibat yoktu. Yağmur sulan yollardan akardı. Hatta mektep dönüşü arkadaşlarla kurşun kalemleri bazen de kağıttan yaptığımız kayıkları yarıştırırdık. Sular gerek. Hasırcıbaşı (bizim sokak) gerek Süleyman paşadan (yan sokak) karşıdaki bostanın içinden geçen geniş ve derin bir arktan karakolun yanına kadar gider oradan künklerle dereye akardı. O gün ani ve şiddetli yağmur herhalde bir şeyler sürüklemiş ki su giriş yeri tıkanmıştı. Biriken su o köşede neredeyse adam boyu oldu. Bu defa su bahçeye, bahçeden de eve doldu. Annem, ailesi ve evi için her zamanki fedakarlığı ile hemen soyunup suya girdi. Yüzen yağ tenekelerini kıymetli eşyaları kurtarıp bize verdi, biz de yukarı taşıdık. Bu arada yağmur durduğu için suyu da boşaltmaya başladı, ona biz de yardım ettik. Bu hadiseler olurken komşu istifini bozup kendisini yormadan yukarı kata çıktı oturdu. Akşam üstü itfaiye geldi. Bizde bir damla su kalmadığından, komşununkini boşalttı. Üçüncü sınıftan sonraki tahsilim Kadıköy’de oldu. Üçüncü sınıfı 7. Dk okulda okudum. O zamanlar önlük giyer yaka takardık. Zan edersem Nişantaş’ta gri, Kadıköy’de siyah önlük giyerdik. Benim beyaz yaka hiç bir zaman yerinde

41

Page 42: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

muntazam durmazdı. Okulumuz Yoğurtçu parkının yan kapısının karşısından yukarı çıkınca tam karşınıza gelen bir köşktü. Yazık ki sonradan yıktılar. Çamlar ekili bir bahçe içerisinde şirin bir Köşktü. Sınıflar geniş ve yüksek tavanlı idi. Ahşap bir binaydı. O mektepte üç sene okudum. Mal sahibi çıkardığı için imtihanları, okulumuza yakın olan o zamanki adiyle Sekizinci ilk okulda verdik. Şimdiki adı Moda ilk okulu oldu. O okulun bahçesinde İmtihanın şiddetinden dalgalandı Akdeniz, Mümeyizler beş vermezse imtihana girmeyiz, diye hep beraber bağırmıştık. Beş o zaman en iyi nottu. Öğretmenim Mersiye hanım isminde, yüzünden asalet akan çok muhterem ve iyi bir öğretmendi. Asalet hakkında düşüncemi yazmadan duramayacağım. Bence asalet şahsi bir haslettir. Soydan gelmez. Bilhassa Türkiye’de. Çünkü Osmanlının son zamanlarında devlet otoritesi kalmadığı için dağa çıkan eşkıya hemen yakalanırsa asılır, dayanırsa padişah kendisine beylik, paşalık verirdi. Bunun asaleti nereden geliyor. Yalnız iyi aileden kötü kimse kolay kolay çıkmayacağına inanıyorum. Çıksa da istisnadır, istisnalar kaideyi kuvvetlendirir. Bu hususta annem çok katı idi. Birisi evleneceği zaman ilkin ailesini sorar, (otu çek köküne bak) derdi. Hemen ilave edeyim ki iyi aile ile zenginliğin alakası yoktur. Hatta çok zenginde ve çok fakirde, ne din ne milliyet hissi bulunur. Birisi ihtiyacından, diğeri hırsından, menfaat için her şeyini verirler. Esas olan bence orta sınıftır. Maalesef en az sesi duyulan da bu sınıftır. Gittikçe de iki kutup arasında erimektedir. Bir kış günü, hava yağışlı olduğu için teneffüste de sınıfta kalmıştık. Bir arkadaş beni çok kızdırdı. Ben de küfrettim. Meğer o sıra öğretmen gelmiş, arkamdaymış, ben görmedim. - Bu nasıl laf bir daha duymayacağım dedi. Çok fena utandım ve kızardım. Bu kızarma huyumdan uzun seneler kurtulamadım. Bana milliyet aşkını en fazla aşılıyan bu öğretmendi. O zamanın vatan, millet aşkı başka türlüydü. O günkü düşünceyi en güzel şu sözler anlatıyor: Sakın Hakkım var deme Hak yok vazife vardır Hak milletin şan onun Gövde senin can onun Sen öl ki o yaşasın Dökülecek kan onun

42

Page 43: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Bugünkü düşünce tarzına ne kadar ters gelse de, o gün ekseriyet böyle düşünüyordu. Ben de böyle düşünenlerden birisiydim. O sene İtalyanlar Antalya’ya çıkacak diye laflar dolanıyordu. Halk içerisinde söylendiğine göre güya Atatürk İtalyan elçisini çağırmış - Musoloni bana çizmeyi giydirtmesin, demiş. İtalya çizmeye benzediği için iki manaya da geliyordu. Doğrumu değil mi bilemem. Atatürk hakkında söylenen sözlerin hangisi doğru hangisi yanlış ayırmaya imkan yok. Çünkü bir sınıf ona neredeyse peygamberlik verecek, öbür taraf şeytan demeğe kalkıyor. Atayı muhakeme ederken hislerden arınmak lazım. Atatürk ne haşa peygamberdir, ne de şeytan. Vatanperver, ileri görüşlü büyük kumandandır. Fakat o da bir insandır. Her insan gibi hataları da vardır. Mesela bu kadar akıllı olmasına rağmen içkiden kendini kurtaramamış, doktorun en son bir parmak müsaadesini, garsona parmağını dik tutarak - Benim parmağım bu kadardır, demiştir. Sıhhati mevzu bahis olsa bile kendisini içkiden kurtaramamıştır. Yalnız o içki tutkunu diye yaptığı iyi şeyleri inkar etmek lazım gelmez. Ayrıca o devri de göz önünde tutmak lazım. Rusya’da Stalin, Almanya’da Hitler, ispanyada Franko ve İtalya’da Musoloni hakimken, Portekiz’deki Salazar, Yugoslavya, Yunanistan gibileri saymasak bile, demokrasi her tarafta alay mevzu'u olurken Atayı niye demokrasi kurmadı diye suçlamak da yanlış olur. Esasında tenkit edilmesi icap eden Ata değil, onu putlaştıran zihniyettir. 1936 senesinden aklımda son kalan 26 aralık 1936 günü Mehmet Akif’in vefatıdır. İki amcam da babam da Akif hayranı idiler. Benim de ilk aldığım kitaplardan birisi Akif’in SAFAHATI dır. Esasında ileride Akif hakkında çok yazılar yazılacağını zan ediyorum. Akif hakkında benim yazmam ukalalık olur. Yalnız benim dikkatimi çeken bir iki hususa değinmek istiyorum. 1- Akif ikinci dünya harbine kadar milliyet düşüncesini reddeder. Hatta bir şiirinde <Hani milliyetin İslam idi… Kavmiyet ne Sarılıp sımsıkı dursaydın ya milliyetine> der. Arapla Türkü ayıran Kavmiyet cereyanına çatar, İslam ümmeti olmak fikrini korur ve bunu, kendisinin Arnavut olmasına rağmen yazdığını belirtir.

43

Page 44: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

<Fikri kavmiyeti telin ediyor Peygamber> der. <Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor Evvela parçalamak sonrada yutmak diliyor> diyerek kavmiyetin Avrupa’nın bizi parçalamak için çıkardığı bir dalavere olduğunu belirtir. 2- Harb-i Umumide Avrupa’yı (Medeniyet denilen tek di.şi kalmış canavar) diye adlandırırken, vatan için ölen askerlere (Gökten ecdat inerek öpse o pak alnını değer..... Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber) demiştir. 3- Vatan istilaya uğrayınca, Padişah ve Halifenin yanında değil karşısında Mustafa Kemalin safında çalışmış, köy köy dolaşarak ahaliyi Kuvayi Milliye’ye katılmaya çağırmıştır. Çünkü İslam’ın kurtuluşunu o tarafta görmüştür. 4- istiklal harbi sırasında mebus olarak bulunduğu mecliste istiklal Marşını yazmış (Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal) diyerek Türk milliyetçiliğini benimsemiştir. Yalnız Akif’in de Atatürk’ün de benimsediği milliyetçilik hiç bir zaman ırkçı bir milliyetçilik değildir, onlara göre, vatanını seven herkes Türk’tür. Burada istiklal marşı için şu hatırayı da not edeyim. Akif böyle bir marş istendiğinden çok geç haberdar olmuş. Bu yazılacak marş karşılığında para alınacağını duyunca yazmak istememiş. Nihayet arkadaşlarının zoru ile, bir kaç saatte, yazdığı İstiklal marşı Mecliste ayakta alkışlarla kabul edilince parayı bir hayır cemiyetine vermiştir. Seneler sonra bir gazete muharriri kendisine - Bir kaç saatte yazdığınız marş yerine daha geniş zamanda daha iyisini yazamaz mısınız diyince - Allah bu memlekete bir daha İstiklal marşı yazdırtmasın, demiştir. 5- Atatürk inkılaplara başlayınca, önce söylenenlere göre bu inkılapları halka anlatmayı Atadan sakallılara bırakmasını istemiş, kabul edilmeyince, Mısıra gitmiş Kahire Üniversitesinde senelerce ders vermiştir. Bence Atatürk inkılabı o günkü sakallılara bırakmamakta haklıydı. Sakallıların çoğu, Bizans Türkler tarafından alınırken meleklerin dişimi erkek mi olduğunu münakaşa eden papazlar gibi, memleket işgal edilirken hala padişah efendimizin sözüne uyarak Mustafa Kemalin idamına fetva veriyorlardı. Gerçi Mehmet Akif gibileri de

44

Page 45: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

vardı fakat çok ufak bir azınlıktı. Mehmet Akif Mısırda bulunduğu esnada Kuranı Türkçe’ye tercüme etmiştir. 6- Hastalığı artınca İstanbul’a dönmüştür. Atatürk bastırmak için Kuran tercümesini isteyince, mektepler de bu Türkçe Kuranın okutulacağını kendisinin istemeyerek de olsa kitabı ikileştireceği dini böleceği, dine fayda yerine zarar vereceği, zannına, zehabına kapılarak elindeki tercümeleri yakmıştır. O sıra ezan Türkçeleştirilmişti. Tanrı Uludur diye ezan okunuyordu. Bu bakımdan korkusu pekte haksız değildi. Akif bence dinine bağlı ve modern kafalı bir Türk münevveri idi. Kendisi baytar olduğu için müspet ilme her zaman çok kıymet vermiştir. Esasen ilk ayeti " Oku" emriyle başlayan Kuranın ilerlemeye engel gibi gösterilmesi kadar büyük bir yalan yoktur. Akif’in kıymeti ileride çok daha iyi anlaşılacaktır. Şahsen çocukluktan beri bir Akif hayranıyım. Vefatında resmi bir merasim tanzim edilmemesine rağmen, İstanbul’da Üniversiteli gençlik büyük bir merasim yaptı, yer yerinden oynadı. Ertesi sene Eminönü Halk evinde bir toplantı yapıldı, babam ve Abdullah amcamla beraber gittiğimi hatırlıyorum. Kalabalık yollara taşmıştı. Akif her insan gibi muhtelif merhalelerden geçmiştir. Onun bir devrini alarak gerici veya başka bir devrini alarak ilerici demenin anlamı yoktur. Hangimiz on sene hatta bir sene önce yaptığımızı kritik etmeyiz. Fakat Akif bütün ömrünce dini inancından en ufak bir taviz vermemiş, para ve mevki için doğru bildiğinden şaşmamış tam manası ile sapına kadar dürüsttür. Dini inançları dolayısı ile milliyet veya kendi tabiri ile kavmiyet düşüncesine karşı çıkmış, fakat Cihan Harbindeki Arapların ihanetini gördükten sonra Kuvayi Milliye yi köy köy gezerek telkin etmeğe çalışmıştır. Damadı olan Ömer Rıza Doğrul için bazı kimseler tenkit edip daha iyi talipler varken neden kızını buna verdiğini sorduklarında söylediği - Hiç olmazsa Türk’tür cevabı zamanla ümmet düşüncesinin nereye geldiğine bence en açık cevaptır Bu arada şunu da belirteyim ki Halk evleri, bir çok yerde yanlış kullanılmakla beraber, çok faydalı birer kuruluştu. Gençler orada spordan tiyatroya kadar çok faydalı şeylerle meşgul oluyorlardı. Ne yazık ki benim, bir üyesi olmakla iftihar duyduğum partim, Demokrat parti onları kapattı. Bence yanlış yaptı. Zan edersem dördüncü sınıfta, mektebe bir müfettiş geldi. Akşam üstü öğretmenim, bütün talebelerin sicil defterini,(o zaman böyle bir defter tutarlardı), benimle üst kata, Müdür odasının yanındaki odaya çıkardı. Defterleri bana bıraktı,

45

Page 46: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Çağırınca içeri getirirsin, dedi. Kendisi Müdür odasına gitti. Defterlerle tek başıma kalmıştım. Merakla ilk defa gördüğüm defterleri karıştırdım. Ne sualler yoktu ki çocuğun ailevi durumundan babasının annesinin tahsil derecelerine kadar her şey soruluyordu, bir yığın sual vardı. Bir sual beni meraklandırdı - Küfreder mi? Bütün talebelerde (Bilmez, bilmez) diye cevaplandırılmış olan bu suale benim defterde ( Bilir ama söylemez) diye yazılmıştı. Yapa yalnızdım, nasıl oldu bilmem beni bir utanma hissi sardı. Sanki vücudumu ter bastı. Beni o kadar seven bir öğretmeni aldatıyorum gibi hissettim. O günden sonra benim küfrettiğimi kimse duymamıştır. Allah nur içinde yatırsın o öğretmene çok şey borçluyum. Sonradan da onu ara sıra ziyaret eder elini öper Sen Jozefteki vaziyetimi anlatırdım. Ben bir gün, Türkçe öğretmenimizin bize (Ailenizde en çok kimi seviyorsunuz, niçin) diye bir mevzu üzerine tahrir vazifesi verdiğini, esasın da benim tahriri sevdiğimi ancak unuttuğumu, öğretmenin gelipte - Vazifeleri getirin diyince hemen (Ailem de herkesi aynı derece de sevdiğim için bu vazifeyi yazamayacağım) diye bir kağıda yazıp verdiğimi anlattığımda çok gülmüştü. Fakat o yazı yüzünden, yazmayanlar bir sıfır alırken, ben iki sıfır almış, düzeltene kadar akla karayı seçmiştim. İlk mektepte bizim sınıflar o zaman, mecburi tahsil yeni çıktığı için çok kalabalıktı ve bizden çok yaşlılar vardı. Bir Güzin abla vardı ki o zaman benden en az dört yaş kadar büyüktü. Erkeklerle gezerdi. Bizi görünce arkadaşından ayrılırdı. Bir Kamil vardı ki benden en az beş yaş büyüktü. Sınıfımızda kız öğrenci erkeklerden fazlaydı. Bir sene okulda müsamereye çıktığımı hatırlıyorum, bütün söylediğim şu dörtlüktü: Şeftalim Bursa malı onu benden almalı sepetime dalmalı oh ne tatlı demeli O zamanlar her sene Yerli malı haftası yapılırdı. O haftalarda yerli mallarını niçin giymemiz lazım geldiği anlatılırdı. Ayıp mıdır Aba giymek Biraz kalın kaba giymek

46

Page 47: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Beni süs püs aldatamaz Düşman bana mal satamaz

Ankara’dan gelir balım Anayurttan gelir malım Yünüm var ipeğim var İpliğim var ketenim var

Elden niye mal almalı Paranı yurdumda kalmalı Ben giymezsem yerli malı Fabrikalar kapanmalı Bu şekildeki şiirler okunur, temsiller verilirdi. Bu günkü duruma bakınca acaba o zaman mı, yoksa şimdi mi bizi aldatıyorlar diye kendi kendime soruyorum. Bizim ev bitişik evle beraber bir paşanın köşkü imiş. Paşa çocuksuz öleceği zaman yansını Vakfetmiş, yansımda hizmetkarına bırakmış, Bizim evi evkaf bitişiği o hizmetkarın torunları kiraya veriyorlardı. Bitişik evde bir babaanne, anne ve kızı vardı. Kızlarının adı Ayten annesi Leman hanımdı. Ayten’in babası ölmüştü. Ayten sınıf arkadaşımdı. Babaanne sözünü ilk duyduğumuz ve biz nene sözünü kullandığımız için olacak o hanıma bizde babaanne derdik. Görmüş geçirmiş bir hanımdı. Barbaros soyundan geliyorlardı. Sarayla irtibatları da varmış. Doğrusu babaanne çok muhterem bir hanımefendi idi. Amcamların bitişiğindeki evde de yine sınıf arkadaşım Vedia oturuyordu. Onun da babası ölmüştü. Ayten’le devamlı kavga ederdim. Boyuna beni kızdırmaktan hoşlanırdı. Bir gün beni çok kızdırmıştı, bende ona dolayısı ile evlerine toprak parçalarını devamlı attım. Meğer annesi de o gün evlerini silmiş, temizlemiş. Leman hanım o vaziyeti görünce deli olacaktı. Bana bağırışı sanki hala kulaklarımda. Ayten çok beyazdı. Bir gün ben anneme - Ben büyüyünce pamuk gibi bir kız alacağım, dedim. Bunu Leman hanımın yanın da söylediklerinde onun öyle bir gururlanışı vardı ki, gözümün önünden gitmez. Halbuki ben his bakımından Vediaya çok daha yakındım. Onunla duvarın iki tarafında tel duvardan konuşmak çok hoşuma giderdi. Ayten’le öyle akıllı bir konuşmamızı hatırlamıyorum. Vediayla konuşmamı da daima Fevziye abla bozar hemen bana, - Vediayı seviyor musun? derdi, utanır kaçar eve dönerdim.

47

Page 48: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Halbuki konuşmalarımız çok masumdu. Allah rahmet eylesin Vedia çok genç yaşında, daha yirmisine varmadan, vefat etti. Annesiyle beraber, çok aklı başında bir ailenin yanındaydı. Evde Ferhunde ve Süheyla adlı iki genç hanım vardı. Sonradan onların çok iyi kimselerle evlendiklerini duymuştuk. Ayten de sonradan bir Afrikalı kadar siyah birisi ile evlendi. Ali amcamın kızı Necla Nişantaş’ta, Abdullah amcamın kızı Güler İhlas sokakta dünyaya geldiler. Ali amcamın son kızı Nevinde burada yani İhlas sokak da dünyaya geldi. Saliha abla Nevine hamile olduğunu anladığı zaman bu aile içinde bir hadise oldu. Ali amcam ben bu yaşlan sonra çocuk bakamam diyor, onun erkek evlat arzusunu bilenler sırf son arzusu olsun diye ( günahtır aldırmayın ) diyorlardı. Neticede kaldı fakat o da kız oldu. Buna bütün akrabalar Ali amcamdan fazla üzüldüler, veya Ali amcam pek göstermedi. İhlas sokaktaki evin arka bahçesinde Ceviz ağacı ve bir de sarı kiraz ağacı vardı. O kirazlar hakikaten çok lezzetli idi. Ceviz ve kirazdan herhalde en çok ben yedim. Kimse çıkamadığı için onlara da vermem şartiyle yengeler teşvik de ederlerdi. Abdullah amcamla Hüseyin Akat Kadıköy Çarşısında Ermeni Kilisesine yakın, kooperatifin karşısında büyük bir bakkaliye dükkanı çalıştırıyorlardı. Ben tatil olduğunda yardıma giderdim. Akat çok şeker yememden şikayet ederdi. Uzaktaki müşteriler sipariş verince, bir at arabası tutulur, inallar yüklenir, benim elimde de liste ve alacağım para miktarı yazılı pusula, arabayla gider malı teslim ve parayı tahsil eder gelirdim, öyle günlerde şeker yememe kimse laf söylemezdi. O zamanlar Bağdat caddesi bomboş, iki yanında tramvay, yolun ortası da asfalttı. Galiba Kadıköy’de yegane asfalt burasıydı. Orada atlı arabayla gezmek benim en çok sevdiğim şeylerden biriydi. Kimse olmadığı, yani müşteri gelmediği zamanlarda, Abdullah amcam beni dükkanın üst katma çıkarırdı. Akat’a - Kimse gelirse seslen diye haber bırakır, Kuran okumaya başlar, bende yeni yazı kitaptan takip edip yanılırsa haber verirdim. Onun için Abdullah amcamın yanında kıymetliydim. Böylece çok genç yaşta Kuranla tanışmış oldum. Pazarları önceden yemekler hazırlanır mutlak arabayla (o zaman otomobil öyle bol değildi araba derken at arabasını kast ediyorum) bir sayfiye yerine giderdik. Fakat yazlan en çok sevdiğimiz, o zaman temiz olan Kurbağalı derenin Köprüsü yanından bir kaç saatlik kayık tutup, önce Kalamış’ta veya Modada denize girip sonra da biraz gezmekti. Bazen de kayıkla akşam üstü denize açılır, ya belvünün gazinosunun önünde ya da başka bir yerde kayıkta yemek yerken şarkı dinlerdik. Gidiş hep iyi olur dönüş, uykum geldiği için, zor olurdu.

48

Page 49: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Çamlıca babamın sevdiği yerlerden birisiydi, böyle gezmelerde güya kimseye göstermeden o arada bir de içerdi. Hepimiz bilirdik, annem kızardı, hele sandalda aynı şişeyi kayıkçıya da ikram edince annemin midesi kalkardı. Babamın bizlere bilmeyerek yaptığı en büyük iyilik bizleri, evde çok tenkit ettiğimiz için sigara ve içkiden, soğulması olmuştur. İlk sigaramı 22 yaşında yabancı bir memleketteki hasta hanede tüttürecektim. İçkiyi gençliğimde ancak arkadaşlara iştirak için içecektim. Tek başıma içki içtiğimi hatırlamıyorum. Sonradan ben kürek çekmeğe başlayınca kayığa kayıkçıyı almayacaktık. Böylece kayıkçıya şişeden ikram faslı kapanacaktı. Küçüklerin yanında onlar anlamaz diye her şeyi konuşmak kadar tehlikeli hiç bir şey yok. Sekiz dokuz yaşlarında idim, bir gün bir Kilisli babamla beni zorla öğle yemeğine evine götürdü. Herhalde hanımının hem hazırlığı, hem haberi yoktu. Eve gittik babamı misafir odasına oturttu, uzanmış olan hanımına - Kalk bir şeyler hazırla Oğuz bey geldi, dedi. Kızgın hanım - Geldiyse geldi ne yapayım altına mı yatayım, dedi. Ben çocukluğumla utandım kimseye söylemedim. Kadıköy’e taşındığımızdan iki sene kadar sonra Hüseyin Akat, şimdiki Sah pazariyle o zamanki tramvay yolu arasındaki bir evdeki kızla nişanlandı, fakat anlaşamadılar ayrıldılar. Sonra Ali amcamın kızı Fevziye ile evlendi. Düğünleri Süreyya sinemasının üstündeki salonda oldu. Karlı bir kış günü 24 ikinci kanun (ocak) 1937 tarihinde evlendiler. Onlarda İhlas sokakta bir daire kiralamışlardı. Düğün salonundan İhlas sokaktaki evlerine giderken taksiye beni de aldılar evimizin önünde beni indirdiler. Abdullah amcam ile Hüseyin Akat sonradan o dükkanı bırakıp Kilis’ten iyi bildikleri, zeytin işi için Gemliğe gittiler. Ben de o sene, vapurla Fadıl dayımla beraber Gemliğe gittim. Giderken ilk defa Yunus balıklarının vapurla yarışmasını görmüştüm. Gemlikte zeytin fabrikası kiralamışlardı. Fabrikanın bir tarafı ana cadde, arkası kumsaldı. O zaman zan edersem Akat’la amcam ayrılmıştı, çünkü fabrikada Ali ve Abdullah amcalarım duruyordu. Zeytinler eşek sırtında küfelerle gelirdi. Bazen kantarın başında ben de dururdum, önce dolu tartar, boşaldıktan sonra boş küfeyi tartardık.Gelen zeytinlere bakarlar iyi cinsini ayırır, zeytin olarak fıçılara basarlar, diğerlerinin yağını çıkarırlardı. Gemlikte boş zamanım çok olduğu için camiye gidip kendi kendime namaz kıldığımı hatırlıyorum. Bir günde Ali amcam beni kaplıcaya görürdü. Kollarının üstünde yüzdürdü. Ben de hakikaten yüzme öğrendiğime inanarak o çıktıktan sonra havuza atladım bir kaç hamle sonra nerdeyse boğuluyordum. Ali amcamın atlayıp beni kurtarmasını hiç unutamam. Onların gittikleri sene çok

49

Page 50: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

bol bir mahsûl olmuştu. Ellerinde bol nakit olduğu için ertesi sene satmak üzere depoları doldurdular. Zeytin umumiyetle bir sene olur ertesi sene olmaz. Bunların şansından üç sene üst üste bol mahsûl oldu. Akat da parasını zeytine bağlamıştı. - Bu zeytinler ancak memur şehrinde satılır diyerek Ankara’ya gitti. Ankara Hal binasında bir dükkan kiraladı ve azar azar elden çıkarmaya başladı. Hatta babamların zeytininden de sattı. Musibetten bazen hayır doğar derler. Hakikaten Hüseyin Akat için öyle oldu. Sattığı zeytinlerin parasını arsaya bağlaması sonradan onu çok zengin yaptı. Babamlar da Kurşunluda dört bin ağaçlık bir zeytinliği yine Kilis’ten tanıdıkları bir Subayla ortaklık aldılar. Fakat ortak bir kaç sene sonra ölünce ortağın hanımıyla geçinemediler çok kavgalardan sonra onlara sattılar. Orası bugün en kıymetli sayfiye yeri olan Kurşunluda, kırk dönüme yakın yerdi. 1937 senesinde Hatay meselesi çıkmıştı. O günler Ürdün emiri Abdullah da İstanbul’a gelmişti. Atatürk’ü karşılamak için babam amcam beni de yanlarına alarak Haydarpaşa’ya götürdüler. Bir yerde en ön sırada durdum. Meğer orası Hataylılara ayrılmış yenmiş. Emir Abdullah Gaziyi karşılamaya trene giderken ve ikisi beraber dönerken bize çok yakın geçtiler. Atatürk’ü bu defa ayakta çok yakından gördüm. Emir Abdullah gizli içki içermiş. Atatürk bunu bildiği için ona da sofrada rakı vermiş. - Aman paşam ben içemem deyince, Atatürk - Ben emrediyorum demiş. O da canına minnet Arapça - Emir büyük yerden diyerek içmiş. Bu Abdullah şimdiki Kral Abdullah’ın dedesi olur. Osmanlıya isyan eden Mekke Şerifinin oğlu idi. İngilizler Suud ailesi bunları Mekke’den kovunca, teselli için bir oğluna Irak’ı, diğer oğluna harita üzerinde cetvelle çizerek Ürdün diye bir ülke yapıp verdiler. Böylece isyanlarını mükafatlandırdılar. Sonradan Abdullah bu durumdan kurtulmak Türklerle barışmak için Atayı ziyaret etti. Babam herhalde birisinden vasiyet gibi yazılar yazdırıldığını duymuş, o da bize hakikaten çok güzel yazılar yazdırdı. Esasen, belki her gün bir kaç mektup yazdırmaktan veya doğuştan kabiliyeti olduğu için, yazısı çok kuvvetli idi. Unutulmaması için o yazılan buraya alıyorum.

50

Page 51: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Yalnız şunu da belirteyim ki babamın bize dikte ettiği defter çok harap olmuştu o defterden, sonradan kendim tuttuğum deftere nakletmişim. Yalnız naklederken şöyle bir kayıt koymuşum. <O defterdeki bu yazıyı ancak babamdan aldığım izin üzerine bu sene bu deftere naklediyorum> 1. Yazı < Babam beni namuslu terbiyeli yetiştirmek için hayatında gördüğü geçirdiği ve edindiği tecrübelere istinaden bana her akşam hikayelerle, masallarla o günkü yaptığım terbiyeli veya terbiyesiz muamele ve hareketime göre bana adam olmaklığım için ahlak dersi verecektir. Ben namusum ve bütün mukaddesatım üzerine babamın ve annemin huzurunda yemin ediyorum ki bu deftere babam tarafından yazdırılacak her türlü nasihati tutacağım, bu yazılardan tamamen istifade ederek ahlakımı düzelteceğim. Bu defteri babamın yadigarı olarak babam öldükten sonra dahi muhafaza edeceğim. Bu defter bana babamın vasiyetnamesi ve benimde terbiye, ahlak kılavuzum olacaktır. Bu defteri ila nihaye muhafaza edeceğime söz veriyorum>

04.08.1937 2. Yazı < Baba ve anne evlatlarını çok sever, fakat o çocuk cemiyet içerisinde yaşayabilecek ana ve babanın emirlerine muti, terbiyeli, namuslu olmak şartı, bin bir dikkatle bir adamın yetiştirdiği ve üzerine titreyerek bin bir çeşit zahmet ve masrafla meydana getirdiği bir ağacın meyvası veyahut her hangi bir nebatın mahsulü bozuk, çürük çıktığı taktirde nasıl çöplüğe, gübreliğe atar ve onun kokmuş suratına bir daha bakmazsa, terbiyesiz yetişmiş, muhitinin adamı olmayan, aile içerisine yakışmayan çocuğu da ana ve baba o çürük meyve gibi atar ve bir daha yüzüne bakmaz. Terbiye ve ahlak insanlar için nihayeti alınmaz, bitmez ve tükenmez bir servettir. Terbiye ve ahlak parayla alınmaz, okumayla kazanılmaz, babadan ve anadan intikal etmez. Bunu her insan kendi nefsinde bulmalıdır> 3. Yazı <Kardeşler arasında muhabbet ve sevgi. Hayatta insanların bir çok tatlı anları olduğu gibi gamlı, kederli, teessürlü zamanlan da vardır, olabilir. Neşeli ve varlıklı zamanlarında dostu çoktur. Asıl

51

Page 52: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

dostluk bu değildir, insanların asıl ve hakiki dostu düşkünlük ve yoksulluk zamanlarında yardımcı olandır, işte bu da kardeştir. Bir adam çok sevdiği bir arkadaşına en yüksek bir iltifat ile KARDEŞİM diye hitap eder. Dünyada ruhtan doğan kalpten çıkan, samimiyetin tam manası ile hakiki bir ifadesi olan kelime ancak "kardeşim" kelimesidir, iptidai ve cahil devirde atasözü olarak ( Bağdat gibi diyar olmaz kardeş gibi yar olmaz ) sözü dahi cehalet devrinde bile kardeşliğin kıymet ve ehemmiyetini bize ifade etmektedir. Kardeşliğin ehemmiyet ve icabatını yaşımız ilerledikçe anlamaya çalışacaksınız. Bu mevzu üzerinde icap ettikçe çok şeyler yazdıracağım, şu dakikada vakit müsait olmadığından yalnız şu sözü ifade ediyorum: Kardeşlerinizi büyük küçük.kız erkek demiyerek çok seviniz. Zaman gelecek ki nasihatim hayatınızda tasavvurun fevkinde size refah ve huzur temin edecektir.> Babamın yazdırdığı bu kadar, naklettiğim deftere bunu ( Defter burada sona eriyor) diye kaydetmişim. Nedense bir daha da yazdırmadı. 1938 senesinde ufak bir ajandaya mühim hadiseleri not etmişim. 29 Ocak 38 de Ayyüş (Ayşe) halam bize oğlu Mehmet Tabak’la gelmiş. Mehmet’in gözleri hasta hanede tedavi edilmiş. 19 Şubatta hasta haneden çıkmış. Hatay meselesi gazetelerde devamlı yazılıyordu. Hariciye vekili Tevfik Rüştü Araştı. Çok yoğun bir faaliyet içindeydi.Sonradan Atanın Adana’da askerlere saatlerce Hatay için resmi geçit yaptırdığını duymuştuk. Halbuki o zaman hastaymış. 1938 senesi başında ilk mektep son sınıftaydım. 7 Mart 1938 de Kilis’teki Büyük nene vefat etti. O zamanki gazetelerde (106 yaşında vefat eden nene 109 torun bıraktı) diye yazmıştı. Nenem 77 yaşındaydı. Söylediklerinde ağlayıp - Yetim kaldım demesi, hepimizi güldürmüştü. Halbuki (Adam pir olsa da anaya muhtaçtır) sözü ne kadar doğru imiş. Okulda SESİMİZ adında bir gazete çıkarmaya karar verdik Reisliğine Mersiye öğretmen beni seçti. Baş yazılan ben yazıyor, çok meşgul oluyordum. 1938 senesi mayıs ayında bir gün Saliha abla erkenden eve geldi. Nenem ölmüştü. Ali ve Abdullah amcalarım İstanbul’da yoktu. Babam annesini çok severdi. Hemen koştu tabii bende beraber. Nenem sabah kalkmış namazını kılmış, tekrar yatmış, namaz örtüsü hala yerdeymiş. Çok tertipli olan nenem bunu hiç bırakmazmış. Abdullah amcamın

52

Page 53: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

eşi Fitnat abla Güngör’e, sabah kapıdan geçen simitçiden, simit almış, bir tanesini de - Al nenene götür demiş. Biraz sonra Güngör - Nenem uyanmıyor diye bağırmaya başlamış. Fitnat ablam gittiğinde işin çoktan bitiğini görmüş. Evde Abdullah ve Ali amcamlar yokmuş. Hemen üst kattaki Saliha ablayı bize yollamış. O tarihe kadar ölümü duyardım amma hiç bu kadar yakından ve anlayarak görmemiştim. Sabah namazını kılmış namaz örtüsü hala yerdeymiş. Her zaman yaptığı gibi uzanmış, bir daha kalkmadı. Babam perişan olmuştu. Allahtan o zaman, pek telefon olmamasına rağmen konu komşu, dost, ahbap, akraba, hemşehri hepsi doldular. Birisi doktoru getirdi. Birisi mezarı temin etti. Kilisli olan binbaşı Salih Pınar bey de bir manga asker getirdi. Hiç yük olmadan cenaze kalktı. Kendisi her şeye, herkesin yardımına koşardı. Herkes onun cenazesine koştu, Osman ağa Camiinde öğle namazı kılındı Karaca Ahmet mezarlığına defnedildi. Hepsi bir kaç saat içerisinde olmuştu. Bütün mahalleli mezara kadar geldiler. Bana en çok dokunan bir kaç gün sonra gelen Abdullah amcamın ağlayarak eve girişi oldu. Nenem kendi annesinden bir kaç ay sonra ölmüştü. Görünürde bir hastalığı da yoktu. Vaktiyle felç olan, dedemin çektiklerini hatırladıkları için daima (Allah düşürmesin) diye dua ederdi. Hiç çekmeden vefatı yegane teselli noktası idi. ölüm sebebi olarak Belediye doktoru Kalp kifayetsizliği demişti. O zamanın yegane eğlencesi hatta vakit geçiricisi radyo olmasına rağmen, nenemin vefatından sonra İhlas sokakta hiç bir ev bir hafta, on gün radyo açmadı. Bu müddet içinde akşam babamla beraber amcamlara giderken ve dönerken bir defa dahi radyo sesi duymadık. Bu hadiseyi daima şükranla anarım. O devirdeki komşuluk maalesef artık yok. Artık nenem yoktu. Üç oğlu da sanki dayandıktan ağaç yıkılmış gibi oldular. Ben bile çok uslanmıştım. İhlas sokaktaki amcamların evinin öbür tarafında Hamdi bey isminde çok muhterem bir emekli oturuyordu. Onun bizim evden taraftaki dairesini Akatlar tutmuştu. Karşıda Kenan isminde Meleğin sınıfına giden birisi, biraz ileride Adil beyler otururdu. Adil bey Prof. Dr. Gıyas Korkut’un babasıydı. Babamlar çok sık görüşürlerdi. Seneler sonra babamı ameliyat eden Dr. Gıyas Bey babamdan - Sen baba yadigarısın diyerek, ameliyat parası almayacaktı Adil beyin Gıyas beyden başka iki kızı daha vardı. Birisi o sıra Dr Emin bey isminde birisiyle evlendi. Diğer kızı Meleğin sınıfındaydı. Adı zanedersem

53

Page 54: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Kadriye idi. Zira (Kadriye Korkut, yermisin armut, yerim amma yok, çarşıda çok) diye kızdırırdık. Bana lazım olduğunda kitaplarına ve bilhassa HAYAT Ansiklopedisine bakma müsaadesi vermişti. O kadar çok bu hakkı kullandım ki herhalde ansiklopedi, parçalanmıştır. Hayat ansiklopedisinin Barbaros’u bir anlatışı vardı ki bayılırdım. O kısmı o kadar çok okumuştum ki şimdi bile hala bazı kısımları aklımda. Nelson ve Togoların onun seviyesine yetişemeyeceğini, çünkü bunlara devletlerinin donanma verdiğini, halbuki Barbaros’un donanmasını da kendisinin yaptığını yazıyordu. Bu bakımdan Barbaros’un onlardan üstün olduğunu ve bilhassa Preveze harbinde 122 gemisiyle 600 parçalık haçlı donanmasını perişan edişini çok güzel bir şekilde yazmıştı. Onların bitişiğin de Ekrem bey otururdu fakat onun aile vaziyeti pek mazbut değildi, daha doğrusu onların serbest tavırları o gün bize öyle görünüyordu. Onun için onlarla görüşmezdik. Onun hanımının kız kardeşi Gönül isminde yine benim sınıfımda bir kızdı. Annem onunla konuşmamı istemezdi. Fakat zaten benim tipim değildi. O sokakta Cüneyt isminde bir sınıf arkadaşım oturuyordu, Selim adında bir abisi de vardı. Bitişik evde Haluk ve Hulki Saner oturuyordu. Sonradan meşhur filmci olan Hulki o zaman müziğe çok meraklıydı ve nefesli bir alet( zan edersem saksofon) çalardı. Babalan Faruk bey çok iyi bir adamdı. Onların alt katına sonradan Hüseyin Akat taşındı. Onların evlerinin arkasında Nazım isminde bir sınıf arkadaşım oturuyordu. Çok iyi bir ailesi vardı ve ondan çok büyük çok kibar bir ablası vardı o sıralar nişanlandı. İhlas sokağın tam karşısına gelen bizim evin sırasındaki evde Meleğin sınıf arkadaşı Perihan ve Ablası Piraye otururlardı. Piraye o zamandan müziğe meraklıydı, piyano çalardı. İlk okuldan üç arkadaşımla Sen Jozef’e gittik. Süha Atabey, Kemalettin ve İlhan Baran. Süha ve Kemalettin ilk senelerde ayrıldılar. Sade ilhan Baran ve ben sona kadar gidebildik. İhlas sokakta yaşlılar bile bana Orhan abi derdi. Çünkü Uğur, Güngör, Sevim, Necla, Güler ve Nevin hepsinin Orhan abisiydim. Herhalde sokakta en çok benim adım duyulduğu için hepsi öğrenmişti. Onun için yaşlılar bile bana Orhan değil, Orhan abi derlerdi. Güngör’ün saçları kırmızı olduğu için mahallede meşhurdu. Güngör’den bahsetmişken onun bir hikayesini de yazayım. Güngör çocukken yoğurdu çok severdi. Bir gün nenemden devamlı yoğurt istiyor nihayet bıkan ve çok kızan nenem. - Al da boklan diyor. Ertesi gün Güngör yine yoğurt istemek için. - Ben yoğurt boklanacağım diye tutturuyor. 1938 ilk okulda son senemdi kendimi büyümüş his ediyordum. Hakikaten nenemin ölümü beni olgunlaştırmış, durgunlaştırmıştı. Esasında ben çok

54

Page 55: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

yaramaz olmama rağmen, birisi bir şey anlatsın veya bir hikaye söylesin saatlerce kımıldamadan dinlerdim. Yalnız evde derdim büyüktü. Babam sık sık seyahate çıkardı. Hatta o zaman iki aylık tren biletleri vardı. O bileti alan iki ay zarfında istediği kadar trene binebilirdi. Babamlar o sıra İstanbul’da olan dört beş Türk ihracatçısından birisiydi. Diğer ithalat ve ihracat tüccarları hep gayri Müslimlerden idi. Malları alıp yüklemeğe babam giderdi. Giderken de bana - Evin erkeği sensin ev sana emanet derdi. Gel gelelim evde Melek ve Fatma beraber olur benim emirlerimi dinlemezlerdi. Dövmeğe kalkanın, ikisi birleşince baş edemezdim. Bu yüzden bizim evde devamlı kavga vardı. Ayrıca Meleğin arkadaşları gelince bende genç kızlarla oynamak isterdim. Onlar beni oyunlarına almazsa benim erkekliğim tutar, hepsiyle kavga eder, dövmeğe kalkardım. Doğrusu komşumuz çok sabırlı imiş. Sırası gelmişken babamın bir hatırasını anlatayım, yine böyle bir seyahatte vapura Payas’tan, arpa yüklerken (kilosu üç kuruş otuz paradan satılmış) yılbaşı gecesi vapur acentesi, alıcı temsilcisi ve bir kaç tüccar beraber eğleniyorlar. O arada herkes bir şarkı söylüyor. Babamın da söylemesini istiyorlar. Babam ben söylemeyeyim dedikçe, herhalde nazlanıyor zan ederek daha çok ısrar ediyorlar. Çaresiz kalan babam şarkı söylemeğe başlıyor. Biraz sonra (kafi bey) diyorlar. Bunu hep anlatırdı, ayrıca ben de, benden şarkı isteyenlere bunu çok anlattım. Bize Mersinden Kebbet denen büyük portakal cinsinden getirir annem ondan reçel yapardı. Bir kaç sene sonra bize san portakal gibi bir şey getirdi - İsmet paşaya yolluyorlardı bende aldım dedi, yanılmıyorsam adını kız memesi dedi. Getirdiği Greyfurt idi. O zaman Türkiye’de yeni deneniyormuş. O sene orta okula kayıt zamanı babam yine seyahatte idi. Annem beni Sen Jozef’e kaydettirdi. Aylık dokuz lira ve dokuz ay ödenirdi. İkinci kardeşlere yüzde on tenzilat vardı. Ali amcam - Herkesin çocuğu ecnebi mektepte mi okuyor, niye para vereceksiniz, diyordu. Annem bir kere aklına koymuştu, kimse çeviremezdi. Annemin okuma yazması olmadığı için mührü vardı. Bu mühürle beni kaydettirdiği için mührü ben saklardım. Bütün tahsil müddetince bende kaldı. Galiba iki defa eve haber vermeden kullandım. Birincisi karnem bir defa çok fenaydı aksi gibi o sefer karneleri eve imzalatacaksınız dediler. Onu göstermeden mühürleyip götürdüm. Sen Jozef’te karneler verilir geri getirilmezdi. Diğeri de bir imtihan günü beş arkadaşla okula gitmemeğe söz vermiştik, o günkü mazeret yazısını ben yazıp mühürledim. Yedi sene zarfında bu ikiden başka, ikincisi de arkadaş zoruyla oldu, daha doğrusu onları yalnız bırakmamak için oldu, hiç bir defa suiistimal etmedim. Esasında ben Galatasaray’ı veya Nişantaş’tan tanıdığım Hıght

55

Page 56: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Schoolu istiyordum fakat babamın olmaması Ali amcamın para verilmemesini istemesi yüzünden ona da razı oldum. Mektep hayatında samimi olduğum arkadaşlar çok azdır. Bir ve ikinci sınıflarda Nişantaşı’ndaki Tuğrul, üçüncü sınıfla Gebzeli Mahmut, dört ve beşinci sınıfta Urfalı bağarsak tüccarı Hasan Kemancının oğlu Mustafa. Bu Mustafa’yla aramızda geçen bir konuşmayı defterime not etmişim. < 14 mayıs 1938 de Mustafa ile evlerinde oturmuş ne olacağımızı, ne yapacağımızı konuşuyorduk, iş kiminle evleneceğimize geldi. Ben Vediayı alacağımı söyledim. Mustafa çok münasip buldu ve - Eğer sen almayacak olsaydın ben alırdım dedi> Şimdi feministler durun bakalım o, evlenecek mi derler fakat o yaşta ve o zamanda bir erkek aksini düşünür mü Bu Mustafa soy adı gibi kemana meraklıydı. Hatta bir defa bir keman alaturka konseri verdi. Yalnız konser sırası teşekkür için konuşmak istedi, yan yerde takıldı bir türlü arkasını getiremedi. Hemen alkışlayarak onu zor durumdan kurtardık. Esasında ben kolay kolay kimseyle arkadaş olamıyorum. Belki içki içmemem, belki çok konuşmamam, çabuk alınmam velhasıl arkadaşlarım çok mahduttur. Sonraki senelerde de bu pek değişmedi. Fakat arkadaş olduğum kimseyi de, ne olursa olsun kolay kolay bırakamam. 17 Haziranda halamlar Kilis’e gitmişler. Mezuniyet mükafatı olarak 1 Temmuzda babam bana bir fotoğraf makinesi aldı. Körüklü bir Kodak makine idi senelerce kullandım. Hatta bir ara evde kendim resim banyo yapmaya, basmaya kalktım. Pek muvaffak olamadım. Okulun son günlerinde bir hadise oldu. Ne için olduğunu hatırlamadığım bir iş için öğretmen toplanan paraları Nazım adındaki bir arkadaşa vermiş. O da kaybetmiş veya öyle söylemiş. Nazım ileride mutlak ödeyeceğine söz vermiş, öğretmen bütün talebelerin evine haber vermek üzere beni yolladı. Doğrusu zor bir vazifeydi. Nazım hala ödemedi. Ailede ilk defa yabancı bir lisan öğrenen, yabancı bir mektebe giden bendim. Bu ilk olmanın çok sıkıntılarını çektim. Kilis’te (anamın ilki olacağıma dağda tilki olaydım) derler, çok haklılar. O okula gideceğim diye bana ders aldırmak istediler. Bir ermeni matmazel vardı, bu matmazel Eyüp dayının oğlu, Abdullah amcalarda oturup Haydarpaşa lisesine giden, Hennan’a Fransızca ders veriyordu. Fakat çok pis kokardı. Hatta bir gün Hennan bıçak çekmiş,

56

Page 57: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Karşımda otur, yanıma gelirsen vururum demiş. Bu matmazel güya beni hazırlayacaktı. Duyduklarım ve kokusu yüzünden faydadan ziyade zararını gördüm. Fransızca’dan biraz soğudum. Yine de Allah razı olsun, gayret gösterdiydi. Bu matmazel bir gün bizi ve amcalarımı evine çağırdı. Annem ben orda bir şey yemem diye tutturdu. Ayıptır, günahtır sözleriyle Leylek sokaktaki evlerine gittik. Meğer çok temiz iyi bir aile imiş. Ben yemem diyen annem bile onların temizliğine bayıldı, Eniştesi bir tüccarmış. Bizimkiler o zaman hem hali vakti iyi olacak hem kızı çalışmaya bırakacak, bunu pek anlamıyorlardı. Kilisli talebelerden Zeynel, Ahmet Cambolat her hafta .sonu evin müdavimi idi. Arada başka talebeler de gelirdi. Fakat onlar gibi devamlı değil. Bir gün İstanbul’daki Kilisli talebeler zan edersem bir cemiyet kurmak için toplandılar Beni de birileri götürdü. Asgari yüzden fazlaydı. Netice alınamadı, fakat birlikte resim çektirildi. Ben en önde yatar vaziyette idim. O sene Cumhuriyetin onbeşinci senesi idi, büyük coşkuyla kutlandı. Fakat Atatürk hakkında değişik laflar söyleniyordu. Kimi hasta diyor, kimisi bu lafları düşmanların çıkardığını söylüyordu. Savarona yatı o yaz Türkiye’ye gelmişti. Güya Hitler yatı alacakmış fakat Atatürk istiyor diye o çekilmiş. Atatürk misafirlerini yatta kabul ediyordu. Romanya kralının geldiğini hatırlıyorum. Sonradan okuduğuma göre o sene yatta kabul ettiği Amerikalı general Mack Artura (Japonya fatihi) Hitler ve Musoloniyi kast ederek, - Bu iki deli dünyayı kana boyayacak demiş. Bunu sonradan Mack Artur hatıratında yazmıştı. Dünya siyasetinde bu derece ileri görüşlü idi. O sene Meclis açış nutkunu ilk defa Atatürk değil, başvekil Celal Bayar okudu. Sahi o sıra Başvekil İnönü değişmiş, Bayar Başvekil olmuştu. Güya bir memleket meselesini Atatürk içki sofrasında konuşmak istemesine, İnönü (Burası yeri değil) demişte, o yüzden aralan açılmış, değiştirilmiş. Türkiye’de en çok Atatürk konuşulur yazılır, fakat bir kısmı putlaştıracak kadar sevgi gösterdiğinden, diğer kısımda en iyi yaptıklarını bile kötülediğinden inkar ettiğinden, insan hangisinin doğru hangisinin yalan, yanlış olduğunu çok zaman ayıramıyor. Bence daha Ata için hakiki bir kitap yazılmadı. Atanın yaptığı şeyleri de herkes kendi işine geldiği gibi tefsir ediyor. Bu hususta en iyi misal Atanın - Halktan saklayacak bir şeyim yok diyerek açıkta içmesini, bir taraf halkçılık diye alkışlarken, diğer taraf halkı

57

Page 58: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

günaha teşvik diye adlandırması. Atatürk bence Allah’ın son asırda Türk milletine hatta ümmeti Muhammed’e bir lutfudur. Onun sayesinde son müstakil Müslüman memleket müstemleke olmaktan kurtulduğu gibi, diğerlerinin de kurtulmasına numune olmuştur. Benim şahsi inancıma göre Atatürk, dini cahil softaların elinden kurtararak bizzat dine çok yardım etmiş bir kimsedir. Kuranında Peygamberin bile hata yapabileceği bildirilen bir dinin mensubu olmamıza rağmen bazi, ileride Menderesin söylediği gibi, inkılap softaları maalesef haklı tenkidi bile kabul etmiyor. Atatürk’ü adeta putlaştırıyorlar. Mübalağada, ileri fikirli geçinmelerine rağmen, geri kavimler gibi Atayı, peygamberliği bile az görerek, ilahlaştırıyorlar. Hazreti Muhammed’in (s.a.s) vefatında Ebubekir’in söylediği sözü biraz değiştirerek söyle haykırmak isterim. - Kim ki Ataya tapıyorsa bilsin ki o bir beşerdi ve ölmüştür. Kim ki Türkiye Cumhuriyetine inanıyorsa o ilelebet baki kalacaktır. Nitekim Atatürk ile, - Bir gün benim naçiz vücudum elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır demiştir. Çok şükür kendisi dalkavukların pohpohlamasını çok zaman elinin tersiyle itmiştir. Nitekim kendi hakkında ölüm fetvası veren hocalar sonradan Halife olmasını istediklerinde kabul etmemiştir. Ayrıca tam bir mümin olan Fevzi Çakmağı ordunun başından ayırmayı düşünmemiştir. Hatta söylendiğine göre 26 Ağustos 1922 sabahı hücum emrini vermeden Fevzi Paşayı istediğinde namaz kıldığını bildirirler. O en telaşlı anında bile bir kaç defa adam gönderir her seferinde aynı cevabı alır, bir defa bile (namazı bıraksın sonra kılsın) demez bekler. Hücum emri namaz bitip Fevzi paşa geldikten sonra verilir. Ekim ortalarında dedikodu artık saklanamaz oldu. Bu defa basında doktorların raporu neşredildi. Raporda ufak bir rahatsızlık geçirdiği şimdi iyi olduğu yazılıydı. Bu arada dedikodunun bini bir para, kimine göre Kuleliler kimine göre Harbiydiler Cumhuriyet bayramı günü, Boğaz vapuru Dolmabahçe sarayının önünden geçerken hep birlikte suya atlamışlar, fakat Saraya bırakmamışlar. Kimine göre Atatürk pencereden onları selamlamış. Nihayet on kasım Atayı kaybettiğimiz ilan ediliyor. O gün bütün bir memleketin ağladığına şahit olduk. Yas umumi idi. Belki bu kadar sevildiğini, kendisi bile bilmiyordu. Eminönü o sıra , Yeni cami - Köprü arası, ufak ufak barakalarla kaplıydı. Cenazenin geçmesi için hepsi yıktırıldı. Okulla Dolmabahçe’ye gidip cenazesinin önünde saygı duruşunda bulunduk. O sıra Bursa’da okuyan Gazeteci Ragıp beyin Kızları İsmet ve Servet ablalar bize gelmişlerdi. Babam onları ve beni alarak Eminönü’ne götürdü. Orada Cenazenin konduğu top arabası önümüzden geçti. Bazı kendini bilmezler ismet ablayı rahatsız ediyordu, babama söylemeğe çekindiği için benden yardım

58

Page 59: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

işlemişti. Cenaze Dolmabahçe’den Sarayburnu’na kadar karadan gitti. Sarayburnu’nda bir vapura oradan da YAVUZ zırhlısına kondu. Cenaze Eminönü’nden geçtikten sonra vapurlara dolduk. Vapurlarla İzmit’e kadar uğurladık. Ramazandı ve bende oruçluydum. 12 yaşında olacağım, bütün gün ayakta kalmak ve açlık beni bitap düşürmüş. Fakat kızların yanında kendimi tutmuşum. Vapurda kendimden geçtim. Babam hemen çay söyledi sandviç aldı ben hala - Akşama çok az kaldı orucu bozmam diyordum. - Günahı benim hadi ye diye babam ısrar etti, bozdurdu. İstanbul’un hatta bütün Türkiye’nin hali görülecek haldi. Millet hakiki babasını kaybetse böyle ağlamazdı. O günleri görenler sonradan nasıl Atatürk düşmanlarının çıkabildiğine hayret eder. Dedikodular da bu arada durmuyordu. Güya Mareşal Meclisi sarmış İnönü’yü seçin demiş. Yoksa Şükrü Kaya seçilecekmiş. Teyfik Rüştü Mareşale paşam siz Reisi Cumhur olun demiş. Doğru mu yalan mı bugün bile bilmiyorum. Fakat Atatürk’ün devamlı Dahiliye Vekili olan Şükrü Kaya ve Hariciye Vekili olan Teyfik Rüştü Araş bir daha hiç Vekil olamadılar. İnönü’nün seçilmesini herkes uygun görmüştü. Sen Jozef’te o sıra çok yüksek memur, mebus çocukları vardı Ankara haberlerini daima bize yetiştiriyorlardı. Her akşam radyonun başında haberleri dinlerdik. Atatürk için basında ne yazılar yazıldı. Her zamanki gibi çoğu saçma. Atam sen kalk ben yatam gibi. Cemiyette de sınıflar müşterek kablardaki su gibi ayni hizayı, aynı seviyeyi tutuyor. Basın kötü idi de ötekiler daha mı iyiydi, neyse fakat basın göze çarpıyor. O zaman yazılanlar içerisinde zanedersem Alaettin Gövsa’nın yazdığı Bir milletin melalini söyler derin, derin Derya önünde çırpınarak Dolmabahçe’nin …… şiiri en hoşuma giden şiirdi, Melek vazife olarak ezberlerken bende duyarak ezberlemiştim. Ankara’daki merasimi radyodan takip etmiştik. Bütün dünyadan heyetler gelmişti. Sonradan sinemalarda o merasimi seyretmiştik. O zaman Kadıköy de

59

Page 60: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

iki sinema vardı Süreyya ve Hale sinemaları. Birde Kuşdilinde ne kadar eski film varsa gösteren bir sinema vardı. Fakat oraya hiç bir aile gitmez biz bazen mahallenin çocukları toplu halde giderdik. Yalnız gitmeme izin yoktu. Süreyya’ya babam bir loca alır bizi öne dizer, annemle kendisi arkada oturur ekseriya uyuklar annem arada bir dürtüp uyandırırdı. Fakat bizi sinemasız bırakmamak için katlanırdı. O zamanın filmleri dc bir başkaydı. Aklımda kalanlar: Ertuğrul Millisi’nin Şehvet Kurbanı, Valentino’nun Şeyhin Aşkı, Mısırlı Abdülvehab’ın filmleri, fakat bilhassa Ferdi Tayfur’un seslendirdiği Üç ahbap çavuşlar ile Lorel Hardi. Ben daha ziyade Zoro ve kovboy filmlerini beğenirdim. Ancak yalnız gitme müsaadesi olana kadar onlara uyacaktım. O senelerin en sevdiğim, beğendiğim filmi Maskeli beşlerdi. Sen Jozef’te her hafta bize karne veriyorlardı. Ezber en sevmediğim şeydi, hala da öğledir. Bu okulda tedrisat ezber üzerine kurulmuştu. Neyse ki sınıf geçme, notların toplamının yarısını tutturmakla oluyordu. Notların yekunu 200 oluyor yüz tutturan doğrudan geçiyordu. Notların taksimatı da benim lehime idi. Hesap kırk, müzik beş, kaligrafi beş. Onun için ve hesapta her karnede otuzdan fazlası garanti olduğu için (yedinci sınıf hariç) sıkıntısız sınıflan geçtim. Yalnız ilk iki sene o kadar ceza aldım ki ceza yazmaktan ders çalışmaya vakit kalmıyordu. Söylemeği unuttum bu mektepte cezalar yazı yazmakla idi. Sağa baktın yüz satır. O günkü vazifeni yapmadınsa (Bir daha vazifemi vaktinde yapacağım) cümlesi bütün zamanları ile yazmak gibi. Bir gün arkadaşlar halime mi acıdı, yoksa onların yerine problemleri çözmek karşılığımı, tam hatırlamıyorum, her biri bir sayfa cezamı yazdı. Bende göğsümü kabartarak, sırtımdan bir yük atmanın rahatlığıyle Cher Frere (aziz veya sevgili birader), öğretmenlerimize böyle hitap ederdik, götürüp teslim ettim. Ertesi gün beni derse kaldırdı. Çoktan beri ilk defa, cezasız olduğum için, iyi çalışmıştım hepsini söyledim. Memnun oldu, bana ceza kağıdımı iade etti her yazının üstüne kimin yazdığını not etmişti. Fakat bir seferlik dersi de bildiğim için af ettiğini bildirdi. Sınıf hocası mefhumunu şimdi kaldırıyorlar. Bence çok yanlış. Talebeyi tanımayan bir öğretmenin çok faydalı olacağına şahsen inanmıyorum. Talebede öğretmende birbirlerini tanımalılar ki bir gün ders bilmezse onun herhalde bir sebebi olduğunu öğretmeni düşünsün. Veya şans eseri bir gün ders bilen bir kimse haksız yere en üstlere geçmesin. Babamlar bu arada fazla malları olduğu ve bunları bazen temizlemek icap ettiğinden Asmaaltı’nda Abdullah Hüsrev’in yanında Cambaz hanın karşısında bir yere taşındılar. Orası hakikaten güzeldi. Girince sol tarafta iki bölüm yazıhane vardı. Yazıhaneye girmeden dümdüz gidersen üç basamak inince büyük bir depo bulunuyordu. Gelen yağ tenekeleri bazen delinmiş oluyor, hemen lehimlenmezse akıp giderdi. Onun için mal geldiğinde lehimci hazır beklerdi. O zaman şimdiki gibi Urfa’dan Diyarbakır’dan yüklenen kamyon doğru depona gelmezdi. Kamyon hatta eşekle trene taşınır, trenle

60

Page 61: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Haydarpaşa’ya gelir. Oradan hammalla mavnaya yüklenir, mavna Eminönü yağcılar iskelesine gelir oradan hamal sırtında depoya taşınırdı. Bu kadar indirme bindirmeden yine de sağlam kalanlara şaşardım. İnönü başa geçtikten sonra kıssa bir müddet Bayar'la çalıştı, fakat herkesin beklediği gibi onu bir kenara bıraktı. Bu İnönü Bayar rekabeti senelerce sürecekti. Vaktiyle İnönü başvekillikten çekildiğinde istifa eden Sıhhiye Vekili Refik Saydamı başvekil yaptı. Çok dürüst bir kimse idi, fakat Harp seneleri yokluklar arasında bir şey yapması imkansızdı. Ondan kalan yegane hatıra - Devlet idaresi A dan Z ye kadar bozuk demesidir. İnönü 1939 senesinde bir af çıkararak Atatürk zamanında dışarı kovulmuşları yurda çağırdı. Buna Atatürk softaları karşı çıktılarsa da gelenler onları mahcup etti. Aklıma gelenler Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar, Rauf Orbay, Rıza Teyfik Bölükbaşı. Bunlardan Rauf Orbay harp seneleri İngiltere de Büyükelçi olarak Çörçille de samimiyet kurarak o harp senelerinde Memlekete çok faydalı oldu. Adnan ve Halide Edip Adıvar neşriyat ve Siyasi çalışmaları ile çok faydalı oldular. Şark cephesi kumandanı Kazım Karabekir sonradan meclis başkanı oldu. Filozof Rıza Tevfik bizim Hasırcı başı sokağında çamlı bir köşkte oturduğu için çok görürdüm. Abdullah amcam onun Ürdün Emiri Abdullah a yazdığı, daha ziyade kendi hatalarını, affettirmeğe (Sevr anlaşmasını Osmanlı nazırı olarak imza etmişti.) matuf ve İstanbul’u anlatan şiirini ezbere bilir ve sık sık söylerdi. Aklımda kalan iki mısrası şöyleydi: Ömür bir anı fırsattır, hayatın mahza nimet Bihakkın müstefit ol ömrünün asude anından Türkiye’de halkın reyi ile taraf tutulsaydı, mutlak Almanların yanında olurduk. Herkes Almanların muvaffakiyetini kendi zaferi gibi coşkuyla karşılıyordu. Gazeteler ikiye bölünmüştü Hüseyin Cahit İngiliz taraftarıydı. Almanlar Türkiye’de propaganda için her fırsattan faydalanıyorlardı. Bir laf çıkardılar güya Hitler Hazreti Muhammed’in doğduğu gün doğmuş. Hüseyin Cahit o meşhur sivri kalemiyle bir yazı yazmıştı, sade bir cümlesi hala aklımdadır. Hitler’e kutsiyet atfetmenin ne kadar saçma olduğunu uzun boylu anlattıktan sonra (Hitler o mukaddes gece doğduğunu iddia ediyor acaba o gece Almanya’da kaç köpek yavrusu doğduğunu da tesbit etmiş mi) diye yazıyordu. O sıra Filistin müftüsü, Irak başvekili hep Alman taraftan idi. Bizlerde en koyu Almana Eyüp dayı idi. Şimdi Almanya’da çalışmış olanlara Alamancı diyorlar. Harp zamanı Almanları tutup onların kazanmasını istiyenlere Almancı derlerdi. Ali amcam daima temkinli idi. BBC de Alman radyosu da Türkçe neşriyat

61

Page 62: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

yaparlardı. Radyoda devamlı onları arardık. Beğenmediği bir şey duyduğunda tepki hemen gelirdi: - Yalancı deyyus Hüseyin Cahit’in vaktiyle, Serbest fırka kurulduğundu, Halk partisinden istifa eden her mebus, her belediye reisi için (O zaten şöyle fenaydı, böyle fena adamdı) diye yazılması üzerine (meğer bu Halk fırkası ne fitne fücurla male mal imiş) diye bir yazı yazıp, "Şayet bunlar istifa etmeselerdi Memleketi bunlar idare edecekti ve biz bunların ne olduklarını öğrenemeyecektik" diye, zehir zemberek bir yazı ile Halk fırkalıları deli etmişti. Bu yüzden senelerce yazı yazamıyordu, yeni af edilmişti. Yeni çıkardığı Tanin gazetesinde yazıyordu. Falih Rıfkı Ulus’ta (Halk partisinin, tek partinin gazetesi) , Kominist Serteller Tan gazetesinde, Yunus Nadi Cumhuriyette yazarlardı en aşırı Almancı Peyami Sefa idi. Gazetelerde bir de askeri köşe yazarları türemişti. Hitler’in ne yapacağını Çörçil’in ona nasıl cevap vereceğini sanki onların beyninin içindekileri bilir gibi, iki kere iki dört eder katiyetiyle, yazarlardı. Ertesi gün tamamen aksi olur bu defa Hitler’in neden oraya değil de buraya hücum ettiğini sebepleriyle anlatırlardı. Radyoda Nurettin Artam haberlerden sonra Radyo gazetesinde günün olaylarını anlatırdı. Fakat bu biraz resmi bir ağızdı. Buna rağmen tatlı bir anlatışı vardı, herkes tarafından severek dinlenirdi. Bir müddet sonra babamlar bulgurları bir makineden geçirip taşını tozunu almak için önce depo olarak yine Asmaaltı’nda, Kambur handa geniş bir yer tuttular Bir müddet Kambur han depo vazifesi gördü, sonrada yazıhaneler yapılınca Kambur hana taşındılar. Mal sahibi Kayserili bir ermeni idi. Hanın teras gibi yerine pastırma yapar kurutmak için asardı. O günden beri pastırmayı az yerim. Bu Kambur hana Antepli bir tüccar geldi Mustafa Habeş isminde. Babamlarla görüşürdü. O da ihracata başladı. Bir gün hırsla yukarı geldi, - Bir Fransız tüccar geldi. Adamı ağırladık yemek yedirdik kalkmış katibe ne kadar nankör demiş. Bu nasıl şey benim yaptığıma karşı onunki nankörlük. Ben bu adama ne yapayım, diyordu. Asabileştiği her halinden belli oluyordu. Ali amcam adamı önce oturttu. Sonra katibi çağırdık. Meğer adam bonkör demiş. Bu kelimeyi bilmeyen ihracatçı, nankör dediğini sanmış. O hala, - Bonkör nankör ne farkı var diyordu. O zamanın ihracatçısı böyleydi. Tabii ben kurularak tercüme ettim. Babamların konuşmalarını kendisini teskin için

62

Page 63: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

söyleniyor zan etmesine karşı benim kelime kelime tercümeme çok sevindi. Çok teşekkür etti. 1940 senesi yazında hükümet İstanbul’u boşaltmak için karar aldı. Herkesi istediği yere kadar trenle bedava göndereceklerdi. Amcamlar konturatı da feshedip, bizim eve geldiler. Evde kımıldayacak yer kalmadı. Fakat çocuklara bayram günü doğmuştu. Bende ilk ticaretimi o sıra yaptım. Baktım hep niyet çekiyorlar. Tahtakale’den niyetli şekerlerden aldım geldim. Meğer bütün dolu olanlar torbanın üstündeymiş. Bir baktım her çeken bir şey kazanıyor, (Hediyeler kurşundan askerdi) hediye bitiyor bana boşlar kalacak, hemen içeri götürdüm karıştırdım. Bu defada hiç çıkmamaya başladı. Neyse o paketi bitirdikten sonra bir daha almadım. Evde hergün bir aile bütün yemekleri yapıyor, önce çocuklar sonra erkekler sonra kadınlar üç defa sofra kuruluyordu, Evin içi bir rezaletti. Neyse mektepler tatil olur olmaz derhal Kilis’e hareket ettik. Çocuklar ve Hanımlar trene bindik, babam ve zan edersem Abdullah amcam kaldılar. Onlar vaziyet daha fena olursa geleceklerdi. Kilisli Feleknaz hanımla Kilis’te bulunduğu sıra evlenen o zaman yüzbaşı Şükrü bey Edirne’de huduttaymış. İstanbul’la bağlantıları olan Uzunköprü’yü havaya uçurmuşlar. Onlar hududu beklerken Alman askerleri motosikletlerle hududa kadar gelmişler, biraz daha gelse bunlar ateş açacakmış. Hudut noktasına kadar gelip inmiş, Türk bayrağını selamlayıp, geri dönmüşler. Yürüselerdi, çekilecek yerimiz yoktu demişti. Hitler Rusları arkadan vurmak, onları Kafkas petrolünden mahrum etmek için, Türkiye’de çok çalışıyordu. Türklere iltifatın bini bir para idi. Pan Türkizm cereyanı çok kuvvetli idi. Nihal Adsız adında Türkleri birleştirmek için çalışan Turancılar çıkmıştı. Bir 19 Mayısta İnönü bunları tein etti. Hemen arkasından bir çok kimse, Alparslan Türkeş dahil tevkif edildi. Azerbeycan cephesinde çalışmış, Halit Paşanın (Enver Paşanın galiba dayısı idi ) Haliçte bir silah fabrikası vardı. Bir geçe anlaşılmayan bir sebepten yandı. Güya buradaki silahlar Azerilere gönderiliyor, Ruslara karşı çarpışmalarına çalışılıyormuş. Parasını Almanlar veriyormuş. Bu yüzden İngilizler yaktı deniyordu. İki gün sonra Kilis’e vardık. Biz Nakşiye teyzemlere, Fitnat ablamlar da kız kardeşi Nimet Kırmızıgile indiler. Nakşiye teyzemlerin atları vardı. Evleri bize çok enteresan gelmişti. Yalnız Kilis’in tuvaletlerine bir türlü alışamadık. Sokakla Havuş arasında fırınları vardı orada yaptıkları ekmeğin ilk piştiğindeki tadı bambaşka oluyordu. Ben üç senedir Fransızca okuyordum. Bunu bilenler duyanlar Kilis’te bana ne sualler sorarlardı. Beni Fransızcıdan imtihan etmeğe kalkarlardı. Bir gün bana

63

Page 64: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

(şamo şamo dan şamo lezorey ... şamo) ne demek dediler. Bilemedim, meğer (Deve deve diş deve, kulağı geviş deve) diye bir tekerlemeleri varmış. Artık Fransızca bilmiyor diye neler söylediler. Bir gün yaşlı kimselerin bir toplantısında bana birisi oğlunu Haydarpaşa lisesine göndereceğini bu lise hakkında malumatım olup olmadığını sordu. Bende oranın adının palasa çıktığını onun için ya Kabataş’a yahut bir ecnebi mektebe göndermesini samimiyetle söyledim. Ertesi gün birisi yolumu kesti, - Sen babama Haydarpaşa palas demişsin bunu mutlak düzelt ben çalışkan değilim onun için o mektebi seçtim, şimdi babam bozuldu bunu mutlak düzeltmelisin dedi. Bu sonradan Avukat olan Sait Daldaban idi. Kendisinin söylediğini zaten bir kaç defada zor anlamıştım. Laflan ağzında yuvarlar ve çok acele konuşurdu. Kendisine - Ben şimdi babana gidersem tuhaf olur, rastlarsam söylerim dedim. Kendimi zor kurtardım. Bir daha da babasına rastlamadım. Esasen görsem de, ömrümde bir defa gördüğüm, Sait’in babasını tanımazdım. Bir günde Emniyet amiri Halkevi bahçesinde bana - Niye Fransızca okuyorsun artık onlar battı Almanca öğren demişti. Vaktiyle Kilis’teki ittihat Terakkinin merkezi Maarif bahçesi olmuş. Halk evi olmuştu. Bir kaç gün kitap okudum, fakat ön tarafta yarısı Halk evi bahçesi, diğer yarısı bahçeli kahve idi. Kahveyi de babamın arkadaşı Hayrettin bey işletiyordu. Kahve kısmı bana daha enteresan geliyordu. Her gün orada tavla domino oynardım. En çok oynadığım sonradan doktor olan Mahmut Kiremitçi ile Sedat Pınar’dı. Sedat Pınar nenemin cenazesinde bize yardım eden Salih Pınar’ın kardeşi, tuzcu Nazmi’nin oğluymuş. Kilis’te Maarif bahçesine gelmeden iki park vardı. Birbirine bakan parkların sağdaki hanımlara soldaki erkeklere aitti. Caddede herkes dolaşırdı. Bu arada kızlarını göstermek isteyenler giydirir, kuşatır dolaştırırdı. Parkta da ilk sıraya otururlardı. Parka çarşaflı gelenlerin, Kaymakamın emriyle çarşafları makasla kesiliyormuş. inkılap oralara anlatılarak değil zorla kabul ettirilmeğe çalışılıyordu. Bu yüzden birçok haklı karar bile, çarşaf makaslatanlar din düşmanı, aile mahremiyetine saldıran dinsizler diye kabul edildikleri için anlatılamadı. İnkılabı inananlar değil bürokratlar anlatmaya yaymağa kalktı. Halkı inkılap düşmanı yaptılar. Niye demişler <yarı hekim candan eder, yarı imam dinden eder diye> yan inkılapçılar da inkılaptan ettiler. Bir gün çarşıda Hıttı acur gördüm. Manava beş kuruşluk vermesini söyledim. Bana üç kilo tartmaya kalkınca hemen durdurdum bir tane tadına bakmak için

64

Page 65: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

istediğimi söyledim. O zaman para da almadı verdi. Kilis’te İstanbul’da yiyemediğim KATMERİ de bol bol yedim. Katmer hususi açılmış bir yufka içine kolay erimeyen kaymak konur, kapatılır, yağda kızartılar, şeker ekilirdi. Sırf kalori, fakat, o yaşta şişmanlama korkusu yoktu. Neyse hükümetin İstanbul’u boşaltına karan sayesinde oldukça enteresan ve güzel bir tatil geçirmiş ve doğduğum yeri görmüş ve unuttuğum akrabalarımı görmüş oldum. Kilis’teki günlerimiz oldukça iyi geçti. Annem hep babama yazılan mektupları bana verir ben postaya götürürdüm. Bir defa benden habersiz, herhalde babama İstanbul’da (uslu oturması) için bir mektup yazmış. Babam da cevabı bana yazmıştı. Mektubu alınca şaşırdım. Annemin ağzını arayınca hakikati öğrendim. Artık on dört olmuştum, benden habersiz nasıl yazardı? olacak iş miydi. Ben bostan korkuluğumu idim?. Verdim veriştirdim. Nihayet bir daha bana göstermeden mektup yazılmayacağı sözünü aldım. Erkekliğin şerefini kurtarmıştım. Kadınlarla bir ihtilafta, kaçak eşya almak da çıkıyordu. Babam sakın almayın diyordu, ben de - Sizi ihbar ederim diyordum. Buna rağmen güzel bir şey bulunca dayanamıyorlardı. Kilis’te Koskalar da, Eyüp dayılar da üçer dörder gün, birer gece de Cambolatlarda Ragıp beylerde yattığımızı hatırlıyorum. Bir gün akrabamız aynı soy adı taşıyan Ata beyler bizi bahçelerine davet ettiler. Kilis’te bahçe ev bahçesi değil sanki ufak bir çiftlik gibi şehir dışındaki ekili yere diyorlar. Ben gitmek istemedim. Benden çok büyük olan Sedat zannedersem " Arkadaşların da gelecek tavla oynarsın" diye kandırdı. Oraya gidip de bunun yalan olduğunu görünce Sedat’a bir tokat attım. Yirmi yaşlarındaki delikanlı nasıl oldu, anlatamam. Kıpkırmızı kesildi. Sonradan Mahmut Kiremitçiye - Misafir gelmiş, Oğuz bey amcanın oğluna nasıl el kaldırırdım demiş, istese beni rahat döverdi. Eski evimizi Saliha ablanın akrabası Zekeriya almıştı, eski evi yeni sahibinde görmek insana bir tuhaf his veriyor. Kendi odana bakmak için başkasından müsaade istemek, acayip geldi. Kilis’te yaz tatili böyle geçti. Sonuna doğru babam da geldi. O geldi diye davetler çoğaldı. Nihayet hep beraber, bu defa babamla beraber İstanbul’a döndük. Yukarıda söylediğim gibi herkes Alman taraftarıydı. Allah’tan başta İnönü gibi harbin ne olduğunu bilen bir kimse vardı. Harp başlamadan İngilizlerle ittifak

65

Page 66: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

yapmıştık. Fakat o tarihte Türkiye hakikaten fakirdi. O zaman yol parası adında bir vergi vardı. Altı lira senelik yol parası ödememek için bir hafta gidip bedenen yol yapmak için çalışırlardı. Kanuna göre ya bir hafta yol yapımında çalışılacak yada altı lira senede verecek bu parayla başkası çalıştırılacaktı. Harp başlayınca bir kaç sınıf askere çağrıldı. Bunlara verecek çorap olmadığı için, askere bez dağıtmışlar, katlayıp çorap yerine kullanıyordu. Galiba bu yüzden bize silahla beraber belki de silahtan önce ayakkabı yardımı geldi. Askerler pratik kimseler, İngiltere’den gelenlere Çörçil, Amerika’dan gelenlere Ruzvelt adını taktılar. Senelerce Türkiye’de asker ayakkabıları böyle adlandı. Ekmek karneyle dağıtılmaya başlandı. Babamların elinde aşırı derecede çok bulgur vardı. Esasen o yüzden Kambur Han’daki geniş yeri tutmuşlardı. Hükümet alır, parasını zor tahsil ederiz diye acele elden çıkardılar. Bir kaç ay sonra iki üç misline çıktı. Halk çok sıkıntı çekerken, Harp zengini bir sınıfta türedi. Bunlarla Hacı Ağa diye matbuatta çok alay ettiler. Bilhassa Cemal Nadir ne güzel karikatürler yaptı. Bu belki de halktaki kızgınlığı nispeten yumuşatıyordu. Şunu da yazayım ki Selanikli Bezmen ailesinden Halil Bezmen - Çocuklar harp ticaretine alışırsa sonra çalışamazlar diye işini kapatmıştı. Torunu dedesini haklı çıkardı, Özal zamanı ticaretine alıştı sonra battı. Bu arada Türkiye’de harbe yarar ne varsa İngiliz ve Almanlar, hatta bazen sırf karşı tarafın eline geçmesin diye alıp Türkiye’de depo, hatta imha ediyorlardı. Kendir çok aranıyordu. Babamlarda alıp satıyorlardı. Çok defa malı bile görmüyorlardı. Bir defa bir balya kendir vinçten düşüp dağılıyor. Orta yerinden bir kaya parçası çıkıyor. Babam Anadolu’da taş kalmadı ihraç oldu diyordu. Bu sıra Adana’dan bir Heyet sonradan Ticaret vekili olacak Cavit Oral başkanlığında Adana’dan Ankara’ya geliyor. Halk partisi Umumi katibi Mahmut Esat Esendal ile görüşüyorlar, istedikleri pamuk alış fiyatının biraz artırılarak ekimin teşviki. Ne kadar mal olursa olsun müşteri hazır, dövizle alacak diyorlar. O zaman bunlara bile Parti karar veriyordu. Umumi katip - Bu gün dediğiniz doğru, fakat yarın Harp bitince ben fiyatı indiremem. O zaman Sümerbank zarar eder, diyor Bu gün bu cevaba herkes güler. Fakat o zaman kimsenin ticaretten anladığı yok. ithalat ve ihracat hemen hemen tamamen gayri Müslimlerin elinde. Mebuslar, ya yüksek bürokrat veya emekli paşa. Bir gün babam Ankara’dan gelirken trenin restoranında bir mebusla arkadaşlık ediyor. Mebus babama - Tüccarmışsın bana şu döviz nedir anlatsana herkesin ağzında bu laf moda oldu. Yenir içilir bir nesnemidir diyor. Bunu çok sık, bilhassa gidip şikayetlerinizi Ankara’ya söyleyin diyenlere anlatır

66

Page 67: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Bana dövizi sorana neyi, nasıl anlatacaksın derdi. O sıra başlarından geçen bir hadise onları büsbütün ürkek yaptı. Hadise şöyle oluyor. İzmit’te donanmaya 86 çeşit mal için bir ihale açılıyor. En düşük fiyat veren babamların üzerinde kalıyor. Babam malları fiyatlar o arada yükseldiği için, bazılarını zararına olarak teslim ediyor. Parayı alacağı zaman bir binbaşı, rüşvet istiyor. Babam da vermiyor, - Zaten ne kazandım ki diyor, ödemeyi sallayınca babanı, paşaya şikayet ediyor, parasını alıyor. Bir müddet sonra mahkemeden bir celp geliyor. Bu arada (Meni ihtikar kanunu) çıkmıştı. Meğer binbaşı ihtikar yaptı diye babamı ihbar etmiş. Savcı da mevkufen muhakemesini isteyerek dava açmış. Kaç gece babamlar uyuyamadı. Dayandıkları noktada 86 kalcın malın iki tanesi İstanbul için tesbit edilen Hattan yirmişer para yüksekmiş. Babamın avukatı, herkesten ucuz fiyat verdiklerini, İstanbul fiyatıyla İzmit’e teslimat yapılamayacağını anlatmış ve tevkife lüzum olmadığını, ortada suç bulunmadığını dilinin döndüğü kadar anlatmış. Allah’tan Hakim de bilgili ve anlayışlı bir kimse imiş. - Savcıya bıraksak piyasada tüccar bırakmayacak diyerek tevkifi kaldırmış. O geçe bayram yapmıştık. Sonunda beraat etmesine rağmen dava aylarca sürdü. O zaman (Allah hekimle hakime düşürmesin) duasının manasını daha iyi anladım. Zannedersem babamların son taahhüt işleri bu oldu. O sene Sevimin okulda hesabı iyi değildi, çalıştırdım sınıfı geçtikten sonra vaat edilen beş lirayı aldım. O sene 12 Mart saat 17.50 de Mehmet Onur dünyaya geldi. Sırası gelmişken şunu da yazayım ki Lozan müzakerelerinde kapitülasyonun hukuk kısmına ecnebiler bir türlü yaklaşmıyor, hatta açıkça - Sizin rüşvetle her kararı veren hakimlere biz kendi vatandaşlarımızın kaderini nasıl emniyet ederiz derler. Bilmem ki acaba tam haksızlar mıydı? O sıra babam her İzmit’e gidişinde Haydarpaşa’ya kadar gider uğurlardık. O da gelirken mutlak Pişmaniye getirirdi. Bavulu olduğu zamanlar at arabasıyla gider, döner eğer bavulu yok ufak valizle kısa bir müddet için gidip dönmüşse o zaman Kadıköy iskelesinin yan tarafından kayıkla Haydarpaşa’ya geçerdik. Doğrusu yaz günleri kayıkla geçmeyi arabaya tercih ederdim. Adam başı yüz paraydı, yani iki buçuk kuruş. Kayıkların üstünde bir tente olur güneşten korurdu. Hitler bizim yerimize Rusya’ya saldırmıştı. Bizimle dost geçinmek için odasında Atanın resmi olduğu, kendisinin Atatürk hayranı olduğu yazılıyordu.

67

Page 68: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Türkiye’ye de İnönü’nün tanıdığı ve sevdiği hakikaten Türk dostu olan eski Alman Kanzeler (başvekil) Von Papeni büyük elçi olarak göndermişti. Meleği isteyenler oluyordu. Fakat 1940 senesinde daha çok küçüktü. Buna rağmen biz de kızın kısmeti çıkınca verilmeli, katiyen sallamamalı derlerdi. Bilhassa Ali amcam bu kanaatteydi. Ayrıca kızın fazla okumuşu, kimseyi beğenmez, evde kalır derdi. Kim bilir bu zamanda gelse ona neler derlerdi. O zaman ailede en ileri fikirli geçinen ben, hep karşı çıkardım. Sen Jozef’e girdim gireli bana Mösyö diyen Akat, kayın pederini tutardı. Bu gün düşünürken onları haksız bulmuyorum. Fakat o zaman, birisi için paralı adam, para kazanan adam evine bakar dediklerinde, o zaman çok meşhur olan bir köpek için - Rin tin tin herkesten çok kazanıyor o zaman ona kız verelim dediğimi hatırlıyorum. Para çok kıymetli, telgraf çok pahalı idi. Onun için babamın iş için yazdığı her telgrafı kısaltmak üzere Ali amcam, Abdullah amcam ve bazen ben yarım saat müzakere, münakaşa ederdik. Babam bazen kızar vazgeçtim der, bu sefer onun şekline yakın bir metinde mutabık kalınırdı. Kim bilir benim de az konuşmam ve yazarken en kısa yazmaya çalışmam belki de bu hadiselerin tesirinde kalmamdandır. Sonradan CODE lar çıkacak, harici telgrafları bu kodlara göre çekecektik. Bu kitaplar başlı başına bir bilimdi. Beşer harfin bir araya gelmesi, bir cümlenin yerine geçiyordu. Fakat değişik CODE lar olduğundan her tüccar antetli kağıdına hangi CODE u kullandığını yazardı. Bizimki BENTLEYS idi. Bu kodlarda beş harften bir tek kelime ile mesela = size vapurun güvertesinde teslim, en ucuz olarak, tonunu şu fiyattan teklif ediyorum, denebiliyordu. Ertesi yaz yani 1941 yazı, Ali amcamlar, şimdi iyi hatırlamıyorum devamlı oturmak için mi yoksa tamamen oradaki mallarını tasfiye etmek için mi, tekrar Kilis’e gittiler. Bende Sen Jozef’te altıdan yediye geçmiştim. Kilis’teki orta mektepte imtihan verip Galatasaray’ın daha yukarı sınıfına geçmek istedim. Ali amcam orda diye babam müsaade etti. Kilis’te orta bitirmeğe dışarıdan girmek için müracaat ettim. Anteb’e havale ettiler. Kilis’ten Antep’e otobüsle gittim. Altmış kilometre bağların içerisinden gidiliyordu. Yolda Fransızları günlerce Anteb’e bırakmamak için çarpışan, sonunda şehit olan Şahin’in mezarının yanından geçerek Anteb’e vardım. Netice, yaşım müsait olmadığından orta bitirmeğe değil yediden sekize geçme imtihanına girebileceğim anlaşıldı. O şekilde müsaade verildi. O gün öğle vakti bir lokantaya gittim .Gelen garsonun söylediğini anlamadım, tekrarlattım

68

Page 69: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Ne istiyin ağem diyormuş. Antep’te en beğendiğim tarafları Allebende (Bir su kenarı) satranç oynamaya gitmeleri. Anlamadığım tarafları da yanlarında götürdükleri taburelere oturmayıp dayanmaları. Babamın tanıdığı tüccarların soyadı da biraz tuhaftı: Patpat, Kepkep gibi. Yemek isimlen de öyle (Sıçırtmalı kebap gibi). İlkin hakikaten okumadığım bir kaç derse çok çalıştım. Fakat sonra yine Maarif kahvesine ve tavlaya dadandım. Bir gün Ali amcam çok sert tenkit edince ben de biraz terbiyesizce cevap verdim. Ondan sonra da onlara, İstanbul’a gelene kadar gitmedim. Esasen ben Nakşiye teyzemlerde kalıyordum. Bazen Ali amcamlara da gidiyordum. Yolda beni her gören niçin bize gelmiyorsun der, hele yaşlıları, babama şikayet edeceğini söylerdi. Bu kadar davet üzerine babam kızmasın diye bir gün Muharrem beylere gitmeğe karar verdim. Yolda Ahmet Cambolat’a rastladım yine, - Hiç gelmiyorsun bizi yabancı yerine koyuyorsun, Bir yığın kalabalık ağızla beni suçlamaya başlayınca - Şimdi size geliyordum dedim. Birden buz gibi oldu. Her halde beklemiyordu. Beni ev yerine Sabunhaneye götürdü. Bir saatten fazla orada oturduk. Sonra eve geçtik. Herhalde dışarı sipariş verip yemek getirttiler. Bir daha da bana hiç söylemedi bende Koskalar dan başka hiç bir yere gitmedim. Bir gün de yolda o zaman Antep mebusu olan Dr Muzaffer Cambolat’la karşılaştım. Bir yığın iltifat, bu adamlar hakikaten adamı çok güzel methediyorlar. Bir de söyledikleri inanılarak söylenmiş olsa. Arkamdan babama hakikaten şikayet yazan da olmuş. Dönüşte babam Koska Mahmut beyin yanında Sürmelioğlu’na niye gitmediğimi sordu. Kendisine, - Beni şu gün gel diyerek davet etmişte gitmemiş miyim, her karşılaşmada, bir gün bize gel diyene nasıl, ne zaman gideyim dedim. Mahmut bey de hak verdi. O sene teyzemin oğlu Seyfeddin de İstanbul’da Haydarpaşa’ya kaydoldu. Kuleliye girmeye de çalışıyor, bizde kalıyordu. O sıra Hasan da okumak için İstanbul’a gidecek, halam Kilis’te bulunan Ali amcama - Benim oğlumu almıyor, hanımının kardeşi oğlunu evine alıyor diye şikayet etti. Ben de oradaydım. Hasan’ın okumayı sevmediğini okuyamayacağını hepimiz biliyoruz fakat halama hiç birimiz söyleyemiyorduk. Kilis’te bulunduğum esnada Atiye ablaya da görücüler geliyordu. Bir gece benim için çok enteresan bir toplantı oldu. Erkek evinden bir gurup geldi.

69

Page 70: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Misafir odalarına alındı. Hoş beşten sonra esas mevzua geçildi. Meğer erkek evinin önce kabul ettiği şartları hafifletmeye gelmişler, içlerinde genç gözlüklü bir kaç defa kahvede gördüğüm birisi, - Sen de bizim için konuş diye beni sıkıştırıyordu. Allah’tan çok konuşmam ve hele bana ait olmayan işe pek karışmam. Onlar gittikten sonra konuşmadığıma daha çok sevindim. Çünkü imam amca (Bu günden sözünden dönen kimseye ben kız mız vermem) dedi. İstanbul’a döneceğim sıra Ata Turan’la söz kesilmişti. O sene başlarında Mahmut Görpe’nin , Meleği istediğini Mahmut Koska bir mektupla bize bildirmişti. Mahmut Görpe’nin 26 yaşında bir kuyumcu olduğunu işine sahip iyi bir genç olduğunu yazmışlardı. Bir gün Mahmut ve Sedat’ın sınıf arkadaşı olan Mahmut Görpe’nin kardeşi Ali Görpe kahveden benimle çıktı. Bir kaç defa kendisiyle kahvede görüşmüştük. Yol üstünde olan Mahmud’un dükkanına tesadüfen geçerken uğramış gibi, götürdü. Evvelce söylediğim Kilis’in ana caddesi üzerinde, Baytaz Hanın karşı sırasında, dört yoldaki camiye gelmeden sağ tarafta bir kuyumcu dükkanı vardı. Oradaki durumdan beni tesadüfen değil hazırlıklı olarak dükkanı göstermek için götürdüklerini anladım, ilk defa gördüğüm Mahmut abi hem içecek ikram ediyor hem tezgahın üstündeki vantilatörü çalıştırıyordu. Doğrusu sempatik genç bir adamdı. Antep’te bir kuyumcunun yanında altı sene çalışıp sanatı öğrendiğini, iki üç senedir dükkan açtığını, Kilis’te fazla iş olmadığını anlattı. Yani İstanbul’a geleceğini benim vasıtamla duyurdu. Ben hemen o akşam intibaımı babama yazdım. Sonradan ondan intibaımın doğru olduğunu duymuştum. Sırası gelmişken Mahmud’un ustasıyla olan bir hadiseyi de yazayım. Melek evlendikten sonra bu Usta hanımı ile İstanbul’a gelmiş. Babam da bir akşam eve yemeğe çağırmış. Nasıl olmuşsa yemek konurken peçeteler unutulmuş, annem elime tutuşturarak "Herkese ver" dedi. Bende ilkin ustadan başladım, - Ben izansız değilim dedi. Ne olduğunu anlamadan bir yanlış mı yaptım diye özür dilerken, adam - Peçete izansızlara verilir diye bir de Fetva verdi. Onu atlayarak diğerlerine verdim. Ne kadar gariptir ben başta tamamen aleyhinde olduğum bu evlilik için sonradan en çok ben çalışacak ve Mahmut abi de bir ihtilafta beni hakem koymak istiyecekti. Acaba bu beni kandıracağına inandığı için miydi, yoksa benim doğruyu kendi aleyhime de olsa söyliyeceğim için mi, bilemiyorum, amma ne olursa olsun sevinmiştim. Yalnız onun yüzünden onun yanında

70

Page 71: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

babamdan dayak yedim, o sebebini bilmiyordu. Hadise şöyle oldu: Dayım daha sakalım çıkmadığı halde bana Cevizden bir tahta tıraş kutusu Sinop’tan hediye getirmişti. Söz kesildikten sonra, damada hediye hazırlanırken bu kutuyu da koymalarına itiraz ettim anneme - Benim kutumu vermem dedim. Herhalde annem babama söylemiş, ertesi sabah Mahmut’la yattığımız misafir odasına geldi, hiç bir şey sormadan - Benim kararlarımı mı bozacaksın diye vurmaya başladı. Halbuki bir kaç senedir hiç dövmemişti. Mahmut sonra bana gülerek, - Niye böyle sabah sabah geldi diye sordu. Ne diyeyim, tıraş kutusu da dayağa değecek bir şey değildi. Fakat o gün bana gelmiş bir hediyenin başkasına, hem de bana sorulmadan, verilmesi ters gelmişti, bu gün hala aynı düşüncedeyim. Hatta hediyenin başkasına verilmesi, veya satılması verene karşı haksızlık hatta ayıp olacağı kanaatindeyim. Halbuki Meleğin ve bilhassa Fevziye’nin düğününde her şeyden bir kaç tane gelmişti. Onları hele hele Likör takımlarım da evde saklayamazlardı. Her birini bir başka düğüne götürdüler. Yalnız böyle durumda dikkat etmek aynı adama onun hediyesini götürmemek için çalışırlardı. O sene Kilis’e gelmiş olan dayımla beraber döndüm. Anteb’e gidecek otobüse binerken Mahmut abinin abisi Selim Görpe yanıma geldi Ali’nin İstanbul’a gittiğini orayı bilmediğini alakadar olmamı onu bana emanet ettiğini söyledi. Herhalde eve götürmemi kibarca istedi fakat benden üç yaş büyük birisini Haydarpaşa Lisesi son sınıfına gelirken bana emanet edilmesi doğrusu gururumu okşamıştı. Harp dolayısıyla Kuleli Konya’ya nakledilmişti. Trenin Konya’daki duruşu esnasında istasyona gelmiş olan Seyfeddin ile görüştük annesinin verdiği paketi teslim ettik, istasyonda bir saat kaldık, epeyi konuştuk. Kulelinin nakline üzülüyordu, İstanbul da hiç bir şey kalmamıştı. Harbin bu kadar yakın olduğuna şimdi kimse inanmaz. Galatasaray’da istediğim olmayınca, ( hesaptan başka derslerimde imtihanda pek muvaffak olamadım) Fransızca’m dolayısıyla altıncı sınıfa almak istediler. O zaman hiç bir karım olmuyordu. Nakilden vazgeçtim, eski okula devam ettim. Esasen ayrılmak için herhangi bir müracaatım yoktu. Yalnız bir değişiklik oldu biraz daha fazla para vererek etüd zamanını da mektepte geçiriyordum. Ramazanda benim oruç tutuğumu bilen Frerler beni iftar için dışarı bırakırlardı. Buna imrenen birkaç çocuk sırf dışarı çıkabilmek için bir kaç gün oruç tutular. Fakat sonra bıraktılar. Frerlerin dine hürmetini daima saygıyla hatırlarım. O sene çok hadiseli geçti.

71

Page 72: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Bu arada, ben Kilis’teyken, Fatma bazen kayboluyor, bir kaç saat sonra eve geliyor. Şüpheleniyorlar ve Abdullah amcamın Fatma’yı takibi neticesi, Fatma’nın Cemil Mutlu ile ilişiği ortaya çıkıyor. Ben Kilis’ten döndüğümde bu durumla karşılaştım. Adam rezil oldu. Bunlar arka duvar komşumuzdu. Antakyalı bir aile idi, görüşürdük, İbrahim, İhsan, Atilla adında üç oğlu Fatma isminde bir kızı vardı. İbrahim benden yaşlı İhsan benim kadar Fatma iki yaş küçük Atilla çocuktu. Kızları Fatma benden iki sınıf küçük olduğu için ve Fransız mektebine gittiği için, ona bir kaç defa dersinde yardım etmiştim. Ailece görüştüğü kimsenin hizmetçisine böyle hareket etmesini herkes ayıpladı. Nihayet aklımda kaldığına göre araya girenlerin tavassutu ile Cemil bey bizim Fatma’ya 3.000 lira verdi. O zaman bu parayla 250 altın alınırdı. Bu paraya tamah eden Ahmet Küspeci adında bir Kilisli terziyle evlendirildi. Bunlar için ne toplantılar ne konuşmalar oldu. Böylece bizim evden ayrıldı. Zaten o hadiseden sonra bizim eve gelmedi zannedersem amcamlarda kaldı. Babamın ilk günler eline geçselerdi ikisini de parçalardı. Ali amcam sonradan o iş olmasaydı Mutlu akü fabrikasına ortak olacağımızı söylerdi. Galiba Cemil bey beraber yapmak için teklif etmiş, bizimkiler düşünürken Fatma ile bir evde yakalanıyorlar. Ondan sonra her türlü görüşme kalktı. Söylemeyi unuttum Kilis’te amcama karşı ters konuşarak yaptığım terbiyesizlik için, Ali amcam dönünce, evine gidip özür dileyerek elini öpmüştüm. Babam galiba içinden beni haklı bulduğu için bir şey söylememiş ancak büyüğe hürmette kusur edilmemesini istemişti. Niçin olduğunu hatırlamıyorum, bu arada babam Kilis’e gitti. Bize bir mektup geldi Mahmud’un iyiliğinden bahsediyor. Görpeoğulları yemeğe çağırmışlar. Melek ağlamaya başladı. Gitti bir yemek yedi içti, beni verecek diye. Ben anneme göz kırparak - İstemiyorsan şimdi telgraf çeker bu işin olmayacağını bildiririm, dedim. Durakladı hele babam gelsin dedi. Biz ona belli etmeden güldük. Melek de allak bullak olmuş, bu yüzden mektep vaziyeti de bozulmuştu. Çamlıca lisesi onuncu sınıftaydı. Ondan sonra Meleğin evlenmesi işi için Mahmut abinin annesi, teyzesi bize geldiler. Babam, belki son hadiselerin asabını bozması yüzünden, fevri hareketleriyle herkesi şaşırtıyordu. Mahmut abinin anne ve teyzesi, çok bunaldıkları bir gün, benden kendilerini Yoğurtçu parkına götürmemi istediler. Meğer benimle yalnız konuşmak istiyorlarmış. Ailede en sakin ve doğru düşünen benmişim, onun için onlara bu işin olup olmayacağını

72

Page 73: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

söylemeliymişim. Dilimin döndüğü kadar onlara babamın, kötü niyetli olmadığını fakat mizaç itibariyle çabuk asabileştiğini anlatmaya çalıştım. Tabii koltuklarım kabarmıştı. Teyze biraz deli dolu atıyordu fakat annesi hakikaten aklı başında bir hanımdı, zaten kıymetimi onun için anladı !!! O sene İstanbul’da bir gün, adam başına yarım, bir gün, çeyrek ekmek veriliyordu. Üstelik evde Kilis’ten gelmiş, Mahmut Koska ile beş altı karnesiz misafir vardı. Evde devamlı babamın bulduğu bulgurdan yemekler yapılıyor devamlı patates pişiriliyordu tek ekmeği aramasınlar diye. Fırınlarda saatlerce sıra bekleniyordu. Böyle bir günde ekmek almaya ben gittim. Yanıma ekmekleri bağlamak için ip almıştım. Mevsim yaz bende kıssa kollu giyinmiştim. Bana sıra gelince fırına girdim karneleri verdim bana dört ekmek verdiler. Onları iple bağlayınca ip sıcak ekmekleri bıçak gibi kesti. Ekmek o kadar kıymetli ki derhal kucakladım. Eve geldiğimde iki kolumda yanmış, kabarmıştı. Derhal ilaçlar alındı sürüldü. Yemek balkona kurulmuştu, orada getirdiğim ekmeği yerken bir taraftan da - Adam kolunu bu halemi getirir, bırakır ekmekleri demeleri içime işliyordu. Acaba getirmesem ne yiyeceklerdi. Fakat ne diyeceksin hepsi yaşlı ve çoğu misafir. Nişan bizim evde oldu. Yiyecek masasını ben idare ediyordum. Yanımda iki garson vardı. Nişandan sonra herkes beni tebrik etti. Hakikaten çok güzel bir nişan oldu. Hiç bir şey aksamadı. Babam kırk bir yaşında kayınpeder oluyordu. Misafirler arasındaki Salacak plajının ve arkadaki köşkün sahibi Kilisli avukat Abdurrahman bey - Nerede genç kayınpeder diye babama takılıyordu. O tarihte onun çok yaşlı iki kızı iki oğlu olmasına rağmen, hiç biri evli değildi. Büyük oğlu Arif, Abdullah amcamdan büyüktü buna rağmen ve iyi bir hakim olmasına rağmen, üvey anası mal para verdirmiyor, oda istediği olmadan evlenmiyordu. Büyük kızı evlenip ayrılmıştı. Küçüğü Doktor Muzaffer Cambolat’la nişanlanmış, ayrılmıştı, Kolej mezunu idi. Kızı istemeye babam gittiği için ona karşı adeta mahcuptu. En küçük oğlu Rıfat o sura hukuku yeni bitirmişti. Büyük serveti vardı fakat ailede saadet yoktu. Abdurrahman bey yeni avukat olduğu bir zamanda Mısır Sarayı, iyi Arapça bilen bir avukat istiyorlar. Kilisli Abdurrahman beyi tavsiye ediyorlar. O da çok dirayetli bir çalışmayla Saray içi ihtilafı sulhen hallediyor ve zannedersem on bin altın ücreti vekalet alıyor, ayrıca Mısır Sarayı her mevzuda yalnız ona itimat ediyor ve ona soruyor. Dolayısiyle devamlı geliri oluyor. Babam bu vaziyete (Padişah kızına taht verir baht veremez) derdi. Ne gariptir babam 41 yaşında kayınpeder olacak ben 41 yaşında ilk defa kız babası olacaktım.

73

Page 74: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

4 Mayısta Meleğin nikahı kıyıldı. 6 Haziranda da, nihayet büyük gün geldi, Süreyya sinemasının üstünde düğün yapıldı. O gün karaborsadan ekmekler alındı. Çok güzel bir düğün oldu. Mahmut, Melek ve ben şimdiki Ermeni Kilisesinin yanındaki çiçekçi Sabuncakis’in yerindeki, bir karı koca Rum’dan dans dersi aldık. Fakat düğünde ilk dansımı Meleğin şişman arkadaşı Perihan’la yaptığım için çok fena oldu, bir türlü çeviremiyordum. Daha onbeş olmamış bir genç için böyle bir fiyasko hakikaten yıkıcı oluyor. Bir daha dansa kalkmak istemedim. İhlas sokakta oturan Gönül beni kendisi kaldırdı. Bu bakımdan kendisine teşekkür borçluyum. Tam onunla dans ederken beni çağırdılar meğer eve bir şeyler gidecekmiş. Velhasıl düğünde herkese gösteriş yapacağım diye aylarca çalışmam boşa gitti. 6 Temmuzda yüzüme ilk defa jilet vurdum. O gün artık büyüdüm diye ne kadar gururluydum. Okulda İngilizce başlamıştı. Bu lisanı öğrenmek ve sınıf geçmeyi daha kolaylaştırmak için 6 Temmuzda Berlitz’de İngilizce ders almaya başladım. Ali ve Abdullah amcamlar Yoğurtçu parkın karşısında köprüden evvelki ilk eve taşındılar. O eve çok giderdim. Alt katlarında bizimkilerin hepsinin terzisi, Latife hanım otururdu. Birinci katta Ali amcamlar en üstte Abdullah amcamlar oturuyordu. Hayriye halam gelmişti, Latife hanımı pek sevmiş, - Ne kadar miskin hanımsın demiş. İstanbul’da miskin tembel demek, Kilis’te Arapça aslı gibi uslu akıllı demek. Hanım İstanbullu olduğu için, alınmış, düzeltene kadar akla karayı seçtiler. Güya Hayriye halam iltifat etmişti. Aynı hadiseyi senelerce sonra ben Karadenizlilerle yaşıyacaktım. Bana birisi Keleş dese fena bir şey söylüyor zaneder kavga ederdim, meğer güzel demekmiş, herhalde onun için kimse bana söylemedi. Evlendiğimde eşim Günay’ın dedesinin ismi Keleş Kefeli idi. Bir sene içerisinde ev boşalmıştı, iki kız da gitmiş, bir çok hadise olmuştu, ömrümde ilk ve son defa o sene mektep durumum bozuldu. Son imtihan neticesinde ya kalıp ya da geçecektim. Neticelerin ilan edildiği gün mektebe bir gidişim var, Allah kimseye göstermesin. Yazılı tahtaya bakıyor görmüyordum. Arkadaşlar geçmişsin diyorlar inanamıyordum. Neyse bir senede bu kadar badire yaşadıktan sonra yinede sınıfta kalmadan, kıl payı ile de olsa, yakayı kurtarmıştım. Hiç unutmam ertesi sene ilk hafta sınıfta birinci olmuştum. Gerçi bunda bir fizik problemim sınıfta yalnız ben yaptığım için on puan avantajın rolü oldu ancak diğer derslerimde fena olmadığı için farkı koruyabildim. O gün yaldızlı karnemi eve getirdiğim de babamı görmeliydiniz. Bahçede gezerken söyledim hemen bir sigara yaktı hiç bir şey söylemeden dolaşmaya başladı. Bir

74

Page 75: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

şey söylemesine lüzum yoktu. Nenemin söylediği gibi Fransız’ın başını kesmiş gibi geziyordu. Mahmut abi notasız keman, ud çalıyordu. Ben de heveslendim, bir keman aldım. Keman hocası sordum soruşturdum. Meğer en iyilerinden birisi bize çok yakın oturuyormuş. Gittim ilk dersi aldım. Çok iyi bir öğretmendi. Konservatuarda ders veriyordu. Her derse ille o zaman adet olduğu gibi frak gibi bir elbiseyle giderdi ve giderken de bizim evin önünden geçerdi. Anneme onu ilk tarifimi hiç unutmam - Hani anne bizim evin önünden kuyruklu bir adam geçer ya, daha sözümü bitirmeden hepsi gülmeğe başladı. O muhterem adamın ismi de kuyruklu kaldı. Müziğe istidadım olmadığını ben de çok çabuk anladım ve bıraktım. O zaman çalabildiğim yegane parça Gülistanda var bir fidan Koparmaya kıymaz insan Dikenine el sürülmez Goncasın da geçilmez Ara name na na nam nam na na nam nam naa naa nammm Nasıl etsem de koparsam Arzum gibi bir koklasam Gül kendine etme cefa Bu can sana olsun feda Bir müzik aleti çalmayı çok istememe rağmen belki en zorundan başlamam belki hiç kabiliyetim olmaması yüzünden devam edemedim. Fakat gerek Uğur ve gerekse kendi çocuklarımın öğrenmelerini daima teşvik ettim. Babamların her cuma bir evde bir toplantıları vardı. İzmirli İsmail Hakkı beyi dinlerlerdi. Gurupta Sait bey isminde bir avukat, bir kimyager, iki tüccar, babam, bazen amcalarım katılırlardı. Ben yalnız bizdeki ve amcamlardaki toplantılara katılırdım. Din mevzuunda çok güzel faydalı konuşmalar olurdu. Aklımda kalan maalesef çok az. Onları da not edeyim ki unutmayayım. 1.- Bir gün İsmail Hakkı beye herkesin çağırdığı şekilde ben de - Hocam, bir kumandan askerine git İstanbul’u bombardıman et, derse asker sonra yakalansa bile o ceza çekmez kumandanı mesul olur. Biz de Allanın bize emrettiklerini yaptığımıza göre neden cezalandırılıyoruz dedim, İstanbul Üniversitesi ilk İlahiyat fakültesi dekanlığı yapmış bu Prof. bana tabiatiyle

75

Page 76: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

anlayacağım şekilde cevapladı. Bir irade-i külliye bir irade-i cüziye vardır. Yani insan kendi iradesiyle işlediği suçtan mesuldür. Bir misal olması için şunu söyleyeyim, Allah insana bir bıçak verdi. Bıçak verilişi irade-i külliye diyelim. Bu bıçakla ekmekte kesebilir, adamda öldürebilir. Ekmek kesmek veya adam öldürmek irade-i cüziyedir. Adam öldürürse kendi iradesiyle öldürmüştür onun için mesuldür, cezasını çekecektir, dedi. Bu şekildeki kader düşüncesi beni daima meşgul etmiş ve insanın yazılı bir kaderi takip eden robot değil kendi kaderini kendi çizen Allah’a en yakın yaratık olduğuna inanacaktım. Benim maçıma göre insan yaratıkların en yücesi olduğu için kimsenin vasiliğine muhtaç değildir. Onun için şeyh, imam düşüncesi bana ters gelmiştir. 2.- Bir gün birisi ekmek mukaddestir, yere atılırsa günah oluyor fakat yediği ekmeği kusarsa neden günah olmuyor diye sordu. Ona karşı, kimyagere de lastik ettirerek, ağza giren ekmeğin tükürükle temastan sonra kimyevi değişikliğe uğradığını artık kusulanın ekmek olmadığını anlattı. O gün hocanın softa olmadığını her şeyi, ilim, akıl ve muhakeme ile anlatmaya çalışan bir alim olduğuna inandım. 3.- Haçtan bahsediliyordu. Bir arkadaşı Haçça yeni gidip dönmüş. Onu ziyarete gitmiş. Arkadaşı, orayı anlatırken kıyametten önce melekler gelip dünyadan utanma, sıkılma, haya hepsi kaldıracak derler. Galiba Suudi Arabistan’a Meleklerin hepsi inmiş ve bu hasletleri kaldırmış, demiş. O kadar berbat olduğunu anlatmış. Oda bize anlattı. 4.- Mevlit hakkında sorulmuştu. Mevlitte sadece okunan kuran kısımlarının sevabı vardır demişti. Bir gün de bir hadise oldu, hatırladıkça hala utanırım. Bir kış akşamı bizim evde toplantı vardı. O gün annem çamaşır yıkamış. Annemi tanıyanlar bilir, çamaşır günü evde temiz kirli ne varsa yıkanırdı. Bu yüzden de evde devamlı münakaşa olur, babam benim eşyalarımı yıkamayın diye tuttururdu. Neyse yine o güne dönelim. Zanedersem Avukat Sait bey tuvalete gidince koştum annemlerin odasından havlu istedim. Misafir havlularının hepsi yıkandığı için ıslak. Hemen birisini aldım, yanan sobanın yanına astım fakat beş dakikada ne kuruyacak. Allah’tan adam kimsenin havlusuyla kurulanmayan, cebinde çarşaf gibi çifte mendille gezen iri yan bir kimse idi. Tuttuğum havluyu almadı. Sevincimden hemen havluyu annemlere attım (Geçmiş olsun) dedim. Biraz sonra daha şimdiye kadar bizim evde hiç tuvalete gitmemiş Hoca kalkmazını. Başımdan aşağı sıcak su boşandı. Tekrar sobanın yanına astım amma ne fayda. Hoca tuttuğum havluyu aldı, ne de olsa yan ıslak başka yeri yokladı. Teşekkür ederek havluyu verdi. Hala hatırlaması bile beni utandırıyor. Bir taraftan da Allah yardım etti avukatla bana haber verdi. Fakat ben bu fırsattan istifade edemedim,

76

Page 77: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

bıraksaydım hocaya kuru havlu tutabilecektim. Ani sevincim beni müşkül durumda bıraktı. Bu da insanın kaderini kendi yazdığına bir delil değil mi? Hocayı zannedersem ben bir daha görmedim. Çok yaşlı idi, rahatsızlanmış dışarı çıkamıyordu. Babamlar ziyaretine gittiler, fakat beni hiç götürmezdi. Sen Jozef’in olduğu sokakta vaktiyle Mahmut Alaya giden Köşe başında Bakla tarlasına bakan bir evi vardı. Bir iki sene sonra o daha yaşarken Meşhur Adamlar ansiklopedisinde İzmirli İsmail Hakkı’yı ölü olarak yazdı. Bunun üzerine o zaman Türkçe hocam olan Akşam gazetesi yazarı Şevket Rado beye bir mektup yazdım, bir ansiklopedi nasıl olurda İstanbul’da oturan, oğlu Doktor Necmeddin Hakkı İzmirliye telefonla sormak imkanı varken hiç araştırıp sormadan nasıl böyle hata yapıldığını yazarak sordum. Bunun üzerine bir makale yazmış, daha lise sıralarındaki bir gencin böyle ciddi neşriyatı, yanlışını çıkaracak kadar ciddi takip etmesini övüyor. Yanlışlığın hocanın daha uzun seneler yaşayacağına bir müjde olduğunu yazıyordu. Ne yazık ki müjde tahakkuk etmedi, çok az sonra Hocayı kaybettik. Bu defa ansiklopedinin (Neşriyatımız devam ederken kaybettiklerimiz) sayfasında hoca da yazılacaktı. Babamın tanıdıklarından bir de Remzi bey vardı. Zannedersem Alpullu şeker fabrikasının ilk müdürlüğünü yapmış çok muvaffak olmuş. Mükafat olarak ta İnönü tarafından mebus yapılmış bir Kilisli idi. Hanımı Samime hanım çok gösterişli güzel ve münevver bir hanımefendi idi. Herkes böyle bir kadının nasıl bu kimse ile evlendiğine hayret ederdi. Atatürk bir toplantıda - İşte modern Türk hanımının temsilcisi bir hanım demiş. Remzi bey fabrika müdürlüğü yaparken Manisa yakınında bir büyük Çiftlik satın almış. Orada oturmak istiyordu. Hanım çok modem şehir hayatım seven bir kimse idi. Babama Remzi beyi ikna edip İstanbul veya Ankara’ya yerleşmek istediğini söylerdi. Remzi bey ise Çiftlikte hayat bulduğunu , şehirden sıkıldığını anlatırdı. Geçinemeyecekleri kati idi. Nitekim bir kızları olup, hanım mirası garantiye aldıktan sonra ayrıldılar. Samime hanım ayrıldıktan sonra Memduh Aytür isminde hakikaten anlayışlı modern bir kimse ile evlendi ve senelerce mesut yaşadı. O sene artık sinemalara tiyatrolara kendim yalnız gidiyordum. En çok da Tebebaşı’nda ki Şehir Tiyatrosunu severdim. O zamanın artisleri Başta Muhsin Ertuğrul, Talat Artemel, Cahide Sonku, Suavi Tedü, Vasfı Rıza Zobu, Bedia Muvahit, hatırlayabildiklerim. Büyük bir coşku ile oynarlardı. Tatilde babamların yanına gider haftada yol param ve onlarla yediğim öğle

77

Page 78: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

yemeği hariç ikibuçuk lira alırdım. Ayrıca Abdullah amcam bana sabah on lira verir, masrafları ben yapar akşam ona Küçük Kasa hesabını verirdim. Hesap verirken tramvay biletlerine kadar vesikaları da, makbuzları da verişimi bir gün Koska ile Sürmelioğlu gördüler çok takdir ettiler. Artık kendi başıma şiirler yazıyordum. Babam ille bu yazdıklarımı gelenlere okuttururdu. Yazdıklarım çok iptidai idi. Mesela, Kilisli için bir şiir yazdım. İler satırın basına Kilisli kelimesinin bir harfini kor ona göre uydurmaya çalışırdım K Kilisliliğini göstermiştir her biri İ İşgüzardır, çalışkandır cesurdur her ferdi…… Bu şekilde devam eder giderdi. Yazık ki hepsi kayboldu. Okulda da yazı yazma merakı uyanmıştı. Tahrirlerim hakikaten güzel oluyor beğeniliyordu. Matta hiç unutmam Fransızca tahrirde notu yarı mevzuu işleme yansı Fransızca’yı iyi yazmaya verirlerdi. Mevzularda enteresandı : ileride nasıl bir yasam sürmek istersiniz, veya evleneceğiniz kimsede neler ararsınız gibi. Bir seferinde Frer benim yazıyı o kadar beğenmiş ki Fransızca notu kısmından da ilave yaptığını bütün sınıfa söyledi. Fikir kısmına on artı iki Fransızca kısmına beş vermişti onyedi ile ilk üçe girdim. Çok iyi bir Türkçe edebiyat hocamız vardı. Bir gün Kış mevzuunda verdiği bir vazifeyi çok iyi yazmıştım. Sınıfta okuttu. Bana tercümemi yaptığımı sordu. Alakası yoktu. Bana - Çok güzel yazmışsın yalnız yazının açılması için çok yazman lazım dedi. Sonradan hastalıklar yüzünden çok yazamadım fakat bir kaç sene günde bir kitap bitirecek kadar çok okudum. O sene mektepte de çok faaldim, ilk defa bir gazete çıkardık. Tünelle Bankalar caddesi arasında mektebin sene sonu kitaplarını basan matbaaya, Inspektör Olivier in tavassutu ile bastırdık. Bu gazete Birlik adıyla 12 sayfa, yüz adedi, kırkyedi lira elli kuruşa bastırıldı. İlk sayısı 23 Ekimde çıktı. İlk mektep son sınıfta da SESİMİZ adında bir gazete çıkarmıştım. Bu sade tek nüshaydı ve mektepte bir siyah tahtaya asılırdı, öğretmenimiz benim kontrolümden sonra son defa bakar, ondan sonra yazısı güzel olan iki kişi kopya ederdi. Sen Jozefteki gazetedeki hikayeyi ben yazmıştım. Hesaplan parayı ben tutuyordum. O sıra Harp sırası, İstanbul’da örfi idare var. Gazete çıkarmak yasak cezası çok ağır. Biz okulda çıkarıyoruz diye bunları hiç düşünmemiştik. Halbuki kanunen bu da yasakmış. Neyse ikinci sayıdan sonra kapattık. Matbaada suçlu oluyormuş onun için o kendini kurtarmak için çalışırken bizi de kurtardı. Behiç Başaran ve Ayfer Sakarya ile çıkarıyorduk.

78

Page 79: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

O sene ilk ve son defa bir piyese de çıktım ilk çıkışta sanki boğazıma bir şey tıkandı, ağzımı açamıyordum. Behiç Başaran isminde hakikaten aktör yaratılmış bir arkadaş benim durumu görünce hemen benim söyleyeceğim cümleyi öylemi diye kendi söyledi. Sonra acıldım. O sene mektepten çıktıktan sonra Tünelden Galatasaray’a giden yoldaki Berliç lisan okuluna gidiyordum. Sabah sekizde başlayan okul akşam üstü 16.30 da biterdi. 16.50 ile Köprüye vapur vardı. Okuldan koşarak vapura yetişir. Oradan tünelle yukarı çıkar 17.30 dersine yetişirdim. Dersten sonra çok defa yüksek kaldırımdan koşarak vapura yetişir eve dönerdim. Derslerimi gider ve dönerken vapurda yapardım. Bir gün ben derse dalmış çalışırken Ali amcam karşıma gelmiş oturmuş. Bütün yol müddetince ben başımı kaldırıp bakmamışım. İlk defa o gün ondan göğsümü kabartacak iltifatlar işittim. O sene Kilisli Rıfat’ın tercüme ettiği Bostan ve Gülistan adlı şeyh Sadi’nin eserlerini okumuştum. Babanı Kilis’ten gelen bir kaç adamı eve getirmişti. İçlerinde Kilisli matematik öğretmeni de vardı onunla Satranç oynadım kaybettim. Babam onlara Bostan ve Gülistanı okuduğumu söyledi, içlerinden birisi bir hikaye anlattı, - Akrep ile kurbağa ahbap olmuşlar. Bir dereden karşıya geçecekler. Kurbağa akrebe "Bana karışmazsan seni karşıya geçiririm" demiş. Tam suyun orta yerinde akrep ısıracak gibi olmuş. Kurbağa anlaşmalarını hatırlatmış. Akrep durmuş. İkinci bir teşebbüsün de kurbağa - Hem söz veriyorsun hem sözünü tutmuyorsun diye çıkışınca, Bu defa bana döndü - Ne olmuş? dedi. Anlaşılan beni imtihan etmek için bunları anlatmış. O zaman hafızam böyle yorgun değildi. Derhal - Akrep, bu benim tabiatım böyle sokmadan duramıyorum, diyince Kurbağa da suya dalmış, benim de tabiatım böyledir suya dalmadan yapamıyorum demiş. Akrep de boğulmuş, dedim. Bunun üzerine hikayeye başlayan babama döndü - Hakikaten okumuş, ben doğrusu inanmamıştım, dedi. O zaman İstanbul’da meşhur iki Kilisli vardı ikisi de Rıfat adındaydı. Birisi muallim Arapça ve Acemce’yi ana dili gibi biliyor ve tercümeler yapıyordu. Diğeri doktordu, onun bir hikayesini seneler sonra Nedim Ökmen beyden dinlemiştim.

79

Page 80: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Evlenmek üzereydim, Dr. Rıfat beye gittim, her zaman görüşürdük, kendisine kağıtları uzattım Doktor şu kağıtları imzala dedim. Yüzü bulutlandı, durakladı fakat sonra imzaladı. Bir müddet yanında oturdum, onunla konuşmayı çok severdim, ayrılırken - Gazeteye yazdığım şu yazıya bak dedi. Başlığı (Sıhhi muayene olmadan evlenmenin mahzurları) idi. Bir taraftan böyle yazıyor sonra da görmeden imzalıyoruz, haydi şimdi güle güle, dedi. O zaman Kilisliler İstanbul’da ilimle meşhurdu, sonradan Kaçakçılıkla meşhur olacaklardı. O zaman İstanbul’da iftiharla anlattığımız bir söz vardı. Mantığın ilk hocası şeytan, öğrenilecek yeri Kilis derdik. Hakikaten bir kaç yüz sene mantık okumaya her yerden Kilis’e gelirlermiş. Herhalde onlara imrendiğimden, yaptırdığım ilk ıstampa :

Kilisli Mustafa Orhan Özoğuz diye yazılı idi. O zaman aldığım bazı kitaplarıma basmışım. İşçiler Almanya’ya gidene kadar Almanya’da bambaşka bir görüntümüz vardı. Çünkü Avrupa’ya, Almanya’ya gitmek herkesin harcı değildi. Ya yüksek memur, ya büyük tüccar yada zenginlerin okuyan çocukları giderdi ve iyi intiba bırakırdı. Sonradan işçiler gidince bu defa da Almanlar bütün Türkleri işçi zannettiler. Nitekim İstanbullular da bütün Kilislilere kaçakçı gözüyle bakarlar. Bu yüzden ileride gümrükte çok sıkıntılar çekecektim. Hakkım olanı bile almak istemezdim. Bakacaklarından, arayacaklarından yüzde yüz emindim. Hiç unutmam yine o sene hesap imtihanında herkese kopya veriyorum diye Frer Etiyen beni etüt salonunda en arka sıraya oturttu. İki sıra da boş bıraktı. Fakat bir arkadaş lastik verdi ben problemi yazıp katlayıp baş parmakla işaret parmağıma geçirdiğim lastikle ön sıralara yinede attım. Nedense yasak ettikçe bende kopya verme arzusu daha artıyordu. Bir kaç arkadaşa da akşam hesap derslerin de yardım ederdim. Ne gariptir benim hesap gösterdiğim çocuklardan birisi bugün Prof Nejat Diyarbakırlı diğeri İstanbul’un sayılı Mühendislerinden Tali Köprülü.

80

Page 81: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Bir gün Frer Etien’i , Almanların Eminönü Halk evinde açtığı bir sergiye götürdük. Almanlar göz boyamak için en son teknolojiyi sergiliyorlardı. O zaman Almanlar her memlekette kendilerini tutan bir zümre yaratmaya çalışıyorlardı. Bunlara beşinci kol deniyordu. Türkiye’de ki kollan çok kuvvetli idi. Bazen yalan haberler de yayıyorlardı. Malta bir gün İngilizler Selaniği geri aldı diye bir haber yayıldı. Bunun yalan olduğunu radyo ve gazeteler halka zor anlattılar. Neyse bu sergiden sonra Etiene bir yerde yemek yedirdik sonrada Beyoğlu’nda İpek sinemasına götürdük. Filim zoraki kadın kılığına giren bir gencin başına gelenleri anlatan bir komedi idi. Biz yanlışını yaptık diye kuşkuluyduk. Fakat Etien’in kahkahaları herkesi bastırıyordu. Filimden sonra okulun kapısına kadar refakat ettik. Okula yaklaştığımızda, duvarın üstündeki tel örgüyü göstererek, - Bir cereyan eksik, yoksa tam hapishane demişti. Türk edebiyatında en çok Fuzuli yi sevdim. Hala bir çok gazeli ezberimdedir. Değildim ben sana mail, sen ettin aklımı zail, Bana taneğleyen gafil, seni görgeç utanmazını veya Ne yanar kimse bana ateşi dilden özge Ne açar kimse kapım badısebadan gayrı sözlerini acaba başka bir kimse bu kadar sade ve güzel söyleyebilir mi? Yazarını unuttuğum şu mısrada çok tekrarladığım sözlerdendir. Gel beru beru ki, Savmı Selatın kazası var Sensiz geçen zamanın kazası yoh O senenin yazında tifo oldum. Başta teşhis edemediler, Hiç unutmam Perihan’ın amcası mı yoksa teyzesinin beyimi gömleğimde bir pamuk parçası buldu, bit buldum bu tifüs olabilir dedi. Annemi görecektiniz. - Doktor bey iyi bak o pamuk, bit değil diye çıkışmasını unutamam. O hala olabilir, başkasından geçmiş olabilir diye, güya tevil etmesi, annemi deli ediyordu. Neyse neticede bit olmadığı anlaşıldı. Bu hastalıkta derece 39 dan aşağı pek düşmedi. Bir gün herhalde kırkı geçmişti. Dilimi ısırıyordum annem yapma diyor, ben

81

Page 82: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Bu benim dilim değil diyordum. Gözümü açtım, annemin gözünden yaşlar akıyordu. Gözümü açınca yaşlı gözlerle gülmesi bana çok dokunmuştu. - Benim bir şeyim yok ne ağlıyorsun diye çıkıştım. Bu hastalığımda annem saatlerce baş ucumda oturur en ufak bir ihtiyacımı bile kendisi yerine getirmek islerdi. Sonradan evde herkesin kıskandığı başbaşa konuşmalarımız o zaman başladı. Bana her şeyi anlatırdı. Çok konuşmamakla beraber her zaman iyi bir dinleyici idim. Annemi hakikaten çok sever, onu hiç üzmek istemezdim. Buna rağmen hastalıklarım yüzünden en çok ben üzdüm. Ben baştaki yanlış teşhisler, sonra da kırk gün sırf süt yoğurt yemek yüzünden oldukça zayıf düştüm. O zaman ecnebi mekteplerde okuyanlar orta lise bitirirken Galatasaray’da imtihan vermeleri şartı vardı. O sene üstelik Galatasaray’da Orta bitirme imtihanlarım vardı. Yazılıları geçtim. Sözlüde beni botanikle müzikten ikmale bıraktılar. Mektebimizle bu imtihanın hiç alakası yoktu Ayni mektebe devam edeceğim için, girmek mecburi bile değildi. Buna rağmen ben o kadar bunaldım ki kimsenin yanma çıkmak istemiyordum. Hele ne zararı var diye gülen kimseler, başta Ali Görpe olmak üzere, benle alay ediyor diye gizli gizli ağlıyordum. Bir türlü ikmale kalmayı onuruma yediremiyordum. O sene gerek vücutça hastalıktan sonra zayıf düşmem, gerekse bu manevi yıkım yüzünden hasta düştüm. Zatülcemp dediler. Neyse yaz sonuna kadar iyileştim. imtihanları verdim. Musiki imtihanında Akşam gazetesi baş yazan, sonradan Hariciye vekili olan Necmeddin Sadağın kardeşi , Muhiddin Sadak, o zaman Türkiye’nin sayılı müzisyenlerinden birisiydi. Sualler bittikten sonra, bana Fransızca şarkı söyletti. Babamın hikayesi tekerrür etti. Biraz sonra kafi dedi neyse ki geçme notunu vermişti. Bitten bahsetmişken o zamanki Türkiye’nin daha doğrusu İstanbul’un vaziyetini anlatmalıyım. Evler umumiyetle ahşap olduğu için her evde tahta kurusu vardı, öyle berbat şeylerdi ki insanı deli ederdi. Babamı ordusunun içine atsan bir tanesi onu sokmaz, bütün evde bir tane olsa annemi bulurdu. O babama - Senin kanın ispirto dolmuş onun için sana karışmıyorlar diyince babamda - Sen de iç kurtul derdi. Annem bütün gece dolaşır bizim yatakları devamlı kontrol ederdi. Birisi - Karyola tekerleklerinin altına su dolu taslar korsan gelemez, demişti. Yine faydası olmadı. Adeta tavandan paraşütle atlıyorlardı. Harp sırası mektepler de bit salgımda oldu. Belediye arabaları yollarda dolaşır pejmürde kılıklıları alıp hamama götürürlerdi. Neyse DDT çıktı da Türkiye kurtuldu.

82

Page 83: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Bu arada Meleğin 23 Şubat saat 4.15 de bir kızı oldu adını Ayşegül koydular. 3 Martta annemin verdiği Maşallahı götürüp taktım. Mahmut abiler bizim sokakta bahçeli kargir bir ev aldı, altıbin liraya. Bize çok yakın olmuşlardı. Ondan önce ilkin Kadıköy rıhtımı ile Yeldeğirmeni arası bir evde sonra da Süleyman Paşa sokağına paralel sokakta bir evde oturmuşlardı. Oradaki komşularından Günseli Başaran adlı bir kız sonra Avrupa güzeli olacaktı. O sene Türkçe öğretmenimiz gazeteci Şevket Rado dan yalnız ben on üzerine 9 almışım. Su kasidesini sınıfla bana okutmuştu. Taahhüt işinden çekilmeleri herhalde hayırlı oldu. Zira o sıra vapur arkadaşları - Bir bahçeli ev satılıyor bir git bak, yeri çok güzel, diyorlar. Babamda evi görmeden arkadaşının sözü üzerine ihaleye gidiyor. Başka bir alakalı çıkmadığı için Acıbademdeki İstanbul kumandanı Emin paşanın evini alıyor. Mektepten geldiğimde babam bahçede sigara içerek dolaşıyordu. Bir şey düşündüğü zaman, kafası meşgul olduğunda sigara içişi bile başka olurdu. Hatta nenem babamın böyle anlar için (Fransız’ın başını kesmiş gibi geliyor) derdi. Böyle erken eve gelişi, düşünceli hali beni telaşlandırdı. - Hayrola dedim. Gülerek - Hayırdır bir ev aldık annen giyiniyor gidip bakacağız, dedi. Üçümüz beraber Kuşdili çayırından geçtik, şimdiki Söğütlüçeşme camisinin yanından yokuşu tırmandık, tren yolunun üzerindeki köprüden geçtik, Küçük Çamlıca ya arabayla giderken geçtiğimiz yoldan biraz gidince bize geniş bir bahçe içerisinde bir ahşap bina gösterdi. Burayı aldık dedi. Ev haraptı fakat caddeye yüz metre kadar cephesi vardı, üç tarafı yoldu. Eni yetmiş metre kadardı kimse gelmediği için çok ucuza altı bin liraya almıştı. Annem - Bu evde nasıl oturulur? dedi. Babam ucuz aldığı için - Ben evi bir yapayım da gör diyordu. Tarih 18 Kasım 1943. 24 Kasımda da babamın Kilis zeytinyağı için konuşması resmiyle gazetede çıktı. O sırada İstanbul da Zeytinyağı bulunmuyordu. Babam da bir yerde Kilis’te yağ satılmıyor, burada kıtlığı çekiliyor demiş. Bunu manşette basmışlardı. Halbuki o zaman teneke yok babamların verdiği sipariş deri tulumlarda geldi. O zaman İstanbul valisi olan Lütfü Kırdar, her halde kendisine öyle bir rapor gittiği için, bir kaç gün sonra <Tüccar Oğuz bey kardeşimiz iyi niyetle şehrin ihtiyacı için

83

Page 84: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

alakadar olmuşlardır, ancak o yağ İstanbul’da kullanılamaz> diye beyanat verdi. Halbuki o yağlar İstanbul’da rafine edilerek kullanıldı. Yalnız tulumla gelişi zayiatlı olduğu için devam etmedi. Lütfü Kırdar İstanbul’a gelmiş en faal ve dürüst bir vali ve Belediye reisi idi. O zaman vali ayni zamanda Belediye reisi olurdu. 1944 senesine arkadaşlarla onların evinde girdik. Sonradan avukat olan ilhan Ergunların evinde. Ertesi gün o toplantıdaki bazı hadiseler bana dokunduğu için < Allah’a ilkin beni böyle gözü tok yarattığı için sonrada terbiye verebilen bir babanın oğlu olarak yarattığı için çok şükrettim > diye kaydetmişim. 3 Ocak 1944 tarihli notumu da benim o günkü hissiyatımı anlattığı için aynen alıyorum. <Dün Şaziment hakkında bazı dedikodu işitmiştik, fakat basta babanı olmak üzere hemen hemen hiç birimiz, hiç ılıt imal vermedik. Fakat her ihtimale karşı babam eve telefon etmiş. Vakıf beyin olmadığını ve ayrılmış olduklarını hizmetçi söylemiş. Bundan sonra yazıhaneye gelen Vakıf bey meseleyi biraz anlatmış. Bu vakadan sonra İstanbul’dan evlenmemeğe söz verdim. Çünkü okusam nihayet onun kadar okurum, zenginliğimin onu aşacağını zan etmiyorum. Güzellikte zaten gerideyim. Onu aldatan bir İstanbullu beni haydi haydi aldatır.> Şunu ilave edeyim ki Vakıf bey bankada yanında çalışan Hukuk Müşavirleri Suat Hayri Ürgüplü Vekil olunca bankadan ayrılmış ithalat ihracat şirketi kurmuş, Bebekte bir yalı almış o devre göre aşın zengin olmuştu. Günahı söyleyenlerin boynuna (bize sonra Şaziment hanım anlattı) Suat Hayri’den bazı müsaadeleri almak için gece kotrada, Vakıf Çakmur karısını Suat Hayri ile bırakır benim bir acele işim çıktı diye şehre gidermiş. Hepsi rahmetli oldu onların aleyhinde konuşmak bize düşmez. Fakat Türk Vekillerden benim devrimde ilk defa Suat Hayri yüce divana verildi. Kendisi hukukçu olduğu için çok iyi müdafaa yaptı ve kurtuldu. Hatta sonra Başvekillik bile yaptı. Vakıf bey mahkum oldu. Babamdan bana geçen bir başka huy da gözümün yaşıdır. Şaziment’e bu kadar kızmalarına rağmen o anlatırken babam adeta ağlıyordu. Ben de hissi bir mevzuda, bazen tek kelimeyle, gözlerim yaşanır. Yeni evin tamirine, yeni yapmadan fazla para gitti. Nereye el atsalar çürük çıkıyordu. Ahşap evin daha sıhhi olduğuna inandıkları için ve evi de çok sevdikleri için yıkmaya kıymadılar. Tamirat uzun müddet devam etti. Bahçe adeta numunelik olmuştu. Evin Kadıköy tarafı adeta park gibi çiçek bahçesi idi.

84

Page 85: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Çamlıca tarafı sebze bahçesi, tam köşe bağdı. Arka tarafta 300 adet meyva ağacı ekilmişti. Dört çeşit şeftali vardı. Her ay bir çeşit şeftali yetişirdi. Bizim bahçede hazirandan ekime kadar şeftali vardı. Ne meyvalar yoktu ki. Bir de kümes yapılmıştı. Kümesin yanına iki de kulübe yapılmıştı. Bu kulübelerde bahçede ve ev tamiratında çalışan işçiler yatıyordu. Bunlardan başta Kopuk olmak üzere yine onun akrabası Durmuş ve İbrahim sonradan orada devamlı kaldılar. Matta bazen arkadaşlarını da getirirlerdi. Burada bahçe büyük olduğu için öbür taraftaki gibi geçici işçiyle bakılacak gibi değildi. Annemin daima fazla yaptığı yemeklere şimdi yeni müşteriler çıkmıştı. Kopuk senelerce bizde kalacak çok kabiliyetli bir kimse idi, elinden her iş gelirdi. Sonradan iyi bir usta olacaktı ve bir ara onu Almanya’ya da götürecektim, İbrahim çok güzel dondurma yapardı ve salardı. Satamadığını biz alırdık ayrıca pazar günleri bize hususi yapardı. Durmuş en tembelleri idi. Fakat yinede Allah hepsinden razı olsun babamların her nazını çeker onu çok sayarlardı. Fatma hadisesinden sonra, babamlar evlatlık almamaya karar verdiler. Ancak o zaman ne çamaşır ne bulaşık makinesi vardı. Üstelik annem hakikaten hasta idi. Astımı vardı, Fıtığı vardı, Böbrekleri rahatsızdı. Bütün bunlara rağmen evi için canına zulmederek çalışırdı. Fakat babam da onu hiç bir zaman yalnız bırakmadı. Muhtelif kızlar geldi. Kimisi eşya, mücevherat çaldı kaçtı, birisi bir arabacıya kaçtı. Kız bir ara bize geldiğinde babam yaptığının doğru olmadığını anlatmaya çalışırken - Bizi kim alacak böyle birisini yakalarsam sonra da evlenirim dedi . Babam verecek cevap bulamadı. En son evde Türkan isminde bir kız vardı, Ayrıca dayım eşinden ayrılmış olduğundan kızı Sıdıka da bizdeydi. Dayımın evlenmesini anlatmadan ayrılmasını yazdım. Senesini şimdi hatırlamıyorum. Dayım bir kız bulmuş, evlenmek istedi. Sabahat yani müstakbel yenge çok genç, ve hakikaten güzeldi. Annesinin, anneme söylediği lafı hiç unutamayız - Biricik erkek kardeşin evleniyor sen kızımı yedir yüzüne bak giydir boyuna bak demiş. Annem de zannedersem - Peki bize kim bakacak demiş. Neyse evlendiler ve bir ara Yavuzdaki gediklinin boşalttığı yerde oturdular. Yanlış kurulan her yuva gibi sonu gelmedi. Annemin ( Küfü küfüne olmalı ) lafı yine haklı çıktı. Evlilik pek devam etmedi. Ortada iki çocuk kaldı, kadın bıraktı gitti.

85

Page 86: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Babam kahvesini içer içmez bahçeye giderdi. Annem o yazıhaneye gidene kadar hiç bir işe bakmazdı. Akşam da babam geldiğinde her şey hazır olmalıydı. Buna o kadar alışıktık ki, bir gün eve geç geldiğimde sofrada yalnız salata vardı, babam da masada değildi. Anneme yiyecek ne var dedim - Oğlum bu gün bir şey yapamadım yalnız salata var dedi. Ben salatayı tabağıma doldurmaya başlayınca hepsi kahkahalarla gülerek durdurdular. Meğer o akşam hususi bir yemek yapılıyormuş onu bekliyorlarmış. Yemeği hiç aramaz, hiç bir yemek farkı yapmazdım. Buna rağmen hiç itiraz etmemem anemi çok sevindirdi. Amcamlar bu arada Kızıltoprağa taşınmışlardı. Ali amcam tren istasyonuna çok yakın bir ev kiralamıştı. Abdullah amcamlar onun karşı sokağında, tren yolu üzerinde bir eve taşındılar. Sonradan ikisi de Kızıltoprak ta ev alacaklardı. Ali amcam Haindi bey sokakta oniki dönüm bahçe içerisinde bir köşk alacaktı. Bahçesinde çok güzel çamlar vardı. Abdullah amcam Şehir Kahya sokakta iki dönüm bahçeli bir ev alacaktı. Mayıs sonu Zatülcem olduğum anlaşıldı. 1 Eylül 1944’te defterime şöyle yazmışım. <Üç aydır deftere bir şey yazamadım. Yazsam da ne olacaktı, her gün ateş, kalkmak yok, okuma yok, ilaç, doktor, röntgen. Bütün sayfalar bunlarla dolacaktı. Hastalık ilkin yalnız sağdaydı fakat o kendisini noksan hissetmiş ki solda da bir şube açtı. 5 Temmuzdan beri yeni evdeyiz.............çok yoruluyorlar fakat benim yarım kilo almam onlara hepsini unutturuyor....... Bizim Acıbademdeki evin bahçe kapısı Marsilya tuğlası dedikleri eski fakat hala yenilerden kat kat üstün kırmızı sıva istemeyen tuğlalarla yapılmış, iki babaya tutunan güzel kapıydı. Bir müddet beton yoldan giderek merdivenin yanına gelinirdi, aşağı odanın penceresi yol hizasında idi. Yeni evimize yandan bir kaç basamakla çıkılarak, bir merdiven başından girilirdi. Doğrudan takriben beşe sekiz bir salona girilirdi. Sol tarafta iki kapı vardı, birisi misafir odası, diğeri annemlerin yatak odası idi. Sağ taraftaki kapıdan bir koridora girilirdi. O koridorda iki oda kapısı, Çamlıca tarafında bir çıkıntıda tuvalet ve banyo karşı karşıya arada lavabo vardı. Kadıköy tarafında bir merdivenle aşağıya inilirdi. Odaları Uğurla ben taksim ettik. Benim odamda ilk defa kütüphanem oluyordu. O zaman liste yapmışım üç yüzden fazla kitabım varmış. Devamlı aldığım gibi, Kadıköy iskelesinde çarşının üstündeki eskicilerde ben de kitaplara bakardım. Oradan lügat ve Fransızca kitapları çok ucuza aldığımı hatırlıyorum. Bir gün de Sandal bedestenine gittim on, onbeş tablo çerçevesiyle bedava fiyata veriliyordu

86

Page 87: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

aldım. Babanı, oğlu ticarete alaka duydu diye sevinirken Mahmut da babamın sevinmesine gülüyordu. Babamın sevinmesi haksız değildi. Yazıhanedeki çalışmalarımdan memnun kalan Ali amcam - Okuyup da ne yapacaksın, gel sana da bir hisse verelim ortak ol elediğinde - Ben okuyacağım diye kabul etmemiştim. Ayrıca Pul merakı da başlamıştı. Babamlara gelen mektupların pullarını bana getirir bende onları suda ıslatır peçete üzerinde kurutur kitapların arasında düzler, saklardım. Sonradan her çıkan yeni pulu alıp Pul albümünde saklayacaktım. Bu güne kadar bu merak devam edecekti. Esasında çocukluktan bir kimsenin hobileri olması ihtiyarlık için bir yatırım sayılır. Arkadaşlarım - Nasıl vakit geçiriyorsun dediklerinde hayret ediyorum. Zira ben yapacak işlerime yetişemiyorum. Gençlikteki en büyük masraf kapılanın Pul, Kitap ve arta kalanla da sinema idi. Aşağıda mutfak yanında yemek odamız, kiler, çamaşırlık ikinci bir hamam ve ikinci tuvalet vardı. Arka tarafta bahçeye çıkış kapısı vardı. Orada evle bahçe aynı hizaya gelmiş oluyordu. Bahçeden İstanbul görünüyordu. Her taraf açıktı. Evin tamiri bittiği sırada, büyük bir müzayede oldu. Sokollu ailesinin köşklerindeki eşya miras taksimi yüzünden müzayede ile satıldı. Bize o müzayededen çok eşya alındı. Amcalarım da aldılar. En çok sevdiğim eşya salonda karşıda duran Ayna, onun önünde duran tek parça mermerden yapılma masa ve misafir odasındaki takım. Çok şükür takımı ben aldım ayna ile masayı da Melek. Hiç biri yabancıya gitmediği için mutluyum. Yine oradan alınan bir Gramafon vardı ki bugün elimde olmadığına yanarım. Bir çok tablo bedava fiatına almışlardı. Resim zevki hiç birimizde olmadığı için içlerini ya verdiler ya da heder oldu. Çerçevelerine aile resimleri takıldı. Hele güzel bir kız resmi vardı göğsünde haç var diye attıktı. Bana da antika merakı herhalde annemden geçmiştir. Annemin yegane zevki ve gezmesi, çarşamba günleri Kadıköy’den vapurla karşıya geçer, tramvayla Tebebaşı’na çıkardı. Oradaki birkaç antikacıya bakar, oradan doğru Kapalı çarşıdaki Sandal bedestenine gider oradan dönerken Kadıköy Çarıkçının başlangıç yerindeki eskicilere de baktıktan sonra eve dönerdi. Çok defa hiç bir şey almadan gelirdi. Bir defa bir eski dolap almıştı. Alaya almayan kalmadı. Fakat o bir yapılsın görürsünüz diyordu. Hakikaten Kopuk tarafından yapıldıktan sonra da beğenmiyen kimse kalmadı. O dolap da halen Meleklerin salonunu süslüyor. Ne yazık ki güzelleştirelim derken boyatarak eskiliğini berbat etmişler. Resim merakı hiç olmadı, zaten resme kabiliyetim de yoktu.

87

Page 88: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

Annem de başka bir hususiyet de, nerede ne konuşacağını çok iyi bilmesi idi. İliç tahsili olmamasına rağmen onunla en resmi yere bile çekinmeden gidebilirdim. Matta ileride Nedim Ökme’nin hanımı Feriha hanım anneme - Seni Üniversite bitirmiş hanımlara değişmem diyecekti. Fakat babamdan, hele içmişse veya orada içilecekse korkardım. Esasen ben çok mecbur olmadıkça ne misafire çıkar, ne de onlarla komşulara giderdim. Bu yüzden tenkitlere uğrardım. Hatta halam oğlu Niyazi Dülger (Kral Faruk mu oldu) demiş. Fakat bu isim pek tutmadı. Babanı bir akşam içmişti, komşu Süleyman beyler geldiler. Adam çok sakin bir kimse idi. içkinin tesiri ile babam uyuklayınca komşu farkında olmasın diye (Baba ) diye biraz yüksek sesle seslenince, birden - Mektubu yazdım telgrafı çektim diye bağırarak uyandı. Hepimiz gülmekten bayılacaktık. Sen Jozef de, ilk sınıftan itibaren oruç tuttuğum için (Hacı, Hacı efendi ve en sonunda Hacı bey) diye çağrılırdım. Hatta bu o kadar tuttu ki sonunda Türkçe derslerine öğretmenlerim bile derse çağırırken - Hacı bey gel bakalım derlerdi. Bilhassa Coğrafya öğretmenimiz ve Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Hidayet Reel her derse kaldırışta böyle çağırırdı. Şevket Rado da bir iki defa söyledi. 1944 senesinde 27 ekim günü ilk defa Ankara’ya Akatlara gittim. O tarihi hiç unutmam çünkü o gün onsekiz olmuştum. Beni yolcu etmeğe babam, annem, Mahmut abi, Ali dahil hepsi gelmişlerdi. Zannedersem doktorlar biraz tebdilihava, iyi demişler onun için müsaade ettiler. O seyahat benim için çok iyi oldu. Hüseyin Akat o zaman daha çok zengin olmamıştı. Fakat epeyi arsa almıştı. Hale çok yakın bir apartmanın dördüncü katında oturuyorlardı. 29 Ekim sabahı doğru Hipodroma gittim. Meğer Cumhuriyet bayram resmi geçidi öğleden sonra üçteymiş. Çok bekledim fakat yerim iyi olduğu için güzel seyrettim. Diğer günler parktan dolaşıyor makinemle resimler çekiyordum. Kilis mebusu Dr. Muzaffer Cambolat bana Meclisin açılış günü için bir davetiye verdi. O zaman Meclis bir Kasımda açılırdı. Verdiği davetiye yüksek memurlara verilen hususi bir davetiye imiş, salonun içinde kürsünün sol tarafından İsmet İnönü’nün açış nutkunu beş, on metre mesafeden dinledim. O zaman daha yeni Meclis binası yapılmamıştı, Ulustaki eski Meclis binasından dinledim. Okul tatili olan bir hafta Ankara’da kaldım. Ankara’yı o defa kadar hiç dolaşmadım. Akatlar da beni bir akşam sinemaya, bir akşam tiyatroya

88

Page 89: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

götürdüler. Bir gün de at yarışlarına gittik. Ortak oynadık elli beşer kuruş kazandık. Akat hep Mösyü der, fakat aldığı arsaları gösterip fikrimi de sorardı. Ankara’nın en çok geniş caddelerini severdim. Almanya’dan gelen şehircilik uzmanı Jansen yaptığı plan daha pek bozulmamıştı. Atatürk’ün huzurunda - Yaptığımız planlan bozmadan koruyabilecek misiniz diye sorunca adamı neredeyse döveceklermiş. Vaziyeti görünce konuşmasını Şöyle sürdürmüş. - Benim sözlerime kızmayın, biz Almanya’da bile çok zorluk çekiyoruz demiş. Düşününki Hitler Almanyası için böyle konuşuyor. Ne kadar haklı konuştuğunu çok sonra anlayacaktık. Aklımda kalan bir konuşmasını yazayım. Bir gün bizim uzmanlara - Dünyanın en geniş caddesi neresi? diye sorar Bizimkiler hemen bilir, Şanzelize, derler - Peki en dar sokağı neresi? der. Her kafadan bir ses çıkar kimse bilemez. Adam biraz bekledikten sonra derki, - En genişi Şanzelize, en darı tren yoludur. Fakat Şanzelize akşamlan tıkanır. Tren yolu hiç tıkanmaz. Yolda akışı temin etmek istiyorsanız, kesişme noktalarını azaltınız. Ulusla Çankaya’yı böyle az kesişmeyle halletmeğe çalışır. Arsa sahipleri bu defa "Ataya rahat suikast yapılsın diye böyle yapıyor, " derler. Bu deli saçması için adamı Atanın huzuruna çıkarırlar. Akla karayı seçtirirler. Harbin bize bir faydası Üniversitelerimizde oldu. Hitler Al manyasından kaçan çok değerli Profesörleri İstanbul ve Ankara Üniversiteleri kapıştı. Hakikaten kalite çok yükseldi. Benim bile aklımda bir Nissen, bir Frank gibi profesör isimleri var. Çok sonraları bile doktorlar "Onun talebesiydim, bunun asistanıydım" diye övünürlerdi. Dokuzuncu sınıf sekizinciden de iyi geçti. Zannedersem o sene not yekununda sınıf dördüncüsü idim. Bizim sınıfta Ayfer isminde bir arkadaşım vardı. Hiç geçinemezdik fakat yine de ayrılmazdık. Bunda biraz da Ayfer’in çok iyi bir hanım olan annesinin, Ayfer’in benimle arkadaş olmasını istemesi sebep olmuştur. Bir gün onların evindeyken komşu bahçede, zayıf yedi sekiz yaşlarında sansın, bir kız ip atlıyordu. Ben bakınca arkadaşın annesi, birazda küçük görür gibi

89

Page 90: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

- Lazların kızı dedi. Ne garip tecellidir bu kız o zaman Dedesi Keleş Kefelinin evinde oturan müstakbel eşim Günay imiş. Derslerim düzeldikçe bana daha fazlasını yapma arzusu geliyordu. Fakat sıhhatim bozuluyordu. Necmeddin Hakkı İzmirli ve sonra da Müfide Küley bana çok baktılar. Çok zayıftım, bir dakika boş zamanım yoktu. Boş olduğum günler iki üç sinemaya giderdim. Berliç sayesinde matematiğe İngilizce yi de eklemiş, kimya ve fizik problemleriyle hiç çalışmasam da kalamayacak notu garantilemiştim. Yedinci sınıftan sonra okumamda tanı bir dönüm yaşadım. Bu tecrübe bana ileride ikinci oğlum bir ara aksayınca bu çocuk liseyi okuyamayacak diyen öğretmenine ve Günay’a, karşı durma kuvveti verecek ve sonunda ben haklı çıkacaktım. Biraz hastalığım, Acıbademden mektebe gidip gelecek kuvvetim kalmamıştı, biraz da ömrümde hiç leyli olmamam yüzünden onuncu sınıfa leyli olarak başladım. Sen Jozef’te o zaman leyli olmak hakikaten çok iyi idi, adeta bir imtiyaz idi. Her talebenin hususi bir odası vardı. Büyük bir hol düşünün iki tarafı camlı odalar. Her odada talebenin bir karyola ve bir dolabı vardı. Benim pencere iç bahçeye bakıyordu. Karşı sıradakiler denize bakıyordu. O odalar daha eski leyli talebelerin inhisarında idi. Sabah zil sesiyle kalkış ve akşam zil sesiyle ışıklan kapama olmasa otel gibiydi. Yemek hususunda hiç müşkülatım olmaması bir yana, yemekler hiçte fena değildi. Fakat doktorlar bir şeyin yok demesine rağmen bir türlü kendimi iyi hissetmiyordum. Hatta bir gün Dr. Müfide Küley hanım, - Ciğerlerin tertemiz sende bir şey yok annenleri fazla üzme dedi. Zatülcem geçirdiğim için hep ciğerden korkuyor devamlı orayı kontrol altında tutuyorlardı. Halbuki ben o yaz amcamlara giderken iskeleden kalkmak üzere olan bir Bostancı tramvayına atladım. O zamanlar fazla müşteri olduğundan tramvayları iki kısım yapmışlardı. Bir kısmı direk tramvay, onlar Göztepe’den önce durmazdı. Diğerleri her durakta dururdu. Ben dikkat etmeden direk tramvaya binmişim. Kızıltoprak’tan hızla geçtiğini görünce atladım. Ayağım takıldı düştüm, takla attım. Sonra kalkıp amcamlara gittim. Meğer ben düştüğümde bel kemiğinde bir kayma olmuş. Araya sinir sıkıştığı için o sinirin gittiği karın boşluğu ağrıyor zannediyordum. İlk imtihanda yine sınıfta dördücü oldum. Fransızca’da zayıf durumum hesap edilirse tek kanatla bu kadar hızlı uçmam yinede bir muvaffakiyetti. Doktorların sözüne rağmen ağrılar bazen dayanılmıyacak gibi oluyordu. Şubat ayında bir hafta mektebin revirinde yattım. Sonunda babamı çağırdılar. Bu çocuğun eve alınıp esaslı bir muayeneden geçmesi lazım dediler. O zaman sanki ayağımın

90

Page 91: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

altında bir çukur açıldı kendimi boşlukta his ettim. Babamla eşyalarımı toplayıp okulu terk ettim tarih 23 şubat 1945. O akşam Ayşegül’ün ikinci doğum günü kutlanıyordu. Babamlar beni yalnız bırakmamak için gitmediler. O gün çok fena oklum ve ağladım. Hayalını da bu bir dönüm noktası idi. Artık okula imtihan günleri haricinde gitmiyecektim. Eve öğretmen tutuldu. Matalon isminde çok iyi bir öğretmen beni imtihana hazırladı, imtihanı yine iyi bir dereceyle verdim. Fakat devamsızlıktan sınıfta kalıyordum. Bir müddet sonra hastalık anlaşılacak vücudum alçıya alınacak artık tahsil sayfası kapanacaktı. Benim de çocukluk ve tahsil devresi bitmişti. Artık hastalık, ticaret hayatı bağlıyacaktı. Kısmet olursa ileride o devreleri de yazmak, Türkiye deki o devir tıp ve ticaretini ve İsviçre’de ve bilahare Almanya’da karşılaştıklarımı anlatmak isterim. Tabii ömrüm müsaade ederse. Allah’tan ümit kesilmez. Hayatımın onsekiz ondokuz senesini o zamanki düşünce ve duygularımla yazmaya çalıştım. Okuyanlara biraz o devrin havasını teneffüs ettirebildimse ne mutlu bana, Bu yazılarımı, yazmamı teşvik eden, cesaret veren ve yardım eden, eşim ve çocuklarıma teşekkür ederek noktalıyorum.

Aralık 1994

91

Page 92: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

92

Page 93: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

93

Page 94: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

94

Page 95: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

95

Page 96: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

96

Page 97: Çocukluğum ve Kilis - Mustafa-Orhan · - Aşağıda bir öküz  yukarıda da bir öküz

97