48
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35 E-posta: [email protected] Baskı: Mart Matbaacılık, Burcu Sok. No: 6/1, Nurtepe, Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00 Baskı Türü: Yerel - Süreli sacayak Bİ LİMLE Gİ Dİ LMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR ISSN 1308-7967 Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Mayıs-Haziran 2010 / Sayı: 12 BU SAYIDA: Talip Özkan Hakk’a Yürüdü Veliyettin Ulusoy’un Sücaaddin Veli Anma Ektinliklerine Mesajı Nefsine Ağır Geleni Başkasına Yapma Esen Uslu - Dost, Dost, İlle Kavga.... Davit Durak Arslan - Aleviler Kendi Ülkelerinde Hep Zemheriyi Yaşadı. Ayhan Aydın - Sivas’ta Kerbelâ Ali Kenanoğlu ile Söyleştik: Federasyon Partileşmeye Kitlendi İnanç İzmirli - Kararlılık ve Dikkat Gerektiren Dönemeç Ahmet Koçak - Pınar ve Tolga’dan Özür Diliyorum Pınar Sağ ve Tolga Sağ ile Söyleştik: “Kimsenin Haddine Değil Benim Hareketimden Dolayı Özür Dilemek” - Ahmet Koçak Dertli Divani - Deyişlerin Dili Demir Küçükaydın - Din Nedir? - Bölüm III Besim Can Zırh - 2 Temmuz, Carina Cuannna ve Abidin Dino... Seher Yeli - Kurban Bahane Ahmet Koçak - Genç Aleviler Konuşuyor - Bölüm III Partileşme Üzerine: Ayhan Arslan, Gani Kılıç Gün Zileli Haydar Karataşın Romanını Tanıtıyor: Perperık-a Söe Nedim Kanoğlu - Madencinin Türküsü Altımş Yıl Önce Bir Siyasi Mahkûmun Çizgileriyle Hacıbektaş 24 Ağustos 1950 Suluca-Karahöyükten: Hacı Bektaş Dr. Hikmet Kıvılcımlı Kağıt üzerine mürekkep 25,5 x 18 cm Baskımız Gecikti, Özür Dileriz

Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sacayak Dergisinin, Mayıs-Haziran 2010 tarihli 12. sayısı

Citation preview

Page 1: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak

Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul

Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35E-posta: [email protected]ı: Mart Matbaacılık, Burcu Sok. No: 6/1, Nurtepe,

Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00Baskı Türü: Yerel - Süreli

sacayakBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

ISSN 1308-7967

Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Mayıs-Haziran 2010 / Sayı:12

BU SAYIDA:Talip Özkan Hakk’a Yürüdü

Veliyettin Ulusoy’un Sücaaddin Veli Anma Ektinliklerine MesajıNefsine Ağır Geleni Başkasına Yapma

Esen Uslu - Dost, Dost, İlle Kavga....

Davit Durak Arslan - Aleviler Kendi Ülkelerinde Hep Zemheriyi Yaşadı.

Ayhan Aydın - Sivas’ta Kerbelâ

Ali Kenanoğlu ile Söyleştik: Federasyon Partileşmeye Kitlendi

İnanç İzmirli - Kararlılık ve Dikkat Gerektiren Dönemeç

Ahmet Koçak - Pınar ve Tolga’dan Özür Diliyorum

Pınar Sağ ve Tolga Sağ ile Söyleştik: “Kimsenin Haddine Değil Benim Hareketimden Dolayı Özür Dilemek” - Ahmet Koçak

Dertli Divani - Deyişlerin Dili

Demir Küçükaydın - Din Nedir? - Bölüm III

Besim Can Zırh - 2 Temmuz, Carina Cuannna ve Abidin Dino...

Seher Yeli - Kurban Bahane

Ahmet Koçak - Genç Aleviler Konuşuyor - Bölüm III

Partileşme Üzerine: Ayhan Arslan, Gani Kılıç

Gün Zileli Haydar Karataş’ın Romanını Tanıtıyor: Perperık-a SöeNedim Kanoğlu - Madencinin Türküsü

Altımş Yıl Önce Bir Siyasi Mahkûmun

Çizgileriyle Hacıbektaş

24 Ağustos 1950Suluca-Karahöyükten:

Hacı BektaşDr. Hikmet KıvılcımlıKağıt üzerine mürekkep

25,5 x 18 cm

Bas

kımız

Gec

ikti

, Özü

r D

ileri

z

Page 2: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

2

Talip Özkan Hakk’a Yürüdü

TALİP ÖZKAN (1939, Yatağan-26 Mayıs 2010, Paris), lise yılla-rındayken Acıpayam’da Muzaffer Sarısözen’le tanıştı. 1957’de

yüksek öğrenimi için geldiği Ankara’da radyonun Yurttan Sesler Korosu programlarına katıldı ve ardından kadrolu oldu. 1960 yı-lında İstanbul Radyosu’na geçiş yaptı. On yedi yıl TRT’de çalış-tı, 1977’de Paris’e yerleşti. Paris Konservatuvarı’nda eğitmenlik ya-parken Paris Üniversitesi’nde etno müzikoloji alanında doktora yap-tı. Rotterdam Konservatuvarı’nda ders verdi ve emekli oldu.

Fransa’da Radio France’ın Occora Koleksiyonu için bir plak kay-deden sanatçı, Irlanda, Amerika ve Yunanistan’da da plak doldur-du. Fransa’da saz ile açıklamalı konserler verdi. Bu konserleri Al-manya, Avusturya, Belçika, Cezayir, Fas, Finlandiya, Hollanda, İr-landa, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Tunus ve Yunanistan gibi ül-kelerde de sürdürdü.

Bağlamayı çok yönlü olarak dünya çapında sanatseverlere ve müzikologlara tanıtmaya çalıştı. Avrupa’da yaşayan ailelerden yüz-lerce ezgi derledi.

Kendine has bir yorum tekniği geliştirdi. Özellikle Ege Bölgesi türkülerini en iyi yorumlayan sanatçılardan biriydi. Kaval, Zurna, Sipsi, Kemençe gibi çalgıların icra tekniklerini bağlamaya adapte etmeye yönelik araştırmaları ve çabaları ile bağlama virtüozü ün-

vanına hak kazandı. Talip Özkan kendine özgü tek-niğiyle de birçok bağlama sanatçısına örnek oldu.

Kişiliği ve iyi insanlığı ile de hepimize örnek ola-cak bir sanatçıydı.

Yattığı yer ışık olsun.

Page 3: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

3

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy’un Sücaaddin Veli Anma, Dostluk ve Sevgi Gününde

Tüm Canlara Seslenişi

Nefsine Ağır Geleni Başkasına Yapma

TÜRKİYE, büyük ve bulanık bir değişimden geçiyor. Küresel-leşme adına dünyanın üzerine sis çökertiliyor.

Bugün toplumu en çok etkileyen görsel medya, toplumu günlük siyasetten uzaklaştırarak sanal bir dünyaya hapsediliyor. Halkın bü-yük çoğunluğu kendine benzeyen karakterlerin bulunduğu televiz-yon dizilerine kendini kaptırıyor.

Sis bulutlarını dağıtma adına ekrana kuklalar çıkıyor. Bunlar kendisini toplumun bir kısmını temsil ettiğini savunan, aslında tem-sil etmeyen, ancak reyting sağlayan tiplerle doldu. İslamcıları tem-sil etmeyen dindar karakterler, Atatürkçüleri temsil etmeyen emek-li, öfkeli askerler, Kürtleri temsil etmeyen aşırı Kürt milliyetçile-ri, Alevileri temsil etmeyen Sünnileşmiş Aleviler, Ermenileri tem-sil etmeyen bir takım ödül avcıları… Daha önce aynı durumu Yu-goslavya da görmüştük.

İslamcılar, Atatürkçüler, Kürtler, Türkler, Ermeniler, Araplar, Çerkezler, Gürcüler kim varsa Türkiye Cumhuriyeti toprakları üze-rinde, açık yüreklilikle tanışmaları, birbirlerinin gerçeklerine ve değerlerine saygı göstermeleri gerekir. Anadolu binlerce medeni-yetin yaşamında yer tutmuş, onlara mekân olmuş bir coğrafyada-dır. Bu bakımdan, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların inanç ve köken yönünden farklı olmaları çok doğaldır. Ancak bu, kişilerin ve toplulukların birbirlerine düşman olmasını gerektirecek bir ne-den olmamalıdır. Eğer kardeşkanı dökülmüşse, idarecilerin ihtira-sına alet olmuşlar veya büyük çıkarları olanların kurbanı olmuşlar-dır. Her çatışma da, beraberinde kan, gözyaşı, kin ve nefreti getir-

Bugün toplumu en çok

etkileyen görsel medya,

toplumu günlük siyasetten

uzaklaştırarak sanal bir dünyaya

hapsediyor.

Sis bulutlarını dağıtma adına

ekrana kuklalar çıkıyor.

Page 4: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

4

miştir. Bir toplum diğerine karşı ön yargılı, peşin kararlı, anlaşmaz bir tutum içerisine girmiştir.

Bütün bu problemlerin çözümü peki nerededir? Hangi değerle-rimizi öne çıkartarak bütün bu insanlar arasında bir bahar havası estirebiliriz? Nedir bu değerler?

Bunlar belli koşullar altında topluluklarının büyük bir kesimi-ne aydınlık getiren önderler ve onların düşünceleridir. Olağanüstü bir üne ulaştıkları, öğretileriyle arkalarında iz bıraktıkları zaman bu kişilere Peygamber, Nebi, Veli ya da bunlara benzer adlar verilmiş-tir. Bu kişiler olmadan insanlık, ilkel evrenin karanlığından hiçbir zaman kurtulamazdı.

Toplumlara aydınlık getiren büyük insanlardan birisi de Hacı Bektaş Veli’dir. Şöyle diyor:

“Arzularınıza hâkim olunuz. Hükmetmek istiyorsanız önce kendinizi fethedin ki, asıl fatih odur. Aksi halde köle olur-sunuz. Nefretinizi kontrolden vazgeçmeyin. Birbirinizi se-vin, sevgi kavgalarınızı önleyecektir. Birbirinizi öldürmek mi, yoksa birbirinize yardım etmek mi daha hayırlıdır. Dü-şünün karar verin.”

Başka ne diyor bu büyük Veli:

“Nefsine ağır geleni başkasına yapma.”

Bir düşünün, dünyadaki tüm insanlar bu küçük cümleye sığan sözü hayatlarına uygulasalar neler olur? En başta bir damla kan dö-külmez, insanlar hangi ırktan, cinsten, cinsiyetten, inançtan olurlar-sa olsunlar birbirlerini kabul edip, birbirlerine saygı duyarlar.

İnsanlık tarihinin insan kanıyla yazıldığı bir gerçek! Bir in-san kendi hemcinslerini nasıl öldürebilir? İşte burada Hünkâr Hacı

İnsanlık tarihinin insan kanıyla yazıldığı bir gerçek! Bir insan kendi hemcinslerini nasıl öldürebilir?

Vahşet ancak “düşmanın” insan olduğunu unutmakla ortaya çıkabiliyor.

Veliyettin Ulusoy’un bu yazısı, Urfa, Kısas’ta 17 Mayıs’da yapılan aşure etkinliğinde yaptığı konuşmadan düzenlenmiştir.

Page 5: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

5

Politikacılar ve askerler,

“Düşmanın” da insan olduğunun

söylenmesini istemiyor.

Buna karşılık dünyadaki bütün

kâmil insanlar “düşmanın” da

insan olduğunu anlatmaya

çalışıyorlar

Bektaş Veli’nin “Düşmanının bir insan olduğu-nu unutma!” sözü O’nun yüceliğinin bir sesleni-şidir. Çünkü vahşet ancak “düşmanın” insan ol-duğunu unutmakla ortaya çıkabiliyor.

“Düşmanın” da insan olduğunu; bir annesi, bir babası; sevdiği bir çocuğu, kaygıları, korku-ları, aşkları olduğunu fark ettiğimizde, artık ona düşman olamıyoruz. Onu rahatlıkla öldüremiyo-ruz.

Düşmanımızın bir insan olduğunu kavra-dığımız anda, içimizdeki vahşetle dövüşen bir başka benliğimiz, belki de gerçek insan yanımız baş kaldırıyor. Savaş ve cinayet anlamsızlaşıyor.

Zaten bu yüzden dünyadaki bir kısım poli-tikacılar ve askerler, “Düşmanın” da insan ol-duğunun söylenmesini istemiyor. Buna karşılık dünyadaki bütün kâmil insanlar “Düşmanın” da insan olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.

Bir toplumda, “Düşmanın da insan” olduğunu kavrayanların sa-yısı ne kadar artarsa o toplumun gelişmişliği de o kadar artıyor.

O zaman tarihteki savaşlarla, cinayetlerle övünmüyorsun.Tarihteki bütün savaşların ve cinayetlerin kurbanlarının “İnsan-

lar” olduğunu, onların da sana benzediklerini, senin gibi acı çek-tiklerini, senin gibi korktuklarını, senin gibi cesur olduklarını, se-nin gibi sevdiklerini fark ediyorsun.

Bunu fark ettiğinde bir “Düşmanı” öldürmek, kendini öldür-mek gibi oluyor.

Kendi benzerini öldürmek!Onların da insan olduğunu kavrarsak, düşmanlığımızı sürdüre-

meyiz; onlara kinlenemeyiz. Kendimizi dünyanın diğer insanların-dan ayıramayız. Onlardan daha akıllı, daha cesur, daha kahraman, daha yiğit, daha haklı olduğumuza inanamayız.

“Önce onlar bizim düşman değil, insan olduğumuzu kavrasın-lar” diyerek kendi gelişmişliğimizin önüne başkalarının “düşman-lığını” bir engel olarak koyamayız. İçimizdeki vahşeti daha fazla besleyemeyiz.

O zaman yeni cinayetler işlenmez. Suikastlar düzenlenmez. Si-vaslar, Maraşlar, Çorumlar, Kerbelâlar ve insanlığın utanç abidele-ri tekrarlanmaz.

Her türlü duygudan arınarak, Alevi-Bektaşi yolunda “Gönül gözü” dediğimiz gerçeği içinize sindirerek olaylara bakarsanız bu gerçeği anlarsınız.

İşte o zaman ölen herkes için üzülecek.İşte o zaman içinizdeki gerçek insanla karşılaşacaksınız.Aynı, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi:

“Düşmanının da bir insan olduğunu unutma…”

Mayıs 2010

Sücaeddin Veli etkinliklerinde

dağıtılan Sacayak

Özel Sayısı

Page 6: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

6

Dost, Dost, İlle Kavga…Esen Uslu

ENVER GÖKÇE’nin “Dost” şiirinin sözlerindedir bu mısra, ama şiir davam eder “Düşmanlar selam ister / Gözden, gezden,

arpacıktan!” diye. Sacayak dergisinin uzatmalı birinci yılını tamamladığımız bu

sayı, tam da bu sözleri yenilemenin zamanı. Bir kez daha mali yok-luk ve destekten yoksunluk bizi bir yayın çalışmasını daha durdur-maya zorluyor. Bu sayı aynı zamanda, Sacayak’ın şimdilik son sa-yısı olacak.

Ama dostlarla birlikte yürünecek kavga ille de sürüyor. Gez-den, gözden, arpacıktan selam yollanacaklar da aynı pervasızlık ve küstahlıkla karşımızda duruyor. Yine Enver Gökçe’nin dizeleriyle, “Zincirin, zulmün kâr etmediği, / Kırbacın kâr etmediği / Büyük ta-hammül!” demekten başka sözümüz yok.

Görüşlerimizi oradan ya da buradan duyurmaya çabalamaya de-vam edeciğiz elden geldiğince.

Alevilik-Bektaşiliğin derlenmesinin ancak ve ancak Hacı Bek-taş Veli Dergâhı çevresinde olabileceğine inanların bir yayın orga-nı kapanıyor, ama bu istem öylesine güçlü ve tarihe kök salmış bir görüştür ki yine çatlağını bulup tüm Alevi-Bektaşilere, onların üze-rinde de bu dünyaya insan olmaya gelenlere seslenmenin yolunu bu-lacaktır. Bundan eminiz. Hep birlikte yaşar görürüz.

Gider ayak son günlerde yaşananlar, özellikle CHP cenahında olanlar, Alevi-Bektaşi solunda bir akıl tutulmasına yol açtığı için son dönemde nelerin yaşandığına hızla bir bakmakta ve yorumla-makta fayda var.

Anayasa Değişikliği Derken Kündeye Getirilen AKP

AKP, son zamanlarda adına “demokratik açılım” dediği siyasetini taçlandıracak bir Anayasa Değişikliği Yasası hazırladı. Bu kanunun Meclis’ten geçirecek yeterli oy sayısı olmadığı için Temmuz ayı or-talarında hızlıca yapılacak bir referandumla kabul ettirmek için ha-zırlığa başladı.

Yüce ve bağımsız Yüksek Seçim Kurulu kendisine verili görevi layıkıyla yerine getirerek, “sürat felakettir” deyip AKP’nin bu hızlı referandum beklentisini boşa çıkarttı. Bilmem hangi tarihte seçim-lerle ilgili çıkmış bir yasayı “yorumlayıp” referanduma uydurarak, referandumu Eylül ayına atıverdi.

Birkaç hafta geri atmanın ne önemi var ki demeyin, Türkiye’nin asker-sivil bürokrat vesayeti altında yürüyen seçimli siyasetinde bu süre bazen tahminlerden çok uzundur.

Bu süre öyle uzundur ki, örneğin milliyetçi-mukaddesatçı-ırkçı-faşist-kemalist-sosyal demokrat CHP, derhal yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Referandumda kabul edilmeden yasalaşmış sayılamayacak bir yasaya nasıl dava açıldığı bile anlaşı-

Page 7: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

7

lamadan, yüce ve tam bağımsız yargımız bir an bile ziyan etmeden bu başvuruyu kabule etti ve Anayasa değişikliklerini “şekilden in-celeme” yandan çarklı vapuruyla “esastan incelemeye” girişti.

Bu süre öyle uzundur ki, ortalığa dökülüveren bir porno kase-ti bahanesiyle CHP’nin sarsılmaz ve yıkılmaz başkanı en yakın ça-lışma arkadaşları tarafından paldır-küldür devriliverdi. “Düşmez kalkmaz bir…” demeye kalmadı “Kızılbaş Alevi ve de Es-seyid” Kemal Kılıçdaroğlu, başsız deve gibi kalmış CHP’nin başına geçi-rilen takma kelle oldu.

Tüm “devletçi ve devletten geçinen basın” bu kelle takma ile bir-den bire CHP’nin oylarının artıp AKP’nin önüne geçtiğini ve gele-cek erken seçimleri silip süpüreceğini bizlere haber vermeye başla-dı. AKP hükümetinin ve belki de AKP’nin sonunun geldiğine hal-kımızı inandırmaya girişti. CHP mirasını paylaşmaya hazır akba-ba partiler çalınan “yat” borusunu duyunca derhal hizaya geldi ve de Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin peşinde koşuşmaya, katılmaya, bir-lik edebiyatına başladı.

Bugün bir seçim olsa ne olur bilinmez, ama hesapların referan-dumda AKP’nin yenilgisi, olmazsa Anayasa Mahkemesi’nde Ana-yasa değişikliklerinin reddi ile sonbaharda bir erken seçime göre yapıldığı artık iyice belli oldu.

AKP’nin Karşı Hamlesi: Uluslararası Destekli İran ve Mavi Marmara

CHP tek başına gelemezse MHP-CHP koalisyonu olsun diye erken seçime hazırlanan devletçi ve devletli güçlere karşı AKP’nin atağı uluslar arası alandan geldi. İki adım çok gürültü kopardı. Biraz geç olsa da AKP hükümeti Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Üyesi Brezilya ile birlikte, bir süre önce ABD’nin nükleer yakıt konusun-da İran’ın vermesini istediği tavizlere ve yapmasını istediği uzlaş-maya İran’ı ikna ettiler. Bunu Güvenlik Konseyi toplantısından kısa bir süre önce gürültülü bir şekilde duyurdular.

Ama zaman geçmiş, altından akan sular uluslararası ilişkiler do-labını döndürmüştü. Artık istenmeyen bir işi son anda yapmış ol-manın kimseye kazandıracağı izci puanı bile yoktu. Amerika’nın artık istemediği bir uzlaşmayı sağlamış olmanın cezasını Güven-lik Konseyi’nde Amerika’ya karşı oy kullanmak zorunda kalarak çektiler.

Ama ülke içinde İran’ı nükleer yakıtlarının bir bölümünü Türkiye’ye göndermeye ikna eden ve ABD’ye kafa tutan AKP imajı referandum ve seçimlerde AKP oylarına birkaç puan ekledi.

İkinci adım AKP’nin, kendisinin de daha sağındaki İslamcıların kuzu postunda kurt usulü yardım gemisi Mavi Marmara ile İsrail’in Gazze Ablukasını kırmaya girişmesine göz yumması oldu. Böyle-ce, hem siyasi İslamcılığın Filistin’de ikiz kardeşi olarak gördüğü Hamas’a çaktırmadan destek çıkmış oldu, hem de açıktan kendisi bu girişimi yapma sorumluluğunu üstlenmemiş gibi göründü.

Page 8: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

8

İsrail’in eli kanlı faşistleri gemiye saldırıp, direnenleri katledin-ce, AKP hükümeti dünya çapında yükselen nefret ve lanetlemele-rin üzerine oturma fırsatı buldu. Kendini ezilmiş halkların dostu, ezilen Müslümanların kardeşi gibi gösterme fırsatını iyi kullandı. Ülke içinde muhafazakâr-mukaddesatçı, hatta bir kısım milliyeti oyu kendi terkisine aktardı.

AKP sadece dışa yönelik babalanmalara içte toplanacak des-tekle seçim gemisinin yürütülemeyeceğini bildiği için bir yan-dan Kılıçdaroğlu tehdidine karşı kendince önlemler almaya baş-ladı. TRT’nin aylık Tele Vizyon dergisi, Kılıçdaroğlu’nun isyancı bir Kızılbaş-Kürt aileden geldiğini, SSK Genel Müdürü olduğu dö-nemde Batı Çalışma Grubu raporlarında hakkında Alevi-Kürtçü-PKK’lı dendiğini öne süren bir de habercik yayınlayıverdi.

Dağdakileri İndirecek Kürt “Açılımı” Ovadakileri İçeri Tıktı

AKP’nin bir süredir diline pelesenk ettiği açılımlar dizisinin bir yere varmayacağı gören gözler için daha baştan belliydi. Ermeni, Alevi, Kürt açılımlarına karşı kendi oy tabanı da içinde olmak üze-re milliyetçi-mukaddesatçı-devletçi koradan yükselen tepkiler kaş-sında geri adım attığı bunların hepsinden vazgeçip “demokratik açılım” sözcükleri ardında sipere yatmasında bir kez daha görme-yen gözlerin gözüne batırılmıştı. Demokratik açılım diyerek de kı-tıpiyos bir Anayasa değişikliğini gündeme getirmekle kendini sı-nırlamıştı.

Ermeni “açılımı”nın Dağlık Karabağ ve Azarbeycan engeline çarpıp ortalığa saçılmasıyla Türkiye’nin ABD’de geleneksel Nisan endişesi olan “soykırım” deme/dememe krizi gündeme geldi. Bu yıl kıl payı atlatıldı. Ancak Ermenistan ile gidilebilecek yolun sonu gö-ründüğü için bir sonraki yıl ABD Başkanı’nın ne diyeceği şimdiden AKP kurmaylarının uykularını kaçırmaya başladı.

Alevi “açılımı”ndan çıka çıka Madımak Oteli binasının kamu-laştırılması için para çıktı. Ama sonra ne olacağı hala mechul. Açı-lımdan bir de TRT’nin kendi yandaşlarına para dağıtmak için kur-durduğu taşeron fi rmalar eliyle bizim saygın ozanlarımıza yap-tırdığı, içine dinci ve milliyetçi görüşlerin sızdırıldığı program-lar çıktı. Açılımdan bir de Alevilik içindeki Truva Atları ile Ale-vi boyası çalınmış birkaç seminer-sempozyum müsveddesi çıktı. Asimilasyonu-inkârcı-imhacı görüşler “bilimsel çalışma” diye yut-turulmaya çalışıldı.

Ne var ki en önemlisi AKP “Kürt Açılımı”na giriştiğinde Kürt özgürlük hareketinin açtığı barış ve demokrasi kredisini çok ça-buk tüketti. Anayasa paketinde Kürtlerin hiç bir istemi yer almadı-ğı gibi barış ve “ovada siyaset” derken, dağdan inenlere Kürt hal-kının yaptığı görkemli karşılama AKP’nin yelkenlerindeki rüzgarı alıverdi. Yeniden eskiye dönüldü, hem ovada siyaset yapanlar hem de barış elçisi olmak için dağdan inenler tutuklanıverdi. Polise taş atan Kürt çocuklarını mahkemelerde süründürmekle yetinmediler, bir de uzun süreyle hapishaneleree tıkırverdiler. Sudan gerekçelerle

Page 9: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

9

DTP kapatıldı, yerine kurulan parti ile AKP’nin yıldızı barışmadı. Şube yöneticileri, seçilmiş belediye başkanları ve diğer siyasetçi-ler tutuklandı ve bu tutuklama kampanyası yoğulaşarak sürdürüldü. Bu süreç sonunda başka almaşığı kalmayan Kürt özgürlük hareke-ti yeniden silaha sarıldı ve askeri operasyonlar, çatışmalar başladı.

AKP hükümeti bu çatışmaları dış kaynaklı gösteren eski mil-liyetci edebiyata sarılmaktan başka yol bulamadı. Açık söylenme-se de yabancı güçlerin ABD ya da İsrail’in “Taşaron”luğu yaptıkla-rı söylemi bu eski ağızların yeni biçiminden başka birşey değildir.

Buna eklenen tek “yenilik” eskiden sünnetsiz, gavur, Ermeni to-humu diye adlandırılanların, bugün aslında Alevilerin kontrolu al-tında olduğunu öne süren Vakit gazetesinin asparagas haberi oldu.

Türkiye’nin Gerçeği: Ya Demokrasi Ya Faşizm İkilemi

Türkiye ne denli değişirse değişsin, kolayca değiştiremeyeği tarih-sel bir ikilemle karşı karşıyadır: Türkiye’de liberal-demokrat ya da sosyal demokrat çözümler geçicidir. Orta derecede gelişmiş kapi-talis bir ülke olan Türkiye son yıllarda emperyalistleşme adımları atsa da, kapitalist ülkeler hiyerarşisinde bir kaç basamak üste çık-mış olsa da bu ikilem değişmeden Türkiye halkının önünde dur-maktadı. Ya demokrasinin yolu açılacak ya da faşizm günlerinin en koru karanlığı bir kez daha bu ülkenin üzerine çökecektir.

Türkiye burjuvazisi Türkiye’de demokrasinin önünü açma-ya gücü ve isteği olmadığını son olaylarla bir kez daha göstermiş-tir. Türkiye emekçi halkının her istemini reddetmeye odaklı kerhen vermek zorunda kalmış olduğu hakları da geri almaya niyetli Tür-kiye burjuvazisi yargısı, askeri, polisi ile bir kez daha demokrasiden vazgeçme hazırlığı içindedir.

Bu süreçte MHP’nin “idam cezasını geri getirelim” söylemi ,“ola-ğanüstü hal” istemi islamcı-liberal Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Kudüs’te namaz kılacağız” söylemi aynı kapıya çıkmaktadır.

Uzlaşmaz çelişkilerin keskinleştiği bu ortamda başına tak-ma kelle geçirilmiş sosyal-demokrat görünümlü siyasi hareketin, milliyetçi-ırkçı-otoriter devlet yanlısı faşist-kemalist görüşleri öne çıkacaktır. Kılıçdaroğlu operasyonu bunun hazırlığıdır. Gizli-açık milliyetçi görüşlerle hastalıklı Türkiye solunun geniş bir bölümü bu gerçeği gizlemeye yardım eden bir incir yaprağı haline gelmektedir.

Bu ortamda yapılacak bir referandum, Anayasa değişiklikle-rinin Anayasa Mahkemesinde reddi, ardından gelen bir seçim ve yükselen çatışma ortamı ile üst üste düşecek bazı uluslararası geliş-meler, örneğin İran ve İsrail’in yeni bir savaş ortamını körükleme-si ülkeyi bir anda bir gericilik dalgasının kaplamasına yol açabilir.

Bu süreçin paralelinde kendi dertlerine düşmüş ve olaylara dar siyasi çıkarlarla bakan demokratik Alevi-Bektaşi hareketi sessiz ve tavırsız kalmıştır. Bir iki cılız açıklama dışında somut bir adım ata-mamıştır. Sivas’ta yapılması planlanan yürüyüş, önümüzdeki gün-lerin sorunlarına ışık tutacaktır. Herkesin anlaması gereken şudur: Ya hep birlikte, omuz omuza demokrasi kavgası ya da faşizm.

Page 10: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

10

Ahmet Koçak, Fransa Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı David Durak Arslan ile söyleşti. 5 Mayıs’ta Yaşam Radyo’da Sacayak Programında Yayınlanan Bu Söyleşinin Önemli Bir Bölümünü Aktarıyoruz

Aleviler Kendi Ülkelerinde Hep Zemheriyi Yaşadı

Öncelikle örgütlenme sürecinden başlayalım. Fransa ve Avrupa’da Aleviler neden örgütlülüğe ihtiyaç duydular?

Önce Sacayağı’nda beni konuk ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Güzel, güneşli bir İstanbul gününde konuğunuz olmak benim için onurdur. Mutluyum, bunu paylaşmak istiyorum. Ayrıca dinleyicile-rinize de buradan sevgi ve selamlarımı göndermek istiyorum.

Avrupa’da Aleviler neden örgütlendi? Avrupa’daki Alevilerin kökleri Anadolu’da. Alevi topluluğu, daha çok ekonomik sebepler-den ve bazı siyasi sorunlardan dolayı göçe zorlanmış bir topluluk. Avrupa’da yaklaşık bir milyona yakın Alevi yaşıyor.

Nasıl koşulların zor olduğu ortamda, kışta kıyamette bitki bit-miyorsa, yeşermiyorsa, renginde açamıyor, koku yayamıyor ise Ana dolu’da da Aleviler bu süreci yaşadı. Kendi coğrafyalarında hep zem heriyi yaşadılar. Onun için açılıp serpilemediler. Avrupa ülke-lerinin demokratik ortamı Alevilerin kendi renginde açması için olumlu bir ortam oldu. Nedenlerinden birisi bu!

Diğer neden ise 93’te Sivas’ta yaşanan o büyük vahşete duyulan tepkidir. Bu tepki, örgütlenme sürecini tetikledi. Aleviler hem hak-larını savunma hem de inanç, felsefe ve kültürlerini yaşama ama-cıyla örgütlenme ihtiyacı duydular ve örgütlendiler.

Fransa’da örgütlenme çalışmalarından bahsedelim. Alevi-Bektaşilerin inançsal sıkıntıları vardı. Yol kesintiye

uğramıştı, Dede sorunu vardı, hizmetler yapılamıyor, cem tutulamıyordu. Öte yandan demokratik haklarını

savunamıyor, kendilerini ifade edemiyorlardı.

Doğru, değindiğim gibi demokratik Alevi hareketinin ortaya çı-kışı tepki ile olmuştur. Özellikle 93’teki yaşanan o acı olaya tep-ki üzerine kurulduğu için oturulup tasarlanmış, planlaması yapıl-

Nasıl koşulların zor olduğu ortamda, kışta kıyamette bitki bitmiyorsa, yeşermiyorsa, renginde açamıyor, koku yayamıyor ise Anadolu’da da Aleviler bu süreci yaşadı. Kendi coğrafyalarında hep zemheriyi yaşadılar.

Page 11: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

11

Bundan sonra, geçici bir refl eksle

oluşan hareketi kalıcılaştırmanın

formüllerini aramak

gerekiyor. Artık toplumun

genel ihtiyaçlarını

çok iyi okumanın, analizlerini

yapmanın ve toplumun

inançsal boyuttaki

ihtiyaçlarını gerçekten

yol ve erkânımıza yakışır bir tarzda

cevaplayacak kurumları

yaratmanın zamanıdır.

mış bir kurumsallaşma süreci yaşanmadı. Canı yanmış insan, na-sıl refl eksle bir anda kendini korumaya çalışırsa Aleviler de aynen bunu yaptı.

Tepkisel örgütlenme, kitleselleşmeyle bütünleşince kurumsal-laşma ihtiyacının ortaya çıktığı görüldü. Tepki üzerine oluşan ör-gütlenmede daha çok klasik dernekleşmeyle işler yürütüldü. Fede-rasyonlaşmaya gidildi, konfederasyonlaşma yaşandı, ancak örgüt-lenme ve hareket büyüdükçe eksikliklerimiz de ortaya çıktı.

Şu anda Alevi örgütlenmesi, yavaş yavaş yürümeye çalışan bir çocuğun artık koşma sürecine geldiği aşamada diyebiliriz.

Ergenlik çağının geçtiği, olgunlaşma çağına girdiği…

Evet, bir olgunlaşma dönemine geldiğini düşünüyorum. Bunun için de her şeyi tekrar gözden geçirmek gerekiyor. Bundan sonra, geçici bir refl eksle oluşan hareketi kalıcılaştırmanın formüllerini aramak gerekiyor. Artık toplumun genel ihtiyaçlarını çok iyi oku-manın, analizlerini yapmanın ve toplumun inançsal boyuttaki ihti-yaçlarını gerçekten yol ve erkânımıza yakışır bir tarzda cevaplaya-cak kurumları yaratmanın zamanıdır.

Toplumumuzda kültür ve sanat alanında son derece önemli de-ğerlerimiz olmasına rağmen, bunları ulusal çapta ve evrensel bo-yutta iyi değerlendiremediğimizin farkındayız. Bunları nasıl daha iyi değerlendirebiliriz? Sanatçılarımıza, kültür insanlarımıza nasıl daha iyi sahip çıkabiliriz? Buna yönelik çalışmalar gerekiyor artık. Ekonomik boyut da önemli! Diplomasi ve dışa açılım çok önemli!

Bu örgütlenmeye girdikten sonra ilk etapta gördüğün eksiklikler ne idi ve yapılması gereken şeyler nelerdi?

Açıkçası ben eksikliklerden çok, olaya pozitif yaklaşmaktan ya-nayım. Bütün eksikliklerine rağmen Alevi hareketinin, bu örgüt-lenmenin kesinlikle pozitif, olumlu bir adım olduğunu düşünüyo-rum. Çünkü uyutulmuş ya da uyumuş bir toplumun tekrar dirili-şi, ayaklanışı son derece önemli. Hem insanlık için önemli, hem de Türkiye’miz için ve tabii ki Aleviler için önemli. Bu uyanış, ayağa kalkış başlı başına çok önemli ve tarihi bir olay diye düşünüyorum.

Bu kadar önemli, tarihi bir adım, nasıl atılsa daha iyi olur soru-sunu sormamız gerekiyor. Bu konuda eksiklikleri görüp daha sağ-lam adım atmak ve yolumuza devam etmek için yoğunlaşmamız ge-rekiyor. Bu dirilişin, tekrar ayağa kalkışın sevincini ve sarhoşluğu-nu üzerinden atmamız, bundan sonra günün koşullarına uygun ça-lışma modellerimizi geliştirmemiz gerekiyor.

Bu günkü modeller için bir taraftan Alevi tarihimizi referans al-mamız gerekiyor. Eskiden Anadolu’daki Alevi-Bektaşi ocak siste-minin son derece önemli bir hizmet gördüğünü görüyoruz. Ocakla-rın işlevli olduğunu, insanlar için çok yönlü yaşam okulları olduğu-nu görüyoruz. Bu sistem, yani dergâhlar ve yol-erkân sayesinde bu öğretinin bugünlere kadar taşındığını görüyoruz. Bu değerlerimiz-le hızla bütünleşmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Page 12: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

12

Bu konuda eksiklikleri görüp daha sağlam adım atmak ve yolumuza devam etmek için yoğunlaşmamız gerekiyor. Bu dirilişin, tekrar ayağa kalkışın sevincini ve sarhoşluğunu üzerinden atmamız, bundan sonra günün koşullarına uygun çalışma modellerimizi geliştirmemiz gerekiyor.

Tabii geçmişe dönmek, eski asırlara gitmek mümkün değil. Çağ değişti, koşullar değişti, teknoloji, bilgi düzeyi değişti, yaşam ko-şulları değişti. O referansları, o mirası doğru devralıp bugünün ko-şullarında nasıl tekrar insanlıkla buluşturabiliriz; Alevi toplumuy-la buluşturabiliriz; genç kuşaklarımızla buluşturabiliriz, bu sorula-ra kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum.

Belki bugünkü eksiklik bu! Alevi toplumunda bu eksikliği gide-recek çok önemli bir potansiyelin olduğunu da görüyorum. Akade-mik alanda, inanç alanında, medya alanında ya da ekonomik alan-da, Alevi toplumunun her yaşamsal alanında bu değerlerin, bu di-namiklerin var olduğunu görüyorum. Sadece bunları tekrar hareke-te geçirmek gerekiyor. Yaşanan tecrübelerle bütünleştirerek gelece-ğimizi tasarlamamız gerekiyor.

Fransa Federasyonunda göreve geldiğinizden bu yana yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Alevi örgütlenmesini bölüm bölüm ayırmak olanaksız, bu bir bü-tün! Yirmi yıl önce başlatılmış, son derece özveriyle yoktan bir ör-güt yaratılma mücadelesi verilmiş. O anlamda bizden önce görev yapan başkanlarımızın, yöneticilerimizin özverili emekleri olmuş.

Sorumdan bir yanlış anlama çıkmasın. Harcanan emeğe saygısızlığım, herşeyi senle başlatmak gibi bir kaygım yok.

Bizden önce federasyon çalışmalarını, Alevi Kültür Merkezi ça-lışmalarını başlatmış çok değerli insanlarımızın yarattığı değerler üzerine yeni bir modelle, yeni bir çalışma inşa etmeyi hedefl edik. Bizden önceki tüm kazanımları sahiplenerek işe başladık.

Dört yıl önce Fransa’daki Alevilerin genel bir fotoğrafını çektik. Fransa’da yaşayan iki yüz bin civarındaki Alevinin hem göçmen ol-maktan, hem de Alevi olmaktan kaynaklanan ne gibi sorunları var? Bunların bir fotoğrafını çektik ve analiz ettik. Sorunları tespit et-tik. Tahmin edebileceğiniz gibi sorunlar listesi son derece uzundu.

Hepsine ilk etapta cevap vermek elbette mümkün değildi. Ön-celikli olarak on iki ayrı alanda komisyonlar oluşturduk. Bir genel başkan ve on iki yönetim kurulu üyesi vardı. Her yönetim kurulu üyesi bir alandan, bir komisyondan sorumlu.

Komisyonlarımız ihtiyaçtan ortaya çıkmıştı. Alevi toplumu, yol ve erkân konusunda, ne yazık ki, kendi öğretisinden, kendi ritüelle-rinden kopmuş durumdaydı ve bu konuda açlık içerisindeydi. İnanç hizmetlerini yürütmek üzere bir komisyon kurduk.

Avrupa toplumu Alevileri yeteri kadar tanımıyor. Fransız toplu-mu hemen hemen hiç tanımıyor diyebiliriz. Kendimizi dışa açma ve diplomatik ilişkiler geliştirmek üzere bir komisyon kurduk.

Ekonomik ihtiyacımızı gidermeye yönelik projeler üretmekle görevli bir yardım komisyonu oluşturduk. Kültür ve sanat komisyo-numuz var. Kadın, aile çocuk komisyonumuz var. Gençlik komis-yonumuz var. Esnaf ve işverenler komisyonumuz var. Doğa ve çev-re komisyonumuz var.

Page 13: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

13

Sorunları tespit ettik.

Hepsine ilk etapta cevap vermek elbette

mümkün değildi. Öncelikli olarak

on iki ayrı alanda komisyonlar oluşturduk.

Her yönetim kurulu üyesi

bir alandan, bir komisyondan

sorumlu.

Alevi felsefesinde, inancında doğanın son derece önemli oldu-ğunu biliyoruz. Ne yazık ki, diğer sorunlarımız nedeniyle onun-la fazla ilgilenemiyoruz. Avrupa’da çevre, bugün bütün toplumun gündeminde birinci derecede olan bir konu! Biz de bunu göz önün-de bulundurarak Aleviliğin çevreye, doğaya duyarlılığına dikkat çekmek üzere bir komisyon oluşturduk. Eğitim ve araştırma komis-yonumuz var.

Bizim seçim sistemimiz de buna uygun. Kongrelerimizde kişiye göre iş değil, işe göre kişi seçimi esas alınıyor. On iki komisyondan birinde görev yapmaya, bunun için rızalık almaya aday arkadaşları-mız delegelerin karşısında kendisini tanıtıyor, “Ben şu komisyonun sorumluluğunu üstlenmek istiyorum” diyor. Delegeler, adaylar ara-sından kimin profi li o göreve uygunsa onu seçiyor.

Bu şekilde, “doğru kişiler doğru göreve” anlayışıyla, benmer-kezciliği bir kenara bırakarak, kurumun üstünlüğünü, yolun herşe-ye üstünlüğünü esas alınarak, bir ekip anlayışıyla işlerimizi yürüt-meye çalışıyoruz.

Dört yıldır bu anlayışla yaptığımız çalışmalardan çok olumlu verim aldık. Bunu Fransa’daki Alevilerin örgütlere gösterdikleri ilgiden görüyoruz. Son dört yılda, Alevi Kültür Merkezi sayımızı beşe katladık. Bu başarı, çalışmalarımızın etkisiyle sağlandı. Günü-nüzde elli civarında Alevi Kültür Merkezi oluştu. Ayrıca Yol TV’nin de bunda katkısı oldu. Alevi medyasının da çok önemli katkısı oldu. Bunları da belirtmek gerek.

Fransa’da uyguladığımız bu çalışmaya MAK Modeli adını ver-dik.

MAK Modeli diye adlandırdığınız modelin açılımı nedir?

MAK, Modern Alevi Kurum Modeli’nin baş harfl erinden olu-şur. Bu modelle, dört yıllık deneyimlerdeki eksikliklerimizi gör-dük. Modelimiz de yeni ayarlamalar, ufak değişiklikler yaptık.

Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun son kongresinde bu modele uygun bir yeniden yapılanma önerisinde bulunduk. Bu modelle AABK de kendisini tekrar yapılandırma kararı aldı. Bun-dan sonraki süreçte Avrupa’da daha kurumsal bir Alevi örgütlen-mesi bizi bekliyor.

Tabii ki bu çok güzel projeler kâğıt üzerinde kalmamalı, haya-ta yansımalı. Ancak böyle güzel projeler, donanımlı, alt yapısı sağ-lam kadrolarla hayat bulma şansına sa-hiptir. Avrupa’da bu yetkinlikte kadro-lar fazlasıyla var.

Ama biz bu yeniden yapılanma ça-lışmalarıyla özellikle alt yapısı olan, yüksek eğitim almış gençlerimizi heye-canlandırmaya ve kurumlarımıza çek-meye başladık.

Bu anlamda, Avrupa’da gidişat iyi-dir. Bunu söyleyebilirim özet olarak.

Kongrelerimizde kişiye göre

iş değil, işe göre kişi seçimi esas

alınıyor. Bir komisyonda görev yapmaya,

aday olan kendini tanıtıyor.

Adaylar arasından kimin

profi li o göreve uygunsa o

seçiliyor. “Doğru kişiler doğru göreve”

anlayışıyla, yolun herşeye

üstünlüğünü esas alınarak,

ekip anlayışıyla çalışıyoruz.

Page 14: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

14

Sivas’ta 20-22 Mayıs 2010 tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Kerbela Sempozyumu

Sivas’ta KerbelaAyhan Aydın, [email protected]

SEMPOZYUM, Cumhuriyet Üniversitesi Kampusu’ndaki Kül-tür Merkezinde yapıldı. Biri büyük üç salondan oluşan Kültür

Merkezinde ayrıca bir sergi salonu bulunuyor. Giriş kapısında hem Sempozyum, hem de Kerbelâ Mersiyeleri’yle ilgili büyük boy bez afi şler konukları davet ediyordu.

Devlet Bakanı Faruk Çelik’in gelmesiyle sempozyum başladı. Cumhuriyet Üniversitesi, Tunceli Üniversitesi, Nevşehir Üniversi-tesi Rektörlerinin konuştuğu Sempozyum’da ayrıca Dünya Ehli-beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, Türkiye Caferilerinin Temsil-cisi Selahattin Özgündüz de Hz. Hüseyin ve Kerbela’yla ilgili de-ğerlendirmelerini sundular. Sempozyum’la ilgili olarak da Doç. Dr. Alim Yıldız bilgi verici bir konuşma yaptı. İlk gün söz alan Prof. Dr. Hasan Onat Kerbela’yla ilgili genel bilgileri dinleyenlerle paylaştı.

Yapılan Konuşmalardan Örnekler

Öğleden sonra üç ayrı salonda üç ayrı oturum halinde yapılan ko-nuşmaların ben A Salonu’ndaki “İslam Tarihi” konulu bölümüne katıldım. Burada Ünal Kılıç, Gencal Şenyayla, Hüseyin Algül, Fa-tih Erkoçoğlu tebliğlerini sundukları konuşmalarını yaptılar. Ama aslında ortaya konan Hz. Hüseyin ve Kerbela’yla ilgili klasik Sünni görüşleri tekrar etmekten başka bir şey değildi.

Onlara göre, Kerbela önemli bir olay olmakla birlikte, tarih için-de kendisine birçok farklı anlam yüklenerek olduğundan daha baş-ka bir şeye bürünmüş, bir kısım insanlar olayı çok fazla abartmış-lar, birlik ve beraberlik ve İslam Dini’ne zarar verir yorumlar ve ey-lemler yapmışlardı. Bu konudaki duygusallığı bir ölçü de anlamak mümkün olmakla birlikte bunda aşırı gitmek dinimizin ilkeleriyle de çelişmektedir. Tarih boyunca fi tneciler bu gibi olayları kendileri-ne malzeme olarak kullanmışlardır.

İkinci oturumda, yine “İslam Tarihi” konulu bölümde Ta-hara Rhimpour Azghadi, Mahdie Sedat Fakoor ve Esra Doğan konuş macılardı. Oturum Başkanlığını Prof. Dr. Adnan Demircan, Müzakere’yi ise Dr. Ali Ertuğrul yapıyordu.

Komedi ile Trajedi Bir Arada

Burada komik bir durum ortaya çıktı: Tahran’dan çağrılan Azgha-di ve Fakoor Hocalar sözde bazı Sünni alimlerin Kerbela Olayını çarpıttıklarını söylemek isterken kendileri de Kerbela ve Hz. Hüse-yin konusunda bazı “abartılı anlatımların” olduğunu sayıkladılar. Oturum Başkanı ve Müzakereci, bu bayan öğretim üyelerini azarlar

Page 15: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

15

çıkışlar yaptılar. Herhalde Sünni kafaya göre bu Şii oldukları lan-se edilen sunucuları uyarıyor veya kendi kafalarınca onları düzelti-yorlardı. Madem bu görüşlere tahammül edemiyordunuz ve benim-semiyordunuz, peki, o zaman onları sempozyuma niye çağırdınız?

Sönmez Kutlu’nun Zehirli İncileri

İki konuşmayıcı dinledikten sonra “Mezhepler Tarihi” başlığı al-tındaki oturuma geçtim. Yola turabız ya, “Medet Ya Ali!”, yol sefi li olarak Allah bana yardımcı olmuş iyi ki bu oturuma geçmişim. Son iki konuşmacıyı burada dinleme fırsatını yakalamış oldum.

“Hz. Hüseyin konusunda hassasiyeti olanlar beni yanlış anlaya-bilirler” diye sözlerine başlayan profesör unvanlı bir kişi Sivas’ta, bu salonda bir başka Kerbelâ Mezalimi yaşattı bizlere.

“Bu konuda Hz. Hüseyin tam haklı değildir, masum değil-dir… Hz. Hüseyin’in dışında da feci şekilde öldürülmüş in-sanlar var neden bunlardan hiç bahsedilmiyor… Neden olay-lar hep abartılıyor, tarihi gerçekler çarpıtılıyor… Olayların abartılması birlik ve beraberliğimiz için çok sakıncalıdır… Ben bir şeyi de anlamıyorum: Yetmiş iki milleti bir gören Yesevi geleneğinden gelen insan topluluğu nasıl olurda Ye-zid ve Yezid taraftarlarına düşmanca bakarlar… Araya fi tne sokmak isteyenleri iyi tanımalıyız…”

şeklinde kameralar karşısında söz söyleme saygısızlığını göste-ren Sönmez Kutlu, bin dört yüzyıldır kanayan yara, Kerbela Meza-limini devam ettiren bir aktör rolüne soyundu.

Söz alarak asıl bu yaklaşımıyla fi tneyi bizzat kendisinin yarat-tığını, söylediklerinin asla kabul edilemeyeceğini söyleyerek tep-kimizi göstersek de “tarihi gerçeklerle duygusal tepkiler arasında arabulucu”luk rolünü üstlenmiş olan Prof. Dr. Hasan Onat herkesin bu konuda temkinli olması gerektiğini, tarihi gerçeklerin konuşula-rak çözülebileceğini, vb., söyledi.

Alevileri ve Şiileri Sünnileştirmenin baş aktörlüğüne soyunan, Yezit taraftarı, İslam’ı siyasallaştırıp yüzyıllardır kan dökenlerin yanında safını belirlemiş Prof. Dr. Sönmez Kutlu Alevilerin inanç-larına, değerlerine, ülkenin birlik ve beraberliğine saldırmıştır. Ale-vi kamuoyunun zalimleri öven, bu beyni sulanmış bölücüyü iyi ta-nıması ve protesto etmesi yolun, insanlığın gereğidir.

Alevisiyle Sünnisiyle Bu Zulüm Tepkisiz Kalmamalı

Daha sonra Halis Çetin isimli birisi “Medenilik Versus Bedevilik; Kerbelâ Krizinin Ekonomi Politiği: Başlangıcın Sonu-Sonun Baş-langıcı” isimli bir bildiri sunmak üzere söz almıştı. Ama bu vatan-daş, “Ben de Sönmez Kutlu’ya çok teşekkür ediyorum. Onun bırak-tığı yerden devam etmek istiyorum.” diyerek gerçekten de Sönmez Kutlu gibi saçmalayan bir konuşma yaptı. Bildiri metnini bir tara-

Page 16: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

16

fa atan Çetin, klasik Sünni görüşün de ötesinde Aleviliğin temel de-ğerlerine saldırma cüretini gösterdi. Çetin yaptığı konuşmada,

“Sayın dinleyiciler insanlar putperestçe davranmaya başla-mışlardır. Muhammed’in ölmesiyle birlikte onun yıktığı put-lar tekrar canlanmış, bazı “kutsal” denilen mekanlar putlaş-tırılmış, oralar çok kutsal diye ziyaret edilir olmuş, dinin asıl yerine bunlar geçmiştir…”

diyerek Kerbelâ toprağının ziyaret edilmesinin dinen bir anlamı olmadığını söyleme gafl etinde bulunmuştur. Öğrendiğime göre di-ğer konuşmacılar konuşmalarda da yine Kerbelâ toprağının ziyare-tinin anlamsızlığı üzerinde durmuşlar.

Ücünçü oturumda, yine “İslam Tarihi” başlığı altında Mehmet Azimli, Adem Apak, Şaban Öz, Adnan Demircan konuşmacıydı. Onlar da yüzyıllardır Sünni ulemamın tekrar ettiği görüşlerden bile geri konuşmalar yaptılar:

“Bu olayların çok abartıldığını, olaylara sağduyulu bir şekil-de yaklaşmak gerektiğini, Hz. Hüseyin’in başına gelenlerin Hz. Osman ve diğer birçok kişinin başına gelebildiği, fi tne-cilerin her zaman iş başında olduğu, bu konuda sakin olun-ması gerektiği...”

Aynı başlıklı dördüncü oturumda da benzer konuşmalar tekrar-lanıp durdu. Ahmet Turan Yüksel “Yürek Parçalayıcı Kerbelâ Ola-yı Sırasında Ubeydullah b. Ziyad’ın Kritik Rolü Üzerine” isimli bil-dirisin sunarken “yürek parçalayıcı Kerbela Olayı’ndan” eser olma-yan konuşmasında tümüyle bir Sünni gözüyle zalim Ubeydullah b. Ziyad’ı “tarafsız gözle” ortaya koyma çabasıyla onun katilliğini geri plana itme eğilimi gayretine büründü.

Üzerken Şaşırtanlar

Beşinci Oturum’da ise Çorum İlahiyat Fakültesi’nden Doç. Dr. Mehmet Evkuran “Tarih Felsefesi ve Teoloji Ekseninde ‘Kerbela’ Sorunu” isimli bildirisini sunarken, Doç. Dr. İlyas Üzüm ise şaşırtı-cı bir bildiriyle karşımıza çıktı. “Duygunun Tarihe Meydan Okuma-sı: Tarihi Kerbela Olayının Tahrifi Bağlamında ‘Utak-ı Kasım’.” Sa-yın Üzüm, diğer Sünni Ulema gibi tarih boyunca Kerbelâ olayının abartıldığını, tahrif edildiğini tekrarlamaktan geri kalmadığı gibi konuşmasıyla aklın almayacağı bir tahribat yaptı.

Efendim, Hz. Hüseyin oğlu Kasım’la, Hz. Hasan’ın kızının ni-şanlanması olayı gerçek miymiş, bunu kim biliyormuş, (neyse ki saçmalayan bir başka konuşmacı gibi, ‘Bu olaya kim tanıklık etti? Zaten hasta bir Zeynel Abidin sağ kalmıştı!’ demedi. Bu şuursuz hasta da Ehlibeyt Analarının varlığını nasıl göz ardı ediyor, bizi bu kadar sahipsiz, aptal, cahil yerine koyabiliyordu?) gibi konuşarak bu olayın olup olmadığının şüpheli olduğunu öne sürdü. Olsa bile neden tahrif edilerek olay çok abartılıyormuş? İllallah! Ya Sabır!

Page 17: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

17

Sivas’ta Sinsi Bir Oyun Oynanmıştır.

Açılım, saçılım lafl arı altında başlatılan çabalarla Alevilerin Sün-nileştirilerek asimile edilme gayreti hız kazanmış; bu oyunun baş aktörleri sahneye çıkmış, oyun gözlerimiz önünde oynanmaktadır.

Sağduyu sahibi olanlar hariç, konuya tarafsız ya da sağduyulu, “bilimsel” bakması mümkün olmayan ilahiyatçılar veya benzerle-ri bu konu hakkında ahkam kesmeye başlamışlar; yazdıkları kitap-larla, makalelerle sözde “birlik, beraberlik, hoşgörü” lafl arı altında oyun oynamaktadır. Zaten birileri hoşgörü’den “Beni görüşlerim-den dolayı hoş gör”ü anlıyor.

Şimdi elbirliğiyle üniversiteler, belediyeler, “valiliklerin” de desteğiyle birçok panel, sempozyum, toplantı, anma etkinliği, vb., düzenliyorlar. Belediye başkanları, valiler, rektörler bu toplantılara katılıyor. Buralarda aynı söylemler tekrarlanıyor. Alevilerin “sırtla-rı sıvazlanıp”, bol keseden vaatlerle halk kandırılmaya çalışılıyor.

Başka Bir Oyun Daha

Bu durumu protesto edip, yazı yazacağım dediğimde Tunceli Üni-versitesi Rektörü Danışmanı olarak takdim edilen molla kafalı bir zat, “Yazılarınla Sempozyumu gölgeleme!” şeklinde beni uyarma gafl etinde bulundu.

Sempozyuma katılan Yrd. Doç. Dr. Durmuş Tatlıoğlu iyi ni-yetiyle “Kerbelâ Olayına Velayet Açısından Kısa Bir Bakış” isimli “bildirisinin” bir örneğini bana da verdi. Sekiz sayfadan oluşan ve yarısı şiir olan bu yazı, eğer bir sempozyumda sunulan bir bildiriyse bu ülkede ne üniversiteden, ne rektörden, ne öğretim üyesinden, ne öğrenciden bahsedilebilir! Hiç abartısız bir ilkokul çocuğunun ya-zabileceği yazı, nasıl olup da sempozyuma bildiri olarak sunulabil-miş? Nasıl olmuş da bu kabul edilebilmiş? Bunun hesabını hiç kim-se veremeyecek mi?

Ey, bu sempozyumu düzenleyenler! Siz, yüzyıllardır tekrar edi-len teraneleri sıralayacak ilahiyatçıları konuşturarak burada ne yap-maya çalıştınız? Neden ezeli hastalığınızdan kurtulamayıp; Alevi-lere, Bektaşilere, Şiilere, vb., Batini İslam yorumundaki insanlara hep akıl verip durursunuz?

Neden onları inançsız, köksüz, tarihsiz, kitapsız, belgesiz gör-meyi bir tarafa bırakmazsınız? Neden Alevileri yok sayarsınız? Ne-den gerçekleri inkar edersiniz? Aleviler, incinseler de “incitmesin-ler” denilerek bir toplumu onursuzlaştırmak mı istiyorsunuz?

Alevileri candan ilgilendiren bir sempozyuma neden Aleviliğe tarafsız bakıp araştırıp, yazan bilim adamlarını çağırmazsınız?

Neden Alevileri bir kuru odun parçası yerine koyup, en has-sas oldukları meseleyi hafi fe alıp adice konuşmalar yapan insanla-ra meydan açarsınız?

Bu Alevilerin hiç sahipleri olmadığını mı düşünürsünüz?Üç beş tane satılmış, kendini Alevi önderi gösteren budalaları

yanınıza alarak ne yapmaya çalışıyorsunuz?

Page 18: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

18

Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu ile Ahmet Koçak, 12 Mayıs’ta Yaşam Radyo’da Sacayak Programında Yaptıkları Söyleşinin Kısaltılmış Hali

Federasyon Partileşmeye KilitlendiABF nasıl oluştu, kuruluş nedeni neydi?

Türkiye’de Alevi-Bektaşi ismiyle örgütlenme yasaklı olduğu için modern Alevi örgütlenmesi, dernek, vakıf yapılaşmaları, Alevi ulu-larının, pirlerinin, yol önderlerinin isimleriyle kurulmaya başlandı.

Bu arada Avrupa’daki örgütlenme bir federasyon, üst çatı örgü-tü kurmuştu. Türkiye’de federasyonlaşma hakkı olmadığı halde, ar-tık zamanı geldiği düşüncesiyle 1998 yılında “Alevi-Bektaşi Kuru-luşlar Birliği” adı altında bir dernek kuruldu.

Bu derneğe kapatma davası açıldı ve kurucuları yargılandı. Yar-gılama sürecinde baktılar ki biz bu işten vazgeçmiyoruz, Avrupa Birliği ilerleme yasaları çerçevesinde bir yasal düzenlemeyle Alevi ismiyle dernek kurmayı serbest bıraktılar. Arkasından da 2002 yı-lında Türkiye’deki tüm derneklere federasyonlaşma hakkı tanındı.

Alevi örgütleri maalesef Türkiye’de yaşanan olaylara gözlerini kapıyor. Anayasa paketi tartışıldı, Meclisten geçti, Cumhurbaşkanı’na sunuldu. Ama Alevi kuruluşlarından bir

açıklama gelmedi. Neden böyle oldu?

Federasyonda mevcut yönetimdeyim, kuruldayım, ama kurulda muhalif bir yapım var. Arkadaşların çeşitli uygulamaları ve çalış-malarına karşıyım. Bizi kilitleyen sadece kongreler süreci değil, bi-liyorsunuz, Alevilerde siyaset ve parti tartışmaları yaşandı.

EDP (Eşitlik ve Demokrasi Partisi) kuruldu.

Evet, EDP kuruldu. O süreçle birlikte Alevi hareketi, bir kilitlen-me, durağanlaşma yaşamaya başladı. Çünkü Federasyon’da iradeyi belirleyen yönetim, tamamen partileşme sürecine kendisini kilitle-di ve Türkiye’de Alevileri ilgilendiren çok ciddi sorunlar karşısında sesiz kalındı; tepki verilemedi ya da basit düzeyde tepkiler verildi.

Gündemin dışında kalındı diyorsunuz.

Evet. Bizim için çok önemli olan konu şuydu; Alevi Çalıştay-ları süreci ve çalıştaylardan çıkan ön rapor. Çalıştaylar sürecinde Federasyon’un iradesini belirleyen arkadaşlar partileşmeye kilitlen-diği için bu sürece çok etkin müdahale edemediler. Dolayısıyla ça-lıştaylar aslında bizim hiç ummadığımız (daha doğrusu bizim bek-lediğimiz, ama hoşumuza gitmeyen, kabul etmediğimiz) bir şekil-de ve boyutta sonuçlandı. Buna karşı kitlesel bir cevap verilemedi. Bu, ABF’nin iradesini belirleyen arkadaşlarımızın partiyle meşgul olmalarından kaynaklanan bir durumdu. Bunu çok açık bir şekilde ifade ediyoruz. Genel kurulda da edeceğiz.

EDP kuruldu. O süreçle birlikte Alevi hareketi, bir kilitlenme, durağanlaşma yaşamaya başladı. Çünkü Federasyon’da iradeyi belirleyen yönetim, tamamen partileşme sürecine kendisini kilitledi ve Türkiye’de Alevileri ilgilendiren çok ciddi sorunlar karşısında sesiz kalındı; tepki verilemedi ya da basit düzeyde tepkiler verildi.

Page 19: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

19

Kongreden sonra 2007 milletvekili

seçimlerinde AABK’dan ve

ABF’den insanlar, CHP’den

milletvekili olabilmek için

aday adayı oldular.

CHP de bunları kapıdan bile

içeriye almadı. Hem bir hezimete

uğradılar, hem de Alevi kuruluşlarını,

toplumunu hakaret

sayılacek bir durumla karşı

karşıya bıraktılar.

Alevi Demokratik kuruluşları Anayasa paketiyle ilgili bir çalışma yapmadı. Bununla ilgili neler söyleyeceksin?

Burada bir özeleştiri yapmak gere-kirse ABF ve Alevi kurumları bu sü-reçte herhangi bir hazırlık yap madılar. Örneğin Anayasa’nın bizi de ilgilendi-ren din dersleri, vb., konular vardı. Bu-nunla ilgili kurumlarımız çe şitli açık-lamalar yaptı, ama bu açıklamalar ön-ceden hazırlanılmış, çalışılmış açıkla-malardı.

Bizim genel kurullarımızda yarışlar oluyor; çarşaf listeler olmu-yor. Hem bu yarışlar nedeniyle hem de partileşme süreci nedeniyle son üç-beş ayda da genel kurullar nedeniyle çok etkin bir tavır ala-madık maalesef. O konuda haklılığınızı teyit ediyorum.

ABF olağan dördüncü kongre sürecini yaşıyor. Önce eski kongreden ve sonra da bu kongreden bahsedelim.

Daha evvelki kongrelere baktığımız zaman kongreler kendi iç yö-netsel kongrelerdi. ABF’nin kendi içerisindeki kurumlararası çekiş-meler ya da liste yarışları diyebileceğimiz şekilde çok doğal bir sü-reçle yürüyen kongrelerdi.

Fakat 2006 yılında bir olağanüstü kongre geçirdik. Bu bizim için olağan dışı bir durumdu. Orada Aleviler ve siyaset ilişkisinde ABF üzerinden doğrudan siyasete atlama ya da milletvekili olama hayalleri içerisindeki bir grubun Federasyon’a müdahalesiyle birlik-te mecburi bir kongreye gidildi.

O dönemde Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) çevresinde oluşturulan bir ekip, Türkiye’deki Alevi hareketine mü-dahale etti. “Siyasete müdahale” diye bir argüman ortaya attıp “si-yasete müdahale edeceğiz, siyaseti belirleyeceğiz” dedi. O dönem-de benim içinde bulunduğum ekip ve şu anda Federasyon yöneti-minde bulunan ekip bu sürece itiraz etti.

2006 yılında bir liste ortaya çıktı. O listenin başında, geçtiğimiz günlerdeAlevi Kültür Derneği’nin başkanlığına seçilen Selahattin Özel vardı. Biz bu listeye itiraz etmiştik: “Bu siyasete müdahale için oluşturulan bir listedir” demiştik. Orada muhalif olduk, ama o arka-daşlar üç oyla kongreyi aldılar.

Kongreden sonra 2007 milletvekili seçimlerinde o listeden in-sanlar, AABK’dan ve ABF’den insanlar, CHP’den milletvekili ola-bilmek için aday adayı oldular. CHP de bunları kapıdan bile içeri-ye almadı. Hem bir hezimete uğradılar, hem de Alevi kuruluşlarını, toplumunu hakaret sayılacek bir durumla karşı karşıya bıraktılar. O süreçte de buna itiraz etmiştik. ABF’nin partiler üstü bir yapı olma-sı gerektiğini, hiçbir partinin yandaşı ya da onun arka bahçesi olma-ması gerektiği üzerinde ısrarla durmuştuk.

2006 yılında bir olağanüstü

kongre geçirdik. Bu bizim için

olağan dışı bir durumdu.

Orada Aleviler ve siyaset

ilişkisinde ABF üzerinden

doğrudan siyasete atlama

ya da milletvekili olama hayalleri

içerisindeki bir grubun

Federasyon’a müdahalesiyle

birlikte mecburi bir kongreye

gidildi.

Page 20: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

20

2006 yılında Turgut Öker’lerle hareket eden ve daha sonra kopan bir ekip var. Bunlar bu sefer ABF yönetiminde, PSAKD örgütündeki çeşitli arkadaşlarla birlikte hareket ederek yeni bir siyasete müdahale projesi ortaya attı.Bu sefer amaç sadece milletvekilliği değil; bir parti kurulmasıydı.

EDP kurulduktan sonra Ali Balkız başta olmak üzere arkadaşlar şunu söylediler: “Partiyi kuranlar gittiler, biz Federasyon’da kaldık.” Buna kim inandı?

Şimdi aynı süreç tersten yaşandı. O gün karşı çıkanlar bugün aynı şeyi yapıyorlar. O gün “Turgut Öker’lerin

söyledikleri yanlıştı” diyen arkadaşlar, ne oldu da bugün ABF olanaklarıyla EDP’yi kurdu?

2006 yılında Turgut Öker’lerle hareket eden ve daha sonra kopan bir ekip var. Bunlar bu sefer ABF yönetiminde, PSAKD örgütünde-ki çeşitli arkadaşlarla birlikte hareket ederek yeni bir siyasete mü-dahale projesi ortaya attı.

Bu sefer amaç sadece milletvekilliği değil; bir parti kurulma-sıydı. Bu konuda geniş tabanda konuşmaya başladılar. Bundan sonra EDP kuruldu. EDP kurulduktan sonra Ali Balkız başta ol-mak üzere arkadaşlar şunu söylediler: “Partiyi kuranlar gittiler, biz Federasyon’da kaldık.” Buna kim inandı?

Kamuoyu açısından baktığınız zaman Ali Balkız, 30 Kasım 2009’da Milliyet gazetesine, biz parti kuruyoruz; şu kişilerle, şu ta-rihte kuruyoruz diyen kişidir. Ali Balkız ne kadar bağımsız? Müm-künatı yok bunun. “Alevi partisi kuruluyor” dediğimizde, “Yok, Alevi partisi değil” dediler. Şimdi bileşenlere bakıyoruz, sürecinin başındakilerin çoğu yok. SHP ile Alevi kanat, Nasıl Türkiye İstiyo-ruz ekibi birleşti. Birçok kesim ise ayrıldı, çekti gitti.

Biz partiyi tartışmıyoruz. Böyle bir partiye, EDP’ye ihtiyaç ola-bilir. Biz EDP’ye karşı da değiliz. Ama bu ABF’nin işi değil. ABF partiler üstü bir konumda yer almalıdır.

Ve geldik 30 Mayıs’ta yapılacak ABF kongresine. Bu kongre de yaşanacak ya da yaşanmasını beklediğin şeyler nedir?

30 Mayıs’taki genel kurula yönelik ilk eleştirim şudur: Artık Fe-derasyon ilk kurulduğu gibi değil. Olağanüstü bir tüzük kurultayı yaptık ve her katılımcı kurumun göndereceği delege sayısını arttır-dık. Partileşme sürecinin de tartışılması bekleniyor. Bütün bunlara bakarak Federasyon’un genel kurulunun bir güne sıkıştırmış olma-sı çok ciddi bir sıkıntı. Otuz kurum var şu anda.

Her temsilci onar dakika konuşsa gün bitecek.

Tabii. Ali Balkız başkanlığındaki ekibin eleştirilerden biraz çe-kincesi olduğunu düşünüyorum. Tek günde bu iş bitirilmek isteni-yor. Sıkıntılarımızı dile getirmemiz açısından son derece endişeli ve sıkıntılı bir gün olacak. Bu genel kurullarda bizi ne bekliyor? Bir kere Ali Balkız başkanlığında, EDP’yi kuran arkadaşlarımızın des-teklediği ya da oluşturduğu bir liste olacak.

Alevi Kültür Dernekleri’nin genel kurulunda Selahattin Özel başkan oldu. Selahattin Özel’i Alevi kamuoyu yakından tanıyor. Barış Partisi sürecinden gelen ve 2006 yılındaki Alevilerin siya-sete müdahale sürecinde CHP’den aday adayı olan arkadaşlarımız arkasındaki isimlerden biri. Federasyon Başkanı olarak Mersin’de CHP otobüsü üzerinde boy göstermesiyle Federasyon içinde çok ağır eleştirilere maruz kalmış bir arkadaşımız.

Page 21: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

21

Selahattin Başkan, en son 2007 yılında genel kurulda görevi bı-rakmıştı. Seneye milletvekilliği seçimleri var ve Selahattin Başkan’ı yine sahnede görüyoruz; yeniden kurumların başına döndü. Bura-dan baktığınız zaman Selahattin Başkan’ın öncülüğünde ikinci bir liste olacak ki bu da yine bir partileşme ya da bir partiye yandaşlık noktasında bir liste olacak.

Bunun karşısında üçüncü bir duruş söz konusu. EDP’nin ku-ruluş sürecine itiraz eden ve ortak bir deklarasyon yayınlayan ku-rumların bir araya geldiği; kişilerin değil, kurumların öncülüğünde üçüncü bir liste çıkartılmasını umut ediyoruz. Bu listenin de parti-ler üstü bağımsız Alevi duruşu listesi olmasını umut ediyoruz.

Bu kongrenin Alevi toplumuna yine bir faydası olmayacak. Örgütsel demokrasi açılımı getirmeyecek, gündemi tartışmayacak, sadece seçimi kazanmaya yönelik olacak. Kenanoğlu Balkız’ı, Balkız Kenanoğlu’nu eleştirecek; Selahattin Özel onları eleştirecek gibi bir resim çıkıyor ortaya. Yanılıyor muyum?

Yanılıyorsunuz. Dediğiniz bir yerde doğru olsa bile tamamen doğru değil. Bu federasyon seçiminde soru şudur: Alevi-Bektaşi örgütlenmesi bir partinin yandaşı, arka bahçesi mi olacak, yoksa bağımsız duruşunu koruyacak mı? Bunun belirlenmesi açısından önemlidir. Bu konuda tabii ki itirazlar olacaktır. Netice itibariyle bu Federasyonu bir kadro yönetecektir. Bu kadro bağımsız duruşunu sergileyebilecek mi? Yoksa bir partiye yandaş mı olacak?

Bunları önemsemediğimi düşünmeyin. Söylemek istediğim adayların projelerinin, programlarının tartışıldığı bir kongre olmayacak.

Bu zaten bir günde olmaz. Biz de ümit ederdik ki bu kongre iki gün olsun. Birinci gün Alevi Çalıştaylarının, Alevi hareketinin du-rumunun değerlendirmesi yapılsın. Eksiğimiz, gediğimiz neydi? Yanlışımız, doğrumuz neydi? Bunları bir kongre ortamında, bir ge-nel kurul ortamında tartışmak daha doğru olurdu. Bu nedenle bir günde bunların yapılamayacak olması bizi üzmüştür. Aslında dedi-ğiniz doğrudur. Biz de bir gün bu tartışmaların yapıldığı, ikinci gün de seçimlerin olduğu bir genel kurul yaşamak isterdik.

Peki, son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Son olarak söylemek istediğim şey şudur. Netice itibariyle ABF Türkiye Alevi hareketinin çok önemli bir kurumudur. Bu kurumun 30 Mayıs’taki kongresinde hangi ekip Federasyon’u yönetme şansı-nı elde etse de Federasyon çalkantılarını kısa vadede atlatabilir, at-latacaktır.

Ben ABF’nin her halükarda Türkiye Alevi toplumunun en üst kurumu olma özelliğini koruyacağına inanıyorum. Hiç bir listenin de buna zarar veremeyeceğini biliyorum. Bu anlamda Federasyon’umuzu sahiplenmemiz gerekir. Hangi liste alırsa alsın.

Bu federasyon seçiminde

soru şudur: Alevi-Bektaşi örgütlenmesi

bir partinin yandaşı,

arka bahçesi mi olacak,

yoksa bağımsız duruşunu

koruyacak mı?

Bu kongrede isterdik ki

Alevi Çalıştaylarının,

Alevi hareketinin durum

değerlendirmesi yapılsın.

Eksiğimiz, gediğimiz neydi?

Yanlışımız, doğrumuz neydi?

Bunları kongre ortamında

tartışmak daha doğru olurdu.

Page 22: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

22

Kaset ya da Kabuk Değişimiyle Kılıçdaroğlu Başköşeye Oturdu

Kararlılık ve Dikkat Gerektiren Dönemeçİnanç İzmirli

SON gelişmeler Alevi-Bektaşi gençliğin önüne kararlı ve dikkatli olması gereken bir dönemeç getirdi. Egemenler toplumsal mu-

halefete karşı önlem alma çabasında. Düzen siyasi partilerinin bir bölüğü Alevi-Bektaşi toplumunun oylarını cebinde sayıyor. Bir baş-ka bölüğü ise bu oy potansiyelini ardına takmaya çabalıyor.

Belli ki demokratik Alevi-Bektaşi derneklerinin yönetiminde-ki milletvekilliği sevdalıları için bir sürü olanak ortaya çıkacak. Bu sevdalılar bir kez daha milletvekilliği hayalleri için dernekle-ri kullanmaya girişecek. Alevi-Bektaşi gençliği bu süreçte “Zahir padişahına yakîn olma; Mevki sahibi olanlara, vezir ve sair devlet adamlarının yanına varıp yüzsuyu dökme, yalvarma” diyen Abdal Musa öğüdünü tutmazsa geleneğin hayal ettiği geleceği kurmakta üstüne düşeni yapamaz.

Kaset, pardon kabuk, değişimiyle Kılıçdaroğlu’nu başköşeye oturtan CHP öyle bir tablo çizmekte ki şaşmamak elde değil: CHP içinde bir devrimci kanat varmış, ama Baykal’ın baskısından ses çı-kartamıyormuş! Sav, Baykal’ı zayıf yanından tutup minder dışına atınca, muhalefetin diğer kesimlerini de kündeye getirince bu dev-rimci ateş gün ışığına çıkmış ve şimdi tüm ezilenlerin desteğini alıp iktidara yürüyecekler(miş!)

Bu Senaryoyla Çekilen Film Tutmaz

Hiçbir toplumsal hareket, içinde bulunduğu örgütsel yapının özel-liklerini bu kadar hızlı değiştiren keskin bir dönüş yapamaz. Belli ki halkın sokağa çıkması, huzursuzluğunu ifade etmesi egemenle-rin dikkatini çekmiş. Bu nedenle CHP yeniden sosyal demokrat bir hareket kisvesiyle sokağa sürülmektedir. Toplumda biriken hoşnut-suzlukları yönlendirmek için bir kanal olmaya görevlendirilmiştir.

Alevi-Bektaşi toplumu, eşit yurttaşlık hakları, demokrasi ve la-iklik için geçen yıl İstanbul’da bir yıl önce de Ankara’da sokağa çık-mıştır. Bu mitinglerden sonra Aleviler, toplumsal muhalefette nes-nel bir yer tutmaktadır. Alevi derneği yöneticilerinin bu yığınsallığı meclise girmek için harcamalarına fırsat verilmemelidir.

Milletvekili olmak için eşik eritmiş yöneticiler, Alevileri ve genç-leri, dün onları katletmeyi görev bilmiş, üstelik yaptıklarını bugün de savunan CHP’ye yönlendirmeye çalışacaklar. CHP yönetimindeki sözde değişimi bu gerçeği gizlemek için kullanacaklar. Ne acıdır ki, geçmişte devrimci harekete söz ve sazlarıyla eşlik etmiş âşıklar ve sanatçılar da bu sürece alet olmakta. Kimi iyi niyetten kimi de bi-linçli olarak tercihlerini CHP’den, düzenden yana kullanmaktadır.

Bu ortamda Alevi-Bektaşi gençliğinin duygusal davranma ya da hata yapma lüksü yoktur. Gençliğin içindeki devrimci kıpırtı,

Belli ki demokratik Alevi-Bektaşi derneklerinin yönetimindeki milletvekilliği sevdalıları için bir sürü olanak ortaya çıkacak. Bu sevdalılar bir kez daha milletvekilliği hayalleri için dernekleri kullanmaya girişecek.

Page 23: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

23

Milletvekili olma aşıklarının elinde

oyuncak olarak varlık nedenini

yitirmiş bir demokratik

Alevi-Bektaşi örgütlenmesi

ne kendi önünü açabilir

ne de toplumu aydınlatabilir.

CHP’ye heba edilemeyecek kadar değerlidir. Unutulmamalıdır ki, bugün Alevi toplumunun yaşadığı sıkıntının temelleri Osmanlıda atılmıştır, ama bu sıkıntılar Cumhuriyet’te katmerleşmiştir. CHP iktidarda ya da muhalefette de olsa devletle iç içe belirleyici bir güç olarak Alevi toplumunun yok sayılmasının temel sorumlusudur.

Takma Kelle ile Başımıza Gelenleri Unutmayacağız

CHP’nin başına, bünyesine uymayan “kasketli” bir “takma kelle” oturtma operasyonu ilk değildir. Tekel işçilerinin direnişi, işsizlik ve pahalılık kıskacında kıvranan gençlerin ve emekçilerin artık ka-derine boyun eğmemesi, “açılım” havucuyla oyalanan Kürt halkına tekrar sopanın ucunun gösterilmesi sistemin işleyişinin zorda oldu-ğunu göstermektedir. CHP’de yaşananlar, biriken bu tepkileri yön-lendirmeyi amaçlamaktadır.

Alevi-Bektaşiler ve devrimci gençler, 70’lerde yaşananları, özel-likle yaşanan kırımları unutmamalıdır. Yığınların istemlerinin önü alınamaz hale gelirken, halk hakları için sokağa dökülürken CHP, benzer bir takma kelle operasyonu ile kurtarıcı gibi sahneye çıkar-tılmamış mıydı? Devrimci Alevi gençler, o gün yaptıkları hataları bugün tekrarlamamalıdır. Tarihi tekerrürden ibaret görenlerin ya-nıldığını, bir kez yaşanan trajedinin, ikinci kez yaşandığında ko-mediye dönüştüğünü göstermek için doğru tavır belirlemelidirler.

CHP, Alev-Bektaşi toplumunun bir dönem kendine yakın gör-düğü Kemalizmi allayıp pulladıktan, başına da bir Tunceliliyi (özel-likle Tunceli diyorum, çünkü Kılıçdaroğlu, Dersim’in başına Tunç Eli indiren anlayışın adamıdır) oturttuktan sonra Alevilerin oyları-nı çantada keklik sanıyor. Ama her avcının bildiği gibi canlı bir kek-liği çantaya tıkmak için epey çaba gerekir. Unutmasınlar ki bu sefer oyunu bozacak devrimci gençler vardır.

Alevi-Bektaşi toplumu ve gençliğinin örgütleri, toplumsal mu-halefetin dışında var olamaz. Bu dönemeçte Alevi-Bektaşi gençler, demokratik dernek ve kuruluşları CHP’ye eklemlemeye çalışanla-ra ısrarla karşı çıkmalıdır. Bilmelidirler ki seçimlerin eşiğine ge-lindiğinde sözde “demokrat, devrimci, Alevi” CHP’liler demokra-tik Alevi örgütlerinin kapılarını aşındıracaktır. “Ali” diyerek “Ali Cengiz” oyunu oynamaya girişeceklerdir. Bu sebeple devrimci, de-mokrat, komünist, gerçek insanlık toplumuna inanan Alevi-Bektaşi gençleri bu oyuna karşı durmak için çalışmaya başlamalıdır.

Yoksa yakın tarihteki her Alevi kıyımında iktidarda olanların, “beceriksiz ve basiretsiz” görünüşünün ardına saklanan Osmanlı artığı derin devlet aynı kıyımları bir kez daha sahneye koyacaktır.

Milletvekili olma aşıklarının elinde oyuncak olarak varlık ne-denini yitirmiş bir demokratik Alevi-Bektaşi örgütlenmesi ne ken-di önünü açabilir ne de toplumun önünü aydınlatabilir. Ne de hal-kımızı kırımlara karşı korayabilir. Gençlik gerçeğin ışığında, bi-limin rehberliğinde, başta işçi-emekçiler olmak üzere tüm de-mokrasi güçleriyle kol kola girmeli, tek beden durmalıdır.

Alevi-Bektaşi gençliği bu

süreçte

“Zahir padişahına yakîn olma;

Mevki sahibi olanlara,

vezir ve sair devlet

adamlarının yanına varıp

yüzsuyu dökme, yalvarma!”

diyen Abdal Musa

Öğüdü’nü tutmazsa

geleneğin hayal ettiği

geleceği kurmakta

üstüne düşeni yapamaz.

Page 24: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

24

Evet, Özür Dilemek Bir Erdemliliktir:

Pınar ve Tolga’dan Özür DiliyorumAhmet Koçak

TEKİRDAĞ Çerkezköy’de 19 Mayıs günü Çer-kezköy Hacı Bektaş Veli Sosyal Kültürel Eği-

tim Derneği bir etkinlik düzenledi. Etkinliğe sa-natçı Pınar Sağ ve Tolga Sağ katıldılar. Amfi Ti-yatro Salonu’nda yapılan bu etkinlik, içeriğinden ziyade siyasi polemiği ile basına yansıdı.

Sanatçı Pınar Sağ’ın konser esnasında izleyi-cilere hitaben yaptığı konuşma, salonda protokol olarak bulunan AKP’li Belediye Başkanını ve yöneticileri kızdırmış. Bu kızgınlık-la AKP’liler salonu terk etmişler. Bu durum dernek yöneticilerince kabul edilemez bir hata olarak algılanmış ve AKP’lilerden özür di-lenmiş. Olayın özeti bu!

Pınar Sağ ve Tolga Sağ’ın yaşadığı bu olayı, basına yansıyan yanları ile 26 Mayıs’ta Yaşam Radyo da Sacayak programında ko-nuştuk. Bu söyleşiden özet bölümleri aşağıda okuyacaksınız.

Konser Öncesi Görüşme

Yaşanan bu olayın her ne kadar basına yansımamış olsa da tarafl a-rından, daha doğrusu muhataplarından birisi de benim.

Dernek Başkanı Dr. İsmail Doğaroğlu Nisan ayı içinde beni ara-yarak, 19 Mayıs’ta yapacakları etkinlik için, sanatçı konusunda kendilerine yardım etmemi istedi. Dr. İsmail Bey ile 19 Mayıs’ı kut-lama ile Alevi derneğinin ne ilgisi olduğu üzerine uzun bir telefon görüşmemiz oldu. Telefonda, yapmak istedikleri şeyin özce yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım.

“İsmail Bey, 19 Mayıs’ı kutlamak Alevilerin işi mi ki, benden Alevi sanatçı istiyorsunuz? 19 Mayıs’ı kutlamak Alevi-Bektaşi ör-gütlerinin işi değil, bu devletin işidir. Sonuçta devlet bunu yapıyor. Hem de şatafatlı bir biçimde yapıyor.” dedim.

Aleviliğin bir inanç olduğunu ve kendi derneklerinin de bu inan-ca hizmet etmek için kurulduğunu; dolayısı ile bir inanç kurumu-nun resmi bir bayramı kutlamak ve organizasyon yapmak gibi bir derdinin olmaması gerektiğini anlatmaya çalıştım.

Bunun üzerine İsmail Bey, “Cumhuriyet ve laiklik tehlikeye gi-diyor; şeriatçılar iktidardalar, bu nedenle de biz burada bir duruş sergileyeceğiz…” gibi sözlerle nutuk atmaya başladı. Konuyu yak-laşık 20 dakika tartıştık.

Israrla bu etkinliğe Alevi sanatçı göndermeyiz dememize rağ-men; İsmail Bey, Divani Baba’yı da devreye sokunca, Tolga’yı ara-yabileceğimi söyledim. Bunun üzerine İsmail Bey, nerdeyse havala-

Page 25: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

25

ra uçacaktı. Çok küçük bir bütçeye Tolga ve Pına-rı ikna edersem müteşekkir olacaklarını söyledi-ler. Sonrası malum. Arkadaşımız, gidip “Bu olay-dan dolayı çok üzgünüz. Bir daha olmaması için daha dikkatli ve daha seçici davranacağız. Sizin de hoşgörüyle yaklaşacağınıza inanıyorum.” di-yerek teşekkürlerini AKP’lilere secde ederek gös-termiş oldu.

Bu olayın yaşanmasında sonra İsmail Bey’den telefon bekledim: “gönderdiğiniz sanatçılar bizi zor durumda bıraktılar” diye. Nafi le beklemişim. Nerde onlarda o medeni cesaret?

Devletçilik ve Solculuk

“Programın sonunda 10. Yıl Marşı çalındı ve hep bir ağızdan söy-lendi”. Gazeteler özellikle buraya vurgu yaparak, yöneticilerimizin aslında ne kadar, devletine, milletine, bayrağına düşkün olduğunu; yani cici birer vatandaş olduğunu öne çıkartmak istemişler. Ya da yöneticilerimiz kendilerinin bu yönlerinin özellikle öne çıkartılma-sını istemişler.

Ne yazık, yukarıdaki cümleyi okuyunca yıllar önce sanatçı Ah-met Kaya’ya yapılanlar aklıma geldi. Yapılan bir ödül töreninde, sağcısı, solcusu, daha doğrusu ulusal solcuları hep birden Kemalist Devletçi kesilmiş ve Ahmet Kaya’ya hakaretler ederek, fi ziki saldı-rılarda bulunmuşlardı. Ve 10. Yıl marşı okunarak, Ahmet Kaya’ya karşı “büyük zafer” kazanmışlardı.

Başkan Dr. İsmail Doğaroğlu ve yöneticilerin bu davranışı açık-ça fi kir özgürlüğüne karşı bir tutumdur. Bu kişiler demokrasinin zerresini bile içine sindirememişler.

Özür Diliyorum

Özür diledikleri kişiler siyasi eğilimleri doğrultusunda istedikleri gibi konuşuyorlar, önüne geleni demokrat olmamakla suçluyorlar. Ama eleştiri okları kendilerine yönelince ufacık bir tahammül gös-termiyorlar.

Ve ne yazık ki, bu zihniyetin savunuculuğunu yapmak bugün bir kısım Alevi-Bektaşi’ye düşüyor. Bu kişiler gidip onların karşı-sında el pençe durup özür diliyorlar. Özür dilemelerinin nedenini Pınarla yaptığımız söyleşi sonrası anladık: AKP’li belediyeden yir-mi beş bin liralık katkı almışlar.

Sanatçılar o etkinliğe katılmasalardı, acaba yöneticiler AKP’den yine aynı katkıyı alabilecekler miydi? O sanatçılar oraya gitmese-ler o kadar kitleyi o salona getirebilecekler miydi? Kesinlikle hayır.

AKP’den para alınmasına ve Çerkezköylü Alevi vatandaşla-rımızın o salona kandırılarak götürülmesine vesile olduğum için; hem Çerkezköylü Alevi canlardan hem de oraya gönderdiğim sanat-çı dostlarım, Pınar ve Tolga’dan özür diliyorum.

Page 26: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

26

Pınar Sağ ve Tolga Sağ ile Ahmet Koçak Söyleşti:

Kimsenin Haddine Değil Benim Hareketimden Dolayı Özür Dilemek

19 Mayıs’ta Tekirdağ Çerkezköy’de bir derneğin etkinliğe gittiniz. Bu etkinlik basına olumlu denmeyecek bir şekilde

yansıdı. Orada neler oldu, bir de senden dinleyelim.

Pınar Sağ: Sahneye çıktım, türkülerimi söyledim. Arada da bir ko-nuşma yaptım. Düzenin bizleri asimilasyona götürdüğü, insan iliş-kilerinin dejenere olduğuna dair. Bir dönem Deniz’leri asan zihni-yetlerle, bugün bizim cem evlerimize cümbüş evi diyen zihniyetin aslında birbirlerinden çok farklı olmadığını, aynı yerden beslendi-ğini dile getirdim. Pir Sultan torunları olarak bizim hiçbir zaman Hızır Paşa’lara eyvallah çekmek zorunda olmadığımızı, onlarla yan yana durmak zorunda olmadığımızı belirttim.

Ne bileyim ki tam yerindeymişim! Ne güzel, tam yerinde söy-lemiş olmanın verdiği bir keyfi yaşadım ayrıca, onu da söyleyeyim. Çünkü orada AKP’li Belediye Başkanı ve yanındaki on kişi bir anda protesto ettiler, kalkıp gittiler. Sadece ellerini açıp “bu ne, bu ne” der gibi hareketlerini gördüm. Kalkıp çıkmalarının arkasından ben de “Uğurlar Olsun” deyişini okudum. Uğurlar Olsun’u okurken ülkemin dünden bugüne yitirdiği yazarlar, gazetecileri anmak iste-dim. Metin Göktepe’yi, Hrant Dink’i, Musa Anter’i yani pek çok yazar dostumuzu anmak istedim orada.

Ben ve ailem hiçbir zaman sağ ideolojinin içinde yer almadık, tarafsızız demedik. Bizim bir tarafımız var. Saf tuttuğum yer de, kime hizmet ettiğim de olduğunca belli! O gün konserde de söyle-dim rengimizin kızıl olduğunu. Tepkiler ilk oradan başladı.

Ama ağırıma giden; Pir Sultan’a bir emir doğrultusunda nasıl gül atıldı ve o gül Pir Sultan’ı yaraladı. Ben bu olayda bunu hisset-

Pir Sultan torunları olarak bizim hiçbir zaman Hızır Paşa’lara eyvallah çekmek zorunda olmadığımızı, belirttim.

AKP’li Belediye Başkanı ve yanındaki on kişi protesto ettiler, kalkıp gittiler.

Kalkıp çıkmalarının arkasından da “Uğurlar Olsun” deyişini okudum.

Page 27: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

27

tim. Benim arkamdan kendi insanımın, yaşadığım kültürün, felse-fenin gördüğü bunca ihanete karşın bu söylemlerin karşısında özür dilemesi ağırıma gitti.

Sahneyi bıraktın, onlar çekti gitti. Sonra ne oldu?

Pınar Sağ: Konserimi yaptım. Yoğun bir ilgi oldu. İnsanlar ayakta alkışladılar. Çok güzel geçti.

Herhangi bir tepki oldu mu? Onu soruyorum.

Pınar Sağ: Sadece kuliste şöyle bir şey oldu: Bir öğretmen arkadaşı-mız geldi ve “Burada bu lafı söylediği için bir öğretmen olarak Pı-nar Hanımın elini, ayağını öpmek istiyorum.” dedi.

Ben de kalktım, “Hocam, biz sizin elinizi öpelim, benim yaptı-ğım artı bir şey değil” dedim.

Oradan yönetici, ismini hatırlayamıyorum, bir ağabeyimiz gel-di ve bana şöyle dedi:

“Sizin bu konuşmanızdan çok büyük üzüntü duydum. AKP’den yirmi beş milyar aldık, AKP belediye başkan yar-dımcısına iki milyara sazı sattık. Şimdi ben faşizmin yanın-da mı duruyorum sizce? Siz gideceksiniz biz kalacağız”

Bunun üzerine ben de şöyle bir yanıt verdim:

“Ağabey, insanın kaçamadığı tek yer vicdanıdır. Herkesi kandırabiliriz, herkese bir şey diyebiliriz, ama kendinle baş başa kaldığın zaman kaçacak yer yoktur. İşte orada vicdan devreye girer. Ben şimdi sana hiçbir şey demiyorum. Ayrı-ca korkmayın, burada kayıp eden kişi benim, eğer kayıpsa. Bu adamlar beni mimlerler, konserlerine çağırmazlar; çağır-masınlar zaten.”

Benim de böyle bir derdim, bir gayem yok. Onların konseri-ne gitmek gibi! Onlar herhalde bizi hem CHP etkinliklerinde, hem Alevi etkinliklerinde, hem de AKP’nin gecelerinde yer alanlarla ka-rıştırıyorlar. Turna ve Toprak’a (çocuklarıma – AK) ve bu halkta beni seven bir kişi bile varsa ona bırakmak istediğim şey benim onurlu duruşumdur. Bundan başka bir derdim yok. Beni onlarla ka-rıştırmasınlar zaten. Çizgilerim bu kadar nettir.

Tolga, bu olaylar esnasında sen de oradaydın. Sen neler söyleyeceksin?

Tolga Sağ: O esnada olayı anlamadım. Ben arkada, kulisteydim. Konuşmayı yaptıkları zaman da sahneye çıkmıştım. Pınar’la görüş-meye, tepkilerini dile getirdikleri zaman sahnedeydim. Konseri bi-tirdik yola çıktık, Pınar yolda söyledi.

Pınar Sağ: Yaşanan olayın gazetelere, basına taşınması ve böyle bir açıklamada bulunulması, bunun artık bir kişiyle ilgili bir sorun ol-madığını düşünüyorum. Ve avukatlarım da böyle düşünüyor ki, buna karşı bir harekete de geçtik.

Ben ve ailem hiçbir zaman

sağ ideolojinin içinde yer almadık, tarafsızız demedik. Bizim bir

tarafımız var. Saf tuttuğum

yer de, kime hizmet

ettiğim de olduğunca belli! O gün konserde

de söyledim rengimizin

kızıl olduğunu. Tepkiler ilk

oradan başladı.

Page 28: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

28

Karşı bir hareket derken neyi kastediyorsun?Pınar Sağ: Pek çok Alevi kurumuyla, demokrat kurumlarla bera-ber bir basın açıklaması yapacağız. Ve ben kendilerine de dile ge-tirdim, “Kimsenin haddine değil, benim hareketimden dolayı özür dilemek.” Çünkü ben özür dilemiyorum. Yaptığımın arkasındayım. Bundan sonra Çerkezköy Hacı Bektaş Derneği’nin yanında hiçbir şekilde yer almayacağım. Şu an benim önüme trilyon dökseler de artık benim için orası bitmiştir.

Gazeteler başlığı ‘Arif Sağ’ın gelini’ olarak attı. Pınar Sağ bir birey değil mi? ‘Pınar Sağ konserde konuştu,

AKP’liler kızdı, terk ettiler’ demeleri gerekirken Arif Sağ’ın ismini zikrediyorlar?

Bu da gazetecilerin etik anlayışını gösteriyor...

Pınar Sağ: Onlar zaten yanlı basın, öyle vermiş. Birgün gibi bize daha yakın gazeteler, “Pınar Sağ konuştu, AKP sıvıştı” gibi bir baş-lık atmıştı mesela.

Tolga, sen ne diyorsun?

Tolga Sağ: Tabii safl arımızı iyi belirlemek lazım. Sonuçta biz bu ülkede kültür mücadelesi veriyoruz. Bir toplumun kültür mirasını doğru aktarmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken değer yargılarımıza da sahip çıkmaya çalışıyoruz. En azından elimizden geldiği kadar! O kadar kolay bir yol değil bu, ama bu modern çağda ne kadar yürü-tebilirsek, bizim üzerimizde ne kadar doğru durursa onu toplumla doğru paylaşmaya çalışıyoruz. Konuşmalarımızla, programlara ka-tıldığımız zamanki duruşumuzla, seçtiğimiz repertuarla içinde illa ki topluma dair bir mesajı olmalı.

Pınar açık bir şekilde ben yıllardır tarafım dedi.

Tolga Sağ: Bir sanatçı bence de taraf olduğunu göstermeli. Bir sa-natçı her yere oynayamaz. Bugün her yere oynayan adama şovmen diyorlar, sanatçı demiyorlar. Şovmen olmakla sanatçı olmak arasın-da bir fark var. Sanatçılar o yüzden her dönem popülariteden uzak, müzik piyasasının gelirinden daha az pay alan durumda kalmışlar. Genellikle de tarihte o tip sanatçılar hatırlanır olmuş, değeri daha sonraları anlaşılmış. Ama dönemin sanatçıları her yerde vardır ve dönemlerini iyi değerlendirirler. O dönemleri boyunca anılırlar, dö-nemleri bittikten sonra da çok fazla hatırlanmazlar.

Bu piyasa her gün yüzlerce sanatçıyı öğütüyor. Burada önem-li olan kalıcı olmak! Tabii sadece kalıcı olmak için yaptığımız bir şey de değil bu. İnsan içinden geldiği gibi davranmalı. Bir bakkal da müşterisiyle ilişkisini içinden geldiği gibi kurmalı. Daha çok mal satacağım diye her halde bir bakkalın da eğilmesi veya düşünce tar-zını tamamıyla reddetmesi de doğru değil.

Biz de sonuçta toplum önünde iş yapan, mesleğimiz itibariyle toplumun önünde durmamız gereken bir durumdayız ve bu noktada da daha dikkatli davranmamız lazım.

Yöneticiler AKP’nin Alevisi de olurlar, MHP’nin Alevisi de olurlar. Onların zihniyetleri beni alakadar etmez. Yeter ki kendi zihniyetlerini açıkça ortaya koysunlar. Pir Sultan ve Hacı Bektaş adının ardına gizlenmesinler.

Page 29: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

29

Biz oraya, onların etkinliğine hizmet için gidiyoruz. Ve arkasın-dan Pınar’ı öne koyarak, Pınar’ı negatif, kendilerini pozitif göstere-rek aklama çabalarından çok rahatsız oldum. Bu tip şeyler bizi ya-ralıyor.

Sonuçta şunu da diyebilirlerdi: “Pınar Sağ bu toplumun sanatçısıdır. Kendi düşüncelerini belirtmiştir. Buna böyle bir tepki gösterilmesini doğru bul-muyoruz.”

Böyle bir çizgiyi benimsemeyi kendilerine yediremiyorlarsa, AKP Belediyesiyle olan normal ilişkilerini sürdürme çabası göste-receklerse kendi adlarına konuşmalılar.

AKP’li belediyeye giderek, özür dilemek bir erdemdir diyorlar.

Tolga Sağ: Pınar adına da özür diliyor! “Daha seçici davranacağız. Pınar Sağ’ı çağırarak bir hata yaptık” diyor. Kabullenemediğimiz şey bu.

Pınar Sağ:: Ben 19 Mayıs’taki konuşmamı yüz bin kere yaptım. De-dim ki, “Pir Sultan Abdal’ın torunlarıyız, Hızır Paşalara eyvallah çekmeyiz!”

Bunun altında yatan Pir Sultan’ın felsefesinden, dürüstlüğü ve doğruluğundan ödün verilmesidir. Bu arkadaşlar elli, altmış yaşı-na gelmişler, yazıklar olsun ki gidip AKP’ye eyvallah çekiyorlar.

Evet, daha ‘seçici’ davranacaklarmış!Pınar Sağ: Davransınlar.

Özür dilemelerinin nedeni demek ki bağışlı açık arttırmada iki bin liraya saz satıp, AKP’li belediyeden aldıkları yirmi beş bin liralık katkıymış.

Tolga Sağ: Tabii oradaki üç beş dernek yöneticisinin kafasındaki zihniyet, o etkinliğe katılan halkın zihniyeti değil. Hem biz alet edi-liyoruz, hem halk alet ediliyor bu zihniyete.

Nasıl alet ediliyor? Dernekler, Hacı Bektaş, Pir Sultan Abdal isimleri altında örgütlendiği zaman bu isimler, oradaki dernek yö-neticilerinin kafasındaki gerçek zihniyeti örtüyor. Bu isimler bize inandırıcı geliyor. Burada böyle güzel bir kültürel çalışma var, gi-delim destek olalım inisiyatifi gelişiyor içimizde.

Oraya gelen insanlarda da “Bak, burada kültürümüz, inancımız adına ne güzel bir çalışma yapıyorlar; gidelim etkinliklerine katıla-lım, destek olalım” fi kri ağır basıyor.

Yoksa yöneticiler AKP’nin Alevisi de olurlar, MHP’nin Alevi-si de olurlar. Onların zihniyetleri beni alakadar etmez. Yeter ki ken-di zihniyetlerini açıkça ortaya koysunlar. Pir Sultan ve Hacı Bek-taş adının ardına gizlenmesinler. O zaman, ne ben o zihniyettekile-rin konserlerine giderim, ne de onlar gibi düşünmeyen oradaki koca kitle o etkinliğe katılır. Bu olaydaki en büyük sıkıntı da budur.

İnsanın kaçamadığı

tek yer vicdanıdır.

Herkesi kandırabiliriz,

herkese bir şey diyebiliriz,

ama kendinle baş başa kaldığın

zaman kaçacak yer yoktur.

İşte orada vicdan devreye girer.

Page 30: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

30

Ben Beni Bilmezdim Hatır KırardımBen beni bilmezdim hatır kırardımMeğer ilmim noksan imiş bilmedimBen insandan başka ilah arardımMeğer kâmil insan imiş bilmedim

Tüm vadiler gibi sahralar gibiAkan çaylar gibi deryalar gibiSıra dağlar gibi yaylalar gibiCümle âlem bir can imiş bilmedim

Daimi’yim benliğime kanardımBen beni görmezdim eli kınardımKişiyi kendime düşman sanardımNefsim bana düşman imiş bilmedim

Daimi Baba’nın bu ölümsüz üç dört-lüğü onlarca kitabın özünü ifade ediyor.

İlk dörtlüğünde “Ben beni bilmezdim hatır kırardım / meğer ilmim noksan imiş bilmedim” derken, kişinin hatır kırması, gönül yıkması ilminin noksanlığından-dır. Yunus’un;

Geldi geçti ömrüm benimŞol yel esip geçmiş gibiHele bana şöyle gelirBir göz açıp yummuş gibi

dediği sözlerin özünde; ne kadar ya-şarsak yaşayalım ömrün son deminde as-lında hiç yaşamamış gibi kendimizi his-sediyoruz. Yunus, 50-60-70 ... 100 yıl dahi olan ömrü yel esmiş geçmiş, göz açıp yummuş kadar kısa bir andan ibaret olarak izah ediyor.

İnsanoğlu bu ilme sahip olsa dün-yanın hatır kırmaya değmediği bilinci-ne varır. Hatır kırıyorsa ilmi noksandır. “Ben insandan başka ilah arardım / me-ğer kâmil insan imiş bilmedim” dizelerin-de ise Alevi-Bektaşi inancında, Hakk’ın Âdem’de tecelli ettiği noktasına işaret ediyor.

İnsanlığın var oluşundan bugüne gel-miş geçmiş bütün bilgiler insanlar tara-

fından aktarılıyor, teknolojinin insanla-rın hizmetine sunduğu bütün araç ve ge-reçler yine insanoğlunun ürünü değil mi-dir? Aklımız bilincimiz ve inancımız her şeyi belirliyor, ortaya koyuyor. Kamil in-san Hakk’ın vasıfl arını yansıtan yetkin, eksiksiz, olgun insan demektir. Bütün güzellikleri ve doğru bilgileri, hakikati ancak kemâle eren, er, pir, bilge insanlar aracılığıyla öğrendiğimizi söylüyor, Da-imi Baba.

Tüm vadiler gibi sahralar gibiAkan çaylar gibi deryalar gibiSıra dağlar gibi yaylalar gibiCümle âlem bir can imiş bilmedim

Bilim adamlarına göre; evren baş-langıçta bir ışık, enerji ya da ateş kütle-sinden ibaretti. Sonra büyük bir patlama oldu ve bu muazzam sonsuz bir uzay boş-luğu olarak kabul ettiğimiz Kâinat-evren, bütün gezegenler ve sistemler oluverdi.

İlkel dinler de dâhil olmak üzere se-mavi dinler ve inanç sistemlerine göre ise ezel ve ebed (başlangıçta ve sonsuzluk-ta) tek olan Elif, Allah, Tanrı, Rab, Hüda diye bin bir isimle zikredilen “Kûn” (ol) dedi ve bu evren altı günde oluverdi.

Âşıkların dizelerinde ve Alevi-Bektaşi inancında ise bu evrenin oluşu-muna vesile olan; ister yaratıcı enerji, ışık kütlesi; isterse Tanrı’nın “ol” demesiy-le zat-ı sıfatından oluvermiş olsun. Canlı cansız cümle varlık, onun eseri ve ondan bir parçadır. İşte Daimi Baba da; vadiler, sahralar, çaylar, deryalar, dağlar, yayla-lar gibi cümle âlemler bir candır. Bütün

Deyişlerin DiliDertli Divani

Aşık

Dai

mi

Page 31: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

31

Büryanı Baba

kâinatın varlığına vesile olan yaratıcı enerjinin ya da varlığın, yani o bütünün zerreleriyiz diyor.

Daimi’yim benliğime kanardımBen beni görmezdim eli kınardımKişiyi kendime düşman sanardımNefsim bana düşman imiş bilmedim

Benlik güdenler kendi hatasını görmez, başkalarını kınar ve düşman bilir. Oysa kişinin en büyük düşmanı kendi nefsidir. Kin, kibir, hırs, tamah, haset (çekememezlik), buğz-adavet (düşmanlık), livata (kahkaha-maskara) gibi nefsin yedi temel ve bütün kötü ar-zularından öz benliğini arındıramayan kişinin asıl düşmanı kendi nefsidir. İşte özünden haberdar olan kendi kötü ve eksik yanlarını görür, kötülüklerden özünü arındırır, kimsenin ayıbını görmez ve

benlik gütmez. Daimi Baba kendine söylüyor gibi ama o aslında bizlere bir öğüt veriyor.

Canlı Cansız Cümlemiz Bir NesnedenCanlı cansız cümlemiz bir nesnedenVar oluyor bu bir hikmet sultanımCanana aittir bu can-ı bedenKabul etmek cana minnet sultanım

Büryani Baba da bir deyişinin bu dörtlüğün-de, canlı cansız cümle varlıkların bir nesneden, bir potadan olduğunu söylüyor. Hem felsefi hem inançsal açıdan bir bütünün zerreleriyiz diyor. Ve bunda bir hikmet-sebep var diyor. Evrenin usta-

sı, yaratıcı güç ya da Tanrı bizim cananımızdır. Canımız bedenimiz ona aittir. Bunu kabul etmek canımıza minnettir diyor.

Sevip âşık olmak ezelden bahtımYar sana kadimdir ikrarım ahtımSenin çün bezenmiş sinemde tahtımAha teslim oldum hükmet sultanım

Aynı deyişin ikinci dörtlüğünde, sevmek âşık olmak, insanın mayasında vardır ve bu bana nasip oldu. İkrarım-sözüm sabittir, ah-tim sanadır ve özümden kötülükleri attım ki, gönül sarayıma gelip oturasın ve senin hükmün yürüsün sana teslim oldum diyor.

Büryani’yem geldim mürvete düştümMalımdan canımdan serimden geçtimGerçi ezel aşkın meyinden içtimDest-i kudretinle lütfet sultanım

Üçüncü dörtlüğünde ise, Büryani’yim geldim, insaniyet ve iyi şeyleri yapmaya karar verdim. Bu yola malımı, canımı ve başımı vermeye geldim. Evreni var eden yaratıcının, Hakk’ın özünde iken de bu aşka düşmüş ve nasip almıştım, ama şimdi de o güçlü elinle bir mey-bade-aşk dolusu nasip et, ver sultanım diyor.

Page 32: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

32

Din, tümüyle üstyapının kendisi, somut biçimi ise, üstyapısız bir toplum olamayacağından, dinsiz bir toplum ve dinsizlik mümkün değildir.

Bölüm - III

Din Nedirson bölümünü yayınladığımız

bu yazının tümünü okumak için lütfen internet sitesine bakınız: <www.koxuz.org>

Demir Küçükaydın, 7 Ocak 2010, Perşembe

BU KISA özetten sonra,

Din, bir toplumun üst yapısının somut görünümüdür, biçimidir;

Modern toplumun dini de özel-politik ayrımı ile eski dinleri top-lumsal hayatı düzenlemekten uzaklaştırmakta ve onları kendi eksi-ğini tamamlayan basit bir bileşenine döndürmektedir;

önermelerinin nasıl alt üst edici sonuçlara yol açtığını birkaç ör-nekle gözlere batırmaya çalışalım.

Bu önermenin, bir parçacık düşünme ile çıkarsanabilecek ve çı-karsanması gereken birkaç sonucunu şuraya alt alta yazdığımızda bile bu alt üst edici sonuçlar görülebilir.

Bunların bir kaçını alt alta sıralayalım. Eğer Din, tümüyle üstyapının kendisi, somut biçimi ise, üstyapı-sız bir toplum olamayacağından, dinsiz bir toplum ve dinsizlik müm-kün değildir. Hâlbuki bu gün Marksistlerin de çoğunun kabul etti-ği, aslında modern toplumun din kavramı olan kavrama göre, insan-lar kendilerini dinsiz olarak tanımlıyorlardı. Bu yeni kavrayışa göre ise, kendisini dinsiz olarak tanımlayanlar, dinin özele ilişkin oldu-ğunu, bir inanç olduğunu söyleyen modern toplumun dinindendirler. Dinsiz toplum olamayacağına göre dinsiz insan da olamaz. Ben dinsizim, benim dinim yok diyenler aslında dini inanç olarak ta-nımlayan dinden olduklarını ifade etmiş olurlar. O halde, benim inancım İslam’dır, ben Hıristiyanlığa inanıyorum vs. diyenler de bu sözleriyle Müslüman ya da Hıristiyan olduklarını değil; dinle-ri inanç olarak tanımlayan dinden olduklarını ifade etmiş olurlar. Eğer Din tümüyle üstyapı ise, hiçbir şey, alt yapıya dahil olma-yan hiçbir toplumsal fenomen üstyapının dışında var olamayacağın-dan, bilim de dinin dışında var olamaz. O halde, bu günkü, bilim ve dini zıtlık içinde ele alan bilim kavrayışımız da, bilim sınıfl amaları-mız da dinseldir. Yani bütün bilim ve din kavramları ve kavrayışla-rı da dinseldir ve ancak dinlerin içinde anlaşılabilirler. Ama bizzat bu önermenin kendisi de yine dinseldir ve otomatikman yeni bir di-nin bir önermesidir. Bu önermeyle biz, kendisinin ve bildiği her şe-yin de dinsel olduğunu söyleyen bir dinin kavramlarıyla düşünmeye başlamış ve yeni bir dini ifade etmeye başlamış oluruz. Benzer şekilde, hiçbir şey dinin dışında olamayacağından, “di-nin tümüyle üstyapı olduğu” önermesi de bir yeni dinin önermesi-

Page 33: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

33

Din, Üstyapı olduğuna

ve Marks’a göre devrimler, ekonomik

temeldeki yeni ilişkilere uygun

yeni bir üstyapının

eskinin yerini alması olduğuna

göre bir dinden diğer

dine geçişler, devrimlerdir.

O halde, dinden dine geçişleri

anlatan Peygamberler Tarihi aslında

Devrimler Tarihidir.

dir. Bu din, aydınlanmanın da bir din olduğunu gösteren ve bunu göstermenin de bir din olduğunu söyleyen bir dindir. Din, Üstyapı olduğuna ve Marks’a göre de devrimler, ekonomik temeldeki yeni ilişkilere uygun yeni bir üstyapının eskinin yerini alması olduğuna göre bir dinden diğer dine geçişler, devrimlerdir. O halde, dinden dine geçişleri anlatan Peygamberler Tarihi as-lında Devrimler Tarihidir. Peygamberler ve din kurucuları en bü-yük devrimcilerdir. Modern toplumun devrim kavramı da tıpkı din kavramı gibi özel politik ayrımına dayanmaktadır, dolayısıyla devrimi sırf politik ik-tidar ve sınıf iktidarıyla sınırlamıştır. O halde, bu yeni din kavra-mına ve dinden dine geçişlerin din olduğu kavrayışına dayanan bir devrim kavramına ulaşmak gerekmektedir. O halde, Marksizm veya sosyalizm gerçekten bir devrim yapmak ve devrimci olmak istiyorsa, bir din olmak zorundadır. Marksizm’in başarısızlığının sebebi, onun bir “din” (yani modern toplumun din kavrayışıyla bir inanç) olması değil; bir din (yani iktisadi temele uy-gun bir üstyapı tasavvuru) olamamasıdır. Yani Marksizm şimdiye kadar bir bilim olamamakla, bir din ol-makla eleştirilmişti; şimdi Marksizm kendisini, bir din olamamakla (yani modern toplumun dininin bilim ve din kavramlarından kendi-ni kurtaramamış olmakla) eleştirmelidir. Marksizm kendisini bilim olarak tanımlanması, modern toplumun dininin bilim kavramına dayanmaktadır. Ama Marksizm bizzat ken-disi bu tespiti yaptığı an, modern toplumun dininin din ve bilim kav-ramlarının dışına çıkmış, dolayısıyla yeni bir dinin kavramlarıyla konuşmaya başlamış olur. O andan itibaren Marksizm yeni bir din-dir ve kendine eleştirisini daha önce bir din; yani ekonomi temeli-ne uygun yeni bir üstyapı tasavvuru olamadığı noktasından yapar. Dinler tümüyle üstyapı ise, bütün dinlerin en akıl almaz ve saçma görülen bütün özelliklerinin aslında hiç öyle olmadıklarının; onla-rın aslında var olan ekonomik temeldeki ilişkilere uygun bir üstya-pı oluşturduklarının gösterilmesi gerekir. Bu sosyolojinin ve tari-hin esas konusudur. Ama bunu göstermenin bizzat kendisi de, yani dini bir inanç ola-rak değil üstyapı olarak ele almanın kendisi de yine bir dinin (yani bir üstyapının) içinde var olabilir ve onun bir ifadesidir. Ve bizzat bu ifadenin kendisi de yine öyledir. O halde, sosyoloji (Tarihsel madde-cilik veya Aydınlanmanın din tanımından arınmış Marksizm) yeni dindir. O halde, bilgi, dinsel olduğunu bilen; din dışında bir bilgi ve bil-gi kavramı olamayacağını bilen bir bilgidir ve bu bilginin kendisi de yeni bir dinin önermesidir. Ulusçuluk, Modern toplumun dininin, politik olanı ulusal olanla tanımlayan gerici ve karşı devrimci biçimidir. Ulus, modern toplu-mun dininin gerici biçimidir.

Ulusçuluk, Modern toplumun

dininin, politik olanı

ulusal olanla tanımlayan

gerici ve karşı devrimci

biçimidir. Ulus,

modern toplumun dininin

gerici biçimidir.

Page 34: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

34

Bütün dinler var olan dinlere karşı savaş içinde ortaya çıkar ve gelişirler. O halde, yeni din de uluslara ve ulusçuluğa karşı orta-ya çıkabilir ve tıpkı Aydınlanma’nın eski dinlere yaptığı gibi, biz-zat ulusları ve ulusçuluğu politik alanın dışına atarak özele ilişkin kılar. Bugün eski dine karşı mücadele, uluslara karşı mücadeledir. Devrimleri yeni dinlerin kurucu ve savaşçıları ortaya çıkarır ve zafere götürürler. Elbette bütün yeni dinleri (yani devrimleri) ezi-lenler taşırlar ve zafere götürürler, ama ezilenler olarak değil. Kö-leler, Hıristiyanlar olduklarında; Mekke’nin plebleri, Müslümanlar olduklarında; Paris’in Baldırı Çıplakları, Jakobenler olduklarında. O halde yeni dini de elbet işçiler ve ezilenler yükseltecektir, ama iş-çiler olarak değil, İnsanlar olarak. İşçiler, işçi olarak devrim yapa-mazlar. İşçiler, İnsan olduklarında, tıpkı pleblerin Müslüman oldukların-da bir devrim başarabilmeleri gibi, bir devrim başarabilirler ve İs-lam ve Aydınlanma’nın vasiyetini yerine getirebilirler. İnsan, biyolojik bir kavram olan, sosyal hayvan anlamındaki in-san kavramıyla karıştırılmalıdır. Bu küçük harfl e insan değil, bü-yük harfl e İnsan: Sadece dinlerin değil, ulusların da kişilerin özel sorunu olmasını savunandır. Nasıl hem puta tapmak, yani Allaha şirk koşmak ve hem Müslü-man olmak mümkün değilse, insan hem bir ulustan (yani örneğin Türk) hem de İnsan olunamaz. En kutsal savaş herkesin “kendi” ulusuna, “nefsine” karşı savaş-tır. İşçiler veya insanlar (burada küçük harfl e insan) ancak bu savaş içinde İnsan (burada büyük harfl e) olabilirler.

Görüldüğü gibi, Dinin tümüyle üstyapı olduğu önermesi, bütün bildiklerimizi, programlarımızı, stratejilerimizi, örgüt ve mücadele anlayışlarımızı alt üst etmektedir.

Bu önermeyi tüm kapsamıyla ve sonuçlarıyla anlamadan ne de-diğimizi anlamının ve onlarla bir tartışmaya girmenin olanağı bu-lunmamaktadır.

İşin ilginci, biz bile bu önermenin kapsamını ve sonuçlarını yeni yeni kavrayabiliyoruz ve şaşkınlığa düşmekten kendimizi alamıyoruz.

Elbette bütün yeni dinleri (yani devrimleri) ezilenler taşırlar ve zafere götürürler, ama ezilenler olarak değil. Yeni dini de elbet işçiler yükseltecektir, ama işçiler olarak değil, İnsanlar olarak.

Bütün dinler var olan dinlere karşı savaş içinde ortaya çıkar ve gelişirler. O halde, yeni din de uluslara ve ulusçuluğa karşı ortaya çıkabilir ve ulusları ve ulusçuluğu politik alanın dışına atarak özele ilişkin kılar. Bugün eski dine karşı mücadele, uluslara karşı mücadeledir.

Köksüz Yayınlar’dan çıkan üç kitabınıistemek için:

Tel: 0212.519 56 35

Demir Küçükaydın’ın

Page 35: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

35

2 Temmuz, Carina Cuanna ve Abidin Dino’nun Kızılbaş Günleri...

Besim Can Zırh, [email protected]

“Siyasaldan öte İnsansal”, Mecitözü’nde bir Ressam...

“Zarar yok, ama Mecitözü neresi? Nereye düşer, Akdeniz tarafl arında olsa duyardım adını, Karadeniz’de mi, yoksa

Doğu’da mı Mecitözü?”

Abidin Dino, İkinci Şube Şefi Parmaksız Hamdi’den sürgün edildiği yerin adını ilk

duyduğunda düşündüklerini böyle not etmiş güncesine. Sansaryan Han’dan iki jandarma

nezaretinde serbest bırakılıp, Haydarpaşa’dan başlayan uzun bir yolculuk sonrasında varmış “Çorum’la Amasya arası... iri bir köyle kasaba

arası” Mecitözü’ne.

“Geçmiş olsuna geliyorlar hepsi, sürgünlüğüm, sürgünlüğümün nedeni umurlarında değil. Çabucak farkına varıyorum ki, ‘ikamete memur’ olmam bir çeşit erdem, ressamlıktan ‘terfi ’ edip, saygıdeğer sürgün ‘payesine’ yükselmişim bilmeden.”

“Sürgün Ağa” olarak hoş karşılanmış, ama ilk günlerinde pek düşünmemiş ahalinin bu hoş nazarı üzerine. Sonra bir gün Piroğlu Halil gelmiş ziyaretine.

“Bunca ikram elbette bana değil, herhangi sürülmüş, başı derde düşmüş bir insana, gurbet yolcusuna gösteriliyordu. Koca Anadolu, öylesine denemişti ki, tepeden inme yüzyıllık buyrukların, fermanların, emirlerin, zorbalıkların baskısını, kendiliğinden bir dayanışma çıkıyordu ortaya. Siyasaldan öte insansal.”

Siyasaldan öte insansal bu ortaklaşmanın esbabı mucibesini mihmanda Aliyi gören Alevi kültüründe bulduğunda, “İşte benim Kızılbaş günlerim böyle başladı” diyerek noktalamış Dino hiç biti-remediği sürgün güncesini.

Yanlız Dino değildir Anadolu’nun kuytularındaki bu kültürü keş-feden. Vedat Türkali uzun yaşamından kısa bir kesiti anlattığı Komü-nist romanında TKP’nin desentralizasyon kararı öncesi Türkiye’yi bir ucundan diğerine kat etmek zorunda kalan iki yoldaşın Hacıbek-taş ilçesinden geçişlerini anlatır. Yolculukları boyunca bir güvercin ürkekliğinde görünmeden, gizlice hareket etmeye çabalayan bu iki kişinin hali tanıdık gelmiş olmalı ki adlarını sormaya dahi gerek gör-meden hoş nazarını esirgemez bir Hacıbektaşlı. Tıpkı bir kuşak sonra

Abidin Dino1913-1993

Koca Anadolu, öylesine

denemişti ki, tepeden inme

yüzyıllık buyrukların, fermanların,

emirlerin, zorbalıkların

baskısını, kendiliğinden bir dayanışma

çıkıyordu ortaya. Siyasaldan öte

insansal.

Page 36: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

36

Altımş Yıl Önce Bir Mahkûmun Çizgileriyle Hacıbektaş

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 1938 Donanma Davasında aldığı 15 yıllık hapis cezasının son bölümünü Kırşehir Hapishanesinde yatar. Afl a çıkar.24 Ağustos 1950’de kağıt üzerine mürekkeple iki adet “Suluca Karahöyük” eskizi çizer..

Nurhaklara, Binboğalara, Toroslara, Dersime sığınan yüzlerce dev-rimci genç gibi bir Alevi coğrafyasında soluklanırlar böylece.

Yüzyıllık Açılımlar ve Aleviler...

Geçen yüzyılın başında çökmekte olan bir imparatorluğun bilin-meyen geniş coğrafyasında keşfe çıkan Avrupalı araştırmacıların günceleri de benzeri tanıklıklarla doludur. Ali Duran Gülçiçek’in (2002) Fransız Grénard (1904) ve Alman Leonhard’dan (1899-1903) aktardıkları çağcılları İngiliz araştırmacıların yazdıklarından farklı değildir. Değinmelerde ortaklaşılan noktalar hep aynıdır:

İslam olarak bildikleri coğrafyada ortodoksiden gözle görü-lür farklılıklar gösteren, fakat ortaklaştıkları onca kültürel doku-ya karşın Hıristiyan olarak değerlendirilmesi de mümkün olmayan bir inanç topluluğunun keşfi yle başlar anlatı. Camisi olmayan köy-lerde yaşayan, kadınların toplum içinde ve yabancılara karşın rahat tavırlar içinde olduğu, komşu köyler tarafından horlanan, inançla-rını gizlemek zorunda kalan, ama yabancıları büyük bir konukse-verlikle karşılayan toplulukların nasıl tanımlanacağı sorusu epeyce yer tutar yazılanlarda.

Yerli araştırmacılar da bu hoş nazarı keşfetmiş, fakat farklı yo-rumlamış ve sunmuştur. Yabancı araştırmacılarla hemen aynı dö-nemde yeni siyasal seçkinler tarafından bilinmez kıta Anadolu’yu keşfe gönderilen Hasan Reşit Tankut (Zazalar Üzerine Sosyolo-jik Tetkikler) ve Nazmi Sevgen (Zazalar ve Kızılbaşlar) gibi “yer-li” araştırmacıların yazdıkları dikkate değerdir. Baki Öz, Alevili-ğe Atılan İtirafl ar başlıklı kitabında Turgut Akpınar’ın, Ali Rıza Yalman’ın Türkmen Oymakları üzerine araştırma yaparken ailenin tüm üyeleriyle birlikte aynı oba çadırında misafi r edildiğini şaşıra-rak aktarmasını cinsel konukseverliğin kanıtı olarak sunmasını tar-tışır. Öz’e göre bu şaşkınlık gerçekte Alevilere karşı yaygın olarak kullanılan Kızılbaş damgasının araştırmacılar tarafından nasıl da sindirilmiş olduğunun işaretidir. Şaşkınlık her daim dillerinin altın-da gizlenen baklayı ifşa eder. Kuşkusuz haklıdır.

Page 37: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

37

Bugün de açılımları yönetmekle me-mur edilenlerin ,“Bu adamlara binyıldır ‘kimse siz kimsiniz?’ diye sormadı” di-yebilmeleri, yazdıkları kitaplarda Ale-viliği antropolojik olarak güdük kalmış bir inanç olarak tartışabilmeleri, Alevi-ler mevcut düzenden rahatsızlıklarını dile getirdiklerinde Alevilerin de cumhuriyet rejiminden laiklikle kazançlı çıktıklarını söyleyebilmeleri, köşelerinden Alevilere, “Biz açıldık siz de açılın biraz” diye ses-lenenlerin Sivas’ı derin bir devlet masalı olarak anlatmaktan başka sözü olmaması bugün oturdukları muktedir koltuklardan Aleviliği hala nasıl bir güvenlik sorunu olarak gördüklerinin işaretidir.

George E. White, 1908 tarihinde İki-inci Meşrutiyet’in ilanıyla başlayan yeni rejimi Alevilerin nasıl gördüklerine iliş-kin yaptığı sohbetlerden çarpıcı bir anek-tot aktarır. Yüzyıl öncesinin açılımlarını şöyle değerlendirmiş bir Alevi:

“Bize yeni bir rejim verdiler, fakat bu rejimi yönetenler kimdir? Koltukta oturanların onda dokuzu aynı kişiler. Ben bunları bir yılana benzetiyorum. Sürünerek ilerleyen yılanın yolunu iki kaya kapatır. İki kaya arasında sade-ce dar bir geçit vardır. Yılan yolundan geri duramaz, dönemez de. O dar ge-çitten geçmek zorundadır. Geçerken derisi soyulacak olsa bile geçecektir, ama geçtikten sonra yine aynı eski yılandır” (1918: 242).

Aslında yakından bakıldığında Ale-viler açısından rejimin deri değiştirdi-ği bir başka dönemdir 1960 İhtilali sonra-sı yaşananlar. İsmet İnönü’nün Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bir masa ile temsil edilmesine ilişkin önerisi İsla-mi duyarlılık sahibi muhafazakar basının manşetlerine, “Mumsöndüyü camilere ta-şıyacaklar” şeklinde yansır. Bu tartışma-lı süreç Birlik Partisi’nin doğmasıyla so-nuçlanır. Alevilerin siyasallaşmasına ge-tirilen serbesti Aleviliğin korkulan bir İs-lam anlayışına karşın Horasan bağlantı-

sı üzerinden “özbeöz Türk” inancı olarak tanımlanmasıyla güdük bırakılır. Bu gü-düklük bir kuşak sonra Türkiye Devrim-ci Hareketi’nin gelişmesiyle birlikte aşıl-maya çalışılacaktır.(1)

Dönemin açılımına memur kılınan Yahya Benekay’ın Kırıkkale Hasan Dede Köyü’nde yaptığı röportajlardan derle-diği kitabı Yaşayan Alevilik: Kızılbaşlar Arasında (1967), Alevi dedelerini Viyana kapılarına dayanan gaziler olarak sunan anlayışıyla dönemin ruhuna işaret eden önemli bir dökümandır.

Hasan Dede köyünün piri Abdullah Demirhan şu sözlerle uğurlar Benekay’ı Kızılbaşlar arasından: “Yahya efendi oğ-lum, seviniyorum şimdi, şunları açık açık konuşuyor, hatta münakaşasını ya-pıyoruz. Altmış yetmiş sene önce bunla-rı söyleseydik, dilimizi ensemizden çıka-rırlardı” der.

Benekay için bu “acı bir söz”dür (182). Söz acıdır ve acılar henüz dinmemiş-

tir. Alevilerin siyasallaşmasını berabe-rinde getiren 1960’ların sonlarına doğ-ru Ortaca ve Elbistan gibi yörelerde ra-hatsızlıklar baş gösterir. Bir diğer askeri müdahaleyle hız kesen “gergin tırmanış” 1970’lerin sonuna doğru Türkiye’ye do-ğusundan batısına kana bulayacaktır. Ya-rım asır önce Abidin Dino’yu bağrına ba-san Mecitözü 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gösterilerine “duyarlılık” gös-terenlerin “Müslüman Namusuna Sahip Çık” diyerek kışkırttığı olaylarla inciti-lir. Bin yıl öncesi Anadolu’yu akın akın Türkleştirdiği söylenenler bin yıl sonrası Anadolu’dan akın akın sürgün edilir.

Abid

in D

ino,

Pa

rtiz

anla

r, de

tay

Page 38: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

38

Kerbelâ’dan Sivas’a, Bin Yıllık Yas...

Aleviliğin nasıl tanımlanacağı kolay ol-mayan bir sorudur. Kolay cevaplara alış-mış dimağlar için “siz kimsiniz” sorusu-nun tek bir cevabı olmalıdır. Masum ol-mayan bu soruda ısrar edenlere “Ale-vilik binlerce yıllık bir yastır” cevabı-nı vermek gerekir. Tarihte kaderini dökü-len ilk kanla ululuyanların, geniş bir İs-lam coğrafyasında vaad edilen “adil dü-zenin” mağduru olanların binlerce yıllık hak(k) bekleyeşidir Alevilik. Kerbela’dan bugüne gelişen ölüm ikonografi si bu bek-leyişten mirastır. Kerbela meydanın-da düşen oğlunun başında dizçökmüş Hüseyin’i temsil eden resim ile Karşıya-ka Mezarlığı’nda Sivas’ta düşen canla-rın taze mezarları başında boyun bükmüş adamın fotoğrafı tesadüfen yanyana gel-memiştir. Cemlerde, deyişlerde, türküler-de anlatılan hep bu bekleyiştir.

Ancak bu açıdan bakıldığında tarihe “Kerbela’dan Sivas’a” ve “Solingen’den Sivas’a” sloganları anlam kazanır. Bin-lerce yıl, binlerce kilometre sonra dahi Aleviler yastadır. 2 Temmuz’un anla-mı tarihteki bu devamlılıkta aranmalı-dır. 1980’ler boyunca kentlerde büyüyen, yüksek eğitim yoluyla yeni kentli koşul-lara uyum sağlayan, iktisadi, siyasal ve toplumsal hareketlilik kazanan yeni Ale-vi kuşağı tam da ebeveynlerinin “dışarı Alevi olduğunuzu söylemeyin” tembihle-rine aldırış etmemeye başlamışken yaşa-nan Sivas bir dengeyi yeniden tahsis et-mek içindir. Tıpkı 1978... tıpkı 680’de ol-duğu gibi.

Aziz Nesin’le yapılan röportajda TGRT muhabirinin çanak soruları bu çerçeveden önemlidir “Ama efendim Sal-man Rüştü’nün yazdığı kitapta Peygam-ber efendimizin zevcelerine dil uzatma var”... “Tabii, Sivas şu anda kozmopo-lit bir yer olduğu için duyarlı. Bir de 78 hatırası var Sivas’ın. Çoşkun bir hatıra-sı var...” “Peygamber, müminlerin kendi

canlarından ileridir. Bakın, hanımları da müminlerin analarıdır”... “Siz mümin ol-mayabilirsiniz, ama Müslümanlar duyar-lılık gösteriyor burada.”

Nesin, “Duyarlılık öldürmek değil-dir” diyerek Aleviliğin hoşgörüsünden söz açtığında ise muhabir, “Mesela siz Kuran’ı Kerim’in tefsirlerini okudunuz mu?” diyerek konuşmanın yönünü değiş-tirir. Nesin Kuran’a inanmadığını söyler-ken çevrede bekleşenler tepki gösterme-ye başlar ve röportaj yarıda kesilir. Nesin röportajı Sivas yangının işaret fi şeğidir. Müslümanlar aynı şehirde on beş yıl son-ra bir kez daha “duyarlılık” göstermeleri üzere göreve çağrılmıştır.

Ve bu yangında Salman Rüştü’nün Şeytan Ayetleri önemli bir referans-tır. Avrupa’da Aleviler henüz birara-ya gelmeye başlamışken yaşanan bu ha-dise Alevilerin kendilerini tanımlama-larında önemli bir fırsat olur. Örneğin, Hollanda’da kurulan ilk Alevi Örgütü olan Hacı Bektaş Vakfı Başkanı Ataner Topçuoğlu Şeytan Ayetleri’ne karşı dü-zenlenen “duyarlılık” gösterileri konu-sunda Alevilerin kitap yakılmasını onay-lamadığını, Avrupa’da yaşayan Türki-yeli göçmenlerin hepsinin Sünni olma-dığını söylediğinde tarih Mart 1989’dur. Hollanda’da Alevilerin yaptığı basın açıklamalarına diş bileyenlerin öfkelerini Türkiye’ye aktarmış olduklarını düşün-memek için bir neden olabilir mi? TGRT muhabirinin sorularının satır aralarından sızan öfke sadece Aziz Nesin’in Şeytan Ayetleri’ni yayınlamasına değil, aynı za-manda yeniden ortaya çıkmaya başlayan Alevilere de ilişkindir. Aleviler 1989’da Salman Rüştü’nün yanında yer almış ve bedelini 1993 Sivas’ta ödemişlerdir.

Sivas’tan Sonra... Her Mahalle Madımak, Her Gün Sivas

Aradan 16 yıl geçmiştir, BBP lideri Muh-sin Yazıcıoğlu, “Madımak’ın müze fi lan olması doğru şeyler değildir. Neyin mü-

Page 39: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

39

zesini yapacağız? O zaman Türkiye’nin her köşesini müze yapmak lazım” (Radi-kal, 15.02.2009) derken Sivas’ın önemine işaret eder. Öyle ya, Türkiye’nin her ma-hallesi bir Madımaktır.

İşte, aradan 17 yıl geçmiştir ve Sivas Valisi Ali Kolat 2 Temmuz’un Cuma gü-nüne denk gelmesi nedeniyle Sivas An-masına gelecek olanların can güvenliğini sağlayamayabileceklerini söyleyerek Ale-vilerden anlayışlı olmalarını ister. 1978’i, 1993’ü yaşamış bir kentin valisi 2010’da aynı “çoşkun hatırayı” yeniden yaşama-mak için Sivas’a sahip çıkmak isteyenle-re “gelmeyin” diye seslenmektedir. Zaten yıllardır “yaraları kaşımayın” telkinleriy-le söylenen budur: Sivas’ı anmaya ne ge-rek vardır. Öyle ya, eğer Sivas’ı anacaksak her gün bir Sivas’tır.

Aynı yıl Zaman gazetesi Sivas’ı şu şe-kilde hatırlatır okuyucularına: “2 Tem-muz 1993’te gerçekleştirilen Pir Sul-tan Abdal Şenlikleri sırasında Madı-mak Oteli’nde yangın çıkmış, araların-da otel görevlilerinin de bulunduğu 37 kişi ölmüştü” (02.07.2009). Çıkan yan-gının öznesi gizlidir. İşte bu nedenle Sivas’la yüzleşmek sebebi her ne olursa olsun Türkiye’nin her mahallesinde vah-şi bir şiddete maruz kalanların acılarıy-la yüzleşmektir. İşte bu nedenle Sivas’la yüzleşmek bu toprakların tarihine sin-miş şiddetin gizli özneleriyle yüzleşmek-tir. İşte bu nedenle Sivas’a sahip çıkmak Türkiye’de demokrasi mücadelesine sa-hip çıkmaktır. Sivas bu ülkenin vicdanı-dır, hem öncesi hem de sonrasıyla...

Aradan 17 yıl geçmiştir ve Sivas Valisi’ne ilk tepki gösteren kurumlardan biri olan İngiltere AKM ve Cemevi Baş-kanı İsrafi l Erbil yönetime geldiklerinden bu yana kendilerine her türlü fırsatta zor-luk çıkaran malum anlayışın temsilcile-ri tarafından Türkiye’deki Pir Sultan Ab-dal Kültür Dernekleri’nin üyesi olmak-la itham edilir. Britanya mahkemelerine sunulan dava dilekçesinde hem PSAKD hem de Erbil solcu, Kürtçü ve dolayısıy-

la terörist olmakla suçlanır. Mahkeme suçlamaları dikkate almaz, Erbil yaptığı açıklamada suçlamalardan onur duydu-ğunu şu sözlerle belirtir:

“Bize olan suçlamalar nedir? Bizi Pir Sultan Abdal Derneği üyesi ve kendilerine göre terörist olmakla suçluyorlar. Aleviler Ermeni çocuklarını korurken Ermeni oldular, Koçgiri ve Dersim’de Kürt oldular, 1960 ve 1970’lerde devrimci oldular. Nerede bir sıkıntı nerede bir zulum varsa, nerede bir hayınlık, nerede bir eşitsizlik varsa Aleviler hep orada oldular. Dolayısıyla biz Kürt ya da solcu olmakla ilgili suçlamalardan yalnızca onur duyarız.”

“Yabancı değil”... Carina Cuanna

Bu tarihsel konum sadece Alevilerin de-ğil Alevilere yakın duranların da kaderi-dir. Sivas’ta 37 kişi hayatını kaybetmiş-tir. Bunlardan ikisi göstericilerdendir,(2) diğer ikisi ise otelde çalışan görevliler-dendir, biri ise Alevilik üzerine araştırma yapan Hollandalı gazeteci-öğrenci Carina Cuanna’dır. Anmalarda Sivas’ta ölenlerin sayısı genellikle 35 olarak belirtilir. Fa-kat, anılanların, Avrupa ve Türkiye’deki yüzlerce cemevinde resmi duvarlara ası-lı olanların sayısı ise 33’tür. Carina bu 33 kişiden biridir.

Carina’nın Sivas’a yola çıkmadan Ankara’da konaklar. Yanında kaldığı aile tarafından çevreye “yabancı değil” diye tanıtılır. Carina, Alevilik üzerine araştır-ma yaptığı için yabancı değildir. Alevi-liği araştırmak için gelmiş, mihman ol-muştur. Kaderini Alevilerle keşistirmiş ve onlarla birlikte ateşte semaha durmuş-tur. O, Cumhuriyet tarihinde Türkiye’de araştırma yaparken hayatını kaybeden tek kişidir ve Alevilik üzerine araştırma yaparken yaşamını yitirmiştir. Dört kö-şesi devlet tarihi ve kurumlarıyla mamur Cumhuriyet Meydanı’nın kıyısındaki bir otelde devletin koruyamadığı Alevile-rin yanında olduğu için 22 yaşında haya-

Page 40: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

40

ta veda etmiştir. Türkiye’de güvenli kim-lik kategorilerinin dışında kalan hayatla-rı bilmenin ve bu hayatlara yakın durma-nın bir bedeli vardır. Carina da bu bedeli ödediği için “bizdendir.”

Bugün 2 Temmuz’u bir kez daha anarken üzerine düşünmemiz gereken bu ülkede güvenli kimlik kategorileri-ne sağlanan olanak ve hakların Cumhu-riyetin tüm üvey çocukları için genişle-tilmesi olmalıdır. Bugün, 2 Temmuz’u bir kez daha anarken cemaatçi açılımla-ra karşı eşit yurttaşlık hakkı için taleple-rimizi yükseltmeli ve Abidin Dino’ların Anadolu’nun kuytularına baktığında keş-fettiği siyasaldan öte insansal kendiliğin-den dayanışma ağlarını yeniden örmenin yolları üzerine düşünmeliyiz. Ancak o zaman biz de bu toprakların yabancısı ol-mayacağız.

NOTLAR:(1) Kelime Ata (2007) ve Sabır Güler’in

(2008) Türkiye Birlik Partisi üzerine hazırladıkları siyasal monografi lerin derinliğine karşın rejimin deri değiştirdiği 1960 açılımlarının Aleviler açısından henüz yeterince tartışılmadığını not etmek gerekir. Bu çerçeveden gerek Birlik Partisi gerekse de Ergenekon Davası süreçlerinin iyi değerlendirilmesi gerekir. Son yıllarda “Alevi Vali, Alevi General isteriz” diyerek parlamenter siyaseti tek çözüm olarak önerenlere kerametin Alevi olarak general ya da vali ve dahi bakan olmakta değil, Türkiye Demokrasi Mücadelesi’ne katkı sunmakta olduğunu hatırlatırız.

(2) Olaylarda hayatını kaybeden iki göstericinin nasıl öldüğüne dair İslami duyarlılığa sahip muhafakazar basında Sivas’dan bu yana çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır. Sivas’ın sözü her açıldığında aba altından sopa göstererir gibi bildikleri, ama söylemedikleri bir şey olduğunu ima ederler. Bildikleri herkesin malumudur. Fakat hatırlatılması gereken Sivas’ın hayaleti karşısında kendine sığınak arayanların, insanlık konusunda Mavi Marmara feribotunda yaşananlara karşı kendini savunmaya çalışan İsrail ile aynı çizgide durduklarıdır.

KAYNAKÇA:Akpınar, Turgut. (1988), “İlginç Bir Adet: Cinsel

Konukseverlik”, Tarih ve Toplum. Sayı 54, Haziran.

Ata, Kelime. (2007), Alevilerin İlk Siyasal Denemesi: (Türkiye) Birlik Partisi (1966-1980). Ankara: Kelime Yayınevi.

Benekay, Yahya. (1967), Yaşayan Alevilik: Kızılbaşlar Arasında. İstanbul: Varlık.

Dino, Abidin. (2001), Kızılbaş Günlerim. İstanbul: Sel Yayıncılık.

Gülçiçek, Ali Duran. (2002), Kızılbaşlık Kavramının İçyüzü. AABF.

Güler, Sabır. (2008), Aleviliğin Siyasal Örgütlenmesi: Modernleşme, Çözülme ve Türkiye Birlik Partisi. Ankara: Dipnot Yay.

Koçak, Ahmet. (2003), Onlar Işık Oldular. İstanbul: Alev.

Öz, Baki. (2005), Aleviliğe İftiralara Cevaplar. İstanbul: Can Yayınları.

Sevgen, Nazmi. (2003), Zazalar ve Kızılbaşlar. Ankara: Kalan Yayınları

Tankut, Hasan Reşit. (2000), Zazalar Üzerine Sosyolojik Tetkikler. Ankara: Kalan Yay.

Türkali, Vedat. (2001), Komünist. Gendaş. White, George E. (1918), “Some Non-

Conforming Turks” in Moslem World No. 3, July, pp 242 – 248.

Yalman, Ali Rıza. (1977), Cenupta Türkmen Oymakları. Ankara: Kültür Bak.Yay..

Carina Cuanna ThuijsBoyun eğmem asla sanaYaksan bile bedenimi Ben doğarım küllerimdenGücün varsa durdur beni

Almora, Güneşin Ozanları

Page 41: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

41

BİR YANINI NURHAK’a, bir yanını Göl başı’na yaslamış, iki dağın ara-

sında kendi türküsünü söylüyordu Savran Köyü. Alt tarafından, sakin sakin akıp giden Göksu Çayı. Gün akşama dönü-yordu yüzünü, biz Savran’a geldiğimiz-de. Geçtiğimiz yollardan anılarını bir bir topluyordu Divani Baba. Bizleri baharın coşkusuyla karşılayan yollar, bir keresin-de Divani Babayı beyaz bir örtüyle kar-şılamış. Dize gelen karda saatlerce süren yolculuğunu anlatıyor, gözleri yeşil tepe-lere dalarken. Köye yaklaştığımız her da-kikada, iyiden iyiye canlanıveriyor anılar ve susuyoruz hep birlikte.

Ve işte Göksu Çayı! Selama durmuş yol üstünde. Dağlar üstümüze üstümü-ze gelmiyor. Yüceliğinin asaletiyle yer-lere kadar eğilip selamlıyor sanki köye ayak basan herkesi. Mehmet Baba (Biça-re) önde, ilerliyoruz yukarılara ve işte es-kiden cem yapılan, taşlarla örülmüş o ru-hani ev. Sanki yılların yorgunluğunu ta-şıyor duvarları. Belki de yalnızlığın ver-diği bir yorgunluktur suskunluğunun ne-deni. Evin dört bir yanının dolaşıp, İbra-him Babaya niyazlarımızı yollayıp iler-liyoruz.

Savran’ın şimdiki babası Mehmet Baba’nın evindeyiz. Herkesin yüzünde tatlı bir tebessüm! Yılların hasretliğiyle sarılıyorlar Divani Baba’ya. Uzaktan ge-len oğullarını karşılarcasına candan, öz-den kucaklıyorlar. Çay ocakta demlenir-ken, muhabbet de balkonda demleniyor Göksu Çayı’na nazır.

Divani Baba’nın kurbanı vesilesiy-le geldiğimiz Savran köyü, yaşlısıy-la genciyle güler yüzle, tatlı dille karşılı-yor bizleri. Sanki birkaç gün önce gitmi-şiz de yenice gelmişiz gibi, kaldığı yer-den devam ediyor muhabbet. Urfa’sıyla, Nurhak’ıyla koca bir harman oluyor Sav-ran köyü.

Köklü bir dostluğun yeni fi lizler ver-diğini görüyorduk. Dedelerden kalan se-lam, şimdi torunların eliyle bir kere daha getiriliyordu. Ataların ektiği tohuma bir

tas su daha dökülüyordu. Bir tek kurban, birleştiriyordu tüm selamları. Dedeleri-mizin geçtiği yoldan şimdi biz geçiyor-duk. Tarifsiz bir heyecandı, mutluluktu.

Sazıyla, sözüyle cemdekileri selam-larken Garip Kamil, insanlar çoktan can cana olmuştu bile. Yemeğin kokusu oda-ya dolmaya başlayınca anladık, karnımı-zın ne kadar acıktığını. Bulgur pilavının bereketli taneleri unutturdu yorgunluğu-muzu. Hele o marullar! Belki de ömrüm-de yediğim en güzel maruldu. Taze ya-yılmış yayık ayranını da içtikten sonra, şimdi daha bir başkaydı odadaki insanlar. Ekmeği paylaşmanın verdiği güven, gü-zel bir ceme işaret ediyordu. Ki aynen de öyle oldu. Sazın teline vuran her mızrap, Barış’ın, Doğan Hoca’nın, Celal Abbas’ın diline tercüman oluyordu ve yavaş yavaş yıkanıyorduk hayatın tüm kirinden, pa-sından.

Dolular boşalırken vakit de geceyi çoktan geçiyordu. İnsandık. Kendi adıma söyleyeyim, bunu hatırlıyordum sabahın kızıl şafağı sökerken. Bozulan araba, hiç kimsenin moralini bozamamıştı. Ahmet Baba tamiri sürdürürken, Hüseyin Baba muhabbete devam ediyordu, bizler her ne kadar titreyen dişlerimizi gülüşlerimize eşlik etsek de!

İşte yine yola revan oluyorduk. Yolla-rın dünkü heyecanı yerini derin bir ses-sizliğe gömerken, bizler arınmışlığımızın rahatlığıyla, ruhumuzdaki huzurla saba-hı selamlıyorduk. Toplu terapi aldık, di-yordu Divani Baba. Sanırım içimizdeki rahatlığın en güzel tarifi ydi bu. Bahar ci-ğerlerimize doluyordu şimdi. Her şeyiyle beraber yeni bir gün doğuyordu üstümü-ze ve biz Nurhaklı canları uğurlayıp, ka-famızı yastığa gömüyorduk, hayatın koş-turmacasına katılacağımız anın gerçekli-ğindeki ezikliği düşünerek…

28 Mayıs 2010

Kurban BahaneSeher Yeli

Page 42: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

42

Genç Aleviler Konuşuyor - Bölüm IIIAhmet Koçak

Alevi gençleri “partileşme süreci”ne nasıl bakıyor?Ayhan Arslan

ABF Başkanı Ali Balkız ve PSAKD yöneticileri eski ÖDP genel başkanı Ufuk Uras ile yeni bir Alevi partisi kuracak dendi. Başına da Ufuk Uras getirilecekmiş. 8 Kasım Mitinginin de bu amaçla ya-pıldığı söylendi. Alevi Bektaşi Gençlik Platformu (AGEP) kurucu-larından Atilla Taş’la görüştüm. Kendisinin hem Ali Balkız’la hem de PSAKD ile diyalogu iyiydi. Bu sözlerin aslı var mı diye ona sor-dum. Atilla ağabeye böyle bir şey yok dedi. Oradaki çalışma Alevi-leri değil, sosyalistleri tek bir çatı altına toplamakmış.

Ben karşıyım bir Alevi partisi kurulmasına. Başka bir isim altın-da bir Alevi partisinin kurulmasına da karşıyım. Hani, ismi Cum-huriyetçi Parti olur, ama der ki ben Alevi partisiyim. Ben buna da karşıyım. Yani bir nevi Barış Partisi.

Ali Haydar Veziroğlu’nun kurduğu Barış Partisi de güzel başla-mıştı. Bizim cemevinde bir amcamız vardı, Allah rahmet eylesin, vefat etti. BP’nin Bağcılar’da mitingi vardı. Küçüktüm, ama hatırla-rım yine de, elinde Hz. Ali’nin resmiyle o mitinge giderdi. Aleviler gerçekten sahiplenmişti o partiyi.

Ama Ali Haydar Veziroğlu çıktı “Barış Partisi bir Alevi parti-si değildir” dedi. Bunu dediği an hiç bir şey yapamaz hale geldi. O güne kadar CHP’den başka bir partiye oy vermemiş babam bile Ba-rış Partisi’ne oy vereceğim diyordu. Ne zaman Ali Haydar Veziroğ-lu bu açıklamayı yaptı, halkın desteği de bitti.

Nasıl bir Türkiye İstiyoruz diye bir tartışma başlattılar, ama tartışma başka bir noktaya geldi. İnsanların aklına sol

bir parti kuruluyor düşüncesinden çok Alevi partisi mi kuruluyor düşüncesini getirdi.

Ayhan Arslan

GERÇEKTEN 9 Kasım Ankara Mitingi, Alevilerin talepleri için büyük bir çalışmaydı. Ama 8 Kasım’da Kadıköy’de olan mitingi yargılarım.

Ali Balkız’la birkaç defa da yan yana geldik konuştuk. 8 Ka-sım mitinginin düzenleyicisi, öncüsü olarak Ali Balkız gözüküyor. 8 Kasım Mitinginde Alevilerin istemlerinden çok bu partileşme üzerine konuşuluyordu. 8 Kasım’da sahneden konuşanlar, Ali Bal-kız dâhil olmak üzere, yeni oluşum üzerine konuşuyorlardı. Yani, 8 Kasım’da bir aldatma vardı.

Biz orada Alevi mitingi yapmadık. Sanki biz oraya yeni bir par-tinin oluşumuna destek vermeye gitmişiz! Böyle bir şeye dönüştü. Konuşmalar bu yöndeydi.

Ben karşıyım bir Alevi partisi kurulmasına. Başka bir isim altında bir Alevi partisinin kurulmasına da karşıyım. Hani, ismi Cumhuriyetçi Parti olur, ama der ki ben Alevi partisiyim. Ben buna da karşıyım.

Page 43: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

43

İnsanların anlamadığı şey de buydu: Ali Balkız, bu hükümetle, bu düşünceyle, bu anlayışla olmuyor dedi. Ardından ekledi: Böyle bir partinin olması gerekiyor!

Yeni parti deyince, kendi evimde ablamla yaşadığım bir örnek var. Ablamlar da mitingdeydi. 8 Kasım’ın akşamı eve gidip yeni bir parti kurulacak, o parti de Alevi partisi olacak deyince, ablam “Ol-maz öyle şey” dedi, “Öyle bir parti kurulursa ben hayatta oyumu vermem!”

Niye vermezsin diye sordum. “Ne farklılığı kalır” dedi, “Biz Diyanet’in kaldırılmasını istiyoruz, ama kendi Diyanetimiz açıl-mış! Ona karşı gelmiyoruz!

AKP ve MHP’ye tek milliyeti, tek düşünceyi, tek inancı savu-nan partiler diyoruz. Kurulacak Alevi partisi de bir tek düşünceye hizmet eden parti olmayacak mı?” Ablam bu karşılığı verdi.

69 kuşağında mücadele veren gençlerin çoğunluğu Alevi. Gü-nümüzde sol siyaseti savunan gençlerin çoğunluğu gene Alevi. Oy kullanmayan insanımız yüzde otuz. On iki milyon kişi, bunların yüzde yetmişi-seksen beşi gene Alevi. Bizim çevremizde, içimizde bile oy kullanmayan arkadaşlarımız var. Sol düşünceye sahip olan oy kullanmayan arkadaşlarımız var.

Tamam, parti kurulmasın diyoruz. Kurulu partiler var, en basi-ti CHP. Geçen dönem seçimlerde Bağcılar Belediye Meclisinin yedi üyelerinin beşi Aleviydi. 3. Bölgeden İstanbul Büyükşehir Beledi-yesine gönderilen dört meclis üyesinden üçü Aleviydi. CHP bunu yaptı.

CHP’yi savunmak açısından demiyorum. Alevi gençler konuşu-yor, ama bir şey yapmıyor. Oy kullanma zamanı oylarımız ya bölü-nüp gidiyor ya da oy kullanmıyoruz. Neden? Çünkü sol düşünceye sahibiz, bu düzene oy verilmez!

CHP’nin 2002 seçimlerinde 138 milletvekili içinde 54 tanesi Aleviydi. Ben şunu diyordum; Bakın bir yere gelemiyoruz. Alevili-ğin haklarını savunmak mı diyorsunuz? Tek başına bir Alevi hükü-meti yaratamazsınız. Ama en azından Meclise ne kadar Alevi dü-şüncesine, kültürüne sahip insan sokabilirseniz o kadar temsil edi-lirsiniz.

Oturuma çomak sokunca herkes konuşmak istiyor. O zaman Gani’den başlayalım.

Gani Kılıç

ALEVİLİĞİN bir bahçesi olduğundan, bunun içinde siyasetin oldu-ğundan bahsediyoruz. Alevilik adına bir parti olmasına ben de kar-şıyım, ama Alevilerin oy verebileceği, isteklerine, fi kirlerine uya-cak bir partinin kurulmasında bir sakınca yok. Ama Alevi ismin-de değil tabi ki.

Yıllardır Sünni arkadaşlarımız, bize CHP’lisiniz, Alevilerin oy verdiği parti CHP’dir der dururlardı. Doğru mudur bu? Evet, bu CHP’yi Alevi partisi yapar mı? Bize göre hayır, ama Alevilerin yüzde doksanının oy verdiği parti CHP’dir.

AKP ve MHP’ye tek milliyeti,

tek düşünceyi, tek inancı

savunan partiler diyoruz.

Kurulacak Alevi partisi de tek düşünceye

hizmet eden parti bir

olmayacak mı?

Page 44: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

44

Gece Kelebeği Perperık-a Söe

Haydar Karataş

255 Sayfa 17 TLMayıs 2010, İstanbulISBN978-975-050-770-0

İletişim Yayınları0212.516 22 60

Haydar Karataş’ın Bu Güzel Romanını Gün Zileli Tanıtıyor

Gece KelebeğiPerperık-a Söe,

KİM demişti roman çağının bittiğini, artık ro-manın öldüğünü, artık yüreğe dokunan o gü-

zel romanları sadece özlemle anıp okuyacağımı-zı? Haydar Karataş’ın gelip elimize alçakgönül-lükle bıraktığı, her satırıyla acı ve ironiyi birleş-tiren 255 sayfa neyse ki bu öngörüyü ya da sapta-mayı yalanlıyor.

İnsan varlığının özsel karmaşıklığını tüm gör-kemiyle önümüze süren büyük bir romanla kar-şı karşıyayız. Yaşar Kemal ve Cengiz Aytma-tov ayarında evrensel bir romanla karşı karşıya-yız hem de. Bu iki büyük yazarda da gördüğümüz gibi, bir eserin yerelliği ne kadar canlıysa evrensel değeri de o ka-dar büyük oluyor, son dönemlerde yaygınlaşan ve yaygınlaştığı öl-çüde benimsenen bir önyargının tersine.

Dersim’de 1939 ve sonrasında olup bitenler, az çok duyduğu-muz, bildiğimizi sandığımız şeylerdi. Haydar Karataş romanında, olabildiğince çığlıksız, olabildiğince nitelemesiz, neredeyse soğuk-kanlı diyebileceğimiz edebi bir anlatımla bunları aktarıyor. Ora-lardan yetişip de, ateşin düştüğü yerde yanıp da bunu böylesine “isyan”sız (ama içten yanan bir isyanla) anlatmak kolay iş değildir, büyük bir yazar metaneti ister. İşte Haydar Karataş bunun üstesin-den gelmiş. İkincisi, bir de bu acıyı, edebiyatla ballandırmaktır ro-manın ve yazarın büyük başarısı. Gerçekten de “acıyı bal eylemek” böyle olurmuş meğer!

Perperık’ın beni en çok şaşırtan ve etkileyen yönlerinden biri, roman kahramanlarının olağanüstü diyebileceğim şekilde, okuyu-cunun yanı başında ete kemiğe bürünmesidir. Üstelik bunu, esas olarak tasvirlerle değil, roman kahramanlarının o kendine özgü ko-nuşma tarzlarıyla yapıvermek. Bunu ancak çok az sayıda usta ya-zar becerebilmiştir.

Karataş, gerçeklikte Zazaca konuşan bu yöre insanlarının ko-nuşmalarını Türkçeye aktarmakta büyük bir başarı göstermiştir. Hiçbir yabancılık duymuyorsunuz okurken.

Kimse bu romandan sakın ola ki, bir yerel milliyetçilik tadı al-maya kalkmasın. Ağzı acıyacaktır. Haydar Karataş’ın romanı, ulus-devlet milliyetçiliğine olduğu kadar yerel milliyetçiliğe de bir dar-bedir. Ulus-devlet milliyetçiliğine büyük bir darbedir bu roman, ama aynı zamanda yerel milliyetçiliğin önünde de büyük bir bent oluşturmaktadır. Çünkü yazar, halka güzelleme yapmak yerine onun iç çelişkilerini, tutarlılık ve tutarsızlıklarını bir arada ele al-mayı yeğlemiştir. Aynen halkın kendisi gibi.

Page 45: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

45

Cemaat, o kötü koşullarda bile kendini eleştirmesini bilir, aşiret-lerin birbirini yemesini irdelemekten geri kalmaz, kahramanı Seyit Rıza’yı bile Sin köyünü basıp yaktığı için eleştirmekten geri kal-maz. Tüm roman boyunca bunu görürüz. Romanın en güçlü yanla-rından biridir bu.

Devletler, örgütler hiçbir zaman gerçek anlamda kendilerini eleş tirmezler. Her zaman bir dış düşman yaratıp o dış düşmana kar-şı iç tesanüt talep ederler. Oysa halklar, cemaatler, en zor koşullar altında bile iğneyi de, çuvaldızı da önce kendilerine batırırlar. Doğ-ru olan da budur zaten.

Komünal yaşamın karşılığı olan doğa dininin tüm öğeleri anla-tılır Perperık’da. Sıncık Dağı’nda Fecire Hatun’un taşlardan oluşan Kertlere yüz sürerek yalvarmalarını anlatan dağ sahnesi eşsizdir. Doğayla iç içe yaşayan bu insanlar, feodal ya da kapitalist uygarlık-ların hiyerarşi anlayışından son derece uzaktırlar.

Örneğin kadının yeri bambaşkadır bu yöre insanlarının yaşa-mında. Bir yandan öküz ya da at gibi bir “üretim aracı” olarak gö-rülür ama bir yandan da kadına bir kutsiyet atfedilmiştir. Kadına el kalkmaz, kadın bir kavgada araya girmişse o kavga durur, kadının topluluk içindeki hakaretine bile karşılık verilmez.

Bu cemaatin hiyerarşisi ile bildiğimiz toplumların hiyerarşi-sinin çok farklı olduğu anlaşılmaktadır. Gülüzar’ın, Bent köyüne doğru giderlerken topluluklarını şu şekilde sayması tipiktir: “Altı çocuk, iki kadın, bir de kolu olmayan Kolsuz Musa. İnek, üç keçi ve boynunda ipi koyunumuzla on dört kişiydik.”

Bizim yaşadığımız uygar toplumda hayvanların “kişi” yerine konduğu nerede görülmüş. Anlatımlarda da görürüz bunu. Keçiler “kibar”dır, Kangal “insan donu”na girmiştir, at “nazik”tir.

Gerçekten de insanı ağlatacak ölçüde büyük bir zulüm gören Dersim halkı da, Haydar Karataş da, düşmanlığın böylesine körük-lenmesinden o kadar uzaktırlar ki. Tersine, Haydar Karataş, bir Fev-zi Müdür’ü de olumlu ve olumsuz tüm insani özellikleriyle aktar-maktan geri kalmamış, ölüm korkusuyla titreyen jandarma askeri-ni de merhametle anlatabilmiş, gerçek bir kahraman olan Çavdar Hüseyin’i tüm çelişkileriyle ve zalim yönleriyle birlikte objektif bir şekilde anlatmanın üstesinden gelebilmiştir.

Romanı okurken insan acaba bu anlatımlarda Aleviliğin ya da doğa dinlerinin barışçı özelliklerinin, romanın sonlarına doğru an-latılan bir cem sahnesindeki felsefenin rolü var mı diye düşünmek-ten alamıyor kendini: “Kolsuz Musa söyledi, halla halla erenler, hal-la halla, dertler yok ola, düşmanlar dost ola…” (s. 219) Hepimize bir insanlık dersi bu…

Anlayana.Gün Zileli, 10 Mayıs 2010

Radikal gazetesinde 21 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanmış olan yazıdan kısaltılmıştır.

Yazının tamamına Radikal internet sitesinden ulaşılabilir

Haydar Karataş’ın internet sitesi: www.haydarkaratas.com

Page 46: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12

46

Madencinin TürküsüNedim Kanoğlu

17 Mayıs’ta maden facialarına bir yenisi daha eklendi. Son altı ayda meydana gelen üçüncü maden kazasıdır bu. Şubat ayında Balıkesir’de özel bir madende meydana gelen göçükte 13 kişi yaşa-mını yitirirken, Aralık ayında Bursa’nın Mustafa Kemal ilçesindeki grizu patlaması, 19 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştı.

Başbakan çok rahatlıkla, “Bu kaderdir, takdir-i ilahidir” diye-bilir, hiç şaşırmıyorum. Şaşırdığım halkımızın bu duruma nasıl se-yirci kalabildiğidir. Ya da doğru soru: Nasıl seyredecek hale geti-riliyor? Bunun yanıtı da belli: Uyuşturularak! Taşeronlaştırıyor: Umursamıyoruz! Özelleştiriyor: “Bana dokunmayan yılan…” di-yoruz! Fark edene, eylem yapana, sokağa çıkanlara sinirleniyoruz.

Canlara mal olan kazaları “kader” diye niteleyen zihniyete karşı duran bilinçli işçiler biliyor ki, bir iş kazası ölüm veya yaralanma ile sonuçlanmışsa, olayda kusuru bulunan kişiler cezai açıdan sorum-ludurlar ve haklarında cezai yaptırımlar uygulanır. Sorumlu işveren ya da vekilinin yasa, tüzük, yönetmelik ve diğer hukuksal düzenle-melerde belirtilen iş güvenliği kurallarına, dikkat ve özen yüküm-lülüğüne aykırı davranışları kusur sayılmaktadır.

Ceza hukuku iş kazalarıyla ilgili suçları “taksirli suçlar” olarak adlandırır. 1 Nisan 2005’te yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunun-da ayrıca “bilinçli taksir” kavramı tanımlanmıştır. Taksirli suçlarda hükmolunan hapis cezasının, para cezasına çevrilebileceği, ancak bu hükmün bilinçli taksir halinde uygulanmayacağı belirtilmiştir.

Yaşadığımız maden kazalarında bilinçli taksir suçu vardır. Üre-tim sırasında iş güvenliği önlemleri alması gerekirken, almayan; bunu zahmet, masraf olarak gören, işçinin yaşama hakkını yok sa-yan anlayış bilinçli taksirdir.

Türkiye’de kömür madenciliği işçi başına düşen kaza ve ölüm sıralamasında başta geliyor. 2008 yılında 43, 2009 yılının ilk on ayında 54 maden işçisi hayatını kaybetti. Bu sonuçların nedeni işçi sağlığı ve iş güvenliği denetimlerinin ve eğitimlerinin özelleştiril-mesi, devlet denetiminin fi ilen kaldırılması, iş güvenliği eğitimini artık patronların vermesi ve kendi kendini denetlemesidir.

Son faciadan sonra İTÜ İnşaat Fakültesi öğretim üyesi Emre Gürcanlı’nın taşeronlaşmanın sonuç ve sakıncaları soranlara verdi-ği yanıt gerçeğin özetidir: “Özelleştirme ölümdür!” Kapitalizm artı değere ve kana doymuyor. Maden işçisi ya da tersane işçisi fark et-mez, artı değeri artırmaya yarıyorsa kan içmeye hazırdır.

Burada Zonguldak maden işçilerinin 1990 yılındaki grevi ve büyük yürüyüşüne değinmeden geçemeyiz. O yıl Türk-İş’e bağlı sendikalar kamu kesimindeki toplu iş sözleşmelerini işçilere rağ-men imzalamıştı. İşçiler, sarı sendikacılık zincirini kıramadığı için bir kez daha ihanete uğramış, kölelik ücretine mahkûm edilmişti.

Page 47: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

Mayıs-Haziran 2010 SACAYAK

47

SACAYAKDerginize Abone Olun

Türkiye TL 40 – Avrupa Birliği € 50 – İngiltere £ 40Abone olmak için abone bedelini postaneya yatırın:

Genel Ajans Basım Dağıtım Organizasyon Ltd. Şti. Posta Çeki Hesabı (No 1629127) Ayrıntılı posta adresinizi, cep telefonunuzu ve e-postanızı okunaklı olarak yazın ve

ödeme dekontunuz ile birlikte bize fakslayın: +90.(0)212.519 56 35

Bir yandan da kamu açıklarını kapatmak için Kamu İktisadi Teşek-küllerini, yani kömür madenlerini özelleştirmeye başlıyordu.

Bu ortamda Genel Maden-İş, işçilerin baskısı sonucu grev ka-rarı aldı. Talepleri yalnızca ücret değildi. Madenlerin kapatılması-na izin vermeyeceklerini söylediler. Zonguldak’a giriş çıkış yolları tutulmuş, kent polis ablukasındaydı. Madencilerin, “Çankaya şaşır-ma, öfkemizi taşırma” ve “İşçiyiz haklıyız, kazanacağız!” haykırış-ları halkı birikmiş öfkesini temsil ediyordu.

Bir yanda Zonguldak’ta her gün eş ve çocuklarıyla sokaklara dökülen 90 bin işçi, diğer yanda Körfez savaşı ve savaş zamlarına karşı büyüyen öfke, toplu sözleşmeleri satılan on binlerce işçinin tepkisi Türk-İş’e Genel Grev kararı aldırmıştı. Memurlar, esnaf ve halk madencilerin eylemini desteklemekteydi, sanatın ve sanatçıla-rın büyük gücü de emekçilerin yanındaydı.

Grev birinci ayını doldurmuştu. Toplu sözleşmeleri tıkanan ma-den işçileri “Onlar vermiyorsa biz almaya gideriz!”, “Bekle bizi An-kara!” sloganları ile Ankara’ya yürümek için hazırlığa başladılar. Sendikanın tuttuğu bine yakın otobüs şehre alınmadı, ama bu ma-dencileri caydırmadı. Tersine daha da öfkelendirdi. Otobüsler en-gellenmişse, araçsız yürünecekti Ankara’ya. Yollar karlıydı. Herke-sin elinde sadece azık torbaları vardı. Ancak dönmemekte kesin ka-rarlıydılar. “Gemileri yaktık, geri dönüş yok!”, “Ankara Ankara duy sesimizi, bu gelen madencinin ayak sesleri!” sloganları her yeri in-letiyordu.

Ancak geri dönüşün önüne geçilemedi. Sendikacılar, öfkeli ve kızgın madencileri yorma, yatıştırma ve mücadeleden geri çevirme yöntemlerini iyi biliyordu. Hükümet, Körfez Savaşı’nı bahane ede-rek “milli güvenlik” gerekçesiyle tüm grevleri erteledi. 6 Şubat’ta, Genel Maden İş Sendikası greve çıktıklarında reddettikleri ücret-ten daha azına imza attı.

Zonguldak madencilerinin direnişi, sendika ağalarının egemen-liği kıramadı. Yığınsal eylemin tek başına yetmediğini, sonucun uz-laşma olabileceği gerçeğini gösterdi. Ama Türkiye işçi sınıfı tari-hinde kararlı ve direngen bir işçi hareketi olarak şerefl i yerini aldı. Atılması gereken ilk adımının sendika içi demokrasi temelinde sen-dikal birlik ve militan yığınsal eyleme hazırlık olduğunu göster-di. Aynen geçtiğimiz aylarda yaşadığımız Tekel direnişinde oldu-ğu gibi…

Page 48: Sacayak Sayı 12 Mayıs-Haziran 2010

SACAYAK Sayı 12, Mayıs-Haziran 2010

Bu yazının tümünü okumak için yazarın internet sitesine bakınız: www.ismailkayguzsuz.com

Hacı Bektaş’ın Pir’i Ahmet Yesevi midir?İsmail Kaygusuz

TÜRK-İSLAM SENTEZCİ Namık Kemal Zeybek Radikal’deki köşe-

sinde Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre üzerine eski iddialarını yi-neledi. İlk yazısında “Hacı Bektaş Veli’yi Pir’inden, Hoca Ahmet Yesevi’den ko-parmak isteyenler” var diyor.

Ben, Hacı Bektaş’ın Ahmet Yesevi ile ilgisi olmadığını ileri sürenlerdenim.

Adına Bir Post Yoktur

Zeybek’in dediğince, “Hoca Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş’ın Pir’i oldu-ğu gün gibi aşikâr bir gerçek” değildir. “Hacı Bektaş’ın izinden gidenlerin yüz-lerce yıldan beri bilip durdukları, söyle-yip geldikleri bir gerçek” hiç değildir.

Öyle olsaydı, Alevi-Bektaşi gülbank-larında, tercemanlarında, erkânlarında adı geçen erler-evliyalarla birlikte Ah-met Yesevi’nin de adı anılırdı. Yesevi, Hünkâr’ın piriyse, neden Alevi-Bektaşi cem törenlerinde Ahmet Yesevi’yi temsil eden bir post veya hizmet yoktur?

Alıntı yaptığı Hacı Bektaş Menakıb-namesi (Velâyetname) 1480’li yıllarda kaleme alınmış, Osmanlı padişahların-dan II. Bayezid’in siyasetinin ürünüdür.

Velâyetname’den 130 yıl önce yazıl-mış Mevlevi Ahmet Efl aki Dede’nin Arif-lerin Menkıbeleri’nde, Hacı Bektaş’ın Baba Resul’un (Baba İlyas) halifesi oldu-ğu yazılıdır.

1350’lerde, Elvan Çelebi’nin yazdı-ğı Baba İlyas Menakıbnamesi’nde Hacı Bektaş adı övgülerle üç kez geçmektedir. Neden bu yapıtlarda Yesevi’den söz edil-memektedir? Kişi övülürken veya yerilir-ken, onu yetiştiren de zikredilerek bun-lardan payını alır. Baba İlyas’ın torunu-nun oğlu olan, Makalat’ı okumuş Elvan Çelebi bunu nasıl bilmez?

Hacı Bektaş Veli’nin kabul edi-len doğum tarihinden (1209) kırk yıl önce ölmüş bulunan Hoca Ahmet Yese-vi, Hacı Bektaş’a nasıl nasip verir? Na-sıl “Rum Erenleri’ne baş olarak” gönde-rir? Nasıl Türk-İslam Sentezine uygun “Anadolu’luyu Türkleştirmek, İslamlaştırmak ve Türkçeyi yaymak” gö-revi yükler?

Çünkü bu gerçek değildir, sonradan yakıştırılmıştır.

Zeybek’in Mantıksız Kanıtları

Zeybek’e göre Yesevi 126 yıl yaşamıştır. Yesevi, Peygamberin göçtüğü 63 yaşına gelince, ondan daha uzun süre yaşamak istemeyip, yeraltında çilehaneye çekilmiş ve yeryüzünde yaşadığı kadar da yeral-tında çilede kalmıştır. Bir daha gün ışığı görmeden 63 yıl da orada yaşamıştır

Ama nedense Mütevelli Heyeti Baş-kanlığı yaptığı Türkistan’daki Hoca Ah-met Yesevi Üniversitesinin resmi internet sitesi, “Ahmet Yesevi’nin hayatı menkıbe-lere dayanmakta ve 1166’da 73 yaşında öldüğü tahmin edilmektedir” der.

Bu Yesevi dervişlerinin Pir’leri hak-kında anlattığı bir menkıbedir. Rus araş-tırmacılarının Hikmetler’de de geçen bu söylenceyi yayınlamış olmalarını bilim-sel bir açıklamaymış gibi değerlendirile-rek, Yesevi 126 yıl ömür sürmüş gösteri-liyor: 63 yıl yer yüzünde, 63 yıl da yer al-tında... Bu mudur bilimsel anlayış? Zeybek’e göre Hacı Bektaş Yesevi’nin yeraltına girişinin 43. yılında doğuyor ve 120 yaşın üzerindeyken buluşuyorlar. Peki, bu kadar önemli bir olay hakkında neden Velayetname’de bilgi yok?

17. yüzyıl Yesevi tarikatı propagan-dası bugün Türk-İslam Sentezici milliyet-çiliğin, Aleviliğin Türk İslamlığı, Türk-lüğün dinsel inancı olduğu görüşünü ya-yarak, Aleviliği etnisiteye indirgenme çabasına dönüşmüştür.

Bu, Alevilik inancının evrenselliğine vurulan bir darbedir.