116

reşat öngören zeyniler

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: reşat öngören zeyniler
Page 2: reşat öngören zeyniler

insan yayınları: 381 irfan ve tasavvuf dizisi: 49

birinci baskı: istanbul, ekim 2003

isbn 975-574-374-X

tarihte bir aydın tarikatı zeynîler doç. dr. reşat öngören

içdüzerı insan

kapak düzeni rıdvan kuyumcu

baskt-cilt kurtiş matbaası

www.lturtismatbaa.com

insan yayınları keresteciler sitesi, mehmet akif cad. kestane sok. no: 1 merter/istanbul

tel: 0212. 642 74 84 faks: 0212. 554 62,07 www.insanyayinlari.com.tr

[email protected]. tr

Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler

DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN

insan yayınlan

Page 3: reşat öngören zeyniler

DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN

1 9 6 3 yı l ında Ü n y e ' d e d o ğ d u . 1 9 8 8 yı l ında M a r m a r a

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı üniversitenin

Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı 'nda

1 9 9 0 ' d a Y ü k s e k Lisans ' ın ı , 1 9 9 6 ' d a da D o k t o r a ' s ı n ı

tamamladı. 1 9 9 2 yılında Londra 'da bir yıl süreyle başta

Biritish Museum India Office Library and Records olmak

üzere değişik kütüphanelerde sahasıyla ilgili araştırmalar

yaptı. 1 9 9 6 - 2 0 0 0 yılları arasında T D V İslâm Araştırmaları

Merkezi'nde (İSAM) Tasavvuf araştırmacısı olarak çalıştı.

Ayrıca İSAM'ın çıkarmakta olduğu İslam Ansiklopedisi'nin

(DİA) te'lif heyetinde yer aldı. O c a k 2 0 0 1 ' d e İstanbul

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Yardımcı Doçent olarak

atandı. Kasım 2 0 0 1 ' d e Doçent oldu. Halen aynı fakültede

öğretim üyesi ve Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı olarak

görevini sürdüren Öngören'in Osmanlılar'da Tasavvuf: Anadolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ isimli bir eseri İz

Yayınları arasında çıkmıştır (İstanbul 2 0 0 0 ) .

)

İçindekiler

KISALTMALAR 7 ÖNSÖZ 9 GİRİŞ: ZEYNİLİĞİN DOĞUŞU. 11

I. ZEYNÎLİĞİN SİLSİLESİ 11

II. ZEYNİLİĞİN KURUCUSU ŞEYH ZEYNÜDDİN HÂFİ 14

A. Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler 17 B. Zeynüddin Hâfî'nin Yöneticiler ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla

İlişkileri 18

C. Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu Eserleri 1 9

BİRİNCİ BÖLÜM Z E Y N Ü D D İ N HÂFÎ'NİN HALÎFELERİ VE ZEYNİLİĞİN YAYILIŞI

I. ZEYNÎLİĞİN HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI 33

A. Muhammed Tebâdegânî 33

1. Derviş Muhammed Bîhre 3 6

2. Derviş Seyyid Hasan 3 6

3. Mevlânâ Vecîhüddin 3 7

4 . Derviş Muhammed Gâzergâhî 38

5. Ali Şir Nevâî 38

B. Sadreddin Revvâsî 3 9

C. Derviş Ahmed Semerkandî 4 0

D. Mahmud Hisârî 4 5

II. HİCAZ BÖLGESİ İLE SÛRİYE VE MISIR'DA YAYILIŞI 4 7

A. Şeyhü'l-harem Abdülmu'tf Mağribî ve Mekke'de Zeyniyye

Tekkesi 4 7

B. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi 5 0

C. Mevlânâ Muhammed Horasânî ve Mekke-Medîne-Halep Hattı.. 5 6

Page 4: reşat öngören zeyniler

D. Abdlilkerîm Halîfe ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi 5 8 E. Seyyid Safiyyüddin Îcî ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni 6 0 F. Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî ve Salâhiye-Siryakosa Hânkâhları... . 6 2 G. İbnü'l-Hümâm ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları 65 H. Emînüddin Aksarâyî ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları 68

IH. ZEYNİLİĞİN ANADOLU VE RUMELİ'DE YAYILIŞI 6 9 A. Şeyh Muhammed 69 B. Abdürrahim Rûmî/Merzifonî 7 1 C. , Abdüllatîf Kudsî/Makdisî 7 6

1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi 8 4 2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi 85 3. Molla Fenârî 89 4. Mevlâ Musannifek 93 5. Tâceddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı 95 6. Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'de Zeyniyye Tekkesi 118 7. Âşıkpaşazâde ve §ık Paşa Külliyesi 126 8. Şeyh Vefâ ve Vefâiyye-i Zeyniyye 130

D. Diğer Zeynîler 159

İKİNCİ BÖLÜM ZEYNÎLİĞİN ÂDÂBI VE ÖZELLİKLERİ

I. Şeyhe Bîat ve Tarîkata Giriş 170 II. Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıtk ve İstimdât 172 III. Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi 175 IV Zikir Şekli ve Evrâd 178 V Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli 181 VI. Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi .187 VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd 1 8 9

SONUÇ: ZEYNİLİĞİN TESİRİNİ YİTİRİŞİ 195

BİBLİYOGRAFYA 203

İNDEKS 2 1 5

KISALTMALAR

BSOAS Bulletin of the School of Oriental and African Studies DBİA Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi DI Der islam DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi İA İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı yayını İAD İslâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies KAM Kubbealtı Akademi Mecmuası. OA Osmanlı Araştırmaları/The Journal of Ottoman Studies TD Târih Dergisi TM Türkiyat Mecmuası TTEM Türk Târih Encümeni Mecmûası VD Vakıflar Dergisi

Page 5: reşat öngören zeyniler

ÖNSÖZ

tkisini asırlar boyu devam ettiren tasavvuf ekolleri olduğu gibi, belli bir süre etkili olduktan sonra târihteki yerini alan ekoller de

vardır. Araştırmamızın konusunu teşkil eden Zeynılik, XV Yüzyılda ortaya çıkışının ardından kısa sürede üç kıtaya yayılarak halkla birlik-te üst düzey âlim ve yöneticilerin de dikkatini çekmeyi başardığı hal-de, iki asır sonra tesirini yitirmiş olan ekollerdendir. Ortaya çıktığı Herat şehrinden Horasan, Anadolu, Rumeli, Ortadoğu, Hindistan ve Kuzey Afrika'ya yayıldığı tesbit edilen bu ekolün bugün izine pek rast-lanmamaktadır. Zeynîliğin târih içindeki rolünün bu çalışmayla gün ışığına çıkarılmış olması, kanaatime göre tasavvuf târihine olduğu ka-dar ilmiye ve siyâset târihlerine de önemli katkılar sağlayacaktır. Faal olduğu asırlarda aydınlar ve bürokratların gözdesi haline gelen Zey-nılik hakkında şimdiye kadar Ö. T. İnançer- M. B. Tanman ortak im-zasıyla yayınlanan Türkçe bir ansiklopedi maddesi (DBÎA, VII, 552-553) ve Alman Türkolog H. J . Kissling tarafından hazırlanan Alman-ca bir makalenin ("Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Reiche", Der islam, XXXIX [1964], s. 143-179) dışında müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmalarda da tarikatın yalnızca Osmanlı

Page 6: reşat öngören zeyniler

topraklarındaki serüveni özetlenmiştir. Ayrıca Kissling'in makalesin-de bir takım yanlışlıkların yanı sıra kasıtlı saptırmaların olduğu da dikkat çekmektedir. Bu tür yanlışlıklara ve saptırmalara yeri geldikçe elinizdeki araştırmada işaret edilmiştir.

Eserin giriş kısmında Zeynîliğin kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî ve ona ulaşan tarîkat zinciri üzerinde durulmuş, böylece ekolün ana tarikatlardan hangisi ya da hangilerinin neşvesine sahip olduğu göste-rilmeye çalışılmıştır. Birinci bölümde Hâfî'nin halîfeleri vasıtasıyla ay-rı ayrı devam eden sisilelerin yayıldığı coğrafyalar tesbit edilmiş ve buralarda kurulan tekke, zâviye, câmî, medrese vb. kurumlardaki ta-rîkat faaliyetleri kaydedilmiştir. Bu sırada çoğu ilm-i zâhire de vâkıf olan şeyhlerin eserlerine; husûsiyle tasavvufî mahiyette olanların muhtevasına işâret edilmiştir. İkinci bölüm Zeynîliğin tasavvuf ekol-leri arasındaki yerini gösteren özellikleri ve âdâbma ayrılmıştır. Bu bölümde başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere ileri gelen Zeyniyye mensuplarının eserlerinden yararlanılmıştır. Sonuç kısmında ise Zey-nîliğin neden uzun süre etkisini sürdüremediği husûsu üzerinde du-rulmuştur.

Böyle bir eserin ortaya çıkmasında özellikle kıymetli hocam Prof. Dr. Mustafa Tahralı ile değerli Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Mehmed İpşirli'nin tavsiye ve teşviklerinin önemli etkisi olmuştur. Her ikisine de içten saygılarımı ve teşekkürlerimi sunmak isterim. Çalışmam sıra-sında muhtelif yardımlarını gördüğüm değerli meslekdaşlarım Doç. Dr. Şükrü Özen ile Dr. Necdet Tosun'a da burada şükranlarımı arzet-meliyim. Ayrıca eserin neşrini üzerine alan İnsan Yayınları'na da mü-teşekkirim. Daha başka çalışmalar için Allah'tan "gayret" ve "tevfik" niyaz ediyorum. Zira gayret de O'ndan tevfik de...

Doç. Dr. Reşat ÖNGÖREN Büyük Çamitca/Üsküdar

28 Şubat 2003

GİRİŞ

ZEYNİLİĞİN DOĞUŞU

I. ZEYNÎLİĞİN SİLSİLESİ

/^eynîlik ana tarikatlardan Sühreverdiyye'nin bir kolu olup, adını kurucusu Zeynüddin Hâfî'den almıştır. Şeyh Zeynüddin'in tarî-

kat silsilesi Şeyh Nûreddin Abdurrahman Şibrîsî (veya Şirsî) Mısrî > Şeyh Cemâleddin Yûsuf Acemî Gûrânî > Şeyh Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî > Şeyh Necmeddin Mahmud Isfehânî > Şeyh Nûreddin Ab-düssamed Natanzî vâsıtasıyla Sühreverdiyye tarikatının kurucusu Şi-hâbüddin Ömer Sühreverdî'ye ulaşır.1 Bü silsile tesbit edilebildiği

Lamiî Mahmud Çelebi, Nefehâtü'l-üns tnin hazarâti'l-kuds Tercümesi, İstan-bul 1980, s. 551, 561-562; Safâyî, Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymâ-niye Ktp., Ayasofya, nr. 2154, vr. 17b, 18b; Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye fî ulemâi'd-devleti'l-Osmâniyye (nşr. Ahmed Suphi Furat), İstanbul 1985, s. 68; Nev'îzâde Atâî, Hadâiku l-hakâik fî tekmileti'ş,-Şekâik (nşr. Abdülkadir Özcan), II, İstanbul 1989, s. 63; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 119b-120a; Safiy-yüddin Ahmed Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hır-kati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. 33a-b, 44a; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü'l-fuâd fi'l-mebdei ve'l-meâd, İstanbul 1288, s. 140-141; İsmâil Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve

Page 7: reşat öngören zeyniler

kadarıyla ilk önce Zeyniyye ricâlinden Şeyh Vefa'nın (Muslihuddin Mustafa;, Ö.896/1491) kayıtlarını esas alan Nefehât mütercimi Lâmiî Çelebi (Ö.938/1531) ile2 Vefâ'nın mürîdi Şâir Safâyî tarafından kay-dedilmiştir. Safâyî gibi Lâmiî Çelebi de Şeyh Vefâ ile görüşme imkâ-nı bulmuş olan dönemin önemli müellif-mutasavvıflarındandır. Ay-nı silsile Şekâik müellifi Taşköprîzâde tarafından da değiştirilmeden kaydedilmiştir. Bununla birlikte Nefehâtü'l-üns'de Şihâbüddin Süh-reverdî'nin halîfelerinden birinin Necîbüddin Ali olduğu, Nûreddin Natanzî'nin de Necîbüddin Ali'nin yanında yetiştiği ifâde edilmiş,3

daha sonraki kaynaklardan Atâî Zeyl'i, es-Simtu'l-mecîd, Semerât, Tıbyân, Mirâtü'l-mekâstd, Tabibzâde'nin Silsilenâme\\ ve Vassâf'ın Sefine'sinde verilen silsilelerde Şihâbüddin Ömer Sühreverdî ile Nû-reddin Abdüssamed Natanzî arasına Necîbüddin Ali b. Bozguş Şirâ-zî de konulmuştur.4

Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, Bursa 1302, s. 105-106 (Nâşir tarafından sayfa kenarına kaydedilmiştir); Kemâleddin Harîrîzâde, Ttbyânü vesâili'l-hakâik fi beyâni selâsili't-tarâik, Süleymâniye Ktp., Fatih, nr. 431 , II, 102a, 107a-b; Ahmed Rif'at, Mir'âtü'l-mahâsıd fîdef'i'l-mefâsid, İstanbul 1293, s. 38-39; Mehmed Şemsüddin, Bursa Dargahları Yâdigâr-ı Şemsî I-ll (nşr. Mus-tafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997, s. 366; Tabibzâde Derviş Mehmed Şükrü b. İsmail, Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdayî Efendi, nr. 1098, vr. 53-54; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yt Ebrâr, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2306 ,1 , 263. Güldeste, Tibyan, Tabib-zade'nin Silsilenâme'sı ve Sefîne'de Nûreddin Abdüssamed'in nisbesi "Natan-zî" yerine "Nazîrî" şeklinde kaydedilmiştir. "Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî" de Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde bulunan (nr. 2650) bir yazmadaki silsilede "Tâcüddin Hasan Şimşîrî" (vr.4a), Güldeste'de "Hüseyin Şimşîrî", Mir'atü'l-makâstd ile Sefîne'ât "Hüseyin Hüsâmeddin" şeklinde kaydedilmiştir.

2 Şeyh Vefa'nın kendi eliyle yazdığı silsileden istinsah edilmiş bir nüsha Mar-mara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Hakses, nr. 355 , vr. 16b).

3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 528-529, 534. 4 bk. 1 nolu dipnotta gösterilen yerler. Zeyniyye'nin Nuruosmâniye Kütüphâ-

nesi'nde bulunan bir yazmada (nr.2650) kaydedilen Abdürrahîm Rûmî'ye ka-. dar gelen bir silsilesinde de (vr.2b-4b) Necîbüddin Ali'ye yer verilmiştir. Bu-

rada şeyhin adı Ali b. Buzgaş (Bozguş değil) şeklinde harekelenmiştir.

Yukarıda Şihâbüddin Sühreverdî'ye kadar kaydedilen silsile, içinde Cüneyd-i Bağdâdî'nin de bulunduğu diğer meşâyihle birlikte Hz. Ali'ye ulaşmaktadır. Bu sebeple Şeyh Vefâ silsileyi Sühreverdiy-ye-i Cüneydiyye-i Aleviyye diye kaydetmiştir.5 Yine Zeyniyye ricâ-linden olan Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'nin kaydettiği tarîkat silsile-si ise Veysel Karam vâsıtasıyla hem Hz. Ali'ye hem de Hz. Ömer'e ulaşmaktadır. Bu silsilede ayrıca İbrahim b. Edhem de vardır. Cü-neyd-i Bağdâdî'den îtibâren yukarıya doğru silsile şu şekilde devam etmektedir: Cüneyd-i Bağdâdî > Cafer el-Huzzâî > Ebû Ömer Is-tahrî > Ebû Turab Asker b. el-Hıssîn Nahşebî > Şakîk Belhî > İbrâ-him b. Edhem > Mûsâ b. Yezid er-Râî > Üveys el-Karanî > Ömer b. Hattâb / Ali b. Ebî Tâlib.6

Zeyniyye'nin bir de içinde Cüneyd-i Bağdâdî bulunmayıp Ab-dülkâdir Geylânî'nin yer aldığı Hz. Ebû Bekir'e varan bir silsilesi var-dır. Bu silsileye göre Şihâbüddin Sühreverdî'nin şeyhi olan Ebunnecib Sühreverdî, Kâdiriyye'nin kurucusu Abdülkâdir Geylânî'den hilâfet almıştır.7 Bu durumda mezkûr silsileyi Sühreverdiyye-i Kâdiriyye-i Bekriyye şeklinde isimlendirmek mümkündür.

Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'nin Rifâiyye tarika-tından da hilâfeti bulunması sebebiyle Zeyniyye'nin aynı zamanda Sühreverdiyye ve Rifâiyye'yi cem eden bir tarîkat olduğu belirtilmek-tedir.8 Rifâiyye'nin kurucusu Seyyid Ahmed Rifâî'ye ulaşan Zeyniyye silsilesi şu şekilde kaydedilmiştir: Şeyh Zeynüddin Hâfî > Şeyh Ab-durrahman Şirsî > Şeyh Zahîruddin İsa Mısrî > Şeyh Abdüsselâm Kuleybî > Şeyh Ebulfeth İbrahim b. Ömer b. Ebulferec Fârûkî Vâsıtî > Seyyid Ahmed Rifâî.9

Halvetiyye Tarîkatı'nın önemli kaynaklarından Lemezâfda ise Zeyniyye ricâlinden Abdüllatff Mahrûk'un (ö. 1009/1600-01) silsile-

5 Lâmiî, a.g.e., s. 560. 6 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a-b. 7 Lâmiî, a.g.e., s. 562 ; Safâyî, Vasâyâ, vr. 18b; ayrıca bk. Mir'atü'l-makâsıd, s.

39. 8 Tibyân, II, 107b; Vassâf, Sefîne, I, 264. 9 Tibyân, II, 59b-60a; Vassâf, Sefîne, I, 264.

Page 8: reşat öngören zeyniler

si Şihâbüddin Ömer Sühreverdî'nin şeyhi Ebunnecîb Sühreverdî'ye kadar kaydedilmiş ve bu zat vasıtasıyla Zeyniyye silsilesinin Halvetiy-ye ile birleştiği ifâde edilmiştir.10

II. ZEYNÎLİĞİN KURUCUSU

ŞEYH ZEYNÜDDİN HÂFİ

Zeynîlik "Zeynüddin Hâfî" diye meşhur olan Ebu Bekir b. Mu-hammed b. Muhammed b. Ali tarafından kurulmuştur.11 757 (1356) yılında Horasan'ın Hâf şehrinde dünyaya gelen Şeyh Zeynüddin, Hicrî sene hesabıyla 81 sene gibi uzun ve bereketli bir ömür sürdük-ten sonra 2 Şevval 838'de (1 Mayıs 1435) Herat'ta vefat etti. Önce Mâlin köyünde defnedildi ise de daha sonra kabri Dervişâbâd'a nak-ledildi.12 Ali Şir Nevâî Nefehaf a yaptığı tercümede şeyhin buradan da Herat'ta bulunan Iydgâh'a (Iydgâh-ı Herat) nakledildiğini ve me-zarının yanına büyük bir imârethâne yapıldığını ilâve etmektedir.13

Zeynüddin Hâfî yetişme döneminde Mâverâünnehir, Horasan, Azer-baycan, Irak, Şam, Mısır, Hicaz bölgelerinde pek çok âlimden ders al-

1 0 Mahmud Cemâleddin Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-ı Ulviyye [nşr. Mehmed Serhan Tayşî], İstanbul 1993, s. 607. Bazı yerlerde Zeyniyye'nin Halvetiyye'nin bir kolu olduğu şeklindeki ifâdeler bu sebeple olmalıdır.

1 1 Bâzı kaynaklarda şeyhin adı "Ebu Bekir b. Muhammed..." yerine "Ebu Bekir Muhammed..." şeklinde kaydedilmişse de, Hâfî gerek bâzı eserlerinin başın-da gerekse halîfelerine verdiği icâzetnâmelerde adını yukarıda belirtildiği gi-bi yazmıştır.

1 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik s. 71-73. 13 Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve (haz. Kemal

Eraslan, Doktora tezi), İstanbul 1979, s. 318; ayrıca bk. Emir Seyyid Abdul-lah, Mezârât-ı Herat (nşr. Fikri Selçûkî), Kabil 1344 hş., s. 89 (Emir Seyyid Abdullah tarafından 1459'da kaleme alınan bu esere daha sonra 1784'te Ubeydullah b. Ebû Saîd Herevî tarafından, 1931'de Muhammed Sıddîk He-revî tarafından ilâveler yapılmış, en son eseri neşre hazırlayan Fikri Selçûkî ta-rafından da genişçe bir tâlîkât ilave edilerek hepsi birarada yayınlanmıştır); Mecdî Mehmed Eferidi, Hadâiku'ş-Şekâik (eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercü-mesi, nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 92.

mış ve bir çok şeyhin sohbetine katılmıştır. Onun istifâde ettiği âlim-ler arasında Celâleddin Fazlullah Tebrîzî, Celâleddin Ebu Tâhir Ah-med Hocendî el-Medenî, Sadreddin Ebulberekât Ahmed b. Nasrullah Kazvînî, İbnü'l-Cezerî ve Zeynüddin Irakî gibi zâtlar vardır. Zeynüd-din Irakî'den Medine'de İmam Nevevî'nin Kırk Hadis'ini okumuş, ay-rıca adı geçen âlimlerin tamâmından icâzet almıştır.14 Bunların yanı sıra Şihâbüddin Seyrâmî15 ve Şerif Cürcânî er-Razî'den de ders oku-duğu anlaşılmaktadır.16 Sohbetlerine katılıp feyz aldığı şeyhler ise Şi-hâbüddin Bistâmı, Şerîfüddin İskenderî, Tâyebâdî [Zeynüddin Ebû Bekir], Şihâbüddin Ahmed Fernevî,17 Kemâl Hocendî, İsmail Sîsî ve son olarak kendisinden icâzet aldığı şeyhi Nureddin Abdurrahman Mısrî'dir. Zeynüddin Hâfî Tebriz'de faaliyet gösteren Şeyh Kemal Hocendî'nin bir müddet hizmetinde bulunduktan sonra Şeyh İsmâil Sîsî'nin hizmetine girmiş ve bu zâtın tavsiyesi üzerine de Mısır'a gide-rek Şeyh Nureddin Abdurrahman ile buluşmuştur.18 Hâfî şeyhe mü-rid olma arzusunu ilk açtığında şeyh kendisinin fakir bir derviş, onun ise bir çok fende imam kabul edilecek ölçüde ilim sâhibi olduğunu be-lirterek arzusunu kabul etmek istememişse de Hâfî'nin samîmî ve ıs-rarlı talebi karşısında zikir telkin ederek irşad halkasına dahil etmiş-tir.19 Zamânmda "tâliplerin kıblesi" diye tanınan Nureddin Abdur-rahman, yukarıda silsileler kaydedilirken de gösterildiği gibi, seyru sülûkünü Cemâleddin Yûsuf Acemî Gürânî'nin yanında ikmâl etmiş-ti. Rivâyete göre tasavvuf yoluna ilk girişi Mısır'da bir başka şeyhe in-tisap ile gerçekleşmiş, ancak belli bir müddet eğitimden sonra şeyhi kendisine sülûkünü Acem diyarından gelecek bir zâtın elinde tamam-layacağını bildirmiştir. Bu şekilde Yûsuf Acemî'nin eğitimi altına gir-

1 4 Şemsüddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dav'u'l-lâmi' li-ehli'l-kami't-tâsi', Beyrut ts., IX, 260-261; ayrıca bk. Mezârât-ı Herat, s. 88.

1 5 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 438 ; Safî Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi, Reşehât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerîf el-Abbâsî), İstanbul 1291, s. 395.

1 6 Sehâvî, IX, 260. 1 7 Sehâvî, IX, 261. 18 H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfî of Khurâsân

and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), LIII/1 (1990), s. 58-59.

1 9 Sehâvî, IX, 261.

Page 9: reşat öngören zeyniler

miş ve yirmi günden az bir süre içinde sülûkünü ikmâl ederek irşad için icâzet almıştır. Yaşı ilerlemiş olduğu için icâzetnâmede Yûsuf Ace-mî'nin kendisine "birader" diye hitap ettiği belirtilmektedir.20

Zeynüddin Hâfî, Nureddin Abdurrahman Mısrî'nin yanındaki manevî eğitiminde kemâle ulaştıktan sonra şeyhi tarafından son ola-rak yedi günlük halvete konmuş ve icâzet almıştır. Şeyhin kendisine yazdığı Arapça icâzetnâmede21 bu halvetin safhaları şu şekilde anla-tılmaktadır:

"...Allah Teâlâ yedi günde fazlı ile lütufta bulundu, mevhibeler ka-pılarını açtı. Dördüncü gecede hakikat makamından tevhid makamı-na kadar bütün makamların derecelerine yükselterek açılan mevhibe kapılarını daha da arttırdı. Yedinci gün tamamlanmadan önce cem' hâlini müşâhede ederek tefrika kaydından kurtuldu. Yedinci günün bitmesinden sonra ona Zât'taki hakîki tevhid nurları zuhûr etti ki, bu hâle ehl-i hakikat dilinde 'cem'u'l-cem' denir. Şeyh Zeynüddin kuvvet-li bir istîdâda sahip olduğu için hâlâ terakkî etmektedir. Ben Cenâb-ı Hak'tan ümid ederim ki, onu o makamın tamâmına eriştirsin, beka-i dâim ile bâkî kılstn, müttakîlere imam yapsın".22

Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetinde bulunmak için memleketine dönerken, şeyhinden aldığı bu icâzeti Bağdat'ta kaybetmiştir. Uzun bir müddet geçtikten sonra Horasan'dan tekrar Mısır'a gitmiş, ne var ki bu sırada şeyhi âhirete göçtüğü için onunla buluşma imkânı bula-mamıştır. Ancak şeyhin halvethânesine girdiğinde icâzetnamesini bir-kaç harf eksiğiyle orada bulmuştur.23 Sehâvî'nin kaydına göre, Zey-

2 0 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 547. 2 1 Yaklaşık yarım sayfa kadar olan bu icâzetnâme Nefehât'ta kaydedilmiştir. Bir

nüshası da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulun-maktadır (Hakses, nr. 355 , vr. lb).

2 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 547-548 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. 2 3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 548 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. Bu olayı an-

latan Şeyh Zeynüddin Hâfî devamla halvethânenin mazbut olmadığını, hatta oraya vardığında kapısının bile açık olduğunu belirterek şöyle demektedir: "Acaba halvethânedeki icâzetnâme asıl icâzetnâmenin müsveddesi miydi, yok-sa şeyhim nûr-i velâyetle icâzetnameyi kaybedip Mısır'a geri döneceğimi bile-rek onu benim için ikinci defa mı yazıp oraya bırakmıştı bilemiyorum? Her hâl ü kârda onun böyle bir halvethânede uzun müddet kalması kerâmetten başka bir şey değildir" (bk. Adı geçen eserlerin belirtilen yerleri).

nüddin HâfT'nin Horasan'dan Mısır'a tekrar gidişi şeyhinin emri üze-rine gerçekleşmiştir. Zira Şeyh Nûreddin Abdurrahman, Hâfî'riin se-mâ meclislerine katıldığını haber almış ve tarîkat anlayışı açısından uygun bulmadığı bu davranışından dolayı onu te'dib için elçi gönde-rip Mısır'a çağırmıştır.24

A. Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler Şeyh Zeynüddin irşad faaliyetlerini memleketi olan Hâf şehrinin

Berâbâd köyünde bir hânkâh ile bir tekke (ribat) yaptırarak irşad fa-aliyetlerini sürdürmüştür. 812 (1409) senesinde hazırlanıp 830 (1427) senesinde tescil ettirildiği anlaşılan vakfiyesinde bu iki dergâ-hı Hâff kendisinin yaptırdığını belirtmekte ve ayrıca Bâherz şehrinin Serbâlâ mezraasmda bir tekkenin daha yapılmakta olduğunu bildir-mektedir.25 Hâft ayrıca 825'te kaleme aldığı el-Vasâya'l-kudsiyye isimli eserinde bir vesileyle Nurâbâd zâviyesinde halvete oturduğun-dan sözetmiştir.26 Bu zâviye yukarıda kaydedilen Berâbâd köyündeki hânkâh ve ribattan ayrı üçüncü bir tekke olabileceği gibi, bu iki tek-keden biri de olabilir. Zîrâ Nurâbâd, kaydedildiğine göre, Hâf'm Be-râbâd köyünün batısında bulunan bir mezraamn adıdır.27 Şeyh Zey-nüddin, adı geçen vakfiyede ifâde edildiği şekliyle Hâf'ta kurulan iki tekke (hânkâh ve ribat) ile, Bâherz'de yapılmakta olan tekke için He-rat'ın Dervişâbâd köyünü, Hâf, Bâherz ve Herat'ta bulunan bir kısım mezraa, bağ ve su kanallarını vakfetmiştir.28 Öte yandan Şeyh Zey-nüddin'in, halîfesi Abdurrahim Rûmî'ye Muharrem 832'de (Ekim 1428) yazdığı icâzetnâmeden Herat'ın Dervişâbâd köyünde de bir dergâhın bulunduğu anlaşılmaktadır.29

2 4 Sehâvî, IX, 261. 2 5 Pâkistan' ın Islâmâbâd şehrindeki Gencbahş Kütüphânesi'nde bulunan bu

Arapça vakfiye Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak tarafından neşredilmiştir ("Va-kıfnâme-i Zeynüddin Ebû Bekir Hâfî", Mişkât, XXII [1989], s. 197-198). Bu vakfiyeden beni haberdâr eden Necdet Tosun'a teşekkür ederim.

2 6 Zeynüddin Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, Süleymaniye Ktp., Murad Buharı, nr. 210, vr. 30a.

2 7 Hâfî, Vaki/nâme, s. 194. 2 8 bk. Hâfî, Vaktfnâme, s. 194-198. 2 9 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 554.

Page 10: reşat öngören zeyniler

B. Zeynüddin Hâfî'nin İdarecilerle ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla İlişkileri

Şeyh Hâfı Horasan bölgesinde başlattığı bu irşad faaliyetleriyle halkın yanı sıra, yöneticilerin ve farklı tarîkata mensup şeyhlerin de dikkatini çeken bir şahsiyet olmuştur. Onun Timur'un oğlu Şah Ruh'la Tebriz sultânı İskender arasında başlamak üzere olan bir sava-şı önlemiş olması,30 devlet adamları nezdindeki etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca devrin önemli şahsiyetlerinden Emir Kıvâmüddin Sincânî (ö. 25 Zilhicce 819/13 Şubat 1417) ile karşılıklı yazıştıkları da nakledilir.31 Tarîkat erbabından özellikle Nakşîler'ın Zeynüddin Hâfî ile iyi ilişkiler kurdukları ve görüşlerini büyük ölçü-de takdir ettikleri anlaşılıyor.32 Örneğin Nakşibendiyye'nin kurucusu Bâhâeddin Nakşibend'in önde gelen halifelerinden Muhammed Pâr-sa ile Hâfî arasındaki dostluğun çok ileri derecede olduğu görülmek-tedir. Pârsa onun için "Âlim ve âriflerin temizi, sünnet sancağını yü-celten, bid'atlerle mücâdele eden, şerîat, tarîkat ve hakîkat yolunun yolcusu, kalplere şifâ veren, efendimiz, mevlâmız..." gibi ifâdeler kul-lanırken,33 Hâfî de Pârsa için "Avâm ve havâssın mürşidi, şeyhü'l-ıs-lâm, ulemânın önderi, evliyânın zübdesi" gibi tâbirler kullanmıştır. Muhammed Pârsa 822 (Ocak 1420) senesinde hac sonrası uğradığı Medine'de vefat ettiğinde, o târihte Mısır'da bulunan Zeynüddin Hâ-fî bir mezar taşı hazırlatarak Pârsa'nın kabri başına götürüp dikmiş-tir.35 Bir başka Nakşibendî şeyhi Nizâmeddin Hâmuş'un, gördüğü bir

30 Sehâvî, IX, 262. 31 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 563-564; Nevâî, Nesâytm, s. 318-319. 32 Nakşibendiyye'nin kurucusu Bâhâeddin Nakşibend'in (ö. 791 /1389) bir hac

yolculuğu sırasında Herat'a uğrayıp Zeynüddin Hâfi'yi ziyaret ettiğine dair bilgiyi (Hamid Algar, "Bâhâeddin Nakşibend", DIA, IV, 459) ihtiyatla karşıla-mak gerekir. Nitekim Reşehât Tercümesi'nde onun Herat'ta ziyaret ettiği za-tın adı "Zeynüddin Ebu Bekir Tâibâdî [Tâyebâdî ?]" şeklinde kaydedilmiştir ki (s 81) bu zât, yukarıda belirtildiği gibi, Hâfî'nin sohbetlerine katılıp feyz aldığı şeyhlerdendir. Aynı eserin bir çok yerinde Zeyniyye'nin kurucusu olan Şeyh Zeynüddin ise "Hâfî" nisbesiyle anılmaktadır.

3 3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 547. 34 Zeynüddin Hâfî, Menhecü'r-reşâd, Süleymâniye Ktp., Ismıhan Sultan, nr.

283, vr. 63a. . u

35 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 433; Reşehât Tercümesi, s. 92; Mecdı, s. 269.

kısım rûyâların yorumu için mürîdi Sa'deddin Kaşgarî'yi Zeynüddin Hâfî'ye göndermiş olması da Hâfî'nin Nakşîler nezdindeki îtibârını ortaya koyan bir başka husustur. Şöyle diyor mürîdini gönderirken Nizâmeddin Hâmuş: "Ol vâkıalardan çok havf eyleme (korkma). Çün gidersin onları Mevlânâ Zeynüddin Hazretlerine arzeylersin ki, o merd-i müteşerrîdir ve câdde-i sünnet üzere sâbittir."36

I Bâzı kaynaklarda Akşemseddin'in Hacı Bayram'a mürid olmadan önce Zeynüddin Hâfî'ye intisap etmek için yola çıkıp Halep'e kadar gittiği kaydedilmektedir.37 O dönemde Hâfî'nin Anadolu'daki şöhre-tini göstermesi halamından oldukça önemli olan bu hâdise, Akşem-seddin üzerine müstakil bir çalışma yapan Ali İhsan Yurd tarafından imkansız görülmüştür. Yurd'un ileri sürdüğü en önemli gerekçe Ak-şemseddin'in bir eserinde Zeynüddin Hâfî'yi tenkit etmiş olmasıdır.38

Bize göre bu isâbetli bir gerekçe değildir. Zira tasavvuf târihinde, ön-ceden beğenmeyip tenkit ettiği bir şeyhe daha sonra bir vesîleyle mü-rid olan bir çok kimse vardır. Ancak bu olayı kaydeden müelliflerden Lâmiî ve Taşköprîzâde hâdisenin meydana geldiği târihle alâkalı her-hangi bir şey söylemezken, eserini bu iki müelliften sonra kaleme alan Enîsî 840 târihinde meydana geldiğini belirtmiştir. Eğer bu târih doğ-ru kabul edilecek olursa o zaman Ali İhsan Yurd'un kanâatini kabul etmek gerekir. Zira Zeynüddin Hâfî'nin belirtilen târihten iki sene önce; 838'de vafat ettiği bilinmektedir. ̂

C. Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu Eserleri

Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetlerini muhtelif bölgelere yaptığı se-yahatler sırasında oluşturduğu sohbet meclislerinin yanı sıra tasavvuf

3 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 442 ; Reşehât Tercümesi, s. 181. 3 7 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 685 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 226-227 ; Emir

Hüseyin Enisî, Menâktb-t Akşemsedditı (nşr. Ali İhsan Yurd-Mustafa S. Kaça-lin, Akşemsedditı Hayatt ve Eserleri içinde), İstanbul 1994, s. 130; Hoca Sa'deddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, İstanbul 1279-1280, II, 519.

3 8 Ali İhsan Yurd, Akşemsedditı Hayatı ve Eserleri (Düzeltme ve eklemelerle ya-yına sunan Mustafa S. Kaçalin), İstanbul 1994, s. 23-24.

Page 11: reşat öngören zeyniler

prensiplerini ve tarikatın âdab ve erkânını anlattığı eserler kaleme al-mak suretiyle de sürdürmüştür. Onun yazdığı eserler arasında ehVa-sâya'l-kudsiyye'nin tarîkatm temel esaslarını belirlemesi bakımından ayrı bir önemi vardır. Bir çok nüshası bulunan bu eseri Hâfî mürid-lerinin talebi üzerine 825'te (1422) Kudüs'te müsvedde olarak kale-me almış, daha sonra Horasan'a gittiğinde bâzı kısımlarını değiştire-rek son şeklini vermiştir.39 Kudus'te yazıldığı için Kudsiyye nisbesiy-le anılan bu Arapça eserin sonraki yıllarda özetlenerek istinsah edil-diği de görülmektedir.40 Eser Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Mu-hammed Tebâdegânî41 ve Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe Bursevî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.42 Eserin Türkçe'ye yapılmış daha başka tercümeleri de vardır. Mütercimleri tesbit edilemeyen bu

3 9 Eserin nüshaları için bk. Nuruosmâniye Ktp., nr. 2650, vr. 5 b - l l l b (istinsah: Edirne 868, küçük boy, 9 satır); Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 210, vr. 2b-44b; Ayasofya, nr. 37 , vr. 66b-90b; Ayasofya, nr. 2155, vr. lb-63a; Esad Efendi, nr. 3537, vr. 44b-75b; Reşid Efendi, nr. 1162, vr. 121b-170b; Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. 5b-48b. Eseri önce müsvedde olarak kaleme aldı-ğını ve bâzı kısımlarını Horasan'da değişitirdiğini müellif eserin içinde ifâde etmektedir (bk. Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 210, vr. 37b, 44b). Ese-ri Kudüs'te 825'te tamamlandığı ise, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshanın sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Eser Keşfü'z-zunûn'Az yukarıda kaydedildiği şekilde Vasâ-ya'î-Kudsiyye ismiyle Zeynüddin Hâfî'ye nisbet edildikten sonra (Kâtip Çele-bi, Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fiinûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şe-refeddin Yaltkaya], İstanbul 1360-62/1941-43, II, 2012) Keşfü'z-zunûn'un zeyli îzâhu'l-meknûn'da Vasıyyetü'l-ârifîn diye de bir eserin Hâfî'ye nisbet edilmiş olması (Bağdatlı İsmail Paşa, İzâku'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Keşfü'z-zu-nûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltka-ya], İstanbul 1945-47, II, 711), bunların farklı risâleler olduğunu hâtıra getir-mekteyse de bu hususta kesin bir bilgi elde edilememiştir.

4 0 Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Kasîdecizâde, nr. 757, vr. 13b-16b. 4 1 Nevâî, Nesâyim, s. 397. 4 2 bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 1273, vr.

(23b-126a); nr. 920, vr. (lb-77b). Mütercim olarak kaydedilen Hacı Halîfe Bursevî muhtemelen Kastamonulu Şeyh Abdullah (Ö.894/1489) olmalıdır. Bursa'da Abdüllatîf • Kudsî'nin açtığı dergahta Tâcüddin İbrahim Karamâ? nî'den sonra posta oturduğu bilinen bu zât Hacı Halîfe diye tanınmıştı.

tercümelerin bir kısmında metne sâdık kalınmış,43 bir kısmında ise bâzı ilâve açıklamalara yer verilmiştir.44 Hâfî'nin 825'te Kudüs'te Va-sâya'l-Kudsiyye'nm yanı sıra kaleme aldığı bir başka eseri Silsiletü's-sûfiyye' dir.45

^Zeynüddin Hâfî bir diğer eseri Menhecü'r-reşâd.'ı ise Farsça olarak Herat'ta kaleme almıştır. Ehl-i Sünnet inancı ve buna uygun tarîkat anlayışının anlatıldığı bu eserin tam adı kapağında "Menhecü'r-reşâd fî îtikâdi'l-ibâd" şeklinde kaydedilmişse de, giriş kısmında müellif adı-nı Arapça-Farça bir terkiple "Menhecü'r-reşâd râ Vâsıta-i Salâh-ı Itikâd -ı İbâd" şeklinde kaydetmiştir.4^ Vasâya'l-Kudsiyye gibi bu eser de Hâfî'nin tasavvufî görüşlerini ve tarîkat anlayışını yansıtması bakı-mından oldukça önemlidir. Zeynüddin Hâfî tarîkatta okunacak "ev-râd" ve "hizb"i de Arapça küçük bir risâle hâlinde kaleme almıştır. Sa-bahları okunan virdler "Hâzâ evrâdü's-subh" şeklinde kaydedilmiş, peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlığıyla diğer okunacak duâlar kaydedilmiştir.47 Bu virdler iki cildlik bir duâ mecmuasının ikinci cil-

4 3 . bk. Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 1347, vr. 2b-110a (Bu tercüme cümle cümle yapılmıştır); Süleymâniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. lb-45a (Bu tercümenin baş tarafında (2a) mütercim, eserin daha önce bir zât tarafından tercüme edildiğini, fakat burada müellifin bâzı görüşlerinin tam yansıtılmadı-ğını ileri sürmüş ve bu sebeple tekrar tercüme ettiğini belirtmişti).

4 4 bk. Süleymâniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 438, vr. 335b-384b (Bu tercümede özellikle İbnü'l-Arabî'nin "hatmü'l-velâye" görüşüyle ilgili yapılan açıklama dikkat çekmektedir); İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Er-gin, nr. 845, vr. lb-64b; Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 876, vr. lb-30b.

4 5 Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur Supplementband, Leiden 1938, II, 285.

4 6 Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, vr. 4b-77a; Hacı Mahmud, nr. 2829, vr. lb-45a. Hacı Mahmud nüshasının kapağında Arapça şöyle bir dört-lük vardır: Yâ sâlike mesleki'l-ibâd / Da' minke tarîkate'l-inâd Fi sıhhati mezhebin ve dîn / Yekfî bike Menhecü'r-reşâd.

(Ey sâlik! Din ve mezhep hakkında sağlam bilgi için Menhecü'r-reşâd sana yeter) 4 7 Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2100, vr. 82b-85a. 4 8 [Mecmûa], (nşr. Osman Salahaddin b. Nâsıru's-Seyyid Abdülbâkî Dede), ts.,

II, 612-615.

Page 12: reşat öngören zeyniler

di içinde Evrâd-t Şerife-i Zeyniyye adıyla neşredilmiştir.48 Bu evradı Alâeddin Ali b. Mûsa Koçhisârî (Ö.841/1437-38) şerhetmiştir (Şerhti Evrâdi'z-Zeyniyye).49 Evrâdm ayrıca meşhur âlim Kutbuddin İzni-kî'nin oğlu Mehmed İznikî tarafından Tenvîru'l-evrâd ismiyle Arapça olarak yapılmış bir şerhi daha bulunmaktadır.^0 Bu şerhte İznikî, vird-lerin mânâsını açıklarken bunların kişiye sağladığı faydalar, belli adet-lerde ve düzende okunmasının hikmetleri üzerinde de durmuştur. Zeynüddin Hâfî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri, tarîkat ehli için gerekli olan bir kısım nasîhatları kaydettiği Arapça Mir'atü't-tâli-bîn'i,51 mürîdin davranışlarını, tarikatın rükünlerini, tasavvufun edeplerini ve makamları kısa maddeler hâlinde anlattığı Farsça Adâ-bü's-sûfiyye'si,52 halîfelerinden Ahmed Semerkandî'ye 821'de (1418) Herat'ta yazdığı nasihatlerden oluşan Arapça bir risâlesi53 ile zühdle alâkalı 825'te kaleme aldığı bildirilen bir risâlesidir.54 Zeynüddin Hâ-fî'nin telif ettiği bu eserlerin yanı sıra 826'da Dervişâbâd'da Şihâbüd-din Sühreverdî'nin Avârifü'l-maârif me hâşiye yazdığı belirtilmekte-

49 Keşfü'z-zunûtı, I, 200-201; Bağdatlı îsmâil Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'l-müellifîn ve âsâru'l-musanniftn (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mah-mud Kemal), İstanbul 1951-55,1 , 731; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Mü-ellifleri, İstanbul 1333, 1, 352.

s 0 Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 290, vr. lb-37b. Rebîulâhir 863 (Şubat 1459) tarihini taşıyan bu nüshadan başka eserin Süleymaniye Kü-tüphânesi'nde bir çok nüshası bulunmaktadır (Mesela bk. Laleli, nr. 1593, vr. lb-54a; Halet Efendi, nr. 797, vr. 87b-122b). Mecdî, Sultan II. Murat devri âlimlerinden Balat kadısı Abdüllâtif Efendi için "Ve dahî Evrâd-ı Zeyniyye'yi bir güzel kitab eyledi" demektedir (Şekâik Tercümesi, s. 124). Bu ifâde ile kas-tedilenin tercüme mi? şerh mi? yoksa istinsah mı? olduğu tam anlaşılamamış-tır.

5 1 H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfı of Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), LIII/1 (1990), s. 57-63. H. T. Norris iki buçuk sayfa kadar olan bu eseri İngi-lizce tercümesi ve kısa bir değerlendirme yazısıyla birlikte adı geçen makale içinde neşretmiştir.

5 2 bk. Süleymaniye Ktp., Uşşâkî, nr. 23, vr. 78b-82b. 5 3 bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b. 5 4 Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, Leiden 1938, II,

266.

dir.55 Sehâvî'nin bir kaydından onun Farsça şiirler yazdığı ve talebe-lerine derste bunların açıklamasını yaptığı anlaşılmaktadır.56 Molla Câmî onun Emir Kıvâmüddin Sincanî ile yaptığı yazışmalar sırasında kaleme aldığı Farsça beyitlerinden bir kaçını açıklamalarıyla birlikte kaydetmiştir.57 Ayrıca Vasâya'l-Kudsiyye'nin bir yerinde (vr. 37b) Hâ-fî, âlem-i kebîr ile âlem-i sağîri, bu iki âlemin birbirleriyle ve Allah'ın sıfatlarıyla irtibâtını, yaratıcının insanı bu âlemlerden süzmesini (ıstı-fâ) ve onu mazhar-ı irfan kılmasını anlatan bir risâle yazacağını haber vermişse de, anlaşıldığı kadarıyla bunu gerçekleştirme fırsatı bulama-mış, ancak onun bu arzusu daha sonra Zeyniyye ricâlinden Mustafa b. Muallim'in ilgili konu hakkında 22 Ramazan 909'da (9 Mart 1504) mâna âleminde kalbine ilham olunan bilgileri yazması suretiy-le gerçekleşmiştir. Müellif girişte eserini Hâfî'nin arzusunu yerine ge-tirmek için kaleme aldığını belirtmektedir. Arapça üç varaktan ibaret olan ve bir nüshası Köprülü Kütüphânesi'nde bulunan bu eserin ba-şında yine Arapça olarak "Hâzâ Risâletün mev'ûdetün an işâreti'ş-Şeyh Zeynüddin Hâfî" ibâresi yazılıdır.58

Hâfî adı geçen Vasâyâ'nm sonunda da (vr. 43 a) tevhîdin mertebe-leri, tevhid, ittihad ve vahdet arasındaki fark, tecellî-i Zât ve tecellî-i sıfatın mertebeleri v.b. konularla ilgili bir risâle yazmayı planladığını belirtmektedir. Muhtemelen bu planı, işâret edilen konuları da ihtivâ ettiği görülen Menhecü'r-reşâd isimli eserini kaleme almak sûretiyle gerçekleştirmiştir.

5 5 Hâşiyenin bir nüshasının İran Senato Kütüphânesi'nde 3355 numarada kayıt-lı olduğu belirtilmektedir (Bu bilgiyi Ebu Mansur Abdülmü'min İsfehânî'nin Farsça Avârif tercümesini bir mukaddime ile neşreden [Avârifü'l-maârif, Tah-ran 1985] Kasım Ensârî vermiştir, bk. Mukaddime, s. 18). Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak ise nüshanın Meclis-i Şûrây-ı İslâmî [Millî ?, Tahran] Kütüphâ-nesi'nde 3255 numarada kayıtlı olduğunu belirtmektedir (bk. Hâfî, Vaktfnâ-me, s. 188); ayrıca bk. Süleyman Uludağ, "Avârifü'l-maârif", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DIA), IV, 110.

5 6 Sehâvî, IX, 261. 5 7 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564. s s bk. Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. lb-3b.

Page 13: reşat öngören zeyniler

BİRİNCİ BÖLÜM

ZEYNÜDDİN HÂFÎ'NİN HALÎFELERİ VE ZEYNÎLİĞİN YAYILIŞI

Page 14: reşat öngören zeyniler

ı

I

f

I

1

/

O öhreti daha hayatta iken çok geniş bir çevreye yayılmış olan Zey-T nüddin Hâfî, zamâmnın çoğunu mürid yetiştirmeye ayırmıştır. Ye-tiştirip icâzet verdiği halîfeleri vâsıtasıyla mesajını özellikle Horasan, Anadolu, Rumeli ve Hicaz bölgeleri ile Sûriye, Mısır ve Hindistan'da önemli bir kitleye ulaştırmayı başardığı görülmektedir. İleri gelen ha-lîfeleri ve bunların faaliyet alanları üzerinde ileride genişçe durulacak olan Hâfî'den icâzet alanlar arasında yeğeni Alâeddin b. Seyyid Afî-füddin1 ve muhtemelen, oğlu Şeyh Yahya da bulunmaktadır.2 Ayrıca

1 Sehâvî, IX, 261. 2 Nevâî, Nesâyim, s. 408. Şeyh Yahya'dan bahseden Ali Şir Nevâî, onun baba-

sından icâzet aldığını açıkça belirtmemiştir. Ancak ifâdelerinden bunu çıkart-mak mümkün olmaktadır. İlgili bölümde onu "Şeyh Yahya kaddesallahu taâlâ sırrehu" başlığı ile kaydedip, Zeynüddin Hâfî'nin oğlu olduğunu ve zühd ve takvâda çok ileri dereceler elde ettiğini belirttikten sonra mürid yetiştirmek-le meşgul olmadığını söylemiştir. Şeyh olarak takdim edildiği halde mürid ye-tiştirmekle meşgul olmadığı belirtildiğine göre, irşâd için izinli olmadığı anla-şılmaktadır. Tarîkat icâzetini babasından almış olmalı ki, ayrıca intisap ettiği bir şeyhin adı zikredilmemiştir. Zeynüddin Hâfî daha önce temas edilen vak-fiyesinde vakıf gelirlerinin sarfedileceği yerleri zikrederken çocukları ve eşi-

Page 15: reşat öngören zeyniler

dönemin tanınan âlimlerinden Hâce Şemsüddin Muhammed Kûsevî (Ö.21 Cemâziyelevvel 863/26 Mart 1459),3 Mevlânâ Şemsüddin Mu-hammed b. Esed (ö. 8 64/1460),4 meşhur âlim Şemsüddin Serahsî'nin oğlu Mevlânâ Ebulhayr Ahmed (Ö.887/1482),5 allâme Ahmed b. Şa'bân b. Şihâbüddin (Ö.916/1510),6 Seyyid Ali Horasânî7 Hâfî'ye mürid olanlardandır. Sehâvî'nin kaydına göre Zeynüddin Hâfî 824'te (1421) Kahire'de bulunduğu sırada bir çok kimse ile birlikte İzzeddin Hanbelî'ye de zikir vermiş, ayrıca Cemâleddin Mürşidî el-Mekkî, Ce-mal b. Celal Neyrizî ve Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed b. Abdul-lah, ö. 861/1457 civârı) gibi âlimler de onun sohbet meclislerine ka-tılmışlardır. Tâvusî ondan diğer bâzı talebeleriyle birlikte Farsça şiir-lerini okumuştur.8 Ayrıca Şeyh Hâfî yukarıda belirtilen tarihte Mısır'a gittiğinde meşhur hadis hâfızı İbn Hacer Askalânî'nin (ö. 852/1449) onu karşılama sadedinde övücü iki beyit söylediği, şeyhin de ona üç beyitle karşılık verdiği kaydedilmiş, ancak İbn Hacer'in şeyhe intisap edip etmediğinden söz edilmemiştir.9

nin adını da zikretmiştir. Burada Yahya'nın tam adının Nizâmeddin Yahyâ ol-duğu görülmektedir. Diğerlerinin isimleri şöyledir: Nûreddin Muhammed, Burhâneddin İbrâhim, Şihâbüddin İsmâil, Âişe, Fâtıma ve Mübâreke. Eşinin adı ise Fâtıma Cânî Hân şeklinde kaydedilmiş ve merhum melik İhtiyâruddin es-Selûmedî'nin kızı olduğu belirtilmiştir (Hâfî, Vaktfnâme, s. 197). Erkek ço-cuklarının adını Sehâvî de kaydetmiştir (bk. ed-Dav'u'l-lâmi', IX, 260)

3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 565 ; Nevâî, Nesâyim, s. 319. 4 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 512; Nevâî, Nesâyim, s. 295. Nevâî ismi "...Mu-

hammed b. Esed" şeklinde değil de "...Muhammed Esed" şeklinde kaydetmiş-tir.

5 Nevâî, Nesâyim, s. 399. Ali Şir Nevâî ayrıca Mevlânâ Tâcüddin Ahmed Şice-nî'nin önceleri Zeynüddin Hâfî'nin mürîdi iken daha sonra Nakşibendiy-ye'den Sa'deddin Kaşgarî'ye intisap ettiğini belirtmektedir (Nesâyim, s. 407).

6 Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire (nşr. Cebrâil Süleyman Cebbûr), Beyrut 1979,1, 134-135.

7 Gazzî, el-Kevâkib, II, 145. Gazzî'nin kaydına göre Seyyid Ali Horasânî Kadi-riyye, Sühreverdiyye ve Rifâiyye'den hırka giymiş olan Haleb şeyhu'ş-şuyûhu Zeynelâbidîn el-Cezerî'ye Zeyniyye adına bîat alma salahiyeti vermiştir (bk. aynı yer).

8 Sehâvî, IX, 261. 9 Sehâvî, IX, 261 ; İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'l-

habeb fi târihi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde),

Çok küçük yaşında Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'den zikir al-dığı belirtilen ulemâdan Ebulfeth Şemsüddin İskenderî de (Müham-med b. Atıyye el-İskenderî, ö. 18 Zilhicce 906/ 5 Temmuz 1501) Zey-nüddin Hâfî'den hırka giyenlerdendir.10 Hızırnâme isimli manzum eserin sâhibi Hamîd-ili'nden Muhyiddin Çelebi (ö.l476'dan sonra) ise Hâfî'ye müntesip olduğunu eserinde belirtmektedir.11 Süleymâni-ye Kütüphânesi'nde bulunan (Dâru'l-Mesnevî, nr. 158) Zeynüddin Hâfî'ye ait Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserin müellif nüshasıyla mukabe-le edilmiş nüshasının kapağındaki bir kayıtta, Tebriz'de vaaz ve nasî-hatla meşgul olan Şeyh Mahdûmî diye bir Zeyniyye şeyhinin bulun-duğu ifâde edilmiştir. Mürşidi belirtilmeyen bu zâtın da Hâfî'nin ya-nında yetişmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Nüzhetü'l-havâtır''âz meşhur kıraat âlimlerinden olduğu bildirilen ve 130 yıl yaşadığı nakledilen Şeyh Abdülmelik el-Gaznevî'nin de (ö. Receb 956 / Temmuz-Ağustos 1549) Herat'ta Zeynüddin Hâfî'ye in-tisap ettiği, uzun müddet hizmetinde bulundutan sonra icazetle adı geçen şehirde faaliyet göstermekte iken şöhretini duyan Sikender Şah tarafından Hindistan'a davet edildiği, Agra'ya yerleşerek pek çok Hintlinin kendisine mürid olduğu belirtilmiştir.12 Ancak Zeynüddin Hâfî 1435'de vefat ettiğinde on iki yaşlarında olması gereken Abdül-melik'in şeyhin yanında sülûkünü tamamlamış olması mümkün değil-dir. Bununla birlikte çocukluğunda Hâfî'nin sohbetlerine katıldığı, daha sonra halîfelerinden birinin yanında yetiştiği düşünülebilir. Ni-tekim aynı kaynakta onun kıraat ilmini Herat'ta Şeyh Mahmud Tebâ-degânî'den öğrendiği nakledilmektedir.13 İleride kaydedileceği gibi Hâfî'nin ileri gelen iki âlim halifesinden birinin Şeyh Muhammed Te-bâdegânî olduğu biliniyor. Eğer burada Muhammed yerine yanlışlık-

Dımaşk 1973, I (ikinci kısım), 840; Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'tı-nübelâ bi târihi Halebe'ş-gehbâ, Halep 1925, V, 301-302. İbn Hacer ve Şeyh Hâfî'nin söylediği şiirler bu eserlerde kaydedilmiştir.

1 0 Gazzî, el-Kevâkib, I, 14-17. 11 Ahmet Yaşar Ocak, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 418. 1 2 Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâtır ve behcetü'l-mesâmi'i

ve'n-nevâzır, Haydarâbâd 1973, IV, 217. 13 Nüzhetü'l-havâtır, IV, 217.

Page 16: reşat öngören zeyniler

la Mahrnud yazılmış ise, o takdirde bu zâtın Hâfî'nin halifesi olduğu söylenebilir.14

Bâzı araştırmacılar Pır Ilyas Amâsî ile15 Hoca Sâdeddin Kaşgarî'yi Zeynüddin Hâfî'nin müridleri arasında saymışlarsa da,16 bu doğru değildir. Zira bu zâtlardan Pîr İlyas, Halvetiyye meşâyihinden Sadred-din Şirvânî'nin uzun müddet hizmetinde bulunduktan sonra Zeynüd-din Hâfî'nin şöhretini duyup Horasan'a gitmeye karar vermiş, ancak rûyâda Hz. Peygamber (a.s.) kendisinden Pîr Sadreddin'in hizmetinde kalmasını isteyince bundan vaz geçmiştir.17 Kaşgarî'nin ise gördüğü bir takım rûyâları tâbir ettirmek üzere bağlı bulunduğu Nakşibendiy-ye şeyhi Nizâmeddin Hâmuş tarafından Zeynüddin Hâfî'ye gönderil-diği kaynaklarda belirtilmekle birlikte ona mürid olduğundan söz edilmemektedir.18 Gerçi Hâfî onun kendisine mürid olmasını istemiş-tir, ancak Kaşgarî bu talebe özetle şu şekilde mukabelede bulunmuş-tur:

"Ben şu anda Nizâmeddin Hâmuş'a bağlıyım. Sizler güvenilir

14 Nüzhetü'l-havâtır'âakl bu bilgiler ayrıca tarikatın Hindistan bölgesinde yayıl-dığını göstermesi bakımından önemlidir. Horasan, Suriye, Mısır, Hicaz, Ana-dolu ve Rumeli'de kimler vasıtasıyla yayıldığını büyük ölçüde tesbit ettiğimiz bu tarikatın Hindistan bölgesinde hangi şahıslar vasıtasıyla yayıldığım ve sil-silelerin ne şekilde devam ettiğini henüz tesbit edebilmiş değiliz. Bu hususta elimize yeni bilgiler geçtiği takdirde eserin sonraki baskılarında ilave etmeyi planlamaktayız.

1 5 Purgstall J. R Von Hammer, Devlet-i Osmâniyye Târihi (trc. Mehmed Ata), İstanbul 1329, II, 153.

1 6 Hans Joachim Kissling, "Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Re-iche", Der islam (DI), X X X I X (1964), s. 151-152; D. S. Margoliouth-A. S. Furat, "Zeynüddin", İA, XIII, 556.

1 7 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 573; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 74; Tâcü't-tevâ-rîh, II, 436-437 ; Hulvî, Lemezât, s. 393. Lemezât'ın bir başka yerinde (s. 383) Pîr İlyas'ın Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'daki dergâhına kadar gittiği ifâde edilmekte ve intisâbından açıkça söz edilmemekle birlikte burada şeyh-le görüştüğü anlaşılmaktadır. Muhtemelen bir kısım araştırmacılar bu kayıt sebebiyle onun Hâfî'ye mürid olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Lemezât'ın yukarıda kaydedilen yerinde diğer kaynakların verdiği bilgiye uygun olarak Hâfî'ye intisap etmekten vazgeçtiği açıkça belirtilmiştir.

18 Lâmii, Nefehât, s. 442 ; Reşehât Tercümesi, s. 181-182.

kimsesiniz. Eğer şeyhim hayatta iken başka bir şeyhe intisap etmemi doğru buluyorsanız, o zaman size intisap ederim."

Hâfî bunun üzerine o gece istihâreye yatmasını, kendisinin de is-tihâreye yatacağını söylemiş ve ertesi gün görülen rûyâlar sebebiyle intisap gerçekleşmemiştir. Kaşgarî, Hâfî'nin kendisine istihâreden sonra şöyle dediğini nakleder:

"Tarik cümle birdir. Hep bir yere vâsıl olur. Yine evvelki tarîka meşgul ol. Eğer bir vâkıan veyâ bir müşkilin vâkî olursa bize bildir. Kadir olduğumuz kadar meded eyleyelim."19

Zeyniyye tarîkatı Hâfî'nin yanında yetişen önemli halîfelerden Muhammed Tebâdegânî, Sadreddin Revvâsî, Derviş Ahmed Semer-kandî, Mahmud Hisârî vasıtasıyla Horasan bölgesi ve civârında, Ab-dülmu'tf Mağribî, Ebulfütûh Nûreddin Ahmed, Mevlânâ Muhammed Horasânî, Abdülkerîm Halîfe, Seyyid Safiyyüddin Îcî, Ahmed b. Fa-kih Ali Dimyâtf, Kemâleddin İbnü'l-hümâm, Emînüddin Aksarâyî vâ-sıtasıyla Hicaz bölgesi ile Sûriye ve Mısır civârında, Şeyh Muham-med, Abdurrahim Rûmî/Merzifonî, Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali b. Muhammed), Abdüllatif Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla da Anadolu ve Rumeli'de yayılmıştır.

1 9 Lâmii, Nefehât, s. 442-443; Reşehât Tercümesi, s. 182-183.

Page 17: reşat öngören zeyniler

ZEYNÎLİĞİN HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI

A. Muhammed Tebâdegânî (ö. 891/1486) eyh Zeynüddin Hâfî'den sonra yerine geçen Muhammed Tebâde-gânî, Horasan bölgesinde şeyhin en etkili halîfesi olmuştur. Tam Şemsüddin Muhammed olup, 803 (1401) senesinde muhtemelen

Herat'ın köylerinden olan Tebâdegân'da doğmuştur. Daha çocuk yaş-ta iken köylerine gelen Şeyh Zeynüddin'in sohbetlerine katılmış ve köyden ayrılırken şeyhe mürid olmak istediğini bildirmişti. Ancak şeyh o yaşta kendisinin ilim tahsil etmesi gerektiğini söyleyince He-rat'ta Fîrûzâbad pazarında bulunan Medres-i Sebz'de ilim tahsiline başladı. Bu sırada Şeyhe mürid olma arzusunu aklından hiç çıkarma-yan Muhammed Tebâdegânî, nakledildiğine göre bir gün bir kitap mütâlaa ederken cenaze salâsı verildiğini duyar ve namaza iştirak et-mek üzere hazırlanıp dışarı çıkar. Ancak ortada ne cenâze vardır ne de cenâzeye giden bir kimse. Tekrar odasına dönüp mütâlaaya başla-dığında aynı salâyı yine duyar. Bunun üzerine hâtırına "Ölmeden ön-ce ölünüz" hadîsi gelir ve "Bu salâ benim için verilmiş olmalıdır" di-yerek gidip Zeynüddin Hâfî'nin hizmetine girer. Kısa zamanda önem-li merhale katettiği bildirilen Tebâdegânî için Hâfî, "O saf altın idi,

Page 18: reşat öngören zeyniler

biz onu altın para yaptık" demiştir. Şeyhin gerek resmî gerekse resmî olmayan mektuplarının hazırlanmasını bu müridine havâle ettiği be-lirtilmektedir. Hâfî'nin Vasâyâ'sını Türkçe'ye tercüme ettiği daha ön-ce belirtilen Tebâdegânî, ayrıca Tezkiretü'l-habîb isimli bir eserin de mütercimidir. Eserleri arasında Esmâü'i-busnâ Şerhi, Menâzilü's-sâ-irîn Şerhi (Tesnîmü'l-muğribîn)20, biri "fakr" diğeri "zikir'le alâkalı olmak üzere iki ayrı Kırk Hadis Tercümesi ve Kasîde-i Bürde muham-mesi bulunmaktadır.21

Tebâdegânî'nin tarîkat anlayışında semâ'm22 ayrı bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Zamanında muhtelif kesimlerden tarikata rağbet da-ha da artmış, dergahta pek çok kimse onun denetiminde halvet ve er-bainlerle sülûkünü ikmâl etmiştir. Ali Şir Nevâî onun lcırk yıla yakın irşad seccâdesinde oturduğunu belirttikten sonra vefatının 891'de (1486) seksen sekiz yaşında iken meydana geldiğini kaydetmekte-dir.23 Oysa 838'de (1435) vefat eden şeyhi Zeynüddin Hâfî'den son-ra Hicrî sene hesâbıyla en az 53 sene şeyhlik yapmış olması gerekir. Eğer Nevâî'nin kaydında bir yanlışlık yok ise, o zaman Tebâdegâ-nî'nin şeyhin vefatından sonra makamına hemen geçmediği söylene-bilir. Her iki durumda da oldukça uzun müddet irşad faaliyetinde bu-lunduğu anlaşılan Tebâdegânî'den sonra müridleri tarafından Herat-Hıyâbân kanalında bulunan kabri başında bir hankâh ve yanına da bir mescid ve imâret yaptırılmış, hankâhta irşad postuna oğlu Hamîdüd-

2 0 Şerhin adını Said Nefisi kaydetmiştir (bk. Said Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr der îrân ve der Zebân-t Fârisî, Tahran 1363 hş., I, 263).

2 1 Nevâî, Nesâyim, s. 396-397-, ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 28; Mezârât-ı He-rat, s. 117. Ali Şir Nevâî şeyhin eserlerini sayarken kaydettiği Kasîde-i Bürde muhammesi, iki beyt arasına birinci beyitle uyumlu üç beyit daha ilâve edil-mek sûretiyle yapılan "tahmîs" olmalıdır. Nevâî ayrıca şâirler tezkiresinde onun Farsça bir beytini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir: Servi gibi boyundan başkasına bakanlar, Doğrusunu söylersen hepsi ktsa görüşlüdürler (Mecâlis, s. 28).

2 2 Burada sema' ile kastedilen, sonraki dönemlerde Mevlevî dervişlerin dönerek icrâ ettikleri devrân değil, bâzı enstrümanlar eşliğinde dinî musikîyi ve bir kı-sım ilâhîleri dinleyerek rûhen olgunlaşmayı hedefleyen bir zikir türüdür.

2 3 Nevâî, Nesâyim, s. 396-398.

din (Ö.917/1511) oturmuştur.24 Nevâî 897'de (1491-92) kaleme aldı-ğı şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'te Şeyh Hamîdüddin'i çağının şâirleri arasında zikretmiş ve Farsça şiirlerinden bir beyti kaydetmiş-tir.25 Ayrıca Nevâî, babasının halefi olması sebebiyle dervişlerin onun etrâfında toplandığım, dergâhında halvet, uzlet, semâ ve safâmn ek-sik olmadığını belirtmekte, o târihte şeyhin henüz zâhiri ilimleri ik-mâl etmediğini, ancak mutlaka ikmâl etmek istediğini de kaydetmek-tedir. Nevâî'nin önemli sayılabilecek bir başka kaydı da, Hamîdüd-din'in çok mütevâzî, saf ve iyi niyetli olması sebebiyle kötü niyetli Mevlânâ Muhammed Arab isimli bir sahtekârı uzun yıllar dergâhta dervişleri arasında tuttuğuna dâirdir.26

Muhammed Tebâdegânî'ye intisap edenler arasında Ali Şir Nevâî gibi âlim-şâir bir devlet adamının bulunması,27 yine sultanlar nezdin-de önemli bir mevkiye sahip olduğu bildirilen Horasan'ın ileri gelen-lerinden Seyyid Hasan Erdeşir'in, müderrislerden Mevlânâ Vecîhüd-din'in ve ordu mensubu Gâzergâhî'nin onun müridleri arasında bu-lunması,28 şeyhi Zeynüddin Hâfî ve ileride bahsi gelecek olan pîrda-şı Sadreddin Revvâsî gibi Tebâdegânî'nin de ulema ve devlet erkânı üzerinde derin nüfuza sahip olduğunu göstermesi yanında, tarikatın halkla birlikte ilmiye mensupları ve idâreciler arasında da taraftar bulmaya devam ettiğini göstermektedir. Zeyniyye tarikatı Horasan'da Muhammed Tebâdegânî'den sonra da halîfeleri vâsıtasıyla yayılmaya devam etmiştir.

2 4 Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995, s. 28 ; Nevâî, Nesâyim, s. 398; ayrıca bk. Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr, I, 328.

2 5 Nevâî, Mecâlis, s. 132. Beytin Türkçe'si şöyledir: Bazan hasta gönülleri anmak gerek / Allah için neş'eli olmak gerek!

2 6 Nevâî, Mecâlis, s. 132. Nevâî, Mevlânâ Muhammed Arab'ı şâirler tezkiresi Mecâlis' in ikinci meclisinde kaydetmiştir. Orada verdiği bilgiye göre, bu zâtın saltanat sevdası güttüğü ortaya çıkınca sultan tarafından şehirden sürülmüş-tür (s. 29-30).

2 7 bk. Nevâî, Nesâyim, s. 9. 2 8 Nevâî, Nesâyim, s.400-403.

Page 19: reşat öngören zeyniler

1. Derviş Muhammed Bîhre (ö.?) Muhammed Tebâdegânî'nin ileri gelen halîfeleri arasında zikredi-

len Muhammed Bîhre, Zeynüddin Hâfî'nin sohbetlerine de iştirak et-miş, ancak sülûkünü Tebâdegânî'nin yanında tamamlamıştır. İrşad fa-aliyetini Herat'ın Bîhre kasabasında sürdürdüğü ve müridleri terbiye etmekle birlikte halk için de sohbetler tertip ettiği nakledilmektedir. Vefat târihi kaydedilmeyen Derviş Muhammed'in kabrinin Bîhre'de büyük bir tepe üstünde olduğu belirtilmektedir.29

2. Derviş Seyyid Hasan (Ö.894/1489)

Muhammed Tebâdegânî'ye mürid olduğu kaydedilen Seyyid Ha-san Erdeşir ile alâkalı bilgilerimiz daha çok, onu sevip saydığını belir-ten Ali Şir Nevâî'nin eserlerine; özellikle de hakkında kaleme aldığı Hâlât-ı Hasan Big adlı risâleye dayanmaktadır.30 Nevâî'nin kaydetti-ğine göre, gençliğinde zâhir ilimlerini tahsil eden Seyyid Hasan tasav-vuf yoluna girmeden önce işret meclislerine devam eder, ancak yap-tıklarından pişmanlık duyduğu için ardından namaz kılıp tövbe eder-miş. Sultan nezdınde büyük bir itibar kazanarak devlet hizmetine gir-miş, fakat gönlüne dervişlik arzusu düşünce bu görevi bırakmak iste-miştir. Ne var ki sultana bunu kabul ettirememiş, derviş kıyafetleriy-le iki yıl daha maaş kabul etmeden memuriyete devam ettikten sonra sultan izin vermek zorunda kalmıştır.31 Nevâî onun görüşüp sohbet-lerini dinlediği şeyhlerden Mevlânâ Bâyezid Pûrânî, Şeyh Bahâeddin Ömer, Hâce Ebu Nasr Pârsâ, Hâce Muhammed Kûsevî, Şeyh Şâh-ı Ziyâretgâhî ve Mevlânâ Muhammed Emin Kuhistânî gibi zâtların isimlerini vermektedir.32 Seyyid Hasan sonunda Muhammed Tebâde-

2 9 Nevâî, Nesâyim, s. 401. 3 0 Çağatay Türkçesiyle kaleme alınan bu risâlenin Kemal Eraslan tarafından tah-

kikli neşri yapılmıştır ("Nevâyî'nin 'Hâlât-ı Seyyid Hasan Big' Risâlesi", Tür-kiyat Mecmuası [TM], 1971, XVI, 89-110).

3 1 Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM, 1971, sy. XVI), s. 92-93, 99-100.

3 2 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 98; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 403-404.

gânî'ye intisap ederek onun denetiminde erbaîne girmiş, yıllarca sü-lûkünü ikmâl için çile çektikten sonra hilâfet almıştır.33 Hayatının sonlarına doğru Semerkant'da Hâce Nasıruddin Ubeydullah'm soh-betlerine de katıldığı belirtilmektedir. 894'te yetmiş üç yaşında iken Herat'ta vefat etmiştir.34 Ona şâirler tezkiresi Mecâlisü 'n-nefâyis\t de yer veren Nevâî, tasavvuf öncesi ve sonrası dönemlerinde yazdığı şiirlerinden birer beyt kaydetmiştir. Tasavvuf yoluna girmeden önce söylediği Farsça şiirlerinden bir beytin Türkçesi şöyledir:

Gönlümün dinlencesi olan sevgilimle, ağzına• kadar dolu olan sabah kadehini içmek ne hoştur! İkimiz gonca gibi dar bir gömlek içinde kıvrılmak ve demlen-mek ne hoştur!

Tasavvufa intisap ettikten sonra Çağatay Türkçe'siyle söylediği şi-irlerinden bir beyt ise şöyledir:

İlâhî nûr-i irfandın köngülge bir safâ birgil, Ki isyan zulmeti içre harâb-ahvâl ü hayrândur.35

3. Mevlânâ Vecîhüddin (Ö.894/1489)

İlmiyeden olan Mevlânâ Vecîhüddin tahsilini tamamlayıp bir medreseye müderris olarak tayin edilmişken gönlüne tasavvuf aşkı düşmüş ve vazîfesini bırakarak ilk önce Mevlânâ Sirâcüddin diye bir zâta mürid olmuştur. Bir yıl kadar bu zâtla birlikte kaldıktan sonra hacca gitmiş, dönüşünde Meşhed'de Muhammed Tebâdegânî'ye inti-sap ederek seyru sülûkünü tamamlamıştır. 78 yıl ömür sürdükten son-ra 894'te (1489) vefat ettiği belirtilmektedir.36

3 3 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101-102; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 403. 3 4 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 104; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 404. 3 5 Nevâî, Mecâlis, s. 65-66. 3 6 Nevâî, Nesâyim, s. 400-401.

Page 20: reşat öngören zeyniler

4. Derviş Muhammed Gâzergâhî (ö.?) Ordu mensubu olduğu bildirilen Derviş Muhammed Gâzergâ-

hî'nin asıl adı Maksud Ali'dir. Nisbesinden Herat-Gâzergâh'tan oldu-ğu anlaşılmaktadır. Gönlüne tasavvuf aşkı düşünce askeriyeden ayrıl-mış ve Muhammed Tebâdegânî'ye intisap etmiştir. Kısa sürede şeyhin ileri gelen müridleri arasına girdiği belirtilen Gâzergâhî'nin vefat tâ-rihi kaydedilmemiştir.37

5. Ali Şir Nevâî (Ö.906/1501) Klasik Çağatay edebiyâtmın en büyük temsilcisi olarak kabul edi-

len devlet adamı Ali Şir Nevâî, Muhammed Tebâdegânî'ye mürid ol-duğunu 901'de (1495-96) tamamladığı Nesâyimü'l-mahabbe min §e-mâyimi'l-fütüvve isimli eserinin girişinde kaydetmektedir.38 Adı ge-çen eser Molla Abdurranman Camî'nin Farsça kaleme aldığı sûfîler biyografisi Nefehâtü'l-üns'ün Çağatay Türkçesine yapılan genişletil-miş bir tercümesi olup, Nevâî'nin bu tercümeye ilâve ettiği mutasav-vıflar arasında Şeyh Muhammed Tebâdegânî ve halîfeleri de bulun-maktadır. Gerek bu eserinde39 gerekse diğer bâzı eserlerinde Nevâî Tebâdegânî'den hep sitâyişle bahseder. Şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-ne-fâyis'te onu "mürşid-i zaman", "zamânmın muktedâsı" gibi vasıflarla anmış,40 Seyyid Hasan'la alâkalı yukarıda adı geçen Hâlât-t Seyyid Hasan Big adlı risâlesinde de onun için "Cenâb-ı hakîkat-meâb, lcutb-ı dâyire-yi tarîkat ve mürşid-i ehl-i şerîat u hakîkat, kâşif-i ulûm-ı rab-bânî" gibi yüceltici ifâdeler kullanmıştır.41 Bununla birlikte Nefehâ-tü'l-üns'ün Lâmiî Çelebi tarafından Osmanlı Türkçesine yapılan ge-nişletilmiş tercümesinde Nevâî'nin kendisinin Molla Câmî'ye mürid olduğunu ifâde eden bir beytinin olduğu görülmektedir.42 Çağdaş araştırıcılardan Agâh Sırrı Levend ile43 Ömer Okumuş da Nevâî'nin

3 7 Nevâî, Nesâyim, s. 402-403. 3 8 Nevâî, Nesâyim, s. 9. 3 9 bk. Nevâî, Nesâyim, s. 59, 397. 4 0 Nevâî, Mecâlis,'s. 28, 65. 4 1 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101. 4 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 458 . 4 3 Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevâî, Ankara 1965,1, 238-239.

Câmî'ye mürid olduğunu ifâde etmektedirler.44 Hâmid Algar ise onun, Câmî'nin de şeyhi bulunan Sa'deddin Kaşgarî'ye bağlı olduğu-nu belirtir.45 Nitekim Câmî Nefehâtü'l-üns'ün hazırlanmasında Ne-vâî'nin teşviklerinin etkili olduğunu mukaddimede belirtirken, onun fakr ve fenâ yolunu şeçtiğinden sözettiği halde kendisine mürid oldu-ğundan îmâ yoluyla bile bahsetmemiştir.46 Zeki Velidi Togan47 ve Günay Kut gibi araştırıcılar da şeyhinin ismini zikretmeden Nakşiben-diyye tarikatına mensup olduğunu ifâde etmektedirler.48 Bütün bu kayıtlar Nevâî'nin Nakşibendiyye'ye mensu.p olduğunda şüphe bırak-mamaktadır. Bu durumda onun, ehl-i sünnet çizgisini koruma nokta-sında aralarında nisbî farklılıklar olmakla birlikte birbirine çok yakın görüşlere sahip bulunan Zeyniyye ve Nakşibendiyye tarikatlarından her birerine ayrı ayrı intisap ettiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda kaydedilenlerden başka Muhammed Tebâdegânî'nin Mevlânâ Muhammed Horasânî isimli bir başka halîfesi daha vardır. Ancak bu zâtın tarîkat faaliyetleri daha çok Hicaz bölgesi ve civârın-da olduğu için kendisine ilgili bölümde temas edilecektir.

B. Sadreddin Revvâsî (ö.?) Horasan'ın Şugan vilâyetinden olan Sadreddin Revvâsî, Zeynüd-

din Hâfî'den sonra tarikatın Horasan bölgesi ve civârında yayılmasın-da önemli etkisi olmuştur. Şeyhi Zeynüddin Hâfî gibi onun da hem bâtın hem de zâhir ilminde devrin önde gelenlerinden biri olduğu be-lirtilmektedir. Zâhir ilimlerini Semerkand Daru'l-ilmi'nin en büyük âlimi, fıkıhta ikinci Ebû Hanife olarak tanınan Fazlullah Ebu'l-Ley-sî'den okumuştur. Hakkında bilgi veren Ali Şir Nevâî, kendisinin de Revvâsî'nin sohbetlerine iştirak ettiğini iftiharla belirtir. Yine Hâfî gi-bi onun da rûyâ tâbirinde mâhir olduğu nakledimektedir. İrşad faali-

4 4 Ömer Okumuş, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 95. 4 5 Hamid Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 320. 4 6 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4. 4 7 A. Zeki Velidi Togan, "Ali Şîr", İA, I, 355. 4 8 Günay Kut, "Ali Şir Nevâî", DİA, II, 450.

Page 21: reşat öngören zeyniler

yetini çoğunlukla Herat'daki dergâhında sürdürdüğü anlaşılan Revvâ-sî'nin, pek çok mürîdi halvet ve uzletle terbiye ettiği kaydedilir. Tesir-li konuşmalar yaptığı vaaz meclislerine, halkla birlikte başta sultan ol-mak üzere devlet ileri gelenlerinin sık sık katıldığı, yazılı ve sözlü ri-câlarınm idâreciler tarafından mutlaka yerine getirildiği vurgulan-maktadır.49 Müridleri arasında Bedahşan şâhının da bulunduğu ve şeyhin ona Fusûsü'l-bikem dersleri verdiği Nevâî'nin kaydettiği bilgi-ler arasındadır.50 Dervişlere tasavvufî risâleler okuttuğunu,51 zaman zaman şiir yazmakla da meşgul olduğunu yine Nevâî'den öğrenmek-teyiz. Yazdığı Farsça bir beytin Türkçe anlamı şöyledir:

Benim gözümün nurunun, senin yanağından olması ne güzel! Kötü söz, senin yüzünden dâima uzak olsun!.51

Sadreddin Revvâsî döneminde de Zeyniyye tarîkatı Horasan'da hem halk hem de ilmiye mensupları ve idâreci sınıf arasında yayılma-sını sürdürmüştür. Seksen yaşlarında iken Herat'ta vefat eden şeyhin cenâzesi memleketi Şugan'a götürülerek orada defnedilmiştir.53 Ken-disinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir.

C. Derviş Ahmed Semerkandî (ö.?)

Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Derviş Ahmed'in tam adı Cemâleddin Ahmed b. Celâleddin Muhammed Semerkan-dî'dir. Mâverâünnehir, Horasan, Irak, Kudüs ve Hicaz bölgelerine se-yahetler ettiği bilinmekle birlikte54 daha çok Horasan bölgesinde fa-aliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Hâfî'ye intisap etmeden önce uzun

4 9 Nevâî, Nesâyim, s. 405-406. 5 0 Nevâî, Mecâlis, s. 29. 5 1 Nevâî, Nesâyim, s. 406. 5 2 bk. Nevâî, Mecâlis, s. 29. 5 3 Nevâî, Nesâyim, s. 406 ; a.mlf., Mecâlis, s. 29. 54 Reşehât Tercümesi, s. 150-151, 159.

müddet Nakşibendiyye büyüklerinden Alâeddin Attâr'ın (Ö.802/1400) hizmetinde bulunmuştur.55 Hâfî'nin iş gören mürid ve halîfelerinden biri olduğunu kaydeden Câmî, onun Fusus dersleri ver-diğini ve ayrıca çok güzel konuşma kabiliyetine de sahip olduğunu be-lirtir.56 Bu özelliğinden dolayı Şeyh Hâfî onu Herat Câmii'ne vâiz ta-yin etmiş ve vaazlarinı dinlemeleri için halka tavsiyelerde bulunmuş-tur. Bizzat kendisi de bir müddet bu vaazlara katılan Hâfî, kaydedil-diğine göre, halktan bu halîfesine bîat etmelerini de istemiştir.57

Reşehât müellifi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Semerkandî'nin Receb 821'de (Ağustos 1418) Herat'ta Zeynüddin Hâfı'den icâzet almış ol-makla birlikte, önceki şeyhi Alâeddin Attar'dan ayrıldıktan sonra ona yazdığı Farsça mektupların muhtevâsına dayanarak, Attar'la gönül bağının devam ettiğini, hatta onun hizmetinden uzaklaştığı için piş-manlık duyduğunu ve çok huzursuz olduğunu belirtmekte,58 böylece görünüşte Zeyniyye mensubu olsa bile onun gerçekte Nakşibendî ol-duğunu ifâdeye çalışmaktadır. Bu bilgilere dayanan Hasan Lutfi Şu-şud da eserinde Semerkandî'yi hâcegân (Nakşibendî) silsilesinin dik-kate şâyan bir şahsiyeti olarak kaydetmektedir.59 Reşehât müellifi Re-ceb 821'de Semerkandî'ye verildiğini söylediği icâzetnâmenin son birkaç satırını eserinde kaydetmiştir. Zeynüddin Hâfı burada kendi adını, yazıyı kaleme aldığı târihi ve bu yazıyı Ahmed Semerkandî'ye yazdığını açıkça belirtmektedir.60 Ancak, bir nüshası Süleymâniye Kü-tüphânesi'nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1391) bulunan dört varaklık (vr. 84a-87b) bu yazının muhtevâsına bakıldığında, bunun bir icâzetnâme değil, tarikata yeni giren bir kimseye yazılan nasîhatlardan ibâret ol-duğu anlaşılmaktadır. Yukarıda Zeynüddin Hâfî'nin eserleri arasında da kaydedilen küçük bir risâle mahiyetindeki bu yazıda ana hatlarıy-la Semerkandî'ye yazılanlar şunlardır:

55 Reşehât Tercümesi, s. 151. 5 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549. 57 Reşehât Tercümesi, s. 155. 58 Reşehât Tercümesi, s. 150-151. 5 9 Hasan Lûtfi Şuşud, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, İstanbul 1958, s.

67.

Page 22: reşat öngören zeyniler

Terakki için sana dört şey gerekir: 1. Zâhiren ve bâtmen dün-yayı terk. Bu, elini mülklerden kalbini emellerden temizle-mekle olur (84a). 2. Zâhiren ve bâtmen takvâya mülâzemet. Zâhirî takvâ hususunda sana yardımcı olacak olan şeyler ev-lenmeyi terk, bekârlığa sabır ve insanlardan uzlettir (85a). 3. Her şeyinle; kalbin ve kalıbınla Allah'a teveccüh (86b). 4. Mâsivâullah'tan uzaklaşmak (87a). ,

Bu yazının muhteva ve târihine bakıldığında Ahmed Semerkan-dî'nin Zeynüddin Hâfî'den Receb 821'de icâzet aldığı değil de, bu tâ-rihte ya da bu târihten, kısa bir süre önce ona intisap ettiği anlaşılmak-tadır. Bu durumda, 802 (1400) senesinde vefat ettiği bilinen Alâeddin Attar'dan61 sonra Semerkandî'nin Hâfî'ye intisabı arasında uzun bir süre geçtiği, dolayısıyla Semerkandî'nin Attar'a bağlılığını bildirdiği mektupları Zeynüddin Hâfî'ye intisabından çok önce kaleme aldığı ortaya çıkar. Öte yandan Reşehât müellifinin kaydettiği mektubun so-nunda Muharrem 822 (Şubat 1419) târihinin bulunması,62 bunun o târihten epey önce vefat etmiş olan Alâeddin Attar'a yazılmış olama-yacağım da göstermektedir.

Güzel ve etkili konuşması sebebiyle halka vaaz ve nasîhat etmesi için görevlendirilen Derviş Ahmed, bir müddet sonra kürsüden halka vahdet-i vücûdun derin meselelerini anlatmaya başlayınca Zeynüddin Hâfî tarafından ciddî bir biçimde uyarılmıştı. . Ne var ki Derviş şeyhi-nin uyarısını dikkate almayarak konuşmalarını sürdürmüş, bunun üzerine halk Hâfî'nin telkîniyle onun meclisini birer birer terketmiş-ti. Bu sebeple şeyhiyle aralarında meydana gelen soğukluk zaman içinde Hâfî'nin onu tekfire varan tenkidleri sebebiyle düşmanlığa dö-nüştü.63 Reşehât müellifinin Nakşibendiyye şeyhi Ubeydullah Ah-râr'dan naklen anlattığı bu olay, Ahrâr'ın Yâkub Çerhî'ye intisap et-mek için Herat'tan ayrıldığı sırada meydana gelmişti.64 Reşehât'm bir

6 0 bk. Reşehât Tercümesi, s. 150-151. 6 1 bk. Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 319-320. 62 Reşehât Tercümesi, s. 154. 63 Reşehât Tercümesi, s. 155. 64 Reşehât Tercümesi, s. 155.

başka yerindeki kayıttan, Ahrar'ın Çerhî'ye intisap etmek için He-rat'tan 834 senesinde ayrıldığı ve üç ay sonra tekrar geri döndüğü an-laşıldığına göre,65 bu olayın meydana geldiği târih 834 (1430-31) se-nesidir. Ubeydullah Ahrâr üç ay sonra Herat'a döndüğünde, büyük bir yalnızlık içine itilmiş olan Derviş Ahmed olanları ona göz yaşları içinde aktarır ve yardım ister.66 Ubeydullah Ahrar daha önceden pek fazla tanımadığı halde Derviş Ahmed'e hemen sahip çıkarak vaazları-na devam etmesini, halkın tekrar meclisini dolduracağını söyler ve dediği gibi de olur.67<;Zeyniyye ile Nakşibendiyye arasında Ahrar ile birlikte Horasan'da bir rekabetin başladığını gösteren bu olay, diğer benzer olaylarla birlikte ileride Zeyniyye'nin etkisini yitiriş sebepleri anlatılırken ele alınıp değerlendirilecektir. Derviş Ahmed'in vaaz meclislerine Ubeydullah Ahrar'ın da katıldığı ve Derviş'in anlattığı hakîkatları gerçek mânâda Şeyh Ebu Hafs Haddad, Şeyh Ebu Osman, Şeyh Cüneyd ve Şeyh Şiblî gibi tasavvuf büyüklerinin anlayabileceği-ni belittiği kaydedilmektedir.^ 8

Esâsen Derviş Ahmed'in hitâbette eriştiği olgunluk seviyesine rû-hî/mânevî kemâlât bakımdan erişemediği, zaman zaman hissî ve nefsî denilebilecek tavırlarından anlaşılmaktadır. Vaazını dinleyenlerden birinin "Cemaatin anlayamayacağı şeylerden bahsetmenin ne faydası var" diye itirazına, "Sen alçağın tekisin! Nereden biliyorsun herkesin senin gibi himmetsiz ve anlayışsız olduğunu..." diyerek azarlaması, namazı dikkatle kılmanın önemini anlatırken, "Bir danişmend, bir âlim mescide gelip namazını acele ile kılar ve ardından it gibi gider Fî-ruz Şâh'ın kapısında dönmeye başlar. Bunlara it demek bile günahtır. İt ne suç işliyor ki bu âsîler ona benzesin! Bu gibiler Şâh'ın itlerinin itleridir.." gibi üslup kullanması69 bunu göstermektedir. Onun böyle nefsî tavırlarına Ubeydullah Ahrar da bir vaazı sırasında şâhid olmuş, kendisinin yüksek hakîkatlerden bahsettiğini, cemâatin ise bunun kıy-

6 5 bk. Reşehât Tercümesi, s. 342. 66 Reşehât Tercümesi, s. 155-156. 67 Reşehât Tercümesi, s. 156. 68 Reşehât Tercümesi, s. 157. 69 Reşehât Tercümesi, s. 15-7-158.

Page 23: reşat öngören zeyniler

metini anlamaktan âciz olduğunu belirterek gurûra kapıldığını gör-müştür. Ahrar'ın naklettiğine göre, o vaazı sırasında böbürlendiği için Derviş Ahmed'in nutku tutulmuş ve kürsüden inmek zorunda kalmış-tır.70 Zaman sonra kendi eksikliğini kendisi de farketmiş ve bir vaazı sırasında cemâate şöyle itirafta bulunmuştur: Bundan böyle vaazları-ma ara vermek istiyorum. Zira vaaz ve nasîhat eden kimse, nefsin ar-zularından tamâmen sıyrılıp, bunu sırf Allah rızâsı için yapmalıdır. Benden ise nefsin arzusu henüz tamâmen zâil olmuş değildir. 7 1

Reşehât müellifinin Derviş Ahmed Semerkandî'nin ilk şeyhi Alâ-eddin Attar'a muhabbeti sebebiyle Nakşî olduğunu ileri sürmesinin isabetli olmadığı daha önce belirtilmişti. Acaba Derviş Ahmed yukarı-da kaydedilen olaylardan sonra Zeynüddin Hâfî'yi bırakıp Nakşiben-diyye'den Ubeydullah Ahrar'a intisap etmiş olabilir mi? Yukarıdaki olayları bize nakleden Reşehât müellifi böyle bir intisaptan söz etme-mektedir. Aksine Nefehât'ta anlatılanlara bakılırsa, Hâfî'nin son yılla-rında Derviş Ahmed'in onunla birlikte olduğu anlaşılmaktadır. Câ-mî'nin kaydına göre ömrünün sonlarında gelen bir vârid sebebiyle Zeynüddin Hâfî üç gün üç gece tamâmen kendinden geçmiş, bunu ta-kip eden bir yıla yakın bir zamanda da çok az konuşarak suskunluğu seçmişti. İşte bu sırada Derviş Ahmed'e "Cezbe-i celînin ard arda hiç kesilmeden geleceğine dair bir bilgiye rastladın mı?" diye sormuş, o da rastlamadığını söylemişti.72 Öyle anlaşılıyor ki, 834 senesinde meydana gelen yukarıdaki tatsız olaylardan sonra Ahmed Semerkan-dî Zeynüddin Hâfî'den (Ö.838) özür dilemiş ve ölümüne kadar yine onun hizmetine devam etmiştir. Semerkandî'nin Hâfî'den sonra mü-rid yetiştirip yetiştirmediği husûsunda bir bilgiye rastlanmamıştır. Muahhar kaynaklardan Tabibzâde'nin Silsilenâme'sinde o Hâfî'nin halîfeleri arasında zikredilmiş, ancak ondan hilâfet alan herhangi bir kimse kaydedilmemiştir.73

70 Reşehât Tercümesi, s. 158. 71 Reşehât Tercümesi, s. 159. 7 2 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549. 7 3 bk. Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.

D. Mahmud Hisârî (ö.?) {Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden olduğu bildirilen Mahmud

Hisârî'nin hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. Nis-besinden Buhâra Hanlığı'na bağlı Hisar kasabasından olduğu anla-şılmaktadır. Adı Reşehât'ta bir vesîle ile geçmekte ve Zeynüddin Hâ-fî tarafından icâzetle memleketine gönderildiği belirtilmektedir. Yi-ne Reşehât'm kaydına göre icâzeti Abdurrahim Merzifonî ile birlik-te aynı günde almıştır.74 İleride temas edileceği gibi, Hâfî Anadolu-lu halîfesi Abdurrahim Merzifonî'ye irşad icâzetini Muharrem 832'de (Ekim 1428) yazdığına göre75 Mahmud Hisârî'ye de bu tâ-rihte yazmış demektir.>

74 Reşehât Tercümesi, s. 350-351. 7 5 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 555.

Page 24: reşat öngören zeyniler

.1 1

ZEYNİYYE'NİN HİCAZ BÖLGESİ İLE SÛRİYE VE MISIR'DA YAYILIŞI

A. Şeyhüi-harem Abdülmu'tî Mağribî (Ö.904/1499) ve Mekke'de Zeyniyye Tekkesi

eynüddin Hâfî'nin önemli halîfelerinden Abdülmu'tî, Hicaz böl-gesinde Zeyniyye tarikatının en etkili temsilcisi olarak dikkat çek-

mektedir. Hayâtı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Lâmiî Çelebi Mâlikî mezhebinden olduğunu ve Mağrib'de doğduğunu be-lirtmiş,76 ancak Afrika'nın Mısır ötesi kuzey sâhili ile Endülüs'ün dâ-hil olduğu oldukça geniş bir bölgeyi içine alan Mağrib'in77 hangi vi-lâyetinde dünyaya geldiğini kaydetmemiştir. İrşad için icâzet aldıktan sonra Mekke'ye yerleşip tarîkat faaliyetlerini uzun yıllar burada sür-dürdüğü için "şeyhü'l-harem" ünvânıyla tanınmıştır.78 Bâzı tabakât kitaplarında "Mekkî" nisbesiyle kaydedilmesi de bu sebeple olmalı-dır.79 Zeynüddin Hâfî'nin diğer halîfeleri gibi Abdülmu'tî de ilm-i bâ-tınla birlikte ilm-i zâhiri tahsil edenlerdendir.80 Kerâmet ehli olarak

7 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552. 7 7 Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm Târih ve Coğrafya Lügati, İstanbul 1314,

"mağrib" md. 7 8 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevâ-

rîh, II, 435. 7 9 bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255. 8 0 Gazzî, el-Kevâkib, I, 255.

Page 25: reşat öngören zeyniler

bilindiği ve çok geniş bir topluluğun kendisine mürid olduğu nakledi-lir. Görüşüp dost olduğu kimseler arasında Kevâkib sâhibi Necmed-din Gazzî'nin dedesi önemli âlimlerden Muhammed b. Muhammed Gazzî de vardır.81 Ayrıca hac için Mekke'ye giden değişik tarikatlara mensup meşâyih tarafından özellikle ziyâret edildiği anlaşılmaktadır. Halvetiyye'nin ileri gelenlerinden Habîb Karamânî,82 Şâzeliyye'nin meşhur şeyhi Ali b. Meymun Mağribî,83 Nakşibendiyye'nin önemli şeyhlerinden Ubeydullah Ahrar ziyâretine gidenlerdendir. Ahrar ile hacca her gelişinde buluştuklarını bizzat Abdülmu'tî kendisi belirtmiş-tir.84 Yüz yirmi seneden fazla ömür sürdüğü bildirilen ve Zeynüddin Hâfî, Seyyid Kâsım Envâr, Hoca Ubeydullah Ahrar gibi meşâyihle gö-rüşmüş olan Molla Mahmud Sindî bir hac esnâsında ziyâret ettiği Ab-dülmu'tî'nin uzlethânesinde çok şiddetli mücâhede ve riyâzet yaptığı-nı ve halkın arasına karışmadığını söylemekte, bu sebeple gönlü ona ısındığı için zaman zaman sohbetlerine katıldığını belirtmektedir.85

Lâmiî Çelebi, Taşköprîzâde, Hoca Sâdeddin Efendi gibi güvenilir mü-elliflerin kaydettiğine göre, Molla Mahmud Abdülmu'tî'nin yanında bulunduğu bir şırada şeyh kendisine, daha önce görüştüğü Hoca Ubeydullah Ahrar'ı tekrar görse tanıyıp tanıyamayacağını sorar. O da tanıyabileceğini söyleyince şeyh Ahrar'ın Kâbe'yi tavaf etmekte oldu-ğunu bildirir. Koşup kendisi de tavafa katılan Molla Mahmud, Ah-rar'ı görür ve peşine takılır. Ahrar makam-ı İbrahim'de namaza du-runca, o da tavâfını tamamlayıp namaza durur. Ancak namazı bitirdi-ğinde Ahrar'ı tekrar göremez. Zaman sonra Semerkand'a gidip Ubey-dullah Ahrar'ın sohbet meclisine katılır. Ahrar kendisine gördükleri-ni kimseye söylememesini tembihler. Molla Mahmud bir müddet geç-tikten sonra tekrar Mekke'ye gittiğinde Abdülmu'tî'nin etrafının halkla dolduğunu görür. Bu defa görüşmelerinde Abdülmu'tî ağlaya-

8 1 Gazzî, el-Kevâkib, I, 255; II, 4. 8 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 578; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 266; Tâcü't-te-

vârîh, II, 541. 8 3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 682. 8 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 260. 8 5 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552-553; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70-71; Tâ-

cü't-tevârîh, II, 436.

rak, "Molla Mahmud biz Hoca'yı sana bildirdik, Hoca da bizi âleme bildirdi" der. 8 6

İleride bahsi gelecek olan Zeyniyye şeyhlerinden Seyyid Velâyet de 880 (1475) senesinde Abdülmu'tî'nin ziyâretine gitmiş ve şeyh kendisine o sırada hazır bulunan ulemâ ve meşâyihten müteşekkil topluluğa esmâü'l-hüsnâ okuması için icâzet vermiştir.87

Abdülmu'tî'ye ilmiyeden mürid olanlardan biri Lâmiî Çelebi'nin hocası "Ahaveyn" diye meşhur olan sahn-ı semân müderrisi88 Mevlâ-nâ Muhyiddin'dir. Lâmiî'nin kendisinden naklen kaydettiğine göre onun intisabı şu şekilde gelişmiştir: Muhyiddin Efendi hac için Mek-ke'de bulunduğu bir sırada Abdülmu'tî'nin halktan çok rağbet görme-sini bir kusur olarak değerlendirip çoğu kimsenin aksine ziyâretine gitmez. Bir müddet sonra gece vakti harem-i şerifte kalabalık bir top-lantı olur ve Mevlânâ Muhyiddin burada ön safta yer alır. O sırada Muhyiddin Efendi'nin içi susuzluktan yanmaya başlar, ancak kalaba-lıktan dolayı bir yere gidip su içemez. Çâresiz beklerken safların ara-sından bir dervişin elinde çanakla kendisine doğru geldiğini görür. Derviş, "Şeyh Abdülmu'tî size gönderdi. Zemzem suyudur. Kana ka-na içiniz" diyerek çanağı uzatır. İşte bu olaydan sonra Mevlânâ Muh-yiddin, Abdülmu'tî'nin yanına gidip ona mürid olur.89

Abdülmu'tî'nin vefâtının Mekke'de 904 senesinde meydana gel-diğini kaydeden Necmeddin Gazzî, ayrıca onun için 8 Rebîulevvel 905 (10 Ekim 1499) târihinde Şam'da Benî Ümeyye Câmii'nde gâib namazı kılındığını belirtir.90 Abdülmu'tî'den sonra Mekke'de yerine kimin geçtiği belirtilmemiştir. Ancak Kânûnî Sultan Süleyman'ın 944 târihli bir fermânından Abdülmu'tî'nin oğlu Şeyh Hasan'ın babasın-dan sonra Mekke'de ikâmete devam ettiği anlaşılmaktadır.91 Açıkça

8 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552-553; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70-71; Tâ-cü't-tevârîh, II, 436.

8 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346; Tâcü't-tevârîh, II, 578-579. 8 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 188. 8 9 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 553. 9 0 Gazzî, el-Kevâkib, I, 255. 9 1 bk. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu-Fermanlar, I. Fasi-

kül (haz. î. Hakkı Uzunçarşılı-İbrahim Kemal Baybura-Ülkü Altındağ), Anka-ra 1985, s. 8.

Page 26: reşat öngören zeyniler

belirtilmemiş olmakla birlikte Abdülmu'tî'den sonra yerine oğlu Şeyh Hasan'ın geçtiği düşünülebilir.

B. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed (Ö.861/1457 civârı) ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi

Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Ebulfütûh Nûreddin Ah-med b. Abdullah b. Ebulfütûh el-Hakîm et-Tâvusî vâsıtasıyla Zeyniy-ye'de ayrı bir silsilenin meydana geldiği ve bu silsileye mensup şeyh-lerin Hicaz bölgesinde, özellikle de Medîne'de faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'den sonra hilâfet Tâcüd-din Abdurrahman b. Mes'ûd b. Muhammed el-Mürşidî el-Kâzerû-nî'ye geçmiş,92 daha sonra ise silsile şu şekilde devam etmiştir: Seyyid Gazanfer b. Ca'fer > Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Safiy-yüddin Ahmed b. Muhammed ed-Decânî el-Kuşâşî > İbrâhim b. Ha-san Kûrânî > Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî.93

Kuşâşî ile Harîrîzâde'nin Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden biri olduğunu belirttikleri Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'e94 Sehâvî de ese-rinde yer vermiş, ancak onun bir çok şeyhten hırka giydiğini belirttik-ten sonra, bunlardan birinin Ruknüddin Hâfî olduğunu belirtmiştir.95

Burada "Zeynüddin" yerine yanlışlıkla "Rüknüddin" yazıldığı ya da Arapça yazılımında birbirine çok yakın olan bu isimlerin müstensih-ler tarafından değiştirildiği hâtıra gelmektedir. Nitekim aynı müellif Zeynüddin HâfT'yi anlattığı bölümde Nûreddin Ahmed'in (Tâvusî) Mısır'da bulunduğu sırada Hâfî'nin sohbetlerine katıldığını belirtmiş-tir.96 Sehâvî ilgili bölümde Şeyh Ebulfütûh'un 790 senesine yakın bir târihte doğduğunu ve yaklaşık 71 sene yaşadığını belirtmektedir.97

Buna göre şeyhin vefatı 861 senesi civârında meydana gelmiş demek-

9 2 bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 9 3 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 9 4 bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 9 5 Sehâvî, I, 360-361. 9 6 Sehâvî, IX, 261. 9 7 Sehâvî, I, 360-361.

tir. Çoğunlukla Hicaz bölgesinde faaliyet gösterdiği anlaşılan Ebulfü-tûh'tan sonra silsile, yukarıda da görüldüğü gibi halîfesi Tâcüddin Ab-durrahman ile devam etmiştir. Bu zâtın hayâtı ve faaliyetleri hakkın-da kaynaklarda bilgi bulunamadığı için tarikatını hangi bölgede neş-rettiği bilinmemekle birlikte, onun da Hicaz bölgesini kendisine hiz-met alanı olarak seçtiği tahmin edilebilir. Şeyh Tâcüddin'den sonra yerine geçen halîfesi Seyyid Gazanfer ve sonrasında işe silsileye men-sup şeyhlerin ağırlıklı olarak Medîne'de faaliyet gösterdikleri görül-mektedir.

Muhibbî'nin Hulâsatü 'l-esef de verdiği bilgiye göre aslen Buhâra-lı olduğunu öğrendiğimiz Seyyid Gazanfer'in "Medenî" nisbesini de almış olmasından Medîne'ye gelip yerleştiğini anlıyoruz. Yine Muhib-bî, yanında yetişen zâtlardan birisinin Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî olduğunu belirtmektedir.98 Bu bilgiyi Şinnâvî'nin el-Ikltdü'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd isimli eserine yazdığı Arapça şerhin baş tarafın-da Abdülganî Nablûsî de vermiştir.99 Seyyid Gazanfer'in yanı sıra da-ha başka şeyhlerden de hilâfet aldığı kaydedilen Şinnâvî 975 senesin-de Mısır'da dünyaya gelmiş, ancak şeyhi gibi daha sonra Medîne'ye yerleşerek tedris ve tarîkat faaliyetlerini çoğunlukla burada sürdür-müştür.100 Kaleme aldığı eserlerden varlık ve tevhid konularını ele al-dığı Risâle fi'l-vahdeti'l-vucûdiyye,101 Sâdihatü'l-ezel ve sânihatü'n-nezel102 ile yukarıda adı geçen el-lklîdü'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd103

isimli eserleri dikkat çekmektedir. Hicrî sene hesabıyla 53 sene yaşa-yan Şinnâvî 8 Zilhicce 1028'de (16 Kasım 1619) Medine'de vefat et-miş ve Bakîu'l-garkad mezarlığına defnedilmiştir.104

9 8 M. Emin el-Muhibbî, Hulâsatü'l-eser fî âyâni'l-karni'l-hâdî aşer (Dâru Sâdır), Beyrut, ts., I, 243-44.

9 9 Abdülganî Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd fî fethi bâbi't-tevhîd, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. 3b.

1 0 0 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 243-44; ayrıca bk. Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b-4a.

1 0 1 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 244; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b-4a. 1 0 2 Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. (lb-34a). 1 0 3 Süleymaniye Ktp., Halet Ef., nr. 310, vr. (102a-109b). 1 0 4 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 246.

Page 27: reşat öngören zeyniler

Şeyh Şinnâvî'den sonra mezkûr silsile Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî ile devam etmiştir. Şinnâvî'ye Medine'de intisap edip ondan hilafet alan Kuşâşî105 aynı zamanda şeyhinin kızıyla da evlenmiştir.106 Ebul-fütûh Nûreddin Ahmed ile gelen bu silsileden ayrı olarak es-Simtu'l-mecîd isimli eserinde Kuşâşî iki ayrı silsile daha kaydetmiştir. Kuşâ-şî'nin ilk silsiledeki gibi yine Şeyh Şinnâvî vâsıtasıyla aldığı bu silsile-ler Zeynüddin Hâfî'ye şu şekilde ulaşmaktadır:

I. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > babası Ali b. Abdülkuddûs eş-Şinnâ-vî > Abdülvahhâb eş-Şârânî > Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensârî > Ah-med b. Fakih Ali Dimyâtî > Zeynüddin Hâfî.107

II. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Seyyid Sıbgatullah > Vecîhüddin > Seyyid Muhammed > Haçı Huzur > Hediyyetullah Sermest > Kâdî Hemedânî > Abdullah Şettârî > Seyyid Ali Hemedânî > Zeynüddin Hâfî.108

Bu silsilelerden Zeynüddin Hâfî'den sonra Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden birincisi, ileride üzerinde etraflıca du-rulacağı gibi, esas itibariyle Zekeriyya Ensarî veya bir görüşe göre Ab-dülvahhab Şârânî'den sonra farklı şahıslarla yürüyen ve faaliyetlerini çoğunlukla Mısır ile Hicaz bölgesinde sürdürmüş olan bir koldur. Seyyid Ali Hemedânî ile devam eden ikinci silsiledeki meşâyih hak-kında ise pek fazla bilgi bulunamamıştır. Sâdece silsilenin sonlarında yer alan Şeyh Vecîhüddin'in Hindistan'da faaliyet gösterdiği, Seyyid Sıbgatullah'ın (Ö.16 Cemâziyelevvel 1015/19 Eylül 1606) onun ya-nında sülûkünü ikmâl ettikten sonra 1005 (1597) târihinde Hicaz'a gelip Medîne'ye yerleşerek tedris ve irşad faaliyetine başladığı, Ah-

1 0 5 Muhibbi, Hulâsatü'l-eser, I, 344 ; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b; Yûsuf b. Ismâil en-Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ (nşr. İbrahim Atve ivaz), Beyrut 1989,1, 559; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b.

1 0 6 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 28a. 1 0 7 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. 1 0 8 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 33a. Kuşâşî kayınpederi Şinnâvî'den Zeyniyye

ile birlikte daha bir çok tarikattan hilâfet almıştır. Bu tarikatların adını ve silsilelerini es-Simtu'l-mecîd isimli eserinde kaydetmiştir (bk. vr. 28a-33b, 44a-45b, 52a-57a).

med Şinnâvî'nin de kendisinden burada el aldığı bilinmektedir.109 Bu bilgiler ışığında tarîkat faaliyetlerinin Seyyid Sıbgatullah'tan itibâiren Hicaz bölgesinde devam ettiği anlaşılmaktadır. Şeyh Vecîhüddin'den önceki meşâyihin ise nerelerde faaliyet gösterdiği tesbit edilememiş-tir. Ayrıca Seyyid Ali Hemedânî ile alâkalı bâzı belirsizlikler de söz ko-nusudur. Zeynüddin Hâfî'nin halîfesi olarak kaydedilen ve kendisin-den sonra silsilenin Hemedâniyye diye anıldığı anlaşılan Seyyid Ali Hemedânî, eğer Kübreviyye tarikatının Hemedâniyye kolunu kuran zât ise, o takdirde Hâfî'den hilâfet almış olması târihen çok zordur. Zira Hemedânî devrin sultanlarının da itibarını kazanmış ünlü ve et-kili bir şeyh olarak 6 Zilhicce 786'da (19 Ocak 1385) 72 yaşında ve-fat ettiğinde110 Zeynüddin Hâfî'nin henüz daha otuzuna bile girme-miş (doğumu: 757) bir genç olduğu bilinmektedir. Bu yaşlarda onun irşad postuna oturmuş bir şeyh olup olmadığı bile belli değildir. Bu-nunla birlikte silsilede adı geçen Hemedânî'nin Kübreviyye şeyhiyle isim benzerliği olan bir başka zat olması ve Zeyniyye'de de Kübreviy-ye gibi Hemedâniyye diye bir kolun meydana gelmiş olması muhte-meldir. Ancak bu silsilenin yer aldığı Kuşâşî'nin es-Simtu'l-mecîd'i de kaynakları arasında bulunan Harîrîzâde burada ismi geçen Hemedâ-nî'nin Kübreviyye şeyhi olduğunu ve aynı silsilede adı geçen halîfesi Abdullah Şettârî ile tarikatta bir de Şettâriyye kolu meydana geldiği-ni belirtmektedir.111 Bu sebeple ikinci silsile ile alâkalı şimdilik kesin bir şey söylenememektedir.

< Döneminde vahdet-i vücûdu savunanların imâmı olduğu belirti-len Kuşâşî'nin çoğu tasavvufla ilgili olmak üzere muhtelif konularda pek çok eser kaleme aldığı, bunlardan 50 kadarının kaynaklarda zik-redildiği nakledilmektedir.112 Eserlerinden Kelimetü'l-cûd ale'l-kavli bi vahdeti'l-vücûd isimli Arapça eseri vahdet-i vücûda dâirdir^13 el-

1 0 9 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 243-244. 1 1 0 Tahsin Yazıcı, "Hemedânî, Emîr-i Kebîr", DİA, XVII, 186. 1 1 1 Harîrîzâde, Tibyân, III, 254b, 256b. 1 1 2 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, 1 ,345; ondan naklen Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-

evliyâ, I, 559. 1 1 3 Eserin Süleymâniye Ktp., Reşid Ef., nr. 428'deki nüshası (vr. lb-33b) Mus-

tafa Tuncay tarafından Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanmıştır. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (1997).

Page 28: reşat öngören zeyniler

İfâde bima beyne'l-ihtiyâri'l-ilâhî ve'l-irâde isimli eseri ile Kitâbu sû-reti's-saâde bi-tilâveti kitâbi'l-ibdâi ve'l-iâde isimli eserinde Muhyid-din İbnü'l-Arabî'nin bazı görüşlerine açıklık getirmiştir.114 es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hırkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd adlı eserinde ise el aldığı bir çok tarîkatın muhtelif silsi-lelerini kaydetmiştir.115 Ayrıca Abdülkerim Cîlî'nin el-însânü'l-kâmil isimli eserinin 50-54 babları arasını,116 İbn Atâullah İskenderî'nin de Hikem-i Atâiyye'sini şerhetmiştir.117 Adı geçen es-Simtu'l-mecîd isim-li eserinde 12 Rebîulevvel 991'de (5 Nisan 1583) doğduğunu kayde-den Kuşâşî,118 Hicrî sene hesabıyla 80 yaşın üzerinde iken 1071 (1661) senesinin sonunda vefat etmiş ve şeyhi gibi Medîne'de Bakî mezarlığına defnedilmiştir.119

Şeyh Kuşâşî'den sonra silsile en önemli halîfelerinden İbrâhim b. Hasan Kûrânî ile devam etmiştir.120 Aslen Şehrezurlu olan Kûrânî, memleketinde ilm-i zâhiri ikmâl ettikten sonra Bağdat'a gidip bir müddet kalmış, ardından Şam, Mısır, Hicaz'a seyahatler etmiştir. Şey-hi Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'ye Medîne'de intisap ettiği ve ölümün-den sonra buradaki zâviyede makamına geçtiği kaydedilmektedir.121

1025 yılında doğan İbrâhim Kûrânî 28 Receb 1101'de (7 Mayıs 1690) Medîne'de vefat etmiş ve irşad faaliyetini yürüttüğü zâviyede defnedilmiştir.122 Kaynaklarda "Medenî" nisbesiyle de anılması123

1 1 4 Bu iki Arapça eser Süleymaniye Kütüphânesi'nde aynı mecmua içinde bu-lunmaktadır (Reşid Ef., nr. 428).

n î Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. (lb-76b). Burada Kuşâşî'nin zikirle alâkalı bir risâlesi (vr. 77b-87b) daha vardır.

1 1 6 bk. Süleymaniye Ktp., Reşid Ef., nr. 428 , vr. (45b-82a). Burada Kuşâşî'nin kelâma dair de birkaç risâlesi bulunmaktadır.

1 1 7 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345. 1 1 8 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 67a. 1 1 9 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 346. 1 2 0 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 34b; Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345; Nebhâ-

nî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ, I, 559 ; Muhammed b. Tayyib el-K_dirî, Neş-ru'l-mesânî li ehli'l-harni'l-hâdî aşer ve's-sânî (nşr. Muhammed "Hâccî-Ah-med Tevfik), Rabat 1986, III, 5-6; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b.

121 Neşru'l-mesânî, III, 5-6. 122 Neşru'l-mesânî, III, 6. Harîrîzâde vefat târihini 1108 olarak kaydetmişse de

('Tibyân, II, 106b), Neşru'l-mesânî1de gün ve ay verilerek kaydedilen 1101 târihi daha doğru olmalıdır.

Medîne'de uzun süre kaldığını gösterir. Harîrîzâde adını "Ebu'l-ur-yân" lakabıyla birlikte kaydetmektedir.124

(Neşru'l-mesânfde 25'den fazla eserinin adı kaydedilen İbrâhim Kûrânî de şeyhi Kuşâşî gibi çok eser telif eden mutasavvıf âlimlerden-dir,^25 Döneminde bir kısım kelâmî ve tasavvufî konularla ilgili tartış-maların içine girdiği anlaşılan Kûrânî, eserlerini de ağırlıklı olarak bu iki ilim dalının mes'elelerine ayırmıştır. Ayrıca kelâm ehli ile tasavvuf ehlini ortak bir noktada buluşturma gayreti içine girdiği de hissedil-mektedir. Tahkîku't-tevfîk beyne kelâmi ehli'l-kelâm ve ehli't-tarîk isimli bir eser kaleme almış olması bunun bir göstergesi sayılabilir. Te'lif ettikleri arasında Matlau'l-cûd bi tahkîki't-tenzîh fî vahdeti'l-vü-cöd,126 Mirkstü's-suûd ilâ sıhhati'l-kavl bi vahdeti'l-vücûd ve İşrâ-ku'ş-şems bi ma'rifet-i şerhi'l-külliyâti'l-hams gibi127 vahdet-i vûcûda dâir eserleri bulunan Kûrânî, tasavvuf düşüncesinde şeyhi Kuşâşî'nin izinden yürüyerek vahdet-i vücûd anlayışını savunanların başında gel-diği anlaşılıyor. Bu hususla alâkalı kendisine sorulan muhtelif sorula-rın cevâbı için İbnü'l-Arabî'nin Fütûhât ve Fusûs'undaki ilgili kısım-lardan yararlanmak sûretiyle bir çok risâle kaleme almıştır. Arapça olan bu risâlelerden on bir tânesi, kelâma dâir dört risâlesiyle birlikte Bâyezid Devlet Kütüphânesi'nde (Veliyyüddin Efendi, nr. 1815) bir mecmûa içinde bulunmaktadır. Tasavvufî mâhiyette olanların isimleri şöyledir: 1. el-Meslekü'l-muhtâr fî evvelin sadera mine'l-Vâcib bi'l-ih-tiyar (vr. 7b-32a) 2. er-Risâle (İbnü'l-Arabî'nin bâzı görüşleri hakkın-da, vr. 65b-83b) 3. Meslekü't-ta'rîf bi tahkîki't-teklîf alâ meşrebi eh-li'l-keşfi ve'ş-şuhûd (vr. 98b-110a) 4. Meşrau'l-vürûd ilâ matlai'l-cûd (vr. 114b-120b) 5. îbdâü'n-ni'me bi tahkiki sebkı'r-rahme (vr. 121b-126b) 6. Cilâü'n-nazar fî bekâi't-tenzîh maa't-tecellî fi's-suver (vr. 127b-129a) 7. Keşfü'l-mestûr (vr. 129b-130b) 8. el-İ'lân yedfeu't-te-

123 Neşru'l-mesânî, III, 5 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 1 2 4 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 125 Neşru'l-mesânî, III, 6-7. 1 2 6 bk. Süleymâniye Ktp., Cârullah, nr. 2102, vr. (178b'-220a). Burada ve Şehid

Ali Paşa bölümünde (nr. 2722) Gürânî'nin çoğu kelâma dâir daha başka ri-sâleleri de vardır.

127 Neşru'l-mesânî, III, 6-8.

Page 29: reşat öngören zeyniler

nâkuz fî sûreti'l-a'yân (vr. 131b-132a) 9. et-Tevsîl ilâ enne ilmellâhi bi'l-eşyâi ezelen ale't-tafsîl (vr. 132b-134a) 10. el-Meslekü'l-celî fî hükmi şathi'l-velî (vr. 137b-146b) 11. Tenbîhü'l-ukûl alâ tenzihi's-sû-fiyye an i'tikâdi't-tecsîm ve'l-aniyye(?) ve'l-ittihâd ve'l-hulûl (vr. 147b-156b).

İbrahim Kûrânî'den sonra Zeyniyye silsilesinin devam ettiği be-lirtilen Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayâtı ve faali-yetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. "Mekkî" nisbesinden Mekke-li olduğu ya da en azından uzun müddet burada faaliyet gösterdiği tahmin edilebilir. Tibyan müellifinin kaydından anlaşıldığına göre, ileride temas edilecek olan Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî ile devam eden Zeyniyye'nin bir başka silsilesi de bu zât-ta son bulmaktadır.128

C. Mevlânâ Muhammed Horasânî (ö. Zilhicce 925/ Aralık 1519)

: ve Mekke-Medîne-Halep Hattı

Zeyniyye'nin Hicaz bölgesi ile Suriye ve civârında yayılmasında etkili olan önemli şahsiyetlerden biri, Zeynüddin Hâfî'nin Horasan bölgesindeki ön önemli halîfesi Muhammed Tebâdegânî'nin halîfele-rinden Muhammed Horasânî'dir. Tasavvuf yoluna girmeden önce iç-ki meclislerinden ayrılmadığı belirtilen Horasânî, zaman sonra yap-tıklarından pişman olmuş ve Tebâdegânî'ye mürid olarak tövbe etmiş-tir. Çetin riyâzetler ve erbaînlerle sülûkünü ikmal ettikten sonra oruç-lu ve yaya olarak hicaza gitmiş, uzun yıllar Mekke ve Medine'de ir-şad faaliyetinde bulunmuştur.129 Necmeddin Gazzî onun yarım asır-dan fazla Arab diyarında kaldığını ve uzun ömür sürdüğünü belir-tir.130 Hicaz bölgesinin yanı sıra ayrıca Halep'te de uzun müddet fa-aliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.131 Arab diyârında halkın çoğunun

1 2 8 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b/ 1 2 9 Nevâî, Nesâyim, s. 403 ; ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 153. 1 3 0 Gazzî, el-Kevâkib, III, 66. 1 3 1 Gazzî, el-Kevâkib, I, 91.

kendisine mürid olduğu belirtilen132 Horasânî'nin el verdiği kimseler arasında Kasım Acemî (ö.934/1528'den sonra)133 ile Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî (Ö.970/1562-63) de vardır.134 Muhammed Tu-rûsî şeyhin vefatından sonra yine Zeyniyye meşâyihinden olan Seyyid îsâ'ya (Şeyh Kutbuddin îsâ) intisap etmiştir.135 Ayrıca Kasım b. Zül-zül'ün (Ö.942/1536), Horasânî'den el aldığı belirtilmemiş olmakla birlikte güzel sesli olması sebebiyle şeyhin semâ meclislerinde ilâhîler söylediği kaydedilmekte,136 Yahya b. Mûsâ Erdebîlî'nin de (Ö.953/1546) diğer bâzı meşâyihin yanı sıra Horasânî'nin sohbetleri-ne de katıldığı belirtilmektedir.137 Açıkça ifâde edilmemiş olsa da bu iki zâtın şeyhe intisap etmiş olmaları muhtemeldir.

Ali Şir Nevâî şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'in dördüncü meclisinde yer verdiği138 Muhammed Horasânî'nin Arap diyârından tekrar memleketi Horasan'a döndüğünü ve halkın arasına çıkmayarak çoğu vaktini sohbet ve ibâdetle geçirdiğini belirtmekte, kendisinin de birkaç kez sohbetiyle müşerref olduğunu kaydetmektedir. Nevâî'nin kaydından ayrıca şeyhin Horasan'da öldüğü ve oraya defnedildiği de anlaşılmaktadır.139 Ancak Necmeddin Gazzî, Horasânî'nin 925 sene-si Zilhicce ayında Halep'te öldüğünü ve buradaki kabri başına Emîr Yûnus Âdilî tarafından bir imâret yaptırıldığını kaydetmiştir.140

132 Nevâî, Nesâyim, s. 403 . 1 3 3 Gazzî, el-Kevâkib, II, 243. 1 3 4 Gazzî, el-Kevâkib, III, 66. 1 3 5 Gazzî, el-Kevâkib, III, 66 ; a.mlf., a.g.e., II, 234. 1 3 6 Gazzî, el-Kevâkib, II, 241-242. 1 3 7 Gazzî, el-Kevâkib, II, 259. 1 3 8 Nevâî onun Farsça bir rubâîsini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir:

Bir müddet dostlardan ayrı kalacağım Mihnet ve derde mübtelâ olacağım Sevgili benimle bilişik etmezse Kardeş ve bilişlere yabancı olacağım (Mecâlis, s. 153).

139 Nevâî, Nesâyim, s. 403 . 1 4 0 Gazzî, el-Kevâkib, I, 91 ; ayrıca bk. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V,

423. Bu ikinci eserde Horasânî'nin Zeyniyye ile ilişkisinden söz edilmemiş, aksine hırka silsilesinin Necmüddin el-Kebîr'e [Kubrâ?] dayandığı belirtil-miştir (V, 422) .

Page 30: reşat öngören zeyniler

D. Abdülkerîm Halîfe (Ö.884/1479) ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi

Zeynüddin Hâfî'nin bir başka önemli halîfesi Şeyh Abdülkerîm Efendi vasıtasıyla Zeyniyye tarîkatının Sûriye ve civârında, özellikle de Halep'te yayıldığı anlaşılmaktadır. Abdülkerîm Halîfe'nin Zey-nüddin Hâfî'nin yanında yetiştiğini ve Halep'te ikamet ettiğini çağda-şı bulunan târihçi Âşıkpaşazâde'den öğreniyoruz.141 Âşıkpaşazâde onun adını, ileride temas edilecek olan Şeyh Cüneyd-i Safevî olayını anlatırken dolaylı olarak anmıştır. Hayâtı hakkında pek fazla bilgi bu-lunmasa da, Halep'deki meşhur sîmâların anlatıldığı bâzı eserlerde ona da yer verildiği görülmektedir. XVI. asır tarihçilerinden olan ve Abdülkerîm Halîfe ile zâviyesinde görüştüğünü belirten İbnü'l-Han-belî (Ö.971/1563) ve daha sonra ondan naklen Muhammed Râgıb'ın belirttiğine göre, Abdülkerîm Efendi Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin Arab beldelerine yaptığı bir seyahat sırasında onunla buluşmuş ve bu tarih-ten sonra şeyhe bağlı olduğunu ifâde sadedinde "Hâfî" nisbesiyle Ab-dülkerîm Hâfî şeklinde anılmıştır.142 Zeynüddin Hâfî'nin Arab belde-lerine yaptığı seyahatin tarihi verilmiyor; ancak onun 822'de (1419) Mısır'da143 824'te (1421) yine Mısır Kâhire'de144 825'te de Kudüs'te olduğu145 ve oradan Mekke'ye gittiği146 bilinmektedir. Abdülkerîm Efendi onunla muhtemelen bu târihlerden birinde buluşmuştur.

Halep dışında faaliyet gösterip göstermediği tesbit edilemeyen Abdülkerîm Halîfe'nin Halep'teki irşad faaliyetlerini Kınnesrîn ka-pısı denilen yerde147 eski mescidlerden Muhassab Mescidi'ni, mes-

1 4 1 Âşıkpaşazâde Derviş Ahmed, Âşıkpaşazâde Târihi [nşr. Âlî Bey], İstanbul 1332, s. 266.

1 4 2 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839-840; Muhammed Râ-gıb, Târîhu Haleb, V, 301.

1 4 3 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 432-33; Nevâî, Nesâyim, s. 246-47 ; Reşe-hât Tercümesi, s. 91-92.

1 4 4 bk. Sehâvî, IX, 261. 1 4 5 Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı,

müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b).

1 4 6 Bu bilgi Vasâya'l-Kudsiyye'ye yapılan tercümelerin bir kısımının başında ka-yıtlıdır. Meselâ bk. (Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. 2a).

1 4 7 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839.

cid-tekke şeklinde kullanarak sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Zamanla müridlerin adedi artınca burayı ilâvelerle genişletmiştir. Şu an kab-rinin bulunduğu kıble tarafının doğusundaki ilâve hücrenin kitabe-sinde, burayı 855'te (1451) bizzat kendisinin yaptırdığını belirtmiş ve adını Abdülkerîm b. Abdülazîz b. Abdullah şeklinde kaydetmiştir. Ayrıca Hanefî mezhebinden olduğunu ve Zeynüddin Hâfî'ye bağlı bulunduğunu da ifâde etmektedir.148 Halk arasında kerâmetiyle ta-nınan Abdülkerîm Halîfe'nin sıtmaya tutulanları okuyarak ve bazı formüller uygulayarak tedâvî ettiği, çokça rağbet edilen zâviyesi-nin149 kendisinden sonra Kerîmiyye Câmii diye anıldığı belirtilmek-tedir.150 Muhammed Râgıb halkın bu câmînin kıble duvarına Ab-dülkerîm Halîfe tarafından Hz. Peygamber'in ayak izinin bulundu-ğu sarı bir taşın konulduğuna inandığını ve teberrüken bu taşı ziyâ-ret ettiklerini kaydetmektedir.151

Abdülkerîm Halîfe'nin Anadolu'dan kaçıp Haleb'e giden Şeyh Cüneyd'i yakalatması için Mısır sultanı Çakmak'a haber gönderen iki kişiden biri olması ve sultanın da bu haber üzerine harekete geçme-si,152 halk arasında olduğu kadar yöneticiler nezdinde de itibar sahi-bi olduğunu gösteriyor. Onun uzun ve bereketli bir ömür sürüp yüz yaşını aştıktan sonra vefat ettiği nakledilmekte,153 ancak kendisinden sonra tarîkat silsilesinin devam edip etmediği belirtilmemektedir.

1 4 8 Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 302. Muhammed Râgıb kitâbedeki is-mi yukarıdaki gibi kaydettiği halde, şeyhin adını İbnü'l-Hanbelî'nin kaydı-na uyarak "Abdülkerîm b. Abdullah" şeklinde kaydetmiştir.

1 4 9 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839-840; ondan naklen Mu-hammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301-302.

1 5 0 Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 304. Halkın inanışına göre Abdülke-rîm Halîfe'ye bir gece rüyasında Resûlullah'ın ayak izinin bulunduğu bir ta-şı Hicaz'dan kumral bir adamın getireceği söylenmiş, ertesi gün camînin önüne devesiyle gelen adamdan bu taşı almıştır (bk. a.g.e., aynı yer).

1 5 1 Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301. 1S1 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 266. İleride temas edileceği gibi, Sultan Çakmak'a

Abdülkerîm Halîfe ile birlikte haber gönderen diğer zât Mevlânâ Ahmed Bekrî'dir.

1 5 3 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839; ondan naklen Muham-med Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301.

Page 31: reşat öngören zeyniler

E. Seyyid Safiyyüddin Îcî (ö.?) ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni

Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden olduğu anlaşılan Seyyid Safiyyüddin154 ile birlikte Zeyniyye'de devam eden silsileye mensup meşâyih de daha çok Hicaz, Suriye ve Mısır bölgesinde faali-yet göstermiştir. Hayâtı hakkında bilgi bulamadığımız Seyyid Safiy-yüddin,155 öyle anlaşılıyor ki, Zeynüddin Hâfî'ye Mısır'da bulundu-ğu sırada intisap etmiştir. Sehâvî onun Mısır'da Hâfî'nin Farsça şiir-lerini açıkladığı deslerine katıldığını kaydeder.156 Seyyid Safiyyüd-din'den sonra posta oğlu Seyyid Muînüddin Safevî geçmiş, ondan da Medîne'de 904 (1498-99) senesinde Hz. Peygamber'in (a.s.) huzû-runda Ahmed b. Musâ Nebtînî hilâfet almıştır. Nebtfnî'nin faaliyetle-rini çoğunlukla Medine şehrinde sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Seyyid Muînüddin'in kızından torunu allâme Seyyid îsâ b. Muhammed Îcî Safevî (Şeyh Kutbuddin îsâ) uzun yıllar Mekke'de kaldıktan sonra git-tiği Medîne'de adı geçen Şeyh Ahmed b. Musâ'ya intisap ederek on-dan icâzet almış, böylece Zeynüddin Hâfî'den sonra büyük dedesi Seyyid Safiyyüddin ile devam eden Zeyniyye silsilesine dâhil olmuş-tur.157

Seyyid îsâ 939 (1532-33) senesi civarında Medine'den Şam'a geç-miş, burada hem tedris hem de tarîkat faaliyetlerinde bulunmuştur. Oradan Kudüs'e giden Seyyid İsâ'nın Şam'da Muhyiddin İbnü'l-Ara-bî'nin ve diğer bir kısım evliyânın kabrini ziyâret ettiği belirtilmekte-dir. Ayrıca onun evliyâ kabirlerini ziyâret için Bağdat'a da gittiği nak-ledilir.158 Bağdat seyahati sırasında kendisine halîfelerinden Muham-med b. Ali Geylânî et-Turûsî refâkat etmiştir.159 Seyyid îsâ iki defa da Anadolu'ya seyahat ederek İstanbul'da pâdişâh Kânûnî Sultan Süley-

1 5 4 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. 1 5 5 Muahhar kaynaklardan Tabibzâde'nin Silsilenâme'siııde Zeynüddin Hâ-

fî'nin halîfeleri arasında zikredilen Safiyyüddin b. Mansur (s. 53) bu zât ol-malıdır.

1 5 6 Sehâvî, IX, 261. 1 5 7 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. 1 5 8 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233-234. 1 5 9 Gazzî, el-Kevâkib, III, 66.

man'la görüşmüştür. Birinci ziyâretinde padişah kendisine Mısır hazî-nesinden 50 akçe maaş bağlatmış, ikinci ziyâretinde de buna 20 akçe daha ilâve etmiştir. Ayrıca nesli kesilinceye kadar devam etmek üzere çocukları için 24 akçe maaş tahsis etmiştir. İstanbul'dan tekrar Suri-ye'ye dönen Seyyid îsâ Halep'te halîfelerinden Şeyh Muhammed Îcî ile buluştu. Muhammed Îcî, Seyyid îsâ'dan Halep'te hilâfet alıp ardın-dan Şam'a yerleşmiş olan şeyhlerdendi.160 Muhammed Îcî'nin kendi adını verdiği oğlu Muhammed de Şam'da Seyyid îsâ'nın sohbetlerine katılarak ondan ders okumuştur.161 Îcî, öyle anlaşılıyor ki, şeyhinin İstanbul'dan döndüğünü duyunca onu Halep'te karşılamış ve birlikte buradan Şam'a gitmişlerdir. Seyyid îsâ daha sonra Şam'dan Mısır'a gi-derek oraya yerleşmiştir. 952'de (1545) Mısır'da hayatta olduğu an-laşılan Seyyid îsâ'nın vefat târihi kaydedilmemiştir.162

Muhammed Îcî'nin dergâhını Şam'ın Sâlihiyye bölgesinde kurdu-ğu ve burada tasavvufî faaliyetlerinin yanı sıra zâhir ilimlerini de okuttuğu anlaşılmaktadır. Ondan ders alanlar arasında Allâme Mu-hammed b. Muhammed Behnisî,163 kırâatta yed-i tûlâ sâhibi olduğu bildirilen Ahmed Aydûnî gibi âlimler vardır. Aydûnî'nin ondan Fars-ça dersleri aldığı belirtilir.164 Pek çok fende mâhir olduğu kaydedilen Molla Ahmed Kazvinî'nin (Ahmed b. Abdülevvel Kazvinî) onunla dost olması,165 ilmî seviyesinin yüksekliğine bir işâret sayılabilir. Emeviyye Câmii imamlarından Muhammed b. Ali Basravî,166 Nakşi-bendiyye'nin âlim şeyhlerinden Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî gibi önemli şahsiyetlerin vasiyyetleri gereği cenaze namazlarını kıldırmış olması ise,167 onun çevresinde takva ve kemâl ehli olarak tanındığını göstermektedir. Ayrıca o, kaydedildiğine göre, Sultan II. Selim için 18 Razamazan 982'de (01 Ocak 1575) Şam'da kılınan gâib cenâze nama-

1 6 0 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233-234. Gazzî, el-Kevâkib, III, 37.

1 6 2 Gazzî, el-Kevâkib, II, 234. 1 6 3 Gazzî, el-Kevâkib, III, 13. lfi4 Gazzî, el-Kevâkib, III, 125-126. 1 6 5 Gazzî, el-Kevâkib, II, 110. 1 6 6 Gazzî, el-Kevâkib, II, 47-48. 1 6 7 Gazzî, el-Kevâkib, II, 146.

Page 32: reşat öngören zeyniler

zı için de imam olarak seçilmiştir ki,168 bu, diğer kesimlerle birlikte idâreciler nezdinde de mûteber bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.

F. Ahmed b. Fakih Ali Dimyâti (Ö.877/1472-73)

ve Salâhiye ile Siryakosa Hânkâhları

Zeyniyye'nin Mısır ve Hicaz bölgesinde yayılmasında Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih Ali b. Muhammed169 ile de-vam eden silsilenin de önemli katkıları olduğu anlaşılmaktadır. "Dim-yâtî" nisbesinden Mısırlı olduğu anlaşılan Şeyh Ahmed'in hayâtı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi bulunamamıştır. Şâfiî mezhebinden olduğu ve "Zülbânî" diye tanındığı belirtilmektedir.170 Onun uzun ömür sürdüğünü kaydeden Sehâvî, 877'de Kâhire'ye geldiğinde ziyâ-retine gitmiş ve yüz yaşım seneler önce aştığını kendisine söylediğini kaydetmiştir. Sehâvî'nin ayrıca sohbetine katılmak ve elini öpmek için halkın birbiriyle yarıştığını kaydetmesi, onun geniş bir kitle tarafın-dan tanındığını göstermektedir. Bu seyahatinden sonra Kâhire'de faz-la kalmayıp memleketine dönen Şeyh Ahmed orada vefat etmiştir.171

Şeyh Ahmed Dimyâtî'nin hilâfet verdiği zâtlardan biri Mısırlı meşhur âlim Şeyhülislâm Zekeriyya Ensarî'dir (Zekeriyya b. Kadı Zeynüddin Ensârî, ö. 3 Zilkade 926/15 Ekim 1520).172 Dimyâtî'nin yanı sıra diğer bâzı meşâyihten de hilâfet aldığı kaydedilen Zekeriyya Ensârî "Allâmetü'l-muhakkıkin", "Seyyidü'l-fukaha ve'l-muhaddi-sin", "Câmiu beyne'ş-şerîa ve'l-hakîka" gibi unvanlarla anılır.173 Salâ-

1 6 8 Gazzî, el-Kevâkib, III, 156. 1 6 9 Sehâvî, II, 32 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. Tibyân'da şeyhin künyesi

"Ebu'l-Abbas" şeklinde kaydedilmişse de, Sehâvî "Ebû Abdü'l-Bâsit" şeklin-de kaydetmiştir (bk. belirtilen yerler).

1 7 0 Sehâvî, II, 32 ; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. Necmeddin Gazzî "İbn Zül-bânî" diye meşhur olduğunu kaydetmiştir (el-Kevâkib, I, 198).

1 7 1 Sehâvî, II, 32. 1 7 2 Sehâvî, II, 32 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 198; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. 1 7 3 Gazzî, el-Kevâkib, I, 196.

hiye Dergâhı174 ile ismi kaydedilmeyen daha başka dergâhların da meşîhatini üstlenmek suretiyle tedris ve tasavvuf faaliyetlerini sürdü-ren Ensârî'nin,175 o dönemde vahdet-i vücûd görüşünün esaslı savu-nucularından biri olduğu anlaşılmaktadır. Mısır'da İbnü'l-Fârız'ın "Kasîde-i Tâiyye"si üzerine meydana gelen tartışmalar sırasında Mu-hibbüddin İbnü'ş-Şıhne ve Burhâneddin el-Bikaî gibi bir çok âlim İb-nü'l-Fârız'ı küfürle itham edince Kâfiyeci, Suyûtî, İbnü'l-Gars ve Ka-sım b. Kutluboğa ile birlikte İbn Fârız'ı savunmuş,176 onun görüşleri-nin yanı sıra Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve diğer tasavvuf büyüklerinin görüşlerini Şerhu'r-ravz isimli eserinde yanlış anlamalara sebebiyet vermeyecek şekilde yorumlayarak açıklamıştır.177 Kaleme aldığı eser-ler arasında Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı şerh de (Şerhu Risâleti'l-Kuşey-rî) bulunmaktadır.178

Zekeriyya Ensarî'den sonra Zeyniyye silsilesi Şeyh Necmeddin Gaytf (Muhammed b. Ahmed Gaytf, Ö.983 veyâ 984/1576) ile devam etmiştir.179 Harîrîzâde ayrıca bu silsilenin Zekeriyya Ensârî'den Ab-dülvahhâb Şârânî'ye, ondan Necmeddin Gaytî'ye geçtiği şeklinde de bir rivâyetin olduğunu belirtir.180 Tam adı Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Ebu Bekir şeklinde kaydedilen Necmeddin Gaytî de dönemin ileri gelen âlimlerindendir. Ensârî gibi o da "Şeyhülislâm" "Allâme" ve "Asrın muhaddisi" gibi Unvanlarla anılmaktadır. Mısırlı olup Şâfiî mezhebine mensuptur. Kitâbü'l-mi'râc isimli bir eserinin olduğu bil-

1 7 4 Salâhiye Dergâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/me-şâyih hakkında geniş bilgi için bk. Âsim Muhammed Rızk, Hânkâvâtü's-sû-fiyye fîMtstr, Kahire 1997 ,1 , 127-158.

1 7 5 bk. Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Nazmu'l-tkyân fî a'yâni'l-a'yân, el-Mektebetü'l-ilmiyye, Beyrut, ts., s. 113.

1 7 6 Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153 1 7 7 Gazzî, el-Kevâkib, I, 203. Arapça olan Şerhu'r-ravz'm büyük boy dört cild

hâlinde bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (H. Hüs-nü Paşa, nr. 400).

1 7 8 Gazzî, el-Kevâkib, I, 202. Zekeriyya Ensârî'nin Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı Arapça şerhin büyük boy 280 varaklık bir nüshası Süleymâniye Kütüphâne-si'ndedir (Hacı Mahmud, nr. 1583).

1 7 9 Gazzî, el-Kevâkib, III, 51 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a. 1 8 0 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.

Page 33: reşat öngören zeyniler

dirilen Gayrî, tasavvufî faaliyetlerini İmam Şâfiî'nin kabri yakınında bulunan ve daha önce şeyhi Zekeriyya Ensarî'nin meşîhatini yürüttü-ğü Salâhiye Hankâhı ile Siryakosa Hankâhı'nda yürütmüştür. Mısır meşâyihinin kendisini çok sevdiği, özellikle babasının şeyhi Nûreddin Şûnî'nin ona ayrı bir muhabbet beslediği rivâyet edilmektedir.181

Necmeddin Gaytf den sonra Zeyniyye'nin bu silsilesi yine önem-li âlimlerinden Gaytî'nin halîfesi Şeyh Sâlim Senhûrî (Sâlim b. Mu-hammed İzzeddin, ö. 3 Cemâziyelâhir 1015/ 6 Ekim 1606) ile devam etmiştir.182 Pek çok ilmi bünyesinde topladığı bildirilen Senhûrî Mı-sırlı olup, döneminde Mâlikîlerin Mısır başkadılığını yapmıştır. Mı-sır'la birlikte Şam ve Hicaz bölgesinden de sayısızca öğrencisi olduğu nakledilmektedir.183 Tasavvufî faaliyetlerini hangi dergâhta sürdür-düğü kaydedilmeyen Senhûrî'nin, şeyhi Necmeddin Gayrî ve şeyhinin şeyhi Zekeriyya Ensârî'nin meşîhatini üstlendiği Salâhiye Hânkâ-hı'nda sürdürmediği kesindir. Zira buranın vakfiyesinde Şâfiî mezhe-binden olanlara şart koşulduğu belirtilmektedir.184

Senhûrî'den sonra Zeyniyye silsilesi şu şekilde devam etmiştir: Şeyh Muhammed b. Alâeddin Bâbilî (Şemsüddin Bâbilî, ö. 1077/1666-67) > Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî (ö. 1130/1718) > Şeyh Mu-hammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî (ö.?).185 Mısırlı olan Muham-med b. Alâeddin Bâbilî şeyhi bulunan Sâlim Senhûrî'den zâhirî ilimle-ri de tahsil ederek devrin en önemli fıkıh ve hadis âlimleri arasına gir-miştir. Hadis hâfızı olması yanında cerh ve ta'dîl hususunda da olduk-ça mahâretli olduğu kaydedilmektedir. Tedris ve tasavvuf faaliyetleri-ni birlikte yürüttüğü anlaşılan Bâbilî, Salâhiye Medresesi'nde vazife-lendirilmek istenmişse de, medresenin vakfiyesinde "Şâfiî ulemâsının en bilginine verilmesi" şart koşulduğunu, kendisinin ise Şâfiî âlimlerin en bilgini olmadığını belirterek bu vazîfeyi kabul etmemiştir. Bir çok

181 Gazzî, el-Kevâkib, III, 51-53. 1 8 2 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 204 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a. Harîrîzâde

Senhûrî'nin vefatını 1025 olarak kaydetmişse de, Muhibbî'nin gün ve ay ve-rerek kaydettiği 1015 târihi daha doğru olmalıdır.

1 8 3 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 204. 1 8 4 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 40. 1 8 5 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.

defa Hac için gittiği Mekke'de on yıl kadar kalmış olması,186 Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden bu silsilenin Mısır'la bir-likte Hicaz ve civarında da yayıldığını göstermektedir. Şeyh Bâbilî'den sonra silsilenin devam ettiği Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî ve Şeyh Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayatı ve faaliyetleri hak-kında bilgi bulunamamıştır. Ancak her ikisinin de "Mekkî" nisbelerin-den Mekkeli oldukları ya da en azından Bâbilî'nin Hicaz bölgesinde başlattığı faaliyetleri uzun süre burada sürdürdükleri tahmin olunabi-lir. Şeyh Bâbilî talebelerine eser telifi ile zaman kaybetmemelerini, ön-ceki âlimlerin yazdıklarını anlayıp bunları yaygınlaştırmalarının daha faydalı olacağını tavsiye etmiş, eğer bir eser yeni bir şey getirmeyecek-se ona harcanan zamanın israf olacağını vurgulamıştır. Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa'nın talebi üzerine cihadla ilgili bir kitap kaleme aldığı kaydedilen Bâbilî, dönemin ileri gelen âlimlerinden olmasına rağmen te'lif için zaman harcamayarak bütün vaktini eğitime ayırmıştır. Onun yanında yetişenler arasında Kahire'den Şeyh Mansur et-Tûhî, Şihâbüd-din Ahmed el-Beşbîşî, Şemsüddin Muhammed b. Halîfe eş-Şevberî, Şam'dan Şeyh Abdülkadir es-Suffûrî, Şeyh Muhammed el-Habbâz, Şeyh Muhammed b. Ali el-Mektebî, Mekke'den Şeyh Ahmed b. Ab-durraûf, Şeyh Abdullah b. Tâhir el-Abbâsî, Şeyh Ali el-Eyyûbî, Şeyh Ali b. Ebül-beka, Şeyh İskender el-Makkarî, Şeyh Said b. Abdullah, Şeyh Abdülmuhsin el-Kal'î, Şeyh İbrahim b. Mahmud ez-Zencebîlî, Şeyh Ali Bâhâc, Medine'den Şeyh İbrâhim el-Hıyârî gibi zâtlar bulun-maktadır.187 Kendisi Şâfiî mezhebinden olmasına rağmen İmâm-ı Âzam'ı en üstün imam olarak nitelediği nakledilen Şeyh Bâbilî Hicrî 1000 senesinde doğmuş ve 1077'de vefat etmiştir.188

G. İbnü'l-Hümâm (Ö.861/1457) ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları

Zeyniyye'nin Mısır ve civarında yayılmasında önemli katkıları ol-duğu anlaşılan Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen bir başka halîfesi, usul

1 8 6 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 39-40; ayrıca bk. Neşru'l-mesânî, II, 155. 1 8 7 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 41. 1 8 8 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 42.

Page 34: reşat öngören zeyniler

ve kelâm âlimlerinden Hanefi fakîhi Kemâleddin İbnü'l-Hümâm'dır. 790'da İskenderiye'de dünyaya geldiği kaydedilen İbnü'l-Hümâm'ın âilesi aslen Sivaslıdır. Zeynüddin Hâfî'ye, anlaşıldığı kadarıyla, Mı-sır'da bulunduğu sırada intisap etmiş ve şeyhle birlikte Kudüs'e git-miştir. Hâfî'nin ona sâlih bir kul ve ilmiyle amel eden bir âlim olma-sı yönünde duâ ettiği nakledilir.189 İbnü'l-Hümam'dan bahseden kay-naklar pek çok ilim dalında akrânından üstün olduğunu belirterek ona "allâme" vasfını lâyık görmektedirler.190 Onun Zeynüddin Hâ-fî'nin yanı sıra İbrahim b. Ömer el-Edkâvî'den de zikir aldığı, ayrıca İbnü'l-Arabî'nin Fusûsü'l-hikem'ini okutan Nasrullah b. Abdurrah-man el-Ensârî ile sohbetlerde bulunduğu kaydedilmekte, allâme vas-fının yanında "şeyhu'ş-şuyûh" ve "şeyhu'l-ârifîn" ünvanlarıyla da anıldığı belirtilmektedir.191 İbnü'l-Hümâm 829'da (1426) el-Meli-kü'l-eşref Barsbay'm Mısır'da kurduğu Eşrefiyye Medresesi'nin/Hân-kâhı'nın192 müderrisliği ve şeyhliğini yürütmek üzere görevlendirildi. Burada yaklaşık dört yıl faaliyet gösterdikten sonra, kendisine sorul-madan tasavvuf meşihatının öğrencisi Şemsüddin Emşâtî'ye verilme-sine kızarak 13 Şâban 833'te (7 Mayıs 1430) görevini bıraktı. Kayde-dildiğine göre, âdetleri üzere ikindi vakti zikir için toplanıldığında İb-nü'l-Hümâm başından sarığını (taylesan) çıkarıp atarak, "Şâhid olun şu sarığı başımdan çıkardığım gibi, kendimi de meşîhattan azlettim" demiştir. Sultan ve adamlarının onca rica ve yalvarmalarına rağmen tekrar geri dönmeyince, yerine yine Zeynüddin Hâfî'den icâzetli âlim Emînüddin Aksarâyî getirilmiştir. İbnü'l-Hümâm bu olayın üzerinden uzun müddet geçtikten sonra 847'de (1443) Şeyhûniye Hankâ-hı'nın193 şeyhliğini üstlendi, ancak kendi isteği ile buradaki görevini

1 8 9 Sehâvî, VIII, 127-128. 1 9 0 Meselâ bk. Sehâvî, VIII, 131; Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Husnü'l-

muhâdara fî târihi Mıstr ve'l-Kcihire (nşr. Muhammed Ebu'1-fazl İbrâhim), 1967 ,1 , 474 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 226.

1 9 1 Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, XXI , 88. 1 9 2 Eşrefiyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/me-

şâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hânk&vâtü's-sû-fiyye fîMtsır, Kahire 1997, II, 602-635.

1 9 3 Şeyhûniyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ule-mâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hâttkâvâ-tü's-sûfiyye fî Mısır, Kahire 1997,1 , 315-356.

de bıraktı.194 İslâm Ansiklopedisi'nde bu vazîfeden 858'de (1454) ay-rıldığı kaydedilmiştir ki,195 bu durumda adı geçen hânkâhta on sene-yi aşkın bir müddet hizmet ettiği anlaşılır.196

İbnü'l-Hümâm'ın yetiştirdiği halîfeler arasında, kendisi gibi yine "allâme" vasfı layık görülen Seyfüddin b. Kutluboğa da (Ö.14 Zilkade 881/ 28 Şubat 1477) bulunmaktadır. İbnü'l-Hümam Şeyhûniye'de görevli iken hac için dergâhtan ayrıldığında yerine bu halîfesini bırak-tığı nakledilir. Sultan Eşref Kayıtbay nezdinde de önemli bir itibara sâhib olduğu anlaşılan Kutluboğa, şeyhi İbnü'l-Hümâm'ın talebi üze-rine Hıbâniye'de bulunan Câmî'nin meşîhatini üstlenmiş, ancak kuru-cusunun bâzı tasavvufî uygulamaları kendi arzu ettiği şekilde yönlen-dirmek istemesi üzerine görevini bırakmıştır. Ayrıca ona Kanbay Çer-kesî'nin türbesinin bulunduğu dergâhın şeyhliği teklif edildiği halde bunu kabul etmemiş, ancak Burhaneddin İbnü'd-Deyrî'nin vefatından sonra Müeyyediyye Dergâhı'nın şeyhliğini üstlenmiştir. Daha sonra ise Kâfiyeci'nin ardından Şeyhûniye'ye şeyh olduğu ve ölünceye ka-dar bu vazîfeyi yürüttüğü belirtilmektedir.197

1 9 4 Sehâvî, VIII, 130; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 474. 1 9 5 Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, XXI, 87. 1 9 6 İbnü'l-Hümâm hakkında bir çok akademik çalışma yapılmıştır. Bunların bir

kısmı için bk. Ömer Aydın, Türk Kelâmcıları, İstanbul 2001, s. 49-50. 1 9 7 Sehâvî, IX, 173-175; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478. "Allâme" diye anı-

lan bir başka meşhur âlim Hanefî fakihlerinden Kasım b. Kutluboğa'nın da (Ö.879/1474) Eşrefiyye Dergâhı'na mensup bir sûfî olduğu kaydedilmekte-dir (Talat Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153). Adı geçen dergahın me-şîhatinin o dönemde genellikle Zeynüddin Hâfî'ye mensup âlimlerin elinde bulunması, ayrıca Kutluboğa'nın İbnü'l-hümâm'ın talebesi olması ve Zeynî-lerce okunmasına ayrı bir önem verilen Sühreverd'i'nin Avârifü'l-maârif in-deki hadisleri tahrîç etmesi (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 110) gibi

' hususlar dikkate alınırsa, onun da Zeyniyye'ye mensup olduğu düşünülebi-lir. Ancak zikir aldığı şeyh belirtilmediği için bu hususta kesin bir şey söyle-mek zordur.

Page 35: reşat öngören zeyniler

H. Emînüddin Aksarâyî (ö. 16 Muharrem 880/22 Mayıs 1475) ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları

Zeyniyye Tarikatı'nin Mısır ve civarında yayılmasında etkili olan önemli âlimlerden bir diğeri de Hanefî fakîhi Emînüddin Yahya b. Muhammed Aksarâyî'dir. 797'de Kahire'de doğmuş olmakla birlikte, yukarıda bahsi geçen İbnü'l-Hümâm gibi o da aslen Anadolulu olup ailesi Aksaray'dan Mısır'a göç etmiştir. Zamanında Hanefîlerin baş-kadısı olduğu belirtilen Aksarâyî, Zeynüddin Hâfî'ye 824'te (1421) Kahire'de bulunduğu sırada intisap eden âlimlerdendir.198 Çeşitli fa-aliyetlerle birlikte bir müddet Sargıtmeşiyye Medresesi'nin199 ve Ba-bülvezir'in dışındaki Emir Koca türbesinin bulunduğu dergâhın meşî-hatini yürütmüş, pîrdaşı İbnü'l-Hümam'ın ayrılması üzerine de Eşre-fiyye Dergâhı'nın hem müderrislik hem de şeyhliğini üstlenmiştir. Kaydedildiğine göre Eşrefiyye Dergâhı'ndaki görevi İbnü'l-Hümam gibi bir âlimden sonra teeddüben kabul etmek istememiş, ancak ısrar edilince kabul etmek zorunda kalmıştır.200 Burada ve diğer dergâhlar-da ne kadar faaliyet gösterdiği tesbit edilemeyen Aksarâyî, meşhur Hanefî fakîhi Bedreddin Aynî'nin (ö. 855/1451) torunlarından Şihâ-büddin'in ricâsı üzerine, Aynî tarafından kurulan medresenin (Med-resetü'l-Ayniyye) müderrislik ve şeyhlik görevini üzerine almış, Eşre-fiye'deki görevini de oğlu Ebussuûd'a bırakmıştır.201 Bâzı kaynaklar-da kendisinden "şeyhu'ş-şuyûh" diye bahsedilen Akasarâyî'nin202 il-mî yeterliliği sebebiyle Sultan Eşref Kayıtbay tarafından da takdir edildiği ve sultanın kendisini ziyâret ettiği nakledilmektedir. Oğlu Ebussuûd kendisinden önce vefat etmiştir.203

1 9 8 Sehâvî, IX, 261; X , 240, ayrıca bk. Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478. 1 9 9 Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177-178; Muhammed b. Ahmed el-Hanefî, Bedâ-

iu'z-zuhûr fî vekâi'i-dühûr (nşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1984, III, 107.

2 0 0 Sehâvî, X, 241 ; ayrıca bk. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177, 178; İbn İyâs, Be- . dâiu'z-zubûr, III, 107.

2 0 1 Sehâvî, X, 242. 2 0 2 bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 226. 2 0 3 Sehâvî, X, 242-243.

ZEYNÎLİĞİN ANADOLU VE RUMELİ'DE YAYILIŞI

— A. Şeyh Muhammed (ö. 860/1456'dan önce) f^aynaklarda hayâtı ve faaliyetleri hakkında hiçbir bilgi bulunama-

yan Şeyh Muhammed'in, Zeynüddin Hâfî'nin Anadolu'da faali-yet gösteren bir halîfesi olduğu, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi XVI. yüzyıl kaynaklarının Şihâbüddin Sivâsî (Ö.860/1456) bahsinde verdik-leri dolaylı bilgiden anlaşılmaktadır.204 Tabibzâde de şematik olarak hazırladığı Silsilenâme'sinde Şeyh Muhammed'i Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri arasına yerleştirmiş, Şihâbüddin Sivâsî'yi de onun yegâne halîfesi olarak göstermiştir.205 Nişancı Târihi'nde ise Sivâsî'nin Zey-nüddin Hâfî'ye intisap ettiği ve sülûkünü onun yanında tamamladığı belirtilmektedir.206 "Tefsîru'ş-şeyh" adıyla tanınan Uyûnü't-tefâsîr207

2 0 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 415. Bu kaynakların ver-diği dolaylı bilgiler, muahhar dönemde kaleme alınmış olan Osmanlı Müel-lifleri ile (I, 90) Sefine'de de yer almıştır (I, 268).

2 0 5 Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. 2 0 6 Nişancı Mehmedlıîendi, Nişancı Târihi, İstanbul 1290, s. 123. 2 0 7 Tam adı Uyûnü't-tefâsîr li'l-fudalâi's-semâsîr olan bu eserin tanitımı ve de-

ğerlendirilmesi ile ilgili bk. Şükrü Arslan, "Şihâbüddin es-Sivâsî ve 'Uyûnu't-tefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IX (1990), s. 188-214 (Makale X. ve XI. sayılarda da devam etmektedir).

Page 36: reşat öngören zeyniler

isimli meşhur tefsirin müellifi olan Sivâsî Taşköprîzâde, Hoca Sâded-din ve Bursalı Mehmed Tâhir'e göre, memleketinde zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Muhammed'e inti-sap ederek tasavvufî merhaleler katetmiş, daha sonra şeyhiyle birlik-te Ayasuluğ'a (bugünkü Selçuk) gidip yerleşmişlerdir. Adı geçen şeh-re hangi târihte gittikleri belirtilmemekle birlikte, hayatlarının sonla-rına kadar faaliyetlerini burada sürdürdükleri anlaşılmaktadır.208

Yukarıdaki bilgilerin yanı sıra bizzat Şihâbüddin Sivâsî Cezzâbü'l-kulûb isimli Arapça eserinin sonlarına doğru "hırka" giymenin zâhir ve bâtın yönlerine işâret ettikten sonra, hırka giydiği şeyhini ve silsi-lesini kaydetmiştir. Buna göre Sivâsî hırkayı Zeynüddin Mısrî'nin elinden, Zeynüddin Mısrî Şeyh Abdünnûr'dan, o da Muhyiddin İb-nü'l-Arabî'den giymiştir. İbnü'l-Arabî ise Şeyh Yûnus Cemâleddin Ab-bâsî'den giydiğini söylemiştir. Yûnus Cemâleddin de Abdülkâdir Gey-lânî'den giymiştir...209 Burada Zeynüddin Mısrî ile Zeynüddin Hâ-fî'nin kastedildiği anlaşılmaktadır. Mısrî nisbesi, şeyhin Mısır'da da kalmış olması sebebiyle olmalıdır. Ancak bu silsile Zeyniyye'nin bili-nen hiçbir silsilesine uymadığı gibi, ismi geçen bir kısım şeyhin de bir-birlerinden hırka giymesi târihen çok zor gözükmektedir. ̂ Meselâ Şeyh Abdünnûi- eğer İbnü'l-Arabî'den (Ö.638/1240) hırka giymiş ise Zeynüddin Mısrî'nin (Ö.838/1435) ondan hırka giymesi mümkün de-ğildir. Eğer Zeynüddin Mısrî'nin hırkayı Abdünnûr'dan giydiği kabul edilecek olsa o takdirde Abdünnûr'un İbnü'l-Arabî'den giymesi müm-kün olmaz. O sebeple burada ifâde edilen hırka giyme olayının tasav-vufî anlayışa göre rûhânî olarak mânâ âleminde gerçekleşen bir olay

2 0 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 415; Osmanlı Müellifleri, 1, 90.

2 0 9 Şihâbüddin Sivâsî, Cezzâbü'l-kulûb, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Efen-di, nr. 3257, vr. 169b-170a-b. Silsile Abdülkâdir Geylânî'den sonra yukarı-ya doğru şu şekilde devam etmektedir: Ebû Said el-Mübârek b. Ali Muhar-rimî > Ali b. Muhammed el-Kureşî > Ebulferec et-Tarsûsî > Ebulfazl Ab-dülvâhid b. Abdülaziz et-Temîmî > Ebu Bekir Muhammed b. Halfü'ş-Şiblî > Cüneyd el-Bağdâdî > Serî es-Sakatî > Muruf el-Kerhî > Ali b. Mûsâ > babası Mûsâ b. Ca'fer > babası Cafer b. Muhammed > babası Muhammed b. Ali > babası Ali b. Hüseyin > babası Hüseyin > babası Ali b. Ebî Tâlib > Hz. Peygamber (a.s.) > Hz. Cebrâil (a.s.) > Hz. Allah (c.c.).

olduğunu ve muhtemelen, icâzet/hilâfet almak suretiyle devam eden tarîkat silsilesinden farklılığın buradan kaynaklandığını kabul etmek gerekmektedir.^

Kaynaklardaki bilgiler bir bütün olarak değerlendirildiğinde Sivâ-sî'nin önce Zeynüddin Hâfî'ye, ardından da halîfesi Şeyh Muham-med'e intisap etmiş olabeleceği de bir ihtimal olarak düşünülebilir.

Şeyh Şihâbüddin Sivâsî'nin mürşidi Şeyh Muhammed'in hayâtı hakkında bilgi verilmediği gibi vefat târihi de kaydedilmemiştir. An-cak Bursalı Mehmed Tâhir'in ifâdesinden Şeyh Muhammed'in, Sivâ-sî'den birkaç sene evvel vefat ettiği anlaşılmaktadır.210 Sivâsî'nin ve-fat târihi ise ihtilaflıdır. Bu hususta Hicrî 780, 803, 860, 880 gibi bir-birinden oldukça uzak târihler verilmiştir. Ancak bunların târihen doğruya en yakın olanı Bursalı M. Tâhir'in bizzat gidip gördüğü me-zar taşındaki 2 Rebîulevvel 860 (9 Şubat 1456) târihidir.211 Buna gö-re Şeyh Muhammed 1456 senesinden önce vefat etmiş demektir.

Şihâbüddin Sivâsî'nin kaleme aldığı eserlerden tasavvufî mâhi-yette olanları Risâletü'n-necât min şerri's-sıfât212 ile yukarıda adı geçen Cezzâbü'l-kulûb213 isimli Arapça eserleridir. Cezzâbü'l-kulûb Mehmed Rif'at el-Kâdirî el-Eşrefî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.214

B. Abdürrahim Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra) Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında önemli katkıları olan bir

başka zât Abdürrahim Rûmî'dir. Merzifonlu olan Abdürrahim Efen-di'nin tam adı Nizâmeddin Abdürrahim b. Emir Aziz olup babası Sa-

210 Osmanlı Müellifleri, I, 90. 211 Osmanlı Müellifleri, I, 91. Şükrü Arslan diğer vefat târihlerinin neden ola-

mayacağı husûsunu şu makalesinde incelemiştir: "Şihâbüddin es-Sivâsî ve 'Uyûnu't-tefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IX (1990), s. 188-214.

2 1 2 Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 246, vr. (61b-77a). 2 1 3 Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Ef., nr. 3257, vr. (143b-170b). 2 1 4 Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3263, vr. (42b-62b).

Page 37: reşat öngören zeyniler

rı Danigmend lâkabıyla tanınmıştır.215 Abdürrahim erginlik çağına geldikten sonra Mısır'a gitmiş ve orada Şeyh Zeynüddin Hâfî'ye mü-rid olmuştur.216 Hakkında müstakil bir çalışma yapmış olan Berin Ta-şan'ın tesbitlerine göre onun Mısır'a seyahati 824 (1421) senesinde gerçekleşmiştir. Taşan bu tesbitini Merzifonî'nin Mısır'a gitmek üze-re yola çıktığında yazdığını ileri sürdüğü, bir mürşide aşk ve muhab-beti ortaya koyan gazelinin sonundaki 824 târihine dayandırmakta ve kaynaklarda onun Çelebi Sultan Mehmed dönemi (816/1413-824/1421) şahsiyetleri arasında sayılmış olmasını da bu târihin doğ-ruluğunu desteklediğini belirtmektedir.217 Ancak Taşan'ın görüşünü dayandırdığı her iki husus da, bize göre, Abdurrahim Merzifonı'nin o târihten önce şeyhle buluşmuş olmasını gerekli kılmaktadır. Zira Merzifonî eş-Şekâik, Tâcü't-tevârih ve Nişancı Târihi gibi kaynaklar-da Çelebi Sultan Mehmed devri şahsiyetlerinden biri olarak gösteril-diğine göre218 onun bu dönemde yeni yetişmekte olan bir kişi değil, bir kısım özellikleriyle temâyüz etmiş bir şahsiyet olması gerekir. Oy-sa Merzifonî Mısır seyahati öncesi henüz rüşd çağma yeni gelmiş bir genç olarak takdim edilmektedir. Gerçi Âşıkpaşazâde Târihi'nde Mer-zifonî bir sonraki padişah olan II. Murad devri (1421-1451) şeyhleri arasında geçmekte,219 dolayısıyla Taşan'ın ileri sürdüğü târihin doğ-ruluk ihtimali buna göre kuvvetlenmektedir. Ancak bu durumda da Merzifonî'ye âit olduğu söylenen gazeldeki üslup dikkati çekmekte; onun burada bir şeyhe intisap etmek isteyen kimseden çok, daha ön-ceden görüşüp tanıştığı şeyhe aşk ve hasretini ifade eden bir üslup ku-landığı görülmektedir. Şöyle diyor:

Yine deryâ gibi cûş itdi ışkun Başımı ışk ile hoş itdi ışkun Kadeh sundı elüme içdüm anı Delürdüm beni sarhoş itdi ışkun

2 1 i Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 553-555. 216 Tâcü't-tevârîh, II, 435 ; Mecdî, s. 89. 2 1 7 Berin Taşan, Merzifonlu Şeyh Abdürrahim Rumî, İzmir 1975, s. 16-17. 2 1 8 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-tevârîh, II, 435 ; Nişana Târihi, s.

130. 219 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 202.

Bu dörtlükdeki üslup, yukarıda da belirtildiği gibi, Merzifonî'nin şeyhle daha önceden tanıştığı intibâını vermektedir. Bu durumda .Ev-liyâ Çelebi'nin "Merzifonî Zeynüddin Hâfî'ye Bursa'da talebe oldu" şeklindeki kaydı220 önem kazanmaktadır. Gerçi eş-Şekâik'te Hâfî'nin Anadolu'ya gelmediği şeklinde bir kayıt vardır,221 ancak bize göre, bir çok beldeyi dolaşmış olan şeyhin Bursa'ya da gelmiş olması çok uzak bir ihtimal değildir. Ayrıca Evliya Çelebi burada Merzifonî'nin mürid olmasından değil talebe (tilmiz) olup bir çok fenni ikmal etmesinden söz etmektedir. Bu durumda onun Hâfî'den Bursa'da ilm-i zâhir tah-sil ettiği ve aşağıda temas edilecek olan icâzetnâmeden anlaşıldığına göre de Mısır'da ona mürid olduğu söylenebilir. Bursa'da iken şeyhin müridleri arasına girmemiş olması ise, yaşının küçüklüğü ve Hâfî'nin kendisine önce ilm-i zâhiri tahsil etmesi gerektiği yönünde tavsiyesi sebebiyle olmalıdır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi, buna ben-zer bir hâdise Horasan'da yaşanmış, küçük yaşta kendisine intisap et-mek isteyen Muhammed Tebâdegânî'ye Hâfî önce ilim tahsil etmesi-ni tavsiye etmiş, daha sonra müridliğe kabul etmiştir.222

Abdurrahim Merzifonî'nin Mısır'da hizmetine girdiği şeyhiyle bir-likte Horasan'a gidip orada sülûkünü tamamlayarak icâzet aldığı bilin-mektedir.223 Lâmiî Çelebi bu icâzeti Nefehât Tercümesi'nde kaydet-miştir.224 Orada belirtildiğine göre Merzifonî şeyhle birlikte Mısır'dan Horasan'a giderek Dervişâbâd'da bulunan tekkede bir çok defa halve-te girmiş, seyru sülük esnâsında Şeyh Hâfî'den Sühreverdî'nin Avâri-fü'l-maârif ve İ'lâmü'l-hüdâ isimli eserlerini, Nevevî'nin Erbain'ini (Kırk Hadis) ve şeyhin kendi eserleri Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'r-reşâd'ı okumuştur. İcâzetin verildiği târih Muharrem 832 (Ekim 1428)

2 2 0 Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, İstanbul 1314, II, 399. 2 2 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 71. 2 2 2 bk. Nevâî, Nesâyim, s. 396-397. 2 2 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Reşehât Tercümesi, s. 351; Tâcü't-tevârîh, II,

435; Mecdî, s. 89. 2 2 4 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 553-555. Arapça olan icâzetnâmenin bir nüs-

hası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki va-rak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mec-mua içinde bulunmaktadır (Halcses, nr. 355, vr. l la-12a) .

Page 38: reşat öngören zeyniler

olarak sonunda belirtilmiştir. Ayrıca Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde (nr. 2650) bulunan bir yazmada da Zeyniyye tarikatının Abdurrahîm Rûmî'ye kadar gelen bir silsilesi kayıtlıdır (vr. 2b-4b).

Abdürrahim Rûmî'yi icâzetle memleketine gönderirken Zeynüd-din Hâfî, "Bir aşk kütüğünü yaktık, diyar-ı Rûm'a attık" demiştir. 832'de (1428) Merzifon'a gelip irşad faaliyetine başlayan Abdürra-him Efendi'ye, dönemin Osmanlı pâdişâhı Sultan II. Murad sahip çık-mış ve 835'te (1431-32) Merzifon'da bulanan imâretin evkafından günlük beş akçe, yılda on müdjağırlık birimi) zahire olmak üzere kendisine maaş bağlatmış, daha sonra 843'de (1439) günlük miktarı sekiz akçeye çıkarmıştır. Abdürrahim Efendi'nin bir tarîkat şeyhi ola-rak maaş kabul etmesi, tasavvufî prensipler açısından bâzı kimseler ta-rafından uygun görülmeyip tenkid edilince, o bunlara şöyle cevap vermiştir:

"Muhtelif elleri bir ele hasrettik, o lokma ile nefsin ağzını tut-tuk."225

Şiirlerinde "Rûmî" mahlasını kullandığı belirtilen226 Abdürrahim Efendi'nin kaleme aldığı belirtilen İrşâdü'l-enâm, Divançe-i İlâhi-yât227 ve Işknâme223 isimli eserlerden yalnızca manzum Işknâme bu-lunabilmiştir.229 Evliya Çelebi Vasâyâ-yt Kudsiyye'yi de Merzifonî'ye nisbet etmişse de230 bu eserin Zeynüddin Hâfi'ye âit olduğu bilin-mektedir. .

Kaynaklarda Abdürrahim Efendi'nin Merzifon'da vefat ettiği be-lirtilmekle birlikte vefat târihi hakkında kesin bir şey söylenmemekte-dir. Hediyyetü'l-ârifîn'de 850 (1446) civarı denilmiş, îslâm Ansiklo-pedisi' nin (DİA) ilgili maddesinde de kesin olmadığı belirtildikten

2 2 5 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 555; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69-70; Tâcü't-tevârîh, II, 435.

2 2 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevârîh, II, 435. Evliya Çelebi ve Bağ-datlı İsmâil Paşa mahlasını yanlışlıkla "Rûhî" diye kaydetmiştir (Seyahâtnâ-me, II, 399 ; Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562).

227 Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562; Osmanlı Müellifleri, 1 ,111 ; Vassaf, Sefîne, I, 266. 228 Osmanlı Müellifleri, I, 111; Vassaf, Sefîne, I, 266. 2 2 9 bk. İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr. 1359. 230 Seyahâtnâme, II, 399.

sonra yine bu târih verilmiştir.231 Hakkında müstakil çalışma yapmış bulunan Berin Taşan ise vefatının 1460 yılları civarında olduğunu tahminen söylemektedir.232 Ancak inceleme imkanı bulduğumuz Merzifonî'nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki Işknâme isim-li manzum eserinin 865 (1461) senesinde telif edildiği belirtilmiştir. Bu durumda onun 8 65'ten sonra vefat ettiğini kabul etmek gerekir. Kabrinin önemli ziyâret mahallerinden biri olduğu ve kerâmetine ina-nıldığı için özellikle ihtiyaç sahiplerinin burayı çokça ziyâret ettiği tâ-rih kaynaklarında belirtilmektedir.

• Devrinde şöhretinin geniş çevreye yayıldığı anlaşılan Merzifo-nî'ye intisap edenler arasında kelâm, tefsir ve fıkıh sahasında önemli eserler vermiş olan Osmanlı'nın ileri gelen âlimlerinden "Hayâlî" lâ-kaplı Şemsüddin Ahmed Efendi (ö. 875/1470[?]) dikkat çekmektedir. Belirtildiğine göre bu zâtın Merzifonî'den zikir alması Edirne'deki Ye-nicami'de gerçekleşmiştir.233 Bunun yanı sıra Atâî ve Tabibzâde, Amasyalı Şeyh Abdürrahim b. Şeyh Mehmed ile kardeşi Şeyh Nuh b. Şeyh Mehmed'in Merzifonî'nin halîfelerinden olduğunu kaydetmek-tedirler.234 Atâî'nin verdiği bilgilere göre Şeyh Abdürrahim Hicrî 900 senesi civarında dünyaya gelip 976 (1568-69) senesinde vefat etmiş ve halk arasında İmam Efendi diye tanınmıştır.235 Şeyh Nuh ise önce zahir ilimleri tahsil ettikten sonra Merzifonî'ye intisap etmiş, 977 se-nesinin Receb ayında (Aralık 1569) vefat etmiştir.236 Bu bilgiler dik-kate alındığında her iki zâtın da Merzifonî ile görüşmüş olması târi-hen mümkün değildir. Fakat bu iki zât Merzifonî'nin halîfelerinden birisi eliyle, ya da meşâyihten olduğu anlaşılan babaları vâsıtasıyla ta-rikata girmiş olabilirler. Ancak bu hususta kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Nev'îzâde Atâî Kânûnî Sultan Süleyman'ın Nahcivan seferine (III. İran seferi) hazırlanırken adı geçen Şeyh Nûh

2 3 1 Azamat, Nihat, "Abdürrahim-i Rûmî", DİA, I, 293. 2 3 2 Taşan, Abdürrahim Rumî, s. 37. 2 3 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 141; Tâcü't-tevârîh, II, 479-480. Hayâlî için bk.

Adil Bebek, "Hayâlî", DİA, XVII, 3-5. 2 3 4 Atâî, s. 198, 202; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. 2 3 5 Atâî, s. 198. 2 3 6 Atâî, s. 202.

Page 39: reşat öngören zeyniler

ile buluşmak istediğini ve kendisine 1000 altın gönderdiğini kaydet-mektedir ki,237 bu o dönemde şeyhin şöhretini ve pâdişâh nezdinde-ki itibârını göstermesi bakımından önemlidir.

Taşköprîzâde'nin kaydından Merzifonî'nin Ali isminde önemli bir halîfesinin daha olduğu. anlaşılmaktadır. Nakledildiğine göre Şeyh Merzifonî adı geçen halîfesiyle birlikte fetihten önce İstanbul'a git-miş, Ayasofya'daki râhiplerle yaptığı münâzara sonucu kırk kadarının Müslüman olmasını sağlamıştı. İnançlarını değiştirdiklerini hiç kimse-ye söylemeyen bu râhiplerden altısının fetih sırasında hayatta olduğu belirtilmektedir.238

C. Abdüllatîf Kudsî/Makdisî (ö. 856/1452)

Zeyniyye'nin Anadolu'da tesir alanını genişletmesi ve Rumeli böl-gesinde yayılmasında Abdüllatîf Kudsî ve yetiştirdiği halîfelerinin çok ciddî etkileri olmuştur. Kudsî'ye Zeyniyye mensuplarınca, daha önce bahsi geçen Abdülmu'tî Mağribî ve Abdürrahîm Rûmî/Merzifonî ile birlikte "Abâdile" ünvânı verilmiştir.239 Kudüslü olduğu için (doğu-

2 3 7 Atâî, s. 202-203. Şeyh Nuh pâdişâhın bu ihsânı karşısında, "Bu parayı tali-bi olanlara versinler. Maksat duâ ise biz vazîfemizi biliriz" diyerek müstağ-nî davranmıştır.

2 3 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 122-123. İstanbul'un muhasarası esnasında Ya-hûdîlerin ve Hıristiyanların el altından Sultan II. Mehmed ile ittifak ettikle-rine dâir bilgi (bk. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fet-vaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, s. 104) bu noktada önem kazanmaktadır. Râhiplerin Müslüman olup olmadıkları kesin olarak bilinmese bile en azından bir kısımının gönlünün İslamiyet'e ısındırıldığı dü-şünülebilir. Nitekim bir bölgenin fethi öncesinde dervişlerin gösterdiği faali-yetlerin, o bölgenin fethedilmesine önemli katkılar sağladığı daha başka ör-neklerle de bilinmektedir.

2 3 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Atâî, s. 63. Abdullahlar anlamına gelen "Abâ-dile", hadiste ve tasavvufta farklı anlamlarda kullanılan bir terimdir. Hadis-te ilimleri ve özellikle verdikleri fetvâlarla meşhur olan Abdullah adlı dört sahâbî; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Ab-dullah b. Amr b. Âs hakkında kullanılmıştır (Râşit Küçük, "Abâdile" (Ha-dis), DİA, I, 7). Tasavvufta ise genellikle esmâ-i hüsnâdan birinin tecellîsine

mu: 786/1384) kaynaklarda daha çok "Makdisî" nisbesiyle anılan Şeyh Abdüllatîf (Abdüllatîf b. Abdurrahman b. Ahmed) "İbn Ganim" diye meşhur olmakla birlikte "İbn Benâne" diye de bilinir.240 Ayrıca Molla Fenârî'nin söylediği bir şiirden, onun da Şeyh Hâfî gibi "Zey-nüddin" lâkabıyla anıldığı anlaşılmaktadır.241 Önce, aralarında baba-sının da bulunduğu bir çok âlimden ilm-i zâhir tahsil etmiş, daha son-ra aklî ilimleri öğrendiği Abdülaziz Fernevî'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Yaklaşık on yıl hizmetinde bulunduğu şey-hinden242 aynı zamanda irşad için icâzet de aldığı kaynaklarda belir-tilmektedir.243

Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatîf Kudsî 815'te (1412) Mağ-rib bölgesine gitti ve en son bulunduğu Tunus'tan 817 târihinde (1414) hac niyetiyle ayrıldı. Dönüşte tekrar Mağrib bölgesindeki şe-hirleri dolaşmaya başladı. Trablus'un Müsrâtâ köyünde meşâyihin ile-ri gelenlerinden İbrâhim Müsrâtî ile, Tunus'ta Muhammed el-Mağrı-bî el-Esmer, Tilimsan'da Abdurrahman b. el-Bennâ, Şerîfüddin Ebû Yahyâ, Ebu'r-rikâb diye bilinen Şeyh Hasan ve Ahmed b. Zâğû gibi şeyhlerle buluştu. 820'den (1417) sonra döndüğü Kudüs'te Zeynüd-din Hâfî ile tanıştı.244 821'de Herat'ta olduğu anlaşılan Zeynüddin Hâfî'nin245 822'de ve 824'te Mısır'da olduğu,246 825 (1422) senesin-

mazhar olmuş kimseleri ifâde etmek için kullanılmıştır (Süleyman Uludağ, "Abâdile" (Tasavvuf), DİA, I, 7). Atâî, Zeyniyye mensuplarının bu üç şeyhe hadiste kullanıldığı gibi "Abâdile" dediğini belirtmektedir (Atâî, s. 63).

2 4 0 Sehâvî, IV, 327. 2 4 1 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26; Güldeste, 242. Kudsî'nin Tuhfetü vâhi-

bi'l-mevâhib isimli eserinin Süleymâniye Kütüphanesi'ndeki (Hacı Mah-mud, nr. 3007) bir nüshasında da vasıfları "Zeynü'l-Hakkı ve'l-milleti ve'd-dîn" şeklinde kaydedilmiştir (vr. 1b). Keşfü'z-zunûn müellifi de bir kaç kez zikrettiği Kudsî'nin adını bir yerde "Zeynüddin" lâkabıyla birlikte anmakta-dır (I, 376).

2 4 2 Sehâvî, IV, 327. 2 4 3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-te-

vârîh, II, 434 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 118a. 2 4 4 Sehâvî, IV, 327. Burada yanlışlıkla Zeynüddin Hâfî yerine Nûreddin Hâfî

yazılmıştır. 2 4 5 Zeynüddin Hâfî müridlerinden Ahmed Semerkandî için bir kısım nasihatle-

ri içeren Risâle'sini 821'de Herat'ta kaleme'aldığını, eserin sonunda belirt-miştir. bk. Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. (84a-87b).

Page 40: reşat öngören zeyniler

de ise Kudüs'te bir kısım risalelerini ve tarîkat prensipleri açısından en önemli eseri Vasâya'l-Kudsiyye'yi tamamladıktan sonra Mekke'ye gittiği bilinmektedir.247 Kudsî'nin Zeynüddin Hâfî ile Kudüs'te buluş-ması, yukarıda kaydedilen târihlerden sonuncusunda; yâni Hâfî'nin Kudüs'te bulunup ardından Mekke'ye gittiği 825 senesinde gerçekleş-miş olmalıdır. Her nekadar Hâfî'nin Mısır'da bulunduğu 822 ve 824 senelerinde de Mısır öncesi ya da sonrasında Kudüs'e uğramış olabi-leceği muhtemel ise de, Kudsî'nin adı geçen şehirde Hâfî ile buluşma-sına temas eden Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi kaynaklarda şeyhin buradan daha sonra Hicaz'a gittiği belirtilmekte-dir ki,248 bu kayıt 825 târihini kuvvetlendirmektedir. Adı geçen kay-nakların verdiği bilgiye göre Abdüllatif Kudsî şeyhle tanıştıktan sonra onu evinde misafir ederek, sohbetlerinden faydalanmış, ardından bir-likte hacca gitmek istemiştir. Ancak şeyh, annesi rahatsız olduğu için evinden ayrılmasını uygun görmemiş, hac dönüşü kendisini Hora-san'a götürebileceğini söylemiştir. Horasan'da Şeyh Hâfî'nin gözeti-minde halvet, riyâzet ve mücâhedelerle yeniden seyrü sülûke başlayan Kudsî, buradan da şeyhin tavsiyesi üzerine Cam şehrine giderek Ah-med Câmî-i Nâmekî'nin kabri yanında erbaîne girdi. Bu sırada yaşa-dığı halleri Hâfî'ye düzenli olarak yazdığı mektuplarla bildirdi ve so-nunda Şeyh Hâfî kendisine irşad için icâzet yazıp gönderdi.249 Zey-

2 4 6 822'de Mısır'da olduğuna dâir bk. Nevâî, Nesâyim, s. 246-247; Lâmiî, Ne-fehât Tercümesi, s. 432-433; Reşahât Tercümesi, s. 91-92. 824'te ICahire'de bulunduğuna dâir bk. Sehâvî, IX, 261.

2 4 7 Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Eseri tamamladık-tan sonra Kudüs'ten Mekke'ye gittiği ise, esere yapılan tercümelerin bir kı-sımının başında belirtilmiştir. Meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. 2a.

2 4 8 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-te-vârîh, II, 434 ; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlan-soy, "Edebiyat Târihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I" isimli makale içinde, OA, XVIII [1998], s. 51-67), vr. 2b; Güldeste, s. 95-96; Yâ-digâr-t Şemsî, s. 365.

2 4 9 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551-552; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66-67; Tâcü't-tevârîh, II, 434 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2b; Güldeste, s. 96.

nüddin Hâfî'nin Arapça olarak yazdığı icâzetnâmenin bir nüshası Sü-leymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır.250 Hâfî burada Abdülla-tîf Kudsî'nin dinî ilimleri tahsil ettikten sonra bâzı şeyhlerin hizmetin-de bulunduğunu, daha sonra ise kendisine intisap edip birlikte Ku-düs'ten Horasan'a gittiklerini, sülûkünü ikmâl etmesi üzerine de memleketine dönmesi, "Lâ ilâhe illallah" zikrini telkîn ederek tarîkat hırkası giydirmesi husûsunda ona izin verdiğini ifâde etmektedir.

Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatif Kudsî Horasan ve civarın-da üç yıl kadar kaldıktan sonra Kudüs'e dönmüştür.251 Bu durumda onun eğer 825'te Küdüs'ten ayrıldığı kabul edilecek olursa, icâzetle

»geri dönüşü 828 (1425) senesinde gerçekleşmiş demektir. Kudsî bir müddet Kudüs'te kalıp ardından da Anadolu'ya gitmiştir.252 Sehâvî ile Lârtıiî Çelebi ve Lâmiî'den sonraki Osmanlı müelliflerinin verdiği bilgiler bir araya getirildiğinde Kudsî'nin Anadolu'ya en az iki kez se-yahat ettiği ortaya çıkmaktadır. Sehâvî'nin kaydettiği seyâhat ilkine, Lâmiî ve diğerlerinin kaydettikleri ise ikincisine işâret etmektedir. Se-hâvî şeyhin Anadolu'da kaldığı süre zarfında, bir kısmı ileri gelen yö-neticilerden olmâk üzere pek çok kimsenin sohbetini dinlemeye gel-diğini, onu ziyâret etmek isteyenler arasında Sultan Murad'ın da (II. Murad) bulunduğunu, ancak şeyhin sultanla buluşmaktan kaçındığı-nı, gizlice geldiği halde sultanla yine görüşmediğini vurgulamakta, üç yıl kaldıktan sonra Anadolu'dan Kudüs'e döndüğünü belirtmektedir. Sehâvî ayrıca, Kudsî'nin Kudüs'e hangi târihte döndüğünü zikretme-mekle birlikte, onun bu şehire döndükten sonra bir müddet ikâmet ettiğini ve 840 (1436-37) senesinden sonra da oradan Kâhire'ye gidip yerleştiğini kaydetmiştir.253 Öte yandan Sehâvî'nin bir başka kaydın-dan Kudsî'nin 837 Ramazan'ında (1434) Kudüs'te olduğu anlaşıl-maktadır.254 Bu bilgiler ışığında onun Anadolu'dan 837 senesinden önce döndüğünü kabul etmek gerekir. Kudsî Kâhire'de el-Melikü'z-zâhir Çakmak ile yakın dostluk kurmuş ve ona bir sohbet sırasında

2 5 0 Reşid Ef., nr. 1019, vr. (29a-31a). 2 5 1 Sehâvî, IV, 327. 2 5 2 Sehâvî, IV, 327. 2 5 3 Sehâvî, IV, 327. 2 5 4 Sehâvî, IV, 328.

Page 41: reşat öngören zeyniler

Memlûk sultânı olacağı müjdesini vermişti. Çakmak da şeyhe Ku-düs'te bir zâviye binâsı tahsis edeceği sözünü- verdi. Ancak Memlûk tahtına geçtiği halde bu sözünü yerine getirmedi. Kudsî de bunun üze-rine Babü'l-kantara dışındaki buğday meydanında bulunan bir câmî-de uzlete çekildi.255

Abdüllatîf Kudsî ikinci Anadolu seyahati için Şam'dan, Lâmiî Çe-lebi'nin kaydına göre 851 senesinin Şevval ayında (Aralık 1447) yola çıkmış ve Zilkade ayında (Ocak 1448) Konya'ya varmıştır.256 Burada sırasıyla Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Sadreddin Konevî ve Şemsüddin Tebrîzî'nin kabirlerini ziyâret ettiğini belirten Kudsî'nin257 irşad faali-yetini Şeyh Sadreddin Konevî Zâviyesi'ne yerleşerek sürdürdüğü an-laşılmaktadır.258 Kudsî Konya'da bulunduğu sırada Safeviyye Tarîka-tı şeyhi Cüneyd-i Safevî müridleriyle birlikte adı geçen zâviyeye misâ-fir olmuş ve bir müddet sonra Kudsî ile Cüneyd arasında önemli bir tartışma meydana gelmiştir.259 Cüneyd'in mensup bulunduğu Safe-viyye Tarîkatı kuruluşu itibâriyle sünnî bir karakter taşıdığı halde Şeyh Cüneyd, oğlu Şeyh Haydar ve torunu Şah İsmâil ile birlikte aşı-rı Şiî bir hüviyyet kazanmış ve tarîkattan çok siyâsî bir organizasyon hâline gelmişti.260 İşte siyâsî gaye güttüğü farkedilen Cüneyd, Kara-koyunlu ülkesinden çıkarıldıktan sonra Osmanlı topraklarına gelip yerleşmek istemiş ancak Sultan II. Murad'dan yüz bulamayınca Kara-man beyliğinin başkenti Konya'ya gitmişti.261 Sadreddin Konevî Zâ-viyesi'ne misâfir olan Cüneyd'le uzun müddet görüşmeyen Kudsî, da-ha sonra bir ikindi namazının ardından onunla bir araya gelmiş ve o

2 5 5 Sehâvî, i y 328. 2 5 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-,

Tâcü't-tevârîh, II, 434. 2 5 7 kk- Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67. 2 5 8 bk. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 264; Kara, Mustafa, "Abdüllatîf el-Kudsî", DİA,

I, 257. 259 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 264-265. 2 6 0 Safeviyye tarîkatında siyâsî g_ye güdülmeye başlanması ve Sünnî anlayıştan

Şiîliğe dönüş hakkında bilgi için bk. Reşat Öngören, "Sünnî Bir Tarîkattan Şiî Bir Devlete: Safeviyye Tarîkatı ve îran Safevî Devleti", Bilgi ve Hikmet, XI (1995), s. 82-93.

2 6 1 a.g.m., s. 84.

sırada yanlarında bulunan Âşıkpaşazâde'nin kaydettiğine göre arala-rında şöyle bir diyalog yaşanmıştır:

Cüneyd: Ataya ashâbı mı evlâdır yoksa evlâdı mı? Kudsî: Sual ettiğin makamda ashab evlâdır. Zîra ashab Kelâm-ı Kadîm'de "muhâcirîn ve'l-ensâr" diye anılmıştır. Ve dahî rae-zâhib-i erbaa (dört mezheb) ashaptan alınmıştır, evlattan değil. Cüneyd: O âyetler ashab hakkında nâzil olduğu vakit sen ora-da mı idin? Kudsî: Sen bu îtikadla kâfir oldun. Bu îtikadla sana uyanlar da-hî kâfir olur.

Bu tartışmadan sonra Konya'da kalamayacağını anlayan Şeyh Cü-neyd ertesi gün sabahtan şehri terketti. Şeyh Kudsî ise Karamanoğlu İbrâhim Bey'e bir mektup yazarak Cüneyd'in sûfîlikle alâkasının bu-lunmadığını, inancının sapık, niyyetinin de emirlik olduğunu bildirdi. İbrahim Bey Cüneyd'in ardından adamlarını gönderip yakalatmak is-tedi ise de, o Haleb'e kaçmayı başardı. Bir müddet burada kaldıktan sonra Mevlânâ Abdülbekrî ve Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Ab-dülkerîm Halîfe, Mısır sultânı el-Melikü'z-zâhir Çakmak'a haber gönderip "Senin vilâyetinde deccal zuhûr etti" dediler. Cüneyd, ken-disini yakalamak için harekete geçen Sultan Çakmak'ın adamlarından da kurtulup kaçmayı başardı.262

Abdüllatîf Kudsî Konya'da bir müddet kaldıktan sonra Bursa'ya geçmiştir. Kaynaklarda onun Bursa'ya gidişiyle ilgili 850 (1446), 852 ve 855 gibi birbirinden farklı târihler verilir.263 Bunlardan 850 târihi en zayıf ihtimaldir. Nitekim onun Konya'ya gelişinin bile bu târihten sonra; Zilkade 851'de (Ocak 1448) gerçekleştiği bilinmekte,264 ora-dan henüz ayrılmadan Şeyh Cüneyd'le karşılaşmış olması ise bu şehir-

262 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 265-266. 2 6 3 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr.

3a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 119a; Güldeste, s. 96; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 366; Vassâf, Sefine, I, 265.

2 6 4 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550.

Page 42: reşat öngören zeyniler

de en azından 852 senesinin sonlarına kadar (1449) kaldığını göster-mektedir. Zîra Cüneyd'in Anadolu'ya 1449'da geldiği belirtilmekte-dir.265 Lâmiî Çelebi ve ondan naklen Mehmed b. Sa'dî'nin kaydetti-ği Recep 855 (Ağustos 1451) târihi,266 doğruya en yakın olan târih-tir. Recep ayında yola çıkan Kudsî Bursa'ya Şaban ayında varmış267 ve Hisar'da Büyük Câmî yakınında bir eve yerleşmiştir.268 Yolda gider-ken gördüğü bir rûyâda kendisine "Ehl-i mârifet senin yolunu gözlü-yor, acele et!" dendiğini ve şehre ulaştığında Ramazan ayının sonuna kadar ulemâ ve sulehâdan müteşekkil bir toplulukla halvete oturdu-ğunu söylemesi,269 daha önce Bursa'da önemli miktarda Zeyniyye Ta-rikatı müntesiplerinin oluştuğunu göstermektedir. Kudsî'nin faaliyet gösterdiği muhit daha sonra bağlı bulunduğu tarikatın isminden do-layı Zeynîler adını almıştır.270 Vefâtı 856 senesi Rebîulevvel ayının başlarında (Mart 1452) meydana gelmiştir.271 Kabrinin yanma daha sonra Zeyniyye Dergâhı inşâ edilmiştir.

Abdüllatif Kudsî diğer Zeyniyye meşâyihi gibi mürid yetiştirme-nin yanı sıra eser te'lîfine de önem vermiştir. İsmi tesbit edilebilen eserlerinden bir , kısmının nüshaları kütüphânelerde bulunmaktadır. Bunlardan Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz272 ile Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâhi'l-maksmât ve'l-merâtib273 isimli Arapça eserlerin-

2 6 5 Faruk Sümer, Safevî Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkle-rinin Rolü, Ankara 1992, s. 10.

2 6 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. 2 6 7 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Meh-

med b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. 2 6 8 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. 2 6 9 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Meh-

med b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. 2 7 0 Kara, Mustafa, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1990,1, 87. 2 7 1 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-te-

vârîh, II, 435 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Güldeste, s. 97; Yâ-digâr-ı Şemsî, s. 366 ; Vassâf, Sefîne, I, 265.

2 7 2 Süleymâniye Ktp., Lâleli, nr. 3745, vr. (3b-47a). 2 7 3 Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3007, vr. (lb-17a); Düğümlü Baba,

nr. 378, vr. (lb-12a); Hâlet Efendi, nr. 797, vr. (25b-40b); ayrıca bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552. Keşfü'z-zunûn'da kaydedilen (I, 893) Risâle fî makâmâti ibâdillâhi ve merâtibihim isimli eser muhtemelen yukarıda zikri geçen Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib... isimli eserdir.

de tasavvuf anlayış ve düşüncesini ortaya koymuş, yine Arapça olarak kaleme aldığı Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb274 isimli eserinde ise ta-savvufî meselelerle kelâmî konulan birlikte ele almıştır. Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad isimli eserinin bâtıl mezhep ve tarikatla-ra karşı bir reddiyye olduğu, hoca-talebe münâsebetlerini anlattığı §i-fâül-müteellim fî âdâbi'l-muallim ve'l-müteallim isimli eserinde ilmin fazîleti, ilimlerin tasnifi, medrese ilimleri ve metod üzerinde durduğu, Kitâbu'l-emr bi'l-ma'rûf ve'n-nehy ani'l-tnünker isimli eserinde de ge-nel anlamda tebliğin usul ve imkânlarına temas ettiği belirtilmekte-dir.275 Kudsî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri şunlardır: İlimlerin kı-sımları hakkında el-Vesîle li'l-galati müzîle,276 İktibâsü ref'i'l-iltibâs fî beyâni tarîki'n-nâs,277 Nefhatü'l-eshâr ve rthletü'l-eshâr alâ menhe-ci'l-muhtâr ilâ meşhedi'l-envâr. Bu sonuncusu manzumdur.278 Kud-sî'nin ayrıca oğlu için yazdığı el-Ikd isimli manzum bir eseri daha var-dır ki, bunu yine kendisi ed-Dürrü'l-yetîm fî halli'l-îkdı'n-nazîm is-miyle şerhetmiştir. Burada mürşidi Zeynüddin Hâfî'yi medhettiği be-yitler de bulunmaktadır.279

Zeyniyye'nin Anadolu ve Rumeli'de yayılıp tutulmasında en önemli katkının Abdüllatîf Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla ol-duğu yukarıda belirtilmişti. Öyle anlaşılıyor ki bu tarîkat Horasan, Hicaz, Sûriye ve Mısır bölgelerinde olduğu gibi Anadolu ve Rume-li'de de üst düzey âlimler tarafından temsil edilmiştir. İleride zikredi-lecek olan zevât bunun en güzel isbâtı niteliğindedir.

2 7 4 Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde iki nüshasının olduğu görünmekteyse de bunlardan Dâru'l-Mesnevî, nr. 116'daki nüsha kayıp, Yazma Bağışlar, nr. 167'de bulunan nüsha ise noksandır. Sekiz varak kadar kalmış olan noksan nüshanın başında kaydedilen bölümlerden eserin muhtevâsı anlaşılmakta-dır: Sağlam itikad, zât, sıfat, ef'âl ve sem'iyyâtm isbâtı, şeyhlik mertebesi, şeyh olmanın şartlan ve edepleri, mürîdin edepleri... Mevcut nüshada ke-lâmla ilgili ilk bölüm bile bilmemektedir.

2 7 5 Kara, "Abdüllatîf Kudsî", DİA, I, 257-258. 276 Keşfü'z-zunûn, II, 2010. 277 Keşfü'z-zunûn, I, 134-135. 278 Keşfü'z-zunûn, II, 1968. 2 7 9 Sehâvî, IV, 328. Sehâvî bu eserden 13 beyti kitabına almıştır.

Page 43: reşat öngören zeyniler

1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi "Debbağlar imamı" diye meşhur olan Muslihuddin Halîfe'nin ha-

yatı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Mecdî Efendi onu, Debbağlar mahallesindeki Şeyh Şucâuddin Zâviyesi yakınında bulu-nan mescidinde tam otuz yıl hizmet etmiş bir şeyh olarak tanıtmış an-cak tarikatından söz etmemiştir.280 Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi kaynaklarda da mensup olduğu tarikatın adı zikre-dilmemiş, hakkında sadece birkaç satırlık bilgi ile yetinilmiştir. Fakat adı geçen bu kaynaklarda belirtildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin ha-lîfelerinden Şeyh Vefâ tasavvuf yoluna ilk defa bu zâta intisap etmek sûretiyle girmiş, daha sonra bizzat onun izni ve işâretiyle Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olmuştur.281 Bu olay, Muslihuddin Halîfe'nin Zeyniy-ye'ye mensup olduğuna bir işâret olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Edirne'nin tarihî eserleri hakkında önemli bir çalışması bulunan Rıf-kı Melûl Meriç de Tabak (Debbağ) Hacı Halil-Şeyh Şucâeddin Mahal-lesi'ndeki Şeyh Muslihuddin Efendi Camii'nin önceleri Zeynî tekkesi iken daha sonra câmiye çevrildiğini belirtmektedir ki,282 bu da şeyhin Zeyniyye'ye mensup olduğunu te'yid ediyor.283 Öte yandan Taşköp-

2 8 0 Mecdî, s. 129; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 269. 2 8 1 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238; Tâcü't-te-

vârîh, II, 5 2 7 ; bu bilgi muahhar kaynaklardan Vassâf'ın Sefîne'sinde de tek-rarlanmıştır (I, 269). Şeyh Vefâ hakkında müstakil bir çalışma yapmış bulu-nan Abdülkadir Erdoğan kaynak göstermeden, Muslihuddin Halîfe'nin İr-şadnâme isimiyle te'lif ettiği bir eserini Şeyh Vefâ'ya gönderdiğini ve Abdül-latîf Kudsî ile temasa geçmesini orada tavsiye ettiğini belirtmektedir (Ab-dülkadir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefekki-ri Şeyh Vefa Hayatt ve Eserleri, İstanbul 1941, s. 29). Mecdî Efendi ise eş-Şekâik Tercümesi'nde "Mesmûdur.ki Şeyh Muslihuddin Efendi'nin İrşadnâ-me isimiyle müsemmâ bir risâlesi var idi. Ol risâleyi Şeyh Vefâzâde'ye irsal eyledi" demekte (Mecdî, s. 130), ancak eseri niçin gönderdiğini belirtme-mektedir.

2 8 2 Rıfkı Melûl Meriç, Edirne'nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, İstanbul 1963, s. 37 , 45, 50.

2 8 3 Muahhar kaynaklardan Sicill-i Osmânî'de ise Muslihuddin Halîfe'nin Hal-vetiyye şeyhi olduğu belirtilmiştir (Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, İstan-bul 1308-15, Heppenheim, Bergstrasse 1971, IV, 491). Ancak burada Zey-niyye Tarîkatı, daha önce işaret edildiği gibi, Halvetiyye'nin bir kolu olarak

rîzâde ve Hoca Sâdeddin'in ifâdelerinden Abdüllatîf Kudsî'nin onu çok iyi tanıdığı ve onunla görüştüğü anlaşılmaktadır. Her gece yüz rek'at namaz kılmayı ve her iki rekatte bir abdest tâzelemeyi âdet hâ-line getirdiği nakledilen bu zât hakkında Şeyh Kudsî, "O hakîkat de-nizlerinden bir denizdir" şeklinde hüsn-i şehâdette bulunmuştur.284

H. J. Kissling, muhtemelen kaynakların verdiği bu bilgilerden yola çı-karak Şeyh Muslihuddin'i Kudsî'nin halîfelerinden biri olarak kaydet-miştir.285 Öyle anlaşılıyor ki o, vefâtına kadar tekkesinde uzun müd-det Zeyniyye adına faaliyet göstermiş ve tarikatın Rumeli bölgesinde yayılmasında önemli katkıları olmuştur. Ancak kendisinden sonra ye-rine kimin geçtiği ve burada hangi tarihe kadar tarîkat faaliyetlerinin sürdürüldüğü bilinmemektedir. Belki de XVI. asır ve sonrasında Zey-niyye'nin diğer bir çok bölgede olduğu gibi Edirne'de de etkisi kay-bolmuş ve müntesibi kalmayınca mescid-tekke olarak kullanılan bina câmiye çevrilmiştir.

2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi Sinan/Sinâneddin Ferevî (ö . l l Rebîulevvel 890/28 Mart 1485)

Zeyniyye'nin Rumeli bölgesinde yayılmasını sağlayan önemli şeyhler-den bir diğeridir. Bugün Yunanistan'ın Trakya kesiminde kalan Fe-re/Ferecik (veya Fire) kasabasından olan Şeyh Sinan, torunlarından birinin Mecdî Efendi'ye naklettiğine göre, tasavvuf yoluna Ayasluğî Ahmed Çelebi diye bir şeyhe intisap etmek suretiyle girmiş, ancak on dört yıl hizmetinde bulunduğu halde seyru sülûkünü tamamlayama-yınca izin alıp yanından ayrılmıştır. Bu olaydan bir müddet sonra Fe-recik'ten hac için yola çıktığında Bursa'ya uğrayan Şeyh Sinan, bura-da Abdüllatîf Kudsî ile tanıştı. Hasta ve son anlarını yaşamakta olan Şeyh Kudsî onu müridliğe kabul etti ve hacca gitmekten vazgeçmesi-ni söyledi. Biraz tereddütten sonra şeyhin talebine uyarak hacca git-

kabul edildiği için böyle söylendiği anlaşılmaktadır. Zira aynı yerde, Zeyniy-ye'den olduğu kesin olarak bilinen Abdüllatîf Kudsî için de Halvetiyye şey-hi denilmiştir.

2 8 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 460. 28s Zejnîje Orden, s. 166-167.

Page 44: reşat öngören zeyniler

mekten vazgeçen Sinan Efendi, dergâhta tam iki hafta samimiyetle şeyhe hizmet etti. Hastalığı ağırlaştığı bir sırada Kudsî müridlerine Si-nan Efendi için bir icâzetnâme yazmalarını söyledi ise de, müridler, muhtemelen şeyhin bu talebi rahatsızlığı sırasında yapması ve Sinan Efendi'nin de onlar nazarında henüz iki haftalık bir derviş olması se-bebiyle yazmadılar. Ancak şeyh ısrar edip kendilerini azarlayınca yaz-mak zorunda kaldılar. İcâzetle memleketine dönen Sinan Efendi, Ge-libolu'ya vardığında Abdüllatîf Kudsî'nin vefat haberini aldı. Hemen Bursa'ya geri dönmek istedi ise de Gelibolu'daki bâzı meşâyihin tav-siyesine uyarak şeyhinin emri yerine gelsin diye memleketine gitti. Burada bir yıl kaldıktan sonra Abdüllâtîf Kudsî'nin rûhâniyetinden is-tifâde etmek için Bursa'ya gidip kabrini ziyâret etti. Bu sırada berâbe-rinde getirdiği küçük oğlu vefat edince Kudsî'nin ayağı ucuna defne-dilmiştir.286

Mecdî'nin kaydettiği Şeyh Sinan'ın Abdüllâtîf Kudsî'ye halîfe ol-duğunu gösteren bu bilgilerin yanı sıra, Zeyniyye ricâlinden Şeyh Mehmed b. Sa'dî de (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) onun Kudsî'den hilâfet aldığını belirtmiştir.287 Diğer yandan eş-Şekâik, Tâ-cü't-tevârîh ve muhtemelen bunlara dayanan Atâî Zeyli'nât Sinan Fe-revî'nin, ileride bahsi gelecek olan Kudsî'nin halîfelerinden Tâcüddin Karamânî'nin halîfesi olduğu kaydedilmektedir.288 Bu konudaki fark-lı kayıtlar muhtemelen Şeyh Sinan'ın Kudsî'den hilâfet alması için iki haftalık sürenin yeterli olamayacağı düşüncesinden kaynaklanmıştır. Ancak onun daha önce bir başka şeyhin on dört sene hizmetinde bu-lunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Tasavvuf târihinde herhangi bir şeyhe yıllarca hizmet ettikten sonra gittiği bir başka şeyhin yanın-da çok kısa sürede sülûkünü ikmâl eden bir çok kişi bulunmaktadır. Meselâ Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Nûreddin Abdurrahman Şirsî, da-ha önce kaydedildiği gibi, bunlardan birisidir. Bununla birlikte tasav-vuf târihinde hizmetinde bulunduğu şeyhin vefâtı üzerine yarım kalan sülûkünü şeyhin halîfesi yanında ikmâl edenler de vardır. Dolayısıyla

. 2 8 6 Mecdî, s. 259. 2 8 7 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 2 8 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Tâcü't-tevârîh, II, 530 ; Atâî, 80.

Sinan Efendi'nin Kudsî'nin vefatından sonra Bursa'da makamına ge-çen Tâcüddin Karamanî'nin yanında sülûkünü tamamladığı da düşü-nülebilir. Ayrıca Şeyh Sinan'ın her yıl gittiği Bursa'da birkaç gün ka-larak bâzı kabirleri ziyâret ettiği ve buradaki zevâtın rûhâniyetinden de istifâde ettiği belirtilmektedir.289

Taşköprîzade babası ve dayısından naklen, Şeyh Sinan'ın tarîkat âdâbına riâyette çok titiz davrandığını, bu sebeple Bursa'daki dergâhı ziyâreti sırasında burada postnişîn olan Hacı Halîfe'nin tarîkat âdabı-na ters bir şey yapmamaları için müridlerini uyardığını kaydetmekte, Taşköprîzâde'nin dayısı ve aynı zamanda Hacı Halîfe'nin yeğeni290

olan Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'un da (Kuşçu Abdî Çelebi, Ö.954/1547) aralarında bulunduğu bâzı küçük müridleri edebe aykırı davranırlar diye şeyhin huzûruna çıkarmadığını belirtmektedir.291

Atâî'nin "kutbü'l-aktâb ve'l-evtâd" diye andığı292 Şeyh Sinan Efendi, Ferecik'te kurduğu Zeyniyye tekkesinde 11 Rebîulevvel 890 (28 Mart 1485) târihinde meydana gelen vefâtına kadar irşad faaliye-tini sürdürmüş, zengin-fakir, şehirli-köylü pek çok kesimden müridi terbiye etmiştir. Sohbetleri ve duâlarıyla orduların muzaffer olması için Fâtih Sultan Mehmed tarafından bir kaç kez sefere götürülmüş olması,293 başta pâdişâh olmak üzere devlet ricâli nezdinde iyi bir îti-bar sâhibi olduğunu göstermektedir. Vefâtından sonra da halk arasın-da uzun süre şöhretinin devam ettiği, kabrinin özellikle ihtiyaç sahip-leri tarafından sıkça ziyâret edildiği belirtilmektedir.294 Buna rağmen kurduğu tekkesi hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh Sinan'dan söz ederken "Ferecik nam kasabada Şeyh Sinan'ın Zeynî ta-rîkine mensup meşhur bir zâviyesi vardır ve hâlen evlâdı elindedir"

2 8 9 Mecdî, s. 259. 2 9 0 İsmâil Beliğ'in kaydettiğine göre, Taşköprîzâde'nin dayısı Kuşçu Abdî Çele-

bi'nin annesi, Şeyh Hacı Halîfe'nin kızkardeşidir (Güldeste, s. 284-285). 2 9 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244-245; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 530-531. 2 9 2 Atâî, s. 80. 2 9 3 Mecdî, s. 259. 2 9 4 Mecdî, s. 259.

Page 45: reşat öngören zeyniler

demektedir.295 Evliyâ Çelebi Ferecik'te XVII. asırda üç mescid ve iki âdet tekkenin bulunduğunu, mescidlerden birinin Şeyh Sinan Mesci-di adını taşıdığını kaydetmekte,296 1310 (1892-93) târihli Edirne Sal-nâmesi'nde de Ferecik'te bulunan dört adet tekkeden birinin adının Şeyh Sinan Tekkesi olduğu belirtilmektedir.297 Acaba Evliyâ Çele-bi'nin haber verdiği tekkelerden biri Şeyh Sinan tarafından kurulan tekke midir? Kaydettiği mescid adını Sinan Ferevî'den mi almaktadır? Ya da Salnâme'de adı geçen tekke Sinan Efendi'nin faaliyet gösterdi-ği tekke midir? Bu hususta şimdilik bir şey söylenememektedir.298

Şeyh Sinan'ın vefâtından sonra makâmına kimin geçtiği tesbit edi-lememiştir. Ancak oğlu Ali Efendi'nin (Şeyh Ali b. Sinan, Ö.970/1562-63), Bursa'daki dergâhta 900-919 (1494-1513) yılları arasında faali-yet gösterdiği bilinen Safiyyüddin Halîfe'den299 icâzet aldıktan sonra babasının Ferecik'deki zâviyesinde posta oturduğu ve vefâtma kadar burada irşad faaliyetini sürdürdüğü nakledilmektedir. İstanbul'da devrin âlimlerinden zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvuf yolu-na girdiği bildirilen Şeyh Ali, rûyâ tâbirindeki mahâreti ve zâhir ve bâ-tın ilimlerindeki yetkinliğiyle tanınmıştı. Müridleri terbiye ile birlikte halk için vaaz meclisleri de tertip etmekteydi. Halvetiyye şeyhlerin-den Nûreddinzâde diye tanınan Mustafa Muslihiddin (ö. Zilkade 98l/Mart 1574), kendisini çekemeyen bâzı kimselerin şikâyeti üzeri-ne yakalanıp hapsedilmesi için ferman çıkartılacağını öğrendiğinde300

2 9 5 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4a. 296 Seyâhatnâme, XVIII, 78. 2 9 7 Machiel Kiel, "Ferecik", DİA, XII, 372-373. 2 9 8 Ekrem Hakkı Ayverdi de Ferecik'deki tekkeleri sıralarken "Şeyh Siyah[?]

Tâcüddin Tekkesi" diye bir tekkeden söz etmiştir (Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri [IV] Bulgaristan Yunanistan Arnavud-luk, İstanbul 1982, s. 207). Siyah kelimesinin önündeki soru işâreti Ayver-di'ye âittir. Osmanlıca yazılışında "Sinan" ile "Siyah" kelimeleri birbirine çok yakındır. Belli ki kelimede noktalar karıştığı için tam okunamamıştır. Kanâatime göre bunun Sinan diye okunması akla daha yakındır. O takdirde bu tekkenin adının da Sinan Efendi'den gelmiş olabileceği bir ihtimal olarak düşünülebilecektir.

2 9 9 İleride Safiyyüddin Halîfe'den bahsedilecektir. 3 0 0 Bu olayla ilgili bilgi için bk. Reşat Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Ana-

dolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000, s. 48-49.

Şeyh Ali'nin dergâhına giderek onunla istişâre etmiş, gizlenmesinin mi yoksa İstanbul'a gitmesinin mi daha uygun olacağını sormuştu? Ri-vâyete göre Ali Efendi kendisine İstanbul'a gitmesinin daha doğru olacağını belirterek, orada itibarla karşılanacağını hatta kendisine bir zâviye tahsis edileceğini haber vermiş, dediği gibi de olmuştu. Kânû-nî Sultan Süleyman devrinin sonlarına doğru (970/1562-63) vefât eden Şeyh Ali'den sonra301 makamına kimin geçtiği tesbit edileme-miştir.302

3. Molla Fenârî (Şemsüddin Muhammed b. Hamza, ö. Receb 834/ Mart 1431)

Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislâmı olarak bilinen mutasavvıf-âlimlerden Molla Fenârî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'den sonra vücud

3 0 1 Atâî, s. 80. 3 0 2 Bursalı Mehmed Tahir Bey Zeyniyye şeyhlerinden olduğunu söylediği Edir-

neli Ömer b. Hamza'nın Enîsü'l-celîs isimli edebiyat, târih ve ahlâka dâir Arapça eseri adı geçen Şeyh Ali b. Sinan Efendi adına kaleme aldığını, an-cak eserin yanlışlıkla İmam Suyûtf'ye nisbet edilerek neşredildiğini belirt-mektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 113-114). Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Hacı Mahmud, nr. 1995) bulunan yazma bir nüshasının başına sonradan Ömer b. Hazma el-Üveysî şeklinde not düşülmüştür. Müellif eseri ihvan ve dostlarının ricası üzerine yazdığını girişte belirtmekteyse de Ali b. Sinan adı-na yazdığına dâir herhangi bir ifâdesi bulunmamaktadır. Öte yandan M. Ta-hir Bey eserin 986'da (1578) yazıldığını belirtmekte, aynı bilgiyi muhteme-len ondan naklen Hüseyin Vassaf da Sefine'de kaydetmektedir (I, 269). An-cak Atâî'nin kaydına göre Şeyh Ali b. Sinan'ın vefat târihi 970/1562-63'dir (Zeyl-i Şekdik, s. 80). Arada on beş seneden fazla bir zamanın bulunması, eserin Ali b. Sinan adına yazılıp yazılmadığı hususunda tereddütler uyandı-maktadır. Muhtelif kütüphanelerde bir çok matbu nüshası bulunan eserin (Mesela bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 596; Be-yazıd Devlet Ktp., Veliyyüddin, nr. 4010 ; Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 1792, Tırnovalı, nr. 843; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp., Genel, nr. 1270; 3524 ; 3815), Bursalı'nm dediği gibi İmam Suyûtî'ye nisbet edildiği görülüyor. Ancak bunlardan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakülte-si Kütüphânesi'ndeki nüshalardan 1270 numaradaki nüshanın başına sonra-dan "Edirne'de Firecikli vaiz Ali b. Sinan Efendi'nin eseri" şeklinde not dü-şülmüştür. Diğer bir kısmında da Osmanlı Müellilferi referans gösterilerek Edirneli Ömer b. Hamza'nın eseri olduğuna dair notlar yazılmıştır.

Page 46: reşat öngören zeyniler

bulan Ekberiyye mektebinin en önemli temsilcilerinden biri olması yanında, değişik tarikatlardan da el almış bulunan bir şahsiyettir. Bu tarikatlar şimdiki tesbitlerimize göre Rifâiyye,303 Ebheriyye (Evhadiy-ye-Safeviyye/Erdebîliyye)304 ve Zeyniyye'dir. Fenârî'nin Zeyniyye'ye intisap ettiğini görebildiğimiz kadarıyla ilk olarak, Hoca Sâdeddin Efendi Tâcü't-tevârîh'te kaydetmiş, ancak şeyhinin adını zikretme-miştir.305 Bursa Vefeyâtı ile daha sonraki kaynaklardan Osmanlı Mü-ellifleri ve Sefîne-i Evliyâ'da ise onun Abdüllatîf Kudsî'ye mürid oldu-ğu belirtilmiştir.306 Çağdaş müelliflerden A. Zeki Velidî Togan ve İ. Hakkı Uzunçarşılı da Kudsî'ye intisap ettiğini belirtmektedirler.307

Öte yandan Taşköprîzâde eserinde Abdüllatîf Kudsî'nin Anadolu'ya gelişi üzerine onu medih sadedinde Fenârî'nin söylediği "Kadimte bi-lâde'r-Rûmi yâ hayra kadimin=Ey Anadolu'ya gelenlerin en hayırlı-sı" diye başlayan dokuz beyitlik Arapça şiirini, Kudsî'nin de ona "Elâ yâ imâme'l-asri yâ hayra kâimin=Ey zamanımızın önderi..." şeklinde başlayan on beyitlik cevâbını kaydetmiş, ancak Fenârî'nin intisabın-dan söz etmemiştir.308 Ismâil Beliğ de Fenârî'nin Kudsî için söylediği şiiri "Abdüllatîf Kudsî hazretlerine muhib ve dildâde olup..." şeklinde bir ifâdeyle Kudsî'ye muhabbetinin bir semeresi olarak değerlendir-miştir.309 Ancak Beliğ'in XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde (1722) kale-me aldığı Güldeste'deki "muhib" kelimesini "mürid" anlamında kul-

3 0 3 bk. Kemâl b. Ahmed Ahlatî, Münevvirü'l-ezkâr fî zikri silsile-i meşâyîh, Üs-küdar Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 253, vr. 17a.

3 0 4 Molla Fenârî Ebheriyye tarikatından üç ayrı silsile ile icazet almıştır. Silsile-lerden biri Safeviyye (Erdebiliyye) tarikatı üzerinden, diğer ikisi de Evhadiy-ye tarikatı üzerinden Ebheriyye'ye ulaşmaktadır (bk Harîrîzâde, Tibyân, I, 32b, 172b; II, 221b). Bu silsileler ve Molla Fenârî'nin intisap ettiği diğer ta-rikatlarla ilgili geniş bilgi için bk. (Reşat Öngören, "Osmanlı Devleti'nin İlk Şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Tasavvufî Yönü", Türkler, Yeni Türkiye Yayın-ları, Ankara 2002, XI, 114-119).

305 Tâcü't-tevârîh, II, 413. 3 0 6 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Osmanlı Müellifleri, I, 390 ; Vassâf,

Sefîne, I, 267. 3 0 7 A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Târihine Giriş, İstanbul 1981, s. 377-

378; Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, I, 533. 3 0 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26-27. 309 Güldeste, s. 242.

lanmış olabileceğini de düşünmek gerekir. Nitekim XVI. yüzyılın ikinci yarısında Mehmed Mecdî Efendi (Ö.1591) tarafından yapılan eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercümesi ile XVII. yüzyılın ilk yarısında Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) tarafından kaleme alınan Türkçe Bursa Vefeyâtı'nda "muhib" kelimesinin "mü-rid" anlamında kullanıldığı görülmektedir.310 Eğer Fenârî Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olmuş ise, muhtemelen bu, Sehâvî tarafından kayde-dilen ilk Anadolu seyâhati sırasında gerçekleşmiştir. Bursa Vefeyâtı, Yâdigâr-ı Şemsî ve Sefîne'deki Kudsî ile Bursa'ya yerleştiğinde (ikinci seyahat) buluştuğuna dâir kayıtların,311 o târihte Fenârî hayatta olma-dığı için yanlışlığı ortadadır. İlk seyahat sırasında Kudsî ile Sultan II. Murad'ın görüşmek için yanına kadar gitmiş olması,312 şeyhin Os-manlı topraklarına girdiğini hatta başkent Edirne'de bir müddet kal-dığını göstermekte,313 bu arada sohbetlerine katılan önemli kişiler314

arasında Osmanlı ileri gelenlerinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Molla Fenârî Kudsî'ye bu seyâhati sırasında intisap etmiş olabilir. Bunun yanı sıra çağdaş araştırmacılardan Hüseyin Hüsâmed-din (Yasar) kaynak belirtmeksizin Molla Fenârî'nin 821'de büyük oğ-lu Muhyiddin Muhammed Şah Çelebi ile birlikte çıktığı hac yolculu-ğunda Mısır'a giderek Horasan'dan Zeynüddin Hâfî'nin gelmesini beklediğini,315 822'de Hâfî ile birlikte Kudüs'ten hacca gidip tekrar Kudüs'e döndüklerini kaydetmektedir.316 Görebildiğimiz kaynaklar-

3 1 0 bk. Mecdî, s. 259; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Mecdî Efendi tercümesinde "muhib" kelimesi çoğul hâliyle "ahibbâ" şeklinde kullanılmış-tır.

3 1 1 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 366; Vassâf, Se-fîne, I, 265.

3 1 2 Sehâvî, IV, 327. 3 1 3 Abdüllatîf Kudsî'nin Edirne'de "debbağlar imamı" diye tanınan Şeyh Mus-

lihuddin hakkında "O hakîkat denizlerinden bir denizdi. Devamlı tefekkür ve istiğrak hâlinde bulunurdu" şeklindeki hüsn-i şehâdeti de (Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 460) adı geçen şehirde bu şeyhle görüş-tüğünü, dolayısıyla Edirne'de kaldığını göstermektedir.

3 1 4 Sehâvî, IV, 327. 3 1 5 Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", Türk Târih Encümeni Mecmûası

ÇTTEM), XCV (1926), s. 383. 3 1 6 Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", TTEM, XCVI (1928), s. 148.

Page 47: reşat öngören zeyniler

da Fenârî'nin 822 senesinde hacca gittiği,317 Medîne'de bulunduğu sırada orada vefat eden Nakşibendiyye şeyhi Muhammed Pârsâ'nm cenâze namazına katıldığı,318 hac dönüşü Kudüs'e, oradan da Mısır sultânının dâveti üzerine Kâhire'ye giderek sultanla ve ileri gelen âlimlerle görüştüğü belirtilmiş,319 yine bu târihte Zeynüddin Hâfî'nin o bölgede olduğu, Mısır'da hazırlatıp getirdiği beyaz taşı Pârsâ'nın kabri başına diktirdiği tesbit edilmiştir.320 Ancak bu kaynaklarda Fe-nârî'nin Zeynüddin Hâfî ile görüşüp görüşmediği husûsuna temas edilmemiştir. Kenâatimize göre Fenârî'nin bu sırada Zeynüddin Hâfî ile buluşmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak sırf görüşmüş ol-malarından yola çıkarak ona mürid olduğu söylenemez. Nitekim Hü-seyin Hüsâmeddin de herhangi bir intisaptan söz etmemiştir.

Şeyhülislâlık makamına kadar yükselmiş bir âlim olan Molla Fe-nârî'nin el aldığı tarîkatlar arasında Zeyniyye'nin de bulunması, bu tarîkatın Anadolu'da halkla birlikte devlet ricâli ve ilmiye mensupları arasında yayılmasına önemli katkılar sağlamış olmalıdır. Tarîkat şeyh-leri gibi başına tâc giydiği belirtilen Fenârî'nin321 mürid yetiştirmek-le meşgul olup olmadığı bilinmemektedir.

Velûd bir yazar olan Molla Fenârî'nin tasavvuf kelâm, mantık, tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, Arap dili ve edebiyâtı gibi konularda pek çok eser kaleme aldığı görülmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir eserle-rinin adedinin yüzü geçtiğini belirtir.322 Sadreddin Konevî'nin vü-cûd, vücud mertebeleri vb. konuları ele aldığı Miftâhu'l-gayb isimli Arapça eserine Misbâhu'l-üns adıyla yine Arapça olarak bir şerh yaz-

3 1 7 İbn Hacer el-Askalânî, İnbâü'l-gumr bi-enbâi'l-umr, Beyrut 1986, VII, 378; Tâcü't-tevârîh, II, 411 ; Güldeste, s. 240.

3 1 8 Nevâî, Nesâyim, 246-247 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 433 ; Reşehât Tercü-mesi, s. 91-92.

3 1 9 İbn Hacer, İnbâü'l-gumr, VII, 378; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 411; Gül-deste, s. 240.

3 2 0 Nevâî, Nesâyim, 246-247 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 433; Reşehât Tercü-mesi, s. 91-92.

3 2 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 25. 322 Osmanlı Müellifleri, I, 390. 3 2 3 Bu eserin ilmî neşri Konevî'nin metniyle birlikte Muhammed Hâcevî tara-

fından gerçekleştirilmiştir (İran 1416 h.)

mış,323 burada tasavvufî anlayışla kelâmî görüşleri birbirine yaklaş-tırmaya çalışmıştır. Fâtiha sûresinin tefsîri sadedinde kaleme aldığı Aynü'l-a'yân isimli eserinde de324 muhtelif mes'eleleri anlatırken ta-savvufla kelâmı mezcettiği görülmektedir. Yine Arapça olarak kale-me aldığı bir risâlesinde de325 tasavvuf ehlini ve uyguladıkları âdab ve erkânı savunmuştur. Giriş kısmında risâleyi yazmasının sebebini şöyle açıklamaktadır: "Bâzı kimseler tasavvuf ehlinin yaptıklarını bid'at, tavırlarını gösteriş ve aldatma, sözlerini de yalandan ibâret zannetmektedirler. Oysa ben biliyorum ki onlar Peygamber'den mî-ras olarak aldıklarını uyguluyor, Kitap ve Sünnet'in gösterdiği sağ-lam ve emin bir yolda yürüyorlar."326 Vefâtına "Cennetü'l-firdevs" terkibinin târih düşürüldüğü (834) Fenârî'nin kabri Bursa'da kendi yaptırdığı câmînin hazîresindedir.327

4. Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali b. Muhammed, ö. 875/1470-71)

Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında Alâeddin Ali b. Muham-med eş-Şahrûdî el-Bistâmî'nin de önemli katkıları olduğu anlaşılmak-tadır. Çok genç yaşta eser te'lîfiyle meşgul olduğu için "Musannifek" lâkabıyla anılan Şeyh Alâeddin Ali, Horasan'ın Bistam şehrinin Şah-rud köyünden olup nesli Fahreddin Râzî'ye dayanır. İlim tahsilini do-kuz yaşında gittiği Herat şehrinde tamamlamıştır. Zeyniyye tarîkatı şeyhlerinden olduğu ve irşad icâzetini Zeynüddin Hâfî'nin bir halîfe-

3 2 4 Arapça olan bu eser Hicrî 1325 senesinde İstanbul'da neşredilmiştir. 325 Sûfiyyenin Libas ve Etvâr ve Meslekine Dâir îtirâzâta Reddiye, Süleymâniye

Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, vr. (lb-18b). Eserin giriş kısmında müellif adı-nı Muhammed b. Hamza şeklinde kaydetmiş ve neslinin Şihâbüddin Sühre-verdî'den geldiğini belirtmiştir (vr. 2a).

3 2 6 Molla Fenârî eserin sonunda konuyla ilgili kaynakları zikretmiştir. Bunlar arasında Zeynüddin Hâfî'nin de bir risâlesi (adı zikredilmemiş) bulunmak-tadır. Fenârî'nin tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı diğer eserleri için bk. Mustafa Aşkar, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara 1993, s. 93-96.

327 Güldeste, s. 241; Osmanlı Müellilferi, I, 390.

Page 48: reşat öngören zeyniler

sinden aldığı belirtilmekle birlikte,328 şeyhinin adı kaydedilmemiştir. Bununla birlikte onun 848'de (1444), Herat'tan Anadolu'ya geldiği bilinmektedir.329 Herat şehrine ise ilim tahsili için gittiği çocukluk ve gençlik döneminden sonra ikinci olarak, Hoca Sâdeddin'in kaydına göre 838'de,330 Taşköprîzâde'ye göre ise 839'da (1435-36)331 gitmiş ve eserlerinden bir kısmını burada telif etmiştir. Buna göre Herat'a Zeynüddin Hâfî'nin vefat ettiği sene ya da vefâtından bir sene sonra gittiği ve burada en az on sene kaldığı anlaşılmaktadır. O târihlerde mezkûr şehirde faaliyet gösteren Zeynüddin Hâfî'nin iki önemli halî-fesi vardır: Muhammed Tebâdegânî ve Sadreddin Revvâsî.332 Eğer Musannifek Anadolu'ya gelmeden önce Zeyniyye tarikatına girmiş ise, muhtemelen, ilmiye mensuplarının da büyük rağbet gösterdiği bu iki zâttan birine intisap ederek sülûkünü tamamlamıştır. Eğer He-rat'ta tarikata girmedi ise o takdirde 848'de (1444) Anadolu'ya geldi-ğinde, Zeynüddin Hâfî'nin buradaki halîfelerinden Abdüllatîf Kudsî ile karşılaşarak intisap etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zîra Mu-sannifek'in hangi târihlerde olduğu lcaydedilmemekle birlikte Kon-ya'da müderrislik yaptığı belirtilmektedir.333 Abdüllatîf Kudsî'nin de bu şehirde bir müddet faaliyet gösterdiği yukarıda kaydedilmişti.

Musannifek'in sûfî abâsı ve tâcı giydiği ve irşad için icâzetli oldu-ğu açıkça belirtilmekle birlikte334 tasavvufî faaliyetlerini nerelerde sürdürdüğü, kendisinden sonra halîfe bırakıp bırakmadığı kaydedil-memiştir. Fıkıh, tasavvuf, kelâm, mantık, tefsir, hadis, gramer gibi sa-halarda Arapça ve Farsça pek çok önemli eser kaleme almış olan Mu-sannifek, Fâtih Sultan Mehmed ve sadrâzamı Mahmud Paşa tarafın-dan da takdir edilen mutasavvıf-âlimlerdendi. Vezirler için bir kısım nasîhatları ihtiva eden Farsça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi Mahmud Pa-şa için kaleme almış, yine Farsça olan tefsîrini de (el-Muhammediyye

3 2 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 163-164, 166; Tâcü't-tevârîh, II, 491-492, 494. 3 2 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164; Tâcü't-tevârîh, II, 493. 330 Tâcü't-tevârîh, II, 493. 3 3 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164. 3 3 2 bk. "Tarikatın Horasan'da Yayılışı" bölümü. 3 3 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 165; Tâcü't-tevârîh, II, 494. 3 3 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 166; Tâcü't-tevârîh, II, 494.

fî tefsîri'l-Kur'an) Fâtih'in talebi üzerine te'lîf etmiştir.335 Tasavvufî mâhiyette olan Arapça Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz isimli eseri ise336 Osmanlı klasik döneminde tasavvufla kelâmın mezcedildiğini gösteren önemli eserlerden biridir. Burada "âriflerin önderi, şeyhi-miz, tâliplerin mürşidi, şeriat bayrağını yücelten" gibi vasıflarla andı-ğı Zeynüddin Hâfî'nin Risâle-i Kudsiyye isimli eserinden de alıntı yapmıştır (22a). Musannifek'in tasavvufî mâhiyette olan bir diğer ese-ri ise Mesnevî'nin bâzı kısımlarına yazdığı Farsça şerhtir.337 Hicrî 803 senesinde doğan Musannifek 875 senesinde İstanbul'da vefat etmiş ve Eyüp'te Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin kabri civârına defnedilmiştir.338

5. Tâcüddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı Abdüllatîf Kudsî'den sonra Bursa'da makamına oturan halîfesi

Tâcüddin İbrâhim Karamânî'dir (ö. Safer 872/Eylül 1467). Aslen Ma-navgatlı olan Tâcüddin İbrâhim, Yahşî Fakih diye bilinen bir zâtın oğ-ludur. Eğirdir'de Pîrî Halîfe Hamîdî'nin (Pîr Muhammed Hûyî) ya-nında zâhir ilimleri tahsil etmekte iken, Abdüllatîf Kudsî'nin Kon-ya'ya geldiğini duyup hocasıyla birlikte ziyâretine gitmişler ve birlik-te zikir almışlardır. Hoca ve talebe bir müddet Kudsî'nin hizmetinde bulunduktan sonra Eğirdir'e dönmek istediklerinde, şeyh Pîrî Halî-fe'ye "Molla Tâcüddin'i bize bırakınız" diyerek onu yanına almıştır. Bir müddet Konya'da kaldıktan sonra Kudsî ile birlikte Bursa'ya gi-den Tâcüddin İbrâhim, burada seyru sülûkünü ikmâl etmiş ve Kud-sî'nin 1452'de vefâtı üzerine makamına oturmuştur.339

Kaydedildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin vefâtından sonra Tâ-cüddin İbrâhim müridleriyle birlikte şeyhin kabri yanında uzun müd-

3 3 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 493-494. 3 3 6 866'da (1462) Edirne'de kaleme alınan bu eserin bir nüshası için bk. İstan-

bul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 513, vr. lb-213b. 3 3 7 Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Nâfiz Paşa, nr. 604'de vr. lb-119a)

bulunan bir nüshası muhtemelen müellif hattıdır. 3 3 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 163, 165; Tâcü't-tevârîh, II, 492, 494. 3 3 9 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 555-556; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 113; Tâ-

cü't-tevârîh, II, 460-461; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Baldırzâ-de, Vefeyâtnâme, vr. 73a-74a; Güldeste, 97-98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367.

Page 49: reşat öngören zeyniler

det evrâd u ezkâra devam etmiştir.340 Bunun üzerine Kudsî'yi çok es-kiden tanıyıp seven îranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş kabrin etrafın-daki arsayı satın alarak dervişler için zâviye, mescid ve abdesthâne yaptırdı.341 Daha sonra buraya bâzı hayır sahipleri, gelirleriyle derviş-lerin ihtiyaçları karşılanmak üzere bir kısım dükkan, ev ve değirmen vakfetmiş,342 Fâtih Sultan Mehmed tarafından da Yıldırım Câmii'ne giden sudan bir parmak bu külliyeye verilmesi emredilmiştir.343 Tek-kenin yanındaki suyun vaktiyle bizzat Abdüllatîf Kudsî tarafından bu-lunduğu söylenir. Şeyh Ahmed Gazzî bu suda zemzem lezzeti olduğu-nu belirtmektedir.344 Mehmed b. Sa'dî'nin açıklamalarından, burada zâviye ve mescid olarak iki ayrı bina değil, her iki ihtiyaca da cevap verecek şekilde tek bir bina yaptırıldığı anlaşılmaktadır.345 Güldeste ve Yâdigâr müelliflerinin mescidden söz etmeksizin, sâdece zâviye yaptırıldığım belirtmiş olmaları da bunu te'yid etmektedir.346 Ayrıca buraya Şeyh Tâcüddin'in izni ile Bursalı Hoca Ramazan tarafından bir mescid yaptırılarak kubbesi kurşunla kaplatılmış, daha sonra bu mescid Kazasker Muallimzâde Ahmed Efendi tarafından Bursa kadısı olduğu sırada câmiye çevrilerek Muallimzâde Câmii adım almıştır.347

Bunların yanı sıra kaynaklarda belirtildiğine göre Tâcüddin Karamâ-nî'nin bir ara Uludağ'a çıkarak inzivâya çekildiği mahale, Kastamonu-

3 4 0 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. 3 4 1 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-

vârîh, II, 461; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. 3 4 2 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. 3 4 3 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. 3 4 4 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. 3 4 5 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. 346 Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Atâî'nin kaydından Bursa'daki dergâ-

hın Abdüllatîf Kudsî tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktaysa da (s. 63), yuka-rıdaki bilgiler bunun böyle olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte Atâî'nin kaydını, Bursa'da ilk olarak Zeyniyye âit bir zâviye Abdüllatîf Kud-sî tarafından kurulmuştur şeklinde anlamak da mümkündür.

3 4 7 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâ-me, vr. 74b; Güldeste, 98 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Kazasker Muallimzâde Ahmed Efendi'nin babası Muallimzâde Şeyh Muslihuddin Mustafa, yukarı-da zikredilen Zeyniyye Dergâhı'nda posta oturmuş olan şeyhlerdendir. İle-ride kendisinden bahsedilecektir.

lu Hoca Rüstem tarafından derviş hücreleri yaptırılmıştır.348 "Sûfîler yaylağı" diye meşhur olan bu mahalde bir de hamamın bulunduğu, çevresinde daha sonra bir çok bina yaptırıldığı belirtilmektedir.349

Baldırzâde'nin Vefey âtnâme'si ile Güldeste ve Yâdigâr"daki kayıtlar-dan Hoca Rüstem'in derviş hücrelerini Bursa'da Zeyniyye hankâhı yanında yaptırdığı anlaşılmaktaysa da,350 önceki kaynakların verdiği bilgiler daha doğru olmalıdır.

t Zeyniyye adına bu şekilde binâların yaptırılmış olması, tarikatın Bursa'da geniş bir taraftar bulduğunu gösteriyor. Dergâhta görevli Çanakçı Dede'nin "Bir gecede halvetteki dervişlere 110 çanak yemek dağıttım" şeklindeki sözü de351 Zeyniyye'ye gösterilen rağbetin bir ifâdesidir. Tâcüddin İbrâhim'e mürîd olduğu anlaşılan Veliyyüddinzâ-de Ahmed Paşa'nın352 Rumeli'de bir harp sırasında komuta ettiği as-kerlerin mağlup olacağından korkunca şeyhinin rûhâniyetinden yar-dım istemiş olması,353 Tâcüddin Efendi'nin etkisini ve mânevî nüfû-zunu göstermesi bakımından önemlidir.) Ayrıca Veliyyüddinzâde'nin yazdığı bir şiir de, şeyhin paşa üzerindeki tesirini gösteren önemli bir belge niteliğindedir:

Emîn-i mahzen-i esrâr Şeyh Tâcüddin Bahâr-ı ravza-i envâr Şeyh Tâcüddin Dili hazâin-i hikmet kilidine miftah

3 4 8 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-vârîh, II, 461. Muhtemelen Şeyh Tâcüddin'in müridlerinden olan Bostancı Dede'den naklen kaydedildiğine göre, Tâcüddin Efendi bir ara gizlice Ulu-dağ'a çıkarak ıssız bir yerde inzivâya çekilmiş, dervişler kendisini günlerce aradıktan sonra bulabilmişlerdi. Daha sonra bu mahal Zeyniyye mensupları tarafından bir ziyâretgâh hâline getirilmiş ve Hoca Rüstem tarafından bura-ya derviş hücreleri yaptırılmıştır (bk. kaydedilen yerlerde).

349 Tâcü't-tevârîh, II, 461. 3 5 0 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 74a; Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. 3 5 1 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-

vârîh, II, 461 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. 3 5 2 Ahmed Paşa'nın, ileride kaydedileceği gibi, Tâcüddin Efendi'den sonra da

Şeyh Vefâ'ya intisap ettiği anlaşılmaktadır. 3 5 3 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.

Page 50: reşat öngören zeyniler

Emîn-i Ahmed-i Muhtâr Şeyh Tâcüddin Cemâli gülşen-i cennetten ide müstağni Kime ki arz ide dîdâr Şeyh Tâcüddin Harîni-i Kâbe-i dilde sorulsa mürşid-i Hak Çağıra her der ü divar Şeyh Tâcüddin Pür oldu Gülşen-i Ravz'a nevâ-yı Mantık-ı Tayr Çün oldu bu deme Attar, Şeyh Tâcüddin Nesîm-i lutf-i deminden zülâli feyzi ile Cihânı eyledi gül-zâr Şeyh Tâcüddin Dem-i Mesih ki hulk-i Muhammedi'den olur Tabîb-i her dil-i bîmâr Şeyh Tâcüddin Fenâ vü fakr harîminde oldu Merve haki Safây-ı Kâbe-i esrâr Şeyh Tâcüddin Ya bahr-i rahmet-i Hakdır ki lutf-i mevcile ider Nisâr-ı gevher-i şeh-vâr Şeyh Tâcüddin Ya âlem-i dil ü cân yapmağ içun olmuşdur Binâ-yı âleme mîmar Şeyh Tâcüddin Uyandı subh-i ezelde ki hâb-ı gafletten Bu halkı eyleye bîdâr Şeyh Tâcüddin Mürid olursan ona ol ki irâdetin itti Medâr-ı kubbe-i devvâr Şeyh Tâcüddin Kabul-i nâfesin açsa nesîm-i hulk ile ider Cihân-ı nâfe-i Tatar Şeyh Tâcüddin Belâ vü derde giriftardur dil-i bîmâr Demidürür ki ide timar Şeyh Tâcüddin Hucûm-i leşker-i gamdan halâs olur Ahmed Olur ise ona gam-har Şeyh Tâcüddin.354

Yâdigâr müellifi Mehmed Şemsüddin Bursa'daki dergâhta ilk postnigîn olarak Abdüllatîf Kudsî'yi göstermişse de,355 dergâhın Kud-sî'nin vefâtından sonra yaptırılmış olması bunun yanlışlığını ortaya koymaktadır. Ayrıca Bursa Vefeyâtı'nâa dergâhta ilk posta oturanın

354 Ahmet Paşa Dîvânı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992, s. 41-42. 355 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 365.

Tâcüddin İbrâhim olduğu açıkça belirtilmiştir.356 Safer 872 târihinde meydana gelen ve'fâtına kadar Hicrî takvim hesâbıyla 16 sene irşad fa-aliyetinde bulunan Tâcüddin İbrâhim'in kabri Abdüllatîf Kudsî'nin yanındadır.357 Yukarıda adı geçen Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa tara-fından kabri üzerine türbe yaptırılmıştır.358

Anadolu'nun yanı sıra Arap ve Acem'den de pek çok mürîde sa-hip olduğu kaydedilen Şeyh Tâcüddin'in359 yetiştirdikleri arasında Süleyman Halîfe, Boyabatlı Şeyh Kemâl, Mevlâ Ayas ve kendisinden sonra makamına oturan Hacı Halîfe gibi zâtlar bulunmaktadır. Hak-kında yeterli bilgi elde edemediğimiz Süleyman Halîfe Taşköprîzâ-de'nin belirttiğine göre, İstanbul'da Zeyrek Câmii yakınına yerleşerek inzivâ hayâtını tercih etmiş, şeyhi Tâcüddin İbrâhim'den icâzet aldığı halde irşadla meşgul olmamıştır.360 Ayvansarâyî onun inzivâya çekil-diği mescidin kiliseden çevrildiğini belirtmekte ve adını "Şeyh Süley-man Mescidi" şeklinde kaydetmektedir. Ayvansarâyî ayrıca şeyhin kabrinin de orada olduğunu belirtmiştir.361 Zâhir ilimlerine de vâkıf olan Süleyman Halîfe'nin evlenmeyip mücerred bir hayat sürdüğü nakledilmektedir. Kendisine neden mürid yetiştirmediği sorulduğun-da, "Şeyhim bana, eğer bir tâlib senden irşad edilmeyi ister, sen de onun irşâdının başkası eliyle olamayacağını anlarsan o zaman mürid-liğe kabul et, diye nasîhat etmişti. Şimdiye kadar böyle birisine rastla-madım" diye cevap vermiştir.362 H. J. Kissling, eş-Şekâik'te onun

3 5 6 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Şemseddin Sâmî, Kâmû-sü'l-a'lâm, III, 1607.

3 5 7 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-vârîh, II, 461 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; Güldeste, 98; Yâdi-gâr-ı Şemsî, s. 367.

3 Î S Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Yukarıda sözü edilen Rumeli'deki savaş sırasında Şeyh Tâcüddin'in mânevî yardımıyla galip geldiğine inana-rak sefer sonrası şeyhin kabrinin üstüne türbe yaptırmıştır (bk. kaydedilen yerde).

3 5 9 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. 3 6 0 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249. 3 6 1 Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmi', İstanbul 1281,1, 131. 3 6 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249.

Page 51: reşat öngören zeyniler

Şeyh Sinan Halîfe diye bir halîfesinden bahsedildiğini363 belirterek, Süleyman Halîfe'nin irşad faaliyetinde bulunduğunu, yukarıdaki söz-lerinin ise küskünlükten kaynaklanan bir mübâlağa olabileceğini ileri sürmüşse de,364 Sinan Halîfe'nin şeyhi olduğu belirtilen Süleyman Halîfe'nin, söz konusu olan Zeyniyye şeyhi Süleyman Halîfe olduğu belli değildir.

Tâcüddin Karamânî'nin bir diğer halîfesi Şeyh Kemâl Boyabatlı-dır. Hayâtı ve faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi bulunamamıştır. Taşköprîzâde, ulemâdan "İbnü'ş-şeyh" diye bilinen oğlu Mevlâ Ab-dullah vesilesiyle onun adını zikretmekte ve Şeyh Tâcüddin'in halîfe-lerinden biri olduğunu haber vermektedir.365 Oğlunun da müderris-likten emekli olduktan sonra tarîkat şeyhlerinin sohbetlerine katıldı-ğını belirtmişse de intisâbından ve tarikatından söz etmemiştir.366

Tâcüddin Karamanî'nin bir başka halîfesi Bursalı Mevlâ Ayas (Ö.861/1457) Fâtih Sultan Mehmed'in küçüklüğünde hocalığını ya-pan önemli âlimlerdendir.367 Aynı zamanda hattat olduğu da belirtil-mektedir.368 Şeyh Tâcüddin'den irşad için icâzet aldıktan sonra Bur-sa'da zamânmı ilim ve ibâdetle geçirdiği, özellikle mütâlaa ettiği ki-tapların kenarına notlar düşerek bir kısım hâşiyeler vücûda getirdiği kaydediliyor.369 Zeyniyye meşâyihi nezdinde "zamânın kutbu" olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.370 Yavuz Sultan Selim devri ricâlinden

3 6 3 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 542. 3 6 4 Kissling, Zejnîje Orden, s. 170. 3 6 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 514. 3 6 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 515. 3 6 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 495. 3 6 8 Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928, s.

133-134. 3 6 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 495-496. 370 eş-Şekâik'in iki ayrı yerinde (s. 170, 347-448) ve Tâcü't-tevârîh'te kaydedil-

diğine göre (II, 496) ileride bahsi gelecek olan Zeyniyye meşâyihinden Âşık-paşazâde, beraberinde hacca götürdüğü müridlerinden Seyyid Velâyet'e, Arafat'ta imamın sağında bulunan kişinin zamanın kutbu olduğunu söylemiş ve "Bak bakalım o zâtın kim olduğunu tanıyabilecek misin?" demiştir. Sey-yid Velâyet dikkatlice baktığında imamın sağında duran kişinin, o sene hac-ca gitmeyip Bursa'da kalmış olan Mevlâ Ayas olduğunu farketmiş.

"Bursa İmamı" diye bilinen Şeyh Muslihuddin Efendi'nin (ö. ?) seyru sülûkünü Mevlâ Ayaş'ın yanında tamamladığı belirtildiğine göre,371

mürid yetiştirmekle de meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun vâsıtasıyla Zeyniyye'de ayrı bir silsilenin meydana gelip gelmediği tes-bit edilememiştir. Müstakimzâde vefâtınm "kurretü'l-ayn" terkibinin delâlet ettiği 861 (1457) senesinde Bursa'da meydana geldiğini kay-detmektedir.372

a. Hacı Halîfe (Abdullah Kastamonî, ö. Cemâziyelâhir 894/Mayıs 1489)

Hacı Halîfe diye bilinen Kastamonulu Şeyh Abdullah, Tâcüddin İbrâhim'den sonra Bursa Zeyniyye Dergâhı'nda makâmına oturmuş olan önemli halîfesidir.373 Şeyhin ismi ve lâkabı hakkında kaynaklar-da bir ihtilaf bulunmamakla birlikte, Lâmiî Çelebi'nin adım "Abdul-lah b. Hacı" şeklinde,374 İsmâil Beliğ'in ise "Hacı Halîfe b. Vefâ" şek-linde kaydetmiş olması,375 babasının ismi husûsunda ittifak olmadığı-nı göstermektedir. Önce zâhir ilimlerini tahsil eden Hacı Halîfe, da-ha sonra Şeyh Tâcüddin'e intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna gir-miş ve sülûkünü tamamlayarak icâzet almıştır.376 Kaynaklarda alçak gönüllü, cömert, ilimle mârifeti şahsında birleştirmiş bir şahsiyet şek-linde takdim edilen şeyhin, rûyâ tâbirinde mâhir olduğu özellikle be-lirtilir. Bir kısım önemli meselelerde ilmiyye mensuplarının sık sık kendisine danışmaları, ayrıca ilm-i zâhirde de üstünlüğünü göster-mektedir. Kendisiyle ilmî istişârelerde bulunanlar arasında, zamanın Bursa kadısı meşhur sahn müderrislerinden Kadızâde de [Mevlâ Kasım] vardır.377 Târihçi Hammer onu "hakîm mutasavvıf" vasfıyla

3 7 1 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 429. 3 7 2 Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 134. 3 7 3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 240-241; Tâ-

cü't-tevârîh, II, 529-530; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâ-de, Vefeyâtnâme, vr. 77a; Güldeste, s. 99; Harîrîzâde, Tibyân, II, 107a; Yâ-digâr-ı Şemsî, s. 368; Vassâf, Sefîne, I, 266.

3 7 4 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556. 375 Güldeste, s. 99. 3 7 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 240-241; Tâcü't-tevârîh, II, 529-530; Güldeste,

s. 99; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 368. 3 7 7 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556, 558 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 241-243;

Tâcü't-tevârîh, II, 530.

Page 52: reşat öngören zeyniler

anmış ve irâde-i ilâhiyye ve cebir ile ilgili bir risâle kaleme aldığını be-lirtmiştir.378 -Küçüklüğünde babasıyla birlikte Hacı Halîfe'yi ziyâret edip elini öptüğünü belirten Lâmiî Çelebi, onun sözlerini bir dervişi-nin derlediğini bildirmekteyse de,379 bu derlemenin günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.

eş-Şekâik müellifi Taşköprîzâde'nin "Şöhreti ufukları tutan şeyh" diye tanıttığı Hacı Halîfe380 ile birlikte Bursa'daki Zeyniyye hânkâhı-mn "Hacı Halîfe Zâviyesi" diye de anılmaya başlamış olması,381 şey-hin şöhreti yanında etkisini de göstermesi bakımından önemlidir. An-cak buna rağmen hayâtı hakkında kaynaklarda pek fazla bilgi verilme-miştir. Mecdî'nin kaydına göre bir ara kâfir diyârında (isim zikredil-memiştir) esir edilip hapsedilmiş, bu sırada bir rahibin,müslüman ol-masını sağlamıştır. Esâretten kurtulması ise, ülkenin ileri gelen âilele-rinden birine mensup olduğu anlaşılan bir kızın derdine duâsıyla ça-re bulduğu için, âile fertlerinin yardımıyla gerçekleşmiştir.382

Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhtan başka Giresun'un Espiye il-çesine bağlı Tekke köyünde Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Hâtun'un (ö.911/1505-06) desteğiyle kendi adına kurulan tekkede de383 bir müddet faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Ancak burada hangi târihlerde şeyhlik yaptığı ve kendisinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Tekkenin adının 929 (1523) târihli tapu

3 7 8 Hammer, III, 240. 3 7 9 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557. 3 8 0 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182. 3 8 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I,

109. 3 8 2 Mecdî, s. 258. 3 8 3 bk. Naci Yüngiil, "Giresun'un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim'in Te'sîs

Ettiği Gülbahar Hâtûn Tekkesi Vakfına Âit Vesîkaların Değerlendirilmesi", VD, XV (1982), s. 106; Hâşim Karpuz, "Giresun'un Espiye İlçesine Bağlı Tekke Köyündeki Gülbahar Hâtûn 'Hacı Abdullah' Zâviyesine Bağlı Yapı-lar", VD, XV (1982), s. 117. Hâşim Karpuz kaydedilen makalesinde Hacı Abdullah Halîfe'nin Nakşibendiyye'ye mensup olduğunu belirtmişse de (s. 119), Nakşibendiyye'ye mensup Hacı Halîfe'nin [Menteşeli] başka bir zât olduğu ve Kanûnî Sultan Süleyman devrinde faaliyet gösterdiği bilinmekte-dir (bk. Öngören, Osmatıltlar'da Tasavvuf, s. 134-135).

defterinde "Hacı Abdullah Halîfe Zâviyesi" diye kaydedildiği halde, 950 (1543) târihli vakfiyede "Gülbahar Hâtûn Tekkesi" diye kayde-dilerek,384 Hacı Halîfe'ye ya da herhangi bir Zeyniyye şeyhine nisbet edilmemiş olması, buranın Zeyniyye ricâlinin tasarrufu altında devam edip etmediği husûsunda şüphe uyandırmaktadır.

Hacı Halîfe Cemâziyelâhir 894 (Mayıs 1489) senesinde Bursa'da vefat etmiş ve şeyhi Tâcüddin İbrâhim Karamânî'nin yanına defnedil-miştir.385 Yanında yetişen çok sayıda mürîdi arasında sadrâzamlardan İbrâhim Paşa, kazaskerlerden Alâeddin Ali Fenârî, kadılardan Şüca' Çelebi, müderrislerden Mehmed Efendi ve üveysî-meşrep Rüstem Halîfe gibi şahsiyetlerin bulunması, Zeyniyye'nin bu dönemde halkın yanı sıra devlet ricâli ve ilmiye mensuplarının ileri gelenleri arasında da yayılmaya devam ettiğini göstermektedir.

Hacı Halîfe'ye mürid olduğu bildirilen İbrâhim Paşa (Ö.905/1499), Sultan II. Bâyezid döneminde sadrâzamlığa kadar yük-selmiş bir devlet adamı olup, Osmanlı Devleti'ne kuruluşundan îtibâ-ren bir çok âlim ve devlet adamı yetiştirmiş olan Çandarlı âilesine mensuptur. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'e göre babası Sadrâzam Halil Paşa Fatih Sultan Mehmed tarafından azledildikten sonra İbrâ-him Çelebi de kadılık vb. vazifelerden peyderpey azledilerek en dü-şük makam olan ihtisab eminliğine kadar indirilince devlet hizmetin-den ayrıldı ve Hacı Halîfe'nin dergâhına intisap etti. Sâhip olduğu ih-tişamdan sonra derviş lcıyâfetine bürünerek çok çetin riyâzetlere kat-lanması sebebiyle, aklını kaçırdığına dâir yayılan söylentiler Fâtih Sul-tan Mehmed'e kadar ulaşmıştı. Bir gün şeyhi Hacı Halîfe kendisini çağırdı ve İstanbul'a gidip Amasya kadılığını talep etmesini söyledi. Bunun üzerine başkente giden paşa, sultan tarafından çok güzel kar-şılanmış, ancak Amasya kadılığını talep etmesine çok şaşırmıştı. Zîra sultan daha yüksek bir mansıp talep etmesini bekliyordu. Hatta o sı-rada sultanın kendi kendine "Henüz aklı tam yerine gelmemiş" şek-

3 8 4 Yüngül, a.g.m., aynı yer. 3 8 5 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 558 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244 ; Tâcü't-te-

vârih, II, 530.

Page 53: reşat öngören zeyniler

ünde mırıldandığı nakledilmektedir.386 Kadılık talebi yerine getirilen İbrâhim Efendi'yi Amasya'da sancak beyi Şehzâde Bâyezid karşıladı ve kendisine, "Bu görevi benim hâtırım için kabul ettiğini biliyorum" diyerek teşekkür etti.387 Bâyezid'in bu şekilde teşekkür etmesinden, daha önce Hacı Halîfe ile görüştüğü ya da bir şekilde haberleştiği ve ondan bizzat İbrâhim Efendi'yi istediği anlaşılmaktadır. Bu olay aynı zamanda Hacı Halîfe ile şehzâdenin çok iyi ilişkiler içinde olduğunu da göstermektedir. Zaman sonra Bâyezid İstanbul'da tahta oturunca İbrâhim Efendi de İstanbul'a gitmiş ve devlet hizmetinde sadrazamlı-ğa kadar yükselmiştir.388

Hacı Halîfe'ye intisap ettiği bildirilen Alâeddin Ali Fenârî (Ali Çe-lebi, ö. 903/1497 civârı) ise Fâtih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bâye-zid devirlerinde kazaskerlik yapmış olan önemli âlimlerdendir.389 Os-manlı Devleti'ne Çandarlı âilesi gibi bir çok ilmiye ricâli ve devlet adamı yetiştirmiş olan Fenârî âilesine mensup olup daha önce bahsi geçen Osmanlı'nın ilk şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin torunudur. Kay-nakların ifâdesinden Hacı Halîfe'ye intisâbının resmî vazifelerinden ayrıldıktan sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır.390 Ancak onun II. Bâ-yezid döneminde (tahta geçişi: 886/1481) tâyin edildiği Rumeli Ka-zaskerliği'nde sekiz sene kaldığı391 dikkate alınırsa, bu vazifeden ay-

3 8 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 203-204; Tâcü't-tevârîh, II, 512-514. Münir Ak-tepe Îbrahîm Çelebi'nin Amasya'ya, o târihte adı geçen şehirde sancak beyi olan II. Bâyezid'in lalalığı için tâyin edildiğini belirtmekte ve bunun 1468 senesinde meydana geldiğini söylemektedir (Münir Aktepe, "Çandarlı İbrâ-him Paşa", DİA, VIII, 214). Zikredilen bu târihe göre yukarıda kaydedilen hâdise Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhta posta oturduğu ilk sene meyda-na gelmiş demektir.

3 8 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 204-205; Tâcü't-tevârîh, II, 514. 3 8 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 205 ; Tâcü't-tevârîh, II, 514. 3 8 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181-182; Tâcü't-tevârîh, II, 502 ; Gazzî, el-Kevâ-

kib, I, 278-279; Güldeste, s. 246-247. 3 9 0 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 503 ; Gazzî, el-Kevâ-

kib, I, 278-279. Kaynakların verdiği bilgilere dayanarak Hamdi Döndüren de onun resmî vazifelerinden sonra tasavvuf yoluna girdiğini belirtmiştir (Hamdi Döndüren, "Fenârî, Alâeddin", DİA, XII, 337).

3 9 1 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 502 ; Gazzî, el-Kevâ-kib, I, 278.

rılışmın en erken Hacı Halîfe'nin vefat ettiği 894 (1489) senesinde meydana geldiği ortaya çıkar. Bu durumda şeyhe hayâtının sonunda intisap ettiğini kabul etmek gerekecektir. Oysa aynı kaynaklarda ve ilâveten Nefehât Tercümesi'nde onun şeyhin denetiminde halvete gi-rip çile çekerek tasavvufta belli bir merhale katettiği kaydedilmekte-dir.392 O sebeple Fenârî'nin Hacı Halîfe'ye intisabı daha erken bir tâ-rihte ve muhtemelen, Fatih Sultan Mehmed tarafından getirildiği ilk kazaskerliğinden yine aynı pâdişâh tarafından azledildikten sonra393

gerçekleşmiş olmalıdır.

Hacı Halîfe'nin yanında yetişenlerden Şücâ Çelebi (Şeyh Şücâed-din İlyas ö. 914/1508) kadılık mesleğini bırakıp Hacı Halîfe'ye mürîd olanlardandır. Halk arasında "Niyâzî" diye tanınmıştır. Şeyhinden ir-şad için icâzet aldığı bildirilmekle birlikte nerede faaliyet gösterdiği kaydedilmemiştir. 914 senesinde Bursa'da vefat ettiği belirtilmekte-dir.394 Mecdî Efendi bin adet gazelini ihtiva eden Türkçe bir divânı-nı gördüğünü söylemektedir.395

Hacı Halîfe'nin ilmiyeden bir başka müridi Şeyh Mehmed Efendi (Ö.902 veya 903/1497-98) Fâtih Sultan Mehmed'in hocalarından meşhur Hocazâde'nin396 oğludur. Önce zâhir ilimlerini tahsil edip babası hayatta iken Bursa'da müderris ve kadı olmuş, daha sonra ise tedrîsi ve kadılığı bırakıp Hacı Halîfe'ye intisap etmek sûretiyle tasav-vuf yoluna girmiştir. Kaynaklarda Hacı Halîfe'ye ne zaman mürid ol-duğu ve hizmetinde ne kadar kaldığı belirtilmemiştir. Ancak "Şeyh Mehmed" diye anılmasından seyru sülûkünü tamamladığı anlaşılmak-tadır.397 Ayrıca Lâmiî Çelebi'nin çocukken babasıyla birlikte ziyâret ettiği Hacı Halîfe'den naklen kaydettiği bir rûyâ, Mehmed Efendi'nin

3 9 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182, 242; Tâ-cü't-tevârîh, II, 503 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 278-279.

3 9 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181; Tâcü't-tevârîh, II, 502 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 278 ; Güldeste, s. 246.

3 9 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 349; Tâcü't-tevârîh, II, 580; Baldırzâde, Vefeyât-nâme, vr. HOb- l l la .

3 9 5 Mecdî, s. 355. 3 9 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 128; Tâcü't-tevârîh, II, 471. 3 9 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478.

Page 54: reşat öngören zeyniler

şeyhe kaç yaşlarında iken intisap ettiği husûsunda ipucu vermektedir. Nakledildiğine göre Mehmed Efendi Hacı Halîfe'ye ^rûyâsında bir Frenk çocuğunun yirmi yedi sene bir kalede hapis yattığını gördüğü-nü anlatmış, Hacı Halîfe de rûyânın tâbiri sadedinde ona bulûğ çağı-na kaç yıl önce girdiğini hesaplamasını söylemiş, sonuçta Mehmed Efendi'nin tam yirmi yedi sene önce bulûğa erdiği anlaşılmış.398 Bu durumda onun şeyhe en az otuz beş yaşın üzerinde iken mürid oldu-ğu anlaşılmaktadır. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'in kaydettiğine göre, Şeyh Mehmed daha sonra Bursa'dan Acem diyârına gitmiş ve orada vefât etmiştir.399

Hacı Halîfe'ye müntesip olan bir diğer önemli zât Rüstem Halî-fe'dir (ö.917/1511). Göynüklü olmakla birlikte, muhtemelen Bur-sa'da ikâmet ettiği için "Bursevî" nisbesiyle anılmıştır. Hacı Halîfe'ye intisap etmiş olmakla birlikte esâsen üveysî-meşrep bir sûfî olduğu be-lirtilmektedir. Sohbetlerine katılan Lâmiî Çelebi'nin kaydettiğine gö-re, kendisine getirilen hediyelere mutlaka daha fazlasıyla mukabelede bulunan çok cömert bir zât idi. Zaman zaman Hızır'la (a.s.) görüştü-ğüne inanılmakta, hâlini gizlemek için sıbyan mektebinde Kur'an ho-calığı yaptığı nakledilmektedir. Lâmiî Çelebi ayrıca bizzat müşâhede ettiği kerâmetlerini eserinde kaydetmiştir.400

Taşköprîzâde, şeriatı uygulamadaki hassâsiyetiyle tanınan Nebî Halîfe (ö.940/1534'den önce) ile401 Bursa'da imamlık yaptığı belirti-len ve âlim, âbid, zâhid gibi vasıflarla anılan Şeyh Lütfullah Efen-di'nin de (Lütfi Halîfe, ö. ?) Hacı Halîfe'nin yanında yetiştiğini kay-detmektedir.402 Ancak bu iki zât hakkında diğer kaynaklarda bilgi bu-lunamadığı gibi, seyru sülüklerini tamamladıktan sonra mürid yetişti-rip yetiştirmedikleri de tesbit edilememiştir. Ayrıca yukarıda kaydedi-lenlerin yanı sıra Hacı Halîfe'ye intisap edip icâzet aldığı bildirilen

3 9 8 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557. 3 9 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478. 4 0 0 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 562-563 ; ondan naklen Taşköprîzâde, eş-

Şekâik, s. 350-351; Tâcü't-tevârîh, II, 581-582; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. lOOb-lOlb.

4 0 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 435. 4 0 2 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 436.

"Çelebi Halîfe" diye meşhur Cemâl Halvetî, Ö.899/1493-94,403 daha sonra Halvetiyye tarikatına girmiş ve bu tarikata mensup birkaç şey-hin hizmetinde bulunduktan sonra en son Pîr Muhammed Erzincâ-nî'den hilâfet almıştır.404 Dolayısıyla o Halvetiyye ricâlinden sayıl-mıştır.405 Yine, Hacı Halîfe'ye intisap etmek suretiyle tasavvuf yolu-na girmiş olan Halim Çelebi'nin de (Mevlâ Abdülhalîm b. Ali, Ö.922/1516) esas yetişmesi, daha sonra Acem diyârında irşad halkası-na girdiği Nakşibendiyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğu için,406 o da Nakşibendiyye ricâlinden sayılmaktadır.407 Öte yandan H. J. Kissling'in eş-Şekâik'te zikri geçen Bekir Halîfe'yi408 Hacı Halî-fe'nin halîfelerinden biri olarak kaydetmesi yanlıştır.409 Zîra mezkûr kaynakta da açıkça görüldüğü gibi, orada ismi geçen Hacı Halîfe, Zeyniyye şeyhi değil, Nakşibendiyye ricâlinden olan Menteşeli Hacı Halîfe'dir.410

aa. Muhyiddin Esved ve Karaca Muhyiddin Zâviyesi Bursa'da Abdüllatîf Kudsî ile başlayan Zeyniyye silsilesi, ileride

temas edileceği gibi, Hacı Halîfe'den sonra makâmına geçen Bolulu Çelebi vâsıtasıyla Zeyniyye Hânkâhı'nda devam etmiş olmakla birlik-te, Hacı Halîfe'nin bir başka halîfesi Muhyiddin Esved (Muhyiddin Efendi Zeynî, Ö.925/1519) tarafından411 Karanfilli Bayır denilen yer-

4 0 3 Hulvî, Lemezât, s. 428 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b; Vassâf, Sefine, III, 230. 4 0 4 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 579; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 267-268; .

Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b-247a. 4 0 5 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 42 vd. 4 0 6 Mecdî, s. 386; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 380. 4 0 7 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 143-144. Mehmed Akkuş'un,

muhtemelen ilk intisâbma bakarak Halim Çelebi'yi Hacı Halîfe'nin mürid-leri arasında sayması (Mehmed Aklcuş, "Hacı Halîfe, Şeyh", DİA, X i y 476) doğru değildir. Ayrıca Abdülkerîm Abdülkâdiroğlu'nun Halim Çelebi'nin Hacı Halîfe'ye intisap ettiğini zikrettiği halde esas yetişmesinin Nakşiben-diyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğunu belirtmemesi bir noksan-lıktır (Abdülkerim Abdülkâdiroğlu, "Halîmî Çelebi", DİA, XV, 343).

4 0 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 536-537. 4 0 9 Kissling, Zejnîje Orden, s. 175. 4 1 0 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135. 4 1 1 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 161a; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54 ; Yâdigâr-ı

Şemsî, s. 479. Baldırzâde şeyhin vefâtı için "Yavuz Sultan Selim devrinin

Page 55: reşat öngören zeyniler

de bir başka Zeyniyye tekkesi daha kurulmuştur. Yâdigâr-ı Şemsî'de Karaca Muhyiddin Zâviyesi diye kaydedilen bu tekkede. Muhyiddin Efendi'den sonra yerine Hacı Halîfe'nin diğer bir halîfesi Şeyh Abdül-ganî Efendi (Ö.940/1533-34) geçmiş,412 ondan sonra da posta Abdül-ganî Efendi'nin müderris oğlu Mehmed Çelebi (ö.?) oturmuştur.413

Seyru sülûkünü kimin yanında tamamladığı belirtilmeyen Mehmed Çelebi'den sonra bu tekkede irşad faaliyetinin devam edip etmediği bilinmemektedir. İsmâil Beliğ 1728 yılında son şeklini verdiği Güldes-te'rim kenarına düştüğü kayıtta, adı geçen zâviyeden ve yanındaki mescidden o dönemde bir eser bulunmadığını beyan etmektedir.414

ab. Bolulu Çelebi (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95)

Hacı Halîfe'den sonra Zeyniyye Dergâhı'nda makamına halîfesi Şeyh Muhyiddin Mehmed geçmiştir. "Bolulu Çelebi" diye tanınma-sından Bolu'da doğduğu anlaşılan bu zâtın, önce zâhir ilimlerini tah-sil ederek müderris olduğu, daha sonra ise tedrîsi bırakıp tasavvuf yo-luna girdiği nakledilmektedir. Çok fazla cezbe ve istiğrâka sâhip oldu-ğu belirtilir. Kabri şeyhi Hacı Halîfe'nin yakınındadır.415 Hilâfet ver-

sonları" derken Tabibzâde 925 (1519) târihini vermiştir ki, bu, Baldırzâ-de'nin kaydına uygun düşmektedir. Yâdigâr'da ise "Sultan Bâyezid devri sonlarında" denildikten sonra 911 (1505) senesi zikredilmiştir.

412 Yâdigâr-t Şemsî, s. 479; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 124b; Gül-deste, s. İ71-172 . Abdülganî Efendi, Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin kullandı-ğımız Esad Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 1381 , vr.l24b) istinsah hatası olarak Abdünnebî şeklinde kaydedilmiştir. Ancak Âşir Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 265, vr. 109a) Ab-dülganî şeklinde kayıtlıdır.

4 1 3 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 125a; Güldeste, s. 172; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 479. Tabibzâde Silsilenâme'de Mehmed Çelebi'nin babasını "Abdülganî" yerine "Abdünnebî" şeklinde kaydetmişse de, bunun yukarıda işâret ettiğimiz Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin hatalı nüshasından (Esad Efendi, 1381) veyâ Hacı Halîfe'nin yukarıda zikri geçen Nebî Halîfe isimli halîfesiyle karıştırılmasından kaynaklanmış olması muhtemeldir.

414 Güldeste, s. 172. 4 1 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 349; Tâcü't-tevârîh, II, 580 ; Güldeste, s. 100;

Yâdigâr-t Şemsî, s. 369; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Atâî, s. 63-64; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 154b; Vassâf, Sefîne, I, 266.' Bo-lulu Çelebi'nin vefât târihi eş-Şekâik'te Hicrî 900, Tâcü't-tevârîh'te 900'ün

diği zâtlardan birisi Hacı Halîfe'nin yeğeni olup küçük yaşta Hacı Ha-lîfe'ye intisap ettiği anlaşılan ve aynı zamanda Taşköprîzâde'nin dayı-sı olan müderrislerden Mevlânâ Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'dur (Kuşçu Abdî Çelebi, Ö.954/1547).416 Ancak Mevlânâ Abdurrah-man'm mürid yetiştirdiğine dâir herhangi bir kayda rastlanmamıştır.

Bolulu Çelebi'den (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95) sonra Zeyniyye Hankâhı'nda posta Safiyyüddin Halîfe (Şeyh Safiy-yüddin Mustafa, Ö.919/1513) oturmuştur.417 Çankırı'da dünyaya ge-len Safiyyüddin Halîfe'nin, Hz. Ebû Bekir'in neslinden olduğu rivâ-yet edilir. Bursa'da II. Murad Medresesi'nde okumakta iken hocası Fenârîzâde Ali Efendi'nin (Alâeddin Ali Fenârî, Ö.903/1497 civârı) Bursa kadılığına getirilmesi üzerine medreseden ayrılarak,418 o zaman Zeyniyye Dergâhı'nda postnişîn olan Hacı Halîfe'ye (Ö.894/1489) in-tisap etti. İrşad iznini ise Hacı Halîfe'den sonra makamına geçen ha-lîfesi Bolulu Çelebi'den almıştır.419 Safiyyüddin Halîfe adı geçen tek-kede 919 (1513) yılında meydana gelen vefâtına kadar yirmi sene gi-bi uzun bir müddet irşad faaliyetinde bulundu.420 Yetiştirip hilâfet

başı şeklinde kaydedilmiş, sonraki kaynaklardan Güldeste ile Yâdigâr-ı Şem-sî'899 olarak kaydedilmiştir (bk. zikredilen yerlerde).

4 1 6 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 245; Mecdî, s. 258; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Mevlânâ Abdurrahman'ın küçük yaşta Hacı Halîfe'nin dergâhına in-tisap ettiği eş-Şekâik'in kaydından anlaşılıyor. Bolulu Çelebi'den hilâfet al-dığı ise Tabibzâde'nin Silsilenâmesi'nde görülmektedir (bk. zikredilen yer-ler). Taşköprîzâde'nin dayısı olan Mevlânâ Abdurrahman'ın Hacı Halîfe'nin kızkardeşinin oğlu olduğunu ise Baldırzâde Mehmed ile (Vefeyânâme, vr. 121b) İsmâil Beliğ haber vermektedir (Güldeste, 284-285).

4 1 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 350 ; Tâcü't-tevârîh, II, 581 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Atâî, s. 64; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a; Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî, s. 369; Vassâf, Sefîne, I, 266.

418 Güldeste, s. 101. 4 1 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 350 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a;

Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a; Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî, s. 369 ; Vassâf, Sefîne, I, 266.

4 2 0 İsmâil Beliğ Güldeste'Ae. Safiyyüddin Halîfe'nin 899 yılında posta oturup yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduğunu kaydettiği halde, şeyhin vefâtının 929 (1523) yılında meydana geldiğini belirtmektedir (s. 100-101). Oysa kaydedilen irşad müddetine göre vefâtının eş-Şekâik'te zikredildiği gibi (s. 350) 919 olması gerekir.

Page 56: reşat öngören zeyniler

verdiği zâtlardan birisi, Ferecik'te babası Şeyh Sinan tarafından kuru-lan tekkede posta oturan Şeyh Ali b. Sinan'dır (Ö.970/1562-63).421

Devrin diğer meşâyihi gibi, hem zâhirî hem de bâtını ilimlere vâ-kıf olan ve aynı zamanda hüsn-i hatta da mahâreti olduğu bildirilen Şeyh Safiyyüddin'den sonra tekkenin meşîhati, şeyhin vasiyyetine bi-nâen Hacı Halîfe'den icâzetli Hocazâde Muslihuddin Efendi'ye (Şeyh Muslihuddin Mustafa, ö.930'lu yıllarda/1524-1534) geçmişse de, yo-ğun bir vecd ve istiğrak hâli yaşayan Hocazâde altı ay gibi kısa bir sü-re sonra makamını Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye (Ö.923 veya 924/1517-1518) bırakarak Kudüs'e gitmiş ve orada vefat etmiştir.422

Tosyalı Nasuh Efendi423 seyru sülûkünü Şeyh Tâcüddin İbrâhim Ka-ramânî'nin (Ö.872/1467-68) yanında tamamlayıp hilâfet alan âlimler-dendir. Aynı zamanda hattat ve şâirdir.424 Risâletü'l-edviyye fî tarîka-ti's-sûfiyye425 ile mürîdin mürşidine karşı davranışları ve tarîkat âdâ-bmdan bahseden küçük Risâletü'l-edebiyye isimli eserleri kaleme al-mıştır.426 Mezkûr tekkede üç sene kadar faaliyet gösterdikten sonra

4 2 1 Atâî, s. 80. ; 4 2 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 434 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b;

ayrıca bk. Atâî, s. 64; eş-Şekâik'in bir başka yerinde (s. 429) , Güldeste'de (s. 101) ve Yâdigâr-ı Şemsî'de (s. 369-370) Hocazâde'den bahsedilmeksizin Sa-fiyyüddin Halîfe'den sonra irşad postuna Nasuh Efendi'nin oturduğu kay-dedilmiştir.

4 2 3 îsmâil Beliğ,'Nasuh Efendi'nin Tus şehrinden olduğunu belirtmiş (Güldeste, s. 1 0 1 , 1 0 3 ) ve muhtemelen ona dayanan Tabibzâde de şeyh için "Tûsî" nis-besini kullanmıştır (Silsilenâme, s. 54). Ancak bunun "Tosya" ile "Tus" ka-rıştırilarak yanlışlıkla yazıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Mehmed b. Sa'dî onun Tosyalı olduğunu açıkça belirtmektedir (Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b).

4 2 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 429 ; Kissling, Zejnîje Orden, s. 172. 425 Keşfü'z-zunûn, I, 844; Osmanlı Müellifleri, I, 113. Eser Osmanlı Müellifle-

rinde Risâletü'l-edviyye fî tarîkati'l-Muhammediyye şeklinde kaydedilmiş-tir.

4 2 6 Süleymâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 818'de bulunan bir buçuk varaklık (vr. 122b-123b) bu eser, Osmanlı Müellifleri'nde Risâletü'l-âdâbiyye şeklinde kaydedilmişse de (I, 113), müellifi eserin başında adını Risâletü'l-edebiyye olarak kaydetmektedir. Nasuh Efendi'nin oğlu Abdülmecid Efendi de ule-mâdan olup Arapça ve Türkçe manzum ve mensur olmak üzere bir çok eser kaleme almıştır. Süleymâniye Kütüphânesi'nin Şehid Ali Paşa bölümü (nr. 272, vr. lb-98b) ile Reşid Efendi bölümünde (mecmûa, nr. 1019, vr. lb-26a;

makamını halîfesi Muallimzâde Mustafa Efendi'ye (Şeyh Muslihud-din Mustafa el-Edhemî, Ö.930 veya 933/1527)427 bırakarak memle-ketine gitmiş ve orada vefat etmiştir.428 Bursa Vefeyâtt'nda kaydedil-diğine göre Nasuh Efendi, beş vakit namazdan sonra okunan evrâdın tesiriyle aşkı gâlib geldiği için kendi isteğiyle makamından ayrılmak istediğinde, dervişlerden bir kısmı yerine Muallimzâde Mustafa Efen-di'nin geçmesini isterken, diğer bir kısmı da Tireli Mustafa Halîfe'nin geçmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Nasuh Efendi dervişlerin isti-hâreye yatmalarını söylemiş, görülen rûyâ üzerine makamını Mual-limzâde'ye bırakmıştır. Mustafa Halîfe'yi ise icâzetle memleketi Ti-re'ye gönderdiği kaydedilmektedir.429 Mehmed b. Sa'dî'nin (ö. 1040/1630) "Hâlen ol diyarda Zeyniyye'ye mensup zâviyesi... ev-lâdı elindedir. Meşhur ve müteârif makamdır" şeklindeki ifâdesinden Mustafa Halîfe'nin burada kurduğu zâviyenin XVII. asrın ilk yarısın-da faal olduğu anlaşılmaktaysa da,430 Mustafa Halîfe'den sonra bura-

31b-59b; 61b-73b; 95a-106b) bâzı sûre ve âyetlerin Arapça tefsîrleri, yine Reşid Efendi bölümü, nr. 136'da Kırk Hadis Şerhi (31 varak), aynı bölüm, nr. 592'de Türkçe kısmen manzum Esmâü'l-hüsnâ Şerhi (94 varak) bulun-maktadır. Akıl, ilim, amel, hikmet, tıb, insan, Kur'an vb. muhtelif konuları ele aldığı Ravzatü'l-ezhâr ve cennetü'l-esmâr isimli Arapça eserin bir nüsha-sı adı geçen kütüphânenin Şehid Ali Paşa bölümünde (nr. 1481, 322 varak), bir başka nüshası da Esad Efendi bölümündedir (nr. 1416, 269 varak). Yine muhtelif konuları ele aldığı Kıyâfetnâme isimli Türkçe kısmen manzum ese-ri ise Hafid Efendi bölümünde bulunmaktadır (nr. 479, vr. 149a-166b).

4 2 7 Muallimzâde'nin vefat târihi eş-Şekâik'te kırklı yıllar olarak kaydedilmişse de (s. 435), doğruya daha yakın olanı Baldırzâde ile Belîğ'in verdiği 930 (Ve-feyâtnâme, vr. 155a-b; Güldeste, s. 102) vaya Atâî'nin verdiği 933 târihidir (s. 173). Zîra Muallimzâde'den sonra irşad postuna geçen Emîr Ali'nin ve-fâtı Güldeste'de 938 olarak (s. 103), eş-Şekâik'te ise 940 civârı diye geçmek-tedir ki (s. 436), bu târihler Güldeste' nin veya Atâî'nin verdiği târihi destek-ler mâhiyettedir.

4 2 8 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b, 155a-b; Güldeste, s. 101; Yâdigâr-ı Şem-sî, s. 370.

4 2 9 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b. Rivâyete göre îstihâreye yatan der-vişler rûyâlarında Muallimzâde Mustafa Efendi'yi hokkabazlık ederken gör-müşler. Ertesi gün bunu Nasuh Efendi'ye anlattıklarında, şeyhden "Seccâde hokkabazındır" cevâbını almışlar (a.g.e., aynı yer).

4 3 0 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b.

Page 57: reşat öngören zeyniler

da kimlerin irşad postuna oturduğu bilinmemektedir.

Nasuh Efendi'nin Bursa'daki dergâhta yerine geçen Muallimzâde Mustafa Efendi Manisa'da dünyaya gelmiştir.431 Babasının adı Yûsuf olup,432 nesli İbrâhim b. Edhem'e dayanmaktadır.433 Zâhir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girmiş, aynı zamanda iyi bir kı-râat âlimi olarak tanınmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'i yedi, hatta on kırâat üzere okuduğu kaydedilir. Kırk sene hatimle terâvih namazı kıldırdı-ğı gelen rivâyetler arasındadır. Hacı Halîfe ve Şeyh Vefâ'nın sohbetle-rine katılmış,434 ancak irşad iznini Nasuh Efendi'den almıştır.435 Ve-fâtına kadar bu tekkede faaliyet gösteren Muallimzâde'nin yetiştirdik-leri arasında, Zeyniyye Hânkâhı'nın yanındaki mescidi câmîye çevir-diği daha önce belirtilen oğlu Kazasker Ahmed Efendi de bulunmak-tadır.436 Muallimzâde'den sonra posta, Nasuh Efendi'nin diğer halî-fesi Şeyh Emir Ali (Seyyid Ali Efendi, Ö.938/1531-32) oturmuştur.437

Seyyid Celâleddin Kirmânî neslinden olduğu bildirilen Emir Ali, ta-savvuf yoluna girmeden önce ilmini ikmâl edip müderris olmuştu. Muhtelif medreselerde müderrislik yaptıktan sonra emekli olmuş ve Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye intisap ederek seyru sülûkünü tamam-lamıştır.438 Baldırzâde'ye göre, icâzet aldıktan sonra Nasuh Efen-di'nin arzusuyla Tosya'ya gidip bir müddet orada da faaliyet göster-

4 3 1 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370. 4 3 2 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a. 4 3 3 Atâî, s. 173; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. 4 3 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 434-435; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a. 4 3 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 434; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370.

Sefîne'de hilâfeti Hacı Halîfe'den aldığı kaydedilmişse de (I, 267) , târihî açı-dan diğer kaynakların kayıtları akla daha yakındır.

4 3 6 Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. 4 3 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 436 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a;

Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b; Güldeste, s. 102-103; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370-371; Vassâf, Sefîne', I, 267. eş-Şekâik'te Emir Ali'nin vefâtı için "940 ci-vârı" şeklinde kesin olmayan bir târih verildiği için, Güldeste ve Yâdigâr'm kaydettiği 938 târihi tercih edilmiştir.

4 3 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 436; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a; Güldes-te, s. 102-103; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370-371.

miştir.439 Babası Seyyid Hüseyin Efendi'nin de Emir Sultan Dergâ-hı'na müntesip olduğu belirtilmektedir.440

Emir Ali'nin yanında yetişenlerden biri "Kara Abdurrahman" di-ye bilinen Konyalı Mevlâ Abdurrahman b. Mustafa'dır (ö. Şevval 976/Nisan 1569). Kırâat ve tecvid ilmine vâkıf, mûsikî ilminde döne-min tanınmış kişilerinden olduğu bildirilen Mevlâ Abdurrahman aynı zamanda şeyhi Emir Ali'ye dâmad da olmuştur. Bursa'daki dergahta seyru sülûküne devam ile birlikte ilm-i zâhir tahsîlini sürdürmüş, gir-diği devlet hizmetinde adım adım yükselerek Sahn müderrisliğine ka-dar çıkmıştır.441 Emir Ali'nin 938'de (1531-32) vefâtından sonra ir-şad postuna halîfesi Şeyh Mehmed Çelebi (Ö.969/1561-62) oturmuş-tur. Mehmed Çelebi ile birlikte Zeyniyye Hânkâhı'nın meşîhati 1171 (1758) senesine kadar Hicrî sene hesabıyla tam 233 yıl yukarıda adı geçen Safiyyüddin Halîfe'nin evlâdı elinde kalmıştır. Hz. Ebû Bekir neslinden gelen bu âilenin yetiştirdiği on kadar şeyh, belirtilen târih-ler arasında dergâhta irşad faaliyetini sürdürmüştür. Yâdigâr-ı Şem-sî'nin kaydına göre bunların isimleri ve meşîhat yılları şöyledir:442

Şeyh Mehmed Çelebi (938-969) Şeyh Abdülaziz Efendi (969-996) Şeyh Abdullah Efendi (996-1006) Şeyh Mehmed b. Abdullah (1006-1018) Şeyh Mehmed b. Sa'dî (1018-1040)

4 3 9 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a. Atâî, Halvetiyye ricâlinden olduğunu be-lirttiği Tosyalı Nasuh Efendi'nin Boyabatlı Şeyh Sinan (Ö.976/1568) diye bir halîfesinden söz etmektedir (Atâî, s. 199). H. J. Kissling Atâî'nin burada Na-suh Efendi'yi yanlışlıkla Halvetiyye tarikatına nisbet ettiğini, esasen onun yukarıda zikri geçen Zeyniyye şeyhi Tosyalı Nasuh Efendi olduğunu, dola-yısıyla Boyabatlı Şeyh Sinan'ın da Zeyniyye'ye mensup olması gerektiğini ileri sürmüştür (Kissling, Zejnîje Orden, s. 172). Adı geçen Şeyh Sinan, Atâî'nin belirttiğine göre, şeyhinden icâzet aldıktan sonra Gezencik köyün-de bir zâviye kurmuş ve burada irşad faaliyetini sürdürmüştür (Atâî, aynı yer).

440 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 370. 4 4 1 Atâî, s. 121-122. 442 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 371-374.

Page 58: reşat öngören zeyniler

Şeyh Kemâl[eddin] Efendi (1040-1076)

Şeyh "Mehmed b. Kemâl (1076-1091)

Şeyh Mehmed b. Mehmed (1091-1135)

Şeyh Sa'deddin Efendi (1135-1157)

Şeyh Mustafa Efendi (1157-1171)

Şeyh Mehmed Çelebi, Safiyyüddin Halîfe'nin oğludur. Önce asrın ileri gelen âlimlerinden zâhir ilimlerini tahsil etmiş, sonra ilmiye mes-leğini bırakarak, yukarıda bahsi geçen Muallimzâde'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Bir müddet Muallimzâde'nin der-gâhında kalan Mehmed Çelebi, daha sonra Emir Ali Efendi'nin ya-nında seyru sülûkünü tamamlamıştır. Mehmed Çelebi'den sonra makamına, küçük birâderi Şeyh Abdülaziz Efendi (Ö.996/1588) geç-miştir. Abdülaziz Efendi de ağabeyi gibi tasavvuf yoluna girmeden ön-ce zâhirî ilimleri ikmâl etmiş ve müderris olmuştu.443 Seyru sülûkünü ağabeyi Mehmed Çelebi'nin yanında tamamladığı anlaşılmaktadır.444

Güldeste müellifinin "Umdetü'l-meşâyîh" diye vasıflandırdığı Şeyh Abdülaziz Efendi'ye445 mürid olanlardan biri, "Vahidî" diye ta-nınan Abdülvâhid b. Süleyman Çelebi b. Kara Dâvud'dur (ö.?). Ab-dülvâhid Efendi'nin ilmiye mesleğinden ayrılıp tasavvuf yoluna girdi-ği belirtilmektedir.446 Abdülaziz Efendi'nin yanında yetişenlerden bir diğeri ise, Şeyhî ve Tabibzâde'nin kayıtlarına göre Şeyh Abdülganî

4 4 3 Atâî, 75-76; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 131a-b; Güldeste, s. 103-104; Yâ-digâr-t Şemsî, s. 370-371. Atâî, Mehmed Çelebi'nin vefat târihi için "970 ci-vârı", Abdülaziz Efendi'nin vefâtı için ise "990 civârı" şeklinde kesin olma-yan ifâdeler kullandığı için, diğer kaynaklardan Güldeste ve Yâdigâr'm kay-dettiği birincisi için 969, ikincisi için 996 târihleri tercih edilmiştir.

4 4 4 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu'l-fuzalâ (nşr. Abdülkâdir Özcan), İstanbul 1989, III, 53. Baldırzâde Vefeyât-nâme' sinin Âşir Efendi nüshasında (nr. 265) Safiyyüddin Halîfe'nin bir baş-ka oğlu Abdüllatîf Efendi kaydedilmiş (vr. 112a) ve hâmişinde onun da Zey-niyye'ye müntesip olduğu belirtilmiştir.

44s Güldeste, s. 517. 4 4 6 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b; Güldeste, s. 517 ; ayrıca bk. Tabibzâde,

Silsilenâme, s. 54.

Efendi'dir (Ö.1020/1611).447 Güldeste ve Yâdigaf da ise Abdülganî Efendi'nin Bilecik'te bulunan Zeyniyye şeyhi Resul Efendi'nin yanın-da sülûkünü ikmâl ettiği ve ardından Bursa'ya gelerek Ali Paşa Tekke-si olarak da bilinen Kasım Subaşı Zâviyesi'nde posta oturduğu belir-tilmiştir.448 Abdülganî Efendi'den sonra adı geçen zâviyede irşad pos-tuna dâmâdı ve halîfesi Ankaralı Ahmed Kilîmî'nin (ö. Ramazan 1057/ Ekim 1647) oturduğu husûsunda ise kaynaklar ittifak halinde-dir.449 Tasavvuf yoluna girmeden önce zâhir ilimlerini tahsil ettiği be-lirtilen Ahmed Kilîmî'den sonra mezkûr tekkenin tasarrufu Zeyniyye ricâlinin elinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiş,450

belli bir zaman sonra binâsı da ortadan kalkmıştır. İsmâil Beliğ 1728 yılında son şeklini verdiği eseri Güldeste'nin kenarına düştüğü zâviye ile ilgili notta "Elyevm binâdan eser yoktur" demektedir.451

Şeyh Abdülaziz Efendi'den sonra makamına Şeyh Mehmed Çele-bi'nin oğlu Şeyh Abdullah Efendi (5.1006/1597-98) oturmuştur.452

Abdullah Efendi tarîkat icâzetini, Vekâyiu'1-fuzalâ'nin kaydından an-laşıldığına göre, , babası Mehmed Çelebi'den almıştır.453 Abdullah Efendi'den sonra irşad postuna oğlu Şeyh Mehmed Efendi (Mehmed b. Abdullah, 5.1018/1609) geçmiştir.454 Mehmed b. Abdullah'ın da

4 4 7 Şeyhî, s. 53; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. 448 Güldeste, s. 183; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 464; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 267.

Mehmed Süreyya Bey ise onun Resul Efendi'nin yanında sülûkünü tamam-ladıktan sonra Ali Paşa yakınında bulunan Zeynîlere âit Sabûrî Tekkesi'nde posta oturduğunu belirtmektedir (Sicill-i Osmânî, III, 341). Adı geçen bu tekkenin Kasım Subaşı Tekkesi'nin bir başka adı mı? yoksa tamamen ayrı bir tekke mi? olduğu husûsu tam anlaşılamamıştır. Mehmed Süreyya ayrıca Ab-dülganî Efendi'nin Amasyalı olduğunu ve vefâtının 1028'de (1619) meyda-na geldiğini belirtmiştir.

4 4 9 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 57a-b; Güldeste, s. 183; Şeyhî, s. 149; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 464.

4 5 0 bk. Güldeste, s. 184; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 464-465. 451 Güldeste, s. 183. 4 5 2 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b-

140a; Güldeste, s. 105; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372. 4 5 3 Şeyhî, s. 53. 4 5 4 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 121a,

182a-b; Güldeste, s. 105-106; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372.

Page 59: reşat öngören zeyniler

hilâfeti babasından aldığı anlaşılmaktadır.455 Ondan sonra seccâdeye bir başka Şeyh Mehmed (Mehmed b. Sa'dî Hoca, ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) oturmuştur. Mehmed b. Sa'dî, Menâkıb-t Zeyniy-ye adıyla da bilinen küçük risâlesi Bursa Vefeyâtı'nda kendisinden ön-ce Bursa Hânkâhı'nda posta oturan şeyhleri kaydetmiş, kendisinin de Safiyyüddin Halîfe'nin akrabâsından olduğunu ve Şeyh Mehmed b. Abdullah'tan sonra dergâhın meşîhatini üstlendiğini belirtmiştir.456

Güldeste, Vekâyiu'l-fuzalâ ve Yâdigâr gibi kaynaklarda onun bir önce-ki şeyh Mehmed b. Abdullah'ın yanında yetiştiği kaydedilmişse de,457

bu doğru değildir. Şeyhin kendisi yukarıda zikredilen eserinde, daha önce adı geçen Şeyh Abdülaziz Efendi'ye intisap etmek sûretiyle ta-savvuf yoluna girdiğini, ayrıca ilim mesleğinde ilerleyerek müderris ve kadı olduğunu, Şeyh Mehmed b. Abdullah'ın 1018'de meydana gelen vefâtı üzerine Zeyniyye mensuplarının talebi ile kadılıktan ayrı-lıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâviyesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Efendi'nin yanında tecdîd-i tövbe ederek icâzet aldıktan sonra Bur-sa'daki dergâhta irşad postuna oturduğunu kaydetmiştir.458 Şeyh Mehmed b. Sa'dî'den sonra yerine oğlu Şeyh Kemâl/Kemâleddin Efendi (ö. 29 Şâbân 1076/6 Mart 1666) geçti. Babası gibi kadılıktan vazgeçip tekkenin meşîhatini üstlenen Kemâl Efendi'nin,459 açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, irşad icâzetini babasından aldığı anla-şılmaktadır. Kemâl Efendi'den sonra meşîhat silsilesi babadan oğula intikal ederek şu şekilde devam etmiştir: Şeyh Mehmed (Mehmed b. Kemâl, ö. 17 Zilkade 1091/9 Aralık 1680) > Şeyh Mehmed (Meh-med b. Mehmed b. Kemal, Ö.1135/1723)460 > Şeyh Sa'deddin (Sa'deddin b. Mehmed, Ö.1157/1744).461 Şeyh Sa'deddin'den sonra

4 5 5 Şeyhî, s. 53. 4 5 6 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 457 Güldeste, s. 106; Şeyhî, s. 58; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372. Vekâyiu'l-fuzalâ'da is-

mi Şeyh Mehmed Kâdî Burûsevî şeklinde kaydedilmiştir (Şeyhî, s. 53). 4 5 8 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 459 Güldeste, s. 106-107; Şeyhî, s. 562; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. 460 Güldeste, s. 107; Şeyhî, s. 576; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. Şeyh Mehmed b. Ke-

mâl'in, babasının yanında yetiştiğini Şeyhî kaydetmiştir (bk. aynı yer). Şeyh Mehmed b. Mehmed'in, babasından icâzet aldığım ise Yâdigâr haber ver-mektedir (bk. aynı yer). Şeyh Mehmed b. Kemal döneminde zâviye, câmî,

yerine geçen kardeşi Şeyh Mustafa Efendi (Ö.1171/1758)462 dergâhın meşîhatini üstlenen Şeyh Safiyyüddin Halîfe âilesine mensup Son şeyhdir. Mustafa Efendi'den sonra posta oturup vefâtına kadar Hicrî sene hesâbıyla on sekiz sene irşad faaliyetini sürdüren Şeyh Ahmed Efendi'nin (Ö.1189/1775)463 icâzeti kimden aldığı belirtilmemiştir. Yâdigâr müellifinin kayıtlarından anlaşıldığına göre, Ahmed Efen-di'den sonra Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı'nın kontrolü Zeyniyye ri-câlinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiştir.464 7 Sa-fer 1175'te (7 Eylül 1761) Ahmed Efendi zamanında câmî, türbe ve şeyh odası ile birlikte elden geçirilerek tamir edilen zâviye,465 1925'te tekke ve zâviyelerin ilgasından sonra harap olmuş ve 1934 yılında Va-kıflar idâresi tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.466

Yukarıda kaydedilenlerden başka Bursa Orhaneli'de de (Atranos) Zeyniyye'ye mahsus bir zâviyenin olduğu görülmektedir. XIX. asrın ortalarına doğru buranın meşîhatini bir süre Şeyh Hacı Ali Baba (Ö.1264/1848) üstlenmiştir.467 Ancak zâviyenin kim tarafından ve ne zaman kurulduğu, burada kimlerin faaliyet gösterdiği tesbit olunama-mıştır. Ayrıca Lemezât-ı Hulviyye'de Akkirman'dan Bursa'ya gelip burada Emir Sultan tarîkine girdiği, sonra Edhemîler'e katıldığı, ar-dından da Bektâşîler'den el alıp mezkûr şehirde dergâhını kurduğu belirtilen Ramazan Baba'mn (Ö.1010/1601-02),468 aynı zamanda Zeyniyye tarîkatından da icâzet aldığı belirtilmiştir.469 Yâdigâr'da

türbe ve derviş odalarının esaslı bir tamirden geçtiği ve bu iş için 62.533 akçe harcandığı nakledilmektedir (bk. Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi, s. 352; Hasan Basri Öcalan, Bursa'da Tasavvuf Kültürü P<VII. Yüzyıl], Bursa 2000, s. 159).

461 Yâdigâr-t Şemsî, s. 374 ; ayrıca bk. Vassâf, Sefîne, I, 267. Şeyh Sa'deddin'in açıkça ifâde edilmemiş olmakla birlikte, irşad icâzetini babasından aldığı an-laşılmaktadır.

462 Yâdigâr-t Şemsî, s. 374. 463 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 374. 4 6 4 bk. Yâdigâr-ı Şemsî, s. 375-379. 465 Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi, s. 352. 466 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 379. 467 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 378. 4 6 8 Hulvî, Lemezât, s. 608. 4 6 9 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 100b; Güldeste, s. 230. Baldırzâde Vefeyâtnâ-

me'sinin kullandığımız Süleymâniye Kütüphânesi, Es'ad Efendi nüshasında

Page 60: reşat öngören zeyniler

"Ramazan Baba Dergâhı" adıyla kaydedilen ve meşîhatini üstlenen şeyhlerin isimleri de zikredilen dergâhın470 bir Bektâşî tekkesi olarak faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.

6. Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'de Zeyniyye Tekkesi

Zeyniyye tarikatının Anadolu'da yayılmasını sağlayan Abdüllatîf Kudsî'nin bir diğer halîfesi Pîr Muhammed'dir. "Pîrî Halîfe" diye şöh-ret bulan bu zâtın hayâtı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi buluna-mamıştır. Aslen İran'ın Huy şehrinden olup Hamîd-ili'ne gelerek yer-leştiği için "Hamîdî" nisbesiyle de anılmaktadır. Sadreddin Kone-vî'nin en-Nusus isimli eserine yazdığı Arapça Zübdetü't-tahkîk ve nüzhetü't-tevfîk isimli şerhin471 giriş kısmında kendi adını Pîr Mu-hammed b. Kutbuddin el-Hûyî el-Hanefî şeklinde kaydetmiş, ayrıca daha önce zikri geçen Bursa Zeyniyye Dergâhı postnişîni Tosyalı Şeyh Nasuh'un oğlu Abdülmecid Efendi'nin tefsirle alâkalı bir eserinin472

başında da adı Şeyh Pîr Muhammed b. Şeyh Kutbuddin b. Şeyh Pîr Hasan el-Hûyî ez-Zeynî el-Hüseynî şeklinde kaydedilmiştir. Bu kayıt-

(nr. 1381) Ramazan Baha'nın hizmet ettiği şeyhler kaydedilirken "meşâyih-i Zeyniyye" ibâresi yanlışlıkla "meşâyih deyninde" gibi yazılmışsa da (vr.lOOb), Âşir Efendi nüshaları ile (nr. 265, vr. 89a; nr. 270, vr. 33b) Tâhi-rağa nüshasında (nr. 420 , vr. 60a) açıkça "meşâyih-i Zeyniyye" şeklinde ka-yıtlıdır.

470 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 355 vd. Yâdigâr müellifi Mehmed Şemsüddin Efendi, Ra-mazan Baba'yı anlatırken Baldırzâde Mehmed'in Vefeyâtnâme'si ile İsmâil Beliğ'in Güldeste'sinde Zeyniyye mensupları ile ilgili "Bu tâife namaz ve oruca ehemmiyet vermezler" şeklinde hiç de uygun olmayan bir kayıt bu-lunduğunu, oysa bu tarikatın zühd ve takvayı emrettiğini belirtmektedir (s. 355). Ancak Şemsüddin Efendi'nin adı geçen kaynaklarda kaydedilen bilgi-yi yanlış anladığı anlaşılmaktadır. Zira incelememiz sonucu gördük ki ora-da namaz ve oruç hususunda gevşek davrandığı söylenen grup Zeynîler de-ğil, Kalenderîler'dir (bk. Vefeyâtnâme, vr. 102a; Güldeste, s. 230).

4 7 1 Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2708 (195 varak, büyük boy, 19 satır). Osman Ergin bu eserin muhtelif kütüphanelerde ondan fazla nüshasını tesbit etmiş-tir (bk. Osman Ergin, "Sadreddin al-Kunavî ve Eserleri", Şarkiyat Mecmu-ası, II [1957], s. 73-74).

4 7 2 Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1019.

tan Pîrî Halîfe'nin sâdâttan olduğu ve kendisi gibi babasıyla dedesinin de meşâyih zümresine mensup bulunduğu anlaşılmaktadır. Abdülme-cid Efendi'nin eserinde şeyhin vefâtmın da 4 Zilkade 864 (8 Ağustos 1460) târihinde meydana geldiği belirtilmiştir.

Pîrî Halîfe, daha önce de temas edildiği gibi, Abdüllatif Kudsî'nin ikinci Anadolu seyahati sırasında Konya'ya geldiğini duymuş, Eğir-dir'de Mutavvel okuttuğu öğrencisi Tâcüddin İbrâhim Karamânî ile birlikte ziyâretine giderek şeyhe intisap etmiş ve bir müddet hizmetin-de bulunduktan sonra öğrencisi Tâcüddin'i şeyhin yanına bırakıp kendisi Eğirdir'e dönmüştür.473 Esâsen Pîr Muhammed Eğirdir'in Yazla mahallesinde Hamîd-ili vâlisi Hızır Bey tarafından XV yüzyılın ilk yarısında kayın atası Şeyhülislâm Berdaî adına yaptırılan zâviyede, Berdaî'den sonra halîfesi sıfatıyla faaliyet göstermekteydi.474 Ayrıca Abdüllatîf Kudsî'den de hilâfet alarak475 mezkûr tekkede irşad hizme-tine devam etmiştir. Müridlerine aynı zamanda zâhir ilimlerini de öğ-rettiği anlaşılmaktadır. Sadreddin Konevî'nin en-Nusûs adlı eserini bir grup ihvânıyla müzâkere ettiğini, bu kitaba yazdığı şerhin girişin-de belirtmektedir. Şerhi 18 Şâban 856'da (3 Eylül 1452) bitirdiğini de sonunda belirtmiştir. Süleymâniye Kütüphânesi'ndeki nüshanın (Fâ-tih, nr. 2708) sonunda istinsah târihinin Muharrem 864 (Kasım

4 7 3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 555-556; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 113; Tâ-cü't-tevârîh, II, 460-461; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Güldes-te, 97-98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367.

4 7 4 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4552 , vr. 6b-10b; ayrıca bk. Böcüzâde Süleyman Sâmi, Kuruluşundan Bügüne Kadar İsparta Târihi I-II (nşr. Suat Seren), İstanbul 1983, s. 131. Hangi tarîkata mensup olduğu belirtilmeyen Şeyhülislâm Berdaî'nin Ha-mîd-ili vâlîsi Hızır Bey'in daveti üzerine Acem diyârından Eğirdir'e geldiği, ayrıca Ankara'da Bayrâmiyye tarikatının kurucusu Hacı Bayrâm-ı Velî ile de görüştüğü kaydedilmiştir (Şerîf Efendi, a.g.e., aynı yer). Hacı Bayram ile gö-rüştüğüne göre Eğirdir'e XV. asrın ilk yarısında geldiği anlaşılmaktadır. An-cak Hızır Bey'in Hamîd-ili'ndeki emirliğinin XIV asrın ortalarında (759/1358) sona erdiği belirtilmektedir (Sait Kofoğlu, "Hamîdoğulları", DİA, XV, 473). Bu durumda Hızır Bey adının ya yanlışlıkla kaydedildiği, ya da X V asrın ilk yarısında Hamîd-ili'nde bir başka Hızır Bey'in idâreci oldu-ğunu kabul etmek gerekir.

4 7 5 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 10b.

Page 61: reşat öngören zeyniler

1459) olarak kaydedilmiş olması, eserin müellifi hayatta iken istinsah edildiğini göstermektedir. Pîrî Halîfe'den sonra Eğirdir'deki tekkede makamına oğlu Mehmed Çelebi oturmuştur.476

a. Şeyh Mehmed Çelebi (Muhyiddin Mehmed b. Pîrî Halîfe, Ö.898/1493)

Uzun müddet Eğirdir'deki tekkede faaliyet gösterdiği anlaşılan Mehmed Çelebi'nin şöhreti, bulunduğu şehrin sınırlarını aşmış ve Hamîd-ili bölgesinde "kutb" olarak şüyû bulmuştu.477 Babası Pîrî Ha-lîfe gibi onun hakkında da kaynaklarda yeterli bilgi bulunamamıştır. Yukarıda işâret edilen Abdülmecid Efendi'nin eserinin başında Pîrî Halîfe'nin vefat târihi kaydedildikten sonra, oğlu Mehmed Çelebi de "Zamanın gavsı, asrın kutbu, Hızır'la (a.s.) arkadaşlık eden, ilm-i le-dün sâhibi, kerâmetleri ve acâib menkıbeleriyle tanınmış kâmil bir şeyh" şeklinde anılmış ve vefâtının 898 (1493) senesinde meydana geldiği belirtilmiştir.478 Şiirlerinin toplandığı bir dîvânının olduğu bil-dirilmektedir 4 7 9 Hilâfet verdiği kişiler arasında Hacı İvaz480 ve Hay-reddin Dede481 gibi isimler vardır. Vefâtından sonra da mânevî tasar-rufunun devam ettiğine inanılan482 Mehmed Çelebi'den sonra Eğir-

4 7 6 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. Lemezât müellifi Hulvî, Gülşeniy-ye-i Halvetiyye'nin kurucusu İbrahim Gülşenî'nin İstanbul'daki halifesi Ha-san Zarîfî'nin (ö. 977 /1569-70) İbrahim Efendi'den önce Zeyniyye şeyhi Pî-rî Halîfe'den hilâfet aldığını kaydetmişse de (s. 539), bu tarihen mümkün değildir. Muhtemelen onun sözünü ettiği Pîrî Halîfe, XVI. asrın ilk yarısın-da Anadolu'da faaliyet göstermiş olan Nakşibendiyye şeyhi Pîrî Halîfe (ö. 960 veya 961 /1554) olmalıdır (bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 104, dipnot: 443 ; 140, 201)

4 7 7 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. 4 7 8 Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1019. Burada Pîrî Halîfe'nin oğlu "Şeyh

Muhyi'l-milleti ve'd-dîn el-Hamîdî ez-Zeynî el-Hüseynî" şeklinde kaydedil-miştir. İsminden önce zikredilen özelliklerden, kastedilen zâtın Mehmed Çelebi olması gerektiği ve tam adının Muhyiddin Mehmed olduğu anlaşıl-maktadır.

479 Menâkıbü'l-evliyâ'da Dîvân'ından bâzı bölümler kaydedilmiştir (bk. 25a-29a).

4 8 0 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 16b. 4 8 1 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. 4 8 2 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 23b.

dir'deki tekkenin bir müddet boş kaldığı,483 daha sonra ise posta kı-zı tarafından torunu Burhâneddin Efendi'nin (Ö.970/1562-63) otur-duğu görülmektedir.

Mehmed Çelebi'den sonra Eğirdir'deki tekkede posta oturan Burhâneddin Efendi hakkında en geniş bilgi, torunu Şerîf Efendi ta-rafından hazırlanan Menâkıbü'l-evliyâ isimli eserde bulunmakta-dır.484 Burada Burhâneddin Efendi'nin menkıbeleri, tarîkat faaliyetle-ri, silsilesi ve nesebi anlatılmıştır. Ayrıca bu bilgilerin çok az bir kısmı, bâzı yanlışlıklarla birlikte Atâî'nin Şekâik Zeyli'nde de yer almıştır.485

Nesebi Hz. Peygamber'e dayanan Burhâneddin Efendi'nin, dede-si Mehmed Çelebi vefat ettiği sırada 17-18 yaşlarında bir genç oldu-ğu belirtilmektedir. O yaşta irşad postuna oturmaya kalkışınca, dede-sinin yaşlı dervişleri kendisine hilâfet ve icâzet olmadan şeyhlik edile-meyeceğini söyleyerek îtiraz ettiler. Burhâneddin Efendi bunun üzeri-ne Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı'nda postnişîn olan Şeyh Nasuh Efen-di'nin terbiyesine girdi ve seyru sülûkünü tamamlayarak icâzet al-dı.486 Bursa'dan Eğirdir'e gittikten sonra da dedesinin kabri başında mücâhedesine devam ettiği belirtilmektedir.487 Bu sebeple onun, za-hirî nisbetle Nasuh Efendi'den mânevî nisbetle de Pîrî Halîfe'den icâ-zet aldığı kabul edilmiştir.488 Nasuh Efendi'nin mezkûr dergâhta 1513-1516 târihleri arasında faaliyet gösterdiği dikkate alınacak olur-sa, Burhâneddin Efendi'nin bu târihlerde icâzet alıp Eğirdir'deki tek-

4 8 3 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 42a. 4 8 4 Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4552)

bulunan Türkçe elli varaklık bu eser, aslında Burhâneddin Efendi'nin mü-ridlerinden Halîfezâde diye bilinen Mehmed Çelebi tarafından hazırlanmış-tır. Ancak Şerîf Efendi bunun bâzı bölümlerine ilâve ve çıkartmalarla düzelt-meler yapmış ve sonuna da beş varak ilâvede bulunmuştur. Bâzı kataloglar-da Menâktb-ı Şeyh Burhâneddin şeklinde de kaydedilen (meselâ bk. Târih Coğrafya Yazmalar Kataloğu, s. 507-508) bu eserde Şeyh Burhâneddin'in yanı sıra dedesi Şeyh Mehmed Çelebi, büyük dedesi Pîrî Halîfe ve onun ka-yın atası Şeyhülislâm Berdaî'nin menâkıbmdan da söz edilmektedir.

4 8 5 bk. Atâî, s. 77-78. 4 8 6 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42a-b; ayrıca bk. Atâî, s. 77-78. 4 8 7 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42b. 4 8 8 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 5b-6a.

Page 62: reşat öngören zeyniler

kede posta oturduğuna hükmetmek gerekir. Atâî Burhâneddin Efen-di'nin Pîrî Halîfe'den sonra posta oturduğunu yazmışsa da,489 bu tâ-rihen mümkün değildir. Zîra Pîrî Halîfe onun, yukarıda da görüldü-ğü gibi dedesinin babasıdır.

Yirmi yaşlarında iken posta oturan Burhâneddin Efendi490 vefâtı-na kadar uzun bir müddet irşad faaliyetinde bulunmuş ve her kesim-den insanın îtibar ettiği bir şeyh konumuna gelmiştir. Kânûnî Sultan Süleyman'ın sadrâzamlarından Rüstem Paşa, sadâretten önce bir ara pâdişâhın gazabına uğrayıp Teke sancağına tâyin edildiği sırada, şöh-retini duyduğu bu şeyhi ziyâret ederek himmet ve duâsmı almak iste-miştir.491 Rivâyete göre Rüstem Paşa önce, İsparta'da faaliyet göste-ren Nakşî şeyhi Pîrî Halîfe'den (Ö.960 veya 961/1553-54) yardım is-temiş, Pîrî Halîfe ise kendisine sadrazamlık müjdesi verdikten sonra, "Size kurtuluş yolunu esas Eğirdir'deki Şeyh Burhâneddin hazretleri gösterebilir. Ben onun yanında bir damlayım" demiştir.492 Burhâned-din Efendi'nin de Pîrî Halîfe gibi Rüstem Paşa'ya sadrazamlık müjde-si verdiği ve paşanın orada şeyhe intisap ettiği kaydedilmektedir.493

4 8 9 Atâî, s. 78. 4 9 0 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 34a. 4 9 1 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b. 4 9 2 Böcüzâde, İsparta Târihi, s. 116. 4 9 3 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b. Rüstem Paşa'nın daha sonra Nak-

şibendiyye meşâyihinden Hakîm Çelebi'ye de bîat ettiği görülmektedir (bk. Gelibolulu Mustafa Alî, Künhü'l-ahbâr, İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi, TY, nr. 5959, vr. 478a). Menâktbü'l-evliyâ'da "Baba Çelebi" diye tâbir edi-len ve Rüstem Paşa'nın kalbini çeldiği bildirilen zât, muhtemelen mezkûr Hakîm Çelebi'dir. Kaydedildiğine göre Paşa'nın bu zâta bîatı ile ilk şeyhi olan Burhâneddin Efendi'ye meyli azalmış, bunun üzerine şeyh kendisine in-cinerek, yaptığı duâ ve teveccühten vazgeçmiştir. Ancak Paşa daha sonra şeyhe aracılar gönderip, duâ ve himmetinin devâmını ısrarlı bir şekilde ta-lep etmiş ve tekrar gönlünü almayı başarmıştır (bk. Şerif Efendi, a.g.e., vr. 32b). Burada "Baba Çelebi" ile, Hakîm Çelebi'nin yanında yetişmiş olan Mahmud Çelebi de kastedilmiş olabilir. Zîra Mahmud Çelebi'ye Rüstem Pa-şa'nın hocası olması hasebiyle "Baba Efendi" de denildiği belirtilmektedir (bk. Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf, s. 137). Ancak kaynaklarda Mah-mud Çelebi'nin şeyhlik yaptığına dâir bir kayda rastlanmamıştır.

Rüstem Paşa bu olaydan bir müddet sonra sadrâzam olunca, şey-hi Burhâneddin Efendi'ye karşı-güven ve îtimâdı daha da arttı. Bur-hâneddin Efendi bir ara İstanbul'a sadrâzamın ziyâretine gittiğinde, paşa şeyhin başkentte faaliyet göstermesi için ricâda bulunmuş ve kendisine Küçük Ayasofya Zâviyesi'ni tahsis etmiştir. Burhâneddin Efendi sadrâzamı laramayarak bir yıla yakın burada faaliyet gösterdi ve ilmiye mensuplarından pek çok kimse kendisine mürid oldu. An-cak daha sonra devlet erkânına yakın olmaktan hoşlanmamış ve Eğir-dir'deki tekkeyi de boş bırakmamak için geri dönmek istediğini bil-dirmiştir. Rüstem Paşa, öyle anlaşılıyor ki şeyhinin memleketine dön-mek istediğini Kânûnî Sultan Süleyman'a arzedince, pâdişâh şeyhe Eğirdir gölü içinde bulunan Nis adasındaki gayri müslimlerin haracın-dan 30 akçe maaş bağlanmasına karar vermiştir.494

Burhâneddin Efendi, tekkesinde tevhid ve tekbirlerle kalbleri coş-turur, ara sıra ettiği vaazlarla da halkı irşâda çalışırdı.495 Onun irşad halkasında kardeşi Mehmed Çelebi,496 oğlu Mahmud Efendi,497 Ulu-borlu'dan Abdülvahhâb Efendi,498 İznikli Şeyh Mustafa Selâmî (Ö.993/1585),4" Şeyh Velî (Ö.1026/16 1 7),500 Şeyh Turhan (Turhan Dede, Ö.1027/1618),501 Halîfezâde diye bilinen Muhyiddin Mehmed Çelebi502 ve Abdüllatîf Mahrûlc (Ö.1009/1600-01)503 gibi zâtlar yetiş-miştir.

Bunlardan Burhâneddin Efendi'nin kardeşi Mehmed Çelebi'nin mürid yetiştirmekle meşgul olup olmadığı bilinmemektedir. Kadılık yapmakta olan oğlu Mahmud Efendi ise mesleğini sürdürmeyi tercih etmiş, vasiyyet ettiği halde babasının makamına geçmemiştir. Bunun üzerine Burhâneddin Efendi'nin küçük oğlu Ahmed Efendi, yukarıda

4 9 4 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b-32a. 4 9 5 Atâî, s. 78. 4 9 6 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 47a-b. 4 9 7 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46a. 4 9 8 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46b. 4 9 9 Atâî, s. 361-362; Kissling, Zejnîje Ordetı, s. 173. 5 0 0 Atâî, s. 605; Kissling, Zejnîje Orden, s. 173-174. 5 0 1 Atâî, s. 651; Kissling, Zejnîje Orden, s. 174. 5 0 2 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42b-43a. 5 0 3 Hulvî, Lemezât, s. 607 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54.

Page 63: reşat öngören zeyniler

adı geçen Abdülvahhâb Efendi'nin yanında seyru sülûkünü tamamla-yarak irşad postuna oturmuş ve yirmi yıldan fazla hizmet etmiştir.so4

Buna göre Burhâneddin Efendi'den sonra oğlu Ahmed Efendi posta geçinceye kadar Eğirdir'deki tekkenin meşîhatini halîfelerinden Ab-dülvahhâb Efendi'nin üstlendiği anlaşılmaktadır. Abdülvahhâb Efen-di'nin daha sonra irşad faaliyetini nerede sürdürdüğü tesbit edileme-miştir. îznikli Mustafa Selâmî Efendi (Ö.993/1585) ise medrese ilim-lerini tahsil ettikten sonra evvela Bayrâmiyye şeyhlerinden Bahâed-dinzâde Efendi'nin (Muhyiddin Mehmed b. Bahâeddin, ö. 952/1545) hizmetine girmiş, ardından Burhâneddin Efendi'ye intisap ederek sü-lûkünü tamamlamıştır. Herhangi bir Zeyniyye tekkesinde faaliyet gösterdiğinden söz edilmemekle birlikte, Fâtih ve Süleymâniye câmî-lerinde vâizlik yaptığı, bu arada Fâtih'in Yavuz Sultan Selim semtinde bulunan Bayrâmiyye'ye mensup Şeyh Yavsî Efendi/Yavsî Baba Tekke-si'nin (Sivâsî Tekkesi) meşîhatini vefâtına kadar yürüttüğü kaydedil-mektedir.505 Bu durumda Zeyniyye'ye girmeden önce intisap ettiği Bayrâmiyye şeyhinden icâzet de aldığı anlaşılıyor. Te'lif ettiği eserle-rinden biri Mevlîd-i Şerîf manzûmesidir.506 Kabri Edirnekapı'daki Emir Buhârî Câmii'nin hazîresindedir.507

Burhâneddin Efendi'nin diğer halîfelerinden Şeyh Velî (Ö.1026/1617) Hamîd-ili'ne bağlı Ağras kasabasındandır. Hilâfet al-dıktan sonra irşad faaliyetini kasabasında kurduğu mescid ve zâviye-sinde sürdürmüş, halk arasında kerâmetleriyle tanınmıştır.508 Kendi-sinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Yine Hamîd-ili'nden Şeyh Turhan'ın (Ö.1027/1618) ise mürid yetiştirmekle meşgul olup olmadığı bilinmemektedir. Cezbesi gâlib bir şeyh olarak tanıtılan Turhan Dede'nin hiç kimseden hediye kabul etmediği, aksine halka ikramlarda bulunduğu belirtilmektedir.509 Halîfezâde diye tanınan Muhyiddin Mehmed Çelebi ise, Burhâneddin Efendi ve dedelerinin

5 0 4 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46a-47b. 5 0 5 Atâî, s. 361-362; ayrıca bk. Osmanlı Müellifleri, I, 81. 506 Osmanlı Müellifleri, I, 81. 5 0 7 Atâî, s. 362; Osmanlı Müellifleri, I, 81. 5 0 8 Atâî, s. 605. 5 0 9 Atâî, s. 651.

menkıbelerini ihtivâ eden Menâkıbü'l-evliyâ'nin ilk derleyicisidir. Yu-karıda da belirtildiği gibi daha sonra bu esere Burhâneddin Efendi'nin torunlarından Şerîf Efendi tarafından bâzı ilâve ve çıkartmalarla son şekli verilmiştir. Halîfezâde'nin mürid yetiştirmekle iştigal ettiğine dâir bir kayda rastlanmamıştır. Burhâneddin Efendi'nin bir diğer ha-lîfesi Vefâ Dergâhı'ndaki hücresinde yanarak vefât eden Abdüllatîf Mahrûk'a ileride Şeyh Vefâ bölümünde temas edilecektir.

b. Muhyiddin Kocevî (ö. 885/1480) Pîrî Halîfe'den sonra Eğirdir'deki telekede makamına oturan oğlu

Mehmed Çelebi ile devam eden silsile Zeyniyye tarikatının ağırlıklı olarak Hamîd-ili bölgesinde yayılmasını sağlarken, Pîrî Halîfe'nin bir başka halîfesi Muhyiddin Kocevî ile de başkent İstanbul'da yayılması-nı sağlamıştır. Tasavvuf yoluna girmeden önce zâhir ilimlerini tahsil ettiği bilinen Şeyh Muhyiddin, Eğirdir'de hizmetinde bulunduğu Pîrî Halîfe'den icâzet aldıktan sonra İstanbul'a giderek510 Fâtih'in Aşıkpa-şa mahallesinde Karanlık Mescid diye bilinen mescidi ve yanına da zâ-viyesini kurmuş ve 885'te (1480) meydana gelen vefâtına kadar irşâd-la meşgul olmuştur. Kabri mescidin yanındadır.511 İlm-i zâhirle ilm-i bâtın arasını cemettiği kaydedilen şeyhin, bütün gününü müridlerinin terbiyesi ile geçirdiği, dünyevî menfaatlere asla tenezzül etmediği ve halk arasında kerâmet sâhibi olarak tanındığı belirtilmektedir.512 Ve-fâtını müteakip adı geçen tekkede makamına "Gündüz/Gündüzlü Muslihuddin" diye bilinen halîfesi Şeyh Muslihuddin Mustafa (ö. ?) geçmiştir.513 Şeyh Muslihuddin Mustafa'nın Kânûnî Sultan Süleyman devri meşâyihinden olduğu belirtilmekle birlikte hayâtı, faaliyetleri ve vefât târihi hakkında kaynaklarda bilgi verilmemiştir. Zâhir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna Abdüllatîf Kudsî'nin (Ö.856/1452) ileri gelen halîfelerinden Tâcüddin İbrâhim Karamâ-nî'ye (Ö.872/1467-68) intisap etmek sûretiyle girmiş, onun vefâtın-dan sonra ise Muhyiddin Kocevî'nin irşad halkasına katılmıştır.514

5 1 0 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 248 ; Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, 1 ,173 ; ay-rıca bk. Kissling, Zejnîje Orden, s. 169.

5 1 1 Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 173. 5 1 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 248-249. 5 1 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 537 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 379a.

Page 64: reşat öngören zeyniler

Muslihuddin Efendi'den sonra mezkûr tekkede irşad faaliyetinin de-vam edip etmediği bilinmemektedir.

Muhyiddin Kocevî'nin bu zâttan başka iki kişiye daha icâzet ver-diği tesbit edilmiştir. Bunlardan biri halk arasında "Şeyh Kara Ali" di-ye bilinen Alâeddin Ali'dir (Ö.929/1523). Önce Kastamonulu Hacı Halîfe'ye (Ö.894/1489) intisap eden Alâeddin Ali, onun vefâtından sonra Muhyiddin Kocevî'nin hizmetine girmiştir. Her iki şeyhten de icâzet aldığı bildirilmekte, ancak mürid yetiştirmediği, evinde uzlete çekilerek ibâdetle meşgul olduğu rivâyet edilmektedir.515 Muhyiddin Kocevî'den icâzet alan diğer kişi ise Bigalı Hacı Ahmed b. Seydî'dir (ö.?). Zâhir ilimlerini Balıkesirli Mevlânâ Hacı Hasanzâde Mehmed Câmî'den öğrenen Hacı Ahmed Efendi'nin Avârifü'l-maârif i genişle-terek Türkçe'ye tercüme ettiği ve ayrıca Esrâr-ı Fâtiha isimli bir eser te'lîf ettiği belirtilmektedir.516

7. Âşıkpaşazâde ve Âşık Paşa Külliyesi Abdüllatîf Kudsî'nin bir diğer önemli halîfesi Derviş Ahmed Âşı-

kî (ö. 889/1484'ten sonra),517 büyük dedesi Âşık Paşa'ya nisbetle Âşıkpaşazâde adıyla anılmaktadır. Hayâtı hakkında kaynaklarda faz-la bilgi bulunamayan Âşıkpaşazâde'nin Abdüllatîf Kudsî'ye intisâbı, muhtemelen Kudsî'nin ikinci Anadolu seyâhati esnâsında Konya'da Sadreddin Konevî Zâviyesi'nde kaldığı sırada gerçekleşmiştir. Nite-kim adı geçen tekkede, daha önce temas edilen Şeyh Kudsî ile Şeyh Cüneyd arasındaki tartışma sırasında Âşıkpaşazâde yanlarında oldu-ğu bilinmektedir. Önemli eseri Tevârih-i Âl-i Osman'da (Âşıkpaşazâ-de Târihi) canlı şâhidi olduğu bu olayı aktardıktan sonra şöyle de-mektedir: "Hoca Hayreddin, Cüneyd'in koltuğuna girüp odasına al-

5 1 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 537. 5 1 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 352; Tâcü't-tevârîh, II, 582. 516 Osmanlı Müellifleri, I, 58; ayrıca bk. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler,

I, 111; Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 110. 5 1 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346. Âşıkpaşazâde'nin hangi tarihte vefat ettiği

kesin bilinmemektedir. Hüseyin Vassâf onun 908'de (1502) vefat ettiğini yazmıştır (Sefîne, I, 265).

dı gitti. Fakîr dahî Şeyh Abdüllâtîf'in koltuğuna girüp odasına aldım gittim."518

Âşıkpaşazâde'nin Kudsî'den icâzeti Konya'da mı yoksa Bursa'ya gittikten sonra mı aldığı tesbit edilememekle birlikte, İstanbul fethe-dildikten sonra Fâtih'te bugünkü Haydar mahallesindeki mescid-tek-kesinde irşad faaliyetini sürdürdüğü bilinmektedir.519 Daha sonra câ-miye dönüştürülmüş bir mescid, bir tekke, iki türbe, bir çeşme ve ha-zîre bölümleriyle "Âşık Paşa Külliyesi" adını alan bu manzûmenin ku-ruluş dönemi tam aydınlatılabilmiş değildir. Baha Tanman'ın kanâati-ne göre külliyenin merkezini oluşturan mescid, adı geçen Âşıkpaşazâ-de adına 1464-1479 târihleri arasında Sarây-ı Atîk ağalarından Hüse-yin b. Abdullah tarafından inşâ ettirilmiştir.520 Kaynaklarda "Aşık Pa-şa", "Emirler", "Seyyid Velâyet" gibi çeşitli adlarla anılan tekkenin de kuruluş târihi tam olarak tesbit edilememiştir.521 Âşıkpaşazâde'den sonra bu tekkede makamına halîfesi ve dâmâdı Seyyid Velâyet otur-muştur.522

a. Seyyid Velâyet (ö. Muharrem 929/Aralık 1522)

Nesli Hz. Hüseyin'e dayanan Seyyid Velâyet523 Kirmastı (Bugün Bursa'nın Mustafakemalpaşa kazası) kasabasında dünyaya gelmiş ve 874 (1469-70) senesinde şeyhi Âşıkpaşazâde'nin kızı Râbia Hâtun'la evlenmiştir. Molla Gûrânî'den hadis dersleri aldığı kaydedilen Seyyid Velâyet'in üç defa hacca gittiği ve bu yolculuklar esnâsında Mısır'da

518 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 265. 5 1 9 bk. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 154. Sefîne-i Evliyâ'da Abdüllatîf

Kudsî'nin halîfelerinden Şeyh Ahmed Zeynî isminde birisinin Fâtih'deki Âşıkpaşa Mescidi'nde irşad faaliyetinde bulunduğu ve Muharrem 846'da (Mayıs 1442) vefatı üzerine mescidin hazîresine defnedildiği belirtilmişse de (Vassaf, I, 265) bunun yanlışlığı açıktır. Zira belirtilen tarihte henüz İstan-bul fethedilmiş değildi.

s 2 ° M. Baha Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklo-pedisi (DBİA), I, 364.

5 2 1 Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 365. 5 2 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346 ; Tâcü't-tevârîh, II, 578-579; Vassâf, Sefîne,

V, 248. 5 2 3 Hz. Hüseyin vâsıtasıyla Hz. Ali'ye ulaşan nesep silsilesi için bk. Taşköprîzâ-

de, eş-Şekâik, s. 345-346; Vassâf, Sefîne, V, 248.

Page 65: reşat öngören zeyniler

Şeyh Seyyid Vefâ b. Seyyid Ebû Bekir524 ve Mekke'de Zeynüddin Hâ-fî'nin ileri gelen halîfelerinden Şeyh Abdülmu'tî ile görüştüğü belirtil-mektedir. Seyyid Vefâ kendisine kelime-i tevhîdi telkîn ederek irşad için icâzet vermiştir. Şeyh Abdülmu'tî ise Mekke'de meşâyih ve âlim-lerden oluşan bir topluluğun huzûrunda esmâü'l-hüsnâ okuması için izin vermiştir.525

Âşıkpaşazâde ve dâmâdı Seyyid Velâyet'in saray çevreleriyle iyi ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Yukarıda adı geçen zâvi-yeye II. Bâyezid'in kızı Sûfî Sultan Hanım olarak tanınan Fatma Sul-tan tarafından 907 Cemâziyelâhirinde (Aralık 1501) tahsis edilen va-kıflarla bir kısım gelirler sağlanarak kandil vb. giderlerin, şeyh ve der-vişlerin yiyecek masraflarının karşılanmış olması526, bunun açık bir göstergesidir. Bu, aynı zamanda dönemin pâdişâhı Sultan II. Bâyezid ile de iyi ilişkiler içersinde olduklarını göstermektedir. Nitekim Taş-köprîzâde ve Hoca Sâdeddin'in kayıtlarına göre, Yavuz Sultan Selim babası Sultan II. Bâyezid'in saltanatı kendisine bırakmakta tereddüt ettiğini görünce, işin âkıbetini öğrenebilmek için devrin şeyhlerine mürâcaat ettiğinde hepsinden saltanat müjdesi almış, ancak Seyyid Velâyet Yavuz'a mesâfeli durup mürâcaatına cevap vermemişti. Daha sonra zorla huzûra çıkarılınca ona, "Yakında sultan olacaksın, ama ömrün uzun olmayacak" dediği rivâyet edilmektedir.527

Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin tarafından daha başka keramet-leri de kaydedilen Seyyid Velâyet, henüz hayatta iken zâviyenin me-şîhatini oğlu Mustafa Çelebi'ye bırakmış ve vefâtından bir yıl önce 928 Muharreminde (Aralık 1521) zâviyeye pek çok vakıf tahsis et-

5 2 4 Müstakimzâde bu şeyhin Bekriyye-i Gücdüvâniyye tarikatından olduğunu kaydetmektedir (Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Meşâyihnâme-i İslâm, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1716/1, vr. 3a).

5 2 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346; Tâcü't-tevârîh, II, 578-579; Vassâf, Sefine, V, 248.

5 2 6 bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 953 (1546) Târihli (nşr. Ömer Lütfi Bar-kan-Ekrem Hakkı Ayverdi), İstanbul 1970, s. 275-276. Vakfiyede dervişle-rin cumâ geceleri şeyhin huzurunda toplanarak teşbih ve tehlil etmeleri ve Hz. Muhammed'e salâtü selâm getirmeleri şart koşulmuştur.

5 2 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 347 ; Tâcü't-tevârîh, II, 579.

miştir.528 9 29 yılı Muharreminde (Aralık 1522) 73 yaşında iken mey-dana gelen vefâtından529 yaklaşık beş buçuk sene sonra da eşi Râbia Hatun, Gemâziyelevvel 934 (Mart 1528) târihli vakfiyede belirtildiği-ne göre zâviyeye sekiz hücre ilâve ettirmiştir.530 Seyyid Velâyet'in ce-nâze namazı ulemâ ve meşâyihten büyük bir cemâatin iştirakiyle Şey-hülislâm Zenbilli Ali Efendi tarafından kıldırılmıştır.531 eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh başta olmak üzere bâzı kaynaklarda Seyyid Velâyet'ten sonra makamına oğlu Seyyid Derviş Mehmed'in (Şeyh Mehmed, Ö.942/1535-36) geçtiği belirtilmişse de,532 yukarıda zikredilen Seyyid Velâyet'in Muharrem 928 târihli vakfiyesinde meşîhatin, oğlu Musta-fa Çelebi'nin (ö.?) uhdesinde olduğu ifâde edilmiştir.533 Adı geçen kaynakların belirttiği Seyyid Derviş Mehmed ise muhtemelen Musta-fa Çelebi'den sonra postnişîn olmuştur. M. Baha Tanman, Derviş Mehmed'den sonra da posta Seyyid Velâyet'in dâmâdı ve halîfesi Ga-zâlîzâde Şeyh Abdullah Efendi'nin (ö. Zilhicce 977/Mayıs 1570) otur-duğunu belirtmiştir.534 Ancak Şeyh Abdullah'tan önce eğer irşad pos-tuna kimse oturmamış ise tekkenin bir müddet boş kaldığına hükmet-mek gerekir. Zîra Şeyh Abdullah'a eserinde yer veren Atâî, onun tah-sîlini tamamladıktan sonra müderrislik ve çeşitli yerlerde kadılık hiz-metinde bulunduğunu, 959 (1552) senesinde İstanbul'a giderek birkaç kez Galata vâlîsi olduğunu kaydetmiş, ardından azledilmek sûretiyle emekliye ayrıldığını belirtmiştir. Bu arada seyru sülûkünü Seyyid Velâ-yet'in yanında tamamladığı ve şeyhine dâmad olduğu da ifâde edil-mekte, ancak tekkede şeyhlik yaptığından söz edilmemektedir.535

Şeyh Abdullah'ın hangi târihte emekli edildiği zikredilmemiş olsa da,

528 İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 275. 5 2 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346; Tâcü't-tevârîh, II, 580. 5 3 0 bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 278. 5 3 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346-347; Tâcü't-tevârîh, II, 580. 5 3 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 347 ; Tâcü't-tevârîh, II, 580 ; Sicill-i Osmânî, IV,

609. 5 3 3 bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 275. Vakfiyede şöyle denilmektedir:

"...Ba'dehum irşâda kadir bir kimesne zâviyede halîfe olup evkâf-ı mezbûrei mutasarrıf ola. Hâliyâ hilâfet vâkıfın oğlu Mustafa Çelebi uhdesindedir".

5 3 4 Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 366. 5 3 5 Atâî, s. 132-133.

Page 66: reşat öngören zeyniler

en azından 959 senesinin sonlarından önce tekkenin meşîhatini üst-lenmiş olması mümkün değildir.-Bu da tekkenin yirmi seneye yakın boş kaldığını gösterir. Şeyh Abdullah muhtemelen emekliliğinden son-ra tekkenin meşîhatini 977 Zilhiccesinde (Mayıs 1570) meydana ge-len vefâtına kadar yürütmüş olmalıdır. Ondan sonra buranın bir müd-det daha Seyyid Velâyet'in neslinden gelenlerin tasarrufunda kaldığı belirtilmekteyse de,536 meşîhati kimlerin üstlendiği bilinmemektedir.

8. Şeyh Vefâ ve Vefâiyye-i Zeyniyye Zeyniyye'nin Anadolu ve Rumeli'de yayılmasında etkili olan Ab-

düllatîf Kudsî'nin bir başka önemli halîfesi Şeyh Vefâ diye meşhur Konyalı Muslihuddin Mustafa'dır (Ö.896/1491). Kaynaklarda adı "Ebulvefâ", "İbnülvefâ/İbn Vefâ" veya "Vefâzâde" gibi değişik şekil-lerde de anılmaktadır. Hatta aynı kaynakta bu farklı şekillerden bir kaçının kullanıldığı da görülür. Kendisiyle görüşme imkânı bulan Lâ-miî Çelebi'nin kaydettiğine göre, Şeyh bir kitabının kapağına adını Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî şeklinde yazmış, ardından da "Vefâ" diye tanındığını belirtmiştir.537 Şiirlerinde de "Vefâ" mahlası-nı kullandığı görülmektedir. Konya Meram'da adına yaptırılan câmi- ^ in İ. H. Konyalı tarafından incelenen Arapça vakfiye sûretlerinde is-mi farklı tarihlerde farklı şekillerde kaydedilmiştir. Muharrem 864 (Kasım 1459) tarihli sûrette "Muslihuddin Ebulvefâ Çelebi Mustafa" şeklinde, 875 tarihli sûrette babası ve dedesiyle birlikte zikredilen is-minden sonra "eş-şehîr bi Veled-i Vefâ" kaydıyla, 879 tarihli sûrette "İbn Vefâ" kaydıyla, 885 tarihli sûrette ise "Şeyh Vefâ" şeklinde geç-mektedir.538 Müridi Safâyî de şeyhini medih için yazdığı şiirinde:

5 3 6 Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 366. 5 3 7 Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 559; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik,

s. 238; Tâcü't-tevârîh, II, 527. Şeyh Vefâ'nın Arapça olarak yazdığı ibâre şu şekildedir: "Ketebehü'l-fakîr Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî el-med'uvvu bi-Vefâ". Lâmiî Çelebi şeyhin bir başka yerde de adını "el-Fakîr Mustafa el-ma'rûf bi-Vefâî" şeklinde kaydettiğini belirtmektedir (bk. a.g.e., s. 562).

5 3 8 İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya 1964, s. 552-553.

Ki ismi Mustafa b. Hacı Yahya

Vefâ derler ona meşhurdur amma

demektedir.539 Gelibolulu Mustafa Âli ise Künhü'l-ahbâr'ın bir yerinde "Şeyh Vefâ", bir yerinde "Şeyh Ebulvefâ", bir başka yerinde "Şeyh İbn Vefâ" olmak üzere, yukarıdaki vakfiyede olduğu gibi bir-den fazla şekli kullanmıştır.540 Müridlerinden Sinan Paşa Tazarrünâ-me'sinde "İbnülvefâ" ve ikisi bir arada "Ebulvefâ İbnülvefâ" şekille-rinde,541 bir başka müridi Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa Dîvan'ında "Vefâ" ve "Vefâzâde" şekillerinde,542 şeyhin evrâd ve ezkârının top-landığı Evrâd-ı Şeyh Vefâ isimli eserin girişinde de "Ebulvefâ eş-Şeyh Vefâ b. Mevlâ Şemsüddin Ahmed b. Hacı Yahya es-Sadru'l-Konevî" şeklinde anılmaktadır.543 Fâtih Sultan Mehmed'in Abdülkâdir Erdo-ğan tarafından incelenen Arapça vakfiyesinde ise "Vefâzâde" denil-miştir.544 953 (1546) târihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde "Şeyh Ebulvefâ" şeklindedir.545 Taşköprîzâde ise onu eş-Şekâik'te "Şeyh Vefâ" başlığı ile kaydetmiş, ardından "İbn Vefâ" diye şöhret bulduğunu belirtmiştir.546 eş-Şekâik mütercimi Mecdî Efendi de bâ-

5 3 9 Safâyî, Vasâyâ, vr. 10b. Şiirde geçen Hacı Yahya, Şeyh Vefa'nın babası değil dedesidir. Burada kâfiye zarûretinden dolayı babası yerinde zikredilmiş ol-malıdır.

5 4 0 Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 167b, 380a, 478a. 5 4 1 Sinan Paşa, Tazarrûnâme (nşr. A. Mertol Tulum), İstanbul 1971, s. 289-291. 542 Ahmet Paşa Dîvânı, s. 38, 40. 5 4 3 Süleymâniye Ktp., Fâtih, 2561, vr. 2b. 5 4 4 Abdülk_dir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefek-

kiri Şeyh Vefa Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1941, s. 7. Abdülkâdir Erdoğan'ın bu eseri, Şeyh Vefâ ile ilgili Türkçe ilk monografi olma özelliğini taşımakta-dır. Fâtih kürsî şeyhlerinden Abdürrezzak Efendi'nin 1165'te (1752) Arap-ça olarak kaleme aldığı Tuhfetü'l-ahbâb isimli dört varaklık eser ise (Süley-maniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3622, vr. 184a-187a), Şeyh Vefa ile ilgili eş-Şekâik'te anlatılanların hemen hemen tekrarından ibarettir.

5 4 5 bk. s. 159. 5 4 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 237. Taşköprîzâde eserin muhtelif yerinde şeyhin

adını "İbn Vefâ" olarak kaydetmiştir (bk. s. 176, 177, 240, 268, 269). Atâî ZeyVinde de bir yerde "İbn Vefâ..." (s. 21-22) bir başka yerde "Şeyh Vefâ..." (s. 192) denilmektedir.

Page 67: reşat öngören zeyniler

zan "İbn Vefâ" bâzan "Vefâzâde" demektedir.547 Bütün bu kayıtlar gösteriyor ki, yukardaki şekillerden her biri, özellikle farklı bir anlam yüklenmeksizin şeyhi ifâde için kullanılmıştır. Yani "Ebulvefâ" denil-mesi, Vefâ isminde bir oğlu olduğundan dolayı olmadığı gibi, "İbn Ve-fâ" ya da "Vefâzâde" denilmesi de Vefâ adında babası veya dedesi ol-duğu için değildir. Nitekim dönemin kaynaklarında bu hususa işâret eden her hangi bir kayıt da bulunmamaktadır. Yukarıdaki örneklerin bazısında "Ebulvefâ"nın şeyhin künyesi olarak kullanıldığı anlaşıl-maktaysa da, diğer örnekler dikkate alındığında bunun pek yaygın ol-madığı görülmektedir. Şeyh şiirlerinde mahlas olarak "Vefâ"yı kullan-dığı için, bu şekli diğerlerinden muhtemelen daha yaygın olarak kul-lanılmış olmalıdır. •

Kaynaklarda Şeyh Vefâ'nın zâhirî ilimlerde mâhir, astronomiye vâkıf, mûsikîyi iyi bilen, "vefk"548 yazmakla tanınmış, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde şiirler yazan önemli bir mürşid-i kâ-mil olduğu belirtilmekle birlikte,549 tahsil dönemi ve hocalarıyla ilgi-li bilgi verilmemektedir. Türkçe bâzı şiirlerini şerheden Cebbarzâde Mehmed Ârif Efendi'nin kaydettiğine göre, zâhir ilimlerini gençliğin-de babasıyla birlikte gittiği Osmanlı'nın o dönemdeki başkenti Edir-ne'de tahsil etmiştir.550 Abdülkadir Erdoğan ise kaynak göstermeksi-zin onun Konya'da okuduğunu belirtmektedir.551 Lâmiî Çelebi şey-hin ilmî seviyesini ifâde için "Câmi-i ulûm-i zâhir ve bâtın idi. Ekser-i fünûnda yed-i ulyâsı var idi" demekte,552 evrâdının derlendiği ese-

5 4 7 Mecdî, s. 130, 196, 433. Abdülkadir Erdoğan da farklı kullanımlar için bâzı klasik kaynak ve vakfiyelerden örnekler zikretmiştir (bk. Şeyh Vefa, s. 7-9)

548 Vefk çizilmiş bir kare içindeki bölümlere gerekli harf ya da rakamların yer-leştirilmesi sûretiyle yapılan bir nevî muskadır ki, üzerinde taşıyanın her tür-lü kaza ve belâdan korunacağına inanılır (Geniş bilgi için bk. Taşköprîzâde Ahmed Isâmüddin, Mevzûâtü'l-ulûm [trc. Kemâleddin Mehmed], İstanbul 1313,1, 427).

5 4 9 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238; Tâcü't-te-vârîh, II, 527-528 ; Osmanlı Müellifleri, I, 181; Vassâf, Sefine, I, 269.

s s o Cebbarzâde Mehmed Ârif b. Şâkir, Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu nutk-i Şeyh Vefâ, Hacı Selimağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 544, vr. 2b-3a.

5 5 1 Erdoğan, Şeyh Vefa, s. 11. 5 5 2 Lâmiî, Nefehât Tercürhesi, s. 559.

rin girişinde ise "Zamanın allâmesi, usûl ve furûa vâkıf, Kur'an ve ha-dislerin rumuzlarını çözen, müfessirlerin efendisi, muhaddisleriri da-yanağı" gibi vasıflarla anılmaktadır.553 Dönemin önemli mütefekkir-lerinden Sinan Paşa da onu müctehid âlimlerden saymıştır.554 Kaleme aldığı eserleri de Vefâ'nın muhtelif fenlere vâkıf olduğunu göstermek-tedir. Örneğin Rûznâme astronomiye dâirdir.555 Melhame uzaydaki yıldız ve gezegenlerin durumlarına göre insanların yeryüzünde davra-nışları hakkında bilgi vermektedir. Eserdeki konu başlıkları "Ay ve Güneş on iki burcdan her hangi birine gelince nasıl amel edilir?", "Haftanın yedi gününde ne yapmak ve neden sakınmak gerekir?" "On iki Rum aylarının keyfiyeti", "Gökteki gezegenlerin sıfatları ve her iklimin keyfiyyeti" vb. şeklinde devam etmektedir.556 Bu eserle-rin yanı sıra, o devirde Paskalya gününü belirlemede aralarında ihti-laf eden Hıristiyanların Şeyh Vefâ'ya danışarak günlerini belirlemiş olmaları da onun ilm-i nucûmdaki ihtisasının herkes tarafından kabul edildiğini göstermektedir.557 Şeyh Vefâ'nın tesbit edilebilen diğer eserlerinden Şiirler Risâlesi, Makâm-ı Sülük ,ve Sâz-ı îrfârı tasavvufî mâhiyette olup manzumdur.558 Arapça, Farsça ve Türkçe olarak üç li-san üzere yazdığı beyitlerinden meydana gelen ilk risâle mevzularına göre bölümlere ayrılmış ve her bölüme bir başlık konulmuştur. Eserin başında "Şeyh Vefâ'ya Ait Şiirler Risâlesi" şeklinde kayıt vardır.559

Türkçe beyitlerinden birisi şöyledir:

5 5 3 Vefâ, Evrâd-ı Vefâ, vr. 2a-b. 5 5 4 İleride Sinan Paşa anlatılırken bu konuya temas edilecektir. 5 5 5 İstanbul'un enlem ve boylamına göre tertip edilmiş cedvellerden meydana

gelen bu eserin bir çok nüshası bulunmaktadır (Meselâ bk. Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 221; Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3091, vr. 63a-69b). Eserin Miftâh-ı Rûznâme (Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 17) ve Hüsnü'l-iktifâ li hal-li Rûznâme-i Şeyh Vefâ (Osmanlı Müellifleri, I, 181) isimli şerhleri vardır.

5 5 6 Türkçe olan eserin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmakta-dır (Yazma Bağışlar, nr. 3091, 62 varak).

5 5 7 Cebbarzâde, Dâfiu'z-zulem, vr. 3b; Vassâf, Sefine, I, 270. 5 5 8 Hoca Sâdeddin Efendi bir de Vefâ'nın Hâşiye-i Tecrîd'e hâşiye yazdığını ve

kendisinin bu eseri gördüğünü ifâde etmektedir (Tâcü't-tevârîh, II, 528). 5 5 9 Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Fâtih, nr. 3899) bulunan bu eser

105 varaktır.

Page 68: reşat öngören zeyniler

Oh oh ne tatlu ola yol Mustafa yolu Ah ah kimin eline gire bu safâ yolu (vr. 91b).

Eser şu beyitle son bulmaktadır:

Üzerine salât-t selâmtn ale'd-devâm Kim menba-i Vefâ ve safâ durur müdâm.

Makâm-ı Sülük isimli eserde de Türkçe 396 beyit bulunmakta ve tasavvufta yedi makam; seyr ilallah, seyr lillah, seyr alallah, seyr ma-allah, seyr fillah, seyr anillah, seyr billah sırasıyla anlatılmaktadır.560

Sâz-t İrfan'âz ise Vefâ'nın Türkçe bir çok rubâîleri ve diğer manzûme-leri vardır. Bu eser Makâm-ı Sülük'le birlikte aynı numarada kayıtlı-dır. 38 varak olan eserde rubâîler harf sırasına göre tasnif edilmiştir. Süleymâniye Kütüphânesi'nin Ayasofya bölümünde iki nüshası daha vardır (nr. 1851, 1853). 1851 numaradaki nüsha Sırru esrâri'l-beyân ve burcu seyri rûhi'l-insân adıyla kayıtlıdır. 1853 numaradaki nüsha-da "Vefâ" mahlasının geçtiği son beyit bulunmadığı için olmalı, Bur-salı Mehmed Tâhir Bey eserin Vefâ'ya yanlışlıkla nisbet edildiğini ile-ri sürmüş, sonunda Bahrî nâmında bir şâire ait olduğu belirtiliyor de-miştir.561 Abdülkâdir Erdoğan da İbrahim Efendi bölümündeki Sâz-t İrfan'm Vefâ'ya âit olduğunu kaydetmekle birlikte, Ayasofya nüshası için Tâhir Bey'in ifâdesine uymuştur.562 Oysa Ayasofya bölümündeki eser İbrâhim Efendi bölümündekinin aynısıdır. Sadece Ayasafya bölü-mündeki nüshada, yukarıda belirtildiği gibi, diğerinde bulunan mah-laslı son beyit bulunmamaktadır. Erdoğan ayrıca Ayasofya nüshasının Vefâ'ya âit olmadığım te'yid için, eserde olduğunu söylediği Şeyh Ve-fâ'yı medih sadedinde yazılmış bir şiiri kaydetmekte ise de,563 bu şiir orada değil Vefâ'nın müridlerinden Safâyî'nin Manzûme-i Vasâyâ-yı

5 6 0 Bir nüshası Süleymaniye Kütüphânesi'nde (İbrahim Efendi, nr. 652) bulu-nan bu eser 14 varaktan ibarettir. Eseri Ömer Ali Yıldırım İstanbul Üniver-sitesi İlahiyat Falcültesi'nde bitirme tezi (2002) olarak hazırlamıştır.

561 Osmanlı Müellifleri, I, 181. 5 6 2 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 9. 5 6 3 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 9-10.

Şeyh Vefâ isimli eserindedir.564 Muhtemelen şeyhin sohbetlerinde dinlediklerini nazmetmek sûretiyle meydana getirdiği bu eserinde Sa-fâyî daha başka şiirlerinde de Vefâ'yı "Vâkıf-ı esrâr-ı Rahmân", "Maz-har-ı rûh-i Muhammed", Kutb-i devrân" gibi üstün vasıflarla övmüş-tür.565 Ayrıca eserde Sultan II. Bâyezid'e de övgüler bulunmakta ve pâdişâh "zıll-i Rahmân" şeklinde tavsif edilmektedir.566

Şeyh Vefâ'nın "Derviş olayım dersen" nakaratlı Türkçe sekiz ru-bâîsi Cebbarzâde diye bilinen Mehmed Ârif b. Şâkir tarafından Dâ-fiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu nutki Şeyh Vefâ adıyla şerhedil-miştir.567 İlk kıtası şöyledir:

Evvel tevhidi zikret Sonra cürmünü fikret Var yoluna doğru git Derviş olayım dersen

İslâm Ansiklopedisi'nde Mecdî'den naklen (s.252) Şeyh Vefâ'nın Firavun'un îmânı konusunda da bir risâle yazdığı kaydedilmişse de,568 işaret edilen yerde böyle bir bilgiye rastlanmamıştır. Ayrıca Ab-dülbâkî Gölpınarlı Yûnus Emre ile ilgili eserinde kaydettiği "Yânayım

5 6 4 Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Ayasofya, nr. 2154) bulunan bu eser 64 varak olup Türkçe'dir. Şeyh Vefâ ile ilgili şiir şöyledir: Sana bir hoş kelâmım var muhakkak İşittim okudum şeyhimden el-hak Ki ismi Mustafa b. Hacı Yahyâ Vefâ derler ona meşhurdur amma Bilinmiş Şâm u Mm u Hind ü Çin'de Eğerçi cây-t Kostantin içinde Mudakkıktır muhakkiktir muhakkak Mükemmel mürşîd-i kâmildir elyak (vr. lOb-lla).

5 6 5 bk. Safâyî, Vasâyâ, vr. İ la . 5 6 6 Safâyî, Vasâyâ, vr. 6b-10b. 5 6 7 Şâban 1319'da (Kasım 1901). tamamlanan bu Türkçe şerhin müellif nüsha-

sı Üsküdar'da Hacı Selimağa Kütüphânesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 544, vr. lb-43b).

5 6 8 Ömer Fâruk Harman, "Firavun", DİA, XIII, 120.

Page 69: reşat öngören zeyniler

iy şem'-i rûşen yânayım" nakaratlı sekiz kıta murabbaın Yûnus'a yan-lışlıkla atfedildiğini, aslında bunların Şeyh Vefâ'ya ait olduğunu belirt-miştir.569 Ancak son kıtada "Sabâyı" mahlasının kullanılmış olması, bunların Vefâ'ya değil de onun şâir müridlerinden Edirneli Sabâyî'ye ait olabileceğini düşündürmektedir.570 Nitekim sondan bir önceki kı-tanın "Cümle uşşâka Vefâ matluptur" şeklindeki ilk mısraı da şâirin Vefâ'nın müridlerinden biri olması ihtimâlini kuvvetlendirmektedir.

Şeyh Vefâ'nın tasavvuf yoluna girmesi Edirne'de "Debbağlar İma-mı" diye meşhur olan ve yukarıda bahsi geçen Muslihuddin Halîfe'ye intisap etmek sûretiyle gerçekleşmiştir.571 Bu zâtın hizmetinde ne ka-dar kaldığı bilinmeyen Şeyh Vefâ'nın, daha sonra bizzat şeyhin izni ve işâretiyle Abdüllatîf Kudsî'ye intisap ettiği kaydedilmektedir.572 Bu ikinci intisabın Edirne'de mi yoksa Bursa'da veya Konya'da iken mi gerçekleştiği bilinmemekle birlikte, Vefâ'nın, Kudsî henüz hayatta iken irşad faaliyetine başladığı Mehmed b. Sa'dî tarafından haber ve-rilmektedir.573 Mehmed b. Sa'dî ayrıca Kudsî'nin Vefâ'yı İstanbul'a gönderdiğini söylüyorsa da,574 bunun yanlışlığı, İstanbul'un fethinin

5 6 9 Abdülbâkî Gölpınarlı, Yûnus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 361-362. İlk kıta şöyledir: Âşık oldum bende-i cânâneyim Bahra düşdüm tâlib-i dür-dâneyim Bâl ü perden geçmişem pervâneyim Yânayım iy şem'-i rûşen yânayım

5 7 0 Son kıta şöyledir: Yâr didüm sen yüreğüm yârana Bin Sabâyî gibi olsa yâre ne Çün neyistâna od urdum çâre ne Yânayım iy şem'-i rûşen yânayım Abdülkadir Erdoğan da bazı telaffuz farklılıkları ve noksanlıklarla (Örneğin birinci kıta üçüncü mısradan başlamış, "Safâyî" mahlasının geçtiği son kıta ise kaydedilmemiştir) söz konusu marabbaları Şeyh Vefâ'ya nisbet ederek kaydetmiştir (Şeyh Vefâ, s. 17-18).

5 7 1 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238; Tâcü't-te-vârîh, II, 527 ; Vassâf, Sefine, I, 269.

5 7 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238 ; Tâcü't-te-vârîh, II, 527 ; Vassâf, Sefine, I, 269.

5 7 3 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4a. 5 7 4 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.

Kudsî'nin vefâtından sonra gerçekleştiği bilindiği için açıktır. Şeyh Ve-fâ'nın irşad için icâzet aldıktan sonra ilk olarak o tarihte Karamano-ğulları'nın idâresinde bulunan memleketi Konya'da faaliyet gösterdi-ği anlaşılmaktadır. Karamanoğlu İbrahim Bey onun için Meram'da bir cami ve hânkâh yaptırmıştır. Buraya Şeyh Vefâ başta olmak üzere yakınları ve bağlıları tarafından vakıflar tayin edilmiş, Konya Osman-lıların eline geçtikten sonra da Fâtih Sultan Mehmed'in hükmüyle, vakfedilen bütün bağlara bahçelere mevsiminde su verilmesi ve vakıf işlerinde çalışanların her türlü vergiden muaf tutulması kararlaştırıl-mıştır.575 Ayrıca İ. H. Konyalı adı geçen câmiye/mescide Muharrem 864 (Kasım 1459) tarihinde konulduğu belirtilen atmış bir adet kita-bın listesini incelemiştir ki, bunlar arasında altı adet tam Mushaf ve cüz halinde iki takım Kur'ân-ı Kerim'le birlikte Kasîde-i Bürde, İlâhi-nâme-i Şeyh Senâî, Fusûsü'l-hikem, Tercüme-i Vasâyây-ı Şeyh Sadred-din, Sultan Veled'in Mesnevi'si, Gazeliyât-ı Mevlânâ, Dîvân-t Âşıkpa-şa, Resâil-i İlm-i Meşâyih gibi eserler576 dikkat çekmektedir.

Şeyh Vefâ daha sonra Konya'dan İstanbul'a gitmiştir. Ancak han-gi tarihte gittiği kesin olarak bilinmemektedir. eş-Şekâik ve Sefine'ye göre onun İstanbul'a gidişi, bir ara deniz yoluyla hacca gitmek için Antalya'dan bindiği geminin korsanlar tarafından kaçırılıp Rodos adasına götürülerek kızkardeşi ve bazı arkadaşlarıyla birlikte esir edil-mesi üzerine, adı geçen Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından fidyesi ödenip kurtarıldıktan sonra meydana gelmiştir.577 Abdülkadir Erdo-ğan, İbrahim Bey'in Vefâ'yı esâretten kurtarmış olması ve faaliyetleri için ona câmî yaptırmış olması gibi yardımlarını dikkate alarak, o ha-yatta iken şeyhin Konya'dan Osmanlı'nın yeni başkentine gitmesine ihtimal vermemekte, ancak 868'de (1464) meydana gelen vefâtından sonra İstanbul'a yerleşmiş olabileceğini düşünmektedir ki,578 bunun aksini doğrulayacak elimizde bir bilgi yoktur.

5 7 5 Konyalı, Konya Tarihi, s. 552-556. 5 7 6 Konyalı, Konya Tarihi, s. 552. 5 7 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 240; Vassâf, Sefine, I, 270. Bu olayı Taşköprîzâ-

de'den önce Lâmii Çelebi (Nefehât Tercümesi, s. 560) ve ayrıca Hoca Sâded-din Efendi de kaydetmiştir (Tâcü't-tevârîh, II, 528). Ancak onlar şeyhin İs-tanbul'a bu olaydan sonra gittiğini açıkça belirtmemişlerdir.

5 7 8 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 11-12.

Page 70: reşat öngören zeyniler

X Şeyh Vefâ İstanbul'da da Fâtih Sultan Mehmed'in büyük yardım ve desteğini gördü. Pâdişâh onun için, daha sonra adına nisbetle Vefâ diye anılacak olan semtte bir câmî ve çifte hamam yaptırmıştır. Bazı kaynaklarda câmînin Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı kayıtlı ise de,579 buranın Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırıldığı husû-sunun vakfiyelerde açıkça belirtildiği kaydedilmektedir.580 Câmînin çift fonksiyonlu olduğu; herkese açık olmakla birlikte Şeyh Vefâ ve dervişleri tarafından tevhidhâne olarak kullanıldığı son yapılan araş-tırmalarla netlik kazanmıştır.581 İsmail E. Erünsal tarafından Türkçe tercümesi ve bir değerlendirme yazısı ile birlikte neşredilen Arapça vakfiyeden anlaşıldığına göre, Fatih Sultan Mehmed şeyhe ayrıca için-deki binalarla birlikte câmînin yakınında bulunan arâziyi ve Çorlu ka-zasına bağlı Kepelim köyünü temlik etmiş, Şeyh Vefâ da câmînin ya-nındaki arâzi üzerinde derviş hücreleri, kütüphâne, dervişler için ev-ler ve imâret niteliğinde bir mutfak yaptırmıştır? Daha sonra Receb 890 (Temmuz 1485) tarihinde Fâtih'in temlik ettiği arâziler ile kendi kitaplarını ve bu arâziler üzerinde yaptırdığı bazı binaları vakfetmiş-tir.582 Vakfedilen kitapların tasavvufun yanı sıra tefsir, hadis, fıkıh,

5 7 9 Mesela bk. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 130. Abdülkâdir Erdoğan, Ayvansarâyî'nin câmînin yapılış senesi ile ilgili "Câmî-i Hâkânî" terkibinin (881/1476) tarih düşürüldüğünü kaydettiği halde II. Bâyezid tarafından yaptırılmış olmasını söylemesi bir çelişkidir diyor ve haklı olarak bu tarihin Fâtih dönemini gösterdiğini hatırlatıyor. Erdoğan ayrıca bu yanlışın Ayvan-sarâyî'den önce Evliya Çelebi tarafından yapıldığını belirtmişse de (Erdo-ğan, Şeyh Vefâ, s. 21-22), Evliyâ Çelebi Seyâhatnâme'de câminin Fâtih tara-fından yaptırıldığını söylemektedir (I, 304). Seyâhatnâme'den önceki kay-naklarda da câminin Fâtih tarafından yaptırıldığı kaydedilmiştir (Mesela bk. Nişana Târihi, s. 153; Tâcü't-tevârîh, I, 580 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 85b.

5 8 0 bk. İsmail E. Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları Hakkında Yeni Bir Belge", İs-lâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies, I (1997), s. 61-62; ayrıca bk. M. Baha Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174.

5 8 1 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 24; Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174. 5 8 2 Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 55-62. İsmail E. Erünsal neşrettiği

vakfiyedeki bilgiler doğrultusunda, daha önce ileri sürülen derviş hücreleri, imâret niteliğindeki mutfak ve kütüphânenin Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı şeklindeki görüşleri de (bk. Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174) tashih etmiştir. Ayrıca bu bilgiler Künhü'l-ahbâr (vr. 85b)

kelâm, felsefe, mantık, belâğat, gramer, tıb, astronomi gibi muhtelif ilim dallarına âit oluşu Şeyh Vefâ'nın ilgi alanının genişliğini gösterdi-ği gibi, ilmî seviyesine de işâret etmektedir.583 Buraya ayrıca Sultan II. Bâyezid tarafından da medrese hücreleri yaptırıldığı belirtilmekte-dir.584 Baha Tanman Câminin kuzeyinde "U" şeklinde sıralanan hüc-relerden bir kısımının derviş hücreleri, bir kısımının da medrese ola-rak kullanılmış olabileceğini tahminen söylemekte ve buranın XIII. yüzyıldan itibaren gelişimi izlenen ortak avlulu câmi-medreseler ve câmi-tekkeler zincirinin İstanbul'daki ilk halkaları, ayrıca Mimar Si-nan'ın tasarladığı benzer nitelikteki yapıların öncüleri olarak değer-lendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.585 Ayrıca câminin mihrap çıkıntısına bitişik olup, mihraptan açılan bir kapıyla içine girilen hal-vethânenin de (çilehâne), İstanbul'da tesbit edilebilen en eski târihli halvethâne olduğunu belirtmektedir.586 Şeyh Vefâ'nın vakıflarıyla il-gili belgeyi neşreden Erünsal, "II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı bili-nen Vefâ medresesi ve türbesiyle ilgili herhangi bir vakıf kaydı veya vakfiye bulunmamaktadır" diyor.587 Baha Tanman'ın, hücrelerden bir kısımının medrese olarak kullanılmış olabileceği şeklindeki görü-şü ve Erünsal'ın neşrettiği belgeyle derviş hücrelerinin Şeyh Vefâ ta-rafından yaptırıldığının anlaşılması, medrese hücreleri olarak kullanı-lan bölümün Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırılmış olmasını şüphe-

ye Nişancı Târihi (s. 153) gibi kaynaklarda, câmî ile birlikte derviş hücrele-rinin de Fâtih tarafından yaptırıldığı şeklindeki kayıtların yanlış olduğunu da ortaya koymaktadır.

5 8 3 Vakfiyede kitapların ilim dallarına göre adetleri şu şekilde kaydedilmiştir: Tefsir, kavâid-i Kur'an ve tecvîde dâir elli dokuz adet, ehâdîs-i nebeviyyeye dair elli adet, usûl-i fıkha dâir on iki adet, furû-ı fıkha dâir otuz beş adet, ilm-i meşâyihe dâir yüz adet, ilm-i meânîye dâir dokuz adet, ilm-i nahve dâ-ir dokuz adet, ilm-i sarfa dâir üç adet, tıbla ilgili on dört adet, lugatla ilgili on dört adet, ilm-i hikmete dâir yedi adet, ilm-i kelâmla ilgili beş adet, ilm-i mantık ve hilafla ilgili üç adet, ilm-i hey'etle ilgili yedi adet. Ayrıca biri cüz halinde olmak üzere otuz dört adet Kur'an-ı Kerîm, Türkçe ve Farsça yirmi bir adet Dîvan (Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 56).

5 8 4 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 24. 5 8 5 Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174-175. s 8 6 Tanman, "Halvethâne", DİA, XV, 391. 5 8 7 Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 62.

Page 71: reşat öngören zeyniler

li kılmaktadır. İleride temas edilecek bâzı olaylar da bu şüpheyi güç-lendirmektedir. Ancak bu hususta yeni bilgi ve belge elde etmeden ke-sin bir şey söylemek zordur.

Fâtih Sultan Mehmed'le dostluklarının çok ileri boyutlara ulaştı-ğı anlaşılan Şeyh Vefâ'nın sadrazam Karamânî Mehmed Paşa ile de yakın münâsebet içinde olduğu anlaşılmaktadır. Sadrâzamın Vefâ'ya kaza ve belâlardan korunmak için bir "vefk" hazırlatıp başı üstünde taşıdığı kaynaklarda nakledilir.588 Paşanın mezartaşı kitâbesini de Şeyh Vefâ'nın hazırladığı belirtilmektedir.589 Ayrıca, Latffı'nin ifâde-sine bakılırsa Vefâ'ya sâdece Sadrâzam Mehmed Paşa değil, sultanlar ve diğer idâreciler de vefk hazırlatıyorlardı.590

Abdülkadir Erdoğan "Şeyh Vefâ'nın ne Fâtih Mehmed ne de oğ-lu II. Bâyezid ile bir defa bile görüşmediğinde Vefâ'ya temas eden bü-tün müverrihler müttefiktirler" şeklinde bir iddia ortaya atmış, sonra da bunun doğru olup olamayacağını eserinde tartışmıştır.591 Ancak kaynaklardaki bilgiler dikkatlice incelendiğinde Erdoğan'ın bu iddi-asının yanlış anlamadan kaynaklandığı görülmektedir. Meselâ bu hu-susa temas eden Lâmii Çelebi, Şeyh Vefâ'nın ömrünün sonlarına doğ-ru tamamen uzlete çekildiğini, inzivâda iken ümerâ ve âyân bile gel-se, ne kadar rica edilirse edilsin dışarıya çıkmadığını ifâde etmekte,592

Taşköprîzâde de daha açık olarak şöyle demektedir: Halveti sohbete tercih eder, ancak belli vakitlerde dışarı çıkardı. İdâreciler onunla gö-rüşmek için gelirler, oncak o belirlediği vakitten önce yanlarına çık-mazdı... Fâtih Sultan Mehmed onunla buluşmak istedi, kabul etmedi. Aynı şekilde Sultan II. Bâyezid de görüşme talebinde bulundu onu da kabul etmedi.593 Bu bilgiler bir bütün halinda ele alınırsa, şeyhin gö-

5 8 8 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 580-581; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 268-269; Yusuf Sinan b. Yakub, Menâkıb-ı Şerif ve Tarikatnâme-i Pirâtt ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290, s. 20; Tâcü't-tevârîh, II, 543-544; Hul-vî, Lemezât, s. 431 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b.

5 8 9 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 8. 5 9 0 Latifi, Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1314, s. 47. 5 9 1 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 12-13. 5 9 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559. 5 9 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238.

rüşme talebini reddetmesinin, inzivâ hâline rastladığı zamanlarda ol-duğu anlaşılır. Yoksa adı geçen kaynaklarda sultanlarla hiç görüşme-miştir şeklinde bir kayıt yoktur. Onun inzivâda iken bu şekilde dav-ranması, tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserinde ortaya koyduğu halvet şartlarından kaynaklanmış ol-malıdır. Hâfî mezkûr eserinde "Halvette bulunan kimse kapısını kim-seye açmamalı, ziyâret ve teberrük kastı için gelenlere izin vermeme-lidir. Nitekim Resûlullah (a.s.) Hıra mağarasında vahiyden önce kim-seyle musâhabe etmemiştir"594 demektedir.

Taşköprîzâde yukarıdaki bilgilerden sonra şunu da ilâve etmiştir: "Şeyh Vefâ vefat ettiğinde (ö.896/1491) Sultan II. Bâyezid cenâzesine katıldı ve onu görmeyi çok arzu ettiği için, meşrû değildir şeklindeki itirazlara aldırmadan yüzünü açıp baktı."595 Eserini Taşköprîzâde'den daha sonra kaleme almış olan Hoca Sâdeddin Efendi'nin ise, cenâze-deki bu olayı "Şeyhi müşâhedeleri müyesser olmadığı cihetten galebe-i iştiyakları iktizâ etmiş ki..."596 şeklinde bir ifâdeyle kaydetmiş olma-sından, Sultan II. Bâyezid'in onu daha önce hiç görmediği mânası çık-maktadır. Ancak bunu, Abdülkadir Erdoğan'ın belirttiği gibi, sultanın hayatta iken şeyhin sohbetine katılamadığı şeklinde597 yorumlamak gerekir. Zira târihçi Hammer'in kaydettiğine göre, Fâtih Sultan Meh-med'in cenâze namazım Şeyh Vefâ kıldırmış ve II. Bâyezid de bu me-rasime iştirak etmiştir.598 Şeyhi tekkesinde görmedi ise cenâzede gör-müş olmalıdır. Sohbetine katılamamış olması ise Vefâ'nın hayatının sonlarına doğru halveti sohbete tercih etmesinden kaynaklanmış ola-bilir. II. Bâyezid'in bazı davetlerine katılmamış olması da muhtemelen bu sebepledir. Kaydedildiğine göre pâdişâh kırk bin dirhem göndere-rek şeyhi kızının nikahına çağırmış, o ise bunu kabul etmeyip Zeyniy-ye ricâlinden Şeyh Muhyiddin Kocevî'nin fakîr ve mubârek bir zat ol-duğundan bahisle onu davet etmelerini söylemiştir. Bunun üzerine ni-

5 9 4 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 27b. 5 9 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238. 596 Tâcü't-tevârîh, II, 528. 5 9 7 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 13. 5 9 8 Hammer, III, 244.

Page 72: reşat öngören zeyniler

kah Muhyiddin Kocevî'nin huzurunda kıyılmıştır.599

Burada Şeyh Vefâ'nın Siıltan II. Bâyezid ile görüşmemiş olmasının siyasî sebeplerine de işâret etmek gerekir. Kaynaklarda kaydedildiğine göre, II. Bâyezid Amasya'da vâlî iken, Şeyh Vefâ'nın çok iyi münâsebet-ler kurduğu Sadrâzam Karamânî Mehmed Paşa'nın Şehzâde Cem tara-fını tutarak kendisini babası Fâtih'in yanında katline sebebiyet verecek ölçüde sürekli çekiştirdiği haberini almış ve Amasya'da kendisine gü-vendiği Halvetiyye şeyhi Çelebi Halîfe'den (Cemâl Halvetî, ö.899/1494) sadrâzamın bertaraf edilmesi husûsunda mânevî yardım istemiştir. Dervişleriyle birlikte bu iş için seferber olan Çelebi Halîfe, sadrâzamın Şeyh Vefâ tarafından hazırlanan vefk sâyesinde mânevî ko-ruma çenberi içinde bulunduğunu, ancak kendisi ve dervişlerinin gay-retleriyle bu dâirenin içine girmeyi başardıklarını söyleyerek yakında helak olacağını Şehzâde Bâyezid'e haber vermiş, bir müddet sonra da Fâtih Sultan Mehmed'in âniden ölümünün ardından sadrâzam yeniçe-riler tarafından şehid edilmiştir.600 Olayın kaynaklarda kaydedildiği

5 3 9 Taşköprîzâde,. eş-Şekâik, s. 239. Eğirdir'deki Pîrî Halîfe'den icâzetli olarak İstanbul Fâtih'te faaliyet gösteren Şeyh Muhyiddin Kocevî hakkında daha önce bilgi verilmişti. Şeyh Vefâ'nın bu zâta karşı ayrı bir ilgisinin olduğu an-laşılmaktadır. Nitekim irşad faaliyetinde bulunmak için İstanbul'a ilk geldi-ğinde de onu ziyâret için dervişlerini gönderdiği nakledilmektedir (Taşköp-rîzâde, a.g.e., s. 240).

6 0 0 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 580-581; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 268-269; Yusuf Sinan b. Yakub, Menâktb-t Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290, s. 19-20; Tâcü't-tevârîh, II, 542-544; Hulvî, Lemezât, s. 430-432; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b. Kaydedilen bu kaynaklarda belirtildiğine göre, Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'in ve-fâtından birkaç gün sonra yeniçeriler tarafından şehîd edildiğinde, pâdişâ-hın vefâtı sırasında telaştan başındaki vefk ın bir bölümü terle ıslanıp silindi-ği için onu tekrar yazsın diye bir dervişiyle Şeyh Vefâ'ya göndermiş imiş (bk. zikredilen yerler). Bu olay Alman Türkolog H. J. Kissling tarafından bâzı makalelerinde Fâtih Sultan Mehmed ve sadrazamının öldürülmesi için der-vişlerin kurduğu bir komplo şeklinde takdim edilmişse de (bk. "Zejnîje Or-den...", s. 177; "Halvetî Tarîkatı II" [trc. M. Serhan Tayşî], Bilim ve Sanat Vakfı Bülteni, XXXIII (1994), s. 30-32), tarafımızdan hazırlanan bir ma k je ile adı geçenin meseleyi saptırdığı, ileri sürdüğü iddianın hiçbir muknî ve kesin delîle dayanmadığı ortaya konmuştur (bk. Reşat Öngören, "Fâtih Sul-tan Mehmed'in Ölümü Üzerine Bâzı İddiâlar", Kubbealtı Akademi Mecmû-ast, II [1997], s. 28-33).

şekliyle meydana gelip gelmediği ayrı bir konu olmakla birlikte, bura-dan Şeyh Vefâ'nın sadrazam tarafını tuttuğununu rahatça söyleyebili-riz. İşte böyle bir olaydan sonra babasının yerine geçen Sultan II. Bâye-zid'e karşı Vefâ'nın biraz mesâfeli durmayı yeğlediği de düşünülebilir. Hatta böyle bir tavır şeyhten sonra halîfeleri tarafından da sürdürül-müş ise, bu, Vefâ ile oluşan silsilenin tarikattaki diğer silsilelere göre et-kisini daha erken yitirmesine de sebep olmuş olabilir.

Sert görünmesine rağmen çok alçak gönüllü ve hoşsohbet olduğu belirtilen Şeyh Vefâ'ya o dönemde intisap eden bir çok devlet adamı, mütefekkir ve sanatkârın olduğu görülmektedir. Bunlardan Sinan Pa-şa (Ö.891/1486),601 Molla Lütfi (ö. Rebîulâhir 900 /Ocak 1495),602

Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa (ö. 902/1496-97),603 Şeyhülislâm Zen-billi Ali Efendi (Ö.932/1526)604 gibi ileri gelen mütefekkir-âlimler, Sa-fâyî,605 Balıkesirli Zâtf,606 Edirneli Sabâyî,607 Rumelili Şem'î,608 Hat-tat Kasım,609 Hattat Abdülmuttalip b. Seyyid Murtazâ610 gibi önem-li şâir ve sanatkârlar dikkat çekmektedir.

6 0 1 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 560; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 176; Mecdî, 196; Tâcü't-tevârîh, II, 499.

6 0 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 281; Tâcü't-tevârîh, II, 548. 6 0 3 Ahmed Paşa, Dîvân'ında Şeyh Vefâ ile ilgili bir şiirinde ona mürid olduğu-

nu dile getirmiştir. İleride bu şiiri kaydedilecektir. 6 0 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 286 ; Tâcü't-tevârîh, II, 550 ; Müstakimzâde Sü-

leyman Sa'deddin, Devhatü'l-meşâyih: Osmanlı Şeyhülislâmlarının Biyogra-fileri (nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978, s. 15.

6 0 5 Bu şâir Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 2154) isimli eserinde Zeyniyye Tarîkatı'nın silsilesini manzum olarak Şeyh Vefâ'ya kadar zikrettikten sonra şöyle demektedir: Eriştim ben âhir Vefâ'ya Bi-hamdillâhi sallû Mustafâ'ya (vr. 18a).

6 0 6 Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-şuarâ (nşr. İbrahim Kutluk), Ankara 1978,1, 382.

6 0 7 Sehî, Heşt Bihişt: SehîBeg Tezkiresi (nşr. Günay Kut), Harvard Üniversitesi, Amerika 1978, s. 206.

6 0 8 Sehî, Tezkire, s. 108; Latîfî, Tezkire, s. 210; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ or Tezkere of Aşık Çelebi (nşr. G. M. Meredith-Owens), London 1971, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525.

6 0 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 526-527; Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 366. Hattat Kasım, Hattat Hamdullah'ın talebesidir. Sultan II. Bâyezid za-manında saraya muallim olarak tayin edilmiştir.

Page 73: reşat öngören zeyniler

{Şeyh Vefâ'nın müridlerinden adı geçen Sinan Paşa (Sinanüddin Yusuf b. Hızır, Ö.891/1486) İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'in oğlu olup Sahn müderrisliği yapmış önemli âlimlerdendir. Fâtih Sultan Mehmed onu kendisine husûsî hoca yaptıktan sonra vezirliğe ve sadrâzamlığa kadar yükselttiği için "Hoca Paşa" diye meşhur olmuş-tur.611 Latîfî'nin ifâdesinden,612 Şeyh Vefâ'ya intisabının vezirlikten azledildiği 881 (1476-77) târihinden613 sonra gerçekleştiği anlaşıl-maktadır. Tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı Tazarrûnâme1de614 şey-hi Vefâ'ya da yer vermiş ve onu çok üstün vasıflarla övmüştür.615

"Şol zât-ı mutahher, ki zamanımıza kutb olmuş", "Şol Bâyezid-vakit, ki âriflere server olmuş", "Şol Cüneyd-zeman, ki zühd ehline mih-ter olmuş", "Şol âlim-i âmil, ki şeriat tahtına sultan olmuş", "Şol şeyh-i mürşid ki, tarîkat ehline hân olmuş" şeklindeki tavsifleri bun-lardan bazılarıdır>Ayrıca şeyhe karşı hayranlığını, aşağıya bir kısmı-nı alacağımız beyitlerle dile getirmiş, ona gönülden tazarrû ve niyaz-da bulunmuştur:

6 1 0 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 547-548; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 109a (Ve-feyâtnâme' nin Âşir Efendi [nr. 265] nüshasında bu zât "Seyyid Abdüllatîf" şeklinde kayıtlıdır [vr.97a]). İbnü's-seyyid Murtaza diye tanınan Hattat Ab-dülmuttalib'in Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dilde şiirler de yazdığı be-lirtilmektedir. Şeyh Vefâ vefat ettikten sonra Kübreviyye tarikatından Şeyh Yahya Tuzlavî'ye intisap etmiş ve ondan irşad için icâzet almıştır (Adı geçen eserlerin kaydedilen yerleri; ayrıca bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 221).

6 1 1 Mecdî, 196; Tâcü't-tevârîh, II, 498-499 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 174.

6 1 2 Latîfî, Tezkire, s. 193. 6 1 3 bk. Tâcîzâde Sa'dî Çelebi, Münşeât (nşr. Necati Lugal-Adnan Erzi), İstanbul

1956, s. 60. 6 1 4 Sinan Paşa'nın gönül dünyasını ve tasavvuf anlayışını göstermesi bakımın-

dan oldukça önemli olan bir kısmı mensur bir kısmı manzum bu Türkçe eser, A. Mertol Tulum tarafından Sinan Paşa'nın hayâtı ve eserleriyle ilgili bir giriş yazısıyla birlikte neşredilmiştir (İstanbul 1971). Abdülbâkî Gölpı-narlı bu eserin Konya Mevlânâ Müzesi'nde bulunan ve ilk bölümü noksan olan bir nüshasını yanlışlıkla Emîrî diye bir şâire nisbet etmiştir (bk. Konya Mevlânâ Müzesi Yazmaları, Ankara 1972, III, 462-464) .

6 1 5 bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 289-295.

§eyh-i âlem âfitâb-ı evliyâ Mürşid-i Hak muktedâ-yt asfiyâ Şeyh-i heft iklim ü kutbü'l-âlemin Vâstl-ı hazret cemâlü'l-ârifîn (...) Sâlikâtı-t dîne üstad olmış ol Ktdve-i ebdâl ü evtâd olmış ol Âb-ı hayvân katre-i bahr-t dili Hızr-veş ilm-i ledünnî hâsılı (...) Ol Muhammed-sîret ü Îsî-kadem Milk-i dîn içre emîr-i muhteşem (...) Cihan halkı kamu lütfün esîri Kapunda bende olmuştur emîri İrer lütfün nesîmi mürde câna Bakar rahmet gözü âsî olana Ne var bir gez nazar ben kula salsan N'ola lutf eyleyup gönlümi alsan Beni kurtarıvirsen bu belâdan Halâs itsen beni bend-i hevâdan Bıraksam dünye fikrini ben elden Elüm alsan çıkarsan eğri yoldan Elâ î şeyh-i kâmil mürşid-i Hak Elâ î kutb-i âlem şeyh-i mutlak (...) Sana ışkın viren Hak ışkı-y-içün Senün üstünde Allah hakkı-y-içün (...) Beni al vehm-i Şeytânî elinden Beni kurtar bu vesvese yolundan (...) İçümden sen çıkargıl kâyinâtı Yugıl benden gidergil bu sıfâtı Basiret gözini sen açıvirgil Bu zâhir göze toprak saçıvirgil

Page 74: reşat öngören zeyniler

(...) Elünde çün senün iksîrün ola Tjer itmekte neçün taksîrün ola (...) Elündedür ki bir tedbîr idesin Bu ben hâki temam iksîr idesin Eğer dirsen dilün söyler bu sözi İçinde hiç görünmez ışjk sûzt Talebdeysen alâmet böyle olmaz Mürîd-isen irâdet böyle olmaz Çalışursın turup dünya işîle İçün top tolu dünya teşyişîle Bununla dost fikri kaçan olur Bu vech-ile Hak'a vuslat mı olur Taleb ehli taleb fikrinde gerek Hak isteyen anun zikrinde gerek Cevâbum bu ki haktur ne ki dirsin Benüm. de hayretüm budur ki dirsin Benüm de umduğum budur ki senden Gidersin bu hâli ben kulundan Beni girçek Hak'a tâlib idesin Dîl ü cândan sana rağtb idesin (...)

Bilürsün kalb işi Hakk'un elinde Nice dilerse anun dileğinde Hak'un da dileği hâs kullarında Nice dilerler-ise ellerinde Dilegüm bu durur ki dileyesin Benüm gönlümi Hakk'a döndüresin Beni lütfunla dâyim yâd idesin Duân-ile beni dil-şâd idesin Beni unutmayasın sen dilünden İnâyet eksük itme ben kulundan (...) Ümîdüm ol durur ki ölüm deminde Cenâbunda meded bula bu bende

İnâyet yetişe senden bu kula Ki âhır hâli îmân-ile ola Şu demde ki nefesten kala bir dem İriştür himmeti î şeyh-i mükerrem Cihân içre seni Hak dâyim itsün Vücûdunla cihânı kâyim itsün (...) Hemîşe feyzun ola halka sâyil Kapunda olmaya mahrûm sâyil.

Bu beyitlerinde Şeyh Vefâ'ya karşı samîmî inanç ve güvenini dile getiren Sinan Paşa, şeyhini başkalarına karşı da değişik mahfillerde sa-vunmuş, onun üstünlüğünü hep dile getirmiştir. Kaydedildiğine göre bir ara İstanbul ulemâsı, Hanefi mezhebinden olan Vefâ'nın namaz-larda Şâfiîler gibi Besmele'yi açıktan okuması ve celse-i istirâhate oturmasını mezhepleri birbirine karıştırmak (halt-ı mezâhib) şeklinde değerlendirmiş ve şeyhi uyarmak maksadıyla Şeyhülislâm Molla Gü-rânî başkanlığında bir câmîde toplanmışlardı. Davetliler arasında bu-lunan Sinan Paşa toplantının sebebini Molla Gûrânî'den öğrendiğin-de ulemâya dönüp, "Şeyh Vefâ size 'Bu hususta ben böyle ictihad et-tim' derse ne diyeceksiniz?" diye sormuş, Gûrânî'nin "O müctehid mi?" şeklindeki itirazına da şu şekilde cevap vermiştir: "Evet o, Kur'an'ın tefsirine yedi türlü bâtınî mânasıyla birlikte vâkıf olup kü-tüb-i sittedeki hadisleri de ezbere bilmektedir. Ayrıca ictihad şartları-nı da çok iyi biliyor." Gûrânî'nin "Sen bu şekilde şehâdet eder mi-sin?" şeklindeki mukabelesine de "Evet" deyince, Gûrânî ulemâya "Haydi gidelim. Sinan Paşa gibi bir şâhidi olan zâta bu hususta karşı çıkmak doğru olmaz" demiştir.616 Lâmiî Çelebi ise Sinan Paşa'nın şeyhe yapılan itirazlara karşı Maârif nâme'sinde özetle şöyle yazdığını belirtmektedir: "Ona riyâzet kuvvetiyle ilm-i zâhirde bir hâlet gele ki, bu iki meselede hak böyle idigine îtikad kıla. Pes bu meselelerde ol müctehid olmuş olur.. Alimler bu kadar ihtilafla İmâm-ı Azam mez-hebinden çıkmazlar. Görmezmisin ki Hanefiyye imamları bile nice

6 1 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 177, 239; Tâcü't-tevârîh, II, 499-500.

Page 75: reşat öngören zeyniler

meselede ona muhalefet ederler... Zâhir ve bâtını kâmil bir azîzin bu kadar muhâlefetinde[n dolayı] neden kavga çıkar? Her kim ona ta'n ederse sırf tassup ve cehâletindendir. Her kim ona sû-i zan ederse kendi dalâletindendir."617

Şeyh Vefâ'nın ulemâdan diğer müridi Tokatlı Molla Lütfi ise Si-nan Paşa'nın talebelerinden, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde'nin de hoca-larındandır.618 Sinan Paşa vezirliği sırasında onu Fâtih Sultan Meh-med'e tavsiye ederek saray kütüphanesine hâfız-ı kütüp olarak tayin ettirdi. Daha sonra Sultan II. Bâyezid zamanında sahn müderrisliğine kadar yükselmiştir.619 Kaydedildiğine göre, sabahtan medreseye gidip ikindiye kadar ders verir, oradan Şeyh Vefâ Tekkesi'ne giderek akşam namazına kadar Buhârî okutur, oradan da evine giderdi. Buhârî ders-leri sırasında çoğu zaman gözyaşlarını tutamadığı nakledilmektedir. Geçmiş bâzı âlimler ile dönemin bir kısım ulemâsını alaya alip tenkid ettiği için kendisine düşman olan âlimlerin garazına uğrayıp îdam et-tirildiği belirtilmektedir. İdam gerekçesi "Namaz ayakta durmak ve eğilip bükülmekten ibarettir. Hiçbir yararı yoktur" şeklindeki ifâdesi sebebiyle "zındık ve mülhid" sayılmasıdır. Oysa Molla Lütfi'nin bu

6 1 7 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 560. Sinan Paşa eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh'te kaydedildiği şekliyle Vefâ'nın zâhir ilmindeki derecesine işâret etmekte, Ma-ârifnâme'deki beyanlarında ise bâtın ilmine vukûfuna vurgu yaparak onu sa-vunmaktadır. Bunlar doğru olmakla birlikte, kanaatime göre, şeyhin kayde-dilen bu uygulaması, ileride Zeyniyye'nin âdab ve özellikleri anlatılırken de üzerinde durulacağı gibi tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin el-Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserinde ortaya koyduğu şu prensip sebebiyle olmalıdır: "Şeyhlerin yolu, bir meselede değişik mezheplere mensup fakihlerin görüş-lerini bir araya getirip uygulamaktır. Eğer bir araya getirmek mümkün ol-mazsa, evlâ olanı tercih eder" (vr. 5b-6a). Nitekim Şeyh Vefâ da müridlere vitir namazını tarif ederken, Hâfî'nin adı geçen eserde belirttiği şekliyle (bk. 18a) Hanefîler'e göre olan Kunut duaları ile Şâfiîler'e göre olan Kunut du-âları cem edilerek birlikte okunur demekte, misvak kullanımını açıklarken de, bir kimse ister Hanefî isterse Şâfiî olsun namazlardan önce misvak kul-lanır demektedir (Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2561, vr. 5b; 121a-b).

6 1 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 279, 378; Tâcü't-tevârîh, II, 547. 6 1 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 279-280; Nişanct Târihi, s. 172; Tâcü't-tevârîh,

II, 547.

sözü söylediği mecliste bulunanlardan Taşköprîzâde'nin amcasının anlattığına göre, Molla Lütfi Buhârî dersi sırasında, Hz. Ali'nin aya-ğına bir harpte saplanan okun, ancak namaza durduktan sonra çılca-rılabildiğini göz yaşları içinde anlatmış, sonra da "İşte gerçek namaz budur. Bizim namazımız ise ayakta durmak ve eğilip bükülmekten ibârettir. Bunun hiçbir faydası yoktur" demiştir. Şâhidler ise bu cüm-leyi kasıtlı olarak yukarıdaki gibi nakletmişlerdir.620 eş-Şekaik müelli-fi ve ondan naklen Hoca Sâdeddin Efendi, Molla Lütfi'yi idama gö-türen olayı yukarıdaki gibi kaydetmiş olsalar da, îdam sebebinin sade-ce bundan ibâret olmadığı, Molla Lütfî ile ilgili yapılan bir kısım araş-tırmalardan anlaşılmaktadır.621 Bu hususta en son Şükrü Özen'in ya-yınladığı İslâm hulcûku açısından zındıklık suçunu ele alan ve Molla Lütfi'nin idamının fıkhîliğini sorgulayan makalesi önemli bilgiler ih-tiva etmektedir. Yine de Özen'in idamla ilgili değerlendirmesi sonuç olarak şu şekildedir: "Osmanlı hukukçuları muteber saydıkları fıkıh eserlerine bakarak dava konusunda bir karara varmaya çalışmışlar, fı-kıh kitaplarının yeterli olmadığı noktalarda ise padişah fermanları ile gedikleri doldurmuşlardır. Böylece hulcûkî zemini inceden inceye bir ağ gibi örerek hasımları Molla Lütfi'yi yok etmeye adım adım ilerle-mişlerdir. Maamafih Müslüman mezarlığına defnedilmesi, onun ida-mı hak ettiği konusunda çağdaşlarını bile ikna edemediğinin en büyük kanıtıdır. Nitekim kendi çağında ebced hesabıyla düşülen tarihlerde ve kendisinden söz eden tarih kaynaklarında çoğunlukla 'şehîd' diye anılması bunu teyit eder."622

6 2 0 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280-281.; ayrıca bk Tâcü't-tevârîh, II, 547-548. Molla Lütfî'den önce aynı anlama gelen sözleri hocası Sinan Paşa da söyle-miştir (bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 113).

6 2 1 Mesela bk. İsmâil E. Erünsal, "Fâtih Devri ICütüphâneleri ve Molla Lütfi Hakkında Birkaç Not", Târih Dergisi, XXXIII (1980-81), s. 57-78; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (1S-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 346-347; Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî'nin İdamının Fılchîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 17-62.

6 2 2 Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî'nin İda-mının Fıkhîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 61-62.

Page 76: reşat öngören zeyniler

900 Rebîulâhirinde (Ocak 1495) gerçekleştirilen îdâmı öncesinde kelime-i şehâdet getirmeye başladığı belirtilen Molla Lütfi'nin vefâtı-na "Velekad mütte şehîden",623 "Hilâf-ıjrâkî bûd"624 gibi terkipler tarîh düşürülmüş, Zeyniyye ricalinden Şeyh Muhyiddin Kocevî vefât haberini aldığında, "Ben şâhidim ki, Molla Lütfî zendeka ve ilhaddan berîdir" demiştir.625 Taşköprîzâde eserinde Molla Lütfi'den zuhur eden bâzı kerâmetleri kaydetmiştir.626

Şeyh Vefâ'nın âlim ve şâir müridlerinden Ahmed Paşa (ö. 902/1496-97) Sultan II. Murad'm kazaskerlerinden Veliyüddin Efen-di'nin oğludur. Değişik medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Fâ-tih Sultan Mehmed döneminde önce kazasker, daha sonra da pâdişa-ha musâhib ve hoca oldu. Devlet hizmetindeki başarılarından dolayı ayrıca kendisine vezirlik rütbesi de verilen Ahmed Paşa, İstanbul'un fethi sırasında ordunun mâneviyatının yükseltilmesinde görev almış-tı. Daha sonra bazı dedikodular yüzünden Fâtih'in gazabına uğrayıp tutuklarimışsa da, padişaha yazdığı meşhur "kerem" redifli kasidesiy-le hapisten kurtulmuş ve ardından muhtelif şehirlerde sancak beyi olarak görev almıştır.627 Dîvan'mda Zeyniyye ricalinden Şeyh Tâcüd-din İbrahim için daha önce kaydedilen medhiyesinin yanı sıra Şeyh Vefâ için de medhiyyesi bulunmaktadır. Bu şiirlerden anlaşıldığına gö-re Ahmed Paşa önce Şeyh Tâcüddin'e mürid olmuş, muhtemelen onun vefatından sonra da Şeyh Vefâ'ya intisap etmiştir. Vefâ ile ilgili bir şiirinde:

Ya irgür ben müridini murâda / Ya gönlümden çtkar dünya hevâsm628

Şeklindeki ifâdesi bunu açıkça göstermektedir. "Der medh-i Şeyh Vefâ" ve "Der medh-i Vefâzâde" şeklinde iki ayrı başlık altında kay-dettiği şiirlerinden bir kısım şöyledir:

6 2 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280; Tâcü't-tevârih, II, 547. 624 Nişanct Târihi, s. 172-173. 6 2 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 281; Tâcü't-tevârîh, II, 548. 6 2 6 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280-282. 6 2 7 Günay Kut, "Ahmed Paşa, Bursalı", DİA, II, 111. 628 Ahmet Paşa Dîvâni, s. 40.

Der medh-i Şeyh Vefâ Aleyhirrahme:

(Arşdan çok yücedir rif'ati dervişlerin Kimse bilmez nicedir izzeti dervişlerin) (...) Can sattp her birisi oldu belâ müşterisi Aşk şehrinde budur san'ati dervişlerin (...) Âb ü gilden çû mizacında eser yok bunların Neyle yoğruldu aceb tîneti dervişlerin (...) Himmet-i Şeyh Vefâ'dan meded irmezse diriğ Ahmed'in haddi değil midhati dervişlerin (...) Cennetin kapısıdır halveti dervişlerin Yer ü gök tapışıdır himmeti dervişlerin (...) Ayağı taprağını tâc ede hurşîd-i felek Kime bendem der ise hazreti dervişlerin (...) Ehl-i zâhir gözüne gerçi elem gibi gelir Dil ü can lezzetidir zahmeti dervişlerin (...) Ahmedâ âb-ı hayât-ı ebedi ister isen Gel gör uş hâk-i der-i halveti dervişlerin Der medh-i Vefâzâde Aleyhirrahme: Sen ol âyine-i nûr-ı Hudâstn Ki her bir sûrete ma'nî-nümâsın Dilin Hikmet kilidinin dilidir Emîn-i mahzen-i sırr-ı Hudâstn Rumûz-ı 'Küntü kenz'in râz-dârı Emânet-dâr-ı genc-i Mustafâsm Senindir nutk-i îsâ hüsn-i Yûsuf Ki hem cân-bahşsın hem dil-rübâsm Yed-i kudretle verdin her müride

Page 77: reşat öngören zeyniler

Hızır seccâdesin Mûsâ asâsırı Deminden feyz alır ilm-i ledünnî Ki sen serçeşme-i ayn-ı bekasın Şeriat farkının ser-tâcı sensin Hakikat burcuna şems-i duhâsın Nihâyet buldu sende her amel kim Nihâl-i Sidreden sen müntehâsın Devâsın derdime zahmıma merhem Buyursan nola derdimin devâsın Murâdım şem'in uyar kim gam-ı dil Mükedder ktldı bu bezmin saf âsin Ya irgür ben müridini murâda Ya gönlümden çıkar dünyâ hevâsın Şeh-i a'zamsın ey şeh an beni kim Unutmaz lutf ıssı şeh gedasın Muhammed hakkı Ahmed düştü hâke Elini al ki zıll-i Kibriyâsın629

Şeyh Vefâ'nın âlim müntesiplerinden Zenbilli Ali Efendi (Ali Ce-mâlî, Ö.932/1526) ise Sultan II. Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanû-nî Sultan Süleyman gibi üç dirâyetli pâdişâh döneminde şeyhülislâm-lık yapmış etkili bir şahsiyettir. Memeleketi Karaman'daki ilk tahsilin-den sonra İstanbul'da Şeyhülislâm Molla Hüsrev'den ve Bursa'da Hü-samzâde diye bilinen Muslihuddin Mustafa b. Hüsam'dan ders oku-du ve ona damat oldu.630 Bu iki hocadan Molla Hüsrev'in, Şeyh Ve-fâ tarafından takdir edildiği için zaman zaman ziyâret edildiği,631 Hü-samzâde'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu632 bilinmektedir. Ali Efendi'nin daha sonra Şeyh Vefâ'ya intisap etmesinde bu zâtların da tesirinin olduğu düşünülebilir. Ali Efendi ayrıca Sinan Paşa'nın da ya-

629 Ahmet Paşa Dîvânı, s. 38-41. 6 3 0 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 286 ; Tâcü't-tevârîh, II, 549-550. 6 3 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88. 632 Osmanlı Müellifleri, I, 275. M. Tahir Bey Hüsamzâde'nin eserleri arasında

Zevkıyye isimli ahlak ve tasavvuftan bahseden bir eserinin bulunduğunu be-lirtmektedir (bk. a.g.e., zikredilen yer).

kın dostuydu. Ancak Karamanî Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'e sadrazam olunca, Sinan Paşa'ya yakınlığı var diye kademe kademe de-recesini indirmek sûretiyle onu cezalandırdı. Bunun üzerine Ali Efen-di müderrisliği bırakarak Şeyh Vefâ'nın hizmetine girdi.633 Sadraza-mın ona bu şekilde davranması, Sinan Paşa'nın sadrazamlıktan azle-dilmiş bir kişi olarak zamanın idaresi tarafından makbul bir kişi sayıl-maması sebebiyle olmalıdır. Nitekim Sinan Paşa'nın yeniden itibarlı şahıslar arasına girmesi Sultan II. Bâyezid'in ona vezirlik rütbesini iâ-de etmesiyle gerçekleşmiştir.634

Fâtih Sultan Mehmed'den sonra yerine geçen oğlu Sultan II. Bâ-yezid tarafından tekrar devlet hizmetine alınan Ali Cemâlî Efendi, muhtelif yerlerde müderrislik ve müftîlik yaptıktan sonra Efdalzâ-de'nin 908'de (1503) vefâtı üzerine şeyhülislâmlığa getirildi. Halkı bekletmemek için evinden sarkıttığı zenbile bırakılan suallerin cevap-larını tekrar zenbille sarkıttığı için "Zenbilli" diye meşhur oldu.635

Bütün vaktini okumak, okutmak, fetvâ vermek ve ibâdet etmekle ge-çirmeyi prensip edinen Ali Cemâlî Efendi'nin kaleme aldığı risâleler-den birisi, tasavvuf ehlinin uyguladığı "devrân" ile zikretmenin câiz olduğuna dâirdir.636 Ali Efendi'nin ayrıca bu hususta müsbet fetvâlar kaleme aldığı da bilinmektedir.637

Dönemin ileri gelen mütefekkir ve sanatkârlarını tekkesine çek-meyi başaran Şeyh Vefâ "İlâ rahmeti rabbihi" terkibinin delâlet ettiği

6 3 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 286; Tâcü't-tevârîh, II, 550; Müstakimzâde, Devhatü'l-meşâyih, s. 15.

0 3 4 İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, Ankara 1983, II, 659. 6 3 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 287-288; Tâcü't-tevârîh, II, 550-551; Müstakim-

zâde, Devhatü'l-meşâyih, s. 15-16. 6 3 6 Arapça olan bu birkaç varaklık eserin kütüphânelerde pek çok yazma nüs-

hası vardır, bk. Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2891, vr. 12b-14b; Pertev Paşa, nr. 621, vr. 93b-94b; aynı bölüm, nr. 628, vr. 115a-117b; bir nüshası da Londra'da İndia Office Library and Records (İOLR), Or. 12933'de (vr. lb-3a) bulunmaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir, Zenbilli'nin bu hususta biri manzum diğeri mensur olmak üzere iki risâle kaleme aldığını belirtmektedir (Osmanlı Müellilferi, I, 320).

6 3 7 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 370.

Page 78: reşat öngören zeyniler

896'da (1491) vefat etmiş ve câmiinin hazîresine defnedilmiştir.638

Sonradan buraya türbe inşâ edilmiştir. a. Vefâiyye-i Zeyniyye

^Şeyh Vefâ'dan sonra yerine halîfesi Ali Dede geçmiş639 ve Vefâ ile birlikte Zeyniyye tarikatında oluşan silsile "Vefâiyye" adıyla devam et-miştir.640 Öyle anlaşılıyor ki, tarikatın bu kolunda Şeyh Vefâ tarafından tertip edilen evrâd okunmuş641 ve diğer zikirlerin yanı sıra Vefâ'nın ih-das ettiği Allah Vâhid Ahad Samed isimlerinin zikriyle soldan sağa dö-nerek icrâ edilen ve "Şeyh Vefâ Devri" diye bilinen zikir şekli de642 uy-gulanmıştır. Vefâ'dan sonra meşîhati üstlenen Şeyh Ali Dede hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadıoTaşköprizâde onun hiç ev-lenmediğini,643 Mecdî Efendi de Sultan II. Bâyezid devrinin sonlarına kadar yaklaşık yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduktan sonra "Rûhu-na rahmet" terkibinin delâlet ettiği 917'de (1511-12) vefat ettiğini ve Şeyh Vefâ'nın yanma defnedildiğini bildirmektedir.644 Fâtih ve II. Bâ-yezid devri İstanbul'unun en önemli tarîkat merkezlerinden birinde

6 3 8 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 560 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 240 ; Tâcü't-te-vârîh, II, 528 : ;

6 3 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 351 ; Tâcü't-tevârîh, II, 582 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 167a; Mir'âtü'l-mekâstd, s. 39; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.

6 4 0 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 486 ; Mir'atü'l-mekâstd, s. 40 ; Osmanlı M« j

ellifleri, II, 17; Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 196-197. 6 4 1 Vefâ'nın tertip ettiği evrâdın 1167'de (1754) istinsah edilmiş bir nüshası Sü-

leymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Yazma Bağışlar, nr. 2 2 2 [11 va-rak]). Ö. T. İnançer Şeyh Vefâ'nın söz konusu evrâdı bizzat bestelediğini be-lirtmektedir (Ömer Tuğrul İnançer, "Zeynîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBİA, VII, 553). Ayrıca Şeyh Vefâ'nın namazlardan önce ve sonra okuduğu duâlar, namazlarda okuduğu sûreler, kıldığı nâfile namazlar, tavsiye ettiği virdler dervişlerin takip etmesi için bir araya getirilmiştir. Bu derlemenin de bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'ndedir (Fâtih, nr. 2561, [277 varak]). Burada tavsiye edilen sûrelerin, uzun olsa bile baştan sona kadar yazılmış ol-ması (meselâ, İsrâ, Secde, Zümer, Zuhruf gibi) eserin hacmini büyütmüştür. Eserin noksan bir nüshası da aynı kütüphânenin Kadızâde bölümünde (nr. 332) bulunmaktadır.

6 4 2 Vassâf, Sefîne, I, 274. 6 4 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 351. 6 4 4 Mecdî, s. 356. Sicill-i Osmânî'de Ali Dede'nin vefat tarihi 910 (1504) ola-

rak kaydedilmiştir (IV, 491).

yirmi sene gibi uzunca müddet hizmet etmiş olan bir şeyh hakkında kaynakların bilgi vermemiş olması, Şeyh Vefâ'dan sonra dergâhın eski etkisini devam ettiremediği şeklinde yorumlanabilir.

Ali Dede'nin hilâfet verdiği zâtlardan birisi Rumelili Mevlânâ Şem'î'dir (ö.945/1538'den önce). Devrin önemli şâirlerinden olan Şem'î, önce Şeyh Vefâ'ya intisap etmiş,645 onun vefâtından sonra ise Ali Dede'nin yanında sülûkünü tamamlayıp irşad faaliyetinde bulun-mak üzere Edirne'ye gitmiştir.646 Vefâtma yakın tekrar İstanbul'a dön-düğü anlaşılan Şâir Şem'î, Vefâ'daki dergâhta dervişlerin toplu zikir ic-râ ettikleri sırada vefât etmiştir.647 Dönemin bir başka şâiri Edirneli Mevlânâ Yakînî'nin de Ali Dede'ye mürid olduğu belirtilmektedir.648

Şeyh Ali Dede'den sonra Vefâ'daki tekkede irşad makâmına, Taş-köprîzâde ve Mehmed Süreyya'nın kayıtlarına göre Şeyh Abdüllatîf Efendi (Abdüllatîf Vefâî Rûmî, Ö.929/1523) geçmiştir.649 Ahmed Rif'at Efendi'nin verdiği meşâyih silsilesinde ise Abdüllatîf Efen-di'den önce Şeyh Dâvud Vefâî Rûmî'nin (ö.?) posta oturduğu, ondan sonra Abdüllatîf Efendi'nin irşad makamına geçtiği görülmektedir.650

Şeyh Vefâ'nın halîfelerinden olduğu kaydedilen Dâvud Vefâî vefât et-tiğinde Şeyh Vefâ türbesine defnedilmiştir.651 Zaman zaman cezbeye kapılarak çok büyük sayhalar attığı rivâyet edilen Abdüllatîf Efendi de652 Şeyh Vefâ'nın halîfelerindendir.6S3 Dâvud Vefâî gibi o da Ve-fâ'nın yanına defnolunmuştur.654

6 4 5 Sehî, Tezkire, s. 108; Latffî, Tezkire, s. 210; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525.

6 4 6 Sehî, Tezkire, s. 109. 6 4 7 Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525. 6 4 8 Sehî, Tezkire, s. 275. Aşağıdaki beyitler Yakînî'ye aittir:

Gamzen cefâsı âşıka ayn-ı vefâ gelür / Bîmâra iltifâtı tabîbün devâ gelür Gamzen hayâli ile gönül kendûden geçer / Andukça hak-i pâyüni gözüm do-lagelür

6 4 9 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 440; Sicill-i Osmânî, IV, 491. 650 Mir'âtü'l-mekâsıd, s. 39. 6 5 1 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 25. 6 5 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 440. 653 Nişancı Târihi, s. 195. 6 5 4 Mecdî, s. 433.

Page 79: reşat öngören zeyniler

Mehmed Süreyya "Hekîm Çelebi" diye bilinen Mehmed Efen-di'nin655 babası Ahmed Efendi'nin Şeyh Vefâ'nın ikinci halîfesi oldu-ğunu ve vefat ettiğinde şeyhin yanında defnedildiğini belirtmekte-dir.656 Hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermediği Ahmed Efendi için "ikinci halîfe" ifâdesiyle Mehmed Süreyya, öyle anlaşılıyor ki, şeyhin ikinci ileri gelen halîfesi demek istemiştir. Yoksa bu ifâde ile Vefâ tekkesinde Ali Dede'den sonra yerine geçen ikinci halîfesi mânâ-sım kasdetmiş olamaz. Zira aynı yerde Ali Dede'nin yerine Abdüllatîf Efendi'nin geçtiğini bildirmektedir.

Abdüllatîf Efendi'den sonra Vefâ tekkesinde meşîhati kimin üst-lendiği bilinmemektedir. Şeyh Vefâ'dan sonra halîfeleri vâsıtasıyla de-vam ettirilmeye çalışılan Vefâiyye silsilesi, anlaşıldığı,kadarıyla Vefâ dönemindeki tesirini kısa süre içinde iyice yitirmiştir. Hatta Hüseyin Vassâf, Halvetiyye şeyhi Sünbül Sinan Efendi'nin (ö. Muharrem 936/Eylül 1529) Cuma günleri devrân esnâsında zikrin bitimine ya-fan "Şeyh Vefâ Devri"ni icrâ ettiğini ve Vefâ Dergâhı meşîhatımn Sün-bülîler'e intikal ettiğini kaydetmektedir.657 Ancak Vassâf'ın belirttiği

6 5 5 Nakşibendiyye şeyhlerinden olan Hekîm Çelebi Mehmed Efendi için bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135-140.

656 Sicill-i Osmânî, IV, 491. Abdülkadir Erdoğan Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç san-dukanın bulunduğunu, bunlardan birinin Şeyh Vefâ'ya, diğerlerinin de halî-felerinden Ali Dede ile Dâvud Vefâî'ye âit olduğunu kaydetmekte (Şeyh Ve-fâ, s. 25), Baha Tanman da aynı bilgileri tekrarlamaktadır (Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBÎA, VII, 175; ayrıca bk. Ömer Tuğrul İnançer-M. Baha Tanman, "Zeynîlik", DBÎA, VII, 552). Oysa Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç değil beş sandûkanın olduğu görülmektedir. Bunlardan dördüncü sandûkanın, yukarıda kaydedildiği gibi, Abdüllatîf Efendi'ye, beşincisinin ise Hekîm Çe-lebi'nin babası Ahmed Efendi'ye âit olması gerekir. Hekim Çelebi'nin ken-di mezarı da türbenin hemen dışında bulunmaktadır. Taşköprîzâde, Sultan II. Bâyezid devrinin ileri gelen âlimlerinden Muhyiddin Mehmed b. İbrâhim Niksârî'nin de (Ö.901/1496) Şeyh Vefâ'nın kabrinin yanına defnedildiğini bildirmekteyse de, (eş-Şekâik, s. 274-275) bunu kabrin yanına değil yakını-na defnedildi şeklinde anlamak daha doğru olur kanaatindeyim.

6 5 7 Vassâf, Sefîne, I, 274. Ayrıca Halvetiyye'nin bir kolu olan Cerrâhiyye'nin kurucusu Nûreddin Cerrâhî'ye Şeyh Vefâ'nın bu devri ilham ettiğine inanıl-makta, dolayısıyla Cerrâhî âyini sırasında da "Vefâ Devri" uygulanmaktadır (Süleyman Uludağ, "Devran", DİA, IX, 249). Ö. T. İnançer Cerrâhiyye âyi-ni sırasında Vefâ Devri'nin nasıl yapıldığını şu şekilde târif etmiştir: "Hay"

bu durumun, süresi tam olarak bilinmemekle birlikte, geçici bir müd-det için olduğu anlaşılmaktadır. Zira burada Şeyh Abdüllatîf (Mah-rûlc) Zeyniyye ricâlinden Eğirdir'de faaliyet gösteren Burhâneddin Efendi'nin (Ö.970/1562-63) yanında sülûkünü ikmâl ettikten son-ra658 Cemâziyelevvel 1009'da (Kasım 1600) hücresinde yanarak ve-fât edinceye kadar meşîhati üstlenmiş, ondan sonra da irşad faaliyeti-ni Muharrem 1042'de (Ağustos 1632) vefâtına kadar oğlu yürütmüş-tür.659 Uzun ömür sürdüğü bildirilen Abdüllatîf Efendi'nin660 meşî-hati hangi tarihte üstlendiği belirtilmemekle birlikte, en geç, şeyhi Burhâneddin Efendi'nin vefâtını (970) müteâkip buraya geldiği ve yaklaşık kırk yıl faaliyet gösterdiği tahmin edilebilir. Lemezât' da uzun zaman İstanbul'da irşad postunda oturduktan sonra Şam'a gidip bir müddet Ümeyye Câmii'nde imam-hatiplik yaptığı, ardından tekrar İs-tanbul'a dönerek Vefâ Zâviyesi'ne yerleştiği kaydedilmektedir.661 Yi-ne aynı kaynakta "Yâ Rab, beni ateşe atma, dünyada yak fakat âhiret-te yakma" diye zaman zaman dua ettiği, bu duası kabul edildiği için gece tennur içinde yatmakta iken sıçrayan bir kıvılcımın yorganı tu-tuşturmasıyla vücûdunun bir çok yerinin yandığı ve ertesi gün vefat ettiği, kabrinin de Vefâ Zâviyesi'nin haziresinde olduğu belirtilmiş-tir.662 Kendisinden sonra yerine geçen oğlunun adı kaynaklarda zik-redilmemiştir. Ancak Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî Efendi kaleme aldığı Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh Meh-med b. Abdullah'ın 1018'de meydana gelen vefâtı üzerine Zeyniyye mensuplarının talebiyle kadılıktan ayrılıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâvi-

devrânından sonra âyini yönetenin "Yâ Mevlâm hây hây hû" demesiyle âyi-nin "Vefâ Devri" başlar. Sağ el öne, sol el arkaya uzatılarak el ele tutuşulup kutuphâne solda bırakılacak biçimde, halka hâlinde yürünür. Devir esnâsın-da da zâkirler ilâhî okurlar. Birkaç devirden sonra Vefâ Devri biter... Sonra "Hû" zikrine başlanır (Ömer Tuğrul İnançer, "Cerrâhîlik [Zikir Usûlü ve Mûsikî]", DBÎA, II, 416).

6 5 8 Hulvî, Lemezât, s. 607 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54 . 6 5 9 Atâî, s. 468 ; Sicill-i Osmânî, IV, 491. Lemezât müellifi Hulvî, Abdülatîf

Efendi'nin vefatını 1006 (1597-98) olarak kaydetmiştir (s. 607). 6 6 0 Atâî, s. 468 ; Hulvî, Lemezât, s. 607. Hulvî yüz yaşını aştığını belirtmiştir. 6 6 1 Hulvî, Lemezât, s. 607. 6 6 2 Hulvî, Lemezât, s. 607.

Page 80: reşat öngören zeyniler

yesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Efendi'nin yanında tecdîd-i töv-be ederek icâzet aldıktan sonra Bursa'daki dergâhta irşad postuna oturduğunu kaydetmiştir.663 Bu durumda adı geçen Şeyh Ahmed Efendi'nin Abdüllatîf Efendi'den sonra yerine geçen oğlu olduğu or-taya çıkmaktadır. Ahmed Efendi'den sonra meşîhati kimin üstlendiği ise tesbit olunamamıştır.

Bursalı Mehmed Tâhir, Anadolu'da muhtelif medreselerde müder-rislik yapmış olan Muğlalı Şeyhzâde Vefâî'nin (Mevlâ Muhammed Muhyiddin, Ö.940/1533-34) Zeyniyye'nin Vefâiyye koluna müntesip olduğunu kaydetmektedir.664 Tarîkatı hangi şeyhten aldığı belirtilme-miştir, ancak kendisi gibi babası Şeyh Mahmud Muğlavî'nin de (ö.?) "Vefâî" nisbesiyle kaydedilmesinden,665 babasının Vefâiyye koluna mensup olduğu ve tarîkatı da babasından aldığı düşünülebilir. Bunun-la birlikte, kaynaklarda Şeyh Mahmud'un mürid yetiştirip yetiştirme-diğine dâir bir bilgiye rastlanmamıştır. Eğer böyle bir faaliyeti olduy-sa, muhtemelen memleketi olan Muğla'da gerçekleştirmiştir. Zira Muğla, Anadolu'da Şeyh Vefâ koluna mensup Zeynîler'in XVI. asrın ilk yarısında etkilerini sürdürdükleri nâdir merkezlerden biri olarak göze çarpmaktadır. Nitekim Gölpınarlı, Şâhidî'nin Gülşen-i Esrâr' ma dayanarak, Muğla'da Mevlevîler gibi semâ eden Şeyh Vefâ dervişleri-ne rastlandığını, bunlardan Melâmî meşrep Hayreddin Efendi'nin (ö.?) yanı sıra, tekkesindeki irşad faaliyetleriyle şehzâde ve beylerin büyük hürmetini kazanmış olan Şeyh Bedreddin'in etkili olduğunu kaydetmektedir.666 Suraiya Faroqhi de, faaliyetinin 1500-1530 yılları arasında olduğunu tahmin ettiği Şeyh Bedreddin'in, kendi adıyla anı-lan mescidine (Şeyh Bedreddin Mescidi) yapılmış önemli bağışlardan Muğla'da büyük saygı gördüğünün anlaşıldığını belirtmektedir.667 Şâ-hidî'nin beyanlarından anlaşıldığına göre, Şeyh Bedreddin müridlerini

6 6 3 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 664 Osmanlı Müellifleri, II, 17. Şeyhzâde Vefâî'nin kaleme aldığı eserlerden bi-

risi Hazînetü'l-fedâil ve sekînetü'l-ef'âdil'dır. Diğer eserleri için bk. aynı eser, II, 17-18.

6 6 5 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 485. 6 6 6 Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 245. 6 6 7 Suraiya Faroqhi, "Menteşeoğullarından Osmanlılara Muğla", Târih İçinde

Muğla (derleyen, İlhan Tekeli), Ankara 1993, s. 28.

terbiye ederken kurduğu semâ ve tevhid meclislerinin yanı sıra, bâzı dervişlerine tefsir dersleri de vermekte, ayrıca o devirde hemen bütün tarikatlarda âdet olan Mesnevi dersleri okutmaktaydı.668

D. Diğer Zeynîler

Anadolu ve Rumeli topraklarında gösterdikleri faaliyetlerle tari-katlarının yayılmasını sağlayan Zeyniyye mensuplarının yanı sıra, kaynaklarda bu tarikata mensup olduğu belirtildiği halde şeyhleri ve kendileri hakkında yeterli bilgi verilmeyen ya da bu tarikata girdiği açıkça belirtilmemekle birlikte dolaylı bilgiler ışığında müntesip ol-dukları anlaşılan şahıslar da vardır. Bunları şu şekilde sıralamak müm-kündür:

Derviş Mehmed b. Hızır Şah b. Gâzî-yi Balat Abdüllatîf Efendi

(ö. 878/1473'ten sonra)

Kaynaklarda Derviş Mehmed ile babası Hızır Şah ve dedesi Ab-düllatîf Efendi'nin Zeyniyye tarikatına mensup olduklarını gösteren bâzı işâretler bulunmaktadır. Balat şehrinde (Balıkesir'e bağlı) kadı ol-duğu için "Balat Kadısı" diye tanınan Sultan II. Murat devri âlimle-rinden Abdüllatîf Efendi, eş-Şekâik mütercimi Mecdî'nin ifâdesine göre, Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin derlediği "Evrâd-t Zeyniyye'yi bir güzel kitab eylemiştir."669 Hızır Şah ise Bursa Zeyniy-ye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin kaydına göre, Zeyniy-ye şeyhlerinden birine intisap eden ve vasiyeti gereği adı geçen dergâ-hın hazîresine gömülen âlimlerdendir.670 Taşköprîzâde ise onun Balat medresesinde müderrislik yaptığını, Sultan II. Murad'ın kendisini Bursa'da yaptırdığı medreseye davet ettiği halde mazeret bildirip gel-

6 6 8 Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, s. 134. 6 6 9 Mecdî, s. 124. Buradaki ifâdeden Evrâd'ı şerh mi, tercüme mi yoksa istin-

sah mı? ettiği tam anlaşılamamakla birlikte, bu eserle yakından alakadar ol-duğu anlaşılmaktadır.

6 7 0 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Baldırzâde Mehmed, Ve-feyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 98a.

Page 81: reşat öngören zeyniler

mediğini ve 853'te (1449) Balat'ta vefat ettiğini kaydetmiştir. Ancak gömüldüğü yerle ilgili herhangi bir şey söylememektedir.671 Hızır Şah'ın oğlu Derviş Mehmed ise yine Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiği-ne göre, babası gibi Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap eden ve va-siyeti üzerine Bursa'daki dergâhın hazîresine gömülen müderrisler-dendir672 Taşköprîzâde onun Bursa'da Sultaniye Medresesi'nde mü-derrislik yaptığını ve kerâmet ehli, duâsı makbul bir zât olarak tanın-dığını belirtmektedir.673 Nakledildiğine göre dervişler gibi abâ giyer, başına şemle sarardı. Fatih Sultan Mehmed'in itibar edip güvendiği kimselerdendi. Fatih Uzun Hasan'la savaşmak için sefere çıktığında Bursa'da onu karşılayanlar arasında Derviş Mehmed de vardı. Mer-kep üzerinde yolun kenarında beklerken padişah kendisini tam far-ketmeden selam verip yanından geçmiş, sonra Sadrazam Mahmud Pa-şa'ya, "Bu zat Derviş Mehmed değil miydi?" diye sormuştur. Sadra-zam, "Evet o" deyince, sultan "Arkasından yetiş ve benim için dua et-mesini söyle" demiştir.674 Derviş Mehmed Fatih'in Uzun Hasan'la muharebeye çıktığı tarihte hayatta olduğuna göre, vefatının 878'den sonraki bir tarihte meydana geldiği anlaşılmaktadır.

Sadrâzam Mahmud Paşa (ö. 879/1474)

A. Süheyl Ünver incelediği ve fakat adını kaydetmediği bir yazma-ya dayanarak Fatih Sultan Mehmed'in sadrâzamlarından Mahmud Paşa'nın Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.675 Sadrâzamla ilgili bir menâkıbnâmede ise onun Kâdiriyye şeyhi Eşrefoğlu Rûmî'ye

6 7 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 96. 6 7 2 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Burada, muhtemelen müstensih ha-

tası sebebiyle, Derviş Mehmed'e ait bazı bilgilerle babası Hızır Şah'a ait bil-giler birbirine karışmıştır. Ancak eş-Şekaik'ten takip edildiğinde bu karışık-lık ayırtedilebilmektedir.

6 7 3 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 168-167. [Burada baskı hatası sebebiyle Derviş Mehmed'e ait bilgiler 168. sayfadan başlayıp 167. sayfada devam etmekte ve 169'da son bulmaktadır].

6 7 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 167; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süley-• mâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 13 81, vr. 98a. Bu kaynaklarda onun ayrıca bir

kısım kerametlerinden bahsedilmektedir. 6 7 5 Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12), s. 193.

müntesip olduğu belirtilmektedir.676 Bununla birlikte Mahmud Pa-şa'nın Kâdiriyye'nin yanı sıra Zeyniyye'ye de girmiş olabileceğini gös-teren bazı işâretlere rastlanmaktadır: Meselâ Zeyniyye ricâlinden Mevlâ Musannifek, vezirler için bir kısım nasîhatları ihtiva eden Fars-ça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi onun adına kaleme almış,677 Zeyniy-ye'den olduğu anlaşılan Kutbuddinzâde Mehmed İznikî de bazı eser-lerinde ondan sitâyişle söz etmiştir.678 Ayrıca sadrazamlıktan azledil-diğinde Kutbuddinzâde'nin ona yazdığı bir kısım nasîhatları içeren te-sellî mektubunda "Değerli kardeşim" şeklinde hitap etmesi de,679 ara-larındaki samimiyete ve gönül birliğine işâret etmektedir.

Molla Hüsrev (Mehmed b. Ferâmürz, ö. 885/1480) XV yüzyılda bir çok âlim gibi Molla Hüsrev'in de Zeyniyye tari-

katına girdiğini gösteren bazı bilgiler bulunmaktadır. A. Süheyl Ünver Sadrâzam Mahmud Paşa gibi onun da Zeyniyye tarikatına müntesip olduğunu açıkça belirtmiştir.680 Ayrıca Fatih Sultan Mehmed tarafın-dan "Zamanın Ebû Hanîfe'si" diye övülen bu zâtın, bir meseleden do-layı sultana kırıldıktan sonra İstanbul'dan Bursa'ya giderek bir med-rese yaptırdığı ve orada tedris ile meşgul olduğu bilinmektedir.681

Zeyniyye Dergâhı'nın yanındaki camiin mihrabı hizasında yaptırılan bu medresenin arsasını, Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiğine göre, İranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş hibe etmiştir.682

Hoca Bahşâyiş'in aynı zamanda Zeyniyye Dergâhı'nı ve yanındaki ba-

6 7 6 Anonim, Menâktb-ı Mahmud Paşa, Millet Ktp., Ali Emîrî/ Şer'iyye, nr. 1136, vr. 9a. Burada Mahmud Paşa'nın sadrazâmlıktan azledilip Yedikule'de hapsedildiği sırada İznik'deki şeyhi Eşrefoğlu'na bir adamını göndererek yardım talebinde bulunduğundan söz edilmekte, şeyhin ise kendisine yakın-da şehâdet şerbetini içeceğini, dolayısıyla âhiret için hazırlık yapması gerek-tiğini tavsiye ettiği belirtilmektedir.

6 7 7 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 493-494. 6 7 8 Meselâ bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, İhticâcu Âdem maa Mûsâ Aley-

hime's-selâm, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 27a. 6 7 9 bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 90b-92a. 6 8 0 A. Süheyl Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12),

s. 193. 6 8 1 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 116-120. 6 8 2 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b.

Page 82: reşat öngören zeyniler

zı binaları, o mahalde satın aldığı arsa üzerine yaptıran kişi olduğu683

daha önce kaydedilmişti. Molla Hüsrev'e zâviyenin yanında bizzat zâ-viyenin bânîsi tarafından arsa satın alınarak medrese kurdurulması, Hüsrev'in Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bir işâret sayıla-bilir. Öte yandan İstanbul'da Şeyh Vefâ'nın zaman zaman onu ziyaret etmesi de684 bir başka alâmet olarak görülebilir.

Kutbuddinzâde Mehmed İznikî (ö. 885/1480)

Osmanlı âlim ve mutasavvıflarından Kutbuddin İznikî'nin oğlu olan Mehmed İznikî, Fâtih Sultan Mehmed'in itibar ettiği devrin ile-ri gelen âlim ve mutasavvıflarındandı. Sultanla birlikte Eğriboz ve Boğdan seferlerine katılmış ve bu seferlerde ordunun muzaffer olma-sı için okunması gereken duâları derleyip askere dağıttırmıştır.685

Kaynaklarda onun Molla Fenârî'nin yanında yetiştiği, ilim tahsil et-tikten sonra tasavvuf yoluna girdiği ve şerîatla tarîkatı birleştirdiği belirtildiği halde686 intisap ettiği şeyhin adı ve tarîkatı zikredilme-miştir. Kendisi de bazı eserlerinde tasavvufa intisabının olduğunu be-lirtmiş,687 ancak bağlı bulunduğu şeyhin adını vermemiştir. Bununla birlikte onun Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bazı alâmet-ler bulunmaktadır. Bunlardan birisi Zeyniyye tarikatında okunan ev-râdı (Evrâd-ı Zeyniyye) Tenvîrü'l-evrâd adıyla şerhetmesi688 ve bu ev-

6 8 3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-vârîh, II, 461 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b.

6 8 4 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88. 6 8 5 Kutbüddinzâde bu seferlere katıldığını şu eserinde kaydetmiştir: Münevvi-

ru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 85. Ayrıca cihadla il-gili kaleme aldığı bir eserinin girişinde (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 97b) 885'te Rodos adası fethine katılarak askeri teşvik için Türk-çe bir risale hazırladığını ve burada da fethin gerçekleşmesi için okunması gereken duâları yazıp askere dağıttırdığını belirtmektedir.

6 8 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 107; Tâcü't-tevârîh, II, 459 ; Nişancı Tarihi, s. 142.

6 8 7 Mesela bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, Süleymâ-niye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271, vr. 2a.

6 8 8 Bu şerhin müellif hayatta iken istinsah edilmiş bir çok nüshası bulunmakta-dır (Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 290 [37 va-rak]; Fâtih, nr. 2852 ; Laleli, nr. 1593).

râda bazı ilâveler yaptığını belirtmiş olmasıdır.689 Ayrıca bir eserinde Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'yi "Seyyidünâ", "Sultânü'l-evliyâ", "Vârisü hatmi'l-evliyâ" gibi vasıflarla anması da690 bu tarika-ta bağlı olduğunun diğer bir alâmetidir. İznikî'nin tasavvuf düşünce-si olarak da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin fikirlerini sürdüren Ekberiy-ye mektebinin görüşlerini benimsediği görülmektedir. Onun eserle-rinden birisi, Fâtih Sultan Mehmed'in talebi üzerine kaleme aldığı Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'l-gayb isimli eserine yazdığı şerh-tir.691 Bu mektebin görüşlerinin daha önce hocası Şeyhülislâm Mol-la Fenârî ve Dâvûd-i Kayserî gibi önemli âlimlerce temsil edildiği bi-linmektedir.692

Sarıkadızâde Şeyh Mustafa (ö. 887/1482)

Müstakimzâde Tuhfe-i Hattatîn'de Osmanlı hat ekolünün kuru-cusu hattat Şeyh Hamdullah'tan (ö. 926/1520) söz ederken onun Zeyniyye tarîkatı şeyhi Sarıkadızâde Şeyh Mustafa'dan el aldığını, bu şeyhin vefatından sonra ise Nakşibendiyye'den Emir Ahmed Buha-rî'ye intisap ettiğini belirtmektedir.693 Amasya Târihi'nde ise Ham-dullah Efendi'nin babasından Zeyniyye ve Halvetiyye tarikatlarının hilâfetini aldığı kaydedilmiştir.694 Babasının Amasyalı Sarıkadızâdeler âilesinden Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede olduğu nakledildiğine göre,695 Tuhfe-i Hattatîn'de ismi geçen Şeyh Mustafa'nın Hamdullah Efendi'nin babası olduğuna ve Zeyniyye hilâfetini ondan aldığına hükmetmek gerekmektedir. Burada Zeyniyye yerine Sühreverdiyye adının kaydedilmesi, Zeyniyye'nin Sühreverdiyye tarikatının bir kolu olduğu bilindiği için olmalıdır. Gülzâr-ı Savab'ta da onun ilk intisap

6 8 9 bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 63a.

6 9 0 Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Şerhu 'Sübhâneke mâ arafnâke hakka mâri-fetike', Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 18a.

6 9 1 Ragıb Paşa Ktp., nr. 692; Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271. 6 9 2 Kutbuddinzâde Mehmed hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bk. Reşat

Öngören, "Kutbüddinzâde İznikî", DİA, XXVI, 489-490. 6 9 3 Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 186. 6 9 4 bk. Muhittin Serin, "Hamdullah Efendi, Şeyh", DİA, XV, 450. 6 9 5 bk. Serin, a.g.m., DİA, XV, 449.

Page 83: reşat öngören zeyniler

ettiği tarikatın Sühreverdiyye olduğunun belirtmesi696 muhtemelen aynı sebepledir.

Şeyh Mustafa hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Hüseyin Ayvansarayî Hadîkatü'l-cevâmî'âe onun Fâtih Sultan Mehmed'le bir-likte İstanbul fethine katıldığını,697 babasının Kübreviyye şeyhlerin-den Sarıkadı Mehmed Dede olduğunu ve Alemdağı yakınındaki Sarı̂ -kadı köyü (Bugün Ümraniye sınırları içinde bulunan Sarıgâzi köyü) mescidinde kendine mahsus türbede yattığını, türbe dışında da eşi ve çocuklarının kabrinin bulunduğunu belirtmiştir.698 Kaydedildiğine göre Hattat Hamdullah Efendi, zaman zaman Alemdağı'nda inzivaya çekilip zikirle meşgul olur ve Mustafa Dede'nin türbesinde vecde ge-lip kendinden geçermiş.699

Şeyh Mustafa Dede'nin hangi silsileyle Zeyniyye'ye bağlandığı da tesbit edilememiştir. Ancak Nefeszâde Gülzâr-t Savâb'da (s. 52) Müs-takimzâde de Tuhfe'de (s. 186) Hamdullah Efendi'nin Mustafa De-de'nin tarikat silsilesini kaleme aldığım belirtmektedirler. Muhittin Serin Topkapı Sarayı Kütüphânesi Emânet Hazînesi 2862 numarada kayıtlı, Şeyh Hamdullah hattıyla, baş kısmı ve ketebe sayfası eksik, on

696 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1939, s. 50.

6 9 7 /Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 261. Evliya Çelebi'nin Seyâhatnâme'de (I, 99-100) kaydettiğine göre İstanbul'un fethi sırasında Zeyniyye'ye men-sup Şeyh Cübbe/Cebe Ali (Cibâli) önderliğinde üç yüz kadar derviş kerâmet gösterip Halic'i seccadeleri üzerinde geçmiş ve bugün Cibali kapısı olarak bilinen yerden surlara sarılmışlar. Ancak keramet izhar ettiği için fetih son-rası Cibali şehid düşerek Gül Câmii'nin haziresine defnedilmiş, diğer derviş-ler de adı geçen câmîde inzivâya çekilmişler. Bu bilgiler pek çok tarikat men-subu gibi Zeynîler'in de İstanbul'un fethine iştirak ettiklerini göstermekle birlikte, Cibali hakkında verilen bilgiler târihen çelişkilidir. Zira aynı yerde onun Mısır'da Memlûk sultanı Kalavun'un şeyhi olduğu, buradan Bursa'ya gelip Zeyniyye tarikatına girdiği belirtilmiştir. Oysa Sultan Kalavun'un daha Osmanlı Devleti bile kurulmadan önce; 1290'da vefat ettiği bilinmektedir

698 Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 261-262. 6 9 9 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab, s. 52. Burada Sarıkadıoğlu Mustafa

Çelebi'nin Hamdullah Efendi'nin şehzâdesi olduğu kaydedilmiştir. Muh-temelen yanlışlıkla "şeyhi" yerine "şehzâdesi" ifâdesi kullanılmıştır.

sekiz kıt'a, sülüs Halvetiyye silsilenâmesinin, yukarıdaki kaynaklarda sözü edilen silsile olabileceği üzerinde durmuş, Halvetiyye'ye nisbet edilmesinin de muhtemelen Zeyniyye silsilesinin bir noktada Halve-tiyye ile birleşmesi sebebiyle olduğunu belirtmiştir.700

Hasan Çelebi Fenârî (ö. 891/1486) Kabri Bursa Zeyniyye Dergâhı'nın hazîresinde bulunan müderris-

lerden Hasan Çelebi Fenârî de Mehmed b. Sa'dî'nin belirttiğine göre Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap etmiş ve bu sebeple Zeyniyye'ye âit zâviyenin haziresine defnedilmeyi vasiyet etmiştir.701 Sahn-ı Se-mân'da müderrislik yapmış olan Hasan Çelebi'nin müderrisliği sıra-sında derviş tâcı ve abâsı giydiği, başına şemle sardığı belirtilmekte-dir.702 Daha önce üzerinde genişçe durulduğu gibi, dedesi Molla Fe-nârî'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu bilinmektedir. Hocaları ve yararlandığı âlimler arasında yine Zeyniyye'ye müntesip oldukları an-laşılan Molla Hüsrev ile703 Kutbüddinzâde Mehmed İznikî de var-dır.704 eş-Şekâik'te onun meşâyihle çok yakın ilişkisi olduğu belirtil-diği halde705 intisap ettiği şeyhinin adı zikredilmemiştir.

Şeyh Ârif Mehmed Efendi (ö. 943/1536'dan sonra) ( Bursalı Mehmed Tâhir ile Hüseyin Vassaf'ın kaydına göre Deniz-

lili Ârif Mehmed Efendi de Zeyniyye'nin ileri gelenlerindendi. İstan-bul'da zahir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girerek seyru sülûkünü tamamlamış ve ardından yerleştiği İzmit'tej£.efâtma kadar tarîkat faaliyetlerini sürdürmüştür. Kabri Orhan Gâzi Câmii yu-karısındaki mezarlıktadır^706 M. Tâhir Bey tasavvufî mâhiyetteki Rav-

7 0 0 Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999, s. 101. 7 0 1 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Mecdî, s. 204. 7 0 2 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 186. 7 0 3 Cemil Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313. 7 0 4 Kâtip Çelebi, Süllemü'l-vüsûl, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1887,

vr. 79b; ayrıca bk. Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313. 7 0 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 185. 706 Osmanlı Müellifleri, I, 114; Vassaf, Sefîne, I, 269 (Sefîne'de ismi Mehmed

Ârif şeklinde kayıtlıdır. Burada ayrıca Nüzhetü'l-muvahhidîn isimli manzum eserin sahibi olduğu kaydedilen oğlu Şeyh Ahmed Efendi de (ö. 971/1563) Zeyniyye ricâli arasında kaydedilmiştir. Kabri İzmit'te zikredilen yerde babasının yanındadır).

Page 84: reşat öngören zeyniler

zatü't-tevhid isimli manzum eserini 947'de (1540) ikmal ettiğini be-lirtmekteyse de707 müellif eseri Receb 943'te tamamladığını sonunda manzum olarak ifâde etmiştir.708 "Bede'nâ bismillâhi'l-ganiyyi'l-ahad / Huvallâhu rahmânu hayyü samed" şeklinde başlayan ilk 23 beyti Arapça olan eserin diğer beyitleri Türkçe'dir. Müellif şiirlerinde Ârif mahlasını kullanmış, eserin adını da birkaç yerde zikretmiştir.709

Veysî Efendi (Üveys b. Mehmed, ö. 1037/1628)

Akşehirli olduğu bildirilen Veysî Efendi'nin manzum Tövbenâme isimli eserinde Zeynüddin Hâfî'nin hikmetli sözlerini derlediği nakle-dilmektedir.710 Bursalı Mehmed Tâhir Bey mezkûr eserde geçen,

Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe Daimâ rehsiper-iâmd u hata ettiklerime711

beytindeki "sühan-perver" (mürşid) ile kastedilenin Abdürrahim Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra) olduğunu belirtmiştir.712

Buradan Veysî'nin Abdürrahim Efendi'ye intisap ettiği anlaşılsa da bu târihen mümkün1 değildir. Ayrıca Mehmed Tâhir Bey, sehl-i mümtenî olarak kabul edilen,

Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime

707 Osmanlı Müellifleri, I, 114. 7 0 8 bk. Süleymâniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 743 (178 varak). 7 0 9 Bununla birlikte Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunan bazı nüshalarının

başında müellif olarak farklı isimler kaydedilmiştir: Bağdatlı Vehbi (nr. 743) bölümünde "el-Hâc Ahmed Halveti eş-şehîr bi Koca Halîfe", Mihrişah (nr. 213) bölümünde "Yiğitbaşı Ahmed Efendi", Reşid Efendi (nr. 451) bölümünde "el-Hac Ahmed Halîfe" şeklindedir. Eserin bir bölümünün yer aldığı Şehid Ali Paşa (nr. 1121, vr. 13a-24b) nüshasında ise Ârif İznikî ismi kayıtlıdır.

7 1 0 M. Kanar, "Veysî", M, XIII, 309; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, 1,-111.

7 1 1 bk. Süleymâniye Kütüphânesi, Halet Ef., nr. 800, vr. 33a [kenarda]. Burada eserin iki varak kadarlık kısmı haşiyede kaydedilmiştir (vr. 32a-33a).

712 Osmanlı Müellifleri, II, 478.

beytinin Abdurrahim Rûmî'ye âit olduğunu belirtmekte,713 Mus-tafa Kara ise Veysî'nin yukarıdaki beytinin (.Peyrev oldum...) Abdür-rahim Efendi'nin sehl-i mümtenî olarak kabul edilen beytini (Tövbe

( Yarabbi...) tamamladığını söylemektedir.714 Oysa Süleymâniye Kü-tüphânesi'nde (Halet Efendi, nr. 800, vr. 32a-33a, kenarda) iki varak-lık bölümü kaydedilen Tövbenâme nüshasında her iki beytin de Vey-sî'ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Beyitler öncesiyle birlikte şu şekilde sıralanmıştır:

Tövbe Yârabbi giriftâr-ı hevâ olduğuma Tövbe Yârabbi talepkâr-ı belâ olduğuma ( - ) Tövbe Yârabbi ibâdet sanup ettiklerime Dâmen-i âlûde-i çirkâb-ı riyâ olduğuma Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe Daimâ rehsiper-i amd u hata ettiklerime Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime

Mahmud Hayran (ö. ?) Bursa'da Zeyniyye Dergâhı'ndaki hücresinde uzun müddet zikir

ve ibadetle meşgul olduğu kaydedilen' bu zât keramet ehli olarak ta-nınmıştı. Rivayete göre kendisine vefat edeceği zaman bildirilmiş, o da vakit yaklaştığında arkadaşlarını Zâviye'nin yanındaki Muallimzâ-de Câmii'nin önüne toplayarak, "İçeride bir cenaze var. Ben girip dı-şarı çıkarayım, siz de yıkanıp kefenlenmesi ve namazının kılınması için hazırlık yapın" diyerek içeri girmiş. Uzun müddet dışarı çıkma-yınca ne olduğunu merak eden dervişler camiye girdiklerinde onu mihrapta kıbleye yönelmiş bir şekilde vefat etmiş halde bulmuşlar. Ve o zaman "içerideki cenaze" ile kendisini kasdettiğini anlamışlar. Kab-rinin adı geçen zaviyenin haziresinde olduğu kaydedilmektedir.715

713 Osmanlı Müellifleri, I, 111; II, 478. Hüseyin Vassaf Bey de aynı bilgiyi tek-rarlamıştır (Sefine, I, 266).

7 1 4 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 93, dipnot: 28.

Page 85: reşat öngören zeyniler

Bu bölümde son olarak §u bilgilere de yer verilmelidir: Bu araştır-ma sırasında bir çok nüshasına başvurulan Baldırzâde Mehmed'e ait Vefeyâtnâme'nin Süleymaniye Kütüphânesi'ndeki Âşir Efendi (nr. 265) nüshasının hâmişinde, Molla Hüsrev'in talebelerinden fakih ve hattat Derviş Mehmed b. Eflâtunzâde.(ö. 935 veya 937/1531) ile (vr. 86b) Bursa Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed Çelebi'nin (Ö.969/1561-62) oğlu müderris Abdülvâhid Efendi'nin (ö. 986/1578) de Zeyniyye'ye müntesip oldukları kaydedilmiştir (vr. 121b). Ancak eserin diğer nüshalarında böyle bir kayda rastlanmamaktadır. Ayrıca Cemâleddin Server Revnakoğlu, Fâtih Sultan Mehmed devri ricalin-den olan ve Fâtih-Atpazarı'nda eski Mıhçılar caddesindeki açık türbe-sinde son zamanlara kadar halk tarafından sık sık ziyaret edilen Şeyh İsmâil Efendi'nin İstanbul'da Zeyniyye şeyhi olarak faaliyet gösterdi-ğini belirtmiş,716 Mustafa Kara da Hüseyin b. Ali Kâşifî'nin Ahlâk-ı Muhsinî adlı manzum eserini Türkçe'ye çeviren Abdurrahman Frâ-kî'yi (Ö.988/1580) eser ve fikirleriyle Zeyniyye kültürünü yayan şa-hıslar arasında saymıştır.717

Öte yandan Enver Behnan Şapolyo kaynak göstermeksizin Yıldı-rım Bâyezid (ö. 805/1403) ile Çelebi Sultan Mehmed'in de (ö. 824/142,1) Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.718 Kanâati-me göre Çelebi Sultan Mehmed'in intisabı mümkün olsa bile, Yıldı-rım Bâyezid'in intisap etmiş olması târihen çok uzak bir ihtimaldir.

7 1 5 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 5a; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 182b-183a; Güldeste, s. 228-229.

7 1 6 Cemâleddin Server Revnakoğlu, Eski Sosyal Hayatımızda Tasavvuf ve Tarikat Kültürü (nşr. M. Doğan Bayın-îsmail Dervişoğlu), İstanbul-2003, s. 148-149.

7 1 7 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 112. Ahlâk-ı Muhsinî Tercümesi'nin yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphanesi'ndedir (Reşid Ef., nr. 1077).

7 1 8 Şapolyo, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. 448.

İKİNCİ BÖLÜM ZEYNÎLİĞİN ÂDÂBI VE ÖZELLİKLERİ

ühreverdiyye tarikatının bir kolu olan Zeyniyye'de benimsenen usûl ve âdâb büyük ölçüde Zeynüddin Hâfî'nin eserlerine; özellik-

le de Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'r-reşâd'a dayanmaktadır.1 Ayrıca Sühreverdiyye'nin kurucusu Şeyh Şihâbüddin'in sünnî tasavvuf esas-larını anlattığı Avârifü'l-maârif i ile ehl-i sünnet inançlarını kaydettiği A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka isimli eserleri de2 Zeyniy-ye'nin âdâbı ve prensipleri için temel kaynaklardandır. Zeynüddin Hâfî halîfelerinden Abdürrahîm Rûmî'ye yazdığı İcâzetnâme'de adı geçen iki eseriyle birlikte Şeyh Şihâbüddin'in bu iki eserini de bizzat okuttuğunu ve zikir telkin etme, hırka giydirme vb. salâhiyetlerin ya-nı sıra müridlerine bu eserleri okutması için de kendisine izin verdi-

1 Zeynüddin Hâfî'nin eserleri hakkında "Zeyniyye'nin Kuruluşu" bölümde bil-gi verilmiştir.

2 Arapça olan bu eserlerden Avârifü'l-maârif hakkında geniş bilgi için bk. (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 109-110). Sühreverdî'nin diğer eseri A'lâmü'l-hüdâ'nin yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulun-maktadır (Murad Buhârî, nr. 210, vr. 49b-71a).

Page 86: reşat öngören zeyniler

ğini belirtmiştir.3 Ayrıca Hâfî Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserinde tarika-tın usûlünden sözederken bu hususla alâkalı Âvârifü'l-maârifi tavsiye etmekte (vr. 6b), müridin okuyacağı duâları kaydettiği sırada da "Du-ânın tamâmı Avârifte kayıtlıdır" diyerek bu esere mürâcaat edilmesi-ni istemektedir.4 Yine Menhecü'r-reşâd'ı hazırlarken Hâfî'nin yarar-landığı birkaç eser arasında Avârif in de olduğu görülmektedir.5

Kaydedilen bu eserlerden başka Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Şihâ-büddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed Îznikî, Şeyh Vefâ, Si-nan Paşa, Zenbilli Ali Efendi, Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî gibi Zeyniy-ye mensûbu müelliflerin tasavvuf düşünce ve anlayışlarını ortaya koy-dukları eserlerde ve Zeyniyye ricâline yer verilen diğer bir kısım kay-naklarda da doğrudan veya dolaylı olarak tarikatta benimsenen pren-siplere; usûl, âdâb ve erkâna yer verilmiştir. İleride temas edilecek olan bu usûl ve özellikler, temel olarak Şeyh Şihâbüddin Sühreverdî ve Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin görüşlerine dayanmakla birlikte, Hâ-fî'nin ileri gelen halîfesi Abdüllatîf Kudsî/Makdisî vâsıtasıyla da Zey-niyye'ye bâzı esasların girdiği belirtilmektedir. Kudsî'nin Şeyh Hâ-fî'den önce uzun yıllar hizmetinde bulunduğu Şeyh Abdülaziz Ferne-vî'den tevârüs ederek getirdiği bu özellikler "Def'i zarar, celb-i men-faat, ihvâna yardım, düşmana mukabele için teveccüh" şeklinde ifâde edilmiştir. Bu anlayışın Kudsı'den önce tarikatta bulunmadığı vurgu-lanmaktadır.6

I. Şeyhe Bîat ve Tarikata Giriş

Tarikata girme (intisap), şeyhe bağlılık sözleşmesi anlamına gelen ve şeyhin elini tutmak sûretiyle icrâ edilen bir bîat merâsimiyle ger-

3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 553-555. Arapça olan İcâzetnâme'nin bir nüs-hası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mec-mua içinde bulunmaktadır (Hakses, nr. 355, vr. l la-12a).

4 bk. el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr.lOb. 5 bk. Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283. 6 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 552 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 68;

Tâcü't-tevârîh, II, 435.

çekleşir. Aralarında bazı önemsiz farklar bulunmakla birlikte bîatın şekli ve gayesi bütün tarikatlarda hemen hemen aynıdır. Öncelikle ta-rikata girmek isteyen mürid adayının intisâba ehil olup olmadığı araş-tırılır. Araştırmalar olumlu sonuç verirse tâlip bir deneme ve müridli-ğe hazırlık dönemi geçirir. Bu dönemde üç gün oruç tutar, boy abdes-ti ile iki rekat namaz kılar, istihâre eder, Allah rızâsı için sadaka verir. Sonra şeyhin yanına giderek yüzü kıbleye gelecek şekilde huzûrunda diz çöker. Şeyh tâlipten üzerinde kul hakkı varsa bunları ödeyeceğine veya helâl ettireceğine dâir söz alır. Sonra sağ elini uzatıp onunla mu-safaha eder. Tâlibin elinin üstünde şeyhin eli bulunduğu gibi şeyhin elinin üstünde de tarîkat pîrinin eli bulunduğu ve bunun silsileyle Hz. Peygamber'e kadar ulaştığı kabul edilir. Şeyh tâlipten bütün şer'î hü-kümleri yerine getireceğine, dînine ve ahlâk kurallarına bağlı kalaca-ğına dâir söz alır. O andan îtibâren hiçbir emrine karşı çıkmamasını, dostuna dost, düşmanına da düşman olmasını tenbih eder.7 Eğer şey-he bir anda birden fazla kişi bîat edecekse, o zaman bir kişi şeyhin elinden, diğerleri de biribirlerinin eteğinden tutar ve böylece şeyh ta-mâmına birden tövbe ve zikir telkîn ederek bîat gerçekleştirilir.8 Töv-be eden tâlipte şu üç vasıf bulunmalıdır: 1. İşlediği günahlardan piş-manlık, 2. Onları tekrar işlememek, 3. İleride işlemeyeceğine dâir de kesin kararlı olmak.9 Ancak bu şartlar çerçevesinde tövbe edenlerin "mürid" olabileceğini belirten Şeyh Zeynüddin Hâfî, tarikatta yol al-maya başlayabilmek için de dünya nimetlerinden uzaklaşmayı ve emelleri terk etmeyi şart koşar.10 Halîfesi Abdüllatîf Kudsî bu husû-su, tarikata girmeden önce günahlardan tövbe edenlerin, tarikata gir-dikten sonra mahbûbun dışındaki her şeyden (mâsivâ) tövbe etmesi gerekir11 şeklinde ifâde etmiştir.

7 Bu bilgiler ve bîat esnasında okunan dualar için bk. Osman Türer, "Biat (Tasavvuf)", DİA, VI, 124-125.

8 Zeynüddin Hâfî'ye bir topluluğun bîati için bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 512.

9 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b. 1 0 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b; a.mlf., Risâle [Ahmed Semerkandî'ye

Nasihatler], Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a. 11 Abdüllatîf Kudsî, Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz, Süleymâniye Ktp.,

Lâleli, nr. 3745, vr. 7a.

Page 87: reşat öngören zeyniler

II. Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıta ve İstimdât

Bir şeyh-i kâmile kendi irâdesiyle bîat ederek tarîkat yolunu seçen mürîdin, mânevî eğitimini (seyru sülük) tamamlayıncaya kadar o şey-hin denetimi altında bulunması şart koşulmuştur. Bu, diğer tarîkatler-de olduğu gibi Zeyniyye'de de vazgeçilmez bir kuraldır. Ancak şu da belinmelidir ki, şeyhin denetimi dışına çıkmama şartı, kendi irâdesiy-le ona bîat etmiş olan (mürid) kişiler için konulmuştur. Yoksa böyle bir kural bütün müslümanlar için ileri sürülmüş değildir. Bâyezid-i Bistâmî'ye nisbet edilen "Üstâdı olmayanın imâmı şeytandır" sözü de yine tasavvuf yoluna girmiş kimseler içindir. Tasavvuf klasiklerinden Kuşeyrî Risâlesi'nde bu sözün "Müridlere nasîhat" bölümünde zikre-dilmiş olması ve müellif Abdülkerim Kuşeyrî tarafından da bu sözden önce "Mürid için gerekli olan bir başka şart" şeklinde bir açıklama ge-tirilmiş olması12 bunu göstermektedir. Demek isteniyor ki tasavvuf yolunu seçenler eğer olgun bir şeyhin denetimi altında yol almazlarsa şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Şeyh Vefâ'nın müridlerinden Sinan Paşa bunu "Yola giden uz gerek; Hak isteyene kılavuz gerek. Sülük ir-şadsuz olmaz ve irşad inkiyadsuz olmaz"13 şeklinde ifâdeye koymuş ve manzum olarak şu şekilde dile getirmiştir:

Sâlike miirşid gerek bilgil anı Mürşid olmayınca azar yolını Rehber olmadın gidersen râha sen Geh düşersin balçığa geh çâha (kuyu) sen.14

Öte yandan tasavvuf yolunu seçmemiş olanlar için Allah'a ulaştı-ran daha başka binlerce yolun olduğu "Yaratıkların nefesleri adedin-ce Allah'a götüren yol vardır" şeklinde bir ifâde ile bizzat tasavvuf eh-li tarafından dile getirilmiştir. Nitekim Abdüllatîf Kudsî de eserinde mezkûr sözü naklettikten sonra şöyle demektedir: Bu yollarda yürü-

1 2 Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâletü'l-kuseyriyye (thk. Abdülhalîm Mahmud-Mahmud b. eş-Şerîf), Kahire, ts., II, 735.

13 Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 181. 14 a.g.e., s. 77.

yenler üç gruptur: "Sâlih ve ahyâr" denilen birinci gruptakiler namaz, oruç gibi zâhirî amellerle, "evliyâ ve ebrâr" diye nitelenen ikinci gruptakiler tezkiye, tasfiye, tahallîjkötü duygulardan kalbi arındırıp nefsi temizleme ve iyiye, güzele yönlendirme) gibi bâtınî amellerle, "sıddîk" denilen üçüncü gruptakiler ise her ikisiyle birlikte yol alıp hedefe varırlar.15

Şeyh-mürid ilişkisine başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere Abdülla-tîf Kudsî, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Şeyh Vefâ, Sinan Paşa gibi ileri gelen Zeyniyye ricâli eserlerinde temas etmişlerdir. Zeynüddin Hâfî bu konuya el-Vasâya'l-Kudsiyye'de hal-vete giren mürîdin uyması gereken şartları Cüneyd-i Bağdâdî'den naklen sıralarken işâret etmektedir. Ona göre mürîdin kalbi tam bir teslimiyet ve sevgi ile sürekli şeyhe bağlı olmalı (râbıta) ve onun rû-hâniyetinden yardım beklemelidir (istimdat). Diğer şeyhlerin de hak olduğunu kabul etmekle birlikte Allah'ın kendisine ancak bağlı bulun-duğu şeyhi vâsıtasıyla feyz vereceğine inanmalı, ondan yardım isteme-nin (istimdat) Nebî'den (a.s.) yardım istemek anlamına geldiğini bil-melidir. Zira şeyhi tarîkat silsilesiyle Resûlullâh'dan o da Hz. Al-lah'tan yardım almaktadır. Şeyhine îtiraz eden ve ona kalbî râbıtayla bağlı olmayanın feyz alması ve mânen yükselmesi mümkün değildir. Öyle olduğu için bütün meşâyih mürîdin şeyhine, ölünün yıkayıcıya teslim olduğu gibi teslim olmasını gerekli görmüşlerdir.16 Mürid hal-lerini, eğer şeyhin huzûrunda ise sözlü olarak, değilse sağlam bir râ-bıta ile gıyâbında mânevî olarak şeyhine arzetmelidir.17

1 5 Abdüllatîf Kudsî, Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l-makâmât ve'l-merâtib, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3007, vr. 2a.

1 6 bk. Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 25b-27a. 1 7 Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 38b. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Hâfî'nin

Evrâd'ına yazdığı şerhte mürîdin şeyhin rûhâniyetinden istifâde etmesini şu şekilde açıklamaktadır: Yaptığımız duâlar bizimle mukarreb melekler arasın-da bir münâsebet meydana getirmesi sebebiyle meleklerden bize yardım ulaş-tığı gibi, velîlerin rûhâniyetinden de yardım ulaşır. Zîra duâ eden ile velînin rûhâniyeti arasında da bir münâsebet meydana gelmektedir. Ayrıca velînin hayatta olup olmaması da önemli değildir. Vefat etmiş olanların kabirleri ziyâret edilip duâ edildiğinde bol miktarda feyz meydana gelir (Kutbuddin-zâde Mehmed İznikî, Tenvîru'l-evrâd, Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 290, vr. 10b).

Page 88: reşat öngören zeyniler

Şeyh Vefâ da mürşid-i kâmilleri birer mânevî doktor olarak nite-lemekte ve bir hastanın doktora teslim olduğu gibi mürid de mürşidi-ne teslim olmalı; sözlerinde bir hikmet olduğuna inanarak isteklerini yerine getirmelidir, demektedir. Ayrıca mürîdin kendisini devamlı şeyhin huzûrunda olarak düşünmesi gerektiğini de vurgulayan Şeyh Vefâ,18 insanın içinde bulunduğu "his âlemi"nin kayıtlarından kuru-tulup şeyhin yardımıyla "misal âlemi"ne geçerek hakîkî kurtuluşa ere-ceğini belirtmektedir. Bunu şu şekilde ifâde etmiştir: "Sen annesinin karnındaki çocuk gibi şu his âleminde hapissin. Eğer misal âlemine doğmazsan karanlıkta kan emmeye devam edersin. Şâyet misal âlemi-ne doğmayı başarırsan, karanlıktan da kandan da kurtulur, süt emme-ye başlarsın. Unutma ki şeyhin irşâdı, mürîdine süt vermesi gibidir."19

Zeyniyye'nin ileri gelen şeyhlerinden Hacı Halîfe şeyhin sözüne uymanın mürid için ne denli erdirici rol oynadığını yaşadığı bir tec-rübeden yola çıkarak şöyle dile getirmiştir: "Altı ay boyunca kendi ka-rarımla hiç hayvânî gıda almadan ve su içmeden riyâzet yaptığım hal-de bir şey elde edemedim. Bütün kazanımlarım ancak şeyhimin tavsi-yelerine uymakla gerçekleşti."20

Şihâbüddin Ahmed Sivâsî Risâletü'n-necât isimli eserinde şeyhe kalbî râbıtanın gerekliliği konusunda bir kısım âyet ve hadislerden de-liller kaydetmiş,21 ayrıca mürîdin şeyhin makamına oturamayacağı, elbisesini giyemeyeceği, sözüne itiraz edemeyeceği ve yanında güle-meyeceği, şeyhin hanımı annesi yerinde olduğu için şeyh onu boşasa bile evlenemeyeceğini dile getirmiştir.22 Abdüllatîf Kudsî de Hâdi'l-kulûb isimli eserinde "şeyhlik mertebesi", "şeyhliğin şartları ve edep-leri", "müridin edepleri" gibi başlıklarla,23 Şeyh Vefâ'nın müridlerin-

18 Vefa Muslihuddin Mustafa, Makâm-ı Sülük, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efen-di, nr. 652, vr. 2a.

1 9 Vefa Muslihuddin Mustafa, Sâz-ı trfân, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652, vr. 40b.

2 0 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 557 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. 2 1 Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Risâletü'n-necât min şerri's-stfât, Süleymâniye

Ktp., Hâlet Efendi, nr. 246, vr. 66a. 22 a.g.e., vr. 71a. 2 3 Abdüllatîf Kudsî, Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb, Süleymâniye Ktp., Yazma

Bağışlar, nr. 167. Hâdi'l-kulûb''un kaydedilen bu nüshası noksan olup sekiz

den Sinan Paşa ise Tazarrûnâme'de "İşâret-i Vucûb-i Şeyh" başlığıyla şeyh-mürid ilişkisine temas etmişlerdir.24

İleri gelen meşâyihin yaptığı açıklamalar göstermektedir ki, mürî-din mânevî yükselişi şeyhine olan râbıtasıyla; yâni kalbî bağlılık dere-cesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden mürîdin, şeyhini en yüksek dere-ceye çıkmış bir velî olarak kabul edip her şeyiyle ona bağlanması is-tenmiştir. Bununla birlikte şeyhe bağlılığın îtidal ölçüsünde de olabi-leceği Hacı Halîfe tarafından dile getirilmiştir. Ona göre, şeyhe yuka-rıda belirtildiği şekilde bağlılık esas olmakla birlikte, şeyhin yalnızca şerîat yolunda yürüyen bir Hak eri olduğunu kabul edip, kerâmet eh-li bir velî olduğuna inanmadan da mürid olmak mümkündür.25

III. Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi

ÂJıirete yönelmek için dünyaya ilgi göstermemek anlamında kulla-nılan zühd, tasavvuf ehlinin vazgeçilmez prensiplerinden biridir. Dün-yaya ilgi göstermeme, bâzı sûfîlerce "ona hiç sâhip olmama" şeklinde, bâzılarınca ise "sevgisini gönüle sokmama" şeklinde anlaşılmış ve uy-gulanmıştır. Zeyniyye tarikatında birincisinin, yâni dünyâya hiç sâhip olmamanın esas alındığı ve bunun mürîdin mânen yol alabilmesi (sey-ru sülük) için temel şartlardan biri olarak kabul edildiği görülmektedir. Zeynüddin Hâfî Vasâyâ'sında, tövbe edip mürid olan kimsenin artık daha önce sâhip olduğu yüksek makam, leziz yemek, değerli giyecek, rahat yataklarda uyku gibi şeylerden ferâgat etmesi gerektiğini belirt-

varaktan ibârettir. Kalan bu varaklarda ise, giriş kısmında verilen bölüm baş-lıklarından anlaşıldığı kadarıyla tasavvufî meselelere geçmeden önce inanç konularının ele alındığı birinci bölüm bile bitmemiştir. Eserde şeyh-mürid iliş-kilerine dâir bilgiler verildiği, başında kaydedilen bölüm başlıklarından an-laşılmatktadır. Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Dâru'l-Mesnevî, nr. 116) bir başka nüsnasının daha kayıtlı olduğu görülmektedir. Ancak bu nüs-ha da kayıptır.

2 4 Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 76-80. 2 5 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 557 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 241-

242.

Page 89: reşat öngören zeyniler

mekte, bunu gerçekleştirmeden zâhid olunamayacağını vurgulamakta-dır.26 Müridlerinden Ahmed Semerkandî'ye tavsiye niteliğinde yazdığı risâlesinde mânevî yükselişin şartlarım şu şekilde saymıştır: Zâhiren ve bâtınen dünyâyı terk etmek; zâhiren ve bâtmen takvâya sarılmak; mâ-sivâdan (Allah'ın dışındaki her şey) uzaklaşmak; kalb ve bedenle Al-lah'a yönelmek. Dünyayı terketme, elini mal ve mülklerden kalbini de emellerden temizlemekle gerçekleşir. Takvâya sarılmak ise, insanlardan uzaklaşmak (uzlet), evlenmeyi terk etmek ve bekârlığa sabretmekle olur.27 Hâfî ayrıca Vasâyâ'da da mürîdin insanlardan uzaklaşması (uz-let) ve evlilik meselesi üzerinde durmuş, bu çerçevede seyru sülûkünü ikmâle koyulan bir kimsenin din işlerinde gevşek davranan kötü huylu kimselerle arkadaşlık etmemesini, gıybet, yalan, riyâ, kibir, haset, nifak gibi pek çok bozuk hâl ve davranışların bu gibi insanlardan bulaştığını bilerek cumâ ve cemaatle namazın dışında insanların arasına karışma-masını tavsiye etmiş, sohbet edecek sâdık bir kimse bulursa onunla soh-bet edebileceğini, aksi takdirde bütün vaktini Allah'a ibâdet ile geçir-mesinin uygun olacağını belirtmiştir.28

Bekâr olarak tarîkata girenler, seyru sülûkünü tamamlayıncaya kadar evlenmemelidirler. Zira bu kimseler nefsin hevâsını önlemek için çetin bir mücâdele içine girmişlerdir. Ne zaman ki Hak eri olur-lar ve artık dertleri devâları hâline gelir, o zaman evlenebilirler.29 Sû-fi evleneceği hanımın kendisini ibâdet ve tâatinden alıkoymaması için dînine bağlı, kanâat sâhibi, sabırlı ve saygılı kimselerden olmasına dikkat etmelidir. Eğer böyle bir kimse bulamazsa bekârlığı evliliğe ter-cih eder. Zira açlık ve uykusuzluk çekerek bekârlığa sabretmek, yuka-rıdaki vasıflara sahip olmayan bir hanıma tahammül etmekten daha üstün ve daha sevaptır. Evli olarak tarîkata girenlerin hanımları da

2 6 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b. 2 7 Zeynüddin Hâfî, Risâle (Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler), Süleymâniye

Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b. 2 8 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8a-b. 2 9 Taşköprîzâde, Hacı Halîfe'nin (Şeyh Abdullah, Ö.894/1489) müridlerinden

birinin evlendiğini eserinde bir vesileyle kaydetmiştir (bk. eş-Şekâik, s. 245). Bu eğer çok özel bir durum değil ise, tarikatta mürîdin evlenmemesi kuralının zaman içinde yumuşatıldığına işâret sayılabilir.

tövbe edip Allah'a itâatle meşgul olmalıdır. Eğer rızık endişesiyle ko-' casının tarîkata girmesine engel olmaya kalkarsa, kocası mehrini ve-

rir ve Allah rızası için onu boşar.30

Mürid rızık konusunda Allah'a tevekkül etmeli, O'na güvenmeli-dir. Rızık için çalışmaya gerek duymamalı, insanlardan bir şeyler umarak etrâfında dolanmamalıdır.31 Ayrıca yemesi, içmesi ve uyuma-sını ibâdete güç ve kuvvet kazanmak niyetiyle yapmalı, eşiyle buluş-masını da harama düşmemek için şehvetini teskin etmek ve Allah'a kulluk edecek bir çocuğa sâhip olmak umuduyla gerçekleştirmelidir. Yoksa bunlardan lezzet almayı hedeflememelidir.32

çSeyru sülük ile mürîdin, kötülüklerin en önemli kaynağı olarak görülen nefsini terbiye etmesi; kötü huylarını iyi ve güzel huylara dö-nüştürmesi amaçlanmaktadır. Şeyh Vefâ Makâm-ı Sülük isimli eserin-de nefsin ilk mertebedeki vasfı olan "emmâre" (sürekli kötülüğü em-retme) özelliğini zikrettikten sonra şöyle diyor: Bu makamda nefsin işi gücü hevâsı peşinden koşmaktır. Dünyâyı sever, ama âhireti aklına bile getirmek istemez. Bu mertebede ölenler mücrim (günahkâr) ola-rak giderler. O sebeple nefsi riyâzetle (çile, halvet, uzlet vb.) bu mer-tebeden kurtarıp daha yüksek derecelere çıkarmak gerekir. Zira bu şekilde terbiye edilmezse daha da azar ve mukabili olan ruh/can be-dendeki etkisini yitirir. Şeyh Vefa bu husûsu manzum olarak şu şekil-de dile getirmiştir: y

Ten gıdâsmdan nefs bulur hayat Ol hayat buldukça can bulur memat?3

Nefsin çirkin huylarını güzel huylara dönüştürme konusunda Zeynüddin Hâfî seyru sülük erbâbına, kötü vasıflardan herbirini bu vasıfların kendisinde hâkim olduğu bir hayvan sürerinde düşünmesi-ni tavsiye etmektedir. Meselâ hasedi kurt, aldatmayı tilki, boş yere ge-

3 0 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b-5a. 3 1 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 6b. 3 2 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8b. 3 3 Vefâ, Makâm-ı Sülük, vr. 2a.

Page 90: reşat öngören zeyniler

zip dolaşmayı çakal, gafleti tavşan, cimriliği fâre, hırsı karınca, boğaz düşkünlüğünü maymun ve ala köpek, kibri kaplan, kendisine itaat edilmesini arzu etme ve yükseldik duygusunu aslan, kızmayı (gadab) siyah köpek ve ayı, fere şehvetini eşek şeklinde düşünmelidir. Ayrıca

; şehveti söndürmek için az gıda, oruç ve uykusuzluk gerekir.34 I1

Taşköprîzâde'nin eş-Şekâik'te yer verdiği bir olay, Zeyniyye'de j nefsin kötü huylarına karşı mürîdin ne kadar dikkatli ve uyanık olma-

sının istendiğini göstermesi bakımından önemlidir. Kaydedildiğine gö-re, Zeyniyye ricâlinden Şeyh Muslihuddin Kocevî İstanbul'a geldiğin-

| de Şeyh Vefâ teberrüken müridlerini onun ziyâretine gönderir. Musli-huddin Efendi'nin bir âdeti vardır; birisi elini öptüğünde mutlaka eli-ni yıkamaktadır. Vefâ'nın dervişleri sırayla elini öptükçe herbirinden

! sonra elini yıkadığı halde, Veliyyüddin isimli dervişten sonra her ne-; dense yıkamaz. Bu durumu şeyhi Vefâ'ya öğünçle, sevinerek anlatan p:,., Veliyyüddin'de ufak bir enâniyet sezen Şeyh Vefâ şöyle demiştir: "Na-il ; sil yıkasaydı ki, sen öpünce elini kesmesi gerekiyordu." Veliyyüddin | ^ Efendi, "Benim için tasavvuf kapısı işte bu sözden sonra açıldı" diye-li rek, yapılan uyarının kendisi üzerindeki tesîrini dile getirmiştir.35 Yi-İî ne Şeyh Vefâ'ya bir gün, şehre çok güçlü bir adamın geldiğini, kimse-Ş t nin kaldırmaya güç yetiremeyeceği koca koca taşları rahatlıkla kaldır-

dığını söylediklerinde o, "Abdest ibriğini kaldırmak o taşları kaldır-ıp-' maktan daha zordur; çünkü biri nefsin hoşuna diğeri ise zoruna git-

mektedir" demiş36 ve böylece şerîatın emirlerini yerine getirmenin | nefsi terbiye konusunda ne denli etkili olduğunu ifâdeye çalışmıştır.

.', ı ' I

IV. Zikir Şekli ve Evrâd

Zeyniyye tarîkatında uygulanan zikir "cehrî" ya da "celî" tâbir edilen sesli tevhîd (Lâ ilâhe illâllah) zikrinden ibârettir. Bu zikri ve ya-pılış şeklini ilk olarak Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye târif ettiği kabul

3 4 bk. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 38b-39a-b. 3 5 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 240. 3 6 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 240 ; Tâcü't-tevârîh, II, 529.

k:

edilir.37 Başta kurucusu Zeynüddin Hâfî olmak üzere tarikatın ileri gelenleri zikrin yapılış şeklini şöyle târif etmişlerdir: Mürid önce bağ-daş kurup ellerini ayakları üzerine (uyluklarına) koyar, ardından göz-lerini yumarak başını kalbi üzerine eğer. Zikre "Lâ" sözüyle başlar ve aynı anda başını sağ omuzuna doğru kaldırır. Baş sağ omuzun üzerin-de iken kelime-i tevhîdin "Lâ ilâhe" kısmı bitmiş olur. Ara vermeden başını tekrar kalbine doğru indirir ve tam kalbi üzerine geldiğinde vurgulu bir şekilde "İllâllah" der.38

Abdüllatîf Kudsî kelime-i tevhîdin nefiy kısmıyla (Lâ ilâhe) Al-lah'ın zâtı için muhal olan sıfatların nefyedildiğini, isbat kısmıyla da (illâllah) zâtı için gerekli olan sıfatların isbat edildiğini belirtir. Ayrıca nefiy kısmının "fenâ"ya, isbat kısmının "beka"ya işâret ettiğini, dola-yısıyla "Lâ ilâhe" ile Allah'tan başka her şeyin nefyedilip "İllâllah" ile O'ndan başka hiçbir şeyin ibkâ edilmediğini vurgular.39 O sebeple zi-kir esnâsında baş soldan sağ omuza doğru kaldırılırken, mâsivânın kalpten sökülüp atılmasına, "Allah" denildiğinde de kalbe Allah'ın nûrunun yerleşmesine niyet edilir.40

Tarikata yeni girmiş olanlar "Lâ ilâhe illâllah" derken "Lâ mâbû-de gayrallah" mânâsını düşünür. Biraz ilerleyip orta dereceye yüksel-miş sâlik "Lâ matlûbe/Lâ murâde/Lâ maksûde illâllah" mânâsına niyet eder. Kalbinde mahlûka karşı muhabbet kalanlar "Lâ mahbûbe illâl-lah" mânâsını düşünür. Tevhid zikrine devam eden mürîdin kalbi vah-dâniyet nurlarıyla dolunca, bu nurlar kâinâtın bütün safhalarına da akseder. Sonuçta mürid varlıkları gerçekte oldukları gibi; yâni kendi-liklerinden var olamayan, her an yok olup gitmesi mümkün eğreti

3 7 Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2650, vr. 2a; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb.

3 8 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b; ayrıca bk. Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2650, vr. 2a; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb. Kuşâşî zikrin yapılış şeklini Hâfî'nin halîfesinin halîfesi Tâcüddin Abdurrahman el-Mürşidî el-Kazerûnî'den naklen kaydetmiştir. Zikirde oturuş şeklini de yine aynı zâttan naklen o kaydetmektedir.

3 9 Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 12a. 4 0 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b.

Page 91: reşat öngören zeyniler

varlıklar olarak görmeye başlar. Bu durumda "Lâ ilâhe illâllah" der-ken niyeti "Lâ mevcûde illâllah" olur ve böylece tevhîd nûru ortaya çıkar. Bu sırada meydana gelen kevnî keşiflere ve kerâmetlere iltifat etmez. Zira onlar nefsin hevâ ve hevesinden kaynaklanmaktadır.41

Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe, tevhid zikrine devam eden mü-rîdin zamanla kendisini hep Allah'ın huzûrunda görmeye başlayacağı için diliyle zikredemez hâle gelebileceğini, hatta duâ bile edemeyece-ğini belirtmekte, bu durumda zikirden fikire geçmenin, yâni yalnızca Hakk'ın huzûrunu düşünmenin yeterli olacağını ifâde etmektedir. Ona göre bu hâl, Cibrîl hadîsinde ifâde edilen "Allah'ı görüyormuş gi-bi ibâdet etme/ihsan" derecesinin başlangıcıdır.42

Yukarıda verilen "tevhid zikri" târifinden anlaşıldığına göre tari-katta zikir oturarak icrâ edilmekte; yâni "kuûdî zikir" uygulanmakta-dır. Ancak kaynaklarda açıkça ifâde edilmemiş olsa da Zeynîlerin "kuûdî zikir"le birlikte, ayakta dönerek zikretme anlamına gelen "davrânî zikir" tarzım da uyguladıkları tahmin edilebilir. Zira Zey-niyye'nin bağlı bulunduğu ana tarîkat olan Sühreverdiyye'de devrânî zikre büyük önem verildiği belirtilmektedir.43 Ayrıca Ö. T. İnançer Zeyniyye'nin Horasan tasavvuf ekolüne bağlı olduğu için devrânî zi-kir tarzını benimsediğini ve zikir âyininin Halvetî âyinine çok benze-diğini ifâde etmekte, ancak bu hususla alâkalı her hangi bir kaynak zikretmemektedir.44 Kanaatime göre, Abdüllatîf Kudsî'nin genellikle devran sırasında icrâ edilen "semâ" ile ilgili, Allah'a olan muhabbet sebebiyle cezbeye kapılarak yapıldığında insandaki güzel huyların açı-ğa çıkmasına yardımcı olduğunu söylemesi,45 Şeyh Vefâ'nın ayakta halka hâlinde icrâ edilen ve "Vefâ devri" diye bilinen bir zikir türünü uygulamış olması,46 Vefâ'nın müridlerinden Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi'nin devran ile alâkalı verdiği müsbet fetvâların yanı sıra bir de

4 1 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. l lb-12a. 4 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557-558; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. 4 3 Uludağ, "Devran", DİA, IX, 248. 4 4 İnançer, "Zeynîlik (Zİkir Usûlü ve Mûsikî)", DBİA, VII, 553. • 4 5 Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 37a. 4 6 bk. burada "Vefâiyye-i Zeyniyye" bölümü.

risâle kaleme alarak bu tür bir zikri muhâliflerine karşı savunması,47

Zeyniyye'de devran ile zikir yapıldığım gösteren hususlar olarak de-ğerlendirilebilir^

Zeynüddin Hâfî tarikatta okunacak "evrâd" ve "hizb"i de Arapça olarak kaleme almıştır. Sabahlan okunan virdler "Hâzâ evrâdü's-subh" şeklinde kaydedilmiş, peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlı-ğıyla diğer okunacak duâlar zikredilmiştir.48 Aşağıda mürîdin yirmi dört saati anlatılırken bu virdlerin zamanlarına işâret edilecektir. Bu-nunla birlikte Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziye-levvel 1040/Aralık 1630), Hâfî'nin şeyhinin şeyhi Yûsuf Acemî Gûrâ-nî'nin tertip ettiği evrâdın Zeyniyye şeyhleri tarafından beş vakit na-mazdan sonra okunageldiğini belirtmiştir.49 Bu, Hâfî'den çok önce tertip edilen bir evrâdın tarikatta okunduğunu göstermektedir. Ve belki de Hâfî'ye nisbet edilen evrad, Gûrânî'nin tertip ettiği evrad olup Hâfî tarafından da okunduğu için sonradan ona nisbet edilmiş-tir. Ancak yine de Gûrânî'ye nisbet edilen evrad elde edilinceye kadar bu hususta kesin bir şey söylemek zordur.

V. Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli

Zeynüddin Hâfî el-Vasâya'l-Kudsiyye'de müridlerin vaktini gece ve gündüz nasıl değerlendirmesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde anlat-mış, okunması gereken duâları da ayrı ayrı kaydetmiştir.50 Buna göre bir mürid yirmi dört saati şu şekilde geçirmelidir:

Sabah Duâları:

Sabah namazı vakti (fecr-i sâdık) girdiğinde mürid önce "Allâhüm-me innî esbahtü üşhidüke..." diye başlayan duâyı (9 satır), sonra üç defa "Allâhümme mâ esbaha bî min nîmetin..." diye başlayan duâyı (2

4 7 Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 343, 369-370. 4 8 Süleymaniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2100, vr. 82b-85a. 4 9 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2a, 4b. 5 0 Eserde tam olarak kaydedilmiş olan duâların burada sâdece başlangıç kısmı

kaydedilecektir.

Page 92: reşat öngören zeyniler

satır), sonra "Allâhümme leke'l-hamdü hamden..." diye başlayan du-âyı (4 satır) okur. Daha sonra ise okuyabildiği kadar "Sübhânallâhi ve bihamdihî adede halkıhî..."diye başlayan duâyı (1 satır), eğer vakit olursa "Sübhânallâhi ve bihamdihî ed'âfe..." diye başlayan duâyı (9 satır) okur. Ardından sabah namazının iki rekat sünnetini kılar. Birin-ci rekatta Fâtiha'dan sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rekatta ise İhlas sû-resini okur. Farza başlamadan önce yüz defa ya da mümkün olduğu kadar "Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhi'l-azîm ve bihamdihî estağfirullah" duâsını okur. Sonra mümkün olduğu kadar salavât ge-tirir. Ardından "Allâhümme innî es'elüke rahmeten..." diye başlayan duâyı okur. Sonra cemâatle farzı kılar.51

Sabah Evrâdı, Tevhid Zikri ve Murâkabe:

Mürid sabah namazının ardından "sabah evrâdı"nı, onu tâkiben de kendisine verilen "hizb"i okur. Sonra "Lâ ilâhe illâllah" zikriyle meşgul olur.52 Güneş bir ya da iki mızrak boyu yükselinceye kadar bu zikre devam eden mürid yorulunca zikri bırakır ve murâkabeye dalar. Önce Hak Taâlâ'nm her taraftan kendisine baktığını ve onu kuşattığı-nı düşünür. Düşündükçe vücûdu küçülür, küçülür... Rabbi'ne gitmek-ten başka çâre kalmaz ve cismiyet ortadan kalkar... Sonra kalbine me-sajlar (havâtır) gelmeye başlayınca, dervişler arasında bilinen duâyı okur.53 Murâkabenin ardından iki rekat Kuşluk (İşrak) namazı kılar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Nûr sûresinin 35. âyetini, ikinci re-katta da 36-38. âyetlerini okur. Sonra birkaç defa daha zikir yapar ve duâ eder.54

Kur'an Okuma ve Akâid Tahsili:

Mürid sabah evrâdı, tevhid zikri vb. vazifelerini yerine getirdik-ten sonra mânâsını düşünerek bir müddet Kur'an okur. Sanki Allah'la

5 1 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 9b-10b. 5 2 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b. İlerleyen sayfalarda tevhid zikrinin yapılış

şekli ve müridin zikir sırasında dikkat etmesi gerekenler anlatılmaktadır. An-cak bunlar daha önce "Zikir Şekli" başlığı altında anlatıldığı için burada tek-rar kaydedilmemiştir.

5 3 Dua kaydedilmemiştir. 5 4 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 12b-13a. Duâ kaydedilmemiştir.

konuşuyormuş ya da Kur'ân'ı O'na okuyormuş gibi dikkatli ve uya-nık olur. Sonra iki ya da dört rekat olarak Duhâ namazı kılar. Her iki rekatta da Fâtiha'dan sonra Duhâ ve İnşirah sûrelerini okur. Dört re-kat kılacaksa ilk iki rekatta Şems ve Leyi sûrelerini, sonrakinde ise iki rekat kılınırken okunan sûreleri; yâni Duhâ ve İnşirâh'ı okur. Namaz-dan sonraki vaktini ise ehl-i sünnete uygun inanç esaslarını öğrenme-ye ya da öğretmeye ayırır.55 Ders saatinden sonra eğer oruca niyetli değilse yemeğini yer56 ve gece kalkmasına yardımcı olsun diye kaylû-le uykusuna yatar. Uyanınca kalkıp abdest alır ve iki rekat şükür na-mazı kılar, güneş zevâl buluncaya kadar da zikirle meşgul olur.57 Ar-dından ister Hanefî isterse Şâfiî mezhebine mensup olsun tek selâmla dört rekat nâfile kılar. Sonra öğlenin dört rekat sünnetini, cemâatle farzını ve peşinden son sünnetini kılar. Öğle namazından sonra ise iki rekat daha nâfile kılar.58

İlmi Faaliyetler: Akâidle ilgili konuların tahsîli ya da tâlîmi için müride kuşluk vak-

tinde ayrılan zamânın yanı sıra ilmî faaliyetleri için öğle ile ikindi ara-sı, akşamla yatsı arası ve yatsıdan sonra olmak üzere üç ayrı zaman di-limi daha ayrılmıştır. Ancak bu vakitlerin başında ve sonunda yapıl-ması gereken bâzı duâlar ve nâfile ibâdetler bulunmaktadır. Buna gö-re öğleden îtibâren yatma vaktine kadar müridin yapması gerekenler şu şekilde düzenlenmiştir: Öğle namazını müteâkip kıldığı iki rekat-lik nâfileden sonra eğer önemli bir işi varsa ikindiye kadar o işini gö-rür. Eğer işi yoksa kitap mütâlaa eder veyâ daha önce te'lîfe başladı-ğı eserini yazmakla meşgul olur. Sonra dört rekat ikindinin sünnetini, ardından da cemaatle farzını kılar. Namazın peşinden kendisine veri-len "hizb"i okur. Sonra güneş batıncaya kadar tevhîd zikriyle meşgul olur. Eğer zikir güneş batmadan önce biterse akşam namazı vaktine kadar teşbih ve istiğfar çeker. Cemaatle akşamın farzını, sonra iki re-kat sünnetini kılar. Ardından îmanın bekası için iki rekat daha namaz kılar. Her bir rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, İhlas, Felak ve

5 5 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 13a-b. 5 6 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 14b. 5 7 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 15b. 5 8 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 16a.

Page 93: reşat öngören zeyniler

Nâs sûrelerini okur. Sonra on defa salavât getirir. Peşinden üç defâ "Allâhümme innî istevda'tüke..." diye başlayan duâyı (iki satır) okur. Sonra ilim tahsil edenlerden ise yatsıya kadar kitap miitâlaası ile meş-gul olur. Bu sırada hiç konuşmaz. Zira konuşmak kalbi bulandırır. Kendisine dînî-şer'î bir mesele sorulmazsa yatsıdan sonra da konuş-mamalıdır. Eğer ilim tahsil eden müridlerden değilse uygun olan tev-hîd zikriyle meşgul olmasıdır. Yatsı vakti girince dört rekat sünnetini, cemâatle farzım, sonra da dilerse iki, dilerse dört rekat olarak son sünnetini kılar. Ardından hücresine çekilip tek selâmla dört rekat nâfile kılar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, ikincide Âmene'r-rasûlü'yü, üçüncüde Hadîd sûresinin ilk altı âyetini, dördün-cüde ise Haşr sûresinin son dört âyetini okur. Sonra eğer yanında diğer dervişler varsa onlarla birlikte, değilse tek başına zikir yapar. Ardından yüz defa salavât getirir. Sonra dervişler arasında yapılan şekliyle dört büyük melek, hamele-i arş, mukarreb melekler ve bütün peygamberler üzerine üç defa salat okur. O günkü gafletini düşünerek yetmiş defa istiğfar çekip duâ eder. Duânın peşinden anne ve babası, şeyhi, ihvânı ve arkadaşları için Kur'an'dan birer bölüm okur ve sonunda Hz. Peygamber'e (a.s.) salavât getirir. Yine eğer ilim tahsil eden müridlerden ise, özellikle kış mevsiminde uykusu gelinceye kadar kitap mütâlaa eder. Eğer değilse tevhîd zikriyle meşgul olur. Uykusu gelince beklemeden yatar ki, teheccüde kalkabilsin. Yatmadan önce diz çöküp oturarak Âyetü'l-kürsî'yi, Âmene'r-rasûlü'yü, Kehf sûresinin son dört âyetini, "Bismike Allâhümme..." diye başlayan ve "Allâhümme eykıznî..." diye başlayan duâları okur.59

Yukarıdaki düzenleme göstermektedir ki, mürid öğleden sonra yatmcaya kadar ikindi ile akşam arası hâriç çoğu vaktini ilmî mütâlaalar ile geçirmektedir. Ancak ilim tedrîsi açısından şartlara göre bu düzenlemenin dışına çıkılabildiğini gösteren uygulamalara da rastlanmaktadır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi Şeyh Vefâ Tek-kesi'nde Molla Lütfi Buhârî dersini, medresedeki derslerini bitirdik-ten sonra ikindi ile akşam arasında okutmaktaydı.60

5 9 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 16a-17b. 6 0 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 281; Tâcü't-tevârîh, II, 548.

Teheccüd Vakti: Mürid bir müddet uyuduktan sonra teheccüt vaktinde kalkar ve

"Elhamdü lillâhillezî ahyânâ..." diye başlayan duâyı okur, istiğfar çeker ve Allah'ı (c.c.) teşbih eder. Ardından abdest alıp iki rekat namaz kılar. Sonra on rekatta tamamlamak üzere Teheccüd namazına başlar. İlk iki rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî ve Âmene'r-rasûlü'yü okur. Selâmdan sonra birkaç kez teşbih çeker, zikir yapar, salavât getirir. Üçüncü ve dördüncü rekatlarda Secde ve Duhan sûrelerini, beşinci ve altıncı rekatlarda Yâsîn ve Fetih sûrelerini veya Zümer veya Hadîd ya da dilediği bir sûreyi okur. Yedinci ve sekizinci rekatlarda Mülk ve Müzemmil sûrelerini, dokuzuncu ve onuncu rekatlarda da Tâ-Hâ sûresinin tamâmını veya bir kısmını okur. Sonra Vitir namazını kılmaya başlar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra A'lâ, ikincide Kâfirûn, üçün-cüde ise İhlas sûrelerini okur. Kunut duâlarını Hanefî ve Şâfiî mez-hebine göre olan görüşleri birleştirerek okur. Vitir'den sonra salavât getirir ve gecenin altıda biri kalıncaya dek zikirle meşgul olur. Sonra sabah namazı vaktine kadar kendisi, anne babası ve bütün müminler için yirmi beş defa "Estağfirullâhe lî, velivâlidiyye, velicemîilmü'minîne ve'l-mü'minât el-ahyâ-i minhüm ve'l-emvât" şeklinde istiğfarda bulunur ve çokça duâlar eder... Ardından yeni bir günün duâ ve zikir-lerine târif edildiği şekilde tekrar başlar.61

Halvet Hâli: Yirmi dört saatini normal zamanlarda yukarıda açıklandığı şekil-

de değerlendiren müridin halvette iken yapması gerekenler biraz daha farklıdır. Bilindiği gibi çoğu tasavvuf ehlinin günahtan korun-mak ve daha iyi ibâdet etmek için ıssız yerleri tercih ederek halvet/uz-let hayâtını tercih etmeleri bir çok tarîkat tarafından genel kabul gör-müş ve bu, bir şeyhin gözetiminde, belli bir zaman dilimi içinde (genellikle kırk gün) çilehâne veya halvethâne denilen dış dünyaya kapalı küçük mekanlarda uygulanan özel şekliyle müridlerin mânevî terbiyesi için önemli bir unsur olarak kullanılmıştır. Zeynüddin Hâfî bir gün boyunca mürîdin yapması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde kay-dettiği gibi, halvete giren mürîdin uyması gereken şartları da Cüneyd-i

6 1 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudşiyye, vr. 17b-18b.

Page 94: reşat öngören zeyniler

Bağdâdî'nin tarikat esasları olarak bilinen sekiz maddeyi62 naklederek Vasâyâ'da zikretmiştir. Buna göre, 1. Devamlı abdestli olmak, 2. Hal-veti bozmamak (Müddeti dolmadan halvetten çıkmamak), 3. Devam-lı oruçlu olmak, 4. Devamlı zikretmek (Tarif edildiği şekilde tevhid zikri yapmak), 5. Zikrin dışında sükût etmek, konuşmamak, 6. Gelen havâtırı (mesajlar) ister hayır ister şer olsun kalbinden çıkarmak, onu defetmek, 7. Devamlı şeyhle kalbî râbıta içinde olmak, 8. Allah'tan gelen her şeye; lehine ya da aleyhine olan bütün hallere rızâ göster-mek ve şeyhe itirazda bulunmamak.63

^Halvetteki müridin dışarı ile irtibâtı kesik olduğundan bir kişi ona namaz vakitlerini hatırlatmalıdır. Halvette sâdece farz ve sünnetler kılınır, diğer nâfilelerle vakit bölünmez. Zira bütün, amelleri yerine getirmeye çalışmak, kalb huzûrunu bozabilir. Müridin yemeği de hazırlanarak önüne konmalıdır.64 Orucunu akşam namazından evvel açar, ancak yemeği yatsıdan sonraya bırakır. Daha da güzeli seher vaktine bırakmasıdır. Ama eğer yeme arzusu çok fazla ise, akşamla yatsı arasında da yiyebilir.65 Mürid yemeğini getirenlerle konuş-madığı gibi,66 teberrük kastıyla ziyâretine gelenlere de kapısını aç-mamalıdır.67 Halvet sırasında yaşadığı halleri ve gördüğü rûyâları şeyhine tam olarak anlatır.68 Rûyâlarını şeyhinden gizleyen ya da noksan veya fazla şekilde anlatan hiyânet etmiş sayılır.69 Ayrıca kev-nî kerâmetlere ermek için ihlas şartına riâyet etmeden şeyhinden izin-siz halvete girenler şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Zira şeytan Resûlullah'ın ve irşadla izinli şeyhin dışında bir kısım sâlihlerin süre-rine girebilir ve ona bâtılı Hak olarak gösterebilir.^0

6 2 bk. Necmüddin Kübrâ, Fevâihu'l-cemâl ve fevâtihu'l-celâl (nşr. Mustafa Kara, müellifin diğer iki risâlesiyle birlikte), İstanbul 1980, s. 94.

6 3 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23b-27a. 6 4 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23a-b. 6 5 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 24b. 6 6 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23a. 6 7 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 27b. 6 8 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 29a. 6 9 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 30b-31a. Şeyh Hâfî rûyâda görülen sembol-

lerin ne anlama geldiklerini Vasâyâ'da anlatmıştır (bk. vr. 40a-43a). 7 0 Hâfî eserinde izinsiz halvete giren bir dervişi şeytanın Hızır sürerinde

görünerek nasıl aldattığını anlatmıştır (Hâfî, el-Vasâya'l-kudsiyye, vr. 29a-b).

VI. Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi Klasik dönem tasavvuf kaynaklarında genellikle "şerîat-hakîkat"

birlikteliği şeklinde ifâde edilen, daha sonra ise "şerîat-tarîkat-hakîkat" şeklinde de formüle edilmiş olan anlayış, Zeyniyye'nin benimsediği önemli özelliklerden biridir. Bu anlayışa göre şeriatla hakîkat biribirlerinin zıddı değil tamamlayıcısıdır. Biri Allah'a giden yolun zâhiri, diğeri ise bâtını niteliğindedir. Şeriat kulluk vazifesini yerine getirmek, hakîkat ise rubûbiyeti müşahede etmektir. Süt içinde yağın varlığı gibi şeriat içinde de hakîkat vardır. Dolayısıyla hakîkatı olmayan şeriat âtıl, şerîatsız hakîkat ise bâtıl olarak kabul edilmiştir.71

Zeynüddin Hâfî Allah'ın emirlerine ve Resûlullah'a hem "zâhir", hem "bâtın" hem de "sır" yönünden uyulması gerektiğini belirtmiş,72 Zey-niyye'nin âlim müntesiplerinden Mevlâ Musannifek de "sûfî"yi an-latırken, "Şeriatı bilip yaşayan ve tarikatla hakîkatı birliştiren kimse" şeklinde târif etmiştir.73 Bu sebeple tarikata girenler yol alabilmek için öncelikle şeriat kurallarına uymalı; davranışlarında Resûlullah'ı örnek almalıdır.74

Şeriat kurallarına uymadan tasavvuf yolunda ilerlemenin müm-kün olmadığını belirten Zeyniyye ricâli, inanç ve amel noktasında ehl-i sünnet çizgisinden sapılmaması husûsunda da ısrarlı olmuşlardır. Zeynüddin Hâfî özellikle Menhecü'r-reşâd isimli eserinde ve kısmen de el-Vasâya'l-Kudsiyye''de bid'at ehli grupların bozuk inançlarına işâret etmiş, müridlerini onlardan uzak durmaları ve ehli sünnet çiz-gisini tâkip etmeleri konusunda uyarmıştır.75 Ona göre bid'atlerle kir-lenen kalbin ibâdet ve tâatle nurlanması mümkün değildir. Bütün ârif-ler müctehid imamların görüşlerine uyup ehl-i sünnet ve'l-cemâat çiz-

7 1 bk. Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 9b. 7 2 bk. Hâfî, İcâzetnâme (Abdürrahim Rûmî'ye), Süleymâniye Ktp., Yazma Bağış-

lar, nr. 71, sonunda iki varak. Zeynüddin Hâfî'nin açıklamasına göre "sır" yönünden uymak demek, yalnızca Allah'a teveccüh etmek ve başka hiçbir şeye iltifat etmemek demektir.

7 3 Musannifek Alâeddin Ali b. Muhammed, Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz, İs-tanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nûri Ergin, nr. 513, vr. 30a.

7 4 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 6b; Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 9a. 7 5 bk. Hâfî, Menhecü'r-reşâd, tür. yer.; a.mlf., el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b.

Page 95: reşat öngören zeyniler

gisini takip etmek sûretiyle yüksek derecelere çıkmışlardır. 76<£Hâfî'nin ayrıca ehl-i sünnet çizgisini koruma noktasında müridlerine adı geçen iki eseriyle birlikte Şihâbüddin Sühreverdî'nin sünnî tasavvuf esas-larını anlattığı Avârifu'l-maârif ini ve ehl-i sünnet inançlarını kaydet-tiği A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka isimli eserini okuttuğu, halîfelerine de bu eserleri okutmaları için icâzet verdiği bilinmek-tedir.77 Onun ehli sünnet inançlarını öğrenmeleri ya da öğretmeleri için müridlere her gün belli bir zaman dilimi ayırdığı da yukarıda yir-mi dört saatlik program anlatılırken kaydedilmişti.)

Zeynüddin Hâfî'den sonra Abdüllatif Kudsî/Makdisî, Mevlâ Musannifek, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî gibi ileri gelen Zeyniyye ricâlinin eserlerinde bu husûsa temas etmiş olmaları; konu ile ilgili hassasiyetin tarikatta devam ettiğini göstermektedir. Kudsî Hâdi'l-kulûb isimli eserinde bunu ilk bölümde "Akîdetü's-sahîha" başlığı al-tında ele almış, tasavvufî meselelere daha sonra geçmiştir.78 Onun Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad isimli eserinin de bâtıl mezhep ye tarikatlara karşı bir reddiyye niteliğinde olduğu belirtil-mektedir.79 Mevlâ Musannifek ise Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz isimli eserinde bu husûsa bir bölüm ayırmış ve Şeyh Hâfî'den naklen, "Mürîd ehl-i sünnetin ortaya koyduğu görüşleri öğrenip inançlarını ona göre düzeltmeli, şeriatı düzgün yaşayabilecek kadar ilim tahsil et-melidir" şeklinde uyarıda bulunmuştur.80 Sivâsî'nin de Cezzâbü'l-kulûb'un ilk bölümlerinde ilim, îman, îslâm gibi konulara yer verdiği, ondan sonra tasavvufî meselelere geçtiği görülmektedir.81

Zeyniyye'de amele taalluk eden konularda dört büyük mezhebin görüşlerini ihtiyâten cem etme esâsı benimsenmiştir. Meselâ Hanefî

7 6 Hâfi, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b. 7 7 bk. Hâfi, îcâzetnâme (Abdürrahîm Rûmî'ye), Süleymâniye Ktp., Yazma Bağış-

lar, nr. 71, sonunda iki varak. Zeynüddin Hâfî'nin okutup icâzet verdiği eser-ler arasında bir de İmam Nevevî'nin "Kırk Hadis Mecmûası" {Erbaîn) bulun-maktadır.

7 8 bk. Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 167. 7 9 Kara, "Abdüllatîf Kudsî", DİA, I, 257-258. 8 0 Musannifek, Hallü'r-rumûz, vr. 22a. 8 1 bk. Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Ef., nr. 3257, vr. 143b-170b.

bir mürid abdest alırken Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin görüşlerini de dikkate alarak abdest almalıdır. Eğer görüşleri bir araya getirmek mümkün olmazsa o zaman ihtiyat açısından en uygun olan görüş hangisi ise o tercih edilir. Tarikatın kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî bu görüşü kendisinin ortaya atmadığını, aksine önceki meşâyih tarafından da uygulanageldiğini belirtmekte,82 bu prensip gereği, daha önce de kaydedildiği gibi, Vitir namazında Kunut duâlarmm Hanefî ve Şâfiîlerin görüşleri birleştirilerek okunmasını tavsiye et-mektedir.83 Daha sonra Şeyh Vefâ da Kunut'la ilgili aynı görüşleri tek-rarlamıştır.84 Vefâ ayrıca müridin yapması gerekenleri sıralarken mez-kûr anlayış sebebiyle "İster Hanefî ister Şâfiî mezhebinden olsun, her namaz öncesi misvak kullanır" demektedir.85 Şeyh Vefa'nın bizzat kendisinin de Hanefî olduğu halde imâmet sırasında Şâfiîler gibi Bes-mele'yi açıktan okuduğu ve celse-i istirâhate oturduğu86 daha önce il-gili bölümde kaydedilmişti.

VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd Tevhid konusunda tasavvuf ehlinin bir kısmının "vahdet-i vücûd"

görüşünü, bir kısmının ise "vahdet-i şühûd" anlayışım benimsediği bilinmektedir. "Varlığı bir bilme; Allah ve O'nun tecellîlerinden baş-ka varlık olmadığını idrak etme" şeklinde ifâde edilebilecek olan vah-det-i vücûd görüşünü ilk defa sistemli olarak Muhyiddin İbnü'l-Arabî ortaya koymuştur. Vahdet-i şuhûd ise "Her şeyi Allah ve O'nun tecel-lîleri olarak görme, O'ndan başkasını görememe hâli" diye ifâde edil-mektedir. Bâyezîd-i Bistâmî'nin "Süphânî mâ a'zame şânî" (Kendimi

8 2 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b-6a. 8 3 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 18a. 8 4 Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2561,

vr. 121a-b. 8 5 a.g.e., vr. 5b. 8 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559-560; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 177, 239;

Tâcü't-tevârîh, II, 499-500. Şeyh Vefâ'nın bu uygulamasının bâzı âlimlerce halt-ı mezâhip (mezheplerin görüşlerini birbirine karıştırma) şeklinde değer-lendirilip engellenmek istendiği bilinmektedir (bk. Vefâ ile ilgili bölüm).

Page 96: reşat öngören zeyniler

teşbih ederim, şâmm ne yücedir), Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hak" (Ben Hakk'ım) sözlerini söylerken bu hâli yaşadığı kabul edilir. Bu hal geçtikten sonra sâlik Hak ile halkı ayrı ayrı görür. Vahdet-i vücudda varlığın bir olduğunu bilme ve idrak etme söz konusu iken vahdet-i şühudda belli bir süre için varlığı bir görme söz konusudur. Zeyniy-ye'nin kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin yukarıdaki görüşlerden vahdet-i şühûdu benimsediği söylenebilir. Bunu Nefehâtü'l-üns'de kaydedilen şu görüşlerinden çıkarmak mümkün olmaktadır:

Mutlak vahdet zât tecellîsinde olur. Sıfatların tecellîsi esnâsında müşâhede edilen vahdet, o sıfatların mânâlarıyla kayıtlı ve sınırlıdır... Bu vahdetin müşâhedesi bütün sıfatların zımnındaki vahdeti müşâhededen mahfuz olmakla tamam olur. Ve ikilik bu müşâhedede ortadan kalkar.87

«̂ Yine Hâfî sâlikin tevhid zikri sırasında son merhalede "Lâ ilâhe illallah" derken "Lâ mevcûde illallah" mânasına niyet etmesini ve böylece tevhid nûrunun ortaya çıkacağını belirtmekte, ancak bu noktanın ayakların kaydığı çok tehlikeli bir nokta olduğunu, sâlikin burada çok dikkatli olması gerektiğini dile getirmektedir.88 Hâfî'ye göre varlığın birliği görüşü bâtıldır. İbnü'l-Arabî'nin Fütûhât-ı Mek-kiyye ve Füsûsü 'l-hikem' de ortaya koyduğu vahdet-i vücûd an-layışına itikad etmek gerekmez.89 "Allah'ın zâtında taayyün yoktur, ancak oluşta (kevn) taayyün vardır" demek, akaidi ifsad etmekten başka bir şey değildir^0

Zeynüddin Hâfî bununla birlikte varlık mertebelerini, ilk mertebe olan taayyünsüzlük (Lâtaayyün) mertebesi hâriç, İbnü'l-Arabî ve on-dan önceki bâzı meşâyihin görüşüne uygun bir şekilde açıklamakta, Allah'ın (c.c.), sıfatlarının mazharları zuhur etmeden önce zâtıyla zâtı üzerine tecellî ettiğini, ilk olarak nurların nûru, mazharların mazharı olan Muhammed Mustafâ'nın (a.s.) rûhunu zuhûra getirdiğini ve

8 7 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564. 8 8 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 12a. 8 9 Hâfî, Menhecü'r-reşâd, vr. 76a-b. 9 0 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 33a. İbnü'l-Arabî'ye göre ilk mertebede

(Lâtaayyün) Allah için hiçbir taayyün söz konusu değildir.

bütün yaratıkların Allah'ın sıfatlarının muktezâsına uygun şekilde or-taya çıktığını ifâde etmektedir,91

Öyle anlaşılıyor ki Zeynüddin Hâfî tevhid konusunda vahdet-i şühûd tarafını benimser gözükmekle birlikte, vahdet-i vücûda da top-yekün karşı çıkmamış, muhtemelen yanlış anlaşılacağından çekindiği için varlığın birliği konusunda ihtiyatlı bir dil kullanmayı tercih etmiş-tir. Bu noktada Reşebât müellifinin kaydettiği şu olay konuya açıklık getirmesi bakımından oldukça önemlidir:^ Bir gün Herat'ta Şeyh Bahâeddin Ömer, sohbetine katılan Nakşibendiyye şeyhi Ubeydullah Ahrar'a şehirde neler konuşulduğunu sorar? O da varlık konusunda dervişler arasındaki bir tartışmaya işâret ederek, Şeyh Zeynüddin ve arkadaşlarının "heme ez ost" yâni "her şey O'ndandır" dediklerini, Seyyid Kasım ve müridlerinin ise "heme ost" yâni "her şey O'dur" dediklerini nakleder. Bu haber üzerine Bahâeddin Ömer "Şeyh Zey-nüddin ve taraftarları doğru söylüyor" der ve bu görüşün doğ-ruluğunu ispat için deliller sıralamaya başlar. Ubeydullah Ahrar "Bu deliller hep Seyyid Kâsım'ın görüşünü te'yid ediyor" diye mukabele edince, şeyh daha farklı ve güçlü deliller ortaya koyar, ancak onlar da yine Seyyid Kâsım'ın görüşlerini doğrular nitelikte olur. Ahrar şeyhi dinledikten sonra şu kanâate vardığını nakleder: "Anladım ki şeyhin murâdı şu imiş: Bâtın bakımından Seyyid Kâsım'ın görüşüne inanmak gerekir, ama zâhirde Şeyh Zeynüddin ve taraftarlarının inandığı gibi görünmek lâzımdır^"92

C Zeynüddin Hâfî Îbnü'l-Arabî'nin tevhid konusu dışında daha baş-ka bir kısım görüşlerine de itirazlarda bulunmuştur. Bunlar "hatmü'l-velâye" görüşüyle, Firavun'un imânlı öldüğüne dâir görüşüdür. Ona göre İbnü'l-Arabî'nin kendisini "hatmü'l-velâye" (veliliğin en son mütekâmil temsilcisi) olarak takdim etmesi bir şathiyyedir. Zîra veliliğin en son mütekâmil temsilcisi, geleceği vâdedilen Muhammed el-Mehdî olacaktır.93 Firavun'un imânı ise, "îman-ı ye's" olduğu için makbul değildin?4

9 1 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 33a. 92 Reşehât Tercümesi, s. 351. 9 3 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 22a. 9 4 Hâfî, Menhecü'r-reşâd, vr. 76a-b.

Page 97: reşat öngören zeyniler

Herat câmiinde vahdet-i vücûdun derin meselelerini halka anlat-mağa kalktığı için Zeynüddin Hâfî tarafından şiddetle tenkid edildiği daha önce kaydedilen Derviş Ahmed Semerkandî'nin,95 İbnü'l-Arâbî'nin yukarıdaki görüşleriyle ilgili Hâfî'den farklı düşündüğü an-laşılmaktadır. Uzun yıllar Nakşibendiyye'den Alâeddin Attar'ın hiz-metinde bulunduktan sonra Şeyh Hâfî'ye intisap ettiği bilinen Semer-kandî, İbnü'l-Arabî'nin varlıkla (vücud) ilgili bütün söylediklerinin ve Firavun'un imânlı öldüğüne dâir görüşünün bizzat Resûlullah tarafın-dan mânâ âleminde te'yid edildiğini belirtmiştir. Molla Câmî Semer-kandî'ye âit bir Fusûsü'l-hikem nüshasının sonunda, onun yaşadığı bir hâdiseyi şu şekilde kaydettiğini nakletmektedir:

Resûlullah (a.s.) İbnü'l-Arabî'nin Fusûsü'l-hikem'ini okutmam, husûsunda bana işârette bulunduktan sonra Dervişâbâd'da halvete girmiştim. Burada yine Resûlullah'ı gördüm ve sordum: Firavun'un îmanı konusunda ne dersiniz? "Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin dediği gibi tertemiz gitti" buyurdular. Tekrar sordum: Yâ Resûlallah vücud (varlık) konusunda ne dersiniz? Şöyle buyurdular: "Görmezmisin ki İbnü'l-Arabî vücûd kadîmde kadîm, hâdisde hâdisdir" diyor. Sonra şöyle devam ettiler: "...Ulûhiyetin mazharı olduğun için, sıfât-ı ilâhiy-yenin sende zuhûru sebebiyle sen ilâhsın. Sınırlı oluşundan, taay-yününden ve yaratılmışlığından dolayı da kulsun."96

Zeynüddin Hâfî'nin Firavun'un îmanı ve hatmü'l-velâye gibi meselelerde değişik görüş belirtmesi ve tevhid konusunda bâzı farklı görüşler ortaya koyması sebebiyle, İbnü'l-Arabî'ye ve vahdet-i vücûd anlayışına tamâmen karşı olduğu şeklinde bir fikre kapılmanın doğru olmayacağına yukarıda işâret edilmişti. Kendisinden sonra Zeyniy-ye'yi temsil edenlerin İbnü'l-Arabî ve vahdet-i vücudla ilgili düşün-celeri dikkate alındığında, onun bu anlayışının muhtemel bâzı en-dişelerden ileri gelmiş olabiyeceği fikri daha da kuvvet kazanmak-tadır. el-Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserine yapılan tercümelerin birin-de97 mütercim onun "hatmü'l-velâye" ile ilgili görüşünü anlatırken,

9 5 bk. "Zeyniyye'nin Horasan bölgesinde yayılışı" bölümü. 9 6 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549-550. 9 7 bk. Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2624, vr. 23a.

"Burada Hâfî -hâşâ- İbnü'l-Arabî'nin ilmini yahud hâlini inkar et-miyor, belki bu zamanın sâliklerinin çoğu onu anlayamayacakları için bu şekilde bir açıklama yapıyor", şeklinde bir değerlendirme yapmış olması bu açıdan önemlidir. Öte yandan Hâfî'den sonra tarîkatın Horasan'da yayılmasında önemli etkileri bulunan iki büyük halîfesin-den biri Sadreddin Revvâsî'nin Fusûsü'l-hikem dersleri vermesi,98

tarîkatın Hicaz bölgesindeki temsilcileri Ahmed Şinnâvî, Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî, İbrâhim Kûrânî gibi şahsiyetlerin99 ve Mısır'da faaliyetini sürdüren önemli âlimlerden Zekeriyya Ensârî'nin100 gerek sözleri gerekse eserleriyle vahdet-i vücûd anlayışını savunmaları, Anadolu'da faaliyet gösteren Pîrî Halîfe'nin Fusûsü'l-hikem'e şerh yazması ve vahdet-i vücûd meselelerini talebeleriyle müzâkere et-mesi,101 Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Ek-beriyye mektebinin ileri gelen bir temsilcisi olarak bilinmesi,102

Anadolu ve İstanbul'da faaliyet gösteren Şeyh Vefâ'nın İbnü'l-Arabî'nin görüşlerine uygun olarak varlık mertebelerinden söz et-mesi103 ve Firavun'un îmanı ile ilgili yöneltilen soruya "Keşke İbnü'l-Arabî gibi iki mümin bizim hakkımızda da böyle şehâdet etse" şeklin-de mukabelede bulunması104 göstermektedir ki, Zeynüddin Hâfî'den sonra tarikatta tevhidle ilgili hâkim görüş vahdet-i vücûd şeklinde or-taya çıkmış ve devam etmiştir.

9 8 Nevâî, Mecâlis, s. 29. Kaydedildiğine göre Sadreddin Revvâsî Fusus derslerini müridleri arasına katılan Bedahşan şâhına vermekteydi.

9 9 Bu şahısların faaliyetleri ve eserleri için bk. "Ebulfütûh Nûreddin Ahmed" bölümü.

1 0 0 Abdülvahhâb Şârânî'nin de hocası olan Zekeriya Ensârî'nin faaliyetleri ve eserleri için bk. "Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî" bölümü.

1 0 1 Pîri Halîfe ve eseri için bk. "Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'deki Zeyniyye Tek-kesi" bölümü.

1 0 2 Tam adı Şemsüddin Muhammed b. Hamza olan bu zât için bk. "Molla Fenârî" bölümü.

1 0 3 Vefâ, Sâz-t İrfâtı, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652, vr. 22a-23a. 1 0 4 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, 559 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238-239; Vassâf,

Sefine, I, 271.

Page 98: reşat öngören zeyniler

SONUÇ ZEYNÎLİĞİN TESİRİNİ YİTİRİŞİ

(Mühmel Sebepler)

XV yüzyılın başlarında Herat'da kuruluşunun ardından Horasan, Anadolu, Rumeli ve Hicaz bölgeleriyle Sûriye, Mısır ve Hindis-

tan'da kısa süre içinde geniş bir çoğrafyaya yayılan Zeynîliğin, XVI. yüzyıldan itibaren etkisini yitirmeye başladığı gözlenmektedir. Yayıl-dığı her bölgede sıradan halkın yanı sıra ilmiye mensupları ve devlet adamlarının da dikkatini çekmeyi başaran bu tarikat, XV asrın en ön-de gelen tarikatları arasında sayıldığı halde acaba neden çok uzun süre tesirini sürdürememiştir? İşte sonuç bölümde bunun muhtemel sebepleri üzerinde durulacaktır.

Zeyniyye'nin etkisini yitirmesinin sebepleri bahsinde öncelikle bu tarikatın kısa süre içinde çok geniş coğrafyaya yayılmasmdaki temel sâikleri görmek ve bu sâikler çerçevesinde tesirini yitirişinin sebepleri üzerinde durmak isabetli sonuçlara ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Böyle bir yaklaşımla ayrıca, Alman Türkolog H. J. Kissling ve benzer-lerinin tarikatın özellikleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan ileri sürdükleri, "Osmanlı devletinin sünnîleştirilmesi üzerine Zeyniy-ye bu karakteri taşımadığı için etkisini yitirmiştir", şeklindeki kanâat-

Page 99: reşat öngören zeyniler

lerinin105 yanlışlığı da ortaya çıkacaktır. Tarikatın âdâbı ve erkânı an-latılırken üzerinde durulduğu gibi, Zeyııiyye'de prensip olarak şerîat-tarîkat-hakîkat birlikteliği benimsenmiş ve ehl-i sünnet çizgisinden sapılmamasına özen gösterilmiştir. Tarikatta bâtın ilimleriyle birlikte zâhir ilimlerine de ayrı bir önem atfedilmiş olması bunun bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Bu özelliğin oluşmasında tarikatın kuru-cusu Zeynüddin Hâfı'nin tutumunun birinci derecede etkisi olduğu açıktır. Nitekim onun, halîfesi Muhammed Tebâdegânî (Ö.891/1486) çocuk yaşta kendisine mürid olmak istediğinde, önce zâhir ilimlerini tahsil etmesini tavsiye ettiği,106 ayrıca tarikata girenlerin yirmi dört saatini düzenlerken tasavvufî vazifelerin yanı sıra ilmî mütâlaa ve araş-tırmalar için de zaman ayırdığı bilinmektedir.107 Bu iki husus; yâni şerîat-tarîkat birlikteliği ve bâtın ilimlerinin yanında zâhir ilimlerine de değer verilmesi, Zeyniyye'ye ilmiye çevrelerinin çokça rağbet et-mesini sağlayan temel sebeplerden olmuştur. Zira şeriat ilimleri de denilen zâhir ilimlerini tahsil eden şeyhler, öncelikle kendi bünyelerin-de oluşturdukları zâhir-bâtın dengesini tarikatın temel prensiplerinden biri olarak öne çıkarmışlar, böylece tekkelerini ilim ehli kimseler için de birer câzibe .merkezi hâline getirmeyi başarmışlardır. Ne var ki bu özelliğin çok uzun süre devam etmediği ve buna paralel olarak tarika-ta rağbetin de zamanla kaybolduğu anlaşılmaktadır. Nitekim XV yüz-yılda zikredilen özellikleriyle dikkati çeken Zeyniyye şeyhlerine daha sonraki asırlarda, bir iki istisna dışında pek rastlanmamaktadır. Meselâ Horasan'da Zeynüddin Hâfi'nin halîfesi Muhammed Tebâdegânî'nin yerine geçen oğlu Şeyh Hamîdüddin (ö. 917/1511) irşad postuna otur-duğunda108 henüz zâhir ilimlerini ikmâl etmemişti.109 Ayrıca saflığı sebebiyle Mevlânâ Muhammed Arab gibi bir sahtekârı uzun yıllar kötü niyetini farketmeden dergâhta dervişleri arasında tuttuğu nak-

1 0 s Kissling, Zejhtje Orden, s. 166, 179. 1 0 6 Nevâî, Nesâyim, s. 396-397. 1 0 7 bk. "Tarîİcatm Âdâbı ve Erkânı" bölümünde "Müridin Yirmi Dört Saati..."

kısmı. 1 0 8 Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995,

s. 28 ; Nevâî, Nesâyim, s. 398 ; ayrıca bk. Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr, I, 328. 1 0 9 Nevâî, Mecâlis, s. 132.

ledilmektedir.110 Öyle anlaşılıyor ki, Şeyh Hamîdüddin Herat'ta babasının yerini dolduramamıştı. Horasan'daki bu duruma benzer olayların hemen hemen aynı târihlerde Rumeli ve Anadolu'da da mey-dana geldiği görülüyor. Örneğin İstanbul'da muhtelif ilimlere vukûfu sebebiyle âlim, sanatkâr ve mütefekkirlerin uğrak yeri haline gelen Şeyh Vefâ'nın (ö. 896/1491) tekkesi, onun vefâtından sonra yerine geçen Ali Dede (ö. 917/1511-12)111 ile birlikte âdeta sessizliğe bürün-müştür. Öyle ki dönemin kaynakları Fâtih ve II. Bâyezid devri İstan-bul'unun en önemli tarikat merkezlerinden birinde yirmi sene gibi uzun müddet hizmet vermiş olan bu zâtın faaliyetleri ve yerine geçen halîfeleri hakkında neredeyse hiç bilgi vermemişlerdir. Öte yandan Eğirdir'deki Zeyniyye tekkesi de Şeyh Mehmed Çelebi'den (Muhyid-din Mehmed b. Pîrî Halîfe, Ö.898/1493) sonra yerine geçecek kimse olmadığı için bir müddet boş kalmıştır.112 Gerçi daha sonra burada posta oturan Burhâneddin Efendi (Ö.970/1562-63) zamanında tek-kenin oldukça etkili bir faaliyet içine girdiği görülmektedir. Fakat on-dan sonra burası da yavaş yavaş etkisini yitirmiştir. Zeyniyye tekkeleri içinde diğerlerine göre daha uzun müddet faaliyet gösterdiği anlaşılan Bursa'daki dergâh ise ancak XVIII. asrın ortalarına kadar devam edebilmiş, bu târihten sonra Zeynîler'in kontrolünden çıkarak başka tarîkat mensuplarının tasarrufu altına girmiştir.

Bir kısım kayıtlardan Hicaz bölgesi ile Sûriye, Mısır ve çevresin-de bâzı Zeyniyye silsilelerinin XIX. yüzyılın başlarına kadar etkisini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. 1890'lı yıllarda Kuzey Afrika ülkelerin-de yapılan sosyolojik-etnolojik çalışmalarda Cezayir'de tesbit edilen on iki tarikattan birinin 3000 mürid adediyle Zeyniyye olması,113

1 1 0 Nevâî, Mecâlis, s. 132. Nevâî, Mevlânâ Muhammed Arab'ı şâirler tezkiresi Mecâlis'in ikinci meclisinde kaydetmiştir. Orada verdiği bilgiye göre, bu zâtın saltanat sevdası güttüğü ortaya çıkınca sultan tarafından şehirden sürülmüş-tür (s. 29-30).

1 1 1 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 351; Tâcü't-tevârîh, II, 582 ; Âlî, Künhü'l-abbâr, vr. 167a; Mir'âtü'l-mekâsıd, s. 39 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.

1 1 2 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42a. 1 1 3 Kadir Özköse, "Başlangıcından Günümüze Kadar Afrika'da İslâm ve Tasav-

vuf", Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, VII (2001), s. 161-162.

Page 100: reşat öngören zeyniler

bu tarîkatın ayrıca Kuzey Afrika'nın değişik ülkelerinde de yayıl-dığını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak bu bölgede devam eden silsilelerde şeyhlerin aynı zamanda Zeyniyye ile birlikte diğer bir çok tarikattan icazetli oldukları, hatta bunların bir kısmının böl-gede Zeyniyye'nin dışında bir tarikatın temsilcisi olarak tanındık-larını da bilmek gerekir. Bu durumda Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri vasıtasıyla bölgede devam eden silsilelerin yanlızca Zeyniyye'ye ait olduğunu ve faaliyetlerini bu tarikat adına sürdürdüklerini iddia et-mek isâbetli olmaz.

Zeyniyye'nin tesirini yitirmesinde, zamanla diğer bazı tarikat-ların öne çıkması ve bunlarla Zeyniyye arasında yaşanan rekabetin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Horasan ve çevresinde öne çıkan tarikatlar arasında Ubeydullah Ahrâr ile temsil sedilen Nakşibendiy-ye dikkat çekmektedir.114 Zeynüddin Hâfı daha hayatta iken Zeyniy-ye ile Nakşibendiyye arasında ciddî bir rekabetin yaşanmaya başlan-dığı; Zeynüddin Hâfî ve taraftarlarının etkisini kırmak için Ubeydul-lah Ahrar'm önemli faaliyetler içine girdiği, Reşehât müellifinin kayıtlarından anlaşılmaktadır. Nakledildiğine göre bu iki tarikat arasında ilk defa ciddi olarak Hâfî'nin müridi Derviş Ahmed Semer-kandî yüzünden gerginlik yaşanmış;115 Zeynüddin Hâfî camî kür-süsünden "vahdet-i vücud" meselelerini halka anlatmaya kalkan bu müridini vaaz etmekten alıkoyunca, ona Ubeydullah Ahrâr sâhip çık-mıştır. Bu olayla ilgili olarak Ahrâr'ın "Gençliğimde Zeynüddin Hâfî ile muâraza eyledim ve galip geldim" dediği kaydedilmektedir.116

Ahrâr ayrıca Hâfî'nin kendisine büyük bir zât gibi görünmediğini, fikirlerini benimsemediği için çok az kere ziyâret ettiğini, bir ara yanına gittiğinde onu istiğrak hâlinde bulduğunu, rahatsız etmemek

1 1 4 bk. Hamid Algar, "Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 459. Daha önce de işaret edildiği gibi aslında Zeyniyye ile Nakşibendiyye arasında çok güzel ilişkiler vardı. Ancak bu ilişkilerin Hâfî'nin yaşlılık döneminde Nakşibendiyye'nin başına geçen Ubeydullah Ahrar ile birlikte nisbeten bozulduğu anlaşılmak-tadır.

1 1 5 Geniş bilgi için bk. "Zeyniyye'nin Horasan'da Yayılışı" bölümünün "Derviş Ahmed Semerkandî" kısmı.

116 Reşehât Tercümesi, s. 156-157.

için huzûrunda sessizce beklerken, ders okumak isteyen bir grup müridinin gelip onu rahatsız ederek edebsizlik ettiklerini, zaman sonra ise şeyhin o müridlerden birine hilâfet verdiğini söylemekte,117

böylece yetiştirdiği halîfelerinin de aslında pek yeterli kimseler ol-madığını îmâ etmektedir.

Öte yandan Ubeydullah Ahrar'm Reşâhafda kaydedilen şu rûyâları da Zeynüddin Hâfî ile mücâdelesinin boyutlarını göstermesi bakımından önem arzetmektedir: Nakledildiğine göre Ahrar rüyada kendisini geniş bir cadde üzerinde dururken görür. Zeynüddin Hâfî bu caddeden ayrılan küçük yollardan birisiyle onu köyüne götürmek ister. Ancak Ahrâr'ın ana caddeyi bırakıp küçük yoldan gitmeye gön-lü râzı olmaz. Daha sonra Seyyid Kasım beyaz bir at üzerinde "Gel seni ana caddeden şehre ulaştırayım" diyereik alır götürür. Bir başka rûyâsında da Ahrar kendisini Zeynüddin Hâfî'ye âit bir evden geçer-ken görür. Hâfî'nin müridleri kendisine evde kalmasını teklif ettikleri halde o bunu kabul etmez. Oradan uzaklaştıktan sonra ise çok temiz ve aydınlık bir yere ulaşır...118

Nakşibendiyye'nin yalnızca Horasan bölgesinde değil Anadolu'da da Zeyniyye'nin etkisini kırdığı anlaşılmaktadır. Ancak bu coğrafyada Nakşibendiyye ile birlikte Halvetiyye ve Bayrâmiyye'nin yükselişleri de Zeyniyye'nin geri plana düşmesine sebep olmuştur. Özellikle XV yüzyılın son çeyreğinden itibaren meydana gelen bâzı olaylar Hal-

' vetiyye ile Bayrâmiyye'nin yükselmesini, Zeyniyye'nin ise gerilemesi-ni beraberinde getirmiştir. Kaydedildiğine göre Sultan II. Bâyezid Amasya'da vâlî iken Halvetiyye'den Şeyh Çelebi Halîfe (Cemal Hal-vetî, ö. 899/1494) ve Bayrâmiyye'den Şeyh Muhyiddin Yavsî ile çok samimi ilişkiler kurmuş ve her ikisinden de el almıştı.119 Babası Fatih Sultan Mehmed'in vefâtı üzerine İstanbul'da tahta oturduktan sonra

117 Reşehât Tercümesi, s. 349-351. 118 Reşehât Tercümesi, s. 349-350. 1 1 9 Çelebi Halîfe'ye intisap ettiğini Lemezât müellifi Hulvî (s. 430) haber ver-

mektedir. Muhyiddin Yavsî'den el aldığını ise Nişancı Mehmed Paşa ile Gelibolulu Mustafa Âli kaydetmişlerdir (Nişancı Târihi, s. 161; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 166b.

Page 101: reşat öngören zeyniler

II. Bâyezid bu iki §eyhi başkente davet etti120 ve burada teşkilatlan-malarına imkân sağladı. Bu gelişme devlet adamlarının Halvetiyye ve Bayrâmiyye'ye rağbet etmesine ve böylece bu tarikatların öne çık-masına sebep olmuştu.121

Ayrıca Lâmiî Çelebi'nin kaydettiği Fâtih Sultan Mehmed devrin-de Halvetiyye ile Zeyniyye arasında bir çekişme ve rekabetin yaşan-dığını gösteren bir olaya da burada işâret edilmelidir. Rivâyete göre Halvetiyye büyüklerinden Şeyh Ali Rûmî'ye İstanbul'da bir çok ileri gelen devlet adamı ve dîvan üyeleri mürid olunca Fâtih "arz-ı sal-tanat" endişesiyle şeyhin başkenti terketmesini istemiş, o da buradan ayrılıp gitmişti. Bu olayda Zeyniyye şeyhlerinden Abdüllatîf Kud-sî'nin Bursa'daki halîfesi Tâcüddin İbrahim Karamanî'nin (Tâcüddin Halîfe, ö. Safer 872/Eylül. 1467) önemli rolü olduğu, Şeyh Ali Rûmî'nin İstanbul'dan uzaklaştırılması için dervişlerini onun aley-hine çalıştırdığı nakledilmektedir.122 Zeyniyye'nin gâlibiyyeti ile neticelendiği anlaşılan bu olaydan sonra, Fâtih Sultan Mehmed'in ölümü öncesi ve sonrasında meydana gelen bir kısım olayların ise Zeyniyye'yi; özellikle de Şeyh Vefâ ile devam eden silsilesini çok olumsuz etkilediği görülmektedir. Vefâ bahsinde genişçe temas edil-diği gibi, siyâsî olarak Fâtih'in oğlu Şehzâde Bayezid ile sadrâzamı Karamânî Mehmed Paşa'nın taraf olduğu bu olaylarda,123 sadrâzama destek olan Şeyh Vefâ ile Şehzâde Bayezid yanında yer alan Halvetiy-ye şeyhi Çelebi Halîfe de ister istemez karşı karşıya gelmiştir. Olay

1 2 0 Çelebi Halîfe için bk. (Hulvî, Lemezât, s. 432) , Muhyiddin Yavsî için bk (Taş-köprîzade, eş-Şekâik, s. 343; Ali Çelebi, el-Ikdü'l-manzûm fi zikri efâdıli'r-Mm [eş-Şekâiku'n-nûmâniyye sonunda], Beyrut 1975, s. 440; Mahmud Kefevî, Ketâibü âlâmi'l-ahyâr min fukahâi mezhebi'n-Nu'mâtı el-muhtâr, Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 630, vr. 479a; Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 121; Vassâf, Sefine, II, 277).

1 2 1 Geniş bilgi için bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 246-247, 256-258. 1 2 2 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 577. 1 2 3 Geniş bilgi için bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 580-581 ; Taşköprîzâde, eş-

Şekâik, s. 268-269; Yûsuf Sinan b. Yâkub, Menâktb-ı Şerif ve Tarikatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, s: 19-20; Hoca Sâdeddin, Tâcü't-tevârîh, II, 542-543; Hulvî, Lemezât, s. 430-432 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b).

Mehmed Paşa'nın bertaraf edilmesi ve Bâyezid'in tahta oturması şek-linde neticelenince tabiî olarak Şeyh Vefâ ve tekkesi arka plana düş-müş, Halvetîler ise ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte şu da belirtil-melidir ki, İstanbul'da Âşıkpaşazâde (ö. 889/1484'ten sonra) ve ar-dından dâmadı Seyyid Velâyet'in (ö. Muharrem, 929/Aralık 1522) meşîhatini üstlendiği Fâtih Haydar'daki Zeyniyye tekkesi Sultan II. Bâyezid dönemde canlılığını korumuş, saray çevrelerinin buraya maddî ve mânevî desteği artarak devam etmiştir. Ne var ki bu tekke de muhtemelen Yavuz Sultan Selim dönemi ile birlikte geri planda kalmaya başlamıştır. Zira Sultan Selim'in babasına karşı giriştiği sal-tanat mücâdelesi sırasında işin âkıbetini öğrenebilmek için mürâcaat ettiği bütün şeyhlerden saltanat müjdesi aldığı halde Seyyid Velâyet'in ona mesâfeli durup mürâcaatına cevap vermediği nakledil-mektedir. Seyyid Velâyet daha sonra zorla huzûra çıkarılınca Yavuz'a, "Yakında sultan olacaksın, ama ömrün uzun olmayacak" dediği nak-ledilmektedir. 1 2 4

Gelişen olaylarla bağlantılı olarak devlet erkânının desteğini büyük ölçüde kaybettiği için Halvetiyye ve Bayrâmiyye'nin gerisinde kalan Zeyniyye, muhtemelen bâzı tasavvufî düşünce ve prensipleri sebebiyle de medrese çevrelerinin desteğini yitirmiş ve ilmiye men-suplarının Nakşibendiyye'ye yönelmesine sebep olmuştur. Nakşiben-diyye'nin de Zeyniyye gibi bâtın ilimlerinin yanı sıra zâhir ilimlerine de değer vermesi ve şerîat-tarîkat birlikteliğine vurgu yapması bu iki tarikatın ortak özellikleri olarak öne çıksa da, medrese çevrelerinin Nakşibendiyye'yi Zeyniyye'ye tercih etmelerini gerektirecek bazı önemli farklılıkların olduğu görülmektedir. Kanâatime göre Zeyniy-ye'de benimsenen "semâ ve devrân ile zikir", "zühd anlayışı" ve "ev-lilikle ilgili tutum" bu farklılıkların en önemlileridir. Sesli zikir (zikr-i cehrî) uygulayan tasavvuf ehli ile ulemâ arasında semâ ve devran sebebiyle zaman zaman ciddî tartışmaların meydana geldiği bilinmek-tedir.125 Nakşibendiyye'de ise gizli zikir (zikr-i hafî) prensibi gereği

1 2 4 Taşköprîzâde, eş-Şekdik, s. 347 ; Tâcü't-tevârîh, II, 579. 1 2 5 Bu hususla ilgili XVI. asırdaki durum için bk. bk. Öngören, Osmanltlar'da

Tasavvuf, s. 369-384.

Page 102: reşat öngören zeyniler

böyle bir uygulama olmadığı için, âlimler bu tarîkatı diğerlerine göre kendilerine daha yakın bulmuşlardır. Diğer yandan tasavvufta, âhirete yönelmek için dünyaya ilgi göstermemek anlamında kul-lanılan zühd prensibi, bâzı sûfîlerce "Dünya ve nimetlerine hiç sâhip olmama" şeklinde, bâzılarınca ise "Dünya nimetlerinin sevgisini gönüle sokmama" şeklinde anlaşılmış ve uygulanmıştır. Zeyniyye tarikatında birincisinin, yâni dünyâya hiç sâhip olmamanın esas alın-dığı ve bunun müridin mânen yol alabilmesi (seyru sülük) için temel şartlardan biri olarak kabul edildiği görülmektedir. Oysa Anadolu'da Nakşibendiyye'nin de içinde bulunduğu bir çok tarikat zühd pren-sibini daha çok ikinci anlamıyla uygulamış; sevgisi kalbe sokulmadık-ça dünya nimetlerini elde etmenin, makam ve mevkî sahibi olmanın zühde mâm olmayacağı belirtilmiştir.126 Eğer Zeyniyye tarikatında zühd anlayışı tavizsiz bir biçimde uygulandı ise, ulemâ içinde bulun-duğu şartlar -gereği Nakşibendiyye'yi kendisi için daha uygun bir tarikat olarak görmüş olabilir. Ayrıca Zeyniyye'de mürîdin seyru sülûkünü tamamlamadan evlenmemesi, evli olarak tarikata girenlerin ise hanımlarının da tövbe edip Allah'a itaatle meşgul olması istenmek-te, eğer rızık endişesiyle hanımı kocasının tarikata girmesine engel oluyorsa, onu boşaması tavsiye edilmektedir.127 Zühd anlayışının bir parçası olarak bu prensip de tavizsiz uygulandı ise, evli olanların Zey-niyye'den uzak durmalarına sebep olmuş olabilir. Bununla birlikte e%-Şekâik'te kaydedilen Zeyniyye şeyhi Hacı Halîfe'nin (Şeyh Abdullah, Ö.894/1489) müridlerinden birinin evlendiğine dâir bilgi,128 zaman içinde evlenme ile ilgili tarikatta yumuşamaya işâret sayılsa bile yine de uygulamanın yaygınlık kazanıp kazanmadığı belli değildir.

1 2 6 bk. Reşat Öngören, "XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı", XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değereler, İstanbul 1999, s. 207-210; a.mlf., Osmanlılar'da Tasavvuf, s. 237-240.

1 2 7 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b-5a. 1 2 8 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 245.

BİBLİYOGRAFYA

Abdülkâdiroğlu, Abdülkerim, "Halîmî Çelebi", DÎA, XV, 343-344. Ahlatı, Kemâl b. Ahmed, Münevvirii'l-ezkâr fî zikri silsile-i meşâyîh,

Üsküdar Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 253. Ahmet Paşa Dîvânı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992. Akkuş, Mehmed, "Hacı Halîfe, Şeyh", DÎA, XIV, 476-477. Akpınar, Cemil, "Hasan Çelebi, Fenârî", DÎA, XVI, 313-315. Aktepe, Münir, "Çandarlı İbrâhim Paşa", DÎA, VIII, 214. Algar, Hamid, "Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 458-460. Ali Çelebi, el-Ikdü'l-manzûm fî zikri efâdıli'r-Rûm (eş-Şekâiku'n-

nûmâniyye sonunda), Beyrut 1975. Âlî, Künhü'l-ahbâr: Gelibolulu Mustafa Âlî, Kilnhü'l-ahbâr, İstanbul Üniversitesi Ktp.,

TY, nr. 5959. Algar, Hamid, "Alâeddin Attâr", DÎA, II, 319-320.

,"Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 458-460.

Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2650, vr. (lb-4b).

, [Mecmûa], I-II, (nşr. Osman Salahaddin b. Nâsıru's-Seyyid Abdülbâkî Dede), ts.

Page 103: reşat öngören zeyniler

, Menâkıb-ı Mahmud Paşa, Millet Ktp., Ali Emîrî/ Şer'iyye, nr. 1136 (10 varak).

Asım Muhammed Rızk, Hânkâvâtü's-sûfiyye fî Mısr, I-II, Kahire 1997.

Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ or Tezkere of Âşık Çelebi (nşr. G. M. Meredith-Owens), London 1971.

Aştkpaşazâde Târihi: Aşıkpaşazâde Derviş Ahmed, Aştkpaşazâde Târihi (nşr. Âlî Bey), İs-

tanbul 1332. Aşkar, Mustafa, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara

1993. Atâî:

• Nev'îzâde Atâî, Hadâiku'l-hakâik fî tekmileti'ş-Şekâik (nşr. Abdül-kadir Özcan), II, İstanbul 1989.

Aydın, Ömer, Türk Kelâmcıları, İstanbul 2001. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî: Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I-II, İstanbul 1281. Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri: Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri [IV] Bul-

garistan Yunanistan Arnavudluk, İstanbul 1982. Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi: Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mîmârisinde Çelebi ve II. Sultan

Murad Devri, II, İstanbul 1972. Azamat, Nihat, "Abdürrahim-i Rûmî", DÎA, I, 293. Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi,

nr. 1381; Âşir Efendi, nr. 265, 270; Tâhirağa, nr. 420. (Not: Kitapta Esad Efendi nüshası kullanılmış olmakla birlikte, farklı ya da ilâve bil-gilere rastlandığında kaydedilen diğer nüshalardan da yararlanılmıştır).

Bebek, Adil, "Hayâlî", DÎA, XVII, 3-5. Böcüzâde, İsparta Târihi: Böcüzâde Süleyman Sâmi, Kuruluşundan Bügüne Kadar İsparta

Târihi I-II (nşr. Suat Seren), İstanbul 1983. Cebbarzâde, Dâfiu'z-zulem: Cebbarzâde Mehmöd Ârif b. Şâkir, Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem:

Şerhu nutk-i Şeyh Vefâ, Hacı Selimağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 544, vr. lb-43b. (müellif nüshası)

Döndüren, Hamdi, "Fenârî, Alâeddin", DÎA, XII, 337. Erdoğan, Şeyh Vefa: Abdülkâdir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk

Mütefekkiri Şeyh Vefa Hayatt ve Eserleri, İstanbul 1941. Ergin, Osman, "Sadreddin al-Kunavî ve Eserleri", Şarkiyat Mec-

muası, II (1957), s. 63-90. Erünsal, İsmail E., "Fâtih Devri Kütüphâneleri ve Molla Lütfi Hak-

kında Birkaç Not", TD, XXXIII (1980-81), s. 57-78. ,"Şeyh Vefâ ve Vakıfları Hakkında Yeni Bir Belge", ÎAD, I

(1997), s. 47-64. Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, I-VI İstanbul 1314-18; VII-X, İstanbul

1928-38. Faroqhi, Suraiya, "Menteşeoğullarından Osmanlılara Muğla", Târih

İçinde Muğla (derleyen, İlhan Tekeli), Ankara 1993. GAL: Cari Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur, I-II, Leiden

1943-49. GAL,.suppL: Cari Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur Supplement-

band, I-III, Leiden 1937-42. Gazzî, el-Kevâkib: Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire, I-III

(nşr. Cebrâil Süleyman Cebbûr), Beyrut 1979. Gölpınarlı, Abdülbâkî, Konya Mevlânâ Müzesi Yazmaları, III, Ankara

1972. , Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983. ,Yûnus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961.

Güldeste: İsmâil Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı

Nâdiredân, Bursa 1302. Hâfî, Vakıfnâmeı Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak, "Vakıfnâme-i Zeynüddin Ebû Bekir

Hâfî", Mişkât, XXII (1989), s. 187-200 Hâfî, Zeynüddin, İcâzetnâme (Abdürrahim Rûmî'ye), Süleymâniye

Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak; Marmara Üniversitesi

Page 104: reşat öngören zeyniler

İlâhiyat Fakültesi Ktp., Hakses, nr. 355, vr. (lla-12a). [İcâzetnâme Lâmiî Çelebi'nin Nefehât Tercümesi'nde de kayıtlıdır, s. 553-555].

, Menhecü'r-reşâd, Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, vr. (4b-77a).

, Risâle [Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler], Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. (84a-87b).

,el-Vasâya'l-Kudsiyye, Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr. 210, vr. (2b-44b).

Hammer: Hammer, Purgstall J. F. Von, Devlet-i Osmâniyye Tarihi (trc. Meh-

med Ata), İstanbul 1329. Harîrîzâde, Tibyân: Kemâleddin Harîrîzâde, Tibyânü vesâili'l-hakâik fî beyâni selâsili't-

tarâik, Süleymâniye Ktp., Fatih, I-III, nr. 430-432. Harman, Ömer Fâruk, "Firavun", DÎA, XIII, 118-121. Hediyyetü'l-ârifîn: Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'l-müellifîn ve âsâru'l-

musannifîn, I (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mahmud Kemal), II (nşr. İbnülemin Mahmud Kemal-Avni Aktuç), İstanbul 1951-55, Tahran 1387/1967.

Hulvî, Lemezât: Hulvî, Mahmud Cemâleddin, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-t Ulviy-

ye (nşr. Mehmed Serhan Tayşî), İstanbul 1993. Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", TTEM, XCV (1926), s. 368-

383; XCVI (1928), s. 148-158. İbn Hacer, İnbâü'l-gumr: İbn Hacer el-Askalânî, İnbâü'l-gumr bi-enbâi'l-umr, Beyrut 1986. İbn İyâs, Bedâiu'z-zuhûrı Muhammed b. Ahmed el-Hanefi, Bedâiu'z-zuhûr fî vekâi'i-dühûr, I-

V (nşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1982-84. . İbnü'I-Hanbelî, Dürrü'l-habeb: İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'l-habeb fî

târîhi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde), I-II (dört mücelled), Dımaşk 1972-1974.

İnançer, Ömer Tuğrul, "Cerrâhîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBÎA, II, 416-417.

,"Zeynîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBÎA, VII, 553. İnançer, Ömer Tuğrul-Tanman, M. Baha, "Zeynîlik", DBÎA, VII, 552-

553. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Târihli (nşr. Ömer Lütfi

Barkan-Ekrem Hakkı Ayverdi), İstanbul 1970. İzâhu'l-meknûn: Bağdatlı İsmail Paşa, İzâhu'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Keşfü'z-zunûn an

esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya], MI, İstanbul 1945-47.

Kanar, M., "Veysî", ÎA, XIII, 308-309. Kara, Mustafa, "Abdüllatîf el-Kudsî", DÎA, I, 257-258.

, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I-II, Bursa 1990, 1993. Karpuz, Hâşim, "Giresun'un Espiye İlçesine Bağlı Tekke Köyündeki

Gülbahar Hâtûn 'Hacı Abdullah' Zâviyesine Bağlı Yapılar", VD, XV (1982), s. 117-126.

Kâtip Çelebi, Süllemü'l-vüsûl, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1887.

Keşfü'z-zunûn: Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn, I-II (nşr.

Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1360-62/1941-43. Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü 'ş-şuarâ, I-II (nşr. İbrahim Kut-

luk), Ankara 1978, 1981. Kiel, Machiel, "Ferecik", DÎA, XII, 371-373. Kissling, Hans Joachim, "Halveti Tarikatı II" (trc. M. Serhan Tayşî),

Bilim ve Sanat Vakfı Bülteni, XXXIII (1994). Kissling, Zejnîje Orden: Kissling, Hans Joachim, "Einiges über den Zejnîje Orden im Os-

manischen Reiche", Der islam (DI), XXXIX (1964), s. 143-179. Koca, Ferhat, "İbnü'l-Hümâm", DÎA, XXI, 87-90. Kofoğlu, Sait, "Hamîdoğulları", DÎA, XV, 471-476. Kudsî/Makdisî, Abdüllatîf, Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb, Süley-

mâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 167. Kudsî, Hallü'r-rumûz: Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz, Süley-

mâniye Ktp., Lâleli, nr. 3745, vr. (3b-47a). Kudsî, Tuhfe:

Page 105: reşat öngören zeyniler

Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l-makâmât ve'l-merâtib, .Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3007, vr. (lb-17a).

Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd: Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati

ve ilbâsi'l-htrkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. (lb-76b).

Kuşeyrî, Abdülkerim, er-Risâletü'l-kuşeyriyye (thk. Abdülhalîm Mah-mud-Mahmud b. eş-Şerîf), Kahire, ts.

Kut, Günay, "Ahmed Paşa, Bursalı", DÎA, II, 111-112. , "Ali Şir Nevâî", DÎA, II, 449-453.

Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271.

, îbticâcu Âdem maa Mûsâ Aleyhime's-selâm, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223.

, Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802. , Şerhu 'Sübhâneke mâ arafhâke hakka mârifetike', Süley-

mâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223. , Tenvîru'l-evrâd, Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa,

nr. 290 (vr. lb-27b). Kübrâ, Necmüddin, Fevâihu'l-cemâl ve fevâtihu'l-celâl (nşr. Mustafa

Kara, müellifin diğer iki risâlesiyle birlikte), İstanbul 1980. Küçük, Râşit, "Abâdile" (Hadis), DÎA, I, 7. Lâmiî, Nefehât Tercümesi: Lâmiî Mahmud Çelebi, Nefehâtü'l-üns min hazarâti'l-kuds Ter-

cümesi, İstanbul 1980. Latîfî, Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1314. Levend, Agâh Sırrı, Ali Şir Nevâî, I-IV, Ankara 1965-68. Mahmud Kefevî, Ketâibü âlâmi'l-ahyâr min fukahâi mezhebi'n-

Nu'mân el-muhtâr, Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 630. Margoliouth, D. S.- Furat, A. S., "Zeynüddin", ÎA, XIII, 556. Mecdî: Mecdî Mehmed Efendi, Hadâiku'ş-Şekâik (eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye

tercümesi, nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt: Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlansoy, "Edebiyat

Tarihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I" isimli makale içinde, OA, XVIII [1998], s. 51-67), vr. lb-6a.

Menâkıb-ı Akşemseddin: Emir Hüseyin Enisî, Menâktb-ı Akşemseddin (nşr. Ali İhsan Yurt-

Mustafa S. Kaçalin, Akşemseddin Hayatı ve Eserleri içinde), İstanbul 1994.

Meriç, Rıfkı Melûl, Edirne'nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, İstanbul 1963.

Mezârât-ı Herat: Emir Seyyid Abdullah, Mezârât-ı Herat (nşr. Fikri Selçûkî), Kabil

1344 hş. (Emir Seyyid Abdullah tarafından 1459'da kaleme alınan bu esere daha sonra 1784'te Ubeydullah b. Ebû Saîd Herevî tarafından, 193l'de Muhammed Sıddîk Herevî tarafından ilâveler yapılmış, en son eseri neşre hazırlayan Fikri Selçûkî tarafından da genişçe bir tâlîkât ilave edilerek hepsi birarada yayınlanmıştır).

Mir'âtü'l-makâsıd: Ahmed Rif'at, Mir'âtü'l-makâsıd fîdef'i'l-mefâsid, İstanbul 1293. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb: Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'n-nübelâ bi-târîhi Halebe'ş-şeh-

bâ, I-VII, Halep 1923-1925. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser: M. Emin el-Muhibbî, Hulâsatü'l-eser fî âyâni'l-karni'l-hâdî aşer, I-IV

(Dâru Sâdır), Beyrut, ts. Musannifek, Hallü'r-rumûz: Musannifek Alâeddin Ali b. Muhammed, Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-

künûz, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nûri Ergin, nr. 513. Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Devhatü'l-meşâyih: Osmanlı

Şeyhülislâmlarının Biyografileri (nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978. , Meşâyihnâme-i İslâm, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr.

1716/1. , Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928.

Nablûsî, Tahrîku'l-ıklîd: Abdülganî Nablûsî, Tahrîku'l-ıklîd fî fethi bâbi't-tevhîd, Süleymâniye

Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. lb-296a). Nebhânî, Yusuf b. İsmâil, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ, I-II (nşr. İbrahim

Atve ivaz), Beyrut 1989. Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-ı Savab (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstan-

bul 1939.

Page 106: reşat öngören zeyniler

Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr: Said Nefîrî, Târîh-i Nazm u Nesr der îrân ve der Zebân-ı Fârisî, I-II,

Tahran 1363 h§. Neşru'l-mesânî: Muhammed b. Tayyib el-Kâdirî, Neşru'l-mesânî li ehli'l-karni'l-hâdî

aşer ve's-sânî, I-IV (nşr. Muhammed Haccî-Ahmed Tevfik), Rabat 19877-86.

Nevâî, Mecâlis: Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Er-

zurum 1995. Nevâî, Nesâyim: Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve (haz.

Kemal Eraslan, Doktora tezi), İstanbul 1979. Nevâî, Seyyid Hasan: Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM,

1971, sy. XVI), s. 89-110. Nişana Târihi: Nişana Mehmed Efendi, Nişancı Târihi, İstanbul 1290. Norris: Norris, H. T., "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâft of

Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), Liü/l (1990), s. 57-63.

Nüzhetü'l-bavâtır: Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâttr ve behcetü'l-

mesâmi'i ve'n-nevâztr, Haydarâbâd 1973. Ocak, Ahmet Yaşar, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 417-419.

, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıl-lar), İstanbul 1998.

Okumuş, Ömer, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 94-99. Osmanlı Müellifleri: Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İstanbul 1333. Öcalan, Hasan Basri, Bursa'da Tasavvuf Kültürü (XVII. Yüzyıl), Bur-

sa 2000. Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Reşat Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Anadolu'da Sûfîler, Devlet

ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000.

Öngören, Reşat, "Fâtih Sultan Mehmed'in Ölümü Üzerine Bâzı İd-diâlar", KAM, II (1997), s. 28-33.

, "Kutbüddinzâde İznikî", DÎA, XXVI, 489-490. ,"XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı", XV ve

XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değereler, İstanbul 1999, s. 207-219. /'Osmanlı Devleti'nin İlk Şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Tasav-

vuff Yönü", Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, XI, 114-119. _,"Sünnî Bir Tarikattan Şiî Bir Devlete: Safeviyye Tarikatı ve

îran Safevî Devleti", Bilgi ve Hikmet, XI (1995), s. 82-93. Özen, Şükrü, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lut-

fî'nin İdamının Fıkhîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 17-62. Özköse, Kadir, "Başlangıcından Günümüze Kadar Afrika'da İslâm ve

Tasavvuf", Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, VII (2001), s. 157-184.

Reşehât Tercümesi: Safi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Reşehât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerif

el-Abbâsî), İstanbul 1291. Revnakoğlu, Cemâleddin Server, Eski Sosyal Hayatımızda Tasavvuf ve

Tarikat Kültürü (nşr. M. Doğan Baym-İsmail Dervişoğlu), İstanbul 2003. Safâyî, Vasâyâ: Safâyî, Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymâniye Ktp., Ayasofya,

nr. 2154. Sakallı, Talat, "İbn Kutluboğa", DM, XX, 152-154. Sehâvî: Şemsüddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dav'ul-lâmi'

li-ehli'l-harni't-tâsi', I-XII (6 mücelled), Beyrut, ts. Sehî, Tezkire: Sehî, Heşt Bihişt: Sehî Beg Tezkiresi (nşr. Günay Kut), Harvard

Üniversitesi, Amerika 1978. Semerât: Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü'l-fuâd fi'l-mebdei ve'l-meâd, İstanbul

1288. Serin, Muhittin, "Hamdullah Efendi, Şeyh", DÎA, XV, 449-452.

, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999. Sicill-i Osmânî: Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-15, Heppen-

heim, Bergstrasse 1971.

Page 107: reşat öngören zeyniler

Sinan Paşa, Tazarrûnâme (nşr. A. Mertol Tulum), İstanbul 1971. Sivâsî, Şihâbüddin Ahmed, Risâletü'n-necât min şerri's-sıfât, Süley-

mâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 2,46, vr. (61b-77a). Sümer, Faruk, Safevî Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu

Türklerinin Rolü, Ankara 1992. Süyûtî, Husnü'l-muhâdara: Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Husnü'l-muhâdara fî târihi Mısır

ve'l-K_hire, I-II (nşr. Muhammed Ebu'1-fazl İbrâhim), 1967-68. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân: Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Nazmu'l-ıkyân fî a'yâni'l-a'yân (el-

Melctebetü'l-ilmiyye), Beyrut, ts. Şapolyo, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul

1964. Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm: Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm Târih ve Coğrafya Lügati, I-VI, İs-

tanbul 1314. Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud

Efendi, nr. 4552 (50 varak). Şeyhî: Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu'l-fuzalâ, III-IV, (nşr. Abdülkâdir Öz-

can), İstanbul 1989. Şihâbüddin Sivâsî, Cezzâbü'l-kulûb, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüd-

din Efendi, nr. 3257, vr. (143b-170b. Şuşud, Hasan Lûtfi, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, İstanbul

1958. Tabibzâde, Silsilenâme: Tabibzâde Derviş Mehmed Şükrü b. İsmail, Silsilenâme-i Aliyye-i

Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdayî Efendi, nr. 1098. Tâcîzâde Sa'dî Çelebi, Münşeât (nşr. Necati Lugal-Adnan Erzi), İstan-

bul 1956. Tâcü't-tevârîh: Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, I-II, İstanbul 1279-1280. Tanman, M. Baha, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 364-368.

, "Halvethâne", DÎA, XV, 388-393. ,"Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 173-176.

Taşan, Berin, Merzifonlu Şeyh Abdürrahim Rumî, İzmir 1975.

Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, Mevzûâtü'l-ulûm [trc. Kemâleddin Mehmed], İstanbul 1313.

Taşköprîzâde, eş-Şek_ik: Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye fî

ulemâi'd-devleti'l-Osmâniyye (nşr. Ahmed Suphi Furat), İstanbul 1985. Togan, A. Zeki Velidi, "Ali Şîr", İA, I, 349-357.

, Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu-Fermanlar, I.

Fasikül (haz. İ. Hakkı Uzunçarşılı-İbrahim Kemal Baybura-Ülkü Altın-dağ), Ankara 1985.

Türer, Osman, "Biat (Tasavvuf)", DİA, VI, 124-125. Uludağ, Süleyman, "Abâdile" (Tasavvuf), DİA, I, 7-8.

,"Avârifü'l-maârif", DİA, IV 110. , "Devran", DİA, IX, 248-249.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, I, Ankara 1982; II, An-kara 1983.

Ünver, A. Süheyl, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. 7-12, s. 189-193.

Vassaf, Sefine: Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr, Süleymâniye Ktp., Yazma

Bağışlar, I-V, nr. 2306-2309. Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih,

nr. 2561. , Makjn-ı Sülük, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652. , Sâz-ı İrfân, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652.

Yâdigâr-t Şemsî: Mehmed Şemsüddin, Bursa Dargahları Yâdigâr-ı Şemsî I-II (nşr. Mus-

tafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997. Yazıcı, Tahsin, "Hemedânî, Emîr-i Kebîr", DİA, XVII, 186-188. Yurd, Ali İhsan, Akşemseddin Hayatı ve Eserleri (Düzeltme ve ek-

lemelerle yayına sunan: Mustafa S. Kaçalin), İstanbul 1994. Yusuf Sinan b. Yakub, Menâkıb-ı Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve

Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290. Yüngül, Naci, "Giresun'un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim'in

Te'sîs Ettiği Gülbahar Hâtûn Tekkesi Vâkfına Âit Vesikaların Değerlen-dirilmesi", VD, XV (1982), s. 101-116.

Page 108: reşat öngören zeyniler

İNDEKS

A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka 169, 189

A. Süheyl Ünver 160, 161 Abâdile 76 , 77 , 2 0 9 , 2 1 3 Abdullah b. Tâhir el-Abbâsî 65 Abdullah Efendi 113, 129, 2 1 2 Abdullah Efendi (Mehmed Çelebi

oğlu) 115 Abdullah Kastamonî (bkz.Hacı

Halife) Abdullah Şettân 5 2 , 5 3 Abdurrahim b. Şeyh Mehmed 75 Abdurrahim Rûmî/Merzifonî 17,

31 , 4 5 , 7 1 , 7 2 , 7 3 , 74 , 76, 166, 167

Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf 87 , 109

Abdurrahman Şirsî 13, 29 , 8 6 Abdülaziz Efendi 113, 114, 115,

116 Abdülaziz Fernevî 77 , 170 Abdülbâkî Gölpmarlı 1 3 5 , 1 3 6 ,

144 , 158, 159, 2 0 6 Abdülganî Efendi 1 0 8 , 1 1 4 , 1 1 5 Abdülganî Nablûsf 5 1 , 2 1 0 , 8 4 ,

131, 132, 134, 136, 137, 138, 140, 141, 156

Abdülkadir es-Suffûrî 65 Abdülkerîm b. Abdülaziz 5 9 Abdülkerîm Halîfe 3 1 , 5 8 , 5 9 , 8 1 Abdülkerim Cîlî 5 4 Abdülkadir Erdoğan 84, 131, 132,

134, 136, 137, 1 3 8 , 1 4 0 , 141, 156, 2 0 6

Abdülkâdir Geylânî 13, 70

Abdüllatîf Efendi 159

Abdüllatîf Kudsî /Makdisî 20, 31 ,

Page 109: reşat öngören zeyniler

76,77, 78, 7 9 , 8 0 , 8 1 , 82 , 83, 84 , 85, 86, 87 , 90 , 91 , 94 , 95 , 96 , 98 , 99 , 107 , 118, 119 , 125, 126, 127 , 130 , 136 , 137 , 170, 171, 172 , 173, 174 , 175, 179 , 180 , 181, 187 , 188, 1 8 9 , 2 0 1 , 2 0 8 , 2 0 9

Abdüllatîf Mahrûk 1 3 , 1 2 3 , 125 ,

157 , 158 Abdüllatîf Vefâî Rûmî 155 Abdüllâtif Efendi 2 2 Abdülmelik el-Gaznevî 2 9 Abdülmu'tf 31 , 4 7 , 4 8 , 49 , 50 , 76 ,

128 Abdülmuhsin el-Kal'î 65 Abdülvahhâb Efendi 123, 1 2 4 Abdülvahhâb Şârânî 5 2 , 63 , 193 Abdülvâhid b. Süleyman Çelebi b.

Kara Dâvud 1 1 4 Abdülvâhid Efendi (Mehmet Çelebi

oğlu) 168 Abdünnûr70 Abdüsselâm Kuleybî 13 Acem 15, 99 , 106, 107 , 119 Adâbü's-sûfiyye 2 2 Agâh Sırrı Levend 3 8 Agra 2 9

Ağras kasabası 124

Ahaveyn 4 9 Ahmed Aydûnî 61 Ahmed b. Abdurraûf 65

Ahmed b. Abdülevvel Kazvinî 61 Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtf 31 , 52 ,

56 , 62 , 65 , 193 Ahmed b. Musâ Nebtînî 6 0

Ahmed b. Şa'bân 28 Ahmed b. Zâğû 7 7 Ahmed Câmî-i Nâmekî 78 Ahmed Efendi (Kazasker) 112, Ahmed Efendi (Burhaneddin

Efendi'nin oğlu) 123, 1 2 4

Ahmed en-Nahlî el-Mekkî 64, 65 Ahmed Gazzî 9 6 Ahmed Kazvinî 6 1 Ahmed Rifâî' 13

Ahmed Semerkandî 22 , 31 , 40 , 41 , 4 2 , 4 4 , 77 , 171, 176, 192, 198, 199, 2 0 7

Alckirman 117 Akşemseddin 19, 2 1 0 , 213 Alâeddin Ali b. Muhammed eş-

Şahrûdî el-Bistâmî 93 Alâeddin Ali b. Mûsa Koçhisârî 2 2 Alâeddin Ali Fenârî 103, 104, 109 Alâeddin Ali' 1 2 6

Alâeddin Attar 39 , 41 , 42 , 44 , 192, 2 0 4

Alemdağı 1 6 4

Ali b. Abdülkuddûs eş-Şinnâvî 5 2 Ali b. Ebül-beka 65 Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi 15, 41 ,

212 Ali b. Meymun Mağribî 48

Ali b. Sinan 88, 89, 1 1 0 Ali Bâhâc 65

Ali Cemâlî 152, 153 Ali Dede 154 , 155, 156, 198 Ali el-Eyyûbî 65 Ali Hemedânî 5 2 , 53

Ali İhsan Yurd 19

Ali Rûmî 2 0 1 Ali Şir Nevâî 14, 27 , 28 , 34 , 35 ,

36 , 38 , 39 , 57 , 209 , 2 1 1 Amasya 103 , 104 , 142, 163, 2 0 1 Amasyalı Sankadızâdeler 163 Antalya 137 Arap 5 7 , 92 , 9 9 Ârif Mehmed Efendi 165 Âşık Paşa 126, 127 , 129, 130, 213 Âşık Paşa Külliyesi 126, 127, 129,

130 , 213 Âşıkpaşazâde 5 8 , 59 , 72 , 80, 81,

100, 126, 127, 128, 2 0 2 , 2 0 5

Âştkpaşazâde Târihi 58 , 5 9 , 72, 80 , 81 , 126, 127 , 2 0 5

Atâî 11, 12, 75 , 76 , 77 , 86, 87 , 89, 96 , 108 , 109, 110, 111, 112 , 113, 114, 121, 122, 123, 124, 129, 131, 157 , 2 0 5

Atranos 117

Avârifü'l-maârif 22 , 23 , 67 , 73 , 126, 169, 189, 213

Ayasofya 11, 20 , 76 , 123, 134, 135, 143, 162, 1 6 3 , 2 0 9 , 2 1 2

Ayasuluğ 7 0 Aynü'l-a'yân 93 Ayvansarâyî 99 , 125, 127, 138,

164, 200 , 2 0 5 Azerbaycan 14 Babü'l-kantara 80 Babülvezir 68 Bağdat 16, 54 , 6 0 BahaTanman 127 , 129, 138, 139,

1 5 6

Bahâeddin Ömer 36 , 1 9 2 Bahâeddinzâde Efendi 1 2 4 Bâherz 17 Bahrî 134 Balat 22 , 159, 160 Balıkesir 126, 159 Balıkesirli Zâtî 143 Barsbay 6 6

Bâyezid Devlet Kütüphanesi 5 5

Bâyezid Pûrânî 3 6 Bayrâmiyye 119, 124, 2 0 1 , 2 0 2

Bedahşan 4 0 , 193

Bedreddin Aynî 68 beka 16, 65 , 180

Bekir Halîfe 107 Bektaşî 118

Benî Ümeyye Câmii 4 9 Berâbâd 17

Berin Taşan 72 , 75 bîat 28 , 41 , 1 2 2 , 1 7 0 , 1 7 1 , 1 7 2 Bîhre 3 6 Biga 126 Bilecik 115

Boğdan 1 6 2

Bolu 108 Bolulu Çelebi 107, 108, 109 Boyabatlı Şeyh Kemâl 9 9 Buhâra 45

Buhârî 20 , 124, 148, 149, 169, 185 Burhâneddin Efendi 121, 122, 123,

124, 125, 157 , 198 Burhâneddin el-Bikaî 63 Bursa İmamı 101

Bursalı Mehmed Tâhir 22 , 70 , 71 , 92 , 134, 153, 158, 165, 166, 211

Page 110: reşat öngören zeyniler

Cafer el-Huzzâî 13 Camî 38, 199 Cebbarzâde 132, 133, 135, 205 Celâleddin Ebu Tâhir Ahmed

Hocendî el-Medenî 15 Celâleddin Fazlullah Tebrîzî 15 Cemal b. Celal Neyrizî 28 Cemâl Halvetî 107, 142 Cemâleddin Ahmed 40 Cemâleddin Mürşidi el-Mekkî 28 Cemâleddin Server Revnakoğlu 168 Cemâleddin Yûsuf Acemi Gûrânî

11, 15 Cezzâbü'l-kulûb 70, 71189, 213 Cilâü'n-nazar 55 Cüneyd 13, 43, 58, 59, 70, 80, 81,

82, 126, 144, 174, 186 Cüneyd-i Bağdâdî 13, 43, 144, 173,

174, 186 ! Cüneyd-i Safevî 58, 59, 80, 81, 82,

126 Çakmak 59, 79, 80, 81 Çanakçı Dede 97 Çandarlı âilesi 104 Çankırı 109 Çelebi Sultan Mehmed 72, 168 çilehâne 139, 186 Çorlu 138 Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem:

Şerhu nutki Şeyh Vefâ 135

davrânî zikir 181 Dâvud Vefâî 155, 156 Dâvûd-i Kayserî 163 Debbağlar İmamı 136 Derviş Ahmed Âşıkî 126

Derviş Mehmed b. Eflâtunzâde 168 Derviş Mehmed b. Hızır Şah 159,

160 Dervişâbâd 14, 17, 22, 73, 193 Dîvân-t Âştkpaşa 137 ed-Dürrü'l-yetîm fî halli'l-Ikdt'n-

nazîm 83 Ebheriyye 90 Ebu Bekir b. Muhammed 14 Ebu Hafs Haddad 43 Ebü Nasr Pârsâ 36 Ebu Osman 43 Ebû Ömer Istahrî 13 Ebû Turab Asker b. el-Hıssîn

Nahşebî 13 Ebu'l-uryân 55 Ebulfeth İbrahim b. Ömer b.

Ebulferec Fârûkî Vâsıtî 13

Ebulfeth Şemsüddin İskenderî 29 Ebulfütûh Nûreddin Ahmed 28, 31,

50, 52, 193 Ebulhayr Ahmed 28 Ebunnecib Sühreverdî 13, 14 Ebussuûd 68 Edhemîler 117 Edirne 20, 75, 84, 85, 88, 89, 91,

95, 132, 136, 155, 210 Edirnekapı 124 Eğirdir 95, 118, 119, 120, 121,

122, 123, 124, 125, 142, 157, 193, 198

Eğriboz 162 Ehl-i Sünnet 21, 39, 169, 187,

188189, 197 Ekberiyye 90, 163, 194

Emeviyye Câmii 61 Emînüddin Aksarâyî 31, 66, 68 Emir Ali 112, 113, 114 Emir Buhârî Câmii 124 Emir Kıvâmüddin Sincânî 18, 23 Emir Koca 68 Emirler 127 Endülüs 47 Erdebîliyye 90 Esmâü'l-husrıâ Şerhi 34 Esrâr-t Fâtiha 126 Eşrefiyye Dergâhı 67, 68 Eşrefiyye Medresesi 66 Evhadiyye 90 Evliya Çelebi 73, 74, 88, 138, 164,

206 evrâd 21, 22, 96, 131, 133, 148,

154,159, 162, 173, 179, 181, 189, 209, 213

Evrâd-ı Şerife-i Zeyniyye 22 Eyüp 95 Eyyûb el-Ensârî 95 Fâtih 84, 87, 94, 95, 96, 100, 103,

104, 105, 118, 119, 124, 125, 127, 131, 133, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 144, 148, 149, 150, 153, 154, 160, 161, 162, 163, 164, 168, 189, 198, 201, 202, 206, 212, 213

Fâtih Sultan Mehmed 87, 94, 96, 100, 103, 104, 105, 131, 137, 138, 140, 141, 142, 144, 148, 150, 153, 160, 161, 162, 163, 164, 168, 201, 212

Fatma Sultan 128 Fâzıl Ahmed Paşa 65 Fazlullah Ebu'l-Leysî 39 fenâ 39, 98, 180 Ferecik 85, 87, 88, 110, 208 Fîruz Şâh 43 Firavun 135, 192-194, 207 Fusûsü'l-hikem 40, 41, 55, 66, 137,

193, 194 Fütûhât 55, 191 Gazâlîzâde Şeyh Abdullah Efendi

129 Gâzergâh 38 Gâzergâhî 35, 38 Gelibolu 86 Güldeste 11, 12, 77, 78, 81, 82, 87,

90, 92, 93, 95, 96, 97, 99, 101, 104, 105, 108, 109, 110, 111, 112, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 168, 206

Gülşen-i Esrâr 158 Gülzâr-t Savâb 163, 164, 210

Günay Kut 39, 143, 150, 212 Gündüz/Gündüzlü Muslihuddin

125 Gâzî-yi Balar Abdüllatff Efendi 159 Habîb Karamânî 48 Hacı Ahmed b. Seydî 126 Hacı Ali Baba 117 Hacı Bayram 19, 119 Hacı Halîfe 20, 87, 99, 101, 102,

103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 112, 126, 175, 176, 181, 203,204

Page 111: reşat öngören zeyniler

Hacı Hasanzâde Mehmed Câmî 126

Hacı Huzur 5 2 Hacı İvaz 120

Hadîkatü'l-cevâmî 125, 127 , 138, 164, 2 0 0 , 205

Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb 83, 174, 175, 189, 2 0 8

Hâf 14, 17 Hâlât-t Seyyid Hasan Big 36 , 38 ,

211 Halep 19, 29 , 56 , 5 7 , 58 , 61 , 2 1 0 Halîfezâde 121, 123, 124, 125 Halil Paşa 103 Hallâc-ı Mansûr 190 Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz 95,

187, 189, 2 1 0 Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz

1 7 1 , 2 0 8 ' halvet 34 , 35 , 40 , 78 , 141, 178,

1 8 2 , 1 8 6 , 1 8 7 halvethâne 139, 186, 213 Halvetiyye 13, 14, 30 , 48 , 84, 85,

88, 107 , 113, 120, 140, 142, 156, 163, 165, 200 , 2 0 1 , 202 , 213

Hamîd-ili 29 , 118, 119, 120, 124, 125

Hamîdî 95 , 118, 120, 193 Hamîdüddin 34 , 35 , 198 Hâmid Algar 3 9 Harîrîzâde 12, 50 , 52 , 53 , 54 , 55 ,

56 , 62 , .63 , 64, 90 , 101, 107 , 140, 142, 200 , 2 0 7

Hasan Çelebi Fenârî 165 Hasan Lutfi Şuşud 4 1

Hattat Hamdullah 143, 164 havâtır 29 , 30 , 183, 2 1 1 ,. Hayâlı 75 , 2 0 5 Haydar mahallesi 127 Hayreddin Dede 120 Hayreddin Efendi 158 Hediyyetullah Sermest 5 2 Hediyyetü'l-ârifîn 22, 74, 207 Hekîm Çelebi 156 Herat 9 , 14, 15, 17, 18, 21 , 22 , 29 ,

33 , 34 , 36 , 37 , 38 , 4 0 , 41 , 42 , 4 3 , , 7 7 , 93 , 94 , 192, 196, 198, 2 1 0 , 2 1 1

Hıbâniye 6 7 Hıra 141 Hıyâbân 3 4

Hızır 106, 119, 120, 144, 152,

159, 160, 1 8 6 Hızır Bey 119, 144 Hızır Şah 159, 160 Hıztrnâme 29 , 2 1 1 Hicaz 14, 2 7 , 30 , 31 , 39 , 40 , 4 7 ,

50 , 51 , 52 , 53 , 54 , 5 6 , 59 , 60, 62 , 64, 65 , 78 , 83, 194, 196, 199

Hikem-i Atâiyye 5 4 Hindistan 9, 27 , 29 , 30 , 52 , 196 his âlemi 175 Hoca Bahşâyiş 96, 161 Hoca Hayreddin 126 Hoca Paşa 144 Hoca Ramazan 9 6 Hoca Rüstem 9 7 Hoca Sâdeddin 19, 30 , 48 , 70 , 85 ,

90 , 94 , 103, 106, 128, 133, 137, 141, 149, 2 0 0 ,

2 1 3 Hocazâde Muslihuddin Efendi 105,

110 Horasan 14, 16, 17 , 18, 20 , 2 7 , 30 ,

31 , 33 , 35 , 3 7 , 3 9 , 4 0 , 41 , 43 , 4 5 , 56 , 5 7 , 73 , 78 , 79 , 83 , 91 , 93 , 94 , 181, 192, 194 , 196, 198, 199, 2 0 1

Hulâsatü'l-eser 51 , 5 2 , 53 , 54 , 64 , 65, 2 1 0

Huy 118

Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî 11, 12 Hüsamzâde 152 Hüseyin Ayvansarayî 164 Hüseyin b. Abdullah 127 Hüseyin Hüsâmeddin 12, 91 , 92 ,

2 0 7

Hz. Ali 13, 127, 149 , 179 Hz. Ebû Bekir 13, 109 , 113 Hz. Hüseyin 127 Hz. Ömer 13 Işknâme 74, 75 İ. H. Konyalı 130, 137 İbdâü'n-ni'me bi tahkiki sebkt'r-

rahme 55 İbn Benâne 77 İbn Ganim 77 İbn Hacer 28, 29 , 92 , 2 0 7 İbnü'd-Deyrî 67

İbnü'l-Arabî 21, 54 , 55 , 60 , 63 , 66, 70 , 89, 163, 190, 191, 192, 193, 1 9 4

İbnü'l-Cezerî 15 İbnü'l-Fârız 63 İbnii'l-Gars 63

İbnü'l-Hanbelî 28 , 58 , 59 , 2 0 7 İbnü'l-Hümâm 31 , 65 , 66, 67, 68,

208 İbnü'ş-Şıhne 63 İbrâhim b. Edhem 13, 112 İbrahim b. Mahmud ez-Zencebîlî 65 İbrahim b. Ömer el-Edkâvî 6 6

İbrâhim el-Hıyârî 65 İbrâhim Müsrâtı 7 7 İbrâhim Paşa 103, 104, 2 0 4 II. Bâyezid (bkz. Sultan II. Bayezid),

II. Murad 22 , 72 , 74 , 79 , 80, 91,

109, 150, 159 II. Murad Medresesi 109 İktibâsü ref'i'l-iltibâs fî beyâni tarîk-

i'n-nâs 83 el-İ'lân yedfeu't-tenâkuz fî sûreti'l-

a'yân 55 el-İfâde bima beyne'l-ihtiyâri'l-ilâhî

ve'l-irâde 5 3 el-îklîdü 'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd 51 el-İnsânü'l-kâmil 5 4 İmam Nevevî 15, 188 İmâm-ı Azam 65 , 147 İnançer 9 , 154, 156, 157 , 1 8 0 , 1 8 1 ,

2 0 7 , 2 0 8 Irak 14, 4 0 İran 23 , 75 , 92 , 118 İrşâdü'l-enâm 7 4 İskender 18, 65 İskender el-Makkarî 65 İsmâil Beliğ 11, 87 , 90 , 101, 108,

109, 1 1 0 , 1 1 5 , 1 1 8 İsmail E. Erünsal 138 İsmâil Efendi 168 İsmâil Sîsî 15

Page 112: reşat öngören zeyniler

İsparta 119, 122, 2 0 5 İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi

75 İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 131 istimdât 1 7 2 İşrâku'ş-şems 55 Iydgâh 14 İzmit 165 İznik 123, 124, 161 Kadızâde 101, 154 Kâfiyeci 63 , 6 7 Kahire 28 , 63 , 65 , 66 , 68 , 78 , 172,

2 0 5 , 2 0 7 -209 Kanbay Çerkesî 6 7 Karaca Muhyiddin Zâviyesi 107 -

108 Karamânî Mehmed Paşa 140, 142,

153, 2 0 2 Karamanoğlu İbrâhim Bey 81, 137 Kasım Acemî 5 7 Kasım b. Kutluboğa 63, 6 7 Kasım b. Zülzül 5 7 Kasîde-i Bürde 34, 137 Kasîde-i Tâiyye 63 Kastamonu 126 Kastamonulu Şeyh Abdullah (bkz.

Hacı Halife) Kayıtbay 67, 68 Kelimetü'l-cûd ale'l-kavli bi vahde-

ti'l-vücûd 53 Kemâl Hocendî 15 Kemâl[eddin] Efendi 1 1 4 Kerîmiyye Câmii 5 9 Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhe-

bi'l-ilhad 83, 189 Keşfü'l-mestûr 55

Kevâkib 28, 29, 47, 48, 49, 56, 57, 60, 61 , 62 , 63 , 64 , 66, 68 , 104, 105, 2 0 6

Kmnesrîn 58 Kırk Hadis 15, 34, 73, 111, 188 Kirmastı 127 Kissling 9, 10, 30 , 85, 99 , 100,

107 , 110 , 113, 123, 125, 142, 196, 197 , 2 0 8

Kitâbu sûreti's-saâde bi-tilâveti kitâbi'l-ibdâi ve'l-iâde 54

Kitâbu'l-emr bi'l-ma'rûf ve'n-nehy ani'l-münker 83

Kitâbü'l-mi'râc 63 Konya 80, 81, 94 , 95 , 119, 126,

127 , 130, 132, 136, 137, 144, 2 0 6

Köprülü Kütüphânesi 23 Kudüs 20 , 21 , 40 , 5 8 , 60 , 66 , 77 ,

78 , 79 , 80, 91 , 92 , 110 Kûrânî 50 , 54 , 5 5 , 56 , 194 Kuşâşî (Safiyyüddin Ahmed) 11, 13,

50 , 52 , 5 3 , 54 , 55 , 62 , 170, 179, 194, 2 0 9

Kuşçu Abdî Çelebi 87, 109 Kuşeyrî 63 , 172, 2 0 9 Kuşeyri Risalesi 63, 172 kutb 38 , 120, 135, 144, 145 Kutbuddin îsâ 5 7 , 6 0 Kutbuddin İznikî 22 , 1 6 2 Kutbuddinzâde Mehmed İznikî 22 ,

1 6 1 , , 162 , 163, 165, 170, 173 , 174 , 2 0 9

kuûdî zikir 181 Kuzey Afrika 9, 199 Kübreviyye 53 , 144 , 1 6 4

Küçük Ayasofya Zâviyesi 123 Künhü'l-ahbâr 122, 125, 131, 138 -

154, 197 , 199 , 2 0 4 Kâdî Hemedânî 5 2 Kâdiriyye 13, 160, 161 Kânûnî 4 9 , 60, 75 , 89, 122, 123,

125 Lâmiî Çelebi 12, 38 , 4 7 , 4 8 , 49 , 73 ,

79 , 80, 82 , 101, 102, 105, 106, 130, 132, 147, 170, 174 , 175, 201 , 2 0 7

Latifi 140, 143, 144, 155, 2 0 9 Lemezât 13, 14, 30, 107, 117, 120,

123, 140, 142, 157 , 199, 2 0 0 , 2 0 7

Lütfi Halîfe 106 Mahmud Efendi 119, 121, 123,

2 1 3

Mahmud Hayran 167 Mahmud Hisârî 31 , 4 5 Mahmud Paşa 94 , 160, 161 -205 ,

213 Maksud Ali 38 Makâm-ı Sülük 133, 134, 174, 177,

178, 2 1 3 Mâlin 14 Mansur et-Tûhî 65 Matlau'l-cûd bi tahkîki't-tenzîh fî

vahdeti'l-vücûd 55 Mâverâünnehir 14, 4 0 Mecâlisü'n-nefâyis 35, 37, 38, 57,

1 9 6 , 2 1 1 Mecdî 14, 18, 22 , 72 , 73 , 84, 85,

86 , 87 , 91 , 102, 105, 107 , 109, 131, 132, 135, 143, 144, 154, 155, 159,

1 6 5 , 2 0 9 Medîne 15, 18, 50 , 51 , 52 , 54 , 55 ,

5 6 , 60 , 65, 92 Medres-i Sebz 33 Medresetü'l-Ayniyye 68 Mehmed b. Abdullah 113, 115,

1 1 6 , 1 5 7 Mehmed b. Ferâmürz 161 Mehmed b. Kemâl 114, 116 Mehmed b. Mehmed 114, 116 Mehmed b. Sa'dî 78, 81, 82, 86,

87 , 88 , 90 , 91 , 95 , 96, 97 , 99 , 101, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, ' 115 , 116, 119, 136, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 165, 168, 179, 181, 182, 2 0 9

Mehmed Çelebi (Abdülganî

Efendi'nin oğlu) 108 Mehmed Çelebi (Burhaneddin

Efendi'nin oğlu) 123 Mehmed Çelebi (Pirî Halîfe'nin

oğlu) 120, 121, 125, 198 Mehmed Efendi 14, 69, 103, 105,

106, 114, 115, 156, 165, 2 0 9 , 2 1 1 2 1 3

Mehmed İpşirli 10 Mehmed İznikî 22 , 161, 162, 163,

165, 170, 173, 174, 2 0 9 Mehmed Şemsüddin 98 Mekke 4 7 , 4 8 , 49 , 56 , 58 , 60, 65,

78 , 128 Melâmî 158 Melhame 133 Menâkıbü'l-evliyâ 119, 120, 121,

Page 113: reşat öngören zeyniler

122, 123, 124, 125, 197, 2 1 3

Menâzilü's-sâirîn Şerhi 3 4 Menhecü'r-reşâd 18, 21 , 23 , 73 ,

169, 170, 187 , 188, 190, 191, 2 0 7

Menteşeli Hacı Halîfe 107 Meram 130, 137 Merzifon 7 4 el-Meslekü'l-celî 56 el-Meslekü'l-muhtâr 55 Meslekü't-ta'rîf bi tahkîki't-teklîf 55 Mesnevî 29 , 83, 95 , 137 , 159, 175 Meşhed 3 7

Meşrau'l-vürûd ilâ matlai'l-cûd 55 Mevlâ Abdullah 100 Mevlâ Ayas 99 , 100, 101 Mevlâ Kâsım 101

Mevlânâ 19, 28 , 31 , 35 , 36 , 37 , 39 , 4 9 , 56 , 5 9 , 80, 81, 109, 126, 137, 144, 155, 158, 159, 197 , 198, 2 0 6

Mevlânâ Abdülbekrî 81 Mevlânâ Sirâcüddin 3 7 Mevlîd-i Şerîf 124 Mısır 14, 15, 16, 17, 18, 2 7 , 28 ,

3 0 , 3 1 , 4 7 , 5 0 , 5 1 , 5 2 , 54 , 5 8 , 59 , 60 , 61, 62 , 63, 64, 65 , 66 , 68, 70 , 72 , 73 , 7 7 , 7 8 , 8 1 , 83, 91 , 92 , 127 , 164 , 194, 196, 199, 2 1 3

Miftâhu'l-gayb 92 , 163 Mimar Sinan . 139 Mir'atü't-tâlibîn 2 2 Mirâtü'l-mekâsıd 12

Mirkâtü's-suûd ilâ sthhati'l-kavl bi vahdeti'l-vücûd 55

misal âlemi 175 Misbâhu'l-üns 9 2 Molla Câmî 23 , 38 , 193 Molla Fenârî 77 , 89 , 90 , 91 , 92 ,

93 , 104, 162, 163, 165, 193, 194, 2 0 5 , 2 0 7 , 2 1 2

Molla Gûrânî 127 , 147 Molla Hüsrev 152, 161, 162, 165,

168 Molla Lütfi 143, 148, 149, 150,

185, 2 0 6 Molla Mahmud Abdülmu'tf 48 Molla Mahmud Sindî 4 8 Muallimzâde 96 , 111, 112, 114,

167

Muallimzâde Câmii 96 , 167 Muallimzâde Mustafa Efendi 111,

112 Muğlalı Şeyhzâde Vefâî 158 Muhammed Arab 35 , 197 , 198 Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-

Mekkî 5 0 , 56 , 64 , 65 Muhammed b. Alâeddin Bâbilî 6 4 Muhammed b. Ali Basravî 61 Muhammed b. Ali el-Mektebî 65 Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî

5 7 , 6 0 Muhammed b. Atıyye el-İskenderî

2 9 Muhammed Behnisî 61 Muhammed el-Habbâz 65 Muhammed el-Mağrıbî el-Esmer 77 Muhammed Emin Kuhistânî 3 6 Muhammed Gâzergâhî 38

Muhammed Gazzî 48 Muhammed Horasânî 31 , 39 , 56 ,

5 7

Muhammed Îcî 60, 61 Muhammed Kûsevî 28 , 3 6 Muhammed Pârsa 18 Muhammed Râgıb 29 , 5 7 , 58 , 59 ,

210 Muhammed Tebâdegânî 29 , 31 , 33 ,

35 , 36 , 37 , 38 , 39 , 56 , 73 , 94 , 197 , 198

el-Muhammediyye fî tefsîri'l-Kur'an 9 4

Muhassab Mescidi 58 Muhibbî 51 , 52 , 53 , 54 , 64, 65,

210 Muhittin Serin 163, 164, 165 Muhyiddin Çelebi 2 9 Muhyiddin Efendi Zeynî 107 Muhyiddin Esved 107 Muhyiddin Kocevî 125, 126, 141,

1 4 2 , 1 5 0 Muhyiddin Mehmed b. Bahâeddin

124

Muhyiddin Mehmed Çelebi (bkz. Halîfezâde)

Muînüddin Safevî 6 0 murâkabe 183 Mûsâ b. Yezid er-Râî 13 Musannifek 31 , 93 , 94 , 95 , 161,

187 , 188 , 189, 2 1 0 Muslihuddin Efendi (Bursa İmamı)

101 Muslihuddin Efendi (Hocazâde) 110 Muslihuddin Efendi (Muhyiddin Kocevî'nin müridi) 1 2 6

Muslihuddin Halîfe 84, 136 Muslihuddin Kocevî 178 Muslihuddin Mustafa (Şeyh Vefâ),

1 2 , 9 6 , 1 1 0 , 1 1 1 , 1 2 5 , 130, 148, 152, 174, 189, 2 1 3

Mustafa Âli 131, 199 Mustafa b. Muallim 23 Mustafa Çelebi 128, 129, 164 Mustafa Dede 163, 164 Mustafa Efendi 111, 112, 114, 117 Mustafa Kara 12, 167, 168, 186,

2 0 9 2 1 3 Mustafa Selâmî 123, 124 Mustafakemalpaşa 127 Mutavvel 119 Müeyyediyye Dergâhı 67 Müsrâtâ 7 7 Müstakimzâde 100, 101, 128, 143,

153, 163, 164, 2 1 0 Nakşibendiyye 18, 19, 28 , 30 , 39,

4 1 , 42 , 43 , 44 , 48 , 61, 92 , 102, 107, 120, 122, 156, 163, 192, 198, 199, 201 , 202 , 203

Nasıruddin Ubeydullah 3 7 Nasrullah b. Abdurrahman el-Ensârî

66 Nasuh Efendi 1 1 0 , 1 1 1 , 112, 113,

121 Nebî Halîfe 106, 108 Necdet Tosun 10, 17 Necîbüddin Ali b. Bozguş 12 Necmeddin Gaytî 63, 64 Necmeddin Gazzî 28, 48 , 4 9 , 56 ,

5 7 , 6 2 , 2 0 6

Page 114: reşat öngören zeyniler

Necmeddin Mahmud Isfehânî 11 Nefehât Tercümesi 12, 14, 15, 16,

17, 18, 19, 23, 28, 3 0 , 38 , 39 , 41 , 4 4 , 4 5 , 4 7 , 48 , 49 , 58 , 72 , 73 , 74 , 77 , 78 , 80, 81 , 82, 84, 92 , 95 , 96 , 97 , 9 9 , 101 , 102, 103, 105, 106 , 107 , 119, 130, 132, 136, 137 , 140, 142, 143 , 148, 154, 162, 170, 171, 174 , 175, 180, 189, 190, 192 , 193, 200 , 2 0 7 , 2 0 9

Nefeszâde 164, 2 1 0 Nefhatü'l-eshâr ve nhletü'l-eshâr alâ

menheci'l-muhtâr ilâ meşhedi'l-envâr 83

Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyim-i'l-fütüvve 14, 38, 211

Neşru'l-mesânî 54, 55, 65, 211 Nişancı Târihi 69, 72, 138, 139,

148, 150, 155, 1 9 9 , 2 1 1 Nizâmeddin Abdurrahim 7 1 Nizâmeddin Hâmuş 18, 19, 3 0 Nuh b. Şeyh Mehmed 75 Nurâbâd 17 Nûreddin 11, 12, 17, 28 , 31 , 50 ,

52 , 64, 77 , 86, 156, 193 Nûreddin Abdurrahman 11, 15, 16,

17, 86 Nûreddin Abdüssamed Natanzî 11,

12 Nûreddin Şûnî 6 4 Nuruosmâniye Kütüphanesi 12, 7 4 en-Nusûs 119 Nüzhetü'l-havâtır 29, 30, 211

Orhaneli 117 Ortadoğu 9 Ömer b. Hattâb / Ali b. Ebî Tâlib

13 Ömer Okumuş 38 , 3 9 Pîr Hasan el-Hûyî 118 Pır İlyas Amâsî 3 0 Pîr Muhammed 95 , 107 , 118, 119 Pîrî Halîfe 95 , 118 , 119 , 120, 121,

122 , 125, 142 , 193, 194, 198

râbıta 172, 174 , 187 Râbia Hâtûn 127 , 129 Ramazan Baba 117 , 118 Ravzatü't-tevhîd 166 Resâil-i İlm-i Meşâyih 137 Resul Efendi 115

Reşehât 15, 18, 19, 30, 31, 40, 41, 4 2 , 43 , 4 4 , 4 5 , 58 , 73, 92 , 191, 192, 198, 199, 200, 212

Rifâiyye 13, 28 , 9 0 er-Risâle 55 Risâle fi'l-vahdeti'l-vucûdiyye 51 Risâle-i Kudsiyye 95 Risâletü'l-edebiyye 110 Risâletü'n-necât 71, 174 , 1 7 5 2 1 3 Rodos 137 , 1 6 2 Ruknüddin Hâfî 5 0 Rumeli 9, 2 7 , 3 0 , 31 , 76 , 83, 85,

9 7 , 99 , 104, 130 , 159, 196 , 198

Rûznâme 133 Rüstem Halîfe 103, 106 Sa'deddin Efendi 19, 4 8 , 90 , 114,

141, 1 4 9 2 1 3

Sa'deddin Kaşgarî 19, 28 , 30 , 3 9 sabah evradı 183 Sadreddin Ebulberekât Ahmed b.

Nasrullah Kazvînî 15 Sadreddin Konevî 80, 92 , 118, 119,

126, 163 Sadreddin Konevî Zâviyesi 80, 126 Sadreddin Revvâsî 3 1 , 35 , 39 , 40 ,

94 , 193, 1 9 4 Sadreddin Şirvânî 3 0 Safâyî 11, 12, 13, 130 , 131, 134,

135, 136, 143, 2 1 2 Safeviyye 80 , 90 , 2 1 2 Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî 11, 13,

52 , 5 4 , 170 , 194, 2 0 9 Safiyyüddin Halîfe 88 , 109, 110,

113 , 114, 116, 117 Safiyyüddin Îcî 31 , 6 0 Sahn 49 , 101, 113, 144, 148, 165 Said b. Abdullah 65 Salâhiye Dergâhı/Hankâhı 63 , 64 Salâhiye Medresesi 6 4 Sâlihiyye 61 Sâlim Senhûrî 6 4 Sarây-ı Atîk 127 Sarıgâzi köyü 1 6 4 Sarıkadı Mehmed Dede 164 Sarıkadızâde Şeyh Mustafa 163 Sâz-t îrfân 133 , 174 , 1 9 3 2 1 3 Sefine 12, 13, 69, 74, 81, 82, 84,

89, 90 , 91 , 101, 107, 108, 109, 112, 115, 117, 126, 127 , 128, 132, 133,

136, 137 , 154, 156, 165, 167 , 193, 2 0 0 2 1 3

Sehâvî 15, 16, 17, 18, 23 , 27 , 28 ,

5 0 , 58 , 60, 62 , 66 , 67 , 68 , 77 , 78 , 79 , 80, 83, 91 , 2 1 2

Selçuk 7 0 Semerât 12, 212 Semerkand 39 , 4 8 Semerkand Daru'l-ilmi 3 9 Semerkant 3 7 Serbâlâ 17

Seyfüddin b. Kutluboğa 67 Seyyid Ali Horasânî 28 Seyyid Derviş Mehmed 129 Seyyid Gazanfer 50 , 5 1 Seyyid Hasan 35 , 36 , 3 7 , 3 8 , 2 1 1 Seyyid Hasan Erdeşir 35 , 3 6 Seyyid îsâ 5 7 , 60, 61 Seyyid Kâsım 48 , 192, 2 0 0 Seyyid Muhammed 5 2 Seyyid Sıbgatullah 52 , 53 Seyyid Velayet 49 , 100, 127, 128,

1 2 9 , 1 3 0 , 2 0 2 Strru esrâri'l-beyân ve burcu seyri

rûhi'l-insân 134 Sikender Şah 2 9 Silsilenâme 12, 44, 60, 69, 75, 107,

108, 109, 110, 112, 114, 115, 123, 154, 157, 1 9 7 2 1 3

Silsiletü's-sûfiyye 21 es-Simtu'l-mecîd 11, 12, 13, 50, 52,

53 , 54 , 62, 179, 2 0 9 Sinan Ferevî 85, 86, 88 Sinan Halîfe 100 Sinan Mescidi 88

Sinan Paşa 131, 133, 143, 144, , 147, 148, 149, 1 5 2 , 1 5 3 ,

Page 115: reşat öngören zeyniler

170, 172, 174 , 1 7 5 2 1 3 Siryakosa Hankâhı 6 4 Sivâsî Tekkesi 124 Sûft Sultan Hanım 128 Sûfîler yaylağı 9 7 Sultan II. Bâyezid 103 , 104 , 128,

135 , 138 , 139 , 140 , 141, 142, 143 , 148 , 152, 153, 154, 156, 198, 201 , 2 0 2

Sultan II. Selim 6 1 Suraiya Faroqhi 158 Sûriye 2 7 , 31 , 5 8 , 60 , 83 , 196, 199 Suyûtf 63, 8 9

Sühreverdiyye 11, 13, 28 , 163, 164,

1 6 9 , 1 8 1 Sühreverdiyye-i Cüneydiyye-i

Aleviyye 13 Sühreverdiyye-i Kâdiriyye-i

Bekriyye 13 Süleyman Halîfe 99 , 1 0 0 Süleymâniye Kütüphânesi 22 , 29 ,

41 , 5 4 , 63 , 73 , 79 , 83, 89, 95 , 108, 110, 117 , 119, 121 , 133 , 134 , 135, 154, 166, 167 , 168, 169, 170, 175

Sünbül Sinan 1 5 6 Şah Ruh 18 Şâh-ı Ziyâretgâhî 3 6 Şâhidî 158 Şâir Safâyî 12 Şakîk Belhî 13

Şam 14, 49 , 54 , 60 , 61 , 64 , 65 , 80, 157

Şâzeliyye 48 Şem'î 143, 155

Şemsüddin Ahmed 75 , 131 Şemsüddin Bâbilî 6 4 Şemsüddin Muhammed 15, 28 , 33 ,

65 , 89, 193, 2 1 2 Şemsüddin Muhammed b. Esed 28 Şemsüddin Muhammed b. Halîfe

eş-Şevberî 65 Şemsüddin Muhammed Kûsevî 28 Şemsüddin Serahsî 28 Şemsüddin Tebrîzî 8 0 Şerhu Evrâdi'z-Zeyniyye 2 2 Şerhu Risâleti'l-Kuşeyrî 63 Şerhu'r-ravz 63 Şerîfüddin Ebû Yahyâ 7 7 Şerîfüddin İskenderî 15 Şerif Cürcânî er-Razî 15 Şettâriyye 53

Şeyh Abdullah 20 , 65 , 101, 113, 115 , 129, 130, 176, 203

Şeyh Ahmed Efendi 116, 117, 158, 165

Şeyh Bedreddin 158 Şeyh Hasan 49 , 50 , 7 7 Şeyh Kara Ali" 126 Şeyh Kutbuddin 5 7 , 60 , 118 Şeyh Mahdûmî 29 , 107

Şeyh Mehmed Çelebi 113, 114, 115, 168

Şeyh Muhammed 29 , 31 , 38 , 61, 64 , 65 , 69 , 70 , 71

Şeyh Muhyiddin Mehmed 108, 109 Şeyh Mustafa 114, 117 , 123, 163,

1 6 4

Şeyh Nasuh 110, 112, 118, 121 Şeyh Safiyyüddin Mustafa 109 Şeyh Seyyid Vefâ b. Seyyid Ebû

Bekir 128 Şeyh Sinan 85 , 86, 87 , 88, 100,

1 1 0 , 1 1 3 Şeyh Süleyman Mescidi 9 9 Şeyh Şucâuddin Zâviyesi 84 Şeyh Vefâ (bkz. Muslihuddin

Mustafa) Şeyh Vefâ Tekkesi 148, 185 Şeyh Velî 123 , 1 2 4 Şeyh Yahya 2 7 , 144 Şeyh Yavsî Efendi 124 Şeyhûniye Hankâhı 6 6 şeyhü'l-harem 4 7 Şeyhülislâm Berdaî 119, 121 Şiblî 4 3 , 7 0

Şifâül-müteellim fî âdâbi'l-muallim ve'l-müteallim 83

Şihâbüddin 11, 12, 13, l 4 , 15, 22 , 28 , 65 , 68 , 69, 70 , 71 , 93 , 169, 170, 174 , 175 , 189, 2 1 3

Şihâbüddin Ahmed el-Beşbîşî 65 Şihâbüddin Ahmed Fernevî 15 Şihâbüddin Ahmed Sivâsî 170, 174 ,

1 7 5 , 1 8 9 Şihâbüddin Bistâmî 15 Şihâbüddin Ömer Sühreverdî 11,

12, 14

Şihâbüddin Sivâsî 69, 70 , 7 1 2 1 3 Şihâbüddin Sühreverdî 12, 13, 22 ,

93 , 170, 189 Şiirler Risâlesi 133 Şinnâvî 50 , 51 , 52 , 53 , 194 Şugan 39 , 4 0 Şükrü Özen 10, 149 Tabibzâde 12, 44 , 60, 69, 75 , 107 ,

108, 109, 110, 112, 114, 115, 123, 154, 157 , 1 9 7 2 1 3

Tâcü't-tevârih 7 2 Tâcüddin 12, 20 , 28 , 5 0 , 51 , 86,

87 , 88 , 95 , 96 , 97 , 98 , 99 , 100, 101, 103, 110 , 119, 125 , 150, 179, 2 0 1

Tâcüddin Abdurrahman 5 0 , 51 , 179

Tâcüddin İbrâhim Karamânî 86, 95 , 96 , 97 , 99 , 100, 101, 103, 110, 119, 125, 2 0 1

Tahkîku't-tevfîk beyne kelâmi ehli'l-

kelâm ve ehli't-tarîk 5 5 Tanman 9, 127, 129, 130, 138 ,

1 3 9 , 1 5 6 , 2 0 8 2 1 3 Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed

28 Tâyebâdî 15, 18

Tazarrûnâme 131 , 144, 149, 172, 175, 2 1 3

Tebâdegân 33 Tebâdegânî 29 , 31 , 33 , 34 , 35 , 36 ,

37 , 38 , 39 , 56 , 73 , 94 , 197, 198

Tebriz 15, 18, 29 Tenbîhü'l-ukûl 5 6 Tenvîru'l-evrâd 22 , 173 , 2 0 9 Tesnîmü'l-muğribîn 3 4 Tevârîh-i Al-i Osmân 1 2 6 tevhid zikri 181, 183, 187, 191 et-Tevsîl 56 Tezkiretü'l-habîb 3 4 Tibyân 12, 13, 50 , 52 , 53 , 54 , 55,.

56 , 62, 63, 64, 90 , 101,

Page 116: reşat öngören zeyniler

107, 140, 142 , 2 0 0 , 2 0 7 Tilimsan'da Abdurrahman b. el-

Bennâ 7 7 Tokat 148 Topkapı Sarayı Kütüphanesi 164 Tosya 110 , 1 1 2 Tövbenâme 166, 167 Trablus 7 7 Trakya 85

Tuhfe Hattatın 100, 101, 143, 163, 164, 2 0 8 , 2 1 0

Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l-makâmât ve'l-merâtib 82, 173 , 2 0 9

Tuhfetü'l-Mahmûdiyye 94, 161 Tunus 7 7

Turhan Dede 123 , 1 2 4 Ubeydullah Ahrar 4 2 , 43 , 44 , 48 ,

192 , 198 , 199, 2 0 0 Uluborlu 123 Uludağ 23 , 67 , 7 7 , 96 , 97 , 126,

156 , 169 , 180, 2 1 3 Uyûnü't-tefâsîr 69 uzlet 35 , 177 , 178 , 1 8 6 Ümraniye 1 6 4 Üveys b. Mehmed 1 6 6 Üvey s el-Karanî 13 vahdet-i şühûd 190 , 191 vahdet-i vücûd 5 5 , 63 , 93 , 190,

191, 193 , 194 , 2 0 5 Vahidî 114 el-Vasâya'l-kudsiyye 11, 13, 17, 20,

21 , 23 , 29 , 34 , 58 , 73, 74 , 78 , 95 , 131, 134, 135, 141 , 143 , 1 4 8 , 1 6 9 , 170, 171 , 173, 174, 176,

177 , 178, 179, 180, 182, 183, 184, 185, 186, 187 , 188, 189, 190, 191, 194 , 2 0 2 , 2 0 7 , 2 1 2

Vassâf 12, 13, 81, 82, 84, 90 , 91 , 101, 107 , 108, 109, 112, 115 , 117 , 126, 127 , 128, 132 , 133, 136, 137 , 154, 156, 193, 2 0 0

Vecîhüddin 35 , 3 7 , 52 , 53 Vefâ Dergâhı 125, 156 Vefâ devri 154, 156, 157 , 181 Vefâiyye-i Zeyniyye 130, 154, 180 Vefeyâtnâme 11, 77, 81, 95, 96, 97,

101, 105, 106, 107 , 108, 109, 111, 112, 113, 114, 115, 117, 118, 144, 159, 160 , 168, 2 0 5

vefk 132, 140 , 1 4 2 Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa 131,

143

Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa 97 , 9 9

el-Vesîle li'l-galati tnüzîle 83 Veysî 166, 167 , 2 0 8 Yahşî Fakih 95 Yahya b. Mûsâ Erdebîlî 5 7 Yakını 155 Yâkub Çerhî 4 2

Yavuz Sultan Selim 100, 102, 107 , 124, 128, 152, 2 0 2 2 1 3

Yenicami 75 Yıldırım Câmii 9 6 Yunanistan 85 , 88, 205 Yûnus Âdilî 5 7 Yûnus Emre 135, 136, 2 0 6 Yûsuf Acemî Gûrânî 11, 182 :•

Zahîruddin İsa Mısrî 13 Zekeriyya Ensârî 52 , 62, 63 , 64,

194 Zeki Velidi Togan 3 9 Zenbilli Ali Efendi 129, 143, 152,

170, 181 Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî 61 Zeynîler 82, 118, 158, 159, 164,

199

Zeyniyye Dergâhı/Hankâhı 82, 96 , 97 , 101, 108, 109, 117 , 118, 121, 157 , 159, 161, 165, 167 , 168

Zeynüddin Hâfî 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20 , 21 , 22 , 23 , 27 , 28 , 29 , 30 , 33 , 34 , 35 , 36 , 39 , 4 0 , 4 1 , 42 , 44 , 45 , 4 7 , 48 , 50 , 52 , 53 , 56 , 58 , 59 , 60, 62, 65 , 66 , 67 , 68 , 69 , 70 , 71, 72 , 73 , 74 ,

77 , 78, 81, 83 , 86, 91 ,

92 , 93 , 94 , 95 , 128, 141,

148, 159, 163, 166, 169,

170, 171, 174 , 176, 178,

179, 1 8 1 , 1 8 2 , 1 8 6 , 187,

188, 189, 190, 191, 192,

193, 194, 197 , 199, 200 ,

206

Zeynüddin Irakî 15

Zeynüddin Mısrî 7 0

Zeyrek Câmii 9 9

zikr-i cehrî 203

zikr-i hafi 2 0 3

Zübdetü't-tahkîk ve nüzhetü't-tevfîk 118

zühd 27 , 118, 144, 176, 2 0 3

Zülbânî 62