1
A ron Araf, annemin babası, Ankara’nın saygıdeğer bir simasıydı. O günkü de- ğerlerle biri hırdavat, diğeri züccaciye olmak üzere iki dükkânı vardı. Ankara havrasının (sinagogunun) tam karşısında dört katlı bir konağa sahipti ve şehrin zenginlerinden sa- yılırdı. Cumhuriyetin ilanından evvel Ankara ufacık bir kasabaydı ve bu saydıklarım bel- ki de büyük bir servet ifadesiydi. Aron Araf, Ankara Yahudi Cemaati Baş- kanlığı yapmış, cemaat üyeleri tarafından an- laşmazlık ânında görüşüne ve kararına baş- vurulan “hakem” sıfatına sahipti. Uzun bo- yu, ince yapısı ve otoriter tavrı ile gerek ai- lesi içinde gerekse dışında büyük saygı ve sev- gi görürdü. Tabii dokuz çocuk (beş kız ve dört erkek) yetiştirebilmek için biraz da korkutucu olması da gerekti herhalde. An- nemin anlattıklarına göre yemeğe oturduk- larında çocukların kavgaları, babanın gelmesi ile derhal kesilir ve yemek faslı son derece sa- kin bir havada geçermiş. Çocukluğumun en büyük travmasını, dedemin salonunda yaşadım. Türk Yahudi tarihinde birkaç felâket yaşandığını biliyoruz. Trakya olaylarını Ankara’da bizler yaşama- dık. Ancak 20 sınıf askerlik bizi etkilemişti. Babamı askere aldıklarında annem bize hem analık hem de babalık yapmak zorunda kaldı. Babamın küçük tuhafiye dükkânını an- nem eline aldı ve bizi perişan olmaktan kur- tardı. Hafızamda yer alan bir görüntü hâlâ canlılığını korur. Evde, herhalde beni bıra- kabileceği kimse olmadığından, dükkâna gö- türür, öğle uykusuna yatırmak için bir rafa örtüler serer, orada uyuturdu. 5-6 yaşımda olmalıydım. Ancak felaketlerin en büyüğü Varlık Ver- gisi idi. Babamın Anafartalar Caddesi’nde- ki küçük ama çok iyi konumlu dükkânı, ta- hakkuk edilen (biçilen rakam) 15 bin lirayı ödeyemediği için haciz olmuş ve biz çok zor durumda bırakılmıştık. Herhalde haciz edi- len mülk ve mallar, biçilen vergiyi karşılamış olmalı ki evimize dokunmadılar. Anka- ra’daki –ve de bütün Türkiye’deki- Yahudiler aynı acıyı yaşadılar. Ancak dedemi, Aron Araf’ı tamamen mahvettiler! Bugünkü değerlerle mukayese edemeye- ceğim ancak o zaman için ödenemeyecek ka- dar çok olduğu söylenen bir vergi ile karşı- laşmıştı. Yanlış anımsamıyorsam, üç yüz bin lira idi ve bu büyük bir servetti o zaman için. Varlıklı da olsa, dedemi yıkacak kadar büyük bir rakam… Tahakkuk işini Valilik’te bir komisyon ya- pardı ve itiraz hakkı da kesinlikle yoktu. O komisyon içinde dedemin hırdavat işinde ra- kibi olan Vehbi Koç’un bulunduğu söylen- mişti. Vergisini ödeyemeyenlerin malı mül- kü haciz edilir, o da yetmezse Erzurum ya- kınlarında Aşkale adlı bir kasabaya, taş kır- mak ve yol yapmak üzere sürülürdü. Bura- da hayatlarını kaybedenler çok oldu. Bu ta- rihi olayları anlatan çeşitli kitapları okuma- nızı tavsiye ederim. Dedemin iki dükkânına el konulmuş, evi- ne haciz memurları gelmiş ve bulabildikle- ri bütün eşyayı alıp götürmüştü. O canım ko- nağın da birkaç gün sonra boşaltılması için emir verilmişti. Beş-altı yaşımdaydım. Ço- cukluğumun en büyük travmasını işte o za- man yaşadım. Saray salonlarını andıran de- de evinin o görkemli salonundan kala kala dört duvar kalmıştı. Çıplak ve soğuk duvarlar karşısında donup kalmıştım. Avizeler, tab- lolar, ağır kadife perdeler, hepsi ama hepsi git- mişti. Geriye boşluk, acı, çaresizlik ve aile- ce hayat boyu kapanamayacak bir yara kal- mıştı. Evi boşaltmak ne demekti? Bunca insan nerede barınabilirdi? Dayım Eli (İlya) Araf, uzun boylu, son derece yakışıklı ama en önemlisi çok güçlü hitabeti (güzel konuşma kabiliyeti) olan cesur ve atılgan bir gençti. An- kara Valiliği’ne gitmiş ve vali ile görüşmek istemiş. O dönem valisi Nevzat Tandoğan çok sert ve çok dirayetli olduğu söylenen bir idareciymiş. Dayımı kabul etmiş ve ne iste- diğini sormuş. Dayım o günkü görüşmeyi kendi ağzından şöyle anlatmıştı: “Nevzat bey öğle uykusuna yatmak üze- re şezlonguna uzanmıştı. Heyecanlı oldu- ğumu görmüş, nedenini sormuştu. Ben de verginin insafsızlığından, varımız yoğumu- zun haczedilmesinden bahsetmiş ve sonun- da şöyle demiştim. Babam Aron Araf, her za- man vatansever bir vatandaş olmuştur. İstiklal Savaşı’nda Ankara’da bulunan milletvekil- lerinin İstanbul’daki aileleri ile kaçak olarak irtibatlarını sağlamış, onlara evini açmış, on- ları barındırmış ve Cumhuriyet Türkiye’si- ne elinden gelen yardımı yapmıştır. Şimdi ai- lece bizi evimizden dışarı atmak istiyorlar. Bi- ze yardımcı olun.” Bir parantez açıp söyleyeyim, savaş sıra- sında İstanbul-Anadolu arasındaki irtibat bir süreliğine kopuk idi. İki idare vardı. İstan- bul’da hâlâ Osmanlı yönetimi hüküm sür- mekte ve İstanbul-Ankara arasında irtibat, an- cak ticarî amaçlarla ve özel izin ile yapıla- bilmekteydi. Vali bu dokunaklı ve gerçek konuşma üze- rine yardımcısını çağırmış ve eve dokunul- mamasını emretmiş. Ayrıca, yine dayımın an- lattığına göre, vali bey, dayıma, bayramlar- da gelip elini öpmesini ve tekrar görüşmek istediğini söylemiş. Gelelim Varlık Vergisi sırasında dedemin evine… Ev böyle kurtuldu da acaba halen evimde bulunan tablolar ve avize nasıl elde kalabilmiş, bize kadar ulaşmıştı? Annemin an- lattığına göre haciz yapılacağı öğrenildiğin- de birkaç eşya bir yerlere nakledilmişti. Evin ve bir iki eşyanın kurtarılması, de- demi biraz rahatlatmıştı ancak o sert görü- nümlü fakat ara sıra torunları ile şakalaşır- kenki güleryüzlü halini bir daha hiç gördü- ğümü hatırlamam. Dedem ile ilgili hafızamda şu anda başka çocukluk anısı yok. Belli bir zaman sonra İs- tanbul’a taşındı ve onu son görüşüm, üze- rimde teğmen üniforması ile onu ziyaret et- tiğim 1963 senesi oldu. Arkasında onu ha- tırlatacak hiçbir yazı bırakmadı, doğru. Ama ben bunca yıl sonra onu hâlâ unutmadım. Onun adını gururla taşıdım fakat bazı za- manlar yaşadığım değişik ortamlarda, is- mimden dolayı zorluk çektiğimi de söyle- meliyim. Çok defa, kendimi ‘beyaz bilyele- rin bulunduğu çuval içindeki tek kara bilye’ gibi hissettiğim olmuştu. Bir toplulukta kendini yabancı, daha doğrusu farklı his- setmek, öteki olarak algılanmak hiç de hoş bir şey değildir. Yine de sorulduğunda, ya Ya- hudi olduğumu ya da dedemin anısına onun adını taşıdığımı söylerdim. Tanıkların dilinden Varlık Vergisi’nin içyüzü FERDA BALANCAR [email protected] Yazar ve araştırmacı Rıfat Ba- li’nin bu hafta Libra Yayıncı- lık’tan yayımlanan ‘Varlık Vergi- si Hatıralar-Tanıklıklar’ kitabın- da 158 kişinin hatıraları yer alı- yor. Bunlardan 87’si Yahudi, 30’u Ermeni, 13’ü Rum, 1’i Bul- gar, 1’i Levanten, 26’sı ise Müs- lüman. Bu hatıraların önemli kısmı, daha önce hiçbir yerde yayımlanmadı. Bali’nin kitabı, kısa süre önce yayımlanan ve kamuoyunda ge- niş yankı bulan bir kitaba cevap niteliği de taşıyor. Emekli Maliye müfettişi Cahit Kayra’nın Şubat 2011’de çıkan ‘Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi’ başlıklı çalışması kısa sürede üç baskı yapmıştı. Rıfat Bali’nin kitabın önsözünde de belirttiği gibi, Cahit Kayra özetle şunları iddia ediyordu: Varlık Vergisi dönemin şartları göz önünde bulundurulduğun- da zorunlu bir vergidir. İddia edildiğinin aksine Varlık Vergisi gayrimüslim mükelleflere ay- rımcı ve haksız bir şekilde uygu- lanmamıştır. Rıfat Bali, bu iddialara cevaben, kendi deyimiyle “gerçeğin ne ol- duğuna dair bir hatırlatmanın, bir kere de mağdurların dile ge- tirdikleri hatıralar vasıtasıyla yapılması” gerekliliğinden yola çıkıyor. İlk kez bu kitapla gün yüzüne çı- kan hatıra ve tanıklıların büyük çoğunluğu, babaları, büyükba- baları veya erkek kardeşleri bu vergiye maruz kalmış kişilerin anlatılarından oluşuyor. Bunla- rın içinden, Varlık Vergisi’nin in- kâr edilmek istenen gerçekliğini tüm çıplaklığı ile ortaya koyan- lardan bir demet sunuyoruz. Bali’nin kitabı, Türkiye’de yakın tarihin gerçeklerini tartışırken sözlü tarihin ne kadar önemli bir yöntem olduğunu bir kez da- ha kanıtlıyor. RIFAT BALİ’NİN SON KİTABI İNKÂR EDİLMEK İSTENEN GERÇEĞİ BİR KEZ DAHA GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR 1 940 doğumlu olduğuma göre Varlık Vergisi’ni yaşamışım ama hatırlamam mümkün değil, çok küçüktüm. Yine de bu verginin iz- lerini içimde taşıyorum duygusunu yaşarım. Beş-on yaşlarımda olduğum yıllarda, evde annemle babam ilgi- li kelimeleri kullandıklarında esen hava içime sinmiş – Rumca “to varliki”: korku, hatta dehşet, huşu, öcü. Evde “Varlık”tan söz edildi- ğinde alçak sesle konuşulurdu, bir ölüden, bir suçtan veya günahtan söz edilircesine. Küçükken bu konuyu bir tür tabu gibi algılardım. Soru da sormazdım, çünkü olayın kurca- lanmasının istenmediğini sezerdim. Şimdi 60-65 yıl önceleri hatırlama- ya çalışırken, annemle babamın bir- birini üzmemek için konuyu geçiş- tirmek istediklerini düşünürüm. Babam Yunan uyruklu, annem Türk uyrukluydu; her ikisi de doğ- ma büyüme İstanbullu Rum. An- nem Ortaköylü, babam Tatavlalı. O yıllarda enderdi ama âşık olup ev- lenmişler. Babam baba mesleğini sürdürmüş, Paris diplomalı terzi olmuş. 1935 yılında Ankara’da ter- zi dükkânı açmış. İşleri çok iyi git- miş en başlarda ama sonra sıkıntılar baş göstermiş. Bir yanda Türk uy- ruklu olmayan Rumlara getirilen ça- lışma kısıtlamaları, öte yanda İkin- ci Dünya Savaşı’nın doğurduğu sı- kıntılar yüzünden babam bu dük- kânını terk etmek, aile İstanbul’a ta- şınmak zorunda kalmış. Ağabeyim- le birlikte (o 1945’te öldü) çok zor şartlarda yaşıyormuşuz. ‘Varlık’ bu şartlarda gelivermiş. Anlatacağım olayı on beş yaşla- rımdayken öğrendim. Bir gün ba- bam, “Bu halının kenarındaki deli- ğin öyküsünü anlatayım” dedi. Tak- dir edilen Varlık Vergisi’ni ailenin ödemesine imkân yoktu, dairemize haciz için gelmişler. Evin mallarını teker teker kaydetmeye başlamış me- murlar. Kışmış ve soba yanıyormuş. Bir an sobadan bir kor fırlamış, ha- lının kenarına düşmüş. Halı hafiften yanmaya başlamış. Ama ne babam- da ne de annemde müdahale edecek takat varmış. “Zaten artık evin mal- larına bizim malımız gözüyle de bakmıyorduk” diye anlattı babam. Memurun biri koru sobaya atmış, iç- ten içe yanan ateşi söndürmüş. Ama babamın anlattıklarına gö- re, sonunda haciz gerçekleşmemiş. İngiliz, Fransız ve başka yabancı güçler bu verginin yabancı uyruk- lulara uygulanmaması için baskı yapmışlar. Yunan uyruklu olanlar da verginin bu biçiminden kurtul- muşlar. Halı evde kaldı. Ben küçük bir çocuk olarak üzerinde saatlerce oynadım. Her santimetrekaresini ezbere biliyorum. Desenlerine ve renklerine bakarak hayaller kur- dum, oyunlar kurguladım. 1965 yılında babam Yunan uyrukludur di- ye ülkeden kovulunca halı da bir yo- lunu buldu Yunanistan’a vardı. Ha- lının deliğini uzmanına verip onar- mışlar. Ama rengi tam tutturamamış usta; delik kısmı daha açık renk ol- duğu için hemen belli oluyor. Annemle babam on beş yıl önce öldü. Şu an halı bizim Mora’daki köy evinde. Eskimiş halini beğen- meyen oğullarımıza, biz de öldükten sonra isterlerse halıyı bir süre daha atmamalarını söyledim. “Büyükba- ba ve büyükanneye hürmeten” de- dim “hemen elden çıkarmayın is- terseniz.” Ve deliğin öyküsünü an- lattım onlara. Üçüncü kuşak ne an- ladı, pek bilemeyeceğim. K erestecilik yapan babam Kevork Davutyan’a 15 bin lira tak- dir edilmiş. Kendisinin yıllar sonra anlattığı şuydu: “Her şeyi en iyi şartlarda tasfiye etsem 7-8 bin lira elde ederdim.” Be- kâr olduğundan (ana-babası da ölmüş) bir arkadaşının evinde saklanarak fırtınayı atlatmış. Bunun üzerine Maliye, iki çocuklu bir dul olan halamın 3 katlı evine el koymuş. 1945 gibi Varlık Vergisi’ni ödemek takside bağlanınca ba- zı kusurlarından ötürü drahoması yüksek olan annemle evle- nip, drahoma parasını Maliye’ye vererek halamın evini ‘kur- tarmışlar.’ Aile içinde verginin aşırı yüksekliği, ‘kereste’ işinin göz önünde oluşuna bağlanırdı. Han içi yerlerden yapılan iş- lerin tercih edilmesi gerektiği söylenirdi. Herkül Millas: Halıdaki delik Prof. Nurhan Davutyan: ‘Drahoma parasını verip evi kurtarmışlar’ A nnemin bir genç kız ola- rak yaşadığı ev 1930 yı- lında büyükbabam Mösyö Torosyan tarafından inşa edil- mişti. On fertten oluşan aile Varlık Vergisi’ne kadar bu evde yaşadı. Annem o tarih- te 16 yaşında idi. Tahakkuk edilen vergiyi ödemek im- kânsız olduğundan ev bü- tün antika mobilyalarıyla bir- likte haciz edildi. Yılbaşı gü- nü aile evden kovuldu ve am- cam, yani annemin ağabeyi, Aşkale’ye gönderildi. Hâliha- zırda evimiz olan binada Kar- temsan Şirketi faaliyet göster- mekte. İkinci derece tarihi eser olarak tasnif edildiğinden birçok kere restore oldu. Bir dönem de Belediye Başkanlığı olarak hizmet verdi. Türkiye’de yaşamıyorum. 2008 yılında Türkiye’ye geldiğimde bi- nayı aradım ve buldum. Kartemsan Şirketi binayı gezmeme izin verdi. Heyecan verici bir ziyaretti. B enim ailemden hatırladığım, ancak dedemin iflası ve ağabeyinin sedye ile Aşkale’ye gönderilmek üze- re Sirkeci’ye getirilmesi. Dedemler, o zamanın meşhur Aris Traş Sabunları’nın sahipleri idiler ve Varlık yü- zünden her şeyi satmaya mecbur kaldılar ama vergi bor- cunun tamamını ödeyemediler tabii. Dedem ondan sonra bir daha belini düzeltemedi. Ancak evlerinde kü- çük bir imalathane kurmuşlardı ve orada el kremi, yüz pudrası, kolonya yapıp eczanelere satarlardı ama hiç- bir zaman bir PeReJa mertebesine yaklaşamadılar. Ölünceye kadar zar zor geçinebildiler. Baba tarafım bu bakımdan şanslı oldu ve büyük- babam ve dört oğlu vergiyi ödeyebildiler. İlginç bir ha- tıra da Orgeneral Şükrü Kanatlı (eski Kara Kuvvetler Komutanı) ile ilgili. Şükrü Paşa, büyükbabamın ah- babı idi (ve kızı da babamın ve annemin düğününde gelinin kuyruğunu tutan küçük kızlardan biri idi) ve Varlık Vergisi listeleri asıldığı zaman büyükbabama gel- miş ve “Kirkor Efendi, ayağımdaki çizmelerimden baş- ka her şeyim senin emrindedir, ne kadar paraya ihti- yacın varsa söyle verebileceğim kadar vereyim” demiş. Büyükbabam bundan çok duygulanmış ve çok teşek- kür ederek ihtiyaçları olmadığını ve çok da duygu- landığını söylemiş. Bu da işte başka bir hatıra… Ne yazık ki bu konu evde pek konuşulmazdı (1915 Soy- kırımı’nın konuşulmadığı gibi), öyle ki daha fazla de- tay bilgim yok. B abam Nissim Freddy Pinhas (1914-1992) küçükken taş kırmak, yol inşa et- mek için gönderildiği Aşkale ile ilgili hatıralarını bana sık sık anlatırdı. Po- zitif bir insan olduğu için anlattıkları gülünçtü. Aşkale’ye varmak için uzun müd- det karda yürümüşlerdi. Ayakları donmuştu. Bir köylü onları karşılamış ve ısıt- mak için ayaklarını sıcak su ile yıkamıştı. Bunu anlatırdı. Ayrıca uyudukları ahı- rın fare dolu olduğunu söylerdi. Farelerden biri bir gece bir Yahudi arkadaşının donuna girmiş ve bu arkadaş haykırarak uyanmıştı. Donunun içindeki fareyi ya- kalamak isteyen arkadaşını taklit ederek bizleri güldürürdü. Onları taş kırmaya götüren çavuş antisemitti. Onları çok fazla ve tekrar tekrar çalıştırırdı. Ancak ba- bam hiçbir zaman Varlık Vergisi’nin haksız ve zorlayıcı yanı üzerinde ısrar etmedi. Bizler ilkokula gidiyorduk ve şayet ısrar etseydi bizleri düzene karşı falso durumda bırakacaktı. İyi yaptığını zannediyorum. Dahası Yahudi arkadaşlarıyla birlikte yap- tığı ikinci bir askerlik hizmeti olarak adlandırdığı Aşkale macerası ile fazla trav- matize olmuşa benzemiyordu. Aynı anda Fransa’da kızkardeşi ve kuzenleri Na- zi işgali altında idiler ve Yahudiler toplama kamplarına götürülüyorlardı. Buna karşın annem ve anneannem Varlık Vergisi’ne karşı son derece diş biliyorlardı. Annem bir günden diğerine servetini kaybedenleri bana anlatırdı. S avaş yıllarıydı. Askerde iken dışarıda olup bitenlerden faz- la haberdar değildik. Ancak Varlık Vergisi en çok konuşulan şeydi. Birçok kişinin iflas ettiği ve bazı gayrimüslimlerin Aşkale’ye tehcir edildikleri söyleniyordu. Askerde zengin gençler de var- dı. Bunlar ailelerinden her mektup geldiğinde ağlamaya baş- larlardı. Babaları Aşkale’ye gönderilmişti. Evlerinde ne varsa, kahve fincanları bile, alınmıştı. Amcam Nisim Amon da bu dö- nemde bütün servetini kaybetti. Biri kız olmak üzere üç çocuğu vardı; Estreya (kız), İzak ve Jojo. Varlık Vergisi’nden önce bir manifatura mağazaları vardı ve bir Türk ortağı vardı. İşi gayeti iyiydi. Ancak Varlık Vergisi’ni ödemesi gerektiğinde bunu ya- pabilmek için hisselerini ortağına satmak, oturduğu evden çı- kıp daha küçük bir eve taşınmak zorunda kalacaktı. Daha son- ra bir zamanlar sahibi olduğu şirkette müstahdem olarak ça- lışmaya mecbur kaldı. Eski ortağı patronu olmuştu. Bunu ka- bul edemedi ve iş değiştirdi. Yeni işinde sık sık mal satmak için Anadolu’ya seyahat ederdi. Hayat standardı çok düşmüştü. Mad- di durumu hiçbir zaman eski seviyesine gelmedi. V arlık Vergisi’nden ne kadar mağdur olduğumuz yılları hiç unutamam. Daha önce babamın ağladığını hiç görme- miştim. O gün ağladığını gördüm. O zaman kardeşlerim İs- tanbul’da, ben Urfa’daydım. Babama 50 bin lira vergi tahak- kuk ettirildi. Bu büyük bir servetti. Kardeşlerim Yakup ve Mu- sa babama mektup yazdılar ve 70 yaşındaki adam ağlamaya baş- ladı. Kardeşleri büyük destek verdiler. “Paramız senin paran- dır” dediler. Babam Urfa’da en yüksek Varlık Vergisi’ni öde- yen oldu. Urfa’dan kimse Aşkale’ye gönderilmedi. Dalita Hacyan: ‘Torosyan ailesinin evi belediye başkanlığı binası oldu’ Rosie Pinhas-Delpuech: ‘Farelerden biri bir gece arkadaşın donuna girmiş’ Samuel Sami Coyas: ‘Eski ortağı patronu olmuştu’ Nurhan Becidyan: ‘Kirkor Efendi, ayağımdaki çizmelerimden başka her şeyim senin emrindedir’ Aron Ender: ‘Dedem Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a gitmiş’ Harun Bozo: ‘Paramız senin parandır’ V arlık Vergisi’nden önce yirmi sınıf olarak babam Jak Sarfati ve amcam Leon Sarfati askere alınmışlardı. O sırada dükkânda büyükbabam Nesim Sarfati kal- mıştı. Babam askerden geri geldiğinde biz anne-kız ve amcamın karısı ve kızları İs- tanbul’da idik. Edirne Kız Ortaokulu’nda okudum. Okulda da antisemit davra- nışlar vardı. Matematik hocamız vardı, Doğan Bey. Çok tanınmış bir aileydik. Dük- kânımız Balıkpazarı’nda idi. “Bu Doğan Bey bana ‘Dükkânınızın önünden geçi- yordum. Her şeyiniz haciz ediliyordu” dedi. Doğan Bey kötü bir insandı. Bizle- re, Musevi kızlara kötü davranırdı, münasip olmayan hareketlerde bulunurdu. Biz- leri hep küçümser ve saldırırdı. Yazın özel ders verip para alabilmek için bizleri ik- male bırakırdı. Varlık Vergisi’ni ödedik ve babam Aşkale’ye gitmedi. Babam “ke- dimos kon sakos vaziyos” (boş çuvallarla kaldık) derdi. Kendisi bakkallara toptan gıda maddeleri satardı. Kahve, pirinç gibi… Bu maddeler kolonilerden geldiği için onlara ‘kolonyalist’ denirdi. İkinci bir dükkânımız daha vardı. Orada da kahve de- ğirmeni vardı. Kahve kavururduk. Babam aynı zamanda Shell Company’nin mü- messilliydi. Varlık Vergisi’nden sonra yeniden kalkındılar. Beki Sarfati: ‘Matematik hocamız bizleri hep küçümser ve saldırırdı’

RIFAT BALİ’NİN SON KİTABI İNKÂR EDİLMEK İSTENEN GERÇEĞİ ... · da hayatlarını kaybedenler çok oldu. Bu ta-rihi olayları anlatan çeşitli kitapları okuma-nızı tavsiye

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: RIFAT BALİ’NİN SON KİTABI İNKÂR EDİLMEK İSTENEN GERÇEĞİ ... · da hayatlarını kaybedenler çok oldu. Bu ta-rihi olayları anlatan çeşitli kitapları okuma-nızı tavsiye

Aron Araf, annemin babası, Ankara’nınsaygıdeğer bir simasıydı. O günkü de-

ğerlerle biri hırdavat, diğeri züccaciye olmaküzere iki dükkânı vardı. Ankara havrasının(sinagogunun) tam karşısında dört katlı birkonağa sahipti ve şehrin zenginlerinden sa-yılırdı. Cumhuriyetin ilanından evvel Ankaraufacık bir kasabaydı ve bu saydıklarım bel-ki de büyük bir servet ifadesiydi.

Aron Araf, Ankara Yahudi Cemaati Baş-kanlığı yapmış, cemaat üyeleri tarafından an-laşmazlık ânında görüşüne ve kararına baş-vurulan “hakem” sıfatına sahipti. Uzun bo-yu, ince yapısı ve otoriter tavrı ile gerek ai-lesi içinde gerekse dışında büyük saygı ve sev-gi görürdü. Tabii dokuz çocuk (beş kız vedört erkek) yetiştirebilmek için biraz dakorkutucu olması da gerekti herhalde. An-nemin anlattıklarına göre yemeğe oturduk-larında çocukların kavgaları, babanın gelmesiile derhal kesilir ve yemek faslı son derece sa-kin bir havada geçermiş.

Çocukluğumun en büyük travmasını,dedemin salonunda yaşadım. Türk Yahuditarihinde birkaç felâket yaşandığını biliyoruz.Trakya olaylarını Ankara’da bizler yaşama-dık. Ancak 20 sınıf askerlik bizi etkilemişti.Babamı askere aldıklarında annem bize hemanalık hem de babalık yapmak zorundakaldı. Babamın küçük tuhafiye dükkânını an-nem eline aldı ve bizi perişan olmaktan kur-tardı. Hafızamda yer alan bir görüntü hâlâcanlılığını korur. Evde, herhalde beni bıra-kabileceği kimse olmadığından, dükkâna gö-türür, öğle uykusuna yatırmak için bir rafaörtüler serer, orada uyuturdu. 5-6 yaşımdaolmalıydım.

Ancak felaketlerin en büyüğü Varlık Ver-gisi idi. Babamın Anafartalar Caddesi’nde-ki küçük ama çok iyi konumlu dükkânı, ta-hakkuk edilen (biçilen rakam) 15 bin lirayı

ödeyemediği için haciz olmuş ve biz çok zordurumda bırakılmıştık. Herhalde haciz edi-len mülk ve mallar, biçilen vergiyi karşılamışolmalı ki evimize dokunmadılar. Anka-ra’daki –ve de bütün Türkiye’deki- Yahudileraynı acıyı yaşadılar.

Ancak dedemi, Aron Araf’ı tamamenmahvettiler!

Bugünkü değerlerle mukayese edemeye-ceğim ancak o zaman için ödenemeyecek ka-dar çok olduğu söylenen bir vergi ile karşı-laşmıştı. Yanlış anımsamıyorsam, üç yüz binlira idi ve bu büyük bir servetti o zaman için.Varlıklı da olsa, dedemi yıkacak kadar büyükbir rakam…

Tahakkuk işini Valilik’te bir komisyon ya-pardı ve itiraz hakkı da kesinlikle yoktu. Okomisyon içinde dedemin hırdavat işinde ra-kibi olan Vehbi Koç’un bulunduğu söylen-mişti. Vergisini ödeyemeyenlerin malı mül-kü haciz edilir, o da yetmezse Erzurum ya-kınlarında Aşkale adlı bir kasabaya, taş kır-mak ve yol yapmak üzere sürülürdü. Bura-da hayatlarını kaybedenler çok oldu. Bu ta-rihi olayları anlatan çeşitli kitapları okuma-nızı tavsiye ederim.

Dedemin iki dükkânına el konulmuş, evi-ne haciz memurları gelmiş ve bulabildikle-ri bütün eşyayı alıp götürmüştü. O canım ko-nağın da birkaç gün sonra boşaltılması içinemir verilmişti. Beş-altı yaşımdaydım. Ço-cukluğumun en büyük travmasını işte o za-man yaşadım. Saray salonlarını andıran de-

de evinin o görkemli salonundan kala kaladört duvar kalmıştı. Çıplak ve soğuk duvarlarkarşısında donup kalmıştım. Avizeler, tab-lolar, ağır kadife perdeler, hepsi ama hepsi git-mişti. Geriye boşluk, acı, çaresizlik ve aile-ce hayat boyu kapanamayacak bir yara kal-mıştı.

Evi boşaltmak ne demekti? Bunca insannerede barınabilirdi? Dayım Eli (İlya) Araf,uzun boylu, son derece yakışıklı ama enönemlisi çok güçlü hitabeti (güzel konuşmakabiliyeti) olan cesur ve atılgan bir gençti. An-kara Valiliği’ne gitmiş ve vali ile görüşmekistemiş. O dönem valisi Nevzat Tandoğançok sert ve çok dirayetli olduğu söylenen biridareciymiş. Dayımı kabul etmiş ve ne iste-diğini sormuş. Dayım o günkü görüşmeyikendi ağzından şöyle anlatmıştı:

“Nevzat bey öğle uykusuna yatmak üze-re şezlonguna uzanmıştı. Heyecanlı oldu-ğumu görmüş, nedenini sormuştu. Ben deverginin insafsızlığından, varımız yoğumu-zun haczedilmesinden bahsetmiş ve sonun-da şöyle demiştim. Babam Aron Araf, her za-man vatansever bir vatandaş olmuştur. İstiklalSavaşı’nda Ankara’da bulunan milletvekil-lerinin İstanbul’daki aileleri ile kaçak olarakirtibatlarını sağlamış, onlara evini açmış, on-ları barındırmış ve Cumhuriyet Türkiye’si-ne elinden gelen yardımı yapmıştır. Şimdi ai-lece bizi evimizden dışarı atmak istiyorlar. Bi-ze yardımcı olun.”

Bir parantez açıp söyleyeyim, savaş sıra-

sında İstanbul-Anadolu arasındaki irtibat birsüreliğine kopuk idi. İki idare vardı. İstan-bul’da hâlâ Osmanlı yönetimi hüküm sür-mekte ve İstanbul-Ankara arasında irtibat, an-cak ticarî amaçlarla ve özel izin ile yapıla-bilmekteydi.

Vali bu dokunaklı ve gerçek konuşma üze-rine yardımcısını çağırmış ve eve dokunul-mamasını emretmiş. Ayrıca, yine dayımın an-lattığına göre, vali bey, dayıma, bayramlar-da gelip elini öpmesini ve tekrar görüşmekistediğini söylemiş.

Gelelim Varlık Vergisi sırasında dedeminevine… Ev böyle kurtuldu da acaba halenevimde bulunan tablolar ve avize nasıl eldekalabilmiş, bize kadar ulaşmıştı? Annemin an-lattığına göre haciz yapılacağı öğrenildiğin-de birkaç eşya bir yerlere nakledilmişti.

Evin ve bir iki eşyanın kurtarılması, de-demi biraz rahatlatmıştı ancak o sert görü-nümlü fakat ara sıra torunları ile şakalaşır-kenki güleryüzlü halini bir daha hiç gördü-ğümü hatırlamam.

Dedem ile ilgili hafızamda şu anda başkaçocukluk anısı yok. Belli bir zaman sonra İs-tanbul’a taşındı ve onu son görüşüm, üze-rimde teğmen üniforması ile onu ziyaret et-tiğim 1963 senesi oldu. Arkasında onu ha-tırlatacak hiçbir yazı bırakmadı, doğru. Amaben bunca yıl sonra onu hâlâ unutmadım.Onun adını gururla taşıdım fakat bazı za-manlar yaşadığım değişik ortamlarda, is-mimden dolayı zorluk çektiğimi de söyle-meliyim. Çok defa, kendimi ‘beyaz bilyele-rin bulunduğu çuval içindeki tek kara bilye’gibi hissettiğim olmuştu. Bir topluluktakendini yabancı, daha doğrusu farklı his-setmek, öteki olarak algılanmak hiç de hoşbir şey değildir. Yine de sorulduğunda, ya Ya-hudi olduğumu ya da dedemin anısınaonun adını taşıdığımı söylerdim.

Tanıkların dilinden Varlık Vergisi’nin içyüzü

FERDA BALANCAR

[email protected]

Yazar ve araştırmacı Rıfat Ba-

li’nin bu hafta Libra Yayıncı-

lık’tan yayımlanan ‘Varlık Vergi-

si Hatıralar-Tanıklıklar’ kitabın-

da 158 kişinin hatıraları yer alı-

yor. Bunlardan 87’si Yahudi,

30’u Ermeni, 13’ü Rum, 1’i Bul-

gar, 1’i Levanten, 26’sı ise Müs-

lüman. Bu hatıraların önemli

kısmı, daha önce hiçbir yerde

yayımlanmadı.

Bali’nin kitabı, kısa süre önce

yayımlanan ve kamuoyunda ge-

niş yankı bulan bir kitaba cevap

niteliği de taşıyor. Emekli Maliye

müfettişi Cahit Kayra’nın Şubat

2011’de çıkan ‘Savaş, Türkiye,

Varlık Vergisi’ başlıklı çalışması

kısa sürede üç baskı yapmıştı.

Rıfat Bali’nin kitabın önsözünde

de belirttiği gibi, Cahit Kayra

özetle şunları iddia ediyordu:

Varlık Vergisi dönemin şartları

göz önünde bulundurulduğun-

da zorunlu bir vergidir. İddia

edildiğinin aksine Varlık Vergisi

gayrimüslim mükelleflere ay-

rımcı ve haksız bir şekilde uygu-

lanmamıştır.

Rıfat Bali, bu iddialara cevaben,

kendi deyimiyle “gerçeğin ne ol-

duğuna dair bir hatırlatmanın,

bir kere de mağdurların dile ge-

tirdikleri hatıralar vasıtasıyla

yapılması” gerekliliğinden yola

çıkıyor.

İlk kez bu kitapla gün yüzüne çı-

kan hatıra ve tanıklıların büyük

çoğunluğu, babaları, büyükba-

baları veya erkek kardeşleri bu

vergiye maruz kalmış kişilerin

anlatılarından oluşuyor. Bunla-

rın içinden, Varlık Vergisi’nin in-

kâr edilmek istenen gerçekliğini

tüm çıplaklığı ile ortaya koyan-

lardan bir demet sunuyoruz.

Bali’nin kitabı, Türkiye’de yakın

tarihin gerçeklerini tartışırken

sözlü tarihin ne kadar önemli

bir yöntem olduğunu bir kez da-

ha kanıtlıyor.

R I F A T B A L İ ’ N İ N S O N K İ T A B I İ N K Â R E D İ L M E K İ S T E N E N G E R Ç E Ğ İ B İ R K E Z D A H A G Ö Z L E R Ö N Ü N E S E R İ Y O R

1940 doğumlu olduğuma göreVarlık Vergisi’ni yaşamışım ama

hatırlamam mümkün değil, çokküçüktüm. Yine de bu verginin iz-lerini içimde taşıyorum duygusunuyaşarım. Beş-on yaşlarımda olduğumyıllarda, evde annemle babam ilgi-li kelimeleri kullandıklarında esenhava içime sinmiş – Rumca “tovarliki”: korku, hatta dehşet, huşu,öcü. Evde “Varlık”tan söz edildi-ğinde alçak sesle konuşulurdu, birölüden, bir suçtan veya günahtan sözedilircesine. Küçükken bu konuyubir tür tabu gibi algılardım. Soru dasormazdım, çünkü olayın kurca-lanmasının istenmediğini sezerdim.Şimdi 60-65 yıl önceleri hatırlama-ya çalışırken, annemle babamın bir-birini üzmemek için konuyu geçiş-tirmek istediklerini düşünürüm.

Babam Yunan uyruklu, annemTürk uyrukluydu; her ikisi de doğ-ma büyüme İstanbullu Rum. An-nem Ortaköylü, babam Tatavlalı. Oyıllarda enderdi ama âşık olup ev-lenmişler. Babam baba mesleğinisürdürmüş, Paris diplomalı terziolmuş. 1935 yılında Ankara’da ter-zi dükkânı açmış. İşleri çok iyi git-miş en başlarda ama sonra sıkıntılarbaş göstermiş. Bir yanda Türk uy-ruklu olmayan Rumlara getirilen ça-lışma kısıtlamaları, öte yanda İkin-ci Dünya Savaşı’nın doğurduğu sı-kıntılar yüzünden babam bu dük-kânını terk etmek, aile İstanbul’a ta-şınmak zorunda kalmış. Ağabeyim-le birlikte (o 1945’te öldü) çok zorşartlarda yaşıyormuşuz. ‘Varlık’ buşartlarda gelivermiş.

Anlatacağım olayı on beş yaşla-rımdayken öğrendim. Bir gün ba-bam, “Bu halının kenarındaki deli-ğin öyküsünü anlatayım” dedi. Tak-

dir edilen Varlık Vergisi’ni aileninödemesine imkân yoktu, dairemizehaciz için gelmişler. Evin mallarınıteker teker kaydetmeye başlamış me-murlar. Kışmış ve soba yanıyormuş.Bir an sobadan bir kor fırlamış, ha-lının kenarına düşmüş. Halı hafiftenyanmaya başlamış. Ama ne babam-da ne de annemde müdahale edecektakat varmış. “Zaten artık evin mal-larına bizim malımız gözüyle debakmıyorduk” diye anlattı babam.Memurun biri koru sobaya atmış, iç-ten içe yanan ateşi söndürmüş.

Ama babamın anlattıklarına gö-re, sonunda haciz gerçekleşmemiş.İngiliz, Fransız ve başka yabancıgüçler bu verginin yabancı uyruk-lulara uygulanmaması için baskıyapmışlar. Yunan uyruklu olanlar daverginin bu biçiminden kurtul-muşlar. Halı evde kaldı. Ben küçükbir çocuk olarak üzerinde saatlerceoynadım. Her santimetrekaresiniezbere biliyorum. Desenlerine verenklerine bakarak hayaller kur-dum, oyunlar kurguladım. 1965yılında babam Yunan uyrukludur di-ye ülkeden kovulunca halı da bir yo-lunu buldu Yunanistan’a vardı. Ha-lının deliğini uzmanına verip onar-mışlar. Ama rengi tam tutturamamışusta; delik kısmı daha açık renk ol-duğu için hemen belli oluyor.

Annemle babam on beş yıl önceöldü. Şu an halı bizim Mora’dakiköy evinde. Eskimiş halini beğen-meyen oğullarımıza, biz de öldüktensonra isterlerse halıyı bir süre dahaatmamalarını söyledim. “Büyükba-ba ve büyükanneye hürmeten” de-dim “hemen elden çıkarmayın is-terseniz.” Ve deliğin öyküsünü an-lattım onlara. Üçüncü kuşak ne an-ladı, pek bilemeyeceğim.

Kerestecilik yapan babam Kevork Davutyan’a 15 bin lira tak-dir edilmiş. Kendisinin yıllar sonra anlattığı şuydu: “Herşeyi en iyi şartlarda tasfiye etsem 7-8 bin lira elde ederdim.” Be-kâr olduğundan (ana-babası da ölmüş) bir arkadaşının evindesaklanarak fırtınayı atlatmış. Bunun üzerine Maliye, iki çocuklubir dul olan halamın 3 katlı evine el koymuş. 1945 gibi Varlık Vergisi’ni ödemek takside bağlanınca ba-zı kusurlarından ötürü drahoması yüksek olan annemle evle-nip, drahoma parasını Maliye’ye vererek halamın evini ‘kur-tarmışlar.’ Aile içinde verginin aşırı yüksekliği, ‘kereste’ işiningöz önünde oluşuna bağlanırdı. Han içi yerlerden yapılan iş-lerin tercih edilmesi gerektiği söylenirdi.

Herkül Millas:

Halıdaki delik Prof. Nurhan Davutyan:

‘Drahoma parasını verip

evi kurtarmışlar’

Annemin bir genç kız ola-rak yaşadığı ev 1930 yı-

lında büyükbabam MösyöTorosyan tarafından inşa edil-mişti. On fertten oluşan aileVarlık Vergisi’ne kadar buevde yaşadı. Annem o tarih-te 16 yaşında idi. Tahakkukedilen vergiyi ödemek im-kânsız olduğundan ev bü-tün antika mobilyalarıyla bir-likte haciz edildi. Yılbaşı gü-nü aile evden kovuldu ve am-cam, yani annemin ağabeyi,Aşkale’ye gönderildi. Hâliha-zırda evimiz olan binada Kar-temsan Şirketi faaliyet göster-mekte. İkinci derece tarihi eserolarak tasnif edildiğinden birçokkere restore oldu. Bir dönem deBelediye Başkanlığı olarak hizmetverdi. Türkiye’de yaşamıyorum. 2008 yılında Türkiye’ye geldiğimde bi-nayı aradım ve buldum. Kartemsan Şirketi binayı gezmeme izin verdi.Heyecan verici bir ziyaretti.

Benim ailemden hatırladığım, ancak dedemin iflasıve ağabeyinin sedye ile Aşkale’ye gönderilmek üze-

re Sirkeci’ye getirilmesi. Dedemler, o zamanın meşhurAris Traş Sabunları’nın sahipleri idiler ve Varlık yü-zünden her şeyi satmaya mecbur kaldılar ama vergi bor-cunun tamamını ödeyemediler tabii. Dedem ondansonra bir daha belini düzeltemedi. Ancak evlerinde kü-çük bir imalathane kurmuşlardı ve orada el kremi, yüzpudrası, kolonya yapıp eczanelere satarlardı ama hiç-

bir zaman bir PeReJa mertebesine yaklaşamadılar.Ölünceye kadar zar zor geçinebildiler.

Baba tarafım bu bakımdan şanslı oldu ve büyük-babam ve dört oğlu vergiyi ödeyebildiler. İlginç bir ha-tıra da Orgeneral Şükrü Kanatlı (eski Kara KuvvetlerKomutanı) ile ilgili. Şükrü Paşa, büyükbabamın ah-babı idi (ve kızı da babamın ve annemin düğünündegelinin kuyruğunu tutan küçük kızlardan biri idi) veVarlık Vergisi listeleri asıldığı zaman büyükbabama gel-

miş ve “Kirkor Efendi, ayağımdaki çizmelerimden baş-ka her şeyim senin emrindedir, ne kadar paraya ihti-yacın varsa söyle verebileceğim kadar vereyim” demiş.Büyükbabam bundan çok duygulanmış ve çok teşek-kür ederek ihtiyaçları olmadığını ve çok da duygu-landığını söylemiş. Bu da işte başka bir hatıra… Neyazık ki bu konu evde pek konuşulmazdı (1915 Soy-kırımı’nın konuşulmadığı gibi), öyle ki daha fazla de-tay bilgim yok.

Babam Nissim Freddy Pinhas (1914-1992) küçükken taş kırmak, yol inşa et-mek için gönderildiği Aşkale ile ilgili hatıralarını bana sık sık anlatırdı. Po-

zitif bir insan olduğu için anlattıkları gülünçtü. Aşkale’ye varmak için uzun müd-det karda yürümüşlerdi. Ayakları donmuştu. Bir köylü onları karşılamış ve ısıt-mak için ayaklarını sıcak su ile yıkamıştı. Bunu anlatırdı. Ayrıca uyudukları ahı-rın fare dolu olduğunu söylerdi. Farelerden biri bir gece bir Yahudi arkadaşınındonuna girmiş ve bu arkadaş haykırarak uyanmıştı. Donunun içindeki fareyi ya-kalamak isteyen arkadaşını taklit ederek bizleri güldürürdü. Onları taş kırmayagötüren çavuş antisemitti. Onları çok fazla ve tekrar tekrar çalıştırırdı. Ancak ba-bam hiçbir zaman Varlık Vergisi’nin haksız ve zorlayıcı yanı üzerinde ısrar etmedi.Bizler ilkokula gidiyorduk ve şayet ısrar etseydi bizleri düzene karşı falso durumdabırakacaktı. İyi yaptığını zannediyorum. Dahası Yahudi arkadaşlarıyla birlikte yap-tığı ikinci bir askerlik hizmeti olarak adlandırdığı Aşkale macerası ile fazla trav-matize olmuşa benzemiyordu. Aynı anda Fransa’da kızkardeşi ve kuzenleri Na-zi işgali altında idiler ve Yahudiler toplama kamplarına götürülüyorlardı. Bunakarşın annem ve anneannem Varlık Vergisi’ne karşı son derece diş biliyorlardı.Annem bir günden diğerine servetini kaybedenleri bana anlatırdı.

Savaş yıllarıydı. Askerde iken dışarıda olup bitenlerden faz-la haberdar değildik. Ancak Varlık Vergisi en çok konuşulanşeydi. Birçok kişinin iflas ettiği ve bazı gayrimüslimlerin Aşkale’yetehcir edildikleri söyleniyordu. Askerde zengin gençler de var-dı. Bunlar ailelerinden her mektup geldiğinde ağlamaya baş-larlardı. Babaları Aşkale’ye gönderilmişti. Evlerinde ne varsa,kahve fincanları bile, alınmıştı. Amcam Nisim Amon da bu dö-nemde bütün servetini kaybetti. Biri kız olmak üzere üç çocuğuvardı; Estreya (kız), İzak ve Jojo. Varlık Vergisi’nden önce birmanifatura mağazaları vardı ve bir Türk ortağı vardı. İşi gayetiiyiydi. Ancak Varlık Vergisi’ni ödemesi gerektiğinde bunu ya-pabilmek için hisselerini ortağına satmak, oturduğu evden çı-kıp daha küçük bir eve taşınmak zorunda kalacaktı. Daha son-ra bir zamanlar sahibi olduğu şirkette müstahdem olarak ça-lışmaya mecbur kaldı. Eski ortağı patronu olmuştu. Bunu ka-bul edemedi ve iş değiştirdi. Yeni işinde sık sık mal satmak içinAnadolu’ya seyahat ederdi. Hayat standardı çok düşmüştü. Mad-di durumu hiçbir zaman eski seviyesine gelmedi.

Varlık Vergisi’nden ne kadar mağdur olduğumuz yılları hiç

unutamam. Daha önce babamın ağladığını hiç görme-

miştim. O gün ağladığını gördüm. O zaman kardeşlerim İs-

tanbul’da, ben Urfa’daydım. Babama 50 bin lira vergi tahak-

kuk ettirildi. Bu büyük bir servetti. Kardeşlerim Yakup ve Mu-

sa babama mektup yazdılar ve 70 yaşındaki adam ağlamaya baş-

ladı. Kardeşleri büyük destek verdiler. “Paramız senin paran-

dır” dediler. Babam Urfa’da en yüksek Varlık Vergisi’ni öde-

yen oldu. Urfa’dan kimse Aşkale’ye gönderilmedi.

Dalita Hacyan:

‘Torosyan ailesinin evibelediye başkanlığı

binası oldu’Rosie Pinhas-Delpuech:

‘Farelerden biri bir gecearkadaşın donuna girmiş’

Samuel Sami Coyas:

‘Eski ortağı patronu olmuştu’

Nurhan Becidyan:

‘Kirkor Efendi, ayağımdaki çizmelerimdenbaşka her şeyim senin emrindedir’

Aron Ender:

‘Dedem Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a gitmiş’

Harun Bozo:

‘Paramız senin parandır’

Varlık Vergisi’nden önce yirmi sınıf olarak babam Jak Sarfati ve amcam LeonSarfati askere alınmışlardı. O sırada dükkânda büyükbabam Nesim Sarfati kal-

mıştı. Babam askerden geri geldiğinde biz anne-kız ve amcamın karısı ve kızları İs-tanbul’da idik. Edirne Kız Ortaokulu’nda okudum. Okulda da antisemit davra-nışlar vardı. Matematik hocamız vardı, Doğan Bey. Çok tanınmış bir aileydik. Dük-kânımız Balıkpazarı’nda idi. “Bu Doğan Bey bana ‘Dükkânınızın önünden geçi-yordum. Her şeyiniz haciz ediliyordu” dedi. Doğan Bey kötü bir insandı. Bizle-re, Musevi kızlara kötü davranırdı, münasip olmayan hareketlerde bulunurdu. Biz-leri hep küçümser ve saldırırdı. Yazın özel ders verip para alabilmek için bizleri ik-male bırakırdı. Varlık Vergisi’ni ödedik ve babam Aşkale’ye gitmedi. Babam “ke-dimos kon sakos vaziyos” (boş çuvallarla kaldık) derdi. Kendisi bakkallara toptangıda maddeleri satardı. Kahve, pirinç gibi… Bu maddeler kolonilerden geldiği içinonlara ‘kolonyalist’ denirdi. İkinci bir dükkânımız daha vardı. Orada da kahve de-ğirmeni vardı. Kahve kavururduk. Babam aynı zamanda Shell Company’nin mü-messilliydi. Varlık Vergisi’nden sonra yeniden kalkındılar.

Beki Sarfati:

‘Matematik hocamız bizleri hep küçümser

ve saldırırdı’