63
yaraticilik Yaratıcı insan içsel bir kavrayışa sahiptir. Başkalarının daha önce görmediğini görür, başkalarının daha önce duymadığını duyar. İşte bu, yaratıcılıktır. İçindekiler Önsöz Özgürlüğün Güzel Kokusu Tuvali Hazırlamak Üç Kelime Eylemde Rahatla Doğayla Uyum İçinde Ol Beş Engel 1. Benlik Bilinci 2. Mükemmeliyetçilik 3. Akıl 4. İnanç 5. Şöhret Oyunu Dört Anahtar 1. Tekrar Çocuk Ol 2. Öğrenmeye Hazır Ol 3. Sıradanlıkta Nirvana'yı Bul 4. Hayalci Ol Dört Soru 1. Hafıza ve Hayal Gücü 2. Ayrılık Sonrası Depresyonu 3. Yaratıcılık ve Melezleşme 4. Paranın Sanatı Yaratım En Üst Düzey Yaratıcılık: Hayatın Anlamı ÖNSÖZ ÖZGÜRLÜĞÜN GÜZEL KOKUSU Yaratıcılık varoluştaki en büyük isyandır. Eğer yaratmak istiyorsan, bütün şartlanmalardan kurtulmak zorundasın. Aksi halde yaratıcılığın kopya çekmekten başka bir şey değildir. Sadece bir kopya olur. Ancak bir bireysen yaratıcı olabilirsin. Sürü psikolojisinin bir parçası olarak yaratıcı olamazsın. Sürü psikolojisi yaratıcı değildir. Hayat seni sürükler. Dansı, şarkıyı ve keyfi bilmez; mekaniktir. Yaratıcı kişi, daha önce ayak basılmış yolları izleyemez. Kendi yolunu aramalı, hayat ormanını araştırmalıdır. Yalnız gitmek zorundadır. Sürü zihniyetinden, kolektif psikolojiden ayrılmak zorundadır. Kolektif zihin, dünyadaki en alt seviyedeki zihindir. Kolektif aptallık ile kıyaslandığında, tek bir aptal bile daha üstündür. Ancak kolektifliğin kendi rüşvetleri vardır: Kolektif zihinin tek doğru yol olduğunda ısrar eden insanlara saygı gösterir, onurlandırır. Geçmişte bütün yaratıcı insanların, ressamların, dansçıların, müzisyenlerin, şairlerin, 1 -> 63

Osho - Yaraticilik

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır. Anlam bir danstır; taş değil. Anlam müziktir. Onu ancak yaratırsan bulursun. Bunu unutma.

Citation preview

Page 1: Osho - Yaraticilik

yaraticilik

Yaratıcı insan içsel bir kavrayışa sahiptir.

Başkalarının daha önce görmediğini görür,

başkalarının daha önce duymadığını duyar.

İşte bu, yaratıcılıktır.

İçindekiler

Ö n s ö z Ö z g ü r l ü ğ ü n G ü z e l K o k u s u

T u v a l i H a z ı r l a m a k Ü ç K e l i m e

E y l e m d e R a h a t l a D o ğ a y l a U y u m İ ç i n d e O l

B e ş E n g e l 1. B e n l i k B i l i n c i

2 . M ü k e m m e l i y e t ç i l i k 3 . A k ı l

4 . İ n a n ç 5 . Ş ö h r e t O y u n u

Dört A n a h t a r 1. T e k r a r Ç o c u k Ol

2 . Ö ğ r e n m e y e H a z ı r O l 3 . S ı r a d a n l ı k t a N i r v a n a ' y ı Bul

4 . H a y a l c i Ol

Dört S o r u 1. H a f ı z a ve H a y a l G ü c ü

2 . A y r ı l ı k S o n r a s ı D e p r e s y o n u 3 . Y a r a t ı c ı l ı k v e M e l e z l e ş m e

4 . P a r a n ı n S a n a t ı

Y a r a t ı m E n Ü s t D ü z e y Y a r a t ı c ı l ı k : H a y a t ı n A n l a m ı

Ö N S Ö Z

Ö Z G Ü R L Ü Ğ Ü N G Ü Z E L K O K U S U

Yaratıcılık varoluştaki en büyük isyandır. Eğer yaratmak is t iyorsan, bütün şartlanmalardan kurtu lmak zorundasın. Aksi halde yaratıcılığın kopya çekmekten başka bir şey değildir. Sadece bir kopya olur. Ancak bir bireysen yaratıcı o labi l i rs in. S ü r ü psikoloj is in in bir parçası olarak yaratıcı olamazsın. S ü r ü psikoloj is i yaratıcı değildir. Hayat seni s ü r ü k l e r . Dansı, ş a r k ı y ı ve keyfi bilmez; mekaniktir.

Yaratıcı k i ş i , daha önce ayak bası lmış yol ları izleyemez. Kendi yolunu aramalı, hayat ormanını araştırmalıdır. Yalnız gitmek zorundadır. S ü r ü zihniyetinden, kolektif psikolojiden ayrı lmak zorundadır. Kolekt i f z i h i n , dünyadaki en alt seviyedeki z ih indir . Kolekt i f aptallık ile kıyaslandığında, tek bir aptal bile daha üstündür. Ancak kolektif l iğin kendi rüşvet ler i vardır: Kolekt i f z i h i n i n tek doğru yol olduğunda ısrar eden insanlara saygı göster ir, onurlandır ır .

Geçmişte bütün yaratıcı insanlar ın, ressamlar ın, dansçıların, m ü z i s y e n l e r i n , ş a i r l e r i n ,

1 -> 63

Page 2: Osho - Yaraticilik

heykelt ıraşların saygınlığa s ı r t çevirmesi bu zorunluluktan kaynaklanıyordu. B i r çeşit aylak ve bohem hayat tarz ı yaşamak zorundaydılar çünkü yaratıcı olmalarının tek yolu buydu. Gelecekte böyle olmak zorunda değil. Eğer beni anlarsan, söyledikler imin doğru olduğunu hissedersen, o zaman gelecekte herkes birey olarak yaşayacağı için, bohem yaşam tarzına ihtiyaç olmayacaktır. Bohem yaşam t a r z ı , sabit, Ortodoks, sıradan ve saygın bir hayatın yan ürünüdür. Benim amacım, kolektif z ihni yok ederek, her bireyin özgür olmasını sağlamak. O zaman bir sorun çıkmaz. O zaman istediğin hayatı yaşayabi l i rs in. Aslında insanl ık, ancak bireyler başkaldırılarında saygı gördüğü zaman doğmuş olacaktır. İ n s a n l ı k henüz doğmadı. Hâlâ rahmin içinde. Senin insanl ık olarak gördüğün, sadece bir göz aldanması olayıdır. Ta ki bizler her k iş iye bireysel özgür lük, kendi tarzında varolmak için tam özgür lük verene kadar... Ve elbette o da k imsenin işine karışmamak zorunda — özgürlüğün bir parçasıdır bu. Kimse bir başkasına müdahale etmemeli.

Ama geçmişte, herkes burnunu başkalarının iş ler ine s o k m u ş t u r . Hatta toplumla hiçbir i lgisi olmayan en özel konularda bile. Örneğin, bir kadına aşık o l u r s u n , bunun toplumla ne i lgisi olabilir? B u , tamamen k i ş i s e l bir olaydır, piyasaları i lgi lendirmez. Eğer iki insan sevgiyle bir l ikte olmayı kabul ediyorsa, toplum bu işe karışmamalı. Ama toplum, bütün baskıcı yöntemleriyle doğrudan ya da dolaylı olarak devreye gir iyor. Pol is sevgi l i ler arasına gir iyor, yargıç sevgi l i ler arasına gir iyor. Bu da yetmezse, bu sefer de toplum T a n r ı adında senin icabına bakacak bir süper-polis yaratıyor.

T a n r ı f i k r i , seni tuvalette bile yalnız bırakmayan bir röntgenci kavramıdır, anahtar deliğinden bakarak ne yaptığını iz ler . Bu çok ç i rk in! Dünyanın bütün dinler i , T a n r ı n ı n seni s ü r e k l i izlediğini söyler. Bu çok çirkindir! Bu ne biçim bir T a n r ı ? Herkesi izleyip takip etmekten başka bir iş i yok mu? Dedektiflerin en i lahisi olmalı!

İnsanl ığın yeni bir toprağa ihtiyacı var; Özgürlük toprağına! Bohemlik bir tepkiydi. Gerekli bir tepki, ancak hayalim gerçek o lursa, o zaman bohemliğe gerek kalmayacak. Çünkü insanlara hükmetmeye çalışan bir kolektif z i h i n olmayacak. O zaman herkes kendisi ile barışık olacak. Tabii başkasına da müdahale etmeyecek. Ancak kendi hayatın söz konusu olduğu sürece, kendi kural larınla yaşayacaksın.

İş te o zaman yaratıcı l ık ortaya çıkar. Yaratıcıl ık, bireysel özgürlüğün güzel kokusudur.

TUVALİ HAZIRLAMAK

Patoloji kaybolduktan sonra herkes bir yaratıcı olur

Bunu mümkün oldurunca derinden kavramak gerekir:

Sadece hasta insanlar yıkıcıdır. Sağlıklı insanlar yaratıcı olur

Yaratıcılık, gerçek sağlığın güzel kokusudur.

İnsan gerçekten sağlıklı ve bütün olduğu zaman,

yaratıcılık doğal olarak kendine gelir.

Yaratma şevki içinden yükselir.

Ü Ç K E L İ M E

İ n s a n l ı k bir yol ayrımına gelmiş durumdadır. T e k boyutlu insanı yaşadık ve tükett ik. A r t ı k daha zengin insanlar olmamız gerekiyor. Üç boyutlu olmalıyız. Ben buna üç kelime diyorum. İ l k kelime, bilinç. İkinci kelime, şefkat. Üçüncü kelime ise, yaratıcı l ıkt ır.

2 -> 63

Page 3: Osho - Yaraticilik

Bi l inç, varo luştur; şefkat, h issetmek; yaratıcıl ık ise eylem. Benim derin insan v izyonum, bu üçünü bir arada görmektir. Sana gelmiş geçmiş en büyük meydan okumayı, gerçekleştir i lmesi en zor görevi ver iyorum. Buda kadar aydınlık, Kr ishna kadar sevgi dolu ve Michelangelo ya da Leonardo Da Vinci kadar yaratıcı o lmal ıs ın. Hepsini aynı anda olmak zorundasın. Ancak o zaman senin bütünleşmen gerçekleşmiş o lur ; aksi taktirde bazı şeyler e k s i k kalmış olacak. Ve içindeki o e k s i k parça, seni dengesiz ve doyumsuz kılacak. Eğer tek boyutluysan, çok y ü k s e k bir z irveye ulaşabi l i rs in. Ancak sadece bir nokta o l u r s u n . Ben senin tek bir z i rve değil, ard arda zirvelerden oluşan Himalayalar gibi sıradağlar olmanı i s t i y o r u m .

T e k boyutlu insan başarısız oldu. Güzel bir dünya yaratmayı başaramadı. Dünya üzerinde cenneti kuramadı, başarısız oldu; hem de çok. Birkaç güzel insan yarattı ama insanlığı değiştiremedi. İnsanoğlunun toplu bilincini yükseltemedi. Sadece birkaç birey çeşitli yerlerde aydınlandı. Bu art ık bir işe yaramayacak. Daha çok aydınlanmış insana ihtiyacımız var, hem de üç boyutlu aydınlanmış insanlara. Benim yeni insan tanımım budur.

Buda bir şair değildi. Ancak yeni insanl ık la, bundan sonra Buda olacak insanlar aynı zamanda şair olacak. Ş a i r dediğim zaman ş i i r yazma anlamında söylemiyorum. Ş i i r s e l olmak gerektiğini söylüyorum. Hayatın ş i i r s e l olmalı, yaklaşımın ş i i r s e l olmalı.

Mantık kurudur, ş i i r s e l l i k ise canlı. Mantık dans edemez. Mantığın dans etmesi imkansızdır . Mantığın dans etmesini izlemek Mahatma Gandi'nin dans etmesini iz lemek gibi olur, çok komik görünür. Ş i i r s e l l i k ise dans eder. Ş i i r kalbin dansıdır. Mantık sevemez, sevgiden söz edebilir ama sevemez. Sevgi mantıksız olarak görülür. Sadece ş i i r sevebil ir. Sadece ş i i r sevgi ik i leminin içine atlayabilir.

Mantık soğuktur, hem de çok soğuk. Sadece matematik söz konusu olduğu zaman işe yarar. Ancak insanlığa gelince pek faydalı değildir. Eğer insanlar fazla mantıkl ı olursa insanl ık kaybolur. O zaman ortada insanlar değil, rakamlar o lur; değişt ir i lebi l ir rakamlar.

Ş i i r , sevgi ve duygu sana bir derinl ik ve sıcakl ık ver i r . Soğukluğunu kaybeder ve e r i r s i n , daha bir insan o l u r s u n . Buda bir süper insandı, bu konuda hiçbir k u ş k u yok. Ama o, insan boyutunu kaybetti, dünya dışı oldu. Buda dünya dışı olmanın güzell iğini barındırmasına rağmen, onda Yunanlı Zorba'nın güzelliği yok. Zorba, çok dünyevi. Ben i k i s i n i birden yani "Buda Zorba" olmanı i s t i y o r u m . İnsan meditasyon yapmalı ama duyguya karşı olmamalı. Sevgiyle taşan, duyguyla dolu bir meditasyoncu olmalı. Ve insanın yaratıcı olması gerekir. Eğer sevgin sadece bir duyguysa ve eyleme dönüşmüyorsa insanlığı etkilemeyecektir. Onu maddeye dökmeli ve gerçekleşt irmel is in.

Senin üç boyutun bunlardır: Varoluş, duygu, eylem. Ey lem, yaratıcılığı barındır ır, her t ü r l ü yaratıcıl ığı: Müzik, ş i i r , r e s i m , heykel, mimari , bi l im, teknoloj i . Duygu, estetik olan her şeyi kapsar... Sevgiy i , güzell iği. Varoluş ise meditasyonu, farkındalığı ve bilinci barındırır.

E Y L E M D E R A H A T L A

Öncelikle eylemin doğası ve altında neler yattığının anlaşılması gerekir. Aksi halde rahatlamak mümkün değildir. Gevşemek istesen bile eğer eyleminin doğasını iz lemediysen, gözlemlemediysen, fark etmediysen bu imkansız olacaktır. Çünkü eylem basit bir olgu değildir. Birçok insan gevşemek ister ama bunu yapamaz. Gevşemek f i l iz lenme gibidir, onu zorlayamazsın. Bütün olguyu anlaman gerekir. Neden bu kadar aktifsin? Neden aktiviteye bu kadar vakit harcıyorsun? Neden bu konuda saplantı l ısın?

İ k i kelimeyi unutma: B i r i eylem, diğeri de, aktivite. Ey lem, aktivite değildir. Aktivite ise, eylem değildir. Doğaları birbirine z ı t t ı r . Ey lem, bir durumun talebi üzerine hareket etmektir, k a r ş ı l ı k vermekt ir . Aktivitede ise durum önemli değildir. B i r yanıt değildir. O durum içinde rahatsız olman, aktif olmanın bir bahanesi olur.

Ey lem, s e s s i z bir zihinden çıkar. Dünyanın en güzel şeyidir. Aktivite ise h u z u r s u z zihinden çıkar ve en çirkinidir. Eylemin bir konusu vardır. Aktiv itenin konusu önemsizdir. Eylem anlık yaşanır, kendiliğinden oluşur. Aktivite ise geçmişle doludur. Yaşanan ana k a r ş ı l ı k değil, geçmişten beri içinde taşıdığın h u z u r s u z l u ğ u n o anda ortaya dökülmesidir. Eylem yaratıcıdır, aktivite ise y ık ıc ı . Seni yok eder, başkalarını yok eder.

Aradaki ince farkı görmeye çalış. Örneğin, acıktığın zaman yemek y e r s i n . Bu eylemdir. Ama aç

3 -> 63

Page 4: Osho - Yaraticilik

değilsen, açlık h issetmiyor olmana rağmen yemek yemeye devam ediyorsan, bu aktivitedir. Bu çeşit yemek bir t ü r şiddettir. Yemeği yok ediyorsun. Diş ler in le eziyor ve yemeği yok ediyorsun. İçindeki h u z u r s u z l u ğ u bir parça olsun dışarı v u r u y o r s u n . Acıktığın için değil, sadece içindeki şiddet duygusunu tatmin etmek için yemek y i y o r s u n .

Hayvanlar dünyasında şiddet ağız ve ellerle i l i ş k i l i d i r ; pençeler ve dişlerle. Hayvanlar dünyasında şiddet barındıran iki şey budur. Yemek yerken i k i s i bir araya gelir. Yemeği eline al ır ve ağzınla y e r s i n . Şiddet ortaya çıkar. Ama eğer bir açlık yoksa, bu bir eylem değildir; hastal ıkt ır. Bu aktivite bir saplantıdır. Elbette bu şekilde yemeye devam edemezsin, çünkü, o zaman çatlarsın. O yüzden insanlar çeşitli numaralar icat ett i: T ü t ü n ya da sakız çiğniyor, sigara içiyorlar. Bunlar sahte yemeklerdir. Herhangi bir besin değerleri yoktur. Ama şiddet konusunda aynı derecede etki l idir. Oturmuş sakız çiğneyen bir adam. Ne yapıyor? B i r i n i öldürüyor. Eğer farkına v a r ı r s a , zihninde bir öldürme fantezisi bulunuyor olabilir ve o sakız çiğniyor. Kendi içinde çok masum bir aktivite. Kimseye bir zarar vermiyorsun ama senin için çok tehl ikel i . Çünkü ne yaptığının kesin l ik le bilincinde değilsin. Sigara içen biri ne yapıyor? Çok masum görünen bir yolla içine duman alıp ver iyor, nefes alıp veriyor. B i r nevi hastalıkl ı Pranayama. B i r çeşit laik transandantal meditasyon. B i r Mandala yaratıyor. İçine duman çekiyor, üf lüyor; çekiyor, üflüyor. B i r Mandala, bir döngü yaratıyor. Sigara içerek bir çeşit şark ı söylüyor; r i t m i k bir ş a r k ı . Rahatlıyor, iç h u z u r s u z l u ğ u biraz olsun azalıyor.

Bunu hiç aklından çıkartma, neredeyse yüzde yüz doğrudur: Eğer bir is i ile konuşurken o k iş i sigarasına uzanıyorsa bu onun canının s ık ı ld ığ ın ı gösterir. Hemen onun yanından ayr ı lmal ıs ın , seni dışarı atmak ist iyordur. Bunu yapamaz çünkü çok kaba olur. Sigarasına uzanıyor, art ık doldum, çok s ı k ı l d ı m diyor. Hayvanlar dünyasında senin üzerine atlamış olurdu. Ama yapamaz. O bir insan, medeni bir yaratık. O yüzden sigarasına atl ıyor, onu içmeye başlıyor. A r t ı k senin için endişelenmiyor. Kendi sigara içme döngüsünün r i tmine kapanmış durumda rahatlıyor.

Ancak bu aktivite senin saplantılı olduğunu gösteriyor. Kendin olarak kalamıyorsun, s e s s i z kalamıyorsun, eylemsiz kalamıyorsun. Aktiv iteler aracılığı ile deli l iğini, çılgınlığını dışarı v u r u y o r s u n .

Eylem çok güzeldir, kendiliğinden oluşan bir k a r ş ı l ı k vermedir. Hayatın k a r ş ı l ı k veri lmeye ihtiyacı vardır. Her an bir eylemde bulunman gerekir. Ancak aktivite geçmişten günümüze taş ın ır . Acıkırsan yemek a r a r s ı n , susarsan kuyuya gidersin, uykun geldiyse gidip yatarsın. Eylem tamamen durumdan kaynaklanır, kendiliğinden oluşur ve bütündür.

Aktivite asla kendiliğinden oluşmaz, geçmişten gelir. Onu y ı l lardır içinde b i r i k t i r i y o r o labi l i rs in, ama şimdiki anda gelip patlar. Durumla i lgisi yoktur. Ancak z i h i n kurnazdır ; z i h i n her zaman aktiviteler için mantıkl ı açıklamalar getirecektir, her zaman onun bir aktivite değil, eylem olduğunu, şart olduğunu ispat etmeye çalışacaktır. Birden öfkeyle parlarsın. Herkes bunun şart olmadığını, durumun böyle bir karşıl ığa ihtiyaç duymadığını fark eder, ancak bir tek sen bunu göremezsin. Herkes, ne yapıyorsun, buna hiç gerek yoktu, neden bu kadar öfkel is in duygusuna kapıl ır, ama sen mantıkl ı açıklamalar g e t i r i r s i n ; bunun gerekli olduğunu savunursun.

Bu mantıksal açıklamalar, deliliğin konusunda bil inçsiz kalmaya devam etmene yardımcı olur. George Gurdjieff bunlara "tampon" adı veriyordu. Etrafında mantıkl ı açıklamalardan oluşan bir tampon yaratarak, durumun farkına varmanın önüne geçiyorsun. Tamponlar, trenlerde iki vagon arasında kul lanı l ı r . Böylece ani bir duruş s ırasında, yolcuların çok s e r t bir şokla karşı laşmasının önüne geçilir. O şoku tamponlar emer. Akt iv i te ler in in o anki durumla bir i lgisi yoktur, ancak mantık tamponları durumu görmene iz in vermez. Tamponlar seni kör eder ve bu t ü r aktiviteler devam eder.

Eğer bir aktivite varsa gevşeyemezsin. Nasıl gevşeyeceksin? Çünkü bu saplantı haline gelmiş bir ihtiyaç. B i r şeyler yapmak i s t i y o r s u n , ne olursa o lsun. Dünyanın dört bir yanında aptallar, "Hiçbir şey yapmamaktansa bir şeyler yap." deyip duruyor. Ve bu su katı lmamış aptallar, dünyanın dört bir yanında kullanılan şu atasözünü yaratmışt ı r : " B o ş bir z i h i n şeytanın atölyesidir." Hayır, değildir. Boş bir z i h i n Tanr ı 'n ın atölyesidir. Boş bir z i h i n , dünyanın en güzel, en saf şeyidir. B o ş bir z i h i n nasıl şeytanın atölyesi olabilir? Şeytan boş bir z ihne adım atamaz k i . Bu imkansız. Şeytan ancak aktiviteyle dolmuş olan bir z ihne girebil ir. Sonra şeytan denetimi ele al ır ve daha da aktif olmanın yol lar ını ve yöntemlerini gösterir. Şeytan, asla "Gevşe" demez. S ü r e k l i , "Neden vaktini boşa harcıyorsun, bir şeyler yap; hareket et, hayat geçip gidiyor!" der. Bütün büyük öğretmenler, hayatın gerçeklerinin farkına v a r m ı ş olan öğretmenler boş bir z i h n i n , kutsal olanın içinize akmanızı sağlayacak bir alan oluşturduğunu anlamıştır.

Şeytan boş bir z ihn i değil, aktiviteyi kullanabil ir. Şeytan boş bir z ihn i nasıl kullanabil ir? Boşluğa yaklaşmaya cesaret bile edemez çünkü bu onu öldürür. Ancak için derin bir aktif olma güdüsüyle doluysa, o zaman şeytan seni ele geçirir, o zaman seni yönlendir ir , o zaman tek rehber o olur.

Bu atasözünün tamamen yanl ış olduğunu söylemek is t iyorum. Bunu şeytanın kendisi önermiş

4 -> 63

Page 5: Osho - Yaraticilik

olmalı.

Bu aktif olma saplantısını izlemek gerekir. Bunu kendi hayatında izlemek zorundasın. Çünkü yaptığın aktivitenin gereksiz olduğunu kendinde görmeden, benim söyleyeceklerim hiçbir şey ifade etmez. Onu neden yapıyorsun?

Yolculukta insanların s ü r e k l i aynı şeyleri yaptığını gördüm. Y i rmi dört saat boyunca trende bir yolcuyla b ir l ikteyim. Yapacak başka bir şey bulamayınca aynı gazeteyi tekrar tekrar okur. B i r tren vagonunda kapalı kalınca aktif olma olanakları azaldığı için, aynı gazeteyi tekrar tekrar okur. Ben de onu i z l i y o r u m , "Bu adam ne yapıyor" diyorum.

B i r gazete, bir Gita ya da İncil değildir: Gita'yı birçok kere okuyabi l i rs in. Çünkü her okuyuşta yeni bir anlam ortaya çıkar. Ancak bir gazete Gita değildir. B i r kere okuduktan sonra bi tmişt i r . Aslında bir kere okumaya bile değmez ama insanlar tekrar tekrar okuyor. Bitince baştan başlıyorlar. S o r u n nedir? Bu bir ihtiyaç mı? Hayır, saplantı l ı lar; s e s s i z ve eylemsiz kalamazlar. Bu onlar için imkansızdır , ölüm gibi bir şeydir. Akt i f olmak zorundalar.

Yıllarca yolculuk etmek bana insanlar ı , onlar farkına varmadan gözlemleme olanağı sundu, çünkü bazen kompartımanda benimle bir l ikte tek bir k i ş i olurdu. Benimle konuşmak için her t ü r l ü çabayı sarfeder ve ben sadece evet ya da hayır deyince, pes ederdi. Sonra onu iz lerdim. Bu çok güzel bir deney, hiçbir masrafı da yok. Bavulunu açardı ve ben onun hiçbir şey yapmadığını görebiliyordum. Sonra içine bakar ve kapatırdı. Derken pencereyi açar, kapatır, sonra gazetesini tekrar okur, sigara içer, tekrar bavulunu açar, içini düzenler, gidip pencereyi açıp dışarı bakardı. Ne yapıyor? Ve neden? Bu bir içsel güdü, içinde t itreyen birşey var; havale geçirmekte olan bir ruh hali. B i r şeyler yapmak zorunda, aksi halde kaybolacak. Yaşantısında aktif bir insan olmalı. Şimdi bir gevşeme anı bulunca gevşeyemiyor; eski a l ışkanl ık lar ortaya çıkıyor.

B i r Moğol İmparatoru olan Orangzeb, ihtiyar babasını hapsetmiş. Orangzeb'in babası, Ta j Mahal'ı yaptıran Şah Cihan'dır. Oğlu onu tahtan indirip hapse attı. Söylendiğine ve Orangzeb'in otobiyografisinde yazdığına göre, birkaç gün geçtikten sonra, art ık Şah Cihan bu hapis yüzünden üzüntülü değildi, çünkü her t ü r l ü k s sağlanmıştı. B i r saraydaydı ve t ıpkı e s k i s i gibi yaşıyordu. B i r hapis hayatına benzemiyordu. İhtiyacı olan her şey orada vardı. Sadece tek bir şey eks ikt i ve o da aktiviteydi; hiçbir şey yapamıyordu. O yüzden oğlu Orangzeb'e bir mektup yazdı. "Benim her t ü r l ü ihtiyacımı karş ı lamışs ın ve her şey çok güzel. Yalnız eğer bir şey daha yaparsan sana sonsuza dek minnettar ka l ı r ım. Bana otuz çocuk yolla. Onlara öğretmenlik yapmak ist iyorum."

Orangzeb buna inanamadı. "Babam neden otuz çocuğa öğretmenlik yapmak ist iyor?" diye düşündü. Daha önce hiç öğretmenliğe ilgi duymamışt ı , eğitim onun i lgis ini çekmiyordu. Ona ne olmuştu? Yine de babasının bu arzusunu yerine getirdi. Şah Cihan'a otuz çocuk yollandı ve her şey yoluna girdi. O tekrar imparator o lmuştu, otuz küçük çocuğun imparatoru. B i r i lkokula git; öğretmen neredeyse bir imparatordur. Otur diye emredebi l i rs in, oturmak zorunda kalacaklar; ayağa kalk diye emredebi l i rs in, ve kalkmak zorunda olacaklar. S ın ı f tak i o otuz öğrenciyle, taht odasını tekrar yaşatabiliyor, insanlara emir verme al ışkanlığını ve bağımlılığını sürdürüyordu Şah Cihan.

Psikologlar aslında öğretmenlerin politikacı olduklarından şüphelenmektedir. Elbette politikaya girecek kadar kendilerine güvenemezler; onlar da içinde başkan, başbakan, imparator haline gelebilecekleri okullara giderler. Küçücük çocuklar... Ve öğretmenler onlara emir ler ver i r ve güç uygular. Psikologlar ayrıca öğretmenlerin sadist olma eğil imleri olduğundan ve acı vermekten zevk alabileceklerinden şüphelenmektedir. Ve bunlar için bir i lkokuldan daha iyi bir yer bulamazsın. Masum çocuklara eziyet edebil irsin ve bunu onların kendi iyi l iği için, kendi mut luluklar ı için yaparsın. Git ve gör! İ lkokullarda bulundum ve öğretmenleri iz ledim. Psikologlar şüpheleniyor, ben ise eminim; onlar işkenceci! Ayrıca onlardan daha savunmasız ve masum kurbanlar bulamazsın, direnç bile gösteremezler. Onlar o kadar zayıf ve çaresizdirler k i ! Ve öğretmen ise imparator gibi durmaktadır.

Orangzeb otobiyografisinde şöyle yazıyor: "Babam s ı r f eski a l ışkanl ık lar ı yüzünden hâlâ bir imparator gibi davranmak ist iyor. Ben de kendini kandırmasına iz in ver iyorum, herhangi bir sorun yok. Otuz ya da üç y ü z , kaç tane olursa olsun çocuk gönderin. B ı rak ın küçük bir okul o luşturup, mutlu o lsun."

Aktivite eylem için bir neden yokken yaşanır. Kendini i z le , enerj inin yüzde doksanını aktivitelere harcıyorsun. O yüzden eylem anı gelince enerj in kalmıyor. Gevşemiş bir insan saplantılardan uzakt ır ve enerji içinde birikmeye başlar. E n e r j i s i n i saklar. Otomatik olarak saklanan bu enerji sayesinde, eylem anı geldiği zaman tüm varlığı bu enerj iyle akar. O yüzden eylem bir bütündür. Aktivite yar ım yamalak yapıl ır, çünkü kendini tam olarak nasıl kandırabi l irsin ki? Sen bile onun gereksiz olduğunu bi l iyorsun. Senin için net olmasa da, bel irs iz de olsa, içindeki bazı havaleli ruh halleri nedeniyle onu

5 -> 63

Page 6: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

yaptığının sen dahi farkındasın.

Aktiv i teleri değişt i rebi l i rs in, ancak aktiviteler eyleme dönüşmediği sürece hiçbir işe yaramaz. İnsanlar bana gelip, sigarayı bırakmak is t iyorum diyor. Onlara, "Neden? Ne kadar güzel bir transandantal meditasyon, devam et." diyorum. Eğer onu bırakırsan başka bir şeye başlarsın. Çünkü belirt i leri değiştirerek hastalığı değişt iremezsin. O zaman t ı rnaklar ın ı k e m i r i r ya da sakız çiğnersin. Hatta bunlardan daha tehl ikel i şeyler var. Bu söyledikler im masum şeyler. Çünkü eğer sakız çiğniyorsan, kendine çiğniyorsun. B i r aptal o labi l i rs in, ama şiddete yönelmiyorsun. Başkalarına zarar v e r m i y o r s u n . Eğer sakız çiğnemeyi ya da sigara içmeyi b ırakırsan, o zaman ne yapacaksın? Ağzının aktiviteye ihtiyacı var, o vahşidir. O zaman konuşacaksın. O zaman s ü r e k l i konuşacaksın. Ve bu çok daha tehl ikel i .

Geçen gün Nasrettin Hoca'nın kar ıs ı geldi. Genelde bana uğramaz, o yüzden çok ciddi bir sorun olduğunu anladım. "Sorun nedir" diye sordum. Otuz dakika boyunca binlerce kelime kullanarak şunu anlattı. "Nasrettin Hoca uykusunda konuşuyor. Bu konuda ne yapabilirim? O kadar çok konuşuyor ki aynı odada uyumak çok zor. Bağır ıyor ve kötü söz ler söylüyor."

"Hiçbir şey yapmana gerek yok" dedim. " İ k i n i z de uyanıkken ona konuşma f ı rsat ı tanı yeter."

İnsanlar s ü r e k l i konuşuyor, başkalarına f ı rsat tanımıyor. Konuşmak tıpkı sigara içmek gibidir. Eğer y i r m i dört saat konuşursan, ki konuşuyorsun. Uyanıkken konuşuyorsun, vücudun yoruluyor ve uyuyorsun. Ama konuşmalar devam ediyor. Y i rmi dört saat boyunca, her gün hiç durmadan konuşuyorsun. Bu tıpkı sigara içmek gibidir. Çünkü olgu aslında aynı. Ağzın harekete ihtiyacı vardır ve en temel aktivite ağızdır. Çünkü hayatında başlayan i lk aktivite budur. İ l k ve en temel aktivite. Sigara içmek tıpkı meme emmek gibidir. I l ı k sütün içeri akması yer ine, sigarada ı l ı k duman içeri akar ve dudakların t ıpkı annenin memesine dokunurmuş gibi hisseder. Eğer sigara içmen ya da sakız çiğnemen engellenirse, o zaman konuşmaya başlarsın ve bu daha tehl ikel idir. Çünkü kendi içindeki çöpleri başka insanların z ih in ler ine atmaya başlarsın.

Uzun süre s e s s i z kalabilir mis in? Psikologlar eğer üç hafta s e s s i z kal ı rsan, kendi kendine konuşmaya başlayacağını söylüyor. O zaman ikiye a y r ı l m ı ş o l u r s u n . Hem konuşmacı, hem de dinleyici o l u r s u n . Eğer üç ay s e s s i z kalmaya çal ış ırsan, akıl hastahanesine kabul edilecek duruma ge l i rs in . Çünkü o zaman başkalarının varlığından rahatsız olmadan bunu yaparsın. Hem konuşacak, hem de kendine cevap vereceksin. A r t ı k bir bütünsün. B i r başkasına ihtiyaç kalmamıştır. İş te deli budur!

Deli, bütün dünyayı kendisi ile s ı n ı r l a m ı ş bir insandır. O hem konuşmacı, hem dinleyicidir. Hem sahnedeki aktör, hem de izleyicidir; o hepsidir, bütün dünyası kendisi ile s ı n ı r l ı d ı r . Kendini o kadar çok parçaya bölmüştür k i , her şey parçalanmıştır. O yüzden insanlar s e s s i z l i k t e n korkar. Çünkü delirebileceklerini b i l i r ler ve eğer s e s s i z l i k t e n korkuyorsan, bu içinde s ü r e k l i aktif olmayı zorlayan, saplantılı ve hastalıkl ı bir z i h i n olduğunu gösterir.

Akt iv i te, kendinden kaçıştır. Eylemde kendin o l u r s u n , aktivitede ise kendinden kaçtın. Aktivite bir uyuşturucudur, kendini unutursun ve kendini unuttuğun zaman hiçbir endişen, tasan ya da kaygın kalmaz. O yüzden s ü r e k l i aktif olma ihtiyacındasın; bir şey ya da başkasını yapıyorsun, ancak hiçbir zaman, bir şey yapmama çiçeğinin içinde açmasına iz in v e r m i y o r s u n .

Eylem iyidir. Aktivite hastal ıkt ır. Aradaki farkı kendi içinde bul. Aktivite nedir? Eylem nedir? İ l k adım budur. İkinci adım ise, eyleme yoğunlaşarak, enerj inin eyleme akmasını sağlamak. Aktivite söz konusu olduğu zaman daha dikkatli o lmal ıs ın, eğer farkındaysan, aktivite kaybolur; enerj i korunur, içinde bir ikt irdiğin enerji eyleme dönüşür.

Eylem anl ık t ı r , hazırlanan bir şey değildir, önceden tasarlanmaz. Senin bir h a z ı r l ı k yapmana, bir prova döneminden geçmene iz in vermez. Eylem her zaman sabah görülen çiğ kadar yeni ve tazedir. Eylem insanı da her zaman genç ve tazedir. Vücut yaşlanabil ir, ancak tazeliği devam eder, beden ölebilir ama gençliği devam eder. Beden kaybolabilir, ama o kal ır çünkü T a n r ı tazeliği sever. T a n r ı her zaman yeni ve tazeden yanadır.

Giderek daha fazla aktiviteyi bırakmaya çalış. Ama nasıl bırakacaksın? Bu bırakma iş in i de saplantıya çevirebi l i rs in. Tapınaklardaki rahiplerin başına gelen budur. Aktiviteyi yok etme onların saplantısı o lmuştur. Bırakmak için s ü r e k l i bir şeyler yapıyorlar. Dua, meditasyon, yoga, ş u , bu... ancak bu da bir aktivitedir. Bu şekilde bırakamazsın, arka kapıdan tekrar içeri girer.

Farkında ol. Eylem ile aktivite arasındaki farkı h isset. Aktivite bir hayalettir, geçmişten gelir, ölüdür. Aktivite sana sahip olduğu zaman, hastalanıyorsun. Bu yüzden daha dikkatli ol. T e k yapabileceğin şey izlemek. Yapmak zorunda olsan bile tam bir farkındalıkla yap. Sigara iç, ama çok yavaş iç. Bütün farkındalığınla iç k i , ne yaptığını gör.

6 -> 63

Page 7: Osho - Yaraticilik

Eğer sigara içmeyi iz leyebi l i rsen, bir gün sigara parmaklarından düşecektir. Çünkü bütün saçmalığını içinde h i s s e t m i ş olacaksın. Aptalca bir şeydir. Tamamen aptalca bir şey. Bunu fark ettiğin zaman kendiliğinden düşer. Onu atamazsın, çünkü atmak da bir aktivitedir. O yüzden kendiliğinden düşer dedim. T ı p k ı ölü bir yaprağın ağaçtan düşmesi gibi. Düşmek!

Kendiliğinden düşmek! Eğer onu atarsan, bir gün başka bir şeki lde, başka bir formda onu tekrar a l ı r s ı n .

B ı r a k düşsünler, sen bırakma. B ı r a k aktiviteler kaybolsun, kaybolmaya zorlama. Çünkü onu kaybolmaya zorlama çabası da başka bir t ü r aktivitedir. İ z l e , tetikte ol , bilincinde ol. O zaman mucizevi bir olguyla karşı laşacaksın. B i r şey kendiliğinden düştüğü zaman, sende hiçbir iz bırakmaz. Zorladığın zaman ise, mutlaka bir yara kal ır. O zaman otuz y ı l boyunca sigara içtikten sonra bıraktığın hakkında böbürlenip duracaksın. Sonuçta böbürlenmek de aynı şeydir, hakkında konuşarak aynı şeyi yapmış o l u r s u n . Sigara içmezsin ama s ü r e k l i sigarayı bıraktığından söz etmiş o l u r s u n . Dudakların yine aktivite içindedir, ağzın iş l iyor .

Eğer şeyler in düştüğünü gerçekten anlarsan, o zaman "ben bıraktım" diye konuşamazsın. Kendiliğinden düşmüştür , sen bırakmadın. Egon bu sayede güçlenmemiştir. Ancak ondan sonra, daha fazla eylem mümkün olabilir.

Ne zaman her şeyinle eyleme geçme f ı rsat ı karşına çıkarsa, bunu sakın kaçırma. Düşünme, eyleme geç. Daha fazla eylem yap ve bırak aktiviteler kendi kendine düşsün. Zamanla bir dönüşüm yaşayacaksın. Bu zaman alıyor, oturması gerekiyor, ancak bir acelen yok.

Tilopa'nın şu sözler ine kulak ver: "Bedeninle gevşemek dışında hiçbir şey yapma. Ağzını sıkıca kapayıp, s e s s i z kal. Z i h n i n i boşalt ve hiçbir şey düşünme."

Bedeninle gevşemek dışında hiçbir şey yapma. Şimdi gevşemenin ne olduğunu anl ıyorsun. B u , içinde aktivite ihtiyacı hissetmemektir. Gevşemek, ölü bir adam gibi yatmak anlamına gelmez. Zaten ölü bir adam gibi yatamazsın, sadece rol yapabil irsin. Nasıl ölü gibi yatacaksın? Sen canlısın. Ancak rol yapabil irsin. Gevşeme, içinde bir aktivite h i s s i duymadığın zaman yaşanır. Ener j i yuvasındadır. Hiçbir yere hareket etmiyordur. Eğer bazı durumlar ortaya çıkarsa eyleme geçersin. Hepsi bu. Ancak hareket etmek için bahane bulmazsın. Kendinle barışık haldesin. Gevşemek, evinde olmaktır.

Birkaç y ı l önce bir kitap okuyordum. Kitabın adı, "Gevşemelisiniz"di. Bu tamamen saçma bir şey, çünkü z o r u n l u l u k durumu, gevşemenin karş ı t ıd ı r . Bu tip kitaplar sadece Amerika'da iyi satıyor. Ş a r t koşmak aktivitedir, bir saplantıdır. B i r şart koşulduğu zaman, arkasında mutlaka bir saplantı g iz lenmişt i r . Hayatta eylemler vardır, ancak şart lar yoktur. Aksi halde şar t , deliliğe yol açar. "Gevşemelisin". A r t ı k gevşemek saplantın olmuştur. B e l i r l i bir şekilde oturup ya da uzandıktan sonra, ayak parmağından kafana kadar telkinde bulunmalısın. Ayak parmaklarına gevşe diye emret, sonra yukar ı doğru çık.

Neden bu zorunlu luk? Gevşeme sadece hayatında bir gerekl i l ik olmadığı zaman ortaya çıkar. Gevşeme bedenle i lgil i bir şey değildir. Sadece z ih in le i lgil i bir şey de değildir. O senin bütün varlığınla i lgi l idir.

Çok fazla aktivite içindesin. O yüzden yorgun, bezgin, tükenmiş ve donuksun. Hayat enerj in hareket etmiyor. Her tarafta barikatlar var ve ne yaparsan yap, bir del i l ik hali içinde yapıyorsun. O zaman elbette gevşeme ihtiyacı ortaya çıkıyor. O yüzden her ay gevşeme hakkında bu kadar çok kitap çıkıyor. Gevşeme hakkında bir kitap okuyup da, gevşemeyi başarmış tek bir insan bile görmedim. Hatta daha da geri l iyorlar. Çünkü bütün aktivite hayatı devam etmekle bir l ikte, aktivite içinde olma saplantısı ya da hastalığı hâlâ orada olmasına rağmen, bir de gevşemiş ruh halindeymiş gibi davranıyor. Uzanıyor, içindeki patlamaya hazır yanardağlarla ve f ı r t ınalar la, "Nasıl Gevşenil ir" is iml i kitabın talimatlarıyla gevşemeye çalışıyor.

Eğer kendi iç varl ığını okumuyorsan, gevşemene yardımcı olacak hiçbir kitap yok. Tabi i , o zaman da gevşemek şart olmaktan çıkar. Gevşemek bir y o k l u k t u r , aktivite yokluğu. Eylem değil. O yüzden, Himalayalara taşınmanın bir gereği yok. Bazı insanlar bunu yapmıştır. Gevşemek için Himalayalara gi tmişlerdir. Himalayalara taşınmanın gereği nedir? Eylemi bırakamazsın. Çünkü eğer eylemi bırakırsan, hayatı bırakmış o l u r s u n . O zaman gevşemiş değil, ölü o l u r s u n . Himalayalarda gevşemiş değil, ölü bilgeler bulursun. Onlar hayattan, eylemden kaçmışlardır.

Bu ince noktayı anlamak gerekir. Aktivite gitmelidir, ama eylem değil. İ k i s i n i birden bırakıp, Himalayalara gidebi l i rs in, bu kolay. Diğer şey de kolay: Aktivitelere devam edip, her sabah ya da her akşam, kendini birkaç dakika gevşemeye zor layabi l i rs in. İnsan z ihn in in karmaşık l ığ ın ı , çalışma mekanizmasını anlamıyorsun. Gevşemek bir durumdur, onu zorlayamazsın. Sen negatif l ikleri,

7 -> 63

Page 8: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

engelleri bıraktığında, o ortaya çıkar. Kendiliğinden kabarır.

Akşam yatmaya gidince ne yapıyorsun? B i r şey yapıyor musun? Eğer yapıyorsan, u y k u s u z l u k hastası o l u r s u n , uyuman imkansız olur. Ne yapıyorsun? Uzanıp uykuya dal ıyorsun. Burada yapılacak bir şey yok. Eğer bir şey yaparsan, uyumak imkansız olur. Aslında uyumak için gerekli olan tek şey, gündüz akt iv i teler inin kesint iye uğramasıdır. Hepsi bu! Zihinde bir aktivite olmadığı zaman, z i h i n gevşiyor

ve uykuya dalıyor. Eğer uyumak için bir şey yaparsan, o zaman kaybolursun, uyumak imkansız olur.

Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin. Tilopa ne diyordu? "Bedeninle gevşemek dışında hiçbir şey yapma!" Herhangi bir şey yapma. Herhangi bir yoga duruşuna ihtiyaç yoktur. Bedenin garip şeki l lerde çarpıtılmasına hiçbir ihtiyaç yok. "Hiçbir şey yapma!" Sadece akt iv i tes iz l ik gerekir. Peki bu nasıl gelecek? Anlayışla gelecek. T e k öğreti, anlayışt ır. Akt iv i te ler in in farkına var ve aniden aktivitenin ortasında, eğer farkına var ı rsan, o duracaktır. Eğer neden yaptığının farkına var ı rsan, duracaktır. Ve bu durma hali, Tilopa'nın "Bedeninle gevşeme dışında hiçbir şey yapma" derken kastettiği şeydir. Gevşemek nedir? E n e r j i n i n hiçbir yere hareket etmeme durumudur. Ne geleceğe, ne geçmişe. Seninle bir l ikte, o andadır. Kendi enerj inin oluşturduğu bu dingin havuzun sıcaklığı seni sarar. O an, her şeydir. Başka hiçbir an yoktur. Zaman durur. İş te o zaman gevşemiş o l u r s u n . Eğer zaman varsa, ortada gevşeme olmaz. Saat tamamen durur. B i r zaman olmaz. Her şey o andır. Başka bir şey aramazsın. Sadece o anın keyfini ç ıkar t ı rs ın . Sıradan şeyler, güzel oldukları için keyif vermeye başlar. Aslında hiçbir şey sıradan değildir. Çünkü o anda her şey olağanüstü olur.

İnsanlar bana gelip, "Tanrı 'ya inanıyor musun?" diye soruyor. Ben de, "Evet, çünkü her şey o kadar olağanüstü k i , böyle bir şey içinde derin bir bilinç olmadan nasıl mümkün olabilir?" diyorum. Sadece küçük şeyler. Çiğ damlalarının henüz buharlaşmadığı bir bahçede dolaşıp, tüm varlığınla orada olmak. Bahçenin o dokusunu, dokunuşunu, çiğ damlalarının s e r i n l i ğ i n i , sabah meltemini, güneşin doğuşunu hissetmek. Mutlu olmak için başka neye ihtiyaç var? Mutlu olmak için başka bir şey mümkün mü? Gece yatağında ser in bir çarşaf üzerine uzanmak. O dokuyu hissetmek. Çarşafın giderek ısındığını hissetmek. Etraf gecenin s e s s i z l i ğ i ile kaplı, gözlerini kapatıp, kendini h issediyorsun. Başka neye ihtiyacın var? Bu yeter de artar bile. İçinde derin bir minnet duygusu yüksel iyor. İş te gevşemek budur.

Gevşemek, bu an yeter de artar bile demektir. Daha fazla bir şey istemediğin ve beklemediğin an. İsteyecek hiçbir şey yok. Arzu ettiğinden daha fazlasının olması. İş te o zaman enerji hiçbir yere gitmez ve durgun bir havuza dönüşür. Sen de kendi enerj in in içinde e r i r s i n . İş te bu an, gevşemektir.

Gevşemek ne bedene, ne de z ihne aitt ir. Gevşemek bütüne aitt ir. O yüzden Buda'lar, a r z u s u z ol diyor. Çünkü eğer arzu olursa gevşenemeyeceğini bi l iyorlar. Ölüleri gömün diye devam ediyorlar. Çünkü eğer geçmişle çok i lgi leniyorsan, gevşeyemezsin. Yaşadığın anın keyfini çıkar diyorlar. İsa diyor k i : "Zambaklara bakın. Tarladaki zambakları düşünün. Hiç çaba göstermiyorlar ama yine de Kral Süleyman'dan daha güzel ve daha haşmetli ler. Kral Süleyman'ın asla yayamayacağı güzel bir koku yayıyorlar. Bakın ve zambakları düşünün."

Ne diyor? Gevşemeni söylüyor. Çaba harcamana gerek yok. Aslında her şey sana s u n u l m u ş durumda. İsa diyor k i : "Eğer T a n r ı havadaki kuşlara, vahşi hayvanlara, ağaçlara ve bitki lere bakıyorsa, neden endişe ediyorsun? Sana da bakmayacak mı?" Gevşeme budur. Neden geleceğin hakkında bu kadar endişe ediyorsun? Zambakları düşün. Zambakları iz le. Zambaklar gibi ol. Ve sonra gevşe. Gevşemek bir duruş değildir. Gevşemek, enerj in in tam bir dönüşüm geçirmesidir.

E n e r j i n i n iki boyutu olabilir. B i r i planlı, bir hedefe ulaşmak için sarf edilen enerj idir. Bu an, sadece bir araçtır. Amaç ise, başka bir anda elde edilecek şeydir. B u , hedef yönelimli olan aktivite boyutudur. O zaman her şey bir araçtır. B i r şekilde bir şeyler yaparak hedefe ulaşman gerekir. Ancak o zaman gevşeyebi l irsin. Ancak bu tip enerji için hedefe asla ulaşı lmaz. Çünkü bu t ü r ener j i , s ü r e k l i içinde bulunduğun anı, s ü r e k l i gelecekteki bir şey için bir araca dönüştürmektedir. Hedef s ü r e k l i ufuktadır. Koşmaya devam edersin, ama mesafe hep aynı kal ır.

B i r de enerj inin başka bir boyutu vardır. O boyut da, hedefsiz kutlamadır. Amaç, şu anda, buradadır, amaç başka bir yerde değildir. Aslında amaç s e n s i n . Aslında bu andan başka bir tatmin yoktur. Zambakları düşün. Hedefsiz olduğun zaman, hedef gelecekte olmadığı zaman, başarılacak herhangi bir şey olmadığı zaman, o anı kutlaman gerekir. Çünkü zaten hedefine u laşmışs ındır . O andasındır. İş te gevşeme budur: Hedefsiz enerj i !

O yüzden benim için iki t ü r insan vardır. Hedef peşinde koşanlar ve kutlayanlar. Hedef yönelimli olanlar, delidir. Onlar giderek delirmektedir ve bu deliliği kendileri yaratmaktadır. Sonra del i l ik, kendi ivmesiyle t ı rmanır . Onlar da bu derinliğe geçer ve tamamen kaybolurlar. Diğer t ü r insan,

8 -> 63

Page 9: Osho - Yaraticilik

hedef peşinde, arayış içinde değildir. O, sadece kutlar.

Kutlayıcı ol. Kutla. Kutlanacak çok şey var. Çiçekler açtı, kuşlar ötüyor, güneş gökyüzünde. Bunlar ı kutla. Nefes a l ıyorsun, yaşıyorsun ve bilincin var. Bunu kutla. O zaman birden gevşersin. O zaman gerginl ik, endişe kalmaz. Endişeye dönüşmüş olan bütün ener j i , minnete dönüşür. Bütün kalbin derin bir minnet duygusuyla çarpmaya başlar. İş te dua budur. Duanın özeti budur: Derin bir minnet ile çarpan bir kalp.

Bedeninle gevşemek dışında hiçbir şey yapma. Bunun için herhangi bir şey yapmak zorunda değilsin. Sadece enerji hareketini anla, enerj inin hedefsiz hareketini anla. Akıyor. Ama bir hedefe doğru değil, bir kutlama olarak. Hareket ediyor, bir hedefe doğru değil, kendi içinde enerj is i taştığı için hareket ediyor.

B i r çocuk dans ediyor, z ıpl ıyor ve koşuşturuyor. "Nereye gidiyorsun?" diye sor. "Hiçbir yere" diyecektir. Ona aptal gibi görüneceksin. Çocuklar her zaman yet işk in ler in aptal olduğunu düşünür. Ne saçma bir s o r u . Nereye gidiyorsun? B i r yere gitme ihtiyacı var mı? Çocuk, soruna yanıt veremez, çünkü anlamsız bir sorudur. O, hiçbir yere gitmiyor. Sadece omzunu silkecek ve "Hiçbir yere" diyecektir. O zaman, hedef yönelimli z i h i n , "Peki öyleyse neden koşuyorsun?" diye sorar. Çünkü bizim için bir aktivite, ancak net hedefe yönlendiğimiz zaman anlam kazanır.

Sana s ö y l ü y o r u m ; gidecek hiçbir yer yok! Her şey bu anda. Bütün varoluş bu anda toplanmıştır. Bu anın içine sığar. Bütün varoluş yaşadığın anda akmaktadır. Hepsi bu. Bu anda akıyor. Şu anda burada. Çocuk, sadece ener j is in in keyfini çıkartıyor. Çok ener j is i var. B i r yere ulaşmakta olduğu için koşmuyor. Sadece çok fazla ener j is i olduğu için koşmak zorunda.

Hedef gütme, bırak enerj in taşsın ve aks ın. Paylaş ama değiş tokuş yapma, pazarlık yapma. Sende olduğu için ver; geri almak için değil. Çünkü o zaman hayatın zindana dönüşür. Bütün değiş tokuşçular cehenneme gider. Eğer en büyük değiş tokuşçularla, pazarlıkçıları bulmak ist iyorsan cehenneme git, hepsini orada bulacaksın. Cennet, değiş tokuşçular için değil, kutlayanlar içindir.

H ı r is t iyan teolojisinde yüzy ı l lard ı r tekrar tekrar yanıt aranan bir soru var. "Melekler cennette ne yapar?" Bu sadece hedef yönelimli insanlara anlamlı gelecek bir sorudur. "Melekler cennette ne yapar?" Yapacak bir şey yok gibi. Orada yapılacak hiçbir şey yok. B i r i , Meister Eckhart'a sorar: "Melekler cennette ne yapar?" Eckhart yanıt lar: "Ne kadar aptalca bir s o r u . Cennet, bir kutlama yeridir. Onlar hiçbir şey yapmaz, sadece kutlar. O anın güzel l iğini , muhteşemliğini, ş i i r s e l l i ğ i n i , f i l i z lenmesin i kutlarlar. Ş a r k ı söyler, dans eder ve kutlarlar." Ancak soran adamın bu yanıttan tatmin olduğunu sanmıyorum. Çünkü bizim için aktivite, ancak bir yol olduğu zaman, bir hedefe yöneldiği zaman anlamlıdır.

Unutma, aktivite hedef yönel iml idir, eylem ise değildir. Ey lem, enerj inin akmasıdır. Ey lem, bu an içindedir, h a z ı r l ı k s ı z , provasız bir tepkidir. Bütün varoluş seninle buluşur, k a r ş ı l a ş ı r ve bir tepki o luşur. Kuşlar şark ı söylüyor ve sen de onların şark ıs ına kat ı l ıyorsun. Bu bir aktivite değil. Kendiliğinden oluyor. Kendini birden kuşlar ın ötüşüne e ş l i k ederken buluyorsun. İş te bu eylemdir.

Ener j in i giderek daha fazla eyleme yöneltip, aktivitelerden ar ınırsan hayatın değişecek. Derin bir gevşemeye dönüşecek. O zaman "yaparsın", ama gevşemen bozulmaz. B i r Buda asla yorulmaz. Neden? Çünkü o bir şey yapmaz. İçinde ne varsa v e r i r , içini t a ş ı r ı r .

Bedeninle gevşemek dışında hiçbir şey yapma. Ağzını sıkıca kapayıp sessiz dur. Ağız gerçekten çok önemlidir, çünkü i lk aktivitenin başladığı yer burasıdır. İ l k aktiviteyi dudakların başlattı. Ağzın çevresindeki bölge, bütün aktivitenin başladığı alandır. Nefes aldın, ağladın ve annenin memesini aradın. Ağzın s ü r e k l i delice bir aktivite içinde. O yüzden Tilopa bunu öneriyor: "Aktiviteyi anla, eylemi anla, gevşe ve ağzını kapat."

Ne zaman meditasyon yapmak için oturursan, ne zaman s e s s i z olmak i s t e r s e n , yapacağın i lk şey ağzını kapatmaktır. Eğer ağzını tamamen kapatırsan, dil in damağına değecektir. Dudaklar tamamen kapanacaktır ve dil in damağına değecektir. Tamamen kapat. Ancak bunu sadece sana anlattıklarımı takip ettiysen yapabil irsin. Ağzını kapatmak çok büyük bir çaba değil. B i r heykel gibi oturup, ağzını tamamen kapatabilirsin. Ancak bu, aktiviteyi durdurmaz, içinde düşünceler devam edecektir ve eğer düşünceler devam ediyorsa, dudaklarında çok hafif t i t reş imler h isseders in. Diğerleri bunu görmeyebilir, çünkü çok hafif t i t rer ler . Ama eğer düşünüyorsan, dudakların t i t rer . Çok hafif bir şekilde t i t rer .

Gerçekten gevşediğin zaman o t itreme durur. Konuşmuyorsun ve içinde herhangi bir aktivite yapmıyorsun. Ağzını sıkıca kapat ve sessiz kal. Sonra düşünme.

9 -> 63

Page 10: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Ne yapacaksın? Düşünceler gelip gidiyor. B ı r a k gelip gi ts inler. Bu hiç sorun değil. Sen ilgilenme. Ondan bağımsız bir şekilde kal. Gelip gitmelerini i z le , onlar seni i lgi lendirmez. Ağzını kapat ve s e s s i z kal. Düşünceler yavaş yavaş, otomatikman kaybolacaktır. Çünkü varolabilmeleri için senin işbir l iğine ihtiyaçları var. Eğer işbir l iği yaparsan orada olurlar. Eğer mücadele edersen, yine orada olurlar. Çünkü bunların i k i s i de işbir l iğ idir . B i r i lehte, diğeri aleyhte. İ k i s i de aktivite say ı l ı r . Sen sadece iz le.

Ancak, ağzını kapatmak çok yardımcı olur.

İ l k olarak, birçok insanı gözlemlediğim için, sana önce esnemeni öneriyorum. Ağzını mümkün olduğunca aç. Ağzını mümkün olduğunca gererek tamamen esne, hatta bırak acısın. Bunu iki üç kere yap. B u , ağzını daha uzun bir süre kapatmana yardımcı olacak. S o n r a , iki ya da üç dakika boyunca y ü k s e k sesle saçma sapan konuş. Aklına gelen her şeyi y ü k s e k sesle söyleyip keyfini çıkart. Sonra ağzını kapat.

T a m z ı t taraftan hareket etmek daha kolaydır. Eğer elini gevşetmek is t iyorsan, önce onu mümkün olduğunca germen daha iyidir. Yumruğunu s ı k ve mümkün olduğunca kas. Sonra tam ters in i yapıp gevşe. O zaman s i n i r sisteminde daha derin bir gevşeme elde edeceksin. El hareketleri, mimikler yap, yüzünü çarpıt, esne. İ k i üç dakika saçmala ve sonra ağzını kapat. Az önceki gerginl ik, senin dudak ve ağzını gevşetme olasıl ığını artıracaktır. Ağzını kapat ve sonra sadece izleyici ol. B i r s ü r e sonra içine bir dinginl ik çökecek.

İ k i t ü r s e s s i z l i k vardır: İ l k i , kendine zorla sunduğun bir s e s s i z l i k k i , bu pek zar i f bir şey değildir. Hatta z i h i n tecavüzü sayılacak, saldırgan ve vahşice bir harekettir. Sonra t ıpkı gece olup karanlığın basması gibi üzerine yağan bir s e z s i z l i k vardır. Sana gelir ve sarıp sarmalar. Sen sadece bunun olma olasıl ığını yarat ıyorsun, kabul etmeye hazır lanıyorsun ve o geliyor. Ağzını kapat, iz le. S e s s i z olmaya çalışma. Eğer çaba göster i rsen, o zaman birkaç saniye s e s s i z l i ğ i zor layabi l i rs in. Ama bu hiçbir değer taşımaz. İçin kaynamaya devam edecektir. O yüzden s e s s i z olmaya çalışma. Sen sadece ortamı yarat; toprağı açıp, tohumu ek ve bekle.

Zihin in i boşalt ve hıiçbir şey düşünme.

Z i h n i boşaltmak için ne mi yapacaksın? Düşünceler geliyor, sen iz le. Ancak izlemede dikkatli olunması gereken bir şey var; bunun pasif bir izleme olması gerekiyor, aktif değil. Bunlar çok ince mekanizmalardır ve hepsini anlaman gerekir. Aksi halde herhangi bir noktayı kaçırabil irsin ve eğer küçük bir noktayı kaçır ırsan, tümünün niteliği değişir.

İ z l e , pasif olarak iz le, aktif değil. Arada ne fark var?

Eğer k ız arkadaşını ya da sevgil ini bekl iyorsan, o zaman aktif i z l e r s i n . O sırada kapıdan biri geçerse, zıplayıp onun gelip gelmediğine bakarsın. Sonra rüzgarda yapraklar t i t r e ş i r ve sen belki onun geldiğini h isseders in. Hemen ayağa kalkars ın. Z i h i n çok aktif ve heveslidir. Hayır, bu yardımcı olmaz. Eğer fazla hevesli ve fazla akt i fsen, benim sözünü ettiğim s e s s i z l i ğ i sana getirmeyecektir.

Pasif o l , sanki bir nehir kıyısında oturuyor ve nehrin akış ını i z l i y o r m u ş s u n gibi. Herhangi bir heves, s a b ı r s ı z l ı k ya da acil durum yok. Kimse seni zorlamıyor. Kaçırsan bile, ortada kaçıracak bir şey yok. Sadece iz le. Dışardan bak. İz lemek sözcüğü bile güzel değil. Çünkü kelimenin kendisi bile aktif olma duygusu veriyor. Sadece bak. Hiçbir şey yapmadan bak. Sen sadece nehir kıyısında oturup bakıyorsun ve nehir akıp gidiyor. Ya da gökyüzüne, bulutların s ü z ü l ü ş ü n e bak, pasif olarak... Bu pasifl ik çok önemlidir. Bunun anlaşılması gerekir. Çünkü aktivite tutkun bir sabırsızl ığa dönüşebil ir, aktif bir beklemeye geçebilirsin. O zaman iş in en can alıcı noktasını kaçı r ı rs ın. Aktivite arka kapıdan tekrar geri döner. Pasif bir izleyici ol. Zihnini boşalt ve hiçbir şey düşünme.

Bu pasifl ik z ihn in i kendiliğinden boşaltacaktır. Aktive dalgaları, z i h i n ener j is i dalgaları, yavaş yavaş durulacak ve bilincinin bütün y ü z e y i , dalgasız ve t i t r e ş i m s i z olacak. Dingin bir aynaya dönüşecek.

Ti lopa, devam ediyor. "Bedeninin içinde içi boş bir bambu gibi rahatla."

Bu Tilopa'nın özel metotlarından bir i . Her ustanın kendi ulaştığı, kendine özgü bir metodu vardır. Ve bu yolla başkalarına yardım etmek ister. Bu da, Tilopa'nın özel yöntemi. Bedenin içinde içi boş bir bambu gibi rahatla. B i r bambunun içi tamamen boştur. Dinlendiğin zaman, kendini bir bambu gibi h isseders in. İçin tamamen boş o lsun. Aslında durum budur. Bedenin t ıpkı bir bambu gibidir ve içi boştur. Cildin, kemik ler in , kanın, hepsi bambunun bir parçasıdır ve içinde bir boşluk vardır.

T a m bir s e s s i z ağızla oturduğun zaman, pasif bir şeki lde, dilin damağına değmiş ve dudakların düşünceyle t i t remezken, z ihn in herhangi bir şey beklemeden, pasif olarak i z l e r k e n , içi boş bir bambu gibi olduğunu hisset. Ve birden içine sonsuz enerj i akmaya başlar. İçin bil inmeyenle, gizemle

10 -> 63

Page 11: Osho - Yaraticilik

ve ilahi olanla dolar. İçi boş bambu, bir flüte dönüşür ve ilahi olan onu çalmaya başlar. İçin boş olduğu zaman, ilahi olanın içine girmesi için ortada bir engel olmaz.

Bunu dene. B u , en güzel meditasyonlardan bir idir. İçi boş bambu olma meditasyonu. Başka bir şey yapmana gerek yok. Sen sadece bu ol ve kendini akışa bırak. Birden içindeki boşluğa bir şeyler in yağdığını hissedeceksin. T ı p k ı bir rahim gibisin ve yeni bir hayat içine gir iyor. B i r tohum eki l iyor. Ve bir an geliyor, bambu tamamen kayboluyor.

Bedeninin içinde içi boş bir bambu gibi rahatla. Rahatla ve dinlen, ruhani şeyler arzulama, cenneti arzulama, T a n r ı ' y ı bile arzulama. T a n r ı arzulanamaz, a r z u s u z olduğun zaman o sana gelir. Özgür lük arzu edilemez, çünkü arzu bir z incirdir. A r z u s u z olduğun zaman özgür o l u r s u n . Buda'lık arzu edilemez, çünkü, arzu önünde engel olur. Ortada bir bariyer olmayınca, Buda birden içinde patlar. T o h u m zaten içinde. Sen boş olduğun zaman, o boşluk olduğu zaman, tohum patlar.

Tilopa diyor k i : "Bedeninin içinde içi boş bir bambu gibi rahatla. Ne al, ne de ver, z ihn in i dinlendir."

Ortada verecek bir şey yok, alacak bir şey yok. Her şey olduğu gibidir. Vermek ya da almak ihtiyacı yoktur. Sen olduğun gibi mükemmelsin.

Doğu'nun bu öğret is i , Batı'da çok yanl ış anlaş ı lmışt ı r . Çünkü onlar, "Bu ne biçim bir öğreti, o zaman insanlar gelişmeye, daha yükseğe çıkmaya çalışmayacak. Karakterler ini değiştirmek için çaba göstermeyecek, kötü yönlerini iyil iğe dönüştüremeyecektir. O zaman da şeytanın kurbanı olabil ir ler," der. Batı'nın sloganı; "Kendini gel işt ir." Ya bu dünyanın ya da diğer dünyanın şartlarında. Kendini gel işt i r . Ama nasıl geliştireceksin? Nasıl daha büyük ve daha yüce olacaksın?

Doğu'da biz bunu daha derinden anl ıyoruz. B u , "olma" çabası bir duvar o luşturuyor. Çünkü sen zaten varl ığını içinde taş ıyorsun. Herhangi bir şey olmak zorunda değilsin. Sadece k im olduğunu anla yeter, hepsi bu. Sadece içindeki gizli k iml iğin farkına varmak, gel işt irmek. Neyi gelişt irmeye çalışırsan çalış, her zaman kaygı ve tasa içinde olacaksın. Çünkü gel işt irme çabası, kendi başına seni yanl ış bir yola s o k m u ş olur. Geleceği, hedefleri, idealleri anlamlı kı lar. O zaman z ihnin arzulamaya başlar.

Arzuyla ıska lars ın. B ı r a k arzular d ins in, s e s s i z bir a r z u s u z l u k havuzu ol ve birden şaşkınl ığa uğrars ın. Beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar. Ve tıpkı Bodhidharma gibi kahkahalarla gülers in. Bodhidharma'nın takipçileri, tekrar s e s s i z olduğun zaman, onun kükreyen kahkahalarını duyabileceğini söyler. O hâlâ gülüyor. O zamandan beri gülmeyi bırakmadı. Güldü; çünkü "Bu ne biçim bir şaka? Sen zaten olmaya çalıştığın k i ş i s i n . Zaten o isen, onun gibi olma çabasında nasıl başarılı olacaksın? B a ş a r ı s ı z olman kesin. Zaten olduğun bir şeye nasıl dönüşebil irsin?" O yüzden Bodhidharma güldü. Bodhidharma, Tilopa'nın çağdaş bir örneğiydi. B i r b i r l e r i n i f i z i k s e l olarak görmemiş olabil ir ler, ancak yine de tanışıyor olmalılar. Aynı nitel iklere sahipler.

Tilopa diyor k i : 'Ne al, ne de ver. Z i h n i n i tamamen dinlendir.'

Eğer hiçbir şeye yapışmazsan başar ır ıs ın. Elinde hiçbir şey yoksa başarmış o l u r s u n .

Mahamudra, hiçliğe yapışmış bir z ih in gibidir. Bunun üstünde çalışarak, zamanla Buda'lığa ulaşabi l i rs in.

Peki neyi çalışacaksın? S ü r e k l i daha gevşek olmayı. S ü r e k l i yaşadığın anda olmayı. Daha fazla eylem içinde ve daha az aktivite içinde olmayı. Daha fazla bambu gibi, içi boş ve pasif olmayı. Daha fazla izleyici olmayı. Herhangi bir şey beklemeden, arzulamadan, kayıts ız olmayı. Kendinle olduğun gibi mutlu olmayı. Kutlama halinde olmayı.

Mevsim gelip herşey olgunlaştıktan sonraki herhangi bir an, bir Buda olarak çiçek açarsın.

DOĞAYLA UYUM İ Ç İ N D E OL

Yaratıcılık çok çel işki l i bir bilinç ve var l ık durumudur. Bu ey lemsiz l ik üzerinden eylemdir. Lao T z u ' n u n , wei-wu-wei dediği şeydir. B i r şeyin senin üzerinden olmasına iz in vermekt ir . O bir yapma değil, olanak sağlamaktır. Bütünlüğün senin üzerinden akabilmesi için bir geçit olmaktır. İçi boş bambuya dönüşmektir, sadece içi boş bir bambuya.

11 -> 63

Page 12: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

İş te o anda, bir şey olmaya başlar, çünkü insanoğlunun arkasında T a n r ı g iz l id ir . Ona küçük bir yol aç. Küçük bir aralık bırak k i , üzerinden gelsin. İş te yaratıcıl ık budur. T a n r ı ' n ı n gerçekleşmesine engel olmamaktır. Yaratıcılık dinsel bir durumdur.

O yüzden, bir şa i r in Tanrı 'ya bir din bilgininden daha yakın olduğunu söy lüyorum, bir dansçı daha da yakındır. En uzaktaki f i lozoftur. Çünkü ne kadar çok düşünürsen, bütün ile aranda yarattığın duvar o kadar y ü k s e k olur. Ne kadar çok düşünürsen egon o kadar daha ortaya çıkar. Ego, geçmişte b i r i k m i ş düşüncelerden başka bir şey değildir. Sen olmadığın zaman T a n r ı vardır. İş te yaratıcıl ık budur.

Yaratıcılık tam bir gevşeme halinde olmak demektir. E y l e m s i z l i k değil, gevşeme hali demektir. Çünkü bu gevşemeden birçok eylem doğacaktır. Ancak bu, senin yaptığın bir şey olmaz. Sen sadece bir araçsın. İçinden bir şark ı akmaya başlayacak. Sen onun yaratıcısı değilsin. O, öteden gelmektedir. Her zaman öteden gelir. Sen yarattığın zaman, o sıradan ve yavan bir şey olur. Senin aracılığınla geldiğinde, muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Yanında bilinmeyenden bir parça get ir i r .

B ü y ü k şair Coleridge öldüğü zaman geride binlerce tamamlanmamış ş i i r bıraktı. Hayatında birçok kere ona s o r u l m u ş t u r : "Neden bu ş i i r l e r i tamamlamıyorsun?" Çünkü bazı ş i i r l e r i n i n bir ya da iki dizesi e k s i k t i .

O da yanıt v e r i r : "Yapamam. Denedim ama onları ben tamamladığım zaman bir şey e k s i k kalıyor. Yanl ış oluyor. Benim dizelerim asla içimden akmış olan dizelerle uyum içinde olmuyor. O zaman kaya gibi ser t bir engele dönüşüyor. O akış ı önlüyor, bu yüzden beklemeliyim. Benim aracılığımla akan şey, her ne ise, o tekrar akmaya başlayıp ş i i r i bitirdiği zaman bitecektir. Daha önce değil."

Sadece birkaç ş i i r tamamladı. Ancak o ş i i r l e r muhteşem bir güzell iğe, görkemli bir gizeme ulaşt ı . Bu her zaman böyle oldu. Ş a i r kaybolduğu zaman yaratıcıl ık ortaya çıkar. O zaman şair in özü ele geçiri lmiş olur. T a n r ı tarafından ele geçirilmek, yaratıcılığın kendisidir.

Simone De Beauvoir şöyle demişt ir : "Hayat hem kendini gel işt i rmek, hem de aşmaktır. Eğer bir şey s ü r e k l i aynı durumda kal ıyorsa, o zaman yaşamak sadece ölmemektir." Yaratıcı olmayan bir insan, sadece ölmüyordur. Hepsi bu. Hayatının hiçbir derinliği yoktur. Hayatı bir hayat değil, sadece bir önsözdür. Hayat kitabı henüz başlamamıştır. Evet doğru, doğmuştur; ama yaşamamaktadır.

Yaratıcı olduğun zaman, yaratıcılığın senin aracılığınla gerçekleşmesine iz in verdiğin zaman, içinden yükselen ve sana ait olmayan ş a r k ı y ı söylediğin zaman, altına imza atıp "bu benim" diyemezsin. O zaman hayat kanatlanır ve y ü k s e l i r . Yaratıcılık aşmaktır, aksi halde çoğumuz sadece kendimizi idame ettirmeye devam ederiz. B i r çocuk yarat ıyorsun, bu yaratıcıl ık değildir. Sen öleceksin ve çocuk yaşamı devam ettirecek. Ancak hayatı devam ett irmek, kendini aşmadığın sürece yeterli değildir. Ve aşmak, ancak öteden bir şeyin gelip, seninle temas kurmasıyla mümkündür.

Aşmak, a ş k ı n l ı k anıdır. Ve mucize aşma anında gerçekleşir; art ık sen yoksun aynı zamanda i lk kez olarak sen v a r s ı n .

Bilgeliğin özü doğa ile uyum içinde olmaktır. Bütün büyük m i s t i k l e r i n , —Lao T z u , Buda, Bahauddin, Sosan, Sanai— verdiği mesaj budur. Doğa ile uyum içinde ol. Hayvanlar bilinçsizce doğa ile uyum içinde olurlar. İnsanoğlu bilinçli olarak doğa ile uyum sağlamalıdır. Çünkü insanın bir bilinci var. İnsan uyumsuz davranmayı seçebilir, o yüzden üzerinde büyük bir s o r u m l u l u k vardır.

İnsanın sorumluluğu vardır. Sadece ve sadece insanın sorumluluğu vardır ve büyüklüğü buradan gelir. Başka hiçbir hayvan sorumlu değildir. Onlar her zaman uyum içindedir. Bundan sapmalarının imkanı yoktur, hayvan doğadan sapamaz. Böyle bir kapasitesi yoktur, çünkü onda bilinç yoktur. Senin derin uyku halindeki gibi yaşarlar.

Derin uykuda sen de doğa ile uyum haline g i r e r s i n . O yüzden derin uyku bu kadar gevşetici ve gençleştiricidir. Birkaç dakika derin uyuduğun zaman, tekrar taze ve genç o l u r s u n . Topladığın bütün tozlar, bütün yorgunluk ve s ı k ı n t ı kaybolur. Kaynakla temas kurmuşsundur. Ancak bu, kaynakla temas kurmanın hayvani yoludur. Hayvanlar yataydır, insan ise dikey. Uyumak istediğin zaman, yatay pozisyona düşmen gerekir. Ancak yatay pozisyonda uyuyabi l i rs in. Ayakta durarak uyuyamazsın, bu çok zor olur. Milyonlarca y ı l geri dönerek, t ıpkı bir hayvan gibi o lmal ıs ın. Yataysın, dünyaya paralelsin, birden bilincini kaybediyorsun. Birden o sorumluluğun kayboluyor.

Zaten bu nedenden ötürü, Sigmund Freud hastalarını kanepeye yat ır ıyordu. B u , hastasını rahatlatmak için değil, bu bir strate j i . Hasta yatay olduğu zaman, s o r u m s u z olmaya başlıyor. Aksi halde sorumluluktan arınmadan, bilinçdışı şeyler söylemeyecektir. Eğer sorumlu kal ırsa ve dikey pozisyonda o lursa, bilinçli olarak bir şeyi söyleyip söylememeyi yargılayacaktır. Kendine sansür

12 -> 63

Page 13: Osho - Yaraticilik

uygulayacaktır. Hasta kanepe üzerinde uzandığı zaman, psikanalist arkasında kal ı r , onu göremezsin. Birden tekrar hayvan gibi olur. Hiçbir sorumluluğu olmaz. Hiç kimseye, özel l ik le de bir yabancıya asla söylemeyeceği şeyler ağzından dökülmeye başlar. Bi l inçalt ının derinl iklerindeki şeyleri söylemeye başlar. Bil inçaltı yüzeye çıkmış olur. Bu bir stratej id ir . Hastasını bir bebek ya da hayvan gibi, tamamen çaresiz bırakmak Freudçu'ların s t rate j is id i r .

Kendini sorumlu hissetmediğin zaman doğal o lursun ve psikoterapi buna çok yardımcı olur. Seni gevşetir, bastırdıkların yüzeye çıkar ve yüzeye çıktıktan sonra buharlaşır. Psikanalizden geçtikten sonra hafif lemiş o l u r s u n . Daha doğal, doğayla ve kendinle daha uyum içinde o l u r s u n . Sağl ık l ı olmanın anlamı budur.

Ama bu geriye gitmektir, başa dönmektir, bodruma inmektir. Aşmanın bir yolu daha vardır. Bu da, tavan arasına çıkmaktır. Sigmund Freud'un yoluyla değil, Buda'nın yoluyla. Doğayla bilinçli bir şeki lde, uyum içinde olarak kendini aşabi l i rs in.

Bilgeliğin özü budur, doğayla uyum içinde olmak, evrenin doğal r i tmiy le uyum içinde olmak. Ne zaman evrenin doğal r i tmiy le uyum içinde o lursan, o zaman bir şa i r , bir ressam, bir m ü z i s y e n , bir dansçı o l u r s u n .

Bunu dene. B i r ağacın yanında oturduğun zaman, bilinçli bir uyuma geç. Doğayla bütünleş, s ı n ı r l a r ı n kaybolmasına iz in ver, ağaç ol , çimen ol, rüzgar ol. B i rden, daha önce sana olmamış bir şeyin olduğunu göreceksin. Gözlerin daha duyarlı olmaya başlar. Ağaçlar hiç olmadıkları kadar yeşi ld i r , güller daha pembedir, ve her şey sanki ı ş ı k saçmaktadır. O anda nereden geldiğini bilmediğin bir şark ı söylemek i s t e r s i n . Ayakların dans etmeye hazırdır. Damarlarında dansın m ı r ı l t ı s ı n ı h isseders in. İçinde ve dışında müziğin sesin i duyabi l i rs in.

İş te bu, yaratıcıl ık durumudur. Buna yaratıcılığın temel niteliği diyebi l i r iz. Doğayla uyum içinde olmak. Hayatla ve evrenle aynı frekansta olmak.

Lao T z u , buna çok güzel bir i s i m v e r m i ş t i r . Wei-wu-wei. E y l e m s i z l i k üzerinden eylem. Yaratıcılık iki lemi budur. B i r ressamı r e s i m yaparken görürsen, o kesin l ik le akt i f t i r . Delicesine akt i f t i r . Her şeyiyle eylemdir. Ya da eğer bir dansçının dansını görürsen, o da tamamen eylemdir. Ancak yine de derinde bir ressam ya da dansçı yoktur. Sadece s e s s i z l i k vardır. O yüzden yaratıcılığın bir ik i lem durumu olduğunu söylüyorum.

Bütün güzel durumlar paradokstan ortaya çıkar. Ne kadar yukar ı çıkarsan, gerçeklik ik i leminin o kadar derinine i n e r s i n . En üst eylemle en üst gevşeme. Yüzeyde büyük bir eylem gerçekleşir, ancak derinde hiçbir şey yaşanmaz, ya da sadece hiçlik yaşanır. Sana ait olmayan bir güce, senden öte bir güce tes l im olmak yaratıcı l ıkt ır. Meditasyon yaratıcı l ıkt ır. Ego kaybolduğu zaman içindeki yara kaybolur, i y i l e ş i r s i n , bütün o l u r s u n , egon senin hastalığındır. Ve egon kaybolunca, sen art ık durağan değilsin, akmaya başlarsın. Yoğun varoluş akınt ıs ıy la bir l ikte akarsın.

Norbert Weiner şöyle demişt ir : " B i z l e r boyun eğen şeyler değil, direnmeye a l ışk ın şey ler iz . S ü r e k l i akan bir nehirde oluşan girdaplarız." İş te o zaman bir ego değil, olay o l u r s u n , ya da olayların bir süreci. O zaman sen bir s ü r e ç s i n ; şey değil. Bi l inç bir şey değildir; bir süreçtir. Onu bir nesneye biz dönüştürdük. Ona "ben" dediğin zaman, bir nesneye dönüşürsün. T a n ı m l ı , s ı n ı r l ı , durağan bir nesne, işte o zaman ölmeye başlarsın.

Egon ölümündür, egonun ölümü de gerçek hayatının başlangıcı. Gerçek hayat, yaratıcı l ıkt ır.

Yaratıcılığı öğrenmek için herhangi bir okula gitmek zorunda değilsin. T e k öğrenmen gereken, kendi içine eğilip, egonun yok olmasına yardımcı olmaktır. Onu destekleme, onu güçlendirip, besleme. Ortada ego olmadığı zaman, her şey gerçektir, her şey güzeldir. O zaman, ne olursa olsun güzeldir.

Hepinizin birer Picasso ya da Shakespeare olacağını söylemiyorum. Çok azınız ressam olacak, çok azınız şarkıcı olacak, çok azınız m ü z i s y e n , birkaçınız dansçı olacak ama zaten konu bu değil. Her bir in iz kendi yolunda yaratıcı olacak. B i r aşçı olabi l irsin ama orada yaratıcıl ık olacaktır. Ya da sadece bir temizl ikçi olabi l irsin ama orada yaratıcıl ık olacaktır.

O zaman bir s ı k ı n t ı olmayacak. Küçük şeylerde yaratıcı olacaksın. T e m i z l i k yaparken bile orada bir çeşit ibadet, dua olacaktır. O yüzden ne yaparsan yap yaratıcılığın tadını alacaksın. Çok sayıda ressama ihtiyacımız yok. Eğer hepimiz ressam olursak, hayat çok zor olur. Çok sayıda şaire ihtiyacımız yok. Bahçıvana da ihtiyacımız var, çiftçiye de. Her t ü r l ü insana ihtiyacımız var. Her insan yaratıcı olabilir. Eğer meditasyon yapıp egosuz olabil iyorsa, o zaman T a n r ı onun üzerinden akmaya başlar. Onun kapasitesine, onun olanaklarına göre, T a n r ı kendi şekl in i almaya başlar. İş te o zaman her şey güzeldir.

13 -> 63

Page 14: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Ünlü olmak zorunda değilsin. Gerçek bir yaratıcı insan, ünlü olmaya en ufak bir değer bile vermez. Buna gerek yoktur. Yaptığı işte o kadar büyük bir doyum yaşıyordur k i , kendi özüyle ve bulunduğu konumla o kadar uyum içindedir k i , herhangi bir arzu söz konusu değildir. Yaratıcı olduğun zaman arzular kaybolur. Yaratıcı olduğun zaman h ı r s l a r kaybolur. Yaratıcı olduğun zaman, sen zaten olmak istediğin yerdesin.

BEŞ ENGEL

Doğa herkese yaratıcı olan bir enerji verir.

Bu enerji, sadece önüne set çekildiği zaman,

doğal akışına izin verilmediği zaman yıkıcı olur.

1 . B E N L İ K B İ L İ N C İ

Benl ik bilinci bir hastal ıkt ır. Bi l inç sağl ıkt ı r , benlik bilinci ise hastalık. B i r yerde bir şey yanl ış g i tmişt i r . B i r düğüm, bir kompleks o luşmuştur . Bi l inç nehri doğal olarak akmamaktadır. Bi l inç nehrine yabancı bir şey g i r m i ş t i r . Yabancı olduğu için nehir tarafından emilemeyen bir şey. Nehrin bir parçası olamayan bir şey. Nehrin bir parçası olmaya direnen bir şey.

Benl ik bilinci bir durağanlıktır, bloke edi lmiş, dondurulmuş bir durumdur. T ı p k ı k i r l i bir havuz gibi. Hiçbir yere gitmeden, sadece buharlaşıp kuruyan, yani ölen bir havuz. Elbette pis kokar.

O yüzden benlik bilinci ile bilinç arasındaki farkı iyi anlaman gerekiyor.

Bi l inçte, "ben" ya da ego f i k r i yoktur. Tek' in varoluştan ayrılma f i k r i bulunmamaktadır. Herhangi bir s ı n ı r ı , herhangi bir engeli yoktur. Varoluşla birdir. Aynı derin b i r l ik içinde bulunur. B i rey ile bütün arasında hiçbir çekişme yoktur. İnsan sadece bütünü takip eder. Ve bütün de bireyin içine akar. T ı p k ı nefes almak gibi. Nefes alıp, nefes v e r i r s i n . Nefes aldığın zaman, bütün içine girer. Nefes verdiğin zaman, sen bütüne g i r e r s i n . Bu s ü r e k l i bir a k ı ş t ı r , s ü r e k l i bir paylaşımdır. B ü t ü n , sana kendini sunar. Sen de kendini bütüne s u n a r s ı n . Denge asla kaybolmaz.

Ancak benlik bilinci söz konusu olduğu zaman insan hata yapar. O içine al ır, ama asla dışarı vermez. B i r i k t i r m e y e devam eder ve paylaşma yeteneğini kaybeder. Etrafına k imsenin geçemeyeceği s ı n ı r l a r koymaya başlar. Kendi varl ığının etrafına levhalar diker. "Geçmek yasaktır!" Zamanla bir mezara dönüşür, ölü bir var l ık olur. Çünkü yaşam paylaşmaktadır.

Ben, ölü bir şeydir, sadece ismen vardır. Bi l inç sonsuz hayattır. Zengin hayat. Hiçbir s ı n ı r tanımaz ama normalde herkes benmerkezcidir.

Benl ik bilincinde olmak, bil inçsiz olmaktır. Bu ik i lemin çok iyi anlaşılması gerekir: Benl ik bilincinde olmak, bilinçsiz olmaktır ve benl iksiz olmak, ya da ben bilincinin olmaması, bilinçli olmaktır. Ortada bir ben olmayınca, bu küçük, minik benlik kaybolunca, asıl büyük benliğe u laş ıyorsun. Buna ister yüce benlik de, ister tüm şeylerin benliği.

B e n l i k s i z l i k aslında benliğin yalnızca sana ait olmadığı anlamına gelir çünkü o tüm şeyler in benliğidir. Kendi min ik merkezini kaybedip, varoluşun kendi merkezine ulaşıyorsun? Birden sonsuz o luyorsun, birden bağlarından k u r t u l u y o r s u n , varl ığının etrafında bir kafes yok ve sonsuz güç, senin üzerinden akmaya başlıyor. Sen bir araç o luyorsun, herhangi bir engele sahip olmayan, şeffaf bir araç. Sen bir f lüt oluyorsun ve Kr ishna senin aracılığınla şark ı söylüyor. Sen bir geçit o luyorsun, boş, kendine ait hiçbir şey olmayan. İş te ben buna tesl imiyet diyorum.

Benl ik bilincinde olmak, tes l im olmama tavrıdır. Çatışma, mücadele ve savaşım tavrıdır. Eğer

14 -> 63

Page 15: Osho - Yaraticilik

varoluşla savaşıyorsan, benlik bilincin yerinde olacak ve tabii k i , tekrar tekrar yenileceksin. Attığın her adım, daha derin bir yenilgiye yol açacak. Kes in l ik le çaresiz l ik öfkesine kapılacaksın. En baştan itibaren kaybetmeye mahkumsun, çünkü kendi benliğini evrene karşı savunamazsın. Bu imkansız , ayrı olarak varolamazsın. B i r rahip olamazsın.

Rahip kel imesi , İngil izce Monk'tır. Aynı kökenden gelen birçok kelimenin farkında olmal ıs ın. Monopol, manastır, monolog. B i r rahip, kendisi olmaya çalışan k iş id i r . Kendi s ı n ı r l a r ı n ı tanımlayıp, tüm varoluştan ayrı olarak varolmaya çalışan bir idir. Bütün çabası bencilcedir ve kaybetmeye mahkumdur. Hiçbir rahip asla başarılı olamaz.

Yalnızca T a n r ı ' n ı n yanında olursan başarabil irsin, karşısındayken asla! Sadece bütünle bir l ikte olursan başarabil irsin, onun karşısındayken asla! O yüzden eğer öfkel iysen, mutsuzsan, unutma; o mutsuzluğu kendin yarat ıyorsun. Bunu ince bir numarayla yarat ıyorsun. Bütüne karşı savaşıyorsun.

Şöyle bir olay oldu: Bunun gibi bir yağmur mevsimi döneminde olmalı. Köyün içinden geçen nehir t a ş m ı ş t ı . İnsanlar Nasrettin Hocaya koşup, bağırdı: " E ş i n taşmış nehre düştü. Hemen koş, onu kurtar!"

Nasrettin Hoca koştu. Nehre atladı ve akıntıya karşı yüzmeye başladı. Etrafta toplanmış olan insanlar bağırdı. "Ne yapıyorsun Hoca, eşin nehirden yukar ı doğru gidemez k i ! Nehir onu aşağıya doğru götürüyor."

Hoca cevap verdi: " S i z neden söz ediyorsunuz? Ben eşimi tan ı r ım, o sadece akıntıya karşı gider."

Ego her zaman akınt ının ters ine gitme çabasıdır. İnsanlar kolay şeyleri yapmaktan hoşlanmaz. Onları yapmadan önce iyice zor laşt ı rmak ister ler. İnsanlar zor şeyleri yapmayı sever. Neden? Çünkü bir zor lukla karşı laşt ığın zaman, egon k e s k i n l e ş i r ; karşında bir mücadele vardır.

Everest'e tırmanan i lk insan olan, Edmund Hil lary'e biri sordu: "Neden böyle bir r i s k aldınız? Çok tehl ikel iydi. Sizden önce birçok insan tırmanmaya çalışırken öldü." Bu soruyu soran k i ş i , insanların neden Everest'e çıkmaya çalıştığını ve hayatlarını bu iş için tehlikeye attığını anlayamıyordu. Bunun ne anlamı vardı? Elde edilecek ne vardı ki?

Edmund Hi l lary'nin şu cevabı verdiği söyleniyor: "Everest fethedilmeden durduğu sürece huzur bulamayız. Onu fethetmek zorundaydık." Ortada herhangi bir kazanç yok. Everest' in fethedilmemiş varlığı bile bir meydan okuma olarak duruyor. Kime meydan okuyor? "Egoya!"

Kendi hayatını iz le. Yaptığın birçok şeyi egon için yapıyorsun. B ü y ü k bir ev yapmak i s t i y o r s u n . Kendi evinde rahat o labi l i rs in, ama büyük bir saray yapmak i s t i y o r s u n . O büyük saray senin için değil. O büyük saray, egon için. Çok rahat bir hayatın olabilir ama sen para bir ikt irmeye devam ediyorsun. O para senin için değil, o para ego için. Bu durumda dünyanın en zengin adamı olmadan nasıl huzur bulursun?

Dünyanın en zengin adamı olunca ne yapacaksın? Giderek daha fazla mutsuz olacaksın, çünkü çatışmadan ancak m u t s u z l u k çıkar. Mutsuz luk, bir çatışma içinde olduğunun bel irt is idir. O yüzden sorumluluğunu başka bir şeye atma. İnsanlar olayları mantıkl ı hale sokmakta çok iy idir ler. Eğer mutsuz larsa, "Ne yapabiliriz? Geçmiş yaşamlarımızdaki karmalar bizi mutsuz ediyor" diyebil ir ler. Hepsi saçmalık. Geçmiş hayatın karmaları seni mutsuz etmişt i r , ama geçmiş yaşamlarda. Neden şimdiye kadar beklesinler? Beklemenin bir anlamı yok. Seni asıl mutsuz eden şu andaki karmaların. Suçu eski hayatlara atmak kolaydır. Sen ne yapabilirsin? Eğer kendini değiştirmeyi düşünmüyorsan hiçbir şey yapılamaz. Geçmiş değiştir i lemez. E l in i sallayarak s i l e m e z s i n . Geçmişini s i lmeye yardımcı olacak hiçbir s i h i r yok. O, o lmuştur ve sonsuza dek olmuş kalacaktır. A r t ı k onu değiştirme olasılığı yoktur. B u , senin üzerindeki yükü kaldır ıyor ve "Madem öyle, geçmiş karmalar yüzünden mutsuz olmak zorundayım" diye düşünüyorsun.

Sorumluluğu Hır is t iyanlar ın yaptığı gibi şeytana atabi l i rs in. Hindular sorumluluğu geçmiş karmalara atarken, Hır ist iyanlar da şeytana atıyor. O senin için tuzaklar kuruyor olmalı. Sen değil, şeytan tuzaklar kurarak seni mutsuzluğa s ü r ü k l ü y o r ve cehennemin derinl ik ler ine doğru çekiyor.

Sen kimin umurundasın ki? Neden bu şeytan denen şey gelip seninle uğraşsın?

Sonra bir de Marks ist ler , komünist ler, sosyal ist ler var. Onlar insanları mutsuz edenin sosyal yapı ve ekonomik s i s t e m olduğunu söylüyor. S o n r a , Freudçular, psikoanalistler var. Onlar da suçu, anne-çocuk i l i ş k i s i n e atıyor. Ama her zaman başka bir şey, asla suçlu sen değilsin. Asla şu andaki sen değilsin.

15 -> 63

Page 16: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Sana bunu açıklamak zorundayım. "Suçlu s e n s i n . " Eğer mutsuzsan, bunun tek s o r u m l u s u sadece ve sadece s e n s i n . Ne geçmiş, ne sosyal yapı, ne de ekonomik s i s t e m sana yardımcı olabilir. Kendin olarak kalmaya devam ettiğin sürece hangi ekonomik sistemde olursan ol mutsuz olacaksın, hangi dünyada olursan ol mutsuz kalacaksın.

Öncelikle varoluşla olan bu çatışmayı bıraktığın zaman, temel değişim başlar. Bütün büyük dinlerin "Egonu bırak" derken vurgulamak istediği şey budur. Onlar "Çatışmayı bırak" demek ist iyor. Bunu daha fazla hatırlamanı i s t e r i m . Çünkü "egoyu bırak", biraz fazla metafizik kaçıyor. Ego mu? Ego nerede? Ego nedir? Sözcük bi l in iyormuş gibi geliyor, çok tanıdık geliyor sana, ama yine de çok bel i rs iz , kavranması pek mümkün değil. O yüzden, daha pratik olması için, çatışmayı bırak demek i s t i y o r u m . Çünkü ego zaten senin çatışmacı tavr ının bir yan ürünüdür.

İnsanlar doğayı fethetmekten söz ediyor. İnsanlar onu, bunu fethetmekten söz ediyor. Doğayı nasıl fethedebilirsin? Sen onun bir parçasısın. B i r parça bütünü nasıl fethedebilir? Bunun aptallığını görmel is in. Sen ya bütün ile uyum içinde o labi l i rs in, ya da bütünle çatışma içinde olup u y u m s u z l u k yaratabi l i rs in. U y u m s u z l u k mutsuzlukla sonuçlanır, uyum ise mutlulukla. U y u m , doğal olarak derin bir s e s s i z l i k , keyif ve coşkuya neden olur. Çatışma ise endişe, tasa, kaygı ve geri l im yaratır.

Ego, kendi etrafında yaratmış olduğun gerginliklerden başka bir şey değildir. Peki neden insanlar onu yaratıyor? Bunun bir nedeni olmalı. Neden herkes kendine bir benlik yaratmaya çalışıyor? İnsan kendini tanımıyor, o yüzden. İnsanın benl iksiz yaşaması çok zordur, o yüzden sahte bir benlik, yedek bir benlik yarat ıyoruz. Gerçek benlik, bil inmezdir.

Aslında gerçek benlik, asla tam olarak öğrenilemez. Gizemli ve tanımsız olarak kalmaya devam eder. Gerçek benlik o kadar genişt ir k i , onu tanımlayamazsın. Gerçek benlik o kadar gizemlidir k i , onun özüne ulaşamazsın. Gerçek benlik bütünün benliğidir. İnsan akl ının onu eline alıp kavraması mümkün değildir.

B ü y ü k İskender' in bilge bir adamı huzuruna çağırdığı ünlü bir hikâye var. İskender ona s o r m u ş : "Tanr ın ın ne olduğunu öğrendiğini duydum. Lütfen bana anlat. Ben arayış içindeyim ve insanlar senin bulduğunu söylüyor. O yüzden beni T a n r ı hakkında aydınlat. T a n r ı nedir?"

Anlatılanlara göre, bilge adam bunu düşünmek için en az bir y i r m i dört saat vermeniz gerekiyor demiş.

Y i rmi dört saat geçmiş ve İskender büyük bir heyecanla bekl iyormuş. Bilge adam gelip, yedi güne ihtiyacım var demiş.

Sonra yedi gün geçmiş ve İskender sabı rs ız l ık la bekl iyormuş. Bilge adam gelip, bir yıla ihtiyacım var demiş.

İskender k ı z m ı ş . " B i r yıla ihtiyacım var da ne demek? B i l i y o r m u s u n , bilmiyor musun? B i l i y o r s a n , bi l iyorsundur; bana söyle. Neden vakti boşa harcıyorsun?"

Bilge adam gülmüş ve: "Üzerinde ne kadar düşünürsem o kadar bil inmez oluyor. Ne kadar çok şey bi l i rsem bildiğimi söylemek o kadar zor laşıyor. Y i rmi dört saat boyunca toparlamaya çalıştım ama parmaklarımın arasından kayıp gitt i. T ı p k ı cıva gibi ele avuca sığmayan bir şey. Sonra yedi gün istedim. Bu da işe yaramadı. Şimdi en az bir y ı l gerekiyor ve ondan sonra da bir tar i f yapabileceğimden emin değilim."

Bilge adam çok iyi yapmış. Gerçekten bilge olmalı çünkü gerçek benliği tanımlamanın hiçbir yolu yoktur. Ama insan benl iksiz yaşayamaz. İnsan kendini boşlukta hisseder. O zaman insan, j a n t s ı z bir tekerlek gibi, merkezi olmayan bir çember gibi hisseder. Evet, benl iksiz yaşamak çok zordur.

Gerçek benliği tanımak çok zordur. İnsanın evine ulaşması için çok uzun bir yol katetmesi gerekir. Doğru kapıya gelinceye kadar birçok kapıyı çalmak gerekir. İ ş i n kolayı, sahte bir benlik yaratmaktır. Gerçek gül yet iş t i rmek zordur. Gidip plastik gül satın alabi l i rs in. Onlar seni kandırmaz, ama komşular ını kandır ır. Değil mi? Egonun anlamı da budur. O seni kandıramaz. Sen kendini kaldıramadığını çok iyi b i l iyorsun. Ama en azından komşuları kandırabi l i rs in. D ış dünyada k im olduğuna dair belirl i bir etiket olur.

Bunu hiç düşündün mü? B i r i sana, k imsin diye sorduğu zaman ne yanıt ver iyorsun? Adını söy lüyorsun. O i s i m senin değil çünkü dünyaya bir i s i m sahibi olmadan geldin, i s i m s i z geldin. O senin mülkün değil, sana v e r i l m i ş bir şey ve herhangi bir i s i m , A, B, C, D, aynı işlevi görür. Hiçbir önemi, hiçbir zorunluluğu yoktur. Eğer adın Ram ise, güzel. Eğer adın Harry ise, güzel. Hiçbir fark yoktur. Herhangi bir ismin olabilirdi. Hiçbir şekilde z o r u n l u l u k taşımaz. Eğer adın Susan ise i y i ,

16 -> 63

Page 17: Osho - Yaraticilik

şayet sana Harry diyorlarsa i y i , pek bir fark yok. Herhangi bir ad sana bir başkası kadar uygulanabilirdi. Çünkü i s i m sadece bir et ikett ir. Sana hitap edecekleri bir i s i m . Ama varlığınla hiçbir i lgisi yok.

Ya da k imsin sorusuna, ben bir doktorum, ben bir mühendisim, ben bir iş adamıyım, ben ressamım gibi şeyler söyleyebi l i rs in. Ama bu da senin hakkında herhangi bir şey söylemez. Ben doktorum dediğin zaman, kendin hakkında değil, mesleğin hakkında bir şey söy lüyorsun. Nasıl para kazandığını ifade ediyorsun. Hayatın hakkında hiçbir şey söylemeden, nasıl para kazandığını söy lüyorsun. Hayatını bir mühendis, doktor ya da iş adamı olarak kazanıyor olabi l i rs in. Bu tamamen konu dışıdır. Senin hakkında hiçbir şey söylemez.

Ya da babanın adını, annenin adını, soyağacını s ö y l e r s i n . Bunlar da i lg is izd ir . Çünkü seni tanımlamaz. B e l i r l i bir ailede doğmuş olman tamamen tesadüfidir. Aynı şekilde başka bir ailede doğmuş olabilirdin ve en ufak bir fark h issetmemiş olurdun. Bunlar sadece yaptığın kul lanış l ı numaralardır; ve insan, bir benlik o luşturur . Bu benlik, sahte benl ikt ir: Yarat ı lmış, ü r e t i l m i ş , el yapımı bir benlik. Ası l gerçek benliğin, gizem ve s i s perdesinin derinl iklerinde giz l idir.

Şöyle bir hikaye okudum.

B i r F r a n s ı z , Arap rehberi ile bir l ikte çölü geçiyordu. Arap rehber ise her gün, belirl i saatlerde sıcak kumlar üstünde namaz k ı l ıp, Tanr ıs ına dua ediyordu. Sonunda bir akşam, ateist olan F r a n s ı z , Araba sordu: " B i r T a n r ı olduğunu nereden bi l iyorsun?"

Rehber bir an için adamı süzdükten sonra yanıtladı: "Tanr ı 'n ın olduğunu nereden mi bil iyorum? Dün akşam buradan bir insanın değil de, devenin geçtiğini nasıl bildim? Kumdaki ayak izinden değil mi?" S o n r a , ufuk çizgisinde kaybolmakta olan son güneş ış ın lar ın ı işaret edip devam etti. "Bu ayak iz i insana ait değil."

Benl ik senin tarafından yaratılamaz, o insan yapımı olamaz. O benliği sen yanında getirdin. O, s e n s i n . Onu nasıl yaratabil irsin? Yaratmak için ondan önce orada olman gerekir. H ı r is t iyanlar , Müslümanlar, Hindular, insan bir yarat ıkt ı r derken bunu söylemek ist iyor. İnsanın kendini yaratmadığını söy lüyor; hepsi bu. Yaratıcı, bil inmeyenin içinde bir yerde g i z l i . Hepimiz gizemli bir hayat kaynağından ortaya çıktık. Benliğin sana ait değil. Bu sahte benlik sen değilsin, çünkü onu sen yarattın. Gerçek benliğin de sana ait değil, çünkü o hala Tanr ı 'n ın içinde, kökler in hala Tanr ı 'n ın içinde.

Yaşam boyu bir bayrak gibi taşıdığın bu sahte benlik, her zaman hasar görme tehdidi altındadır. Çok zayıf ve kır ı lgandır. Öyle olmak zorunda, çünkü insan yapımı. İnsan ölümsüz bir şeyi nasıl yapabilir? Kendisi de ölümlü olduğu için, ürettiği her şey ölümlü olmak zorunda. O yüzden s ü r e k l i aynı korkuyu yaşarlar. "Kaybolabil irim! Benliğim yok olabilir." k o r k u s u . Bu süregelen korku varl ığının içinde titremeye devam eder. Çünkü bu sahte benlik hakkında asla emin olamazsın. Sahte olduğunu b i l iyorsun, bu gerçekten kaçmaya çalışıyor o labi l i rs in; ama sahte olduğunu bi l iyorsun. O bir araya toplanmıştır, ü r e t i l m i ş t i r . Mekanik bir şeydir; organik değil.

B i r organik bütünlük ile mekanik bütünlük arasındaki farkı hiç gözlemledin mi? B i r araba motoru yapabil irsin. Parçalarını dükkandan satın alıp, bu parçaları evde monte edebil irsin. Ve motor bir bütün olarak işlemeye başlar. Ya da bir marketten radyo parçalarını satın alıp monte ettiğin zaman, radyo bir bütün gibi işlemeye başlar. B i r şekilde bir benliğe kavuşmuştur. Hiçbir parça tek başına radyo işlevi göremez. T ü m parçalar bir arada olduğu zaman radyo olur. Ancak bu bütünlük mekaniktir. Dışardan zor lanmışt ı r .

Ama toprağa tohum attığın zaman, bu tohumlar toprakla bütünleşiyor ve bir bitki doğuyor. Bu bütünlük organiktir. Dışardan zor lanmamışt ır . Tohumun içindeki bütünlükten gelir. T o h u m büyümeye devam eder. Topraktan, havadan, güneşten, gökyüzünden, binlerce şey toplar. Ama bütünlüğü kendi içinden gelir. Önce merkez gelir, sonra çeperi o luşur. Mekanik bütünlükte, önce çeper o l u ş t u r u l u r ve sonra da merkez ortaya çıkar.

İnsan organik bir bütündür. B i r zamanlar herhangi bir ağaç gibi bir tohumdun. Annenin rahmindeki toprakta kendi çeperini toplamaya başladın. Önce merkez vardı ve bu merkezden yola çıkarak çeper o luştu. Ama şimdi o merkezi tamamen unutmuş durumdasın. Çeperde yaşıyor ve bütün hayatının ondan ibaret olduğunu sanıyorsun. Bu s ü r e k l i üzerinde yaşamış olduğun çeper, kendine bir benlik, bir sahte benlik yaratıyor. Ve bu da sana, bir k imse olduğun duygusu veriyor. Ancak bu her zaman kır ı lgandır; çünkü herhangi bir organik bütünlüğü yoktur.

Ölüm korkusu da budur. Eğer gerçek benliğini bi l iyorsan, asla ölümden k o r k m a z s ı n . Böyle bir şey söz konusu olamaz; çünkü organik bütünlük asla ölmez. Organik bütünlük ölümsüzdür. Sadece

17 -> 63

Page 18: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

mekanik bütünlükler bir araya get i r i l i r ve sonunda ölür. Monte edi lmiş bir şey, bir gün mutlaka parçalanır. Mekanik bütünlüğün bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Organik bütünlüğün başlangıcı ya da sonu y o k t u r ; o sonsuz bir süreçtir.

Kendi merkezini tanıyor musun? Eğer tanımıyorsan, o zaman s ü r e k l i korkacaksın. O yüzden sahte benlik s ü r e k l i korkar, s ü r e k l i t i t rer . Her zaman başkalarından destek alma ihtiyacı h isseders in. Seni takdir edecek, seni alkışlayacak; ne kadar güzel ya da ne kadar zeki olduğunu söyleyecek b ir i ler i . S ü r e k l i bu tip şeyleri sana hipnotik telk in gibi söyleyen insanlara ihtiyacın var. Böylece z e k i , güzel ve güçlü olduğuna inanabil irsin. Ama bir noktaya dikkat et: Her zaman başkalarına muhtaçsın.

Aptal bir adam gelip sana ne kadar zeki olduğunu söylüyor, gerçekte ancak aptal bir adama zeki görünebi l i rs in. Eğer senden daha zeki olsaydı, tabii ki ona zeki görünmeyecektin. O yüzden aptal bir adam gelip, zeki olduğunu teyit edince çok mutlu o luyorsun. Sen ancak çirkin bir insana güzel görünebi l i rs in. Eğer o senden daha güzelse, sen çirkin o l u r s u n . Çünkü bunların hepsi görecelidir. Eğer çirkin insanlar senin güzell iğini teyit ederse çok mutlu o l u r s u n .

Bu ne tür bir zeka k i , aptal insanlar tarafından teyit edilmek zorunda. Bu ne t ü r bir güzel l ik k i , çirkin insanlar tarafından teyit edilmek zorunda. Hepsi tamamen sahtedir; aptalcadır. Ama aramaya devam ediyoruz. D ış dünyada egomuz için destek arayışına g i r iyoruz. B i r i gelip küçük bir destek verdiği zaman, iyi h issediyoruz. Aksi halde egomuzun her zaman çökme tehl ikesi vardır. O yüzden onu s ü r e k l i , çeşitli yönlerden desteklemek zorundayız ve bu da s ü r e k l i bir kaygı yaratır.

O yüzden yalnızken çok daha a s i l s i n . Çünkü herhangi bir endişen yok, seni görecek kimse yok. Yalnızken çok daha masumsun. Tuvaletinde çok daha masumsun. Daha çocuk gibisin. Aynanın önünde durur, komik surat lar yaparak keyfini ç ıkar t ı rs ın . Ama eğer küçük bir çocuğun anahtar deliğinden baktığını fark edersen, bir anda tamamen değiş i rs in. A r t ı k egon söz konusudur. O yüzden insanlar başkalarından bu kadar korkar. Yalnızken hiçbir endişen yoktur.

Ünlü bir Zen hikayesi vardır.

B i r Zen ustası res im yapıyordu. Ve baş müridini yanına oturtup, res im mükemmel olduğunda kendisine söylemesini istedi. Mürit endişeliydi ve usta da endişeliydi. Çünkü mür i t ustasının mükemmel olmayan bir şey yaptığını hiç görmemişti. Ancak o gün her şey t e r s gitmeye başladı. Usta çabaladı ve çabaladıkça daha da kötü oldu.

Japonya'da ya da Çin'de hat sanatı, pirinç kağıdı üzerinde yapıl ır. Çok hassas, çok narin, bir çeşit kağıdın üzerinde. Eğer bir an karars ız kalırsan hemen anlaşı l ı r . Yüzy ı l lar boyunca hat sanatçısının ne zaman kararsızl ığa düştüğü her zaman anlaşı lmışt ı r . Çünkü mürekkep pirinç kağıdına yayı l ı r ve yazıyı bozar. Pirinç kağıt üzerinde aldatmak çok zordur. Akıcı olman gerekir. Asla karars ız kalamazsın. B i r an için bile durduğun an, karars ız kaldığın an, yapacak bir şey yoktur. Kaçırdın. Çoktan kaçırdın. Keskin göze sahip olan biri hemen, "Bu bir Zen resmi değil" der. Çünkü Zen resminin anlık ve akıcı olması gerekir.

Usta çabaladı ve çabalamaya devam ettikçe terledi. Yanındaki müridi o t u r m u ş , başını olumsuzca sa l l ıyor ; hayır bu mükemmel olmadı diyordu. Bunun sonucunda usta giderek daha fazla hata yapıyordu.

Mürekkep bitmek üzereydi. O yüzden usta müridini yeni mürekkep hazırlamaya yolladı. Mürit dışarıda mürekkebi hazır larken, usta sanat eserini yarattı. Mürit geri döndüğü zaman, "Usta, ama bu mükemmel! Ne oldu?" diye sordu.

Usta güldü. " B i r şeyin farkına vardım. Senin var l ığ ın, bir inin takdiri ya da olumsuz eleşt ir i getirmesi f i k r i , evet ya da hayır deme durumu, benim iç dinginliğimi rahatsız etti. A r t ı k bir daha asla rahatsız olmayacağım. Daha öncekilerin mükemmel olmamasının tek nedeninin, onları mükemmel yapmaya çalışmam olduğunu anladım."

B i r şeyi mükemmel yapmaya çalışırsan mükemmel olmadan kal ır. Doğal olarak yap, her zaman mükemmel olur. Doğa mükemmeldir. Çaba ise mükemmel değildir. O yüzden ne zaman bir şeyi aş ı r ı yapıyorsan, onu yok ediyorsun.

Bu nedenle, normalde herkes çok güzel konuşur. Herkes konuşmacıdır. İnsanlar s ü r e k l i konuşur. Ama onları bir sahneye çıkartıp, bir kalabalığa hitap etmelerini söyley in, birden aptallaşırlar. Birden her şeyi unuturlar. Ağızlarından tek bir kelime bile çıkmaz. Konuşmaya çalışsalar bile asil olmaz. Çünkü doğal değildir. Akıcı değildir. Ne oldu? Bu adamın dostlarıyla, eşiy le, çocuklarıyla, çok güzel konuştuğunu bi l iyorsun. Bunlar da insan; aynı insanlar. Neden korkuyorsun? Çünkü benlik bilincin devreye girdi. A r t ı k egon söz konusu. Sahnede bir performans göstermeye çal ış ıyorsun.

18 -> 63

Page 19: Osho - Yaraticilik

Bunu iyi dinle: Ne zaman bir şey sergilemeye çal ış ırsan, egon için gıda ar ıyorsun. Ne zaman doğal olup, olayları akışına bıraksan, hepsi mükemmel oluyor ve bir sorun çıkmıyor. Doğal olduğun zaman, olayları akışına bıraktığında, T a n r ı arkandadır. Ne zaman korkuyorsan, t i t r i y o r s a n , bir şeyleri ispat etmeye çal ışıyorsan, T a n r ı ' y ı kaybedersin. Korkunda onu unutmuşsundur. Etrafındaki insanlara bakarken, kendi kaynağını unutmuşsundur.

Benl ik bilinci bir zayıflığa dönüşür. Benl ik bilinci olmayan bir insan güçlüdür. Ancak bu gücünün kendisiyle bir i lgisi yoktur. O, öteden gelir.

Benl ik bilincine dikkat ettiğin zaman başın derttedir. Benl ik bilincine sahip olduğun zaman, aslında k im olduğunu bilmediğinin emarelerini göster iyorsun. Kendi benlik bilincin daha henüz yuvana

ulaşmadığına işaret ediyor.

Şu f ıkrayı dinle:

Güzel bir k ız geçerken, Nasrettin Hoca dönüp bakmış. E ş i , somurtarak tepki v e r m i ş . "Ne zaman güzel bir k ız görsen evli olduğunu unutuyorsun."

" İşte bu konuda yanı l ıyorsun" demiş hoca. "En çok o zaman farkına var ıyorum."

Ne zaman benlik bilincini sergi lersen, aslında sadece benliğinin bilincinde olmadığını göster iyorsun. K i m olduğunu bi lmiyorsun. Eğer bi lseydin, o zaman herhangi bir sorun olmazdı. O zaman başkalarının görüşler ini aramazdın. Başkalarının hakkında söyledikleri seni endişelendirmezdi. Çünkü i lgisi yok. Sonuçta kimse senin hakkında bir şey söylemez. İnsanlar senin hakkında bir şey söylediği zaman, aslında kendilerini anlatıyor.

B i r gün şöyle bir olay oldu: Jaipur'daydım. B i r sabah adamın biri beni görmeye geldi. Ve "sen

e r m i ş s i n " dedi.

Hakl ıs ın dedim.

O orada o t u r u r k e n , bana karşı olan bir adam geldi ve o da; "sen şeytan gibisin" dedi. Hakl ıs ın dedim.

İ l k adam biraz endişelendi ve araya girdi. "Nasıl yani? Bana hakl ıs ın dedin. Bu adama da hakl ıs ın diyorsun. İ k i m i z birden haklı olamayız."

Konuşmaya başladım. "Sadece i k i n i z değil, milyonlarca insan benim hakkımda haklı olabilir. Çünkü benim hakkımda söyledikleri her şeyle, aslında kendilerini anlatıyorlar. Beni nasıl bi lebil ir ler? Bu imkansız. Onlar daha kendilerini tanımamış. Söyledikler i her şey kendi yorumlar ı ."

Bunun üzerine adam sordu: "O zaman sen k imsin? Eğer benim yorumum, senin e r m i ş olduğun ise, onun yorumu senin şeytan olduğun ise, sen k imsin?"

"Ben sadece kendimim. Kendim hakkımda bir yorumum yok. Buna bir ihtiyaç duymuyorum. Sadece kendim olduğum için, bu ne anlama gelirse gelsin çok mutluyum. Kendim olmak beni mutlu ediyor."

Kimse senin hakkında bir şey söyleyemez. İnsanlar ne derse desin kendileri hakkında konuşur. Ancak sen hemen k o r k a r s ı n , çünkü hala o sahte merkezine yapış ıyorsun. O sahte merkez başkalarına muhtaçtır ve o yüzden de sen s ü r e k l i başkalarının hakkında neler söylediğine bakarsın. S ü r e k l i başka insanların izinden gidersin, s ü r e k l i onları tatmin etmeye çal ış ı rs ın. S ü r e k l i saygın bir insan olmaya çal ış ırs ın ve s ü r e k l i egonu süslemeye çal ış ı rs ın. Bu intihar etmek gibi bir şeydir.

Başkalarının sözlerinden rahatsız olmak yerine kendi içine bakman gerekir. İnsanın gerçek benliği tanıması o kadar ucuz değildir. Ama insanlar hep ucuz şeyler in peşindedir.

Nasrettin Hoca'nın s ı r t ağrıları dayanılmaz boyutlara gelince sorunun nedenini öğrenmek için bir uzman doktora gider.

"Evet," der doktor. " S o r u n u n u z u çözmek için ameliyat olacaksınız, hastanede iki hafta kaldıktan sonra altı ay evde yataktan kalkmamanız gerekir."

"Doktor, benim bunları yapacak kadar b i r i k m i ş param ok!" diye bağırdı Nasrettin Hoca.

"O zaman y i r m i beş dolara röntgen üzerinde rötuş yapabilirim!"

Bu ucuzculuktur! Röntgene rötuş yapmak, ancak bu senin sağlığını kazanmanı sağlamayacak. B i z i m

19 -> 63

Page 20: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

yaptığımız da bu. S ü r e k l i röntgen üzerinde rötuş yapıyoruz ve bir mucize olmasını bekl iyoruz. Egonu süslediğin zaman röntgene rötuş yapmış o luyorsun. Bu sana hiçbir şekilde yardımcı olmayacak, sağlıkl ı olmanı sağlamayacak. Ama daha ucuz olduğu kesin. Ameliyata gerek yok, herhangi bir masrafı yok. Ist ı rabın devam edecek ve sen kendini kandıracaksın.

Saygın oluyorsun ama mutsuzluğun devam ediyor. Toplum tarafından övülen biri o luyorsun ama mutsuzluğun devam ediyor. Alt ın madalyalarla donanıyorsun ama mutsuzluğun devam ediyor. O altın madalyalar mutsuzluğunu gidermeyecek; onlar röntgendeki rötuşlara benziyor. Ego üzerindeki tüm süslemeler ego içindir ve kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. Bu durumda giderek güçsüzleşmeye, zayıflamaya başlarsın, çünkü egon her geçen gün güçsüzleşmektedir. Bedenin güçsüzleşecek, z ihn in güçsüzleşecek ve zamanla beden-zihin karışımdan yaratmış olduğun egon güçsüzleşecek. Korkun giderek artacak; her an patlayabilecek bir yanardağ üzerinde oturmuş olacaksın. Dinlenmene iz in vermeyecek, gevşemene iz in vermeyecek, tek bir dakikalık huzuru bile çok görecek.

Bunu anladığın zaman, bütün enerj in bambaşka bir tarafa yönelmiş olur. İnsan kendini tanımalı. Başkalarının sana söyledikleri seni endişelendirmemeli.

B i r arkadaşım bana çok güzel bir f ıkra gönderdi:

B i r adam varmış ve onu kimse fark etmezmiş. Hiçbir arkadaşı yokmuş. Miami'deki bir pazarlamacılar toplantısına kat ı lmış ve herkesin mutlu olduğunu, güldüğünü ve birbiri ile ilgilendiğini görmüş. Ama kimse onunla i lg i lenmiyormuş.

B i r akşam, canı çok s ı k ı l m ı ş bir şekilde o t u r u r k e n , bir başka pazarlamacıyla konuşmaya başlamış ve ona sorununu anlatmış. "Ben bu sorunun çözümünü bi l iyorum!" diye bağırmış diğer adam. " B i r deve bul ve onun üzerine binip caddelerde dolaş. Kısa sürede herkes seni fark edecek ve istediğin kadar arkadaşa sahip olacaksın."

Hikaye bu ya, o sırada if las etmiş bir s i r k v a r m ı ş ve bir deveyi satmak i s t i y o r l a r m ı ş . Adam deveyi satın a lmış ve ona binip sokaklarda dolaşmaya başlamış. Tabii ki birden herkes onu fark etmiş ve ilgi göstermeye başlamış. Kendini dünyanın z irvesinde hissediyormuş.

Ancak bir hafta sonra deve kaybolmuş. Adam çok ü z ü l m ü ş ve hemen yerel gazeteyi arayarak kayıp devesi için aranıyor ilanı vermek is temiş.

"Deve erkek miydi yoksa dişi mi?" diye s o r m u ş telefondaki adam.

"Diş i mi, erkek mi? Ben nereden bileyim?" diye bağırmış adam. Sonra düşünmüş ve, "Evet, elbette, tabii ki erkekt i !" demiş. "Nereden bi l iyorsunuz?" diye s o r m u ş telefondaki adam. Adam yanıt lamış: "Çünkü ne zaman devenin üstüne binip caddede dolaşsam, insanlar ' Ş u devedeki "Schmuck"a bakın!' diye bağırıyordu."

'Schmuck' İbranice bir kelimedir. Çok güzel bir kelimedir. İ k i anlamı vardır ve bu anlamlar aslında birbir iyle i lgi l idir. İ l k anlamı 'aptal' demektir. Diğer anlamı en başta çok i lg is iz görünür ve e r k e k l i k organı anlamına gelir. Ancak bir anlamda, iki anlam arasında çok derin bir i l i ş k i vardır. Aptallar sadece seksüel var l ık lar olarak yaşar. Başka bir yaşam bilmezler. O yüzden 'schmuck' çok güzel bir kelimedir. Eğer bir insan yaşamak olarak sadece seks i görüyorsa, o aptaldır, aptal bir insandır.

İnsanlar "Devedeki şu aptala bakın!" diyordu ama adam onların devenin e r k e k l i k organından söz ettiğini sanıyordu, kendisinden değil.

Ego çok aldatıcıdır. Duymak istediğini duyar, yorumlamak istediği gibi yorumlar ve asla gerçeği görmez. Gerçeğin kendisini s i z e göstermesine iz in vermez. Ego içinde yaşayan bir insan, perdelerin arkasında yaşar ve bu perdeler pasif değildir. Akt i f perdelerdir. O yüzden bu perdelerden ne geçerse geçsin, perdeler onu değişt ir ir .

İnsanlar kendi yaratt ıkları bir z i h i n s e l dünya içinde yaşıyor. Bu sahte dünyalarının merkezinde ise egoları bulunur. Buna bir göz aldanması, bir 'maya' diyebi l i r iz. Egolarının etrafında bir dünya yaratır lar. Bu dünyada bir başkası yaşayamaz. O dünyada sadece kendileri yaşar.

Egonu bıraktığın zaman, egonun etrafında yaratmış olduğun bütün dünyayı da b ı r a k ı r s ı n . İ l k kez olarak her şeyi olduğu gibi görmeye başlarsın, görmek istediğin gibi değil. Hayatın olgularını görme kapasitesine ulaştığın zaman ise gerçeği bilme kapasitesine u l a ş ı r s ı n .

Şimdi bir Zen hikayesi:

20 -> 63

Page 21: Osho - Yaraticilik

O-Nami, yani " B ü y ü k Dalgalar" adındaki bir güreşçi çok güçlüydü ve güreş sanatında çok yetenekliydi. Özel antrenmanda kendi hocasını bile yenmişt i ancak halk önündeki maçlarda genç

öğrencileri bile onu yeniyordu.

Bu bunalım içinde, sahildeki bir tapınağı z iyaret eden bir Zen ustasına gitti ve ondan nasihat istedi.

"Senin adın B ü y ü k Dalgalar" dedi Zen ustası . "O yüzden bu gece tapınakta kal ve denizin dalgalarını

dinle. O dalgalar olduğunu hayal et, bir güreşçi olduğunu unut ve önüne çıkan her şeyi yıkan o dev dalgalar ol." O-Nami tapınakta kaldı. Sadece dalgaları düşünmeye çalıştı ama aklında birçok düşünce vardı. Sonra zamanla sadece dalgaları düşünmeye başladı. Gece ilerledikçe dalgalar giderek büyüdü. Buda heykeli önünde duran vazolardaki çiçekleri sürük led i , vazoları sürükledi . Hatta bronz Buda heykeli bile sürüklendi . Sabah olduğunda tapınak dalgalar üzerinde yüzüyordu ve O-Nami yüzünde hafif bir tebessümle oturuyordu.

O gün halk önündeki bir güreş müsabakasına katıldı ve tüm maçlarını kazandı. O günden sonra Japonya'daki hiçbir güreşçi onu yenemedi.

Bu bir benlik bilinci öyküsüdür; onu nasıl bırakacağın, ondan nasıl vazgeçebileceğin ve nasıl kurtulabileceğin hakkındadır. Bunu adım adım incelemeye çalışalım.

O-Nami, yani "Büyük, Dalgaaar" adındaki bir güreşçi çok güçlüydü...

Herkes çok güçlüdür. Sen kendi gücünü b i lmiyorsun, o başka. Herkes çok güçlüdür. Olmak zorunda, çünkü herkesin kökü Tanrı 'ya dayanır. Herkesin kökü bu evrene dayanır. Ne kadar küçük görünürsen görün, küçük değilsin. Eşyanın tabiatına aykır ıd ır bu.

F iz ikç i ler minik bir atomun içinde çok büyük bir enerj i olduğunu söylüyor: Hiroşima ve Nagasaki atom ener j is iy le yerle bir oldu. Ve atom o kadar küçüktür k i , onu kimse görememiştir. O sadece bir varsayımdır, bir çıkarımdır. K imse atomu görememiştir. B i l i m i n günümüzde emrinde olan bütün o karmaşık cihazlara rağmen, atomu görebilen olmamışt ır. O kadar küçük olmasına rağmen çok büyük bir enerji barındırıyor.

Eğer bir atomda bile bu kadar enerji varsa, bir de insanı düşün. İnsan içindeki bu küçük bilinç alevine ne demeli? Eğer bir gün bu küçük alev parlarsa, kesin l ik le sonsuz bir enerji ve ı ş ı k kaynağı olur. Buda'nın ya da İsa'nın yaşadığı da buydu.

Herkes sonsuz kudrete sahiptir çünkü herkes sonsuz derecede kutsaldır. Herkes güçlüdür çünkü herkesin kökü Tanr ı 'ya, varoluşun kaynağına dayanır. Bunu unutma.

İnsan z ihni bunu unutmaya meyi l l idir. Unuttuğun zaman da gücünden düşüyorsun. Z a y ı f olduğun zaman ise güçlü olmak için bazı suni yollar peşinde koşmaya çal ış ıyorsun. Milyonlarca insanın yaptığı bu. Para peşinde koşuyorsun. Aslında neyin peşindesin? Kudret peşindesin, kuvvet peşindesin. Prest i j ya da s iyasi otorite peşine düşüyorsun. Aslında neyi ar ıyorsun? Güç ve iktidar ar ıyorsun. Aslında güç, her zaman köşe başında seni bekliyor. Sen yanl ış yerde ar ıyorsun.

O-Nami, yani "Büyük Dalgalar" adındaki bir güreşçi...

Hepimiz okyanusun büyük dalgalarıyız. B i z bunu unutmuş olabil ir iz ama okyanus bizi unutmamışt ır . Onu o kadar unutmuş olabil ir iz k i , art ık okyanusun ne olduğu hakkında bir f i k r i m i z bile kalmamış olabilir. Ama yine de okyanusun içindeyiz. Eğer bir dalga okyanusu unutsa ve ondan bihaber bile olsa, o dalga hala okyanusun içindedir. Çünkü dalga, okyanus olmadan varolamaz. Okyanus dalga olmadan varolabil ir. Dalga, okyanusun dalgalanmasından başka bir şey değildir. O bir süreçt ir , var l ık değil. O sadece okyanusun kendi varlığında yaşadığı coşkunun sonucudur. T a n r ı , coşkusuyla dünyayı insanlandır ır ; T a n r ı , coşkuyla varoluşu insanlandırır. O, okyanus arayan bir okyanus, oyun oynuyor. S o n s u z enerj is i var, onunla ne yapacak?

O-Nami, yani "Büyük Dalgalar" adındaki bir güreşçi çok güçlüydü...

Ancak bu güç sadece dalga kendisinin büyük ve sonsuz bir okyanusun parçası olduğunu bi l i rse ortaya çıkabilir. Eğer dalga bunu unutursa, o zaman çok zayıf olur. Ve bizim unutma fabrikamız çok iyi çalışır. Hafızamız minicikken, unutma mekanizmamız kocamandır. S ü r e k l i unuturuz. Çok bariz olan şeyleri çok kolay unuturuz. B ize çok yakın olan şeyleri çok kolay unuturuz. Her zaman e l imiz in altında olanları çok kolay unuturuz.

21 -> 63

Page 22: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Nefes aldığını hat ır l ıyor musun? Ancak bir sorun olduğu zaman hat ı r lars ın. Nezle olduğun zaman, nefes alamadığında ya da başka bir sorun olduğu zaman hat ı r lars ın, ama bunun dışında nefes aldığını anımsayan olur mu? O yüzden insanlar sadece başları derde girdiği zaman T a n r ı ' y ı hatırlar. Aksi halde, k im hatırlar ki? T a n r ı sana nefesinden bile yakındır, sana kendinden bile daha yakındır. İnsan bunu unutuyor.

Hiç dikkat ettin mi? Eğer bir şeyin yoksa, s ü r e k l i aklındadır. Sahip olduğun zaman da unutur ve kanıksamaya başlarsın. T a n r ı kaybedilemediği için onu anımsamak çok zordur. Ancak çok az sayıda insan T a n r ı ' y ı anımsama yeterl i l iğine sahiptir. Çünkü hiç uzak kalmadığımız birini hatırlamak çok zordur.

Okyanustaki bir balık okyanusu unutuyor. Balığı karaya çıkartıp, sıcak kumların üzerine at, işte o zaman balık bi l i r , o zaman balık hatırlar. Ama seni Tanr ı 'n ın dışına atmak mümkün değildir; onun bir k ı y ı s ı yoktur. T a n r ı , k ı y ı s ı z bir okyanustur. Ve sen de bir balık gibi değil bir dalga gibisin. Sen tıpkı T a n r ı g ib is in; senin doğan ile T a n r ı ' n ı n doğası aynı.

Bu hikayedeki güreşçinin ismindeki simgesel anlam buradan gelir.

O güreş sanatında çok yetenekliydi. Özel antrenmanda kendi hocasını bile yenmişti...

Ama sadece özel bir ortamda, çünkü özel antrenmanda kendi benliğini unutmayı başarabiliyor olmalı.

Bu özlü sözü unutma: Kendi benliğini hatırladığın zaman, T a n r ı ' y ı u n u t u r s u n ; kendi benliğini unuttuğun zaman ise T a n r ı ' y ı hat ı r lars ın. Ancak, i k i s i n i bir arada hatır layamazsın. Dalga, kendini dalga olarak görmeye başladığı zaman, okyanus olduğunu unutuyor. Dalga, okyanus olduğunu bildiği zaman ise, art ık dalga olduğunu nasıl hatırlayabilir? Sadece birini anımsamak mümkündür. Dalga kendini ya dalga olarak düşünebil ir ya da bir okyanus olarak. Bu bir Gestalt 't ır; i k i s i n i birden hatır layamazsın, bu imkansız.

Özel antrenmanda kendi hocasını bile yenmişti ancak halk önündeki maçlarda genç öğrencileri bile onu yeniyordu.

Özel ortamda kendi benliğini, egosunu tamamen unutuyor olmalı. İ ş te o zaman çok güçlü. Halk önünde ise benlik bilinci çok art ıyor ve zayıf l ıyor. Benl ik bilinci bir zay ı f l ık t ı r . Kendini unutmak ise kudrett ir.

Bu bunalım içinde, sahildeki bir tapınağı ziyaret eden bir Zen ustasına gitti ve ondan nasihat istedi.

"Senin adın Büyük Dalgalar" dedi Zen ustası. "O yüzden bu gece tapınakta kal ve denizin dalgalarını dinle."

B i r usta, herkes için araç yaratabilecek bir insandır. B i r ustanın tek bir belirl i aracı olamaz. Adama bakıyor ve ismin in O-Nami, " B ü y ü k Dalgalar" olduğunu öğrenince, o i s i m etrafında bir araç yaratıyor. Sadece adının O-Nami olduğunu öğrenince, "Senin adın B ü y ü k Dalgalar. O yüzden bu gece tapınakta kal ve denizin dalgalarını dinle." diyor.

T a n r ı n ı n mabedine girmenin en temel sır larından biri dinlemektir. Dinlemek edilgenliktir. Dinlemek, kendini tamamen unutmak demektir. İnsan ancak o zaman dinleyebilir. B i r i n i dikkatle dinlediğin zaman kendini u n u t u r s u n . Eğer kendini unutamazsan, o zaman dinlemiyorsun demektir. Eğer benlik bilincin devredeyse, sadece din l iyormuş gibi yaparsın, dinlemezsin. Başını sallayabil ir; bazen evet ya da hayır diyebi l i rs in ama dinlemiyor o l u r s u n .

Dinlediğin zaman sadece bir geçit o l u r s u n ; bir alıcı, bir rahim. Dişi o lursun ve iç evine ulaşmak için dişi olmak zorundasın. Tanrı 'ya saldırgan işgalciler ya da fatihler gibi ulaşamazsın. Tanrı 'ya ulaşmanın tek yolu... daha doğru nitelemek gerekirse, T a n r ı ' n ı n sana ulaşmasının tek yolu ona içinde yer açmandır. Diş i l bir alıcılığa sahip olmaktır. Y in , yani edilgen olduğun zaman kapı açılır ve sonra beklersin.

Dinlemek edilgen olma sanatıdır. Buda dinlemeyi s ü r e k l i vurgulamışt ı r , Mahavira dinlemeyi s ü r e k l i vurgulamışt ı r , K r i s h n a m u r t i s ü r e k l i doğru dinlemeyi vurgular. Kulaklar sembolikt ir. Hiç dikkat ettin mi? Kulakların bir geçitten başka bir şey değil. Sadece birer delik, hepsi bu. Kulakların gözlerinden daha diş id ir ; gözlerin ise daha erkeksid ir . Kulaklar Yin' in parçasıdır; gözler ise Yang'ın. B i r i n e baktığın zaman, saldırgan tavır s e r g i l e r s i n , dinlediğin zaman ise duyar l ıs ın.

O yüzden birine çok uzun s ü r e bakmak kaba ve görgüsüz bir davranıştır. B e l i r l i bir s ı n ı r vardır.

22 -> 63

Page 23: Osho - Yaraticilik

Psikologlar buna üç saniye diyor. Eğer birine üç saniye boyunca bakarsan sorun olmaz; buna dayanılır. Bundan fazla olduğu zaman, bakmıyorsun: Karşındakini s ü z ü y o r , onu rahatsız etmeye başl ıyorsun; onun alanına g i r i y o r s u n . Ancak bir insanı dinlemenin s ı n ı r ı yoktur çünkü kulaklar başkasının alanına giremez. Onlar sadece olduğu yerde kal ır.

Gözlerin dinlenmeye ihtiyacı vardır. Farkında mısın? Geceleri gözler dinlenmeye ihtiyaç duyar, kulakların dinlenmeye ihtiyacı yoktur. Onlar günde y i r m i dört saat, yılda üç yüz altmış beş gün açıktır. Gözler aslında birkaç dakika bile açık kalamaz. S ü r e k l i göz k ı r p a r s ı n , s ü r e k l i y o r u l u r s u n . Saldırganl ık yorar, çünkü saldırganlık enerj ini a l ı r ; o yüzden gözlerini dinlendirmek için s ü r e k l i kırpman gerekir. Kulaklar her zaman dingindir.

O yüzden birçok dinde dua öncesinde m ü z i k dinlenir. Çünkü m ü z i k kulaklar ını daha canlı, daha hassas kı lar. İnsanın daha fazla kulak ve daha az göz olması gerekir.

"Denizin dalgalarını dinle" dedi Zen ustası . Sadece dinle. Yapacak başka bir şey yok. Nedeni hakkında hiçbir f i k i r sahibi olmadan dinle. Herhangi bir yorum yapmadan, herhangi bir aktiviteye girişmeden dinle. Ve sonra, "O dalgalar olduğunu hayal et!"

"Önce dinle, dalgalarla aynı frekansa geç. A r t ı k tamamen s e s s i z ve duyarlı olduğunu hissett iğin zaman, o dalgalar olduğunu hayal et. İkinci adım bu. İ l k i , saldırgan olma; duyarlı ol. Duyarlı olduğun zaman ise o dalgaların içinde er i . O dalgalar olduğunu hayal et."

Usta ona kendi egosunu unutması için bir araç vermektedir. İ l k adım duyar l ı l ık t ı r . Çünkü edilgenlikte ego varolamaz ancak bir çatışma durumunda varolabilir. Duyarl ı olduğun zaman hayal gücün birden inanılmaz güçlü olur.

Edilgen insanlar, duyarlı insanlar hayal gücü y ü k s e k insanlardır. Ağaçların yeşi l l iğ in i görebilen insanlar, kendi açılarından hiçbir saldırganlık sergilemeden, en ufak bir saldırganlık sergilemeden ağaçların yeşi l l iğ in i içebilen insanlar, o güzelliği bir sünger gibi emebilen insanlar çok yaratıcı olur, hayal güçleri çok y ü k s e k olur. Bunlar şa i r lerd i r , ressamlardır, dansçılardır, müzisyenlerdir . Onlar derin bir duyar l ı l ık içinde evreni emiyor ve sonra bu emdiklerini hayal güçlerine döküyorlar. Hayal gücü, Tanrı 'ya en çok yaklaştığın an olmalı. T a n r ı ' n ı n müthiş bir hayal gücü olmalı, öyle değil mi? Şu dünyaya bir baksana! B i r düşün! Ne kadar hayal gücü y ü k s e k bir yaratıcı; bu kadar çok çiçek, bu kadar çok kelebek, bu kadar çok ağaç, bu kadar çok nehir ve bu kadar çok insan. Onun hayal gücünü bir düşün! Bu kadar çok y ı ld ız , bu kadar çok dünya. Dünyaların ötesinde dünyalar, hiç bitmeyen. Muhteşem bir hayal gücü.

Doğu'da Hindular, dünyanın Tanr ı 'n ın r ü y a s ı , hayal gücü olduğunu söyler. Dünya aslında onun hayal gücüdür. O rüya görüyor ve sen o rüyanın bir parçasısın.

Zen ustası O-Nami'ye "O dalgalar olduğunu hayal et" dediği zaman şunu söylüyordu: "O zaman yaratıcı o l u r s u n . Önce duyarlı o lursun ve sonra yaratıcı o l u r s u n . Ve egonu tamamen bıraktığın zaman o kadar esnek o lursun k i , hayal ettiğin her şey gerçekleşir. O zaman hayal gücün, senin gerçekliğin olur."

Bir güreşçi olduğunu unut ve önüne çıkan her şeyi yıkan o dev dalgalar ol."

O-Nami tapınakta kaldı. Sadece dalgaaarı düşünmeye çalıştı.

Elbette, en başta çok zorlandı. Aklında birçok düşünce vardı. Bu doğal bir şey. Ama o devam etti. Çok sabır l ı bir adam olmalı. Sonra zamanla sadece daggaları düşünmeye başladı. Sonra bir an geldi... Eğer ısrarcı o lursan, s ü r e k l i peşinden gidersen, birçok yaşam boyu arzuladığın o an gelecektir. Ancak sabırl ı olmak gerekir.

Sonra zamanla sadece dalgaaarı düşünmeye başladı. Gece ilerledikçe dalgaaar giderek büyüdü.

Ş i m d i , bu giderek büyüyenler gerçek okyanus dalgaları değil. A r t ı k hayalindeki dalgalarla gerçek dalgalar arasında bir fark kalmamıştı. Aradaki fark kayboldu. A r t ı k neyin ne olduğunu bilmiyor. Neyin rüya, neyin gerçek olduğunu bilmiyor. T e k r a r küçük bir çocuğa dönüşmüş durumda. Sadece bir çocukta bu yetenek vardır.

Sabahleyin bir çocuğun, rüyasında gördüğü bir oyuncağı ağlayarak tekrar istediğini görebi l i rs in. "Oyuncağım nerede?" diye ağlar. Sen onun sadece bir rüya olduğunu söy lers in ama o yine de "Peki şimdi nerede?" diye sorar. Rüya ile uyanık l ık arasında bir fark görmez. O bir ayr ım bilmez. Gerçeği tek olarak bi l ir.

23 -> 63

Page 24: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Çok duyarlı olduğun zaman, çocuk gibi o l u r s u n .

Şimdi s ı ra dalgalarda:

Gece ilerledikçe içindeki o dalgaaar giderek büyüdü. Buda heykeli önünde duran vazolardaki çiçekleri sürükledi, vazoları sürükledi. Bu da yetmedi... Hatta bronz Buda heykelini bile sürükledi.

Bu çok güzel! B i r Budist ' in Buda heykelini s ü r ü k l e n i r k e n hayal edebilmesi çok zordur. Eğer dinine çok bağlı olsaydı, o noktada hayal gücünden anında s ı y r ı l ı r d ı . O zaman "Bu kadar yeter! Buda sürük len iyor . Ben ne yapıyorum? Hayır, art ık dalga olmayacağım." diyebil irdi. Buda'nın ayaklarının ucunda dururdu. Buda'nın ayak ucuna değer ama daha i leri gidemezdi. Ama unutma: B i r gün, yolunda sana çok yardımcı olmuş o ayakların bile gitmesi gerekiyor. Buda'ların da sürüklenmesi gerekiyor çünkü eğer sen kapıya yapış ı rsan, o kapı da bir engele dönüşür.

Dalgalar giderek büyüdü. Buda heykeli önünde duran vazolardaki çiçekleri sürükledi, vazoları sürükledi. Hatta bronz Buda heykeli bile sürüklendi. Sabah olduğunda, tapınak dalgaaar üzerinde yüzüyordu...

Böyle bir şey gerçekte olmadı, O-Nami'ye oldu. Unutma: O sırada sen tapınakta olsaydın, dalgaların tapınağa dolmasını falan görmezdin, bu sadece O-Nami'ye oldu. Bu tamamen onun varl ığının farkl ı bir boyutunda yaşanıyordu. Ş i i r , hayal gücü, rüya boyutunda; sezgise l , duyarl ı , çocuksu ve masum boyutuyla. O, yaratıcıl ığının kapısını açmıştı. Dalgaları dinleyerek, duyarlı olarak, yaratıcı o lmuştu. Hayal gücü bin bir taç yapraklı ni lüfer gibi çiçek açmıştı.

Sabah olduğunda, tapınak dalgalar üzerinde yüzüyordu ve O-Nami yüzünde hafif bir tebessümle oturuyordu.

B i r Buda olmuştu! B i r gün Bodhi ağacı altında Buda'nın yüzünde beliren hafif tebessümün aynısı O-Nami'nin yüzünde o luşmuştu. A r t ı k o yoktu. İş te o tebessüm buydu, eve dönmüş olmanın tebessümü. B i r i n i n gelmiş olduğunun tebessümü, insanın ölüp de yeniden doğduğu anki tebessüm.

O-Nami yüzünde hafif bir tebessümle oturuyordu.

O gün hak önündeki bir güreş müsabakasına katıldı ve tüm maçlarını kazandı. O günden sonra Japonya'daki hiçbir güreşçi onu yenemedi.

Çünkü art ık enerji onun değil. O art ık O-Nami değil. O art ık dalgalar değil, okyanusun kendisi. B i r okyanusu nasıl yenebi l i rs in? Ancak dalgaları yenebi l i rs in.

Egonu bıraktıktan sonra, bütün yeni lg i ler i , bütün başar ıs ız l ık lar ı , bütün hüsranları bırakmış o l u r s u n . Egonu taşıdığın sürece başarısız olmaya mahkumsun. Egonu taşıdığın sürece zayıf kalacaksın. Egonu bırak ve sonsuz kudret üzerinden akmaya başlasın. Egonu bıraktığın zaman bir nehre dönüşürsün. Akmaya başlarsın, erimeye başlarsın, okyanusa doğru akarsın. Canlanırsın.

T ü m yaşam bütüne aitt ir. Eğer tek başına yaşamaya çal ışıyorsan, sadece aptallık ediyorsun. T ı p k ı bir ağacın üzerindeki yaprağın tek başına yaşamaya çalışması gibi. Sadece bu kadar da değil, aynı zamanda ağaçla kavga ediyor; diğer yapraklarla kavga ediyor, köklerle kavga ediyor, hepsinin kendine düşman olduğunu düşünüyor. B i z l e r sadece yüce bir ağaç üzerindeki yapraklarız. Ona ister T a n r ı de, bütünlük de, ne istersen de, ama bizler sonsuz hayat ağacının üzerindeki küçük yapraklarız. Kavga etmeye gerek yok. Eve dönmenin tek yolu tes l im olmak.

| [ _

2 . M Ü K E M M E L İ Y E T Ç İ L İ K

Çok güzel bir hikâye duydum:

B i r zamanlar muhteşem bir heykelt ıraş, ressam, yani müth iş bir sanatçı varmış. Sanatı o kadar mükemmelmiş k i , bir insanın heykelini yaptığı zaman onu gerçek insandan ayırmak çok zor o luyormuş: O kadar canlı, o kadar hayat dolu heykeller yapıyormuş.

B i r astrolog ona ölümünün yaklaşt ığını , kısa bir süre sonra öleceğini söylemiş. Tabi i , bu durum onu

24 -> 63

Page 25: Osho - Yaraticilik

çok k o r k u t m u ş ve o da her insan gibi ölümden kurtu lmak is temiş. Bu konuda uzun süre düşünmüş ve bir çözüm bulmuş. Kendi heykelinden tam on bir adet yapmış ve ölüm kapısını çalıp Azrai l içeri girdiği zaman, on bir heykeli arasında durmuş ve nefesini tu tmuş.

Azrai l çok ş a ş ı r m ı ş , gözlerine inanamamış. Böyle bir şey i lk kez başına gel iyormuş. T a n r ı hiçbir zaman iki insanı aynı yaratmazdı, her zaman bir e ş s i z l i k bulunurdu, T a n r ı hiçbir zaman üret im hattı gibi çalışmazdı. O sadece özgün çalışır, araya kopya kağıdı koymazdı. Ne olmuştu? On iki k iş i birbir in in tamamen aynısı olabilir miydi? Şimdi kimi götürecekti? Sadece bir tanesini alabilirdi.

Azrai l bir karar veremedi. Ş a ş k ı n , endişeli ve gergin bir şekilde döndü ve Tanrı 'ya sordu: " T a n r ı m , ne yaptın? T a m on iki tane birbir in in t ıpk ıs ı insan var ve benim sadece birini getirmem gerekiyor. Nasıl seçim yapacağım?"

T a n r ı güldü. Azrai l ' i yanına çağırdı ve kulağına gizl i f o r m ü l ü , gerçeği, gerçek olmayanla ayırt etmenin yolunu fısıldadı. T a n r ı , ona gizl i ş i f rey i verdi ve "Sanatçının kendini heykelleri arasında

sakladığı odaya git ve orada bunu söyle!" dedi.

Azrai l sordu: "Peki nasıl işe yarayacak?"

"Endişe etme. Git ve bunu dene!" diye yanıtladı T a n r ı .

A z r a i l , işe yarayacağından emin olamadan gitt i. Sonuçta T a n r ı yap diyorsa yapacaktı. Odaya girdi,

etrafa baktı ve ortaya seslendi: "Bayım, tek bir şey dışında hepsi mükemmel. Çok başarılı bir iş ç ıkarmışs ın ız ama bir noktayı kaçırmışs ın ız . B i r tane hata var." Adam saklandığını tamamen unutmuş, ortaya çıkmış ve "Ne hatası?" demiş.

Azrai l gülmüş. "Yakalandın! T e k hatan buydu: Sen kendini unutamazsın. Haydi, beni iz le!"

Normalde, sanatçılar dünyanın en egoist insanlarıdır. Ama o zaman gerçek bir sanatçı değildir. Sanatı kendi egosunu tatmin için bir araç olarak kul lanmışt ı r . Sanatçılar çok egoisttir. S ü r e k l i kendilerini över ve birbir ler iy le kavga ederler. Hepsi kendisinin gelmiş geçmiş en büyük sanatçı olduğunu düşünür. Ama bu gerçek sanat değildir.

Gerçek sanatçı sanatı içinde tamamen yokolur. Bu diğer insanlar sadece birer teknisyendir; ben onlara sanatçı değil teknisyen diyeceğim. Ben onlara yaratıcı değil, sadece oluşturucu diyebi l ir im. Evet, bir ş i i r o luşturmak bir şeydir, bir ş i i r yaratmak ise oldukça başka bir şey. Ş i i r o luşturmak için insanın di l , gramer ve ş i i r kural lar ını bilmesi gerekir. Kelimelerle oynanan bir oyundur. Eğer oyunu iyi bi l iyorsan ş i i r yazabi l i rs in. Pek ş i i r s e l olmaz ama ş i i r gibi görünür. T e k n i k olarak mükemmel olabilir ama sadece bir gövdesi o lur, ruhu e k s i k kal ır.

Ruh ancak sanatçı sanatı içinde kaybolduğu zaman ortaya çıkar, art ık ondan ayrı değildir. Ressam öyle bir hiçlik içinde res im yapar k i , resmi kendi yapmadığı için altına imza atarken bile suçluluk duyar. Yarattığı şeyi bilinmeyen bir güç onun üzerinden yapmıştır. Ruhunun tes l im alındığını bi l ir. Çağlar boyunca gerçek sanatçıların yaşamış olduğu deneyim budur: Ruhunun ele geçirildiği duygusu. Sanatçı ne kadar büyükse, bu duyguyu o kadar yoğun yaşar.

Ve en büyük sanatçılar, Mozart, Beethoven, Kalidas, Rabindranath Tagore gibi en büyük sanatçılar, kendilerinin içi boş birer bambu olduğundan ve varoluşun onların üzerinden bir şeyler yarattığından en ufak bir k u ş k u duymaz. Onlar sadece bir f lüt oldu ama şark ı onlara ait değil. Onların üzerinden akmışt ı r ama bilinmeyen bir kaynaktan gelir. Onlar sadece engel çıkarmamıştır. T e k yaptıkları budur. Ama onlar yaratmamıştır.

İ k i l e m budur. Gerçek yaratıcı, kendisinin hiçbir şey yaratmadığını, varoluşun onun üzerinden çal ışmış olduğunu bi l ir. Varoluş onu, e l ler in i , varl ığını ele geçirmiş ve onun üzerinden bir şey yaratmışt ı r . O sadece bir araç olmuştur. Gerçek sanat budur. Sanatçının yok olduğu eserdir. O zaman ortada ego sorunu kalmaz. O zaman sanat bir din olur. O zaman sanatçı bir m i s t i k olur. Sadece teknik olarak yetkin değil, varoluşsal olarak da özgün.

Sanatçı iş in in içinde ne kadar az o lursa, sanatı o kadar mükemmel olur. Sanatçı tamamen yok olduğu zaman ise, yaratıcıl ık tam mükemmelliğe ulaşır. Bu t e r s orantıyı sakın unutma. Sanatçı ne kadar çok çalışmasının içindeyse, çalışması o kadar az mükemmel olacaktır. Eğer sanatçı çalışmasının çok fazla içindeyse, o zaman çalışması rahatsız edici o lur, s i n i r bozar. Sadece ego olur. Başka ne olabilir ki?

Ego bir hastal ıkt ır. B i r şeyi daha hatırlaman gerekir: Ego her zaman mükemmel olmak ister. Ego her

25 -> 63

Page 26: Osho - Yaraticilik

zaman başkalarından daha y ü k s e k ve iyi olmak i s t e r ; yani mükemmeliyetçidir. Ancak, ego üzerinden mükemmelliğe ulaşmak asla mümkün olmadığı için çaba harcamak bile saçmadır. Mükemmell ik ancak ortada ego yokken mümkündür. Ego olmayınca insan zaten mükemmelliği düşünmez. O yüzden gerçek sanatçı asla mükemmelliği düşünmez. Mükemmelliğin ne olduğu hakkında f i k r i yoktur. O sadece kendini tes l im eder, iyice bırakır ve ne olacaksa olmasına iz in ver i r . Gerçek sanatçı, bütünleşmeyi düşünür, ama mükemmelliği aklına getirmez. O, sanatının tamamen içinde olmak i s t e r ; hepsi bu. Dans ettiği zaman, dansının içinde kaybolmak ister. Orada olmak istemez. Çünkü dansçının var l ığ ı , dansta pürüz yaratacaktır. O asalet, o akışkanl ık bozulacaktır. Dansçı orada olmadığı zaman, bütün kayalar kaybolur, s e s s i z bir akış yaşanır.

Ş u r a s ı kesindir ki gerçek sanatçı bütünleşmeyi düşünür: Nasıl bütün olacak? Ama asla mükemmelliği düşünmez. Ve sonuçta, bütün olanların güzelliği mükemmeldir. Mükemmelliği düşünenler asla mükemmel, asla bütün olamaz. T a m aksine, mükemmelliği ne kadar çok düşünür lerse, o kadar nevrotik olurlar. Onların idealleri vardır. S ü r e k l i k ıyaslarlar ve s ü r e k l i kısa kal ır lar.

Eğer bir idealin varsa, o ideal gerçekleştirilmeden kendini mükemmel olarak göremezsin ve o zaman sanatınla bütünleşemezsin. Örneğin, eğer N i j i n s k y gibi bir dansçı olmayı düşünüyorsan, o zaman dansınla nasıl bütün olacaksın? S ü r e k l i bakıyor, kendini i z l i y o r , gelişt irmeye çalışıyor, hata yapmaktan k o r k u y o r s u n . Bölünmüş durumdasın. B i r parçan dans ediyor, bir diğer parçan yargı l ıyor, seni dışardan iz leyip; yargı l ıyor, e leşt i r iyor. Bölünmüş durumdasın. İk iye a y r ı l m ı ş s ı n . N i j i n s k y mükemmeldi, çünkü o bir bütündü. Dansı sırasında insanlar onun sıçrayışlarına inanamazdı. B i l i m adamları bile inanamazdı. Öyle bir sıçrardı k i , sanki yerçekimi yasasına karşı gelirdi. T e k r a r yere inerken bir tüy gibi hafifçe inerdi. Bu da yerçekimi yasalarına aykır ıydı .

S ü r e k l i bu konuda soru soruldu. İnsanlar konuştukça, bu olay z ihnine kazınmaya başladı. Ama bu sefer de giderek kayboldu. Hayatında bir an geldi ve tamamen yok oldu. Bunun tek nedeni art ık bilinçli olarak yapmaya çalışmasıydı. Bütünlüğünü kaybetmişti.

Sonra anladı. Neden kaybolduğunu anladı. Gerçek N i j i n s k y ' n i n dansı içinde, tamamen kaybolduğu

anlar olurdu. O tam gevşeme içinde, insan farkl ı bir dünyada, farkl ı yasalara göre işlemeye başlar.

Sana bil im adamlarının er ya da geç keşfedeceği bir yasadan söz edeyim. Ben buna, asalet yasası

diyorum. Üç yüz y ı l önce bilinmeyen yerçekimi yasası gibi bir şey. Bil inmeden önce bile işlemekte olan bir şey. B i r yasanın işlemesi için bil inmesi gerekmez. Yasa her zaman i ş l e m i ş t i r ; Newton ve ağaçtan düşen elma ile hiçbir i lgisi yok. Elma Newton'dan önce de düşerdi. Newton keşfettikten sonra elmalar düşmeye başlamadı. Yasa oradaydı. Newton sadece onu fark etti. T ı p k ı bunun gibi bir başka yasa daha var: Asalet yasası. Bu yasa y ü k s e l t i r . Yerçekimi yasası her şeyi aşağı çekerken, asalet yasası yukar ı doğru kaldır ır . Yogada buna devitasyon denir. B e l i r l i bir yok olma halinde; belirl i bir sarhoş olma halinde; kutsal ile sarhoş olunca; belirl i bir tam tesl imiyet halinde; egosuzluk içinde bu yasa işlemeye başlar. İnsan hafifler. A ğ ı r l ı k s ı z olur.

N i j i n s k y ' n i n olayında olan da buydu. Ama "sen" bunu yaptıramazsın. Çünkü eğer "sen" oradaysan, bu gerçekleşmez.

Ego, boynuna bağlanmış bir kaya gibidir. Ego yokken, ağ ı r l ıks ız o l u r s u n . Bunu bazen kendi hayatında hissetmedin mi? Bazı anlarda içinin hafiflediğini h isseders in. Yürürken sanki ayakların yere basmaz. Sanki havada y ü r ü r s ü n . Keyif anlarında, dua anlarında, meditasyon anlarında, kutlama anlarında, sevgi anlarında. A ğ ı r l ı k s ı z o l u r s u n , haf i f lersin.

Ben sana er ya da geç bil imin bunu keşfedeceğini söylüyorum. Çünkü bi l im, belirl i bir prensibe inanır: Karş ı kutuplar prensibi. Hiçbir yasa yalnız olamaz. Mutlaka karş ı t ı olmalıdır. E l e k t r i k tek bir kutupta işleyemez. Pozit i f ve negatif ik i kutup gerekir. Onlar birbir ini tamamlar.

B i l i m , her yasanın onu tamamlayacak bir karş ı t ı olduğunu bi l ir. Yerçekimi kuvvetinin de onu tamamlayacak bir karş ı t yasaya sahip olması gerekir. O yasaya ben "asalet" diyorum. Gelecekte başka bir is imle anı l ı r . Çünkü eğer bil im adamları onu keşfederse, ona asalet adını vermezler. Ama bu, bana en mükemmel i s i m m i ş gibi geliyor.

3 . A K I L

26 -> 63

Page 27: Osho - Yaraticilik

Çağdaş z i h i n , kendi içinde çel işki l i bir ter imdir. Z i h i n asla çağdaş olamaz, o her zaman eskidir. Z i h i n geçmişten başka hiçbir şey değildir. Z i h i n hafıza demektir. O yüzden çağdaş z i h i n olamaz. Çağdaş olmak için z i h i n s i z olmak gerekir.

Eğer anını yaşıyorsan, o zaman çağdaşsın. Peki o zaman z i h n i n i n yok olduğunu görmüyor musun? Hiçbir düşünce hareket etmez, hiçbir arzu yükselmez. Sen geçmişten kopmuşsundur. Ve gelecekle de bağın kalmamıştır.

Z i h i n asla özgün olamaz. Hiçbir z i h i n özgün, taze ve genç değildir. Z i h i n her zaman e s k i , çürümüş ve bayattır.

Ama bu kelimeler kul lanı l ıyor, tamamen farkl ı anlamlarda kul lanı l ıyor. Hatta anlamlı olmaları sağlanıyor. 1 9 . Yüzyı ldaki z i h i n farkl ı bir z ih indi . Onların sorduklar ı sorular ı sen s o r m u y o r s u n . 18. Yüzyılda çok önemli olan sorular şimdi çok aptalca geliyor. " B i r iğnenin ucunda kaç tane melek dans edebilir?" Ortaçağ'ın en önemli teoloj ik sorularından biri buydu. Şimdi bunun önemli bir soru olduğunu düşünecek kadar aptal birini bulabilir misin? Bu soru büyük din bilginleri arasında tar t ış ı l ı yordu, sıradan insanlar tarafından değil. B ü y ü k profesörler bu konuda tezler yazıyor, konferanslar düzenliyorlardı. Kaç tane melek? Kimin umurunda? Bu tamamen i lg is iz bir şey.

Buda'nın döneminin büyük s o r u s u , "Dünya'yı k im yarattı?" o lmuştu. Yüzy ı l lar boyunca devam etti. A r t ı k çok daha az k i ş i dünyayı k imin yarattığı ile i lgi leniyor. Evet, böyle eski kafalı insanlar var ama bu tip sorular bana nadiren soruluyor. Buda ise, bu soruyla her gün karşı laşıyordu. B i r i n i n bu soruyu sormadığı tek bir gün bile geçmemiş olmalı. Dünyayı k im yarattı? Buda, tekrar tekrar, dünyanın her zaman olduğunu, k imsenin onu yaratmadığını söy lemişt i . Bu insanlar tatmin olmuyordu. Şimdi k imsenin umurunda değil. Çok nadiren bana dünyayı k im yarattı s o r u s u s o r u l u r . Bu anlamda z i h i n , zamanla bir l ikte değişiyor. Bu anlamda, çağdaş z i h i n denilen bir olgu var.

Kocadan eşine: "Bu akşam dışarı çıkmıyoruz dedim ve bu yarı f inal!" Şimdi bu, çağdaş bir z i h i n . Geçmişte hiçbir koca böyle bir şey söylemezdi. Her zaman son söz kendine ait o lurdu; final olurdu.

İ k i y ü k s e k s ı n ı f İngi l iz bayan, Londra'da al ış v e r i ş yaparken tesadüfen k a r ş ı l a ş m ı ş . B i r i diğerinin

hamile olduğunu görüp s o r m u ş . Aman ş e k e r i m , bu ne s ü r p r i z !

Anlaşılan son görüştüğümüzden beri ev lenmişsin." '

Hamile olan yanıt lamış: "Evet. Harika bir adam. Gurka Bölüğünde subay."

S o r u y u soran dehşete düşmüş: " B i r Gurka mı? Onların hepsi siyah değil mi?"

"Hayır" diye yanıt lamış. "Sadece privates." (Ç.N.: privates, İngilizce'de hem rütbesiz asker, hem de mahrem bölge anlamına gel ir.)

"Hayatım ne kadar çağdaşsın!"

Bu anlamda bir çağdaş zihinden söz edilebilir. Aksi halde, çağdaş z i h i n denen bir şey yoktur. Modalar gelip geçer. Eğer modayı düşünürsen, o zaman değişimler vardır. Ama temelde z i h i n geçmişe aitt ir. Z i h i n yaşl ıdır. Modern z i h i n diye bir şey olamaz. En modern z i h i n bile hala geçmişe aitt ir.

Gerçekten yaşayan insan ise, anını yaşayan insandır. Geçmişte yaşamaz, gelecek için yaşamaz. Sadece içinde bulunduğu anı yaşa. Her şey o andır. O kendiliğindendir; bu kendiliğindenlik z i h i n s i z l i ğ i n güzel kokusudur. Z i h i n tekrar edicidir. S ü r e k l i bir döngü içinde yaşar. Z i h i n bir mekanizmadır. Onu bilgiyle beslers in; aynı bilgiyi tekrar eder. Aynı bilgiyi tekrar tekrar çiğnemeye devam eder.

Z i h i n s i z l i k net l ik t i r , s a f l ı k t ı r , masumiyett ir. Z i h i n s i z l i k , gerçek yaşamın yoludur. Bi lmenin ve olmanın gerçek halidir.

A k ı l , sahte ve ü r e t i l m i ş olan bir şeydir. Zekanın yerine geçer. Zeka tamamen farkl ı bir olgudur. O, gerçektir.

Zeka, olağanüstü bir cesaret, maceraperest bir yaşam gerekt i r i r . Her zaman bilinmeyene, daha önce gidilmemiş denizlere yelken açmaya ihtiyaç duyar. O zaman zeka büyür, k e s k i n l e ş i r . Her an bilinmeyenle karşılaştıkça büyüyebilir. İnsanlar bilinmeyenden korkar. Bi l inmeyen yüzünden kendini güvensiz hisseder, haşır neşir olduklarının ötesine gitmek istemezler. O yüzden zekanın yerine geçecek, sahte, plastik bir kavram üretmişlerdir . Buna akıl derler.

27 -> 63

Page 28: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Akı l sadece z ih inse l bir oyundur. Yaratıcı olamaz.

Üniversi telere gidip, oralarda ne tür yaratıcı iş ler yapıldığını görebi l i rs in. Binlerce tez yaz ı l ıyor: Doktoralar, felsefe t e z l e r i , edebiyat tez ler i . İnsanlara birçok unvanlar v e r i l i r . K imse bu doktora tezlerine ne olduğunu bilememiştir. Kütüphanelerde birer çöp yığınına dönüşürler. Onları k imse okumaz, k imse onlardan ilham almaz. Evet, birkaç k iş i okur. Onlar da başka bir tez yazacak olan aynı t ü r insanlardır. Doktora tezi yazacak olanlar tabii ki okur.

Ancak senin ünivers i te ler in, Shakespeare'ler, Milton'lar, Dostoyevski ' ler, Tolstoy' lar, Rabindranath'lar, Halil Gibran'lar yaratmıyor. Senin ünivers i te ler in, sadece çöplük yaratıyor; işe yaramaz şeyler. Üniversitelerde yaşanan entelektüel aktivite budur.

Zekayı bir Picasso yaratır, bir Van Gogh, bir Mozart, bir Beethoven yaratır. Zeka, tamamen farkl ı bir boyuttur. Onun kafayla hiçbir i lgisi yoktur. Kalple i lgi l idir. Akı l baştadır. Zeka ise, kalbin uyanık olma durumudur. Kalbin uyanıkken, kalbin derin bir minnet içinde dans ederken, kalbin varoluşla uyum içindeyken, bu uyumdan yaratıcıl ık ortaya çıkar.

Entelektüel yaratıcıl ık diye bir şey söz konusu olamaz. Sadece çöp üret ir . Üreticidir, çok şey ortaya koyar, ama yaratamaz. Üretmekle yaratmak arasındaki fark nedir? Ü r e t i m , mekanik bir aktivitedir, bilgisayarlar yapabilir. Zaten yapıyorlar. Hem de herhangi bir insandan çok daha ver iml i bir şekilde yapar. Zeka yarat ır ; üretmez. Ü r e t i m , tekrar edilen bir egzersizdir. Daha önce yapı lmış bir şeyi tekrar tekrar yaparsın. Yaratıcıl ık, yeni bir şey var etmek, bilinmeyenin bilinene s ı z m a s ı n ı sağlamak, gökyüzünün yere inmesini sağlamaktır.

B i r Beethoven, Michelangelo ya da Kalidas'da, gökyüzü açılır ve bilinmeyenden çiçekler yağmaya başlar. Sana Buda, İ s a , K r i s h n a , Mahavira, Z e r d ü ş t ya da Muhammed hakkında özel l ik le bir şey söylemiyorum. Çünkü onların yarattığı şey o kadar ince k i , onu elinde tutabilmen mümkün değil. Michelangelo'nun yarattığı şey kabadır. Van Gogh'un yarattığı şeyler gözle görülür. Buda'nın yarattığı şey ise tamamen görünmezdir. Anlamak için tamamen farkl ı bir algı t ü r ü gerekir. Buda'yı anlamak için zeki olman gerekir. Buda'nın yarattığı şey, büyük bir zeka gerektirdiği için değil. Ama o kadar mükemmel, o kadar üstün k i , onu anlamak için bile zeki olman gerekir. Akı l anlamak konusunda dahi hiçbir işe yaramaz.

Sadece iki t ü r insan yaratır: Ş a i r l e r ve mist ik ler . Ş a i r l e r , kaba bir dünyada yaratır. Mist ik ler ise, ince bir dünyada. Ş a i r l e r dış dünyayı yaratır. B i r r e s i m , bir ş i i r , bir ş a r k ı , m ü z i k ya da dans. Mist ik ise iç dünyada yaratır. Ş a i r i n yaratıcılığı nesneldir, mist iğin yaratıcılığı ise özneldir. Tamamen içe dayanır. Önce şair i anlaman gerekir. Ancak ondan sonra, bir gün mistiği anlamayı başarır ya da en azından anlamayı umarsın. Mist ik, yaratıcılığın en y ü k s e k çiçeğidir. Ama sen, mistiğin yaptığı herhangi bir şeyi görmeyebi l irs in.

Buda, hayatında tek bir r e s i m bile yapmadı. El ine hiç fırça almadı, tek bir ş i i r bile yazmadı. Ne şark ı söyledi, ne de onu dans ederken gören oldu. Eğer onu iz leseydin, sadece sessizce oturduğunu görürdün. T ü m varlığı s e s s i z l i k t i . Evet, onu çevreleyen bir zarafet vardı. S o n s u z güzel l ik, e ş s i z güzel l ik asaleti. Ancak onu hissedebilmek için, çok duyarlı olman gerekir. Tartışmacı değil, çok açık olman gerekir. Buda ile izleyici olamazsın, katılmak zorundasın. Çünkü bu, katı l ınması gereken bir gizemdir. Ancak o zaman ne yarattığını görürsün. O, bilinç yaratıyor. Bi l inç ise, ifadenin en saf, mümkün olan en y ü k s e k formudur.

B i r ş a r k ı , güzeldir. B i r dans, güzeldir. Çünkü, içinde kutsal olan bir şeyler vardır. Ama Buda'da, Tanr ı 'n ın tamamı bulunur. O yüzden Buda'ya, Bhagwan dedik. O yüzden Mahavira'ya, Bhagwan dedik. Onlarda Tanr ı 'n ın tamamı bulunur.

Entelektüel aktivite seni belirl i konularda uzman yapabilir. Etk in ve faydalı o l u r s u n . Ancak ak ı l , karanlıkta el yordamıyla dolaşmaktır. Gözleri y o k t u r ; çünkü meditasyona açık değildir. Akı l ödünç a l ınmışt ı r , kendine ait bir kavrayışı yoktur.

Konu sev işmekt i . Ar thur televizyondaki bir yarışma programında, haftalarca bütün sorular ı doğru bi lmişt i . Ve şimdi yüz bin dolarl ık büyük ödül için yarışacaktı. Bu tek soru için, bir uzman çağırma hakkına sahipti. Ar thur doğal olarak, dünyaca ünlü F r a n s ı z seksoloj i profesörünü seçti.

B ü y ü k ödül s o r u s u şuydu: "Asur İmparatorluğu'nun i lk elli yıl ında kral olsaydınız, gerdek gecenizde eş in iz in vücudunun hangi üç bölümünü öpmeniz beklenirdi?"

İ l k iki yanıt hemen geldi. Ar thur, "dudakları ve boynu" diye yanıtladı.

S o r u n u n üçüncü yanıtı için aklına bir şey gelmeyince, Ar thur çaresiz l ik içinde uzmana döndü.

28 -> 63

Page 29: Osho - Yaraticilik

F r a n s ı z , kol lar ını iki yana açıp, homurdandı. "Alors, mon ami" bana sorma, ben şimdiden iki kez yanı lmış durumdayım.

Uzman olanın, bilgili olanın, entelektüel olanın, kendine ait bir kavrayışı yoktur. O, ödünç bilgiye, geleneğe ve kanıksamalara bağlıdır. Kafasında kütüphaneler taşır . Bu çok ağır bir y ü k t ü r ama kendine ait bir görüşü yoktur. Çok şey b i l i r m i ş gibi görünmesine rağmen, hiçbir şey bilmez.

Çünkü hayat, hiçbir zaman aynı değildir. Asla! S ü r e k l i değişir. Hiçbir anı, bir diğer anına uymaz. Uzman her zaman geride kalır. Yanıtı her zaman yeters izdir . O, çözüm bulamaz; sadece tepki ver i r . Çünkü, anlık yaşamamaktadır. O zaten yargıya u laşmışt ı r . Derlenmiş yanıt larını kafasında taş ır ama hayatta ortaya çıkan sorular her zaman yenidir.

Ayrıca yaşam, mantıkl ı bir olgu değildir ve entelektüeller mantık üzerinden yaşar. O yüzden asla hayata uymaz ve yaşam da ona uymaz. Tabii hayat bir şey kaybetmiş olmaz. Ancak entelektüel kendini kaybetmiş olur. Kendini her zaman bir yabancı gibi hisseder. Hayat onu dışladığı için değil, o hayatın dışında kalmayı seçtiği için. Eğer mantığa çok fazla bağlanırsan, varoluş denilen bu yaşam sürecinin bir parçası olmayı başaramazsın.

Yaşam, mantıktan daha fazlasıdır, bir ik i lemdir, bir gizemdir.

Gannaway ve O'Casey tabancalarla düello yapacaktı. Gannaway oldukça şişmandı. Ve s ı s k a rakibini karşısında görünce it iraz etti. "Olmaz!" diye bağırdı. "Ben ondan iki kat daha cüssel iy im. Onun bana ateş edeceği uzakl ık , benim ateş edeceğim mesafenin iki katı olmalı."

Kes in l ik le mantıkl ı . Ama nasıl yapacaksın ki?

"Sakin ol" diye yanıtladı yardımcısı. "Ben bu iş i hemen çözerim." Cebinden bir tebeşir çıkardı ve ş işman adamın paltosunun üstüne boydan boya iki çizgi çizdi.

S o n r a , O'Casey'e döndü ve bağırdı: "Art ık ateş edebi l irsiniz. Ama unutmayın, çizgilerin dışı sayı lmıyor."

Matematiğe uygun, mantığa uygun. Ama hayat bu kadar mant ık l ı , bu kadar matematiksel değil. Ve insanlar akıl larında, mantığa yaslanarak yaşıyor. Mantık onlara, b i l iyormuş gibi yapma duygusu veriyor. Ama bu sadece büyük bir " m i ş gibi" yapmaktır ve insan bunu tamamen unutmaya meyil l idir. Akı l aracılığıyla yaptığın her şey sadece bir parazittir. Gerçeğin deneyimi değil, mantığına dayalı bir parazitlenmedir. Sonuçta mantığı kendin icat ettin.

Cudahy körkütük sarhoştu ve Az iz Patrick Günü kutlamalarını iz l iyordu. Farkında olmadan yanık sigarasını kaldırıma at ı lmış eski bir döşeğin üstüne düşürdü.

Hemşireler B i r l i ğ i n i n ak saçlı üyeleri y ü r ü y ü ş t e geçerken, içten içe tüten döşekten iğrenç bir koku çıkmaya başladı.

Cudahy havayı birkaç kez kokladı ve yanındaki polise döndü. "Memur bey, bu hemşireleri çok h ız l ı yürütüyorlar."

Akı l bazı yargılara var ır . Ancak sonuçta akıl bil inçsiz bir olgudur. Sanki uykudaymış gibi davranırsın.

Zeka ise uyanık l ık t ı r . Eğer tam uyanık değilsen, vereceğin her karar, bir noktada mutlaka aksi sonuç verecektir, bu kaçınılmazdır. Yanl ış gitmeye mahkumdur; çünkü bil inçsiz bir z ihn in ulaştığı sonuçtan yola çıkar.

Zekayı ortaya çıkarabilmek için daha fazla bilgiye değil, daha fazla meditasyona ihtiyacın vardır. Daha s e s s i z kalmalı, düşüncelerden daha fazla uzaklaşmal ıs ın. Daha az z i h i n , daha fazla kalp olmal ıs ın. Etraf ını sarmalayan s i h i r i n farkında o lmal ıs ın; yaşam adındaki s i h i r i n , T a n r ı olan s i h i r i n , yeşi l ağaçlarda, k ı r m ı z ı çiçeklerde olan s i h i r i n , insanların gözlerinde bulunan s i h i r i n . . . S i h i r her yerde yaşanıyor. Her şey ayrı bir mucizedir. Ama sen aklın yüzünden, kendi içinde kapalı kalıyor, bil inçsiz halinde v a r m ı ş olduğun aptalca yargılara ya da senin kadar bil inçsiz insanların v e r m i ş olduğu yargılara yapış ıyorsun.

Ancak zeka kesin l ik le yaratıcıdır. Çünkü zeka, senin tüm varl ığını harekete geçirir. Sadece bir k ı s m ı n ı , küçük bir k ı s ı m olan kafayı değil. Zeka, tüm varl ığını t i t re t i r . Varl ığının her hücresi, hayatının her lifi dans etmeye başlar ve bütünlük ile ince bir uyuma düşer.

Yaratıcılık işte budur. Bütünle tam uyum içinde nefes almak. Birçok şey kendiliğinden olmaya

29 -> 63

Page 30: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

başlayacak. Kalbinden keyif şark ı lar ı akmaya başlayacak. E l l e r i n nesneleri dönüştürmeye başlayacak. Çamura dokunacaksın ve o bir ni lüfere dönüşecek. O zaman bir simyacı olabileceksin. Ancak bu sadece zekanın büyük uyanışıy la, kalbin büyük uyanışıyla gerçekleşebilir.

4 . İNANÇ

B i r yaratıcı, birçok inanç taşımayacak. Hatta hiç taşımayacak. O sadece kendi deneyimlerini taşıyacak. Deneyimin güzelliği ise her zaman açık olmasıdır. Çünkü, keşfetme duygusu sona ermemiş olur. İnanç ise her zaman kapalıdır, bir noktaya ulaşır. İnanç her zaman tamamlanmıştır. Deneyim asla bitmez, her zaman bitmemiş kal ır. Yaşadığın sürece deneyim nasıl bitecek? Deneyimlerin büyüyor, değişiyor, hareket ediyor. S ü r e k l i bilinenden, bilinmeyene ve bilinmeyenden, bilinemeyene doğru hareket ediyor. Ve unutma; deneyimin güzelliği tamamlanmamış olmasıdır. En güzel şark ı lar ın bazıları bitmemiş şark ı lardır . En güzel kitapların bazıları bitmemiş kitaplardır. En güzel müziklerden bazıları, bitmemiş müzik lerdir . Bi tmemişl iğ in ayrı bir güzelliği vardır.

B i r Zen hikayesi duydum.

B i r kral bahçıvanlığı öğrenmek için bir Zen ustasına gider. Usta üç y ı l boyunca ona öğretir. Kral ın çok güzel ve büyük bir bahçesi vardı, binlerce bahçıvan çalışırdı. Ustası her ne derse, kral gidip bahçesinde uygulardı. Üç y ı l sonra bahçe tamamen hazırdı ve kra l , ustayı bahçesini görmeye davet etti. Kral çok gergindi. Çünkü ustası çok katıydı. "Acaba takdir edecek mi?" B u , bir çeşit sınav olacaktı. Acaba "Evet, beni anlamışsın" diyecek miydi?

Her t ü r l ü t i t i z l i k gösterildi. Bahçe o kadar güzel tamamlanmıştı k i , hiçbir şey e k s i k kalmamıştı. Ancak ondan sonra, kral ustayı bahçesine getirdi. Ama usta en baştan itibaren çok üzgün görünüyordu. Etrafına bakındı ve bahçede dolaşırken giderek ciddileşti. Kral çok k o r k m u ş t u . Onu hiç bu kadar ciddi görmemişti . "Neden bu kadar üzgün görünüyordu; bir sorun mu vardı acaba?"

Usta tekrar tekrar başını sal l ıyor ve içinden olmamış diyordu.

Kral dayanamayıp sordu: " S o r u n nedir, efendim? B i r hata mı var? Çok ciddi ve üzgün görünüyor; başınızı o lumsuz şekilde sa l l ı yorsunuz. S o r u n nedir? Ben bir t e r s l i k görmüyorum. Bana söylediğiniz her şeyi bu bahçede uyguladım."

Usta yanıtladı: "O kadar tamamlanmış k i , ölü gibi olmuş. Hiçbir eksiği yok. O yüzden başımı sal l ıyor ve olmamış diyorum. B i tmemiş kalması gerekir. Ölü yapraklar nerede? K u r u yapraklar nerede? B i r tane bile kuru yaprak yok." Bütün kuru yapraklar toplanmıştı. Ne yollarda, ne de ağaçlarda tek bir kuru yaprak bile yoktu. S a r a r m ı ş yapraklar bile toplanmıştı. "O yapraklar nerede?"

Kral yanıtladı: "Bahçıvanlarıma hepsini toplamalarını söyledim. Mümkün olduğunca mükemmel olsun diye."

Usta yanıtladı: "O yüzden bu kadar yavan, bu kadar insan yapımı görünüyor. Tanr ı 'n ın hiçbir şeyi bitmiş değildir." Usta hızla bahçenin dışına çıktı. Bütün k u r u m u ş yapraklar, öbek öbek toplanmıştı. Birkaç kova k u r u m u ş yaprak getirdi ve onları rüzgara savurdu. Rüzgar onları aldı ve kuru yapraklarla oynamaya başladı. Yolların üstünde hareket eden k u r u m u ş yapraklar. Usta çok mutlu oldu. "Bak, şimdi ne kadar canlı görünüyor." K u r u m u ş yapraklarla bir l ikte bahçeye s e s de gelmişt i . K u r u m u ş yaprakların müziği , k u r u m u ş yapraklarla oynayan rüzgarın s e s i . A r t ı k bahçenin bir f ı s ı l t ı s ı vardı. Aksi halde bir mezar l ık gibi yavan ve ölüydü. O s e s s i z l i k canlı değildi.

Bu hikayeyi çok sever im. Usta, "Yanlış tarafı, tamamen bitmiş olması." dedi.

Geçen gün burada bir kadın vardı. B i r roman yazdığını ve ne yapacağına karar vermediğini anlatıyordu. Öyle bir noktaya gelmişti k i , romanı bit irebi l irdi, ancak uzatmak olanağı da vardı. Henüz tamamlanmış değildi. Ona şöyle dedim: "Onu bitir. Henüz bitmemişken bitir. O zaman o bitmemişliğin içinde bir gizem kalır." Sonra şöyle devam ett im: "Eğer ana karakterin hala bir şey yapmak i s t i y o r s a , bırak bir sannyasin, yani bir arayan olsun. Bunun sonrası senin ötende gel iş ir . O zaman ne yapabilirsin? Kitabı b i t i r i r s i n , ama gelişmeye devam eder."

Hiçbir hikaye, tamamen bittiği zaman güzel olamaz. O zaman ölmüş olur. Deneyim her zaman açıktır. Bu bitmemişl ik anlamına gelir. İnanç her zaman tamdır ve bi tmişt i r . İ l k nitel ik, deneyime

30 -> 63

Page 31: Osho - Yaraticilik

açık olmaktır.

Z i h i n bütün inançların bir araya toplanmasıdır. Açıkl ık, z i h i n s i z l i k demektir. Açıkl ık, z ihn in i bir kenara koyup, hayata yeni bir açıdan, yeni bir gözle bakmaya hazır olman demektir. Z i h i n sana eski gözleri ver i r . E s k i f i k i r l e r i sunar. "Bu çerçeveden bak." der. Ama o zaman da, baktığın şey çarpılır. O zaman bakıyor o lmazsın. Onun üstüne bir f i k i r yans ı tmış o l u r s u n . Gerçek, üzerine projeksiyon yaptığın bir perdeye dönüşür. Z i h i n s i z bak. Hiçl ik, yani Sunyata çerçevesinden bak. Z i h i n s i z baktığın zaman algılaman ver iml i olur. Çünkü ancak o zaman orada olanı görürsün. Gerçek özgür leşt i r i r . Başka her şey z incir yaratır. Sadece gerçek özgür leşt i r i r .

O z i h i n s i z l i k anlarında gerçek, bir ı ş ı k gibi içine sızmaya başlar. Sen bu ış ık tan, bu gerçekten keyif aldıkça, z ihn in i bırakmak için daha bir cesaret sahibi o l u r s u n . Er ya da geç bir gün, baktığın zaman, art ık bir z ihn in olmaz. Herhangi bir şey için bakmıyorsun, sadece bakıyorsun. Bakış ın saft ır. O anda Avalokita, yani saf gözlerle bakan o l u r s u n . B u , Buda'nın isimlerinden bir idir. "Avalokita". O, f i k i r s i z bakar. Sadece bakar.

Yaratıcılığın herhangi bir aktivite ile i lgisi yoktur. Resimle, ş i i r l e , dansla, şarkıy la ya da başka bir şeyle i lgisi yoktur. Her şey yaratıcı olabilir. O niteliği aktiviteye getiren sen o l u r s u n . Aktiv itenin kendisi yaratıcı ya da yaratmasız değildir. Sen yaratıcı olmadan res im yapabil irsin. Yaratıcı olmadan şark ı söyleyebi l i rs in. Yerleri yaratıcı bir şekilde s ü p ü r e b i l i r s i n . Yaratıcı bir şekilde yemek p i ş i r e b i l i r s i n . Yaratıcıl ık, yaptığın aktiviteye senin getirdiğin bir n i te l ikt i r . O bir tavırdır. B i r iç yaklaşımdır. Senin bakışındır.

O yüzden hatırlaman gereken i lk şey, yaratıcılığı herhangi bir şeyle kısıtlamamandır. Yaratıcı olan insandır. Eğer bir adam yaratıcıysa, ne yaparsa yapsın yaratır. Hatta yolda y ü r ü r k e n bile yürüyüşünde bir yaratıcıl ık olur. B i r köşede hiçbir şey yapmadan sessizce otursa bile, o bir şey yapmamak, yaratıcı bir eylem olur. Dünyanın tanıdığı en büyük yaratıcı, Bodhi ağacının altında hiçbir şey yapmadan oturan Buda'dır.

Bunu anladığın zaman, yaratıcı olan ya da olmayanın sen, yani kendin olduğunu anladığın zaman, yaratıcı olmadığın duygusu ortadan kaybolur.

Herkes ressam olamaz. Buna gerek de yok. Eğer herkes ressam olursa, dünya çok çirkin olur. Yaşanması zor bir yer olur. Herkes dansçı olamaz, ve buna gerek de yok. Ama herkes yaratıcı olabilir. Ne yaparsan yap, eğer keyifle yapıyorsan, sevgiyle yapıyorsan, yapmanın tek nedeni maddiyat değilse yaratıcı olur. Eğer o sayede içinde bir şeyler gel iş iyorsa, seni ge l iş t i r iyorsa, o zaman ruhanidir. Yaratıcıdır. Kutsaldır. Daha yaratıcı oldukça, daha kutsa l laş ıyorsun. Dünyadaki bütün dinler, Tanr ı 'n ın yaratıcı olduğunu söyler. Her şeyi o mu yarattı b i lmiyorum, ama bildiğim bir şey var. Sen ne kadar yaratıcı o lursan, o kadar Tanr ısa l o l u r s u n . Yaratıcılığın doruk noktasına ulaştığı zaman, bütün hayatın yaratıcı olduğu zaman, Tanr ı 'n ın içinde yaşars ın. O yüzden, 'O' yaratan olmalı. Çünkü yaratıcı olan insanlar ona daha bir yakın oluyor.

Yaptığın iş i severek yap. Ne olursa o lsun, onu yaparken tam yoğunlaş. Yaptığın şeyin hiçbir önemi yok. O zaman temizl iğin bile yaratıcı olduğunu göreceksin. Öyle bir sevgiyle k i , sanki içinde şark ı lar ve danslar varmış gibi. Eğer yer ler i böyle bir sevgiyle s i l e r s e n , görünmez bir res im yapmış o l u r s u n . O anı o kadar büyük bir coşkuyla yaşarsın k i , içini zengin leşt i r i r . Yaratıcı bir eylemden sonra aynı k iş i olamazsın.

Yaratıcıl ık, ne yaparsan severek yap demektir. Keyif le, şen l ik havasıyla. Belki k imsenin haberi olmaz. Yerleri süpürdüğün için seni k im övecek? Tar ihe not düşülmeyecek. Gazeteler adını ve resmini basmayacak. Ama zaten bunun konuyla i lgisi yok. Sen keyfini çıkardın, değeri sana ait. Gerçek değer budur.

Eğer şöhret peşindeysen, o zaman yaratıcı olduğunu s a n ı r s ı n . Eğer Picasso gibi ünlü olduğun zaman yaratıcı olabileceğini düşünüyorsan, o zaman ıska lars ın. O zaman, aslında hiç yaratıcı o lmazsın. B i r politikacı, h ı r s l ı bir insan o l u r s u n . Eğer şöhret gel irse, ne güzel. Eğer gelmezse, ne güzel. Bu düşüncelerinde yer etmemeli. Önemli olan yaptığın her neyse, onu yaparken keyif alman. O senin aşk i l i ş k i n d i r . Eğer eylemin aşk i l i ş k i n s e , o zaman yaratıcı olur. Aşk ve coşkunun dokunuşu ile küçük şeyler bile yücelir.

Ama eğer yaratıcı olmadığına inanıyorsan, yaratıcı olamazsın. Çünkü inanç sadece bir inanç değildir. Kapıları açar, kapıları kapatır. Eğer yanl ış bir inancın varsa, o inanç kapalı bir kapı olarak etrafında dolaşır ve engel olur. Bütün akış o lası l ık lar ın ı s ü r e k l i engeller. Ener j in in akmasına iz in vermez. Çünkü orada bir, "ben yaratıcı değilim" kapısı vardır.

Bu inanç herkese aşı lanmışt ı r . Çok az insan yaratıcı olarak kabul edil ir: Birkaç ressam, birkaç ş a i r ;

31 -> 63

Page 32: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

milyonda bir k i ş i . Bu saçmalıktır. Her insan doğuştan yaratıcıdır. Çocukları iz lersen görürsün. Bütün çocuklar yaratıcıdır. B i z zamanla onların yaratıcıl ığını yok ederiz. Zamanla yanl ış inançları onlara dikte ederiz. Zamanla onları yoldan çıkart ı r ız . Giderek onları daha maddiyatçı, siyasetçi ve h ı r s l ı yaparız.

H ı r s ı n girdiği yerde yaratıcı l ık yok olur. Çünkü h ı r s l ı bir insan yaratıcı olamaz. H ı r s l ı bir insan, herhangi bir aktiviteyi tek başına sevemez. Resim yaparken i leriye bakar. Ne zaman Nobel ödülü alacağım diye düşünür. Roman yazarken i leriye bakar. Her zaman gelecektedir. Yaratıcı bir insan her zaman o andadır.

Yaratıcılığı yok ediyoruz. Herkes yaratıcı doğar, ama biz insanların yüzde doksan dokuzunun yaratıcıl ığını ö ldürürüz. Sorumluğu topluma atmak hiçbir işe yaramaz. Hayatını kendi ellerine almak zorundasın. Yanl ış koşullanmalardan ar ınmal ıs ın. Yanlışı ve çocuklukta sana z i k r e d i l m i ş olan hipnotik te lk in ler i bırakmal ıs ın. Hepsini bırak ve kendini bütün şartlandırmalardan uzaklaşt ır . Birden yaratıcı olduğunu göreceksin.

Varolmak ve yaratıcı olmak, eş anlamlıdır. Varolup da yaratıcı olmamak imkansızdır . Ama o imkansız şey o lmuştur. Bu çirkin olgu yaşanmaktadır, çünkü bütün yaratıcı kaynakların tıpalanmış, engellenmiş, yok edi lmişt i r . Bütün ener j in , toplumun para getireceğine inandığı bir aktiviteye yönlendir i lmişt i r .

Hayattaki bütün tavr ımız , paraya dayanır. Para ise, insanın ilgilenebileceği en yaratıcı olmayan şeylerden bir idir. Bütün yaklaşımımız güce odaklıdır. Ve güç yaratıcı değil, yıkıcıdır. Para peşindeki bir adam yıkıcı olur. Çünkü paranın çalınması, sömürülmesi gerekir.

Başka insanlardan alındıktan sonra paran olabilir. Güç, sadece birçok insanı ezmek zorunda olmak, onları imha etmek demektir. Ancak o zaman güçlü o l u r s u n . Ancak o zaman güçlü olabi l i rs in. Unutma; bunlar yıkıcı eylemlerdir.

Yaratıcı eylem, dünyanın güzell iğini a r t t ı r ı r . Dünyaya bir şeyler ver i r . Hiçbir şey almaz. Yaratıcı bir insan dünyaya gelince, dünyanın güzell iğini a r t t ı r ı r . Orada bir ş a r k ı , burada bir res im. Dünyayı daha iyi dans e t t i r i r , daha keyi f l i , daha sevgi dolu, daha meditasyonlu yapar. Bu dünyadan ayrıldığı zaman, arkasında daha güzel bir dünya bırakır. Onu kimse tanımayabilir veya birkaç k iş i tanıyabilir. Önemli olan bu değil. Önemli olan onun geride bıraktığı dünyadır k i , bu çok daha güzel ve doyuma ulaşmış bir dünyadır. Onun hayatının kendi özünde bir değeri vardır.

Para, güç, presti j yaratıcı değildir. Sadece bununla kalmaz, aynı zamanda yıkıcıdır lar. Onlara dikkat et. Eğer onların farkında olursan çok kolay bir şekilde yaratıcı o labi l i rs in. Yaratıcılığının sana güç, prest i j , para getireceğini söylemiyorum. Hayır, sana gül bahçesi vaat edemem. Hatta başına dert açabilir, fakir bir hayat yaşamak zorunda kalabi l i rs in. Sadece tek bir şeyin sözünü verebi l i r im. Ruhunun derinl iklerinde dünyanın en zengin insanı o l u r s u n . Ruhunun derinl iklerinde doyuma u l a ş ı r s ı n . Ruhunun derinl iklerinde keyif ve neşe dolu o l u r s u n . S ü r e k l i daha fazla şükran duası a l ı r s ı n . Bütün hayatın kutsanmış olur.

Dışardan bakılınca ünlü olmayabi l i rs in, çok başarılı olmayabi l i rs in, bu toplum düzeninde başarılı görünmeyebi l i rs in. Ama zaten bu dünya düzeninde başarılı olmak, aslında b a ş a r ı s ı z l ı k t ı r ; iç dünyanda başarısız olmaktır. Eğer kendi özünü kaybetmişsen, bütün dünya ayaklarının altında olsa bile ne yapacaksın? Bütün dünyaya sahipken, kendine sahip değilsen ne yapacaksın? Yaratıcı insan kendi varl ığının sahibidir. O, ustadır.

O yüzden Doğu'da biz arayışçılara, Swami diyoruz. Swami, usta demektir. Dilencilere Swami denmiştir. "Usta." İmparator olarak b i ld ik ler imiz in, en son anlarında, hayatlarının muhasebesini yaptıkları o son anda dilenci olduklarını görürüz. Para, güç ve presti j peşindeki bir adam dilencidir. Çünkü o s ü r e k l i dilenir. Dünyaya verecek hiçbir şeyi yoktur.

Verici ol. Paylaşabileceğin her şeyi paylaş. Ve unutma; ben küçük şeylerle büyük şeyler arasında bir ayr ım yapmıyorum. Eğer kalpten gülümseyebi l i rsen, bir inin elini tutup gülümseyebi l i rsen, bu yaratıcı bir eylemdir. Hem de çok büyük bir yaratıcı eylem. B i r i n e kalbinle s a r ı l ı r s a n , yaratıcı o l u r s u n . B i r i n e sevgi dolu gözlerle bakmak... Sadece sevgi dolu bir bakış, bir insanın hayatını değiştirebil ir.

Yaratıcı ol. Yaptığının ne olduğu konusunda endişe etme. İnsan çok şey yapmak zorundadır. Ama her şeyi yaratıcı şekilde yap. Kalbini vererek yap. O zaman iş in ibadet olur. O zaman ne yaparsan yap dua olur. Yaptığın her şey, s u n u l m u ş bir adak olur.

Yaratıcı olmadığına dair bütün inançlarını bırak. O inançların nasıl yaratıldığını bi l iyorum.

32 -> 63

Page 33: Osho - Yaraticilik

Üniversitede altın madalya alamamış o labi l i rs in, s ı n ı f birincisi olmamış o labi l i rs in, resmini takdir etmemiş olabil ir ler ya da f lüt çaldığın zaman komşular polis çağırmış olabilir. Ama bunun gibi şeyler yüzünden yaratıcı olmadığın kanısına sakın kapılma.

Bunun nedeni, başkalarını takl i t ettiğin için olabilir. İnsanlar ın kafasında yaratıcılığın ne olduğuna dair çok k ı s ı t l ı f i k i r l e r var. Gitar çalmak, f lüt çalmak, ya da ş i i r yazmak. O yüzden insanlar, ş i i r adına saçma sapan şeyler yazıp durur. Ne yapıp, ne yapamayacağını bulmalısın. Herkes her şeyi yapamaz. Arayıp, kendi kaderini bulmalısın. Karanlıkta el yordamıyla dolaşmak zorunda olduğunu bi l iyorum. Kaderinin ne olduğu, net olarak bi ldir i lmiyor. Ama bu da hayatın cilvesi ve bu arayışa geçmek güzel bir şeydir. Bu arayıştan bir şeyler doğar. Eğer bu dünyaya girerken eline hayatının çizelgesi tutuşturu lsaydı , "Hayatın bu olacak. Gitar ist olacaksın" denseydi, o zaman hayatın mekanik olurdu. Sadece bir makine tahmin edilebil ir; insan değil. İnsan şaşırt ıcıdır. İnsan her zaman bir açık kapıdır. B in bir farkl ı şeye açılan bir potansiyeldir. Birçok kapı açılır ve her adımda birçok seçenek bulunur. Sen seçmek zorundasın, hissetmek zorundasın. Ama eğer hayatını seversen, o zaman bulmayı başarabil irsin.

Eğer hayatını değil, başka bir şeyi seviyorsan, o zaman bir sorun vardır. Eğer parayı seviyorsan ve yaratıcı olmak is t iyorsan, yaratıcı olamazsın. Sadece para h ı r s ı bile senin yaratıcıl ığını yok edecektir. Eğer şöhret olmak is t iyorsan, o zaman yaratıcılığı unut. Yıkıcı olursan şöhreti daha kolay elde edersin. Şöhret , Adolf Hit ler 'e, Henry Ford'a daha kolay gelir. Eğer rekabetçiysen, aş ı r ı derecede rekabetçiysen, eğer insanları öldürüp yok edersen çok kolay şöhret o l u r s u n . T a r i h i n tamamı kati l ler tar ihidir. Eğer bir katil o lursan, şöhret çok kolay gelir. Başbakan olabi l i rs in, başkan olabi l i rs in. Ama bunların hepsi maskedir. O gülen maskenin arkasında çok vahşi insanlar, korkunç derecede vahşi insanlar bulursun. O gülümsemeler s iyas id i r , diplomatiktir. Eğer maske düşerse, arkasında saklanmış olan Cengiz Han'ı, T i m u r l e n k ' i , Nadir Ş a h ' ı , Napolyon'u, İskender' i , Hit ler' i görürsün.

Eğer şöhret is t iyorsan, yaratıcılıktan söz etme. Yaratıcı bir insan şöhret olamaz demiyorum. Ama bu nadiren olur. Çok nadir. Neredeyse bir tesadüf gibi. Ve zaman alır. Hatta öyle bir olur k i , yaratıcı insan meşhur olduğunda, ölmüştür. Yaratıcılık her zaman öldükten sonra, yani çok geç gelir.

İsa yaşadığı dönemde ünlü değildi. Eğer İncil olmasaydı, onun hakkında hiçbir kayıt olmayacaktı. Kayıtlar onun dört havarisine aitt ir. Ondan söz eden başka kimse olmamışt ır. Yaşayıp yaşamadığını k imse söylememişt ir . O, ünlü değildi. O, başarılı değildi. İsa'dan daha büyük bir başar ıs ız l ık örneği verebil ir mis in? Ama zamanla, daha fazla önem kazandı. Zamanla insanlar onu tanıdı. Bu da çok vakit aldı.

B i r insan ne kadar büyükse, insanların onu anlaması o kadar çok zaman alır. Çünkü, büyük bir insan doğduğu zaman, ortada onu yargılayacak kr i ter ler yoktur. Yanında bir haritası yoktur. O, kendi değerlerini yaratmak zorundadır. Ve değerlerini yarattığı zaman art ık ö lmüştür. Yaratıcı bir insanın tanınması yüzlerce y ı l s ü r e r . Hatta bu bile kesin değildir. Birçok yaratıcı insan hiç tanınmamıştır. Yaratıcı bir insanın başarılı olması tesadüfe kalmışt ı r . Yaratıcı olmayan, yıkıcı bir insan için başarı daha kesindir.

Yani, eğer yaratıcıl ık adına başka bir şey peşindeysen, o zaman yaratıcı olma f i k r i n i bırak. En azından asıl yapmak istediğini bilinçli olarak yap; bilerek yap. Asla maskelerin arkasına saklanma. Eğer gerçekten yaratıcı olmak i s t i y o r s a n , o zaman para, başarı, prest i j , saygınl ık gibi şeyler söz konusu değildir. O zaman aktiviteden keyif a l ı r s ı n . O zaman her eylemin gerçek bir değeri olur. Dans etmeyi sevdiğin için dans edersin. Dans etmek sana coşku verdiği için dans edersin. Eğer biri takdir ederse, ne güzel. T e ş e k k ü r edersin. Eğer k imse takdir etmezse, endişe etmen için herhangi bir neden yok. Dans ett in, keyif aldın, zaten kendini doyuma ulaşt ırdın.

Ancak, yaratıcı olmadığın inancı tehl ikel idir. Hemen bırak bu inancı. Yaratıcı olmayan kimse yoktur. Ağaçlar, kayalar bile yaratıcıdır. Ağaçları bilen, seven insanlar, her ağacın kendi şekl in i yarattığını bi l ir. Her kaya kendi hacmini yaratır. Orası art ık başkasının yeri olamaz. Eğer duyarlı o lursan, empati yoluyla anlamaya başlarsan, sana çok faydası dokunacaktır. Her ağacın ayrı bir yaratıcılığı olduğunu görürsün. Hiçbir ağaç bir başkasına benzemez. Her ağaç eşs izd i r . Her ağacın bir özgünlüğü vardır. Her taşın özgünlüğü vardır. Ağaçlar sadece ağaç değil, onlar insan. T a ş l a r sadece taş değil, onlar insan. Git ve bir taşın yanına otur. Onu sevgiyle seyret. Ona sevgiyle dokun, sevgiyle h isset.

B i r Zen ustası çok büyük kaya parçalarını çekebiliyor, kaldırabi l iyormuş. Hem de çok zayıf bir adam olmasına rağmen. F izyolo j is ine bakarak, bunun imkansız olduğunu söylüyorlardı. Ondan çok daha güçlü olan insanlar, o kayaları yerinden oynatamazken, o bunu kolaylıkla başarıyordu.

Ona bu iş in s ı r r ı sorulduğu zaman şöyle dedi: "Bunun bir s ı r r ı yok. Kayayı sev iyorum, o yüzden bana yardım ediyor. Önce ona prest i j im senin ellerinde, bu kadar insan beni izlemeye gelmiş, bana yardım et, işbir l iği yap, tamam mı, diyorum. Sonra kayayı sevgiyle kavr ıyorum ve ondan işaret

33 -> 63

Page 34: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

bekliyorum. Kaya bana işaret verdiği zaman k i , bu bir t i t r e ş i m , bütün omurlar ım titremeye başlıyor. Kaya bana hazır olduğu işaretini verince harekete geçiyorum. S i z l e r kayaya rağmen kaldır ıyorsunuz. O yüzden bu kadar enerji gerekiyor. Ben kayayla b i r l ik tey im, onunla bir l ikte akıyorum. Hatta onu benim oynattığımı söylemek yanl ış. Ben sadece oradayım. Kaya kendini hareket ett ir iyor."

Marangoz olan büyük bir Zen ustası vardı ve ne zaman masa ya da sandalye yapsa, bunlarda tar i f edilemez bir kalite bulunurdu. İnsanlar ı mıknat ıs gibi çekerdi. "Bunlar ı nasıl yapıyorsun?" diye sordular.

"Ben yapmıyorum. Ben sadece ormana gidiyorum. En temel şey, ormanı ve ağaçları sorgulamak. Hangi ağaç sandalye olmaya hazır diye sormak" dedi.

Bu tip şeyler saçma görünebilir. Çünkü biz bi lmiyoruz. O dili b i lmiyoruz. Üç gün boyunca ormanda k a l ı r m ı ş . Önce bir ağacın, sonra başka bir ağacın altına oturur ve onlarla k o n u ş u r m u ş . Adam delinin t e k i y m i ş ! Ama nasıl bir ağaç meyvesiyle değerlendiri l iyorsa, bir ustanın da yaratt ıklarıyla değerlendirilmesi gerekir. Sandalyelerinden bazıları Çin'de, günümüze kadar u laşmış durumda ve onlar hala büyüleyici bir çekime sahipler. İnsanı kendine çekiyor ve neyin çektiğini anlamıyorsun. Aradan bin y ı l geçmesine rağmen! Bu inanılmaz güzell ikte bir şey.

"Gidiyorum ve sandalye olmak isteyen bir ağaç ar ıyorum diye sesleniyorum. Ağaçlara gönüllü olmak ist iyor lar mı diye soruyorum. Sadece gönüllü olmak değil, benimle işbir l iği yapmaya hazır lar mı diye de soruyorum. Ancak o zaman... Bazen hiçbir ağaç sandalyeye dönüşmeye hazır olmuyor ve ben el im boş dönüyorum" diye anlatıyor Zen ustası .

Bu yaşanmış bir olay: Çin İmparatoru ondan kendine bir kütüphane yapmasını is temiş. Usta ormana gi tmiş ve üç gün sonra dönmüş. "Bekleyeceğiz, hiçbir ağaç saraya gelmeye hazır değil" demiş.

Üç ay sonra imparator tekrar s o r m u ş . Marangoz yanıt lamış: " S ü r e k l i ormana gidip geliyorum. İkna etmeye çalışıyorum. Bekleyeceğiz. B i r ağaç ikna olmaya başladı bile."

Sonra bir ağacı ikna etmiş. " İ ş i n tüm inceliği burada. Ağaç kendi isteği ile geldiği zaman marangozun yardımını istemektedir." demiş.

Eğer sevgi doluysan, bütün var l ık lar ın bir k iş i l iğ i olduğunu göreceksin. Hiçbir şeyi itip kakma. S e y r e t , i let iş im k u r , yardım etmelerini sağla. O zaman enerj ini k o r u r s u n .

Ağaçlar bile yaratıcı. Kayalar bile yaratıcı. Sen bir insans ın, varoluşun en tepesindeki v a r l ı k s ı n . Sen en tepedesin. Sen bi l inçl is in. Asla yanl ış inanışlarla düşünme. Yaratıcı olmadığına dair yanl ış inanışlara bağlanma. Belki baban sana yaratıcı değilsin dedi, belki arkadaşların yaratıcı değilsin dedi, belki yanl ış yönlerde ar ıyordun; yaratıcı olmadığın noktalarda dolaşıyordun. Ama yaratıcı olduğun bir yön mutlaka vardır. Kendini açık tut ve aramaya devam et. Onu buluncaya kadar aramaya devam et.

Her insan bu dünyaya belirl i bir kaderle gelir. Tamamlayacağı bir i ş , vereceği bir mesaj, tatmin edeceği bir nokta vardır. Tesadüf eseri burada değilsin. Burada olmanın bir anlamı var. Varolmanın arkasında bir amaç var. Bütün senin aracılığınla bir şeyler yapmayı arzuluyor.

Bütün toplum düzenimizin öğret is i , eğer tanınmıyorsak, bir hiç olduğumuz, değersiz olduğumuz üzerine kuruludur. İş önemli değil, ama tanınmak önemli. Her şeyi mahveden de bu düşünce. Aslen iş önemli olmalı. Kendi içinde keyif olmalı. Tanınmak için değil, yaratıcı olmak için çal ışmalısın. İ ş i her şeyden bağımsız olarak sevmel is in.

Ası l bakış açısı bu olmalı. Eğer seviyorsan ça l ış ı rs ın. Tanınmayı talep etme. Eğer o lursa, nazlanmadan kabul et. Eğer, gelmezse, bunu düşünme bile. Senin tatminin iş in kendisi olmalı. Eğer herkes iş in i sevmeyi öğrenirse, iş i ne olursa o lsun, fark edilmeyi düşünmeden, keyifle çalışabil irse, çok daha güzel ve şenl ik l i bir dünyaya sahip o luruz.

Şu andaki durumda, dünya seni mutsuz bir döngünün içinde kapana k ı s t ı r m ı ş t ı r . Yaptığın iş i sevdiğin

34 -> 63

5 . Ş Ö H R E T O Y U N U

Page 35: Osho - Yaraticilik

için değil, mükemmel yaptığın için değil, sadece dünya tan ıs ın , ödüllendirsin ve altın madalyalar, Nobel ödülleri vers in diye yapıyorsun. Yaratıcılığın kendi içindeki değerini ortadan kaldırarak, milyonlarca insanı yok etti ler. Çünkü milyonlarca insana Nobel ödülü veremezsin. Herkesin içinde bir tanınma arzusu yarattığın için, art ık k imse huzur içinde, sessizce, keyif alarak çalışamıyor. Hayat küçük şeylerden ibarettir ve bu küçük şeyler için ödül, şeref nişanı ya da fahri doktora ver i lmez. Bu y ü z y ı l ı n en büyük şairlerinden biri olan Rabindranath Tagore, Hindistan'ın Bengal bölgesinde yaşıyordu. Ş i i r l e r i n i , romanlarını, Bengalce yayınladı ama kimse onu fark etmedi. Sonra küçük bir kitabını, Gitanjali, yani Ş a r k ı l a r ı n S u n u m u is iml i kitabını İngilizce'ye çevirdi. Orij inaldeki güzelliğe, çevirinin sahip olmayacağının ve olamayacağının bilincindeydi. Çünkü Bengalce ve İngil izce'nin farkl ı yapıları, farkl ı ifade tarz lar ı vardı. Bengalce çok tatl ıdır. Kavga etsen bile, sohbet ettiğin zannedil ir. Müzik gibidir, her kelimenin melodisi vardır. İngilizce'de böyle bir nitel ik yok ve bunu ona get iremezsin, onun farkl ı n i tel ik ler i vardır. Ama bir şekilde çevirmeyi başardı ve çeviri ori j inale kıyasla çok yavan olmasına rağmen, Nobel ödülünü kazandı. Sonra birden Hindistan onun farkına vardı. Kitap y ı l lardır Bengalce ve diğer Hint dillerinde basılı durumdaydı. Ama bu y ı l lar boyunca kimse onu fark etmemişti.

Her üniversite ona fahri doktora vermek ist iyordu. Yaşadığı şehir olan Kalküta'daki üniversite ona fahri doktora unvanı öneren i lk üniversite oldu. Tagore reddetti. " S i z o doktorayı bana vermiyorsunuz. S i z o doktorayı benim eserime vermiyorsunuz. S i z o unvanı, Nobel ödülüne v e r i y o r s u n u z . Çünkü kitap, asıl dilinde çok daha güzel olarak yıllarca burada durdu ve hiç k imse zahmet edip hakkında bir yazı bile yazmadı." Hiçbir doktorayı kabul etmedi. Bunun kendini aşağılamak olduğunu söyledi.

En büyük romancılardan ve insan psikoloj is in i çok iyi kavrayan yazarlardan biri olan Jean Paul S a r t r e , Nobel ödülünü reddetti. Şöyle dedi: "Ben eserimi yaratırken yeterince ödül aldım. B i r Nobel ödülü buna bir şey katmaz, tam aksine beni aşağıya çeker. Nobel ödülü, tanınma peşinde olan amatörler için güzeldir. Ben yaş l ıy ım ve yeterince keyif yaşadım. Yaptığım her şeyi severek yaptım. En büyük ödül zaten buydu. Başka da bir ödül istemiyorum. Çünkü almış olduğum ödülden daha güzel bir şey olamaz." Doğru söylüyordu. Ama doğru insanlar bu dünyada azınl ıkta. Dünya, tuzağa düşmüş olarak yaşayan yanl ış insanlarla dolu.

Neden tanınma gibi bir arzun olsun? Tanınma a r z u s u , ancak iş in i sevmiyorsan bir anlam kazanır. O zaman anlamlı olur, diğerinin yerine geçer. İşinden nefret ediyorsun, s e v m i y o r s u n , ama yine de yapıyorsun. Çünkü o sana tanınma getirecek. Takdir edilecek, kabullenileceksin. Tanınmayı düşünmek yer ine, tekrar iş in i düşün, iş in i seviyor musun? Herşey orada biter. Eğer sevmiyorsan, o zaman değiştir.

Ai leler, öğretmenler seni s ü r e k l i tanınmaya, kabul edilmeye yönlendiriyor. B u , insanları kontrol altında tutmanın çok kurnazca bir yoludur.

Şu temel şeyi öğren; ne yapmak ist iyorsan onu yap. Sevdiğin şeyleri yap ve asla tanınmayı isteme. Bu di lencil ikt ir. Neden bir is i tanınmayı istesin? Neden kabul edilmek için çabalasın ki? Kendi içinin derinl ik ler ine bak. Belki yaptığın iş i sevmiyorsun. Belki yanl ış yolda olmaktan k o r k u y o r s u n . Kabullenilmek doğru olduğunu hissetmene yardım edecek. Tanınmanın, doğru hedefe yöneldiğin konusunda sana destek olduğunu sanacaksın.

S o r u n her zaman senin içindeki duygulardır. D ış dünyayla hiçbir i lgisi yoktur. Neden başkalarına bağımlı kalasın? Tanınmak ve kabullenilmek başkalarına bağlıdır. Sen kendini bağımlı k ı l ı y o r s u n . Ben herhangi bir Nobel ödülünü kabul etmeyeceğim. Dünyanın bütün ülkelerinden, bütün dinlerinden aldığım lanetlemeler benim için çok daha değerli. Nobel ödülünü kabul etmek bağımlı olduğum anlamına gelir. A r t ı k kendimle gurur duymayacak, Nobel ödülü ile gururlanacağım. Şu anda ancak kendimle gurur duyabil ir im. Ortada gurur duyacağım başka bir şey yok.

Bu şekilde bir birey o l u r s u n . Özgür lük içinde yaşayan, kendi ayakları üzerinde duran, kendi kaynaklarından beslenen bir birey olmak insanın kökleşmesini sağlar. Bu da, gerçek çiçek açmanın başlangıcıdır.

Bu düzenin tanınmış insanlar ı , onurlu insanlar ı , çöp yığınından başka bir şey değildir. İçleri toplumun doldurmak istediği çöplerle doludur. Ve toplum, tazminat olarak onlara ödül ver i r .

Kendi bireysel l iğinin farkında olan her insan, kendi sevgis iy le, kendi iş iy le yaşar. Başkalarının ne düşündüğünü umursamaz. İ ş i n ne kadar değerliyse, karşıl ığında saygı görme ihtimalin o kadar azalır. Eğer iş in bir dahi i ş i y s e , o zaman bu hayatta hiç saygı görmeyeceksin. Yaşadığın sürece lanetleneceksin. İ k i ya da üç y ü z y ı l geçtikten sonra, heykellerini yapacaklar, kitapların saygı görecek. Çünkü insanl ığın, bugünün dahisinin ulaştığı zekaya ulaşması, iki ya da üç y ü z y ı l s ü r e r . Arada büyük bir fark vardır.

35 -> 63

Page 36: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Aptallar tarafından saygı görmek için, onların görüşlerine ve beklentilerine göre davranmalısın. Bu hasta insanl ık tarafından saygı görmek için onlardan daha hasta olmal ıs ın. O zaman sana saygı gösterecekler. Ama ne kazanacaksın? Hiçbir şey kazanamayacaksın. Aksine ruhunu kaybedeceksin.

|

DÖRT ANAHTAR

Bir şeyler yarattığın zaman hayatın tadını alacaksın.

Bu senin yoğunluğuna ve bütünlüğüne bağlı olacak

Hayat felsefi bir sorun değil, ilahi bir gizemdir

O zaman her şey bir kapıya dönüşür; yerleri silmek bile.

Eğer yaratıcı olursan, sevgiyle, her şeyinle yaparsan,

hayatın tadını alacaksın.

1 . T E K R A R ÇOCUK O L

T e k r a r çocuk olursan yaratıcı o l u r s u n . Bütün çocuklar yaratıcıdır. Yaratıcılığın özgürlüğe ihtiyacı vardır. Zihinden özgür, bilgiden özgür, önyargıdan özgür. Yaratıcı bir insan, yeniyi deneyebilen insandır. Yaratıcı insan, bir robot değildir. Robotlar asla yaratıcı olmaz. Sadece tekrar eder.

O yüzden tekrar çocuk ol. Bütün çocukların yaratıcı olması seni şaşırtacaktır. Bütün çocuklar, nerede doğarlarsa doğsun, yaratıcıdır. Ama biz yaratıcıl ıklarına iz in vermeyiz, yaratıcı l ıklarını ezip öldürürüz. Üzer ler ine z ıp lar ız , onlara her şeyi doğru şekilde yapmayı öğret ir iz.

Unutma; yaratıcı bir insan, her zaman yanl ış yolları deneyecektir. Eğer her zaman bir şeyi yapmanın doğru yolunu takip edersen, asla yaratıcı olamazsın. Çünkü doğru yol , başkası tarafından keşfedilmiş yol demektir. Doğru yoldan giderek tabii ki bir şeyler yapabileceksin. B i r yapımcı olacaksın, bir üretici, bir teknisyen olacaksın. Ama asla yaratıcı olamayacaksın.

B i r üreticiyle yaratıcı arasındaki fark nedir? Üretici, bir şeyi yapmanın doğru yolunu, en ekonomik yolunu, en az çaba gerektiren yolunu bi l ir . O, üreticidir. Yaratıcı, arar durur. B i r şeyi yapmanın doğru yolunu bilmediği için, farkl ı yollarda tekrar tekrar arar durur. Birçok kere yanl ış yola sapar, ama her defasında öğrenir, s ü r e k l i zenginleşir. Başkasının daha önce yapmadığı bir şeyi yapmış olur. Eğer doğru yolu i z l e m i ş olsaydı bunu yapamazdı.

Şu küçük hikayeyi dinle:

B i r k i l i s e okulu öğretmeni, öğrencilerinden İsa'nın ai lesinin resmini çizmesini ister. Resimler kendine getiri ldikten sonra, çocukların çoğunun bildik res imler yaptığını görür. Kutsal aile ahırda, kutsal aile katıra biniyor, v s .

Sonra küçük bir çocuğu çağırıp, resmini açıklamasını ister. Resimde uçağın pencerelerinden çıkmış olan dört tane kafa vardır.

"Bu kafaların üçünü neden çizdiğini anl ıyorum. Onlar Yusuf, Meryem ve İsa" diye konuşur öğretmen. "Ama dördüncü kafa kim?"

"Oh!" diye yanıtladı çocuk. "O, pilot Pontius."

Ş i m d i , bu çok güzel. Yaratıcılık işte bu. Çocuk bir şey yarattı. Bunu ancak çocuklar yapabilir. Sen

36 -> 63

Page 37: Osho - Yaraticilik

yapmaya korkars ın çünkü aptal görünmekten k o r k a r s ı n . B i r yaratıcının aptal görünebilmesi gerekli. B i r yaratıcının saygınl ık denen şeyi r i s k e etmesi gerekir. O yüzden ş a i r l e r i n , ressamlar ın, dansçıların, müzisyenler in saygın insanlar olmadığını görürsün. Saygın oldukları zaman, onlara Nobel ödülü verildiği zaman, art ık yaratıcı değillerdir. O andan itibaren yaratıcı l ık yok olur.

Ne oluyor? Sen hiç Nobel ödüllü bir yazar ın, daha sonra değeri olan bir eser çıkardığını gördün mü? Sen hiç herhangi bir saygın insanın, yaratıcı bir şey yaptığını gördün mü? Korkmaya başlar. Eğer yanl ış bir şey yaparsa ya da bir şey t e r s giderse, presti j ine ne olacaktır? Bunu r i s k e edemez. O yüzden bir sanatçı saygın olduğu zaman ölmüş olur.

Ancak p r e s t i j l e r i n i , g u r u r l a r ı n ı , saygın l ık lar ın ı , tekrar tekrar r i s k e atmaya ve kimsenin yapmaya değer vermeyeceği şeylere girmeye hazır insanlar yaratır. Ve onlar da her zaman deli olarak görülmüştür. Dünya onları tanır, ama çok geç tanır. S ü r e k l i yaptıklarında bir yanl ış olduğunu düşünür. Yaratıcılar, s ı radış ı insanlardır.

Sak ın unutma, her çocuk yaratıcı olma kapasitesiyle bir l ikte doğar. İ s t i s n a s ı z her çocuk, yaratıcı olmaya çalışır. Ama biz onlara iz in vermeyiz. Hemen onlara bir iş i yapmanın doğru yolunu öğret ir iz. Doğru yolu öğrendikleri zaman, birer robota dönüşürler. Sonra doğru olanı, tekrar tekrar yaparlar. Ne kadar çok tekrarlar larsa o kadar ver iml i olurlar. Ne kadar ver iml i o lur larsa, o kadar çok saygı görürler.

Yedi ile on dört yaşları arasında çocukta büyük bir değişim yaşanır. Psikologlar bu olguyu araşt ır ıyor. Ne oluyor ve neden oluyor?

İ k i z ihn in var: Z i h n i n sol lobu yaratıcı değildir. T e k n i k anlamında çok kapasitelidir. Ancak yaratıcıl ık söz konusu olunca hiçbir işe yaramaz. B i r şeyi ancak öğrendikten sonra yapabilir ve onu, çok v e r i m l i , mükemmel şekilde yapar. Mekaniktir. Bu lob, muhakemenin, mantığın, matematiğin lobudur. Hesap, ak ı l , disipl in ve düzenin lobudur.

Sağ lob ise, bunun tam karşı t ıd ı r . Düzenin değil, kargaşanın lobudur. Düz yazının değil, ş i i r i n lobudur. Mantığın değil, sevginin lobudur. Güzelliğe karşı çok duyarlıdır. E ş s i z l i ğ e karşı büyük bir kavrayışı vardır ama ver iml i değildir. Verimli olamaz, çünkü deney yapmaya devam etmesi gerekir.

Yaratıcı, herhangi bir yere yerleşemez, bir gezgindir. Çadırını sırt ında taşır . Evet, bir geceliğine kalabil ir, ama sabah olunca tekrar gider. O yüzden ona gezgin diyorum. O, asla ev sahibi olamaz, bir yere yerleşemez. Yerleşmek onun için ölüm demektir. O her zaman r i s k almaya hazırdır. R i s k onun aşkıdır.

Ama bu sağ lobdur. Çocuk doğduğu zaman, sağ lob işlemektedir; sol lob işlemez. Sonra bilmeden, bil imsel olmadan çocuğa öğretmeye başlarız. Çağlar boyunca, enerj iy i sağ lobdan, sol loba kaydırmanın nasıl yapılacağını öğrendik. Sağ loba dur deyip, sol lobu çalıştırmayı öğrendik. Eğit im s i s t e m i m i z tamamen bundan ibarettir. Ana okulundan üniversiteye kadar bütün eğit imimiz bundan ibarettir. Sağ lobu yok edip, sol lobu destekleme çabasıdır. Yedi ile on dört yaşları arasında bunu başarırız ve çocuk ölür. Çocukluk imha edi lmişt i r .

A r t ı k çocuk çılgın değildir. O bir vatandaş olur ve art ık d is ip l in i , di l i , mantığı, düz yazıyı öğrenir. Okulda rekabet etmeye başlar, egoist olur. Toplumda geçerli olan bütün nevrotik şeyleri öğrenir. Güce, paraya daha fazla ilgi duymaya başlar ve daha güçlü olabilmek için, nasıl daha iyi eğitim alacağını düşünmeye başlar. Nasıl daha çok para kazanacağını. Nasıl büyük ev sahibi olacağını... Bunun gibi şeyleri öğrenir. Yani sol loba kayar. O zaman sağ lob daha az işlemeye başlar. Ya da ancak rüyanda, sen uyurken iş ler. Bazen, uyuşturucu aldığın zaman iş ler .

Uyuşturucunun Batı'da bu kadar ilgi görmesinin tek nedeni, Batı'daki zorunlu eğitimin sağ lobu tamamen yok etmeyi başarmış olmasıdır. Bat ı , fazla eği t i lmişt i r . Yani, bir tarafa çok fazla g i tmiş, aşır ıya kaçmıştır. Sağ lob için yaşam alanı kalmamıştır. Üniversitelerde, kolejlerde ve okullarda sağ lobun tekrar hayata dönmesi için yöntemler uygulamaya sokulmadıkça, uyuşturucu sorunu ortadan kalkmaz. Uyuşturucuyu yasalarla yasaklamak mümkün değildir. İç denge tekrar t e s i s edilmedikçe yasa ile bir yere varamazsın.

Uyuşturucunun çekiciliği, anında vitesi değiştirmesinden kaynaklanır. Ener j in sol lobdan, sağ loba geçer. Uyuşturucunun tek yaptığı budur. Alkol yüzy ı l lard ı r bunu yapıyor. Ama şimdi çok daha gel işmiş uyuşturucular var. L S D , Marihuana, Psi los ib in. Gelecekte çok daha g e l i ş t i r i l m i ş uyuşturucular çıkacak.

Burada suçlu uyuşturucu kullanan değildir. Ası l suçlu, politikacı ve eğitimcidir. Ası l suçlu onlardır, insan z ihn in i aş ı r ı uca itenler onlardır. O kadar aşır ıya i tmiş lerdir k i , isyan ihtiyacı doğmuştur ve bu

37 -> 63

Page 38: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

ihtiyaç çok büyüktür. Ş i i r insanların hayatından tamamen s i l i n m i ş t i r , güzel l ik s i l i n m i ş t i r , sevgi s i l i n m i ş t i r . Para, güç, etkileme gücü, birer Tanrı 'ya dönüşmüştür.

İ n s a n l ı k sevgis iz , ş i i r s i z , keyi fs iz ve ş e n l i k s i z yaşamaya nasıl devam edebilir? Uzun süre edemez. Dünyanın her yerindeki yeni nes i l , eğitim s is temin in saçmalığını göstererek, insanlığa çok büyük bir hizmet vermektedir. Uyuşturucu kullananların okul ları bırakması bir tesadüf değildir. Üniversitelerden, kolejlerden ayr ı l ı r lar . Bu tesadüf değildir. Aynı isyanın bir parçasıdır.

İnsan bir kere uyuşturucunun keyfini a l ı rsa, onu bırakması çok zor olur. Uyuşturucu ancak, içindeki ş i i r s e l l i ğ i ortaya çıkarmanın daha iyi bir yolu bulunursa b ırak ı l ı r , ki meditasyon çok daha iyi bir yoldur. Her t ü r l ü kimyevi maddeden daha az zarar l ı ve daha az yıkıcıdır. Hatta hiçbir zararı yoktur ; faydası vardır. Meditasyon aynı şeyi yapar. Z i h n i n i sol lobdan, sağ loba aktarır, içindeki yaratıcıl ık kapasitesini serbest bırakır.

Dünyadaki uyuşturucu salgını ancak tek bir şekilde önlenebilir: Bu da meditasyondur. Başka bir yolu yoktur. Eğer meditasyon giderek yaygınlaşır ve insanların hayatına g i rerse, uyuşturucular ortadan kaybolur.

A r t ı k eğitim s i s t e m i , sağ lobun işlemesine bu kadar karşı olmayı bırakmalıdır. Eğer çocuklara z i h i n l e r i n i n iki lobunu da kullanması öğret i l i rse, i k i s i n i birden kullanıp, hangisinin ne zaman kul lanı lması gerektiği öğret i l i rse sorun çözülür. Bazı durumlarda beynin sadece sol lobu gereklidir. Hesap yapmak gerektiği zaman, pazar yerinde, günlük ticaret hayatında. Ancak bazı zamanlar da sağ lobun kul lanı lması gerekir.

B i r şeyi sakın unutma. Sağ lob, her zaman nihaidir, sol lob ise, bir araç. Sol lobun, sağ loba hizmet etmesi gerekir. Sağ lob, sahiptir. Çünkü parayı sadece hayatın keyfini çıkarmak, hayatı kutlamak için kazanırs ın. Sevmek için bankada belirl i bir miktarda paran olsun i s t e r s i n . Sadece oyun oynamak için ça l ış ı rs ın. Amaç, oyun oynamaktır. Rahatlamak için ça l ış ı rs ın. Amaç, rahatlamaktır. Çalışmak, amaç değildir.

İş etiği geçmişten kalma bir s ı k ı n t ı d ı r . B ı rak ı lması gerekir. Eğit im dünyasının gerçek bir devrimden geçmesi gerekir. İnsanlar zorlanmamalı. Çocuklara zorla aynı şeyler tekrar ett ir i lmemelidir. Eğit im s istemin nedir? Bunu hiç düşündün mü? Üzerinde hiç kafa yordun mu? O sadece hafıza eğitimidir. Bu sayede zekan artmaz, hatta giderek aptal laşırsın. B i r aptal o l u r s u n . Her çocuk okula zeki olarak girer, ama üniversiteden zeki bir k i ş i n i n çıkması çok nadir rastlanan bir şeydir. Bu çok nadirdir. Ünivers i te neredeyse her zaman başarılı olur. Evet, diploma a l ı r s ı n . Ama o diplomanın bedeli çok ağır o lmuştur. Zekanı kaybetmişsindir, keyfini kaybetmişsindir, hayatını kaybetmişsindir. Çünkü sağ lobunun iş ley iş in i kaybetmişsindir.

Peki ne öğrendin? Bi lg i ! Z i h n i n hafızayla doldu. T e k r a r edebilir, yeniden üretebi l i rs in. Sınavlar tamamen budur: Eğer bir is i içine t ı k ı l m ı ş olan herşeyi kusabi l i rse çok zeki olarak görülür. Önce bütün bilgiler zorla y u t t u r u l u r , sonra, sınav kağıdı v e r i l i r ve kusması is tenir . Eğer ver iml i bir şekilde kusarsan, z e k i s i n . Sana veri len şeyi tam olarak kusarsan, çok z e k i s i n .

Şimdi bunun iyi anlaşılması gerekir. B i r şeyi ancak sindiremezsen aynı şekilde k u s a r s ı n . Eğer s ind i rmişsen aynı şeyi kusamazsın, başka bir şey çıkar; kan çıkabilir. Ama yediğin ekmek aynı şekilde çıkmaz. O art ık gelemez, çünkü kaybolmuştur. O yüzden her şeyi midende sindirmeden tutmak zorundasın. O zaman sana çok çok zeki derler. En aptallar, en zeki olarak görülür ler. Bu gerçekten çok üzücü bir durumdur.

Z e k i l e r buna uyamaz. Albert E instein' ın üniversiteye g i r i ş sınavını geçemediğini bil iyor musun? O kadar yaratıcı bir zekaya sahipti k i , herkes gibi aptalca davranmakta zorlanıyordu.

Okullarda, kolejlerde, üniversitelerde, ift ihar l istelerine girenler ortadan kaybolur. Onlar hiçbir işe yaramaz. Onların görkemleri ift ihar l istelerinde son bulur ve bir daha ortalıkta görünmezler. Hayat onlara hiçbir şey borçlu değildir. Bu insanlara ne oluyor? Onları yok ett in. Onlar diplomalarını satın aldı ve her şeyler ini kaybetti. Şimdi sadece diplomalarını ve unvanlarını taşıyorlar.

Bu t ü r eğitimin tamamen değiştir i lmesi gerekiyor. Sın ı fa daha fazla keyif sokulmal ı , üniversitelere daha fazla kargaşa, daha fazla dans, ş a r k ı , ş i i r , yaratıcı l ık ve zeka sokulmal ı . Hafıza üzerindeki bu bağımlılık azaltı lmalı.

İnsanlar izlenmeli ve daha zeki olmaları için yardım edilmeli. B i r insan yeni bir şekilde yanıt v e r i r s e , ona değer ver i lmel i . Ortada doğru cevap olmamalı. Zaten yok. Sadece aptalca cevap ve zekice cevap vardır. Doğru ve yanl ış kategorisi özünde yanl ış t ı r . Doğru cevap ve yanl ış cevap yoktur. Cevap ya aptalcadır, tekrardır ya da yaratıcıdır, zekidir . T e k r a r edilen yanıt, doğru görünse bile ona fazla

38 -> 63

Page 39: Osho - Yaraticilik

değer veri lmemeli. Çünkü tekrar edi lmişt i r . Yeni cevap, tam doğru olmasa bile, eski f i k i r l e r l e uyuşmasa bile, takdir edilmeli. Çünkü yenidir, zekayı gösterir.

Eğer yaratıcı olmak ist iyorsan ne yapmalısın? Toplumun bütün yaptıklarını bırak. Ai lenin, öğretmenlerinin sana yaptıklarını terk et. Bütün politikacıların ve din adamlarının sana yaptıklarını geride bırak. O zaman tekrar yaratıcı olacaksın. En başta yaşadığın o heyecanı tekrar yaşayacaksın. O hâlâ bast ı r ı lmış bir şekilde orada bekliyor. T e k r a r yüzeye çıkabilir ve o yaratıcı enerji içinde serbest kaldığı zaman dindar o l u r s u n . Benim için dindar insan, yaratıcı insandır. Herkes yaratıcı doğar. Ama çok az insan yaratıcı kalabilir.

Bu kapandan kurtulmak tam sana göre. Yapabil irsin. Tabii çok büyük bir cesarete ihtiyacın olacak. Çünkü toplumun sana yaptıklarını bırakmaya başladığın zaman, saygınlığını kaybedeceksin. Saygıdeğer bir insan olarak görülmeyeceksin. Garip görüneceksin. İnsanlar sana bir tuhaf bakacak. Sana deli gözüyle bakacaklar. "Galiba bu zavallı adam del i rmiş" diye düşünecekler. En büyük cesaret budur. İnsanlar ın seni garip olarak gördüğü bir hayata başlamak.

Doğal olarak r i s k alacaksın. Eğer yaratıcı olmak is t iyorsan, her şeyi r i s k e edebilmelisin. Ama buna değer. Küçük bir yaratıcı l ık, bütün bu dünyadan ve bütün padişahlıklardan çok daha değerlidir.

2 . Ö Ğ R E N M E Y E H A Z I R O L

Disipl in çok güzel bir kel ime, ancak diğer bütün güzel kelimeler gibi geçmişte yanl ış ku l lan ı lmışt ı r . Disipl in kel imesi , mür i t anlamına gelen "disciple" kel imesiyle aynı kökten gelir. Kelimenin kök anlamı öğrenme sürecidir. Öğrenmeye hazır olan k iş i bir mür i t t i r . Öğrenmeye hazır olma süreci ise disipl indir.

Bi lg i l i insan asla öğrenmeye hazır değildir. Çünkü o zaten bildiğini düşünür. Bilgi dediği şeye çok önem ver i r . B i lg is i egosunu besleyen bir şeyden başka bir şey değildir. O bir mür i t olamaz, gerçek disipl in içinde olamaz.

Socrates şöyle diyor: "Tek bir şey bi l iyorum, o da hiçbir şey bilmediğim." Dis ipl in in başlangıcı budur. Hiçbir şey bilmediğin zaman, içinde büyük bir araşt ırma, soruşturma ve keşfetme duygusu y ü k s e l i r . Öğrenmeye başladığın an, arkasından kaçınılmaz olarak başka bir unsur girer: Öğrendiğin her şeyi s ü r e k l i geride bırakmalısın. Aksi halde bir bilgiye, bir dogmaya dönüşür ve daha fazla öğrenmeye engel olur.

Gerçek disipline sahip bir adam asla b i r i k t i r m e z ; her an öğrendiği şeyin öldüğünü hisseder ve tekrar cahil olur. Bu cahill ik ı ş ı k saçar. Dionysius'un cahilliğe, ışıma demesine kat ı l ıyorum. Varoluşun en güzel deneyimlerinden bir i , ışıldayan bir bilmeme durumunda olmaktır. O bilmeme durumunda olduğun zaman açıksındır. Hiçbir engel yoktur. Keşfetmeye haz ırs ındır .

Disipl in yanl ış yorumlanmışt ı r . İnsanlar başkalarına hayatlarını disipline etmelerini söyler. Bunu yap, bunu yapma. Binlerce yaplar ve yapmalar, insana empoze edi lmişt i r . Eğer insan binlerce yap ya da yapmalarla yaşıyorsa, yaratıcı olamaz. O bir tutsakt ı r . Her yerde karşıs ına duvar çıkar.

Yaratıcı bir insanın bütün yap ve yapmaları eritmesi gerekir. Onun özgürlüğe ve alana ihtiyacı var; sonsuz alana, bütün gökyüzüne, bütün yı ldızlara ihtiyacı var. Ancak o zaman özündeki kendiliğindenlik büyümeye başlar.

O yüzden unutma, bana göre dis ip l in, On Emir 'e benzemez. Ben sana disipl in vermiyorum. Ben sadece sana nasıl öğrenmeye devam edip, bilgi biriktirmeyeceğini kavratmaya çal ışıyorum. Dis ipl in in kalpten gelmeli, sana ait olmalı. Arada büyük bir fark var. Eğer disipl ini sana bir başkası ver iyorsa, sana asla uymaz. Başkasının kıyafetlerini giyiyor gibi o l u r s u n . Ya çok bol gelir ya da çok dar. İçinde kendini aptal gibi h isseders in.

Muhammed, Müslümanlara bir disipl in v e r m i ş t i r . Onun için iyi olabilir, ama bir başkası için iyi olamaz. Buda, milyonlarca Budist'e bir disiplin v e r m i ş t i r . Onun için iyi olabilir, ama başkası için olamaz. D is ip l in , bireysel bir olgudur. Onu ödünç aldığın zaman, bel ir lenmiş prensiplere göre yaşamaya başlarsın. Ölü prensiplere göre. Hayat asla ölü değildir. Hayat her an s ü r e k l i değişmektedir. Hayat bir a k ı ş t ı r .

39 -> 63

Page 40: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Herakles haklıydı. Aynı nehirde iki kere yıkanamazsın. Hatta ben aynı nehire bir kez bile giremezsin diyorum; nehir o kadar hızla akıyor k i ! İnsanın her duruma, nüanslarına dikkat etmesi, tetikte olması gerekir, ve tepkileri o andaki duruma göre olmalıdır, başkaları tarafından v e r i l m i ş , hazır cevaplara göre değil.

İnsanl ığın aptallığını görüyor musun? Beş bin y ı l önce Manu, Hindulara bir disipl in sundu ve onlar hala onu iz l iyor . Üç bin y ı l önce Musa, Yahudilere bir disipl in verdi ve onlar hala onu iz l iyor . Beş bin y ı l önce Adinatha, Jaina'lara bir disipl in verdi ve onlar hala onu iz l iyor . Bütün bu disipl inler, dünyayı tımarhaneye çeviriyor. Hepsinin son kullanma tarihi geçmiş, uzun y ı l lar önce gömülmeleri gerekirdi. Sen içinde cesetler taşıyorsun ve o cesetler kokuyor! Her yanın cesetlerle çevrili olduğu zaman, nasıl bir hayatın olabilir?

Ben sana anlık yaşamı öğretiyorum. Anın özgürlüğünü, anın sorumluluğunu öğretiyorum. Şu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda yanl ış olabilir. T u t a r l ı olmaya çalışma, aksi halde ölmüş o l u r s u n . Sadece ölüler tutarl ıdır. Yaşamaya çalış.

Bütün t u t a r s ı z l ı k l a r l a , her anını geçmişi referans almadan, geleceği referans almadan yaşa. O anı, o anın içeriğinde yaşa. O zaman katı l ımın bütünsel olur. O bütünlüğün güzelliği vardır ve o bütünlüğün yaratıcılığı vardır. O zaman ne yaparsan yap, kendine özgü bir güzelliği olacaktır.

3 . S I R A D A N L I K T A N İ R V A N A ' Y I B U L

Hayat yaratan, hayatı güzel leşt iren bir bahçıvanın Nobel ödülü aldığını duydun mu? Tar la lar ı s ü r ü p , hepimizi besleyen çiftçinin ödüllendirildiğini duydun mu? Hayır, sanki dünyada hiç varolmamış gibi yaşayıp ölür.

Bu çok çirkin bir ayr ımcı l ıkt ı r . Her yaratıcı r u h , ne yarattığının önemi olmadan saygı görmeli ve onurlandır ı lmal ı . Böylece yaratıcılığa değer v e r i l i r . Ama politikacılar bile Nobel ödülü alıyor. Onlar akı l l ı birer hayduttan başka bir şey değildir. Dünyada yaşanmış olan bütün katliamlar, politikacılar yüzünden yaşanmışt ı r ve onlar hala küresel intihar için daha fazla nükleer si lah üretiyor.

Gerçek ve dürüst bir toplumda yaratıcı l ık, saygı ve değer görür çünkü yaratıcı r u h , Tanr ı 'y la işbir l iği içindedir.

Estet ik anlayışımız hiç zengin değil.

Aklıma Abraham Lincoln geldi. O bir ayakkabıcının oğluydu ve Amerika'nın başkanı oldu. Doğal olarak, bütün aristokratlar çok rahatsız oldu, k ı z d ı , öfkelendi. Abraham Lincoln'un öldürülmüş olması bir tesadüf değil. Ülkenin bir ayakkabıcının oğlu tarafından yöneti lmesi f i k r i n i kabullenemediler.

Başkanlığının i lk gününde, yemin ettikten sonra senatoda yaptığı i l k konuşmada, tam konuşmak için kürsüye çıktığı zaman, çirkin bir ar istokrat ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Bay Lincoln, bir tesadüf eseri ülkenin başkanı oldunuz. Ama sakın babanızla bir l ikte evime gelip, ailem için ayakkabı ölçüsü aldığınız günleri unutmayın. Birçok senatör, babanızın yaptığı ayakkabıları giyiyor. O yüzden asla kökeniniz i unutmayın."

Bu şekilde onu aşağılayacağını sanıyordu. Ama Abraham Lincoln gibi bir adamı aşağılayamazsın. Sadece küçük insanlar, aşağılık kompleksi olan insanlar aşağılanabilir. B ü y ü k insanları ise aşağılamak mümkün değildir.

Abraham Lincoln, herkes tarafından hatırlanması gereken bir şey söyledi. "Senatoda i lk konuşmamı yapmadan önce, bana babamı hatır latt ığınız için s i z e minnettarım. Babam çok güzel, çok yaratıcı bir sanatçıydı. Onun kadar güzel ayakkabı yapabilen kimse yoktur. Ne yaparsam yapayım, onun sanatçılığının büyüklüğü kadar büyük bir başkan olamayacağımı çok iyi bi l iyorum. Ben onu asla aşamam. Bu arada, s i z aristokratlara bir şey hatırlatacağım. Eğer babamın yaptığı ayakkabılar ayağınızı v u r u y o r s a , bu sanatı onun yanında öğrendim, harika bir ayakkabıcı değilim ama en azından ayakkabılarınızı tamir edebilirim. Bana haber v e r i n , evinize gel ir im."

Senatoda derin bir s e s s i z l i k vardı. Senatörler, bu adamı aşağılamanın mümkün olmadığını anladı. Aynı zamanda yaratıcılığa ne kadar büyük bir saygı duyduğunu göstermişt i .

40 -> 63

Page 41: Osho - Yaraticilik

R e s i m , heykel ya da ayakkabı yapman hiç önemli değildir. Bahçıvan, çiftçi, balıkçı, marangoz olman önemli değil. Önemli olan tek şey var: Yarattığın şeye ruhunu koyabiliyor musun? O zaman yarattığın ürünlerde sanki Tanrı'dan birer parça bulunur.

Unutma, yaratıcılığın yapılan işle i lgisi yoktur. Yaratıcıl ık, senin bilincinin niteliği ile i lgi l idir. Yaptığın her şey yaratıcı olabilir. Yaratıcılığın ne anlama geldiğini bil iyorsan yaptığın her şey yaratıcı olabilir.

Yaratıcıl ık, iş ten, meditasyon gibi keyif almaktır. Herhangi bir iş i derin bir sevgiyle yapmaktır. Eğer bu salonu sevgiyle temizlersen yaratıcı olur. Ama eğer beni sevmiyorsan, o zaman bu iş bir göreve, yapılması zorunlu olan bir şeye dönüşür, o zaman bir y ü k olur. O zaman yaratıcı olmak için başka bir zamanı tercih edersin. O başka zamanda ne yapacaksın? Yapacak daha iyi bir şey bulabilir misin? Eğer res im yaparsan, kendini yaratıcı mı hissedeceksin?

Resim yapmak, yer ler i s i lmek kadar sıradandır. Orada, tuvale renkler atacaksın. Burada yer ler i y ıkayıp, temizleyeceksin. Ne fark var? B i r i y l e , bir arkadaşınla konuşurken, vaktinin boşa harcandığını d ü ş ü n ü r s ü n . Sen büyük bir kitap yazmak i s t i y o r s u n , o zaman yaratıcı olacaksın. Ama bir arkadaşın gelmiş! B i raz dedikodu yapmak da çok güzeldir. Yaratıcı ol!

Bütün o büyük kitaplar, yaratıcı insanların dedikodularından başka bir şey değildir. Ben burada ne yapıyorum? Dedikodu. B i r gün belki yazıya dökülebilir. Ama aslında dedikodudan başka bir şey değil. Bunu keyifle yapıyorum. Sonsuza dek bu şekilde konuşmaya devam edebilirim. Sen bir gün s ı k ı l a b i l i r s i n , ama ben asla sıkılmayacağım. Benim için tam bir keyif. B i r gün o kadar s ı k ı l ı r s ı n k i , ortadan kaybolursun. Burada kimse kalmaz ve ben hala konuşuyor o lurum. Eğer bir şeyi gerçekten seviyorsan, yaratıcısındır.

Ama bu herkesin başına geliyor. Bana birçok insan geliyor. İ l k gelişlerinde, "Her t ü r l ü iş mi, Osho; t e m i z l i k bile mi?" diye sorar lar, " temiz l ik bile mi? Ama senin iş in olduğuna göre seve seve yaparız" diye devam ederler. S o n r a , birkaç gün sonra, tekrar gelir ler ve "temizl ikten daha yaratıcı bir şey yapmak is t iyoruz" derler.

Sana bir f ıkra anlatayım.

S e k s hayatlarının heyecanını kaybetmesine üzülen genç kadın, sonunda kocasını hipnoz tedavisine gitmeye ikna eder. Birkaç seanstan sonra cinsel i lgisi tekrar alevlenmiştir. Ama s e v i ş i r k e n arada sırada hızla yatak odasından çıkıyor, tuvalete gir iyor ve bir s ü r e sonra tekrar dönüyordu.

Bunu merak eden kadın, bir gün onun peşinden tuvalete gitt i . Kapının önünde sessizce durup, içeriye tek gözle baktığı zaman, kocasının aynadaki görüntüsüne odaklanıp, kendine bakarken mırıldandığını duymuş. "O benim karım değil. O benim kar ım değil."

B i r kadına aşık olduğun zaman, o tabii ki karın değil. S e v i ş i r s i n , keyif a l ı r s ı n , ama her şey durulduktan sonra, o zaman karın olur. O zaman her şey e s k i r . Sonra o y ü z ü b i l i r s i n , o bedeni b i l i r s i n , o topografyayı b i l i rs in ve sıkı lmaya başlarsın. Hipnozcu iyi yapmış. Sadece eşinle s e v i ş i r k e n , onun karın olmadığını düşün telkininde bulunmuş.

O yüzden t e m i z l i k yaparken, res im yaptığını hayal et. "Bu t e m i z l i k değil, büyük bir yaratıcıl ık". Ve öyle de olur! Bu sadece z ihn in in oynadığı bir oyun. Eğer anlarsan, yaptığın her işe bir yaratıcıl ık get i rebi l i rs in.

Anlayışl ı bir insan, s ü r e k l i yaratıcıdır. Yaratıcı olmaya çalıştığından değil. Oturuşu yaratıcı bir eylemdir. Oturmasını iz le. Hareketlerinde belirl i bir dans, belirl i bir gurur görürsün. Daha geçen gün, büyük bir asaletle mezarında yatan bir Zen ustası hikayesi okudum. Adam ölmüş. Ölümü bile yaratıcı bir eylem. Mükemmel yapmış. Aşı lması mümkün değil. Ölüyken bile bir asalatle, bir gururla duruyor.

Bunu anladığın zaman, ne yaparsan yap; yemek, temiz l ik. . . Hayat küçük şeylerden oluşur. Egon bunların küçük şeyler olduğunu söyler. Sen büyük şeyler yapmak i s t i y o r s u n . B ü y ü k bir ş i i r yazmak. Shakespeare, Kalidas ya da Milton olmak i s t i y o r s u n . S o r u n u yaratan senin egon. Egoyu bırak ve her şey yaratıcı o lsun. Şöyle bir hikâye duydum:

B i r ev kadını bakkal çırağının s ü r e k l i s ipar iş ler in i hemen getirmesinden memnun olduğu için ona adını s o r m u ş . Oğlan "Shakespeare" diye yanıt lamış.

"Ne kadar ünlü bir i s i m . "

"Öyle olmalı. T a m üç y ı ld ı r bu mahalleye s e r v i s yapıyorum."

41 -> 63

Page 42: Osho - Yaraticilik

Bayıldım. Neden Shakespeare olmaya gerek var ki? Üç y ı l bir mahallede s e r v i s yapmak! B u , neredeyse bir kitap, bir roman, bir temsi l yazmak kadar güzel bir şey.

Hayat küçük şeylerden oluşur. Eğer sen seversen büyük olurlar. O zaman her şey yücelir. Eğer sevmiyorsan, o zaman egon devreye girer. "Bu sana layık değil. T e m i z l i k mi? Bu sana layık değil. B ü y ü k bir şeyler yap. Joan D'Arc ol." Hepsi saçmalık. Bütün Joan D'Arc'lar saçmalıktır.

T e m i z l i k yapmak çok güzeldir. Sak ın egona kapılma. Ne zaman ego gelip, seni daha yüce şeylere doğru yönelmeye ikna etse, hemen bunun farkına var ve egoyu bırak. O zaman, zamanla önemsiz şeyler in kutsal olduğunu görürsün. Hiçbir şey sıradan değildir. Her şey kutsal ve i lahidir.

Hayatındaki her şey sana kutsal gelmiyorsa, dini bir hayat yaşayamazsın. Kutsal insan senin aziz dediğin k i ş i l e r değildir, o sadece ego tatmini için bir şeyler yapıyor olabilir ama sana bir aziz gibi görünecektir. Ayrıca, sana aziz gibi görünecektir, çünkü onun büyük iş ler yaptığını d ü ş ü n ü r s ü n . Kutsal insan, sıradan hayatı seven, sıradan insandır. Odun kesmek, kuyudan su çekmek, yemek pişirmek. Dokunduğu her şey kutsal olur. Yüce şeyler yapmıyordur. Ama yaptığı her şeyi yüceltiyor.

Yücelik yapılan işte değil. Yücelik, o iş i yaparken senin bilincinin kattığı şeydedir. Bunu dene. B i r çakıl taşına büyük bir sevgiyle dokun. O zaman büyük bir elmasa dönüşür. Gülümse. Birden kral ya da kraliçe o l u r s u n . Gül, keyif al. Hayatının her anı, meditasyonla yoğurulmuş sevginle dönüşüme uğramalı.

Yaratıcı ol dediğim zaman, herkesin gidip büyük bir ressam ya da şair olmasını söylemiyorum. Ben sadece bırak hayatın bir r e s i m , bir ş i i r olsun diyorum.

Bunu her zaman anımsa aksi taktirde egon hayatına bazı sorunlar getirecektir.

Suçlulara git ve neden suç iş ledikler in i sor. Yapacak büyük bir şey bulamadıkları içindir. Ülkenin başkanı olamamışlardır. Tabii ki herkes bir devlet başkanı olamaz. O yüzden başkanı öldürürler. Bu çok daha kolay. Birden başkan kadar ünlü olurlar. Birden bütün gazetelerin baş sayfalarında resimler i çıkar.

Birkaç ay önce bir adam yedi k i ş i y i öldürdü. Ona nedenini sordular. Çünkü o ölen yedi k i ş i y l e hiçbir bağlantısı yoktu. B ü y ü k bir insan olmak istediğini söyledi. Hiçbir gazete onun ş i i r l e r i n i , onun makalelerini basmıyordu. Her yerden geri çevril iyordu. Hiç k imse onun resmini basmıyordu ve hayat akıp gidiyordu. O yüzden yedi k i ş i y i öldürdü. Onunla bir bağlantıları yoktu. Onlara bir öfke beslemiyordu. Sadece ve sadece ünlü olmak is temişt i .

Politikacılar ve suçlular farkl ı türde insanlar değildir. Bütün suçlular pol i t ikt ir ve bütün politikacılar suçludur, sadece Richard Nixon değil. Zavall ı Richard Nixon, suçüstü yakalandı, hepsi bu. Diğerleri biraz daha zeki ve biraz daha kurnaz.

Bayan Moskowitz çok gurur luydu. Komşusuna sordu: "Oğlum Louie'nin ne yaptığını bil iyor musun?"

"Hayır. Oğlun Louie ne yapıyor?"

"O bir psik iyatr iste gidiyor. Haftada iki kere bir psik iyatr iste gidiyor."

"Bu iyi bir şey mi?"

"Tabii ki iyi bir şey. Saatine k ı r k dolar ödüyor ve sadece benden söz ediyor."

Asla bu yüce, ün lü, gerçek boyutundan daha büyük biri gibi olma eğil imlerine kendini kaptırma. Asla! Gerçek boyut mükemmeldir. Gerçek boyutta olmak, sadece sıradan olmak, olması gerektiği gibi olmaktır. Ama bu sıradanlığı, olağanüstü bir şekilde yaşa. Nirvana bilinci tamamen budur.

Şimdi sana son şeyi söyleyeyim. Eğer Nirvana senin için ulaşı lması gereken bir hedef, büyük bir hedefe dönüşürse, o zaman bir kabus yaşars ın. O zaman Nirvana, en son ve en büyük kabusun olur. Ama eğer Nirvana, küçük şeylerdeyse, onları yaşama şekl indeyse, her küçük akt iv i teyi, kutsal bir eyleme, bir duaya dönüştürme aracıysa, o zaman evin bir tapınağa dönüşür. Bedenin Tanr ı 'n ın ikametgâhına dönüşür. O zaman baktığın her yer, dokunduğun her şey, muhteşem bir güzelliğe ve kutsallığa sahiptir. O zaman Nirvana, özgür lüktür.

Nirvana, sıradan hayatı her şeyiy le, tam bir farkındal ıkla, ışıldayarak yaşamaktır. O zaman her şey ışımaya başlar. Bu mümkün. Bunu söy lüyorum, çünkü böyle yaşadım ve böyle yaşıyorum. Bunu söylediğim zaman, tam bir yetk in l ik le söylüyorum. Bunu söylediğim zaman, Buda'dan ya da İsa'dan

42 -> 63

Page 43: Osho - Yaraticilik

alıntı yapmıyorum. Bunu söylediğim zaman, kendimden alıntı yapıyorum.

Bu benim için mümkün oldu, senin için de olabilir. Sadece egonun peşine düşme yeter. Hayatı sev, hayata güven. O zaman hayat sana ihtiyacın olan her şeyi verecek, seni kutlayacaktır.

4 . HAYALCİ O L

Friderich Nietzsche bir açıklamasında şöyle diyor: "Bütün hayalcilerin yok olduğu gün insanl ık en büyük felaketini yaşayacaktır." İnsanoğlunun bütün evr imi , insan hayal ettiği için gerçekleşmiştir. Dün hayal olan bir şey, bugün gerçektir. Ve bugünün hayalleri, yar ının gerçekleri olacaktır.

Bütün şair ler hayalcidir. Bütün müzisyenler hayalcidir. Bütün m i s t i k l e r hayalcidir. Aslında yaratıcı l ık, hayalin yan ürünüdür.

Ama bu hayaller, Sigmund Freud'un analiz ettiği rüyalar değildir. O yüzden, bir şa ir in hayaliyle, bir heykelt ıraşın hayaliyle, bir mimarın hayaliyle, bir mist iğin hayaliyle, bir dansçının hayaliyle, hasta bir z ihn in hayallerini ayırmak gerekir. Sigmund Freud'un, insan evr iminin temelini oluşturan büyük hayalcilerle ilgilenmemesi büyük bir t a l i h s i z l i k o lmuştur. O sadece psikoloj ik olarak hasta insanlarla çalıştı. Ve bütün hayat deneyimi, psikopatların hayallerini ve rüyalarını analiz etmek olduğu için, rüya ya da hayal görme sözcüğü lanetlendi. Deli ler hayal kurar. Ama onun hayalleri yıkıcı olur. Yaratıcı insan da hayal kurar, rüya görür. Ama onun hayalleri dünyayı zengin leşt i r i r .

Aklıma Michelangelo geldi. Her t ü r l ü mermerin satıldığı bir pazar yerinden geçerken, çok güzel bir taş gördü ve onun f iyatını sordu. Dükkan sahibi, "Eğer o kayayı is t iyorsan, onu bedava alabi l i rs in, çünkü orada yer işgal etmekten başka bir şey yapmıyor. T a m on iki y ı ld ı r k imse onu sormadı bile. Ben de o taşta herhangi bir potansiyel görmüyorum." dedi.

Michelangelo o kaya parçasını aldı ve neredeyse bir y ı l boyunca üzerinde çalışıp, belki de gelmiş geçmiş en güzel heykeli yaptı. Birkaç y ı l önce bir deli onu kırmaya çalıştı. Heykel Vatikan'daydı. İsa'nın çarmıhtan indir i ldikten sonra, annesi Meryem Ana'nın kucağında ölü yatarken görüldüğü bir heykeldi.

Ben sadece fotoğrafını gördüm. Ama o kadar canlı k i , sanki İsa her an uyanacakmış gibi. Mermeri o kadar sanatsal bir şekilde kul lanmış k i , İsa'nın hem gücünü, hem de narinl iğini hissedebi l iyorsun. Meryem Ana'nın gözlerindeki yaşlar bile belli oluyor.

Birkaç y ı l önce delinin tek i , Michelangelo'nun yaptığı o heykeli çekiçle parçaladı. Neden yaptığı sorulunca, şöyle dedi: "Ben de ünlü olmak istedim. Michelangelo tam bir y ı l çalıştı ve sonra ünlü oldu. Ben sadece beş dakika çalıştım ve bütün heykeli parçaladım. A r t ı k benim adım, dünyadaki bütün gazetelerin manşetlerine çıkacak."

İ k i adam da aynı mermer üzerinde çalıştı. B i r i yaratıcıydı, diğeri ise bir deli.

B i r y ı l geçtikten sonra, Michelangelo heykelini b i t i r m i ş t i . Dükkan sahibini bir şey göstermek için evine çağırdı. Dükkan sahibi gözlerine inanamadı. "Bu güzel mermeri nereden buldun?" diye sordu. Michelangelo yanıtladı: "Onu tanımadın mı? Dükkanının önünde on iki y ı l boyunca bekleyen o çirkin taş." Bu olay aklıma geldi çünkü, dükkan sahibi şöyle s o r m u ş t u : "O çirkin kayanın bu kadar güzel bir heykele dönüşebileceğini nasıl düşündün?"

"Bunu düşünmedim. Bu heykeli yapmayı hayal ediyordum. Kayanın yanından geçerken, birden İsa'yı gördüm. Bana: "Bu kaya içinde kapalı kaldım. Beni kurtar. Bu kayadan çıkmama yardım et" dedi. Heykeli kayanın içinde gördüm. O yüzden ben sadece küçük bir iş yaptım. Kayanın üstündeki gereksiz parçaları attım ve İsa ile Meryem'i kapatıldıkları yerden kurtardım."

Sigmund Freud ayarında bir adam, hasta insanların rüyaları ve hayalleri yer ine, sağlıkl ı insanlar ın, sadece sağlıkl ı insanlar değil, yaratıcı insanların rüyalarını ve hayallerini analiz etseydi, insanlığa çok büyük bir katkı sağlamış olurdu. Onların rüyalarının analizi, bütün rüyaların bast ı r ı lmış duygular olmadığını gösterecekti. Onların rüyalarının anal iz i , bazı rüyalar ın, normal insanların sahip olduğundan daha yaratıcı bir bilinçten doğduğunu gösterir. Onların rüyalar ı , hasta değil, sağl ık l ı . İnsanoğlunun ve bilincinin tüm evr imi , bu rüyalara ve hayallere bağlıdır.

43 -> 63

Page 44: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Bütün varoluş tek bir organik bütündür. Sen sadece başkalarıyla el tutuşmuyor, ağaçlarla el t u t u ş u y o r s u n . S i z sadece bir l ikte nefes a lmıyorsunuz. Bütün evren bir l ikte nefes alıyor.

Evren derin bir uyum içindedir. Ancak insan, uyum dil ini unutmuştur. Burada benim görevim bunu sana hatırlatmak. B i z uyum yaratmıyoruz. Uyum zaten senin gerçeğin. Sadece onu unutmuş durumdasın. Belki de bunu unutmak anlaşı l ı r bir şeydir. Eğer onunla doğuyorsan, onu nasıl düşünebi l i rs in?

E s k i bir hikayede, felsefi bir ruh hali içinde olan genç bir balık, yaşl ı bir balığa sorar: "Okyanus hakkında çok şey duydum. O nerede?" O okyanusun içinde. Okyanusun içinde doğdu, okyanusun içinde yaşadı, ondan hiç ayrı kalmadı. Okyanusu kendinden farkl ı bir nesne olarak görmedi. Yaşlı balık, genç fi lozofu tuttu ve "Okyanus, içinde yaşadığımız şeydir" dedi.

Genç f i lozof k a r ş ı l ı k verdi: "Şaka yapıyor olmal ıs ın. B u , su ve sen ona okyanus diyorsun. Arayışıma devam etmeli, daha bilge balıklara sormal ıy ım."

B i r balık ancak bir balıkçı tarafından yakalanıp kumların üzerine atıldığı zaman okyanusun farkına var ır . İ l k kez o zaman, her zaman okyanusun içinde yaşamış olduğunu anlar. Okyanus onun hayatıdır ve o olmadan yaşayamaz. Ama insanda bir z o r l u k vardır. Sen varoluşun dışına çıkarı lamazsın. Varoluş sonsuzdur, çıkıp, varoluşa dışarıdan bakacağın bir k ıy ı yoktur. Nerede olursan ol, varoluşun bir parçasısın.

Hepimiz bir l ikte nefes al ıyoruz. Aynı orkestranın bir parçasıyız. Onu anlamak büyük bir deneyimdir. Buna rüya demeyin. Çünkü Sigmund Freud yüzünden rüyaya çok yanl ış damgalar v u r u l m u ş t u r . Yoksa en güzel kelimelerden bir idir. Çok ş i i r s e l d i r .

Sadece s e s s i z olmak, sadece mutlu olmak, sadece... Bu sess iz l iğe başkalarının katıldığını hissedeceksin. Düşündüğün zaman, başkalarından a y r ı l ı r s ı n . Çünkü sen bir şeyler düşünüyorsun ve diğer k i ş i bir şeyler düşünüyor. Ama eğer ik in iz de s e s s i z s e n i z , o zaman aranızdaki bütün duvarlar kaybolur.

İ k i s e s s i z l i k , iki olarak kalamaz; bire dönüşür.

Hayatın bütün yüce değerleri... Sevgi, dinginl ik, neşe, heyecan, tanr ısa l l ık , seni büyük bir tekliğin farkına vardır ı r : Senden başka kimse yoktur. Hepimiz tek gerçeğin farkl ı ifadeleriyiz. T e k şark ıc ın ın, farkl ı ş a r k ı l a r ı y ı z . T e k dansçının, farkl ı danslarıyız. Fark l ı r e s i m l e r i z . Ama ressam bir tane.

Buna rüya deme, çünkü rüya dediğin zaman onun gerçek olduğunu anlamıyorsun. Halbuki gerçek, herhangi bir rüyanın olamayacağı kadar güzeldir. Gerçek, daha coşkulu, daha renkl id i r , daha keyif l idir. Hayal edebileceğinden daha çok dans barındırır. Ama biz bilinçsizce yaşıyoruz.

İ l k b i l inçsiz l iğ imiz, kendimizi ayrı olarak görmektir. Ben hiçbir insanın bir ada olmadığını vurguluyorum. Hepimiz dev bir kıtanın parçalarıyız. Çeşi t l i l ik var ama bu bizi ayrı k ı lmaz. Çeşi t l i l ik hayatı zengin leşt i r i r . B i r parçamız Himalayalar'da, bir parçamız yı ldızlarda, bir parçamız güllerde, bir parçamız kuşun kanadında, bir parçamız ağacın yeşil indedir. Her tarafa dağılmışızdır. Bunu gerçeklik olarak yaşamak, hayata olan yaklaşımını dönüştürecektir. Dolayısıyla her eylemini ve varl ığını dönüştürecektir.

Sevgi dolu olacaksın. Hayatı büyük bir minnetle yaşayacaksın. Bana göre i lk kez olarak gerçek bir dindar olacaksın. B i r H ı r is t iyan değil, bir Hindu değil, bir Müslüman değil. Ama gerçek, saf bir dindar.

Din kelimesi çok güzeldir. Kökeni, cahill ik yüzünden ayrı düşenlerin bir araya getir i lmesi anlamına gelen bir kelimedir. Onları bir araya getirmek; onları uyandırarak, ayrı olmadıklarını göstermektir.

O zaman bir ağaca zarar veremezsin. O zaman şefkat ve sevgin kendiliğinden oluşur. Senin tasarladığın bir öğretiden ortaya çıkan bir şey olmaz. Eğer sevgi öğreni lmişse sahtedir. Eğer bar ışseverl ik üret i lmişse sahtedir. Eğer merhamet besleniyorsa sahtedir. Ama eğer senin hiçbir çaban olmadan, kendiliğinden ortaya çıkıyorsa, o zaman gerçekliği çok derinden, çok özel bir yerden gelir.

Geçmişte din adına çok suç i ş l e n m i ş t i r . En fazla insan, dindar insanlar tarafından öldürülmüştür. Bütün bu dinlerin yalan ve sahte olduğu ortadadır.

Gerçek dinin doğması gerekiyor.

P. G. Wells'e, Dünya T a r i h i Kitabı'nı —çok önemli bir çalışmadır— yayınladığı zaman sormuşlar .

44 -> 63

Page 45: Osho - Yaraticilik

"Medeniyet hakkında ne düşünüyorsunuz?"

P.G. Wel ls şöyle yanıt lamış: "Çok güzel bir f i k i r . Ama art ık bir inin bir şeyler yapıp onu hayata geçirmesi gerekiyor."

Günümüze kadar bizler, medeni, k ü l t ü r l ü ya da dindar olmadık. Medeniyet adına, kü l tür adına, din adına, her t ü r l ü barbarlığı yaptık: İ l k e l , insana yakışmayan, hayvani şeyler.

İnsan gerçeklikten uzağa düşmüştür. İnsanın hepimizin bir olduğu gerçeğine uyandırı lması gerekiyor. Bu bir varsayım değil. Çağlar boyunca hiçbir is t isnas ı olmadan, bütün meditasyoncuların yaşadığı bir şey. Bütün varoluşun tek bir organik bütün olduğu.

O yüzden, herhangi bir güzel deneyimi rüya ile kar ış t ı rma. Ona rüya demek gerçekliğini ortadan kaldır ır . Rüyaların gerçek yapılması gerekiyor. Gerçeklerin rüyalara dönüştürülmesi değil.

|

DÖRT SORU

Kalbinde söylenmesi gereken bir şarkı, edilmesi gereken bir dans var.

Ama dans görünmezdir. Ve şarkı... Sen onu henüz duymadın bile.

O senin varlığının içindeki özde giziidir.

Onun yüzeye çıkarılması gerekir. İfade edilmelidir.

Kendini gerçekleştirmek demek, işte budur.

1 . H A F I Z A V E HAYAL GÜCÜ

S o r u :

B i z e s ü r e k l i hafızadan vazgeçmemiz i v e b u l u n d u ğ u m u z anı y a ş a m a m ı z ı ö n e r i y o r s u n . Ama haf ızamı b ı r a k ı r k e n , aynı zamanda yarat ıc ı hayal gücümü b ı r a k m a k z o r u n d a y ı m . Ç ü n k ü ben bir y a z a r ı m . Ve y a z d ı ğ ı m her ş e y i n , h a t ı r l a d ı ğ ı m ş e y l e r içinde bir kökeni var.

Acaba dünyada, sanat ve sanat ı m ü m k ü n k ı l a n yarat ıc ı hayal gücü olmasa n a s ı l o l u r d u ? B i r T o l s t o y asla bir Buda olamaz. Ama bir B u d a , S a v a ş ve B a r ı ş ' ı y a z a b i l i r mi?

Beni anlamamışsın, ama bu çok doğal. Beni anlamak zordur çünkü anlamak için hafızanı bırakman gerekiyor. Hafıza s ü r e k l i araya girer. Sen sadece benim kel imelerimi dinl iyor ve sonra bu kelimeleri kendi hafızana, kendi geçmişine göre y o r u m l u y o r s u n . Eğer şimdi ve burada değilsen, beni anlayamazsın ...ancak o zaman buluşma olur. Aksi halde f i z i k s e l olarak burada olsan da, psikoloj ik olarak yoksun.

Ben sana asıl hafızanı bırak demiyorum. Bu aptalca olur. Ası l hafızan gereklidir. Adını bi lmel is in. Babanın, annenin, e ş i n i n , çocuğunun adını, nerede yaşadığını bi lmel is in. T e k r a r oteline döneceksin. T e k r a r odanı bulman gerekiyor. Ası l hafızan kastedilmiyor. Kastedilen, psikoloj ik hafızadır. Ası l hafıza bir sorun değildir. O saf bir anımsamadır. Ancak bundan psikoloj ik olarak etkilendiğin zaman, sorun çıkmaya başlar. Aradaki farkı anlamaya çalış. Dün biri sana hakaret etti. Bugün onunla yine k a r ş ı l a ş ı y o r s u n . Ası l hafıza, "Bu adam dün bana hakaret etti" der. Ps iko lo j ik hafıza ise, o adamı görünce s i n i r l e n i r . O adamı görünce öfkelenirs in. Adam belki de özür dilemeye gelmişt ir . Senden kendisini affetmeni istemeye gelmiş olabilir. Hatasını anlamış olabil ir, bil inçsiz davranışının farkına v a r m ı ş olabilir. Seninle tekrar dost olmak istediği için gelmiş olabil ir, ama sen öfkeleniyorsun. K ızg ıns ın ve bağırmaya başl ıyorsun. Onun şu andaki yüzünü görmüyorsun. Dün sana gösterdiği

45 -> 63

Page 46: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

yüzden etkilenmeye devam ediyorsun. Ama dün geçmişte kaldı. Köprünün altından ne kadar su aktı? Bu adam aynı adam değil. Y i rmi dört saat birçok değişikl ik get i rmişt i r . Hatta sen de art ık aynı insan değilsin.

Ası l hafıza, "Bu adam dün bana hakaret etti" der. Ama, o ben değişti. Bu adam da değişti. Yani, sanki o yaşanmış olan olay, s i z l e r l e hiçbir i lgisi olmayan iki k iş i arasında yaşanmış gibidir. İş te o zaman psikoloj ik olarak özgürsün. "Hala öfkel iy im" demezsin. Devam eden bir k ı z g ı n l ı k olmaz. Hafıza oradadır, ama psikoloj ik etkilenme yoktur. O adamla, onun şu anda olduğu gibi ve senin şu anda olduğun gibi buluşmal ıs ın.

B i r adam gelip, Buda'nın suratına tükürdü. Çok öfkeliydi. O bir Brahmin idi ve Buda, rahiplerin çok öfkelendiği şeyler söylüyordu. Buda, yüzünü sildi ve adama sordu: "Söyleyecek başka bir şeyin var mı?"

Havarisi Ananda çok öfkelendi. O kadar k ı z m ı ş t ı k i , Buda'dan iz in istedi. "Bu adama haddini bildirmeme iz in ver. Bu kadarı çok fazla. Buna katlanamam."

Buda yanıtladı: "Ama o senin suratına tükürmedi. B u , benim y ü z ü m . Ayrıca ona bir bak. Çok büyük bir s ı k ı n t ı içinde. Ona baksana. Onu hoş görmel is in. Bana bir şeyler söylemek ist iyor. Ama kelimeler yeters iz kalıyor. Bu benim de sorunum. Hayatımın en büyük sorunu ve bu adamı aynı durumda görüyorum. Yaşadıklarımı s i z l e r i n anlayacağı dilde ifade etmeye çalışıyorum. Ama yapamıyorum, çünkü kelimeler yetmiyor. Bu adam da aynı durumda. O kadar kızgın k i , hiçbir kelime öfkesini ifade edemiyor. T ı p k ı benim yaşadığım sevgiyi , hiçbir kel imenin, hiçbir eylemin ifade edemediği gibi. Bu adam da aynı zorluğu yaşıyor. Sadece gör."

Buda görüyor. Ananda da görüyor. Buda, sadece asıl hafızayı b i r ik t i r iyor . Ananda ise psikoloj ik hafıza yaratıyor.

Adam, Buda'nın söylediklerine inanamadı. B ü y ü k bir ş a ş k ı n l ı k içindeydi. Eğer Buda ona vursaydı ya da Ananda üzerine atlasaydı, bu kadar şaşırmazdı , ortada şaşıracak bir şey olmazdı. B u , beklenen, doğal bir tepki olurdu. İnsanlar böyle tepki veriyor. Ama Buda, adamı hissediyor. Yaşadığı zorluğu görüyor. Adam gitmiş ve bütün gece uyuyamamış. S ü r e k l i bu olayı düşünmüş, üzerinde meditasyon yapmış. Yaptığı şey yüzünden çok büyük bir vicdan azabı çekmeye başlamış. Kalbinde bir yara açılmış.

Er tes i sabah hemen Buda'ya g i tmiş, önünde kapanıp, ayaklarını öpmüş. Buda, Ananda'ya dönmüş: "Bak, yine aynı s o r u n . Şimdi bana karşı o kadar yoğun duygular besliyor k i , kelimelerle ifade edemiyor. Ayaklarıma dokunuyor. Çaresiz durumda. Çok yoğun bir duygu yaşadığın zaman bunu ifade edemezsin. Kelimelere dökemezsin. Karşındakine anlatamazsın. Onu sembolize edecek bir davranış bulmak zorundasın. Bak."

Adam ağlamaya başladı. "Özür di ler im, efendim. Her şeyimle özür di ler im. S i z i n gibi birine tükürmek yaptığım en aptalca şeydi." Buda, yanıtladı: "Unut g i ts in. Senin tükürdüğün adam art ık yok. T ü k ü r e n adam da yok. Sen yenis in ve ben yeniy im. Bak, şu anda doğan güneş yeni bir güneş. Her şey yeni. Dün art ık yok. Onu geride bırak. Nasıl affedebilirim? Çünkü sen bana hiç tükürmedin. Sen art ık olmayan birine tükürdün."

Bi l inç s ü r e k l i akan bir nehirdir.

Hafızanı bırak dediğim zaman, psikoloj ik hafıza demek i s t i y o r u m . Ası l hafızayı değil. Buda, o adamın dün kendine tükürdüğünü tabii ki hatır l ıyor. Ama aynı zamanda, bu adamın ya da kendisinin dünkü k i ş i l e r olmadığını hat ır l ıyor. O bölüm kapanmıştır. Onu hayatın boyunca taşımanın bir anlamı yok. Ama sen taş ıyorsun. B i r i sana on y ı l önce bir şey söyledi ve sen onu hala taş ıyorsun. Annen çocukken sana kızdı ve onu hala taş ıyorsun. Baban sen küçükken sana tokat attı, ama sen yetmiş yaşında olsan bile onu hala taş ıyorsun.

Bu psikoloj ik hafızalar sana y ü k oluyor. Özgürlüğünü yok ediyor, canlılığını yok ediyor. Seni kafese t ık ıyor. Ası l hafıza güzel bir şeydir.

B i r şeyi daha anlamak gerekir. Ps iko lo j ik hafıza olmadığı zaman, asıl hafıza hata yapmaz. Çünkü psikoloj ik hafıza bir engeldir. Eğer psikoloj ik etki altındaysan, nasıl doğru hatır larsın? Bu imkansız. T i t r i y o r s u n , sa l lanıyorsun, bir çeşit deprem yaş ıyorsun. Bu durumda nasıl hatırlayacaksın? O zaman abart ırsın. B i r şeyler ekler, bir şeyler ç ıkar t ı rs ın. Ortaya bambaşka bir şey ç ıkar t ı rs ın. O zaman da hafızana güvenemezsin.

Güvenil ir tek insan, psikoloj ik hafızası olmayan insandır. O yüzden bilgisayarlar insanlardan daha

46 -> 63

Page 47: Osho - Yaraticilik

güvenil irdir. Çünkü onların psikoloj ik hafızası yoktur. Sadece gerçekler: Asl i gerçekler, çıplak gerçekler. Sen bir gerçekten söz ettiğin zaman, o gerçek olmaktan çıkar. İçine kurgu g i r m i ş t i r . Sen onu kalıpladın, onu değiştirdin, üzerini boyadın. Ona kendi renkler in i verdiğin için, o art ık bir olgu değil. Sadece bir Buda, bir Tathagata, bir e r m i ş insan gerçeği bi l ir. Sen bir gerçekle hiç k a r ş ı l a ş m ı y o r s u n , çünkü zihninde birçok kurgu taş ıyorsun. Ne zaman bir gerçekle karş ı laşsan, hemen üzerine kendi kurgular ını kat ıyorsun. Hiçbir zaman olanı olduğu haliyle görmüyorsun hep gerçeği çarpıt ıyorsun.

Buda, bir Tathagata'nın, uyanmış olanın, her zaman doğru söylediğini, çünkü gerçeğe dayanarak konuştuğunu söyler. B i r Tathagata gerçeği konuşur. Yoksa susar. Tathagata, tamamen bu anlama gelir. Ne olursa o l s u n , Tathagata sadece yansı t ı r . O bir aynadır. Bunu söylemeye çalışıyorum. Ps ikolo j ik hafızanı b ırakırsan, bir ayna o l u r s u n .

" B i z e s ü r e k l i hafızayı bırakıp, şu anda, bu anı yaşamamızı söy lüyorsun" diye sordun. B u , geçmişini hatırlamayacağın anlamına gelmez. Geçmiş, şu anın bir parçasıdır. Geçmişte olduğun her şey, yapmış olduğun her şey, şu anının bir parçasıdır: O burada. Çocukluğun s e n s i n . Gençliğin s e n s i n . Yaptığın her şey hala senin içinde. Yediğin yemekler, o da geçmiş. Ama şu anda kanın olmuş. Şu anda içinde dolaşıyor. Senin kemiğin o lmuş, senin i l iğin olmuş. Geçmişte yaşadığın sevgi, geride kalmış olabilir ama seni değişt i rmişt i r . Sana yeni bir hayat görüşü v e r m i ş t i r , gözlerini açmıştır. Dün benimle bir l ikteydin. Bu geçmiş. Ama her şeyiyle tamamen geçmiş mi? Nasıl tamamen geçmiş olabilir? O seni değiştirdi, içinde yeni bir kıvı lcım yarattı. O kıvı lcım senin bir parçan oldu.

Yaşadığın an bütün geçmişini kapsar. Ve eğer beni anlayabil irsen, yaşadığın an aynı zamanda bütün geleceğini barındırır. Çünkü geçmiş yaşandığı anlarda seni değişt i r i rken, seni hazır l ıyor. Yaşayacağın gelecek ise senin şu anı nasıl yaşadığına göre şekillenecek. Şu anda nasıl yaşadığın, geleceğine çok büyük etki edecek.

Şu an, bütün geçmişi ve geleceğin bütün potansiyelini taşıyor. Ama bu yüzden endişe duymana gerek yok. O zaten orada. Onu psikoloj ik olarak taşımak zorunda değilsin. O yükü taşımak zorunda değilsin. Eğer beni anl ıyorsan, geçmişin zaten şu anda kapsandığını b i l i r s i n . Ağaç dün çekmiş olduğu suyu düşünmez. Ama düşünse de, düşünmese de, o su oradadır. Dün yapraklarına düşen güneş ı ş ı k l a r ı n ı düşünmez; ağaçlar insanlar kadar aptal değildir.

Neden dünün ış ın lar ın ı düşünsün? Onlar emildi, s indir i ld i . Yeş i l in , k ı r m ı z ı n ı n , sar ın ın bir parçası oldu. Ağaç, bu sabah güneşinin keyfini ç ıkar ırken, dünün psikoloj ik hafızasını taşımıyor. Ama dün, onun yapraklarında, çiçeklerinde, dallarında, köklerinde, sapında bulunuyor. O orada. Böylece gelecek de ortaya çıkıyor. Yarının çiçekleri olacak olan tomurcuklar orada. Yarın büyük yaprak olacak olan f i l i z l e r orada.

Şu an her şeyi kapsıyor. Şu an s o n s u z l u k t u r .

Ben sana geçmişi unut demiyorum; tek söylediğim, ondan rahatsız olma. O bir psikoloj ik yat ı r ım olmamalı. O f i z i k s e l bir gerçek. B ı r a k öyle kals ın. Geçmişi hatırlama yeteneğinden kurtu l demiyorum. Ona ihtiyacın olabilir. İhtiyaç olduğu an, senin yaşadığın andır. Unutma, senin ihtiyaçlarını karşılaman gerekiyor. B i r i sana telefon numaranı sorduğu zaman, ihtiyaç o andadır, çünkü sana şu anda soruyorlar. O zaman sen "Sana telefon numaramı nasıl söyleyeyim, geçmişimi bıraktım" dersen, gereksiz s ı k ı n t ı l a r yaşars ın. Hayatın özgürleşmek yer ine, büyük bir keyif ve kutlama olmak yer ine, her adımda yeni s ı k ı n t ı l a r doğurur. Senin tarafından gereksiz olarak yaratılan bin bir sorun bulursun. Buna hiç gerek yok.

Beni anlamaya çalış.

"Hafızamı bırakırken, aynı zamanda yaratıcı hayal gücümü de bırakmalıyım" diyorsun. Hafızanın yaratıcı hayal gücüyle ne i lgisi var? Hatta ne kadar çok anın varsa, o kadar az yaratıcı o l u r s u n . Çünkü hafızandakileri tekrar etmeye başlarsın. Yaratıcıl ık, yeni bir şeyin ortaya çıkmasına iz in vermek demektir. Yeni bir şeyin olmasına iz in vermek ise, geçmiş kar ışmasın diye hafızayı bir kenara koymak demektir.

B ı r a k yeni l ik içine i ş l e s i n . B ı r a k yeni l ik gelsin ve kalbini t i t r e t s i n . Geçmişe ihtiyaç duyulacak. Ama şimdi değil. Geçmiş, bu yeni deneyimi ifade etmeye başladığın zaman gerekecek, çünkü dile ihtiyaç duyacaksın. D i l , geçmişten gelir. Şu anda bir dil yaratamazsın. Yaratsan bile saçmalıktan başka birşey olmaz. Hiçbir şey ifade etmez. O, i let iş im değil, sadece dil ini oynatmak olur. Bebek konuşması olur. Bundan bir yaratıcı l ık çıkmaz. Saçmalamış o l u r s u n .

Anlaşı l ı r bir şey söylemem için dile ihtiyaç vardır. Dil geçmişten gelir. Ama di l , deneyim yaşandıktan sonra kul lanı lmalıdır. Onu bir araç olarak kul lan. Sana engel olmamalı.

47 -> 63

Page 48: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Sabah güneşinde bir gülün açtığını gördüğün zaman, onu gör. Seni etki lemesine, kalbine ulaşmasına iz in ver. B ı r a k gül seni çarpsın, seni ele geçirsin. Hiçbir şey söyleme, bekle. Sabır l ı o l , açık ol , s indir . B ı r a k gül sana ulaşsın ve sen de güle ulaş. B ı r a k iki var l ık arasında bir buluşma, bir bütünleşme olsun. Gül ve sen. B ı r a k o sana u l a ş s ı n , birbir in ize ulaşın.

Unutma, gül senin ne kadar derinine inerse, sen de gülün o kadar içine g i reb i l i rs in . Bu orantı her zaman aynıdır. B i r an gelir, k imin gül, k imin izleyici olduğu belli olmaz. B i r an gelir, sen gül o lursun ve gül sen olur. Gözleyen gözlenen olunca, bütün i k i l i k l e r kaybolur. O anda gerçeği b i l i r s i n . Gülün varl ığını h isseders in. Sonra dil devreye g i r s i n , sanatını ortaya çıkar. Eğer bir ressamsan, fırçanı, boyalarını ve tuvalini al, resmini yap. Eğer bir ş a i r s e n , hemen hafızana koş ve bu deneyimi ifade edecek doğru kelimeleri çıkarıp al.

Ama deneyim yaşanırken, kendi kendine konuşma. İç konuşma bulanıkl ık yaratır. O zaman gülü derinliği ve yoğunluğu ile bi lemezsin. O zaman sadece yüzeyini b i l i r s i n . Ve eğer yüzeyini bi l iyorsan, ancak yüzeyini ifade edebil irsin. Sanatın pek değerli olmaz.

"Hafızamı bırakarak, aynı zamanda yaratıcı hayal gücümü de bırakmak zorundayım" diyorsun. Yaratıcılığın anlamını kavramamışsın. Yaratıcı, yeni, e ş s i z , ori j inal demektir. Yaratıcı, taze, daha önce bilinmeyen demektir. Ona açık olmak zorundasın. Ona hazır olmak zorundasın.

Hafızanı bir kenara koy. Onu sonra kullanacaksın. Şu anda sadece bulanıkl ık yaratır.

Örneğin şu anda beni d in l iyorsun. Hafızanı bir kenara koy. Beni dinlerken, bildiğin bütün matematik formül ler in i tekrar ediyor musun? İçinden sayı sayıyor musun? Bildiğin coğrafyayı tekrar ediyor musun? Bildiğin tarihi tekrar ediyor musun? Onları bir kenara koydun. Aynı şeyi dil ile de yap. T ı p k ı tar ih , matematik ve coğrafyaya yaptığın gibi. Dil le de aynı şeyi yap. Aynı şeyi hafızanla yap. Onu kenara koy. Ona ihtiyaç olacak, ama sadece ihtiyaç olduğu zaman kul lan.

Z i h n i n i yok etmiyorsun, sadece dinlendir iyorsun. Ona gerek yok. Küçük bir tatil yapabilir. Z i h n i n e şöyle d iyebi l i rs in: " B i r saat dinlen ve dinlememe iz in ver. Ben dinledikten sonra, sindirdikten sonra, y iy ip içtikten sonra, seni çağıracağım. O zaman yardımın gerekecek. Di l in ve bi lgi ler in, o zaman gerekecek. O zaman bir res im yapacağım, bir ş i i r ya da kitap yazacağım; ama şu anda dinlenebi l i rs in. Z i h i n dinlendikten sonra daha taze olacak. Z i h n i n i n dinlenmesine iz in vermiyorsun. O yüzden z ihn in vasatı aşamıyor.

Olimpiyatlarda yarışa katılmak isteyen bir adam düşün. Adam yarışa hazırlanmak için günde y i r m i dört saat koşuyor. Yar ış zamanı geldiğinde, o kadar yorgun k i , kımıldayamıyor bile. Yarıştan önce dinlenmek zorundasın. Bedenin yeni lensin diye, mümkün olduğunca derin dinlenmelisin.

Aynı şey z i h i n için de geçerli. Yaratıcı hayal gücünün hafızayla bir i lgisi yok. Z i h n i n ancak o zaman yaratıcı olur. Eğer beni anlarsan ve psikoloj ik hafızanı bırakırsan yaratıcı o l u r s u n . Aksi halde, senin yaratım dediğin şey, aslında yaratmak olmaz. Sadece kompozisyon olur. Yaratmakla kompozisyon arasında çok büyük bir fark vardır. Sen e s k i , bildik ş e y l e r i , farkl ı bir şekilde bir araya g e t i r i r s i n . Ama onlar eskidir. Yeni hiçbir şey yoktur. Sen sadece yapısını değişt i rmişsindir .

Bu tıpkı oturma odasını düzenlemek gibidir. Mobilyalar aynı, duvardaki resimler aynı, perdeler aynı. Ama onları tekrar düzenlersin. Bu koltuğu oraya, o masayı buraya koyar, bu duvardaki tabloyu diğer duvara asars ın. Bu yeni görünebil ir, ama yeni değildir. O bir kompozisyon. Sen hiçbir şey yaratmadın. Yazarların, ş a i r l e r i n , ressamlar ın, yüzde doksan dokuzunun yaptığı şey budur. Onlar vasatt ır; yaratıcı değildir.

Yaratıcı insan, bilinmeyenden bir şey i , bilinen dünyaya getiren k iş id i r . Bu dünyaya Tanrı'dan bir şey getiren k iş id i r . Tanr ı 'n ın bir şey söylemesine yardımcı olan k iş id i r . Boş bir bambuya dönüşüp, Tanr ı 'n ın üzerinden akmasına iz in veren k iş id i r . İnsan nasıl içi boş bir bambu olabilir? Eğer z i h i n içini tamamen dolduruyorsa, boş bir bambu olamazsın. Yaratıcıl ık; yaratandan gelir. Yaratıcıl ık, sen ya da senden çıkan bir şey değildir. Yaratıcı, seni ele geçirdiği zaman sen kaybolursun; yaratıcıl ık çıkar.

Gerçek yaratıcılar, yaratıcı olmadıklarını çok iyi b i l i r ler. Onlar sadece araçtır. Ortam olurlar. Onların üzerinden bir şey o lmuştur. Doğru; ama yapan kendileri değildir.

B i r teknisyenle yaratıcı insan arasındaki farkı unutma. B i r teknisyen, bir şeyi nasıl yapacağını bi l ir. Belki bir şeyin nasıl mükemmel yapılacağını da bi l i r . Ama onun bir kavrayışı yoktur. Yaratıcı insan, kavrayışı olan insandır. Daha önce kimsenin göremediği şeyleri görendir. Başka gözlerin daha önce göremediğini gören, daha önce kimsenin duyamadığını duyandır. İş te bu, yaratıcı l ıkt ır.

48 -> 63

Page 49: Osho - Yaraticilik

Ş u n u görmel is in: İsa'nın sözler i yaratıcıdır. Kimse daha önce öyle konuşmamış. O, eğitimli bir insan değil. Hitabet konusunda herhangi bir bilgisi yok. Konuşma teknik ler i hakkında bir bilgisi yok. Ancak yine de, bu konuda çok az insanın olabileceği kadar başarılı o lmuş. Onun s ı r r ı neydi? Onun kavrayışı vardı. O, Tanrı 'ya baktı, o, bilinmeyene baktı. Bi l inmeyenle ve bilinemeyenle karş ı laşt ı . O noktada bulundu ve o noktadan birkaç parça getirdi. Sadece küçük parçalar getir i lebi l ir. Ama bilinemeyenden küçük parçalar getirdiğin zaman, yeryüzündeki insan bilincinin bütün niteliğini değişt irebi l iyorsun.

O, yaratıcıydı. Ben ona sanatçı diyeceğim. Ya da bir Buda, bir K r i ş n a veya Lao T z u . Bunlar gerçek sanatçılar. Onlar imkansız ı yaptı. İmkans ız olan, bilinenle bil inmeyenin buluşmasıdır. Z i h i n ile z i h i n s i z l i ğ i n buluşmasıdır. İmkans ız olan buydu. Bunu gerçekleştirdiler.

"Ama hafızamı b ırakırken, aynı zamanda yaratıcı hayal gücümü bırakmak zorundayım" diyorsun. Hayır, bunun yaratıcı hayal gücüyle hiçbir i lgisi yok. Hatta ancak hafızanı bir kenara koyabil irsen, yaratıcı bir hayal gücün olabilir. Hafıza, sırt ında çok büyük bir y ü k oluyorsa, yaratıcı hayal gücüne sahip olamazsın.

"Çünkü ben bir yazar ım ve yazdıklar ımın hatırladığım şeylerde kökeni var" d iyorsun. O zaman sen yazar say ı lmazs ın. Sen geçmiş hakkında yaz ıyorsun. Anı defteri dolduruyorsun. Geleceği kapsamıyor, arş iv tutuyorsun. Sen bir arş ivcis in. Yazar olabi l irsin ama bunun için bilinmeyenle temas kurman gerekir; hatırladıklarınla değil. Hatır ladıkların zaten ölmüş. Senin varolanla temas etmen gerekir; hatırladıklarınla değil. Seni çevreleyen bollukla temas k u r m a l ı s ı n . Yaşadığın anın derinl ik ler ine dalıp, geçmişten bir şeyler in ağına takı lmasını sağlamak zorundasın.

Gerçek yaratıcı l ık, anılardan değil, farkındalıktan ortaya çıkar. Daha farkında olman gerekir. Ne kadar farkında olursan, ağın o kadar büyük olur ve tabii daha fazla balık yakalarsın.

"Dünya sanatsız ve sanatı mümkün kılan yaratıcı hayal gücü olmadan nasıl olabilir diye düşünüyorum" diyorsun. Sanatın yüzde doksan dokuzu sanat değildir. Çöpten ibarettir. Sanat eseri nadiren ortaya çıkar. Çok enderdir. Diğerleri sadece taklitçidir. Teknisyendir . Yetenekli insanlardır, akı l l ı insanlardır ama sanatçı değillerdir. Dünyanın yüzeyinden, bu yüzde doksan dokuzun s i l inmesi şükran duyulacak bir olaydır. Çünkü onlar yaratıcı olmak bir yana, sadece k u s m u k gibidir.

Şimdi çok anlamlı olan bir şey var: Sanat terapisi. Bu çok anlamlıdır. İnsanlar hastaysa, z ih insel olarak hastaysa, sanat yardımcı olabilir. Z i h i n s e l hastaya, tuval, boya ve fırça verip, istediği resmi yapmasını söyleyebi l i rs in. Tabii ki yaptığı res imler, deli i ş i , delice olacaktır. Ama birkaç deli resminden sonra onun akıl sağlığına kavuştuğunu görüp ş a ş ı r ı r s ı n . O res im aslında boğazına sokulan bir parmaktı. Kusmasın ı sağladı ve s istemi onu dışarı attı.

Şimdilerde modern sanat olarak adlandırılan şey tam da budur. Picasso'nun yaptığı res imler onu delirmekten k u r t a r m ı ş olabilir ama hepsi bu kadar. Ve o resimler üzerine yoğunlaşmak senin için tehl ikel idir çünkü şayet b i r is in in kustuk lar ı üzerinde yoğunlaşacak olursan, ç ı ld ı r ı rs ın . Uzak dur! Asla bir Picasso resmini yatak odanda bulundurma yoksa karabasanlar görürsün.

B i r düşün; bir Picasso resmini on beş dakika boyunca önüne koy ve s ü r e k l i resme bak... ve h u z u r s u z hissetmeye, başın dönmeye, miden bulanmaya, sıkı lmaya başlamaz mısın? Ne oluyor? Bu başka b i r is in in kusmuğu! Ona yardımcı oldu, iyi geldi. Ama diğerlerine iyi gelmeyebilir.

B i r Michelangelo eserine bakıp, saatlerce meditasyon yapabil irsin. Ne kadar meditasyon yaparsan, o kadar dingin ve h u z u r l u o l u r s u n . O bir k u s m u k değil; bilinmeyenden bir şey get i rmişt i r . Onunki bir res imle, bir heykelle, bir ş i i r l e ya da bir müzik le sisteminden at ı lmış olan bir del i l ik değildir. O, hasta değildi ve hastalığından kurtulmak istemiyordu. Hayır; tam ters iydi . O hasta değil; hamileydi. O hamileydi, Tanrı 'ya hamileydi. Varlığında bir şey kök salmışt ı ve onu paylaşmak ist iyordu. O, bir meyveydi; bir tatmindi. O, yaratıcı bir şekilde yaşadı. Hayatı yaratıcı şekilde sevdi. Hayatın en derin, en mahrem bölgelerine girmesine iz in verdi ve orada hayata hamile kaldı. Ya da Tanrı 'ya hamile kaldı. Ve hamile olduğun zaman doğum yapmak zorundasın.

Picasso kusuyor, Michelangelo doğuruyor. Nietzsche kusuyor, Buda doğum yapıyor. Bu i k i s i arasında mümkün olabilecek en büyük f a r k l ı l ı k vardır. B i r çocuk doğurman birşeydir, kusmak ise bambaşka bir şey.

Beethoven doğum yapıyor. Son derece değerli bir şey onun aracılığıyla geliyor. Onun müziğini dinlemek seni başka bir şeye dönüştürür. Seni başka bir dünyaya götürür. O sana öte yakadan birkaç anlık görüntüler sunar.

Modern sanatın yüzde doksan dokuzu patolojik vakadır. Eğer dünyadan kaybolursa, bu çok sağlıkl ı olur. Dünya için iyi olur. Hiçbir zararı olmaz. Modern z i h i n , öfkeli bir z ih indir . Öfkel i ; çünkü

49 -> 63

Page 50: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

varlığınla temas kuramıyorsun. Öfkel i ; çünkü bütün anlamı kaybetmiş durumdasın. Öfkel i ; çünkü neyin önemli olduğunu bi lmiyorsun.

Jean Paul Sartre 'n in en ünlü kitaplarından b i r i , Bulantı 'dır. Modern z ihn in durumu budur. Modern z i h i n hastadır. B ü y ü k bir işkence içindedir. Ve bu işkenceyi kendisi yaratmaktadır.

Friedreich Nietzsche, Tanr ı 'n ın öldüğünü ilan etti. T a n r ı ö lmüştür dediği gün delirmeye başladı, Tanr ı 'n ın öldüğünü beyan ederek. T a n r ı senin beyanınla ölemez. Senin beyanın hiçbir şeyi değiştirmez. Ama Nietzsche buna inanmaya başladığı an, Tanr ı 'n ın varolmadığına inanmaya başladığı an, ölmeye başladı. Akı l sağlığını y i t i rmeye başladı. T a n r ı s ı z bir dünya, kaçınılmaz olarak deli bir dünya olur. Çünkü T a n r ı s ı z bir dünya, herhangi bir öneme sahip hiçbir içerik barındırmayacaktır.

Sadece şunu gözlemle: B i r ş i i r oku. O şi i rdeki sözcükler, ancak ş i i r i n içeriğinde bir anlama sahip olur. Eğer bir sözcüğü o içerikten çıkart ı rsan, hiçbir anlamı kalmaz. O içerik içinde ne kadar güzeldi! Resimden bir parça kes. O zaman bir anlamı kalmaz. Çünkü içerikle olan bağlantısı kaybolmuştur. Resmin içinde ne kadar güzeldi! B i r amaca hizmet ediyordu. B i r anlama sahipti. A r t ı k hiçbir anlamı yok.

Gözlerimden birini yuvasından çıkartabi l i rs in. O zaman ölü bir göz olur. Hiçbir anlamı bulunmaz. Şu anda gözlerime bakarsan, çok büyük bir anlam var. Çünkü benim içeriğimde varlar. Onlar ş i i r i n bir parçası. B ü y ü k bir resmin bir parçası. Anlam, sadece daha büyük bir şeye işaret eder.

Nietzsche, T a n r ı ' n ı n olmadığını, Tanr ı 'n ın öldüğünü beyan ettiği gün, içeriğin dışına düştü. T a n r ı olmadan, insanın hiçbir değeri yoktur. Çünkü insan, Tanr ı 'n ın yüce yazılarında küçük bir sözcüktür. Tanr ı 'n ın büyük orkestrasında küçük bir notadır. O küçük nota tek başına monotondur. Kulakları t ı rmalar, insanı del i r t i r .

Nietzsche'nin başına gelen buydu. O, kendi inancına samimiyetle inandı. O, bir inanandı. Kendine inanan bir inançlı. Tanr ı 'n ın öldüğüne ve insanın özgür kaldığına inandı. Ama o özgür kalmadı, sadece delirdi. Sonuçta bu y ü z y ı l , Friedrich Nietzsche'nin yolundan gitti ve bütün y ü z y ı l çıldırdı. Dünya tarihinde bu y ü z y ı l kadar del i rmiş başka bir y ü z y ı l yoktur. Gelecekteki tarihçiler, bu dönemi deli l ik çağı olarak niteleyecek. Del i rmiş! Deli, çünkü bütünden kopmuş.

Neden yaşıyorsun? Ne için? Omuzlar ını s i l k i y o r s u n . Bu bir işe yaramıyor. Tesadüf eseri o lmuş görünüyorsun. Eğer olmasaydın, hiçbir fark yaşanmayacak gibi. Eğer varsan da, hiçbir fark yok. Sen hiçbir fark yaratmıyorsun. Sana gerek yok. Burada hiçbir şeye hizmet etmiyorsun. Varlığınla yokluğun arasında bir fark yoksa nasıl mutlu olabi l irsin? Nasıl akıl sağlığını koruyabi l i rs in? Tesadüf mü? Sadece tesadüf mü? O zaman her şey doğrudur. Cinayet işlemek doğrudur. Çünkü her şey tesadüfi ise, ne yaptığının ne önemi var? Hiçbir eylem bir değer taşımaz. O zaman intihar aynıdır, cinayet aynıdır, her şey aynıdır.

Ama her şey aynı değil. Çünkü bazı şeyler sana mut lu luk ver iyor ve bazı şeyler seni mutsuz ediyor. Bazı şeyler heyecan yaratıyor, bazı şeyler sadece s ı k ı n t ı yaratıyor. Bazı şeyler cehennemi yaratıyor ve bazı şeyler seni cennete götürüyor. Hayır ; her şey aynı değil. Ama T a n r ı öldü dediğin zaman, bütünlükle temasını kaybediyorsun. Oysa T a n r ı bütünlükten başka bir şey değildir. Okyanusu unutmuş olan bir dalga, ne olabilir? O zaman bir hiçtir. Okyanusun bir parçasıyken, dev bir dalgaydı.

Unutma, gerçek sanat, gerçek dindarlıktan çıkar. Çünkü din gerçeğe ulaşma yolunu bulmaktır. Ancak gerçekle bir araya geldiğin zaman, gerçek sanat ortaya çıkar. "Acaba dünya sanatsız ve sanatı yapan yaratıcı hayal gücü olmasa nasıl bir yer olurdu" diye düşünüyorum diyorsun.

Eğer s i z i n sanat dediğiniz şeyin yüzde doksanı kaybolursa, dünya çok daha zengin olur. Çünkü o zaman gerçek sanat ortaya çıkar. Eğer bu deli taklitçiler giderse... Onlar res im yapmasın demiyorum. Terapi olarak res im yapmalılar. O bir tedavidir. Picasso'nun terapiye ihtiyacı var. O res im yapmalı. Ama o resimler sergiye çıkmamalı. Çıksa bile, sadece akıl hastanelerinde sergi lenmeli. Birkaç deli insanın rahatlamasını sağlayabilirler. Onlar deli i ş i .

Gerçek sanat, meditasyon yapmana yardımcı olan bir şeydir. Gurdjieff gerçek sanata, hedefli sanat derdi. Meditasyon yapmaya yardımcı olan bir şey. Ta j Mahal gerçek bir sanattır. Hiç Ta j Mahal'a gittin mi? Gitmeye değer. Dolunay olan bir gecede orada oturup, bu güzel esere bakarken, için bilinmeyenle dolar. Bi l inenin ötesinden bir şeyler hissetmeye başlarsın. Sana Ta j Mahal'ın nasıl ortaya çıktığının hikayesini anlatacağım.

İran' ın Ş i r a z bölgesinden bir adam vardı. Ş i r a z ' l ı olduğu için ona Ş i r a z i denil iyordu. B ü y ü k bir sanatçıydı. Ş i r a z ' ı n en ünlü insanıydı. Mucizeler yaratıyordu. Henüz Hindistan'a gelmeden önce

50 -> 63

Page 51: Osho - Yaraticilik

binlerce hikayesi u laşmışt ı . Şah Cihan ise imparatordu. Bu hikayeleri duydu ve heykelt ıraşı sarayına davet etti. Ş i r a z i aynı zamanda bir m i s t i k t i , bir S u f i mist ik .

Şah Cihan ona sordu: " B i r adamın ya da kadının sadece eline dokunarak, yüzünü hiç görmemene rağmen heykelini yapabil iyormuşsun. Bu doğru mu?"

Ş i r a z i yanıtladı: "Bana bir şans ver in. Ama tek şar t ım var. Sarayınızdan y i r m i beş güzel kadını, bir perdenin arkasına koyun. Sadece elleri perdenin dışında olsun. O ellere dokunacağım ve bir k i ş i y i seçeceğim. Ama tek şar t ım var. Her kimi seçersem, onun heykelini yapacağım. Eğer doğru çıkarsa ve s i z tatmin o lursanız, adamlarınız tatmin o lursa, o zaman o kadın benim eşim olacak. Onunla evleneceğim. S i z i n sarayınızdan bir kadın is t iyorum."

Şah Cihan hazırdı. " İsteğini kabul ediyorum" dedi.

Y i rmi beş köle k ı z , çok güzel köle k ı z , perdenin arkasına getiri ldi. Ş i r a z i i lkinden başlayıp, y i r m i beşinciye kadar gitti ve hiçbirini kabul etmedi. Şah Cihan'ın k ı z ı , sadece oyun olsun diye, şaka olsun diye perdenin arkasında duruyordu. Y i rmi beş k ız geri çevrilince o elini uzatt ı. Ş i r a z i onun eline dokundu. Gözlerini kapattı. B i r şeyler hissett i ve "Seçtiğim el bu" dedi. S o n r a , k ı z ı n parmağına y ü z ü k taktı. "Eğer başarılı o lursam, o benim eşim olacak" dedi.

İmparator perdenin arkasına bakınca dehşete kapıldı. K ı z ı ne yapmıştı ! ? Ama endişeli değildi. Çünkü sadece eline dokunarak, bir kadının heykelini yapmak mümkün değildi.

Ş i r a z i üç ay boyunca bir odaya kapandı. Gece gündüz çalıştı. Üç ay sonra imparatordan ve bütün saray ahalisinden gelmelerini istedi. İmparator gözlerine inanamadı. Tamamen aynıydı. T e k bir hata bile bulamıyordu. K ı z ı n ı n bu fakir adamla evlenmesini istemediği için bir hata bulmak ist iyordu. Ama art ık hiçbir yolu yoktu. Söz v e r m i ş t i .

Çok rahatsız o lmuştu. Kar ıs ı da o kadar rahatsız olmuştu k i , hastalandı. Hamileydi ve çocuğunu doğururken öldü. S ı r f bu acı yüzünden öldü. Adı, Mümtaz Mahal'di.

İmparator çok çaresiz kaldı. K ı z ı n ı nasıl kurtaracaktı? Heykelt ıraşı çağırdı ve ona her şeyi anlattı. "Her şey kazara oldu. Ası l suçlu k ı z ı m . Ama durumuma bir bak. E ş i m öldü. Çünkü k ı z ı n ı n fakir bir adamla evleneceği f i k r i n i kabullenemedi. Ben de sana söz vermeme rağmen kabullenemiyorum."

Heykelt ı raş, sanatçı, yanıtladı: "Endişe etmenize gerek yok. Bana söylemeliydiniz. Ben geri döneceğim ve k ı z ı n ı z ı istemeyeceğim. Şiraz 'a dönecek, her şeyi unutacağım" dedi.

"Ama bu imkansız. Unutamam. Sana söz v e r m i ş t i m . Sen bekle. Düşünmeme iz in ver."

Vezir bir tavsiyede bulundu. "Şöyle bir şey yapın. E ş i n i z öldü ve bu büyük sanatçı kendini ispat etti. E ş i n i z i n anısına bir anıt maketi yapmasını söyleyin. Dünyanın en güzel anıt mezarı e ş i n i z i n olmalı. Ona şart koşun ve eğer maketini beğenirseniz, k ı z ı n ı z ı ona vereceğinizi söyleyin. Eğer beğenmezseniz, o iş biter."

Konuyu sanatçıyla görüştüler ve Ş i r a z i kabul etti. "Bence hiçbir sakıncası yok" dedi.

K r a l , "Şimdi ne get ir i rse getirsin beğenmeyeceğim" diye düşündü.

Ş i r a z i birçok maket yaptı. Ve hepsi çok güzeldi. Ama yine de K r a l , hiçbirini onaylamadı.

Başbakan, bu nadir maketler karşısında ne yapacağını bilemedi. Her maket ayrı bir güzeldi ve onlara hayır demek h a k s ı z l ı k t ı . Dedikodu yayarak, bunun heykelt ıraşın kulağına gitmesini sağladı. "Seçtiğin k ı z , Kral ' ın k ı z ı çok hasta." B i r hafta çok hastaydı. Ondan sonraki hafta çok çok hasta oldu ve üçüncü hafta öldü... Söylenti lerde.

K ı z ı n öldüğü dedikodusu heykeltıraşa gelince son maketini yaptı. K ı z ölmüştü ve sanatçının kalbi parçalanmıştı. Bu onun son maketi olacaktı. Onu Kral'a getirdi ve Kral onayladı. K ı z öldü sandığı için, ev l i l ik söz konusu değildi.

O maket Ta j Mahal oldu. B i r S u f i m i s t i k tarafından yarat ı lmışt ı . Sadece eline bir kere dokunarak, bir kadının heykelini nasıl yapabiliyordu? Çünkü farkl ı bir boyuttaydı. O anda, z i h i n s i z o lmuştu. O anda, büyük bir meditasyon anı yaşamışt ı . O anda, enerj iye dokundu ve enerj iy i hissederek, heykeli yaptı.

K ir l ian fotoğraf çekme yöntemi sayesinde bunu daha mantıkl ı bir şekilde anlayabil ir iz. Çünkü her enerj inin kendi yarattığı bir desen vardır. Yüzün tesadüfi değildir. Yüzün o şekilde, çünkü belirl i bir

51 -> 63

Page 52: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

enerji desenine sahipsin. Gözler in, saçların, ten rengin, hepsi belirl i enerj i desenlerinden kaynaklanır.

Meditasyoncular çağlar boyunca bu enerj i ler üzerinde çalışmaktadır. B i r enerj i desenini gördüğün zaman, bütün k iş i l iğ i g ö r ü r s ü n , içini ve dışını b i l i r s i n . Çünkü her şeyi yaratan, o enerji desenidir. Geçmişi b i l iyorsun. Şu anı b i l iyorsun. Geleceği b i l iyorsun. Ener j i deseni anlaşıldıktan sonra, bir anahtarın olur. Sana olanların ve olacakların özü buradadır.

İş te bunun adı hedefli sanattır. Gerçek sanatçı Ta j Mahal'ı yarattı.

Mehtaplı bir gecede, Ta j Mahal'de meditasyon yaptığın zaman, kalbin yeni bir sevgiyle atmaya başlar. Ta j Mahal hala o sevginin ener j is in i taşıyor. Mümtaz Mahal, k ı z ı n ı çok sevdiği için öldü. Şah Cihan, sevgisi yüzünden çok acı çekti. Ve Ş i r a z i , bu maketi yarattı. Çünkü çok acı çekti, çok derinden yaralandı, çünkü geleceği karanl ıkt ı . Seçmiş olduğu kadın art ık yoktu. Bu büyük sevgiden ve yoğunluktan ortaya Ta j Mahal çıktı. Hala o duyguyu taşıyor. O sıradan bir anıt değil; çok özel. Mısır'daki piramitler de öyle. Dünyada, hedefli sanat olarak yarat ı lmış birçok şey var; ne yaptıklarını bilenler tarafından yarat ı lmış. B ü y ü k meditasyoncular tarafından yarat ı lmış. Upanişhadlar öyledir. Buda'nın, sutralar ı öyledir. İsa'nın sözler i böyledir.

Unutma, benim için yaratıcıl ık meditasyon halinde, z i h i n s i z l i k halinde bulunmaktır. O zaman T a n r ı sana iniyor ve içinden sevgi akmaya başlıyor. O zaman içindeki var l ık dışarı taşmaya başlıyor. Bu kutsanacak bir şeydir. Aksi halde k u s m u k olur.

Terapi olarak res im yapabilir, yazı yazabi l i rs in. Ama res imler in i yak. Ş i i r l e r i n i yak. Kendi kusmuğunu insanlara sergilemek zorunda değilsin. Senin kusmuğunla ilgilenen insanlar da, zaten hasta olmalı. Onların da terapiye ihtiyacı var. Çünkü eğer bir şeyle i lg i lenirsen, k im olduğunu, nerede olduğunu göster i rs in .

Ben yansız sanat taraftarıyım. Meditasyonlu sanat taraftarıyım. Ben T a n r ı ' n ı n içinizden taşması taraftarıyım. Sen sadece araç ol.

" B i r T o l s t o y asla bir Buda olamaz" diyorsun. Bunu sana k im söyledi? B i r To ls toy bir Buda olabilir. Er ya da geç bir Buda olacaktır. " B i r Buda, Savaş ve Bar ış ' ı yazabil ir miydi" diye s o r u y o r s u n . Peki Buda ne yapıyordu? Ben burada ne yapıyorum? Kr ishna'n ın Gita'sını okudun mu? O bir Savaş ve B a r ı ş . T o l s t o y , Savaş ve B a r ı ş ' ı , Anna Karenina'yı ve birçok başka güzel şeyi yazabildi. Ama T o l s t o y olduğu için değil; T o l s t o y olmasına rağmen. Dostoyevski, Aptal'ı, Suç ve Ceza'yı ve en güzel kitaplardan biri olan, Karamazov Kardeşleri yazdı. Dostoyevski olduğu için değil; ona rağmen. İçinde Buda'da olan bir şey, çok dindar olan bir şey vardı. Dostoyevski, dindar bir adamdı. Bütün olarak değil. Ama bir parçası yoğun inanca sahipti. O yüzden Karamazov Kardeşler bu kadar güzel bir kitap. Sıradan bir insanın elinden değil, ilahi bir varl ığın elinden çıkmış. Dostoyevski, T a n r ı tarafından ele geçir i lmiş, o bir araca dönüştürülmüş. Tabii o mükemmel bir araç değil. O yüzden kendi zihninden birçok şey var. Yine de Karamazov Kardeşler çok güzel. Eğer arada Dostoyevski olmasaydı, hafıza, ego, patoloji olmasaydı, o zaman Karamazov Kardeşler bir başka Yeni Ahit olurdu. İsa'nın söz ler iy le aynı nitel ikte olurdu. Ya da bir Elmas S u t r a , veya Upanişhad gibi olurdu. Onda o kalite vardı.

Ben bir k i tap y a z a r k e n , içim e n e r j i ve coşkuy la do luyor . Ama b i t i r d i k t e n s o n r a o kadar boş v e ölü o l u y o r u m k i , neredeyse yaşamaya d a y a n a m ı y o r u m . Ş u anda yeniden yazmaya başlamak ü z e r e y i m . Ç a l ı ş ı r k e n çok b ü y ü k bir z e v k almama rağmen, meditasyon s ı r a s ı n d a , birkaç ay s o n r a yaşayacağımı beklediğim o b o ş l u k k o r k u s u içimi d o l d u r u y o r . Ne y a p m a l ı y ı m ?

Bu soru bir yazardan geldi. Onun romanlarını okudum. Çok ta güzeller. B i r hikayeyi güzel anlatmayı, onu işlemeyi çok iyi beceriyor. Bu deneyim, sadece onun değil, ortaya yaratıcı bir eser çıkarmış olan hemen hemen herkesin yaşadığı bir şey. Ama yine de yorumu yanl ış.

B i r kadın çocuğunu karnında taşırken doludur. Tabii çocuk doğduktan sonra kendini boş hisseder. Rahminde atan o kalbi ve tekmeleri arayacaktır. Çocuk art ık doğmuştur. Birkaç gün boyunca kadın

2 . A Y R I L I K S O N R A S I D E P R E S Y O N U

S o r u :

52 -> 63

Page 53: Osho - Yaraticilik

içinde boşluk hissedecektir. Ama çocuğu sevebil ir. Çocuğunu severken ve onun büyümesine yardımcı o lurken, o boşluğu unutabil ir. B i r sanatçı için ise, bu bile mümkün değil. Resim yapıyorsun, bir ş i i r ya da roman yaz ıyorsun. Tamamlandıktan sonra içinde derin bir boşluk h issediyorsun. Şimdi o kitapla ne yapabilirsin? O yüzden bir sanatçının durumu, annenin durumundan bile daha zor. B i r kitap bittikten sonra bi tmişt i r . A r t ı k yardıma, sevgiye ihtiyacı yoktur. O büyümeyecek. O, mükemmel. Yet işkin olarak doğmuş. B i r res im bitince bi tmişt i r . Sanatçı kendini boş hisseder. Ama insanın bu boşluğa bakması gerekir. Tükendiğini söyleme, bunun yerine yoruldum de. Boş olduğunu söyleme. Çünkü her boşluğun bir doluluğu vardır. Yanl ış taraftan bakıyorsun.

B i r odaya g i r i y o r s u n , içerde mobilyalar, duvarlarda resimler falan var. Sonra bütün bu mobilyalar ve resimler çıkart ı l ıyor ve sen odaya g i r i y o r s u n . Şimdi ne dersin? Oraya boş mu ders in, yoksa oda mı dersin? Oda zaten boşluk demek. Boş yer demek. Mobilyalar çıkarılınca oda kendisiyle dolmuş olur. Mobilya içerdeyken oda, kendisiyle dolu değildi. Mobilyalar yüzünden bazı noktaları e k s i k t i . Şimdi oda olması gerektiği gibi. Boşluğu bütünlük içinde.

Olaya iki uçtan bakabil irsin. Eğer çok fazla mobilya yönel iml iysen, koltuklara, masalara, kanepelere bakar ve odanın boşluğunu göremezsin. O zaman sana boş gelir. Ama eğer bil iyorsan ve doğrudan boşluğu görüyorsan, inanılmaz bir özgür lük hissedeceksin. En başta bu yoktu, çünkü o odanın bazı boşlukları mobilyalarla doldurulmuştu, içinde hareket edemiyordun. Eğer mobilya doldurmaya devam edersen, bir noktadan sonra hareket edemezsin. Çünkü ortada oda kalmamış olur.

B i r keresinde çok zengin bir adamın evinde kaldım. Çok zengindi ama hiç zevki yoktu. Evi o kadar doluydu k i , ev bile sayılmazdı. Hareket edemiyorsun; her taraftaki antikalar yüzünden hareket etmeye k o r k u y o r s u n . Adamın kendisi bile korkuyordu. Hizmetçiler s ü r e k l i endişe içindeydi. Bana evindeki en i y i , en güzel odasını verdi. Ona şöyle dedim: " B u r a s ı bir oda değil, bir müze. Lütfen bana içinde hareket edebileceğim bir yer ver. Buras ı bir oda değil. Ortada oda kalmamış."

Oda, boşluğun sana verdiği özgür lüktür. Çal ış ı rken, yarat ı rken, z ihn in birçok şeyle dolu. Z i h i n meşgul. Roman yazarken z i h i n meşguldür. Ş i i r yazarken z i h i n meşguldür, içinde çok fazla mobilya vardır. Z i h i n mobilyaları. Düşünceler, duygular, karakterler. Sonra kitap biter. Birden mobilyalar g i tmişt i r . Boşluğu h isseders in. Ama bu yüzden üzülmeye gerek yok. Eğer doğru bakarsan —Buda'nın "Samyak Drasthi" dediği şey, bu doğru bakışt ı— eğer doğru bakarsan, kendini bir tutkudan, bir meşguliyetten ar ınmış h isseders in. Kendini tekrar temiz h isseders in. Romanın karakterleri art ık orada hareket etmiyor. Konuklar gitti ve ev sahibi art ık rahatladı. Tadını çıkar. Yanl ış yorumlaman, içinde bir üzüntü ve korku yaratıyor. Keyfini çıkar. Hiç dikkat ettin mi , bir konuk geldiği zaman mutlu o lursun ama gittiği zaman daha da mutlu o l u r s u n . Seni yalnız bırakır. A r t ı k hareket edecek alanın vardır.

Roman yazmak delirticidir. Çünkü birçok karakter konuk olur. Karakterin kendi tarz ı vardır, her zaman yazarın sözünü dinlemez. Bazen kendi yoluna sapar ve yazarı belirl i bir yöne doğru iter. Yazar bir romana başlar ama asla bit irmez. O karakterler romanı kendileri b i t i r i r .

Bu t ıpkı çocuk doğurmak gibidir. B i r çocuk doğurabi l irsin, ama sonra çocuk kendi başına hareket etmeye başlar. Anne çocuğun büyüyünce doktor olacağını düşünmektedir. Ama çocuk s e r s e r i olur. Ne yapabilirsin? Sen çabalıyorsun ama o s e r s e r i oluyor. Aynı şey roman yazdığın zaman da olur. B i r karakterle başlarsın. Onu bir aziz yapacaksındır ama o günahkar olur. Sana söy lüyorum, bu tıpkı çocukta yaşanan olay gibidir. Anne nasıl endişelenirse, yazar da endişelenir. Yazar onun aziz olmasını i s t e r ; ama o günahkar oluyor. Yapacak hiçbir şey yok. Kendini çaresiz hissediyor. O karakterler tarafından ku l lan ı lmış gibi hissediyor. O karakterler onun fantazi leri. Ama onlarla işbir l iği yaptığın zaman neredeyse gerçek olurlar ve eğer onlardan kurtulamazsan asla huzur bulamazsın. Eğer zihninde bir kitap varsa, onu yazıp kurtulman gerekir. O bir y ü k t ü r , üzerinde ağır l ık yapar.

O yüzden yaratıcı insanlar, neredeyse her zaman del ir i r .

Vasatlar asla delirmez. Onların delirecek bir şeyleri yoktur. Hayatlarında kendilerini deli edecek bir şeyleri yoktur. B i r Van Gogh del i r i r , bir N i j i n s k y del i r i r , bir Nietzsche del ir i r . Ne oluyor da del ir iyorlar? Çünkü çok meşguller. Z i h i n l e r i n e birçok şey oluyor. Kendine ait boş alanları yok. B i r s ü r ü insan gelip gidiyor. Sanki caddenin ortasında, yoğun traf ik içinde yaşıyor gibiler. Her sanatçının bu bedeli ödemesi gerekir.

Unutma, bir kitap bittiği zaman ve çocuk doğduğunda mutlu ol. O boşluğun keyfini çıkar. Çünkü er ya da geç yeni bir kitap yükselecektir. T ı p k ı ağaçlarda yaprakların yeşermesi , çiçeklerin açması gibi. Aynen öyle. Ş i i r l e r , bir şa i r in içinde açar. Romanlar, bir yazarın içinde açar. Resimler, bir ressamdan doğar. Ş a r k ı l a r , bestecilerden doğar. Yapılacak bir şey yok. Çok doğal bir şey.

53 -> 63

Page 54: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

O yüzden sonbaharda yapraklar düşüp, ağacın sadece gövdesi göğe doğru yüksel iyorsa keyfini çıkar. Buna boşluk deme. Yeni t ü r bir doluluk de. Kendinle dolusun. Araya girecek kimse yok. Kendi içinde dinleniyorsun. Bu dinlenme dönemi her sanatçı için gereklidir. Bu doğal bir süreçtir. Her anne bedeninin dinlenmeye ihtiyacı vardır. B i r çocuk doğar ve bir başkası rahme düşer. Eskiden öyleydi. Doğu'da ve Hindistan'da hala devam ediyor. B i r kadın 30 yaşına geldiği zaman, neredeyse yaşlanıyor. Arada güç toplamak, kendi varl ığını kutlamak ve yalnız olmak için hiçbir boşluk olmadan s ü r e k l i çocuk doğuruyor. O, t ü k e n m i ş t i r , y o r u l m u ş t u r . Gençliği, tazeliği, güzelliği g i tmişt i r . B i r çocuk doğurduktan sonra bir dinlenme sürecine ihtiyaç vardır. Dinlenmeye ihtiyacın var. Eğer çocuk bir aslan olacaksa, daha uzun s ü r e dinlenmek gerekir. B i r aslan, sadece bir yavru doğurur. Çünkü bütün varlığı onunla yüklüdür. Sonra dinlenme dönemi vardır. U z u n bir dinlenme dönemi. Çocuğa v e r m i ş olduğun enerj iy i tekrar alma dönemi. Senden tekrar bir şey doğabilmesi için kendini toparlama dönemi.

B i r roman yazdığın zaman, eğer gerçekten büyük bir sanat eseri ise kendini boş h isseders in. Eğer s ı r f yayımcı ile olan anlaşman yüzünden, para kazanmak için sayfaları doldurduysan, o zaman pek derin olmaz. Ertesinde kendini boş h i s s e t m e z s i n . Aynı k a l ı r s ı n . Yaratımın ne kadar derinse, arkasından gelen boşluk da o kadar büyük olacaktır. F ır t ına ne kadar şiddetl iyse, arkasından gelen s e s s i z l i k o kadar derin olur, keyfini çıkar. F ır t ına güzeldir, keyfini çıkar; ancak arkasından gelen s e s s i z l i k de güzeldir. Gündüz güzeldir; aktivitelerle doludur. Gece de çok güzeldir; ey lemsiz l ik , pasifl ik ve boşlukla doludur. İnsan uyur. Sabah, çalışmak ve eyleme geçmek için enerji dolu olarak uyanır.

Geceden korkma. Birçok insan korkar. B i r sannyas vardı. Ona Nişa adını verdim. Nişa, gece demektir. T e k r a r tekrar bana gelip, "Lütfen adımı değiştir" dedi. Neden diye sordum? "Geceden korkuyorum. Bu kadar çok i s i m arasından bana neden bu ismi verdin? Onu değiştir" dedi. Ama onu değiştirmeyeceğim. Ona ismi bilerek verdim. K o r k u s u yüzünden. Karanl ık k o r k u s u , pasifl ik k o r k u s u , gevşeme k o r k u s u , tes l im olma k o r k u s u yüzünden. Bütün bunlar, gece sözcüğünde yer al ı r : Nişa.

İnsan geceyi de kabullenmeli. Ancak o zaman bir bütün olabi l i rs in.

Onu y ü k olarak görme. O boşluk güzeldir. Yaratıcıl ık günlerinden bile daha güzel. Çünkü o yaratıcı l ık, o boşlukta doğar. O çiçekler boşluktan ortaya çıkar. O boşluğun keyfini çıkar. Kendini dingin ve kutsanmış h isset. Kabullen. Onu şükranla karşı la ve bir süre sonra içinin tekrar dolduğunu ve daha güzel bir kitabın doğacağını gör. Endişe etme; Bunun için bir gerek yok. O sadece güzel bir olgunun yanl ış yorumlanmasıdır.

Ama insan kelimelerde yaşıyor. B i r şeye yanl ış bir i s i m verdikten sonra ondan korkmaya başl ıyorsun. Her zaman net ol. Söyledikler in i hatırla. Çünkü söylediklerin sadece söz değil. Varlığınla derin bir i l i ş k i içinde. Ona boşluk dediğin zaman, korkmaya başl ıyorsun. Kelimenin kendisinden.

Hindistan'da boşluk için daha iyi kelimeler var. B i z ona, Şunya diyoruz. Kelime çok pozitif bir anlam y ü k l ü . Hiçbir negatifliği yok. Çok güzeldir. T e k anlamı, alandır. S ı n ı r s ı z alan. "Şunya!" Ve biz nihai hedefe Şunya deriz. Buda, Şunya oldun dediği zaman, tamamen bir hiç oluyorsun anlamına geliyor. İş te o zaman u laş ıyorsun.

B i r şa i r , bir sanatçı, bir ressam, m i s t i k olma yolundadır. Bütün sanatsal aktivite, aslında dine giden bir yoldur. Akt i f olduğun zaman, ş i i r yazarken, z ih indesin. Ş i i r doğduktan sonra yoru lmuşsundur ve z i h i n dinlenir. Bu anları kendi varlığına düşmek için kul lan. Ona boşluk deme. B ü t ü n l ü k de, var l ık de, gerçek de, T a n r ı de. O zaman onun kutsal l ığını h issedebi l i rs in.

3 . Y A R A T I C I L I K V E M E L E Z L E Ş M E

S o r u :

S a n a t s a l ifade a r z u s u h i s s e d i y o r u m . D i s i p l i n l i b i r K l a s i k Bat ı Müz iğ i e ğ i t i m i a ld ım. B u e ğ i t i m i n , a n l ı k y a r a t ı c ı l ı ğ ı z i n c i r l e d i ğ i n i h i s s e d i y o r u m v e son zamanlarda d ü z e n l i o larak çal ışmakta z o r l a n ı y o r u m . A r t ı k hangi n i t e l i k l e r i n gerçek sanat olduğundan ve sanatç ın ın özgün sanat ı hangi süreçte ü r e t i p , icra ett iğ inden emin o l a m ı y o r u m . İç imdeki sanatçıy ı n a s ı l h i s s e d e b i l i r i m ?

54 -> 63

Page 55: Osho - Yaraticilik

Sanatın ik i lemi , önce bir öğretiyi öğrenmek ve sonra onu tamamen unutmak zorunda olmandır. Ama eğer ABC'sini bi lmiyorsan, o konuda çok derine inemezsin. Ancak sadece tekniğini bil iyorsan ve hayatın boyunca o tekniği çal ış ırsan, teknik olarak çok yetenekli bir hale gelebil irsin ama teknisyen olarak k a l ı r s ı n ; asla bir sanatçı olamazsın.

Zen'de şöyle derler: "Eğer ressam olmak is t iyorsan, on iki y ı l boyunca r e s i m yapmayı öğrenmeli ve sonra on iki y ı l boyunca resmi tamamen unutmal ıs ın. Tamamen unutmal ıs ın. Onun seninle hiçbir i lgisi olmasın. On iki y ı l meditasyon yap, odun kes, kuyudan su çek. Resim dışında her şeyi yap."

Sonra bir gün, res im yapacaksın. Y i rmi dört y ı l l ı k eğitimden sonra. On iki y ı l tekniği öğrenme eğitimi. Ve on iki y ı l tekniği unutma eğitimi. Ondan sonra r e s i m yapabil irsin. A r t ı k teknik senin bir parçan olmuştur. A r t ı k teknik bilgi değildir, kanının, kemiğinin ve i l iğinin parçası o lmuştur. A r t ı k kendiliğinden yaratabi l i rs in. T e k n i k sana engel olmaz. Seni z incir lemez.

Benim deneyimim de aynen bu.

Çalışmaya devam etme. K las ik müziği tamamen unut. Başka şeyler yap: Bahçıvanlık, heykel, res im yap, ama k las ik müziği unut. Sanki yokmuş gibi davran. Birkaç y ı l boyunca varl ığının derinl iklerinde kalsın ve böylece s i n d i r i l s i n . O zaman teknik olmaktan çıkar. Sonra bir gün, içinde ani bir heves hissedecek ve tekrar çalmaya başlayacaksın. T e k r a r çalmaya başladığın zaman, teknik üzerinde fazla durma. Aksi halde asla anını yaşayamazsın.

Biraz yenil ikçi ol. Yaratıcılık budur. Yeni yol lar, yeni yöntemler dene. Daha önce kimsenin yapmadığı yeni şeyler dene. En büyük yaratıcı l ık, başka bir konuda eğitim görmüş insanlardan ortaya çıkar.

Örneğin, eğer bir matematikçi m ü z i k yapmaya başlarsa, m ü z i k dünyasına yeni bir şeyler katar. Eğer bir müzisyen matematikçi o lursa, o da matematik dünyasına yeni bir şeyler katar. Bütün büyük yaratıcı l ıklar, bir öğretiden başkasına geçmiş insanlar tarafından yapı lmışt ı r . B u , melezleşme gibi. Melez olarak doğmuş çocuklar, çok daha sağlıkl ı ve güzeldir.

O yüzden yüzy ı l lard ı r her ülkede kardeşler arasında ev l i l ik yasaklanmışt ır . Bunun bir nedeni var. B i r ev l i l ik eğer iki insan uzaktan akrabaysa ya da hiç akraba değilse çok daha iyidir. B i r ırktan insanın, başka bir ırktan olan insanla evlenmesi iy idir. Eğer bir gün, bir başka gezegende, insanlar keşfedersek, en iyi yol , dünyayla diğer gezegen arasında melezleşmeye gitmektir. O zaman yeni t ü r insanlar varolmaya başlar.

Kardeşler arası i l i ş k i yasağı ve tabusu çok önemlidir. B i l imsel olarak önemlidir. Ancak en uç noktasına, mantıki uç noktasına götürülmemişt ir . Mantıki uç noktası; hiçbir Hint l i bir başka Hint l i ile evlenmemeli, hiçbir Alman, başka Alman ile evlenmemeli. En iy is i bir Alman, bir Hint l i i le, bir H i n t l i , Japon'la. B i r Japon, Afr ikal ı i le, bir Afr ika l ı , Amerikalı ile evlenmelidir. Yahudi, H ı r is t iyan ile evlenir. H ı r i s t i y a n , Hindu ile evlenir. Hindu, Müslüman ile evlenir. En güzeli böyle olur. B u , bütün gezegenin bilincini y ü k s e l t i r . Daha farkında, daha canlı. Her yönden daha zengin çocuklar doğar.

Ama biz o kadar aptalız k i , her şeyi yapabiliyor, her şeyi kabullenebil iyoruz. O zaman ben niye konuşuyorum?

Yakış ık l ı bir genç adam olan Chauncey, annesiyle içten bir şekilde konuşuyordu.

"Anne, vakit geldi. Gerçekten geldi. Myron ile olan i l i ş k i m i , k a r ş ı l ı k l ı konuşmamız gerekiyor. D ü r ü s t olmak gerekirse, i l i ş k i m i z bir şekilde f i l iz lendi. Bunu sana nasıl anlatacağımı bi lmiyorum. Çok güzel, çok iyi ve hatta kutsal bir şeye dönüştü. Anneciğim, iş in a s l ı , ben Myron'ı sev iyorum. Myron da beni seviyor. En kısa sürede evlenmek i s t i y o r u z . Ve bize onay vermeni umut ediyoruz."

"Ama Chauncey, ne dediğinin farkında m ı s ı n " diye k a r ş ı l ı k v e r m i ş annesi. "Böyle bir evliliğe onay verebileceğimi gerçekten bekliyor musun? İnsanlar ne der? Dostlar ımız ve komşular ımız ne düşünür?"

"Anne, bunu söylüyor olamazsın. Kabul etmediğini h issediyorum. Hem de bu kadar iyi bir dostluk i l i ş k i m i z olmasına rağmen. Herkesten beklerdim ama senin böyle bir tepki vermeni beklemezdim."

"Ama oğlum, böyle bir töreye karşı gelemezsin."

"Pekâlâ, anne. İ k i medeni insan gibi bunu oturup açık açık konuşal ım. Myron ile iki erkek olarak

evlenmemize, senin ya da bir başkasının ne t ü r bir i t i raz ı olabilir?"

"Neden karşı çıktığımı çok iyi b i l iyorsun. O Yahudi."

55 -> 63

Page 56: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

İnsanlar birbirine çok k a r ş ı . Bu tip bölücülüklerle öyle şart landır ı lmış lar k i , hepimizin insan olduğunu, aynı dünyaya, aynı gezegene ait olduğumuzu tamamen unutmuşlar.

Kadın ile erkek arasındaki mesafe ne kadar büyük o lursa, ev l i l ik ler in in meyvesi o kadar iyi olur. Aynı şey müzikte, resimde, matematikte, f i z i k t e , kimyada da geçerlidir. B i r çeşit melezleşme. B i r insan, bir öğretiden diğerine geçtiği zaman, kendi öğretisinin lezzetini uygulanmasa bile içinde getir ir. Fiziğe geçtiğin zaman, müzikte ne yapabilirsin? Onu tamamen unutmuş durumdasın. Ama o içinde kalıyor. Senin bir parçan oldu. Yaptığın her şeyi etkileyecek. F i z i k çok uzakt ır. Ama eğer m ü z i k eğitimi de almışsan, er ya da geç, bir şeki lde, içinde müziğin rengi ve tadı bulunan teori ler, varsayımlar bulursun. Dünyanın uyum içinde olduğunu hissetmeye başlarsın. B i r kaos değil, düzen içinde olduğunu. F iz iğ in der in l ik ler in i araştırdığın zaman, varoluşun bir orkestra olduğunu hissetmeye başlayabil irsin. Müzik konusunda hiçbir bilgisi olmayan bir insan için bu mümkün değildir.

Eğer bir dansçı müziğe geçerse, ona yeni bir şey katar. Müziğe yeni bir katkıda bulunur.

Benim tavsiyem, insanların bir öğretiden diğerine geçmesi. B i r disipline aşina olduğun zaman, onun tekniği seni tutsak ettiği zaman, ondan s ı y r ı l ı p başka bir disipline geç. Bu çok iyi bir f i k i r . B i r öğretiden diğerine geçmek, harika bir f i k i r . O zaman daha yaratıcı olduğunu göreceksin.

B i r şeyi sakın unutma. Eğer gerçekten yaratıcıysan, ünlü olmayabil irsin. Gerçek bir yaratıcı insanın ünlü olması zaman alır. Çünkü onun değer yaratması gerekir. Yeni değerler, yeni k r i t e r l e r , ancak o zaman yargılanabilir. En az elli y ı l beklemesi gerekir. Yani, öldükten sonra. Ancak o zaman insanlar onu takdir etmeye başlar. Eğer şöhret is t iyorsan, o zaman yaratıcılığı unut. O zaman, s ü r e k l i antrenman yap. Yetenekli olduğun konuda s ü r e k l i devam et ve tekniğini mükemmelleşt ir. O zaman ünlü o l u r s u n . Çünkü insanlar onu anlar. Zaten kabul leni lmişt ir .

Ne zaman dünyaya yeni bir şey get i r i rsen, buna karşı çıkılacağı kesindir. Dünya asla, bu dünyaya yeni bir şey get i rmiş insanı affetmez. Yaratıcı insanın dünya tarafından cezalandırılacağı kesindir. Dünya, yaratıcı olmayan yetenekli insanları takdir eder. Tekniği mükemmel olan insanları . Çünkü teknik mükemmell ik, sadece geçmişin mükemmelliği anlamına gelir ve herkes geçmişi anlar. Herkes onu anlamak üzere eği t i lmişt i r .

Dünyaya yeni bir şey getirmek demek, k imsenin onu takdir etmemesi demektir. O kadar yeni k i , onu değerlendirecek herhangi bir kr i ter yoktur. İnsanlar ın onu anlamasına yardımcı olacak araçlar henüz varolmamışt ır. Bu en az elli y ı l daha fazla s ü r e r . Sanatçı ö lmüş olur. Ancak o zaman insanlar takdir etmeye başlar.

Vincent Van Gogh, yaşadığı dönemde hiç takdir edilmedi. T e k bir resmi bile satılmadı. Şimdi her bir resmi milyonlarca dolara sat ı l ıyor. O zamanlar insanlar, aynı resimler i Van Gogh hediye etse bile almaya hazır değildi. Onları arkadaşlarına v e r m i ş t i . Odalarına asmayı kabul edecek herhangi bir k iş iye v e r m i ş t i . Ama insanlar onları odalarına asmaya hazır değildi. Çünkü başka insanların tepkilerinden korkuyorlardı. "Yoksa sen delirdin mi? Bu ne biçim bir r e s i m ! "

Vincent Van Gogh'un kendine özgü bir dünyası vardı. O yeni bir v izyon getirdi. Süreç onlarca y ı l s ü r d ü . Yavaş yavaş insanlar o resimlerde bir şeyler olduğunu hissetmeye başladı. İ n s a n l ı k yavaş ve ataletlidir. Zamanın gerisinden gelir. Yaratıcı insan ise zamanın önündedir. Aradaki boşluk, buradan gelir. O yüzden eğer gerçekten yaratıcı olmak is t iyorsan, ünlü olamayacağını, çok tanınmayacağını kabullenmelisin. Eğer gerçekten yaratıcı olmak is t iyorsan, o zaman, "sanat, sanat içindir" olgusunu öğrenmek zorundasın, başka bir amaç yoktur. Yaptığın her şeyden keyif al. Eğer ondan keyif alan birkaç arkadaş bulabilirsen ne güzel. Ama eğer keyif alacak başka kimse yoksa, o zaman tek başına keyfini çıkar. Eğer sen keyif al ıyorsan, bu yeterl i . Eğer tatmin olduğunu hissediyorsan, bu yeter l i .

Bana, "Art ık gerçek sanatın nitel iklerinden emin değilim" diyorsun.

Eğer s e s s i z , dingin ve keyif l i olmana yardımcı oluyorsa, o gerçek sanattır. Eğer sana bir kutlama ver iyorsa, içini kıpırdatıyorsa... Başkasının sana katıl ıp katılmaması hiç önemli değil. Eğer seninle T a n r ı arasında bir köprüye dönüşüyorsa, o gerçek sanattır. Eğer bir meditasyona dönüşüyorsa, gerçek sanattır. Eğer içine gömülüyorsan, egon kayboluncaya kadar içine emi l iyorsan, o gerçek sanattır.

O yüzden, neyin gerçek sanat olduğuna kafanı takma. Eğer coşkuyla yapıyorsan, yaparken kendini kaybediyorsan, yaparken içindeki keyif ve huzur taşmaya başlıyorsa, o zaman gerçek sanattır. E leşt i rmenler in söyledikleri seni rahatsız etmesin. E leşt i rmenler sanat hakkında hiçbir şey bilmez. Hatta sanatçı olamayanlar eleştirmen olur. Eğer koşu yarış ına katı lamıyorsan, eğer bir olimpiyat koşucusu olamıyorsan, en azından kaldırımda durur ve koşanlara taş atarsın. Bunu kolaylıkla

56 -> 63

Page 57: Osho - Yaraticilik

yapabil irsin.

E leşt i rmenler in s ü r e k l i yaptığı bu. Onlar katılımcı olamaz. Hiçbir şey yaratamaz.

Resmi çok seven bir S u f i m i s t i k varmış. Dönemin tüm eleşt irmenleri ona k a r ş ı y m ı ş . Herkes ona gelip, " B u r a s ı yanl ış. Bu olmamış" dermiş.

Bu insanlardan o kadar b ıkmış k i , bir gün bütün res imler in i evinin önüne asmış. Bütün eleşt irmenleri davet etmiş ve onlardan boyaları, fırçaları ile gelip, res imler in i düzeltmelerini is temiş. Yeterince e leşt i rmiş lerd i r . Şimdi düzeltme zamanıdır.

T e k bir eleştirmen bile gelmemiş. E leşt i rmek kolaydır, düzeltmekse zor. O günden itibaren eleşt irmenler onun resimler in i eleştirmeyi bırakmış. Doğru olanı yapmış.

Yaratmayı bilmeyen insanlar eleştirmen olur. O yüzden onları düşünme. Önemli olan şey, senin iç duyguların, iç ı ş ı ğ ı n , iç sıcaklığın. Eğer m ü z i k yapmak sana bir sıcakl ık duygusu ver iyorsa, içinde coşku y ü k s e l i y o r s a , egon kaybolur. O zaman seninle T a n r ı arasında bir köprüye dönüşür. Sanat, en güzel ibadet, mümkün olan en yoğun meditasyon olabilir. Eğer herhangi bir sanatın içinde bulunabil iyorsan, m ü z i k , r e s i m , heykel, dans. Eğer sanat senin varl ığını kavr ıyorsa, bu en güzel ibadettir, en güzel meditasyondur. O zaman başka bir meditasyona ihtiyacın yok. O senin meditasyonundur. O seni yavaş yavaş, adım adım, Tanrı 'ya götürecektir. Bu konudaki k r i t e r i m , bu eğer seni Tanrı 'ya yönlendir iyorsa, gerçek sanattır. Özgün sanattır.

4 . P A R A N I N S A N A T I

S o r u :

Paradan s ö z edebi l i r m i s i n ? Parayla i l g i l i olan duygular nedir? İ n s a n l a r ı n h a y a t l a r ı n ı kurban e t m e s i n e neden olabi len bu güç nereden g e l i r ?

Bu çok önemli bir s o r u .

Bütün dinler servete karşı o lmuştur. Çünkü zenginl ik sana hayatta satın alınabilecek her şeyi ver i r . Ve neredeyse her şey satın alınabil ir. Sadece sevgi, coşku, aydınlanma ve özgür lük gibi ruhani değerler ist isnadır. Bunlar istisnalardan birkaçı. Ama ist isnalar her zaman kural ı ispatlar. Başka her şeyi parayla satın alabi l i rs in. Bütün dinler yaşamaya karşı olduğu için, paraya karşı olmaları çok doğal. Bu doğal bir paralell iktir. Hayatın paraya ihtiyacı vardır. Çünkü hayatın rahat etmeye, güzel yemeklere, güzel kıyafetlere, güzel evlere ihtiyacı vardır. Hayatın güzel kitaplara, müzik lere, sanata, ş i i r e ihtiyacı vardır. Hayat çok engindir.

K las ik müziği anlayamayan bir insan fakird ir , sağırdır. Duyabil ir, gözleri, ku lak lar ı , burnu, bütün duyular ı , tıbbi olara sağlıkl ı olabilir. Peki ama metafiziksel olarak... Mirdad Kitabı gibi büyük bir edebi eserin güzell iğini görebilir misin? Eğer göremiyorsan k ö r s ü n .

Mirdad Kitabı'nın adını bile duymamış olan insanlarla karş ı laşt ım. Eğer büyük kitaplar l istesi yapacak olsaydım i lk sırada o olurdu. Ama onun güzell iğini görmek için çok iyi öğreti a lmış olman gerekiyor.

K las ik müziği anlamanın tek yolu öğrenmektir ki bu uzun bir öğrenme süreci. Ancak anlamak için, açlıktan uzak olmalı, yoksul luktan uzak olmalı, her t ü r l ü önyargıdan uzak olmal ıs ın. Örneğin, Müslümanlar müziği yasakladı. İnsanoğlunu muazzam bir deneyimden mahrum bıraktı lar. B u , Yeni Delhi'de yaşandı. En güçlü Müslüman imparatorlarından biri olan Aurangzeb, tahttaydı. O sadece güçlü değil, aynı zamanda zorbaydı.

O zamana kadar Müslüman imparatorlar, sadece müziğin İslam'a karşı olduğunu söylüyorlardı ama hepsi bu. Delhi müzisyenler le doluydu. Ancak Aurangzeb bir beyefendi değildi. Eğer Delhi'de m ü z i k sesi duyulursa, müzisyenin o anda kafasının kesileceğini ilan etti. Delhi k i , binlerce y ı l l ı k başkent olarak müziğin doğal merkeziydi. Binlerce dahi bu şehirde yaşıyordu.

Bu ferman veri ldikten sonra, bütün müzisyenler bir araya toplandı ve şöyle dedi: " B i r şeyler yapmalıyız. Bu kadarı çok fazla. Eskiden müziğe karşı olduklarını söyler lerdi , hepsi bu. Ama bu adam tehl ikel i . Öldürmeye başlayacak."

57 -> 63

Page 58: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

Protesto olarak, binlerce müzisyen Aurangzeb'in sarayına yürüdü. Aurangzeb balkona çıktı ve "k im öldü" diye sordu. Çünkü müzisyenler, cenaze törenlerinde naşın taşındığı gibi bir şey taşıyordu. İçinde beden yoktu, sadece yast ık vardı. Ama sanki bir cenaze gibi görünüyordu. Aurangzeb, "k im öldü" diye sordu. Hepsi yanıtladı: "Müzik öldü ve katili de s e n s i n ! "

Aurangzeb yanıtladı: "Ölmesine sevindim. Şimdi lütfen gidin, mümkün olduğunca derin bir mezar kazıp onu gömün k i , bir daha dışarı çıkmasın." Binlerce müzisyenin ve gözyaşlarının Aurangzeb üzerinde bir etkis i yoktu. O, kutsal bir şey yapıyordu.

Müzik, Müslümanlar tarafından yasaklanmışt ır . Neden? Çünkü m ü z i k Doğu'da, genel olarak güzel kadınlar tarafından yapıl ırdı. Fahişe kel imesinin anlamı, Doğu'da ve Batı'da farkl ıdır . Batı'da, fahişe bedenini satar. Doğu'da, geçmişte fahişe bedenini satmazdı; dehasını, dansını, müziğin i , sanatını satardı.

Her Hint k r a l ı n ı n , yerine geçecek oğlunu birkaç y ı l fahişelerle yaşamaya gönderdiğini öğrendiğinde çok ş a ş ı r ı r s ı n . Onlar görgü kura l lar ın ı , nezaketi, müziği , dansın inceliklerini öğrenmeleri için yol lanırdı. B i r kra l , her konuda zengin olmalıydı. Güzelliği anlamalı, mantığı anlamalı, görgüyü anlamalı: E s k i Hint geleneği böyleydi.

Müslümanlar bunu bozdu. Müzik dinlerine karş ıydı . Neden? Çünkü müziği öğrenmek için bir fahişenin evine girmek zorundaydın. Müslümanlar keyfe karşıdır . Oysa fahişelerin evleri , kahkahalar, şark ı lar , m ü z i k ve dansla doluydu. O yüzden yasaklandı. Hiçbir Müslüman m ü z i k çalınan bir yere giremezdi. Müzik dinlemek bir günahtı.

Aynı şey diğer dinler tarafından da yapı lmışt ı r . Nedenleri farkl ı olsa da, hepsi insanoğlunun zenginl ik ler in i budamıştır. En temel öğreti ise, paradan vazgeçilmesidir.

Mantığı görebi l i rs in. Eğer paran yoksa, başka bir şeyin olamaz. Onlar, dalları budamak yer ine, kökünü kesiyorlardı. Parasız bir adam açtır, dilencidir, elbisesi yoktur. Böyle bir insanın Dostoyevsky'e, N i j i n s k y ' e , Bertrand Russel l 'a , Albert Einstein'a vakit bulmasını bekleyemezsin. Bu imkansız.

Bütün dinler insanı mümkün olduğunca fakir yapmaya çal ışmışt ır . Parayı o kadar çok lanetlemiş ve yoksul luğu o kadar övmüşlerdir k i , bana sorarsan, onlar dünyanın gelmiş geçmiş en büyük suçlularıdır.

İsa'nın şu dediğine bak: " B i r deve iğnenin deliğinden geçebilir; ama zengin bir adam cennetin kapısından geçemez." Sence bu adamın aklı yerinde mi? B i r devenin iğnenin deliğinden geçebileceğini kabullenmeye hazır. Bu imkansız bir şey. Ancak bunu bile mümkün olarak kabul ediyor. Ama zengin bir adamın cennete girmesi mi? Bu çok daha imkansız. Böyle bir şey mümkün değil. Servet lanetleniyor, zenginl ik lanetleniyor, para lanetleniyor. Dünya iki kampa bölünüyor. İnsanlar ın yüzde doksan s e k i z i sefalet içinde yaşıyor. Ama büyük bir tesel l i ler i var: Zengin insanların giremeyeceği yere onlar kabul edilecek ve melekler l i r çalarken, onları "Haleluya"; Hoşgeldiniz diye karşılayacak. Zengin olan yüzde iki ise, zengin olmanın suçluluğu altında büyük bir vicdan azabıyla yaşayacak.

Bu suçluluk duygusu yüzünden, zenginl ik ler in in keyfini çıkartamıyorlar. Çünkü özünde korkuyorlar. Belki cennete kabul edilmezler. O yüzden ik i lem içindeler. Zengin l ik onlarda suçluluk duygusu yaratıyor. Pişman olmadıkları için suçları hafiflemeyecek, cennete kabul edilmeyecekler. Çünkü dünyada çok şeye sahipler ve cehenneme atılacaklar.

O yüzden zengin insan s ü r e k l i korkuyla yaşar. Eğer keyi f lenirse, bazı şeyler in keyfini çıkarmaya başlarsa, suçluluk duygusu onu zehir ler . Güzel bir kadınla sev iş iyor olabilir. Ama sadece bedeni sev iş iyor. O ise, develerin girdiği, ama kendisinin girmesinin mümkün olmadığı cenneti düşünüyor. Şimdi bu adam nasıl s e v i ş s i n ? En iyi yemekleri y iyor olabilir, ama keyfini çıkartamaz. Hayatının kısa olduğunu bil iyor ve ondan sonra sadece karanl ık bir cehennem ateşi var. B i r paranoya içinde yaşıyor.

Yoksul insan zaten cehennemde yaşıyor. Ama onun bir tesel l is i var. Yoksul ülkelerdeki insanlar ın, zengin ülkelerdekine göre daha mutlu olduğunu duyunca ş a ş ı r ı r s ı n . Hindistan'da en yoksul insanların bile mutsuz olduğunu görmedim. Amerikal ı lar dünyanın dört bir yanında ruhani rehberl ik arayışı içinde. Bu doğaldır, çünkü develer tarafından geride bırakılmak istemiyorlar. Cennet

kapılarından geçmek ist iyor lar. B i r yo l ; bir çeşit yoga, bir egzersiz le tesell i bulmak ist iyor lar.

Bütün dünya kendine düşman edi lmiş.

58 -> 63

Page 59: Osho - Yaraticilik

Belki de paraya, zenginliğe saygı duyan i lk k iş i benim. Çünkü, para seni çok yönlü zengin yapabilir.

Fakir bir adam Mozart'ı anlayamaz. Aç bir adam Michelangelo'yu anlayamaz. B i r dilenci, Vincent Van Gogh'un resimler ine dönüp bakmaz. Açlık çeken insanlarda kendilerini zeki yapacak yeterli enerji yoktur. Zeka, ancak içinde yoğun enerji akış ı varsa ortaya çıkar. Sadece ekmek ve yağla tükenir ler . Onların zekası yok. Karamazov Kardeşler'i anlayamazlar. Onlar ancak bir k i l isedeki, aptal bir rahibi dinleyebilir.

Ne rahip vaazından bir şey anlar, ne de izleyici ler. Pek çoğu altı gün çalıştıktan sonra yorgun olduğu için uyur. Rahip de herkesin uyuması sayesinde daha rahattır. A r t ı k yeni bir konuşma hazırlamak zorunda değildir. E s k i vaazını tekrar edip durur. Herkes uyuduğu için, k imse rahibin kendilerini kandırdığını anlamaz.

Zengin l ik , güzel m ü z i k , büyük edebiyat ve sanat şaheserleri kadar önemlidir.

Bazı insanlar doğuştan müzisyendir. Mozart, sek iz yaşında, çok güzel müzik ler besteliyordu. O sekiz yaşında iken, diğer m ü z i k ustaları onun yanına bile yaklaşamıyordu. O adam doğuştan yaratıcıydı. Vincent Van Gogh, kömür madeninde çalışan fakir bir babanın oğluydu. Hiç eğitim görmedi. Sanat okulunun önünden bile geçmedi. Ama dünyanın en büyük ressamlarından biri oldu.

Birkaç gün önce resimlerinden birini gördüm. O res im yüzünden bırakın başka ressamlar ı , herkes ona gülmüştü. Çünkü y ı ld ız lar ı k imsenin görmediği bir şekilde yapmıştı. Nebula gibi her y ı ld ız ı s ü r e k l i dönen bir tekerlek gibi ç izmişt i . K i m böyle bir y ı ld ız görmüştü ki?

Diğer ressamlar bile "Sen d e l i r i y o r s u n ; bunlar yı ldız değil" diyordu. Ayrıca y ı ld ız lar ın altında çizdiği ağaçlar, y ı ld ız lar ın üstüne kadar çıkıyordu. Y ı ldızlar arkada kalmış, ağaçlar çok yükseğe ç ıkmışt ı . Şimdi k im böyle ağaç gördü? Bu sadece del i l ikt i .

Ama birkaç gün önce, bu tür bir res im gördüm. F iz ikç i ler , Van Gogh'un haklı olduğunu keşfetti. Y ı ldız lar göründükleri gibi değil. T ı p k ı Van Gogh'un resmettiği gibiydi. Zavall ı Van Gogh! Adamda müthiş bir göz olmalı. Çünkü f i z i k ç i l e r i n , büyük laboratuvarları ve teknoloj i ler iy le yüzyılda görebildiğini o kendiliğinden görmüştü. Vincent Van Gogh, sadece çıplak gözleriyle, y ı ld ız lar ın asıl şekl in i kavramışt ı . Onlar s ü r e k l i kendi ekseninde dönen dervişler. Senin gördüğün gibi durağan değiller.

Sonra ağaçları sordular: "Yı ldızları aşan bu ağaçları nereden buldun". Van Gogh yanıtladı: "Bu ağaçların yanına oturdum ve amaçlarını dinledim. Ağaçlar bana, kendilerinin aslında dünyanın yı ldızlara ulaşma arzusu olduklarını söylediler."

Belki birkaç y ü z y ı l sonra bil im adamları, ağaçların dünyanın arzusu olduğunu keşfeder. Kesin olan bir şey var. Ağaçlar yerçekimine karşı hareket ediyor. Dünya onların yerçekimine karşı hareket etmesine iz in veriyor. Onları destekliyor, yardım ediyor. Belki de dünya yı ldız lar la i le t iş im kurmak ist iyor. Dünya canlıdır ve hayat her zaman daha yükseğe er işmek ister. Hayal gücünün s ı n ı r ı yoktur. Yoksul insanlar bunu nasıl anlayacak? O zekaya sahip değiller.

T ı p k ı doğuştan şa i r , doğuştan ressamlar varolduğu gibi, doğuştan servet yaratıcıları olduğunu da hatırlatmak i s t e r i m . Onlar hiç takdir edi lmemiştir. Herkes bir Henry Ford değil ve olamaz.

Henry Ford, fakir bir aileye sahipti ve dünyanın en zengin adamı oldu. Para ve servet yaratmaya yönelik bir yeteneği, bir dehası o lmuş olmalı k i , bu bir r e s i m , m ü z i k ya da ş i i r yaratmaktan çok daha zor bir şey. Servet yaratmak kolay bir iş değil. Henry Ford, t ıpkı büyük bir m ü z i s y e n , yazar, şair gibi takdir edilmeli. Hatta daha fazla takdir edilmeli. Çünkü onun parasıyla, dünyanın bütün ş i i r l e r i , bütün m ü z i k l e r i , bütün heykelleri satın alınabilir.

Ben paraya saygı duyuyorum. Para insanoğlunun en büyük keşiflerinden bir i . O sadece bir araç. Sadece aptallar onu lanetliyor. Belki başkalarında para varken, kendilerinde olmadığı için k ıskanıyor lar. Kıskançl ık yüzünden lanetliyorlar.

Para, değiş tokuş yapmanın bil imsel bir yolundan başka bir şey değil. Paradan önce insanlar çok büyük z o r l u k çekiyordu. Dünyanın her yerinde mal takası s istemi vardı. Eğer bir ineğin varsa ve at almak is t iyorsan, bu hayatının en zor lu görevi olurdu. Atını verip inek almak isteyen bir adam bulmak zorundaydın. Bu çok zor bir i ş . At vermek isteyen insanlar bulabi l i rsin. Ama inek almak istemiyorlardır. İnek almak isteyen insanlar bulabi l i rs in, ama onların atları yoktur.

Para ortaya çıkmadan önce durum buydu. Doğal olarak insanlar yoksuldu. Hiçbir şey satamıyor, hiçbir şey alamıyordu. Bu çok zor bir i ş t i . Para bunu kolaylaştırdı. A r t ı k inek satmak isteyen adam,

59 -> 63

Page 60: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

at satmak isteyen bir adam aramak zorunda kalmadı. A r t ı k ineğini satabil ir, parayı alıp, at satan ama inek istemeyen herhangi birinden at alabilirdi.

Para bir değişim ortamı oldu. Takas s istemi ortadan kalkt ı . Para insanlığa çok büyük bir hizmette

bulundu. İnsanlar art ık alıp verme kapasitesine sahip olunca, doğal olarak zenginleşmeye başladılar.

Bunu iyi anlamak gerekir. Para ne kadar h ız l ı hareket ederse, o kadar çok paran olur. Örneğin, eğer bende bir dolar olsaydı... Bu sadece bir örnek. B i r dolarım yok. Yanımda bir sent bile yok. Cebim bile yok. Bazen eğer bir dolarım olursa, onu nereye koyacağım diye endişeleniyorum. Örneğin, eğer bir dolarım varsa ve onu harcamazsam, o zaman bu salonda sadece bir dolar olur. Ama eğer o dolarla bir şey satın a l ı rsam, başkasına geçer. Ben doların değerinin karş ı l ığ ın ı a l ı r ım ve keyfini ç ıkart ı r ım. Doları y iyemezsin. Cebinde tutarak nasıl keyfini çıkartacaksın? Keyfini ancak harcayarak çıkartabi l i rs in. Ben keyfini çıkart ıyorum ve dolar başkasına geçiyor. Şimdi eğer onu elinde tutarsa, o zaman sadece iki dolar olur. Benim keyfini çıkardığım dolar ve o cimrinin cebinde duran bir dolar.

Ama eğer kimse parayı tutmazsa, herkes doları mümkün olduğunca h ız l ı harcarsa, eğer üç bin insan varsa, üç bin dolarlık keyif a l ınmış olunur. Bu sadece tek bir tur. T u r l a r devam ettikçe dolar çoğalmaya devam eder. Hiçbir şey girmiyor ve ortada aslında bir dolar var. Ama onu hareket ettirdikçe çoğalıyor. O yüzden paraya, "currency" yani akım denir. O bir akım olmalı. Benim anlamım bu. Ben başka bir anlam bi lmiyorum. İnsan onu tutmamalı. El ine geçtiği zaman harca. Vakit kaybetme. Çünkü cebinde durduğu sürece doların büyümesini, çoğalmasını önlüyor o luyorsun.

Para çok büyük bir icat. İnsanlar ı zengin leşt i r i r . Sahip olmadıkları şeyleri alma kapasitesi ver i r . Ama bütün dinler ona karşı o lmuştur. İnsanl ığın zengin olmasını istemiyorlar. İnsanl ığın zeki olmasını istemiyorlar. Çünkü eğer insanlar z e k i y s e , İncil'i k im okuyacak?

Dinler hiçbir zaman insanın zeki o lmasını , zengin olmasını istemedi. İnsanın mutlu olmasını istemedi. Çünkü acı çeken, y o k s u l , aptal insanlar, k i l i s e l e r i n , sinagogların, tapınakların, camilerin müşter is id i r .

Ben hiçbir dini yere gitmedim. Neden gideyim? Eğer dini bir yer, dinin tadını almak i s t i y o r s a , bana gelmeli. Ben Mekke'ye gitmiyorum. Mekke bana gelsin. Ben Kudüs'e gitmiyorum. Deli değilim. Biraz çatlağım ama deli değilim. Burada keyif, kahkaha ve sevgi dolu bir yer yarattığımız zaman, İsrai l 'de ne var ki? Yeni İ s r a i l ' i biz yaratmış o luruz.

Para hakkında sana empoze edi lmiş olan bütün f i k i r l e r i bırak, ona saygı duy, servet yarat. Çünkü ancak servet yarattıktan sonra diğer boyutlar sana açılabilir.

YARATIM

E N Ü S T D Ü Z E Y Y A R A T I C I L I K : H A Y A T I N I N A N L A M I

Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma f ı rsat ıd ır . Anlamın keşfedilmesi değil, yaratı lması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir ş i i r , söylenecek bir ş a r k ı , edilecek bir danstır.

Anlam bir danstır; taş değil. Anlam m ü z i k t i r . Onu ancak yaratırsan bulursun. Bunu unutma.

Milyonlarca insan, anlamın keşfedileceği gibi aptalca bir f i k i r yüzünden anlamsız birer hayat s ü r ü y o r . Sanki anlam zaten oradaymış gibi; bir perdeyi çekince karşında, anlam, işte burada. Hayır, böyle değil.

Unutma, Buda hayatın anlamını buldu, çünkü yarattı. Ben buldum, çünkü yarattım. T a n r ı , bir nesne değil; bir yaratımdır. Onu ancak yaratanlar bulur. Bence anlamın keşfedilecek bir şey olmaması çok güzel. Aksi halde, bir insan onu keşfederdi ve sonra başkalarının keşfetmesine gerek kalmazdı. Dini anlam ile bil imsel anlam arasındaki farkı görüyor musun? Albert E instein görecelilik teor is ini keşfetti. Şimdi onu tekrar tekrar keşfetmen gerekiyor mu? Eğer tekrar tekrar keşfediyorsan, aptalın

60 -> 63

Page 61: Osho - Yaraticilik

t e k i s i n . Ne gerek var? B i r adam keşfetmiş. Sana haritayı v e r m i ş . Onun y ı l lar ın ı a lmış olabilir. Ama senin anlaman birkaç saat s ü r e r . Üniversiteye gidip öğrenebil irsin.

Buda da bir şey keşfetti. Zerdüşt de bir şey keşfetti. Ama bu Einstein' ın keşfi gibi değil. Zerdüşt 'ün izinden gidip, onun haritasını kullanarak bulacağın bir şey değil. O şekilde asla bulamazsın. Senin bir Z e r d ü ş t olman gerekir. Aradaki farkı gör.

Halbuki görecelilik teor is ini anlamak için bir Albert Einstein olmana gerek yok. Sadece ortalama zekaya sahip olman yeter. Eğer çok geri zekalı değilsen anlarsın.

Ama Zerdüşt 'ün anlamını kavramak için, bir Zerdüşt olman gerekir. Daha azı yetmez. Onu tekrar yaratman gerekir. Her bireyin T a n r ı ' y ı , anlamı, gerçeği, doğurması gerekir. Her insanın hamile kalıp, o doğum sancılarını yaşaması gerekir. Her insanın onu rahminde taşıyıp, kendi kanıyla beslemesi gerekir. Ancak o zaman keşfedebilir.

Eğer hayatta bir anlam görmüyorsan, onun gelmesi için pasif bir şekilde bekliyor olmal ıs ın. O zaman asla gelmez. Geçmiş dinlerin f i k r i buydu. Anlam zaten oradaydı. Ama değil. Onu yaratacak özgür lük orada. Onu yaratacak enerji orada. T o h u m ekip, ekini biçmek için gerekli tarla orada. Hepsi orada. Ama anlamın yaratı lması gerekir. O yüzden yaratmak, bu kadar büyük bir keyif, bu kadar güzel bir macera ve bu kadar heyecanlı bir şeydir.

O yüzden i lk olarak, dinin yaratıcı olması gerekir. Şu ana kadar din, çok pasif, hatta durağan kaldı. Dindar bir insanın yaratıcı olmasını beklemezsin. Onun oruç tutmasın ı , mağarada oturmasın ı , sabah erken kalkıp, mantra söylemek gibi aptalca şeyler yapmasını beklersin. Ancak o zaman tatmin o l u r s u n . O ne yapıyor? Uzun oruçlar tuttuğu için onu övüyorsun. Belki adam mazoşist. Belki kendine işkence yapmaktan hoşlanıyor. Buz gibi soğukta çıplak oturuyor ve sen onu takdir ediyorsun.

Ama ne gerek var? Ne gibi bir değeri var? Dünyanın bütün hayvanları soğukta çıplak oturur. Onlar aziz değil. Ya da sıcakta, güneş altında o t u r u r ; ve sen onu takdir edersin. "Baksana, ne kadar dindar bir adam" dersin. Ama o ne yapıyor? Dünyaya katkıs ı ne? Bu dünyaya nasıl bir güzel l ik kattı? Herhangi bir değişikl ik yarattı mı? Dünyayı biraz daha tat l ı , biraz daha hoş yaptı mı? Hayır, bunu s o r m u y o r s u n .

Şimdi sana söy lüyorum, bu soruyu s o r m a l ı s ı n . B i r insanı şark ı yarattığı için öv. B i r insanı güzel bir heykel yarattığı için öv. B i r insanı çok güzel f lüt çaldığı için öv. Bundan sonra, dini k r i t e r l e r i n bunlar o lsun. B i r insanı çok güzel sevdiği için öv. Sevgi bir dindir. B i r insanı, onun sayesinde dünya daha zar i f olduğu için öv. Oruç tutmak, mağarada oturmak, kendine işkence etmek ya da çivili yatakta yatmak gibi aptalca şeyleri unut. B i r insanı çok güzel güller yetişt irdiği için öv. Dünya onun sayesinde daha renkl i o lmuştur. O zaman anlamı bulursun.

Anlam yaratıcılıktan ortaya çıkar. Din daha ş i i r s e l , daha estetik olmalıdır.

İkinci şey ise şudur: Bazen bir sonuca ulaştıktan sonra anlamı aramaya başlarsın. B i r sonuca ulaştıktan sonra arars ın. Anlamın ne olması gerektiğine karar vermişs ind i r . Ama sonra onu bulamazsın.

Arayış ın saf olması gerekir. Arayış ın saf olması gerekir derken neyi kastediyorum? Herhangi bir yargıya sahip olmadan, kafanda herhangi bir beklenti bulunmadan.

Nasıl bir anlam ar ıyorsun? Eğer belirl i bir anlam aramaya çoktan karar verdiysen onu bulamazsın.

Çünkü daha en baştan arayışın k i r l e n m i ş t i r . Arayışın saf değildir. Sen kararını çoktan v e r m i ş s i n .

Örneğin, eğer bir adam benim bahçeme gelip, burada elmas bulacağını düşünüyorsa, ancak o zaman

bu bahçe güzeldir. Ama elmas bulamadığı zaman, bahçede bir anlam olmadığını söyler. Etrafta birçok güzel çiçek, bir s ü r ü öten k u ş , bir s ü r ü renk, ağaçlar arasından esen rüzgar, kayalar üstünde yosun vardır. Ama o bir anlam göremez. Çünkü aklında belirl i bir f i k i r vardır. Elması bulmalıdır. Ancak o zaman bir anlam olacaktır. Kendi f i k r i yüzünden anlamı kaçırmaktadır. B ı r a k arayışın saf o lsun. Sabit bir f i k i r l e hareket etme. Çıplak ol. Açık ve boş ol. O zaman sadece bir anlam değil, binlerce anlam bulacaksın. O zaman her şey anlamlı gelecek.

Güneşin altında parlayan renkl i bir taş ya da etrafında küçük bir gökkuşağı yaratan çiğ damlası. Ya da rüzgarda dans eden küçük bir çiçek. Sen hangi anlamı ar ıyorsun?

B i r sonuçla başlama. Aksi halde başlangıçta yanl ış yapmış o l u r s u n . Yargısız arayışa gir. İnsanlara s ü r e k l i "Eğer gerçeği bulmak i s t i y o r s a n , bilgini bir kenara koy. Bi lg i l i insan asla bulamaz. B i lg is i bir

61 -> 63

Page 62: Osho - Yaraticilik

file:///E:/E-K%C4%B0TAPLAAR-makalaler/osho-10%20kitap/osho-ht...

barikat olur" derken, bunu kastediyorum.

Goldstein, hayatında hiç tiyatroya gitmemişt i . Çocukları yaş günü için ona bir bilet hediye etti.

Temsilden sonra evine geldiler ve heyecanla nasıl bulduğunu sordular. "Tamamen saçmalıktı" diye yanıtladı. " K ı z arzu ederken, adam istemiyordu. Adam arzu ederken, k ız istemiyordu. İ k i s i de istediği zaman perde kapandı."

Ş i m d i , eğer sabit bir f i k r i n varsa o zaman sadece onu arars ın. Sadece onu arars ın. Ve bu z i h i n darlığı yüzünden diğer her şeyi ıska lars ın.

Anlam yaratı lmalıdır ve önyargısız aranmalıdır. Eğer bilgini bir kenara koyabil irsen, hayat birden renklenir. Bütün renkler canlanır. Ama eğer s ü r e k l i yaz ı t lar ı , kitapları, teor i ler i , doktr in ler i , felsefeleri s ırt ında taşıyorsan, bunlar içinde kaybolursun. O zaman her şey k a r ı ş ı r , çorbaya döner. Neyin ne olduğunu bile hatır layamazsın.

Z i h n i n çorba gibi. Onu temizle, boşalt. En iyi z i h i n , boş z ih indir . Sana boş z i h i n şeytanın atölyesidir diyenler, aslında şeytanın ajanlarıdır. Boş bir z i h i n Tanrı 'ya her şeyden daha yakındır. Boş z i h i n şeytanın atölyesi değildir. Şeytan düşünce olmadan hiçbir şey yapamaz.

Şeytan, boşlukta hiçbir şey yapamaz. Boşluğa girmesi mümkün değildir.

Zihninde ne kadar çok düşünce var. Hepsi k a r ı ş m ı ş . Hiçbir şey net görünmüyor. Birçok kaynaktan o kadar çok şey duymuşsun k i , z i h n i n bir canavara dönüşmüş. Sense hatırlamaya çal ış ıyorsun, çünkü sana hatırlaman söylendi. "Unutma" dendi. Sen de doğal olarak, bu ağır y ü k yüzünden hatır layamıyorsun. Birçok şeyi unuttun, birçok şeyi hayal ettin ve kendinden kattın.

B i r İ n g i l i z , Amerika'yı z iyaret ederken bir ziyafete kat ı lmış. Ev sahibinin şu konuşmayı yaptığını duymuş: "Başka bir adamın kar ıs ın ın -annemin kollarında geçirdiğim hayatımın en mutlu anı şerefine."

"Ne güzel bir söz" diye düşündü İng i l i z . "Bunu hatırlayıp, daha sonra kul lanmalıyım."

Birkaç hafta sonra İngiltere'ye döndü ve bir k i l i s e yemeğinde, kadeh kaldırma konuşmasını onun yapmasını istediler. O da kalabalık salonda büyük bir coşkuyla başladı.

"Başka bir adamın kar ıs ın ın kollarında geçirdiğim hayatımın en mutlu anı şerefine."

Uzun bir s e s s i z l i k t e n sonra, kalabalık h u z u r s u z olmaya ve konuşmacıyı süzmeye başladı. Konuşmacının arkadaşı ona eğilip f ısı ldadı: "Ne demek istediğini hemen açıklasan iyi olur."

Konuşmacı, " T a n r ı m ! " diye bağırdı. "Kusura bakmayın. Kadının adını unuttum."

Bu yaşanıyor. Etrafın bunu dedi, Lao T z u şunu dedi diye hat ı r l ıyorsun. İsa'nın ne dediğini, Muhammed'in ne dediğini hat ı r l ıyorsun. Birçok şey hat ı r l ıyorsun ve hepsi k a r ı ş m ı ş durumda. Kendi başına tek bir söz bile söylememişsin. Eğer kendine ait bir şey söylemezsen, anlamı kaçır ı rs ın.

Bi lg iy i bırak ve daha yaratıcı ol. Unutma, bilgi toplanır. B i r yaratıcılığa gerek kalmaz. Sadece alıcı olman yeter l i . İnsan buna dönüşmüştür. İnsan bir izleyiciye indirgenmişt ir. Gazete okur, İncil okur, Kur'an okur, Gita okur, sinemaya gider, oturur, f i l m iz ler , futbol maçına gider. Ya da televizyonunun karşıs ına oturur , radyo dinler, falan fi lan... Günde y i r m i dört saat, herhangi bir katılıma girmeden sadece izleyici olur. Başkaları bir şeyler yaparken, o sadece oturup iz ler . İz leyerek anlamı bulamazsın.

Binlerce sevgil iy i sev iş i rken görebi l i rs in. Ama sevginin ne olduğunu bi lmezsin. O, orgazmik bırakmışl ığı iz leyerek bi lemezsin. Katılımcı olmak zorundasın. Anlam, katılmakla ortaya çıkar. Hayata katı l . Mümkün olduğunca derinden ve bütünüyle katı l . Kat ı l ım için her şeyi r i s k e et. Eğer dansın ne olduğunu bilmek is t iyorsan, bir dansçıyı izlemeye gitme. Dans etmeyi öğren, dansçı ol. Eğer herhangi bir şeyi bilmek is t iyorsan, katı l. B i r şeyi bilmenin gerçek, doğru ve özgün yolu budur. O zaman hayatında birçok anlam olacak. Sadece tek boyutlu değil; çok boyutlu anlamlar. Ve sen anlam yağmuruna tutulacaksın.

Hayatın çok boyutlu olması gerekir. Ancak o zaman anlam vardır. Hayat asla tek boyutlu değildir. Bu da bir s o r u n . Eğer biri mühendis o lursa, her şeyin bittiğini düşünür. Kendini mühendis kimliğiyle tanımlar. O zaman hayatı sadece mühendisl ik olur. Milyonlarca seçenek varken, o sadece tek bir yolda i ler ler. S ı k ı l ı r , bunalır, y o r u l u r ve heyecanını kaybeder. Sadece ölümü bekler. Bu durumda

62 -> 63

Page 63: Osho - Yaraticilik

nasıl bir anlam olabilir?

Hayatta daha fazla ilgi alanların o lsun. Sadece bir iş adamı olma. Bazen oyun da oyna. Sadece doktor, mühendis, müdür ya da profesör olma. Mümkün olduğunca çok şey olmaya çalış. Kağıt oyna; keman çal. Ş a r k ı söyle; fotoğraf çek. Ş a i r o l ; hayatta mümkün olduğunca çok şey bul. O zaman

zenginliğe sahip o l u r s u n . Anlam, zenginliğin yan ürünüdür.

Sokrates hakkında çok anlamlı bir hikâye duydum:

Sokrates, hücresinde ölümünü beklerken s ü r e k l i , "Sokrates m ü z i k yap" diye onu zorlayan rüyalar

görmeye başlar. Yaşlı adam her zaman felsefe yaparak sanata hizmet ettiğini düşünürdü. Ancak o gizemli sesin teşvik i ile hikayelerini dizelere dönüştürdü; Apollo'ya bir ilahi adadı ve f lüt çaldı. Ölüm soluğunda felsefe ve m ü z i k bir an için el ele t u t u ş t u . Sokrates daha önce hiç olmadığı kadar mutlu oldu. O hayatında f lüt çalmamıştı. İçinde bir şey ısrar ediyordu. "Sokrates, m ü z i k yap." Ölüm bu kadar yakınken, çok saçma görünüyordu. O daha önce hiç f lüt çalmamış; hiç m ü z i k yapmamıştı. Varl ığının bir parçası boğulmuş durumdaydı. Evet, Sokrates gibi bir adam bile tek boyutlu kalmışt ı . İnkar edilen boyut ısrarcıydı. "Bu kadar mantık yeter. B i r parça m ü z i k sana iyi gelir. Denge getir ir. Bu kadar tart ışma yeter. B i raz da f lüt çal." S e s o kadar ısrarcıydı k i , ona tes l im olmak zorunda kaldı.

Havarileri çok ş a ş ı r m ı ş olmalı. "Yoksa delirdi mi? Sokrates f lüt mü çalıyor?" "Ama benim için bu çok önemli." Müzik çok güzel olmayabilir. Çünkü daha önce hiç çalmamıştı. Tamamen amatörce ve çocuksu olmuş olabilir. Ama yine de, bir tatmin yaratt ı, bir köprü oluşturdu. A r t ı k tek yönlü değildi. Belki de hayatında i lk kez anını yaşadı. Belki de hayatında i lk kez, mantıkl ı bir açıklama getiremeyeceği bir şey yaptı. Aksi halde o çok rasyonel bir adamdı.

Geçen gün, büyük Hassid mistiği Baal Ş e m hakkında bir hikâye okudum.

O gün tatildi ve Hassidler dua edip, bir l ikte dans etmek için, usta ile söyleşmek için toplanmıştı.

B i r adam özür lü çocuğu ile gelmişt i . Oğlunun yanl ış bir şey yapmasından çekiniyordu. O yüzden s ü r e k l i onu kolluyordu. Dualar okunurken, çocuk babasına sordu:

" B i r düdüğüm var, onu çalabilir miyim?" Baba, "Kesin l ik le olmaz. Düdüğün nerede" diye sordu. Çocuğunun onu dinlemeyeceğinden korkuyordu. Çocuk babasına cebindeki düdüğü gösterdi. Baba bir gözünü çocuktan ve o cepten ayırmadı. Sonra dans başladı. Baba da unutup, dans etmeye başladı. Hassidler dans eder, keyifl i insanlardır. Yahudiliğin kremalarıdır. Yahudiliğin özü onlarla bir l ikteydi, o deli insanlarla.

Herkes Tanrı 'ya dua edip dans ederken, art ık çocuk kendini tutamadı. Cebindeki düdüğü çıkartıp üfledi. Herkes şoke olmuştu. Ama Baal Ş e m geldi çocuğa sarı ldı ve şöyle dedi: "Dualarımız duyuldu. Bu düdük olmadan hepsi bir hiçti. Çünkü burada kendiliğinden yapılan tek şey bu oldu. Diğer her şey törenseldi."

Hayatının ölü bir ayine dönüşmesine iz in verme. Açıklanamayan anlar olmasına iz in ver. B ı r a k bazı şeyler gizemli ka ls ın. Neden gösteremediğin şeyler o lsun. İnsanlar ın senin biraz çılgın olduğunu düşünmelerini sağlayacak bazı eylemlerin o lsun. Yüzde yüz akıl sağlığı yerinde bir adam, ölü bir adamdır. Yanında bir parça çılgınlık olması her zaman büyük bir keyif getir ir . Arada bazı çı lgınl ıklar da yap. O zaman anlam mümkün olabilir.

63 -> 63