22
OSMANLI'DA iLiMLER DiZiSi 13 Editö rler ERCAN ALKAN OSMAN SACiDARI i SAR Y A ·Y I NLARI uf

OSMANLI'DA iLiMLER DiZiSiisamveri.org/pdfdrg/D271840/2018/2018_TIRYAKIMZ.pdf · Osmanlı'da ilimler Dizisi ı 3 Osmanlı'da ilm-i Tasawuf Editörler Ercan Alkan Osman Sacid Arı 1

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • OSMANLI'DA iLiMLER DiZiSi 13

    Editörler

    ERCAN ALKAN OSMAN SACiDARI

    i SAR Y A·Y I NLARI

    uf

  • iSAR Yayınları 1 15

    Osmanlı'da ilimler Dizisi ı 3

    Osmanlı'da ilm-i Tasawuf

    Editörler

    Ercan Alkan Osman Sacid Arı

    1. Baskı, Aralık 2018, istanbul

    ISBN 978-605-9276·12-2

    Yayına Hazırlı k

    M. Fatih Mintas

    ömer Said Güler

    Kitap Tasarım: Salih Pulcu

    Tasarım Uygulama: Recep Önder

    Baskı·Cilt

    Elma Basım Halkalı Cad. No: 162/7 SefakOy Kücükcekmece J Istanbul Tel: +90 (212) 697 30 30 Matbaa Sertifıka No: 12058

    © ISAR Yayı nları

    T.C. KOltür ve Turizm Bakar:ılı~ı Sertlfıka No:·32581

    Botan yayın hakları saklıdır. Bilimsel araştırma ve

    tanıtım icin yapılacak kısa alıı:ıtılar dışında·; yayıncının

    yazılı Izni olmadan hicbir yolla çcıga'ttııamaz:

    iSAR Yayınla rı

    Selamı Ali Mah. Fıstıka~acı Sok. No: 22 Osküdar 1 istanbul Tel: +90 (216) 310 99 23 ı Belgegecer: +90 (216) 391 26 33

    www.isaryaylnlari.com 1 [email protected]

    Katalog Bilgileri

    Osmanlı 'da ilm-i Tasawuf 1 ed. Ercan Alkan· Osman Sacid Arı ı istanbul

    2018 (1.bs.) i iSAR Yayınları- 15/ Osmanlı'da Ilimler Dizisi · 3 I ISBN:

    978-605-9276-12·2116.5 x 24 cm. - 863 s. 11. Tasawufve Tarlkatler_ Osmanlı Devleti 2 . Sosyal Yasam ve Gelenekler 3. ilimlerTarıhi

  • "Dışm İçe Hayô.lô.tı, İçin Dışa Zuhiirô.tı": Davftd-i Kayseri'de Hayal ve G~rçeklik

    Mehmet Zahit Tiryaki Dr. Öğr. Üyesi, istanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü.

    Giriş

    Muhyiddin İbnü'l-Arabi ve takipçilerinin çeşitli itibaJ:"ları dikkate alarak yap-

    tıklan farklı varlık mertebeleri ya da alemler tasnifinin temel katmanlarından

    birisi misal alemidir. Buna göre misal alemi, hem ruharn alemle cismaru alem

    arasındaki irtibat noktasını oluşturmakta hem de yukandan gelen feyzin cis-

    maru alemin varlık ilkesi olmasının aracı olmaktadır. Misal aleminin varlık

    mertebelerindeki yeri ve feyzin cismaru aleme akışının aracı olması antolajik bir nitelik gösterirken, misal alemindeki sılrederin hayal ya da mütehayyile

    gücü ile idrak edilmesi, keşfin sCıretlere özgü türünün misal aleminden ge-

    len bilgiden kaynaklanması, mütehayyile gücünün rüyada ya da uyanıkken

    misal alemine yönelik idrakinin neticesinde müşahedenin doğru ya da yanlış

    olarak gerçekleşmesi gibi durumlar söz konusu varlık mertebesinin epistemo-

    lojik yönünü ifade etmektedir. Buna ilaveten cennet, cehennem, sevap ve ceza

    gibi' ahirete ilişkin h allerin kendisinde gerçekleştiğine dair tasvirler dikkate

    alındığında misal aleminin etik ve eskatolojik boyutlannın da bulunduğu an-

    laşılmaktadır. Misal alemi özelinde görülen bu mertebeli yapının insandaki

    mertebeli yapıya tekabül eden yönleri de bulunmaktadır. Her şeyden önce

    insan, görünmez Tann ile görünür alem arasında, ne bütünüyle görünmez ne

    de bütünüyle görünür üçüncü bir varlık mertebesi olarak ara bir konumdadır.

    Bununla birlikte insanın bizatihi kendisinde de misal aleminin aracı konumtl-

    na benzer bir yapının izdüşümü bulunmaktadır. Nasıl ki kendisindeki sılret

    lerio hayal ya da mütehayyile gücü ile idrak edildiği misal alemi ruhani alem-

    le cismaru alem arasında ara bir katman ise insanda da hayale tekabül eden

    nefs, insanın ruharn varlığı ile cismaru bedensel varlığı arasında ara bir dü-

    Osmanlı'da lım-i Tasavvuf , 4J.l

  • zeyde konumlandınlmaktadır. İbnü'l-Arabi'nin üçüncü kuşak şarihlerinden

    Davıld-i Kayseri'nin misal alemine ilişkin görüşleri de büyük oranda yukanda

    çizilen çerçeve bağlarmnda şekillenmektedir. Kayseri'nin bağlı olduğu nazari

    tasavvuf geleneğinin misal alemi bağlarmnda hayal ve mütehayyile gücüne

    yönelik yaklaşımı, söz konusu geleneğin metodolajik bakımdan tenkit ettiği

    kendisinden önceki felsefi birikimin aynı güçlere ilişkin yaklaşımı ile muka-

    yese edilebilecek ilginç vurgular barındırmaktadır. Bu çalışmada, öncelikli

    olara~ Davıld-i Kayseri'nin Risale fi-ilmi't-tasavvufbaşlıklı metni ile Fususii.'l-hi-

    kem' e yai:dığı şerhin mukaddimesinde ve Yusuf fassınırı şerhinde misal alemi

    bağlamında dile getirdiği hayal gücüyle ilgili görüşleri incelenecektir. Bu ince-

    leme esnasında Kayseri'nin yaklaşımı, İslam düşüncesi tarihinde bu güçlerin

    epistemolojik fonksiyonlanyla ilgili en kapsamlı felsefi yaklaşımı geliştirmiş

    olan ibn sına. ile ontolojik olarak farklı bir hayal/misal alemi anlayışırun is-

    lam düşüncesi bağlarmndaki ilk etkili savunucusu olarak gözüken Sührever-

    di'nin görüşleri arasındaki benzerlik ve farklılık ellietleri açısından mukayese

    edilecek, sfıfilerin filozoflara metodolajik çerçevede yönelttikleri eleştirilerin

    özel bir problem bağlamında içerik düzeyinde de takip edilip edilerneyeceği

    soruşturulacaktır.

    I. İniş ve Ytikseliş Arasında Varlık ve İnsan

    Sfıfilerde hayal ve misal alemine ilişkin aniatı hem ontolojik hem epistemo-

    lojik boyutların birisi yukandan aşağıya diğeri aşağıdan yukanya ikili bir sü-reç şeklinde gerçekleştiği düşüncesi üzerinden yapılmaktadır. Ontolojik düz-

    lemde yukandan aşağıya ve birlikten çokluğa doğru farklı alemler ve varlık

    mertebelerinin tezahür etmesiyle varoluşun gerçekleştiği, epistemolojik düz-

    lemde ise yarlık mertebelerinin son halkası olan insanın aşağıdan yukanya ve

    çokluktarı birliğe doğru varoluş mertebelerini tekrar ~tederek asli yurduna

    döndüğü bir süreç anlatılmaktadır. Epistemolojik düzlemde bir taraftan hem

    genel olarak bilgi hem de özel olarak valüy yukandan aşağıya doğru gerÇek-

    leşen bir bilgi akışı olarak görülürken diğer taraftan insanın vahyin ve müşa

    hedertin rehberliğinde hayal gücü başta olmak üzere diğer idrak güçlerini de

    kullanarak aşağıdarı yukanya doğru bilgisel süreci tamamlaması gerekmekte-

    dir. Birlikten çokluğa sonra çokluktan birliğe doğru yolculuk da büyük oran-

    da epistemolojik düzlemde söz konusudur. Hem ontolojik hem epistemolojik

    düzlemde gerçekleşen bu iniş ve yükselişler sürecinde hayal gücü hem mut-

    lak misal aleminden duyusal aleme inişte hem duyusal alemden mutlak misal

    alemine çıkışta bir aracı rol icra etmektedir. Her şey öncelikle belki de en iç

    412 ~ Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf

  • diye nitelendirebileceğimiz Tann' dan farklı şekillerde zuhı1r ederek içeriden

    dışanya doğru tezahür etmekte, sonrasında ise süreç varoluşun gerçekleştiği

    en dış katmanlardan hayaller aracılığıyla içe doğru tekrar gerçekleşmekte, in-

    san hayal gücü aracılığıyla bulunduğu mertebenin hep bir üstündekiliçindeki

    mertebesini.hayal ederek belki de mertebeleri mutlaklaştınnamanın biryolu-

    nu bulmaktadır.

    Il. Varlık Mertebeleri ve Aıemler: Hayal ve Misali.n Ontolojik Boyutu

    İbnü'l-Arabi"ve sonrasındaki sı161.er Sühreverdi ve takipçileri gibi çeşitli alem

    mertebelerinden bahs etmişlerdir. Bu alemierin sayı ve isimleri zaman zaman

    farklılık gösterse de ana hatlan itibariyle benzer nitelikler taşımaktadır. Kay-

    seri ise bu alemleri Sadreddin Konevi'nin alemler şemasıyla da örtüşecek

    şekilde1 beşli bir tasnifl.e ele almaktadır: I. A'yfuı-ı sabite alemi, mutlak gayp

    alemi. 2. Harici varlıktaki alerrılerin ilki olup maddeden soyut akıllar ve nefs-

    ler alemi olarak ceberii.t alemi. 3· Maddeden soyut olan ve olmayan her şeyin

    misili sılretlerinin bulunduğu ve iç duyular la idrak edilen mutlak misal ya da

    melekU.t alemi. 4· Cismaru alem de denilen mülk alemi. 5· İnsan-ı kamil. Kay-

    seri'ye göre insan zahiri sureti itibariyle mülk alemin e; batıni sfıreti itibariyle

    melekut alemine ait o!sa da harici alemdeki her şeyi kuşatıcı olması ve cem

    etmesi bakımından kendi başına bir alem teşkil etmektedir. 2

    Kayseri, misal alemini mülk alemi de denilen cisirrıler alemi ile ceben1t alemi

    de denilen soyut ruhlar alemi arasında konumlandırır ve buna berzah da de-

    nileceğini zikreder. Berzahın her iki alemden de nasibi bulunmaktadır. Zira

    berzah, gayrı maddi olması bakımından ruhlar alemine; sı1ret, şekil, miktar

    sahibi olması bakımından ise cisirrıler alemine benzemektedir. İJab.i hazret-

    ten inen manalar önce berzah aleminde bizdeki hayall sfıretlerin benzeri bir

    cismaru sfıret kazanmakta, sonra mülk alemine yani cismaru aleme inmek-

    tedirler.3 Misal aleminin bir taraftan cismaru cevhere bir taraftan mücerret

    Demirli, Sadreddin Konevi'de Bilgi ve Varlık, s. 249-257; Chittick, "Konevi'den Kayseri'ye Beş itahiHazret", s. 1n-112

    2 Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", s. 83-84. Kayseri'de alem mertebeleri ile ilgili olarak

    ayrıca bk. Chittick, "Konevi'den Kayseri'ye Beş ilahi Hazret", s. 157-158, 169-170; Bayr.ıkdar,

    DôvOd el-Kayseri, s. 60-65; Kılıç, "Davud el-Kayseri'nin Mukaddimelerinde 'Alem-i Misal' Yo-rumu", s. 178-184; Özdemir, DôvOd Kayseri'de Var/ıl(, Bilgi ve insan, s. 103-115.

    3 Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", s. 87. ibnü'l-Ar.ıbide misal ve hayal aleminin on-

    tolojik ve epistemolojik boyutlarına dair bir değerlendirme için bk. Semih Ceyhan, "Modern

    Çağda Tahayyül Gücünün Yeniden Keşfi", s. 249-261.

    Osmanlı'da lım-i Tasavvuf ~ 413

  • akli cevhere benzemesi bu alemin hem duyumsal ve niteliksel olması hem de

    nurani olması üzerinden de gerekçelendirilmektedir. Dolayısıyla misal alemi

    latif mücerret cevherlerle kesif maddi cismfuıi cevher arasını ayıran bir sınır

    olarak da düşünülmektedir. Bu aleme misal alemi denilmesinin sebebi ise bu

    alemin cismani alemdeki bütün suretleri kapsayıcı olmasıdır.4 Duyusal alem-

    de varlığı olan her şey misal aleminde mevcutken, misal aleminde mevcut

    olan her şey duyusal alemde mevcut değildir. S Kayseri misal alemini "munfa-

    sıl hay~"6, "mutlak misal"7, "mutlak hayal"8 gibi isimlerle de anmaktadır. Bu

    isimlendirmeler hayal ve misal alemleri ile bu alemierin epistemolojik boyutu

    olarak bir sonraki başlıkta incelenecek olan hayal ve misa.Iin insani düzlemde-

    ki görünümü arasmda kurulmaya çalışılan irtibat açısından da sufiler için bir

    imkan taşımaktadır.

    Sunler burada çizilen çerçeve bağlamında misali ve hayali alemi farklı alem-

    lerden sadece birisi olarak görmelerine rağmen bir taraftan da vahdet-i vücud

    teorisi gereğince bütün alemleri bir hayal ve vehim olarak görmüşlerdir.9 Zira

    onlara göre hayal çokluk ile ilişkili olup alemlerden çokluk olarak ancak ha-

    yali seviyede bahsedilebilmektedir.10

    III. İnsan ve Alemler: Hayal ve Misalin Psikolojik ve

    Epistemolojik Boyutu

    Kayseri, mevcutlann her birinin ruhu ve ruhani güçleri olduğunu, her şeyin

    ruhun aleminden bir nasibi olduğunu, külli ve cüzi ruhlahn her birinin yet-

    kinlik ve mertebesine göre bu alemde bir suretinin bulunduğunu ifade etmek-

    tedir. Zira böyle olmamış olsaydı alemler birbiriyle mutabık olmazdı. Fakat

    nihai noktada ruh cansız cisimlerde hayvanlarda zahir olduğu gibi zahir ol-

    maz.U Dikkat edilirse burada ruhsallık alemierin bü~nüne yayılmış bir şey

    olarak düşünülmekte; ruh, alemler arası mutabakatı ve ilişkiyi sağlamak için

    kendisine ihtiyaç duyulan bir şey olarak görülmektedir.

    4 Kayseri, "ei-Mukaddimat", s. 145.

    5 Kayseri, "ei-Mukaddimat", s. 150.

    6 Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", s. 87.

    7 Kayseri, "ei-Mukaddimat", s. 147; Kayseri, Şerhu Fusüsi'l·hikem, s. 668.

    8 Kayseri, "Tasawufltmi Hakkında Risale", s. 88.

    9 Kayseri, Şerhu Fusüsi'l-hikem, s. 671, 689, 693-694.

    10 Kayseri, Şerh u Fusüsi'l·hikem, s. 695.

    11 Kayseri, "el-Mukaddimat", 6, s. 147; Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", s. 87.

    414 ~ Osmanlı'da Ilm-i Tasavvuf

  • İnsan ruhlan da bu genel durumdan uzak olmayarak bedenlerde ortaya

    çıkmadan önce bu ruharn silretlerde görünmektedir.U Bu nokta İbn Sinacı

    nefs teorisindeki nefslerin bedenierin hudfısüyle birlikte hadis olduklan

    şeklindeki kabulden farklı bir duruma işaret etmektedir. Bu itibarla insan

    varlık mertebelerinin yukandan aşağıya doğru gerçekleşen tenezzülünde

    son halkayı temsil etmekle birlikte tekrar yükselişe geçerek yolculuğun ken-

    disinden başladığı ilk ilkeye derece derece ilerlemektedir. ı3 Benzer bir vurgu, arilin npkı rüyada gördüğü suretlerden onlann gerçek siiretlerine geçmesi

    gibi, müşahede aracılığıyla duyuda zahir olan silretlerden kastedileni bilerek

    duyusal siire_tlerin ötesine geçtiğine ve oruann gerçek anlarnlanna ulaşnğına

    yönelik vurguda da görülınektedir.14 Kayseri varlığa iniş ve varlıktan yükseliş

    mertebelerinio dairesel olduğunu zikrederken de insanın bir berzahtan ge-

    lip diğerine gittiğille işaret etmektedir.15 Kayseri aynca hayal gücünün duyu-

    sal alem ile mutlak misal alemi arasında aracı olduğuna işaret ederek inenin

    de çıkarun da hayaü güç ve hayal alemi mertebelerinden geçmesi gerektiğini söylemektedir.16 Dolayısıyla insandaki hayal gücü hem iniş sürecinde hem

    de yükseliş sürecinde kritik bir rol icra etmektedir. Zaten esas itibariyle cis-

    mani alem ile ruharn alem arasında ara bir konumda bulunan insanın biza-

    tihi kendisi de sufiler tarafından şehadet alemi ile gayp alemi arasında ara bir varlık türü, bir berzah olarak düşünülmektedir. İnsan, ruhuyla ruhlar

    alemine, nefsiYle hayal alemine, bedeni ile duyular alemine tekabül eden

    bir varlık olarak görülmektedir.17 Bu bölümde öncelikle sfıfilerin insandaki

    hayal gücünü varlık mertebelerinden biri olarak misal ya da hayal alemiyle

    nasıl irtibatlandırdıklannı görecek daha sonrasında ise onlann tasvirinde ol-

    duğu gibi hayal gücüyle ilişkili yönleri itibariyle vahiy, müşahede, rüya, gayb-

    den haber verme gibi durumlardan bahsedeceğiz. Kayseri özelinde olduğu

    gibi genel olarak sfıfilerde hayalin epistemolojik boyutu yukandan aşağıya

    inerken vahiy ve ilham, aşağıdan yukanya çıkarken müşahede ve rüya gibi

    gözülanektedir.

    III.ı. İnsa.nl Hayal Gücü

    Hayal ve misal alemlerinin ontolojik boyutundan bahsederken bu alem için

    12 Kayseri, "Tasavvuf ilmi Hakkında Risale", s. 87.

    13 Kayseri, "Tasavvuf ilmi Hakkında Risale", s. 83.

    14 Kayseri, Şerhu FusDsi'l-hikem, s. 660-670.

    15 Kayseri, "el-Mukaddimat", 6, s. 150-151.

    16 Kayseri, Şerhu FusDsi'l-hikem, s. 668.

    17 Chittick, "Konevi'den Kayseri'ye Beş ilahi Hazret", s. 154-158.

    Osmanlı'da Ilm-i Tasavvuf ~ 415

  • "munfasıl hayal"1s, "mutlak misal"19, "mutlak hayal"20 terimlerinin de kulla-

    nıldığına işaret edilmişti. Kayseri de diğer sfıfiler gibi bu iki alemin insanda

    tekabül ettiği hayal gücü için "muttasıl hayal"2\ "mukayyet misal"22, "mukay-

    yet hayal"23 gibi terimler kullanmak.tadırlar.Z4 Kayseri, insandaki hayal gücü

    aracılığıyla gerçekleşen hayallerin ve misallerin, misali ya da ruhani suretie-

    rin bir örnekleri ve onların gölgeleri olduğunu ifade etmektedir. Allah mu-

    kayyet misal ve hayalleri ruhani alemin varlığına delil olarak yaratmıştır. Bu

    yüzden mükaşefe ehli bu dünyadaki hayal ve misalleri ruhani alemle bağlan

    nh ve ~hani alemle aydırılanan şeyler olarak kabul etmişlerdir. Kayseri "bu bağlamda denize dökülen çaylar ve n ehir ler" ile "ışığın kendileri aracılığıyla

    eve girdiği delikler ve menfezler" gibi benzetmeler yapmaktadır.25 Buna göre

    deniz ruhani alemlere, çaylar ve nehirler ise bu dünyadaki muttasıl, mukayyet

    hayal ve misallere işaret etmektedir. Aynı şekilde ruhani alemden gelen ışık

    ruhani sfıretlere, ışığın kendileri aracılığıyla eve girdiği delikler ve menfezler

    yine muttasıl, mukayyet hayal ve misallere işaret etmektedir. Kayseri başka bir

    yerde ise kayıtlı hayal aleminin mutlak hayale nispetinin evlerin dışanianna

    nispetleri gibi olduğunu söylemektedir. Zira cisimler aleminden çıkuğında in-

    sana ilk açılan alem misal ve hayal alemi olmaktadır. Sfıfilerin insanın cismam

    alemden ruharn aleme yükselmesinin imkanı olarak gördükleri vahiy, ilham,

    müşahede, rüya, gelecekteki olayların görülmesi gibi durumlar da zaten hep

    bu insani hayal gücü aracılığıyla gerçekleşmektedir.26

    Bu durum Platon'un phantasiaya yönelik olumsuz tutumlarını aşmak için

    Plotinus ve tak.ipçilerinin duyusal seviyedeki phantasia ile müşahedelerle il-

    gili phantasia arasında aynm yaparak ilkinin Platon'un kaygı_landığı ~lamda

    insanı duyusal olana hapseden bir şey olmakla beraber ikincisinin insanın

    müşahedeleri gerçekleştirmesine imkan vermesi itibariyle değerli olduğu şek

    lindeki yoruiDJa__nnı andırmaktadır.

    18 Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", 87; Kayseri, "el-Mukaddimat", s. 145.

    19 Kayseri, "el-Mukaddimat", s. 147; Kayseri, Şerhu Fusiisi'l-hikem, s. 668.

    20 Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", s. 88.

    21 Kayseri, ;,el-Mukaddimat", s. 145.

    22 Kayseri, "el-Mukaddimat", s. 147.

    23 Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", s. 88.

    24 Kayseri özelinde süfilerin iki hayal arasında yaptıkları ayrım için ayrıca bkz. Chittick, "Ko-

    nevi' den Kayseri'ye Beş ilahi Hazret", s. 168; Kılıç, "Davüd el-Kayseri'nin Mukaddimelerinde

    'Alem-i Misal' Yorumu", s . 181.

    25 Kayseri, "el-Mukaddimat", 6, s. 146.

    26 Kayseri, 'Tasavvuf ilmi Hakkında Risale", s. 88.

    4J.6 r Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf

  • III.2. Hayal Gücü ve Vahiy

    Filozoflar vahiy ve nübüvveti hayal/mütehayyile gücü bağlamında açıklıyor

    lardı. İbnü'l-Arabi de Fususü'l-hikem'de "hayal mertebesinin Allah'ın ilgisine

    mazhar olan peygamber için ilaru vahyin başlangıcı" olduğunu ifade etmekte-

    dir. Bu itibar la Hz. Peygamber de kendisine vahiy getiren ·meleği ancak hayal

    mertebesinde algılamaktadır. Melek bir adam şeklinde göründüğünde, bu an-

    cak hayal mertebesinde meydana gelmektedir. Çünkü o gerçekte bir adam de-

    ğil, yalnızca insan şekline girmiş bir melektir.17 Kayseri de İbnü'l-Arabi'nin bu

    ifadelerini yorumlarken vahiy meleğinin ilk nüzulünün hayale sonra duyusa-

    la olduğunu ifade etmekteclir. Vahiy meleğini müşahede edenin önce hayal-

    de ve sonra mutlak misald e meleği müşahede edebilmesi için hayal gücünün

    nurianmış olması gerektiğine işaret etmektedir. Zira hayal gücü duyusal alem

    ile mutlak misal alemi arasmda bir ara konum olduğu için hem inenin hem de

    çıkanın hayal mertebesinden geçmesi gerekmektectir.28

    Ill.3. Hayal Gücü ve Müşahede

    Sfıfilerin hayal gücü ile gerçekleştiğini düşündükleri şeylerden birisi de müşa

    hededir. Bu durumda sı16lerin neden aşağıdan yukarıya doğru idrak sürecinin

    gerçekleşmesinde müşahedenin olması gerektiğini düşündükleri sorusu orta-

    ya çıkmaktadır. Bu soru sufilerin "Hak'tan başkası" ya da "alem" dedikleri her

    şeyin "Hakk'ın" karşısındaki durumunun gölgenin sahibi ile gölge arasındaki

    ilişki gibi olduğuna dair genel kabullerinde cevabını bulmaktadır. Bu itibarla

    İbnü'l-Arabi cama vuran ışık ile camın rengi arasındaki benzetmeden hare-

    ketle bu durumu açıklamakta ve ışığın gerçekte rengi yokken camın rengiyle

    renklendiğini ifade etmektedir. Bununla birlikte İbnü'l-Arabi, camın yeşilliği

    nedeniyle cama vuran ışık hakkındaki "ışık yeşil dir" hükmünün duyusal sevi-

    yede, "ışığın renksiz olduğu" hükmünün ise nazari seviyede doğru olduğunu

    ifade etmekte ve "gölgenin dış varlığının mevcut olduğunu" kabul etmektedir.

    İbnü'l-Arabi bu ikili durumu Allah'ın isimlerine de uyarlamakta ve her bir is-

    min Hakk'ın aynı olması yönü itibariyle "Hak", diğer isimlerden ayrışinası ve

    kendine özgü bir isim olması itibariyle "tahayyül edilen Hak" olduğıınu söy-

    lemektedir. Dolayısıyla çokluğu ve hayali dikkate alan kimse ilahi isimler ve

    alemle birlikteyken; birliği dikkate alan kimse alernlere muhtaç olmayan zau

    bakımından Tanrı'yla birlikte olmaktadır. Fakat bu birliktelik de herkes için

    geçerli bir şey olarak görülmemekte, Hak'la özdeşleşen bazılarında Hakk'ın

    27 ibnü'I-Arabi, Fusüsü'/-hikem, s. 104-105.

    28 Kayseri, Şerhu Fusüsi'l-hikem, s. 668.

    Osmanlı'da Ilm-i Tasavvuf ~ 417

  • sureti diğerlerinden fazla görünürken diğer kullar böyle olmamaktadır. Ken-

    disinde Hak'la özdeşleşmenin gerçekleştiği kulun Hakk'ın varlığına nispe_ti,

    diğer kulların Hakk'ın varlığına nispetinden daha yakındır.29

    Kaysen de algıladığımız/idrak ettiğimiz her şeyin, mümkün! erin bizatihi ken-

    dilerinde Hakk'ın varlığı olduğunu, duyusal ve akli güçlerle idrak edilenle-

    rin ayna mesabesinde olan mümkünlerde tezahür ettiğini ifade etmektedir.

    Kaysen bu noktada birincisine muvahhidlerin meşrebi, ikincisine Hak'la

    arasınd_~ perde olanların meşrebi, üçüncüsüne ise muhakkiklerin meşrebi

    dediği üç itibar sayrnaktadır. İlk grup bütün mevcudatı Hakk'ın zatının aynı

    olarak görmekte ve a'yanın da kendi halinde yoklukta olduğunu düşünmek

    tedir. Çünkü a'yanın suretlerini taşıyan rahmani nefes olup bu ise Hakk'ın

    varlığının aynıdır. Dolayısıyla a'yanda gerçekleşen izafi varlık da aynı şekilde

    Hakk'ın aynı olmuş olmaktadır. İdrak edilen şeyler de mevcut olan şeyler de

    Hakk'ın aynından başka bir şey değildir. Kayseri'nin Hak'la aralannda perde

    olduğunu söylediği ikinci gruptakilere göre a'yan varlık aynasında mevcut ve

    zahir olandır. Varlık ise mahza makuldür, aklidir. Kayseri son olarak üçüncü

    sıradaki muhakkiklerin ise Hak ile halk arasını cem eden ve bunlardan bi-

    rinin şühudunun diğerinin şühuduna engel ve perde olmayacağını düşünen

    kimseler olduğunu söylemektedir.3° Bu durumda netice olarak İbnü'l-Arabi

    ve takipçileri "alem" derken "Hak'tan" başka her şeyi kastettikleri ve alemi de

    bütünüyle "hayal içinde hayal" olarak gördükleri için hayal gücü aracılığıyla

    gerçekleşen müşahede ile alemin bu hayali yönü görülmüş olmakta ve yakın

    alemierin aslında birer hayalden ibaret olduğu, onlann asli gerçekliklerinin

    görülenden farklı olduğu anlaşılmış olmaktadır. Dolayısıyla gölgelerden iba-

    ret görünüş gerçekliği vermediği için müşahede ile hayal aleminde görülen

    çokluk aşılıp birliğe ulaşılmış ve şeylerin kendinde ne olduklan müşahede

    edilmiş olmaktadır}'

    Sufilerin müşahedeye yönelik vurgulannın arka planında onların uyku hali

    ile duyusal seviyedeki idrakarasında kurdukları benzerlik de etkili olmuş gö-

    zükmektedir. Zira duyuda zahir olan her şey, uykuda zahir olanın rnisalidir.

    İnsanlar kendilerine zahir olan suretierin ihtiva ettiği hakikat ve manalann

    idrakinden gafillerdir. Nasıl ki arif rüyayı tabir ederek uykuda görülen su ret-

    29 ibnü'l-Arabi, Fusüsü'l-hikem, s. 106-109. ibnü'l-Arabi'nin gölge ile sahibi arasındaki ilişki üze-rinden yaptığı yorumlara dair bir değerlendirme için ayrıca bk. ibnü'l-Arabi, Fusüsü'l-hikem, s. 370.

    30 Kayseri, Şerhu Fusüsi'l-hikem, s. 688.

    31 Kayseri, "el-Mukaddimat", s. 147.

    4J.8 ~ Osmanlı 'da İlm-i Tasavvuf

  • lerden kastedileni biliyor ve onları kendileriyle kastedilen asıl şeylere göre

    tabir ediyorsa duyu da zahir olan şeyler de misal aleminde zahir olan şeylerin

    suretleri dir. Dolayısıyla hakikatleri bilen arif duyu da bir sılret gördüğünde ya

    da bir söz işittiğinde ya da kalbinde herhangi bir anlam gerçekleştiğinde o an-

    lamlardan onların ilkelerine giderek Allah'ın muradım bilınektedir.32 Dikkat

    edildiği üzere burada rüya halinde görülen suretleri gerçek saruna yanılgısıyla

    du~sal seviyede zahir olan suretleri gerçek sanma yanılgısı birleşmekte arif

    her iki halde de müşahede ile görülen/gösterilen sürederin ötesine geçerek

    onları kendi asli anlamlan ve kendilikleri bağlamında idrak edebilmektedir.

    Bu durum bi_r taraftan da ruhsal olan lehine duyusal, fiziksel, bedensel olanın

    dışlanmadan ve yok sayılmadan aşılması imkanını vermekte, arifbir taraftan

    duyusal ve fiziksel olanla birlikte iken bir taraftan da hayal gücüyle gerçek-

    leştirdiği müşahede sayesinde duyusal ve fiziksel olanın ötesirıe geçmektedir.

    Dolayısıyla ontolojik seviyede hayal ve misal alemleri, epistemolojik s_eviye-

    de ise hayal gücü hem yuk

  • akla veriyordu. Bu noktada sfıfilerin doğru hayaller aracılığıyla gerçekleşen

    müşahedenin isabet ettiğinin ya da fasit tahayyüller aracılığıyla gerçekleşen

    müşahedenin hata ettiğinin anlaşıldığı zemin olarak nereyi dikkate aldıklan

    sorusu akla gelmektedir.

    Kayseri müşahedede isabet etmenin de hata etmenin de bazılan nefse, bazıla

    n bedene, bazılan hem nefse hem bedene bağlı sebeplerinden söz etmektedir.

    Buna göre müşahedede isabet edildiğinde bunun nefse bağlı sebepleri ara-

    sında Hakk'a tam yönelıne, doğruluğu alışkanlık edinme, nefsin akli-ruhani

    aleme meyletmesi, nefsin noksanlıklardan temizlenmesi, bedensel boş meş

    guliyetlerden yüz çevirmesi ve mücahede ile nitelenrnek gibi şeyler bulun-

    maktadır. Çünkü burada sayılan hususlar nefsin aydınlanmasını ve güçlen-

    mesini gerekli kılmaktadır. Nefs ancak kendini güçlendirip aydınlattığında

    duyusal alemin üstüne çıkmaya ve şühfıdun yokluğunu gerektiren karanlığı

    kaldırmaya muktedir olabilir, böylece mücerret ruhlar ile nefs arasındaki iliş

    ki de güçlenirve neticede tam şühfıd meydana gelir. Sonrasında ise bu feyzin hükmü kesilir ve nefs buna dair bilgiyle sıfatianmış olarak, o sfıretlerle nalaş

    lanmış olarak şehadet alemine döner. Müşahedenin doğru olmasının bedene

    bağlı sebepleri ise bedf:!nin sağlığı, insanın kişisel mizacı ile beyninin mizacı

    nın dengesi gibi hususlardır. Hem nefse hem de bedene bağlı sebepler ara-

    sında ise itaate, bedensel i badetiere ve hayırlı şeylere sanlmak, ilahi emirleri

    gerçekleştirmek için güçlerini ve organlannı iyi kullanmak, ifrat ve tefrit ara-

    sındaki dengeyi korumak, abdestli olmaya devam etmek, Hak'tan başkasıyla

    meşgul olmayı terk etmek, sürekli olarak özellikle gecenin başından uyku za-

    manına kadar zikir ve benzeri şeylerle meşgul olmak gibi hususlar bulunmak-

    tadır. Müşahedenin doğru olmasının olduğu gibi hatalı olmasının da sebeple-

    ri bulunmaktadır. Bunlar ise beynin mizacının bozuk olması, nefsin dünyevi

    lezzetlerle meşgul olması, mütehayyi.le gücünün bozuk kuruntular kullanma-

    sı, nefsin şehvete düşkünlüğü, farklı olanlara karşı hırs gibi yukanda olumlu anlamda söylenenlere ters düşen şeylerdir. Zira burada zikredilenlerden her

    biri karanlığı gerektiren ve perdeleri artıran şeylerdir.J3 Bu noktada son ola-

    rak Kayseri'nin aşağıda gerçek ve hayali rüyalar arasındaki farkın ölçütünden

    bahsederken işaret ettiği şeye işaret etmeliyiz. Kayseri orada filozofların doğru

    ile yaniışı ayıracak mantık gibi ölçütlerine benzer şekilde gerçekleşen rüya-

    larla sırfhayali rüyalar arasındaki fark için de birtakım ölçülerin olduğunu,

    zevk ve şühfıd erbabının bu ölçüleri keşflerine göre bildiklerini söylemekte-

    dir. Benzer bir şeyin müşahede için de geçerli olduğunu, hangi müşahedenin

    33 Kayseri, "el-Mukaddimat", s. 147-148.

    420 r Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf

  • doğru hangisinin hatalı olduğunu anlamanın ancak zevk ve şühud erbabının

    kendi ölçütleri açısından değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz.

    111.4. Hayal Gücü ve Rüya

    Filozoflarda olduğu gibi sulllerde de rüya meseleleri insanın hayal gücü ile

    hayal ve misal alemi arasında kurulan, gerçekleşen inibatlar bağlamında tar-

    oşılır. ibnü'l-Arabi, rüya ile gelen her şeyin "hayal alemi" diye isimlendirilen

    şey olduğunu ve bu sebeple tabir edildiğini söylemektedir. Başka bir deyişle

    rüyanın tabir edilmesinin sebebi, gerçekte başka bir şekilde olan bir şeyin rü-

    yada başka bir şekilde görünmüş olmasıdır. İbnü'l-Arabi, Yusurun gördüğü

    rüyanın da hayal gücünde gerçekleşmiş olduğunu ifade etmektedir.34

    Kayseri'ye göre de her insanda hayal ve misal aleminden bir pay bulunmakta

    olup bu pay hayal gücü olarak kabul edilir. İnsarıın hayal ve misal alemiyle

    irtibat kurmasının aracılarından birisi olan rüyalar da hayal gücü aracılığıyla

    görülür. Kayseri'nin bu noktada hayal gücü diyerek atıfyapoğı gücün yukarı

    da mukayyet hayal, muttasıl hayal, mukayyet misal gibi terimlerle karşıJan

    elığına işaret edilen insani hayal gücü olduğu açıkor. Hayal gücü ile rüyalar

    arasındaki ilişkinin ortaya çıkardığı meselelerden birisi tabire muhtaç olan,

    tabire muhtaç olmayan, karmakarışık rüyalar şeklindeki aynmlardır. Kay-

    seri'ye göre de bazı rüyaların tabire muhtaç olmasının nedeni rüyayı gören

    ya da tabir eden kimsenin rüyada görülen suretten hareketle o surette zuhur

    eden manaya geçmesinin gerekli olmasıdır. Kayseri ayrıca beynin mizacının

    kötü olmasından dolayı gerçekleşen ve kendilerine itibar edilmeyen karmaka-

    rışık rüyalardan söz etmektedir. Tıpkı müşahedenin doğru ya da hatalı olma-

    sına dair sebepler olduğu gibi rüyaların da doğru ya da hatalı olmalarının çe-

    şitli sebepleri bulunmaktadır.35 Kayseri, buna bağlı olarak nasıl ki filozofların

    doğru ile yarılışı ayıracak man ok gibi bir ölçütleri varsa, gerçekleşen rüyalarla

    sırf hayali rüyalar arasındaki fark için de birtakım ölçillerin olduğunu, zevk

    ve şühud erbabının bu ölçüleri keşflerine göre bildiklerini söylemektedir. Bu

    ölçülerden bazıları her ikisi de Muhammedi tam keşfi bildiren Kur'an ve Ha-

    dis gibi genel ölçülerken, bazıları ise salikierden her birine hakim isminden

    feyezan eden hal ve o kimsede baskın olan sı fat ile ilişkilidir.36

    34 lbnü'l-Arabi, FusOsü'l-hikem, s. 104-105.

    35 Kayseri, "Tasawuf Ilmi Hakkında Risale", s . 88.

    36 Kayseri, "el-Mukaddimat", s.148-149. A. Avni Konuk'un ifadeleriyle hayal-i insaninin bir tarafı

    misal alemine bir tarafı insanın nefs ve bedenine muttasıldır. Bu ilişkinin daha genel düşü

    nülebilir bazı boyutları olmakla birlikte Konuk bu noktada bu ikili durumu iki rüya türüy-

    le ilişkilendirmektedir. Buna göre süf\i alemin süretlerinden biri insani hayalde intiba edip

    Osmanlı'da Ilm-i Tasav,•uf ~ 421

  • III.5. Hayal Gücü, Gaybe ve Geleceğe Dair Bilgiler

    Hem süfiler hem de Davüd-i Kayseri, sadece müminlerin değil riyazetle ken-

    dilerini terbiye eden kimselerin de, insaniann hallerini ve gelecekte olan

    şeyleri kendileri aracılığıyla elde ettikleri süri keşiflerinin misal aleminde

    meydana geldiğini düşünmektedirler. Fakat Kayseri Allah ehlinin ve kamil

    insaniann havatınnın zamanla ilgili hadiselere iltifatlannın olmadığına işa

    ret etmektedir.37

    IV. İnsan ve Berzah: Hayal ve Misal Aleminin Etik ve Eskatolojik Boyutu

    Kayseri özelinde su:filer insaniann güzel ve çirkin arnelleri ve davranışlannın

    insanın cismani bedeninin ölümünden sonra gideceği berzah ve misal ale-

    minde bedene bürüneceğinden söz etmektedirler. Dolayısıyla sufiler cennet,

    cehennem, sevap, ceza gibi ahirete taalluk eden hallerin de hayal ve misal

    aleminde olduğunu düşünınektedirler. Fakat Kayseri, insanın öldükten sonra

    gideceği berzahın dünyada iken bulunduğu berzahtan farklı olacağını söyle-

    mektedir.38 Kayseri bunu varlığın iniş ve yükseliş mertebelerinin daireselli-

    ğinden hareketle açıklamaktadır. Buna göre dünyev1 oluştan önceki berzah

    mertebesinin iniş mertebelerinden olması dolayısıyla varoluştan önce gelme-

    si söz konusu iken insanın bedensel ölümünden sonra gideceği berzah merte-

    besi yükseliş veya çıkış mertebelerinden olduğu için dünyevi varoluştan daha

    sonra gelmektedir. Buna ilaveten sonraki berzahta ruhlara ilişkin suretler, ilk

    berzahın suretlerinin aksine dünyev1 varoluştaki fiilierin suretleri ve geçmiş

    fiilierin neticeleridir.39 Dolayısıyla inişte hayal ve misal Memindeki suretler

    aşağıdaki sürederin asıllan ve varlık sebebi iken, ahiret anlamındaki berzahta

    ise aşağıdaki fiilierin suretleri ve geçmiş fiilierin neticeleri ahiret anlamındaki

    berzahtaki suretierin varlık sebebi olmaktadır. Şehadet alemindeki iyi ya da

    kötü amellerin, mutlak hayal ya da misal alemindeki ,!Uİsallere etki etmesi,

    resmolunduğu valkit, bu suretler ve bu rüyalar bozuk hayaller, karmakarışık düşler olmakta ve bunların hakikati olmamaktadır. Fakat kendilerini arındırmış kimselerin, ariflerin hayal-lerine misal aleminden suretler yansıyor ise bu suretler ve rüyalar ister uyurken olsun ister

    uyanıkken olsun hak ve sabit olmaktadır. Buna bağlı olarak da hayali tasvirler iki kısımdır:

    ilki, duyulur suretiere mutabakatı olan hayali suretlerdir ki bunlar "keşf-i mücerred" ya da

    "gaybi suretiere ittitıi" gibi adlarla anılan ve te'vile, ta'bire ihtiyaç duymayan şeylerdir: ikincisi

    ise duyulur suretiere mutabakatı olmayan hayali suretlerdir ki bunlara ise "keşf-i muhayyel"

    denilmektedir. Konuk, Fusüsü'/-hikem Tercüme ve Şerhi, ll, s. 2.22-223.

    37 Kayseri, "Tasawuf ilmi Hakkında Risale", s. 87-89.

    38 Kayseri, "Tasavvuf ilmi Hakkında Risale", s. 88·89.

    39 Kayseri, "el-Mukaddimat", s. 150-151.

    422 ~ Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf

  • dünyada insana hangi sı fat galip ise berzah aleminde o sıfata uygun bir suretin

    ortaya çıkması gibi hususlar hayal ya da misal alemi probleminin etik-eskata-

    lojik taraflarıyla ilgili önemli imalar taşımaktadır. Bu kabul aynca aşağıdan

    yukarıya doğru gerçekleşen bir nedensellik ya da belirlenim durumunu ima

    etmektedir. Yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen genel nedensellik yaklaşı

    mı kabul edildiğinde bu vurgu ilginç bir yön taşımaktadır. Bunun tasavvufun

    bazı genel problemlerdeki ikili dilinin zorunluluk ile özgürlük arasında da or-

    taya çıknğı düşünülebilir.

    Sonuç

    ı. Plotinus ve takipçiterinin oluşturduğu Yeni-Eflatuncu gelenekte varlık mer-

    tebelerinin yukarıdan aşağıya doğru iniş (nüzul), maddeye, karanlığa ve hatta

    bir anlamda kötülüğe doğru olduğu için yetkinlik açısından proble~ teşkil

    eder ve aşağı mertebelere inildikçe yetkinliğin azaldığı bu sebeple tekrar yuka-nya doğru yükselişin (urlic) gerçekleştirilmesi yoluyla yetkinliğe doğru gidile-

    ceği düşünülür. Farabi ve İbn Sina özelinde İslam felsefesinin meşşru kanadın

    da da benzer bir tutumun devam eteirildiği ve varoluş ve bilgisel yetkinleşme

    süreçlerinin bu iniş ve yükseliş durumları arasında açıklandığı görülmektedir.

    İbn Sina'nın ç~diği resme göre hayal ve tahayyül, hem yukandan aşağıya doğ

    ru gerçekleşen feyz sürecinde hem de aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen

    soyutlama sürecinde olmak üzere ikili bir rol icra ediyor gözükmektedir. Zira

    salt akıldan hareket çıkmayacağı için ve hareketin bir şekilde gerçekleşmesi

    gerektiği için hem alem de sema vi nefslereve onların tahayyül-tevehhüm güç-

    lerine hem de insanda insaru nefslereve onların tahayyül-tevehhüm güçleri-

    ne ihtiyaç bulunmaktadır.

    Tasavvuf geleneğinde ise öncelikle varlık mertebelerirıin yukandan aşağıya

    doğru inişinin bizatihi kötiilüğe ya da daha az yetkinliğe doğru gidiş olmadı

    ğı bunun aksine Tann'run ezeli ilminde sabit mümkün hakikatierin bilkuvve

    yetkin oldukları, bu mümkün hakikatierin her bir alt mertebede farklı kayıtlar

    alarak aşağıya doğru varlık mertebelerine inerken bilfiil yetkin hale geldikleri

    düşünülür.4° Varlık mertebelerinden aşağıya doğru iniş bir anlamda içte ola-

    nın dışta zuhfır etmesi anlamına gelmektedir. Bu noktada sfıfilerin filozoflar-

    dan farklı olduklan başka bir husus, belki de İslam düşüncesi özelinde muh-

    temelen ilk olarak Sühreverdl'de gördüğümüz hayal ya da misal aleminin ayn

    40 Molla Feniki'nin Misbôhii'l·üns isimli eserinden hareketle bu tavrın görüldüğü bir metin için

    bk. Taşköprülüzade, "Kavaidü'l-Hamliyyat", s. 116-120.

    Osmanlı'da Ilm-i Tasavvuf ~ 423

  • bir mertebe olarak varlık mertebeleri ya da alemler arasına dahil edilmesi gibi

    gözükmektedir. Zira meşşai filozoflarda yukandan aşağıya doğru gerçekleşen

    varlık akışı ve feyz sürecine ilişkin tasvir semavi nefslerin hayal ya da müte-

    hayyile güçleri üzerinden yapılmakla birlikte hayal alemi gibi ayrı bir varlık

    mertebesi söz konusu edilmemektedir. Dolayısıyla İbnü'l-Arabi başta olmak

    üzere onun takipçileri ve elbette Davfıd-i Kayseri'de de Sühreverdi'de olduğu

    gibi hayal ya da misal alemini varlığın zuhur edişi sürecindeki ayrı ve kritik

    bir varlık mertebesi olarak görmeye yönelik bu tavrın doğal olarak devam et-

    tiği görülmektedir. Dolayısıyla sufiler için varoluşun en alt mertebesine kadar

    zuhur etmesi veTann'nın ezell ilminde sabit mümkün hakikatierin yetkinlik-

    lerinin bilkuvvelikten bilfiilliğe çıkışı bizatihi iyi bir şey olduğu için ontolojik

    düzlemde hayal ve misal alemleri aşağıya doğru gerçekleşen varoluş sürecini

    maddeye ve dolayısıyla kötülüğe, karanlığa gidiş olarak gören tipik bir Yeni

    Eflatuncu için olamayacak kadar yetkinleşmeye doğru bir iniş olacaktır.

    2. Davfıd-i Kayseri özelinde sufilerin insani bir güç olarak hayale (nıuttasıl ha-

    yal, mukayyet hayal, mukayyet misal) yaptıkları vurgunun tarihsel bağlamını

    netleştirmek adına kendilerinden önceki felsefi gelenekte hayal gücüyle ilgili

    tasvirlere ana hatlanyla bakmak yerinde olacaktır. Zira Plotinus, Yeni Efia-

    tuncu şarihler ve İbn Sina çizgisindeki hatta karşımıza çıkan phantasia ya da

    tahayyüle yönelik olumlu ve olumsuz olmak üzere iki şekildeki yaklaşımın

    sufilerde de bulunup bulunmadığı ilgi çekici bir soru olarak gözükmektedir.

    Buna göre Platon'da phantasia genelde duyusaliılda nitelendirilerek akılla

    oluşturduğu karşıtlık istikametinde eleştirilen bir güç olarak gözükürken Yeni

    Eflatuncular phantasiada ikili bir ayrıma giderler ve yüksek müşahede için

    olan phantasiaya olumlu bir nitelik atfederken aşağıyla, duyusal seviyeyle il-

    gili phantasiaya olumsuzluk atfedip akıllehine aşılması gereken bir şey olarak

    görürler. İbn Sina da büyük oranda Yeni Eflatuncu şarihleri andırır tarzda ta-

    hayyülü bu ikili işlevi itibariyle değerlendirir. Buna göre tahayyül aşağıdan

    yukarıya doğru gerçekleşen soyutlama sürecinde duyÜsal sfuetlerin maddi niteliklerinden arındırılarak daha akli, daha makul hale getirilmesi esnasında

    doğal olarak duyusal alemle ilişkisi fazla olan bir güç olarak görülür. Fakat İbn

    Sina tahayyülün nübüvvet, peygamberin aldığı vahiy, ilrifin aldığı ilham gibi

    durumlarla ilişkili yönüne de sisteminde yer verir. Dolayısıyla Plotinus ve ta-

    kipçileri nasıl ki Platon'un phantasia ile ilgili büyük oranda olumsuz gözüken

    tutumunu aşmak için phantasianın duyusal alemle ve soyutlama süreciyle

    ilişkili kısmını bir anlamda değersiz ve aşılması gereken bir aşama olarak gö-

    rüp phantasianın yüksek müşahedelerle ilgili kısmını olumlayarak kabul edi-

    yariarsa aynı şekilde İbn Sina da tahayyülün soyutlama sürecindeki işlevini

    424 r Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf

  • daha yukandaki akıllehine aşılması gereken bir seviye olarak görmekte fakat

    nübüvvetin, vahyin, ilhamın, gaybe ve geleceğe dair bilgilerin açıklanmasında

    mütehayyile gücüne önemli bir rol vermektedir.

    Sı1filer hayal ve misal aleminden ayrı olarak insani nefsin güçlerinden birisi

    olarak hayal ya da tahayyülle ilgili felsefi tutumu da bir ·noktaya kadar ana

    hat~anyla benimsemiş görünmektedirler. Fakat burada en azından termino-

    lojik düzeydeki bir farklılık, sı1filerin mesela İbn Sina gibi bir filozofta olduğu

    gibi hayal ya da tahayyül gücünü soyutlama sürecinin en önemli bir unsuru

    olarak görmek yerine müşahedenin önemli bir unsuru olarak görmeleridir.

    Kayseri özelinde gördüğümüz kadanyla sı1filerde hayal gücünün işlevi daha

    çok vahiy, müşahede ve rüya gibi bağlamlarda ortaya çıkmakta, İbn Sina'da

    gördüğümüze benzer şekilde hayali n soyutlama sürecindeki rolüne ilişkin de-

    taylı analizler görülmemektedir.

    Bu bağlamda işaret etmemiz gereken bir diğer husus, İbn Sina'nın hayal ile

    mütehayyile güçleri arasında aynma gitmesine rağmen Kayseri özelinde sı1fi

    lerde böyle bir ayrumn en azından bariz ve ilk bakışta görülebilecek düzeyde

    bulunmadığıdır. Handayacak olursak İbn Sina öncelikle nefsin her bir farklı

    işlevinin farklı güçler tarafından gerçekleştirildiği şeklindeki genel ilkesi ge-

    reğince hayal He mütehayyile arasında ayrım yapmakta ve hayal gücüne önce

    dış duyulardan sonra ·da ortak duyudan (hiss-i müşterek) gelen duyusal sı1retle

    rin muhafaza edilmesi işlevini vermekte, mütehayyile gücüne ise bir taraftan

    hayal gücünün kendisine aktardığı duyusal sılretler arasında birleştirme (ter-

    kip) ve ayrıştırmal ar (tafsil) yaparak yeni kurgular yaratma işlevini bir taraftan

    da vahiy, ilham, rüya, gaybden ve gelecekten haber verme gibi işlevleri yük-

    lemekteydi. Sı1filer ise sadece hayal gücünden bahsetmekte ve İbn Sina'nın

    mütehayyile gücüne atfettiği vahiy, müşahede, ilham, gelecekten haber verme

    gibi durumlan da hayal gücü bağlamında anlatıyor gözükmektedir ler. Bunun-

    la ilgili ilk ihtimal, muhtemelen sı1filerin nazar ve istidlalden ziyade müşahe

    deyi bir yöntem olarak benimsernelerinden dolayı böyle bir tercihte bulun-

    muş olduklandır. Çünkü bu ihtimale göre hayal ve misal aleminde her ne var

    ise bir şekilde cismaru alemde de tezahür edecekse, sılillerin muttasıl hayal,

    mukayyet hayal ve mukayyet misal gibi isimlerle andıklan insani hayal gücü-

    nün yukandan kendisine yansımayan herhangi bir şeyi birleştirme ve aynştır

    malarla yeni kurgular yaparak ortaya çıkarmalan söz konusu olamayacak, in-

    sani hayal gücünde olabilecek tek şey mutlak hayal, mutlak misal ve munfasıl

    hayal gibi adlarla anılan yukarıdaki hayal ve misal alemlerinde olan her şeyi

    olduğu haliyle yansıtmak olacaktır. Peygamberler ve arifler başta olmak üze-

    Osmanlı 'da Ilm-i Tasavvuf ~ 425

  • re bedensel ve duyusal durumlardan kendilerini kurtarmış kimselerin doğru

    olan müşahedeler ve tevile ihtiyaç duymayan, şeyleri gerçekte nasılsa o şekil

    de olduğu gibi yansıtan rüyalarla yapabilecekleri şey de birleştirme ve aynş

    tırma gibi mekanizmalan kullanmaksızın hayal ve misal alemlerinden kendi

    hayal güçlerine yansıyan şeyi olduğu haliyle idrak etmek olacaktır. Bu durum

    akıl gücüyle ulaşılan nazari ve istidlali bilginin aksine müşahedede asla hata

    ya da yanılma olmayacağı anlamına gelir. Acaba gerçekten böyle midir? Yoksa

    başka .bir ihtimal daha mı düşünmemiz gerekecektir? Genel olarak sfıfilerin

    özel olarak ise yukanda gördüğümüz üzere Davfıd-i Kayseri'nin doğru ya da

    hatalı ınüşahedelerden bahsetmeleri bu ikinci ihtimali daha güçlü kılmakta

    dır. Tıpkı nazari ve istidlaJ.i bilgide olduğu gibi müşahede bilgisinde de hem

    doğrular hem hatalar olabilmektedir. Bu durumda doğru ya da hatalı müşa

    hedeleri birbirinden ayıracak ölçütün ne olduğu sorunu ortaya çıkacaktır.

    Yukanda da işaret edildiği üzere sfıfiler ınüşahededeki doğruluk ve hatanın

    ya tek başına nefse ya tek başına bedene ya da hem nefse hem bedene bağlı

    sebepleri olduğunu zikretmekle birlikte müşahedenin değerlendirme ölçütü-

    nü nihai noktada zevk ve şühCıd erbabının kendilerine özgü keşfleri olarak

    belirleri er. Filozoflarda doğru bilginin kriteri olarak mantık ne ise sunlerde de

    doğru müşahedenin nihai kriteri olarak keşf de odur. Bu durum, İbn Sina'nın

    soyutlama sürecinde belki de mantıksal ve istidlali bağlamda kullanıldığında

    mütehayyileye müfekkire gücü olarak atıf yapması söz konusu iken İbnü'l-A

    rabi'de ve şu anki ilgimiz itibariyle Davfıd-i Kayseri gibi takipçilerinde böyle

    bir tutumun bulunmayışını da en azından şimdilik açıklıyor gözükmektedir.

    İbn Sina'da nıütehayyile gücünün oluşnırduğu, yarattığı kurgulann gerçeklik

    değeri, gerçekliğe mutabık olup olmamalan öncelikle müfekkire sonra da akıl

    tarafından değerlendiriliyor ve oluşturulan bir tahayyülün gerçek olup olma-

    dığını belirlemenin nihai kriteri akıl olarak gözüküyordu. Hatırlanacağı üzere

    sfıfiler Kur'an ve hadisin haber verdiğini söyledikleri Ml!hammedi tam keşif

    diye andıklan şeyi genel ölçüt olarak; hakim isminden silike feyezan eden hali

    ve onda baskın olan sıfatı ise özel ölçüt olarak dikkate almaktadırlar. Dolayı

    sıyla sfıfiler müşahedeyi özü itibariyle hayal gücünde gerçekleşen bir bilgi im-

    kanı olarak düşündükleri için müşahedenin değerlendirme kriteri olarak aklı

    belirlemeleri pek mümkün gözükmemekte, onlar doğal olarak nihai noktada

    zevk ve müşahede ehlinin keşflerini asıl kriter olarak öne çıkanyer gözük-

    mektedirler. Bu sebeple asli varlığı idealarda gören Platon ya da katı Platoncu

    birisi için veya Platoncu yönü baskın Yeni Eflatuncu bir şarih için ya da siste-

    minde Platon ile Aristoteles'i telif etmeye çalışan İbn Sina için hayal en fazla

    soyutlama sürecinde akıl lehine ihtiyaç kadarınca kullanılan ve sonra aşılıp

    426 ~ Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf

  • geçilmesi gereken bir mertebe ve aşama olarak görülebilecekken ve bir geçiş

    aşaması olduğu halde kendisinde kalınması daha üstteki aklın alunda olduğu

    için olumsuz imalar çağnştırabilecekken, sistemlerinde n azar ve İstidiali değil

    de müşahedeyi bir yöntem olarak öne çıkaran süfiler için müşahedenin bizzat

    kendisinde gerçekleştiği hayal gücü akıl lehine aşılması gereken bir güç olarak

    değil olsa olsa akılla eş değerde işlevsel olan bir güç olarak gözükecektir.

    Fakat burada da süfilerin müşahedenin doğruluğu ve yanlışlığı için nefse ve bedene bağlı sebeplerden bahsetmeleriyle ilgili ilginç bir husus daha bulun-

    maktadır. Zira yukarıda gördüğümüz üzere Kaysen özelinde sılfiler müşa

    hedenin doğruluk ya da yanlışlığı için nefse bağlı sebeplerden bahsettikleri kadar bedenin sağlıklı ya da hasta olması, insanın kişisel mizacı ile beyninin

    mizacının dengeli ya da bozuk olması gibi bedensel sebeplerden de söz et-

    mektedirler. Bu dut1;1m sütllerin müşahededen bahsederken akılla karşılaştı

    nidığında ilk akla geldiği andaki kadar tamamen gayrı maddt, gayrı cismani

    ya da ruhsal bir şey olarak müşahededen bahsetmedikleri ihtimalini ve buna

    binaeiı belki de müşahedenin cisman1 olanla gayrı cismani olanın, maddi

    olanla manevi olanın iç içe geçtiği ya da kesiştiği bir düzlemde gerçekleştiğini

    düşünüp düşünmedikleri sorusunu akla getirmektedir. Bu soru ise bizi bu so-

    nucun üçüncü maddesine götürmektedir.

    3· Çağdaş zihin felsefesindeki temel yaklaşırrılar ana hatlanyla zihin ve bede-

    nin tek başianna ayn cevherler olduğunu kabul eden düalist ve zihin-beden

    ikiliğin i reddederek tek bir unsur olduğunda ısrar eden monist tavırlar olarak

    ikiye ayrılmakta, bunların da kendi alt bölümlemeleri bulunmaktadır. Tek

    gerçeklik olarak zihni ve zihinseli kabul eden idealizm ile tek gerçeklik olarak

    bedeni ve fizikseli kabul eden hem elemed hem indirgemeci hem de belirirnci

    formlan itibariyle materyalist tutumların veya aslında zihin ve beden gibi iki

    ayrı cevher bulunmadığını. bunlann aslında bir iken ancak kendileri üzerine

    dikkat kesildiğimizde baktığımız yere göre bize farklı yönlerinin gözüktüğü

    nü söyleyen tarafsız tekçilik gibi monist tutumların tekçi olmalan itibariyle

    zihin-beden nedenselliğinin ya da etkileşiminin açıklanmasında düalist tu-

    tumlar kadar sorun yaşamadıklan görülmektedir. Zira zaten özü itibariyle

    tek olan bir şeyde başka ikincil bir şeyin etkisinden ya da etkilenmesinden

    söz edilemeyecektir. Oysa düalistler kabul ettikleri iki unsur arasındaki ne-dense! etkileşimin nasıl gerçekleştiğini açıklamaya ilişkin ciddi çabalar sar-

    fermek zorunda kalmaktadır. Çağdaş dönemdeki tartışmaların büyük oranda

    zihinselden zihinsele, zihinselden fiziksele, fizikselden zihinsele doğru olan

    nedensellik ve etkileşimierin mümkün olup olmadığına, mümkünse nasıl

    Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf ~ 427

  • mümkün olduğuna yönelik tamşmalar olduğunu söyleyebiliriz. Mesela bir

    düalizm formu olarak Kartezyen etkileşimeilik zihinle bedenin tek başlarına

    ayn cevherler olduğunu fakat bunlar arasında karşılıklı bir nedensel etkile-

    şim olduğunu kabul ederken, epifenomenalizm olarak bilinen başka bir yak-

    laşım zihinsel nedensellik ilişkisini tek yönlü kabul ederek fizikselden zihin-

    sele doğru gerçekleşen bir etkileşimi onaylamış fakat zihinsel olanın fiziksel

    ya da başka zihinsel şeylere neden olamayacağı görüşünü savunmuştur. Son

    bir dü~m formu olarak koşutçuluk ise zihinle bedenin iki ayn cevherler ol-

    makla birlikte aralarında bu tiirden hiçbir nedensel ilişkiden söz edilemeye-ceğini savunmaktadır. Panpsişizm olarak bilinen başka bir görüş ise fiziksel

    her şeyin aynı zamanda bilinçli ve zihinsel bir bileşen içerdiğini savunmakta

    ve zihinsel ve fiziksel özelliklerin tüm fiziksel varlıklarda her zaman bir arada

    var olduğunu iddia etmektedir. Bütün bu felsefi tutumların aynşmasındaki

    temel problem, zihin ile beden arasındaki ilişki ya da etkileşimierin nasıl açık

    lanabileceği sorusu üzerine odaklanmış ve literatürde "zor problem" olarak

    bilinen bir sorunun dağınasına yol açmış gözükmektedir. Bu teoriler çeşitliliği

    içinde zihin-beden etkileşimini tam olarak açıklayamadığı gerekçesiyle düa-

    list tutumları benimsemenin nasıl kendi içinde güçlükleri varsa nedensellik

    sorununu çözebitmek için tekçi tutumları benimsemenin de başka güçlükleri

    bulunmaktadır. Söz gelimi varlığı ya da insanı bütünüyle zihin ya da zihinsel

    olarak düşündüğümüzde varlığın ve insanın somut, maddi, gözlemlenebilir

    fiziksel yönü gözden kaçınlmış olmakta materyalist tutumların elemed ya

    da indirgemeci formları benimsendiği takdirde ise varlıkta ve insanda olup

    da sadece fiziksel olarak düşünilimeye direnen yapıların, öznel niteliklerin,

    psikolojik iç gerçekliklerio varlığı sorun teşkil etmektedir. Mesela Thomas

    Nagel söz konusu problemler bağlarnındaki açıklama güçlüklerini natüralist

    Darvinci dünya görüşünün açmazı olarak görmekte ve bu tıkanıklığı aşmak

    için bazı teklifler ileri sürmektedir. Eğer fiziksel olanın ~nlamı daralhldığında zihinselliğin, bilişin, bilincin canlı organizmaya hangi seviyede, nasıl dahil

    olduğunu açıklamaya yönelik güçlükler ortaya çıkıyorsa ve mevcut natüralist

    doğalfizik anlayışı bu güçlükleri aşamıyorsa o halde yapılabilecek şeylerden

    birisi fizikselin anlamını genişletmek ve bunu salt biyolojik, kimyasal bir şey

    olmaktan kurtarıp kapsamını genişletmektir. İkinci olarak ise zihinsellik, bi-

    linç ve anlam hem evrenin hem insanın maddi ve fiziksel yapısına sonradan

    eklemlenen bir şey olarak değil de dal1a en baştan evreneve insana içkin bir

    şey olarak düşünülebilir. Acaba tasavvufun zıtlıkları bir arada barındırabilen

    dili bize burada işaret edilen problemler bağlamında, hem zihinsellik ve fizik-

    selliği ayn uçlara savuran ve aralarındaki irtibatı kurma noktasında çözümü

    428 ~ Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf

  • zor güçlükler ortaya çıkaran düalist tutumlardan hem de zihinsel yaşamın öz-

    nel ve niteliksel boyutunu görmezlikten g~len elemeci ya da indirgemeci ma-

    teryalist tutumlardan farklı bir imkan sunabilir mi? Kayseri özelinde sunierin

    evrenin bütününe yayılmış ve her şeyin kendince nasiplendiği bir ruhsallığa

    yönelik bazı vurgulannda az önce işaret edilen, zihinselliğin ve bilincin hem

    insana hem de insan dışınciald her şeye sirayet ettiğini düşünen panpsişist tu-

    tuma benzer bir yaklaşım görülmektedir. Eğer sufilerin böyle bir tavrı varsa

    bunun her bir bedensel ve maddi mizacın kendi uygun itidal noktasına göre

    evrendeki anlamlılıktan, zihinsellikten, bilinçlilikten pay aldığı ya da her bir

    bedensel yapının kendisine uygun en mutedil mizaç noktasına ulaşnğı zaman

    kendisine kendi bedensel mizacma uygun bir nefs iliştiği şeklindeki klasik an-

    laoyla örtüştüğü de söylenebilir.

    Yine aynı zihinsel nedensellik tartışmaları bağlamında zihinsel nedenselliği

    vurgulayan yaklaşımların temel odak noktası faillik problemidir. Eğer zilıin

    sel nedensellik olmazsa, insanın eylemleri bir şeylere neden olınuyorsa ve bu

    temellendirilemiyorsa frullik gerçekleşmez ve dünya anlamsızlaşır. Kayseri

    özelinde sfıfilerin aşağıdald duyusal varlık düzleminde yapnğımız iyi ya da

    kötü eylemlerin/amellerin sonraki varlık düzleminde, diyelim ki berzah ale-

    mindeki durumumuzu etkileyen bir şekilde kurgulamaları zihinsel-zihinsel,

    zihinsel-fiziksel, fiziksel-zihinsel nedensellikler bağlamında düşünülebilecek

    ilginç imalar barındırmaktadır. Bu anianya göre eylemleriniz iyi ise orada iyi,

    kötü ise orada kötü sfıretlerle karşılaşılacaknr. Bu tutum, nedenseilikten kay-

    naklanan zorunluluk ilişkisini kırma ve insanı eylemlerinden sorumlu özgür

    failler olarak düşünmek bakımından önemli bir noktadır. Başka bir deyişle

    aşağıdald varlık mertebelerine doğru zuhfır gerçekleşmiş, alemler teker te-

    ker tezahür etmiş ve bu alemde yapılan şeyler geriye doğru yolculukta hem

    yolun hem de varış yerinin niteliğini tayin edebilir durumlar haline gelmek-

    tedir. Burada sfıfilerin özgür eyleme, insanın eylemlerinin daha sonra tekrar

    döneceği, geriye doğru tekrar katedeceği varlık mertebelerindeki durumunu

    belirleyeceğine yönelik imaları bulunmaktadır. Bu noktada akla başka bir

    soru gelmektedir: Eğer özgürse, seçen ve eyleyen varlıklar olarak insanın ey-

    lemleri sonrasındaki durumlara neden olacaksa zorunlu nedensellik zinciri

    en azından aşağıdan yukarıya doğru olan ikinci süreçte kınlmış olmaktadır.

    Peki yukarıdan aşağıya doğru her bir alemin bir sonraki alemizahir kılınasm

    clald zorunlu nedensellik ne olacaktır, sfıfilerin buna yönelik bir çözümü var

    mıdır? Çeşitli alem mertebelerinde sürece herhangi bir irade dahil olmakta

    mıdır ve oluyorsa bu irade ne zaman, nasıl dahil olmaktadır? Mesela misal

    alemi sadece kendisinden daha üstteki alemlerde olanı mı şehadet alemine

    Osmanlı'da ilm-i Tasavvuf ~ 429

  • aktarabilmektedir? Eğer böyle ise bu, iradenin olmadığı anlamına mı gelmek-

    tedir? Yoksa bazılarının yorumladığı gibi ara aJ.emlerin, varlık düzlemlerinin

    varlığa geliş sürecinde iradi olarak sürece dahil olup yukarıda olmadığı halde

    aşağıda gerçekleştirdikleri, zahir kıldıkları bazı şeyler daha var mıdır, varsa

    bu mekanizma nasıl işlemektedir? Bütün bu ve benzeri sorular ekseninde ta-

    savvufun imkanlan nı henüz tam olarak soruşturduğumuz söylenemez. Belki

    rasyonel ve bilimsel bir şekilde tam olarak açıklanamayacak ve ifade edile-

    meyeı:ek oluşu silfilerin mevcut ve muhtemel yorumları için bir zaaf olarak

    gözükebUir fakat çağdaş zihin felsefesinde zihinsellik ile fiziksellik arasında

    ki gizemli ilişkiyi açıklamaya yönelik bilimsel ve rasyonel nitelikli teorilerin

    de bu gizemden pek kurtulaınadıklan ve nihai noktada hala kimi zaman "zor

    problem" diye atıf yaparak makul bir çözüme ulaşmaksızın bıraktıklan bu ana

    problemle uğraştıkları dikkate alındığı zaman sorunun sadece silôlerin yo-

    rumuyla ilgili olmayabileceğine, meselenin kendindeki, özündeki güçlükten

    kaynaklandığını düşünmeye dair gerekçelerimiz olacaktır.

    Kaynakça Bayrakdar, Mehmet, Dlivüd el-Kayseri, İstanbul, 2009.

    Ceyhan, Semih, "Modem Çağda Tahayyül Gücünün Yeniden Keşfi: İbn Arabi'de Hayalin Ontolojik ve Epistemolojik Gerçekliği", Modern Çağ ve İbn Arabf, İstanbul, 2008, s. 249-261.

    Chittick, William, "Ko nevi'den Kayseri'ye Beş İlahi Hazret",/bn Arabf Geleneği ve Ddvud el-Kayseri, haz. Turan Koç, İstanbul, 20u, s. !49-173-

    Demirli, Ekrem, Sadreddin Konevi'de Bilgi ve Varlık, İstanbul, 2005.

    İbnü'l-A.rabi, Muhyiddin, Fusılıü'l-lıikem, tre. ve şerh Ekrem Demirli ."İstanbul, 2008. Kayseri, Davud, "ei-Mukaddimat", Valıdet-i Viicüd Felsefesi - Felsefi ve Tasavvufi Risa/e/er,

    tre. Mehmet Bayrakdar, İstanbul, 2012, s. 87-187.

    ~ "Tasavvufİlmi Hakkında Risale", Tasavvuf limine Giriş, tre. Muhammed Bedirhan, İstanbul, 2013, s. 15-177-

    Şer/ıu Fususi'l-lıikenı, thk. Ayetullah Hasanzade Amüli, ·Kum, 2000.

    Kılıç, Mahmut Erol, "Davüd ei-Kayseri'nin Mukaddimelerinde Alem-i Misa.J. Yorumu", İbn Arabf Geleneği ve Diivıid el-Kayseri, haz. Turan Koç, İstanbul, 2011, s. 175-186.

    Konuk, Ahmed Avni, Fusıisü'l-hikem Tercüme ve Şerh i, haz. Mustafa Tahralı- Selçuk Eray-dın, İstanbul, 2002.

    Özdemir, Sema, Ddvüd Kaysen~de Varlık, Bilgi ve lıısan (doktora tezi), Marmara Üniversite-si Sosyal Bilimler Ensritüsü, İstanbul, 2011.

    Taşköprülüzade, Kaviiidü'l-Hamliyycit fi Tahkiki Mebiilıisi'l-Kii/liyyat, Felsefe Risa/eleri, tre.

    Mehmet Zahit Tiryaki, İstanbul, 2016, s. 108-163.

    430 ~ Osmanlı'da Ilm-i Tasavvuf