38
S: 26 NİSAN 17 Baysan Pamay, Güney Zeki Göker, Iraz Yöntem, Merve Engin, Murat Mahmutyazıcıoğlu, Özlem Özdemir, Sabahattin Yakut, Sevinç Erbulak, Yeşim Özsoy, Zeki Göker

S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

S: 26 NİSAN 17

Baysan Pamay, Güney Zeki Göker, Iraz Yöntem, Merve Engin, Murat Mahmutyazıcıoğlu, Özlem Özdemir, Sabahattin Yakut,

Sevinç Erbulak, Yeşim Özsoy, Zeki Göker

Page 2: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

2

Bağımsız Kültür SanatDergisi

K: (Şubat 2014)

26NİSAN 2017

Yazı İşleri Müdürü:Güney Zeki Göker

Editör:Iraz Yöntem

Reklam Rezervasyon:0538 458 73 01

Muhabirler:Kiraz YeşilseverCem Ali Yetim

Tasarım:Gezegen

Ön Kapak:Güney Zeki Göker

Arka Kapak:Savoy Theatre Matt Humphre

İletişim:Iraz Yöntem

[email protected]

/gazetemustehak

Sevinç Erbulak ile Ayın KonuğuMurat Daltaban

İÇİNDEKİLER

Güney Zeki Göker

Sabahattin Yakut

Iraz Yöntem

Sıkışıp kalmayın bu Allah’ın belası alacakaranlığın içinde...

Ya da biraz konuşabilir miyiz?

Düşünüyorum, o hâlde hayırlısı...

Umudun tükendiği yerde umut, karanlığın olduğu yerde aydınla-tan yine sanat oluyor ve olacak da.

Liderlerin birbirleri ile olan tar-tışmaları ne kadar büyürse toplu-ma yansıması da o kadar büyük olur…

“Doğru” sorulara ulaşabilmek için yapılan bu yolculukta aslında her soru bir mola yeri gibi.

“Kavga gürültü etmeden oyun çıkar!”

4

6

8

16

Page 3: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

3

Özlem ÖzdemirHayır’lı Baharlar İçin Hatırlatma...

Bu bahar son bahar olabilir mi yur-dumuzun üzerinde doğacak? Bir süre uzun bir kışa girebilir miyiz?

Merve Engin

Yeşim Özsoy

Baysan Pamay

Bir Direniş ve Eylem Biçimi Olarak Şarkılar

Gerçeği Büken Oyunlar

Top 10 Nisan

Metin Altıok’un kimliksiz ölüle-rini Zazaca dinlerken, nasıl dili unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün.

İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde.

15 Şubat - 15 Mart arası izlenen oyunlar arasından seçilmiştir.Alfabetik olarak sıralandırılmıştır

Zeki GökerGericilerin Tiyatro Düşmanlığı

Ayrıca, Musahipzade Celal’in “Ka-fes Arkasında” oyununda da yer alıp Ramazan’a hazırlanırken çok tatsız bir olay oldu… 18

28

22

30

34

Page 4: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

4

Güney ZekiGöker

Memleketin dört bir kö-şesindeki kara kıyafetli büyük büyük adamla-

rın, çocuk çocuk hareketleriyle dünyanın dört bir yanına; doğu-sundan batısına rezil olmadığı-mız tek bir kara parçasının kal-madığı bir ayı geride bırakıyoruz!

Hayatları boyunca sanatın her alanını ayıp gören, sanatçıları terörist ilân eden ve ellerinden gelse tüm kurumları kapatıp yer-lerine imam hatip açacak olanla-rın; kıymetlilerini bir kez olsun oturdukları yerden kaldırıp bir ti-yatro oyununa gitmeyenlerin; ek-ranlarda çıkıp olur olmaz şeylere

“tiyatro” diyerek –aklının yetti-ğince- aşağılamaya çalıştığı bir ayı geride bıraktık.

Yine her zamanki gibi kolay unu-tulur bir ay değildi bu geride bı-raktığımız. “Evet” propaganda-sını Şehir Tiyatrosu’na sokmaya utanmayanların, adı tecavüz ile anılan Ensar Vakfı için çocuk oyunu oynattığı ve utanmazlıkla-rına sanatçıları da dahil ettikleri bir aydı bu Mart ayı…

Memleketin sokakları, apartman katları ve hatta bodrum katları bile tiyatro salonlarına dönüş-türülürken, ne iktidarın ne de muhalefetin elle tutulur bir sanat politikasının hâlâ olmadığı, hatta danışmanının bile olmadığı ama “3. Milli Kültür Şurası”nın yapıl-dığı, sanatçı yemeklerinin düzen-lendiği bir ayı geride bıraktık…

Yine içinde memleketin dört bir yanında sokaklara çıkarak şen-liklerin düzenlendiği değil de; birkaç yerinde 100-200 kişilik gruplarla meydanlarda, parklarda özgürce kutlayamadığımız, sokak aralarında sıkışıp kaldığımız bir 27 Mart’ın olduğu…

Uzaktan uzağa “yalnız değiliz” dediğimiz ama 27 Mart’ta bile yan yana gelemediğimiz, geldiğimiz-de bir avuç kaldığımız, “Yoksa as-lında yalnız mıyız ulan?” dediği-miz bir 27 Mart’ın içinde olduğu ayı geride bıraktık.

Yakamadığını yıkmaya, yok ede-mediğini kaybetmeye, öldüre-mediğini içeri tıkmaya çalışan bu Allah’ın belası alacakaranlığın içinde yine sıkışıp kaldığımız bir Mart ayını geride bıraktık…

Sıkışıp kalmayın bu Allah’ın belası alacakaranlığın içinde...

Page 5: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

5

Tüm bu karanlığa rağmen gün ışıyor her şeye inat! Kültür merkezlerini kapalı tutarak çürümeye terk edenlere “Efendiler, verin biz buraları çiçek gibi ya-parız!” diyenler varlar, var olmaya devam edecekler.

100 yıllık kurum arşivlerini izbe depolarda çürüme-ye terk edenlere, sanatçısını işsiz ve “öksüz” bırakıp sessizce köşesine çekilenlere inat yepyeni sahneler açılıyor ve açılmaya devam edecek yurdun dört bir yanında.

Umudun tükendiği yerde umut, karanlığın oldu-ğu yerde aydınlatan yine sanat oluyor ve olacak da. “Ben Osmanlı çocuuuuyum!” diyenin eline benzin alıp sanat okulu yaktığı bir dönemde açılan her sa-lon “Korkmuyoruz!” dedirtiyor; gücüne güç katı-yor sanatın, sanatçının ve hatta izleyicinin…

Kimi zaman bir gecede devlet babanın kapıya koy-durttuğu “kurum” sanatçılarını “öksüz” bırakmıyor meslektaşları, kimi zaman ihraç edilen akademis-yenlere “Gelin; sahnemiz sizin dersliğinizdir, dersi-nizi burada yapın!” diyor.

Tıpkı Ankara Birlik Tiyatrosu’nun Şehir Tiyatro-ları’ndan ihraç edilen Özgür Efe, Ceren ve Ümit’e kucak açması gibi ya da daha geçtiğimiz hafta ka-pılarını yeni açan “Baba Sahne”nin Sanat Danış-manlığı’nı Ragıp Yavuz’a vermesi gibi. Ya da “Yarın öbür gün ne olacak belli değil; önümüz karanlık, kenarda biraz paramız olsun!” diyenlere inat “Bu-rada kalacak ve kendi işlerimizi yapacak yuvamız olsun, karanlıkta önümüzü görelim” diyerek sahne-ler açanlar ya da açılmasına ön ayak olanlar gibi…

Memleketin ufacık köylerine, kasabalarına, büyük büyük şehirlerine, ilçelerine, parklarına, bahçeleri-ne, sokaklarına, meydanlarına, direnişlerine, salon-larına ve hatta günümüzde evlerine kadar soktukları “siyaset”e inat. Sanatın memleketin dört bir yanına yayılmasını engelleyenlere inat, oyunları yasakla-yanlara inat siz bu Allah’ın belası alacakaranlığın içinde kalmayın! Çıkın bu sessizliğin, bu karanlığın içinden!

Olanı biteni görmemek için yaratılan bu karanlığın sonu uçurum. Bu yolun sonunda uçuruma yuvarla-nıp düşmemek için size seslenen, uyuduğunuz uy-kudan uyanmanızı sağlayacak olan sanatın kolları-na bırakın kendinizi.

Yarın değil bugün, çok geç olmadan çıkın bu karan-lıktan. İsterse aydınlık karnınızı doyurmasın; baş-kasının boğazından çekip alınan lokmalarla karın doyuran, şehirlerin meydanlarında çadırlar kurup iftar sofralarına oturan, her geçen gün daha fazla kazanmak için girdiği kabın şeklini alanlardan ol-mayın!

Bu alacakaranlığa bir kibrit çakmazsanız eğer ya yok olup gideceğiz hep birlikte uçurumun dibine, ya da yine hep birlikte motorları maviliklere süreceğiz.

16 Nisan’da hayırlı yarınlara giden yolda buluşmak üzere…

Gün doğuyor ve doğacak her şeye rağmen…

@gzekig

Page 6: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

6

İnsanoğlu tarihi boyunca sürekli sorular sormuş-

tur; kimilerine en az bir cevap bulmuş, ki-

mileriyse hâlâ birer giz olarak tekrar tekrar sorulur olmuştur. Sorulan soruların birçoklarının cevabı da hem soranlara, hem yaşadıkları döneme, hem de coğrafyalara göre değişkenlik göstermiştir.

Benim en çok ilgilendiğim soru hep “neden” olmuş-tur: “Neden varız?” mesela…

İnanışların inananlarına göre de değişik cevaplar verilen bu sorunun beni tatmin eden bir cevabını henüz bulamadım. Varoluşçuluk üzerine çalışmalar yapan filozoflar ve yazarlar sıklıkla içimi rahatlatır-lar; ama huzura kavuşmamı sağlayacak nihai nok-taya ulaşmaktan da çok uzakta olduğumu her defa-sında bana yeniden hatırlatırlar.

Felsefenin, kabaca, işlevsel olarak sonuca götürmek gibi bir anlam taşımadığı aşikar; her soru bir sonra-ki soruyu sordurmak için çözülen bir labirent gibi. “Doğru” sorulara ulaşabilmek için yapılan bu yol-

culukta aslında her soru bir mola yeri gibi.

Peki, tüm bunları biliyor olmama rağmen neden hâlâ soru sormaya devam ediyorum? Varılacak bir son noktası olmayan bu yolculukta ısrar ediyor ol-mamın nedeni ne? Bilgiye ulaşmak gerçekten müm-kün mü? Gerçek bilgi ne? O bilgiye ulaşınca (eğer ki varsa ve ulaşılabiliyorsa) ne olacak?

Bir bilmeceyi doğru çözebiliyor olmak insana ken-dini zeki hissettirir ve haz duygusuyla beraber, belki de küstahça, bir doyum yaşatır. Peki, insanın yaşamı içinde elde ettiği bu duygular ne işe yarar? Kendini daha çok sevmesi dünyanın daha iyi bir yer hâline gelmesinde bir rol oynar mı? Dünya daha iyi bir yer hâline gelebilir mi? Ya da gelmesi gerekir mi? En başa dönecek olursak, dünya neden var?

Bilimsel, ilahi ya da mitolojik cevaplar haricinde, düşünsel boyutta verilmiş ve verilebilecek tüm ce-vapları çok merak ediyorum.

Zihinlerimiz, sanırım, iki boyutlu bir düzlem üze-rinde noktaları birleştirmek gibi bir kavrayışa sahip. Bu lineer kurgusallıktan çıkıp çok boyutlu bağlantı

Iraz Yöntem

Düşünüyorum, o hâlde hayırlısı...

Page 7: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

7

kurma yetisine sahip olmak nasıl bir deneyim aca-ba? Umarım kafamdan geçen soruyu doğru ifade edebilmişimdir.

Belki de sanatla uğraşanlar/sanatçılar bu lineer dü-şünce kurgusunun dışına çıkanlar olarak nitelendi-rilebilirler. Kendi içlerindeki varoluş sorularını par-çalayarak başka bir kimlikle aktarmak/yansıtmak bu duruma örnek olabilir. O zaman ortaya çıkan “sanat eseri” yepyeni bir varoluş mudur? Ya da va-roluşun sorularına verilen bir cevap olarak nitelen-dirilebilir mi?

“… sanat, sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zor-lar; onu, en gündelik ve en evrensel gerçeğe bağlar.”*

Eğer sanat eseri bir cevap ise soru soran insanın, gerçekten cevap bulmak istiyorsa, ulaşması gereken noktadır. Buradaki “ulaşmak” ifadesi, o cevapla bu-luşmak/yakınlaşmak anlamını taşımaktadır.

“… Elbette sanat tek başına doğruluk ve özgürlük getirecek bir dirilişi sağlayamaz; ama sanat olma-dıkça bu diriliş biçimini bulamaz, bulamayınca da hiçbir şeye benzemez. Kültür ve onun gerektirdiği bağıntılı özgürlüğün bulunmadığı toplum ne kadar düzenli olursa olsun bir vahşi ormandır. Onun için

de her gerçek sanat yaratışı yarın için bir muştu-dur.”*

O zaman belki de şu çıkarsamayı yapmak pek de yanlış olmayacaktır: Daha çok soru soran bir top-lum hâline gelmek, sanatı daha çok ihtiyaç olarak hissetmeyi/algılamayı da beraberinde getirir. Dü-şünen toplum sanata gereklilik duyar. Böylelikle de toplumun unsurları önce birbirleriyle, sonra da içinde yaşadıkları dünyayla daha çok bütünleşir. İyiye ve doğruya giden yol daha çok düşünmekten ve daha çok cevap üretmekten geçer. Düşünmek yo-rucu bir eylemdir; ama hayatta kalmak için hepimi-zin de biraz(!) çaba harcaması gerekmez mi?

Şimdilerde bu ‘hayatta kalmak’ meselesi mecazdan öteye ‘gerçek’ hâline geldi. Önümüzde kritik bir yol ayrımı var: Ya varoluşumuzu sonsuza dek sorgulaya-mayacak hâle geleceğiz ve tarihte yaşamın diyalekti-ğine aykırı yönde gidenlerin kervanına katılacağız, ya da bu gidişata “HAYIR” diyeceğiz ve varoluş mü-cadelemize kaldığımız yerden devam edeceğiz…

Hayırlı bir gelecek bizim ellerimizde…

* Albert Camus

@irazyontem

Page 8: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

8

SevinçErbulak Kavinim Dot’taki ilk oyununu karnımdayken izlemişti. O zaman-

lar birbirimize başka bağlarla bağlıydık, nefis zamanlarıydı öm-rümüm; ne kadar etkilendiğimizi çok iyi hatırlıyorum şimdi.

Uzun zaman geçmiş üzerinden ve ben ne zaman Dot’ta bir oyuna gitsem hep nefesimi tutmuşum izlerken. Öyle oluyor oradaki oyunlar çünkü, insanın nefesini kesiyor. Sa-bahları, bir önceki gece seyrettiğim oyunla güne uyanmayı çok seviyorum. İnsana şükür olsun de-dirtiyor. Şey gibi bir his bu, Murat’ın, Özlem’in, Süha’nın arada birbirbirlerine bakıp , “Aa, bizim bir tiyatromuz var” demeleri gibi...

İyiliğin ne zaman kazanacağını, kazanıp kazanamayacağını bilmeden kötülükle savaşmaya devam etmek. Murat Daltaban’ın dediği gibi bu bir misyon belki de...

Kavga etmeden prova yapmanın mümkün olduğu dünyalarda, bu misyonu paylaşabileceğimiz oyun

arkadaşlarımızın olması da hayatın bize armağanı...

Başarıyı da başarısızlığı da ekip olarak paylaşanlar için bu sohbet.

İstanbul’dan Edinburgh’a uzanan köprüden bak-mak isteyenler için bu satırlar. Ve o köprü o kadar heyecan verici ki... Yüksek duvarların ardında ne

olduğunu, kimlerin yaşadığını merak edenler için bu röportaj. O duvarların üzerinden atlamak ve tanımadığımız insanların kapılarını çalmak için.

Birlikte sofraya oturmak için.

Biz o (yabancı) sofraya oturursak sistem ayvayı yiyecek çünkü. So-

nunda, sohbet bahanesinin şaha-neliğiyle kulisini de kokladığım

DotKanyon’dayız şimdi...

“Kavga gürültü etmeden oyun çıkar!”Murat DALTABAN

AYIN KONUĞU

Page 9: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

9

Sevinç Erbulak: Dün gece der-sime çalışırken biraz röportaj-

larına baktım da, “Bugüne ka-dar sürdürdüğümüz modelin bir devamı” diyorsun bir yerde; yani şimdi bizim ‘göçebe’ Dot’umuz artık Kanyon’a yerleşti diyebilir miyiz? Bu 5+5 senelik hikâyeyi de okudum aynı röportajda. İlk defa bir mekan senelik anlaşma yerine, böyle 5+5 bir model öner-miş. Özlem (Daltaban) anlatı-yor... Artık göçebe Dot’un yeni ve son mekanında mıyız, yoksa baş-ka mekan hayalleriniz de var mı?

Murat Daltaban: Aslında o işleri Özlem biliyor, çok daha sağlam biliyor hatta. Bir de bunlar hep mecburiyetlerden oldu. Biz mi-safir gidiyoruz bir yere... Aslında Mısır Apartmanı’nda öyle değil-di. Mısır Apartmanı’na misafir gitmemiştik başlangıçta. Ama orada, Beyoğlu’nun zaman içeri-sinde değişmesi ve içinin boşal-masından sonra ayrılmak istedik. Sonra Gmall’a misafir gittik bili-yorsun. Başka projeler üzerinden

Koleksiyon’a misafir gittik, Bil-sar’a misafir gittik. Sonra Maçka Gmall’da da misafirdik. Sonra, oradan da çıkmak zorunda kal-dık.

Ama GMall’da önce iki sahneniz vardı, sonra tek sahneye düşür-dünüz, sonra çıkmak zorunda kaldınız.

- Evet ve tam da o sırada burası, yani Kanyon bize teklifte bulun-du ve gerçekten çok kibar ve çok iyi bir ekiple burayı kurduk… O sözleşmeyi de Özlem halletti. 5+5 sene miymiş?

Evet, öyleymiş. Okuduğumda çok sevindiğim için onu not düştüm çünkü...

- Özlem çok zor bir şey yaptı. Yedi tane oyun alanı yaptı bu 12 sene içerisinde. Çok külfetli bir iş. Artık müteahhit gibi oldu. Mi-mari içinse elbette Han sürekli bize destek veriyor, uygulamada.

Hepsinde Han ile mi çalıştınız?

- Evet, hepsinde Han ile çalıştık. Ama çok zor, para yokken bir şeyi uygulatmak çok zor. Yani bunlar hep Özlem’in becerisidir ve tabii bizim Süha (Bilal) da çok zekidir.Süha’nın paranın ve prodüksi-yonun nasıl yönetileceği üzerine fikirleriyle, Özlem ve Süha’nın başarısıdır bu yedi tane salon. Aslında oyunun ihtiyacına göre bir mekan icat edilirse, tabii ki hareket etmek çok zevkli. Ama kurumsal olarak tek mekan ve yerleşik bir mekan fikrine hep ihtiyaç var gibi geliyor bana. Ben duygusal olarak çok rahat edi-yorum. Ama küsmemem lazım mekana. Yaşadığım mekana küs-meye başlayınca bu sefer ayağım kesiliyor. Gelmiyorum. Geçmiş-te, mesela, Gmall’da öyle bir şey yaşadım. İçim küstü ve ilişkim koptu mekanla. Burada çok güzel bir ekiple çalışıyoruz. Kanyon’un çok kibar bir ekibi var, çok kıy-metli buluyorlar yaptığımız işi. Onun için burayla başka türlü bir

Page 10: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

10

Çağdaş tiyatronun seçkin oyunlarını İstanbul seyirci-si ile buluşturmak, Kültür sanat alanına eleştirel yakla-şımlı, tansiyonlu tiyatroyu katmak, Seyircinin güncel ve toplumsal konular üzerinde düşünme ve sorgulama dina-miğini canlı kılmaktır.

Dot’un Kuruluş Amacı:

ilişkim var. Onun için burada yerleşik olmayı sevi-yorum. Bu duygu bana güven veriyor; hem sanatsal açıdan, hem üretim açısından. Ama mesela bir oyun vardır ki, Festen mesela, onu ancak Koleksiyon’da...

Ah... Rıza’nın (Kocaoğlu) Vosvos’u üstümüze sürdü-ğü oyun... Unutur muyum hiç?

- Evet, öyle bir oyunu öyle bir mekanda yapmak işi kıymetlendiriyor tabii.

Genellikle şöyle mi gelişiyor? Biliyorsun ben sıkı bir Dot seyircisiyim. Her oyununuzu seyrediyorum. Şunu merak ediyorum: mesela Koleksiyon’dan bu misafirlik teklifini aldıktan sonra mı Festen oyna-ma fikri geliyor yoksa sen Festen’e aşık oluyorsun ve Koleksiyon mu çıkıyor karşınıza?

- Bir takım oyunlar var hep, “Ah şunu bir yapabil-sek” dediğim. Festen onlardan biriydi. Festen, zaten filminden dolayı çok hayran olduğum bir hikâyeydi. Sonra uyarlamasını filan da internette, orada bura-da görünce, bir şekilde elime geçti. “Şu oyunu yapa-bilsek…” diye sürekli konuşuyorduk. O da aslında yine Özlem’in görüşü. Özlem mekanı gördü, Kolek-siyon’un dışarıdaki mekanı, “Bak şurada ne güzel olur Festen, değil mi?” dedi.

O zaman hep öngörüyor Özlem…

- Evet Özlem’in çok güçlüdür görüşü... Mesela, Bil-sar’da yaptığımız proje de aslında denk düştü za-manlama olarak. “Vur, Yağmala Yeniden” bütün sezona yayılacak bir işti. Öyle yapmak istiyordum, çok uzundu çünkü. Bütünü 10 saati falan bulacak bir işti. “Yahu biz bunu nasıl gerçekleştiririz?” der-ken, o sırada Bilsar’la görüşülmeye başlandı. Hemen onun üzerine dedim ki, “Bu metni bütün bir sezona yayayım, bu proje sezonluk bir proje olsun.” Denk düştü; ama dediğim gibi, bir takım oyunlar mekan-la tam uyuşunca kafada harekete geçiyor… Bir de Sevinç, özellikle Şehir Tiyatrosu’ndan koptuktan sonra, benim için o kasvetli boğucu atmosferden kurtulduktan sonra, yani o psikolojiden sıyrıldıktan sonra sadece tiyatro düşünebilir hâle geldim. Yani, mücadele etmek zorunda kalmadığın zaman, ken-di kişisel mücadelenden silkindiğin zaman dünyaya başka türlü bakmaya başlıyorsun. O zaman gözlem-ci hâle geçiyorsun ve bir şeyleri daha sağlıklı çözme-ye başlıyorsun.

Sen de 13 senedir böyle bakıyorsun…

- Bakabiliyorum, evet. Hakikaten öyle. Böyle bir lüksün var. Çünkü “Şimdi tiyatroya gideceğim ve birleriyle mücadele etmem gerekiyor” duygusunda değilim artık.

“Sadece işimi yapmak istiyorum…”

Page 11: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

11

- Evet, sadece tiyatro. Hayata drama üzerinden nasıl bakarız ile uğraşıyorsun ve bu gerçekten çok konforlu; ama dediğim gibi, bunda Özlem ve Süha’nın çok büyük etkisi var. İkisi de bana o konforu sağladı hep, zekalarıyla ve yetenekleriyle... Çünkü ben şu anda son 10-13 senedir gidi-yorum, dizi çekiyorum, oradan tiyatroya, oradan eve; çekim be-nim iki-üç günümü alıyor, geri-ye kalan dört günde ben sadece okuyup tiyatro düşünüyorum. Bu muhteşem bir konfor. Aslın-da belki de devletin herkese sağ-laması gereken bir konfor yani.

Şimdi “misafir” kelimesini baş-ka röportajlarında da çok kul-landığın için soruyorum: Bile-rek mi kullanıyorsun? Kendini mekanlarda bilerek mi misafir kılıyorsun? Bir röportajında şöy-le demişsin: “Hiçbir markanın, bayrağın, anlayışın; yani misafir olduğum hiçbir yerin bir parçası olmuyorum. Ben yine kendim kalıyorum.” Misafir kelimesini sen mi söyledin?

- Evet. Aslında Süha, Özlem ve ben bu projeler üzerine konuşur-ken böyle bir dil oluştu. Yaptığı-mız işin, ürünün, eserin bir ticari meta gibi görünmesini istemiyo-ruz. Bir promosyon malzemesi

olmasını istemiyoruz. Her zaman ondan uzak duruyoruz. Marka-lar öyle bir teklifle geldiğinde de “Yok, kusura bakmayın” diyo-ruz. Anlaşmalarımız hep cen-tilmenlik boyutlarında oluyor. Saygı gördüğümüz sürece veya eser saygı görecekse anlaşmaya giriyoruz. Yoksa ticari reklam ya da bir takım anlaşmalar üzerin-den olmuyor, yapmıyoruz. Yani ticari bir hedefimiz yok tiyatro yaparken. Bu nedenle o tip işle-re girmemeyi tercih ettik. Hep o yüzden iyi bir misafir olmak ve yaptığımız işte karşımızdaki or-taklık kurduğumuz, centilmen-lik anlaşması yaptığımız insanı mutlu etmek var. Bu kadar.

Peki, şu anda sence Özlem, sen söylediğin için soruyorum, bir mekana heyecanlansa, orayı da tiyatroya dönüştürür müsün? Yapar mısın bunu?

- Yaparım. Çünkü bizi bu taze tutuyor. Mesela ben şuna şaşı-rıyorum, kendimizde de şaşırı-yorum, bu duygunun olmadığı tiyatrolara da şaşırıyorum. Biz neredeyse her gün ya da haftada en az iki üç kere “Aa, bir tiyat-romuz var bizim” diye her sefe-rinde… Dün ya da bir hafta önce açmışız duygusunu hiç kaybet-medik 12-13 senedir. Bu gerçek-

ten bizim için çok muhteşem bir şey. Belki de bizim jenerasyo-nun, biz hiçbir şeysizlikten geldi-ğimiz için; sahip olduğumuz çok kıymetli bir şey olduğu için bu kadar kıymetli ve değerli… Sen mesela, tiyatronun içine doğdu-ğun için belki de onlarla birlikte olmak, bunu yaşamak sana çok sıradan gelebilir. Ben Ankara’da, Özlem Trabzon’da doğmuş me-mur çocuklarıyız. Bunlar bizim için hem daha uzak ve hem de hayali uzak hedefler. Sen, dedi-ğim gibi, içine doğduğun için bu sende sıradanlaşmış olabilir. Ama bizim için hiçbir zaman sı-radan olmadı. Hâlâ “Tiyatromuz var; yaşasın, tiyatromuz var” di-yoruz.

Arda gibi… (Röportaja başla-madan evvel tabii ki çocukları-mızdan konuşuyorduk ve Mu-rat, bir sabah uyanıp Arda’nın sebepsiz mutluluğuna tanıklık ettikten sonra, “Şuna bak, adam çok mutlu işte, ama ben değilim; neden? Bu yaşlara gelince ne oluyor da bu adamlar gibi mutlu olamıyoruz biz?” dedikten sonra başlıyor bir sürü değişiklik. Şehir Tiyatrosu’ndan istifası ve Dot’un kuruluşu Arda ile yaşdaş)

- Evet, Arda gibi; tam o işte. Sa-bah mutlu kalkıyoruz. O mutlu-luğu kaybetmemiş olmamız ben-ce mucize…

Sabah mutlu kalkıyorsunuz “Ti-yatromuz var” diye…Peki en son yönettiğin oyun dışında artık başka genç isimler duyuyoruz sürekli. Bu ne zaman başladı?

- Uzun zamandır, baştan beri… Ben duygusal biriyim, tiyatro-ya yaklaşımım böyle... Hayatta da öyleyim, Özlem de öyle. Bir

Page 12: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

12

şeyi paylaşmaktan haz duyuyoruz. Yani başarının da paylaşılması, başarısızlığın da paylaşılması bana mutluluk veriyor. Rahatlıyorum. Tek başıma bir şey başarmaktan ya da başarısızlığın yükünü tek başıma taşımaktan mutlu olan bir adam değilim. Özlem de aynı şekilde, Süha da aynı şekilde. Onun için baş-tan beri zaten burada her gün açılan bir kapı varsa, tiyatronun kapısı; bu tiyatronun kapısından içeri giren herkesin bundan faydalanması gerekir fikrin-deyim. Yani kendini yetiştirmesi, birbirine yardım etmesi, birbiriyle iyi alışverişte olması, iyilikle dolu olması fikrindeyim. Hep söylenir ya, “Kavga gürül-tü etmeden oyun çıkmaz” diye. Ben hep “Kavga gü-rültü etmeden oyun çıkar” fikrindeyim.

Çok güzel bir şey söylüyorsun.

- İyilikle, mutlulukla çalışılıp oyun çıkarılabilir. Önemli olan çalışmak, çalışmak, çalışmak! Yani

yetenekten de fazla çalışmak. Çalıştığın sürece, yetenekliysen başarılı olur-

sun; çalışmazsan yetenek ölüp gider. Hiçbir kıymeti yok.

Onun için oyuncu yetiş-tirirken de, oyuncu da yetişti çünkü burada; yönetmen yetiştirirken de, hep yapsınlar isti-

yorum, yanlış da yap-sınlar. Yanlış yapma

hakkı da var herkesin ama yanlışı düzeltirken

açık olsun herkes. Bir-birine kıskançlık ederek,

rekabet duygusuyla yak-laşmadan; birbirine yardım et-

sin, birbirini düzeltsin fikri her zaman vardı. Onun için de ço-cuklar, gençler gerçekten bir-birlerini yetiştir-

d i l e r.

Oyunculukta da, yönetmenlikte de… Serkan (Sa-lihoğlu) kaçıncı oyununu yapıyor? Her yaptığı oyun kapalı gişe oynuyor. Serkan benden daha ka-palı gişe oynayan oyunlar yaptı ;) Serkan’ın oyun-cuları hep ödüllere aday oldu yıllardır. Pınar (Töre) çok iyi oyunlar yaptı. Rıza bir oyun yapmıştı zama-nında. Mert (Öner) yapıyor, çok çalışıyor. Bir yerde bir şeye emek harcıyorsan, onun sürekliliği üzerine düşünmek lazım. Rıza mesela, bıraktı, uğraşmadı. Pınar bıraktı, Serkan bir süreklilik kazandı. Mert bu konuda bir süreklilik sağlamak istiyor. Tuğrul yaptı, Tuğrul’un merakı var, seviyor yönetmenliği. Dediğim gibi, burada bir tiyatronun bir kapısı var-sa ve çalışıyorlarsa, insanların çalışmaya niyetleri varsa hiçbir problem yok. Biri “Yahu şurası şöyle olmuş, burası böyle olmuş” dediği noktada defans koymuyorsa hiçbir problem yok. Ve iyi de, başarılı oyunlar çıkartıyorlar.

İçinde hiçbir dahlin olmayan bir şeye şöyle geçip de, karşıdan baktığında bu sana haz veriyor mu? Burada yetişmiş insanların… Yani seyirciden bir tık önce, oyunu sana seyrettirdiklerinde…

- Çok mutlu oluyorum canım. Bir de şöyle bir şey var; benim içime sinmeyen bir şeyi söylediğim za-man çocuklar defans koymuyor, hemen değiştiri-yorlar. Yani bir saygıları var. O saygı ölçüsünde de beni bir ağabey, bir süpervizör gibi hayatlarına ge-çirmiş durumdalar. Zaten birbirilerine karşı da an-layışlılar, tahammülsüzlükleri yok, çok yumuşaklar. O duyguda olmayan bir süre sonra dışarı atılıyor, kendiliğinden… Yani yürümediğini görüyor ve dı-şarı atılıyor. Seçmelerde şey oluyor; üç kişi beş kişi, daha fazla kişi alamıyoruz zaten, geliyorlar, onlara zaten bir sene prova seyrettiriyorum sadece. Bir sene prova seyretmeden oynamak, bizim içimizde yer almak zor. Sahnedeki başarısını, performansını etkiliyor. Gençse, biliyorsun, gençken iyice gerilim-li oluyorsun, hata yapmak istemiyorsun…

Hatayla hiç barışık olmadığımız bir zaman di-limi ;) Bilmem mi ? ;)

- Özellikle bütün öğrendiklerini uygulama-ya çalışıyorsun, yol bulmaya çalışıyorsun.

Çok zorlu bir yol. Onu atmak için seneler geçiyor. Ama burada bunu çözdüm ben, kendim için de, çocuklar için de.

Page 13: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

13

Bunu ilk defa öğreniyorum. Çok güzel bir fikirmiş. Yeni gelen için de çok iyi bir şey bu. Seçmelerden çıkıp gelen yetenekli bir çocuğu bir anda buraya atmak; çünkü o birden bire atmak gibi olur haki-katen, tanımadığı bir yere... Se-yircisi olmakla bir parçası olmak arasında çok fark var. O zaman mesela en son, “Nefesinizi Nasıl Tutarsınız?” oyununda benim daha önce Dot’ta seyretmediğim oyuncuların hepsi burada bir se-nedir…

- Evet, evet… Mesela Esra (Ru-şan), geçen sene bir sene boyun-ca burada asistanlık yaptı, düzen-li geldi. Oradaki disiplin de çok kıymetli hâle geliyor. “Demek ki bu kız tiyatroyu seviyor karde-şim, tiyatroya tutkusu var ve o zaman burada oynamak zorun-da” diyorum yani. Elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum. Gizem (Güçlü) mesela; seneler-dir Gizem geliyor, senelerdir pro-valara giriyor ve gerçekten çok seviyor tiyatroyu. Televizyona kayma, televizyona kaçma gibi bir derdi yok. Görüyorum bunu, görüyorum ve bu çok zor bir şey. Televizyonda bir konfor var, bir rahatlık var, oyunculuk açısından da; biliyorsun sen de, daha rahat, daha korkulardan uzak, tekrar-ları olan, ezber derdi olmayan, daha hızlı, parası da iyi olan… Ama oyunculuk değil tabii, o başka bir şey. Buradaki meşak-katli sanatla uğraşmak, biliyor-sun, hepimiz için; çok ağır bir iş aslında oyunculuk. Bizi dışarıdan gören “Oyuncusun, ne kadar ra-hat adamsın…” diyor ya, hiç öyle bir şey değil işte tiyatro. Özellik-le tiyatroda. İşte bir sene boyun-ca bununla baş edebiliyorsa ve ben onda o tutkuyu görüyorsam “Burada olmalı” diyorum mutla-

ka. Küçük bir şeyle başlıyor. Bir de zaman içinde şunu gördüm: yetenekli adamlar var, tamam; diyelim biri de yetenekli ama vasat bir oyuncu, o da çok çalı-şarak çok parlak bir oyuncu hâ-line gelebiliyor. Ne yazık ki ona fırsat tanınması lazım. Çalışma-sına ve anlamasına fırsat tanın-ması lazım. Herkesin zamanla-ması aynı olmuyor. Herkes aynı anda kavramıyor. İşte yetenek orada kendini gösteriyor. Birisi bir kerede çözüyor, birisi sekiz kerede; ona çözmesi için zaman tanımak gerekiyor. O noktada haksızlık etmemek lazım hiçbir oyuncuya. Bir de oyuncu yönet-men ilişkisinde ben her zaman onu söylerim, yönetmenlik ya-panlara da söylüyorum; ben de burada çalışıyorum, bana da toleranslı davranın. Lütfen de-fans koymayın, atak yapmayın oyuncu olarak. (Eskiden olsa ne demek istediğini anlayamayaca-ğım şeylerden bahsediyor, belki de defans koyacağım için anla-yamayacağım şeylerden, gözünü sevdiğimizin mesleğinde zaman kavramı oyuncuyu çok fena ol-gunlaştırıyor. Şu an bu röportajı çözerken defans kelimesiyle ne zaman karşılaşsam gülümsüyo-rum) Çünkü bize bunu öğrettiler ya konservatuvarda: yönetmenle sürekli mücadele, kavga gürültü. Yahu bir durun da çalışalım, de-ğil mi yani? Ben de burada çalışı-yorum. Yahu beni rahat bırakın ;) Benim dediğimi yapın, önce bir deneyin, olmuyorsa görüyorum zaten, değiştiririz. İşte o noktada bir yerden sonra çok güven ka-zandım oyuncularla ilişkimde. O yüzden artık kavga etmiyorlar benimle.

Ataksızlar ;)))

- Ataksızlar ve çok mutlular, çok rahatlar. Onlara kötü bir şey yap-tırmayacağımı biliyorlar. Kötü bir şey yapmayacaklarını bildiklerini için çok dikkatli olmaya ve hızlı olmaya çalışıyorlar. Konsantras-yonlarını sahne üzerinde… Çün-kü, çok dağılıyor sohbet şu an belki ama…

Yok yok, çok güzel çözeceğim hiç merak etme sen ;) Hiç dağıtma-dın; ben süper çözeceğim, bak çok şaşıracaksın.

Sohbetin tamamına:

www.GazeteMustehak.com adresinden ulaşabilirsiniz.

@SErbulak

Page 14: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

14

Elif ÇongurUlusal Kimliği Tiyatro ile Kurmak

Elif Çongur'un kitabı, ulusal kimliğin inşasında yalnızca tiyatronun değil genel olarak kültür ve sanatın oynadığı başat rolü konu ediniyor. Bununla da kalmıyor, bizi verimli bir tarih ve kültür tartışmasının içine sokuyor. Bütün tarih okumalarında olduğu gibi, geçmişi okuyor ama bugüne bakıyoruz.

YENİ

Page 15: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

15

Bu dünyadan Yılmaz Güney geçti...

Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?

Yılmaz Güney

Page 16: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

16

SabahattinYakut

Solda duranları anlayamıyorum ve hatta sanatçı taifesini de kısmen anlayamıyo-rum; anlamadığım bir aydın kesim oldu-

ğunu da inkâr etmiyorum tabi…

Bu memleketin insanları neden bu kadar sinirli anlıyorum tabii… Ülkemiz ciddi bir kaos için-de buldu son yıllarda kendini… Bu kaos orta-mına da sadece kavga ederek, “Ben haklıyım, benim dediğim, senin bilmediğin, benim en düşünceli hâlim, senin satılmışlığın vs.” tartış-maları ile çanak tutulmuş olunuyor.

Çünkü herkes kendi düşüncesinde haklı… Ve karşı tarafı dinlemeksizin haklılığını ibraz et-mesi gerekiyor…

Belki bir zamanlar bu memleketteki siyasetçile-rin dahi aynı tv programlarında çıkıp karşılıklı tartışabilmelerinin sebebi de bu günkü şiddetin içinde yaşamıyor olmalarıydı…

Tabii ki dönem dönem şiddetli olaylar baş gös-termiştir ve bunun karşılığında da neler oldu-ğunu biliyoruz…

Bir ülkeyi karıştırmak için de ötekileştirmek yeterlidir… Bunun için de farklı düşünceler çatışır ve kimi zaman bazı ülkelerde iç savaşı tetikler. Çünkü söz bitmiştir ve silahlar konu-şur… Önemli olan, kaos durumunu yaratmak ve buradan nemalanacak her bir kimsenin, şahsın, kitlenin önünü açmaktır.

Çünkü kaos kirli ellere para kazandıran en büyük ortamdır. Böylece, göz önün-de olan bitenleri bile göre-mez büyük kitleler... Çünkü, yaratılan güvensiz ortamda düzenin geri gelmesi tek hedeftir. Bu uğurda har-candığı söylenen hiçbir şey göze gelmez.

Kaos ortamından kur-tulmak için vaatleri olan liderler aynı zamanda isteseler de istemeseler de bu kaos içinde karşıt düşünceyi suçlar ve kar-maşayı daha da körükle-miş olurlar…

Dolayısıyla yaratılan bu şiddet ortamı, bireyleri ve giderek de kitleleri şiddetin içine çeker… Böylece hedef ye-rini bulur ve insanlar birbirlerine karşı da güvensizliğe düşer ve karşıt fikri külliyen zararlı görür.

Liderlerin birbirleri ile olan tartışmaları ne ka-dar büyürse topluma yansıması da o kadar bü-yük olur… Eee imam gazla iştigal ederse cema-atin gerisi tutulamaz…

Ya da biraz konuşabilir miyiz?

Page 17: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

17

Bu neden-

ledir ki günü-müze geldiğimizde şid

det artık o kadar büyük bir boyuta yükselmiştir ki, liderle-

rin tavır ve konuşma tarzları kitlelere de yansımıştır…

Yöneticisi küfreden bir halk düşünün ki ne yapmaz karşıt dü-şünce için… Ama biz

biliyoruz ki; aklı fikri yerinde olan insan bu kadar ileri gitmez… Yoksa neden küfredip dursunlardı ki?

Bugün Facebook ve Twitter paylaşımları gırla küfür ve hakaret ile dolu… Peki bu mu-dur iletişim? Hayır, bu

iletişememenin gerçek göstergesi…

Karşıtlar konuşamadıkça bağırmayı ve küfretmeyi seçiyor… İşte bu noktada

bilgili yahut deneyimli yahut kendini bilen in-sanların bu durumun içerisinde kendilerini ko-ruması gerekir.

Ben düşünce tarzı itibari ile muhalif bir ada-mımdır misal… Fakat bu muhalifliğim sebebi

ile neden muhalif olduğumu hep konuşmaya ve anlatmaya çalışı-rım karşıt düşüncedeki eşe dosta,

yedi yabancıya… Ama ne yazık ki hep duyduğum şey ise, hep küfre-

den bir sol duruşun, sanatçı taifenin olduğu… “Ama diğer taraf da küfre-

diyor” diyebilirsiniz… Deyin de hatta...

Ben mevzunun burasında değilim.

Asıl mevzu şudur ki benim için; benim de durduğum tarafta olan bazı insanların karşıt düşüncedekilere, “Çomar, köpek, cahil, dağlı, hayvan, koyun, sürü” diye hakaret ediyor ol-ması… Allah aşkına sorarım hakaret ederek, küfrederek neyi değiştireceksiniz? İnsanların göremediği, gözden kaçırdığı şeyleri eğer gö-rüyor ve uyarmak istiyorsanız bu bu şekilde mi olmalıdır? Bu üslup iyiyi düşünenin üslubu ola-maz…

Bu üslup kendi zekasının daha önde olduğunu düşünenin, kendi egosunun önüne geçemeye-nin ve en doğrusu anlatamayanın anlatmaktan vazgeçip bağırışının en bayağı kavga hâlinin yansımasıdır…

Belki bir şeyler değişir, belki değişmez; fakat bu kaotik ve can sıkıcı, vicdan zorlayan, akıl alma-yan dönemleri atlatmak için doğru yerden an-latmak gerekiyor gibi… Hor görmeden, aşağı-lamadan… Sizi aşağılayanı siz de aşağılarsanız konuşmak anlatmak mümkün değildir… Ne olursa olsun aklın yolunda anlatmaya devam etmeliyiz gibi… İletişememek korkutur asıl, bi-leni, kendinden başkasını düşüneni… Sadece kendinizi ifade edememek ise küfrünüz haka-retiniz; devam ediniz…

Derdiniz insanlar ise; Lütfen konuşmayı dene-yiniz…

#Hayır ’lı Nisanlar…

@sabahattinyakut

Page 18: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

18

ZekiGöker

Adana Şehir Tiyatrosu’n-da Erhan

Gökgücü, “İkiz Kar-deşim David” oyu-

nunu sahneye koyuyor ama ışıkları bir türlü iste-diği şekilde yapılamıyordu. Sonunda dayanamayıp elektrik konsoluna çıktım. Provada ışığı Erhan’ın is-tediği gibi verdim. Oyun, repertuvardan kalkıncaya kadar, ışıkları ben idare ettim.

“David” sahne-ye konduktan sonra yaklaşan Ramazan prog-ramı için, “Ka-fes Arkasında”-nın provalarına başlandı. Rejiyi ‘Gündüz Ay-kut’ yapıyor. Ben, Ahmet ve

diğerleri yani Tarsus turnesinden hezimetle dönen-ler, tiyatro derneği kurma fikrinden vazgeçtik. Bir oyun bulup kendi özel tiyatromuz adı altında oyna-maya karar verdik. Tiyatromuzun adı “Adana Sanat Tiyatrosu” olacak ve ‘Duvarların Ötesi’ni oynaya-caktık. Provalara başladık, Adana basını özel tiyat-romuza çok ilgi gösteriyordu; bütün yerel gazeteler-de resimlerimiz ve bize ait olumlu yazılar çıktı. Bir gazetede çıkan yazı yüzünden rejisör Oğuz Bora ile aramız açıldı. Daha sonra düzelttik…

“Duvarların Ötesi” oyununu Gündüz Baba sahneye koyuyordu. Ama sonradan, tiyatrodaki işlerinin yo-ğunluğu yüzünden, oyunu bırakmak zorunda kaldı.

Oyunun rejisini Ali Özgentürk ve ben yapmaya başladık. Oyunun provaları devam ederken Halke-vi’nden bize vadedilen destek maalesef verilmedi. Bunun üzerine Halk Eğitim Merkezi müdürü Kadri Ağbalı devreye girdi. Bize derhal prova için salon, dekor için kereste ve para verdi. Ayrıca hepimiz se-ferber olmuştuk; kimimiz dekor yapıyor, kimimiz aksesuar, kimimiz de matbaa işleriyle uğraşıyorduk.

Oyunun oynanmasına dört gün kala Macit Flordun provalara geldi. Dört gün boyunca sabahlara kadar oyunun bütün mizansenlerine dokundu. Nihayet prömiyer gelmişti. Hepimiz çok heyecanlıydık.

Baba Gündüz ile birlikte oyun için çok güzel müzik-ler ve efektler bulmuştuk. Salon tamamen doluydu. Perde açıldı ve oyun başladı. Oyunun bitiminde sa-londa bir fırtına koptu adeta; alkışlar, alkışlar, alkış-lar…

Adana Sanat Tiyatrosu, “Duvarların Ötesi” ile çok büyük bir ilgi uyandırmıştı. Ödenekli tiyatronun dı-şına çıkıp, her türlü sorumluluğu ve riski sırtımızda taşıyarak, özel bir tiyatro kurmak ve başarılı olmak farklı bir duyguydu. Galiba ödenekli tiyatrodan daha çok, özel tiyatro yapmak isteyecektim.

Adana Şehir Tiyatrosu’nda “İkiz Kardeşim David”i

Gericilerin Tiyatro Düşmanlığı

Page 19: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

19

aksatmadık. Ayrıca, Musahipzade Celal’in “Kafes Arkasında” oyununda da yer alıp Ramazan’a hazır-lanırken çok tatsız bir olay oldu…

Osman Daloğlu, Oğuz Bora ile prova esnasında yumruk yumruğa girmişti; zor ayırdılar. “Kafes Ar-kasında” oyununun son provalarıydı.

Osman Daloğlu ‘Rıza’yı oynuyordu. Bir ara, biri seslendi: “Osman Bey gidiyor!” dedi. Döndüm “Ne-reye?” diye sordum. “İşine son vermişler, kendisine şimdi tebliğ ettiler.” Hemen kulise, Osman Bey’in yanına gittim. Belediye Başkanlığı’ndan tebliğ ediz-

len yazıyı okuyordu. Görülen lüzum üzerine, göre-vine son verilmişti.

Soyunma odasına girdi, kapıyı hırsla kapattı. Üze-rindeki ‘Rıza’nın kostümlerini çıkarıyordu herhalde.

Biraz sonra kendi giysisiyle çıktı dışarıya. Sahnenin kenarına gelince durup, sanki ilk defa görüyormuş gibi uzun uzun baktı.

Dudaklarında acı bir tebessüm belirdi, hızla çıkıp gitti…

@abt_ZekiGöker

“Tiyatrodan kovulmak”…

Çok yürek acıtan bir şeydi… Arkasından bakakaldım…

9 Ocak 1965 günü Ramazan programı başladı. Şehir Tiyatrosu bugüne kadar böyle bir program görme-mişti. Kapının önünde çıngırak çalan çığırtkanlar, çeşit çeşit kostümlerle ayıcılar, ellerinde tulumbalarla bağırıp çağıran tulumbacılar, fuayede bir saz heyeti ve şarkıcılar vardı.

Seyirci, “Kafes Arkasında” oyununa böyle bir atmosfer içinde giriyordu ve Adana çok büyük ilgi göster-di. Gala çok iyi geçti. Oyun gişe rekorları kırdı. Yirmi beş gün kadar oynamayı başardı. Ama sonunda,

gerici zihniyetin baskısıyla Ali Sepici (Belediye Başkanı) tarafından afişler kaldırıldı, oyun durduruldu.

Bu olay, yurt içinde büyük yankılar uyandırdı. Bir şey daha öğrenmiştim; seyirci, bir oyunu çok sevse de, sa-hiplense de, oyun gişe rekorları kırsa da, bir yobaz, karanlık zihniyet, oyu-nu durdurmayı başarıyordu!

Page 20: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

MuratMahmutyazıcıoğlu

Page 21: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

Bu dünyadan Erdal Tosun geçti...

“Ne olmuş yani büyük adam olamadıysak hayallerimizi

satmadık ya...”

Page 22: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

22

Bahar yüzünü göstermeye baş-lıyor… Ve fakat

biz, yani bu ülkenin yurttaşları, ilk kez baharı endi-şeyle bekliyoruz. Oysa bahar ne güzeldir… Ağaçla-rın filizlenen çiçekleri, yağmurun ardından burun deliklerimize sızan toprak kokusu (İstanbul’da ar-tık sadece hayal gerçi!), ılık esen rüzgârın tenimizi okşayan şefkatli eli, uzayan günler ve geç batan gü-neş…

Doğanın uyanışı, yani yaşamın yenilenmesi aynı zamanda. Fakat ne yazık ki, bu bahar ilk kez bu gü-zellikleri getirmeyebilir. Düşüncesi bile uyku kaçı-rıyor! Bu bahar son bahar olabilir mi yurdumuzun üzerinde doğacak? Bir süre uzun bir kışa girebilir miyiz? Ben şahsen kış sevmem. Ama baharın geli-

şini beklemeyi hep sevdim. Ancak bitimsiz bir kışa dayanabileceğimi sanmıyorum. Baharlardan vazge-çemeyeceğim için “Hayır” diyerek, Hayır’lı baharlar dileyeceğim…

Bu topraklara ve içimizdeki “biz” sevgisine tüm kal-bimle inanıyorum… Eminim ki, bu bahar yine çi-çekler açacak yurdumda ve güneş yine aydınlatacak günlerimizi… Hâl böyle olunca, bu yazıda Cumhu-riyet’ten bugüne Türk tiyatrosu için aydınlanmanın parçası olan kişileri hatırlatmak istedim. Aydınlan-manın peşinde, yılmadan mücadele eden tüm dost-lara selam olsun…

Cumhuriyet kurulduğunda tiyatroda Batı modelini benimseyen Türk tiyatrosu hem tiyatronun kurum-sallaşması hem de oyun yazarlığının gelişmesi için bugün bile büyük sayılacak adımlar atar. Cumhu-riyet’in kuruluşunda kültüre ve sanatçıya verilen önemi söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Mec-lis konuşmalarında bile tiyatrodan bahsedilir, Ata-türk’ün kendisinin bizzat sanata verdiği önem sayı-sız örnekle bilinir. İlk kadın sanatçılarımızın çoğu Atatürk’ün bizzat teşvikiyle yetişir…

Gelelim kurumsal ve de üretim anlamında neler yapıldığına… Tiyatroyu Türkiye’de çağdaş bir sanat alanına dönüştürme yolunda ilk büyük katkı ünlü tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul’dan ge-lir. 1927’de, Darülbedayi’nin başına geçen Ertuğrul, yerli yazarları yüreklendirmesiyle, izleyiciye sun-duğu çağdaş çeviri oyunlarla, sahneleme, oyuncu-luk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleş-tirmesiyle, yetişmelerine katkıda bulunduğu kadın ve erkek oyuncularla bugünkü Türk tiyatrosunun

Özlem Özdemir

Hayır’lı Baharlar İçin Hatırlatma...

Page 23: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

23

temellerini atar. Eğitim görmüş tiyatrocuların yetiş-mesinde büyük hizmet vermiş olan Ankara Devlet Konservatuvarı ise, Musiki ve Temsil Akademisi’nin bir bölümü olarak açılır. 1941’de Tatbikat Sahnesi açılır. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949’da Devlet Tiyatroları resmen kurulur.

Ödenekli ve özel tiyatroların yükselişi

1950’den sonra tiyatro kuramlarının gelişmesi ba-kımından önemli atılımlar gerçekleştirilmeye baş-lanır. Tiyatronun yaygınlaştırılması yolunda devlet eliyle sürdürülen çabalar sonucunda Devlet Tiyat-roları, Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Trab-zon ve Diyarbakır gibi kentlerde perdelerini açarak ve turneler düzenleyerek Türkiye’nin her yanında izleyiciye ulaşır hâle gelir. Yetmiş yılı aşan tarihi boyunca çeşitli iniş çıkışlar yapan İstanbul Şehir Tiyatroları da çeşitli semtlerde beş sahneye sahip olur. Türk tiyatrosunun gelişmesinde her zaman önemli rol oynamış olan özel tiyatroların sayısında ise 1960’larda büyük bir artış görülür. Etkinlikleri-ni 1960’lardan bu yana sürdüren özel topluluklar arasında Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu sayılabilir. Oyunculuk ve sahneleme açısından Batı modeli-ni izleyen ödenekli ve özel tiyatrolar yanında, orta oyunu ve tuluat tiyatrosunun oyunculuk tarzını sür-düren özel topluluklar da vardır.

Ne yazık ki hâlâ yeterince gelişme sağlanamayan Türk oyun yazarlığı, Cumhuriyet döneminde Batı modelini uygulayan tiyatronun kurumsallaşması yolunda yapılan atılıma koşut olarak gelişme gös-terir. Gerçekçi Avrupa tiyatrosundan büyük ölçüde etkilenen Türk yazarları, gerçekçi doğrultuda yaz-

dıkları oyunlarda öncelikle, Osmanlı toplumundan modern Türk toplumuna geçilirken yaşanan sancı-ları dile getirirler. Bu geçiş dönemini yansıtmakta en başarılı olmuş yapıtlar Reşat Nuri Güntekin’in “Yaprak Dökümü” (1930) ve Ahmet Kutsi Tecer’in “Köşebaşı”sı (1984) olur. Çok üretken bir yazar olan Cevat Fehmi Başkut ise toplumsal eleştirel yaklaşı-mını çoğunlukla güldürü çerçevesi içine yerleştir-miştir. Türk oyun yazarlığında Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım etkisini günümüze değin sürdürür. 1950’lerden çok partili döneme geçildiğinde devlet yönetimine iliş-kin siyasal sorunlarda tiyatro sahnesinde gündeme getirilir. Bu dönemde Türk tiyatrosu yeni yazarlar kazanır. Aziz Nesin ve Haldun Taner bildik gerçekçi dram kalıplarını zorlayarak yeni biçim denemeleri-ne girişirler.

Page 24: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

24

1960’lar Türk tiyatro edebiyatı için de parlak bir dönem olur. Siyasal, ekonomik, kültürel açılardan önemli bir bilinçlenme aşamasının yaşandığı bu dönemde tiyatro, işçi ve köylü kesiminin sorun-larına eğilir. Bir yandan orta sınıftan ailelerin ya-şadığı toplumsal ve ekonomik sorunları irdeleyen gerçekçi oyunlar yazılırken, köy ve gecekondu or-tamı da yaşama ve giyinme biçimi ve dil özellikle-riyle sahneye taşınır.

Bu dönemin en yaygın türlerinden biri de konu-larını Osmanlı tarihinden, halk kahramanlarının yaşamlarından ve mitolojiden alan, şiir diliyle ya-zılmış oyunlardır. Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı bu doğrultuda ya-pıtlar verirler.

1960’ların sonla-rına doğru siyasal içerikli belgesel oyunlar da yazıl-maya başlanır. Ser-met Çağan’ın, Bre-cht’in epik tiyatro yöntemini doğ-rudan uyguladığı “Ayak Bacak Fab-rikası” (1964), bu dönemde toplum-cu gerçekçi yaklaşı-mın bir örneği olur. Türk oyun yazar-lığına öz ve biçim

açısından kişiliğini kazandırma yolunda önemli bir katkı 1960’larda Haldun Taner’den gelir. Ah-met Kutsi Tecer’in 1940’larda geleneksel Türk ti-yatrosunun gevşek dokulu oyun yapısını ve gös-termeci anlatımını kullanarak yazdığı “Köşebaşı” oyununun ardından, 1950’lerde ve 1960’ların baş-larında göstermeci anlatımı kullanma ve tiyatroda açık biçim anlayışını benimseme yolunda oyun de-nemeleri yazmış olan Taner, 1964’te Gülriz Suru-ri-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Keşanlı Ali Destanı”yla geleneksel Türk tiyatro-sunun belirleyici özelliklerini çağdaş anlamda top-lumsal siyasal bir içerikle birleştiren yeni bir yerli türün, yerli epik müzikalin yaratıcısı olur.

1970’lerde pek çok topluluk ağırlıkla politik tiyatro üstünde durur. Bu dönemde sık sık yerli ve yaban-cı siyasal-belgesel oyunlar sahnelenir; bir yandan da gerçekçi köy oyunları, tarihsel oyunlar, gelenek-sel Türk tiyatrosunun özelliklerine dayalı müzikli oyunlar, kabare oyunları, epik oyunlar yazılır.

Ülkede yaşanan toplumsal siyasal çalkantılardan tiyatronun da olumsuz bir pay aldığı bu dönemin en başarılı oyunları, geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım biçimlerini kullanmayı sürdüren Turgut Özakman’ın aynı biçemi benimseyen Oktay Ara-yıcı’nın ve “Asiye Nasıl Kurtulur?” oyunuyla üne, gene epik türde yazdığı toplumcu gerçekçi oyun-larla pekiştiren Vasıf Öngören’in eserleridir.

1980’lerde ise oyun yazarlığında nicelik ve nitelik açısından bir durgunluk yaşanır. Bu dönemde Re-

Tiyatronun parlak yılları

Page 25: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

25

@ozlemozdemir

fik Erduran, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Neca-ti Cumalı, Melih Cevdet Anday, Turgut Özakman, Sabahattin Kudret Aksal, Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Başar Sabuncu, Dinçer Sümer gibi oyun yazmayı sürdüren yazarlar dışında, 1970’lerde yaz-maya başlayan Bilgesu Erenus ve Tuncer Cücenoğ-lu, 1980’lerde Murathan Mungan, Ülkü Ayvaz, Fer-han Şensoy ve Memet Baydur gibi yeni yazarların oyunları sergilenir.

2000’lerde genç yazarların alternatif sahnelerde kendi dillerini aradıkları eserler anlamında bir ha-reket görülür. Son yıllarda ise ülkenin içinden geç-tiği süreç anlamında tiyatro yine bir durgunluk sü-recine girmiş gibi görünse de tiyatro hiçbir zaman bitmeyecektir. Bu dönem geçecek ve inanıyorum ki, bu dönemi anlatan eserler yakın zamanda daha yo-ğun biçimde sahnelenecektir.

Bütün baskıya ve korkuya rağmen üretmeye devam eden sanatçılarımız az da olsalar varlar ve iyi ki var-lar!

Son olarak varını yoğunu yeni bir sahne açmaya adayan Şevket Çoruh, Baba Sahne ile alkışlanacak bir işe imza attı. Yolu açık olsun… Emre Kınay, Sevinç Erbulak ve Fırat Tanış gibi genç kuşak ti-yatrocular inatla tiyatroyla seyirciye ulaşmak için çalışıyor. Serhat Kılıç Nisan ayında yeni bir tiyatro kuruyor, Mert Fırat Moda Sahnesi’nin ardından ar-kadaşlarıyla Das Das isimli bir kültür merkezi kuru-yor… Bizim kuşağımızın yüz akı bu arkadaşlarımı yürekten kutluyorum. Onlar inatla çalıştıkça bizler de inatla yanlarında olmaya devam edeceğiz…

Hayır’lı baharlar…

Not: Şımarıklık kabul edilmemesi dileğiyle, naçizane bir duyurum var. Cumhuriyet Işığında Söyleşiler adlı ilk kitabım okurla buluştu. Aydın-lık Türkiye için üretmeye devam eden, sanatın her dalından değerli 23 kişiyle hem hayat hikâyelerini hem Cumhuriyet’ten bugüne son 15 yıl-da değişenleri, neler yaşadıklarını konuştuk. Gelecek kuşaklara belge olması amacıyla yazdığım kitabımdan Müstehak okurlarını haberdar etmek istedim… Cumhuriyet ışığı ülkemizi daima aydınlatmaya de-vam etsin diye…

Page 26: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

26

DasDas Sahne; sanat, eğlence, oyun demek.

DasDas Sahne’de modern, klasik uyarlamalar, deneyimli isimlerin yer al-dığı birbirinden keyifli oyunlar ve stand up gösterileri sezon boyunca se-yirciyle buluşuyor. Ayrıca DasDas, prodüksiyonunu üstlendiği oyunların yanı sıra; konuk oyunlara, alternatif tiyatrolara, güncel sahne sanatlarına ve hafta sonları sahnelenecek çocuk oyunlarına ev sahipliği yapıyor.

JOSEPH K.

SHIRLEY

KAYIP EL

CİMRİ

Bİ PARÇA PLASTİK

ALACAKARANLIKKUSAĞI

HAMLET

GÜLÜNÇ KARANLIK

8 Nisan20 Nisan

NİSAN PROGRAMI

18 Nisan

3-4 Nisan14-15 Nisan

28 Nisan

18 Nisan

6-7 Nisan21-22 Nisan

30 Nisan

25 - 26 Nisan

9 Nisan

29 Nisan

dasdas.com.tr

WATERGARDENBarbaros Mah., Sümbül Sokak, 34746,

Batı Ataşehir, İstanbul

Page 27: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

27

Bu dünyadan Meral Okay geçti...

Aşk kendinden vazgeçme hâlidir, kendi benliğini ezmeden “biz” olabilme hâli… İnsan egosu, denet-lenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak “aşk” be-cerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz…

Meral Okay

Page 28: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

28

Merve Engin

Bahar geldi! Kutlu olsun!

Bugün akordiyon çalan abi yanında kızı, mutlu mut-lu geçti sokaklarımızdan; bize baharı müjdeledi.Ve hayır dediğini ilân etti. Yok canım, konuşmadı.İçinde bulunduğumuz demokratik şartlar buna mü-saade etmiyor. Yani hayır demenize.

Çünkü hayır demek hakkınız olmaktan çıktı. Sizi terörist yapıyor. Neyse, siyaseti tartışmayacağım.

Hayır dediğini “İzmir Marşı” çalmasından anlıyo-rum.

Başıma bir şey gelmeyecekse İzmir Marşı’nı sev-mem. Marş sevmem. Ama bu ara “hayır” demek ol-duğundan, duyunca içim kıpırdanıyor. Ve ne zaman Kardeş Türküler konserine gitsem, kendimi sevgi dolu hissediyorum.

Hele son yıllarda neredeyse her konserlerine gidi-yorum. Başka şehirlere yolculuk ediyorum. O kadar gidiyorum ki, artık beni tanıyorlar. Üstelik iyi mü-zik yapıyorlar.

vHasılı, bir Kardeş Türküler konserine gidin. Erme-nice ‘zepur gı tarnam’ söylenirken, bilen bilmeyen, dinleye dinleye öğrenen herkesin içine dolan aşkla ya yanındakine ya aklındakine nasıl düştüğünü gö-rün.

Filistin’den gelen ‘ah ya reem al ghuzlan’da içimiz kıpırdanırken, ‘Şah-ı Merdan’da nasıl kimlere ait olduğunu düşünmeden yerimizde duramadığımıza bakın.

Metin Altıok’un kimliksiz ölülerini Zazaca dinler-ken, nasıl dili unutup ölenlerin kaderlerine ah edil-diğini görün.

Bahçede yeşil çınar söylenirken, onların susup bi-zim nasıl kırgın şarkıyı söylediğimizi görün.

Sonra konserin sonunda işler nanay derken, güze-lim Roman insanlarıyla aynı yere yükselen ruhu-nuzla 9/8’lik ritmimize, nihayetinde mutlaka el ele tutuşup çektiğimiz halaya.

Bir görseniz, yaşadığınız toprağı sevesiniz gelir.

Bir Direniş ve Eylem Biçimi Olarak Şarkılar“Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.”

G. Garcia Marquez

Page 29: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

29

Ne okudum: Jean Dubuffet - Boğucu Kültür

Ne okuyacağım:Hakan Günday - Piç

Ne okuyorum: Nermin Yıldırım - Dokunmadan

@merviliosauno

Laz’ını Kürt’ünü, Ermeni’sini ayırmadan; insanı se-vesiniz gelir. Kimin elinden tuttuğunuza bakmazsı-nız, o halay hiçbir zaman mükemmel değildir, ama herkes inançlıdır.

Herkes bir olmanın peşine düşer…

Çünkü kardeşimin türküsünü duymak, benimle aynı yerden inceldiğini görmek bana insanı hatır-latıyor.

Gezip gördüğüm, yaşayıp bildiğim, gülümsemesine kurban olduğum, derdimi dert edinen, dinini sor-madığım, kökenine bakmadan ekmeğini bölüştü-ğüm insanını hatırlatıyor.

Kötüye kötü diyen, iyi bildiğini savunan, iki’den faz-la gözü olmayan, ikiden fazla bacağı olmayan, ne-fessiz yaşayamayan, ben gibi insanlarını hatırlatıyor.Çok düşkünüm memleketimin topraklarına; uğ-runda ölmek için değil, üstünde yaşamak, dünyayı anlamak için.

Efsunludur toprakları ülkemin, bereketlidir. Kıy-metlidir insanı, bu toprağın bereketiyle büyümüş-tür.

Güneş vuruyor içeri, kulağımda Kardeş Türküler; mirkut; Ekmeğe övgü.

İçimde umut…

Akordiyon çalan abi, üst sokaklarda İzmir’in marşı-nı çalıyor. Eşlik sesleri duyuyorum. Şimdi içindeki hamaseti koy bir kenara; bildiğin tüm söylemleri unut.

Kimin neden evet dediğini, kimin neden hayır de-diğini tartışma.

En sevdiğin müziği koy.

Evrenselliğine inan.

İnsana inan.

Sana dayatılanlara inanmadan, bildiğin soruyu ce-vapla.

İşte o zaman geleceğin senin ellerinle inşa edileceği-ne inanacaksın.

Page 30: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

30

Bir süredir oyun yazarlığı atölyelerimizdeki en bü-yük konumuz gerçek, illüzyon ve sahne ilişkisi. Se-neler önce atölyelerimize gelen Lyon’daki ENSATT Oyun Yazarlığı Bölüm Başkanı Enzo Cormann’ın verdiği örneği derslerde hep veriyorum. Sahne ger-çekliğinin birebir hayatla örtüşmemesi gerektiğini anlatırken Medusa örneğini vermişti. Medusa’nın ancak yansımasına bakarak öldürüldüğünü anlat-mıştı. Medusa’nın kendisine, gözlerine bakan her-kesin taş olduğunu ve tiyatroda da seyircinin birebir gerçekle yüz yüze gelmesinden çok gerçeğin yansı-ması ya da bir nevi başka bir yoldan yönlendirilme-sinin daha doğru olduğunu anlatmıştı uzun uzun. Diğeri seyirciyi taş eder demişti.

İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. Her ne kadar Enzo Cor-mann ile birebir aynı fikirde olmasam da söyledikle-ri beni çok etkilemişti. Performans sanatının gelişi-mini düşündüğümüzde performans olarak bedenini farklılaştıran canlı olanla uğraşan sanatçıların yap-tıkları performanslar beni her zaman etkilemiştir. Sahnede de performatif olanın çokça kullanıldığı bir dönemdeyiz dünya tiyatrosununda da bu böyle. Rodrigo Garcia oyunlarında sahnede oyuncuların gerçekten balla kaplanması, kayması, gerçek hayvan kullanılmasından tutun ustamız Şahika Tekand’ın

oyuncunun bir nevi sirk gösterisindeymişçesine be-deninin, sesinin sınırlarında seyirciyle aynı zamanı paylaştığı oyunlara, post dramatik tiyatronun her alanında oyun/oyuncu gerçekliğinin sorgulandığı, yeniden tasarlandığı oyunlara kadar asal meselemiz oldu gerçek zaman, performatif olan. Bir de tabii Rimini Protokol gibi grupların yeni belgesel tiyatro olarak tanımlanan gerçeğin sahnelemesi meselesi. Örneğin Radio Müezzin oyununda olduğu gibi ger-çek müezzinlerin kendi hayat hikayelerini sahnede anlattıkları bir denklem ya da Forced Entertain-ment gibi bir grubun sahnede oyuncuların gerçek-liklerinden yola çıkarak oluşturdukları yaratımlar ilk akla gelenler.

Geçtiğimiz senelerde yakın zamanda gerçeğin sah-nelenmesi konusu birkaç yapımda birden İstan-bul’da da sahne almaya başladı. Benim ilk aklıma gelen “Gerçek Hayattan Alınmıştır” oyunu ciddi bir açılımdır Türkiye sahnesi için. Bir tiyatro sahi-binin kendi gerçekliğinden yola çıkarak ve bunu da sahneye uyumladığı itirafının başlığıyla yazdığı, Arif Akkaya’nın yönettiği ve rahmetli usta Tomris İncer ile Sertdemir’in oynadığı oyun boyunca sah-nelenin ne kadarının gerçek ne kadarının “yalan” ya da “ilüzyonel” olduğu konusu, seyirciyi kalbinden ve beyninde vuran bir durum oluşturmuştur. Ama

Yeşim Özsoy

Gerçeği Büken Oyunlar“Gündelik hayat, başkalarının mülkünde sayısız yollarla

kendini yeniden keşfeder.”

Michel de Certeau, Gündelik Hayat Keşfi

Page 31: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

31

burada bildiğimiz anlamda belgesel tiyatrodan çok farklı bir durum söz konusudur. Genco Erkal’ın “Si-vas 93” oyununda Sivas katliamını birebir hikayeleş-tirerek sahnede bu acıyı hatırlatan ve anan tavrının yanında Yiğit Sertdemir’in kendi gerçekliğinden ve yakın geçmişinden yola çıkarak yarattığı gerçeklik bir birinden çok farklıdır.

Aynı çizgide kendi oyunlarımızdan da bahsetmek mümkün. “Yüzyılın Aşkı” oyununda Türkiye’nin geçen yüzyıl tarihinden 8 değişik episoddan olu-şan yapıdaki sahnelerden birinde Deniz Gezmiş’in mezarından konuştuğu bir denklem vardır. Sevgi-lisine (ki onun da varlığı şüphelidir) konuştuğu bu sahnede bildiğimiz bir karakter bilmediğimiz ve var olmayan bir gerçeklik içinde sahne illüzyonuy-la birleşir ve Deniz Gezmiş ve temsil ettiği gerçek-ler farklılaşır. Yine aynı şekilde son sahnelediğimiz “Yaşlı Çocuk” oyununda da belgesel tiyatrodan ya da herhangi bir biyografik sahnelemeden farklı ola-rak seyircinin, son iki senede Ortadoğu ekseninde hayatını kaybetmiş dört çocuğun yaşadığını ha-yal etmesini sağlarız. Çocuklar ve yaşadıklarımız gerçektir ama sahnede vuku bulan sahne gerçekli-ği onları başka bir düzleme taşır ve gerçek bir an-lamda, Medusa’yı öldüren Perseus’un kalkanındaki yansıma gibi bükülür, farklılaşır. Bu noktada Yiğit Sertdemir’in yine aynı çizgide olduğunu hissettiğim “Yalınayak Müzikhol” oyunundaki rahmetli Tomris İncer’in oyunun içinde sembolik ve hikayesel varo-luşu neredeyse oyunun hazırlık sürecine damgasını vuran ekipten ve hayattan mecburi ayrılığını, oyu-nun belkemiğine oturtmasından gerçeğin varlığını dönüştüren bir farklılık yaratılır. Seyrci bunu tam olarak tanımlayamasa da ya da bilmese de önemli değildir. O his oyuna hükmeder ve seyirciye geçer. Bu oyundan ve “Gerçek Hayattan Alınmıştır” oyu-nundan farklı olarak “Yaşlı Çocuk” oyununda ise malzeme yazarın ve ekibin, mekanın kendisi değil seyircinin ve dönemin gerçekleridir. Yani birinde performatif olarak neredeyse otobiyografik bir nok-tadan ilerleyen ve oyuncu/yazar/yönetmenin kendi hayatını farklılaştıran oyun “Yaşlı Çocuk” oyunun-da hayatımızda olan başka figürler üzerinden ilerler. Sertdemir’in her iki oyunu da ‘kişisel olan politiktir’ noktasından ilerlemekte diğeri ise politik olanı kişi-selleştirmektedir.

Aynı çizgiden devam edersek gelecek sene sahneye kazandıracağımız ve bu sene okumalarını yaptığı-

mız Ahmet Sami Özbudak’ın ‘Zakir’ adlı oyunu bu sefer yine politik bir figürü yani Ali Ilgaz’ın bir dev-rimci olarak hayatını sahneye taşımakta. Fakat Ali Ilgaz’ın Kobane’de ölümüne kadar ilerleyen hikaye yerli yerinde durur ve anlatılırken aynı zamanda Ali Ilgaz’ın hayatından yazarın hayal ettiği karakterler yani arkadaşları onu anlatır. Bu oyun ise yine po-litik bir yakın tarih gerçekliğini sahnelerken yazar/yönetmenin hayal gücüyle ortaya çıkan yarı gerçek yarı hayal ürünü karakterlerle sahneye farklı bir gerçeklik taşımakta. Seyircinin gelecek sezon ne dediğimi daha iyi anlayacağını düşündüğüm oyun, gerçek ve hayalin yan yana at koşturduğu çok özel bir denklem sunmakta.

Her ne kadar bu tür saptama ve izleklerin eleştir-menlere, tiyatro teorisyenlerine düştüğünü dü-şünsem de bundan sonra bu tür karşılaştırmalı tespitlerde bulunmak istiyorum. Hem kendimizi anlamlandırmak, yaptıklarımızın altını çizmek, bel-ki mümkünse örnek olmak, tartışma açmak, hem de boşluktaki çaresizliğimizi yaşamamak için. Dönem, aktif eylem dönemidir çünkü. Sürç-i lisan ettiysek affola sevgili tiyatro yaratanları, tanrı ve tanrıçala-rı…

@YesimOzs

Page 32: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

32

Bu dünyadan Savaş Dinçel geçti...

Şemsettin laf aramızda kaldı çıkamıyorKendini ifade edemiyor bir türlü…

Savaş Dinçel

Page 33: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

33Bu dünyadan Cem Karaca geçti...

“Ben suyumu kazandım da içtim,Ekmeğimi böldüm de yedim,

Alkışı duydum, ihaneti gördüm...”

Page 34: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

34

BaysanPamay

Top 10 Mart

Sarı Sandalye, yaptığı üç edebiyat uyarlamasından sonra ilk kez tiyatro eseri olarak yazılmış bir metni sahneye taşıyor ve Jean-Luc Lagarce’ın oyunu ülkemizde ilk defa seyircisiyle bu-luşuyor. Yıllar önce babasıyla kavga ederek evi terk eden küçük kardeş, kimsenin beklemediği bir anda evin kapısında belirir. Yıllardır onu bekleyen evin kadınları; her biri tarafından fark-lı hatırlanan anılarını sorgulamaya başlarlar. Beklenen dönüş kimsenin hayal ettiği gibi olmamış; hem dönen kişi, hem dön-düğü yer, hem de bekleyenler değişmiştir.

Bir pazar günü parkta kaderin ya da tesadüflerin bir araya getirdiği iki kişinin hikâyesi. Her pazar yaptığı gibi parkın gözlerden uzak ses-siz köşesindeki bankında kitap okuyan, kendi hâlinde; hayatı ailesi ve işinden ibaret sayan, orta düzey bir yönetici; Peter. Topluma göre anormal yaşayan, art arda sorduğu sorularla Peter’in hayatına da-vetsizce giren ve onu‘’Hayvanat Bahçesi Hikâyesi’’ne katılmak zorunda bırakan, muhtemelen akıl hastası bir adam; Jerry. Bu sıradan bir buluşma değil. Birbirlerinin (körelttikleri ve yüzleşmekten korktukları) eksik yanlarını tamamlayan iki insanın buluşması... Kim av, kim avcı belli olmayan tuhaf bir hikâye...

15 Şubat - 15 Mart arası izlenen oyunlar arasından seçilmiştir.Alfabetik olarak sıralandırılmıştır

İlkyaz Oyuncuları’nın ikinci oyunu, yine bi-rincisi gibi ekip tarafından yazılmış ve yö-netilmiş. Karısına ihanet eden aşağılık bir

adamın hikâyesi; kadın kızgın ve öfkeli kalbi paramparça, kocası geveleyip konuşmaya, olayları açıklamaya çalışıyor. Kadın anlamı-yor erkek çabalıyor. Bakıyorsunuz hiçbir şey göründüğü kadar basit değil... Sade ama işlevsel bir dekor içerisinde izlediğiniz hikâyenin sonunda anlıyorsunuz ki gerçekten erkekler Mars’tan kadınlar Ve-

Aşağılık Adam - İlkyaz Oyuncuları

Bir Hayvanat Bahçesi Hikayesi - S.A.K.M.

Evdeydim ve Yağmurun Yağmasını Bekliyordum - Sarı Sandalye

Page 35: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

35

Ezop Sahne yeni prodüksiyonu “Öküz” ün yazarı Mike Bart-lett, hepimizin hakkında doğru olduğunu düşündüğü şeyi ta-nımlıyor: “Kimse bir kaybedeni sevmez.” Değerleri kendi içi-ni yansıtan bir patron, üç çalışan; birini bugün işten kovacak. Duygusal, savunmacı, tedbirli Thomas, seksiliğini karşısında-kinin konforsuz hissetmesi için kullanmayı iyi bilen İsobel ve yapılacak her harekete karşı önceden hazırlıklı ve yanar döner Tony patronun gelmesini beklerken, ikisi diğerini öfke noktası-na sürüklemek için hiçbir darbeyi hafife almıyor. Günümüz za-manında, hayatımızın her evresinde, yer yer nazik, kimi zaman zalim bir şekilde hayatımıza işleyen, bizleri ele geçiren, zorla-yan ya da zorbalaştıran bir mobbing hikâyesi...

Tiyatro Şenay’ın yeni oyunu Patron’un yazarı Jason Milligan. Ço-cukluk arkadaşı olan iki kafadar Sadık (Cemal Hünal) ve Okan (Onur Şenay) birlikte Patron adı verdikleri bir mafya lideri için

çalışmaktadırlar. Patron’un ölüm talimatı verdiği birini öldürür-ler, fakat yanlış kişiyi öldürdüklerini fark ederler. Patron’un ga-zabından çok korkan iki kafadar, Patron’a gidip durumu kendi ağızlarından anlatmak isterler. Orijinal kastı üç kişi olan oyun Tiyatro Şenay tarafından sahnelenirken, Patron karakteri Ta-mer Karadağlı’nın dış sesi ile canlandırılıyor.

Savaş sonrası edebiyatının Alman dilindeki en önemli yazar-ları arasında sayılan Max Frisch’in oyunu, Ruşen Gülen tarafın-dan uyarlanıp ve yönetilmiş. Kundakçılar’da sıradan vatandaş Biedermann’ın ansızın kapısını çalıp içeri sızan şiddetin dur-durulamaz yükselişi anlatılır. Biedermann’ın ve eşi Babette’nin evlerini yakıp her ikisini de cehenneme yollayan kundakçı-lar bu şiddetin sözcüleridir. Şiddet, deprem ya da tayfun gibi insanın önüne kolay kolay geçemeyeceği doğal bir olgu mu, yoksa onu çağıran ve yaşatan insanın kendisi mi? Oyunun en unutamadığım sahnesi, Biederman’ın hizmetçinin getirdiği şamdanı yaktığı anda, iki kundakçının yüzlerinde ya-nan alevi görmenin mutluluğu...

Kundakçılar - Tiyatro Merdiven

Öküz – Ezop Sahne

Patron – Tiyatro Şenay

Page 36: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

36

Muzaffer İzgü’nün Apollon’un Şeyi öyküsünün etrafında şekillenen hikâye küçük bir Ege kasabasında geçiyor ve şey yolunda şeyleşen ve şeyleşmeye direnenlerin komik öyküsünü anlatıyor. Türev Sarıkurt’un yazdığı hikâyeyi Orkun Eker, Yusuf Sarıkaya, Türev Sarukurt ekibi yö-netiyor. Her şey tarlada Antik Yunan’dan kalma bir heykelin bulun-masıyla başlar. Heykeli bulan köylüden tutun başkomisere, bakkaldan tutun kaymakama kadar herkesi bir telaş alır. Alır almasına ya, gerçek aslında oralarda başka bir yerdedir. Gerçek yaşam tüm bunların yanın-da gözden kaçanlardır dedirten güzel bir komedi...

Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun yeni oyunu sıcacık bir masal. Şehrin batağında şarkıcılık hayalleri kuran Gönül, hayaline ortak edemediği sevgilisi Mustafa, mahalleden arkada-şı Sevda, çalıştığı pavyon sahibi Hamdi ve rengârenk Ahmet’in yer aldığı bir masal...

Tüm masallar gibi acıklı tarafı geldiğinde Hüzünlendiğimiz, oynak tarafı geldiğin-de içimizin kıpır kıpır ettiği bir masal. Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun samimi

kalemi ile yazdığı oyunu Berfin Zenderlioğlu yönetiyor. Müzikler Burçak Çöllü, kostümler Çağla Yıldırım’a; klasik bir pavyon atmosferi kurmak ye-rine oyuncuların girip çıkmalarına olanak sağlayan şeritli perde buluşu nedeniyle hayran kaldığım dekor tasarımı ise Mirza Metin’e ait. Oyna-yanlar: Hamdi Alp, İbrahim Halaçoğlu, Meltem Yılmazkaya, Onur Berk Arslanoğlu ve Pınar Yıldırım.

Sait Faik Abasıyanık’ın topluluğa ismini veren Semaver ve Kumpanya öyküle-rinin uyarlaması Yavuz Pekman tarafından yapılmış olan oyun 15. kuruluş yılı nedeniyle yeniden sahneleniyor. Oyunda savaş sonrasının yoksul ve yılgın 1940’lı yıllarında İstanbul’da bir gezici kumpanyanın tüm yoksulluğa rağ-men tiyatro yapma inadı ve ekibin hayat dolu öyküsü anlatılıyor. Tarihin neresinde dururlarsa dursunlar, hayatta istedikleriyle uğraşan, istedik-leri için savaşan insanlara dair küçük bir öykü. Aslında, ayakta kalma mücadelesi tüm özel tiyatroların ortak kaderi. Oyun boyunca anlatılanlara hem gülüyor hem de üzülüyorsunuz.

Semaver ve Kumpanya – Semaver Kumpanya

Şey – Bi Takım Oyuncular

Sevmekten Öldü Desinler – Kadıköy Emek Tiyatrosu

Page 37: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart

37

Tek başlarına büyümek zorunda bırakılmış, bir evin içinde hayatta kalmaya çalışan iki kardeş... Nevrotik anneleri zaman zaman onları ziyarete gelir. Komşuları genç kızın hayatlarına girmesiyle bildikle-rinden çok başka bir hayatın varlığıyla tanışırlar. Tek perde 2 saat 10 dakika ama düzgün ve düşündürücü bir metin. Tiyatronun kuralla-rına göre yapılmış bir reji, oyunun özelliklerini yansıtan işlevsel bir sahne tasarımı ve de sevgili Neslihan Yeldan ve sevgili Bora Akkaş gibi iki klas oyuncu yanında sahneye ilk defa adımını atan, ancak Boby ve Jenny karakterleri olarak rol yapmayan, adeta o kişilikler olmuş Ber-ker Güven ve İdil Sivritepe de dikkat çekiyor.

Müstehak’ınızın ilk sayıdan bugüne çıkan tüm sayılarını PDF olarak indirebilirsiniz.

http://www.gazetemustehak.com/PDF

Yen – Craft Tiyatro

@baysanpamay

Page 38: S: 26 NİSAN 17 · unutup ölenlerin kaderlerine ah edildiğini görün. İşimiz hep gerçeklikle tiyatroda. Gerçeği, dünyayı sahneliyoruz her seferinde. 15 Şubat - 15 Mart