111
Cilt/Volume:23 Sayı/Number:2 Yıl/Year:Ağustos/August 2014 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organı ISSN 1018-3655 KAYSERİ Journal of Health Sciences

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Cilt/Volume:23 Sayı/Number:2 Yıl/Year:Ağustos/August 2014

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organı ISSN 1018-3655

KAYSERİ

Journal

of Health

Sciences

Page 2: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sahibi (Owner) Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü

(The Directorate of Graduate School of Health Sciences of Erciyes University)

Haberleşme Sağlık Bilimleri Dergisi Editörlüğü

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 38039 KAYSERİ

Tel : 0.352.4375269 Fax : 0.352.4375269

e-mail : [email protected]

Web : http://sagens.erciyes.edu.tr

Communication

Journal of Health Sciences Editorial Office Erciyes University Graduate School of Health Sciences

38039 Kayseri – TÜRKİYE

Phone : 90.352.4375269 Fax : 90.352.4375269

e-mail : [email protected]

Web : http://sagens.erciyes.edu.tr

ISSN : 1018-3655

Basım Yeri (The Place of Publication) Önder Ofset Baskı Sanayi

Kocasinan / KAYSERİ

Baskı Tarihi (Date of Print) : Ağustos (August) 2014

Page 3: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organı (Official Journal of Graduate School of Health Sciences, Erciyes University)

(Bu dergi yılda üç kez yayınlanan hakemli bir dergi olup TÜBİTAK Türk Tıp Dizini ve Türkiye Atıf Dizini tarafından indekslenmektedir)

Yayın Kurulu (Publishing Board) Editör (Editor-in-Chief) Prof. Dr. Saim ÖZDAMAR

Editör Yardımcıları (Co-Editors) Doç. Dr. Betül ÇİÇEK Doç. Dr. Tolga ERTEKİN

Biyoistatistik Danışmanı (Statistical Editors) İngilizce Dil Danışmanı (Language Editor)

Prof. Dr. Osman GÜNAY Okutman Mustafa AKGÜL Doç. Dr. Ahmet ÖZTÜRK Yrd. Doç. Dr. Ferhan ELMALI

Danışman/Hakem Kurulu (Editorial Board) (I)

Prof.Dr.Mehmet AKAN (Ankara Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Munis DÜNDAR (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Levent AKIN (Hacettepe Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Füsun ERDOĞAN (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Belma ALABAY (Ankara Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Aydın ERENMEMİŞOĞLU (Erciyes Ün.Tıp Fak.)

Prof.Dr.Erol ALAÇAM (Ankara Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Gürcan ESKİTAŞÇIOĞLU (100. Yıl Ün. Diş Hek. Fak.) Prof.Dr.Hamiyet D. ALTUNTAŞ (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Selma GÖKAHMETOĞLU (Erciyes Ün.Tıp.Fak.) Prof.Dr.Şevket ARIKAN (Kırıkkale Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Osman GÜNAY (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Nejat ARPAK (Ankara Ün. Diş Hek. Fak.) Prof.Dr.Zübeyde GÜNDÜZ (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Abdullah ARSLAN (Dokuz Eylül Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Vehbi GÜNEŞ (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Gültekin ATALAN (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Cem A. GÜRGAN (Erciyes Ün. Diş Hek. Fak.) Prof.Dr.Kenan AYCAN (Erciyes Ün. BESYO) Prof.Dr.Tolga GÜVENÇ (19 Mayıs Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Fuat AYDIN (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Neriman İNANÇ (Nuh Naci Yazgan Ün. Sağ. Bil. Fak.) Prof.Dr.Ahmet AYYILDIZ (Atatürk Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Abdullah İNCİ (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Mürüvvet BAŞER (Erciyes Ün.Sağ. Bil. Fak.) Prof.Dr.M.Kaan İŞCAN (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Emine BAYDAN (Ankara Ün.Vet. Fak.) Prof.Dr.Tunaya KALKAN (İstanbul Ün. Cerrahpaşa Tıp Fak.) Prof.Dr.Erol BAYTOK (Erciyes Ün.Vet. Fak.) Prof.Dr.Mustafa KAVUTÇU (Gazi Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Tayfur BEKYÜREK (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Bülent KESİM (Erciyes Ün. Diş Hek. Fak.) Prof.Dr.Selim BODUR (İstanbul Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Hüseyin KILIÇ (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Prof.Dr.Halit CANATAN (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Mehmet KIRNAP (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Prof.Dr.Yusuf CANER (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Gülseren KOCAMAN (9 Eylül Ün. Hem.YO.)

Prof.Dr.Osman CEYHAN (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.A.Nedret KOÇ (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Ahmet ÇAKIR (Ankara Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Müberra KOŞAR (Erciyes Ün. Eczacılık Fak.) Prof.Dr.Nazmi ÇETİN (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Emel KÖSEOĞLU (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Fevziye ÇETİNKAYA (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Ömer KURU (19 Mayıs Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Mustafa Kemal ÇİFTÇİ (Selçuk Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Seher KÜÇÜKERSAN (Ankara Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Mehmet ÇİMEN (Cumhuriyet Ün.Tıp.Fak.) Prof.Dr.Bilal Cem LİMAN (Erciyes Ün.Vet. Fak.) Prof.Dr. Nilgün DALDAL (İnönü Ün. Tıp Fak.) Prof.Dr.Narin LİMAN (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr. Ramazan DEMİR (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Prof.Dr.Ahmet MENGİ (İstanbul Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.İlhan DEMİRHAN (Erciyes Ün. Eczacılık Fak.) Prof.Dr.Sebahattin MUHTAROĞLU (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Mehmet DOĞANAY (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.İbrahim NARİN (Erciyes Ün. Eczacılık Fak.) Prof.Dr.Yusuf DOĞRUER (Selçuk Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Ahmet NAZLIGÜL(Adnan Menderes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Doğan DOLANMAZ (Selçuk Ün. Diş Hek. Fak.) Prof.Dr.İsmail Hakkı NUR (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Nazan DOLU (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Prof.Dr.Nuran ÖĞÜLENER (Çukurova Ün. Tıp Fak.)

KAYSERİ 2014

Page 4: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

KAYSERİ 2014

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organı (Official Journal of Graduate School of Health Sciences, Erciyes University)

Danışman/Hakem Kurulu (Editorial Board) (II)

Prof.Dr.Hatice ÖZBİLGE (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Ebru ÇETİN (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Saim ÖZDAMAR (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Betül ÇİÇEK (Erciyes Ün. Sağ. Bil. Fak.) Prof.Dr.Kazım ÖZDAMAR (Osmangazi Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Ö.Orkun DEMİRAL (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Yusuf ÖZKUL (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Şükrü ENHOŞ (Katip Çelebi Ün. Diş Hek. Fak.)

Prof.Dr.Duygu PERÇİN (Erciyes Ün.Tıp Fak) Doç.Dr.Özgür ER (Erciyes Ün. Diş Hek. Fak) Prof.Dr.Ergün PINARBAŞI (Cumhuriyet Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.İskender GÜN (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Serap SEVGÜL (Gaziantep Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Esma KAYA Erciyes Ün. Tıp Fak.) Prof.Dr.Ümit SEVİĞ (Erciyes Ün. Sağ. Bil. Fak.) Doç.Dr.Gökmen KURT (Erciyes Ün. Diş Hek. Fak.) Prof.Dr.Serdar SOYUER (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Melis NAÇAR (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Prof.Dr.Cem SÜER (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Sevinç POLAT (Bozok Ün. SYO) Prof.Dr.Metin Saip SÜRÜCÜOĞLU (Ankara Ün. Sağ. Bil.Fak.) Doç.Dr.Hülya ÇETİN SORKUN (Pamukkale Ün.) Prof.Dr.İzzet ŞAHİN (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Doç.Dr.Vesile ŞENOL (Erciyes Ün.Halil Bayraktar SHMYO) Prof.Dr.Kazım ŞAHİN (Fırat Ün. Vet. Fak.) Doç.Dr.Cevat YAZICI (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Prof.Dr.Nevin ŞANLIER (Gazi Ün. Sağ. Bil. Fak.) Doç.Dr.Azmi YETİM (Gazi Ün. BESYO) Prof.Dr.İsmail ŞEN (Selçuk Ün. Vet. Fak.) Doç.Dr.Yeliz YILDIRIM (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Prof.Dr.Sultan TAŞÇI (Erciyes Ün. Sağ. Bil. Fak.) Doç.Dr.Mustafa ZORTUK (Erciyes Ün. Diş Hek. Fak) Prof.Dr.Harun ÜLGER (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Yrd.Doç.Dr.Serkan ADA (Sütçü İmam Ün. İİBF) Prof.Dr.Erdoğan UNUR (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Yrd.Doç.Dr.Mustafa AYDINBELGE (Erciyes Ün.Diş Hek. Fak) Prof.Dr.Ali ÜNLÜ (Selçuk Ün.Meram Tıp Fak.) Yrd.Doç.Dr.Salih DOĞAN (Erciyes Ün.Diş Hek. Fak.)

Prof.Dr.Serdar ÜŞÜMEZ (Bezmialem Ün. Diş. Hek. Fak.) Yrd.Doç.Dr.Ömür KARACA (Balıkesir Ün.Tıp Fak.)

Prof.Dr.İbrahim YAVUZ (Erciyes Ün.Diş Hek. Fak.) Yrd.Doç.Dr.Erdem KILIÇ (Erciyes Ün. Diş Hek. Fak) Prof.Dr.B. Ali YUKARI (M. Akif Ersoy Ün.) Yrd.Doç.Dr.Abdüsselam KÖSE (Erciyes Ün. BESYO) Prof.Dr.Alparslan YILDIRIM (Erciyes Ün. Vet. Fak.) Yrd.Doç.Dr.Tülay ÖZKAN (Erciyes Ün.Sağ. Bil. Fak.) Prof.Dr.Ferruh YÜCEL (Osmangazi Ün.Tıp Fak.) Yrd.Doç.Dr.M.Orhan PÜSKÜLLÜ (Erciyes Ün. Ecz. Fak.) Doç.Dr.M.Betül AYCAN (Erciyes Ün.Eczacılık Fak.) Yrd.Doç.Dr.Serpil TAHERİ (Erciyes Ün. Tıp Fak.) Doç.Dr.Metin AYTEKİN (Erciyes Ün.Tıp Fak.) Yrd.Doç.Dr.Sinan TOPÇUOĞLU (Erciyes Ün. Diş Hek. Fak) Doç.Dr.Meral BAYAT (Erciyes Ün.Sağ. Bil. Fak.) Yrd.Doç.Dr.Kemal ÜSTÜN (Gaziantep Ün. Diş Hek. Fak.) Doç.Dr.Yusuf Ziya BAYINDIR (Atatürk Ün.Diş Hek. Fak.)

Geçmiş Editörler (Former Editors) Prof. Dr. Ahmet BİLGE (1990 – 1991) Prof. Dr. Aydın PAŞAOĞLU (1991 – 1992) Prof. Dr. Seher SOFUOĞLU (1992 – 1994) Prof. Dr. Pakize DOĞAN (1994 – 1997) Prof. Dr. Sami AYDOĞAN (1997 – 2003) Prof. Dr. Meral AŞÇIOĞLU (2003 – 2009)

Mizanpaj (Layout)

Ülker YAZICI Şükrü KARA

Page 5: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ 23 (2):62-113, 2014

İÇİNDEKİLER

Contents

İÇİNDEKİLER

(Contents)

KAYSERİ VE CİVARINDA HALK ELİNDE YETİŞTİRİLEN KIL KEÇİLERİNDE ΒETA-LAKTOGLOBULİN GEN POLİMORFİZMİNİN PCR-RFLP YÖNTEMİ İLE BELİRLENMESİ ……………………………………..…………………….62-66 DETECTION OF ΒETA-LACTOGLOBULIN GENE POLYMORPHISM WITH PCR-RFLP METHOD IN HAIR GOAT BREED RAISING AT KAYSERI AND PROVINCE

Mustafa YÜKSEL, Bilal AKYÜZ

SAKRUM KEMİĞİNİN MORFOMETRİK DEĞERLENDİRİLMESİ VE EKLEM YÜZEY ALANLARININ HESAPLANMASI ……………………………………………………………………………………………………………..…………….67-73 MORPHOMETRIC EVULATION AND CALCULATION OF JOINT SURFACE OF SACRUM BONE

Tuğba POLAT KOÇ, Tolga ERTEKİN, Niyazi ACER, Şerife ÇINAR

ARAP VE YERLİ MELEZ ATLARDA BAZI KAN PARAMETRELERİ ÜZERİNE IRK, YAŞ VE CİNSİYETİN ETKİSİ……………………………………………………………………………………………………………………………………………...74-81 THE EFFECTS OF BREED, AGE AND SEX ON SOME BLOOD PARAMETERS IN ARABIAN AND LOCAL CROSS BREED HORSES

Erhan OKTAY, Meryem EREN

İSHALLİ HASTALARDA INTESTINAL COCCIDIAN PARAZİTLERİN KOPRO-PARAZİTOLOJİK YÖNTEMLERLE ARAŞTIRILMASI ………………………………………………………………………………………………….………………………...82-85 INVESTIGATION OF INTESTINAL COCCIDIAN PARASITES IN DIARRHOEIC PATIENTS BY COPRO-PARASITOLOGICAL METHODS

Hanife ÖZCAN TEMEL, İzzet ŞAHİN, Süleyman YAZAR, Salih KUK

KOYUN ÇİÇEĞİ VE BULAŞICI EKTİMA (ORF) ENFEKSİYONU TANISI KONULMUŞ KOYUNLARA AİT DERİ LEZYONLARINDA MATRİKS METALLOPROTEİNAZ VE VASKÜLER ENDOTELYAL GELİŞME FAKTÖRÜNÜN İMMUNOHİSTOKİMYASAL TEKNİKLE SAPTANMASI ……………………………………………………………….……86-91

DETERMINATION OF MATRIX METALLOPROTEINASE AND VASCULAR ENDOTHELIAL GROWTH FACTOR WITH IMMUNOHISTOCHEMICAL TECHNIQUE IN SHEEP POX AND CONTAGIOUS ECTHYMA (ORF) INFECTION DIAGNOSED IN SKIN LESIONS

Okay SAĞNAK, Latife ÇAKIR

ARAŞTIRMALAR (Research Reports)

Page 6: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ 23(2)62-113, 2014

İÇİNDEKİLER

Contents

İÇİNDEKİLER (Contents)

İNFERTİL ÇİFTLERİN DUYGU DURUMLARI: NİTELİKSEL BİR ÇALIŞMA ………………………………….…….92-98 MOOD STATUS OF INFERTILE COUPLES: A QUALITATIVE STUDY

Hatice OLTULUOĞLU, Ulviye GÜNAY, Rukuye AYLAZ

KLİNİK SORUMLU HEMŞİRELERİN SOSYOTROPİ OTONOMİ KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ……………..……….99-103 THE CLINIC HEAD NURSES’ SOCIOTROPIC AUTONOMIC PERSONALITY FEATURES

Öznur TOSUN, Meral BAYAT, Emine ERDEM, Zübeyde KORKMAZ, Özlem AVCI

COMPARISON OF LATEX AGGLUTINATION AND ELISA FOR DETECTION OF CLOSTRIDIUM DIFFICILE IN PATIENTS WITH DIARRHEA AND ASYMPTOMATIC GROUPS ……………………………..……………..……….104-107 DİYARELİ HASTALAR VE ASEMPTOMATİK GRUPLARDA CLOSTRIDIUM DIFFICILE’NİN SAPTANMASINDA

LATEKS AGLÜTİNASYON VE ELISA’NIN KARŞILAŞTIRILMASI

Hüseyin KILIÇ, Djavad TAHERI

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN VİTAMİN VE MİNERAL DESTEĞİ KULLANIM DURUMLARI ..….108-113 USE OF VITAMIN AND MINERAL SUPPLEMENTS AMONG A GROUP OF TURKISH UNIVERSITY STUDENTS

Alev KESER, Nurcan YABANCI, Meryem Elif ÖZTÜRK 2014 YILI NİSAN -TEMMUZ AYI MEZUNLARI TEZ ÖZETLERİ (II)……………………..….29-75

Page 7: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Kayseri ve Civarında Halk Elinde Yetiştirilen Kıl Keçilerinde Βeta-Laktoglobülin Gen Polimorfizminin PCR-RFLP Yöntemi ile Belirlenmesi

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 62

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

KAYSERİ VE CİVARINDA HALK ELİNDE YETİŞTİRİLEN KIL KEÇİLERİNDE ΒETA-LAKTOGLOBULİN GEN POLİMORFİZMİNİN PCR-RFLP YÖNTEMİ İLE BELİRLENMESİ

DETECTION OF ΒETA-LACTOGLOBULIN GENE POLYMORPHISM WITH PCR-RFLP METHOD IN HAIR GOAT BREED RAISING AT KAYSERI AND PROVINCE

Araştırma Yazısı 2014; 23: 62-66

Mustafa YÜKSEL1, Bilal AKYÜZ2

1 Kayseri İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Kayseri 2 Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Genetik AD, Kayseri

ÖZET: Bu çalışmada Kayseri ve civarında yetiştirilen yerli keçi ırklarından kıl keçilerinde beta-laktogobulin (β-LG) geninin allel yapılarının PCR-RFLP yöntemi ile belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini, Kayseri ve civarında yetiştirilen 75 baş Kıl keçisi oluş-turmuştur. Beta-laktoglobulin allellerinin belirlenme-sinde yapılan PCR işlemini takiben elde edilen PCR ürünleri SacII endonükleaz enzimi ile kesilmiştir. β-LG geni için, incelenen kıl keçisi örneklerinde en yüksek AA (S2S2) genotipine sahip bireylere rastlanılmıştır. İncele-nen örneklerde BB (S1S1) genotipli bireylere rastlanıl-mamıştır. Çalışma sonunda A allelinin frekansı 0.81, B allelinin frekansı ise 0.19 olarak hesaplanmıştır. Çalışma sonunda incelenen Kayseri ve civarında yetiştirilen kıl keçilerinde β-LG lokusu yönünden HW dengesinden sapma (0.05) görülmüştür. Anahtar kelimeler: Beta-laktoglobülin, kıl keçisi, RFLP, süt proteini

ABSTRACT: The purpose of this work was to examine the allele structures of beta-lactoglobulin (β-LG) gene with RFLP method in hair goat breed. The material of the study was made up of 75 heads of hair goat that have been raised in the vicinity of Kayseri. In order to determine the β-LG alleles in PCR products, the PCR products were digested with SacII endonuclease en-zyme. Maximum AA (S2S2) genotype individuals were encountered in the samples examined for the β-LG gene. They did not come across BB (S1S1) genotype individu-als in the samples. At the end of the study the frequency of the allele A was calculated as 0.81, the frequency of the allele B was calculated as 0.19. It was concluded that deviation from HW equilibrium (0.05), in terms of β-LG locus was observed in the hair goat breed raised in the vicinity of Kayseri. Key words: Beta-lactoglobulin, hair goat, milk protein, RFLP

Makale Geliş Tarihi : 02.12.2014

Makale Kabul Tarihi: 09.06.2014

Corresponding Author: Doç. Dr. Bilal AKYÜZ, Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Genetik AD, Kayseri, Tel: 0352 20076666-29721, e-mail:[email protected]

GİRİŞ Çiftlik hayvanları yetiştiriciliğinde, eldeki popülâsyonla-rın genetik yapılarının tanımlanmasına yönelik molekü-ler genetik yöntemlerin kullanımı gün geçtikçe artmak-tadır. Diğer taraftan, genetik kaynak olarak değerli po-pülâsyonların moleküler tanımlamaları bu popülasyon-ların koruma programlarına yol gösterici olarak rol oy-namaktadır. Bu amaçla çeşitli moleküler genetik yön-temler geliştirilmiş ve kullanılmaktadır. Hayvansal kökenli gıdalara artan talebi temin edebil-mek için yapılan seleksiyon çalışmaları sonucunda çift-lik hayvanları yetiştiriciliği birkaç tür ve ırk ile sınırlan-mıştır. Bunun sonucu olarak yüz yıllardır yetiştiriciliği yapılan türlerden, verimlerinin önemi gittikçe azalan manda, deve, eşek, yerel at, koyun, sığır ve keçi ırkları

hızla ortadan kalkmaktadır. Bu durum hem yetiştiriciliği yapılan tür sayısında hem de bir tür içindeki genetik çeşitlilikte azalmaya neden olmaktadır. Günümüzde en yoğun keçi yetiştiriciliğinin yapıldığı bölgeler özellikle “Eski Dünya” olarak adlandırılan Asya ve Afrika’nın nüfusça kalabalık, ancak yoksul ve çevre şartlarının zor olduğu yerlerdir. Dünya keçi varlığının sadece %4.2’si gelişmiş ülkelerde bulunurken, %95.8’inin ise az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde bulunduğu görülmektedir (1). Bunun nedenleri arasın-da; keçinin sığıra göre kolay edinilebilmesi, koyunun yaşayamadığı sert iklim, arazi ve mera koşullarında yaşayabilmesi, yem konusunda çok çeşitli ürünü yiyebil-mesi ve seçici olmaması, bu sayede selülozca zengin ve başka çiftlik hayvanlarınca yem maddesi olarak değer

Page 8: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 63

lendirilemeyen her türlü bitkisel materyali insan için değerli hayvansal ürünlere çevirebilmesi sayılabilir (1). “Fakir Adamın Sığırı” olarak adlandırılan keçi; et, süt, tiftik, kıl, deri, sakatat, gübre ve hatta iş gücü verimin-den yararlanmak için çok amaçlı yetiştirilen bir çiftlik hayvanıdır. Az gelişmiş bölgelerde çok yoğun olarak yapılan keçi yetiştiriciliği bu bölgelerde yaşayan insan topluluklarının önemli bir kesiminin tek, ya da en önem-li geçim kaynağıdır (1). Keçi, Sibirya’dan Sahra çölüne kadar her iklim ve coğraf-yada yaşayabildiği için en yaygın yetiştirilen çiftlik hay-vanıdır (2, 3). Diğer taraftan, keçi insanlık tarihinin er-ken dönemlerinden beri ekonomik, kültürel ve hatta dinsel değeri olan bir çiftlik hayvanıdır (2). Orta ve Batı Avrupa orijinli birkaç ırk dışında günümüzde yetiştiri-len mevcut keçi ırkları büyük çoğunlukla düşük verimli yerli ırklardır. Bunun nedeni ise Orta ve Batı Avrupa dışında bu türün ıslahı için planlı çalışmalar yapılmamış olmasıdır. İlk evciltilen çiftlik hayvanı türü olan günümüz evcil keçisinin, bezoar (Capra aegagrus), markhor (Capra falconeri) ve ibex (Capra ibex) olarak adlandırılan üç yabani keçi türünden evciltildiği bildirilmektedir (4). Türkiye’nin toplam dünya keçi varlığı içindeki payı %0.86 düzeyindedir (5). Türkiye’de son yıllardaki hızlı şehirleşme sonucu Kıl ve Kilis keçileri dışındaki birçok ırk ve hatta Türkiye’nin sembolü olan Tiftik keçisi bile yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak son yıllarda özellikle küçük çocuklarda gıda alerjilerinin görülme sıklığında artış nedeniyle alerjik özellikleri düşük gıdaların üretim ve tüketiminde artış olmuştur. Bu durum da, alerjik yapısı ve laktoz intolerans nede-niyle inek sütünü kullanamayan bireylerde, keçi sütü düşük alerjik özelliği nedeniyle tavsiye edilmeye başlan-mıştır. Ayrıca keçi sütü kendine özgü aroması ve besin maddelerin kompozisyonu nedeniyle peynir ve özellikle de dondurma üretimi için aranan bir süt olmasından dolayı piyasada keçi sütüne talep artmıştır. Gıda sektö-ründe keçi sütüne artan talep hem Türkiye’de hem de dünyada keçi yetiştiriciliğini tekrar cazip hale getirmiş-tir. İstatistiklerde dünya nüfusundaki hızlı artışa paralel olarak tüm dünyadaki toplam keçi sayısının da arttığı görülmektedir. Özellikle, son 40 yıl içinde dünya nüfu-sundaki her beş yılda ortalama %9.03 oranında artışa görülmüşken, dünya keçi sayısında %9.92’lik bir artış gözlenmiştir (1). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) veri-lerine göre 2003 yılında Türkiye’de toplam 6516088 baş kıl keçisi varken bu rakam 2013’de yaklaşık %39’luk bir artışla 9 059 259 baş keçiye çıkmıştır (6). Türkiye’de yetiştirilen keçilerin yaklaşık %96’ını oluştu-rarak Anadolu’nun hemen her yerinde özellikle et veri-mi için yetiştirilen ve halk arasında “Kara Keçi” olarak da tanınan Kıl keçisinin bölgesel dağılımında, 2013 veri-lerine göre 2.355.641 baş ile Akdeniz Bölgesi gelmekte-dir. Akdeniz Bölgesi’ni, 2.045.624 baş ile Güneydoğu Anadolu, 1.533.818 baş ile Orta ve Kuzey Doğu Anadolu bölgeleri izlemektedir (6). İç Anadolu Bölgesi’nde ise 2013 verilerine göre 364.032 baş Kıl keçisi bulunmakta-dır. Yine 2013 verilerine göre Kayseri ilinde toplam 60.459 baş Kıl keçisi yetiştirilmektedir (6). Süt protein polimorfizmi çalışması ilk olarak 1955 yılın-da inek sütlerinde beta-laktoglobülin (β-LG) proteininin allelik yapısının belirlenmesi ile yapılmıştır (7). Beta-

laktoglobülin ruminant sütlerindeki en önemli serum proteinidir. Ruminantlar dışında β-LG at, domuz, köpek, yunus balığı, kanguru ve kedi gibi birçok canlıda da bu-lunurken fare, sıçan, tavşan ve insan sütlerinde bulun-maz (8). Beta-laktoglobülini kodlayan gen koyunda 3. kromozomda bulunurken sığır ve keçide 11. kromozom-da yer almaktadır (9). Keçilerde β-LG polimorfizminin protein düzeyinde incelenmesinde A ve B olmak üzere iki allelin varlığı belirlenmiştir (10). Daha sonra DNA düzeyinde de benzer sonuçlar elde edilmiştir (11). Çalış-malar sonunda, farklı türlerde β-LG’ün protein seviye-sinde 11-13, DNA seviyesinde ise 14-16 varyantının varlığı belirlenmiştir (12). Bu çalışmada Türkiye’de yerli keçi ırklarından en büyük popülasyon büyüklüğüne sahip Kıl keçisi ırkının Kayseri ve civarında yetiştirilen örneklerinde ruminantlarda süt verimi için önemli bir markır gen olduğu düşünülen β-LG geninin allelik yapısının araştırılması amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM Hayvan Materyali Çalışmada kullanılacak hayvanlar, Saanen, Halep ve Malta gibi başka keçi ırklarına ait örneklerin bulunma-dığı, Kıl keçisi ırkına özgü fenotipik özelliklerini göste-ren bireylerden seçilmiştir. Çalışmada kullanılan Kıl keçisi ırkına ait örneklerde cinsiyet dikkate alınmamış olup, Kayseri İli’nin İncesu, Pınarbaşı, Sarız ve Tomarza ilçelerinde faaliyet gösteren 17 farklı işletmeden, 14 baş dişi ve 61 baş erkek olmak üzere toplam 75 baş hayvan incelenmiştir. DNA İzolasyonu ve Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) Hayvanlara ait kan örnekleri, 10 ml’lik EDTA’lı vakumlu tüplere alınan kanlar kullanılarak DNA izolasyonu fenol-kloroform yöntemi ile yapılmıştır. PCR karışımı; 1.5 ml DNA, 0.1 ml Taq polimeraz (5 U/ml), 50 mM dNTP, 0.2 mM forward (5'–CGG GAG CCT TGG CCC TCT GG–3') ve revers (5'–CCT TTG TCG AGT TTG GGT GT–3') primerler toplam reaksiyon hacmi 25 ml olacak şekilde hazırlan-mıştır. Hazırlanan karışım, 95°C’de 5 dakika tutulduktan sonra bir döngüsü; 95°C’de 30 saniye, 65°C’de 60 saniye ve 72°C’de 90 saniye olacak şekilde 35 döngü yapılmış ve son döngüyü takiben 72°C’de 5 dakika tutularak PCR işlemi sonlandırılmıştır. PCR sonunda 426 bp’lik PCR ürünlerinin belirlenmesi için %2’lük agaroz jel elektoforezi yapılmıştır. SacII Endoknükleaz Enzimi ile PCR Ürünlerinin Kesilmesi PCR sonunda 426 bp’lik bantların elde edildiği örnekle-re ait PCR ürünleri SacII restriksiyon enzim ile kesilmiş-tir. Kesim işlemi örnek başına 16 μl dH2O, 3 μl enzim tampon solüsyonu ve 5 U SacII enzimi konarak hazırla-nan karışım üzerine 5 μl PCR ürünü eklenerek hazırla-nan karışımın +37°C’de 4 saat bekletilmesinden sonra, restriksiyon enzimini inaktive etmek amacıyla +65°C’de 20 dakika tutularak sonlandırılmıştır. İşleminin sonunda, homozigot AA (S2S2) genotipindeki bireylerde 426 bp’lik tek bant, heterozigot AB (S1S2) genotipindeki bireylerde 426, 349 ve 77 bp’lik üç bant, BB (S1S1) genotipindeki bireylerde ise 349 ve 77 bp’lik iki bandın belirlenmesi için %3’lük agaroz jel elektoforezi yapılmıştır. İstatistiksel Analizler İncelenen örneklerde, bireylerin genotipik yapıları ve allel frekansları gen sayımı ile belirlenmiştir ve çalışma-

Yüksel M, Akyüz B

Page 9: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Kayseri ve Civarında Halk Elinde Yetiştirilen Kıl Keçilerinde Βeta-Laktoglobülin Gen Polimorfizminin PCR-RFLP Yöntemi ile Belirlenmesi

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 64

da incelenen örneklerin β-LG geni yönünden genetik denge testi Ki-kare (χ2) analizi ile yapılmıştır (13). BULGULAR Elde edilen 426 bp’lik PCR ürünlerinin SacII restriksiyon enzimi ile kesilmesi sonunda AA (S2S2) genotipindeki bireylerde 426 bp’lik tek bant, AB (S1S2) genotipindeki bireylerde 426, 349 ve 77 bp’lik üç bant gözlenmiştir (Şekil 1).

Resim 1. 2, 5, 7 ve 8 numaralı kuyular AA genotipindeki bireylere ait RFLP ürünleri: 1, 3, 4 ve 6 numaralı kuyu-lar AB genotipindeki bireylere ait RFLP ürünleri: M; 100 bp’lik DNA merdiveni (a; 426 bp’lik bant: b; 426 ve 349 bp’lik bantlar). Kesim ürünlerinin koşturulduğu %3’lük agaroz jel elektoforezinde 77 bp’lik bandın görülmesi kolay olma-mıştır. Ancak AB genotipindeki bireylerde bir 426 ve 349 bp’lik iki bandın görülmesi, AA genotipindeki birey-lerde ise sadece 426 bp’lik bandın görülmemesi ile bi-reylerin genotiplerinin birbirlerinden ayrılması müm-kün olmuştur. SacII enzim kesimi sonucunda, Kayseri ve civarında yetiştirilen Kıl keçileri örneklerinde AA (S2S2) genotip frekansının en yüksek olduğu gözlenmiştir. İncelenen örneklerin 46’sının AA (S2S2) genotipine sahip olduğu, 29 bireyin ise AB (S1S2) genotipine sahip oldukları göz-lenmiştir. Çalışma materyalini oluşturan örneklerde BB (S1S1) genotipine rastlanılmamıştır. İncelenen örnek-lerde A (S2) allelinin frekansı 0.81, B (S1) allelinin fre-kansı ise 0.19 olarak bulunmuştur. Tablo 1. Beta laktoglobülin lokusu yönünden Kayseri ve civarında yetiştirilen Kıl keçilerinde Ki-kare analizleri, genotip ve allel frekansları

Göz: Gözlenen Genotip; Bek: Beklenen Genotip; F: Frekans; HW: Hardy-Weinberg Frekansı. χ2: Ki-Kare değeri

TARTIŞMA Çiftlik hayvanlarından sığırlarda β-LG geneinde sekiz allel (12, 14), koyunlarda ise A, B ve C olarak isimlendir-ilen üç allelin bulunduğu bildirilmiştir (15). Keçilerde, süt protein polimorfizminin incelendiği çalışmalarda β-LG proteininde A ve B olarak isimlendirilen iki allelin bulunduğu belirlenmiş ve B allelinin kıl keçilerinde predominant olduğunu bildirilmiştir (16, 17). Benzer şekilde β-LG gen polimorfizminin araştırıldığı çalışma-

larda da iki allel belirlenmiştir (10, 11, 12, 18, 19). An-cak yapılan çalışmalar sonunda elde edilen allellerin isimlendirilmesinde iki farklı yöntem kullanılmıştır. Bazı araştırıcılar yapılan polimorfizm çalışmaları sonun-da elde ettikleri allelleri A ve B olarak isimlendirilmiş-ken (11, 12, 19), bazıları ise S2 (A) ve S1 (B) olarak isim-lendirmişlerdir (12, 18). Ancak her iki isimlendirme şeklinde de yapılan PCR işleminde kullanılan primerler aynı ve β-LG geninin 7. ekzonu ile 3′ flanking bölgesindeki polimorfizmi belirle-mek için yapılmaktadır. Elde edilen PCR ürünleri her iki isimlendirme şeklinde de SacII enzimi ile kesilir ve A (S2) allelinde 426 bp’lik tek bir bant, B (S1) allelinde 349 ve 77 bp’lik iki bant elde edilir. Bu nedenle 75 Kıl keçisinin β-LG gen polimorfizminin incelendiği bu çalış-mada elde edilen alleller A ve B, bireylerin genotipleri ise AA, AB ve BB olarak isimlendirilmiştir. Türkiye’de yetiştirilen Tiftik keçilerinde β-LG protein polimorfizminin araştırıldığı bir çalışmada Kazan (Ankara) ve Eldivan’dan (Çankırı) toplanan örneklerde B allel frekansının (0.917-0.964) A allelinden yüksek olduğu bildirilmiştir (3). Karaman-Ermenek (0.971) ve Antalya (0.884) orijinli Kıl keçilerinde yapılan β-LG pro-tein polimorfizmi çalışmasında B allel frekansının A

allelinden yüksek olduğu bildirilmiştir. Diğer taraftan Türkiye’de yetiştirilen Avrupa orijinli sütçü bir olan Saanen keçisinde β-LG protein polimorfizminin incelen

Irk n

Genotip Frekansı Allel Frekansı

χ2 (HW)

İstatistik Önem

Kontrolü

AA (S2S2) AB (S1S2) BB (S1S1)

A (S2) B (S1) Göz

(Bek) F Göz

(Bek) F Göz

(Bek) F

Kıl Keçisi 75 46

(48.8) 0.613 29 (23.39) 0.387 0.0

(2.8) 0 0.81 0.19 4.31 p<0.05

Page 10: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 65

diği bir çalışmada ise A allel frekansının (0.994), B allelinden yüksek olduğu bildirilmiştir (17). Hindistan’da yetiştirilen dokuz farklı keçi ırkında β-LG’nin gen polimorfizminin incelendiği bir çalışmada, A allelinin predominat olduğu bildirilmiştir (12). İncele-nen ırklarda B allelinin frekansının düşük olduğu, en yaygın genotipin AA olduğu bildirilmiştir. BB genotipinin ise incelenen dokuz lokal keçi ırkı içinde sadece Marwari (0.04), Gaddi (0.06) ve Surti (0.23) ırk-larında bulunmuştur (12). Diğer taraftan incelenen ırk-larda AA genotipine sahip bireylerin süt verimleri, diğer genotiplerden yüksek bulunmuştur (12). Elmacı ve ark. (20), Bursa’da yetiştirilen Saanen keçile-rinde β-LG gen polimorfizminin araştırıldığı bir çalış-mada, inceledikleri 28 baş Saneen keçisinde S1S2 (AB) ve S1S1 (BB) genotipli bireylerin sayısı eşit bulunmuş, S2S2 (AA) genotipli bireylerin sayısının ise diğer geno-tiplere göre düşük olduğu S1 (B) allelinin frekansının (0.64), S2 (A) allelinden yüksek olduğu bildirilmiştir. El-Hanafy et al. (19) tarafından, Mısır’da yetiştirilen Barki (40 baş) ırkı ve bu ırkın süt verimini ıslah etmek için kullanılan Damascus (40 baş) ırkı ile Barki x Damascus melezlerinden oluşan toplam 120 baş keçide β-LG gen polimorfizmi incelenmiştir. İncelenen bu ırk-larda AB genotipinin frekansı süt verimi düşük Barki ırkında 0.8 bulunmuşken, Damascus ırkında AA genotipinin frekansı 0.85 bulunmuştur. Bu iki ırkın me-lezlerinde ise AA genotipinin frekansı 0.41, AB genotipinin frekansı 0.51, BB genotipinin frekansının ise 0.08 olduğu bildirilmiştir. Türkiye’de yetiştirilen farklı keçi ırklarında β-LG gen polimorfizmi ile ilgili olarak yapılmış az sayıda çalışma vardır. Bunlardan birinde Ağaoğlu ve ark. (11) tarafın-dan, Burdur ve civarında yetiştirilen Saanen ve Honamlı keçisinde β-LG gen polimorfizminin incelendiği bir çalış-mada; Honamlı ırkında A allelinin frekansının (0.53), Saanen ırkında ise B allelinin frekansının (0.634) yük-sek olduğu bildirilmiştir. Elmacı ve ark. (18) tarafından Akdeniz bölgesinde yetiş-tirilen 233 baş Kıl keçisinde β-LG gen polimorfizmini inceledikleri çalışmada S1S1 (BB) ve S1S2 (AB) genotiplerinin frekansları birbirine yakın bulunmuştur. S2S2 (AA) genotipinin frekansı ise diğer her iki genotipten düşük olduğu S2 (A) allel frekansının S1 (B) allel frekansından düşük olduğu bildirilmiştir. Benzer şekilde Burdur ve civarında yetiştirilen 39 baş Kıl keçi-sinde β-LG gen polimorfizminin incelendiği bir çalışma-da da her üç genotip de görülmüş, AA genotip frekansı (0.13) diğer genotiplerden düşük bulunmuş ancak ince-lenen örneklerde A (S2) allelinin frekansı (0.42), B (S1) allel frekansına yakın (0.58) olduğu bildirilmiştir (11). Ancak, Kayseri ve civarında yetiştirilen Kıl keçilerinde β-LG gen polimorfizminin araştırıldığı bu çalışmada kul-lanılan 75 baş hayvanda AA genotipinde 46 birey, AB genotipinde ise 29 bireyin bulunduğu belirlenmiştir. İncelen örneklerde BB genotipinde bireylere rastlanıl-mamış, A allelinin frekansı (0.81), B allelinden yüksek olduğu görülmüştür. Bunun iki sebebi olduğu düşünül-müştür. Bunlardan birisi; bu çalışmada kullanılan hay-van materyalini oluşturan Kıl keçisi örneklerinin kulla-nıldığı Kayseri ve civarında sadece keçilerden oluşan veya keçinin çoğunlukta olduğu küçükbaş sürüsünün olmamasıdır. Sadece koyun sürülerinin içerisinde ikiz veya annesi tarafından kabul edilmeyen kuzular için

sütanne olarak kullanılma amacıyla sütünden faydalan-mak üzere az sayıda keçi bulundurulmaktadır. Bu du-rum, çalışma örneklerinin toplandığı Kayseri ve civarın-daki Kıl keçisi popülasyonunda varyasyonun azalarak A allel frekansının artmasına neden olduğunu düşündürt-mektedir. Ancak, Kıl keçilerinde β-LG geninin allelik durumunun araştırıldığı diğer çalışmalarda kullanılan Kıl keçisi ör-nekleri sadece Kıl keçilerinin oluşturduğu sürülerinin fazla miktarda olduğu ve keçi etinin yaygın tüketildiği Akdeniz Bölgesi ve Toroslar’dan toplanmıştır. Dolayısıy-la bu bölgede hala ırk bu gen yönünden varyasyon gös-termektedir. Yine kayseri ve civarında yetiştirilen Kıl keçilerinde A allelinin ve AA genotipinin yüksek olmasında, bu gen ve süt verimi arasındaki ilişkinin de etkili olduğu düşünül-mektedir. Çünkü Kumar et al. (12) ve El-Hanafy et al. (19) tarafından yerli keçi ırklarında daha önce yapılan çalışmalarda β-LG-AA genotipi yüksek süt verimi ile ilişkilendirilmiştir. Ülkemizde en yağın keçi ırkı olan Kıl keçisi daha çok eti için yetiştirilmektedir. Ancak Kayseri ve civarında keçi etinin artık yaygın tüketilmemesi ne-deniyle yetiştiricilerin sürülerinde sadece süt verimi iyi olan hayvanları tuttukları ve bu nedenle de AA genotipi için farkında olmadan bir seleksiyon yapılmış olabilece-ği düşünülmektedir. Çalışma sonunda Kayseri ve civa-rında yetiştirilen Kıl keçilerinde β-LG geninde varyasyo-nun azaldığı görülmektedir. Keçi sütünün ekonomik öneminin arttığı son dönemde, 80’li yıllar boyunca horlanan ve birçok bölgede ortadan kaldırılan Kıl keçisi ve diğer Türkiye yerli keçi ırklarına yetiştiricilerin de ilgisi artmıştır. Bu nedenle mevcut yerli keçi ırklarımızın süt verimlerinin artırmak için sadece Saanen keçileri gibi Avrupa orijinli keçi ırkları ile melezlemek yerine bu ırkların verimlerini artırmak için seleksiyon çalışmalarının da yapılması gereklidir. Bu-nun için de öncelikle süt verimi ile ilişkisi olduğu bildiri-len çeşitli süt proteinleri ve süt verimi üzerine etkisi olduğu düşünülen fizyolojik olayları etkileyen genler bakımından Türkiye yerli keçi ırklarının genotiplemelerinin yapılması gereklidir. Ayrıca elde edilen genotip verileri ile verimler üzerine etkilerinin de araştırılması gerekmektedir. Bu amaçla süt verimi üze-rine etkisi olduğu bildirilen β-LG geninin daha detaylı araştırılması ve farklı ırklarda bulunan olası polimorfizmlerin ortaya konulması ve bunlarla verimler arasındaki ilişkilerin araştırılması önemlidir. Diğer ta-raftan, incelenecek lokus sayısının arttırıldığı ve bunlar-dan elde edilen sonuçların hayvanlara ait verim ve pedigri kayıtları ile birleştirildiği daha kapsamlı çalış-malara ihtiyaç duyulmaktadır. KAYNAKLAR 1. Şengonca M, Koşum N. Koyun ve Keçi Yetiştirme

(Keçi Yetiştirme ve Islahı). Ege Üniversitesi Bası-mevi, Bornova-İzmir, 2005; ss 11-275.

2. Joshi MB, Rout PK, Mandal AK, et al. Phylogeogra-phy and origin of Indian domestic goats. Mol Biol Evol 2004; 21: 454-462.

3. Sardina MT, Ballester M, Marmi J, et al. Phyloge-netic analysis of Sicilian goats reveals a new mtDNA lineage. Anim Genet 2006; 37: 376-378.

4. Pedrosa S, Uzun M, Arranz JJ, et al. Evidence of three maternal lineages in Near Eastern sheep supporting multiple domestication events. Proc R

Yüksel M, Akyüz B

Page 11: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Kayseri ve Civarında Halk Elinde Yetiştirilen Kıl Keçilerinde Βeta-Laktoglobülin Gen Polimorfizminin PCR-RFLP Yöntemi ile Belirlenmesi

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 66

Soc B 2005; 272: 2211-2217. 5. Kaymakçı M, Dellal G. Türkiye ve Dünya Keçi Yetiş-

tiriciliği. In: Keçi Yetiştiriciliği (2. baskı). Kaymakçı M (ed). Meta Basım Matbaacılık, Bornova-İzmir, 2006: ss 3-15.

6. TÜİK 2012. Türkiye İstatistik Kurumu, Tarım İsta-tistikleri. Erişim adresi: http://www.tuik.gov.tr (Erişim tarihi: 05.06.2013).

7. Tsiaras AM, Bargouli GG, Banos G, Boscos CM. Ef-fect of kappa-casein and beta-lactoglobulin loci on milk production traits and reproductive perform-ance of Holstein cows. J Dairy Sci 2005; 88: 327-334.

8. Amigo L, Recio I, Ramos M. Genetic polymorphism of ovine milk proteins: its influence on technologi-cal properties of milk-a review. Int Dairy J 2000; 10: 135-149.

9. Hayes HC, Petit EJ, Mapping of the β-lactoglobulin gene and of immunoglobulin M heavy chain-like sequence to homologous cattle, sheep and goat chromosomes. Mamm Gen 1993; 4: 207-210.

10. Pena RN, Sanchez A, Folch JM. Characterization of genetic polymorphism in goat β-lactoglobulin gene. J Dairy Res 2000; 67: 217-224.

11. Ağaoğlu ÖK, Kul BÇ, Akyüz B, ve ark. Identification of β-lactoglobulin gene SacII polymorphism in Honamli, Hair and Saanen goat breeds reared in Burdur vicinity. Kafkas Uni Vet Fak Derg 2012; 18: 385-388.

12. Kumar A, Rout PK, Roy R. Polymorphism of β-lacto globulin gene in Indian goats and its effect on milk yield. J Appl Genet 2006; 47: 49-53.

13. Ertuğrul O, Akyüz B. Halk elinde yetiştirilen An-kara keçilerinde (Capra hircus) bazı kan protein polimorfizmi. Ankara Üniv Vet Fak Derg 2000; 47: 23-29.

14. Erhardt G: Evidence for a third allele at the beta-lactoglobulin (beta-Lg) locus of sheep milk and its occurrence in different breeds. Anim Genet 1989; 20: 197-204.

15. Moioli B, Pilla F, Tripaldi C. Detection of milk pro-tein genetic polymorphisms in order to improve dairy traits in sheep and goats: A review. Small Rum Res 1998; 27: 185-195.

16. Gürcan N. Çeşitli Tiftik ve Kıl Keçisi Popülas-yonlarında β-Laktoglobülin Polimorfizmi. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri En-stitüsü, Ankara, 2005.

17. Türkyılmaz O. Yüksek Süt Verimli Saanen Keçiler-inde Süt Protein Polimorfizmi. Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Bursa, 2003.

18. Elmacı C, Oner Y, Koyuncu M. Allelic frequency of a SacII RFLP at exon 7 of the β-lactoglobulin gene in Turkish Hair goat breed. Asian J Anim Vet Adv 2009; 4: 130-133.

19. El-Hanafy AA, El-Saadani MA, Eissa M, et al. Poly-morphism of β-lactoglobulin gene in Barki and Damascus and their cross bred goats in relation to milk yield. Biotechnology in Animal Husbandry 2010; 26: 1-12.

20. Elmacı C, Öner Y, Koyuncu M. Saanen keçilerinde β-laktoglobulin genotiplerinin PCR-RFLP yöntemi ile belirlenmesi. Hayvansal Üretim 2008; 49: 1-4.

21. Ramos AM, Matos CAP, Russo-Almeida PA, et al. Candidate genes for milk production traits in Por-tuguese dairy sheep. Small Rum Res 2009; 82: 117-121.

22. Ng-Kwai-Hang KF. Genetic polymorphism of milk proteins: Relationships with production traits, milk composition and technological properties. Can J Anim Sci 1998; 78: 131-147.

Page 12: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koç Polat T, Ertekin T

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 67

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

SAKRUM KEMİĞİNİN MORFOMETRİK DEĞERLENDİRİLMESİ VE EKLEM YÜZEY ALANLARININ HESAPLANMASI MORPHOMETRIC EVULATION AND CALCULATION OF JOINT SURFACE OF SACRUM BONE

Araştırma Yazısı 2014; 23: 67-73

Tuğba POLAT KOÇ1, Tolga ERTEKİN1, Niyazi ACER1, Şerife ÇINAR2

1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Kayseri

2 Balıkesir Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Balıkesir

ÖZET: Os sacrum, lumbosakral, sakral ve sakroiliak şekil bo-zuklukları veya yaralanmalarının tedavisinde füzyon ve stabili-zasyon alanına dahil edilen önemli bir kemik yapıdır. Bu neden-le os sacrum’un normal anatomik yapısının ve morfometrik değerlerinin iyi bilinmesi, bu bölgeye uygulanacak operasyon-lar sırasında olası komplikasyonları önleyebilir. Bu çalışmada kuru os sacrum örnekleri üzerinde detaylı morfometrik ölçüm-ler yapılması ve os sacrum’un eklem yüzey alanlarının hesap-lanması amaçlanmıştır. Çalışma Erciyes Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalında bulunan 30 adet kuru os sacrum örnekleri üzerinde 0.01 milimetre (mm) duyarlılığındaki dijital kumpas kullanılarak yapıldı. Kuru kemik örneklerinde yaş ve cinsiyet ayırımı yapılmadı. Morfometrik ölçümler basis osis sacri, facies dorsalis, facies pelvica ve facies auricularis yüzlerinde iki taraflı ve tek taraflı olarak yapıldı. Os sacrum’un facies auricularis’lerinin alanları Image J programı kullanılarak ölçül-dü. Os sacrum üzerinde yapılan bilateral ölçümlerde istatistik-sel olarak anlamlı bir fark belirlenmedi (p>0.05). Facies auricularis ortalama alanı sağ tarafta 1028.15±232.92 mm2, sol tarafta ise 1042.45±220.72 mm2 olarak ölçüldü. Os sacrum’un facies auricularis’inin alan ölçüm değerleri ile os sacrum’un pars lateralis’inde yapılan vertebrae sacrales 1 ve 2 (S1 ve S2) düzeyindeki sağ ve sol ölçüm verileri arasında pozitif yönde korelasyon belirlendi. Bu çalışmanın os sacrum’a yönelik cerra-hi yaklaşımlarda özellikle sakral enstrümantasyonda cerrahlar ve klinisyenlere yararlı olacağı kanaatindeyiz. Anahtar kelimeler: Sakrum, morfometri, eklem, ImageJ

ABSTRACT: Sacrum is an important bone structure which is used in the treatment of deformities and injuries of the lumbosacral, sacral, and sacroiliac joints. Thus, if the normal anatomic structure and morphometric values of the sacrum is well known, possible complications which may arise during the operations to be applied to this area can be prevented. The aim of the current study was to make detailed morphometric measurements and to calculate surface area of the joint on dry sacrum samples. This study was performed by a digital caliper sensitive to 0.01 milimeter (mm) on 30 dry sacrum samples obtained from Department of Anatomy in Erciyes University. The age and gender discrimination was not made on dry bone specimens. Morphometric measurements were performed two-sided and one-sided on superior sacral base, and pelvic surface, dorsal surface, auricularis face of sacrum. The auricularis face area of sacrum was calculated, by using ImageJ software. No significant difference was determined between all bilateral morphometric measurements of sacrum (p>0.05). The mean area of the right and left auricularis faces were calculated as 1028.15±232.92 mm2, 1042.45±220.72 mm2 respectively. The positive correlations were determined between the area values of auricularis face and bilateral measurements performed at sacral vertebrae 1 and 2 (S1 and S2) level of lateral surface of sacrum. We believe that the results of this study will be beneficial for surgeons and clinicians for the surgical approaches to sacrum especially in sacral instrumentation. Key words: Sacrum, morphometry, joint, ImageJ

Makale Geliş Tarihi : 28.11.2013

Makale Kabul Tarihi: 25.06.2014

Corresponding Author: Tuğba POLAT KOÇ Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Kayseri Tel: 05303478589 e-mail: [email protected]

GİRİŞ Pelvis iskeleti az oynar eklemlerle birbirleriyle birleşen dört kemikten meydana gelir. Bunlar çift olan os coxae ile os sacrum ve os coccygis’dir. Pelvis iskeleti gövdeden gelen kuvvetin uyluğa, uyluktan gelen kuvve-tin de gövdeye aktarılmasını sağlar. Beş adet omurun birleşmesinden oluşan os sacrum, büyük ve üçgen şek-linde bir kemik olup, pelvis iskeletinin arkasında bulu-nur. Yukarıda bulunan basis osis sacri son bel omuru ile aşağıda bulunan apex osis sacri de os coccygis ile eklem yapar (1-3). Os sacrum’un yapısına giren kemik sayısı sakralizasyon ve lumbalizasyon sırasında artar veya azalır. Os sacrum lumbosakral, sakral ve sakroiliak şekil

bozuklukları veya yaralanmalarının tedavisinde füzyon ve stabilizasyon alanına dahil edilen önemli bir kemik yapıdır (4,5). Bu bölgeye yapılacak cerrahi girişimlerde nöral yapıların korunması klinik açıdan önemlidir. Bu nedenle os sacrum’un normal anatomik yapısının ve morfometrik değerlerinin iyi bilinmesi, bu bölgeye uy-gulanacak operasyonlar sırasında olası komplikasyonla-rı önleyebilir (6). Lomber spinal bozuklukların tedavisi ve kronik bel ağrısının önlenmesi gibi birçok ameliyatta analjezi ve anestezinin uygulanmasında epidural boşlu-ğa yönelik sakral yaklaşımlar tercih edilmektedir (7-9). Sakral epidural boşluğa ulaşma işleminde hiatus

Page 13: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sakrum Kemiğinin Morfometrik Değerlendirilmesi ve Eklem Yüzey Alanlarının Hesaplanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 68

sacralis’in yerinin doğru bir şekilde belirlenmesi gerek-mektedir. Dural kesenin delinmesini önlemek ve çevre-sindeki yapıları korumak için canalis sacralis’e girişler-de dikkatli olunmalıdır. Bu da os sacrum ve bölgenin anatomisinin iyi bir şekilde bilinmesini gerektirmekte-dir (10). Articulatio (art.) lumbosacralis ve art. sacroilaica, spondylolisthesis, lumbalscoliosis ve os sacrum etkile-yen dejeneratif, travmatik ve metastatik hastalıklar gibi çeşitli spinal rahatsızlıklardan etkilenmektedir (11-13). Bu gibi hastalıkların sebep olduğu instabilitelerde os sacrum vidalama işleminin önemli bir parçasıdır. Sakral vida yerleşimi antero-lateral yaklaşımda sakral 1 (S1) vertebranın kanat kısmından veya anteromedial yakla-şımda S1’in promontorium kısmından yapılabilir. Eğer S1 vertebra vida yerleştirmesi için uygun değilse, S2 vertebra’nın gövdesi veya kanat kısmı lumbosacral bi-leşkenin stabilizasyonu için kullanılabilir (11). Bu çalışmada kuru os sacrum örnekleri üzerinde detaylı morfometrik ölçümler yapılması ve os sacrum’un eklem yüzey alanlarının hesaplanması amaçlanmıştır. Cerrahi girişimler ve vidalama işlemi sırasında dikkat edilmesi gereken anatomik parametrelerin çoğu tanımlanmıştır. Bu ölçümlerin sakral vidalama işleminin güvenilirliğini artıracağını ve cerrahlara başarılı bir operasyon ve anestezi için yardım sağlayacağını düşünmekteyiz. GEREÇ VE YÖNTEM Ölçümler, Anatomi AD laboratuarında bulunan 30 adet kuru os sacrum örnekleri üzerinde, 0.01 milimetre du-yarlılığında dijital kumpas kullanılarak yapıldı. Kuru kemik örneklerinde yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Tüm simetrik veriler iki taraflı olarak ölçüldü. Fraktürleri, patolojisi, aşınma ve yırtılmaları olan ke-mikler çalışmaya dahil edilmedi. Ölçüm Yapılan Değişkenler Basis Osis Sacri’ye Ait Ölçümler 1) Os sacrum’un genişliği (SG), (Şekil 1). 2) S1 (1. sakral vertebra ) cisminin tranvers çapı (S1TÇ), (Şekil 1). 3) S1cisminin antero-posterior çapı (S1APÇ), (Şekil 1). 4) S1 pedikül derinliği (S1PD), (Şekil 1). 5) Ala osis sacri uzunluğu (AOSU), (Şekil 1). 6) Ala osis sacri derinliği (AOSD), (Şekil 1).

Şekil 1.Basis osis sacri’ye ait ölçümler (SG, S1PD, S1TÇ, S1APÇ, AOSU, AOSD)

Os Sacrum’un Facies Dorsalis’ine Ait Ölçümler 7) Canalis sacralis’in üst sagittal çapı (CSÜSÇ), (Şekil 2). 8) Canalis sacralis’in üst tranvers çapı (CSÜTÇ), (Şekil 2). 9) İki processus articularis superior arasındaki uzunluk (PASAU), (Şekil 2). 10) 1.foramina sacralia posteriora arasındaki uzunluk (1FSPAU), (Şekil 2). 11) 2. foramina sacralia posteriora arasındaki uzunluk (2FSPAU), (Şekil 2). 12) 3. foramina sacralia posteriora arasındaki uzunluk (3FSPAU), (Şekil 2). 13) 4. foramina sacralia posteriora arasındaki uzunluk (4FSPAU), (Şekil 2). 14) Posterior pedikül yüksekliği (PPY), (Şekil 2). 15) 1. foramen sacralis posterior’un alt kenarının orta noktası ile 2. foramen sacralia posterior’un üst kenarı-nın orta noktası arasındaki mesafe ölçüldü (1FSPİ2FSPÜ), (Şekil 2).

Şekil 2. Os sacrum’un facies dorsalis’ine ait ölçümler (CSU, CSÜTÇ, AOSPY, PPY, CSÜSÇ, LSKPYS1DG, LSKPYS2DG, 1FSPAU, 2FSPAU, 3FSPAU, 4FSPAU, 1FSPİ2FSPÜS)

16) Proc. art. superior’un eklem yüzünün yüksekliği (PASEYY), (Şekil 3).

Şekil 3. Os sacrum’un facies dorsalis’ine ait ölçümler (PASEYY,LSKS1DY, LSKS2DY, LSKS3DY, PASAU, PASEYG, 1FSPY, 2FSPY, 3FSPY, 4FSPY, 1FSPG, 2FSPG, 3FSPG, 4FSPG, HSY, HSCAU)

Page 14: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koç Polat T, Ertekin T

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 69

17) Proc. art. superior’un eklem yüzünün genişliği (PASEYG), (Şekil 3). 18) LSK’nin (Lateral Sakral Kitle) posterior yüzde 1. ve 2. foramina sacralia posteriora düzeyindeki genişliği (LSK1FSPDG) (LSK2FSPDG), (Şekil 3). 19) Ala osis sacri’nin posterior yüksekliği (AOSPY), (Şekil 3). 20) Canalis sacralis uzunluğu (CSU), (Şekil 3). 21) Hiatus sacralis uzunluğu (HSU), (Şekil 3). 22) Hiatus sacralis’in iki cornu sacrale arasındaki mesa-fesi (HSCSAU), (Şekil 3). 23) LSK’nin sırasıyla S1, S2, S3 düzeyindeki yüksekliği (LSKS1DY), (LSKS2DY), (LSKS3DY), (Şekil 3). 24) Her bir foramina sacralia posteriora’nın yükseklik ve genişlikleri (1FSPY), (2FSPY), (3FSPY), (4FSPY), (1FSPG), (2FSPG), (3FSPG), (4FSPG), (Şekil 3). Os Sacrum’un Facies Pelvica’sına Ait Ölçümler 25) LSK’nin anterior yüzdeki 1.ve 2. foramina sacralia anteriora düzeyindeki genişliği (LSKAYS1DG), (LSKAYS2DG), (Şekil 4). 26) Os sacrum’un yüksekliği (SY), (Şekil 4). 27) Linea transversa uzunlukları (LTU1, LTU2, LTU3, LTU4), (Şekil 4). 28) S1 ve S2 (2. sakral vertebra) vertebra gövdesinin yüksekliği (S1VGY), (S2VGY), (Şekil 4). 29) Her bir foramina sacralia anteriora’nın yükseklik ve genişlikleri (1FSAY), (2FSAY), (3FSAY), (4FSAY), (1FSAG), (2FSAG), (3FSAG), (4FSAG), (Şekil 4). 30) Anterior pedikül yüksekliği (APY), (Şekil 4). 31) 1. foramen sacralis anterior’un alt kenarının orta noktası ile 2. foramen sacralis anterior’un üst kenarının orta noktası arasındaki mesafe olarak ölçüldü (1FSAİ2FSAÜS), (Şekil 4).

Şekil 4. Os sacrum’un facies pelvica’sına ait ölçümler (LSKAYS1DG, LSKAYS2DG, LTU1, LTU2, LTU3, LTU4, S1VGY, S2VGY, 1FSAİ2FSAÜS, 1FSAY, 2FSAY, 3FSAY,4FSAY, 1FSAG, 2FSAG, 3FSAG, 4FSAG, SY, APY)

Os Sacrum’un Facies Auricularis’ine Ait Ölçümler 32) Facies auricularis’e ait ölçümler: Kısa kol (A-B), uzun kol (BC) ve oblik kol (AC), (Şekil 5).

Şekil 5. Os sacrum’un facies auricularis’ine ait ölçümler (A-B, B-C, A-C)

Os Sacrum’un Facies Auricularis Alanının Hesaplan-ması Os sacrum’un eklem yüzey alanlarının ölçümü için önce Anatomi AD’daki kuru os sacrum örneklerinin eklem yüzlerinin fotoğrafları yanına skala konularak çekildi. Daha sonra elde edilen fotoğraflar bilgisayar ortamına aktarıldı. Aktarılan fotoğraflarda os sacrum’un os coxae’larla eklem yapan facies auricularis yüzeylerinin alanları ImageJ (http://rsb.info.nih.gov/ij/docs/index.htlm) programı kullanılarak ölçüldü (Şekil 6).

Şekil 6. A: ImageJ programı kullanılarak os sacrum’da skala yardımıyla ölçüm aralığının belirlenmesi, B: ImageJ programı kullanılarak os sacrum’da kalibrasyon yapılma aşaması, C: ImageJ programı kullanılarak eklem yüzünün alanının hesap-lanması

İstatistiksel Analiz Çalışmamızın verileri, SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) 15.0 programına yüklenerek bilgisayar ortamına aktarıldı, istatistik analizi yapıldı. Verilerin özeti ortalama ± standart sapma olarak ifade edildi. Sağ ve sol ölçüm değerleri eşleştirilmiş t testi (paired t test) kullanılarak yorumlandı. Değişkenler arası ilişki Pearson korelasyon testi ile değerlendirildi. BULGULAR Basis Osis Sacri’ye Ait Ölçümler Os sacrum’un basis osis sacri’sin de yapılan ölçümlerde ortalama os sacrum genişliği (SG), 111.67±6.57 mm olarak belirlendi. S1 cisminin ortalama transvers çapı 49.33±6.74 mm, antero-posterior çapı ise 29.71±3.92 mm olarak ölçüldü (Tablo 1).

Page 15: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sakrum Kemiğinin Morfometrik Değerlendirilmesi ve Eklem Yüzey Alanlarının Hesaplanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 70

Tablo 2. Os sacrum’un facies pelvica’sına ait tek ölçümler(mm)

Tablo 1. Os sacrum’un basis osis sacri’sinde yapılan ölçümler (mm)

Değişkenler

Ortalama ± Standart Sapma

x ss

Alt sınır Üst sınır

SG 111.67±6.57 92.48 125.60

S1TÇ 49.33±6.74 38.16 64.51

S1APÇ 29.71±3.92 35.37 29.71

Değişkenler

Ortalama ± Standart Sapma

x ss

Alt sınır Üst sınır

SY 93.49±13.55 64.25 120.09

1LTU 30.01±5.03 18.21 42.36

2LTU 28.33±4.48 15.65 37.65

3LTU 26.51±4.82 15.02 41.23

4LTU 24.81±3.93 17.50 34.62

S1VGY 29.69±3.91 20.23 39.07

S2VGY 24.40±5.54 14.92 35.98

Os Sacrum’un Facies Pelvica’sına Ait Ölçümler Os sacrum’un facies pelvica’sında yapılan ölçümlerde; os sacrum yüksekliği ortalama 93.49±13.55 mm olarak belir-lendi. Ortalama linea transversa uzunlukları için sırasıyla 30.017±5.03mm, 28.33±4.48mm, 26.51±4.82mm, 24.81±3.93 mm olarak ölçüldü. S1 vertebra gövdesinin yüksekliği 29.69±3.91mm, S2 vertebra gövdesinin yüksekliği 24.40±5.54mm olarak belirlendi (Tablo 2).

Os Sacrum’un Facies Dorsalis’ine Ait Ölçümler Os sacrum’un facies dorsalis’in deki bilateral ölçümlerde, ortalama canalis sacralis uzunluğu 80.74±13.12 mm bulu-nurken, hiatus sacralis uzunluğu 33.71±11.73 mm olarak belirlendi. Canalis sacralis’in üst saggital çapı ortalama 22.81±4.15 mm, transvers çapı ise ortalama 30.17±3.30 mm olarak ölçüldü (Tablo 3).

Tablo 3. Os sacrum’un facies dorsalis’in deki tek ölçümler (mm)

Değişkenler

Ortalama ± Standart Sapma

x ss

Alt sınır Üst sınır

CSU 80.74±13.12 43.93 112.07

CSÜSÇ 22.81±4.15 15.40 29.83

CSÜTÇ 30.17±3.30 21.97 40.46

HSU 33.71±11.73 18.12 67.71

HSCAU 19.76±4.11 12.00 29.86

1FSPAU 38.68±4.03 30.24 47.29

2FSPAU 31.45±4.13 23.96 41.96

3FSPAU 26.10±3.68 15.90 33.91

4FSPAU 26.04±3.31 19.64 32.16

PASAU 25.88±4.02 17.35 33.13

Page 16: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koç Polat T, Ertekin T

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 71

TARTIŞMA VE SONUÇ Literatürde os sacrum’a ait morfometrik ölçümleri de-ğerlendiren çalışmalar genellikle kuru kemik ve direkt radyografiler üzerinde yapılmıştır (14). Duman ve ark. (14), 46 bireyin (17 erkek ve 29 kadın) rutin abdomino pelvik çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) görüntüleri üzerinde os sacrum radyolojik ola-rak değerlendirmişlerdir. Bu çalışmada ortalama os sacrum genişliği erkeklerde 116.50 mm, kadınlarda ise 115.70 mm olarak bulunurken, bizim çalışmamızda os

sacrum genişliği 111.67±6.57 mm olarak belirlendi. Aynı çalışmada 1., 2., 3., 4., linea tranversa uzunlukları erkeklerde sırasıyla 31.1, 28.8, 26.5 ve 24.6 mm ölçü-lürken, kadınlarda bu değerler sırasıyla 28.0, 26.1, 24.6 ve 23.2 mm olarak bildirilmiştir (14). Bizim çalışmamız-da ise 1., 2., 3., 4., linea transversa uzunlukları sırasıyla 30.01±5.03 mm, 28.33±4.48 mm, 26.51±4.82 mm, 24.81±3.93 mm olarak bulundu. Pelvis bölgesine yapılan cerrahi yaklaşımlardaki komp-likasyonların önlenmesine yardımcı olmak amacıyla

Os Sacrum’un Facies Auricularis’ine Ait Ölçümler Os sacrum’un sağ facies auricularis’i üzerinde yapılan ölçümlerde; ortalama kısa kol, uzun kol ve oblik kol değerleri sırasıyla 32.08±6.69 mm, 52.47±8.53 mm ve 59.60±9.24 mm olarak belirlenirken, solda bu değerler sırasıyla 33.15±5.87 mm, 50.16±6.72 ve 59.06±7.94 mm olarak ölçüldü (Tablo 4).

Değişkenler

Sağ Sol

Ortalama ± Standart Sapma

x ss

Alt sınır

Üst sınır

Ortalama ± Standart Sapma

x ss

Alt sınır

Üst sınır

p

LSKS1DY 48.23±5.85 40.03 61.23 47.17±7.03 29.33 65.34 0.212

LSKS2DY 39.83±6.92 30.09 60.03 40.81±5.25 31.22 51.74 0.297

LSKS3DY 26.45±6.20 8.96 40.67 26.90±5.01 13.12 36.90 0.571

AB 32.08±6.69 21.05 50.42 33.15±5.87 23.42 47.49 0.285

BC 52.47±8.53 37.65 72.01 50.16±6.72 38.56 63.60 0.156

AC 59.60±9.24 37.92 81.89 59.06±7.94 40.14 81.70 0.599

FAA 1028.15±232.92 550.77 1517.35 1042.45±220.72 588.01 1389.75 0.642

Tablo 5. Facies auricularis’in alan ölçüm sonuçları ile LSK’de yapılan diğer ölçüm değişkenleri arasındaki korelasyon değerleri

Tablo 4. Os sacrum’un facies auricularis’e ait bilateral ölçümler (mm)

Değişkenler FA SAĞ FA SOL

r p r p

LSKS1DYSAĞ 0.669** 0.001 0.480** 0.007

LSKS1DYSOL 0.494** 0.006 0.249** 0.008

LSKS2DYSAĞ 0.504** 0.005 0,429* 0.018

LSKS2DYSOL 0.510** 0.004 0.485** 0.007

LSKS3DYSAĞ 0.149 0.432 0.143 0.45

LSKS3DYSOL 0.37 0.848 0.88 0.645

r: korelasyon değeri ** Korelasyonun p˂0.01 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı olduğunu gösterir. * Korelasyonun p˂0.05 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı olduğunu gösterir.

Page 17: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sakrum Kemiğinin Morfometrik Değerlendirilmesi ve Eklem Yüzey Alanlarının Hesaplanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 72

Candan ve ark. (15) Batı Anadolu insanına ait 100 tane kuru os sacrum üzerinde yapmış oldukları antropometrik çalışmada; basis osis sacri’nin ortalama antero-posterior çapı 31.42 mm, tranvers çapı ise 49.40 mm olarak bulmuştur. Bizim çalışmamızda ise, anterio-posterior çapı ise 29.71±3.92 mm tranvers çapı ise 49.33±6.74 mm olarak ölçüldü. Mishra ve ark. (16), Agra bölgesine ait 116 kuru os sacrum (74’ü erkek 42’si kadın) üzerinde yapmış olduğu çalışmada, os sacrum yüksekliğini erkeklerde ortalama 107.53 mm, kadınlarda 90.58 mm olarak ölçmüştür. Bu çalışmada ise os sacrum yüksekliği ortalama 93.49±13.55 mm olarak belirlendi. Esenkaya ve ark. (17) yapmış oldukları çalışmada, ala osis sacri’nin ortalama posterior yüksekliğini sağ ve sol tarafta 26 mm olarak bulmuşlardır. Bizim çalışmamızda ise ala osis sacri’nin posterior yüksekliği sağda 28.71±5.07 mm, solda ise 28.11±5.75 mm olarak belir-lendi. Ebraheim ve ark. (18), 11 pelvis üzerinde yapmış olduk-ları radyolojik değerlendirmede, ortalama posterior pedikül yüksekliğini 26.1 mm, ala osis sacri’nin posterior yüksekliğini ise 28.7 mm olarak tespit etmiş-lerdir. Bizim çalışmamızda ise posterior pedikül yüksek-liği ortalama sağda 20.70±3.18 mm olarak bulunurken, solda 20.27±2.58 mm bulundu. Esenkaya ve ark. (17), LSK’nın eğimli postero-lateral yüzünün oblik olarak ortalama yüksekliğini sağ tarafta S1 düzeyinde 39 mm, S2 düzeyinde 28.6 mm, S3 düze-yinde 17.5 mm olarak bulurken, sol tarafta S1, S2 ve S3 düzeylerinde sırasıyla 37.4 mm, 27.6 mm, 16.1mm ola-rak belirlemiştir. Aynı çalışmada facies auricularis’e ait ölçümlerde sağ tarafta ortalama kısa kol 33.8 mm, uzun kol 48.3 mm, oblik kol 56.7 mm olarak bildirilirken, sol tarafta ise bu değerler sırasıyla 33.2 mm, 47 mm, 55.4 mm olarak tespit edilmiştir. Bizim çalışmamızda LSK için elde ettiğimiz sonuçlar literatür ile uyumluluk gös-termektedir. LSK ve facies auricularis ile ilgili yapılan bu çalışmalarda genellikle manuel veya tıbbı görüntüleme ile ölçüm yapılmıştır. Bizim çalışmamızda ise manuel morfometrik ölçümün yanı sıra vida ameliyatlarında önemli bir yeri olan facies auricularis’in yüzey alanı ImageJ programı kullanılarak ölçülmüş olup, diğer çalış-malardan bu yönüyle farklı bir veri elde edilmiştir. Literatürde os sacrum’a ilişkin ölçüm sonuçları ile bu çalışmanın ölçüm sonuçları karşılaştırıldığında birbirine benzer sonuçlar elde edildi (14-17). Bazı sonuçların farklı çıkmasının sebebi olarak metod değişiklikleri ve materyal farklılıkları gösterilebilir. Ayrıca os sacrum’la ilgili yapılan çalışmalarda üzerinde çalışılan bireyler arasındaki ırksal ve beslenme farklılıkları, yaş ve cinsi-yet farklılıkları, genetik ve sosyo ekonomik faktörler, bulunan sonuçların birbirinden farklı olmasına sebep olabilir (20). Comas ve ark. (20), Çinli, Siyahi, Afrikalı erkek ve kadın-lar üzerinde yapmış oldukları çalışmada; bölgesel, ırksal ve cinsiyet farklılıklarının os sacrum’un morfometrik ölçümleri üzerinde etkili olabileceğini bildirmiştir. Esenkaya ve ark. (17), kuru kemik örnekleri üzerinde elde edilen morfometrik ölçümlerdeki sayısal farklılık-larda anatomik varyasyonların ve ayrıca kuru kemik örneklerinde zamanla, özellikle yüzeyel, köşeli veya uç bölgelerde meydana gelen aşınmaların etkili olabileceği-

ni bildirmiştir. Art. sacroiliaca’nın ayrılması ile karakterize stabil ola-mayan pelvis yaralanmaları, erken dönemdeki morbidite ve mortalitenin yanı sıra geç dönemde sürekli ağrı, fonksiyonel kısıtlılık gibi ciddi problemlere neden olmaktadır. Pelvisin arka bölümünde ortaya çıkan yara-lanmalar, os sacrum kırıkları, art. sacroilica’nın kırıklı çıkıkları ve saf sakroiliak dislokasyonlar şeklinde grup-lara ayrılır. Yaralanma tipine göre cerrahi yaklaşımlar planlanır (21,22). Cerrahi işlemlerde kullanılan enstürümanlardaki gelişmeler bu bölgeye yapılacak olan girişimlerin sayı çeşitliliğinde artışa sebep olmuş-tur. Art. sacroiliaca yaralanmalarında açık redüksiyon ve internal fiksasyon, anterior veya posterior yaklaşımla yapılabilir (21,23). Bu bölgeye yapılan cerrahi yaklaşım-larda nöral yapıların korunması klinik açıdan önemlidir. Bu nedenle os sacrum’un columna vertebralis-pelvis bağlantısındaki önemli rolünün, özel anatomik yapısının ve morfometrik değerlerinin iyi bilinmesinin ve bu özel-liklerin ortaya çıkardığı kendine özgü biyomekaniksel özelliklerinin iyi kavramasının; bu bölgeye yapılacak operasyon ve anestezi girişimlerinin başarı derecesini artıracağını, ayrıca oluşabilecek komplikasyonların en aza indirgenmesine katkı sağlayacağını ve bu konuda yapılacak diğer çalışmalara ışık tutacağını düşünmekte-yiz. KAYNAKLAR 1. Arıncı K. Elhan A. Anatomi, 1. Cilt, Güneş Kitabevi,

Ankara, 2006: ss 58-63,124-126. 2. Çimen M. Sistematik Anatomi Ders Kitabı, Cumhuri-

yet Üniversitesi Yayınları, Sivas, 2003: ss 27. 3. Sarsılmaz M. Anatomi Sistemler, Nobel Yayın Dağı-

tım, Ankara, 2000: ss 26. 4. Drake RL, Vogl W, Mitchell AWM. Çev. Edi. Yıldırım

M. Gray’s Anatomy, Güneş Kitabevi, Ankara, 2007: ss 383-384.

5. Borrelli J, Koval KJ, Helfet DL. Operative stabilization of fracture dislocations of the sacroiliac joint. Clin Orthop 1996; 329: 141-146.

6. Başaloğlu H, Turgut M, Taşer FA, et al. Morphometry of the sacrum for clinical use. Surg Radiol Anat 2005; 27: 467-471.

7. Chen PC, Tang SFT, Hsu TC. Ultrasound guidance in caudal epidural needle placement. Anaesthesiology 2004; 101: 181–184.

8. Bush K, Hillier S. A controlled study of caudal epidural injections of triamcinolone plus procaine for the management of intractable sciatica. Spine 1991; 16: 572–575.

9. Cuckler JM, Bernini PA, Wiesel SW. The use of epidural steroids in the treatment of radicular pain. J Bone Joint Surg Am 1985; 67: 63–66.

10. Aggarwal A, Sahni HD. Morphometry of sacral hiatus and its clinical relevance in caudal epidural block. Surg Radiol Anat 2009; 31: 276-284.

11. Ebraheim NA, Coombs R, Jackson WT, et al. Percutaneous computed tomography-guided stabilization of posterior pelvic fractures. Clin Orthop 1994; 307: 222-228.

Page 18: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koç Polat T, Ertekin T

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 73

12. Mirkovic S, Abitbol JJ, Steinman J, et al. Anatomic consideration for sacral screw placement. Spine 1991; 16: 289–294.

13. Morse BJ, Ebraheim NA, Jackson T. Preoperative CT determination of angles for sacral screw placement. Spine 1994; 19: 604–607.

14. Duman T. Yetişkinlerde Os sacrum'un çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) ile morfometrik ince-lenmesi, Konya, 2009; ss 63-67.

15. Arman C, Naderi S, Kiray A, et al. The human sacrum and safe approaches for screw placement. J Neurosci 2009; 16: 1046–1049.

16. Mishra SR, Singh PJ, Agrawal AK, et al. Identification of sex of sacrum of Agra region. J Anat Soc India 2003; 52: 132-136.

17. Esenkaya İ, Aluçlu MA, Kavaklı A, et al. Radiologic and morphologic evaluation of the lateral sacral mass. Acta Orthop Traumatol Turc 2003; 37: 330-339.

18. Ebraheim NA, Xu R, Biyani A, et al. Morphologic considerations of the first sacral pedicle for iliosacral screw placement. Spine 1997; 22: 841-846.

19. Asher MA, Strippgen WE. Anthropometric studies of the human sacrum relating to dorsal transsacral implant designs. Clin Orthop 1986; 203: 59–62.

20. Comas J, Charles C. Manual of Physical Anthropology (revised and enlarged English edition) Thomas Springfield, Illinois, USA, 1961; pp 415-416.

21. Matta JM, Tornetta P. Internal fixation of unstable pelvic ring injuries. Clin Orthop 1996; 329: 129-140.

22. Tornetta P 3, Matta JM. Outcome of operatively treated unstable posterior pelvic ring disruptions. Clin Orthop 1996; 329: 186-193.

23. Kellam JF, McMurtry RY, Paley D, et al. The unstable pelvic fracture. Operative treatment. Orthop Clin North Am 1987; 18: 25- 41.

Page 19: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Arap ve Yerli Melez Atlarda Bazı Kan Parametreleri Üzerine Irk, Yaş ve Cinsiyetin Etkisi

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 74

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

*ARAP VE YERLİ MELEZ ATLARDA BAZI KAN PARAMETRELERİ ÜZERİNE IRK, YAŞ VE CİNSİYETİN ETKİSİ

THE EFFECTS OF BREED, AGE AND SEX ON SOME BLOOD PARAMETERS IN ARABIAN AND LOCAL CROSS BREED HORSES

Araştırma Yazısı 2014; 23: 74-81

Erhan OKTAY 1, Meryem EREN1

1 Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Genetik AD, Kayseri

ÖZET: Bu çalışma, Yerli melez at ırkı ile safkan Arap atlarında organ fonksiyonları için spesifik olan bazı kan parametreleri-nin belirlemesi ile ırk, yaş ve cinsiyet faktörlerinin bu paramet-reler üzerine etkisinin olup olmadığını ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Çalışmada hayvan materyalini, yaşları 1 – 12 (1-5 ve 6-12 yaş grubu) arasında değişen, 52 baş safkan Arap atı ve 50 baş Yerli Melez atı olmak üzere toplam 102 baş at oluştur-muştur. Hayvanlardan alınan kan örneklerinden sağlanan se-rumlarda AST, ALT, GGT, ALP, CK ve LDH enzim aktiviteleri ile glikoz, toplam kolesterol, trigliserid, toplam protein, albumin, globulin, üre, kreatinin, Ca, iP ve Mg düzeyleri belirlenmiştir. Bu çalışmada; Yerli Melez ve safkan Arap atlarında ırk faktörü-nün serum AST, ALT, CK ve LDH enzim aktiviteleri ile glikoz, üre, kreatinin, toplam kolesterol, trigliserid, toplam protein, albumin, globulin, Ca ve Mg düzeyleri üzerine etkili olduğu, ALP ve GGT enzim aktiviteleriyle iP düzeylerini etkilemediği saptanmıştır. Yerli melez atlarda incelenen biyokimyasal para-metreler cinsiyet ve yaş faktöründen etkilenmemiştir. Arap atlarında serum CK, LDH, kreatinin, globulin, üre ve trigliserid düzeylerinin cinsiyet faktöründen, glikoz, toplam protein, Ca, iP ve Mg düzeylerinin hem cinsiyet hem de yaş faktöründen etki-lendiği belirlenmiştir. Sonuç olarak, Yerli Melez ve Safkan Arap atlarına ait belirlenen bu serum biyokimyasal parametrelerinin referans değerler arasında olduğu, bu çalışma ile elde edilen verilerin hem klinisyenlere, hem de atlar üzerinde yapılacak araştırmalara katkı sağlayabileceği kanısına varılmıştır. Anahtar kelimeler: At, cinsiyet, ırk, kan parametreleri, yaş

ABSTRACT: The aim of this study was to determine some blood parameters which are specific for some organ functions in local cross breed and Arabian horses as well as to determine whether breed, age and sex factors had effects on these pa-rameters. Total 102 horses (1 to 12 years old: 1-5 and 6-12 years old); 52 Arabian and 50 local cross breed horses were used in this study. Serum AST, ALT, GGT, ALP, CK and LDH activities, glucose, total cholesterol, triglycerides, total protein, albumin, globulin, urea, creatinine, Ca, Pi and Mg levels were determined. In this study, serum AST, ALT, CK, LDH activities glucose, urea, creatinine, total cholesterol, triglycerides, total protein, albu-min, globulin, Ca and Mg levels were influenced by breed, but not ALP, GGT activities and Pi levels in Arabian and local cross breeds. In local cross breed horses, the investigated biochemi-cal parameters were not affected by sex and age. In Arabian horses, serum CK, LDH, creatinine, globulin, urea and triglyc-eride levels were affected by sex, and glucose, total protein, Ca, Pi and Mg levels were influenced by both sex and age. In conclusion, the analysed serum biochemical parameters of local cross breed and Arabian horses ranged within reference values. It is thought that the data obtained in this study may be useful for both clinicians and further researches that will be conducted on horses. Key words: Horse, sex, breed, blood parameters, age

Makale Geliş Tarihi : 20.01.2014

Makale Kabul Tarihi: 25.06.2014

Corresponding Author: Prof. Dr. Meryem EREN Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyokimya AD. Kayseri Tel: 0352 20076666-29850 e-mail:[email protected]

GİRİŞ Çeşitli çiftlik hayvanlarında serumun biyokimya-sal profili sürü sağlığının kontrolünde ve hastalıklarının belirlenmesinde büyük önem taşımaktadır. Kanın biyo-kimyasal analizlerinin yapılması ile hayvanların patolo-jik doku hasarları ve subklinik hastalıkları hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir (1-3). Atlarda kan biyokimyasal parametreleri üzerine ırk, yaş ve cinsiyetin etkisine dair çalışmalar mevcut olup, so-nuçlar arasında çelişkiler olduğu görülmektedir (4-9). Bu çalışma, yerli melez atlar ile Safkan Arap atlarında organ fonksiyonları için spesifik olan bazı kan paramet-relerini belirlemekle birlikte ırk, yaş ve cinsiyet faktör-

lerinin bu parametreler üzerine etkisinin olup olmadığı-nı ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. MATERYAL VE YÖNTEM Materyal Hayvan Materyali Çalışmada hayvan materyalini çeşitli yörelerde bulunan ve yaşları 1 – 12 arasında değişen 50 baş yerli melez at ırkı ile Eskişehir Mahmudiye Anadolu Tarım İşletmele ri’nde bulunan yaşları 1 – 12 arasında değişen 52 baş Safkan Arap at ırkı olmak üzere toplam 102 baş at oluş-

Page 20: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 75

Oktay E, Eren M

turmuştur. Yöntem Serum Analizleri Çalışmada yerli at ırkı ile safkan Arap at ırklarına ait aygır ve kısraklardan alınan kan örneklerinden sağlanan serumlarda AST, ALT, GGT, CK, ALP ve LDH enzim akti-viteleri, üre ve kreatinin düzeyleri kinetik olarak, glikoz, toplam kolesterol, trigliserid, toplam protein, albumin, Ca, Pi ve Mg düzeyleri kolorimetrik olarak ticari test kitleri (Teco, Amerika) ile Olympus marka AU 2700 model otoanalizöründe belirlenmiştir. Serum globulin değerleri, serum toplam protein değerlerinden albumin değerlerinin çıkarılması ile hesaplanmıştır. Verilerin Değerlendirilmesi Elde edilen verilerin istatistik analizleri SPSS 13.0 paket programına göre yapılmıştır. Grupların ortalama değer-leri arasındaki farklılıkların önemliliği için ve ırk-yaş-cinsiyet faktörleri arasındaki etkileşimler için Multifaktöryel Varyans Analizi, farkın önemlilik kontro-lü için de Duncan testi uygulanmıştır (10). Tüm veriler ortalama ± standart hata olarak verilmiştir. BULGULAR Arap ve Yerli Melez At Irklarında Serum Biyokimya-sal Parametreler Arap ve yerli melez at ırklarına ait serum biyokimyasal parametreler ile ilgili ortalama değerler Tablo 1’de ve-rilmiştir. Arap atlarında yerli melez atlara göre serum AST, ALT, LDH (p<0.05) ve CK aktiviteleri ile toplam kolesterol, üre, Ca (p<0.001) ve Mg (p<0.01) düzeyleri-nin önemli düzeyde yüksek olduğu, buna karşın glikoz, kreatinin, toplam protein, globulin (p<0.001), albumin (p<0.01) ve trigliserid (p<0.05) düzeylerinin daha dü-şük olduğu saptanmıştır.

Arap Atlarının aygırlarında kısraklara göre, 1-5 yaş gru-bunda LDH ve CK aktiviteleri ile toplam protein ve globulin (p<0.001) düzeylerinin yüksek, glikoz ve iP düzeylerinin düşük, 6-12 yaş grubunda ise CK aktivitesi, toplam protein, globulin ve üre düzeylerinin yüksek, glikoz, kreatinin, Ca, iP, Mg (p<0.001) ve trigliserid (p<0.05) düzeylerinin de düşük olduğu saptanmıştır. Yerli melezlerde aygır ve kısraklar arasında incelenen

biyokimyasal parametreler yönünden bir fark belirlen-

memiştir (p>0.05, Tablo 2).

Bir-5 ve 6-12 Yaşlı Atlarda Serum Biyokimyasal Pa-

rametreler

Yerli melez atlarda her iki yaş grubu arasında incelenen serum biyokimyasal parametreler yönünden bir fark belirlenmemiştir (p>0.05). Arap atlarında ise yaşın iler-lemesiyle serum enzim aktivitelerinde önemli bir deği-şiklik olmamasına karşın, kısraklarda toplam protein, Ca ve Mg düzeylerinin arttığı, aygırlarda glikoz ve iP düzey-lerinin düştüğü (p<0.001) görülmüştür (Tablo 2). Atlarda Serum Biyokimyasal Parametreler Yönün-den Varyans Analizi

Serum CK aktivitesi yönünden ırk x yaş, ırk x cinsiyet etkileşimi önemli (p<0.05) bulunurken, glikoz, toplam kolesterol, trigliserid, üre, kreatinin, toplam protein, albumin ve globulin düzeyleri yönünden ırk, cinsiyet ve yaş etkileşimleri önemli bulunmamıştır (p>0.05). Irk x yaş etkileşimi ise sadece Ca düzeyleri yönünden önemli (p<0.05) bulunmuştur.

Parametreler Arap atı (n=52) Yerli melez at (n=50) p

AST (IU/L) 377.69 ± 8.02 12.00 <0.05 ALT (IU/L) 11.71 ± 0.47 0.54 <0.05 ALP (IU/L) 262.87 ± 9.98 270.20± 14.00 >0.05 GGT (IU/L) 18.50 ± 1.01 1.85 >0.05 LDH (IU/L) 1112.30 ± 24.00 18.90 <0.05 CK (IU/L) 473.00 ± 28.50 180.24 ± 6.19 <0.001 Glikoz (mg/dl) 45.77 ± 2.97 86.68 ± 1.07 <0.001 Toplam kolesterol (mg/dl) 102.21 ± 2.11 84.80 ± 2.55 <0.001 Trigliserid (mg/dl) 25.50 ± 2.03 38.20 ± 3.87 <0.05 Üre (mg/dl) 33.98 ± 0.71 24.74 ± 0.70 <0.001 Kreatinin (mg/dl) 1.01 ±0.01 1.42 ± 0.03 <0.001 Toplam protein (g/dl) 6.63 ±0.07 7.25 ± 0.07 <0.001 Albumin (g/dl) 3.14 ± 0.04 3.32 ± 0.06 <0.01 Globulin (g/dl) 3.49 ±0.06 3.93 ± 0.07 <0.001 Ca (mg/dl) 12.40 ± 0.08 11.85 ± 0.08 <0.001 iP (mg/dl) 3.71 ± 0.13 3.94 ± 0.08 >0.05 Mg (mg/dl) 2.05 ± 0.03 1.90 ± 0.02 <0.01

Tablo 1. Arap ve yerli melez at ırklarında serum biyokimyasal parametreler

Page 21: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Arap ve Yerli Melez Atlarda Bazı Kan Parametreleri Üzerine Irk, Yaş ve Cinsiyetin Etkisi

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 76

A

rap

Ye

rli Me

lez

1-5

ya

ş 6

-12

ya

ş 1

-5 y

6-1

2 y

Pa

ram

etre

ler

Kısra

k n

=1

3 A

yg

ır n

=1

3 K

ısrak

n=

13

Ay

gır

n=

13

Kısra

k n

=1

0 A

yg

ır n

=1

5 K

ısrak

n=

17

Ay

gır

n=

8 P

AST

(IU/L

) ab

c 3

60

.85±1

7.8

0 ab

c 3

70

.31±1

0.1

6 a

39

7.9

13

.32

ab 3

81

.69±2

0.7

8 c

31

5.1

0±2

6.4

5 ab

c 3

47

.60±2

1.5

7 c

30

4.4

23

.11

bc

33

0.8

6±2

4.0

8 <

0.0

5

AL

T (IU

/L)

ab 1

2.5

4 ±1

.08

abc

11

.08±0

.86

a 1

3.0

0.5

9 ab

cd 1

0.2

1.0

3 cd

9.3

0±0

.92

cd 8

.80±

0.7

8 d

7.5

1.2

8 b

cd 9

.75±0

.73

<0

.05

AL

P (IU

/L)

32

5.6

9±2

8.0

9 2

37

.31±9

.68

23

9.0

13

.36

24

9.4

6±1

3.6

0 2

72±1

8.5

7 2

67

.67±2

2.6

9 2

96

.94±

30

.45

25

3.1

3±2

0.6

4 >

0.0

5

GG

T(IU

/L)

17

.08±

1.8

4 1

8.5

1.0

4 1

7.1

2.5

5 2

1.2

2.3

0 2

3.7

3.9

8 2

0.9

3.4

2 1

9.0

3.1

5 2

2.7

5.3

5 >

0.0

5

LD

H (IU

/L)

b

10

30

.92±4

1.0

2 a

11

81

.31±5

5.4

3 ab

10

61

.77±

41

.68

a 1

17

5.1

5±4

2.3

6 c

57

3.5

0±3

4.3

2 c

61

1.0

0±4

0.5

3 c

57

5.1

35

.75

c 5

73

.75±3

2.2

0 <

0.0

01

CK

(IU/L

) b

4

25

.23±5

0.5

5 a

53

4.6

2±5

3.7

6 b

3

31

.15±

22

.60

a 6

00

.92±6

5.7

4 c

19

1.6

0±1

5.3

3 c

18

4.3

3±1

5.1

3 c

16

7.8

2±8

.19

c 1

92

.25±1

3.7

8 <

0.0

01

Glik

oz

(mg/d

l) b

59

.23±

8.2

0 c

37

.08±

2.2

4 b

60

.54±

1.4

8 d

26

.23±

2.0

5 a

85

.90±

1.4

8 a

90

.40±

1.7

8 a

84

.12±

2.0

9 a

86

.13±

2.7

0 <

0.0

01

Üre

(mg/d

l) ab

33

.85±

1.2

7 ab

34

.62±

1.9

8 b

c 3

0.6

0.5

3 a

36

.85±

1.0

5 cd

26

.90±

1.4

7 d

24

.80±

1.2

8 d

23

.41±

0.9

4 d

24

.75±

2.4

5 <

0.0

01

Kreatin

in (m

g/dl)

bc

1.0

0.0

2 b

c 1

.00±

0.0

2 b

1.0

8±0

.02

c 0

.92±

0.0

3 a

1.3

7±0

.06

a 1

.49±0

.06

a 1

.41±

0.0

6 a

1.4

0±0

.08

<0

.00

1

To

plam

ko

les-tero

l (m

g/dl)

abc

94

.69±

3.7

9 a

10

6.6

9±2

.87

a 1

06

.00±5

.14

ab 1

01

.46±4

.35

bc

89

.80±

4.1

3 b

cd 8

7.8

4.4

1 cd

83

.82±

5.3

7 d

74

.88±

4.8

5 <

0.0

01

Trigliserid (m

g/dl)

ab 2

3.6

2.8

4 ab

29

.23±

5.6

0 a

34

.69±

3.2

4 b

14

.38±

1.3

1 a

36

.60±

5.5

0 a

43

.27±

8.7

4 a

39

.53±

9.6

7 ab

27

.88±

3.3

6 <

0.0

5

To

plam

pro

te-in

(g /dl)

d 6

.16±

0.1

4 b

c 6

.86±

0.1

2 c

6.5

5±0

.05

ab 6

.69±

0.0

7 a

7.3

2±0

.11

a 7

.28±0

.12

ab 7

.22±

0.1

3 a

7.2

8±0

.14

<0

.00

1

Alb

um

in (g /d

l) c

2.9

0.1

1 ab

c 3

.19±0

.9 ab

c 3

.25±0

.11

bc

3.1

0.1

0 ab

3.3

4±0

.13

a 3

.47±0

.03

abc

3.1

0.0

5 ab

3.3

4±0

.05

<0

.05

Glo

bu

lin (g /d

l) d

3.1

0.0

6 b

c 3

.64±

0.1

4 cd

3.3

1±0

.07

ab 3

.82±

0.0

6 ab

3.9

8±0

.08

ab 3

.81±0

.10

a 4

.05±

0.1

6 ab

3.9

1±0

.16

<0

.00

1

Ca (m

g/dl)

b 1

2.2

0.1

3 b

12

.15±

0.1

2 a

13

.05±

0.0

9 b

12

.17±

0.1

6 b

11

.85±

0.1

7 b

11

.88±

0.1

5 b

11

.79±

0.1

6 b

11

.91±

0.1

4 <

0.0

01

iP (m

g/dl)

a 4

.41±

0.2

6 b

3.7

0.1

5 ab

4.1

0±0

.09

c 2

.58±

0.1

0 ab

4.0

1±0

.14

b 3

.88±

0.1

4 ab

4.0

1±0

.16

b 3

.83±

0.1

1 <

0.0

01

Mg (m

g/dl)

b 2

.03±

0.2

8 b

1.9

0.2

7 a

2.2

4±0

.11

b 1

.99±

0.1

5 b

1.9

7±0

.04

b 1

.91±0

.04

b 1

.86±0

.03

b 1

.88±

0.0

5 <

0.0

01

Tablo 2. Arap ve Yerli melez atlarda serum biyokimyasal parametrelerin yaş ve cinsiyet dikkate alınarak karşılaştırmalı incelenmesi

a – d : Aynı satırda farklı harf taşıyan değerler arasındaki fark önemlidir.

Page 22: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 77

Oktay E, Eren M

Atlarda Serum Biyokimyasal Parametreler Yönün-den Varyans Analizi

Serum CK aktivitesi yönünden ırk x yaş, ırk x cinsiyet etkileşimi önemli (p<0.05) bulunurken, glikoz, toplam kolesterol, trigliserid, üre, kreatinin, toplam protein, albumin ve globulin düzeyleri yönünden ırk, cinsiyet ve yaş etkileşimleri önemli bulunmamıştır (p>0.05). Irk x yaş etkileşimi ise sadece Ca düzeyleri yönünden önemli (p < 0.05) bulunmuştur.

TARTIŞMA VE SONUÇ

Atlara ait serum veya plazma AST aktiviteleri bazı lite-ratürlerde 226-366 (11, 12), 220-370 (13), 45-145 (14), Belçika ırkı binek atlarında 107.9 (15), Spiti atlarında 197.70 ± 11.48 (16), Safkan Arap atlarında 206.20 ± 14.3 (17), 226-336 (18), İngiliz atlarında 276.54 ± 17.04 (19), 283 ±51,3 (20), Şili atlarında 390.27 ± 148.56 (21), Japonya’daki Pony atlarında 413 ±132 (22), Murgese atlarında 436 ± 98.33 IU/L (23) olarak tespit edilmiştir. Sunulan çalışmada elde edilen serum AST aktivitesi Arap atlarında yerli melez atlardan daha yüksek bulun-muş ve sırasıyla 377 ± 8.02 IU/L ve 323.7 ± 12.0 IU/L olarak saptanmıştır. Bu veriler, daha önce yapılan çalış-maların sonuçlarıyla uyumluluk göstermektedir (11-13, 18, 21-23). Aspartat aminotransferaz aktivitelerinin Greppi ve ark.’nın (4) bildirdikleri gibi ırk faktöründen etkilendiği, yaş ve cinsiyet faktörlerinden etkilenmediği görülmüştür. Alanin aminotransferaz aktiviteleri Haflinger atlarında 8.87 ± 0.83 (3), bazı literatürlerde 3-23 (11,13, 14, 18), 34-113 IU/L (12), Spiti atlarında 23.89 ± 2.31 (16), İngi-liz atlarında 13.02 ± 3.17 (19), Murgese atlarında 3.52 ±1.91 U/L (23) olarak bildirilmiştir. Bu çalışmada se-rum ALT aktivitesi Arap atlarında 11.71 ± 0.47 IU/L, yerli melez atlarda 8.64 ± 0.54 IU/L düzeyinde bulun-muş ve yukarıdaki bazı çalışmaların (3, 11, 13, 14, 18, 19) sonuçlarıyla uyumluluk göstermiştir. Bu enzimin aktivitesinin ırk faktöründen etkilendiği, bunun da lite-ratür bilgilerinin bazılarıyla uyumlu (4), bazılarıyla uyumlu olmadığı (5, 6), yaş ve cinsiyet faktörlerinden de etkilenmediği ortaya konulmuştur.

Alkalin fosfataz aktivitesi 51.2 (15), 56 (18), 576.76 ± 222.76 (23), 143 - 395 IU/L (11, 24, 25) olarak bildiril-miştir. Yaşın ALP aktivitesi üzerindeki etkisini araştıran araştırmacılar yaşın ilerlemesiyle ALP aktivitesinin düş-tüğünü göstermelerine karşılık (18, 26), sunulan çalış-mada yaş etkisinin yanında ırk ve cinsiyetle de bu akti-vitenin değişmediği görülmüştür. Bazı literatürlerde ALP aktivitesi üzerine atlarda ırk ve cinsiyet faktörünün etkili olduğu bildirilmiştir (26). Bu çalışmada ALP akti-vitesi Arap atlarında 262.87± 9.98 IU/L, yerli melez atlarda ise 270.2 ± 14.0 IU/L olarak saptanmıştır. Elde edilen bu veriler yukarıdaki bazı literatürlerle de (11, 23, 24, 25) uyumlu bulunmuştur. Irk, yaş ve cinsiyet faktörleri ALP enzim aktivitelerini etkilememiştir.

Gama glutamil transpeptidaz aktiviteleri 4-13.4 (11-13), Belçika ırkı binek atlarında 6.9 (15), bazı literatürlerde 12 (14, 18), İngiliz atlarında 15.75 ± 1.94 (19), Murgese atlarında 17.30 ± 6.84 IU/L (23) arasında değiştiği bildi-rilmiştir. Bu çalışmada GGT aktivitesi Arap atlarında 18.50±1.01, yerli melez atlarda 21.12±1.85 IU/L düzey-lerinde bulunmuş olup, bu sonuçların bazı literatürlerle

(17, 23) uyumlu olduğu görülmüştür. Irk, cinsiyet ve yaşın GGT üzerine etkili olmadığı saptanmıştır.

Laktat dehidrojenaz aktivitelerinin 162-412 (11, 13, 14, 18), 245.5 (15), 1333.7 ± 229.3 (20), 921.39 ± 281.50 IU/L (23) arasında değiştiği bildirilmektedir. Bu çalış-mada LDH aktivitesinin Arap atlarında yerli melez atla-ra göre daha yüksek düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Serum LDH aktivitesinin Arap at ırklarında 1112.3 ± 24.0 IU/L, yerli melez atlarda 585.4 ± 18.9 IU/L olduğu ve bazı literatürlerde (20, 23) bildirilen değerlere yakın olduğu saptanmıştır. Irk faktörü LDH üzerinde etkili olmuştur. Irkın LDH aktivitesi üzerine etkili olduğuna dair bir çalışmada (26), Caspiyan pony atlarında İran Arap atlarına göre bu enzim aktivitesi daha yüksek tes-pit edilmiştir. Sunulan çalışmada 1-5 ve 6-12 yaş grubu Arap atları arasında LDH aktivitesi yönünden fark bu-lunmamasına karşın, 1-5 yaş kısrak ve aygırları arasın-da serum LDH aktiviteleri yönünden fark belirlenmiş olup, aygırlarda LDH aktivitesi kısraklara göre yüksek bulunmuştur. Yerli melez atlarda ise her iki yaş grubu ve cinsiyetler arasında LDH aktivitesi yönünden bir fark tespit edilmemiştir.

Kreatin kinaz enzim aktivitelerinin 2.4-23.4 (11, 13, 14, 18), 86-140 (12), 51.2 (15), 236 ± 69.3 (20), 179.74 ± 85.81 IU/L (21) arasında değiştiği bildirilmektedir. Ça-lışmada CK aktivitesi Arap atlarında 473.0 ± 28.5 IU/L, yerli melez atlarda ise 180.24 ± 6.19 IU/L olarak saptan-mış ve bu değerler bazı literatürlerle (20, 21) uyumlu bulunmuştur. Caspiyan poni atlarında CK aktivitesinin İran Arap atlarına göre daha yüksek olduğunu bildiren (26) çalışmalarda olduğu gibi, bu çalışmada da ırk faktö-rünün CK aktivitesi üzerinde etkili olduğu ve Arap atla-rında daha yüksek olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda serum CK aktivitesi üzerinde egzersizin etkili olduğu ve egzersizle birlikte CK aktivitesinin arttığı ileri sürülmüş-tür (27-30). Sunulan çalışmada yerli melez atlarda se-rum CK aktivitesi yönünden hem 1-5 yaş ve 6-12 yaş grupları, hem de kısrak ve aygırları arasında fark belir-lenmemiştir. Bununla beraber, Arap atlarının hem 1-5 yaş hem de 6-12 yaş grubu kısrak ve aygırları arasında CK aktivitesi yönünden fark saptanmış ve bu enzim akti-vitesinin aygırlarda kısraklara göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Ancak her iki ırkta da yaşın ilerlemesiyle serum enzim aktivitelerinin etkilenmemiştir.

Çeşitli literatürlerde at ırklarına ait serum veya plazma glikoz düzeylerinin 55.95 (13), Safkan Arap kısrakların-da 61.60±9.16 (17), Murgese atlarında 76.98±15.08 (23), Japonya ırkı atlarda 82.5±8.4 (22), 83.23±9.91 (21), Belçika ırkı binek atlarında 101.42 (15), bazı lite-ratürlerde 75-115 mg/dl (11, 12, 14, 18) olduğu bildiril-miştir. Sunulan çalışmada Arap atlarında yerli melez atlara göre glikoz düzeylerinin önemli düzeyde düşük olduğu görülmüş ve bu değerler sırasıyla 45.77 ± 2.97 mg/dl, 86.68 ± 1.07 mg/dl olarak belirlenmiş ve bazı literatür bilgileri (11, 12, 14, 18, 21-23) ile uyumlu bu-lunmuştur. Golden ve Shoeride ırkı egzersiz yapan atlar-da glikoz düzeylerinin düşük olmasına paralel olarak (31) sunulan çalışmada da Arap atlarında yerli melez atlara göre serum glikoz düzeylerinin düşük olması bakım, beslenme, hayvanın sağlık durumu gibi faktör-lerden kaynaklanabilir (32). Serum glikoz düzeyleri yönünden yerli melez kısrak ve aygırları ile 1-5 ve 6-12

Page 23: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Arap ve Yerli Melez Atlarda Bazı Kan Parametreleri Üzerine Irk, Yaş ve Cinsiyetin Etkisi

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 78

yaş grubu arasında bir fark belirlenememesine karşın, Arap atlarında glikoz düzeyi kısraklarda aygırlara göre daha yüksek bulunmuş ve aygırlarda yaşın ilerlemesiyle düşme saptanmıştır. Bu farklılıkların; değişik ırklara ait glikoz metabolizmasındaki değişimlerden, ırklara ait cüsse farkının yaratacağı kandaki genel metabolizma hızından ileri gelebileceğini düşündürmektedir.

Toplam kolesterol düzeylerinin Murgese atlarında 82.06±20.74 (23), Haflinger atlarında 83.40±4.69 (17), Japonya ırkı atlarda 87.0±11.1 (22), Türkmen atlarında 124.13 (9), bazı literatürlerde 75-150 mg/dl (11, 12, 14, 18), arasında bildirilmiş olup, sunulan çalışmada Arap atlarında 102.21 ± 2.11 mg/dl ve yerli melez atlarda 84.80±2.55 mg/dl olduğu belirlenmiş ve bazı literatür-lerle (11, 12, 14, 17, 18, 22, 23) uyumlu bulunmuştur. Toplam kolesterol düzeyinin Arap atlarında yerli melez atlara göre yüksek olduğu ve ırkın toplam kolesterol düzeyi üzerine etkili olduğu, ancak literatür bilgilerde (4) ırkın kolesterol üzerine herhangi bir etkisinin olma-dığı bildirilmiştir. Bu farklılıkların nedeninin kan koles-terol-trigliserid metabolizmasına ve atlardaki bireysel farklılık ya da benzerliğin, vücut lipid rezervlerindeki hareketliliğe bağlı olarak gelişebileceğini, ayrıca iklim, bakım, beslenme ile egzersizdeki farklılıktan ileri gelebi-leceğini düşündürmektedir. Cinsiyetin ve yaşın da top-lam kolesterol üzerine etkili olmadığı görülmüştür. Trigliserid düzeylerinin Türkmen atlarında 11.51 (9), 4-44 (11) ve < 50 mg/dl (14, 18) arasında değiştiği bildi-rilmektedir. Çalışmada trigliserid düzeyleri ırk faktö-ründen önemli düzeyde etkilenmiş olup, Arap atlarında 25.50±2.03 mg/dl, yerli melez atlarda 38.20±3.87 mg/dl olarak bulunmuş ve yerli melez ırklarda Arap atlarına göre daha yüksek olduğu ve bazı literatürlere (11, 14, 18) ait değerlerle uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Irk faktörünün trigliserid düzeyi üzerine etkisi olduğuna dair bir çalışmada (33), egzersiz sonrası Arap atlarında trigliserid düzeyinin melez atlara göre daha düşük oldu-ğu bildirilmiştir. Altı-12 yaş grubu kısraklarında serum trigliserid düzeyleri aygırlara göre yüksek bulunmuştur. Bu çalışmada yaş faktörünün trigliserid düzeyi üzerine etkili olmadığı, başka bir çalışmada ise (9) yaşın artışına bağlı olarak trigliserid düzeyinin arttığı görülmüştür. Bu farklılıkların trigliserid metabolizmasının atlardaki bi-reysel farklılık ya da benzerlik ile diyet ve egzersize bağlı olarak vücut lipid rezervlerindeki hareketlilikten kaynaklanabileceğini düşündürmektedir. Çeşitli at ırklarına ait serum üre düzeylerinin 10-20 (13), bazı literatürlerde 21.4-51.4 (14, 18), 21.62-51.65 (11, 12), Spiti atlarında 20.72 ±0.46 (16), Safkan Arap atlarında 24.66±0.98 (17), Şili atlarında 43.90±8.77 (21), Japonya ırkı atlarda 23.5±7.9 (22), Murgese atla-rında 29.58±7.23 (23), safkan at ırklarında 26.91±10.69 mg/dl (34) olduğu bildirilmektedir. Sunulan çalışmada serum üre düzeyleri Arap atlarında 33.98 ± 0.71 mg/dl, yerli melez atlarda ise 24.74 ± 0.70 mg/dl olarak belir-lenmiştir. Üre düzeyinin Arap atlarında yerli melez atla-ra göre yüksek bulunduğu ve bulunan bu değerlerin yukarıdaki bazı literatürlerle (11, 12, 14, 17, 18, 22, 23, 34) uyumluluk içerisinde olduğu saptanmıştır. Irk faktö-rünün etkili olduğu, yaşın üre üzerinde etkili olmadığı görülmüştür. Arap atlarında 6-12 yaş grubu aygırlarda kısraklara göre üre düzeyinin daha yüksek olduğu sap-tanmıştır. Üre düzeyindeki farklılıklar protein metabo-

lizması ve diyet tiplerinden kaynaklanabilir (32).

Kreatinin düzeylerinin bazı literatürlerde 1.0-2.0 (11-14, 18), Spiti atlarında 0.71±0.02 (16), Safkan Arap atla-rında 1.42±0.14 (17), Japonya atlarında 0.84±0.1 (22) Murgese atlarında 1.17±0.27 (23), 1.67±0.14 mg/dl (35), arasında değiştiği bildirilmektedir. Çalışmada be-lirlenen kreatinin düzeyleri Arap atlarında 1.01 ± 0.01 mg/dl, yerli melez atlarda 1.42 ± 0.03 mg/dl olup yuka-rıda bildirilen bazı literatürlerle (11-14, 17, 18, 23) uyumlu bulunmuştur. Çalışmada kreatinin düzeylerinin yerli melez atlarda Arap ırklarına göre yüksek bulundu-ğu ve ırk faktörünün etkili olduğu görülmüştür. Irk fak-törünün serum kreatinin düzeyi üzerine etkisinin başlı-ca sebebi olarak, uzun ağır egzersiz, kas harabiyeti ve atletik yapı gösterilebilir (4, 26, 28, 36-38). Altı-12 yaş grubu Arap atı kısraklarının serum kreatinin düzeyleri aygırlara göre daha yüksek bulunmuştur.

Serum veya plazma toplam protein düzeylerinin, bazı literatürlerde 5.2-7.9 (11-13, 18), Safkan Arap atlarında 6.44±0.15 (17), Belçika binek atlarında 6.5 (15), 6-7.3 (14), 6-7.9 (35), Murgese atlarında 7.85±0.80 (23), Spiti atlarında 8.45±0.60 (16) g/dl olduğu bildirilmiştir. Su-nulan çalışmada toplam protein düzeyinin Arap atların-da 6.63 ± 0.07 g/dl, yerli melez atlarda 7.27±0.07 g/dl değerlerinde bulunduğu ve yukarıdaki literatür değer-lerle uyumlu olduğu (11-14, 18, 35) tespit edilmiştir. Bu çalışmada da toplam protein düzeyinin yerli melez at-larda Arap ırkı atlara göre daha yüksek olduğu ve ırk faktörünün toplam protein düzeyi üzerine etkili olduğu saptanmıştır. Serum total protein düzeyleri Arap atı aygırlarında kısraklara göre daha yüksek bulunmuştur. Bununla beraber Arap atı kısraklarında yaşın ilerleme-siyle protein düzeyleri artış göstermiştir. Oysa ki yerli melez atlarda bu parametre yaş ve cinsiyet faktörlerin-den etkilenmemiştir. Irklar arasında meydana gelen bu farklılığın hormonal etkiler, gebelik, laktasyon, egzersiz, besinsel faktörler, stres ve terleme yoluyla meydana gelen aşırı sıvı kaybından ileri gelebileceğini düşündür-mektedir (33, 39).

Albumin düzeyleri Safkan Arap atlarında 2.50±0.09 (17), 2.5-3 (13), bazı literatürlerde 2.6–3.7 (11, 12, 18) Spiti atlarında 2.82±0.09 (16), Murgese atlarında 3.44±0.28 (23), 2.8-3.6 g/dl (35) olarak bulunmuştur. Çalışmada albumin düzeyi Arap atlarında 3.14 ± 0.04 g/dl, yerli melez atlarda 3.32 ± 0.06 g/dl düzeylerinde saptanmış olup, bu değerler yukarıdaki bazı literatür bulgularıyla uyumlu (11, 12, 18, 35) bulunmuştur. Albumin düzeyinin yerli melez atlarda Arap atlarına göre daha yüksek çıktığı ve ırk faktörünün etkili olduğu tespit edilmiştir. Elde edilen bulgular, Arap atlarında yarış atlarına göre toplam protein düzeyinin düşük ol-duğunu bildiren Uysal ve ark.’nı (6) desteklemektedir. Albumin düzeyindeki normal fizyolojik değişiklikler besinsel faktörler, hormonal etkiler, gebelik, laktasyon, stres ve terleme ile sıvı kaybı gibi faktörlerden kaynak-lanabilir (6, 33, 37). Yaş ve cinsiyet albumin düzeylerine etkili olmamıştır.

Globulin düzeylerinin 2.62-4.04 (11, 13, 18), 3.5-4.8 g/dl (14) arasında değiştiği bildirilmektedir. Çalışmada Arap atlarında 3.49±0.06 g/dl, yerli melez atlarda 3.93±0.07 g/dl olarak belirlenen globulin düzeylerinin

Page 24: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 79

Oktay E, Eren M

yukarıda bildirilen değerlerle uyumlu olduğu (11, 13, 14, 18) ve ırk faktörünün globulin düzeylerini etkilediği saptanmıştır. Irk faktörünün globulin düzeyi üzerine etkili olduğuna dair herhangi bir literatür çalışmasına rastlanmamıştır. Arap atlarında yaşın ilerlemesiyle globulin düzeyleri etkilenmemesine karşın, kısrak ve aygırlar arasında serum globulin düzeyleri yönünden bir fark belirlenmiş olup, aygırlarda bu değerin kısrakla-ra göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Bununla beraber, yerli melezlerde hem yaş hem de cinsiyet fak-törü globulin düzeylerini etkilememiştir.

Literatürlerde atlara ait serum veya plazma Ca düzeyleri Şili atlarında 10.98±0.68 (21), bazı literatürlerde 11.2-13.6 (11, 14, 18), Murgese atlarında 11.24±0.82 (23), İngiliz atlarında 11.63±0.22 (19), Spiti atlarında 12.49±0.55 (16), 12.5±0.7 (20), Belçika ırkı binek atla-rında 13.11 mg/dl (15) olarak bulunmuştur. Sunulan çalışmada Ca düzeyi Arap atlarında 12.40 ± 0.08 mg/dl, yerli melez atlarda ise 11.85 ± 0.08 mg/dl olarak belir-lenmiş ve yukarıdaki bazı literatürlerle uyumluluk (11, 14, 16, 18-20, 23) göstermiştir. Kalsiyum düzeyinin Arap atlarında yerli melez atlara göre yüksek olduğu ve ırk faktörünün etkili olduğu tespit edilmiştir. Yerli me-lezlerde hem cinsiyet hem de yaş faktörü serum Ca dü-zeyini etkilememiştir. Arap atlarında ise, 6-12 yaş grubu kısraklarının Ca düzeylerinin aygırlara göre daha yük-sek olduğu saptanmıştır. Bununla beraber kısraklarda yaşın ilerlemesiyle Ca düzeylerinde artış olduğu görül-müştür.

Fosfor düzeyleri Şili atlarında 3.19±0.77 (21), bazı lite-ratürlerde 2.7-4.5 (14, 18), 3.1-5.6 (11, 13), Murgese atı ırklarında 3.89±1.12 (23), İngiliz atlarında 4.57±0.40 (19), Spiti atlarında 5.22 ± 0.36 mg/dl (16) olarak bildi-rilmiştir. Yapılan çalışmada iP değeri Arap atlarında 3.70 ± 0.12 mg/dl, yerli melez atlarda ise 3.94 ± 0.08 mg/dl düzeyinde bulunmuş ve bazı literatürlerle uyum-lu (11, 13, 14, 18, 21, 23) olduğu gözlenmiştir. Sunulan çalışmada olduğu gibi, bir çalışmada (6) ırk faktörünün iP düzeyini etkilemediği, ancak başka bir çalışmada (7), etkilediği görülmüş, bir diğer çalışmada da (4) dört fark-lı (Safkan İngiliz, Anglo-Arabo-Sardo, Avelignese, Maremmano) at ırklarının serum iP düzeyleri karşılaştı-rılmış ve safkan ırk atların iP düzeylerinin en yüksek düzeyde olduğu saptanmıştır. Yerli melez atlarda hem cinsiyet hem de yaş faktörü serum iP düzeylerini etkile-memiştir. Oysa ki, Arap atlarında hem 1-5 hem de 6-12 yaş grubu aygırların iP düzeylerinin, kısraklarınkine göre daha düşük olduğu ve yaşın ilerlemesiyle de azaldı-ğı belirlenmiştir. Magnezyum düzeylerinin Şili atlarında 1.70±0.12 (21), Murgese atlarında 1.97±0.23 (23), atlarda yapılan çalış-malarda 2.2-2.8 mg/dl (11-14, 18) arasında değiştiği bildirilmektedir. Yapılan çalışmada Mg değeri Arap atla-rında 2.05 ± 0.03 mg/dl, yerli melez atlarda 1.90 ± 0.02 mg/dl düzeyinde bulunmuş ve yukarıdaki literatür (11-14, 18, 21, 23) bulgularıyla uyumluluk içerisinde olduğu tespit edilmiştir. Irk faktörünün bazı literatür çalışmala-rıyla (40) uyumlu olarak Mg düzeyi üzerine etkili oldu-ğu saptanmıştır. Yerli melez atlarda serum Mg düzeyi yönünden hem kısrak ve aygırlar arasında hem de 1-5 ve 6-12 yaş grubu arasında bir fark saptanmamıştır. Arap atlarında ise 6-12 yaş grubu kısraklarının serum Mg düzeylerinin aygırlara göre daha yüksek olduğu ve

yaşın ilerlemesiyle artış gösterdiği görülmüştür.

Irk, cinsiyet ve yaşa göre incelenen biyokimyasal para-metre düzeylerinde belirlenen farklılıkların egzersiz koşulları, fiziksel kondüsyon, bireysel faktörler, bakım-beslenme, kan numunelerinin alındığı mevsimsel zaman farklılıkları ve iklim, coğrafi şartların ve çevresel koşul-larının metabolizma üzerine etkisi ve cinsiyete bağlı metabolizma farklılıklarından ileri gelebileceğini düşün-dürmektedir (27, 28, 32).

Bu çalışmada Arap ve yerli melez atlarda ırk faktörünün serum AST, ALT, CK ve LDH aktiviteleri ile glikoz, üre, kreatinin, toplam kolesterol, trigliserid, toplam protein, albumin, globulin, Ca ve Mg düzeyleri üzerine etkili ol-duğu, ALP ve GGT enzim aktiviteleriyle iP düzeylerini etkilemediği saptanmıştır. Yerli melez atlarda incelenen parametreler, cinsiyet ve yaş faktöründen etkilenme-miştir. Arap atlarında serum CK, LDH, kreatinin, globulin, üre, trigliserid düzeylerinin cinsiyet faktörün-den; glikoz, toplam protein, Ca, iP ve Mg düzeylerinin hem cinsiyet hem de yaş faktöründen etkilendiği belir-lenmiştir.

Sonuç olarak, Yerli melez atlar ile Safkan Arap atlarına ait belirlenen serum biyokimyasal parametrelerinin referans değerler arasında olduğu, bu çalışma ile elde edilen verilerin hem klinisyenlere, hem de atlar üzerin-de yapılacak araştırmalara katkı sağlayabileceği kanısı-na varılmıştır.

KAYNAKLAR

1. Lumeij JT, Bruijne J. Blood Chemistry Reference Values in Racing Pigeons (Columbia Livia Domestica), Avian Pathol 1985; 14: 401-408.

2. Bowes VA, Julian RJ, Stirtzinger T. Comparison of Serum Biochemical Profiles of Male Broilers with Female Broilers White Leghorn Chiens. Can J Vet Res 1989; 53: 7-11.

3. Meluzzi A, Primiceri G, Giordani R, et al. Determination of Blood Constituents Reference Values in Broilers. Poultry Sci 1992; 71: 337-345.

4. Greppi G F, Lucia Casin D, Orland M, et al. Daily fluctuations of heamotology and blood biochemistry in horses fed varying levels of pro-tein. Equine Veterinary Journal 1996; 281: 350-353.

5. Tekeli SK, Örmen A, Mengi A. Safkan Arap ve İngiliz taylarında serum AST, ALT ve ALP aktivi-teleri üzerinde çalışmalar. İstanbul Üniv Vet Fak Derg 1996; 22: 127-133.

6. Uysal A, Bilal T, Yılmaz H, et al. Araba ve yarış atlarında bazı kan ve serum biyokimyasal değer-leri üzerine karşılaştırmalı araştırmalar. İstanbul Univ Vet Fak Derg 2001; 27: 13-21.

7. Breiedenbach A, Schlumbohm C, Harmeber, J. Peculiarities of vitamin D and of the calcium and phosphate homeostatic system in horses. Vet Res 1998; 29: 173-186.

Page 25: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Arap ve Yerli Melez Atlarda Bazı Kan Parametreleri Üzerine Irk, Yaş ve Cinsiyetin Etkisi

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 80

8. Mohri M, Sardari K, Farzaneh, N. Serum biochemistry of Iranian Turkmen (Akhal-Teke) horses. Comp Clin Path 2005; 13: 128-131

9. Nazifi S, Saeb M, Abedi M. Serum lipid profile and their correlation with thyroid hormones in clinically healthy Turkoman horses. Comp Clin Path 2003; 12: 49-52

10. Özdamar K. Paket Programlar ile İstatistiksel Veri Analizi. Kaan Kitabevi. Eskişehir, 2002; ss 436-444.

11. Kaneko J. Clinical Biochemistry of Domestic Animals. Ed.by J. Kaneko, Fourth Edition, Academic Press Inc New York., 1989; pp 886-891.

12. Turgut K. Veteriner Klinik Laboratuvar Teşhis. Özel Baskı. Konya, 1995; ss 130-152.

13. Tiftik AM. Klinik Biyokimya. Mimoza. Konya, 1996; 297-299.

14. Karagül H, Fidancı UR, Altıntaş A, Sel T. Klinik Biyokimya. Medisan Yayınevi. Ankara, 2000; ss 29.

15. Art T, Desmecht D, Amory H, et al. A Field Study of Post-Exercise Values of Blood Biochemical Constituents in Jumping Horses: Relationship with Score, Individual and Event. J Vet Med A, 1990; 37: 231-239.

16. Katoch A, Katoch S, Gupta K, et al. Mineral and biochemical profiles in Spiti horses. Centaur 2003; 20: 48-49.

17. Yaralıoğlu Gürgöze S, Çetin H. Şanlıurfa yöresi sağlıklı ve endometritisli Safkan Arap Kısrakla-rında bazı biyokimyasal parametrelerin araştırıl-ması. FÜ Sağlık Bil Dergisi 2004; 18 : 127-130.

18. Altıntaş A, Fidancı UR. Evcil hayvanlarda ve in-sanda kanın biyokimyasal normal değerleri. A Ü Vet Fak Derg 1993; 40: 173-186.

19. Arslan M, Özcan M, Tosun C ve ark. The effects of physical exercise on some plasma enzymes and Ca and P levels in Race horses. İstanbul Üniv Vet Fak Derg 2002; 28: 91-97.

20. Wu Y. The effects of age and sex on five blood biochemical parameters in Horse. Memoirs of the College of Agriculture. National Taiwan University, 1996; 36: 282-288.

21. Tadichi N, Mendezi G, Wittwer F, et al. Blood biochemical values of Loadcart Draught Horses in the City of Valdivia (Chile). Arch Med Vet 1997; 29: 45-61.

22. Oikawa S, Mcguirk S, Nishibe, et al. Changes of blood biochemical values in Ponies recovering from hyperlipemia in Japan. J Vet Med Sci 2006; 68: 353-359.

23. Rubino G, Cito AM, Lacinio R, et al. Hemaotology and some blood chemical parameters as a

functions of Ti-Borne Disease (TBD) signs in Horses. J Equine Vet Sci 2006; 26: 475-480.

24. Güleç E. Türk At Irkları. Ankara, 1995; ss 5-35, 90-93, 138-141.

25. Meyer D J, Harvey JW. Veterinary Laboratory Medicine. Second Edition, W.B. Saunders Company. USA, 1992; pp 343-359.

26. Pourkabired M, Atyabi N, Majabi A, et al. A survey for biochemical pattern of Caspian Miniature Ponies and Compar. Journal of the Faculty Veterinary Medicine 2000; 55: 37- 41.

27. Harris PA, Marlin DJ, Gray J. Plasma aspartate aminotransferase and creatine kinase activities in thoroughbred Race horses in relation to Ege, Sex, Exercise and Training. Veterinary Journal 1998; 155: 295-304.

28. Munoz A, Riber C, Santisteban R, et al. Effect of training duration and exercise on blood - borne substrates, plasma lactate and enzyme concentrations in Andolusian, Anglo- Arabian and Arabian breeds. Equine Vet J 2002; 34: 245-251.

29. Anderson MG. The effect of exercise on the lactic dehyoragenase and creatine kinase isoenzyme composition of horse serum. Res Vet Sci 1976; 20: 191-196.

30. Williamson LH, Andrews FM, Maykuth Pl, White SL, et al. Biochemical changes in three – day- event horses at the beginning, middle and end of Phase C and after Phase D. Equine Vet 1996; 22: 92-98.

31. Adeyefa C A O, Akınrinmade J F, Fajımi J L. Haematological and serum Biochemical Changes in polo Horses in Nigeria. Bull Anim Hith Prod Afr 1987; 35: 350-355.

32. Lacerda L, Campos R, Sperb M, et al. Hematologic and biochemical parameters in three hight performance horse breeds from southern brazil. 2006; 11: 40-44.

33. Kedzierski W, Bergero D. Comparison of plasma biochemical parameters in Thoroghbred and Purebred Arabian horses during the same-intensity exercise. Polish J Vet Sci 2006; 9: 233-238.

34. Zapata GL, Britos RM, Pintos ME, et al. Tear urea nitrogen and creatinine levels in horse and their correlation with serum values. Vet Ophthalmol 2005; 8: 207-209.

35. Tunon AM, Rodriguez-Martinez H, Hulte C, et al. Concentrations of total protein, albumin and immunoglobulins in undiluted uterine fluid of gynecologically healthy mares. Theriogenol 1997; 50: 821-831.

36. Snow DH, Haris P. Enzymes as markers for the evaluation of physical fitness and training of

Page 26: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 81

Oktay E, Eren M

Racing horses. The Animal Healt Trust 1988; 6: 251-258.

37. Katoch A, Katoch S, Gupta K, et al. Mineral and biochemical profiles in Spiti horses. College of Veterinary and Animal Sciences 2004; 20: 48-49.

38. Lucke JN, Hall GN. Further studies on the metabolic effects of long distance riding: Golden Horses Ride. Equine Vet J 1980; 12:189-192.

39. Mori E, Fernandes WR, Mirandola RMS, et al. Reference values on serum biochemical parameters of Brazilian Donkey (Equus asinus) Breed. J Equine Vet Sci 2003; 23: 358-364.

40. Weigert P, Sche K, Lemmer B, et al. Laboratory diagnostic investigations in Haflinger horses and Mules (pack animals in Federal Germany Army). IV. Minerals and trace Elements in blood and serum. Tierartzliche Praxis 1981; 9: 403-409.

Page 27: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 82

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

İSHALLİ HASTALARDA INTESTINAL COCCIDIAN PARAZİTLERİN KOPRO-PARAZİTOLOJİK YÖNTEMLERLE ARAŞTIRILMASI

INVESTIGATION OF INTESTINAL COCCIDIAN PARASITES IN DIARRHOEIC PATIENTS BY COPRO-PARASITOLOGICAL METHODS

Araştırma Yazısı 2014; 23: 82-85

Hanife ÖZCAN TEMEL1, İzzet ŞAHİN1, Süleyman YAZAR1, Salih KUK1

1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Parazitoloji AD, Kayseri

ÖZET: Genellikle intestinal yerleşim gösteren coccidia türleri birçok omurgalı ve omurgasız hayvanı enfekte eder. İntestinal coccidian parazitler; normal bireylerde çoğunlukla kendiliğin-den iyileşen ishale neden olurken, immunkompromise hasta-larda uzun süren ve ölüme sebep olabilen ishale neden olmak-tadırlar. Bu çalışma; nativ-lugol yöntemi ile incelenen dışkı numunele-rinde gözden kaçabilen veya başka yapılarla karıştırılabilen intestinal coccidian parazitlerin doğru tanısının konulmasında etkin yöntemlerin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Bu amaçla; koproloji laboratuarına başvuran 350 ishalli hasta-nın dışkı numuneleri formol etil-asetat sedimantasyon-konsantrasyon yönteminin uygulanmasından önce ve uygulan-dıktan sonra nativ-lugol ve Kinyoun’un asit-fast boyama yön-temleriyle boyanarak incelenmiştir. Sedimantasyon yöntemi öncesi ve sonrasında iki hastada (%0.57) nativ-lugol ve Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemleriyle Cyclospora spp. ookisti tespit edilirken, Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemiyle Cryptosporidium spp. belirlenen iki hasta-dan birinde sedimantasyon öncesi ookist görülmemiştir. Hiçbir tanı yöntemiyle Isospora spp.’ ye rastlanmamıştır. Sedimantasyon-konsantrasyon öncesi ve sonrası uygulanan nativ-lugol ve Kinyoun’un asit-fast yöntemleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Formol etil-asetat zenginleştirme yönteminin ookistlerin tanın-ma ihtimalini arttırdığı, Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemi-nin de spesifik tanı amacıyla kullanılmasının yararlı olacağı sonucuna varılmıştır. Anahtar kelimeler:

ABSTRACT: Coccidia species are generally localised intesti-nally and infects many vertebrate and invertebrate animals. Intestinal coccidian parasites cause self-limiting diarrhea in immunocompetent patients, prolonged diarrhea in immunocompromised patients which may end up with mortality. The aim of this study was to determine the correct methods for the investigation of intestinal coccidian parasites which are mistaken for other structures or can not be seen during the investigation of native-lugol method in stool samples. For this purpose, stool samples from 350 patients with diar-rhea, who had applied to coprology laboratory, were investi-gated with native lugol and Kinyoun's acid-fast staining meth-ods before and after formalin ethyl-acetate sedimentation. Cyclospora spp. oocysts were detected in two patients (0.57%) with native-lugol and Kinyoun's acid-fast staining methods before and after applying sedimentation. Oocyst was not ob-served before sedimentation in one of the two patients who were infected with Cryptosporidium spp. which was detected by Kinyoun's acid-fast staining method. Isospora spp. was not detected with any of the diagnostic method. The difference between native-lugol and Kinyoun's acid-fast methods before and after sedimentation was not found to be statistically significant (p>0.05). We concluded that formol ethyl-acetate method increased the possibility of oocysts being recognized and Kinyoun's acid-fast staining method could also be used for specific diagnostic pur-poses. Key words: Intestinal coccidian parasites, copro- parasitological methods, diarrhea

Makale Geliş Tarihi : 12.10.2011

Makale Kabul Tarihi: 26.06.2014

Corresponding Author: Hanife Özcan Temel İş: Erciyes Ünv. Tıp Fak. Tıbbi Parazitoloji AD, Kayseri Ev: Fevzi Çakmak M. Yeşilırmak C. Sazakkardeşler Apt. No:13/5 Kocasinan/Kayseri e-mail: [email protected]

GİRİŞ Genellikle intestinal parazit olan coccidia türleri bütün omurgalı ve omurgasızları enfekte edebilmekte ve oluşturduğu hastalığa coccidiosis adı verilmektedir (1). İnsanlarda enfeksiyon oluşturan cinsler; Isospora, Cyclospora, Cryptosporidium, Toxoplasma ve Sarcocytis'tir (2). Bulaşma, enfekte hayvan ve insan dışkısı, bu dışkılar ile kontamine içme ve kullanma suları, sebze ve meyveler ve çiğ süt aracılığıyla olabilir. Hastalık genellikle ağız yoluyla bulaşmaktadır (3). İntestinal coccidiosis; bağışıklık mekanizması normal

olanlarda kısa süreli, koleraya benzer bir seyir izlemek-tedir. Bol ve çok sulu bir ishal, karında kramplar, bulan-tı, kusma, iştahsızlık, baş ağrısı ve hafif ateş vardır. Bağı-şıklığı baskılanmış olanlarda özellikle AIDS’lilerde; uzun süren, ağır ve zaman zaman ölümcül ishallere neden olmaktadır. Coccidiosiste tanı, klinik ve histopatolojik bulgular ile dışkı örneğinin parazitolojik incelemesinde etkenin görülmesi esasına dayanmaktadır (4). Dışkının fiksatifli boyama yöntemleri kullanılmadan sadece native-lugol preparatlarının mikroskobik incelenmesinde intestinal

Page 28: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Temel H Ö, Şahin İ, Yazar S, Kuk S

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 83

Temel H Ö, Şahin İ, Yazar S, Kuk S

coccidian parazitler kolayca gözden kaçabilmekte ve bazı maya türleri ve başka yapılarla karıştırılabilmekte-dir. Bu çalışmada; parazitin saptanma oranını artıracak ve saptanan parazitlerin doğru ayrımını sağlayacak zengin-leştirme ve boyama yöntemleri kullanılarak bu yöntem-lerin, intestinal coccidian parazitlerin doğru tanımlan-ması bakımından önemleri ortaya konmaya çalışılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM Çalışmada kullanılan dışkı örnekleri, Erciyes Üniversite-si Tıp Fakültesi Tıbbi Parazitoloji Anabilim Dalı’na baş-vuran ishalli hastalardan temin edilmiştir. Çalışmanın birinci basamağında; ağzı kapaklı plastik kaplara alınan dışkı örnekleri nativ-lugol yöntemiyle incelendikten sonra Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemiyle boyan-mıştır. İkinci basamağında ise aynı dışkı örneklerine önce modifiye formol-etil asetat çöktürme yöntemi uy-gulanmış, sedimentten hazırlanan praparatlar nativ-lugol yöntemiyle ve daha sonra Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemiyle boyanarak mikroskopta incelenmiş-tir (5). Cyclospora spp. olduğu düşünülen örneklerden hazırlanan nativ preparatlar floresan mikroskopta 380-420 nm dalga boyunda incelenerek otofloresan verme özelliğine göre de doğrulaması yapılmıştır. Yöntemler arasındaki istatistiksel farklılıklara, McNemar testi kullanılarak bakılmış ve anlamlılık düze-yi 0.05 olarak alınmıştır. Yöntemlerin birbiri ile uyumu-na ise Cohen’s Kappa uyum analizi kullanılarak bakıl-mıştır. BULGULAR Toplam 350 ishalli hastadan alınan dışkı numuneleri intestinal coccidialar açısından değerlendirilmiştir. Di-rekt nativ-lugol yöntemiyle hazırlanan preparatların ikisinde (%0.57) Cyclospora spp.’ye ait ookistler sapta-nırken, sedimantasyon sonrası nativ lugol yöntemiyle hazırlanan preparatların yine ikisinde (%0.57) Cyclospora spp.’ye ait ookistler görülmüştür (Şekil 1). Direkt Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemiyle boyanan

Şekil 1. Cyclospora spp. ookisti: otofloresan görüntü (X1000

büyütme)

preparatların ikisinde Cyclospora spp., birinde Cryptosporidium spp. olmak üzere üç dışkıda (%0.86) ookist görülürken, sedimantasyon sonrası Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemiyle boyanan preparatların ikisinde Cyclospora spp., ikisinde Cryptosporidium spp. (Şekil 2), olmak üzere toplam dört dışkıda (%1,14)

Şekil 2. Cryptosporidium spp. ookisti: Kinyoun’un asit-fast boyama, (X1000 büyütme)

Sedimantasyon öncesi ve sonrası nativ-lugol ve Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemleri ile ookist görül-me oranları Tablo I’de verilmiştir. Tablo I. Farklı yöntemlerle ookist görülme oranları

Çalışmanın istatistiksel analizi yapılırken; direkt nativ-lugol yöntemiyle sedimantasyon sonrası nativ-lugol yönteminin sonuçları kendi aralarında, değerlendiril-miştir. İki yöntem arasında intestinal coccidiaların sap-tanması açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0.05). Direkt Kinyoun’un asit–fast boyama yöntemiy-le sedimantasyon sonrası Kinyoun’un asit-fast boyama yönteminin sonuçları kendi aralarında değerlendirilmiş-tir. İki yöntem arasında intestinal coccidiaların saptan-ması açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0.05). Uyum analizi yapıldığında, sedimantasyon öncesi nativ-lugol ve Kinyoun’un asit–fast boyama yön-temleri kendi aralarında iyi derecede uyumlu bulunur-ken (Kappa: 0.799), sedimantasyon sonrası da yöntem-

Yöntem İncelenen

dışkı sayısı

Pozitif dışkı

sayısı

Nativ

-lugo

l

Direkt nativ-lugol

350 2 (0.57)

Sedimantasyon sonrası nativ-lugol

350 2 (0.57)

Asit –

fast

Direkt asit-fast boyama

350 3 (0.86)

Sedimantasyon sonrası asit-fast boyama

350 4 (1.14)

Page 29: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 84

İshalli Hastalarda Intestinal Coccidian Parazitlerin Kopro-Parazitolojik Yöntemlerle Araştırılması

ler birbirleri ile iyi derecede uyumlu bulunmuştur (Kappa: 0.664). TARTIŞMA Bulaşma yolları, kliniği, enfeksiyon için risk grupları açısından benzer özellikler gösteren Cryptosporidium, Cyclospora ve Isospora türleri tüm dünyada giderek daha fazla ilgi çeken etkenler olarak görülmektedir. Hem immun sağlıklı hem de immun yetmezlikli kişiler-de gastrointestinal sistemde veya değişik organlarda çeşitli klinik belirtilere neden olabilen bu parazitler dışkının zenginleştirme yöntemleriyle yoğunlaştırılma-sı, özel boyama yöntemleriyle boyanması ve moleküler tekniklerin kullanılması sonucunda tanınabilmektedir. Söz konusu yöntemler için değişik materyaller kullanı-labiliyor olsada, yapılan çalışmalar hastalığın teşhisinde yararlanılabilecek en ideal yöntemin dışkı taraması olduğunu göstermiştir (6). Cryptosporidium spp. insanlar ve hayvanlarda ishale neden olan önemli bir patojendir. Değişik ülkelerde yapılan çalışmalarda, immun sistemi baskılanmış olan ishalli hastalarda Cryptosporidium pozitiflik oranının %11-21.2 arasında dağılım gösterdiği belirtilmiştir (7). Ülkemizde Cryptosporidium’un tanısına yönelik çalış-malar gözden geçirildiğinde; Fındık ve ark. (8); Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemi ile 250 dışkı ör-neğinin dördünde (%1.6), Otağ ve ark. (9); Kinyoun’un asit-fast ve Auramin-O boyama yöntemleri ile 72 hasta-nın dördünde (%5.5), Atambay ve ark. (10); Kinyoun’un asit-fast boyama yöntemi ile 500 dışkı ör-neğinin sekizinde (%1.6), oranlarında Cryptosporidium ookistleri saptandığını bildirmişlerdir. Cyclospora spp., kontamine suların ve gıdaların sindi-rim yolundan alınması ile insanlara bulaşan patojen protozoonlardan biridir (11). Son yıllarda önemi artan Cyclospora enfeksiyonları dışkının zenginleştirme yön-temleriyle yoğunlaştırılması ve özel boyama yöntemleri ile boyanması sonucunda tanınabilmektedir. Ayırıcı tanıda ookistlerin otofloresan verme özelliğinden de yararlanılabilmektedir. Ülkemizde; 2001 yılında Büget ve ark (12); İstanbul’da akut miyeloblastik lösemi tanı-sı konmuş olan yedi yaşındaki erkek hastada modifiye asit-fast boyama, modifiye safranin ve modifiye trikrom boyama yöntemleri ile, 2009’da Yazar ve ark (13); üç farklı olguda nativ-lügol ve modifiye asit-fast boyama yöntemleri ile, Oğuztürk ve ark (14); Malatya’da ger-çekleştirdikleri bir araştırmada nativ-lügol, Kinyoun’un asit-fast ve trikrom boyama yöntemleri ile 54 hastanın sadece birinde (%1.8) Cyclospora ookistleri tespit et-mişlerdir. Naito ve ark. (15), bildirdikleri bir olguda; Vietnam’ı ziyaret etmiş, ateş ve iki haftadan daha uzun süren sulu ishali bulunan 42 yaşındaki Fransız erkek hastanın dışkı örnekleri UV floresan mikroskobu kullanarak incelenmiş ve Cyclospora spp. tanısı konmuştur. Bu çalışmalar sonrasında özellikle immun sistemi baskı-lanmış hastalar başta olmak üzere nedeni açıklanama-yan kronik ishallerde bu organizmanın düşünülerek spesifik tanı yöntemlerinin uygulanması gerektiği bildi-rilmiştir. Isospora belli enfeksiyonunun kozmopolit bir dağılımı olmasına rağmen tropikal ve subtropikal iklim kuşağın-da daha yaygın olduğu bildirilmiştir (16). Verdier ve ark. (17); Haiti’deki yapmış oldukları bir çalışmada, 252 AIDS’li ve kronik ishalli olgunun 22’sinde (%8.7) I. belli

saptamışlardır. Ülkemizde ilk vaka 1958 yılında Kuntz ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir. Daha sonra Tö-reci ve Büget (18); 1976 yılında yedi ve 12 yaşlarındaki iki çocukta, Yazar ve ark. (19); Kayseri’de 2006 yılında böbrek nakli olan bir erkek hastada, nativ-lügol ve modifiye asit-fast boyama yöntemleri ile bu parazitin ookistlerini görmüşlerdir. Sonuç olarak; her yaş grubundan ishalli olgular ile immun sistemi baskılanmış hastalara ait dışkı örnekleri-nin Cryptosporidium, Cyclospora ve Isospora açısından da spesifik tanı yöntemleri ile değerlendirilmeleri ge-rektiği düşünülmüştür. Söz konusu parazitlerin saptan-masında Kinyoun’un asit-fast boya yöntemi referans bir tanı yöntemi olarak kabul edilmektedir. KAYNAKLAR 1. Dinçer Ş. Coccidiosis: Tanım, Tarihçe, Taksonomi.

Dinçer Ş (ed), Coccidiosis. Türkiye Parazitoloji Der-neği Yayını 2001; No 17, ss 1-8.

2. Garcia LS. Diagnostic Medical Parasitology. 5th ed. Washington, D.C. ASM Press; 2007: pp 57.

3. Döşkaya M, Dayangaç N, Kuman HA. Cryptosporidium parvum. T Parazitol Derg 2003; 27: 64-70.

4. Çakmak A, Vatansever Z. Coccidiosis’de Tanı. Dinçer Ş (ed), Coccidiosis. Türkiye Parazitoloji Derneği Ya-yını 2001; No 17, ss 127-132.

5. Ok ÜZ, Girginkardeşler N, Kilimcioğlu A, ve ark. Dışkı İnceleme Yöntemleri. Özcel MA, Altıntaş N(ed), Para-zit Hastalıklarında Tanı. Türkiye Parazitoloji Derneği Yayını 1997; No 15, ss 1-61.

6. Emre Z, Alabay M, Düzgün A, et al. Comparison of staining and concantration techniques for detection of Cryptosporidium oocysts in cattle fecal specimens. T J Vet Animal Sci 1997; 21: 293-296.

7. Över U, Söyletir G. İshalle seyreden hastalıklarda Cryptosporidium’un rolü. Flora 1997; 2: 98-104.

8. Fındık D, Karabayraktar A. Gaita örneklerinde Cryptosporidium ookistlerinin araştırılması. Türkiye Parazitol Derg 1994; 18: 415-419.

9. Otağ F, Aslan G, Emekdaş G, ve ark. Mersin ilinde ilkokul öğrencilerinde Cryptosporidium spp. ookistlerinin araştırılması. Türkiye Parazitol Derg 2007; 31: 17-19.

10. Atambay M, Daldal N, Çelik T. Malatya’da ishalli dış-kılarda Cryptosporidium spp. araştırılması. Türkiye Parazitol Derg 2003; 27: 12-14.

11. Fleming CA, Caron D, Gunn JE, et al. A foodborne outbreak of Cyclospora cayetanensis at a wedding: Clinical features and risk factors of illness Arch Intern Med 1998; 158: 1121-1125

12. Büget E, Boral ÖB, Uysal HK, ve ark. Türkiye'de ilk kez belirlenen Cyclospora cayetanensis etkenli diyare olgusu. Türk Mikrobiyol Cem Derg 2001; 30: 162-165.

13. Yazar S, Mıstık S, Yaman O, ve ark. Kayseri'de Cyclospora cayetanensis kaynaklı üç ishal olgusu. Türkiye Parazitoloji Dergisi 2009; 33: 085-088.

14. Oğuztürk H, Turtay MG, Ertan C, ve ark. İnönü Üni-versitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı’na baş-vuran ishalli hastalarda bağırsak parazitlerinin de-ğerlendirilmesi. Konuralp Tıp Dergisi 2010; 2: 8-11.

Page 30: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Temel H Ö, Şahin İ, Yazar S, Kuk S

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 85

15. Naito T, Mizue S, Misawa S, et al. Cyclospora infection in an immunocompetent patient in Japan. Jpn J Infect Dis 2009; 62: 57-58.

16. Sorvillo FJ, Lieb LE, Seidel J, et al. Epidemiology of isosporiosis among persons with acquired immunodeficiency syndrome in Los Angeles county. Am J Trop Med Hyg 1995; 53: 656–659.

17. Verdier RI, Fitzgerald DW, Pape JW, et al. Trimethoprim-sulfamethaxazole compared with ciprofloxasin for treatment and prophylaxis of Isospora belli and Cyclospora cayetanensis infection in HIV-infected patients. A randomised, controlled trial Annals of Internal Medicine 2000; 132: 885-888.

18. Töreci K, Büget E. Yurdumuzda ilk defa rastladığımız iki Isospora belli vakası. Istanbul Tıp Fak Mecm 1976; 39: 568-580.

19. Yazar S, Tokgöz B, Yaman O, ve ark. Renal transplantlı bir hastada Isospora belli enfeksiyonu. Türkiye Parazitol Derg 2006; 30: 22-24.

Page 31: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koyun Çiçeği ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz ve Vasküler Endotelyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 86

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

KOYUN ÇİÇEĞİ VE BULAŞICI EKTİMA (ORF) ENFEKSİYONU TANISI KONULMUŞ KOYUNLARA AİT DERİ LEZYONLARINDA MATRİKS METALLOPROTEİNAZ VE VASKÜLER ENDOTELYAL GELİŞME FAKTÖRÜNÜN İMMUNOHİSTOKİMYASAL

TEKNİKLE SAPTANMASI DETERMINATION OF MATRIX METALLOPROTEINASE AND VASCULAR ENDOTHELIAL GROWTH FACTOR WITH

IMMUNOHISTOCHEMICAL TECHNIQUE IN SHEEP POX AND CONTAGIOUS ECTHYMA (ORF) INFECTION DIAGNOSED IN SKIN LESIONS

Araştırma Yazısı 2014; 23: 86-91

Okay SAĞNAK1, Latife ÇAKIR2

¹ Melikgazi İlçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Kayseri ² Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Patoloji AD, Kayseri

ÖZET: Bu çalışmada aynı Poxviridae familyası içerisinde iki farklı virus türü tarafından oluşturulan Koyun Çiçeği ve Orf enfeksiyonlarına bağlı deri lezyonlarında matriks metalloproteinazların (MMP-1), ve Vasküler Endotelyal Geliş-me Faktörünün (VEGF) aktivasyonlarının etkisinin belirlenme-si ve böylece bu hastalıkların patogenezisinin araştırılması amaçlandı. Bu amaçla Kayseri ve Yozgat illerinin değişik bölge-lerinde eş zamanlı ortaya çıkan Orf virus (ORFV) ve Koyun Çiçeği virus (KÇV) enfeksiyonları histokimyasal ve immunohistokimyasal olarak değerlendirildi. Çalışmada pox virus ve parapox virüs antijenleri, deride dejenere epitel hücre-lerinin sitoplazmasında, koyun çiçeği hücrelerinin (KÇH) ise sitoplazmasında ve çekirdeğinde immunohistokimyasal teknik-le saptandı. Koyun çiçeği virüsü infekte doku kesitlerine (deri) matriks metalloproteinaz (MMP), Metalloproteinazların spesi-fik doku inhibitörlerinin (TIMP) ekspresyonları araştırıldı. Makroskopik ve histopatolojik bulgular deride ve daha az şid-dette eklentilerinde görüldü. Koyun çiçeği ile infekte deri doku-sunda epitelial hiperkeratoz, akantoz, dejenerasyon ve nekroz görüldü. Eozinofilik intrasitoplazmik inklüzyonlu çok sayıda koyun çiçeği hücresi (cellules claveleuses) görüldü. Bulaşıcı ektima vakalarında ise kahverengimsi-gri renkte kabuk oluşu-mu belirgindi. Histopatolojik olarak retikuler dejenerasyon (çekirdek piknozu ve hidropik değişiklik), epidermal proliferasyon, intradermal mikroapseler belirgindi. Normal dokulara göre pox enfekte dokularda MMP-1, immunoreaktivitesi önemli düzeyde azalmıştı. Ancak TIMP immunoreaktivitesi infekte koyun çiçeği virüsü ile enfekte deri ve akciğer dokularında daha çok belirgindi. Koyun çiçeği virusunun ekstrasellüler matriksi yıkımlayarak epidermal ve dermal etkilere neden olduğu hipotez edildi. ORFV ile enfekte dokularda ise damarlarda VEGF ekspresyonu görülmedi. Bu durum formalin tespitli parafin bloklarda negatif sonuçlar alınabileceği şeklinde yorumlandı. Anahtar kelimeler: Koyun çiçeği, bulaşıcı ektima (Orf), histokimya-immunohistokimya, matriks metalloproteinaz, vasküler endoteliyal gelişme faktörü

ABSTRACT: In this study, the Poxviridae family includes two different types of Sheep Pox and Orf infection occurs in the skin lesions of matrix metalloproteinases (MMP-1), and VEGF activation effect of the determination and thus the disease pathogenesis, we aimed to investigate. These purposes of Kay-seri in different regions simultaneously occurring Orf virus (ORFV) and Sheep pox (SPV) cases of histochemically and immunohistochemically evaluated. Sheeppox viral antigen was detected in the cytoplasm of sheeppox cells and degenerated epithelial cells of the skin. Nuclear staining was also observed in some typically deformed nuclei of sheeppox cells. Sheep pox to virus -infected tissue sections (skin) matrix metalloproteinase (MMP), specific tissue inhibitor of metalloproteinase (TIMP) expression were investigated. Macroscopic and histopathological findings in the skin and adnexa were seen in less severe. Epithelial hyperkeratosis, acanthosis, degeneration, necrosis was seen sheep pox infected skin tissue, Eosinophilic intracytoplasmic, inclusion of the large number of sheep pox cells (cellules claveleuses) were seen. Contagious ectyma is a brownish- gray in the case of rent crust formation was characterized. Histopathologically reticular degeneration (pyknosis and hydropic changes in the nuclei, epidermal proliferation, intradermal abscesses were evident. Pox infected tissue in comparison to normal tissue of MMP-1, immunoreactivity was significantly decreased. However, TIMP-1, immunoreactivity with infected sheep pox virus in infected skin and lung tissue was much more pronounced. Vessels wall did not reveal any positive immunostaining. Key words: Sheep pox, contagious ectyma (Orf), histochemistry-immunohistochemistry, matrix metalloproteinase, vascular, endothelial growth factor

Makale Geliş Tarihi : 10.06.2014

Makale Kabul Tarihi: 14.07.2014

Corresponding Author: Doç.Dr.Latife ÇAKIR Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Patoloji AD, Kayseri, 38039, TÜRKİYE. Tel: 0 352 207 66 66 /29926 Faks: 0 352 337 27 40 e-mail: [email protected]

Page 32: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağnak O, Çakır L

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 87

Sağnak O, Çakır L

GİRİŞ

Koyun çiçeği virusu Capripoxvirus genusunun bir üyesi-dir. Virus enfeksiyonu, derinin kılsız bölgelerinde papülo-veziküler ya da nodüler formda görülebilen akut ya da kronik lezyonlarla karekterize enzootik bir hasta-lıktır (1-4). Deride önce makula denilen küçük eritem bölgeleri oluşur. Bunu tüm vücutta ya da kasık, koltukal-tı ve perineum’ da sınırlı olan ve orta kısmında ödemli eritem bulunan 0.5 -1 cm çapında kabarık ve hafifçe rengi açılmış papül denilen sert şişkinlikler izler (5-7). Tromboz, mononüklear hücre infiltrasyonu, damarsal değişiklikler, ödem, nekroz görülür. Histopatolojik ola-rak böyle alanlarda sitoplazmalarında inkluzyon cisim-ciklerinin de bulunduğu koyun çiçeği hücreleri (KÇH) mevcuttur (4). Bulaşıcı ektima, koyun ve keçilerin mukoz membranlarında püstülleşme eğiliminde ve papulden püstüle değişen ve kabuk oluşumuyla karekterize parapox virus genusunun bir üyesi Orf virus (ORFV) tarafından oluşturan zoonoz bir hastalıktır. Bulaşıcı ektima % 80 morbitide ve % 5-10 mortalite ile seyreder (7-9). Orf virus (ORFV) ile enfekte deri dokusunda hiperkeratoz ile birlikte epidermal hiperplazi, akantozis, keratinositlerin balonumsu dejenerasyonu meydana gelir. Eozinofilik inkluzyon cisimciği infekte hücrelerin sitoplazmalarında görülebilir (10,11). Matriks metalloproteinazlar (MMP), fizyolojik ve patolo-jik doku yıkımında önemli rol oynayan ekstrasellüler matriksin en az bir komponentini proteoliz edebilen, ekstrasellüler proteazlardır. Bu enzimler, doku yeniden yapılanması, morfogenez, yara iyileşmesi ve normal gelişimsel süreç gibi fizyolojik olaylarda önemli rol oy-nadıkları gibi, tümör hücresi invazyonu, anjiogenez ve metastaz gibi patolojik olaylarda da rol alır (12,13). Tümü proenzim olarak fibroblastlar, osteoblastlar, kondrositler endotel hücreleri, makrofajlar nötrofiller gibi çeşitli bağ doku hücresinden salgılanır. Metalloproteinazların proteolitik aktiviteleri spesifik doku inhibitörleri ile inhibe edilmektedir (14,15). KÇV (Koyun çiçeği virüs) enfeksiyonu hem epitel hem de fibröz dokuyu etkiler (1). Fibröz doku hastalığın seyrin-de önemli rol oynar. Bu bakımdan MMP aktivitelerinin değerlendirilmesi, pox virus enfeksiyonlarına bağlı has-talıkların anlaşılmasında oldukça önemlidir (16). Vasküler Endotel Büyüme Faktörü (VEGF), vasküler sistem boyunca dizilmiş vaskülojenez, anjiogenez veya kemotaksi gibi fizyolojik ve kanser, neovasküler hasta-lıklar veya kronik inflamatuar hastalıklar gibi patolojik olaylarda rol alan endotel hücreleri için bilinen en özgül mitojendir (11,17). Yapılan çalışmalarda ORFV’un VEGF genine benzer kodları bulundurduğu ortaya konmuştur (18-22). ORFV enfeksiyonun karakteristik histolojik bulguları olan yaygın vaskülarizasyon, hücre proliferasyonu, epitel hücrelerinin vakuoler dejeneras-yonu viral VEFG aktivitesiyle ilişkilendirilmiştir. Fonksi-yonel VEGF eksikliği olan ORFV enfeksiyonlarında lez-yonların şiddetinde azalma olduğu da bildirilmiştir (23,24). Bu çalışmada aynı familya içerinde iki farklı tür virus tarafından oluşturulan koyun çiçeği ve ektima hastalık-larının patogenezislerinde matriks metalloproteinazların (MMP-1, MMP-2) ve VEGF akti-vasyonlarının immunohistokimyasal olarak değerlendi-rilmesi ve sonuçların karşılaştırılması amaçlanmıştır.

GEREÇ-YÖNTEM Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Deney Hayvanları Etik Kurul Başkanlığı’nın 12/18 ve 14/065 nolu karar izni ile gerçekleştirildi. Çalışma materyali Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Klinikleri’ne aşağıdaki gerekçeler ile getirilen hastalardan oluştu. Koyun Çiçeği: Yozgat Boğazlayan ilçesinden getirilen göz ve kuyruk altında kızarıklık ve şişkinlik bulunan 1 aylık kuzuların anamnez bilgisinde, koyun ve kuzulara karma aşı yapıl-dığı ve bir hafta sonra 30 kuzunun öldüğü öğrenildi. Yaklaşık 300 baş hayvandan oluşan sürüde kuzuların hepsinde anaların ise 30’unda lezyon olduğu öğrenildi. Klinik incelemede ateş (40 ºC), kasık, kuyruk altı, yüz, kulak, dudak ve gözde 1-2 cm büyüklüklerde eritematöz makül, ödem, konjesyon ve hemorajik demarkasyona sahip papül ve vezikül gözlendi. Bulaşıcı Püstüler Dermatitis-Ektima Yahyalı-Yeşilköy beldesinden ağız, diş eti bölgesinde karnabahar şeklinde üremeler bulunan 2 aylık Halep ve Kilis ırkı oğlakların anamnez bilgisinde Mersin civarın-dan getirilen 530 adet keçiye ait 27 adet oğlakta ağız lezyonları olduğu bildirildi. Lezyonlar çapları 1mm-2cm arasında değişen papillom benzeri, proliferatif, gri, kah-verengi renkteydi. Kabuklu, kuru ve yarıklanma göste-ren lezyonlar burun, dudak, mukokutan birleşme yerle-ri, dişeti, interdigital boşluk, koroner bantın yukarısın-daydı. Bazı vakalarda kabuklar yerlerinden kalkmış, yerlerinde ülserli alanlar mevcuttu. Uygulanan tedavi süresi içerisinde 27 oğlağın da öldüğü bildirildi. Pox virus (koyun çiçeği) ve Parapox Orf virus (Bulaşıcı püs-tüler dermatitis -Ektima ) enfeksiyonları tipik muayene bulgularına göre klinik olarak teşhis edildi. Patolojik incelemeler Nekropsileri yapılan koyun ve keçilere ait lezyonlu deri örnekleri alındı. Deri örnekleri, koyun çiçeğinde (yedi kuzu) papüler lezyonlardan; bulaşıcı ektimada (altı oğ-lak) ise proliferatif alanlardan toplandı. Örnekler %10’luk tamponlu formalinde tespit edilip rutin doku takibi işlemi uygulandı. Mikrotom ile 5–6 mikron kalın-lığında seri kesitler alındı ve kesitler Hematoksilen-Eosin (HE) ile boyandı. Hiperimmun Serum Elde Edilmesi Pox virus ve Parapox Orf virus antijenlerinin lezyonlu deri kesitlerinde lokalizasyonlarını gösterebilmek ama-cıyla immun serum elde edildi. İmmunizasyon amacıyla iki adet erişkin Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Bu amaçla 1 ml attenüye pox aşısı-POXVAC (VETAL Aş. Labaratuvarı) ve 1 ml Freund’ complete adjuvant (Sigma) ile karıştırılarak intramusküler olarak 1. ve 5. günlerde inokule edildi. Onuncu günde ise kulak venine intravenöz yolla adjuvantsız olarak 1 ml antijen inokule edildi. Bu enjek-siyondan 15 gün sonra kalpten kan alındı. Kan serumu elde edilip kullanılıncaya kadar -20˚C ye kaldırıldı [24]. Aynı işlem Ektima aşısı -PENORF (Pendik Veteriner Kontrol Enstitüsü) ile gerçekleştirildi. İmmunoperoksidaz Boyama Klinik muayendede Pox teşhisi yapılmış kuzu ve parapox –Orf teşhisi yapılmış oğlakların deri öreneklerinden hazırlanmış parafin bloklardan poly-Lysine ile kaplı lamlara 4-6 μm kalınlığında seri kesitler alındı. Kesitlerde koyun çiçeği ve bulaşıcı ektima antije-nini belirlemek için Gülbahar ve ark. (24) tarafından

Page 33: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koyun Çiçeği ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz ve Vasküler Endotelyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 88

Koyun Çiçeği ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz ve Vasküler Endotelyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

önerildiği şekilde streptavidin-biotin-peroksidaz komp-leks (SABK) tekniği kullanıldı. SABK teknik için alınan hazır kit (Zymed, Histostain Plus Kit, California, USA) kullanıldı. Primer antikorlar [MMP-1 (Collagenase-1) Ab-6 (1:50); TIMP-1 Epitope Specific Rabbit Antibody (1:50) Goat Anti-VEGF Receptor 1 Polyclonal Antibody, Unconjugated (1:50), Goat Anti-VEGF Receptor 2], üreti-ci firmanın önerileri doğrultusunda ve daha önce yapı-lan ön çalışmalarla belirlenen oranlarda sulandırıldı. Tüm preperatlar dijital kamera (Olympus DP71) ve diji-tal program (DP Controller and the DP Manager) uyum-lu mikroskop (BX-51, Olympus) her bir kesitin 4 farklı mikroskop sahası 10x- 40x objektif büyütmeleri ile incelenerek görüntülendi. BULGULAR Histolojik ve İmmunohistokimyasal Bulgular KÇV ile infekte kuzuların deri lezyonlarının histopatolojik incelenmesinde tüm deri katmanlarının etkilendiği görüldü. Epidermal bulgular akantozis, parakeratozis ve hiperkeratoz, pembe sıvıyla dolu mikrovezikülleri ile hipertrofik ve hiperplastik hücreler-de hidropik/balonumsu ve retiküler dejenerasyondan ibaretti. Dejeneratif keratinositlerde eozinofilik intrasitoplazmik inkluzyon cisimcikleri (Borrel’in Guarnieri cisimcikleri) görüldü. Dermiste vaskulitis, yoğun mononüklear hücreler ve az sayıda nötrofil löko-sit, yağ bezleri, seböz bezlerde yaygın dejeneratif ve nekrotik değişiklikler oldukça belirgindi Pox virüs en-feksiyonu için diagnostik olan koyun çiçeği hücrelerinde (cellules claveleuses) intrasitoplazmik inkluzyon cisim-cikleri görüldü. (Şekil 1a-f). Ektima olgularında; kalın bir kabukla örtülü rete ridges uzantılı epidermal proliferasyonlar gözlendi. Epidermiste parakeratotik, ortokeratotik hiperkeratoz, hiperplazi (akantoz ve hipergranulozis), stratum spinozumda keratinositlerin şişkinliği, vakuolasyonu, gözlendi. Epidermiste multifokal ülserler, intraepidermal subepidermal vezikulopüstüller ve mikroapseler seroselluler kabukla örtülüydü. (Şekil 2a-b). Derinin proliferatif alanlardan yapılan kesitlerinde ORFV’nin lokalizasyonu epidermiste tuğla kırmızı renk-te immunoreaktivite gösterdi (Şekil 2c-d). KÇV antijen için pozitif materyal tuğla kırmızı renkte dermisde monunüklear hücrelerin (KÇH) stoplazmalarında sitoplazmik şekilde görüldü. Benzer şekilde pozitif reak-siyonlar kıl folliküllerinde ve bazı yağ bezi, epitellerinde mevcuttu. İmmunpozitif boyanmış koyun çiçeği hücrele-ri damar duvarları, sinir fibrilleri, kollajen demetleri, eklenti bezleri arasında saptandı. (Şekil 3a-d). İntrasitoplazmik inkluzyon cisimcikleri HE ile boyanmış preperatlarda rahatlıkla görülürken immun boyanmada pozitif reaksiyon görülmedi. MMP-1 ile boyanmış kesit-lerde güçlü zayıf immun reaksiyonlar gözlenirken kont-rol kesitlerde güçlü immunreaktivite gözlendi. Özellikle koyun çiçeği hücreleri etrafında immunreaktivite daha az görüldü. (Şekil 4a-d). TIMP-1 ile dermisde yangısal hücrelerde belirgin immunreaktivite gözlendi ( Şekil 5a-b). TARTIŞMA VE SONUÇ Bu çalışmada Kayseri ve Yozgat illerinin farklı bölgele-rinde ortaya çıkan Koyun Çiçeği ve Bulaşıcı Ektima en-feksiyonunda deri lezyonları histokimyasal ve

immunohistokimyasal olarak değerlendirilmiştir. Kay-seri’de özellikle Pox virüs salgınlarının yoğun şekilde görülmesi bakımından çalışma önem arz etmektedir. Araştırmamız sırasında alınan anamnez bilgilerine göre bu hastalıklar, dışarıdan ithal edilen hayvanların sürüye girişinden sonra gözlenmiştir. Kayseri de bazı yörelerin-de hastalığın ilk defa görülmesi hastalığın ülkeler arası hayvan hareketleriyle taşındığı görüşünü desteklemek-tedir (7,25-28). Koyun çiçeği sistemik bir hastalık olup başta akciğerler olmak üzere kalp, böbrekler, karaciğer, adrenler, tiroid ve pankreasta da lezyonlar oluşabilir (4,28-34). Bu ça-lışmada epidermis ve dermis lezyonlarının koyun çiçeği enfeksiyonunu karakteristik olarak yansıtması bakımın-dan deri dokusu tercih edilmiştir. Epiteliotropik Parapox virus (ORFV), hasarlı deriyi infekte eder ve keratinositlerde çoğalır (35-40). Koyun çiçeği tüm yaş grubundaki koyunlarda gözlenmekle birlikte en fazla kuzular etkilenir (4). Benzer şekilde bulaşıcı ektima özellikle 3 ile 6 aylık genç hayvanlarda görülür. Her iki hastalıkta genç hayvanlarda beslenme bozukluğu, immünsupresyon ve sekonder enfeksiyonlar nedeniyle ölümcül seyreder (40). Bu çalışmada görülen ektima vakalarının kolostrumu yeterince alamayan oğlaklarda görülmesi ve çiçek vakalarının ise kuzularda karma aşıdan hemen sonra ve yüksek mortalite ile seyretmesi de gençlerde poks virus enfeksiyonlarında immunsupresyonun etkinliği daha önceki çalışmalarla (40) uyumlu bulunmuştır. Koyun çiçeği lezyonlarında, vasküler değişiklikler, sitoplazmik inkluzyonlu KÇH (cellules claveleuses) karakteristiktir (4,30,41,42). Bula-şıcı ektimada epidermiste hiperplazi, hidropik dejene-rasyon, mikroapse, dermiste dermal neovaskülarizasyon, mononüklear hücre infiltrasyonu tipiktir (43-48). Çalışmamızda, stratum korneum da hiperkeratoz ve akantozisin görüldüğü deri hiperplazisi, spinozumda eozinofilik, yuvarlak/oval şekilli inkluzyon cisimcikleri ve dermiste tipik koyun çiçeği hücreleri (çok çekirdekli hücreler), yaygın vaskülitis, yağ bezleri/seböz bezlerde yaygın dejeneratif ve nekrotik değişik-liklerin varlığına göre koyun çiçeği tanısı doğrulandı. Bulaşıcı ektimada ise epidermiste seroselluler kabuk altında proliferasyon, intrasitoplazmik inkluzyon cisim-cikleri bulunan dejenere keratinositler, mikroapsenin varlığında tanı histopatolojik olarak teyit edildi. İmmunohistokimyasal olarak KÇH (21,41,42,49,50) ve ORFV (51)’ nun antijenin dağılımına yönelik değişik araştırmalar mevcuttur. Gülbahar ve ark (24), 1-2 aylık Akkaraman kuzularda oraya çıkan koyun çiçeği vakala-rında antijenik dağılımı immunohistokimyasal olarak değerlendirmişlerdir. epidermisin dejeneratif keratinositlerinde mikroveziküllerde pozitif reaksiyon-ları saptamışlardır. Dermiste bulunan koyun çiçeği hüc-relerinde güçlü immun boyanma gözlemişlerdir. Pozitif reaksiyonları dejenere kıl follikülleri ve seböz bez epitelerinde de göstermişlerdir. Araştırıcılar, HE boya-mada inkluzyon cisimciklerini kolaylıkla demonstre ettiklerini ancak immun pozitif boyanmanın gerçekleş-mediğini bildirmişlerdir. Çalışmamızdaki antijenik pozi-tif boyanma ve lokalizasyonu araştırıcıların bulgularıyla uyumluydu. Ayrıca mevcut çalışmamızda da inkluzyon cisimciğinde herhangi bir immun reaktivite gözlenmedi. Vigario ve Ferraz (35), kullanılan immun serumun, yapı-sında çeşitli antijenik komponentler bulunduran KÇV

Page 34: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağnak O, Çakır L

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 89

nun diferensiasyonu için yeterli olmayacağını ve inkluzyon cisimciğinde pozitif reaktivitenin olamayaca-ğını ileri sürmüşlerdir. Bununla birlikte Minkus ve ark (51), formalin solüsyonu tespit edilmiş poliklonal anti-korların immun reaksiyonda yeterli olmayacağını bildir-mişlerdir. Gülbahar ve ark (24), KÇV nun farklı antijenik komponentlerinin saptanmasında KÇV proteinlerinin monoklonal olarak kullanılmasının reaktivitede etkin olacağını bildirmişlerdir. Mevcut çalışmamızda da kulla-nılan KÇV serumunun poliklonal olması ayrıca formalin tespitli parafin dokularda immun boyamanın yapılmış olması literatür verileriyle uyumlu bulunmuştur (24,41,42,49-51). Çalışmamızda ORFV’un pozitif antijenik reaktivitesi epidermisde stratum spinosumun proliferatif spinozum hücrelerinde saptanmıştır. Bu bulgu, ORFV’ nun karakteristik bulgusu olan epidermal hücrelerin sitoplazmasında replikasyonu (52) görüşünü desteklemektedir. Çalışmamızda KÇH sitoplazmalarında gözlenen immun pozitif reaksiyon bazı vakalarda çekir-dekte de gözlenmiştir. Benzer şekilde Mohanty et al (49), domuz pox virüsü antijenini, Gülbahar ve ark (24), KÇV ‘nu hem sitoplazma hem de çekirdekte saptamışlar-dır. Kitamato ve ark al (50), sığır pox virusunu monoklonal antikorlar kullanılarak IFA testi ile demonstre etmişlerdir. Pox virusların DNA replikasyonu için sitoplazma gerekli iken çekirdek için böyle bir du-rum söz konusu değildir (52,53). Dolayısıyla çalışma-mızda gözlenen çekirdek boyanması araştırıcılarla (24,50,52,53) benzer nitelikte olup rutin doku takibi ve immun boyanma sırasında oluşan artefaktla ilişkili ol-duğu düşünüldü. Matriks metalloproteinaz (MMP)’lar ekstrasellüler matriks (ESM) bileşenlerini yıkıma uğratan, Zn++ ve Ca++’a bağımlı bir nötral endopeptidaz ailesidir. MMP’lerin aktivitesi yangısal hücrelerin infiltrasyonu, fizyolojik ve patolojik doku dönüşümü, anjiogenezis düz kas hücre migrasyonu ve proliferasyonu gibi aterosklerotik plak oluşumu, tümör invazyonu, metas-taz ile ilişkili birçok süreç için temeldir (12,13,14). MMP-1,MMP-2, anjiogenezde rol alan en önemli matriks metalloproteinazlardır (54). MMP-1 tip I kollajen matriks içine endotelyal hücre migrasyonu için gerekli-dir (13). MMP’lerin regüle edilmeleri, doku matriks metalloproteinaz inhibitörleri (TIMP) aracılığıyla sağ-lanmaktadır (12,14,15). TIMP’lerin bilinen ilk biyolojik fonksiyonu keşfedilmelerine sebep olan kollajenaz inhibisyonudur(13). Trombosit kaynaklı büyüme faktörleri süper ailesinin üyesi olan VEGF (21) dokularda vasküler akışı tetikle-yen endotel hücre mitojenidir. (22,23). Vasküler endotel hücrelerinde VEGF’nin yüksek afinite gösterdiği 3 re-septör gösterilmiştir. VEGFR-1/Flt-1(fms-like tyrosinekinase-1), VEGFR-2/Flk-KDR (kinasedomain region-fetal liverkinase), VEGFR-3/ Flt-4 (fms-like tyrosine kinase-4) (17,18,19).Tirozin kinaz reseptör ailesinden olan VEGF reseptörleri içinde anjiyogenez sürecinde en önemli rolü Flk-1/KDR reseptörü oyna-maktadır. Alınan sinyali hücre içine ileterek hücre proliferasyonu ve kemotaksise neden olmaktadır. VEGF ailesi kan damarlarının yapılanmasını ve damar geçir-genliğini VEGFR-1/Flt-1 ve VEGFR-2/Flk KDR reseptör-leri ile etkileşerek kontrol ederler (19-21). VEGFR-2, VEGF’nin mitojenik ve permeabilite etkisinde en önemli reseptördür. VEGFR-1 patolojik anjiyogenezi negatif

yönde etkileyerek VEGFR-2’nin proanjiyojenik etkilerini azaltmaktadır (22,23). KÇV enfeksiyonunda MMP, TIMP, EGFR’nin pox virus enfeksiyonlarındaki etkisi ile ilişkili araştırmalar mev-cuttur (42,49,50). Haligür ve ark. (55), koyun çiçeği tanısı konulmuş parafin bloklarda MMPs, TIMP-1 eks-presyonunu araştırmışlardır. Araştırıcılar pox infekte dokularda MMP-1,7,9 reaktivitesinin oldukça düşük düzeyde olduğunu, TIMP-1 reaktivitesinin ise oldukça yüksek olduğunu ortaya koymuşlardır. Mevcut çalışma-mızda da MMP-1 reaktivitesi pox enfekte dokularda oldukça düşükken TIMP-1 reaktivitesi yüksek düzey-deydi. Bu sonuçla araştırıcılarla uyumlu olarak pox vi-rüs enfeksiyonların da MMP ve TIMP-1 etkin rolünün olduğu şeklinde bir değerlendirme yapılabilir. ORFV tarafından ekspre edilen VEGF aracılığıyla damar proliferasyonu ve dilatasyonu gelişir (11). Özellikle immun yetersiz bireylerde yaralı deri bölgesine uygu-lanmış ORFV’un rejenere olan epitel tabakasında (20,21) çoğaldığı ve aşırı derece proliferatif ve persiste ORFV lezyonlarının geliştiği bildirilmiştir (22,23). Viral VEGF’ ün ekspresyonu bu rejeneratif yanıtı devam etti-rir ve böylece virusun çoğalmasını destekler (23,24). Viral VEGF’ nin diğer bir etkisi, ORFV lezyonları iyileşir-ken oluşan aşırı kabuk oluşumudur. Kabuk, yoğun şekil-de infeksiyöz virus içerir. Oluşan kabuklanmayla virus çevresel inaktivasyona karşı korunur. Bu şekilde, enfek-siyondan 1 yıl sonra bile, virus enfektif olarak kalıp bu-laşmayı sağlayabilir (8,22,23). VEGF’in parapox enfeksi-yonlarında ekspresyonu ile yapılan çalışmalarda Mile assay (vascular permeabilty assay), IFA, Proliferasyon assay gibi tekniklerle demonstrasyon sağlanmıştır. (27,35,56,57). Bir çalışmada (22), immunohistokimyasal teknik poliklonal rabbit anti-human von willebrand faktörle çalışılmıştır. Çalışma-mızda kullanılan Goat Anti-VEGF Receptor 1 ve Goat Anti-VEGF Receptor 2 ile kesitlerde herhangi bir pozitif boyanma gözlenmemiştir. Bu sonuç, coğrafi olarak farklı izolatların bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda bu bölgedeki ORFV suşu ile kullandığımız reseptörlerin uyumlu olmadığı şeklinde yorumlanabilir. Şekiller: Şekil 1. Koyun çiçeği lezyonlarının histopatolojik bulgu-ları, (Hematoksilen-Eosin boyama) (a) Keratinositlerin hidropik/retiküler dejenerasyonu (siyah oklar), x200. (b) Şiddetli hiperkeratoz epitel hiperplazisi (hidropik), epitel dejenerasyonu (ok), x400. c) Epidermiste belir-gin balonumsu dejenerasyon ve inkluzyon cisimciği (ok), x200. d) Epidermiste hiperplazik ve dejeneratif değişiklikler mikrovezikülasyon (oklar),x1000. e) Yo-ğun hücreler arasında koyun çiçeği inkluzyon cisimcikli (ok) koyun çiçeği hücresi, x400. f) Dermiste tek ya da iki çekirdekli koyun çiçeği hücreleri, x400. Şekil 2. Oğlak deri, Hematoksilen-Eosin boyaması. (a-b) Stratum spinozum hücrelerinde akantozis (ok başı), mikroapse (oklar), intraepitel balonumsu dejenerasyon (a) x200. (b) x400. (c-d) Epitel hücrelerinde immunreaktivite (oklar), x400. SABK/AEC, hematoksilen karşıt boyama. Şekil 3. Kuzu, Deri (SABK/AEC, hematoksilen karşıt boyama, (a-b) Sitoplazmalarında inkluzyon bulunan (ok) KÇH pozitif immun boyanma (oklar), x 400. (c) Dermise infiltre olmuş çok çekirdekli (siyah ok) yangı-

Page 35: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koyun Çiçeği ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz ve Vasküler Endotelyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 90

sal hücreler, Koyun Çiçeği Hücreleri (beyaz oklar), x 400. (d) Kıl follikülü sebase bez epitellerinde pozitif immunreaktivite (oklar), x 400. Şekil 4. (a) MMP-1 pozitif alanlar (oklar), normal deri, dermis. Immunohistokimya [MMP-1 (Collagenase-1) Ab-6], x200. (b) MMP-1pozitif hücreler (oklar) pox infekte deri, kontrol deriye göre azalmış immunreaktivite. Immunohistokimya [MMP-1 (Collagenase-1) Ab-6], x400 . Şekil 5. (a) TIMP-1 immunoreaktivite (ok) normal deri, dermis. Immunohistokimya [TIMP-1 Epitope Specific Rabbit Antibody], x400. (b) TIMP-1 pozitif hücreler (oklar) pox enfekte kuzu, deri immunoreaktivite (oklar), Immunohistokimya [TIMP-1 Epitope Specific Rabbit Antibody], x400. (c-d) TIMP-1 immunoreaktivite (oklar), dermiste Koyun Çiçeği Hücreleri Immunohistokimya [TIMP-1 Epitope Specific Rabbit Antibody]x400. KAYNAKLAR 1. Jones TC, Hunt RD, King NW. Diseases caused by

viruses. In: Veterinary Pathology, Jones TC, Hunt RD, King NW (eds), Lippincott Williams& Wilkins. London, 1997, pp 206- 207.

2. Davies FG. Sheep and Goat pox. In: Gibbs EPJ (ed.): Virus diseases of food animals. Academic Press. London, 1981, pp 733-748.

3. Damon I. Poxviridae and their replication. In Fields Virology. Raven Press Ltd. New York, 2007, pp 2079-2081.

4. Yager JA, Scott DW, Wilcock BP: The skin and ap-pendages. In: Pathology of Domestic Animals (eds). Jubb KVF, Kennedy PC, and Palmer N (4th ed). Aca-demic Press, San Diego, CA, 1993, pp 628–664.

5. Daoud JAH. Sheep pox among Australian sheep in Jordan. Trop Anim Health Prod 1997; 29: 251–252.

6. Singh IP, Pandey R, Srivastava RN. Sheep pox: a review. Vet Bull 1979; 49: 145–154.

7. Senthilkumar V, Thirunavukkarasu M and Kathira-van G. Survival time in sheep affected by sheep pox and enterotoxaemia. J Anim Vet Adv 2006; 5: 647-650.

8. Housawi FMT. Biochemical changes associated with experimental orf infection in sheep and goat. Pak Vet J 2000; 22: 8–10.

9. Nandi S.De UK, Chowdhury S. Current status of con-tagious ecthyma or orf disease in goat and sheep—A global perspective. Small Ruminant Research 2011; 96: 73–82.

10. Watt JAA. Contagious pustular dermatitis. In: Mar-tin, W.B, Aitken,I.D. (Eds.), Diseases of Sheep. Black-well, Oxford. 1983, pp 185-188.

11. Zhao K, Song D, He W, et al. Identification and phy-logenetic analysis of an Orf virus isolated from an outbreak in sheep in the Jilin province of China. Vet Microbiol 2010; 19: 408-415.

12. Shweiki D, Itin A, Soffer D, et al. Vascular endothe-lial growth factor induced by hypoxia may mediate hypoxia-initiated angiogenesis. Nature 1992; 359: 843-845.

13. Matrisian LM. Metalloproteinases and their inhibi-tors in matrix remodeling. Tig April 1990; 64:31-36.

14. Aksun SA, Özmen D, Bayındır O. Metalloprotein-

azlar, inhibitörleri ve ilişkili fizyolojik ve patolojik durumlar. Klin Tıp Bilimleri 2001; 21: 332-342.

15. Amelina C, Caruntu ID, Giusca SE, et al. Matrix met-alloproteinases involvement in pathologic condi-tions. Rom J of Morphol Embryol 2010; 51: 215–228.

16. Lecouter J, Lin R, Ferrara N. VEGF:A novel mediator of endocrine-specific angiogenesis, endothelial phe-notype and function. Ann N Y Acad Sci 2004; 1014: 50-57.

17. Robinson A J, Mercer AA. Parapoxvirus of red deer: evidence for its inclusion as a new member in the genus Parapoxvirus. Virology 1995; 208: 812–815.

18. Shweiki D, Itin A, Soffer D, et al. Vascular endothe-lial growth factor induced by hypoxia may mediate hypoxia-initiated angiogenesis. Nature 1992; 359: 843-845.

19. Lyttle DJ, Fraser KM, Fleming SB, et al. Homologs of vascular endothelial growth factor are encoded by the poxvirus orf virus. J Virol 1994; 68: 84–92.

20. Rziha HJ, Henkel M, Cottone R, et al. Parapoxvi-ruses: potential alternative vectors for directing the immune response in permissive and non-permissive hosts. J Biotechnol 1999; 73: 235-243.

21. Ueda N, Inder MK, Wise LM, et al. Parapoxvirus of red deer in New Zealand encodes a variant of viral vascular endothelial growth factor. Virus Res 2007; 124: 50-58.

22. Ferrara N. The role of VEGF in the regulation of physiological and pathological angiogenesis. Am J Physiol Cell Physiol 2001; 280:1358-1366.

23. Savory LJ, Stacker SA, Fleming SB, Niven BE, Mercer AA. Viral vascular endothelial growth factor plays a critical role in orf virus infection. J Virol 2000; 74: 10699-10706.

24. Wise LM, Savory LJ, Dryden NH, et al. Major amino acid sequence variants of viral vascular endothelial growth factor are functionally equivalent during Orf virus infection of sheep skin. Virus Res 2007; 128: 115-125.

25. Gülbahar MY, Çabalar M, Gül Y, et al. Immunohisto-chemical detection of antigen in lamb tissues natu-rally infected with sheeppox virus. J Vet Med B In-fect Dis Vet Public Health 2000; 47: 173-181.

26. Bhanuprakash V, Moorthy ARS ,Krishnapa G, Sirini-vasa GRN and Indrani BK An epidemiological study of sheep pox infection in Karanataka State. Rev Sci Tech Int Epiz 2005; 24: 909-920.

27. Balinsky CA, Delhon G, Simoliga G, et al. Rapid pre-clinical detection of Sheep pox virus by Real –Time PCR Assay. J Clin Microbiol 2008; 46: 438-442.

28. Garner MG ,Swarkar SD, Brett EK, et al. The extent and impact of sheep pox and goat pox in the state of Maharashtra, India Trop Anim Health Prod 2000;32: 205-223.

29. Bhanuprakash V, Indrani BK, Hosamani M, et al. The current status of sheep pox disease. Comp Immunol Microbial Inf Dis 2006; 29: 27-60.

30. Haig DM, Mercer AA. Ovine diseases. Orf Vet Res 1998; 29: 311-326.

31. Yeruham I, Pearl S, Abraham A, et al. Simultaneous infections: Lambs with contagious ecthyma and sheep pox or contagious ecthyma and papillomato-sis. Rev Med Vet 1998; 49: 1115–1120.

Page 36: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağnak O, Çakır L

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 91

32. Ramprabhu R, Priya WSS, Chandran NDJ, et al. Clinical, hematological, epidemiological and vi-rological studies in two sheep pox outbreaks. Ind J Small Rum 2002; 8: 129-130.

33. Singari A, Moorthy AS, Rama RP. Sheep pox. Live-stock Adv 1990; 15: 40-42.

34. Altinsaat MS, Milli H. Doğal koyun çiçeğinde deri lezyonlarinin ışık ve elektron mikroskobik incelen-mesi. Doga-Tr J Vet Anim Sci 1993; 17: 97–103.

35. Vigario JD, Ferraz FP. Study of sheep-pox virus synthesis by fluorecent antibody technique. Am J Vet Res 1967; 28: 809–813.

36. Reid HW, Orf. In: Martin WB, Aitken ID (3rd ed), Diseases of Sheep, Blackwell Science. Oxford. 2003; pp 261-263.

37. Matthews REF. Classification and nomenculature of viruses. Third report of the international commit-tee on taxonomy of viruses. Intervirology 1979; 12: 150-280.

38. Robinson AJ, Balassu TC. Contagiouspustular der-matitis (orf). Vet Bull 1981; 51: 771-782.

39. Burgu I, Toker A. Isolation of ecthyma conta-giosum virus (orf) from the gingiva of a lamb. An-kara Univ Vet Fak Derg 1984; 32: 230-239.

40. Çabalar M, Voyvoda H, Sekin S. The case of ecthyma contagiosum (Orf) in a sheep flock in van. Ankara Univ Vet Fak Derg 1996; 43: 45-51.

41. Guo J, Zhang Z, Edward JF, et al. Characterization of a North American orf virus isolated from a goat with persistent proliferative dermatitis. Virus Res 2003; 93: 169–179.

42. Gülbahar MY, Davis WC, Yüksel H, et al. Immuno-histochemical evaluation of inflammatory infiltrate in the skin and lung of lambs naturally infected with sheeppox virus. Vet Pathol 2006; 43: 67-75.

43. Özmen O, Kale M, Haligur M, et al. Pathological, serological, and virological findings in sheep in-fected simultaneously with Bluetongue, Peste-des-petits-ruminants, and Sheep pox viruses. Trop Anim Health Prod 2009; 41: 951-958.

44. Ndikuwera J, Odiawo GO, Usenik EA, et al. Chronic contagious ecthyma and caseous lymphadenitis in two Boer goats. Vet Rec 1992; 131: 584–585.

45. de la Concha-Bermejillo A, Guo J, Zhang Z, et al. Severe persistent orf in young goats. J Vet Diagn Invest 2003; 15: 423–431.

46. Yeruham I, Perlb S, Abrahamc A. Orf infection in four sheep flocks. Vet J 2000; 160: 74–76.

47. Housawi FM, AbuElzein EM. Contagious ecthyma associated with myiasis in sheep. Rev Sci Tech 2000; 19: 863–866.

48. Smith GW, Scherba G, Constable PD, et al. Atypical parapoxvirus infection in sheep. J Vet Intern Med 2002; 16: 287–292.

49. Mohanty PK, Verma PC, Rai A. Detection of swine pox and buffalo pox viruses in cell culture using a protein a horseradish peroxidase conjugate. Acta Virol 1989; 33: 290–296.

50. Kitamoto N, Hiroi K, Miyamoto K, et al. Virus-specific early antigen expressed in the nucleus of cowpox virus-infected cells. J Gen Virol 1990; 71: 235–240.

51. Minkus G, Czerny CP, Hermanns W. Immunohis-tological detection of orthopox virus antigen. J Vet

Med 1991; 38: 701–706. 52. Moss B, Fields BN, Knipe DM, et al. Poxviridae: The

viruses and their replication. In: Fundamental Vi-rology (eds), Lippincott-Raven, 3rd. ed Philadel-phia, 1996, pp 1163–1197.

53. Minnigan H, Moyer RW. Intracellular location of rabbit poxvirus nucleic acid within infected cells as determined by in situ hybridization. J Virol 1985; 55: 634–643.

54. Limb GA, Matter K, Murphy G, et al. Matrix metallo-proteinase-1 associates with intracellular organ-elles and confers resistance to lamin A/C degrada-tion during apoptosis. J Pathol 2005; 166: 1555-1563

55. Haligür M, Özmen O. Immunohistochemical detec-tion of matrix metalloproteinases (MMP) and epi-dermal growth factor receptor (EGFR) during sheep Pox infection. Revue Méd Vét 2009; 160: 574-581.

56. Inoshima Y, Ishiguro N. Molecular and biological characterization of vascular endothelial growth factor of parapoxviruses isolated from wild Japa-nese serows (Capricornis crispus). Vet Microbiol 2010;140: 63-71.

57. Mercer AA, Wise LM, Scagliarini A, et al. Vascular endothelial growth factors encoded by Orf virus show relevant structure. J Gen Virol 2002; 83: 2845-2855.

Page 37: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koyun Çiçeği Ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz Ve Vasküler Endoteliyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 92

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

İNFERTİL ÇİFTLERİN DUYGU DURUMLARI: NİTELİKSEL BİR ÇALIŞMA MOOD STATUS OF INFERTILE COUPLES: A QUALITATIVE STUDY

Araştırma Yazısı 2014; 23: 92-98

Hatice OLTULUOĞLU1, Ulviye GÜNAY1, Rukuye AYLAZ1

1İnönü Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik AD, Malatya,

ÖZET: Bu niteliksel çalışma, infertil çiftlerin duygu du-rumlarını belirlemek amacıyla yapıldı. Bu çalışma İnönü Üniversitesi Tıp Merkezi İnfertilite Polikliniği’ne başvu-ran ve çalışmaya katılmayı kabul eden 14 kişi ile yapıldı. Çalışmanın verileri birebir derinlemesine görüşme yön-temi ile toplandı. Her bir görüşme yaklaşık bir saat sür-dü, görüşmenin temalarını; Elizabeth Kubler Ross tara-fından tanımlanan ve kaybı takiben bireylerin yaşayabi-leceği duygu ve tepkileri sınıflandırdığı için yaygın ola-rak kullanılan, psikolojik cevap aşamaları (şok, inkâr, öfke, pazarlık, depresyon/çöküntü, kabullenme) oluştu-ruldu. Veriler içerik analizi yöntemi ile çözümlendi. Ana-lizlerin sonucunda bireyler infertil olduklarını ilk öğren-diklerinde “Dünyam başıma yıkıldı”, “Çok üzüldüm”, “Bunun tarifi çok zor” şeklinde duygularını ifade ettiler. Bireylerin sekizi tanılarını inkar ederek başka bir dokto-ra gittiklerini belirttiler. Çoğu suçluluk ve öfke hissettik-lerini, çevrenin davranışından rahatsız olduklarını ve ortamdan uzaklaştıklarını ifade ettiler. Bireylerin tama-mı çocuk sahibi olabilmek için çeşitli tedavi yöntemlere başvurduklarını, Allah’a olan inançları sayesinde umut-larını yitirmediklerini belirttiler. İnfertil bireylerin yaşa-dığı duygu durumlarının belirlenmesinde ebe ve hemşi-relere önemli roller düşmektedir. Anahtar kelimeler: İnfertilite, kayıp, duygu durum

ABSTRACT: This qualitative study, was aimed to identify the moods experienced by infertile couples. This study was carried out on 14 people who presented to the out-patient Infertility Clinic of Inonu University Medical Center and who agreed to take part in the study. Data were collected using the method of one-to-one in-depth interviews. Each interview took about an hour; the themes of an interview consisted of the stages of psy-chological responses (shock, denial, anger, bargaining, depression/despair, and acceptance), which were de-fined by Elizabeth Kubler Ross and are widely used be-cause they classify the emotions and reactions individu-als may experience after a loss. The data were analyzed using the content analysis method. When the subjects first learned that they were infertile after the analyses, they expressed their emotions with sentences such as “My whole world came crashing down around me”, “I was very sad” or “It is very difficult to describe this”. Eight of the subjects stated that they denied their diag-nosis and went to another doctor. Most of them said that they felt guilty and angry and they were annoyed by the behavior of their community, and isolated them-selves from the society. All of the subjects stated that they resorted to various treatment methods to be able to have a child and did not lose their hope, owing to their belief in God. Midwifes and nurses have important roles in identify-ing the moods experienced by infertile individuals. Key words: Infertility, loss, mood

Makale Geliş Tarihi : 20.01.2014

Makale Kabul Tarihi: 15.07.2014

Corresponding Author: Öğr. Gör. Hatice OLTULUOĞLU İnönü Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Doğum ve Kadın Sağlığı Hemşireliği AD, Malatya. e-mail: [email protected].

GİRİŞ

İnfertilite; en az bir yıllık korunmasız düzenli cinsel ilişki olmasına rağmen, gebeliğin gerçekleşmemesi ola-rak tanımlanır (1-3). Dünya Sağlık Örgütü’ne göre infertilitenin görülme sıklığı %15 (4) olarak bildiril-mekte olup bu yüzde Japonya’da %14, Amerika’da %15 dir (5). Türkiye’de infertilite sıklığı açısından çok net

bilgiler bulunmamakla birlikte %10-20 arasında olduğu belirtilmektedir (1,6-8). Tüm dünyada çeşitli faktörlere bağlı olarak artan infertilite; tıbbi, psikolojik ve sosyal sorunları berabe-rinde getiren, kültürel, dinsel ve sınıfsal yönleri olan bir krizdir. Ani ve beklenilmeyen bir yaşam krizi olarak kendini gösteren infertilite, belki de açıklanamayan, tanısı uzun bir zamana yayılan, aşırı stres yaratan ve

Page 38: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağnak O, Çakır L

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 93

Oltuluoğlu H, Günay U, Aylaz R

uyum mekanizmalarını zorlayan, çiftlerin sosyal ilişkile-rinde önemli niteliksel ve niceliksel sorunlara neden olan bir durumdur (5-7, 9-12). Çocuk sahibi olmak tüm toplumlarda önemli olup, çiftle-rin sosyal statüsünü arttıran, aileye mutluluk veren bir durum olarak algılanırken, çocuk sahibi olamamak da tüm kültürler için kriz yaratan, toplumun çifte karşı bakış açısını değiştiren bir durum olarak algılanmakta-dır (13). İnfertilite, bir çift için biyolojik olarak acı ve-ren, psikolojik olarak tehdit edici ve stresli, sosyal ola-rak utanç verici, ekonomik olarak pahalı ve karmaşık bir yaşam krizidir (2,7,10,14). İnfertilite sorunu yaşayan çiftler arasında, sevgi bağı ne kadar derin olursa olsun çeşitli sorunlar ortaya çıkabilmekte, çiftlerin yaşadığı hayal kırıklığı, suçluluk duygusu, karşılıklı suçlamalar, evlilik bağlarını zayıflatarak, çiftler arasına soğukluk girmesine ve aile ilişkisinin yıpranmasına neden olmak-tadır. Ayrıca sosyal ve ailesel baskı çiftlerin üzerinde psikolojik travma oluşturabilmektedir (15,16). Literatürde infertil çiftlerin duygu durumları ile ilgili sınırlı sayıda çalışma bulunmakla birlikte ülkemizde bu konuyla ilgili nitel çalışma sonuçları bulunmamaktadır. Bu çalışma, infertil çiftlerin yaşadığı duygu durumlarını belirlemek amacıyla yapıldı. GEREÇ YÖNTEM Bu çalışma İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi (İÜTÖTM) infertilite polikliniğinde yapıldı. Polikliniğe infertilite tanısı ile 16 Ocak-16 Şubat 2012 tarihinde başvuran 251 birey arasında çalışmaya katılmayı kabul eden, iletişime açık, sekiz kadın, altı erkek olmak üzere toplam 14 kişi alındı. Çalışma öncesinde İnönü Üniver-sitesi Tıp Fakültesi’nden (İÜTF) etik kurul onayı ve bi-reylere çalışma hakkında bilgi verilerek bilgilendirilmiş olur alındı. Görüşmeler poliklinik içerisinde bulunan,

araştırmacı ve bireyin yalnız kalabileceği özel bir odada, birebir derinlemesine görüşme yöntemi ile iki araştır-macı tarafından yapıldı. İnfertilite polikliniğinin sadece Perşembe günleri açık olması nedeni ile görüşmeler Perşembe günleri yürütüldü. Bireyler, ses kaydı yapıl-masını kabul etmedikleri için görüşmeler esnasında araştırmacılardan biri görüşmeyi sürdürürken, bir di-ğeri de not aldı. Her bir görüşme yaklaşık bir saat sürdü. Görüşmenin temalarını; Elizabeth Kubler Ross tarafından tanımlanan ve kaybı takiben bireylerin yaşayabileceği duygu ve tepkileri sınıflandırdığı için yaygın olarak kullanılan, psikolojik cevap aşamaları olan şok, inkâr, öfke, pazarlık, depresyon/çöküntü ve ka-bullenme oluşturdu. Görüşmeler bu temalar doğrul-tusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan yarı yapı-landırılmış form aracılığı ile yapıldı. Veriler önce en çok söylenen ortak noktalar daha sonra farklı noktalar dökümlenerek alt başlıklar altında toplandı. Dökümanlar iki uzman tarafından değerlendirilip, içerik analizi yöntemi çözümlenerek yazılı rapor haline dönüştürüldü. BULGULAR Demografik Özellikler: Çalışmaya sekiz kadın, altı er-kek olmak üzere toplam 14 birey katıldı. Çalışmaya katı-lan kadınların yaş ortalaması 29.50±5.31 yıl, erkeklerin yaş ortalaması 34.00±4.81 yıldır. Kadınların beşi ilko-kul, ikisi üniversite, erkeklerin ikisi ortaokul, ikisi üni-versite mezunudur. Kadınların yedi’si ev hanımı, erkek-lerin yarısı serbest meslek sahibiydi. Katılımcıların ta-mamının sosyal güvenceleri olup, 11’i gelir durumunun orta düzeyde olduğunu ifade etmiştir. Katılımcıların tamamının birinci evlilikleri olup, evlilik sürelerine bakıldığında minimum iki yıl maksimum 15 yıl olduğu (ortalama 7.14±4.84) saptandı Tablo (1).

Ya

şı

itim

du

rum

u

Me

sleğ

i G

elir d

uru

mu

Ev

lilik sü

resi

Eşin

in e

ğitim

Eşin

in y

aşı

1.Kadın 28 İlkokul mezunu Ev Hanımı Orta 8 İlkokul mezunu 31

2.Kadın 20 Ortaokul Mezunu Ev Hanımı İyi 2 Lise Mezunu 35

3.Kadın 30 İlkokul mezunu Ev Hanımı Orta 5 İlkokul mezunu 27

4.Kadın 27 İlkokul mezunu Ev Hanımı İyi 11 İlkokul mezunu 33

5.Kadın 37 İlkokul mezunu Ev Hanımı Orta 15 Üniversite mezunu 40

6.Kadın 35 İlkokul mezunu Ev Hanımı Orta 12 Lise Mezunu 39

7.Kadın 32 Üniversite Serbest Orta 3 İlkokul mezunu 33

8.Kadın 27 Üniversite Ev Hanımı İyi 4 Üniversite mezunu 33

1.Erkek 40 Üniversite Memur Orta 15 İlkokul mezunu 37

2.Erkek 39 Lise Mezunu İşçi Orta 12 İlkokul mezunu 35

3.Erkek 33 İlkokul mezunu Serbest Orta 3 Üniversite mezunu 33

4.Erkek 33 Üniversite mezunu Memur Orta 4 Üniversite mezunu 27

5.Erkek 27 Ortaokul Mezunu Diğer Orta 3 İlkokul mezunu 28

6.Erkek 32 Ortaokul Mezunu Serbest Orta 3 Lise Mezunu 32

Tablo 1. Çalışmaya Katılan Bireylerin Tanıtıcı Özelliklerinin Dağılımı (n=14)

Page 39: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koyun Çiçeği Ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz Ve Vasküler Endoteliyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 94

İnfertil Çiftlerin Duygu Durumları: Niteliksel Bir Çalışma

İNFERTİL BİREYLERİN YAŞADIĞI DUYGULAR Şok: Çocuk sahibi olamayacaklarını ilk duyduklarında, infertil bireylerin hemen hepsi şok olduklarını, psikolo-jik olarak çöktüklerini, kendilerini kayıp ettiklerini ifade ettiler. Bu ifadelere göre kadınların erkeklerden daha şiddetli düzeyde duygulanım yaşadıkları belirlenmiştir. Bireylere normal yollardan çocuk sahibi olamayacakla-rını ilk öğrendiklerinde neler hissettiği sorulduğunda

kadınlardan bazılarının ifadeleri şöyleydi;

Erkeklerden bazıları duygularını şöyle ifade etti;

İnkar: Şokun atlatılmasından sonra bireyler tanılarında yanlışlık olduğunu düşünerek farklı arayışlara girerler. Yapılan görüşmede bireylerin dördü tanılarına inanma-yıp başka doktora giderken, kadınların dördü de gele-neksel yöntemlere başvurduktan sonra doktora gittikle-rini ifade etti.

Öfke: İnfertil bireylerin yaşadığı duygulardan biride öfkedir. Görüşme yapılan kadınların çoğu kendilerine, bedenlerine ve eşlerine öfkelendiklerini, bunun neden kendilerinin başına geldiğini düşünerek öfke yaşadıkla-rını belirtmişlerdir.

Suçluluk: İnfertil çiftlerde daha çok değersizlik hissiyle birlikte suçluluk görülebilir. Görüşme yapılan bireylerin ifadelerinden çoğunluğunun kendilerini yetersiz, değer-siz hissettikleri, erken evlenmedikleri ve korundukları için suçladıkları saptanmıştır.

1. Kadın: “Bunun tarifi çok zor, anlatamam, ancak benim gibi olanlar bunu anlar” derken sesi kısıldı, kelimeler boğazında düğümlendi ve ağlamaya başla-dı.

4. Kadın: “Çok büyük bir acı anlatılamaz, dünyam başıma yıkıldı, psikolojikmen çöktüm, neden olmuyor diye… Yapacak bir şeyim yoktu, hep ağladım.” Ağla-maya başladı.

6. Kadın: “Bunun tarifi çok zor, tarif edemem. Çok üzüldüm, başkaları evlenir evlenmez hemen hamile kalıp doğuruyor, bizim neden olmuyor diye, çok üzül-düm”.

1. Erkek: “Şaşkınlık içine girdim, sorunun benden olacağını hiç tahmin etmemiştim, sonucu öğrendiğim anda dünyam başıma yıkıldı çok üzüldüm.”

2. Erkek: “Eksiklik hissettim, üzüldüm ama fazla sorun etmedim, tedavi yöntemleriyle nasıl olsa olur diye düşündüm.”

3. Kadın: “Ebe olarak bilinen bir kadına gittik, ‘rahmin ters dönmüş’ dedi, karnımı ve sırtımı üfleyip yakı yapıştırdı. Önceden eşimle birlikte olurken ağrı hissediyordum kadının bu uygulamasından sonra hiç rahatsızlık hissetmedim, iyi geldi.”

4. Kadın: “Kadına gittim, (ara ebesi olarak nitelendi-rilen kadın) ‘rahmin düşmüş’ dedi. Karnıma masaj yaptı göbeğimden tutup yukarı kaldırdı. Daha sonra başkasına gittiğimde ot kaynatıp karnıma koyduk, bir umut diye her tarafa gittik, halen de kim ne söy-lerse yapıyoruz. Şimdi muska yaptırdık.”

5. Kadın: “Kadına gittim (ara ebeye), otlarla ilaç ya-pıp karnıma koydum. Her şeyi denedik bir umut diye.”

6. Kadın : “Ebeye gittik eşimle bana bitkisel ilaç yaptı onu kullandık. Ebenin verdiği süt buğusuna oturdum (çeşitli otları sütte kaynatıp) belimi çekti, ‘ilişki sonrası hemen kalkma, belin altına yastık koy, ayaklarını havaya kaldır, ters dön’ dedi bende bunla-rın hepsini yaptım.”

3. Kadın: “Neden ben diye çok düşünüyorum, her şey normalken neden ben diyorum ama Allah’a isyan da etmek istemiyorum, kendi kendimi avutuyorum. Ço-cuğu olanları görünce onları kıskanıyorum. Neden onlarınki, var benimki yok diye sinirleniyorum”

1. Erkek: “Herkese nasip olanlar bir bizden esirgendi,

serzenişteyim, isyanda değilim.”

2. Erkek: “Allahım ben ne yaptım da benimki olmu-yor, Allah beni kahretsin diyorum, çocuğumuz olmadı-ğı için eşime zaman zaman surat asıyorum”. (infertilitenin eşinden kaynaklandığını düşündüğü için ).

4. Kadın: “Hep ben zaten (olumsuzlukları kastede-rek) her şey ben zaten. Bazen kendimi suçluyorum. İkiz olan erkek kardeşim yaşasaydı ben ölseydim diyo-

6. Kadın: “Acaba bir yerde bir hatamı yaptım da bu

başıma geldi.”

Page 40: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağnak O, Çakır L

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 95

Oltuluoğlu H, Günay U, Aylaz R

Yalnızlık ve Yabancılaşma: İnfertilitenin neden olduğu

sosyal baskı eşlerin diğer bireylerle iletişimini olumsuz

etkileyerek sosyal izolasyon yaşamalarına neden olmak-

tadır. Görüşme yapılan bireylerin ifadelerine göre çoğu-

nun çevrelerinden uzaklaştığını, uzaklaşma nedeni ola-

rak da insanların çocukları ile ilgili konuşmaları, çocu-

ğunuz var mı sorusu veya onları kıskanmaları nedeniyle

olduğunu belirtmişlerdir. Ancak çoğunluğu diğer insan-

lardan uzaklaşıp yalnızlığı tercih ederlerken, tam tersi

eşlerin birbirlerine yaklaştığı ve destekledikleri saptan-

mıştır.

Depresyon ve Yas: İnfertil bireylerin çoğunluğunun zaman zaman depresyon sürecine girdikleri, kadınları sosyal baskı nedeni ile erkeklere göre daha fazla depresif belirtiler gösterdiği, her ay umutla beklediği gebeliğinin oluşmaması çiftlerin zamanla umut duygu-sunu kaybederek depresyon ve yas yaşamalarına neden olduğu saptanmıştır. Görüşme yapılan bireylerden bazı-ları yaşadıkları umutsuzluğu ve depresyon duygularını şöyle belirtmiştir.

Kabullenme: Görüşme yapılan infertil bireylerin ço-ğunluğu durumlarını kabul ederek tedavilerine meno-poza kadar umutla devam edeceklerini belirttiler.

6. Kadın “Çevremdekiler kendi aralarında laf ediyor-lar, laf etmelerini istemiyorum, onları duymak istemi-yorum, konuşmalarını istemiyorum. Gerektiğinde uzaklaşıyorum.”

8. Kadın: “ Eşim beni hep teskin ediyor ‘Bir şey olmaz,

bana bakarsın ben senin çocuğunum’ diyor.”

1. Erkek: “Eşimle sorun ikimizindir diye düşünüyo-ruz. Birbirimizi anlayışla karşılıyoruz, ‘ALLAH’ın bir lütfu ikimizde de olması iyi birbirimizi dışlamıyoruz”

2. Erkek: “İş yerinde bazen kaç çocuğun var diyorlar 2-3 tane diyip geçiştiriyorum, sinirleniyorum, çocuk için bana dua edenlere bile sinirleniyorum, oradan ayrılıp sigara içiyorum’’.

4. Erkek: “Çocuk sahibi olanları gördüğümde onları kıskanıyorum, çöküyosun, kötü bir duygu, niye benim çocuğum olmuyor diye üzülüyorum. Sorun eşimde ama ona karşı hiç öfke duymuyorum. O benden daha çok üzülüyor. Birbirimize daha fazla bağlandık.”

5. Erkek: “Bazen oluyor dağa kaçmak istiyorum. Ailemin bile davranışları değişiyor, ‘Abi’nin çocuğu var, senin yok, seninle birlikte evlenenlerin var, senin olmadı’ diyorlar. Böyle söyleyince sinirleniyo-rum, oradan uzaklaşıyorum. Kendimi işe verdim, sürekli çalışmak istiyorum. Eşimle konuşuyorum, bazen ikimiz birlikte ağlıyoruz. Birbirimizi destekle-yerek tedaviye devam ediyoruz, bekliyoruz. Dünya-nın en mutlu insanı benim çünkü eşimleyim ve eşim çok iyi bir insan.”

8. Kadın : “Keşke korunmasaydım, her ay kırmızı kanı görmekten nefret ediyorum, tükendim artık” dedi ve ağlamaya başladı. “Acaba olacak mı olmaya-cak mı diye çok streslendim. Korkuyorum, bütün düzenim değişti. Yine olmazsa artık tayin olup git-mek istiyorum buralardan”.

4. Kadın: “Boşanma aşamasına geldik, kaynanam bu sorundan dolayı eşimi evlendirmeye çalıştı. Eşim nikâhın bende kalacağını, öbür kadından çocuğu olunca çocukların benim adıma olacağını söyledi. Bunu kabul etmedim. Eşim agresifleşti, beni isteme-di, çok üzüldüm intihar etmeyi düşündüm, yaptım da kendime yüklü miktarda insülin yaptım, ama ölmedim. Sonra pişman oldum şeker yedim. Kayna-nam hep misilleme yapıyor, beni kendi kızıyla kı-yaslıyor, ‘O hemofili hastası iken bile bir çocuk do-ğurdu, sen doğuramadın’ diyor, toplum içinde hep

3. Erkek: “Erken evlenseydik ve uzun süre bekleme-seydik böyle bir şey olmazdı diye düşünüyorum”

1. Kadın: “ Doktor bana hiçbir zaman çocuğun ol-maz demedi, hep olur gözüyle bakıyorum, önceki tedavilerimde hem paramız hem umudumuz gitti, şimdi doktorumu değiştirdim, çocuğum olur gözüyle bakıyorum her şey daha güzel olur diyorum.”

3. Kadın: “Hep dua ediyorum. Bir umutla bekliyo-rum, umudumu hiç kaybetmedim, olursa çok mutlu olurum, havalara uçarım herhalde, hayatım çok değişir. Şimdiye kadar bir eksiklik vardı, çocuğum olursa hiç eksiğim olmaz, her şey dört dörtlük olur.”

Page 41: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koyun Çiçeği Ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz Ve Vasküler Endoteliyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 96

İnfertil Çiftlerin Duygu Durumları: Niteliksel Bir Çalışma

TARTIŞMA Bu çalışmada elde edilen nitel verilerle, infertil bireyle-rin yaşadığı güçlükler belirlendi. İnfertilite; bireyler açısından kabulü ve başa çıkılması zor bir durumdur. Her birey doğurgan/doğurtkan olduğunu varsayar ve hamilelik/hamile bırakma beklentisi içindedir. Evlilik, çocuk sahibi olmayı beraberinde getirirken ani ve bek-lenmedik bir olay olan infertilite ile karşı karşıya kalan bireylerin ilk tepkisi genellikle şoktur (16, 17). Görüşme yapılan bireylerin çoğu “dünyam başıma yıkıldı”, “çok üzüldüm” gibi ifadelerde bulundular. Bu çalışmada, bi-reylerin infertilite tanısını ilk duyduklarında şok yaşa-dıkları, özellikle erkeklerin kendilerinin infertil oldukla-rını duyduklarında eşlerine göre daha fazla şok yaşadık-ları saptanmıştır. Yapılan çalışmalarda, erkeğin infertili olduğu durumlarda, erkeklerin daha fazla olumsuz dü-şünceleri olduğu bildirilmiştir (1,18,19). Bu durum Türk toplumunun ataerkil olması ve infertilitenin daha çok kadından kaynaklandığına inanılmasına bağlanabi-lir. İlk şokun atlatılmasından sonra yaşanan inkâr evresi, bireyde oluşan anksiyete ve paniğin bir süre ertelenme-sini sağlayarak, kendilerini toparlamaları ve alternatif savunma yöntemlerini harekete geçirmelerinde etkin rol oynar (20). Çiftler her ay yaşanan düş kırıklıklarını yoğun strese, yorgunluğa ya da yeterli sıklıkta cinsel ilişkiye girmeme gibi nedenlere bağlayarak mevcut du-rumu inkâr edebilir (21). Bu araştırma da şokun atlatıl-masından sonra bireyler farklı arayışlara girmişlerdir. Yapılan görüşmelerde bireylerden bazıları tanılarına inanmayıp başka doktorlara giderken, eğitim seviyesi düşük olan kadınların ilk olarak geleneksel yöntem uy-gulayan ara ebelerine başvurdukları (22) , sonrasında olumlu sonuç alamadıkları için hekime başvurdukları öğrenilmiştir. Ayrıca erkelerin kadınlara göre sorun yokmuş gibi davranma çabasına girdikleri de belirlen-miştir. Yapılan diğer çalışma bulguları bu araştırmanın bulgularını desteklemektedir (23-25). İnkar evresiyle birlikte bireylerde anksiyete görülmeye başlar. Bireylerde eşi tarafından terk edilme endişesi ortaya çıkar. İnfertil olan eş diğer eşin gözünde ‘yetersiz ve eksik’ olmaktan ya da onun sevgisini kaybetmekten korkar. İnfertilite tanısı olan kadınlar ‘benlik saygısında azalma’, ‘kadın olarak kendini yetersiz ve değersiz hissetme’ gibi utanma duyguları yaşarken, erkekler, erkek olma, güçlü-kudretli olma özelliklerinin yok oldu-ğunu düşünürler (8,16,21). Bu çalışmada da kadınların erkeklere göre kendilerin

1. Erkek: “Tam 15 yıldır tedavi görüyoruz. Bütün kazancımızı bu yönde harcadık benimle aynı yıl işe giren ve aynı yerde çalışan herkes ev aldı araba aldı, birikim yaptı ben her şeyimi buna yatırdım 50-60 milyon param gitti. Pişman değilim. Çocuğum olsaydı bir şeyim olmasaydı. Eşimin yaşı ilerledi menopoz bulguları için geldik bir durumumuza bakalım uygun görülürse tekrar tüp bebek yapalım diyoruz. Gittikçe yaşlanıyoruz bu bir gerçek çocuk konusunda umut azalıyor sadece günlük yaşantımı-zı devam ettirmekten başka amacımız yok.”

yetersiz ve değersiz hissettikleri, infertilitenin bireyle-rin evlilik yaşantısını olumsuz etkilediği, bu olumsuzlu-ğu erkeklerin annelerinin daha fazla etkilediği belirlen-miştir. Yapılan diğer çalışma bulgularına göre de kadın-ların anksiyete ve depresyon düzeylerinin erkeklere göre daha fazla olduğu, özellikle başarısız tedavi sonra-sında arttığı saptanmıştır (26-28). Öfke bireyin içinde bulunduğu durumu kabul etmeye başladığında ortaya çıkan bir duygudur (20). Durumu kendi yetersizliklerinin bir sonucu gibi görerek suçlu-luk, bunun neden kendilerinin başına geldiğini düşüne-rek öfke yaşarlar (24). Görüşme yapılan kadınların çoğu kendilerine, bedenle-rine ve eşlerine öfkelendiklerini belirtirken, erkeklerin Tanrı’ya ve kendilerine öfkelendiklerini ve bunun neden kendilerinin başına geldiğini düşünerek öfke yaşadıkla-rını ifade etmişlerdir. Yapılan diğer çalışmalarda; infertil bireylerde bedenlerine karşı öfke, hayal kırıklığı ya da bunu hak edecek ne yaptım gibi duyguların ortaya çıkarabileceği, gebe olanlara ya da çocukları olanlara karşı öfke duyabilecekleri belirtilmiştir (18,19,23). Yapı-lan diğer araştırmalar bu araştırmanın bulgularını des-teklemektedir. İnfertilite de eşler, diğer eşin anne-baba olmasına engel olduğunu düşünüp suçluluk duyarlar (8,11). Ya da eşler-den biri çocuk sahibi olma kararını geç almış olmaktan dolayı diğer eşi suçlayabilir (17). Bu suçlamalara ailenin ve kültürün baskıları da eklenince çiftler cezalandırıl-dıklarını düşünürler ve bunun sonucunda da evlilik bağları olumsuz etkilenebilir (8). Bu araştırmada infertil bireylerin çoğunluğunun kendi-lerini suçladıkları, suçlama nedenleri arasında çoğun-lukla geç evlenmeleri ve çocuk yapmamak için korun-dukları saptandı. Yapılan diğer çalışmalarda da eşlerin düşmanlık ve kin duyguları ile kendisini ya da eşlerini suçladıkları belirlenmiştir (1,24). Bireyler çevrelerinde hamile kalan ve çocukları olanları gördükçe onlarla paylaşacak ortak şeylerin azaldığına, arkadaşlarının onların infertilite ile ilgili sorunlarından sıkıldıklarına inanmaya başlarlar ve kendilerini toplum-dan soyutlayabilirler (8,21). Bu araştırmada infertil bireylerin insanların çocukları ile ilgili konuştuklarında, çocuk ve hamilelikle ilgili soru sorduklarında ve çevresindeki insanları kıskandıkları için uzaklaştıkları belirlenmiştir. Ancak çoğunluğu di-ğer insanlardan uzaklaşıp yalnızlığı tercih ederlerken, bazı eşlerde tam tersine birbirlerine yaklaştığı ve des-tekledikleri saptanmıştır. Yapılan bir araştırmada infertil kadınların çoğunluğunun gebe ve çocukları olan kadınlar ile bir araya gelmek istemedikleri, kendilerine hamilelikle ilgili soru sorulmasından rahatsız oldukları için sosyal çevreden uzaklaştıkları belirtilmiştir (7). Bir diğer çalışma bulgularına göre de infertil kadınların yalnızlık düzeylerinin yüksek olduğu ve hatta kanserli kadın hastalardan daha fazla yalnızlık duygusu yaşadık-ları belirlenmiştir (29). Bu araştırmada görüşme yapılan infertil bireylerden daha çok kadınların zaman zaman depresyon yaşadıkla-rı, içlerinden bazılarının intihar girişiminde bulundukla-rı ve her ay menstruasyon gördüklerinde depresif belir-tilerinin arttığı belirlenmiştir. Kadınların bu belirtileri-nin artmasında sosyal baskının da etkili olduğu, özellik-le kayınvalidelerin gelinlerini suçlayarak oğullarını tek-

Page 42: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağnak O, Çakır L

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 97

Oltuluoğlu H, Günay U, Aylaz R

rar evlenmeleri için teşvik etmeleri kadınlar üzerindeki baskıyı arttırdığı saptanmıştır. Türk toplumunda özel-likle geleneksel kesimlerde infertil kadının eşi kanunen yasak olmasına karşın bir başkası ile evlenebilmektedir (30,31). Yapılan diğer çalışmalara göre de kadınların doğrudan infertil olmaları halinde daha belirgin olmak üzere depresif semptomlar gösterdiği ve diğer taraftan infertilitenin ölüm ya da boşanmada olduğu gibi elle tutulur gözle görülür bir kayıp bulunmasa da, asla olma-yacak bir çocuğun özlemini duyarak yas sürecine gire-bildikleri belirlenmiştir (23,26,27,29,32,33). Kayba ilişkin tepkilerin son aşaması kabullenmedir. Çiftler artık gerçeklerle karşı karşıyadır ve tedavi alter-natiflerini arayıp birbirleriyle ve çevreleriyle tekrar iletişime geçerler ve davranışlarında barışçıl bir yol izlerler (8,17,21). Bu araştırmada bireylerin ifadelerinden, bundan sonra-ki hayatlarının nasıl devam ettireceklerine karar verdik-leri, çoğunluğunun tedaviden umutlu olduğu ve meno-poza kadar tedaviye devam edecekleri, sosyal baskıları eskisi kadar önemsemedikleri ve eşleri ile olan ilişkileri-nin daha iyi olduğu belirlendi. En önemlisi de infertil çiftlerin sorunlarını çözebilmek için birbirlerine daha çok yakınlaşmış olduğunun belirlenmesidir. Bu araştır-ma bulguları diğer araştırma bulguları ile paralellik göstermektedir (7,28). SONUÇ ve ÖNERİLER Sonuç olarak infertiliteye karşı bireylerin ilk tepkileri-nin şok olduğu, özellikle erkek kaynaklı infertilitede erkeklerin daha fazla şok yaşadığı, eğitim seviyesi düşük kadınların problemin çözümü için öncelikle geleneksel yöntemlere başvurduğu, infertil kadınların erkelere göre daha fazla anksiyete, depresyon ve yalnızlık yaşa-dığı, günümüzde bile infertil çiftler üzerinde sosyal bas-kının etkin olduğu belirlenmiştir. Bu bulgular doğrultu-sunda infertil çiftlerle çalışan sağlık profesyonelleri tarafından infertilitenin, çiftlerin psikolojik sağlığını olumsuz etkilediği özellikle kadınları da fazla etkilediği-nin bilinmesi, bu konuda çiftlerin baş etme mekanizma-larının geliştirilmesi ve bireylerdeki sosyal baskının azaltılması için toplumun eğitilmesi önerilebilir.

KAYNAKLAR

1. Guz H, Ozkan A, Sarisoy G. Psychiatric symptoms in turkish infertile women. Journal of Psychosomatic Obstetrics & Gynecology 2003; 24: 267 -271.

2. Devroey P, Fauser B C, Diedrich K. Approaches to improve the diagnosis and management of infertility. Human Reproduction Update 2009; 15; 391-408.

3. Altuntug K, Kızılırmak A, Baser M, ve ark. İnfertil çiftlerde kaygı düzeyi ve sosyodemografik özellik-ler. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 2012; 7: 65-78.

4. WHO. Mother or nothing the agony of infertility. WHO Bulletin. Available from URL: http://www.who.int/enti ty/reproductive health/ publications/infertility/bulletin_88_12/en/-21k. 2010 (Erişim tarihi: 14 March 2012).

5. Albayrak E, Gunay O. State and trait anxiety levels of childless women in Kayseri, Turkey. The

European Journal of Contraception and Reproductive Health Care 2007; 12: 385–390.

6. Rooij VB, Balen FV, Hermanns JA. Emotional distress and infertility: Turkish migrant couples compared to Dutch couples and couples in Wes-tern Turkey. Journal of Psychosomatic Obstetrics & Gynecology 2007; 28: 87–95.

7. Taşçı E, Bolsoy N, Kavlak O, ve ark. İnfertil kadın-larda evlilik uyumu. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Dergisi 2008; 5: 105- 110.

8. Kırca N, Pasinlioğlu T. İnfertilite tedavisinde karşı-laşılan psikososyal sorunlar. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2013; 5: 162-178.

9. Ak G. İnfertil Çiftlerin Depresyon Durumları ve Başa Çıkma Yollarının İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İzmir 2001.

10. Sezgin H, Hocaoğlu Ç. İnfertilitenin psikyatrik yö-nü. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2014; 6: 165-184.

11. Ünal S, Kargın M. Akyüz A. İnfertil kadınları psiko-lojik olarak etkileyen faktörler. TAF Prev Med Bul 2010; 9: 481-486.

12. Karaca A, Ünsal G. İnfertilitenin kadın ruh sağlığı üzerine etkileri ve psikiyatri hemşiresinin rolü. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2012; 3: 80-85.

13. Kılıç M, Ejder Apay S, Kızılkaya Beji N. İnfertilite ve kültür. İ.U.F.N. Hemşirelik Dergisi 2011; 19: 109-115.

14. Cewikel J, Gidron Y, Sheiner E. Psychological interactionswith infertility among women. European Journal of Obstetrics &Gynecology and Reproductive Biology 2004; 117: 126-131.

15. Ramezanzadeh F, Noorbala A A, Abedinia N, et al. Psychiatric intervention improved pregnancy rates in infertile couples. Malays J Med Sci 2011; 18: 16–24.

16. Yanıkkerem E, Kavlak O, Sevil Ü. İnfertil çiftlerin yaşadıkları sorunlar ve hemşirelik yaklaşımı. Ata-türk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2008; 11: 112-121.

17. Küçük L. İnfertilite çiftlerin ruh sağlığını nasıl etki-liyor? Androloji Bülteni 2010; 40: 35-37.

18. Newton CR, Sherrard W, Glavac I. The fertility problem inventory: Measuring perceived infertility-related stres. Fertility and Sterility 1999; 72: 54–62.

19. Peterson BD, Newton CR, Rosen KH. Examining congruence between partner’s perceived ınfertility-related stres and it’s relationship to marital adjustment and depression ın ınfertile couples Family Process 2003; 42: 59-70.

20. Akyol A. Yetişkinde ölüm süreci ve hemşirelik bakı-mı. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Der-gisi 2010; 26: 59-72.

21. Özçelik B, Karamustafalıoğlu O, Özçelik A. İnfertilitenin psikolojik ve psikiyatrik yönü. Anatolian Journal of Psychiatry 2007; 8: 140-148.

22. Kurçer MA, Eğri M, Genç M ve ark. İnfertil kadınla-rın geleneksel halk kısırlık tedavileri konusundaki davranışları ve etkileyen faktörler. Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi 1999; 6: 329-331.

23. Karlıdere T, Bozkurt A, Yetkin S, ve ark. Psikiyatrik

Page 43: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Koyun Çiçeği Ve Bulaşıcı Ektima (Orf) Enfeksiyonu Tanısı Konulmuş Koyunlara Ait Deri Lezyonlarında Matriks Metalloproteinaz Ve Vasküler Endoteliyal Gelişme Faktörünün İmmunohistokimyasal Teknikle Saptanması

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 98

İnfertil Çiftlerin Duygu Durumları: Niteliksel Bir Çalışma

,

birinci eksen tanısı almayan infertil çiftlerde emosyonel semptomlar, sosyal destek ve cinsel işlev bağlamında cinsiyet farkı var mı? Türk Psiki-yatri Dergisi 2007; 18: 311-322.

24. Oğuz HD. İnfertilite Tedavisi Gören Kadınlarda İnfertilitenin Ruh Sağlığına, Evlilik İlişkileri ve Cin-sel Yaşama Etkileri, Uzmanlık Tezi, İstanbul 2004.

25. Schmidt L, Tjørnhøj-Thomsen T, Boivin J, et al. Evaluation of a communication and stress management training programme for infertile couples. Patient Education and Counseling 2005; 59: 252–262.

26. Lund R, Sejbaek C S, Christensen U, et al. The impact of social relations on the incidence of severe depressive symptoms among infertile women and men. Human Reproduction 2009; 24: 2810–2820.

27. Verhaak CM, Smeenk JM, van Minin A, et al. A longitudinal, prospective study on emotional adjustment before, during and after consecutive fertility treatment cycles. Hum Reprod 2005; 20: 2253-2260.

28. Dilek N, Kızılkaya NB. Yardımcı üreme teknikleri ile tedavi olan çiftlerin emosyonel tepkilerin belirlen-mesi. Hemşirelik Eğitim ve Araştırma Dergisi 2012; 9: 24-29.

29. Kavlak O, Saruhan A. İnfertil kadınlarda yalnızlık düzeyi ve bunu etkileyen faktörlerin incelenmesi. Ege Tıp Dergisi 2002; 41: 229–232.

30. Koçyiğit OT. İnfertilite ve sosyo-kültürel etkileri. İnsanbilim Dergisi 2012;1: 27-38.

31. Şen E, Bulut S, Şirin A. Primer infertil kadınlarda eşler arası uyumun incelenmesi. FN Hemşirelik Dergisi 2014; 22: 17-24.

32. Greil AL, Slauson KB, McQuillan J. The experience of infertility: a review of recent literature. Sociology of Health & Illness 2010; 32: 140-162.

33. Upkong D, Orji EO. Nijerya’daki infertil kadınlarda ruh sağlığı. Türk Psikiyatri Dergisi 2006; 17: 259-265.

Page 44: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Tosun Ö, Bayat M, Erdem E, Korkmaz Z, Avcı Ö

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 99

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

KLİNİK SORUMLU HEMŞİRELERİN SOSYOTROPİ OTONOMİ KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ THE CLINIC HEAD NURSES’ SOCIOTROPIC AUTONOMIC PERSONALITY FEATURES

Araştırma Yazısı 2014; 23: 99-103

Öznur TOSUN1, Meral BAYAT1, Emine ERDEM1, Zübeyde KORKMAZ1, Özlem AVCI2

1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik AD, Kayseri

2 Kocaeli Üniversitesi Kocaeli Sağlık Yüksekokulu, Kocaeli

ÖZET: Sosyotropi, kişinin diğer insanlarla olumlu ilişkiler kura-bilmesi, otonomi ise bireyin bağımsızlığı olarak tanımlanmak-tadır. Hemşirelerin nitelikli bakım sunabilmeleri için sosyotropi ve otonomi özelliklerinin gelişmiş olması gerekmek-tedir. Bu araştırma, klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropi otonomi kişilik özelliklerini belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırma, kurum izni alınan bir üniversite hastanesinde çalışan ve onamları alınan 50 klinik sorumlu hemşiresi ile yapılmıştır. Veriler, anket formu ve Sosyotropi Otonomi Ölçeği ile toplanmıştır. Araştırmaya katılan hemşirele-rin yaş ve çalışma yılı ortalamaları sırasıyla 37.62±4.44 ve 18.43±4.82 yıl olarak bulunmuştur. Hemşirelerin; %82.0’ının önlisans mezunu olduğu ve %84.0’ının daha önce başka bir kurumda çalışmadığı belirlenmiştir. Hemşirelerin; %86.0’ının meslek derneğine üye olmadıkları, %72.0’ının bilimsel yayın takip etmedikleri, %74.0’ının hizmetiçi eğitimlere katıldıkları ve %54.0’ının çalıştıkları klinikte otonom davranışlarının des-teklendiği saptanmıştır. Hemşirelerin; sosyotropi ve otonomi puan ortalamaları sırasıyla 69.70±16.11 (28-101), 77.08±18.57 (22-107) olarak belirlenmiştir. Evli, 40 yaş ve üzeri, 21 yıl ve üzeri çalışma yılı olan, cerrahi kliniklerinde çalışan, çalıştıkları klinikte otonom davranışları desteklenen klinik sorumlu hem-şirelerin sosyotropi ve otonomi; bilimsel yayınları takip eden, hizmetiçi eğitimlere katılan hemşirelerin otonomi puan ortala-malarının yüksek olduğu, fakat aralarındaki farkın istatistiksel olarak önemli olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Bu bulgulara göre; hemşirelerin otonom davranışlarının des-teklenmesi ve mesleki otonomiyi geliştirecek şekilde eğitim programlarının oluşturulması önerilebilir. Anahtar kelimeler: Klinik sorumlu hemşire, otonomi, sosyotropi

ABSTRACT: Sociotropy is to establish positive relationships with other people. However, autonomy is defined as an individual's independence. Nurses should have advanced sociotropic autonomic personality features for care quality. This study was conducted descriptively to determine the clinic head nurses’ sociotropic autonomic personality features. The study sample consisted of the 50 clinic head nurses in an university hospital. In the study, the permission of the institution and informed consent from nurses were taken. The data were collected by a questionnaire form, Sociotropy-Autonomy Scale. The mean age and working years of the nurses were 37.62±4.44 and 18.43±4.82 years, respectively. Of the nurses, 82.0% held associate degree, 84.0% did not work at another institution before, 86.0% were not members of any profession association, 72.0% did not follow any scientific publication, 74.0% participated inservice training and 54.0% supported their autonomic behaviors in clinics. The mean so-ciotropy and autonomy scores were 69.70±16.11 (28-101), 77.08±18.57 (22-107), respectively. The mean sociotropy and autonomy scores of the nurses married, aged 40 and over years old, had working duration 21 years and above, working in surgical clinics and supported for their autonomic behaviors in clinics were high (p>0.05). Also, the mean autonomy scores of the nurses who followed any scientific publication and partici-pated inservice training were high (p>0.05) In conlusion, training programs developing professional auton-omy is recommended and the autonomous behaviors of the nurses should be supported. Key words: Clinic head nurse, autonomy, sociotropy

Makale Geliş Tarihi : 07.03.2014

Makale Kabul Tarihi: 16.07.2014

Corresponding Author: Öznur TOSUN Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik AD/Kayseri Tel: 0352 207 66 66/28 568 e-mail: [email protected]

GİRİŞ Kişilik; bireyin zihinsel, bedensel ve ruhsal farklı-lıklarının davranış biçimi ve yaşama tarzına yansıması-dır (1). Bilişsel kuramcılardan biri olan Beck, kişiliğin sosyotropi ve otonomi olmak üzere iki boyutu olduğunu savunmaktadır (2,3). Sosyotropi kavramı, kişinin diğer insanlarla olumlu ilişkiler kurabilme özelliği; otonomi kavramı ise, bireyin bağımsızlığını, kişisel haklarını ko-ruyabilme ve artırabilme özelliği olarak tanımlanmakta-dır (3-5). Yapılan çalışmalarda, kendi kararlarını verme,

aile ile uyum problemi yaşama, kontrol kaybı ve algıla-nan başarısızlık durumlarının otonomi kişilik özellikle-rini (6-8); kişiler arası sorun yaşama durumunun ise sosyotropi kişilik özelliklerini (7) etkilediği belirlenmiş-tir. Sosyotropi kişilik özellikleri baskın olan bireyler sosyal bağların zayıflaması, ilişkilerin sonlanması ve reddedilme gibi durumlara aşırı duyarlı iken, otonomi kişilik özellikleri baskın olan bireyler bağımsızlığa ve

Page 45: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Klinik Sorumlu Hemşirelerin Sosyotropi Otonomi Kişilik Özellikleri

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 100

başarıya önem verirler (9). Meslek ile kişilik özellikleri arasında önemli bir bağ vardır. Kendi kişiliğine uygun mesleği seçen bireyler, yaptıkları işte daha başarılı olur-lar (10). Bir bütün olarak insana bakım veren hemşire-lik mesleğini üstlenen kişilerde, hem sosyotropi hem de otonomi kişilik özelliklerinin bulunması önemlidir.

Toplumlar, toplumsal dinamikler, sağlık bakım gereksi-nimleri ve sağlık politikaları değişirken, hemşirelerden mevcut ve olası sorunlara karşı bireyin, ailenin, toplu-mun fizyolojik ve psikososyal gereksinimlerini holistik ve hümanistik bir yaklaşımla tanımlamaları ve karşıla-maları beklenmektedir (11). Bu amaç doğrultusunda, hemşirelerin hizmet sunduğu tüm bireyler, içinde bu-lunduğu meslek üyeleri ve diğer sağlık ekibi üyeleri ile sağlıklı bir iletişim kurmaları gerektiğinden sosyotropi kişilik özelliklerinin gelişmiş olması gerekmektedir. Ayrıca, hemşirelerin yönetici, bakım verici, karar verici gibi rol ve işlevlerini kullanarak nitelikli bakım sunabil-meleri için otonomi kişilik özelliklerinin iyi gelişmiş olması istenmektedir.

Klinik sorumlu hemşireleri, klinikteki işlerin yönetimi ve klinikte çalışan hemşireler ile diğer sağlık meslek üyeleri arasındaki iş birliğini sağlayıcı pozisyonundadır-lar, aynı zamanda hasta bakımına yön vermekte, hatta zaman zaman hasta bakımına katılmaktadırlar. Klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropi ve otonomi kişilik özelliklerinin bu sorumluluklarını yerine getirmede etkili olduğu düşünülmektedir.

GEREÇ ve YÖNTEM

Bu araştırma, klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropik-otonomik kişilik özelliklerini belirlemek amacı ile Eylül-Ekim 2011 tarihlerinde tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın yapılması için kurum izni ve çalışmaya katılmayı kabul eden hemşirelerden yazılı onam alın-mıştır. Araştırmaya, üçüncü düzey sağlık hizmeti veren bir üniversite hastanesinde çalışan klinik sorumlu hem-şirelerinin (toplam 55 klinik sorumlu hemşiresi) alın-ması planlanmış, araştırma 50 hemşire ile tamamlan-mıştır. Veriler, yüzyüze görüşme yöntemi ile araştırma-cılar tarafından geliştirilen Anket Formu ve Sosyotropi-Otonomi Ölçeği (SOSOTÖ) ile toplanmıştır.

Beck ve arkadaşları tarafından geliştirilen, revizyon ça-lışmaları yapılan ve Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalış-ması Şahin ve arkadaşları tarafından yapılan SOSOTÖ, sosyotropi ve otonomi ile ilişkili özellikleri ölçmeyi amaçlayan 60 maddeden oluşmaktadır (7,8,12,13). Ölçe-ğin sosyotropi alt boyutu onaylanmama kaygısı, ayrılık kaygısı ve başkalarını memnun etme bölümlerinden; otonomi alt boyutu ise kişisel başarı, özgürlük ve yalnız-lıktan hoşlanma bölümlerinden oluşmaktadır. SOSOTÖ’ni, bireyler kendi kendilerine uygulayabilmekte ve ölçekte her madde 0-4 arasında puanlanmaktadır. Sosyotropi ve otonomi alt ölçeklerinden iki ayrı toplam puan elde edilir, her bir alt ölçekten alınabilecek en yük-sek puan 120’dir. Sosyotropi ve otonomi alt ölçek puan-larının yüksek olması, yüksek sosyotropik kişilik ve oto-nomi özelliklerini göstermektedir. Verilerin istatistiksel değerlendirmesinde; Shapiro-Wilk, tek yönlü varyans analizi, Kruskall-Wallis, student t, Mann-Whitney U ve

korelasyon testleri kullanılmıştır. Bu araştırmada Sosyotropi-Otonomi Ölçeği’nin Cronbach alfa değeri 0.935 olarak bulunmuştur.

BULGULAR

Araştırmaya katılan klinik sorumlu hemşirelerin yaş ve çalışma yılı ortalamaları sırasıyla 37.62±4.44 yıl (32-52) ve 18.43±4.82 yıl (11-30) olarak bulunmuştur. Hemşire-lerin; %74.0’ının evli, %82.0’ının önlisans mezunu oldu-ğu, %52.0’ının dahili tıp kliniklerinde çalıştığı ve %84.0’ının daha önce başka bir kurumda çalışmadığı be-lirlenmiştir. Hemşirelerin; %86.0’ının meslek derneğine üye olmadıkları, %72.0’ının bilimsel yayın takip etme-dikleri, %74.0’ının hizmetiçi eğitimlere katıldıkları ve %54.0’ının çalıştıkları klinikte otonom davranışlarının desteklendiği saptanmıştır (Tablo 1).

Tablo 1. Klinik sorumlu hemşirelerin tanıtıcı ve mesleki özel-likleri

Tanıtıcı ve Mesleki Özellikler n % Yaş (yıl) 30-34 13 26.0 35-39 23 46.0 40 ve üzeri 14 28.0 Medeni Durum Bekar 13 26.0 Evli 37 74.0 Eğitim Durumu Sağlık Meslek Lisesi 4 8.0 Önlisans 41 82.0 Lisans ve üzeri 5 10.0 Çalışma Süresi (yıl) 11-15 18 36.0 16-20 16 32.0 21 ve üzeri 16 32.0 Daha Önce Başka Bir Kurumda Çalışma Durumu

Evet 8 16.0 Hayır 42 84.0 Çalıştığı Klinik Dahili tıp 26 52.0 Cerrahi tıp 24 48.0 Hizmet İçi Eğitime Katılma Durumu Evet 37 74.0 Hayır 13 26.0 Derneğe Üye Olma Durumu Evet 7 14.0 Hayır 43 86.0 Bilimsel Yayınları Takip Etme Durumu Evet 14 28.0

Hayır 36 72.0 Klinikte Otonom Davranışların Destek-lenme Durumu

Evet 27 54.0 Hayır 13 26.0 Bazen 10 20.0 Toplam 50 100.0

Page 46: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Tosun Ö, Bayat M, Erdem E, Korkmaz Z, Avcı Ö

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 101

Klinik sorumlu hemşirelerinin; sosyotropi ve otonomi puan ortalamaları sırasıyla 69.70±16.11 (28-101), 77.08±18.57 (22-107) olarak belirlenmiştir (Tablo 2).

Tablo 2. Klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropi ve otonomi puan ortalamaları

Evli, 40 yaş ve üzeri, 21 yıl ve üzeri çalışma süresi olan, daha önce başka bir kurumda çalışmayan ve cerrahi tıp kliniklerinde çalışan klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropi ve otonomi; bilimsel yayınları takip eden, hizmetiçi eğitimlere katılan hemşirelerin otonomi puan ortalamalarının yüksek olduğu, ancak aradaki farkın istatistiksel olarak önemli olmadığı bulunmuştur (p>0.05) (Tablo 3).

Klinik sorumlu hemşirelerin tanıtıcı ve mesleki özellik-lerine göre SOSOTÖ puan ortalamaları incelendiğinde; hemşirelerin yaş, medeni durum, eğitim durumu, daha önce herhangi bir kurumda çalışmış olma, çalıştığı kli-nik, hizmet içi eğitime katılma, bilimsel yayın takip etme durumlarının SOSOTÖ puan ortalamalarını etkilemediği belirlenmiştir (p>0.05). Sadece, hemşirelerin çalışma süresi arttıkça, otonomi alt boyutu özgürlük bölümü puan ortalamalarının da arttığı belirlenmiştir (r= 0.294, p=0.039).

TARTIŞMA

Hemşireler, bireylerin optimum sağlık düzeyine ulaşa-bilmeleri amacına yönelik, sağlığın korunması, sürdü-rülmesi ve geliştirilmesi için bilgi ve deneyimlerini kul-lanarak bakım vermekten sorumludurlar (11, 14). Bu-nunla birlikte, bakım verirken çeşitli kurumsal ya da mesleki sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sorunların üstesinden gelebilmelerinde ve sundukları bakımın niteliğini belirlemede hemşirelerin kişilik özel-likleri önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sosyotropi kişilik özelliği gelişen, duygu, düşünce ve davranışlarının farkında olan hemşire, bakım verirken kendini yetkin görmekte ve otonomisini yeni durumlara yeni tutumlar geliştirerek kullanabilmektedir. Otonomi kişilik özelliği gelişen, kendini tanıyan, bağımsız karar-lar verebilen hemşire, sunduğu bakımda hemşirelik boyutunu tanımlayarak bilinçli karar verebilmekte, ba-kım stratejisi belirleyerek amaçlı ve kontrollü bakım verebilmektedir (5,15-18). Bu araştırmada klinik so-rumlu hemşirelerin; sosyotropi puanları 69.70±16.11

(28-101), otonomi puanları ise 77.08±18.57 (22-107) olarak belirlenmiştir. Klinik sorumlu hemşirelerinin otonomi puan ortalamalarının sosyotropi puan ortala-malarından daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.001). Bu bulgu, Malak ve ark. (19) çalışmasının bulguları ile benzerlik göstermektedir. Otonomi alt boyutunun öz-gürlük, kişisel başarı ve yalnızlıktan hoşlanma bölümle-rinden oluştuğu dikkate alındığında; hemşirelerin ba-ğımsız kararlar alabilmeleri ve otonom davranışlarının çalıştıkları klinikteki meslektaşları ve diğer sağlık çalı-şanları tarafından desteklenmesi nedeni ile otonomi puan ortalamalarının daha yüksek olduğu söylenilebilir.

Collins ve Henderson (20), eğitim düzeyi yükseldikçe otonomi düzeyinin yükseldiğini, fakat çalışma süresinin bunu etkilemediğini belirtmektedirler. Bu araştırmada Collins ve Henderson’ın belirttiğinden farklı olarak kli-nik sorumlu hemşirelerin çalışma süresi arttıkça, otono-mi alt boyutu özgürlük bölüm puanlarının da arttığı, yani otonomi düzeyinin yükseldiği, eğitim düzeyinin ise bunu etkilemediği belirlenmiştir (sırasıyla; p=0.039, p>0.05). Bu durumun klinik sorumlu hemşirelerin çalıştıkları kurumda deneyim sahibi olmaları, mesleki kıdem arttık-ça kendine olan güvenlerinin artması, daha özgür ve rahat kararlar verebilmelerinden kaynaklandığı düşü-nülmektedir. Araştırmada, yaş ve çalışma süresi fazla olan klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropi puan orta-lamalarının da yüksek olduğu, ancak aradaki farkın ista-tistiksel olarak önemli olmadığı bulunmuştur (p>0.05). Klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropi puan ortalama-larının yüksek olmasının nedeni, hem iş hem de sosyal ilişkilerinde daha fazla kişi ile iletişim kurmaları, kişiler arası iletişimde deneyim kazanmaları, bağımsız kararlar verebilmeleri ve bu kararlarının çalıştıkları klinikte destekleniyor olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Bu araştırmada bilimsel yayınları takip eden ve hizmet içi eğitimlere katılan klinik sorumlu hemşirelerinin oto-nomi puan ortalamaları yüksek bulunmuştur (Tablo III).

Bu bulgu, bilimsel yayın takibi ve hizmetiçi eğitim gibi aktivitelerin, klinik sorumlu hemşirelerin güncel mesle-ki bilgilerini, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin bilgilerini ve dolayısı ile otonomi puan ortalamalarını da artırdığı şeklinde yorumlanabilir. Bununla birlikte, cer-rahi tıp kliniklerinde çalışan klinik sorumlu hemşireleri-nin hem sosyotropi hem otonomi puan ortalamalarının dahili tıp kliniklerinde çalışan klinik sorumlu hemşire-lerden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Cerrahi tıp kliniklerinde çalışan klinik sorumlu hemşirelerin çalış-tıkları kliniklerin özellikleri nedeni ile hızlı karar alma-larını gerektiren durumlarla daha sık karşılaştıkları için sosyotropi ve otonomi puan ortalamaları daha yüksek olabilir.

Meslek üyelerinin sahip oldukları bireysel otonomileri, profesyonel statü kazanmalarında rol oynamaktadır (5,15-18). Sosyotropi kişilik özelliğinin gelişmiş olması, mesleğe bağlılığa zemin hazırlayacak ve meslekleşmeye katkı sağlayacaktır (2,5,21). Bireysel otonominin mesleğe yansıması ile destekleyici sosyal ilişkiler kuv-vetlenecektir (18). Bu nedenle hemşirelerin sosyotropi ve otonomi kişilik özelliklerinin gelişmesi verecekleri bakımın nitelikli olması açısından vazgeçilmezdir.

SOSOTÖ

SSx Med (Min-Max)

Sosyotropi Alt Ölçeği

Onaylanmama kaygısı 22.90±5.93 24.0 (8.0-33.0) Ayrılık kaygısı 31.74±8.29 32.0 (12.0-46.0) Başkalarını memnun etme 15.06±4.72 15.0 (4.0-25.0)

Toplam Puan 69.70±16.11 70.0 (28.0-101.0) Otonomi Alt Ölçeği Kişisel başarı 33.50±7.85 35.0 (13.0-47.0) Özgürlük 31.50±8.94 32.5 (7.0-44.0) Yalnızlıktan hoşlanma 12.08±4.54 12.0 (2.0-22.0) Toplam Puan 77.08±18.57 78.5 (22.0-107.0)

Page 47: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Klinik Sorumlu Hemşirelerin Sosyotropi Otonomi Kişilik Özellikleri

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 102

Araştırmanın Sınırlılıkları

Klinik sorumlu hemşirelerin sosyotropi-otonomi kişilik özellikleri ölçek sonuçları ile değerlendirildiğinden so-nuçların subjektif olması kaçınılmazdır. Araştırmada örneklem seçimine gidilmeyip, hastanede çalışan klinik sorumlu hemşirelerin tümüne ulaşılmaya çalışılmıştır. Araştırmanın yapıldığı tarihlerde beş hemşire çalışmaya katılmak istememiş, çalışma 50 (%90.9’u) hemşire ile yapılmıştır.

SONUÇ ve ÖNERİLER

Evli, 40 yaş ve üzeri, 21 yıl ve üzeri çalışma yılı olan, cerrahi tıp kliniklerinde çalışan, çalıştıkları klinikte oto-nom davranışları desteklenen klinik sorumlu hemşirele-

rinin sosyotropi ve otonomi; bilimsel yayınları takip eden ve hizmetiçi eğitimlere katılan hemşirelerin otono-mi puan ortalamalarının yüksek olduğu, fakat araların-daki farkın istatistiksel olarak önemli olmadığı saptan-mıştır (p>0.05).

Araştırmada elde edilen bulgular doğrultusunda aşağı-daki önerilerde bulunulabilir:

1. Hemşirelerin bilimsel yayın takip etmelerinin ve oto-nom davranışlarının desteklenmesi ve mesleki otonomi-

yi geliştirecek şekilde hizmet içi eğitim programlarının oluşturulması önerilebilir.

2. Hemşirelik eğitim programlarında, sadece otonomi-nin değil, sosyotropi-otonomi kişilik özelliklerinin bir-

Tablo 3. Klinik sorumlu hemşirelerin tanıtıcı ve mesleki özelliklerine göre sosyotropi-otonomi ölçeği puan ortalamaları

TANITICI ve MESLEKİ ÖZELLİKLER

N

SOSOTÖ PUAN ORTALAMALARI Sosyotropi Puanı Otonomi Puanı

SSx

SSx

Yaş (yıl) 30-34 13 72.07±12.20 75.07±11.71 35-39 23 66.47±16.65 76.00±19.47 40 ve üzeri 14 72.78±18.36 80.71±22.60 F= 0.853

p= 0.433

F= 0.373

p= 0.691 Eğitim Durumu Sağlık Meslek Lisesi 4 72.25±17.80 78.50±16.17 Önlisans 41 67.92±16.07 75.85±19.49 Lisans ve üzeri 5 82.20±11.25 86.00±10.65 F= 1.866

p= 0.166

F= 0.669

p= 0.517 Çalışma Süresi (yıl) 11-15 18 69.66±16.23 74.72±16.43 16-20 16 66.37±11.94 76.56±16.58 21 ve üzeri 16 73.06±19.57 80.25±22.97 F= 0.680

p= 0.512

F= 0.375

p= 0.690 Çalışılan Klinik Dahili tıp 26 68.19±11.57 76.23±13.48 Cerrahi tıp 24 71.33±20.05 78.00±23.14 t= -0.671

p= 0.506

t= -0.327

p= 0.746 Hizmet İçi Eğitime Katılma Durumu Evet 37 69.59±16.03 77.97±17.35 Hayır 13 70.00±17.00 74.53±22.26 t= -0.077

p= 0.939

t= 0.570

p= 0.572 Bilimsel Yayınları Takip Etme Durumu Evet 14 68.28±17.09 77.85±16.85 Hayır 36 70.25±15.93 76.77±19.41

t= -0.384 p= 0.703

t= 0.183 p= 0.856

Klinikte Otonom Davranışların Desteklenme Durumu Evet 27 72.18±15.88 80.88±15.85 Hayır 13 71.69±11.61 76.07±15.35 Bazen 10 60.40±19.60 68.10±26.50

F= 2.187

p= 0.124

F= 1.814

p= 0.174

Page 48: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Tosun Ö, Bayat M, Erdem E, Korkmaz Z, Avcı Ö

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 103

likte geliştirilmesine yönelik ders programları ve ders içerikleri oluşturulması önerilir.

3. Hemşirelerin sosyotropi ve otonomi kişilik özellikleri belirlemek amacıyla daha büyük bir örneklemde benzer bir çalışmanın yapılması önerilir.

KAYNAKLAR 1. Erdem R, Yıldırım HH, Atilla G ve ark. Hastane çalı-

şanlarının kişilik özellikleri ve zamanı kullanma biçimlerinin incelenmesi. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi 2009; 12: 105-120.

2. Bagby RM, Gilchrist EJ, Rector NA, et al. The stability and validity of the sociotropy and autonomy personality dimensions as measured by the revised personal style inventory. Cognit Ther Res 2001; 25: 765-779.

3. Frewen PA, Dozois DJA. Social, achievement, and control dimensions of personality-life event vulnerability to depression. Cognit Ther Res 2006; 30: 1-17.

4. Kabakçı E. Üniversite öğrencilerinde sosyotropi/otonomi kişilik özellikleri, yaşam olayları ve depresif belirtiler. Türk Psik Derg 2001; 12: 273-282.

5. Kaya N, Aştı T, Acaroğlu R, ve ark. Hemşire öğrenci-lerin sosyotropik-otonomik kişilik özellikleri ve ilişkili faktörlerin incelenmesi. Cumhuriyet Üniver-sitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2006; 10: 1-11.

6. Campbell DG, Kwon P, Reff RC, Williams MG. Sociotropy and autonomy: An examination of interpersonal and work adjustment. J Pers Assess 2003; 80: 206-207.

7. Sato T, McCann D. Individual differences in relatedness and individuality: An exploration of two constructs. Pers Individ Dif 1998; 24: 847-859.

8. Sato T. Sociotropy and autonomy: The nature of vulnerability. J Psychol 2003; 137: 447-466.

9. Lynch TR, Robins CJ, Morse JQ. Couple functioning in depression: The roles of sociotropy and autonomy. J Clin Psychol 2001; 57: 93-103.

10. Rojewski JW, Kim H. Career choice patterns and behavior of work-bound youth during early adolescence. J Career Dev 2003; 30: 89-108.

11. Erdemir F. Hemşirenin rol ve işlevleri ve hemşirelik eğitiminin felsefesi. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşi-relik Yüksekokulu Dergisi 1998; 2: 59-63.

12. Şahin N, Ulusoy M, Şahin N. Exploring the so-ciotropy-autonomy dimensions in a sample of Turk-ish psychiatric inpatients. Journal of Clinical Psy-chology 1993; 49: 751-763.

13. Savaşır I, Şahin NH. Bilişsel-Davranışçı Terapilerde Değerlendirme: Sık Kullanılan Ölçekler. Türk Psiko-loglar Derneği Yayınları No: 9, Özyurt Matbaası, Ankara, 1997, ss 54-61.

14. Karadağ A. Meslek olarak hemşirelik. Atatürk Üni-versitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2002; 5: 1-8.

15. Çam O, Engin E. Psikiyatri kliniğinde çalışan hemşi-relerde farkındalık eğitiminin bireysel performans

standartlarına etkisi. Anatolian Journal of Psychiatry 2006; 7: 82-91.

16. Adams D, Miller BK. Professionalism in nursing behaviors of nurse practitioners. J Prof Nurs 2001; 17: 203-210.

17. Wynd CA. Current factors contributing to professionalism in nursing. J Prof Nurs 2003; 19: 251-261.

18. MacDonald C. Nurse autonomy as relational. Nursing Ethics 2002; 9: 194-201.

19. Malak B, Üstün B. Hemşirelerin sosyotropi-otonomi kişilik özellikleri ve tükenmişlik düzeyleri arasında-ki ilişkinin belirlenmesi. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Dergisi 2011; 1-16.

20. Collins SS, Henderson MC. Autonomy: Part of the nursing role? Nursing Forum 1991; 26: 23-29.

21. Bieling PJ, Beck AT, Brown GK. The sociotropy–autonomy scale: Structure and implications. Cognit Ther Res 2000; 24: 763-780.

Page 49: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Comparison of Latex Agglutination and ELISA for Detection of Clostridium Difficile in Patients with Diarrhea and Asymptomatic Groups

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 104

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

COMPARISON OF LATEX AGGLUTINATION AND ELISA FOR DETECTION OF CLOSTRIDIUM DIFFICILE IN PATIENTS WITH DIARRHEA AND ASYMPTOMATIC GROUPS

DİYARELİ HASTALAR VE ASEMPTOMATİK GRUPLARDA CLOSTRIDIUM DIFFICILE’NİN SAPTANMASINDA LATEKS

AGLÜTİNASYONU VE ELISA’NIN KARŞILAŞTIRILMASI

Araştırma Yazısı 2014; 23: 104-107

Hüseyin KILIÇ1, Djavad TAHERI2

1 Erciyes University, Faculty of Medicine, Department of Medical Microbiology, Kayseri

2 Analiz Tanı Merkezi, Kayseri

ABSTRACT: In this study, stool specimens from 184 patients with diarrhea (82 females, 102 males), who also complained of other gastrointestinal symptoms and from the control group of 88 asymptomatic nondiar-rheal patients (34 females, 54 males) were tested for C. difficile by using enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA), latex agglutination (LA), and culture in our central laboratory of Erciyes University Gevher Nesibe Hospital. LA test showed that C. difficile colonization was positive in 17 of 184 stool specimens (9.2%) from patients with diarrhea examined. In the control group, three of 88 stool samples (3.4 %) were positive by LA. The specimens were also tested for presence of toxin A of the bacterium. The positive rate by ELISA was 6.5% (12 of 184) in the patients with diarrhea. But all of the 88 asymptomatic controls were found to be negative by ELISA. When ELISA toxin A assay was accepted as stan-dard test, the sensitivity of LA test was determined to be 100%, its specifity was 97%, the predictive value of a positive test was 60%, and the predictive value of a negative test was 100%. Key words: C. difficile, ELISA, LA

ÖZET: Bu çalışmada, diyare ve diğer gastrointestinal yakınmaları olan 184 hasta (82 kadın, 102 erkek) ve diyare mevcut olmayan 88 asemptomatik hastanın (34 kadın, 54 erkek) dışkı örneği Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Hastanesi Merkez Laboratuvarı’nda C. difficile açısından ELISA, lateks aglütinasyon (LA) ve kültür yöntemleri ile değerlendirilmiştir. LA ile 184 dışkı örneğinin 17’sinde (%9.2) C. difficile varlığı sap-tanmıştır. Kontrol grubunda yer alan 88 örneğin üçü (%3.4) LA ile pozitif sonuç vermiştir. Örnekler C. difficile toksin A açısından da test edilmiştir. ELISA ile pozitiflik oranı %6.5 (184 örneğin 12’si) olarak bulunurken kon-trol grubunda yer alan 88 asemptomatik hastada pozitiflik saptanmamıştır. ELISA toksin A testi standart bir yöntem olarak kabul edildiğinde LA testinin duyar-lılığı %100, özgüllüğü %97, pozitif prediktif değeri %60 ve negatif prediktif değeri %100 olarak bulunmuştur. Anahtar kelimeler: C. difficile, ELISA, LA

Makale Geliş Tarihi : 10.06.2014

Makale Kabul Tarihi: 17.07.2014

Corresponding Author: Prof. Dr. Hüseyin KILIÇ Erciyes University, Faculty of Medicine, Department of Medical Microbiology, 38039, Kayseri, Turkey Tel: +90 352 2076666/ Ext.20196 E-mail: [email protected]

INTRODUCTION

C. difficile causes many diseases in the patients’ gastro-intestinal system ranging from acute diarrhea to pseoudo-membranous enterocolitis occurring as a re-sult of using antibiotics (1). C. difficile is not normally found in the human gastrointestinal flora, but it is capa-ble of colonizing asymptomatic newborns at a rate of 25-70% (2). This rate decreases to 4% at two years of age and further decreases with age. It has been reported that this rate becomes as low as 1-3% in asymptomatic adults (3-5). Although colitis associated with C. difficile often appears 5-10 days after antibiotics administration,

it may develop with the first dose of the treatment (6, 7). It has been reported that antineoplastic and antiviral drugs as well as bactericidal agents also cause diarrhea associated with C. difficile (8, 9). Among the principal methods for the diagnosis of C. difficile today are an-aerobic culture, cell culture (for toxin B), enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) (for toxin A), latex agglu-tination (LA), and immunofluorescent antibody (IFA) tests (10-12). In addition, it has been reported that poly-merase chain reaction (PCR) is a sensitive method that differentiates C. difficile in stool samples from other microbiota and toxigenic strains in isolates from non-toxigenic ones (1,13,14).

Page 50: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 105

In this study, we aimed to apply ELISA and LA tests in stool samples to determine the implication of C. difficile in the cases with diarrhea and the carriage rate of the bacterium in asymptomatic individuals.

MATERIALS AND METHODS

In this study, the stool specimens were collected be-tween June 1996 and October 1997 from patients with or without diarrhea. The specimens were examined in the central laboratory of our hospital with serologic tests (LA, ELISA) and selective culture methods. A com-mercial LA kit (Becton Dickinson, USA) and CD-TOX C. difficile toxin A ELISA kit (Porton, Cambridge, England) were used to investigate presence or absence of C. diffi-cile common antigen and toxin A in stool specimens following the manufacturer’s recommended protocol and the ELISA plates were scanned using Bio-Tek EL-309 (Bio-Tech Instruments, USA). Fresh stool specimens from each patient are examined under the light micro-scope for fecal leukocytes. Stool samples also cultured on selective media (CCFA; cycloserine-cefoxitine egg-yolk fructose agar) and by the method of alcohol spore selection procedures. Selective culture plates were incu-bated at 37ºC anaerobically for 48-72 hours. Isolates of C. difficile were identified by API 20A (BioMeriéux, France) system. Age distribution of the patients is shown in Table 1.

χ²=2.176, p>0.05

Patients with diarrhea received the following antibiotics prior to the sampling date; clindamycin, ampicillin, cephalosporins, amoxicillin, and chloramphenicol. No patient had pseudomembranous colitis clinically. All patient specimens were also routinely cultured to iden-tify other enteric pathogen bacteria (Salmonella, Shig-ella, Campylobacter, etc.). These cultures were positive in 16% of cases with diarrhea. C. difficile was isolated in four cases (4.1%) from 96 clinical samples from pa-tients with diarrhea, and was isolated in three cases (3.4%) from 88 control samples. The results of C. diffi-cile cultures are presented in Table 2.

Stool samples were examined under the microscope for fecal leukocytes. Fecal leukocytes were detected in 50% of cases with diarrhea. C. difficile was positive in 12 cases with ELISA and 17 with LA in the 184 stool sam-ples examined. The positivity rates obtained in ELISA and LA tests were not found to be significantly different (χ²=2.176, p>0.05). The results are shown in Table 3.

When ELISA toxin A test together with bacterial cul-tures of toxigenic strains were accepted as standard test, the sensitivity of LA test was determined as 100%, its specificity as 97%, the predictive value of a positive test (PPT) as 60%, and the predictive value of a negative test (PNT) as 100% (Table 4).

Kılıç H, Taheri D

0-5 6-15 >16 Total Number % Number % Number % Number %

Cases with diarrhea

Clinics

Policlinics

7

16

7.2

18.1

12

23

12.5

26.1

77

49

80.2

55.6

96

88

52.1

47.9 Total 23 12.5 35 19.1 126 68.4 184 100.0

Control cases 9 10.2 17 19.3 62 70.5 88 100.0

0-5 6-15 >16 Total

Number % Number % Number % Number %

Cases with diarrhea

Clinics

Policlinics

0

0

0.0

0.0

0

0

0.0

0.0

4

0

5.2

0.0

4

0

4.1

0.0 Control cases 0 0.0 1 5.8 2 3.2 3 3.4

Table 1. Age distribution of age of the patients

Table 2. The results of C. difficile positive cultures

Method Patient Control

Number + % Number + %

ELISA 184 12 6.5 88 0 0

LA 184 17 9.2 88 3 3.4

Table 3. Positivity rates of C. difficile with ELISA and LA tests in stool samples

Page 51: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Comparison of Latex Agglutination and ELISA for Detection of Clostridium Difficile in Patients with Diarrhea and Asymptomatic Groups

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 106

Table 4. Comparison of ELISA and LA tests in stool samples

Predictive value of a positive test (PPT): 6o% Predictive value of a negative test (PNT): 100% Sensitivity: 100% Specificity: 97%

DISCUSSION

The intensive use of antibiotics today for the control and treatment of infectious diseases have some unpre-dictable side effects. Antibiotics administered reduce the microbial diversity in gastro intestinal tract and may lead to diarrhea, and may also lead to complications by otherwise asymptomatically colonized bacteria (e.g., pseudomembranous colitis by C. difficile). The increas-ing incidence of C. difficile in the late 1970s put this mi-croorganism into the group of important enteric patho-gens. Although the spores of C. difficile are ubiquitous, they may colonize in the colon to the change of intesti-nal flora especially after the use of antibiotics. Although it is reported that all kinds of antibiotics may be associ-ated with C. difficile colitis, it is believed that ampicillin, clindamycin, cephalosporins, aminoglycosides, and their combinations are among the main causes of the condi-tion (7, 15, 16). Consistent with these reports, we ob-served that patients with diarrhea had used clindamy-cin, ampicillin, cephalosporins, amoxicillin, and chloramphenicol. However, factors apart from the use of antibiotics, such as geographical and socio-economic factors, age, gender and nutrition disorders may also cause C. difficile colonization and diarrhea in the gastro-intestinal system (18).

There are toxigenic and nontoxigenic strains of C. diffi-cile. Toxigenic strains produce two kinds of toxins with soluble protein structure sensitive to heat. These are A and B exotoxins (14). In the toxigenic strains of C. diffi-cile, another toxin with antigenically and physiologically different properties was identified and defined as toxin C apart from toxin A and toxin B, but the contribution of this toxin to the pathogenesis has not been clearly shown (14).Twenty-five percent of human isolates do not produce toxins. Therefore, it was reported that the isolation only is not sufficient for physicians to say that C. difficile is responsible for the disease and the determi-nation of its toxigenicity is mandatory (17). On the other hand, although the bacteria carried at a high rate in newborns produce toxins, they often do not cause any disease. The reason for this is that the intestinal cells are not probably sensitive to the effect of toxin in new-borns and the sensitivity increases with age until the normal flora forms after the age of six-eight months. The prevalences of C. difficile carriage in healthy adults

were reported to be 2% in Sweden and 15% in Japan. In the United States, nontoxigenic strains have been iso-lated in 2-33% in healthy asymptomatic adults. The rate of fecal carriage reaches 25-60% during the first six months of life both in developed and developing coun-tries however it decreases to 2-4% in healthy asympto-matic adults (17). However, the rate of fecal coloniza-tion has been shown to increase up to 21-56% in cases with diarrhea in developing countries especially as a result of using antibiotics (7, 16). The rate of C. difficile toxins isolation in feces among diarrhea patients with antibiotics history was reported at 11.9% in the United States, 3% in Sweden, and 14.5% in Australia. A study in Nigeria reported that although the colonization rate of C. difficile toxigenic strains was 15.6% in the stools of healthy adults, this rate was 6.7% in asymptomatic chil-dren (18).

Ovaran et al. (17) reported positive LA results in 19 (19.6%) cases among 97 stool samples of patients who diarrhea after antibiotic treatment in several clinics in Gata Haydar Paşa Hospital. In the same study, the toxin A was positive by ELISA in six cases (16.2%), LA in eight (21.6%), and culture was positive in five (13.5%) among 37 cases. Di Persio et al. (12) investigated toxin B with culture, LA and cell culture, and toxin A with ELISA in 328 stool samples. In this study the positivity was observed in 52 cases (15.9%), using one or more tests. The 6.5% positivity rate in our study determined by toxin A investigation by ELISA in stool specimens from patients with diarrhea is in accordance with the findings of the similar studies conducted in our country and other countries.

In our study, ELISA and LA test were simultaneously performed. Higher positivity rate of LA depends on the sensitivity of this test being lower compared to ELISA. Furthermore, the nontoxigenic strains with this method and other anaerobic bacteria in stools are capable of giving cross-reaction. Although LA is not as sensitive as ELISA, it has been recommended as a screening test since it is less laborious, does not require special techni-cal equipment, and is relatively rapid.

CONCLUSION

Based on the findings of our study, we suggest that C. difficile as well as other known etiologic agents should be carefully tested in the cases with diarrhea and that the tests for this microorganism should be included in the routine tests in clinical microbiology laboratories. Since immunologic procedures are fast and sensitive in the diagnosis of C. difficile, LA test for this microorgan-ism should be primarily performed in clinical examples and ELISA toxin A test can be used to determine the toxigenity of the strains positive in LA test.

FUNDING

This study was supported by Erciyes University Re-search Unit with project number 96-11-7.

ELISA

LA Total

+ —

+ 12 0 12

— 8 252 260

Total 20 252 272

Page 52: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Yüksel M, Akyüz B

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 107

Kılıç H, Taheri D

REFERENCES

1. Lyerly DM, Barroso LA, Wilkins TD. Identification of the latex test reactive protein of Clostridium difficile as glutamate dehydrogenase. J Clin Micro-biol 1988; 29: 2639-2642.

2. Varki NM, Aquino TI. Isolation of Clostridium diffi-cile from hospitalized patients without antibiotic-associated diarrhea or colitis. J Clin Microbiol 1982; 16: 659-662.

3. Thompson CM, Gilligan PH, Fisher MC, Long SS. Clostridium difficile cytotoxin in a pediatric popula-tion. Am J Dis Child. 1983; 137: 271-274.

4. Tullus K, Aronson B, Marcus S, Möllby R. Intestinal colonization with Clostridium difficile in infants up to 18 months of age. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 1989; 8: 390-393.

5. Kim KH, Such IS, Kim JM, Kim CW, Cha YJ. Etiology of childhood diarrhea in Korea. J Clin Microbiol 1989; 27: 1192-1196.

6. Barlett JG. Antibiotic-associated pseudomembra-nous colitis. Rev Infect Dis 1979; 1: 530-539.

7. Rolfe RD, Finegold SM. Intestinal beta lactamase activity in ampicillin-induced Clostridium difficile associated ileocolitis. J Infect Dis 1983; 2: 227-234.

8. Ehrenpreis ED, Lievers MW, Craig RM. Clostridium difficile associated diarrhea after norfloxacin. J Clin Gastroenterol 1990; 12: 188-189.

9. Counihan TC, Roberts PL. Pseudomembranous colitis. Surgical Clinical North America 1993; 75: 1063-1074.

10. Brazier VS. Role of laboratory in investigations of Clostridium difficile diarrhea. Clin Infect Dis 1993; 16: 228-233.

11. Duguid JP, Fraser AG, Marmion BP. Clostridium difficile. In : Fraser AG, Brown R, Poxton IR (eds) Practical Medical Microbiology. New York Churchill Livingstone 1989; pp 591-594.

12. Dipersio JR, Varga FJ, Conwell DL, et al. Develop-ment of a rapid enzyme immunoassay for Clostrid-ium difficile toxin A and its use in diagnosis of Clos-tridium difficile associated disease. J Clin Microbiol 1991; 29: 2724-2730.

13. Gerding A, Brazier JS. Optimal methods for identify-ing Clostridium difficile infection. Clin Infect Dis 1993; 16: 439-442.

14. Torres JF, Lönnroth I. Production, purification and characterization of Clostridium difficile toxin pro-teins different from toxin A and from toxin B. Bio-chimica et Biophysica Acta 1989; 998: 151-157.

15. Mc Farland LV, Mulligan ME, Kwork RY, Stamm WE. Nosocomial acquisition of Clostridium difficile infec-tion. N Engl J Med 1989; 320: 201-210.

16. Tedesco FJ. Treatment of recurrent antibiotic asso-ciated pseudomembranous colitis. Am J Gastroen-terol 1982; 77: 220-221.

17. Ovaran C, Çavuşoğlu Ş, Özsoy MF ve ark. Antibi-yotiğe bağlı diyarelerde Clostridium difficile’nin yeri. Klimik Derg 1996; 9: 15-17.

18. Rotimi VO, Akindutire D. Fecal carriage of cytotoxi-genic strains of Clostridium difficile by adult Nigeri-ans. Fast Africa Med J 1989; 66: 319-323.

Page 53: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Üniversite Öğrencilerinin Vitamin ve Mineral Desteği Kullanım Durumları

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 108

SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ

JOURNAL OF HEALTH SCIENCES

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayın Organıdır

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN VİTAMİN VE MİNERAL DESTEĞİ KULLANIM DURUMLARI USE OF VITAMIN AND MINERAL SUPPLEMENTS AMONG A GROUP OF TURKISH UNIVERSITY STUDENTS

Araştırma Yazısı 2014; 23: 108-113

Alev KESER1, Nurcan YABANCI1, Meryem Elif ÖZTÜRK1

1 Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara

ÖZET: Yeterli ve dengeli bir diyet organizmanın gereksinimi olan elzem besin ögelerini karşılamaktadır. Ancak herhangi bir nedenden dolayı vitamin ve mineral suplemanları kullanımı özellikle genç yetişkinler arasında giderek yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmanın amacı, bir grup üniversite öğrencisinin vitamin-mineral kullanım durumlarını değerlendirmektir. Kesitsel tipteki bu araştırma, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde okuyan ve gönüllü olan 526 erkek ve 640 kız toplam 1166 üniversite öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Öğrencilere ilişkin genel bilgilerin öğrenilmesi ve vitamin-mineral suplemanı kullanım durumlarının değerlendirilmesi için soru formu bi-reylerin doğrudan kendilerine uygulanmıştır. Araştırma sonu-cunda üniversite öğrencilerinin %40.8’inin vitamin mineral suplemanı kullandığı saptanmıştır (erkek %47.0, kız %53.0). Vitamin mineral suplemanı kullanım durumu ile beden kütle indeksi ve yaş arasında önemli (p<0.05) ilişki bulunmuştur. En sık kullanılan suplemanlar demir (%26.5), B vitamini komplek-si (%20.6) ve multi-vitamin kompleksi (%17.2)’dir. Vitamin-mineral suplemanı kullanımının en önemli nedenleri arasında sağlıklı olmak (%45.8) gelmektedir ve öğrencilerin kullanıma en fazla ailelerinin (%35.9) teşvik ettiği belirlenmiştir. Üniver-site öğrencileri arasında besin suplemanı kullanımı yaygındır. Bilinçsiz kullanım sağlığımız üzerine olumsuz etkiler yaratabi-lir. Bu nedenle yeterli, dengeli ve doğal beslenme konusunda genç bireyler bilinçlendirilmelidir. Anahtar kelimeler: Vitamin, mineral, suplemanlar, üniversite öğrencisi

ABSTRACT: There is general agreement among health professionals that a adequated and balanced diet provides most persons with those nutrients essential for good health. Vitamin and mineral supplements are used for any reasons. Vitamin and mineral supplement use is increasingly common in the young adult. The purpose of this study was to analyze use of vitamin and mineral supplements among a group of Turkish university students. The cross-sectional study was conducted among 1166 volunteer university students (526 boys and 640 girls), and attending Faculty of Education in Gazi University. A self-administered questionnaire containing questions on use of vitamin-mineral supplement, and personal information was completed. The overall prevalence of vitamin-mineral supplement use reported by students was 40.8% (boys %47.0, and girls 53.0%). Vitamin-mineral supplement use among university students was significantly (p<0.05) associated with age and body mass index. The most frequently used supplements were iron (26.5%), B complex vitamin (20.6%) and multivitamin coplex (17.2%). The most frequently given reason for supplement use was to maintain good health (45.8%). The main frequently reported source of information was family (35.9%). The use of nutritional supplements is common among the young. The blind use of supplements may have a negative effect on our health. That’s why, the young should be educated on adequate and balanced and natural nutrition. Key words: Vitamin, mineral, supplements, university students

Makale Geliş Tarihi : 14.07.2014

Makale Kabul Tarihi: 25.07.2014

Corresponding Author: Dr. Alev Keser, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Şükrüye Mah. Plevne Cad. Aktaş Kavşağı No:5 PK: 06340 Altındağ /Ankara Faks: 0312 319 2016 e-mail: [email protected]

GİRİŞ

Diyet suplemanları, 1994 yılında “Amerikan Diyet Suplemanı Sağlık ve Eğitimi Dairesi” tarafından diyeti desteklemek amacıyla alınan bir veya daha fazla vita-min, mineral, bitki (tütün hariç) veya aminoasit kon-santresi, metaboliti, bileşeni veya kombinasyonu şeklin-deki ürünler olarak tanımlanmıştır (1). Diyet suplemanı kullanımı, günlük vitamin-mineral alımını arttırarak kardiyovasküler hastalıklar, infeksiyonlar ve doğum defektleri gibi bazı kronik hastalıkların önlenmesinde etkili olabildiği için son zamanlarda ilgi odağı olmuştur (2). Bununla birlikte mikro besin ögesi eksikliğinin dün-ya genelinde en az bir milyar kişiyi etkilediği ve ciddi hastalıklara sebep olduğu bilinmektedir (3). Yaşam sü-

resi ve kalitesi supleman kullanımı ile artabilmektedir. Bu nedenle, kronik ve mikro besin ögesi yetersizliğine bağlı olarak gelişen hastalıkların önlenmesi ve tedavisi için vitamin-mineral kullanımına yönelik stratejilerin geliştirilmesi önemlidir (4).

Dünya genelinde üniversite öğrencileri arasında vitamin-mineral kullanımının sıklığını gösteren pek çok çalışma yapılmıştır (5-9). Amerika Birleşik Devletlerinde yapı-lan çalışmalarda bu oran %47-74 arasında değişmekte-dir (5-7). Güney Afrika’da %42, Kore’de %58’dir (8,9). Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması-2010 raporuna göre çıkan sonuçlar diğer ülkelere kıyasla daha düşük olup, 19-30 yaş grubu bireylerin %0.5-1.5’i en az bir vitamin-mineral desteği kullanmaktadır (10). Bununla

Page 54: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Keser A, Yabancı N, Öztürk M E

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 109

Keser A, Yabancı N, Öztürk M E

beraber dünyada supleman sektörüne talebin giderek arttığı belirtilmektedir. Sadece Amerika Birleşik Devlet-leri’nde besin desteği satışının 1994 ile 2000 yılları ara-sında yaklaşık olarak %80 artış gösterdiği bildirilmiştir (11). Ülkemizde vitaminler en çok kullanılan ilaç grubu sıralamasında %7.3 oranı ile beşinci sırada yer almakta-dır. Bu duruma zaman içinde vitaminlerin eczaneler dışında da satılmaya başlanması büyük katkı sağlamış-tır. Bu alandaki kontrolsüz büyümenin halk sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaşabileceği tahmin edilmekte-dir (12).

Epidemiyolojik çalışmalar, vitamin-mineral kullanımı-nın genç yaş, kadın cinsiyet, yüksek gelir düzeyi, sigara kullanmama, yüksek fiziksel aktivite düzeyi, vejetaryen olma durumu ve normal beden kütle indeksi ile ilişki olduğunu göstermiştir (13-15). Genç bireyler arasında diyet suplemanı kullanımının en yaygın nedenleri ara-sında zindelik kazandırmak, yetersiz beslenme, stres ve soğuk algınlığı ile baş etmek yer almaktadır. Bununla beraber, öğrenciler arasında okul başarısını artırdığı yönündeki inancın da supleman kullanımı üzerinde ılımlı bir etkisinin olduğu belirtilmektedir (5-7). Ancak, bazı bireylerin supleman kullanımı riskli olabilir. Vita-min ve mineral suplemanlarının aşırı dozda alınması nörolojik bozukluklara, gastrointestianl semptomlara, karaciğerde toksisiteye, doğum defektlerine ve ilaç etki-leşimlerine neden olabilir (16). Ayrıca randomize-kontrollü beş çalışmanın yer aldığı meta analiz sonucu-na göre multivitamin ve mutimineral desteğinin sağlık üzerinde önemli fayda sağlamadığı da belirtilmiştir (17). Bu sonuçlara rağmen diyet suplemanları Batı top-lumlarında bilinçsiz bir şekilde yaygın olarak kullanıl-maktadır. Tüketiciler, hastalıkların önlenmesi için kulla-nılan suplemanların türü ve dozu konusunda onlara rehberlik edecek yeterli bilimsel bilgiye sahip değildir (16). Amerika Diyet Suplemanı Etiketi Komisyonu, tüke-ticilerin uygun seçim yapmalarına yardımcı olabilmek için sağlık ve beslenme profesyonellerinin tüm diyet suplemanları hakkında daha fazla bilgiye sahip olmala-rının önemli olduğunu ifade etmiştir (18). Ülkemizde vitamin-mineral suplemanı kullanımı konusunda bir düzenleme veya sağlık politikası yoktur. Buna ek olarak vitamin-mineral supleman kullanım sıklığı konusunda yeterli veriye rastlanmamıştır. Bu nedenle bu çalışma, bir grup üniversite öğrencisinin vitamin-mineral kulla-nım durumu değerlendirilmek amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür.

GEREÇ ve YÖNTEM

Kesitsel tipteki bu araştırma, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde okuyan ve gönüllü olan 526 erkek, 640 kız toplam 1166 üniversite öğrenci üzerinde yürütülmüş-tür. Çalışma öncesinde gerekli izinler alınmış, araştırma-nın verileri Kasım-Aralık 2012 tarihleri arasında toplan-mıştır. Bu çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden öğrencilerden Helsinki Bildirgesi’ne göre bir onay formu imzalamaları istenmiştir.

Araştırmaya katılan tüm üniversite öğrencilerine ilişkin bilgilerin toplanabilmesi ve bir yıldan bu yana vitamin-mineral suplemanı kullanım durumlarının değerlendiri-lebilmesi için bireylerin doğrudan kendilerine araştır-macılar tarafından hazırlanan bir soru formu (genel

bilgiler, kullanılan suplemanlar, kullanma sıklığı, kullan-ma sebebi, öneren kişi) uygulanmıştır. Soru formunu takiben tüm bireylerin beden kütle indeksine (BKI) göre sınıflandırabilmesi için antropometrik ölçümleri (vücut ağırlığı/kg, boy uzunluğu/cm) alınmıştır.

Her öğrencinin vücut ağırlığı ve boy uzunluğu ölçümleri, dekanlığın belirlediği bir odada araştırmacılar tarafın-dan yapılmıştır. Öğrencilerin vücut ağırlığı ölçümü elle taşınabilen 100 grama duyarlı baskül ile, az giysili ve ayakkabısız olarak ölçülmüş, her ölçümden sonra bas-külün kalibrasyonu kontrol edilmiştir. Boy uzunluğu ölçümünde, ayaklar yan yana ve baş Frankfort düzlemde (göz üçgeni ve kulak kepçesi üstü aynı hizada) iken öl-çüm yapılmıştır (19). Boy uzunluğu ölçümü için esne-meyen mezür kullanılmıştır. Ağırlık ve boy uzunluğuna dayalı olarak beslenme durumunun saptanmasında kullanılan BKİ, ağırlık (kg)/boy (m2) formülü ile hesap-lanmıştır. BKİ <18.5 kg/m2 zayıf, 18.50-24.9 kg/m2 nor-mal, ≥25.0 kg/m2 toplu ve şişman olarak sınıflandırıl-mıştır (20).

İstatistiksel Analiz: Verilerin değerlendirilmesinde SPSS istatistik paket programı kullanılmıştır. Uygulanan anket formunda sayımla belirtilen veriler (Cinsiyet, yaş ve BKİ’ne göre dağılımları, supleman kullanım durumla-rı, kullandıkları suplemanların dağılımları) sayı ve % olarak tablolar halinde verilmiştir. Supleman kullanımı-nın cinsiyet, yaş, BKİ, kullanma sıklığı, kullanma nedeni, öneren kişi ile ilgili gözlenen frekansların dağılımları arasındaki fark “c2 testi” ile saptanmıştır.

BULGULAR

Çalışmaya toplam 1166 üniversite öğrencisi katılmıştır. Katılımcıların %54.9’unun kız, %51.8’inin ≥21 yaş ve çoğunluğunun (%78.0) normal vücut ağırlığında olduğu belirlenmiştir. (Tablo 1).

Tablo 1. Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyet, Yaş ve BKİ’ye Göre Dağılımları (n= 1166)

Bu çalışmada üniversite öğrencilerinin %40.8’inin vita-min-mineral suplemanı kullandığı saptanmıştır. Cinsiye-te göre değerlendirildiğinde erkek öğrencilerin %42.4’ünün, kız öğrencilerin ise %57.6’sının vitamin-mineral suplemanı kullandığı belirlenmiştir. Cinsiyetler arasında gözlenen bu fark istatistiksel olarak önemsiz-dir (p>0.05). Yaşlara göre vitamin-mineral suplemanı kullanım durumları değerlendirildiğinde <21 yaş birey-

Değişkenler n %

Cinsiyet Erkek 526 45.1

Kız 640 54.9

Yaş (yıl) <21 562 48.2

≥21 604 51.8

BKI Zayıf 142 12.2

Normal 910 78.0

Fazla kilolu ve obez 114 9.8

Page 55: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Üniversite Öğrencilerinin Vitamin ve Mineral Desteği Kullanım Durumları

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 110

lerin %25.1’inin, ≥21 yaş bireylerin ise %76.9’unun supleman kullandıkları saptanmış ve bu farklılığın ista-tistiksel olarak önemli (p<0.05) olduğu bulunmuştur. BKİ’ye göre değerlendirildiğinde zayıf olanların %16.8’i, normal ağırlıkta olanların %80.3’ü, fazla kilolu ve obez olanların ise %2.9’u vitamin-mineral suplemanı kullan-maktadır (p<0.0001). (Tablo 2).

Tablo III’de öğrencilerin kullandıkları suplemanların dağılımına bakıldığında; en fazla demir (%26.5), B vita-mini kompleksi (%20.6) ve multi vitamin kompleksi (%17.2) kullandıkları belirlenmiştir. Her iki grupta en fazla tercih edilen supleman demirdir (erkek:%22.3, kız:%29.6) (Tablo III).

*n sayısına göre yüzde alınmıştır.

Öğrencilerin %51.5’inin düzensiz bir şekilde supleman kullandığı, %37.6’sının düzenli olarak günde bir defa, %10.9’unun düzenli olarak günde iki defa supleman kul-landıkları saptanmıştır. Katılımcılar genellikle sağlıklı olmak (%45.8) ve kendilerini yorgun hissettikleri (%31.1) için bu suplemanları kullandıklarını bildirmişler-dir (p<0.0001).

Supleman kullanımını öneren kişilere bakıldığında, öğ-rencilerin %35.9’u ailelerinin, %33.4’ü arkadaşlarının, %12.6’sı doktor, diyetisyen ve eczacı gibi sağlık perso-neli önerisi ile suplemana başvurduklarını ifade etmiş-lerdir (Tablo 4).

Tablo 2. Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete ve BKİ’ye Göre Supleman Kullanım Durumları (n:1166)

Supleman Kullanım Durumu

Değişkenler Kullanmıyor (n:690) Kullanıyor (n:476) n % n % Cinsiyet Erkek 324 47.0 202 42.4 Kız 366 53.0 274 57.6 χ2=2.324 p=0.127 Yaş (yıl) <21 204 29.6 110 25.1 ≥21 486 70.4 366 76.9 χ2= 5.966 p=0.015 BKİ (kg/m2) Zayıf 62 9.0 80 16.8 Normal 528 76.5 382 80.3 Fazla kilolu ve obez 100 14.5 14 2.9 χ2=54.09, p=0.0001

Tablo 3. Üniversite Öğrencilerinin Kullandıkları Suplemanların Dağılımı (n:476)

Erkek (n:202) Kız (n:274) Toplam (n:476)

Kullanılan suplemanlar* n % n % n %

Bilmiyorum 20 9.9 22 8.0 42 8.8

B vitamini kompleksi 22 10.9 76 27.7 98 20.6

C vitamini 11 5.5 15 5.5 26 5.5

Folik asit 2 1.0 9 3.3 11 2.3

Kalsiyum 26 12.9 46 16.8 72 15.1

Demir 45 22.3 81 29.6 126 26.5

Çinko 42 20.8 16 5.8 58 12.2

Multi vitamin kompleksi 26 12.9 56 20.4 82 17.2

Multi mineral kompleksi 40 19.8 25 9.1 65 13.7

Multi vitamin mineral kompleksi 22 10.9 46 16.8 68 14.3

Page 56: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Keser A, Yabancı N, Öztürk M E

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 111

TARTIŞMA

Dünya genelinde diyet suplemanı kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır (5-9). Diyet suplemanı kullanım sık-lığını saptamaya yönelik yapılan çalışma sonuçları, çalış-ma gruplarının sosyo-demografik özelliklerinden etki-lenmektedir (15). Bu çalışma bir grup üniversite öğren-cisi arasında vitamin-mineral suplemanı kullanım oranı-nın %40.9 olduğunu göstermiştir. Böylece ülkemizde üniversite öğrencileri arasında vitamin-mineral kullanı-mının yaygın olduğu söylenebilir. Bununla birlikte araş-tırma kapsamına alınan üniversite öğrencilerinin vita-min-mineral kullanma prevalansı özellikle Amerika’da (%47-74) (5-7), Güney Afrika’da (%42) ve Kore’de (%58) yaşayan üniversite öğrencilerinin kullanım prevalansından düşüktür (8,9). Üniversite öğrencileri arasında diyet suplemanlarının bu kadar yaygın kulla-nılma nedeni, öğrencilerin çoğu zaman kendilerini yor-gun hissetmeleri ve yoğun eğitim programları gerçeğiy-le açıklanabilir. Aynı zamanda vitamin-mineral supleman kullanımının mutlaka gerekli olduğu inanışı-nın yaygın olması da buna neden olabilir (16). Daha düşük supleman kullanma prevalansı %27.4 oranı ile Ürdün’de yaşayan üniversite öğrencileri arasında sap-tanmıştır (21).

Bu araştırmada yaşı ≥21 olan bireylerin, <21 yaş birey-lere göre (p<0.05), kızların erkeklere göre (p>0.05) ve normal vücut ağırlığına sahip bireylerin zayıf ve obezlere göre (p<0.0001) daha fazla vitamin-mineral kullanma eğiliminde oldukları görüşmüştür (Tablo 2). Amerika Birleşik devletlerinde yapılan bir çalışmada bu

araştırma sonuçlarının aksine erkek öğrencilerin (%77.4) kız öğrencilerden (%73.6) daha fazla supleman kullandıkları görülmüştür (22). Malezya’da yapılan bir çalışmada BKİ ile vitamin-mineral suplemanı kullanımı arasında ilişki olduğu normal BKİ’ye sahip bireylerin supleman kullanımlarının daha yüksek olduğu belirlen-miştir (16). Gelişmiş ülkelerde yapılan farklı çalışmalar-da da benzer sonuçlar bulunmuş; genç yaş, kız cinsiyet ve BKİ düşük olanların daha fazla multivitamin desteği aldıkları ifade edilmiştir (13-16). Bu sonuçlara göre, vitamin-mineral suplemanı kullananların kullanmayan-lara göre sağlıklarına daha fazla dikkat etmeye çalıştık-ları söylenebilir.

Suplemanlar; yetersiz beslenme nedeniyle eksik olan besin ögelerinin vücuda alınmasını sağlayanlar, hızlı ağırlık kaybı sağladığı ve ağırlık kaybını koruduğu iddia edilenler, ağırlık kazanımına ve kas geliştirmeye neden olduğuna inanılanlar olmak üzere üç kategoride sınıf-landırılabilmektedir (16). Vitamin ve mineraller, en sık kullanılan diyet suplemanlarıdır. Vitaminler, genellikle minerallere göre daha yüksek oranda ve daha çok multivitamin şeklinde kullanılmaktadır (23). Katılımcı-ların en fazla demir (%26.5), B vitamini kompleksi (%20.6), multi vitamin kompleksi (%17.2) ve kalsiyum (%15.1) ve multi vitamin-mineral kompleksi (%14.3) kul-lanıldığı saptanmıştır (Tablo 3). Benzer sonuçlar Moore ve Saddam (7) tarafından en fazla kullanılan suplemanların multivitaminler (%60), C vitamini (%37), kalsiyum (%30), E vitamini (%19) ve demir (%16) olduğu bildirilmiştir. Benzer şekilde Steele ve Senekal

Tablo 4. Üniversite Öğrencilerinin Supleman Kullanımı ile İlgili Bazı Bilgilerin Değerlendirilmesi (n:476)

Erkek (n:202) Kız (n:274) Toplam (n:476)

n % n % n %

Kullanma sıklığı

Düzenli olarak günde iki-üç defa 22 10.9 34 12.4 56 11.8

Düzenli olarak günde bir defa 76 37.6 104 38.0 180 37.8

Düzensiz (sınav zamanları, yorgun hisset-tiklerinde)

104 51.5 136 49.6 240 50.4

χ2=0.310 p=0.856

Kullanma nedeni

Sağlıklı olmak için 112 55.4 106 38.7 218 45.8

Yorgun hissettiğim için 70 34.7 78 28.5 148 31.1

Yeterli beslenmediğim için 20 9.9 90 32.8 110 23.1

χ2=35.054 p=0.0001

Öneren kişi

Aile 74 36.6 97 35.4 171 35.9

Arkadaş 64 31.7 95 34.7 159 33.4

Kendi 42 20.8 44 16.0 86 18.1

Doktor, diyetisyen, eczacı 22 10.9 38 13.9 60 12.6

χ2=2.620 p=0.454

Page 57: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Üniversite Öğrencilerinin Vitamin ve Mineral Desteği Kullanım Durumları

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 112

(8) en sık kullanılan suplemanların multi-vitaminler ve vitamin-mineral kombinasyonları olduğunu rapor et-mişlerdir. Ağırlıklı olarak demir ve sonrasında en yaygın olarak B vitamini kompleksi, multi-vitamin ile vitamin-mineral kompleksinin yer almasıyla ülkemizde tüketilen supleman tipleri diğer ülkelerle benzerlik göstermekte-dir. Öğrencilerin çoğunluğu (%51.5) düzensiz bir şekil-de supleman kullanırken, %37.6’sı düzenli olarak günde bir defa, %10.9’u düzenli olarak günde iki defa kullan-maktadır. Düzensiz olarak kullananlar sınav zamanları ve kendilerini yorgun hissettikleri zaman supleman kullanımına başvurduklarını ifade etmişlerdir. Düzensiz bir şekilde tek doz supleman kullanımı ve öğrencilerin bu davranıştan mucize beklemeleri bilinçsiz kullanımın kanıtı niteliğindedir.

Bilimsel araştırmalara göre, bireylerin supleman kullan-ma nedenleri arasında iyi sağlık halini sürdürmek (24), yeterli beslenmeye destek olmak (25), fiziksel görünü-mü güçlendirmek (26) ve ağırlık kaybı sağlamak (27) yer almaktadır. Bu çalışmada da benzer sonuçlar bulun-muş ve kullanma nedenlerinin ilk sırasında “Sağlıklı olmak için” (%45.8) ifadesi yer almıştır. Bunu “Yorgun hissettiğim için” (%31.1) ve “Yeterli beslenemediğim için” (%23.1) nedenleri izlemiştir (Tablo IV). Benzer bulgular pek çok çalışmada da rapor edilmiş; vitamin mineral suplemanlarının kullanılmasının arkasında genel sağlığı koruma, yeterli besin ögesi sağlama, fizik-sel görünüşü geliştirme ve ağırlık kaybını artırma gibi nedenler bulunmuştur (24-27). Bazı çalışmalarda da benzer sonuçlara rastlanmış ve supleman almanın ana nedeninin hastalıklardan korunma olduğu bildirmiştir (28). Tüm çalışmalarda iyi beslenmeyi sağlamak, hasta-lıkları, yorgunluğu önlemek gibi supleman alım nedenle-ri oldukça birbirine benzerdir. Driskell (29) mevcut hastalık, yetersiz diyet ve enerji artışının öğrencilerin supleman kullanmasındaki ana nedenler olduğunu ra-por etmiştir. Dundas ve Keller (30) de öğrencilerin supleman kullanmasının en temel nedeninin sağlığı geliştirmek, soğuk algınlığı ile gribi önlemek ve enerji artışı sağlamak olduğunu bildirmiştir.

Pek çok çalışmada supleman kullanımını kimlerin öner-diğine bakılmıştır. Aile, arkadaş, medya (televizyon, gazete, internet, vb), doktorlar, eczacılar, hemşireler ve diyetisyenler supleman kullanımını öneren bilgi kay-nakları olarak karşımıza çıkmaktadır (25,30-33). Bu çalışmada öğrencilerin ailelerinin vitamin-mineral suplemanı kullanma kararında (%35.9) en güçlü etkiye sahip olduğu; bunu sırasıyla arkadaş (%33.4) ve kendi kararları (%18.1) izlemiştir. Bir sağlık personeli önerisi doğrultusunda kullananların oranı sadece %12.6’dır (Tablo IV). Steele ve Senekal (31) de aile ve arkadaşın vitamin-mineral suplemanı kullanıma teşvik eden en önemli bilgi kaynakları olduğunu; bunu doktorlar ve reklamların izlediğini ifade etmişlerdir. Erkek ve kız öğrenciler arasında bu açıdan önemli farklılık gözleme-mişlerdir (p<0.05). Bu bulgular Neuhouser ve ark. (32), Dundas ve Keller (30) ile Eldridge ve Sheehan (25) ta-rafından yapılan çalışmalarla da desteklenmiştir.

Bu araştırmanın sınırlılığı, bir üniversitede okuyan öğ-renciler ile yapıldığı için Ankara’da yaşayan üniversite öğrencilerinin vitamin-mineral suplemanı kullanımını yansıtmamaktadır. Bu araştırmanın ulusal düzeyde da-

ha geniş populasyon ile yapılmasının ülkemizdeki vita-min-mineral kullanımı ile ilgili bilgi düzeyinin de anla-şılması açısından gerekli olduğu düşünülmektedir.

Bu araştırmada BKİ, yaş ve sağlıklı olma isteği vita-min-mineral kullanım sıklığını etkileyen başlıca faktör-ler olarak karşımıza çıkmıştır. Üniversite öğrencilerinin vitamin-mineral suplemanı kullanmalarının başlıca se-bepleri arasında sağlıklı olmak, kendini zinde hissetmek ve yeterli beslenmeyi sağlamak yer almaktadır. Sonuç olarak üniversite öğrencileri arasında vitamin-mineral kullanma prevalansının yüksekliğine rağmen çoğunun bilinçli kullanıcı olmadığı düşünülmektedir. Bu nedenle üniversite öğrencilerinin vitamin-mineral suplemanları hakkında doğru bilgi edinebilmeleri için tarafsız ve bi-limsel içerikli eğitim programları düzenlenmelidir.

KAYNAKLAR 1. Dietary Supplement Health and Education Act of

1994. Public Law No. 103-417, 108 Stat 4325, 1994. 2. Archer SL, Stamler J, Moag-Stahlberg A, et al.

Association of dietary supplement use with specific micronutrient intakes among middle-aged American men and women: The INTERMAP Study. J Am Diet Assoc 2005; 105: 1106-1114.

3. Diaz JR, Cagigas A, Rodriguez R, et al. Micronutrient deficiencies in developing and affluent countries. Eur J Clin Nutr 2003; 57: 70-72.

4. Muller O, Krawinkel M. Malnutrition and health in developing countries. CMAJ 2005; 173: 27-48.

5. Ranelli PL, Dickerson RN, White KG. Use of vitamin and mineral supplements by pharmacy students. Am J Hosp Pharm 1993; 50: 674-678.

6. Spencer EH, Bendich A, Frank E. Vitamin and mine-ral supplement use among US medical students: A Longitudinal study. J Am Diet Assoc 2006; 106: 1975-1983.

7. Moore KL, Saddam AM. Dietary supplement use among undergraduate college students. J Am Diet Assoc 1999, 99: A96.

8. Steele M, Senekal M. Dietary supplement use and associated factors among university students. South Afric J Clin Nutr 2005; 18: 17-30.

9. Kim SH, Han JH, Zhu Qy, et al. Use of vitamins, minerals and other dietary supplements by 17- and 18-year-old students in Korea. J Med Food 2003; 6: 27-42.

10. T.C. Sağlık Bakanlığı. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010. Beslenme Durumu ve Sağlık Alışkanlıklarının Değerlendirilmesi Sonuç Raporu. (Rapor No: SB-SAG-2014/0): Ankara. Sağlık Bakan-lığı, Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, 2014.

11. Blendon RJ, DesRoches CM, Benson JM, et al. American’s views on the use and regulation of dietary supplements. Arch Intern Med 2001; 16: 805-810.

12. Yolcu H, Beşir SM, Sarpkaya H, ve ark. MÜSİAD Sağ-lık Sektör Kurul Raporu. Mavi Ofset, İstanbul; 2012.

13. Knudsen VK, Rasmussen LB, Haraldsdottir J, et al. Use of dietary supplements in Denmark is associated with health and former smoking. Public

Page 58: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Keser A, Yabancı N, Öztürk M E

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 113

Health Nutr 2002; 5: 463-468. 14. Radimer K, Bindewald B, Hughes J, et al. Dietary

supplement use by US adults: Data from the National Health and Nutrition Examination Survey 1999-2000. Am J Epidemiol 2004; 160: 339-349.

15. Ishihara J, Sobue T, Yamamoto S, et al. Demographics, lifestyles, health characteristics, and dietary intake among dietary supplement user in Japan. Int J Epidemiol 2003; 32: 546-553.

16. Al-Naggar AR, Chen R. Prevalence of vitamin-mineral supplements use and associated factors among young Malaysians. Asian Pacific Journal of Cancer Prevention 2011; 12: 1023-1029.

17. Huang HY, Caballero B, Chang S, et al. The efficacy and safety of multivitamin and mineral supplement use to prevent cancer and chronic disease in adults: A systematic review for a National Institutes of Health state of the science conference. Ann Intern Med 2006; 145: 372-385.

18. National Institutes of Health: What are Dietary Supplements? Office of Dietary Supplements Web S i t e 2 0 1 1 . [ h t t p : / /dietarysupplements.info.nih.gov/whatare.html]. (Erişim tarihi: 08/02/2011).

19. Pekcan G. Hastanın Beslenme Durumunun Saptan-ması. Diyet El Kitabı (Ed. Baysal A ve ark), Yenilen-miş 6. Baskı, Hatiboğlu Yayınevi, Ankara, 2011, ss 67-142.

20. Draft Report of the Joint WHO/FAO Expert Consultation and Diet, Nutrition and Prevention of Chronic Diseases. Geneva, 2002.

21. Suleiman AA, Alboqai OK, Yasein N, et al. Prevalence of vitamin-mineral supplement use among Jordan University students, Saudi Med J 2008; 29: 1326-1331.

22. Webb AD. Dietary Supplement Use and Beliefs among College Students Enrolled in an Introductory Nutrition Course. Masters Theses, University of Tennesse Knoxville, USA, 2008.

23. Aydoğdu DS. Sporcularda doping amaçlı vitamin ve mineral kullanımı. Türkiye Klinikleri 2006; 2: 149-154.

24. Kaufman DW, Kelly JP, Rosenberg L, Anderson TE, et al. Recent patterns of medication use in the ambulatory adult population of the United States. JAMA 2002; 287: 337-344.

25. Eldridge AL, Sheehan ET. Food supplement use and related belifes: survey of community college students. J Nutr Educ 1994; 26: 259-265.

26. Dorsh KD, Bell AB. Dietary suplement use in adolescents. Curr Opin in Pediatr 2005; 17: 653-657.

27. Tamim H, Dumit N, Terro A, et al. Weight control measures among university students in a developing country: A cultural association or a risk behavior. J Am Coll Nutr 2004; 23: 391-396.

28. McDowall JA. Supplement use by young athletes. Int J Sports Med 2007; 6: 337-342.

29. Driskell JA. Vitamin-mineral supplementation habits and beliefs of male and female graduate students. J Fam Consumer Sci 1999; 91: 99-103.

30. Dundas ML, Keller JR. Herbal, vitamin, and mineral supplement use and beliefs of university students. Top Clin Nutr 2003; 18: 49-53.

31. Steele M, Senekal M. Dietary supplement use and associated factors among university students. South Afric J Clin Nutr 2005; 18: 17-30.

32. Neuhouser ML, Patterson RE, Levy L. Motivations forusing vitamin and mineral supplements. J Am Diet Assoc 1999; 99: 851-854.

33. Herbold NH, Visconti BK, Frates S, et al. Traditional and nontraditional supplement use by collegiate female varsity athletes. Int J Sport Nutr Exerc Metab 2004; 14: 586-593.

Page 59: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

2014 YILI MEZUNLARI

(Nisan-Temmuz 2014) TEZ ÖZETLERİ (II)

Page 60: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 29

MALATYA İLİNDEKİ AİLE SAĞLIĞI VE TOPLUM SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE GÖREV YAPAN SAĞLIK ÇALIŞANLARININ İŞ DOYUMU, TÜKENMİŞLİK VE ANKSİYETE DÜZEYLERİ

JOB SATISFACTION, BURNOUT AND ANXIETY LEVELS OF MEDICAL STAFF WORKING IN FAMILY HEALTH CENTERS AND COMMUNITY HEALTH CENTERS IN MALATYA

Özlem ÇAĞAN

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı Doktora Tezi, Şubat 2014

Danışman: Prof.Dr. Osman GÜNAY

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Public Health PhD Thesis, February 2014

Supervisor: Prof.Dr. Osman GÜNAY

ÖZET

Malatya’da Aile Sağlığı Merkezleri’nde (ASM) ve Top-lum Sağlığı Merkezleri’nde (TSM) görev yapan sağlık çalışanlarının iş doyumu, tükenmişlik ve anksiyete dü-zeylerinin saptanması amaçlanmıştır. Malatya il merkezi ve ilçelerdeki ASM ve TSM’lerde görev yapan sağlık çalışanlarının tümüne ulaşılması hedeflenmiştir. Toplam 213 hekimin 186’sına, 281 ebe ve hemşirenin 232’sine ulaşılmıştır. Çalışmada, Minnesota İş Doyum Ölçeği, Maslach Tükenmişlik Ölçe-ği ve Durumluk–Sürekli Kaygı Ölçeği kullanılmıştır. Araştırma grubunun %66.7’si kadın, %87.1’i evlidir, %84.4’ ünün çocuğu vardır, yaşları 21–60 arasında değiş-mekte olup, ortalama yaş 36.6±6.3 yıl bulunmuştur. Araştırmaya katılanların %44.4’ü hekim, %55.6’sı ebe ve hemşiredir. ASM çalışanlarının %61.6’sı, TSM çalı-şanlarının ise %64.0’ı genel olarak işlerinden memnun olduklarını ifade etmişlerdir. ASM çalışanlarının %46.9’u gelirini, “iyi”, %9.4’ü “kötü” olarak algılarken, TSM’de çalışanların %41.0’ı gelirini “iyi”, %4.0’ı “kötü” olarak algılamaktadırlar. Araştırma grubunun genel, içsel ve dışsal iş doyum puan ortancaları sırasıyla 3.35, 3.50 ve 3.12; Maslach Kişisel Başarı puan ortancası 23.00, Duygusal Tükenme puan ortancası 15.00 ve Du-yarsızlaşma puan ortancası 3.00; Durumluk kaygı puanı ortancası 38.00, Sürekli kaygı puanı ortancası ise 42.00 bulunmuştur. Birinci basamak sağlık çalışanlarında iş doyumu, tüken-mişlik ve kaygı puanları orta düzeydedir. Çalışanların, çalıştığı birimde görevlendirilme biçimi, ekonomik du-rum algısı ve çalıştığı birimden memnun olma durumu; iş doyumu, tükenmişlik ve anksiyete düzeylerini etkile-mektedir.

ABSTRACT

Our aim was to determine job satisfaction, burnout and anxiety levels of medical staff working in Family Health Centers (FHC) and Community Health Centers (PHC) in Malatya. It was also aimed to reach all the medical staff working in FHC and PHCs in the province of Malatya and in its districts. Of 213 physicians, 186 and of 281 midwives and nurse, 232 were reached. In this study, we used Minnesota Job Satisfaction Scale, Maslach Burnout Scale and Trait-State Anxiety Inventory. Females consist of 66.7% of research group, 87.1% of them is married and 84.4% had children. Their ages varied between 21 and 60, and the mean age was 36.6±6.3 years. Of those who attended the research, 44,4% were physicians and 55.6% were midwives and nurses. Of those working in FHCs, 61.6% and in PHCs 64.0% stated that they were satisfied with their job, 46.9% of those working in FHCs perceived their salaries as “good” and 9.4% as “poor”, whereas 41.0% of those working in PHCs “good” and 4.0% “poor”. Ge-neral internal and external job satisfaction score medians were 3.35, 3.50 and 3.12; Maslach Personal Success score median 23:00, Emotional Burnout Score median 15.00, Desensitization score median 3.00, State anxiety score median 38.00, Trait anxiety score median 42.00, respectively. In primary health care staff, job satisfaction, burnout and anxiety scores were moderate. Job satisfaction, burnout and anxiety levels seem to be affected with the assigned manner of the medical staff, their economic perceptions and their satisfaction with the unit they work at.

Anahtar kelimeler: Birinci basamak çalışanları, anksiyete, iş doyumu, tükenmişlik

Key words: Primary health care workers, anxiety, job satisfaction, burnout

Page 61: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

30

FARKLI DEZENFEKSİYON YÖNTEMLERİNİN REZİN ESASLI KANAL DOLGU PATLARININ ADEZYONU VE YÜZEY SERTLİĞİ ÜZERİNE ETKİSİ

THE EFFECT OF DIFFERENT DISINFECTION METHODS ON ADHESION AND SURFACE HARDNESS OF RESIN BASED ROOT CANAL SEALERS

Öznur TUNCAY

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Diş Hekimliği Fakültesi

Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı Doktora Tezi, Mart 2014

Danışman: Doç.Dr. Özgür ER

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Faculty of Dentistry

Department of Dental Diseases and Treatment PhD Thesis, March 2014

Supervisor: Doç.Dr. Özgür ER

ÖZET

Çalışmanın amacı farklı dezenfeksiyon sistemlerinin AH Plus ve EndoREZ kök kanal patlarının insan kök kanal dentinine adezyonu üzerine etkilerinin push-out test yöntemi ve sertliği üzerine etkisinin ise Atomic force microscopy (AFM) kullanılarak değerlendirilmesidir. Bu amaçla 120 adet tek köklü insan üst santral dişin kök kanalları temizlenip şekillendirildi. Numuneler Grup 1 (n=30): % 2.5’lik NaOCl, Grup 2 (n=30): FotoSan, , Grup 3 (n=30): Ozon ve Grup 4 (n=30): Distile su (kontrol grubu). Gruplardaki örneklerin yarı-sı AH Plus/ güta perka, yarısı ise EndoREZ/rezin kaplı güta perka kullanılarak tek kon yöntemiyle dolduruldu. Her alt grupta push-out uygulanacak 10 adet diş örneği push-out bağlanma dayanım testi, 5 adet diş örneği ise AFM için kullanıldı. Sonuçlar ANOVA ve Tukey post-hoc testleri kullanılarak istatiksel karşılaştırmaya tabi tu-tuldu. AH Plus en yüksek bağlanma dayanımını, NaOCl uygu-lamasında gösterirken, en düşük bağlanma dayanımını i s e O z o n g r u b u n d a g ö s t e r m i ş t i r (NaOCl>Kontrol>FotoSan>Ozon) (p< 0.001). EndoREZ ise en yüksek bağlanma dayanımını NaOCl grubunda gösterirken, en düşük bağlanma dayanımını kontrol grubunda göstermiştir (NaOCl> FotoSan> Kontrol >Ozon). Yüzey sertlik değerlerinde sıralama AH Plus için Ozon>FotoSan> NaOCl> Kontrol iken; EndoREZ için Ozon> NaOCl> FotoSan> Kontrol (p< 0.001) şeklinde olmuştur . Ozon ve FotoSan'ın NaOCl'ye alternatif dezenfeksiyon sistemi olarak kullanımı, rezin esaslı patların adezyonu ve yüzey sertlik değerlerinde değişimlere neden olabi-lir.

ABSTRACT

The aim of this study was to investigate the effect of different disinfection procedures on surface hardness using Atomic Force Microscopy (AFM) and push-out bond strength of AH Plus and EndoREZ endodontic sealers to root canal dentin. One hundred-twenty extracted single-rooted human maxillary central teeth were preperated. Teeth were then randomly divided into three groups, according to the final disinfection regimen. Group 1 (n = 30): 2.5% sodium hypochlorite (NaOCl). Group 2 (n = 30): gase-ous ozone. Group 3, control group (n = 30): 0.9% distil-lated water. Each group was then divided into two sub-groups, according to obturation methods. Subgroup A: root canals were filled using gutta-percha and AH plus. Subgroup B: root canals were obturated with En-doREZ/resin coated cones. In all subgroups samples, n = 10 was used for push-out tests, n = 5 was used for surface hardness tests. After obturation, the bond strength of the test materials was measured using a push-out test. Atomic force microscopy (AFM) meas-urement was performed to analyze surface hardness of the sealers. Statistics were calculated using one-way ANOVA and Tukey post-hoc tests. Among the disinfection protocols, the bond strength values were significantly different: NaOCl > FotoSan> Control > Ozone (p < .001) for AH Plus and NaOCl> FotoSan> Kontrol >Ozon for EndoREZ. AFM analysis showed that the surface hardness values were Ozone > NaOCl > FotoSan> Control for AH Plus; only the se-quence of NaOCl and FotoSan changed for EndoREZ (p < .001). The use of ozone and FotoSan as an alternative final disinfection methods to NaOCl may alter the bond strength and surface hardness of resin-based sealers.

Anahtar kelimeler: AFM, dezenfeksiyon, push-out, rezin esaslı pat, yüzey sertliği

Key words: Disinfection, resin based sealers, push-out, atomic force microscopy, surface hardness

Page 62: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 31

BEYAZ NOKTA LEZYONLARININ TEDAVİSİNDE UYGULANAN FARKLI TEDAVİ YÖNTEMLERİNİN KLİNİK TAKİBİ

WHITE SPOT LESIONS OF DIFFERENT TREATMENT MODALITIES IN THE TREATMENT OF CLINICAL

FOLLOW-UP

Muhammed ÇAYABATMAZ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Diş Hastalıkları Tedavisi Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Nisan 2014 Danışman: Doç Dr. Y. Orçun ZORBA

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Restorative Treatment and Endodontics

PhD. Thesis April 2014 Supervisor : Assoc. Prof. Dr. Y. Orçun ZORBA

ÖZET Bu çalışmanın amacı mikro invaziv bir yaklaşımla baş-langıç çürüklerini durdurmak için geliştirilen rezin infiltrasyon tekniğinin beyaz nokta lezyonlarının mas-kelenmesindeki etkinliğini ve beyaz nokta lezyonlarının remineralizasyonuna etkili florid uygulamasının etkinli-ğini değerlendirmektir. Sabit ortodontik tedavi gören hastaların apareylerinin çıkarılmasından sonra beyaz nokta lezyonu tespit edilen 43 hastanın 220 beyaz nok-ta lezyonu çalışmaya kaydedildi ve randomize klinik çalışma için iki gruba ayrıldı. Uygulama grubuna Icon (DMG, Hamburg, Almanya) kullanılarak rezin infiltrasyon tekniği uygulandı, kontrol grubuna ise 1450 ppm floritli diş macunu (Sensodyne Pronamel, Glaksosmithkline, Newyork) ile dişlerini fırçalaması konusunda bilgilendirildi. Müdahale periyodu 12 hafta sürdü ve müdahale sonunda minenin flüoresans kaybı QLF-D Biluminator TM (Inspektor Research Systems BV, Amsterdam, Netherland) ile renk değişimi ise spektrefotometre(VITA Easyshade Compact, VITA Zahn-fabrik, Bad Säckingen, Almanya) ile değerlendirildi. Veriler Mann-Whitney U testi ve Friedman analizi (Friedman Repeated Measures Analysis of Variance) ile incelendi. Rezin infiltrasyon sistemi uygulanan grupta beyaz nok-ta lezyonlu dişlerin flüoresans alan kaybının uygulama sonrası ve klinik takip sonrası düzeldiği görüldü. Renk değişimi kabul edilebilir sınırlarda (∆E< 3.7) bulundu. Florit uygulanan grupta ise beyaz nokta lezyon alanları-nın flüoresans kaybında iyileşme kaydedildiği tespit edildi, renk analizinde ise renk değişimi kabul edilebilir sınırlar üzerinde bulundu (∆E>3.7). Rezin infiltrasyon demineralize dişlerin estetik görünümünü iyileştirmek-tedir.

ABSTRACT The aim of this study was to clinically assess both the effectiveness of masking white spot enamel lesions using a resin infiltration technique that was recently developed to arrest incipient caries in a micro-invasive concept and florid therapy with remineralisation effect of white spot enamel lesions. Totally 220 teeth with white spot lesions detected in 43 patients undergoing orthodontic treatment with fixed appliances were en-rolled and randomly allocated to a randomized con-trolled trial with two parallel groups. The intervention group was applied resin infiltration technique by using Icon (DMG, Hamburg, Germany) and the subjects of the control group was instructed to brush teeth with 1450 ppm fluoride toothpaste (Sensodyne Pronamel Glaksos-mithkline, Newyork). The intervention period was 12 weeks and the end-point was fluorescence loss in enamel and color changes, assessed by QLF-D Bilumi-nator TM (Inspektor Research Systems BV, Amsterdam, Netherland) and spectrophotometer (VITA Easyshade Compact, VITA Zahn-fabrik, Bad Säckingen, Germany). The data were analyzed with Mann-Whitney U test and Friedman (Friedman Repeated Measures Analysis of Variance) analyze. Fluorescence loss in enamel of white spot lesions was improved both after immediately intervention and 12 weeks follow up resin infiltration technique by using Icon. Color shifts were found in the acceptable limits (∆E< 3.7). Fluorescence loss in enamel of white spot lesions was improved both after immediately interven-tion and 12 weeks follow up resin infiltration technique by using florid. Fluorescence loss in enamel of white spot lesions was improved in the control group with fluoride toothpaste. Color analysis on the color change was over acceptable limits (∆E>3.7). Resin infiltration improves the esthetic appearance of demineralized teeth.

Anahtar kelimeler: Beyaz nokta lezyonlar, kantitatif ışık floresansı (KIF), rezin infiltrasyon tekniği, minimal invaziv yaklaşım

Key words: White spot lesions, quantitative light induced florescence (QLF), resin infiltration technique, minimally inva-sive concept

Page 63: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

32

ÜÇ FARKLI NİTİ KÖK KANAL ŞEKİLLENDİRME SİSTEMİNİN KÖK KANALI ANATOMİSİ ÜZERİNE ETKİSİNİN MİKRO-BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ

THE MICRO-CT EVALUATION OF THE EFFECTS OF THREE DIFFERENT NITI ROOT CANAL SHAPING SYSTEM ON ROOT CANAL ANATOMY

Banu UYSAL

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, Nisan 2014

Danışman: Doç. Dr. Burak SAĞSEN

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences PhD Thesis, April 2014

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Burak SAĞSEN

ÖZET

Bu çalışmanın amacı, respirokasyon(Resiproc; VDW, Münih, Almanya) ve rotasyon[(ProTaper; Dentsply Maillefer, Ballaigues, İsviçre), (OneShape; Micro-Mega, Besancon Cedex, Fransa)] hareketi ile çalışan sistemle-rin şekillendirme yeteneklerinin ve kanallarda transportasyon oluşturma potansiyelinin mikro bilgisa-yarlı tomografi (mikro-BT) ile karşılaştırılarak değer-lendirilmesidir. Bu amaçla yeni çekilmiş 60 adet mandibular birinci molar dişin mezial kanallarıkullanıldı. Örnekler rastge-le üç gruba ayrıldıktan sonra şekillendirme öncesi ve sonrası tüm örneklerin mikro-BT taraması yapıldı. Elde edilen görüntüler üzerinde alan ve hacim değişimleri, transportasyon ve merkezde kalma oranı üç boyutlu modelleme ile değerlendirildi. Elde edilen verilerin gruplar arası karşılaştırmasında tek yönlü varyans ana-lizi ve çoklu karşılaştırmalar için Tukey HSD testi kulla-nıldı. P<0,05 değeri istatistiksel anlamlılık düzeyi ola-rak kullanıldı. Elde edilen bulgulara göre farklı seviyelerdeki transportasyon değerleri ve farklı bölgelerdeki transportasyon miktarlarının gruplar arasındaki karşı-laştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tes-pit edilmemiştir. Farklı seviyelerdeki merkezde konum-lanma oranları açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. Farklı sevi-yelerdeki alan değişimlerinin karşılaştırılmasında her üç eğe sistemi için 3, 4, 5 ve 6 mm’de gruplar arasında sırasıyla P=0,001; P<0,001; P=0,001 ve P=0,015 düze-yinde istatistiksel olarak anlamlı fark meydana gelmiş-tir. Farklı seviyelerdeki hacim değişimlerinin her üç eğe sistemi için 6 mm seviyesinde alınan kesitler hariç (P=0.141) diğer tüm seviyelerde istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösterdiği bulunmuştur.En büyük fark-lılık OneShape ve Reciproc sistemleri arasında meyda-na gelmiştir. Sonuç olarak, çalışmamızda kullandığımız sistemlerin hepsi kabul edilebilir düzeyde transportasyon oluşu-muna sebep olmuştur. Sistemlerin hepsi merkezi ko-numlanmayı tam olarak gerçekleştirmeyip bir miktar sapma göstermiştir. Bu durum transportasyon oluşu-munda etkili olmaktadır. Kullanılan sistemlerin şekil-lendirme öncesi ve sonrası meydana gelen alan ve ha-cim değişikliklerinin istatistiksel olarak anlamlı farklı-lık gösterdiği belirlenmiştir.

ABSTRACT The aim of thisstudy was to compare the shaping abilities and canal transportation of three different rotary systems working with reciprocal (Resiproc; VDW, Münih, Germany) and rotation movement systems [(ProTaper; Dentsply Maillefer, Ballaigues, Switzerland), (OneShape; Micro-Mega, Besancon Cedex, France)], using micro computed tomography (Micro- CT). Sixty mesial root canals of freshly extracted mandibular first molars were used for this aim. The samples were randomly divided into three groups and scanned before and after preperation with Micro-CT. Regional and volume changes, transportation and centering ratio were assessed by using 3D reconstructions on Micro-CT images. One-way analysis of variance and Tukey HSD tests were used for inter- group and multi-group comparisons of the obtained data, respectively. Statistical significance was set as P<0.05. According to the results obtained, no statistically significant changes were detected in transportation values at different levels and at different areas, in inter-group comparison. In regards to centering ratio at different levels, no statistically significant changes were detected in inter-group comparison. Statistically significant changes occured at 3, 4, 5 and 6 mm for all three instrumentation systems in the comparison of regional changes at different levels, in P=0.001; P<0.001; P=0.001 andP=0.015 significance levels, respectively. Volumetric changes showed statistically significant changes in all levels except 6 mm (P=0.141) for all three instrumentation systems. The major difference was observed between OneShape and Resiproc systems. In conclusion, all systems used in the present study caused the formation of transportation in acceptable levels. All systems showed deviation due to not properly centering in canals. This condition is effective in the formation of transportation. All systems were found to show statistically significant changes before and after instrumentation in regional and volumetric measurements.

Anahtar kelimeler: Mikro-BT, transportasyon, resiprokasyon, döner aletler, tek eğe

Key words: Micro- CT, transportation, reciprocation

Page 64: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 33

HALK DANSÇILARININ GÖRSEL ALGILAMA VE UZAYSAL BEKLENTİ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ

ANALYZING THE FOLK DANCERS’ LEVELS OF VISUAL PERCEPTION AND SPATIAL ANTICIPATION

Mustafa KAYA

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Mart 2014 Danışman: Doç Dr, Alpaslan YILMAZ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physical Education and Sport

PhD Thesis, March 2014 Supervisor: Doç Dr, Alpaslan YILMAZ

ÖZET Bu çalışmanın amacı; 16 hafta süre ile düzenli yapılan halk dansları çalışmalarının daha önce hiç halk dansları çalışması yapmamış deney ve kontrol grupları ile pro-fesyonel halk dansçılarında görsel-mekansal algılama ve uzaysal beklenti düzeylerine etkisini incelemektir. Araştırmaya daha önce halk oyunları ile hiç ilgilenme-miş 60 kadın, 60 erkek gönüllü ile Devlet Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümünde okuyan 30 kadın ve 30 erkek olmak üzere toplam 180 üniversite öğrencisi katılmıştır. Araştırmada deney grubuna 16 hafta süren halk oyunları antrenmanı yapılmıştır. Kontrol grubuna ise herhangi bir antrenman yaptırılmamıştır. Deney, kontrol ve dansçı gruplarına antrenmanların başlama-sında itibaren birinci, sekizinci ve on altıncı haftalarda Brixton Mekansal Beklenti testi uygulanmıştır. Araştırmada geçerliliği daha önceden yapılmış olan “Brixton Mekansal Beklenti Testi” kullanılmıştır. Elde edilen verilerin istatistiki analizi hesaplamalar hazır istatistik yazılımı ile yapılarak, (IBM SPSS Statistics 19, SPSS inc., an IBM Co., Somers, NY) önem seviyesi olarak 0.05 ve 0.01 alınmıştır. Araştırmada, deney ve kontrol grupları arasında paralel sonuçlar elde edilirmiştir. Fakat profesyonel halk dans-çılarının hata ortalamaları deney ve kontrol gruplarına göre daha düşük olduğu bulunmuştur. (p<0.05) Cinsi-yetler açısından ise kadın grupları ile erkek grupları arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç olarak; Yapılan halk oyunları antrenmanlarının zihinsel boyutlarının, halk dansçılarının mekansal algı-lama ve uzaysal beklenti düzeylerine etki edebileceği düşünülmektedir. Bu etkinin var sayıla bilmesi için uzun süreli olarak halk dansları antrenmanlarının ya-pılması gereklidir. Ayrıca yapılan halk oyunları antren-manlarının mekansal algılama ve uzaysal tahmin dü-zeylerinde cinsiyetler açısından aynı derecede etki etti-ği yani kadın ve erkek dansçılar arasında fark olmadığı sonucuna varılmıştır.

ABSTRACT The purpose of this study was to analyze the effect of 16-week folk dancing training upon the spatial percep-tion and spatial anticipation levels in sedentary, and to compare professional folk dancers’ level of spatial per-ception and spatial anticipation. Totally 180 university students including 60 female and 60 male volunteers who have not been interested in folk dancing before, and 30 female and 30 male stu-dents studying at State Conservatory Turkish Folk Dances Department were included into the study. No trainings were practiced with the control group. Brix-ton Spatial Anticipation Test was performed to experi-mental, control and dancer groups in the first, eighth, and sixteenth weeks as of the trainings started. “Brixton Spatial Anticipation Test” that was pre-determined in terms of its validity was used in the re-search. The statistical analysis calculations of the ob-tained data were carried out with statistical software (IBM SPSS Statistics 19, SPSS inc., an IBM Co., Somers, NY), and the level of significance was accepted as 0.05 and 0.01. In the research, parallel results were obtained between the experimental and control groups. However, error averages of professional folk dancers were determined to be lower than the averages of experimental and con-trol groups (p<0.05). In terms of gender, no significant difference was found between the female groups and male groups. Consequently, metal dimensions of the practiced folk dance trainings were considered to have effect upon the spatial perception and spatial anticipations of folk dancers. In order to assume this effect, it is necessary to practice folk dance trainings for a long time. Moreover, it was also concluded that folk dance trainings affected the spatial perception and spatial anticipation levels had equal effects in terms of gender, and therefore there was no significant difference between the female and male dancers.

Anahtar kelimeler: Türk Halk Oyunları, mekansal algılama, brixton test

Key words: Turkish Folk Dances, spatial perception, brixton test

Page 65: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

34

KARMA DİŞLENMEDE SÜRMEMİŞ POSTERİOR DİŞLERİN BOYUT TAHMİNİNDE KULLANILAN ÜÇ FARKLI YÖNTEM İÇİN TÜRK NORMLARININ BELİRLENMESİ

DETERMINATION OF TURKISH NORMS FOR THREE METHODS USED FOR PREDICTION OF SIZE OF UNERUPTED POSTERIOR TEETH IN MIXED DENTITION

Gülşah YAĞAN

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Ortodonti Anabilim Dalı Doktora Tezi, Mart 2014

Danışman: Doç. Dr. Sabri İlhan RAMOĞLU

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Ortodontics

PhD Thesis, March 2014 Supervisor: Doç. Dr. Sabri İlhan RAMOĞLU

ÖZET

Çalışmamızda farklı etnik topluluklardan elde edilmiş karma dentisyon yer analizleri olan Tanaka ve Johston denklemlerinin ve Türk popülasyonundan Arslan ve ark.’nın elde ettiği regresyon denklemlerinin Türk po-pülasyonundaki geçerliliği, Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Bölümü arşivindeki dahil olma kriterlerini sağlayan hasta modellerinin taranma-sıyla, elde edilen dijital modeller üzerinde yapılan öl-çümler ile geniş bir hasta grubunda test edilmiştir. Ay-rıca aynı ölçümler alçı modellerde de gerçekleştirilmiş olup, alçı model ve dijital model ölçümleri karşılaştırıl-mıştır.

Dijital ve alçı model ölçümlerinin karşılaştırılmasında literatürle uyumlu olarak klinik önemi yok denecek kadar küçük (ortalama 0,07mm) ancak istatistiksel olarak anlamlı, dijital ölçümlerin daha küçük olduğu saptanmıştır. Tanaka-Johnston denklemi bizim örnek grubumuzda diş boyutlarını istatistiksel olarak anlamlı olacak derecede büyük olduğu tahmin etmiştir. Arslan ve arkadaşlarının denklemi örnek grubumuzda gerçek değerlerin altında tahminde bulunmuştur ve bu farklı-lık istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı çıkmıştır. Dolayısıyla örnek grubumuz kullanılarak yeni regres-yon denklemleri geliştirilmiştir. Geliştirilen yeni regres-yon denklemleri ile Türk toplumu için Moyers tablosu-nun benzeri tablolar oluşturulmuştur.

ABSTRACT

One of the most widely used mixed dentition space analysis method Tanaka-Johnston equtions and equations that developed for Turkish population by Arslan et al are tested in the dental cast archieve of Erciyes University, Department of Orthodontics. All dental casts are digitized and meziodistal tooth measurements are performed on both digital and stone models. Also dental cast and digital model measurements are compared.

Digital model measurements were significantly smaller than the stone cast model measurements, but the difference (mean 0.07 mm) was clinically insignificant. Tanaka-Johnston equations predicted the posterior meziodistal tooh widths significantly larger than the actual values. In contrast Arslan et al’s equations predicted the tooth widths significantly smaller than the actual widths. All of the tested methods were not reliable in this study group. Therefore new regression equations for Turkish population are developed. By using the new regression equations, also tables which are similar with the Moyers’s prediction tables are created to make the space analysis easier.

Anahtar kelimeler: Karma dentisyon, dijital model, yer anali-zi, diş boyutu tahmini, Türk popülâsyonu

Key words: Mixed dentition, digital model, space analysis, tooth size prediction, Turkish population

Page 66: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 35

ÇOCUKLARDA SINUS MAXILLARIS’İN YAŞA BAĞLI OLARAK GELİŞİMİ

THE AGE-RELATED DEVELOPMENT OF SINUS MAXILLARIS IN CHILDREN

Muhammet DEĞERMENCİ

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Anatomi Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Nisan 2014 Danışman: Doç. Dr. Tolga ERTEKİN

Erciyes University, Graduate School of Health Science Department of Anatomy M Sc. Thesis, April 2014

Supervisor: Associate Professor Dr. Tolga ERTEKİN

ÖZET Paranazal sinuslar, cavitas nasi ile bağlantılı olan ke-miklerin içinde yer alan ve hava içeren boşluklardır. Paranazal sinusların gelişimi ve havalanması hakkında daha fazla bilginin elde edilmesi sinus hastalıklarının değerlendirilmesi ve daha iyi tedavilerin önerilmesi için önemlidir. Bu çalışmada paranazal sinus BT görün-tüleri üzerinde, stereolojik metotla ve morfometrik veriler kullanılarak eliptik formülle sinus maxillaris hacim hesaplaması yapıldı. Çalışmanın amacı ise sinus maxillaris’in yaşa bağlı olarak gelişimini ortaya koymak ve metotlar arasındaki farklılıkları tespit etmektir. Bu çalışmada Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi PACS siste-minden alınan 361 bireyin aksiyal, koronal ve sagittal BT görüntüleri (180 kız, 181 erkek) kullanıldı. Sinus maxillaris’in BT görüntüleri üzerinde Cavalieri prensibi’ne dayanarak stereolojik hacim ölçümleri ve morfometrik veriler ile eliptik hacim hesaplaması yapıl-dı. Her iki metotla elde edilen hacim değerleri karşılaş-tırılarak aralarında istatistiksel bir farkın olup olmadığı belirlendi. Çalışmamızda ortalama sinus maxillaris hac-mi tüm bireyler ele alındığında 8.11±5.02 cm3 olarak hesaplandı. Stereolojik metotla ortalama sinus maxillaris hacmi sağda 7.96±4.92 cm3, solda ise 8.15±4.99 cm3 olarak hesaplanırken, eliptik formülle sağ ve sol sinus maxillaris ortalama hacmi sırasıyla 7.95±4.90 cm3 ve 8.28±5.15 cm3 olarak belirlendi. Orta-lama bilateral hacim ölçümleri birbirleri ile karşılaştı-rıldığında her iki metot içinde sonuçlar arasında istatis-tiksel olarak anlamlı bir fark belirlendi (p<0.05). Her iki metotla elde edilen hacim değerleri birbirleriyle karşı-laştırıldığında metotlar arasında sağ sinus maxillaris için istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlenmezken sol sinus maxillaris için istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlendi (p<0.05). Bu sonuçlar istatistiksel farkın anlamlı olduğunu fakat elde edilen veriler arasında yüksek derecede pozitif yönde bir korelasyon olmasın-dan dolayı sonuçların birbirleri ile uyumlu olduğunu göstermektedir. 3 farklı planda stereolojik metotla be-lirlenen hacim değerleri birbirleriyle karşılaştırıldığın-da istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlenmedi. Sonuç olarak, çalışmamızın sinus maxillaris hakkında yapılacak olan diğer araştırmalarla katkı sağlayacağını düşünmekteyiz.

ABSTRACT

Paranasal sinuses are air-filled cavities which are lo-cated within the bones and connected to nasal cavity. Obtaining more data on growth of paranasal sinuses and pneumatization of sinuses is important in order to evaluate sinus related illnesses and provide much bet-ter treatments. In this study, the volume of maxillary sinuses was calculated on sinus BT images by stereo-logical method and elliptic formula using morphomet-ric data. The aim of this study is to reveal both the age-related development of maxillary sinus and the differ-ences between methods applied. In this study, axial, coronal and sagittal BT images of 361 individuals (180 females, 181 males) were selected from PACS system of Erciyes University Faculty of Medicine. Stereological volume calculations on BT images of maxillary sinus were performed on the basis of Cavalieri principle and elliptic volume calculations were performed by using morphometric data. Whether there is a difference be-tween the two methods were determined by comparing the volume data that were obtained by two different methods. The mean volume of maxillary sinus was cal-culated as 7.99±4.92 cm3 for right side and 8.15±4.99 cm3 for the left side by using stereological method while bilateral mean volumes of maxillary sinus were calculated as 7.95±4.90 cm3 and 8.28±5.15 cm3 for right and left side respectively with elliptic formula. When the mean bilateral volume results calculated by both methods were compared, a statistical significant differ-ence was determined between right and left maxillary sinus volumes (p<0.05). When maxillary sinus volumes’ results obtained by using both methods were com-pared, no statistically significant difference was found for right maxillary sinuses between two methods whereas a statistically significant difference was deter-mined for left maxillary sinuses. These results showed that the statistical difference was significant, but owing to a high positive correlation among data, the results were compatible for each other. When the results which were calculated by stereological method in three different plans were compared, no statistically signifi-cant difference was determined. As a result, we think that the results of this study will be helpful for other studies about maxillary sinuses.

Anahtar kelimeler: Paranazal sinus, Cavalieri Prensibi, sinus maxillaris, stereoloji, eliptik

Key words: Paranazal sinus, Cavalieri Principle, maxillary sinus, stereology, elliptic

Page 67: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

36

BUZAĞILARDA LİTYUMUM CANLI PERFORMANS VE BAZI KAN PARAMETRELERİNE ETKİSİ

THE EFFECTS OF LITHIUM ON LIVE PERFORMANCE AND SOME BLOOD PARAMETERS IN CALVES İbrahim ONURSOY

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları

Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Nisan 2014

Danışman: Prof. Dr. Osman KÜÇÜK

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Animal Nutrition and Nutritional Diseases Department

M Sc. Thesis, April 2014 Supervisor: Prof. Dr. Osman KÜÇÜK

ÖZET Bu çalışmanın amacı, buzağı maması ile beslenen buza-ğıların mamalarına ilave edilen lityumun buzağıların canlı performanslarına ve kimi kan parametrelerine nasıl etki ettiğinin araştırılmasıdır. Kırk adet 1 günlük yaşta, Holstein ırkı buzağılar 4 günlük yaştan 10 hafta-lık yaşa kadar (sütten kesim) eşit sayıda 2 gruba ayrıl-mış ve bir gruptaki buzağı mamalarına bir şey ilave edilmez iken (kontrol) diğer gruptaki buzağıların içtik-leri mamalara günlük 42 mg Li/ml çözeltiden 1 ml ilave edilmiştir. Mamaya ilave edilen Li, canlı ağırlık (P ≥ 0,30), cidago yükseklikleri (P ≥ 0,15) ve göğüs ölçüleri-ni (P ≥ 0,50) etkilememiştir. Lityum içeren buzağı ma-ması tüketen buzağılarda plazma Ca (P = 0,04) ve Mg (P = 0,08) değerleri kontrol grubuna oranla düşük bulun-muştur. Ancak, mamalarda lityumun varlığı plazma P düzeyini etkilememiştir (P = 0,89). Plazma K, Na ve Cl konsantrasyonları lityumlu mama tüketen buzağılarda önemli derecede düşük bulunmuştur (P≥ 0,0001). Lit-yum ilave edilen mama tüketen buzağılarda plazma Li konsantrasyonu yüksek düzeyde bulunmuş (0,22 ye karşı 0,29 ppm) ancak bu değerler önemli düzeyde olmamıştır (P = 0,42). Lityum ilave edilen mama tüke-ten buzağılarda plazma Ni konsantrasyonu yüksek (P = 0,02) ancak Cr düzeyi düşük (P = 0,03) düzeyde bulun-muştur. Mamalarda lityum varlığı buzağı gruplarında plazma Al, Mn, Fe, Cu, Zn ve Co konsantrasyonlarını, glikoz, trigliserit, kolesterol, total protein konsantras-yonlarını ve ALT enzim aktivitesini etkilememiştir (P ≥ 0,40). Plazma Se konsantrasyonu mama ile birlikte lityum tüketen buzağılarda düşük düzeyde (P = 0,03) bulunmuştur. Çalışma sonuçlarına göre buzağı mamala-rına lityum katılmasının canlı performansa pozitif bir etkisi yoktur.

ABSTRACT The objective of this study was to investigate the effects of lithium (Li) added to milk replacer on calf live per-formance and some blood parameters. A total of 40 3-day-old calves were divided into 2 equal groups receiv-ing either only a milk replacer or milk replacer with 42 mg Li/head/day (1 ml of solution of 42 mg/ml Li) until weaned (10 weeks). Lithium in milk replacer did not cause any changes in live weights (P ≥ 0.30), heart girth (P ≥ 0.50) or withers height (P ≥ 0.15). Calves consum-ing milk replacer supplemented with Li had lower plasma Ca (P = 0.04) and Mg (P = 0.08) concentrations but similar plasma concentrations of P (P = 0.89). Pres-ence of Li in milk replacers resulted in a lower plasma K, Na, and Cl concentrations (P ≥ 0.0001). Calves con-suming milk replacer had a greater plasma Li concen-trations (0.22 vs. 0.29 ppm) but that was not significant (P = 0.42). Plasma Ni concentrations increased (P = 0.02) while plasma Cr concentrations decreased (P = 0.03) in calves drank milk replacer with supplemented Li. The presence of Li in milk replacers did not have any changes in plasma concentrations of Al, Mn, Fe, Cu, Zn and Co as well as glucose, triglyceride, total protein, and ALT enzyme activities (P ≥ 0.40). Plasma Se con-centrations decreased with Li supplementations in calves (P = 0.03). The results of the present work re-vealed that lithium addition to the milk replacers in calves has no positive effects on live performance.

Anahtar kelimeler: Lityum, buzağı, performans, buzağı maması

Key words: Lithium, calf, performance, milk replacer

Page 68: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 37

KAYSERİ İLİNDE TÜKETİME SUNULAN TAVUK ETLERİNDE STAPHYLOCOCCUS AUREUS ENTEROTOKSİN

VARLIĞININ ARAŞTIRILMASI DETECTION OF STAPHYLOCOCCUS AUREUS ENTEROTOXINS FROM POULTRY MEATS CONSUMED IN KAYSERI

Hüseyin KAYA

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı

Yüksek Lisans, Nisan, 2014 Danışman: Doç. Dr. Nurhan ERTAŞ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Veterinary Food Hygiene and

Technology M Sc. Thesis, April, 2014

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Nurhan ERTAŞ

ÖZET

Bu çalışmanın amacı Kayseri ilinde satışa sunulan ta-vuk etlerinde Staphylococcus aureus (S. aureus) ve enterotoksinlerinin varlığını incelemekti. Çalışmada toplam 100 adet tavuk karkas örneği materyal olarak kullanıldı. Çalışmada incelenen 100 tavuk karkasının 30’unun (% 30) S. aureus ile kontamine olduğu ve kontaminasyon düzeyinin 2x101 kob/g ile 1x108 kob/g arasında olduğu belirlendi. S. aureus ile kontamine ta-vuk eti örneğinden 3’ünün (%10) Türk Gıda Kodeksi Et ve Et Ürünlerindeki Mikrobiyolojik Limitler Tebliği’nin üzerinde olduğu tespit edildi. Çalışmada, incelenen tavuk karkası örneklerinden elde edilen S. aureus kolo-nilerine uygulanan ELISA testi sonucunda izolatların hiç birinde Stafilokokal enterotoksinlere rastlanmadı. Bu çalışmada elde edilen verilere göre, Kayseri’de satı-şa sunulan tavuk karkas etinde S. aureus kontaminasyonu olabileceği ve bu durumun halk sağlı-ğı açısından göz ardı edilmemesi gereken bir tehlike olduğu sonucuna varıldı.

ABSTRACT

The aim of this study was to determine the presence of Staphylococcus aureus (S. aureus) and its enterotoxins from the poultry meat consumed in Kayseri. Total of 100 chicken carcass were used as a material. Thirty out of 100 chicken carcass sampled (30%), found to be contaminated with S. aureus with the contamination level ranging from 2x101 kob/g to 1x108 kob/g. Three of the contaminated poultry meat samples (10%), found to be contaminated with this pathogen at the levels exceeding the microbiological limits laid down in Turkish Food Codex regarding meat and meat products.In this study, none of the staphylococcal enterıotoxins did not found from S. aureus isolates were obtained from chicken carcasses with ELISA. As a consequence, the presence of S. aureus were effective in chicken carcasses retailed in Kayseri and vicinity and it was concluded that should not be ignored for public health.

Anahtar kelimeler: Enterotoksin, Kayseri, S. aureus, tavuk eti

Key words: Enterotoksin, Kayseri, S. aureus, tavuk eti

Page 69: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

38

PSİKODRAMA TEMELLİ PSİKOLOJİK GÜÇLENDİRME PROGRAMININ ONKOLOJİ HEMŞİRELERİNİN GÜÇLENME ALGILARI VE TÜKENMİŞLİK DÜZEYLERİ ÜZERİNE ETKİSİ

THE EFFECT OF A PSYCHOLOGICAL EMPOWERMENT PROGRAMME, BASED ON PSYCHODRAMA, ON EMPOW-ERMENT PERCEPTION AND BURNOUT LEVELS IN ONCOLOY NURSES

Azize ATLI ÖZBAŞ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı Doktora Tezi, Nisan 2014

Danışman: Doç. Dr. Havva TEL

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing, PhD. Thesis, April 2014

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Havva TEL

ÖZET

Bu araştırma, “psikodrama temelli psikolo-jik güçlendirme programı” nın onkoloji hemşirelerinin güçlenme algıları ve tükenmişlik düzeylerine etkisini belirlemek amacıyla yapılmış bir müdahale çalışması-dır. Araştırma örneklemini 82 hemşire oluşturmuştur. Araştırmada, kişisel bilgi formu, Beck depresyon, Psiko-lojik güçlendirme, Hemşirelikte işyeri güçlendirme ve Maslach tükenmişlik ölçekleri kullanılmıştır. Ölçüm araçları çalışma ve kontrol grubuna programın başlan-gıcında ve program tamamlandıktan sonra uygulanmış-t ı r . “ P s i k o d r a m a T e m e l l i P s i k o l o -jik Güçlendirme Programı” 10 hafta sürmüştür. Verile-rin değerlendirilmesinde bağımsız gruplarda t testi, tek yönlü varyans analizi, Pearson korelasyon analizi kulla-nılmıştır. Uygulanan program sonrası, çalışma grubunun psiko-lojik güçlendirme ve iş yeri güçlendirme puanlarının arttığı, bu iki ölçekle belirlenen puanların karşılaştırma grubunun puanlarından yüksek olduğu, çalışma grubu-nun tükenmişlik puanlarının azaldığı ve karşılaştırma grubunun puanlarından daha düşük olduğu belirlen-miştir. Çalışmada uygulanan programının onkoloji hemşirele-rinin psikolojik güçlenme ve işyeri güçlenme algılarını artırdığı, tükenmişlik düzeylerini azalttığı saptanmıştır. Bu nedenle, onkoloji kliniklerinde çalışan hemşirelerin güçlenme Algısını artırmak ve tükenmişliği önlemek için bireysel f a r k ı n d a l ı ğ ı d e s t e k l e -yen psikodrama yöntemlerinden yararlanılması öneril-mektedir.

ABSTRACT This study is an intervention study whıch was per-formed to determine the effects of a psychodrama-based psychological empowerment programme on empowerment perception and burnout levels in oncol-ogy nurses. The sample consisted of 82 nurses. Research data were obtained by personal information form, Beck Depres-sion, Psychological Empowerment, The Conditions for Work Effectiveness and Maslach Burnout scales. Meas-urement tools of the study were applied to the inter-vention and control groups at the beginning and the end of the programme. The “Psychodrama based psy-chological empowerment programme” took 10 weeks to complete. Analyses of data were evaluated by inde-pendent samples t test, one-way analysis of variance, and Pearson correlation analysis. After implementation of the programme, it was deter-mined that the scores of psychological empowerment and workplace empowerment increased more for the intervention group than the control group. Burnout scores for the intervention group decreased more that the control group. The results of the study revealed that a psychodrama based psychological empowerment programme in-creased psychological empowerment, workplace em-powerment perception, and decreased the burnout level of nurses. These findings suggest the potential benefit of utilizing psychodrama methods to enhance increase empowerment perception and to decrease burnout in nurses working in the oncology clinic.

Anahtar kelimeler: psikodrama, psikolojik güçlendir-me, onkoloji hemşiresi, tükenmişlik, iş yeri güçlendirme

Key words: psychodrama, psychological empowerment, on-cology nurse, burnout workplace empowerment

Page 70: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 39

OKSİDATİF STRESİN OVARYUM FOLLİKÜLLERİ ÜZERİNE ETKİSİ VE ANTİMÜLLERİAN HORMON EKSPRESYONU

THE EFFECT OF OXIDATIVE STRESS ON OVARIAN FOLLICLES AND ANTIMULLERIAN HORMONE EXPRESSION

Esra BALCIOĞLU

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı

Doktora Programı Doktora Tezi, Nisan 2014

Danışman: Prof. Dr. Saim ÖZDAMAR

Erciyes University, Faculty of Medicine Department of Histology and Embryology,

Doctoral Program PhD. Thesis, April 2014

Supervisor: Prof. Dr. Saim ÖZDAMAR

ÖZET Oosit üretimi ve follikül olgunlaşmasından sorumlu birincil fonksiyonel organ ovaryumdur. Anti-Müllerian hormon (AMH) hem primordial follikül gelişiminde hem de dominant follikül seçiminde önemli rol oynayan transforming growth faktör β ailesinin üyesi olan, dimerik bir glikoproteindir. Organik klorürlü bir pestisit olan metoksiklor (MXC) üreme sistemi için toksik olarak bilinir. Bu çalışmanın amacı erken ergen-likte MXC’ye maruz kalmanın ovaryum morfolojisi ve ağırlığı, follikül çapı ve hacmi, AMH ekspresyonu üzeri-ne etkilerini incelemektir. Araştırmanın amaçları doğrultusunda, 36 adet dişi Wistar albino türü sıçan 4 gruba ayrıldı ve deney gru-buna 20 gün süreyle farklı dozlarda MXC (8 mg/kg, 16 mg/kg, 32 mg/kg) verildi. Ovaryumlar toplandıktan sonra bloklar hazırlandı ve 5μm kalınlığında kesitler alındı. Genel yapı ve özelliklerini belirlemek için Masson’s trikrom, Hematoksilen -Eozin ve immünohistokimyasal boyama uygulandı. Normal sıçan ovaryumları ile karşılaştırıldığında MXC uygulanan gruplar düşük ovaryum ağırlığına sahipti. Kontrol ve deney grupları arasında follikül çapları ve alanları açısından anlamlı bir fark yoktu. Fakat yüksek ve orta doz MXC verilen gruplarda epitel ve tunika albugineada kalınlaşma belirlendi. Bu sonuçlar MXC’nin ovaryum gelişimini inhibe ettiğini ve sıçan ovaryumunda doğrudan AMH üretimini uyar-dığını gösterdi. İlaveten, MXC’nin granüloza hücrelerin-deki AMH üretimini teşvik ettiği belirlendi.

ABSTRACT The ovary is the primary responsible functional organ for oocyte production and follicle maturation. Anti-Mullerian hormone (AMH) is a dimeric glycoprotein, a member of transforming growth factor β superfamily, which plays an important role on both ovarian primor-dial follicle recruitment and dominant follicle selection, the organochlorine pesticide methoxychlor (MXC) is known as a reproductive toxicant. The aim of this study is to examine the effects of juvenile MXC exposure on morphology, weight, follicle diameters and volumes of ovarian and AMH expression . For the purposes of the study, thirty six female Wistar albino rats were divided into four groups and experi-mental groups were given MXC (8 mg/kg, 16 mg/kg, 32 mg/kg) at different doses for 20 days. After collecting ovaries, blocks were prepared and 5μm thick sections were cut. To determine the overall structure and prop-erties, Masson's trichrome, hematoxylin-eosin and im-munohistochemical staining were performed. MXC treated groups had the reduced ovarian weights compared to the ovaries of normal rats. There was no significant difference between control and experimen-tal groups in terms of follicle diameter and area meas-urements. But the thickening of the epithelium and tunica albuginea was determined in the groups given high dose and medium dose of MXC. These findings indicated that MXC inhibit ovarian development and induce AMH production directly. Moreover, it was shown that MXC stimulate AMH production in granu-losa cells.

Anahtar kelimeler: Metoksiklor, oksidatif stres, ovaryum, Anti-Müllerian hormon

Key words: Mexhoxcychlor, oxidative stress, ovary, Anti-Mullerian hormone

Page 71: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

40

KOYUN ÇİÇEĞİ VE BULAŞICI EKTİMA (ORF) ENFEKSİYONU TANISI KONULMUŞ KOYUNLARA AİT DERİ LEZYONLARINDA MATRİKS METALLOPROTEİNAZ VE VASKÜLER ENDOTELİYAL GELİŞME FAKTÖRÜNÜN

İMMUNOHİSTOKİMYASAL TEKNİKLE SAPTANMASI DETERMINATION OF MATRIX METALLOPROTEINASE AND VASCULAR ENDOTHELIAL GROWTH FACTOR WİTH

IMMUNOHISTOCHEMICAL TECHNIQUE IN SHEEP POX AND CONTAGIOUS ECTHYMA (ORF) INFECTION DIAGNOSED IN SKIN LESIONS

Okay SAĞNAK

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Patoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Nisan 2014 Danışman: Doç.Dr. Latife ÇAKIR

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Veterinary Pathology

MSc. Thesis, April 2014 Supervisor: Doç.Dr. Latife ÇAKIR

ÖZET Bu çalışma ile aynı familya içerisinde iki farklı tür olan Koyun Çiçegi ve Orf enfeksiyonunda oluşan deri lezyon-larında matriks metalloproteinazların (MMP-1), ve Vasküler Endoteliyal Gelişme Faktörünün (VEGF) akti-vasyonlarının etkisinin belirlenmesi ve böylece bu has-talıkların patogenezisinin araştırılması amaçlandı. Bu amaçla Kayseri’ nin değişik bölgelerinde eş zamanlı ortaya çıkan Orf ve Koyun Çiçeği vakaları klinik ve pa-tolojik olarak değerlendirildi. Çalışmada pox virus ve parapox virüs antijenleri immunohistokimyasal teknik-le deride dejenere epitel hücrelerinin sitoplazmasında, koyun çiçeği hücrelerinin sitoplazmasında ve çekirde-ğinde saptandı. Koyun çiçeği virüsü infekte doku kesit-lerine (akciğer, deri) matriks metalloproteinaz (MMP), Metalloproteinazların spesifik doku inhibitörleri (TIMP) ekspresyonları araştırıldı. Makroskobik ve histopatolojik bulgular deride ve daha az şiddette ek-lentilerinde görüldü. Koyun çiçeği infekte deri doku-sunda epitelial hiperkeratoz, akantoz, dejenerasyon ve nekroz görüldü. Eozinofilik intrasitoplazmik inklüzyonlu çok sayıda koyun çiçeği hücresi (cellules claveleuses) görüldü. Orf vakalarında ise kahverengim-si-gri rente kabuk oluşumu belirgindi. Histopatolojik olarak retikuler dejenerasyon (çekirdek piknozu ve hidropik değişiklik), epidermal proliferasyon, intradermal mikroapseler belirgindi. Normal dokulara g ö r e p o x e n f e k t e d o k u l a r d a M M P - 1 , immunoreaktivitesi önemli düzeyde azalmıştı. Ancak TIMP immunoreaktivitesi infekte koyun çiçeği virüsü ile enfekte deri ve akciğer dokularında daha çok belir-gindi. Koyun çiçeği virusunun ekstrasellüler matriksi yıkılmayarak epidermal ve dermal etkilere neden oldu-ğu hipotez edildi. Orf virüs enfekte dokularda damar-larda VEGF ekspresyonu görülmedi. Bu durum formalin tespitli parafin bloklarda negatif sonuçlar alınabileceği şeklinde yorumlandı.

ABSTRACT

In this study, the same family includes two different types of SheepPox and Orf infection occurs in the skin lesions of matrix metalloproteinases (MMP-1), and VEGF activation effect of the determination and thus the disease pathogenesis, we aimed to investigate. These purposes of Kayseri in different regions simulta-neously occurring Orf (ORFV) and Sheep pox (SPV) cases of clinically and pathologically evaluated. Sheep-pox viral antigen was detected in the cytoplasm of sheeppox cells and degenerated epithelial cells of the skin. Nuclear staining was also observed in some typi-cally deformed nuclei of sheeppox cells.Sheep pox to virus -infected tissue sections (lung, skin) matrix metal-loproteinase (MMP), specific tissue inhibitor of metal-loproteinase ( TIMP) expression were investigated. Macroscopic and histopathological findings in the skin and adnexa were seen in less severe. Epithelial hyperk-eratosis, acanthosis, degeneration, necrosis was seen sheep pox infected skin tissue, Eosinophilic intracyto-plasmic, inclusion of the large number of sheep pox cells (cellules claveleuses) were seen. Orf is a brownish- gray in the case of rent crust formation was character-ized. Histopathologically reticular degeneration (pyknosis and hydropic changes in the nuclei, epider-mal proliferation, intradermal abscesses were evident. Pox infected tissue in comparison to normal tissue of MMP-1, immunoreactivity was significantly decreased. However, TIMP-1, immunoreactivity with infected sheep pox virus in infected skin and lung tissue was much more pronounced. Vessels wall did not reveal any positive immunostaining.

Anahtar kelimeler: Koyun Çiçeği, Orf (Bulaşıcı Ektima), İmmunohistokimya, Matriks Metalloproteinaz, Metalloproteinazların spesifik doku inhibitörleri, Vasküler

Key words: Sheep pox, Orf (Contagious Ectyma), Immunohis-tochemistry, Matrix Metalloproteinase, Tissue inhibitor of Metalloproteinase- 1, Vascular Endothelial Growth Factor

Page 72: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 41

KAYSERİ’DE SATIŞA SUNULAN SUCUKLARDA LİSTERİA SPP. VARLIĞININ KLASİK KÜLTÜR YÖNTEMİ İLE BELİRLENMESİ

DETECTION OF LISTERIA SPP. BY CULTURAL METHOD FROM THE SOUJOUK SAMPLES SOLD IN KAYSERI

Koral DUYGULU

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı

Yüksek Lisans, Nisan, 2014 Danışman: Doç. Dr. Nurhan ERTAŞ

Erciyes University, Institue of Health Sciences

Department of Veterinary Food Hygiene and Technology Master Thesis, December, 2013

Supervisor: Associate Prof. Dr. Nurhan ERTAŞ

ÖZET Bu çalışmanın amacı Kayseri ilinde satışa sunulan su-cuklarda Listeria spp. varlığını incelemekti. Çalışmada toplam 100 sucuk örneği incelendi. Örnekler ISO 11290-1/A1-2004’da önerilen Listeria izolasyon prosedürüne göre analiz edildi. Çalışma kapsamında, analiz edilen 100 örneğinin 29 örnek (%29) Listeria spp. açısından pozitif bulunurken örneklerden altısının (%6) L. monocytogenes ile kontamine olduğu belirlendi. Bu çalışmada elde edilen verilere göre, Kayseri’de satışa sunulan sucukların halk sağlığı açısından göz ardı edil-memesi gereken bir tehlike olduğu sonucuna varıldı.

ABSTRACT This study was designed to detect Listeria spp. from soujouk samples sold in Kayseri. Total of 100 sucuk samples were analysed in this study. Samples were tested according to the Listeria isolation procedure as recommended by ISO 11290-1/A1-2004. Among 100 samples analysed, 29 samples (29%) were positive for Listeria spp. and only 6 samples (6%) were found to harbour L. monocytogenes. The present study shows that the sucuk samples sold in Kayseri must not be underestimated as a hazard for public health.

Anahtar kelimeler: L. monocytogenes, sucuk, izolasyon, Kay-seri

Key words: L. monocytogenes, sucuk, isolation, Kayseri

Page 73: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

42

SÜT SIĞIRLARINDA MAGNEZYUM OKSİT KULLANIMI

USE OF MAGNESIUM OXIDE IN DAIRY CATTLE

İsmail ÜLGER

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları

Anabilim Dalı Doktora Tezi, Nisan 2014

Danışman: Prof. Dr. Osman KÜÇÜK

Erciyes University, Institute of Health Sciences Department of Animal Nutrition and Nutritional

Diseases PhD. Thesis, April 2014

Supervisor: Prof. Dr. Osman KÜÇÜK

ÖZET

Bu çalışmanın amacı, erken laktasyon peryodundaki sağmal ineklerin rasyonlarına katılan magnezyum oksit (MgO)’ in süt verim ve yağ oranı ile birlikte süt, idrar, dışkı ve rumen pH’ları ile bazı kan parametreleri üzerine etkisini değerlendirmekti. Çalışma iki aşamadan oluşmuştur. Birinci aşamada, doğum yaptıkları günden başlamak üzere 10 hafta süre ile (70 gün) Holstein ırkı süt inekleri rasyonlarına MgO katılmıştır. Toplam 60 adet süt sığırı her grupta eşit sayıda hayvan olmak üzere 3 gruba ayrıldı. I. grubun, normal rasyon (kontrol), II. grubun- normal rasyonuna 50 gram/baş/gün MgO ilaveli rasyon (50 gr MgO), ve III. grubun- normal rasyonuna 100 gram/baş/gün MgO ilaveli rasyon (100 gr MgO) tüketmeleri sağlandı. Çalış-manın ikinci aşamasında, laktasyonlarının ilk 70 gününde bulunan 60 adet süt sığırı her grupta eşit sayıda hayvan olmak üzere 3 gruba ayrılmıştır. İkinci aşamada ineklerin sırasıyla, 1- normal rasyon (kontrol), 2- normal rasyona 100 gr/baş/gün MgO ve 40 gr dikalsiyum fosfat (DCP)/baş/gün (100 gr MgO ve 40 gr DCP), ve 3- normal rasyona 100 gr/baş/gün MgO ve 80 gr/baş/gün DCP (100 gr MgO ve 80 gr DCP) ilave edilen rasyonları tüketmeleri sağlanmıştır. Çalışmanın birinci aşamasında laktasyondaki süt sığır rasyonlarına ilave edilen 50 ve 100 gr/baş/gün MgO uygula-ması, rasyonlarına MgO katılmayan ineklere oranla süt verimi-ni ve yemden yararlanmayı artırmıştır (P < 0.0001), rumen, dışkı, idrar ve süt pH’sını yükseltmiş (P < 0.0001) ancak süt yağının düşmesine neden olmuştur (P < 0.0001). Rasyonlarına MgO ilave edilen süt ineklerinden elde edilen plazma örnekle-rindeki Mg (P < 0.0001), Ca (P = 0.0167) ve P konsantrasyon-ları (P = 0.2678) MgO dozuna bağlı olmaksızın artmıştır. Süt inekleri rasyonlarına ilave edilen MgO plazma Cu, Se, Na, Mn, Ni ve Co konsantrasyonlarına etki etmemiştir (P ≥ 0.3419). Plazma Cr, Fe ve Zn konsantrasyonu rasyona katılan MgO varlığı ile birlikte doza bağlı olmaksızın artmıştır (P ≥ 0.0004). Plazma glikoz ve trigliserit konsantrasyonları rasyona ilave edilen 50 gr MgO dozundan etkilenmemiş ancak 100 gr MgO uygulaması ile birlikte artmıştır (P = 0.0473 ve P = 0.0432, sırasıyla). Çalışmanın ikinci aşamasında süt verimi ve yemden yararlan-ma rasyondaki 100 gr MgO’ya DCP ilavesi ile birlikte artmış (P < 0.0001) süt yağı ise azalmıştır (P < 0.0001). Rasyona ilave edilen MgO rumen pH’sını yükseltmiştir. Ancak MgO ile birlik-te 40 gr yerine 80 gr DCP ilavesi sonucu rumen pH’sı azalmış-tır (P < 0.0001). Rasyona ilave edilen MgO ve DCP, dışkı ve süt pH’sını yükseltmiş (P < 0.0001) ancak idrar ve rumen pH’sını 100gr MgO ve 40 gr DCP uygulaması daha çok artırmıştır (P < 0.0001). Çalışma sonuçlarına göre, laktasyonun ilk 70 gününde bulunan süt inek rasyonlarına ilave edilen 100 gram MgO ve 80 gram DCP süt verimini ve yemden yararlanma oranını artırmış an-cak süt yağını düşürmüştür. Laktasyonun ilk 70 gününde süt ineklerine normal rasyon Ca (%0.93), P (%0.46) ve Mg (%0.33) düzeyine ilave olarak, 100 gram MgO ve 80 gram DCP

ABSTRACT

The objective of the present work was to investigate the effect of dietary magnesium oxide (MgO) on milk yield milk fat per-centage, and pH of rumen, urine, feces, and milk as well as some blood parameters in lactating dairy cattle. The study contained 2 stages. In the first stage, a total of 60 Holstein dairy cows at first 70 days of lactation were divided into 3 groups, 20 each, and were fed either a control ration (control), a control ration with 50 gr/head/day MgO (50 gr MgO), or 100 gr MgO gr/head/day of control diet (100 gr MgO). At the second stage of the work was contained a total of 60 Holstein dairy cows at first 70 days of lactation were di-vided into 3 groups, 20 each, and were fed either a control ration (control), a control ration with 100 gr/head/day MgO plus 40 gr/head/day dicalcium phosphate (DCP) (100 gr MgO and 40 gr DCP) or 100 gr/head/day MgO plus 80 gr of DCP (100 gr MgO and 80 gr DCP) supplemented to the control diet. Supplementing MgO to the diet of lactating cows increased the milk yield and feed conversion rates (P < 0.0001), pH of ru-men, feces, urine and milk (P < 0.0001), but decreased the milk fat (P < 0.0001). Cows consumed the diet supplemented with MgO had greater plasma concentrations of Mg (P < 0.0001), Ca (P = 0,0167), and P (P = 0.2678) with increasing doze of MgO in the diet. However, there were no effects of dietary MgO in plasma concentrations of Cu, Se, Na, Ni and Co (P ≥ 0.3419). Plasma Cr, Fe and Zn concentrations increased in cows fed a diet supplemented with MgO (P ≥ 0.0004) with no increasing dose effects but with the presence of MgO. Plasma glucose and triglycieride concentrations increased only in cows fed a diet supplemented with 100 gr MgO (P = 0.0473 and P = 0.0432, respectively). At the second stage of the study, feeding cows with 100 gr of MgO and DCP resulted in an increase in milk yield and feed conversion rate (P < 0.0001) but a decrease in milk fat (P < 0.0001). Rumen pH decreased only in cows fed a diet supple-mented with 100 gr of MgO and 80 gr of DCP (P < 0.0001). Supplementing both MgO and DCP to the diet of lactating cows resulted in an increase in feces and milk pH (P < 0.0001) but a urine and rumen pH 100g MgO and increased more than 40 g DCP application (P <0.0001). Results of the present work indicated that cows fed a ration supplemented with 100 gr of MgO and 80 gr of DCP in the first 70 days of lactation increased milk yield and feed conversion with a decrease in milk fat. Therefore, it is recommended to supplement 100 gr of MgO and 80 gr of DCP in addition to the regular Ca (0.93%), P (0.46%) and Mg (0.33%) levels of the diet of cows during the first 70 days of lactation.

Anahtar kelimeler: İnek, magnezyum, DCP, süt verimi, pH Key words: Cow, magnesium, DCP, milk yield, pH

Page 74: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 43

KRONİK ALÜMİNYUM İNTOKSİKASYONU OLUŞTURULAN SIÇANLARDA DOĞAL BALIN BEYİN DOKUSU ÜZERİNE ETKİSİ

EFFECT OF NATURAL HONEY ON BRAIN TISSUE OF RATS WITH CHRONIC ALUMINIUM INTOXICATION

Kenan ÇALIŞKAN

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Farmakoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2014 Danışman: Doç. Dr. Hasan Basri ULUSOY

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Pharmacology Department

M Sc. Thesis, May 2014 Supervisor: Assort Prof. Hasan Basri ULUSOY

ÖZET Diyet ile maruz kalınan alüminyumun Alzheimer hasta-lığı ile ilişkili olduğuna dair bulgular olsa da aksi yönde bulgular ortaya koyan çalışmalar az değildir. Sunulan bu çalışmada, bir insanın yaklaşık olarak bir ömür boyu diyet ile maruz kalabileceği miktarda ve kronik olarak uygulanan alüminyumun oluşturacağı muhtemel nöro-lojik hasara karşı koruyucu olması beklenen doğal balın beyin dokusu üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Çalışmada Wistar Albino türü dişi yetişkin sıçanlar kul-lanılmıştır. Sıçanlar 5 gruba ayrılmıştır. Birinci grup kontrol grubudur. İkinci gruba sadece alüminyum klo-rür (4,2 mg/kg), üçüncü gruba alüminyum klorür ve doğal bal (0,1 g/kg), dördüncü gruba alüminyum (4,2 mg/kg) klorür ve doğal bal (1 g/kg) ve beşinci gruba alüminyum klorür ve doğal bal (10 g/kg) uygulanmış-tır. Üç ayın sonunda hayvanlar öldürülerek beyin doku-su çıkarılmış ve immünohistokimyasal ve diğer histolo-jik yöntemlerle incelenmiştir. Hematoksilen eozin ile boyamada kontrol grubuna ait beyin dokuları normal olarak gözlenmiş, deney grupla-rına ait beyin dokularında da herhangi bir patolojiye rastlanmamıştır. Beyin dokusundaki amiloid plakları ve nörof ibri le r d üğümle ri göste re bi le n Bielschowsky’nin gümüş nitrat boyası ile boyanan be-yin dokularında pozitif boyanma gözlenmemiştir. İmmunohistokimyasal çalışmalarda hem kontrol hem de deney gruplarında β-amiloid ve p-Tau proteinleri için pozitif boyanmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmanın bulguları, diyet ile maruz kalınabilecek miktarlardaki alüminyumun Alzheimer hastalığına yol açamayacağı yönündeki görüşleri desteklemektedir. Literatürdeki diğer çalışmaların aksine, herhangi bir nörolojik hasara rastlanılmaması genetik farklılıklara bağlanabilir. Ayrıca bulgular doğal balın çok yüksek miktarlarda bile önemli bir toksisitesinin olmadığına işaret etmektedir.

ABSTRACT Even though there are conclusions about connection between aluminum due to dietary exposure and Alz-heimer's disease, the studies indicating the opposite findings are not less. In this study, the effects of the natural honey in an amount of a personmay be exposed due to diet throughout its life and that is expect to pro-ductive against neurological damage of the aluminum caused by chronically administered were investigated. In the study female and adult Albino Wistar rats were used. The rats were divided into five groups. The first group is the control group. Only aluminum chloride (4,2 mg/kg) for the second group, aluminum chloride and natural honey (0.1 g / kg) for the third group, alu-minum chloride and natural honey (1 g / kg) for the fourth group and aluminum chloride and natural honey (10 g / kg) for the fifth group were administered. At the end of three months the rats were killed and their brain tissue removed was examined with immunohisto-chemical and histological methods. In the staining process with hematoxylin eosin, brain tissue of the control group was observed as normal. Any pathology in the brain tissues of the experimental groups was not found. In Bielschowsky’s the brain tis-sues stained with silver nitratethat can show Amyloid plaques and neurofibrillary tangles in brain tissue posi-tive staining was not observed. In immunohistochemi-cal studies in both control and experimental groups, positive staining has been found for β-amyloid and p-Tau proteins. The findings of this study support the view that an amount of the aluminum due to dietary exposure can-not lead to Alzheimer's disease. Unlike other studies in the literature, absence of any neurological damage can be attributed to genetic differences. The findings also indicate that even large quantities of natural honey have no significant toxicity.

Anahtar kelimeler: Alzheimer hastalığı, alüminyum intoksikasyonu, doğal bal, beyin dokusu

Key words: Alzheimer diseases, aluminum intoxication, naturel honey, brain tissue

Page 75: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

44

BESİ TİPİ BILDIRCIN CİVCİV YEMLERİNE KATILAN SELENYUM VE KROMUN CANLI PERFORMANS VE BAZI KAN PARAMETRELERİNE ETKİSİ

EFFECTS OF SELENIUM AND CHROMIUM SUPPLEMENTATION IN THE DIET OF QUAILS ON LIVE PERFORMANCE AND SOME BLOOD PARAMETERS

Kerim KILINÇ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları

Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2014

Danışman: Prof. Dr. Osman KÜÇÜK

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Animal Nutrition and Nutritional Diseases Department

M Sc. Thesis, May 2014 Supervisor: Prof. Dr. Osman KÜÇÜK

ÖZET Bu çalışmanın amacı bıldırcın yemine katılan selenyum (Se) ve kromun (Cr) canlı performans ve kan paramet-relerine etkisini araştırmak idi. Çalışmada 10 günlük yaşta toplam 90 bıldırcın (Coturnix coturnix Japonica) kullanılmış ve çalışma toplamda 30 gün sürmüştür. Çalışma, her grupta 30 bıldırcın olacak şekilde dizayn edilmiştir. Bıldırcınların, sırasıyla 1-kontrol karma ye-mi, 2-kontrol karma yemine 0,2 ppm Se (SeO2) ilaveli rasyon ve 3- kontrol karma yemine 0,2 ppm Se ve 500 ppm Cr (Na2Cr2O7.2H2O) ilaveli rasyon tüketmeleri sağlanmıştır. Selenyum ve Se+Cr uygulamasına tabi tutulan bıldırcın gruplarında CA düşüşleri yaşanmıştır (P ≥ 0,0238). Bıldırcın yemlerine ilave edilen Se, CA artışını yavaşlatmıştır ancak Se’ye ilave olarak yeme katılan Cr bu yavaşlamayı telafi etmiştir. Yem tüketimi yeme ilave edilen Se ile birlikte yükselmiş ancak yeme katılan Se+Cr durumunda bu yükseliş daha az olmuştur (P < 0,0001). Bıldırcın grupları arasında yemden yarar-lanma oranı değişmemiştir (P = 0,3220). Bıldırcın yem-lerine ilave edilen Se serum glikoz ve total protein kon-santrasyonlarını değiştirmez iken, Se ile birlikte yeme ilave edilen Cr serum glikoz konsantrasyonlarında yük-selmeye (P = 0,0036) total protein konsantrasyonların-da ise düşüşlere (P = 0,0189) neden olmuştur. Serum kolesterol ve trigliserit konsantrasyonları bıldırcın yemlerine ilave edilen Se veya Cr’dan etkilenmemiştir (P = 0,2026). Serum AST enzim aktivitesi Se uygulaması ile ancak özellikle Se+Cr uygulamaları ile birlikte düş-müştür (P = 0,0587). Serum Ca (P = 0,0009), P (P = 0,0720) ve Na (P < 0,0001) konsantrasyonları bıldırcın yemlerine Se ve Cr ilavesi ile birlikte düşmüştür. Ancak serum Mg ve Cl konsantrasyonları uygulamalardan etkilenmemiştir (P ≥ 0,2442). Serum Fe, Cu, Al ve Mn konsantrasyonları uygulamalar ile birlikte büyük oran-da yükselmiştir (P ≥ 0,0002). Bıldırcın rasyonlarına ilave edilen Se, serum Zn konsantrasyonlarını yükselt-miş ancak yeme ilave edilen Se+Cr ile birlikte serum Zn konsantrasyonları önemli düzeyde düşmüştür (P = 0,0027). Beklendiği üzere, bıldırcın yemlerine ilave edilen Se ve Cr serum Se ve Cr konsantrasyonlarını artırmış ancak yem Se ile birlikte ilave edilen Cr ise bu artışlarının daha fazla olmasını temin etmiştir (P < 0,0001). Sonuç olarak, Se ve Cr tek başına veya kombi-ne olarak bıldırcın yemlerine katıldığında performansı olumsuz etkilediğinden bıldırcın yemlerine fazladan katılması tavsiye edilmemektedir.

ABSTRACT The objective of this work was to investigate the effects of supplemental selenium (Se) and chromium (Cr) on live performance and some blood parameters in quails. A total of 90 10-day-old quails (Coturnix coturnix Japon-ica) were used, and the work was terminated after 30 days. The birds were randomly assigned to caging units, 30 birds each. Water and the diets were con-sumed by the birds ad libitum throughout the experi-ment. The quails were fed either 1- a basal diet, 2- the basal diet supplemented with either 0.2 ppm Se (SeO2) or 3- the basal diet supplemented with 0.2 ppm Se plus 500 ppm Cr (Na2Cr2O7.2H2O).Supplemental Se and Se+Cr resulted in a decrease in live weight gains (P ≥ 0.0238). Supplemental Se decreased the live weight gain but a combination of Se+Cr caused alleviation on this decrease. Feed consumption increased in quails fed a diet supplemented with Se; however, supplementing Se and Cr together decreased the feed consumption but still greater than that of control (P < 0.0001). Feed con-version ratio did not change among treatments (P = 0.3220). Selenium supplementation alone did not change the serum concentrations of glucose or total protein whereas Se+Cr treatment resulted in an in-crease in glucose (P = 0.0036) but a decrease in total protein concentrations (P = 0.0189). Serum cholesterol or triglycerides concentrations remained similar among treatments (P = 0.2026). Serum AST enzyme activity decreased with Se supplementation but more with Se+Cr treatments (P = 0.0587). Supplementing Se and Se+Cr to the diet of quails resulted in a decrease in serum concentrations of Ca (P = 0.0009), P (P = 0.0720) and Na (P < 0.0001) but no changes in Mg or Cl concen-trations (P ≥ 0.2442). Supplementing Se and Se+Cr to the diet of quails resulted in an increase in serum con-centrations of Fe, Cu, Al and Mn. Selenium treatment caused an increase in serum concentration of Zn but Se+Cr treatment resulted in a decrease in Zn concentra-tions (P = 0.0027). As expected, supplementing quail diets with both Se and Cr resulted in increases in serum concentrations of Se and Cr; however, as a combination of Se and Cr resulted in greater increases in the both serum concentrations (P < 0.0001). In conclusion, Se alone or as a combination with Cr supplementation to the diet of quails resulted in a depressed live perform-ance thus are not recommended in the diet.

Anahtar kelimeler: Bıldırcın, krom, selenyum, performans Key words: Quails, chromium, selenium, performance

Page 76: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 45

RATLARDA KARBON TETRAKLORÜR İLE OLUŞTURULAN KRONİK KARACİĞER HASARI ÜZERİNE ZERDEÇAL (CURCUMA LONGA) VE MERYEMANA DİKENİNİN (SİLYBUM MARİANUM) ETKİSİ

THE EFFECTS OF CURCUMA LONGA AND SILYBUM MARIANUM ON CARBON TETRACHLORIDE INDUCED CHRONIC HEPATIC DAMAGE IN RATS

Oktay BARAN

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Patoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Nisan, 2014

Danışman: Prof. Dr. Ayhan ATASEVER

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Veterinary Pathology

M Sc. Thesis, April, 2014 Supervisor: Prof. Dr. Ayhan ATASEVER

ÖZET

Bu çalışmada ratlarda karbon tetraklorür (CCl4) ile oluşturu-lan karaciğer hasarına karşı zerdaçal ve meryemana dikeninin lipid peroksidasyonu ve bazı biyokimyasal parametreler üzeri-ne koruyucu etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışmada 4-5 aylık, 60 adet (200-250 gr) Wistar albino cinsi rat kullanıldı. Kontrol grubuna tedavi uygulaması üç grup altında yapıldı. Birinci gruba bir hafta boyunca iki kere mısır yağı (Grup I), 5. gruba 100 mg/kg dozunda meryemana dikeni (Grup V), 6. gruba 80 mg/kg dozunda zerdaçal 12 hafta boyun-ca gavaj yöntemi ile verildi (Grup VI). Deney grubunda haftada iki kere 0,5 ml/kg CCl4 intraperitoneal olarak enjekte edildi (Grup II). Tedavi gruplarında ise, tedavi uygulaması 12 hafta boyunca iki grup altında yapıldı. CCl4+meryemana dikeni gru-bunda, CCl4 enjeksiyonunu takiben eş zamanlı 100 mg/kg dozunda meryemana dikeni gavaj ile verilirken (Grup III), CCl4+zerdaçal grubunda CCl4 enjeksiyonunu takiben eş zaman-lı 80mg/kg dozunda zerdaçal gavaj ile verildi (Grup IV). Deney sonunda karaciğer dokularının hem histopatolojik hem de serum biyokimyasal parametreleri incelendi. Kontrol ve deney gruplarının histopatolojik muayenelerinde kontrol gruplarında normal doku yapısı gözlenirken, karbon tetraklorür verilen grupta (Grup II) hepatositlerde yağ dejene-rasyonu, remark kordonlarının yapısında bozulma, hepatositlerde dejenerasyon, portal bölgede ve parankimde çoğunluğunu lenfositlerin oluşturduğu mononüklear hücre infiltrasyon alanları, özellikle portal bölgede daha belirgin olmak üzere parankime yayılmış bağ dokusu artışı ile ilgili lobulasyon oluşumu gözlendi. CCl4+meryemana dikeni (Grup III) ve CCl4+zerdaçal (Grup IV) gruplarında Grup II’dekine benzer şekilde karaciğer lezyonlarına rastlanıldı. Kontrol (Grup I), meryemana dikeni (Grup V) ve zerdaçal (Grup VI) verilen gruplara göre, CCl4 uygulanan tüm gruplarda (Grup II, Grup III, Grup IV) serum alanin aminotransferaz (ALT), Aspartat aminotransferaz (AST) ve düşük dansiteli lipoprotein (LDL) düzeylerinde artış; yüksek dansiteli lipoprotein (HDL)ve albümin değerlerinde ise düşüş görüldü. CCl4 verilen gruba (Grup II) göre CCl4+meryemana dikeni (Grup III) ve CCl4+zerdaçal (Grup IV) verilen grupların serum değerlerinde anlamlı bir değişim gözlenmedi. Kontrol grubu (Grup 1) ile meryemana dikeni (Grup V) ve zerdaçal (Grup VI) verilen grupların değerleri karşılaştırıldığında serum biyokim-ya değerlerinde anlamlı bir değişme olmadığı gözlendi. CCl4 verilen gruplarda (Grup II, Grup III, Grup IV) kontrol gru-buna göre (Grup 1) malondialdehit (MDA) ve nitrik oksit (NO) değerlerinde artış görüldü. CCl4 grubuna (Grup 2) göre CCl4+meryemana dikeni (Grup III) ve CCl4+zerdaçal (Grup IV) verilen grupta karaciğer MDA ve NO düzeylerinde önemli bir değişim tespit edilmedi. Sonuç olarak, bu çalışmada, oluşan karaciğer hasarının geri döndürülmesi amacıyla, zerdaçal ve meryemana dikeni verile-rek yapılacak yeni araştırmalarda değişik dozlarının kullanıl-ması ve etkilerinin belirlenmesine ihtiyaç olduğu sonucuna varılmıştır.

ABSTRACT

In this study was aimed to evaluate that protective efficacy of Curcuma longa and Silybum marianum on lipid peroxidation and some serum biochemical parameters in liver damage induced with carbon tetrachloride (CCl4) in rats. In the study, 60 Wistar albino rats with 4-5 months old (200-250 g) were used. Application of treatment in the control groups were performed with three groups. The group 1 was administrated corn oil twice for one week (Group I), group 5 was administrated 100 mg/kg silymarin (Group V) and group 6 was administrated 80 mg/kg turmeric (Group VI) for 12 weeks by oral gavage. In the experimental group was intraperitoneally injected 0,5 ml/kg CCl4 twice in a week (Group II). The aplication of treatment was performed two groups for 12 weeks in the treatment groups. While the 100 mg/kg silymarin was given in the CCl4+silymarin group by gavage (Group III), the 80 mg/kg turmeric was given in the CCl4+turmeric group following of the injection of 0,5 ml/kg CCl4 (Group IV). In the end of study, all liver tissues were examined both histopathological and serum biochemical parameters. While the normal tissue structure was observed in the control group in the histopathological examination of the experimental and control groups, it was shown that fatty degeneration in the hepatocytes, deterioration in the structure of remark cords, hepatocyte degeneration, mononuclear cell infiltration areas composed of majority lymphocytes in the portal area and parenchyma, especially at portal area increasing connective tissue spread to parenchyma related to formation of lobulation in the carbon tetrachloride (CCl4)-treated group (Group II). The liver lesions were found in the CCl4+silymarin (Group III) and CCl4+turmeric (Group IV) groups like the Group II. While the CCl4-treated groups (Group II, Group III, Group IV) were increased serum alanine aminotransferase (ALT), aspartate aminotransferase (AST) and low density lipoprotein (LDL) levels, high-density lipoprotein (HDL) and albumin values were decreased compared to Control (Group I), silymarin-treated (Group III), turmeric-treated (Group IV). The CCl4+silymarin (Group III), CCl4+turmeric (Group IV) were not observed a significant changes in serum levels compared to CCl4-treated group (Group II). It was observed that the serum biochemistry parameters were not significant change in the silymarin (Group V) and turmeric (Group VI) groups compared with control group (Group I). The malondialdehyde (MDA) and nitric oxide (NO) levels were increased in the CCl4-treated groups (Group II, Group III, Group IV) compared to control group (Group I). In the silymarin-treated (Group III) and turmeric-treated (Group IV) groups were no detected a significant change in the liver MDA and NO levels compared to CCl4-treated group (Group II). As a results, in this study it has been concluted that need to use various doses and detect of the effects in the future studies treated silymarin and turmeric, in order to reverse the liver damage.

Anahtar kelimeler: Karbon tetraklorür, karaciğer hasarı, meryemana dikeni, zerdaçal, rat

Key words: Carbon tetrachloride, curcuma longa, hepatotoxicity, silybum marianum, rat

Page 77: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

46

KOYUNLARDA HAEMONCHUS CONTORTUS'UN MOLEKÜLER KARAKTERİZASYONU VE BENZİMİDAZOL DİRENÇLİLİĞİNİN MOLEKÜLER OLARAK ARAŞTIRILMASI

MOLECULAR CHARACTERIZATION OF HAEMONCHUS CONTORTUS IN SHEEP AND MOLECULAR INVESTIGATION OF BENZIMIDAZOLE RESISTANCE

Zuhal ÖNDER

T.C. Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Parazitoloji Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Mayıs 2014 Danışman: Prof. Dr. Alparslan YILDIRIM

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Veterinary Parasitology

Ph D. Thesis, May 2014 Supervisor: Prof. Dr. Alparslan YILDIRIM

ÖZET

Bu çalışma, Kayseri yöresinde koyunlarda Haemonchus contortus'un mole-küler prevalansı ve karakterizasyonu ile benzimidazol dirençliliğinin moleküler olarak araştırılması amacıyla planlanmıştır. Bu amaçla 2012-2013 yılları arasında Kayseri’nin İncesu, Erkilet ve Bünyan ilçelerinde çeşitli koyunculuk işletmelerinde toplam 300 baş akkaraman ırkı koyun-dan tekniğine uygun olarak dışkı örneği toplanmıştır. Toplanan dışkılar çinko sülfat flotasyon yöntemi ile mikroskobik olarak parazit yumurta/ookistleri yönünden incelenmiştir. Konvansiyonel dışkı muayenesi sonu-cunda, incelemesi yapılan koyunların 244’ü (%73,2) çeşitli parazit yumur-ta ve/veya ookistleri yönünden pozitif bulunmuştur. En yaygın türler %48,3 ile Trichostrongylid tip etkenler belirlenmiş bunu sırasıyla %36,7 ile Marshallagia sp., % 28,3 ile Eimeria sp., %14,3 ile Nematodirus sp., %4,3 ile Moniezia sp. ve %1.7 ile Trichuris ovis izlemiştir. Trichostrongylid türlerle enfekte koyunlarda gram dışkıdaki yumurta sayısı (EPG) ortalama 120,3±53,5 olarak belirlenmiştir. EPG düzeylerinin 2 yaş üzeri koyunlarda iki yaş altına göre yaklaşık 2 kat yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05). Trcihostrongylid yumurtalar yönünden pozitif belirlenen 145 örneğin dışkılarından genomik DNA ekstraksiyonunu takiben elde edilen DNA’lar H. contortus tür spesifik ribosomal complete internal transcript spacer 2 (ITS-2 ) gen bölgesini amplifiye eden primerler ve TaqMan probu ile Real Time PCR analizine tabii tutulmuştur. İncelenen örneklerin 36’sı (%24,8) H. contortus yönünden pozitif belirlenmiş olup ortalama Ct (dR) değeri 30,9±3,38 bulunmuştur. Belirlenen Ct (dR) değerlerine göre >2 yaş gru-bunda paraziteminin ≤ 2 yaş grubuna oranla daha yüksek olduğu belirlen-miştir (p<0,05). Real Time PCR analizleri sonucu H. contortus pozitif belirlenen örneklerin filogenetik analizleri için ITS-2 rDNA ve mitokondriyal cytochrome oxidase subunit 1 (mt-COI) gen bölgelerini amplifiye eden spesifik primerler ile PCR analizleri gerçekleştirilmiştir. İzolatlara ait amplikonların PCR primerleri ile ve/veya klonlanlanıp plasmid pürifikasyonundan sonra sekans analizleri gerçekleştirilmiştir. Elde edilen izolatların GenBank kayıtları yapılmış ve dünyadaki benzer izolatlar ile çoklu hizalamaları yapılarak filogenetik analizleri gerçekleşti-rilmiştir. ITS-2 nükleotid sekansları ortaya konan 4 H. contortus izolatının (TrERUHcon04, TrERUHcon05, TrERUHcon06, TrERUHcon07) pairwise analizleri sonucu %100,0 identik oldukları, Dünyanın farklı bölgelerinden GenBank’a kayıtlı benzer izolatlarla ise ortalama %0,1 genetik farklılık gösterdikleri tespit edilmiştir. Mt-COI gen bölgesine göre incelenen izolatların (TrERUHcon01, TrERUHcon02, TrERUHcon03) pairwise analiz-leri sonucu %96,3-%100,0 identik oldukları, dünyada GenBank’a kayıtlı az sayıdaki izolatlarla ise %5,3±0,6 genetik farklılık gösterdikleri belirlenmiş-tir. Çalışmada H. contortus pozitifliği belirlenen 36 örnekte benzimidazol dirençliliğini araştırmak amacıyla β tubulin izotip-1 gen bölgesindeki duyarlı ve dirençli allellere spesifik TaqMan probları ve primerler ile Real time PCR analizleri gerçekleştirilmiştir. Real time PCR analizleri sonucu H. contortus popülasyonlarında benzimidazol dirençliliği açısından duyarlı allel sıklığı %87,12±16,19, dirençli allel sıklığı ise %12,88±16,19 olarak belirlenmiş ve bu farklılık istatistiksel açıdan önemli (p<0,05) bulunmuş-tur. Çalışmada ayrıca duyarlı ve dirençli allel sıklıklarına göre belirlenen bazı izolatlarda β tubulin izotip-1 gen bölgesinin sekansları belirlenmiş ve benzimidazol dirençliliği açısından tek nükleotid polimorfizmleri araştırıl-mıştır. Duyarlı allele ait izolatların hiçbirinde polimorfizm görülmezken dirençli allele ait iki izolatın β tubulin izotip-1 gen bölgesinin 200. kodonunda tek nükleotid polimorfizmi gösterdiği ve fenilalanin (TTC) amino asidinin tirozin amino asitine (TAC) dönüştüğü saptanmıştır. Du-yarlı ve dirençli allellere ait izolatların GenBank kayıtları gerçekleştirilmiş-tir. Sonuç olarak bu çalışma ile Türkiye’de ilk kez koyunlarda H. contortus’un moleküler prevalansı belirlenmiş ve genetik karakterizasyonu yapılmıştır. Çalışma ile araştırma yöresinde H. contortus popülasyonlarında benzimidazol dirençliliği moleküler olarak ortaya konmuş, duyarlı ve dirençli allel sıklıkları belirlenerek risk faktörleri saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar, dirençli H. contortus popülasyonu dinamikleri açısından tedavi ve ilaçlama yöntemlerinin gözden geçirilmesi ve alternatif stratejilerin oluşturulmasının zorunlu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

ABSTRACT This study was conducted to investigate the molecular prevalence and characterization of Haemonchus contortus and as well as benzimidazole resistance in H. contortus populations in sheep from Kayseri and vicinity. For this aim between 2012 and 2013 feces samples were techniqually collected from totally 300 Akkaraman sheep raised in several sheep farms in İncesu, Erkilet and Bünyan districts of Kayseri. Collected feces samples were analyzed by zinc sulfate flotation technique in order to investigate the parasite eggs/oocysts under light microscope. 244 (73.2%) out of examined sheep were found to be positive with several parasite eggs and/or oocysts. Trichostrongylids were found to be the most prevalent species with the raito of 48.3% and this ratio was followed by Marshallagia sp., Eimeria sp., Nematodirus sp., Moniezia sp. and Trichuris ovis with the ratios 36.7%, 28.3%, 14.3%, 4.3% and 1.7%, respectively. The mean egg per gram of feces (EPG) value in sheep infected with trichostrongylids was determined as 120.3±53.5. The EPG levels in sheep >2 years age group was determined twice higher than ≤2 years age group (p<0.05). Genomic DNA extractions were performed on 145 samples which were found positive for trichostrongylid eggs and TaqMan Probe based Real Time PCR analyses were done on the obtained DNAs with the specific primers and probe that amplified ribosomal complete internal transcript spacer 2 (ITS’s-2) gen region. 36 (24.8%) out of 145 samples were determined positive for H. contortus with a mean Ct (dR) value of 30.9±3.38. Parasitemia was deter-mined higher in >2 years age group than ≤2 years age group based on the obtained Ct (dR) values (p<0.05). In order to phylogenetic analyses of H. contortus in positive samples, PCR analyses were performed with the primer pairs specific to ITS-2 rDNA and mitokondriyal cytochrome oxidase subunit 1 gene regions (mt-COI). Sequence analyses of the isolates were done directly with PCR primers and/or after cloning and plasmid purifica-tions. The obtained isolates were deposited to the GenBank and phyloge-netic analyses were carried out by multiple alignments of the isolates with the similar ones available in GenBank in the world. The 4 H. contortus isolates (TrERUHcon04, TrERUHcon05, TrERUHcon06, TrERUHcon07) which the ITS-2 nucleotide sequences determined, showed 100.0% iden-tity to each other and 0.1% genetic difference with the isolates from differ-ent parts of the world in the GenBank. The pairwise analyses of the iso-lates (TrERUHcon01, TrERUHcon02, TrERUHcon03) characterized by Mt-COI sequences showed 96.3%-100.0% identity to each other and also they exhibited 5.3±0.6% genetic difference with the few isolates from the World in GenBank. TaqMan based Real Time PCR analyses were per-formed on totally 36 H. contortus positive samples with the primers and probes specific to β tubulin isotipe-1 gene region of sensitive and resistant alleles in order to investigate benzimidazole resistance. Sensitive and resistant allele frequencies by means of benzimidazole resistance in H. contortus populations were determined as 87.12%±16.19 and 12.88%±16.19, respectively in Real Time PCR assays and the difference between sensitive and resistant allele frequencies was found statistically significant (p<0.05). β tubulin isotipe-1 gene sequences of some isolates which were selected by means of sensitive and resistant allele frequencies were also determined and single nucleotide polymorphisms (SNPs) were investi-gated according to the benzimidazole resistance. No polymorphism was seen in all the isolates belong to sensitive allele whereas SNPs were de-tected in the codon 200 of the two isolates belong to resistant allele and transformation of phenylalanine (TTC) to tyrosine (TAC) at this codon was determined in both isolates. The isolates belong to sensitive and resistant alleles were also deposited to the GenBank. In conclusion, molecular prevalence and genetic characterization of H. contortus in sheep in Turkey were determined for the first time with this study. Benzimidazole resistance was molecularly detected in H. contortus populations in the research area and also risk factors were determined by revealing the sensitive and resistant allele frequencies. The obtained results from this study revealed that revising the treatment and disinfec-tion methods in terms of resistant H. contortus population dynamics and also producing new alternative strategies are essential.

Anahtar kelimeler: Benzimidazol dirençliliği, Haemonchus contortus, koyun, moleküler karakterizasyon, real time PCR

Key words: Benzimidazole resistance, Haemonchus contortus, sheep, molecular characterization, real time PCR

Page 78: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 47

KARNOZİNİN FARKLI DOZLARININ ANKSİYETE ÜZERİNE ETKİLERİNİN SEMPATİK DERİ CEVABI VE T LABİRENTLE ARAŞTIRILMASI

INVESTIGATION OF DOSE-RELATED EFFECTS OF CARNOSINE ON ANXIETY WITH SYMPATHETIC SKIN RESPONSE AND T-MAZE

Hale ACER

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Fizyoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2014 Danışman: Prof. Dr. Nazan DOLU

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physiology

M Sc. Thesis, May 2014 Supervisor: Assistant. Prof. Dr. Nazan DOLU

ÖZET KARNOZİN, Beta-alanin ve L-histidin amino asitlerinin oluşturduğu bir dipeptiddir. İskelet kasları ve merkezi sinir sistemini de kapsayan memeli dokularında bulu-nur. Antioksidan, anti-aging ve iskemik reperfüzyon üzerine etkileri gösterilmiştir. Sempatik aktivite üzeri-ne etkileri ile ilgili sınırlı çalışma vardır. Bu çalışmanın amacı, karnozinin sempatik aktivite ve anksiyeteye etkisini elektrodermal aktivite (EDA) ve yükseltilmiş T labirent ile araştırmaktır. EDA, ter bezlerini aktive eden sempatik deri cevabını ölçmektedir. Deri iletkenlik seviyesi (DİS), EDA’ nın bir parametresidir ve DİS’ de artma, artmış sempatik cevabı ve anksiyeteyi gösterir. Çalışma 40 sıçanda gerçekleştirildi. Karnozin dozları 10 (düşük doz, n=10), 100 (orta doz, n=10) ve 1000 (yüksek doz, n=10) mg/kg olarak ip yolla üç grup sıça-na enjekte edildi. Sham grubuna da (n=10) serum fiz-yolojik enjekte edildi. Enjeksiyondan 20 dakika sonra sıçanların anksiyete skorları yükseltilmiş T labirent ile ölçüldü. Daha sonra da DİS ölçüldü. Açık kola girme sayısı ile açık kolda harcanan zaman yüzdesi-nin azalması ve DİS’ in yükselmesi anksiyetenin arttığı-na işaret eder. Yüksek doz grubunda (p<0,000) açık kolda harcanan zamanın yüzdesi ve açık kola giriş sayısı, diğer gruplara göre daha düşük bulundu. DİS ise, orta doz ve sham grubuna göre, yüksek doz grubunda (t: z=-2,19, p=0,02; f: z=-2,04, p=0,04) daha yüksekti. Orta doz karnozin grubunda (t: z=-2,49p=0,013; f: z=-2,26, p=0,02) DİS, sham grubu ve yüksek doz karnozin grubuna göre daha düşük bulundu. Gruplar arası karşılaştırmada Kruskal Wallis testi, post-hoc olarak Mann Whitney U testi kul-lanıldı. EDA ve T labirent yöntemleriyle elde edilen sonuçlara göre yüksek doz karnozin (1000 mg/kg/ip), anksiyete benzeri etkileri artırmıştır. Orta doz karnozin (100 mg/kg/ip) ise anksiyolitik etki göstermiştir. Karnozinin anksiyeteye ilişkin yanıtlarının, doza bağlı etkilerine göre değiştiği sonucuna varılmıştır.

ABSTRACT

Carnosine is a dipeptide formed of the amino acids beta-alanine and histidine. It is located in mammalian tissues including those in the central nervous system and skeletal muscles. The effects of carnosine were shown on ischemia reperfusion injury, antioxidant and anti aging. There are limited studies about with effects on sympathetic activity. The purpose of this study, the effects of carnosine is to investigate on the sympathetic activity and anxiety with electrodermal activity (EDA) and elevated T labirent. EDA measures the skin conductance level (SCL) which innervating of sweat glands. SCL is a parameter of the EDA. Increased SCL shows that was raised of sympathetic response and anxiety. This study was carried out with 40 rats. Carnosine was injected to three groups of rat with doses at 10 (low dose, n=10), 100 (medium dose, n=10) and 1000 (high dose, n=10) mg / kg I.p. Physiological saline was injected to the sham group (n=10). The anxiety score of the rat were measured with elevated T maze 20 minutes after injection. Then, SCL was measured. Decreased the number of the entry into open arm, percentage of time spent in the open arm and higher SCL indicate higher anxiety. The number of the entry into open arm and percentage of time spent in the open arm were lower in the high dose group (p<0,000) than other groups. SCL was lower in medium dose (t: z=-2,49p=0,013; f: z=-2,26, p=0,02) of carnosine than high dose of carnosine and sham group. SCL was higher in high dose group (t: z=-2,19, p=0,02; f: z=-2,04, p=0,04) than medium dose and sham group. Comparisons between groups, Kruskal Wallis test, Mann Whitney U test was used for post-hoc analysis. High dose carnosine (1000 mg/kg/ip) increases anxiety-like effects for assessed in the SCL and T maze paradigms. Medium dose carnosine (100 mg/kg/ip) showed anxiolytic effect. The anxiety related responses of carnosine is deduced that depend on its dose-related effect.

Anahtar kelimeler: Karnozin, sempatik deri cevabı, anksiyete, sıçan, T labirent

Key words: Carnosine, sympathetic skin response, anxiety, rat, T maze

Page 79: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

48

TAVŞANLARDA ANTİGLOKOMATÖZ İLAÇLARIN GÖZ İÇİ BASINCI VE ORBİTAL KAN AKIMI ÜZERİNE ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI

EFFECTS OF TOPICAL ANTIGLAUCOMATOUS DRUGS ON INTRAOCULAR PRESSURE AND OCULAR BLOOD FLOW IN RABBİTS

Zafer DOĞAN

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Cerrahi Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Mayıs 2014 Danışman: Doç. Dr. Murat KİBAR

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Veterinary Surger

PhD. Thesis, May 2014 Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Murat KİBAR

ÖZET

Bu çalışmanını amacı sağlıklı tavşanlarda topikal olarak uygulanan travoprost/timolol kombinasyonu ve bu kom-binasyonda yer alan travoprost ile timololün göz içi ba-sıncı (GİB) ve orbital kan akımı üzerine etkilerini araştır-maktı. Çalışmada, kırk iki adet Yeni Zellanda ırkı tavşan kullanıl-dı. Bu tavşanlar üç gruba ayrıldı. Grup 1’de travoprost (%0,004), grup 2’de timolol (%0.5) ve grup 3’de travoprost/timolol kombinasyonu topikal olarak uygulandı. Tüm gruplarda sağ gözlere ilaç, sol gözlere ise %0.09 NaCl (kontrol) damlatıldı. Travoprost ve travoprost/timolol gruplarında günde 1 defa saat 08:00’de, timolol grubunda ise günde iki defa 08:00 ve 20:00’de olmak üzere 6 gün boyunca ilaç uygulandı. Göz içi basıncı ölçümleri rebound tonometre kullanılarak 08:00, 10:00, 14:00 ve 20:00’de olmak üzere günde 4 defa tekrarlandı. Aynı şekilde GİB değerleri uygulama öncesi 3 gün ve ilaç kesildikten son-raki 3 gün boyunca aynı saatlerde ölçüldü. İlaç kullanıl-maya başlamadan 1 hafta önce ve uygulamanın 6. günü renkli Doppler ultrasonografi kullanılarak siliyer arter’-den pik sistolik hız (PSH), diyastol sonu hız (DSH), rezistif indeks (RI), pulsatil indeks (PI) ve ortalama hız (Vort) değerleri alındı. Travoprost, timolol ve travoprost/timolol gruplarının GİB’e olan etkileri değerlendirildiğinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi (p>0.05). Ancak timololün diğer iki ilaca göre daha hızlı bir düşüş sağladığı (p<0.05) görüldü. Travoprost ve travoprost/timolol gruplarının ise timolole kıyasla daha uzun süre ve kalıcı GİB düşüşü sağladığı tespit edildi. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası ölçülen PSH, DSH, RI, PI ve Vort değerleri-nin gruplararsı değerlendirilmesinde fark görülmedi (p>0.05). Tüm grupların Doppler ultrasonografi verileri uygulama öncesi, uygulama sonrası ve kontrol grupları ile karşılaştırıldığında sadece travoprost grubunun RI ve PI değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir artış sap-tandı (p<0.05). Sonuç olarak travoprost, timolol ve travoprost/timolol gruplarının tavşanlarda GİB’e etkilerinin benzer olduğu, ancak timololün diğer iki ilaca göre daha hızlı bir GİB düşüşü sağladığı (p<0.05) tespit edildi. Akut glokomlarda hızlı GİB düşüşü sağlamak amacıyla timololün tavşanlar-da kullanılabileceği kanısına varıldı. Tavşanlarda kullanı-lan antiglokomatöz ilaçlardan timolol ve travoprost/timolol kombinasyonunun siliyer arter RI değeri üzerin-de, istatistiksel olarak anlamlı bir artış oluşturmadıkla-rından sağaltımda güvenle kullanılabileceği kanaatine varıldı.

ABSTRACT

To purpose of this study was to compare the effects of travoprost, timolol and travoprots/timolol fixed combination on the intraocular pressure (IOP) and ocular blood flow of healthy rabbits. Fourty two New Zealand white rabbits were randomly divided into three groups to receive: travoprost (0.004%) (group 1), timolol (0.5%) (group 2), and combination of travoprost/timolol (group 3). All drugs were instilled to the right eye of the rabbits while, the left eyes were administrated %0.09 NaCl (control). Travoprost and travoprost/timolol was applied topically once a day at 8 AM whilst, timolol was given twice a day at 8 AM and 8 PM for 6 days. The IOP measurements were performed by using rebound tonomter at 8 AM, 10 AM, 14 PM and 8 PM

during the 5 days of the treatment, 3 days before and 3 days after the treatment. Blood flow velocity in the ciliary artery was mesaured in both eyes using a colour Doppler imaging (CDI) 1 week prior to the treatment and last day of the treatment. Peak systolic velocitities (PSV), end-diastolic velocities (EDV), resistive indices (RI), pulsatile indices (PI) and mean velocities (Vmean) were also measured and recorded. There were no significant differences between the effects of travoprost, timolol and travoprost/timolol combination on IOP (p>0,05). However, the effect of timolol decreased more rapidly than the other two drugs (p<0.05). On the other hand, travoprost and travoprost/timolol groups provided longer and more permanent IOP drop compared to timolol. No differences were obtanined for the mean PSV, EDV, RI, PI and Vmean measured before and after treatment among the groups. When compared with control groups, RI and PI values were only significant in the travoprost group (p<0.05). As a result, the effects of travoprost, timolol and travoprost/timolol combination were similar in all groups; however, timolol exhibited a more rapid IOP drop than the other drugs. It can be concluded that, in an acute case of glaucoma, timolol can be used for a rapid IOP drop in rabbits. As, the topical treatment with timolol and travoprost/timolol combination in rabbits does not alter the silier artery RI values significantly, they can be used safely in the treatment of glaucoma.

Anahtar kelimeler: Glokom, renkli doppler ultrasonografi, tavşan, timolol, travoprost

Key words: Colour doppler imaging, glaucoma, rabbit, timolol, travoprost

Page 80: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 49

ERCİYES DAĞI AKARSULARINDA SİMULİUM TÜRLERİNİN ARAŞTIRILMASI VE MOLEKÜLER KLASİFİKASYONU INVESTIGATION AND MOLECULAR CLASIFICATION OF SIMULIUM SPECIES IN THE STREAMS OF ERCIYES

MOUNTAIN

Ahmet DEMİRCİOĞLU

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Parazitoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2014 Danışman: Prof. Dr. Abdullah İNCİ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Veterinary Parasitology

M Sc. Thesis, June 2014 Supervisor: Prof. Dr. Abdullah İNCİ

ÖZET

Bu çalışma, Erciyes dağı akarsularında simuliid türlerinin moleküler karakterizasyonunun yapılması amacıyla planlan-mıştır. Bu amaçla Mayıs-Eylül 2012 tarihleri arasında Erciyes dağı akarsularında üç istasyondan toplam 100 adet simuliid larva örneklemesi yapılmıştır. Toplanan larvaların önce mor-folojik ve kromozomal incelemeleri yapılmış daha sonra moleküler analize geçilmiştir. Morfolojik ve kromozomal anal-izler ile araştırma yöresinden toplanan 100 larvanın 20’sinin S. bezzi sitoform (Cyt) 2, 20’sinin S. bezzi Cyt 3, 50’sinin S. ornatum grup ve 10’unun ise S. velutinum olduğu tespit edilmiştir. Moleküler analizler için örnekleme istasyonların-dan seçilmiş toplam 4 larvadan genomik DNA ekstraksiyonu yapılmış ve elde edilen DNA’lar parsiyel mitokondriyal cyto-chrome oxidase subunit 1 ve ribosomal parsiyel 5.8S, com-plete internal transcript spacer 2 ve parsiyel 28S gen böl-gelerini amplifiye eden spesifik primerler ile PCR’a tabii tutul-muştur. İzolatlara ait amplikonların PCR primerleri ile klonlanlanıp plasmid pürifikasyonundan sonra sekans anal-izleri gerçekleştirilmiştir. Elde edilen izolatların GenBank kayıtları yapılmış ve dünyadaki benzer izolatlar ile Multiple alignmentları yapılarak filogenetik analizleri gerçek-leştirilmiştir. Mt-COI gen bölgesinin filogenetik analizi sonucu S. bezzii cytoform 2 ve cytoform 3 izolatları arasında %0,8 farklılık saptanmıştır. S. bezzii ve S. ornatum grup izolatları arasında %9,6±1,2, S. bezzii ve S. velutinum arasında 13,9±1,4 ve S. ornatum grup ve S. velutinum izolatları arasında ise %13,5±1,4 genetik farklılık tespit edilmiştir. Ribozomal 5.8S, ITS-2 ve 28S gen bölgelerinin nükleotid sekansları sonucunda S. bezzii (TrERUSimbe3) Dünyada ilk kez karakterize edilmiştir. TrERUSimbe3 izolatı GenBank’ta ilgili gen bölgesi yönünden kayıtlı Simulium izolatlarından en yüksek filogenetik yakınlığı %96,2 ile S. ornatum grubuna dâhil izolatlarla göstermiştir. Araştırma yöresinde karakterize edilen S. ornatum grup TrE-RUSimor izolatı ise en yüksek identikliği %99,7 ile aynı grupta yer alan S. trifasciatum ve S. ornatum izolatları ile göstermi-ştir. S. bezzii TrERUSimbe3 ve S. ornatum grup TrERUSimor izolatları arasında ise %3,7±1,0 genetik farklılık belirlenmiştir. Sonuç olarak bu çalışma ile Türkiye’de ilk kez Erciyes dağı akarsularında Simulium türlerinin morfolojik, kromozomal ve moleküler karakterizasyonları yapılmıştır. Bu çalışmayla Türkiye’de ilk kez S. bezzi cyt2, S. bezzi cyt3, S. velutinum ve S. ornatum izolatlarının mitokondriyal gen bölgesine göre karak-terizasyonları yapılarak filogenileri ortaya konmuş ve Gen-Bank kayıtları gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda araştırma yöresinden izole edilen S. bezzii Cyt 2 (TrERUSimbe2) ve S. ornatum grup (TrERUSimor) izolatlarının ribozomal gen böl-gesine göre moleküler analizleri sonucunda karakterizas-yonları yapılarak GenBank kayıtları gerçekleştirilmiş ve S. bezzii Cyt 2 izolatının ribozomal ITS-2 gen bölgesi Dünya’da GenBank’a kayıdı gerçekleştirilen ilk izolat olmuştur.

ABSTRACT This study was carried out to determine the molecular charac-terization of simuliid species in Strems of Erciyes Mountain. For this aim between May-September 2012, totally 100 simu-liid larvae collected from three collection sites. Morphological and chromosomal examination was performed before molecu-lar analyzes in collected larvae. 20 Simulium bezzi cytoform (Cyt) 2, 20 S. bezzi Cyt 3, 50 S. ornatum group and 10 S. veluti-num from totally 100 larvae were determined by morphologi-cal and chromosomal examination. For molecular analyses the genomic DNA extractions were utilized on 4 larvae selected from sampled area and PCR analyses were performed with the primer pairs that amplified mitochondrial partial cytochrome oxidase subunit 1 and ribosomal partial 5.8S, complete inter-nal transcript spacer 2 and partial 28S gene regions. Sequence analyses of the isolates were done with PCR primers after cloning and plasmid purifications. GenBank records of isolates were done and performing multiple alignments between the obtained isolates and other similar isolates from the world completed phylogenetic analyses. The pairwise analyses be-tween the S. bezzi Cyt2 and Cyt3 isolates characterized by Mt-COI sequences showed 5.3±0.6% genetic difference. The ge-netic difference between S. bezzii and S. ornatum group, S. bezzii and S. velutinum, S. ornatum group and S. velutinum isolates were determined as 9,6±1,2%, 13,9±1,4% and 13,5±1,4%, respectively. S. bezzii (TrERUSimbe3) isolate was firstly revealed in the world according to ribosomal 5.8S, ITS-2 and 25S gene region. The maximum identity rates between the TrERUSimbe3 isolate and S. ornatum group isolates within Simulium isolates from the world were determined as 96, 2% according to the phylogenetic analyses of ribosomal 5.8S, ITS-2 and 28S gene regions. S. ornatum group TrERUSimor isolate showed 99,7% identitity with S. trifasciatum and S. ornatum by phylogenetic analyses of ribosomal 5.8S, ITS-2 and 28S gene regions. Also genetic difference between the S. bezzii TrERUSimbe3 and S. ornatum group TrERUSimor isolates established as 3,7±1,0%. In conclusion, morphological, chromosomal and molecular characterization of Simulium sp. in Erciyes Mountain Strems in Turkey was determined for the first time with this study. S. bezzi cyt2, S. bezzi cyt3, S. velutinum and S. ornatum isolates were done molecular characterization and exhibited phylog-eny according to mt-COI gene region and were also deposited to the GenBank. While molecular characterization S. bezzii Cyt 2 (TrERUSimbe2) and S. ornatum group (TrERUSimor) iso-lates were detected according to ribosomal 5.8S, ITS-2 and 28S gene region and deposited to the GenBank. S. bezzii Cyt 2 isolate was initially recorded to the GenBank in the World.

Anahtar kelimeler: Simulidae, Erciyes Dağı, larva, molekü-ler karakterizasyon

Key words: Black fly, Erciyes Mountain, molecular classifica-tion, simuliidae

Page 81: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

50

AVANOS YÖRESİ SOKAK KÖPEKLERİNDE Dirofilaria immitis’in PCR İLE ARAŞTIRILMASI

INVESTIGATION OF Dirofilaria immitis IN STRAY DOGS BY PCR TECHNIQUE IN AVANOS PROVINCE

Feray YABANERİ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Parazitoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2014 Danışman: Prof. Dr. Abdullah İNCİ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Veterinery Parasitology

M Sc. Thesis, June 2014 Supervisor: Prof. Dr. Abdullah İNCİ

ÖZET Bu çalışma, Avanos ve çevresindeki köpeklerde filarial enfeksiyonların yayılışını tespit etmek amacıyla Mayıs-Eylül 2013 tarihleri arasında toplam 138 köpekte yapıl-mıştır. Bu amaçla alınan her kan örneği öncelikle natif, Modifiye Knott ve membran filtrasyon yöntemleri daha sonra Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR)’na tabii tutu-larak perifer kandaki mikrofilerler yönünden incelen-miştir. Kan örneği alınan köpeklerin yaş, cinsiyet ve ırkları kayıt altına alınmıştır. Yapılan analizler sonucu Avanos yöresindeki 138 köpeğin 3’ü (%2.17) Dirofilaria immitis pozitif olarak saptanmış, diğer filarial nematod enfeksiyonlarına rastlanmamıştır. Po-zitif bulunan 3 örneğin 2’si natif yöntem, modiye knott yöntemi ve membran filtrasyon yöntemi ile pozitif bu-lunmuştur. Konvansiyonel yöntemlerle pozitif bulunan 2 örnek de dahil olmak üzere toplam 3 örnek PCR tek-niği ile pozitif bulunmuştur. D. immitis mikrofilerlerinin natif yöntemde yavaş ve yılanvari hareket edip mikros-kop sahası dışına çıkmadığı, Modifiye Knott ve membran filtrasyon yöntemlerinde kılıfsız, ön kısmının konik biçimde sivrilerek sonlanıp kuyruklarının düz olduğu saptanmıştır. 5.8S-ITS2-28S ve cytochrome oxidase subunit 1 (COI) spesifik gen bölgelerini parsiyel olarak amplifiye eden primerler ile yapılan PCR sonucu pozitif belirlenen ve uygun konsantrasyon-da olan bir izolat jelden pürifiye edilerek her iki gen bölgesi için çift yönlü sekans analizlerine tabii tutul-muştur. Elde edilen sekans dizilimleri ilgili gen bölgele-ri yönünden blastn kıyaslaması yapılan GenBank veri tabanında kayıtlı Dünya'daki diğer bazı D. immitis izolatlarının gen dizilimlerinin filogenetik analizleri ve pairwise kıyaslamaları yapılmıştır. Yapılan analizler sonucu Avanos yöresinden elde edilen D. immitis izolatının 5.8S-ITS2-28S gen bölgesinin pairwise kıyas-lamalarına göre dünyadan alignmenta dahil edilen di-ğer izolatlarla %99.5-%100 oranlarında, parsiyel COI gen bölgesinin pairwise kıyaslamalarına göre ise %94.3-%100 oranlarında identiklik gösterdiği belirlenmiştir. Sonuç olarak, bu çalışma ile Avanos yöresi sokak kö-peklerinde ilk kez D. immitis enfeksiyonlarının molekü-ler prevalansı belirlenmiş ve elde edilen izolatın 5.8S-ITS2-28S ve COI gen bölgelerinin moleküler karakterizasyonu ve filogenetik analizi yapılmıştır.

ABSTRACT This study was carried out between May-September 2013 to determine the prevalence of filarial infections in 138 dogs in Avanos and vicinity. For this aim, first all blood samples were examined by wet mount (direct microscopic examination), Modified Knott’s and mem-brane filtration techniques and then by using Poly-merase Chain Reaction techniques in order to detect the circulating microfilaria in peripheral blood. The age, sex and breed of dogs were recorded. Three (%2.17) out of 138 dog blood samples were found to be Dirofi-laria immitis positive whereas no other filarial species were found in Avanos and vicinity. Two out of 3 posi-tive samples were found by wet mount (direct micro-scopic examination), Modified Knott’s and membrane filtration techniques and totally three sample were found positive by only using PCR technique. The micro-filaries of D.immitis observed to exhibit sluggish and undulating movements and not to move across the field of view in the wet mount technique and in the Modified Knott and membrane filtration techniques, microfilar-ies determined to be unsheathed, tapered conically from the anterior extremity and straight tailed. Ge-nomic DNAs from blood samples were analyzed by PCR using the primers specific to cytochrome oxidase sub-unit 1 (COI) and 5.8S-ITS2-28S gene regions. The am-plified fragments were sequenced in both directions using the same primers. Pairwise analyses of the ob-tained DNA sequences and multiple alignments with some other D. immitis strains from different groups available in the GenBank were done and phylogenies were investigated. The identity rates between the ob-tained D. immitis isolate and other isolates form the world was determined as 99.5%-100% and 94.3%-100% according to the phylogenetic analyses of 5.8S-ITS2-28S and COI gene regions, respectively. In conclusion, the molecular prevalence of D. immitis from stray dogs of Avanos region was firstly revealed and the molecular characterization and phylogenetic analyses of 5.8S-ITS2-28S and COI gene regions of the obtained isolate were investigated with this study.

Anahtar kelimeler: Dirofilaria immitis, köpek, mikrofiler, prevalans, moleküler karakterizasyon, Avanos

Key words: Dirofilaria immitis, dog, microfilaria, prevalence, molecular characterization, Avanos

Page 82: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 51

KAYSERİ YÖRESİNDEKİ SIĞIRLARDAN TOPLANMIŞ KENE TÜRLERİNDE BABESIA BOVIS VE BABESIA BIGEMINA’NIN REAL TİME PCR YÖNTEMİ İLE ARAŞTIRILMASI

INVESTIGATION OF BABESIA BOVIS AND BABESIA BIGEMINA IN TICK SPECIES COLLECTED FROM CATTLE IN KAYSERI PROVINCE BY REAL TIME PCR

Tugba MEYILLI

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Parazitoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2014 Danışman: Yrd. Doç. Dr. Önder DÜZLÜ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Veterinary Parasitology

M Sc. Thesis, June 2014 Supervisor: Assist. Prof. Dr. Onder DUZLU

ÖZET Bu çalışma, Kayseri yöresindeki sığırlardan toplanmış ergin ixodid kenelerden oluşturulan DNA havuzlarında Babesia bovis ve B. bigemina’nın Real Time PCR ile araştırılması ve saptanan izolatların moleküler karakterizasyonlarının belir-lenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla, daha önce Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından “Sığırlarda Görülen Theileria ve Babesia Türlerinin Vektör Kenelerde Moleküler Biyolojik Teşhisi” isim ve 2824 koduyla desteklenmiş araştırma projesi kapsamında sığırlardan top-lanmış toplam 1115 ergin ixodid keneden oluşturulmuş genomik DNA havuzlarının nanodrop spektrofotometre ile konsantrasyonları belirlenmiş ve moleküler analizler için optimal konsantrasyonlar hazırlanmıştır. Genomik DNA ekstraktlarının B. bovis ve B. bigemina için sırasıyla msa2c ve rap-1 gen bölgelerini amplifiye eden spesifik primerlerle Sybergreen ve TaqMan prob bazlı Real Time PCR analizleri gerçekleştirilmiştir. İncelemesi yapılan 38 adet genomik DNA havuzunun 8’inde (%21,0) B. bigemina, 2’sinde (%5,2) B. bovis pozitifliği saptanmıştır. İncelenen örneklerde miks enfeksiyo-na rastlanmamıştır. B. bigemina pozitif örneklerin 4’ü Rhipicephalus (Boophilus) annulatus, 1’i Hyalomma marginatum marginatum, 2’si Rhipicephalus turanicus ve 1’i H. anatolicum anatolicum havuzlarında saptanırken, B. bovis pozitif örneklerin her ikisi de H. m. marginatum havuzunda tespit edilmiştir. Ct (dR) değerleri B. bovis pozitif örneklerde ortalama 37,71, B. bigemina pozitif örneklerde ise 35,75 sap-tanmıştır. Moleküler karakterizasyon amacıyla pozitif belirle-nen örneklerde B. bovis ve B. bigemina için sırasıyla msa2c ve rap-1a gen bölgelerini amplifiye eden spesifik primerler ile konvansiyonel PCR ve nested PCR analizleri yapılmıştır. B. bovis pozitif izolatlarda parazitemi çok düşük olduğundan dolayı uygun DNA bant profilleri belirlenemezken, B. bigemina pozitif 8 örnekten ise sadece 2’sinin agaroz jel üzerinde sekans analizleri için uygun DNA bant profilleri gösterdiği saptanmış-tır. Söz konusu izolatların pürifiye edildikten sonra rap-1a gen bölgesi filogenetik analizler için sekanslanmıştır. B. bigemina izolatlarının (BbigrapKys1-BbigrapKys2) rap-1a gen bölgesi-nin filogenetik analizi sonucunda kendi aralarında %100 iden-tiklik, dünyadan alignmenta dahil edilen diğer izolatlarla ara-larında %1,0±0,5 ve Türkiye’den daha önce girilmiş izolatlarla aralarında %0,7±0,4 genetik farklılık belirlenmiştir. Sonuç olarak bu çalışma ile Kayseri yöresindeki sığırlarından toplanmış kenelerden oluşturulmuş genomik DNA havuzların-da B. bovis ve B. bigemina’nın varlığı ve yaygınlığı, diğer mole-küler tabanlı teşhis yöntemlerine göre sensitivite ve spesifitesi oldukça yüksek olan Real Time PCR tekniği ile ortaya konmuş-tur. Elde edilen Ct (dR) değerlerine göre enfekte sığırlarda her iki türün de düşük parazitemiye sahip olduğu görülmüştür. Bu açıdan özellikle rezervuar hayvanların ortaya konmasında Real Time PCR’ın oldukça avantajlı ve güvenilir bir yöntem olduğu dikkati çekmiştir. Ayrıca bu çalışma, Türkiye ve dünya-da B. bovis ve B. bigemina’nın kenelerde Real Time PCR ile araştırıldığı ilk çalışmadır.

ABSTRACT

This study was carried out to investigate Babesia bovis and B. bigemina in genomic DNA pools consisted from adult ixodid ticks collected from cattle in Kayseri region by Real Time PCR and to determine the molecular characterization of the iso-lates. For this aim, the concentrations of the obtained DNA pools consisted from totally 1115 adult ixodid ticks collected from cattle with a previous project called “Molecular Biologi-cal Diagnosis of Cattle Theileria and Babesia species in Vector Ticks” financially supported by Erciyes University Research Fund (EUBAP-Project Number 2824) were analyzed by nano-drop spectrophotometry and optimal concentrations were prepared for the molecular analyses. Sybergreen and TaqMan probe based real time PCR analyses were carried out with B. bovis and B. bigemina specific primer pairs which amplify msa-2c and rap-1a gene regions, respectively. Totally 8 (21.0%) and 2 (5.2%) of the 38 genomic DNA pools were found to be infected with B. bigemina and B. bovis, respectively. No mix infection was detected in the examined samples. Of the B. bigemina positive samples four, one, two and one were deter-mined in Rhipicephalus (Boophilus) annulatus, Hyalomma marginatum marginatum, Rh. turanicus and H. anatolicum anatolicum pools whereas both two positive B. bovis samples were detected in H. m. marginatum pools. The Ct (dR) values were determined as average 37.71 and 35.75 in B. bovis and B. bigemina positive samples, respectively. For the molecular analyses, conventional and nested PCR analyses were per-formed with B. bovis and B. bigemina specific primer pairs which amplify msa-2c and rap-1 gene regions in positive sam-ples. It was detected that 2 of 8 for B. bigemina positive sam-ples exhibited suitable DNA band profiles in the agarose gel for sequence analyses and no B. bovis positive samples showed suitable DNA bands because of the weak parasitemia level. These isolates were sequenced with respect to rap-1a gene region for phylogenetical analyses after gel purification. Ac-cording to the phylogenetic analyses of rap-1a gene region of B. bigemina isolates (BbigrapKys1-BbigrapKys2), 100.0% identity with each other and average 1,0±0,5%, and 0,7±0,4 % genetic distance were detected with some other isolates in the world and in Turkey, respectively. In conclusion, the presence and prevalence of B. bovis and B. bigemina in genomic DNA pools consisted from ticks collected from cattle from Kayseri province were exhibited by Real Time PCR, which is more sensitive and more specific than the other molecular based diagnostic techniques, in this study. According to the Ct (dR) values, it was seen that both B. bovis and B. bigemina species have low parasitemia in cattle. Real Time PCR technique was found to be quite advantageous and reliable in the diagnosis of reservoir animals. In addition, this was the first study in Turkey and in the world about the mo-lecular investigation of B. bovis and B. bigemina in ticks by Real Time PCR.

Anahtar kelimeler: Babesia bovis, Babesia bigemina, kene, Real Time PCR, moleküler karakterizasyon, Kayseri

Key words: Babesia bovis, Babesia bigemina, tick, Real Time PCR, molecular characterization, Kayseri

Page 83: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

52

KAYSERİ YÖRESİNDEN TOPLANMIŞ CULEX PIPIENS (DIPTERA: CULICIDAE) TÜRLERİNİN BESLENME EĞİLİMLERİNİN MOLEKÜLER YÖNTEMLERLE SAPTANMASI

BLOOD MEAL IDENTIFICATION OF CX. PIPIENS (DIPTERA: CULICIDAE) COLLECTED FROM KAYSERİ PROVINCE BY MOLECULAR TECHNIQUES

Seval KORKMAZ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Parazitoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2014 Danışman: Prof. Dr. Alparslan YILDIRIM

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Veterinery Parasitology

M Sc. Thesis, June 2014 Supervisor: Prof. Dr. Alparslan YILDIRIM

ÖZET Bu çalışma, “Dirofilaria immitis’in Vektör Sivrisineklerde Moleküler Biyolojik Tanısı ve Kayseri Yöresinde Vektör Sivri-sineklerin Ekolojisi” isimli ve 107O533 kodlu TÜBİTAK araş-tırma projesi kapsamında Kayseri yöresinden toplanmış ve uygun şartlarda muhafaza edilmiş olan sivrisinekler üzerin-de yürütülmüş olup çalışmada Cx. pipiens tür kompleksinin moleküler karakterizasyonu ve ergin dişilerin kan beslenme-sinde konak tercihleri ile konak spekturumlarının ortaya konması amacıyla planlanmıştır. Bu amaçla toplam 1284 ergin dişi sivrisinek morfolojik olarak incelenmiş ve 376’sı (%28,4) Cx. pipiens olarak teşhis edilmiştir. Ergin dişi Cx. pipiens örneklerinden genomik DNA ekstraksiyonu yapılmış ve mitokondrial cytochrome oxidase I (mt-COI) gen bölgesi parsiyel olarak amplifiye eden primerler ile PCR analizine tabii tutulmuştur. Amplifikasyon sonucu uygun bant profille-ri gösteren örneklerden seçilen 2 izolat jel pürifiye edildikten sonra moleküler karakterizasyon ve filogenetik analizler amacıyla sekanslanmıştır. Parsiyel mt-COI nükleotid sekans-ları ortaya konan TrERUCxpip01 (GenBank aksesyon: KJ858517) ve TrERUCxpip02 (GenBank aksesyon: KJ858518) izolatlarının pairwise analizleri sonucu %100,0 identik oldukları belirlenmiş, Dünyanın farklı bölgelerinden GenBank’a kayıtlı diğer Cx. pipiens izolatlarıyla ise ortalama %0,3±0,1 genetik farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Ergin dişi Cx. pipiens örneklerinden bireysel olarak elde edilen genomik DNA’lar kanatlı ve memeli mitokondrial cyt b gen bölgesini spesifik olarak amplifiye eden primerler ile PCR analizleri gerçekleştirilmiş ve toplam 376 örneğin 148’i (%39,4) kanatlı ve/veya memeli kanı yönünden pozitif bulun-muştur. Pozitif belirlenen örneklerin toplam 43’ü yalnızca memeli, 98’i yalnızca kanatlı, 7’si ise hem kanatlı hem de memeli kanı yönünden pozitif belirlenmiştir. Beslenme eği-limlerinin istatistiksel analizinde Cx. pipiens için kanatlı terci-hi önemli bulunmuştur (p<0,05). Konak kanı yönünden pozi-tif belirlenen örneklerden kanatlı için 15, memeli için de 15 izolat klonlandıktan sonra konak türü tayini için elde edilen plasmidler sekans analizine tabii tutulmuştur. Plasmidlerden elde edilen mt-cyt b sekanslarının GenBank’ta blastn analiz-leri sonucu konak türü identifikasyonları yapılmıştır. Kanatlı konak kanı pozitif 15 izolattan 9’unun Passeriformes takı-mında, 3’ünün Accipitriformes, 2’sinin Columbiformes ve birinin de Strigiformes takımında yer alan kanatlı türlerin-den kan emdiği belirlenmiştir. Memeli konak kanı pozitif 15 izolattan ise 6’sı insan, 4’ü sığır, 3’ü koyun, 2’si de köpek kanı pozitif saptanmıştır. Sonuç olarak bu çalışma ile Türkiye’de ilk kez Cx. pipiens tür kompleksi üzerine morofolojik ve moleküler analizler bir arada kullanılarak karakterizasyon, filogeni ve kan beslen-mesinde konak tercihi ve spekturumunun belirlenmesine yönelik bilimsel veriler elde edilmiştir.

ABSTRACT This study was conducted on the mosquito specimens which were collected within the scope of the TUBITAK research project titled “Molecular Biological Diagnosis of Dirofilaria immitis in Vector Mosquitoes and The Ecology of Vector Mosquitoes in Kayseri Province” with project code 107O533 and preserved suitable conditions. The study was performed to determine the molecular characterization and, blood-meal analyses and host spectrum of the Cx. pipiens species com-plex collected from Kayseri region. For this aim totally 1284 female adult mosquito specimen were morphologically ana-lyzed and 376 (28.4%) were identified as Cx. pipiens. Ge-nomic DNAs were extracted from the individual Cx. pipiens specimens and mithocondrial cytochrome oxidase I (mt-COI) gen regions were partially amplified with the related primers in PCR. After the amplifications 2 isolates with suitable band profiles were gel purified and sequenced in order to molecu-lar characterization and phylogenetic analyses. The isolates TrERUCxpip01 (GenBank accession: KJ858517) and TrE-RUCxpip02 (GenBank accession: KJ858518) which the nu-cleotide sequences were determined showed 100.0% iden-tity to each other and 0.3±0.1 genetic difference was found with the other Cx. pipiens isolates from several regions in the world available in the GenBank. The genomic DNAs obtained from individual Cx. pipiens specimens were also PCR ana-lyzed with the primer pairs that amplified avian and mam-malian mithocondrial cyt b gen region. 148 (39.4%) out of 376 specimens were found to be positive for avian and/or mammalian blood-meal. 43, 98 and 7 of the positive speci-mens were found as only mammalian, only avian and both avian and mammalian blood-meal. The statistical analyses of host tendency in blood-meal revealed that avian preference was more important for the Cx. pipiens (p<0.05). Each 15 blood-meal positive specimens for avian and mammalian hosts were selected and cloned, and the obtained plasmids were sequenced in order to determine the host species. The mt-cytb sequences obtained from the plasmids were ana-lyzedby blastn in the GenBank and host species were deter-mined. 9, 3, 2 and 1 out of the 15 avian blood-meal positive isolates were found to blood feed from the avian species in the Passeriformes, Accipitriformes, Columbiformes and Strigiformes orders, respectively. 6, 4, 3 and 2 out of mam-malian blood-meal positive isolates were determined to blood feed from humans, cattle, sheep and dogs, respectively. In conclusion, scientific data about the characterization, phylogeny, host preference and spectrum in blood-meal of the Cx. pipiens species complex were revealed for the first time in Turkey with this study.

Anahtar kelimeler: Cx. pipiens, vektör, ekoloji, moleküler teşhis, Kayseri

Key words: Cx. pipiens, vector, ecology, molecular diagnosis, Kayseri

Page 84: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 53

ORTA ÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİN FİZİKSEL AKTİVİTE VE FİZİKSEL UYGUNLUK DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ

THE EVALUATION OF SECONDARY SCHOOL STUDENTS PHYSICAL ACTIVITY AND PHYSICAL FITNESS LEVEL

Kenan KOÇ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi Ve Spor Bilimleri Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2014 Danışman: Doç. Dr. Yahya POLAT

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physicial Education and Sport

M.Sc. Thesis, May 2014 Supervisor: Doç. Dr. Yahya POLAT

ÖZET Araştırmada orta öğretim öğrencilerinin fiziksel uygun-luk düzeyleri ile fiziksel aktivite düzeylerinin incelen-mesi amaçlanmıştır. Araştırmaya 15 yaş grubunda 30, 16 yaş grubunda 37 ve 17 yaş grubunda 33 olmak üze-re toplam 100 erkek öğrenci, 15 yaş grubunda 34, 16 yaş grubunda 35 ve 17 yaş grubunda 31 olmak üzere toplam 100 bayan öğrenci, gönüllü olarak katılmıştır. Gönüllülerin ağırlık, boy, dikey sıçrama, 30 m. sprint, max. VO2, esneklik ve toplam enerji kaybı, beden kitle indeksi, esneklik, aktivite düzeyleri, vücut yağ yüzdesi, sağ ve sol pençe kuvveti parametreleri ölçülmüştür. Gönüllülerin ölçülen değerleri SPSS adlı paket program aracılığı ile bağımsız ‘t’ ve One Way ANOVA testleri uygulanarak hesaplanmıştır. Erkek gönüllülere ait beden kitle indeksi, max.VO2, 30 m. sprint, dikey sıçrama, vücut yağ yüzdesi, fiziksel aktivite düzeyi, sağ ve sol pençe kuvvetleri parametre-lerinde gruplar arası anlamlı farklılıklara rastlanma-mıştır (p>0.05). Erkek gönüllülerin ağırlık, boy, esnek-lik ve toplam kalori kaybı parametrelerinde gruplar arası anlamlı farklılıklara rastlanmıştır (p<0.05, p<0.01 ve p<0.001). Toplam enerji kaybı, ağırlık ve boy değer-lerinin yaş artışına paralel olarak artış gösterdiği görül-mektedir. Esneklik değerlerinde ise yaş artışına bağlı olarak önemli azalmalar bulunmuştur. Erkek gönüllüle-rin aktivite düzeylerinin incelendiğinde anlamlı farklı-lıklar bulunamazken, yaş artışına bağlı olarak kalori kaybının arttığı görülmektedir. Kız gönüllülere ait ağırlık, beden kitle indeksi, esneklik, aktivite düzeyleri ve vücut yağ yüzdesi parametrelerin-de gruplar arası anlamlı farklılıklara rastlanmamıştır (p>0.05).Kız gönüllülerin boy, esneklik ve toplam enerji kaybı parametrelerinde gruplar arası anlamlı farklılık-lara rastlanmıştır (p<0,05, p<0,01 ve p<0,001). Dikey sıçrama, 30 m. Sprint, boy, Max.VO2, sağ ve sol pençe kuvveti parametrelerinde büyümeye paralel lineer bir artış gözükmektedir. Kız gönüllülerin farklı yaş grupla-rında aktivite düzeyleri ve toplam kalori kayıplarının incelenmesi sonucunda önemli farklılıklar bulunama-mıştır (p<0.05).Sonuç olarak; Erkek çocukların esneklik değerleri büyüme arttıkça azalma eğiliminde iken, di-ğer parametrelerde artış gözlenmektedir. Kız çocukla-rın ölçülen parametrelerinde ise doğrusal bir artış ya da azalış görülmemektedir.

ABSTRACT

This research aims to investigate the level of physical convenience and the level of physical activity of the students in secondary school.100 schoolboys and 100 schoolgirls have participated in the research voluntarily. Among 100 schoolboys, there are 30 boys at the age of 15, 37 boys at the age of 16 and 33 boys at the age of 17. Among 100 schoolgirls, there are 34 girls at the age of 15, 35 at the age of 16 and 31 at the age of 17. Volunteers weights, heights, vertical jump, 30 m sprint, max VO2, flexibility and the loss of total energy, body fat percentage, body mass index , flexibility, activity levels, the parameters of right and left pounce power have been measured. Free “t” and One Way ANOVA tests have been applied by SPSS program for the measured values of volunteers.According to male volunteers’ body mass index ,body fat percentage , max. Vo2, 30 metres sprint, vertical jump, physical activity level, right and left pounce power parameters, there were no a significant differences among groups(p>0.05). However, according to male volunteers’ parameters of weight, height, flexibility and the loss of total energy, significant differences have been found (p<0.05, p<0.01 and p<0.001). It has been seen that the values of the loss of total energy, weight and height have increased in paralel to the increase in the age. On the other hand; the values of flexibility have significantly decreased with age. Analyzing the activity levels of male volunteers indicated no significant differences, depending on the increase in age has increased energy loss.According to female volunteers’ parameters of weight, body mass index, flexibility, activity levels and body fat percentage, there hasn’t been a significant difference among the groups (p>0.05). However; according to female volunteers’ parameters of height, flexibility and the loss of total calories, significant differences have been seen (p<0,05, p<0.01 and p<0.001). On the other hand, there has been seen a paralel linear increase to growing in the parameters of vertical jump, 30 m. sprint, height, max VO2, right and left pounce power. Girls activity levels in different age groupsof volunteers and examined the significant differences in total energy loss could not be detected (p<0.05).In conclusion, regarding the increase in age, while the schoolboys’ flexibility values tend to decrease, other parameters tend to increase. There hasn’t been seen a linear increase or decrease in the measured parameters of the schoolgirls.

Anahtar kelimeler: Fiziksel uygunluk, fiziksel aktivite, orta-öğretim

Key words: Physical fitness, physical activity, secondary school

Page 85: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

54

DİYABETLİ YAŞLILARDA AYAK BAKIMINI GELİŞTİRMEDE EĞİTİM VE İZLEMİN ETKİSİ EFFECT OF EDUCATION AND MONITORING ON DEVELOPING FOOT CARE OF ELDERLY WITH

DIABETES MELLITUS

Saadet CAN ÇİÇEK

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı Doktora Tezi, Mayıs 2014

Danışman: Prof. Dr. Feray GÖKDOĞAN

Erciyes University, Graduate School of Sciences,

Department of Nursing PhD. Thesis, May 2014

Supervisor: Prof. Dr. Feray GÖKDOĞAN

ÖZET Diyabetik ayak mortalite ve morbiditeyi arttıran, yaşam kalitesini düşüren, ağır iş gücü ve organ kayıplarına yol açan, iyileşme süreci uzun olan önemli komplikasyon-lardan biridir. Diyabetli yaşlılarda periferik nöropati, ayak deformiteleri ve periferik arteryal hastalıklar baş-ta olmak üzere yaşa bağlı görme yetersizliği, yürüme anormallikleri, hareket azlığı ve tıbbi hastalıklar ayak sorunları için risk faktörlerini oluşturmaktadır. Kont-rollü deneysel nitelikteki bu araştırma, diyabetli yaşlı-larda ayak bakımını geliştirmede eğitim ve izlemin etki-sini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma Eylül 2012 –Eylül 2013 tarihleri arasında Bolu Valiliği Yaşlı Merkezi ve İzzet Baysal Devlet Hastanesi Diyabet Eği-tim ve İzlem Birimi’ne kayıtlı diyabetli yaşlılardan çalış-ma kriterlerine uyan 45 müdahale, 45 kontrol grubu olmak üzere toplam 90 diyabetli yaşlı ile yapılmıştır. Araştırma öncesi hastalardan bilgilendirilmiş gönüllü olur, kurumdan ve etik kuruldan yazılı izin alınmıştır. Araştırma verilerinin toplanmasında “Hasta Tanıtım Formu”, “Ayak Muayene Formu”, “Diyabetik Ayak Bilgi Ölçeği” ve “Ayak Bakımı Davranış Ölçeği” kullanılmıştır. Müdahale grubundaki diyabetli yaşlılara başlangıçta, birinci, üçüncü ve altıncı ayda ayak muayenesi yapıla-rak ayak bakımı konusunda eğitim ve izlem gerçekleşti-rilmiştir. Kontrol grubundaki diyabetli yaşlılara ise aynı sıklıkta ayak muayenesi yapılmış ancak eğitim gerçek-leştirilmemiştir. Verilerin değerlendirilmesinde t testi, ki-kare veya Fisher kesin ki-kare testi, tekrarlı ölçüm-lerde varyans analizi ve pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Ayak muayenesi yapılarak eğitim ve izlem yapılan diyabetli yaşlılarda izlemin başlangıcın-dan itibaren her ölçümde diyabetik ayak bilgi (p<0.05) ve ayak bakımı davranış puanları (p<0.001) müdahale grubunda anlamlı derecede daha fazla artış göstermiş-tir. Ayak muayene toplam puanında ise gruplar arasın-da anlamlı fark (p<0.05) ve zaman içinde (p<0.001), her iki grupta benzer değişim (p>0.05) olduğu belirlenmiş-tir. Araştırmanın sonuçları, diyabetli yaşlılarda ayak bakımını geliştirmede eğitim ve izlemin etkili olduğunu göstermiştir. Bu nedenle ayak bakımını geliştirmede hemşirelik girişimleri arasında eğitim ve izlem öneril-mektedir.

ABSTRACT Diabetic foot is one of the important complications increasing morbidity and mortality, deteriorating the quality of life, leading to losses of heavy work power and loss of organ with a long and difficult healing proc-ess. Being mainly diabetic peripheral neuropathy, foot deformities and peripheral arterial disease, age-related visual impairment, abnormalities of walking, lack of movement and medical illnesses constitute risk factors for foot problems in elderly with diabetes mellitus (DM). This controlled experimental research was con-ducted to determine the effect of education and moni-toring on developing foot care in elderly with DM. The study was performed with 90 elderly with DM com-posed of 45 in control group and 45 in intervention group who met inclusion criteria for the study within registered elderly with DM in Governorship of Bolu Centre of Elderly and Monitoring Unit and Diabetes Education of Izzet Baysal State Hospital between the dates of September 2012 - September 2013. Informed consent from the patient and written permissions from organization and ethics committee were taken before the research. “Patient Identification Form”, “Foot In-spection Form”, “Diabetic Foot Information Question-naire (DFIQ)” and “Foot Care Behaviour Scale (FCBS)” were used for data collection. In the intervention group, education and monitoring were carried out about foot care by foot examination at baseline, in the 1st, 3rd and 6th months. Foot examination was conducted to control group with the same frequency without performing education and monitoring. T test, chi-square test or Fisher’s exact chi-square test, variance analysis in re-peated measures and Pearson correlation analysis were used for data analysis. DFIQ (p=0.006) and FCBS (p<0.001) showed significantly greater increases in intervention group compared to controls for each measurement from the beginning of monitoring in eld-erly who were applied education and monitoring after foot examination. Significant difference in total foot examination score was determined between groups (p<0.05) and in time (p<0.001) while similar change was seen in both groups (p>0.005). The results of the study have shown that education and monitoring were effective on developing foot care in elderly with DM. Therefore, it is recommended that education and moni-toring should fall within nursing interventions in the development of foot care.

Anahtar kelimeler: Yaşlı, diyabetes mellitus, ayak bakımı, izlem, eğitim, hemşire

Key words: Elderly, diabetes mellitus, foot care, monitoring, education, nursing

Page 86: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 55

DENEYSEL PERİODONTİTİS OLUŞTURULAN RATLARDA SİSTEMİK VİTAMİN K2 VE VİTAMİN D3 UYGULAMASININ ALVEOLER KEMİK VE DİŞETİ İNFLAMASYONU ÜZERİNE ETKİLERİNİN

DEĞERLENDİRİLMESİ THERAPEUTIC EFFECTS OF SYSTEMIC VITAMIN K2 AND VITAMIN D3 ON GINGIVAL INFLAMMATION AND

ALVEOLAR BONE IN RATS WITH EXPERIMENTALLY INDUCED PERIODONTITIS Kübra TARHAN

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Periodontoloji Anabilim Dalı Doktora Tezi, Haziran 2014

Danışman: Doç. Dr. Banu Arzu ALKAN

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Periodontology

PhD. Thesis, June 2014 Supervisors:

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Banu Arzu ALKAN

ÖZET Periodontitis sıklıkla kemik kaybıyla sonuçlanan kronik inflamatuar bir hastalıktır. Vitamin D3'ün kemik kalsifikasyonunu artırdığı, vitamin K2’nin de kemik kaybı üzerinde inhibitör etkisinin olduğu gös-terilmiştir. Vitamin D3 ve K2’nin kemik kaybının önlen-mesinde sinerjistik etkileri olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı deneysel periodontitis oluşturulmuş ratlarda geleneksel periodontal tedaviye (DYT;Diş Yü-zeyi Temizliği+KYD; Kök Yüzeyi Düzleştirmesi) ilave olarak vitamin K2 ve D3 uygulamasının dişeti IL-1β ve IL-10, serum B-ALP ve TRAP-5b düzeyleri ve alveoler kemik seviyesi üzerine etkilerini incelemektir. Çalışmamızda 72 adet Wistar Albino cinsi erkek rat Sağlıklı (S); Periodontitis (P); (DYT+KYD) (PT); (DYT+KYD) + D vitamini (D); (DYT+KYD) + K vitamini (K), (DYT+KYD) + D+K vitamini (DK) olmak üzere eşit sayıda 6 deney grubuna ayrıldı. Hayvanların maksiller 1.molar dişlerine ligatür yerleştirilmesiyle deneysel periodontitis oluşturuldu. Yedi gün sonra ligatürler uzaklaştırıldı, (S), (P) ve (PT) hariç diğer tüm gruplarda periodontal tedaviyi takiben vitamin K2 (30 mg/kg vücut ağırlığı/gün) ve/veya vitamin D3 (2 µg /kg vücut ağırlığı/gün) 10 gün boyunca günde 1 kez oral gavaj ile verildi. Hayvanlar 18. günde sakrifiye edildi ve dişetinde IL-1β ve IL-10, serumda ise B-ALP ve TRAP-5b düzeyleri ELISA analizi ile incelendi. Mine sement hududu- alveoler kemik tepesi (MSH-AKT) mesafesi histomorfometrik analiz ile incelendi. MSH-AKT arası mesafe P grubunda S, PT, D, K ve DK gruplarına göre anlamlı derecede daha fazladır (p<0.05). Vitamin K uygulanan grupta B-ALP düzey-leri P grubundakine göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksektir (p<0.05). D ve K grubundaki dişeti IL-10 düzeyleri, P grubundakine göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.05). Çalışmamızın sonuçları tek başına geleneksel periodontal tedavinin dişeti IL-10 ve B-ALP düzeyle-rini artırmada etkili olmadığını, bunun için vitamin D ve/veya K takviyesinin gerekli olduğunu ortaya koy-muştur.

ABSTRACT Periodontitis is a chronic inflammatory disease which often results in loss of bone. It has been shown that, vitamin D3 increases bone calcification and vitamin K2 has inhibitory effects on bone loss. It has been reported that, vitamin D3 and K2 have synergistic effects in the prevention of bone loss. The purpose of this study is to evaluate the effects of vitamin D3 and K2 supplement administered in addition to conventional periodontal therapy (SRP; Scaling and Root Planing) on gingival levels of IL-1β and IL-10, serum levels of B-ALP and TRAP-5b and alveolar bone level in rats with experimentally induced periodontitis. Seventy-two Wistar Albino male rats were divided into 6 experimental groups; Healthy (S); Periodontitis (P); SRP (PT); SRP + vitamin D (D); SRP + vitamin K (K); SRP + vitamin K and D (DK). Experimental periodontitis was induced by ligature placement around maxillary first molar teeth. After 7 days the ligatures were removed. Vitamin K2 (30 mg/kg/day) and/or Vitamin D3 (2 µg/kg/day) were administered via oral gavage in all groups except in groups S and P. At the day 18, the animals were sacrificed, B-ALP and TRAP-5b were examined in serum, and gingiva specimens around the ligatured teeth were extracted for IL-1β and IL-10 analysis via ELISA. Distance between cemento-enamel junction and alveolar bone crest (CEJ- ABC) was evaluated by histomorphometric analysis. Distance between CEJ-ABC in group P was significantly greater compared to those in group S, PT, D, K, DK (p< 0.05). B-ALP levels in K group were significantly higher than that of group P (p < 0.05). Gingival levels of IL-10 were significantly higher in group D and K compared to that of group P (p < 0.05). Our study showed that conventional periodontal therapy alone was not effective in increasing gingival IL-10 and serum B-ALP levels but necessitates vitamin D and/or K supplement.

Anahtar kelimeler: Periodontitis; alveoler kemik seviyesi; sitokin; Vitamin D3; Vitamin K2; B-ALP, TRAP-5b

Key words: Periodontitis; alveolar bone level; cytokine; Vitamin D3; Vitamin K2; B-ALP, TRAP-5b

Page 87: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

56

GEN TERAPİ, FOTOBİYOMODULASYON VE ULTRASON UYGULAMALARININ ORTODONTİK NEDENLİ KÖK REZORPSİYONU ÜZERİNE ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

EVALUATION OF THE EFFECTS OF GENE THERAPY, PHOTOBIOMODULATION AND ULTRASOUND APPLICATIONS ON ORTHODONTICALLY INDUCED ROOT RESORPTION

Nisa GÜL

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Ortodonti Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Haziran 2014 Danışman: Doç. Dr. Gökmen Kurt

ÖZET

Bu çalışmanın amacı, sıçanlarda deneysel olarak oluştu-rulan ortodontik nedenli iltihabi kök rezorpsiyonunun (OİKR) engellenmesi ve tamir edilmesi amaçlı uygula-nan, fotobiyomodulasyon (FBM), düşük yoğunlukta kesik atımlı ultrason (DYKUS), mezenkimal kök hücre (MKH) ve MKH aracılı gen terapi (GT) yaklaşımlarının etkilerini değerlendirmek ve karşılaştırmaktır. Bu amaçla toplam 71 adet wistar albino sıçan kullanılmış-tır. Sıçanlarda 14 gün boyunca deneysel olarak üst ke-ser ve 1. molar dişler arasında 100 gr. kuvvet uygulaya-cak kapalı sarmal yaylar ile OİKR oluşturulmuş ve teda-vi gruplarında eş zamanlı terapatik uygulamalar ger-çekleştirilmiştir. FBM grubu deneklerine, günde 10 dk. LED aracılı düşük doz lazer, ultrason grubu deneklerine günde 15 dk. DYKUS, MKH ve GT grubu deneklerine 1., 6. ve 11. günlerde hücre enjeksiyonları uygulanmıştır. 15. günde sakrifiye edilen sıçanların 1. molar dişleri, H&E, TRAP histolojik boyamaları, SEM görüntüleme ve mRNA gen ekspresyon tayini analizleri için hazırlan-mıştır. Örneklerde periodontal ligamentteki total hücre sayısı (THS), osteoklast sayısı ve oranı (OsS-OsO), rezorpsiyon alanı oranı (RAO), SEM rezorpsiyon alanı oranı (SRAO) ve lakün sayısı (LS), OPG, RANKL ve Cox-2 mRNA gen ekspresyon düzeyleri belirlenmiştir. İsta-tistiksel değerlendirmeler sonucunda THS (p<0.001), OsS (p=0.004), OsO (p=0.002), RAO, SRAO ve LS (p<0 001) değişkenlerinde FBM, DYKUS, MKH gruplarında kontrol grubuna göre benzer oranlarda, GT grubunda ise en yüksek oranda farklılıkla azalma tespit edilmiştir. RANKL düzeyleri tüm tedavi gruplarında kontrol gru-buna göre anlamlı biçimde düşük bulunurken (p<0.001); OPG mRNA ekspresyon düzeyleri anlamlı şekilde yüksektir (p<0.001). GT uygulaması ile diğer tedavi gruplarından anlamlı olarak yüksek OPG mRNA ekspresyonu elde edilmiştir. Tüm tedavi yaklaşımları Cox-2 mRNA ekspresyonunu kontrol grubuna göre azaltarak ağrı azaltımı sağlamıştır (p=0.039). FBM, DYKUS, MKH ve GT uygulamaları OİKR engellemede ve tamirinde belirgin tedavi etkileri göstermiştir; arala-rında en az rezorpsiyon varlığı tespiti ile gen terapi grubu en başarılı yöntem olarak değerlendirilmiştir.

ABSTRACT

The purpose of this study was to evaluate and to com-pare the inhibition and repair effects of photobiomodu-lation (PBM), low intensity- pulsed ultrasound (LPU), mesenchymal stem cell (MSC) and cell mediated gene therapy (GT) applications on orthodontically induced root resorption (OIRR), that was experimentally cre-ated on rats. 71 Wistar albino rats were used for this study. OIRR was created for 14 days experimentally on rats with applying 100 grams of force using a closed coil spring between central incisor and 1. molar teeth and at the same time, therapeutic approaches were performed. LED mediated low level laser was applied to the PBM group rats 10 minutes daily and LPU was administered 15 minutes every day to the ultrasound group rats. MSC injections was performed at 1., 6., and 11. days of experiment to the MSC and GT group rats. After sacrification of rats at 15. day of the experiment, upper 1. molar teeth of rats were prepared for the his-tological, genetical and SEM analysis. Number of total cells (NTC), number and ratio of osteoclastic cells (NOsC- ROsC), numbers of lacunas (NL), resorption area ratio (RAR), SEM resorption ratio (SRAR), OPG, RANKL, Cox-2 mRNA gene expression levels at the periodontal tissue of teeth were determined. According to the statistically evaluations, NTC (p<0.001), NOsC (p=0.004), ROsC (p=0.002), RAR, SRAR ve NL (p<0 001) were decreased at the PBM, LPU, MSC and GT groups compared to the positive control group, and the GT group showed the lowest resorption values among groups. RANKL mRNA gene expression levels were lower (p<0.001) and OPG levels were higher (p<0.001) at all experiment groups than control group. OPG re-sults in GT group were higher from other experiment groups significantly (p<0.001). All therapeutic applica-tions reduced pain with decreasing the Cox-2 mRNA gene expression (p=0.039). PBM, LPU, MSC and GT showed marked inhibition and repair effects on OIRR significantly. GT exhibited the most successful results between other therapeutic applications in terms of inhibition and repair of OIRR.

Anahtar kelimeler: Kök rezorpsiyonu; gen terapi; fotobiyomodulasyon; ultrason.

Key words: Root resorption; gene therapy; photobiomodulation; ultrasound.

Erciyes University Graduate School of Health Sciences Department of Orthodontics

PhD Thesis, June 2014 Supervisor: Associate Professor Gökmen KURT

Page 88: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 57

ZİHİNSEL ENGELLİ VEYA UYUM SAĞLANAMAYAN BİREYLERDE MAKSİLLOFASİYAL BÖLGENİN SEDASYON ALTINDA BİLGİSAYARLI DENTAL TOMOGRAFİK GÖRÜNTÜ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ

COMPUTED TOMOGRAPHIC ASSESMENT OF THE MAXILLOFACIAL REGION OF MENTALLY DISABLED OR INADAPTABLE PATIENTS UNDER SEDATION ANESTHESİA

EMRAH SOYLU

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Ağız Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Haziran 2014 Danısman: Prof. Dr. Alper ALKAN

ÖZET Zihinsel engelli ya da uyum sağlanamayan bireylerin tedavileri, bu bireylerde geleneksel yöntemlerle radyo-lojik inceleme yapılamaması nedeniyle eksik kalmakta-dır. Bu çalışmanın amacı, zihinsel engelli bireylerde genel anestezi altında gerçekleştirilecek dental tedavi-ler öncesinde radyolojik incelemenin gerekliliğinin değerlendirilmesidir. Çalışmamıza Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne başvuran, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı tarafından klinik ve radyolo-jik muayenesi yapılamayan zihinsel engelli ya da uyum sağlanamayan bireylerden sedasyon altında konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) ile görüntüleri elde edilen hastalar dahil edildi (n=98). Dental tedavilerinin yapıl-ması amacıyla genel anestezi veya sedasyon uygulanan hastaların ağız içi muayene bulguları, önceden elde edilen radyolojik görüntüler üzerinde yapılan radyolo-jik muayene bulguları ile karşılaştırıldı. Çocuk Diş Hekimliği Anabilim Dalı tarafından tedavi edilen çocuk hastalarda radyolojik teşhis ile ağız içi teşhisin %43,8 oranında uyumlu iken Endodonti Anabi-lim Dalı tarafından tedavi edilen yetişkin hastalarda teşhisin %48 oranında uyumlu olduğu bulundu. Çocuk hastalarda yapılan radyolojik muayene sonucunda 25 hastada (%50) şans eseri asemptomatik durumlar (dentigeröz kist (%2, n=1); gömülü yirmi yaş dişi (%10, n=5); doğumsal 2. premolar diş eksikliği (%4, n=2) ; gömülü alt 2. premolar diş varlığı (%2, n=1) tespit edil-di. Yetişkin hastalarda 32 hastada (%66,6) şans eseri asemptomatik durumlar (gömülü yirmi yaş (%47,9, n=23); doğumsal eksik yirmi yaş (%13,9, n=14); gömü-lü sol üst köpek dişi (%4,2, n=2); gömülü sol alt köpek dişi (%2,1, n=1); maksiller sinüste lezyon (mukosel) (%8,3, n=4); periapikal lezyon (%12.5, n=6) tespit edildi. Genel anestezi altında tedavisi planlanan zihinsel engel-li bireylerin beklenmedik lezyon görülme ihtimalinden dolayı işlem öncesinde radyolojik değerlendirmeye tabi tutulmaları tekrarlayan genel anestezi uygulamalarının önüne geçeceği düşünülmektedir. Sedasyon altında elde edilen KIBT görüntüleri bu bireylerde radyolojik değerlendirilmenin yapılabilmesi için tek seçenektir. Ülkemizde KIBT cihazının, anestezi uzmanının, işlem sonrası bakım için derlenme odasının ve bakım perso-nelinin bulunduğu merkezlerin sayısının artması gerek-mektedir.

ABSTRACT The diagnosis and treatment of mentally handicapped or inadaptable patients were lacked, due to contraindi-cation of conventional radiologic examination. The pur-pose of this study was to evaluate the necessity of the radiological examination before the dental treatment of mentally handicapped patient under general anesthe-sia. Mentally handicapped or inadaptable patients (n=98) whose cone-beam computer tomography (CBCT) images were taken under sedation because of the impossible conventional radiological or clinical examination in Erciyes University Faculty of Dentistry, Department of Oral and Maxillofacial Radiology were included to our study. The oral examination findings of patients who had undergone general anesthesia or sedation for dental treatment were compared to ra-diologic assesment findings that were performed on CBCT images. The radiological diagnosis and oral diagnosis of pa-tients were 43, 8% compatible who had treatment in Department of Pediatric Dentistry however; it was 48% in Department of Endodontics. As a result of radiologic examination, there were detected asymptomatic condi-tions (such as dentigerous cyst (2%, n=1); wisdom tooth (10%, n=5); congenital agenesis of second pre-molars (4%, n=2); embedded second mandibular pre-molar (2%, n=1) in 25 of pediatric patients (50%). There were detected asymptomatic conditions also in adult patients (n=32, 66%) ; (such as embedded wis-dom teeth (47,9%, n=23); missing third molars (13,9%, n=14); embedded maxillary canine tooth (4,2%, n=2); embedded mandibular canine tooth (2,1%, n=1); maxil-lary sinus lesion (8.3%, n=4); periapical lesion (12.5%, n=6). According to our study results, unexpected lesions may be detected in radiological examination that was per-formed before the dental treatment under general an-esthesia of mentally handicapped patients. And radio-logical examination may prevent the necessity of recur-ring general anesthesia. The only option for performing radiological examination is CBCT images that may be taken under sedation for such of these patients. The centers should be increased in point of numbers that have CBCT device, recovery room and anesthetist, and healthcare staff, in our country.

Anahtar kelimeler: Konik ışınlı bilgisayarlı tomografi, zihin-sel engelli, sedasyon

Key words: Cone beam computed tomography, mental retar-dation, sedation.

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Oral and Maxillofacial Surgery

PhD Thesis, June 2014 Supervisor: Prof. Dr. Alper ALKAN

Page 89: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

58

D- GALAKTOZ VE ALÜMİNYUMLA ALZHEİMER HASTALIĞI MODELİ OLUŞTURULAN RATLARDA VİNPOSETİNİN ÖĞRENME ÜZERİNE ETKİLERİ

THE EFFECT OF VINPOCETINE ON LEARNING IN D-GALACTOSE AND ALUMINIUM INDUCED ALZHEIMER DISEASE MODEL IN RATS

Seda GÜNDÜZ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Fizyoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Prof. Dr. Nazan DOLU

ÖZET Alzheimer hastalığı, bilişsel fonksiyonlarda ve davra-nışlarda ilerleyici bozukluk ile karakterize yaygın nörodejeneratif bir hastalıktır. Alzheimer hastalığına yönelik radikal bir tedavi henüz bulunamadığından bu konuyla ilgili deneysel hayvan modelleriyle yapılan bilimsel araştırmalar daha önemli hale gelmiştir. Çalış-mamızda, nöroprotektif ve vazodilatör etkileri olan vinposetinin, D-galaktoz ve AlCl3 ile deneysel Alzheimer modeli oluşturulan sıçanlarda iyileştirici etkisinin olup olmadığı Morris su tankında öğrenme deneyleri ile araştırıldı. Çalışmamızda 44 adet 14 aylık sıçan rastgele bölüştürü-lerek (Kontrol (K) = 10, Alzheimer hastalığı oluşturu-lan (AH) = 20, Alzheimer hastalığı oluşturulan + Vinposetin uygulanan (AH+V) = 7 ve Vinposetin uygula-nan (V) = 7) 4 grup oluşturuldu. Kontrol grubuna se-rum fizyolojik, AH grubuna D-galaktoz: 90 mg/kg/gün ve AlCl3: 40 mg/kg/gün dozda intraperitoneal (i.p) yolla 6 hafta uygulandı. AH+V grubuna D-galaktoz: 90 mg/kg/gün ve AlCl3: 40 mg/kg/gün 6 hafta uygulandıktan sonra 17 gün süreyle 5 mg/kg/gün vinposetin, V grubu-na ise 17 gün 5 mg/kg/gün i.p yolla vinposetin uygu-landı. Enjeksiyon süresi sonrasında sıçanlarda Morris su tankı deneyleri ile öğrenme test edildi. 1.gün alıştır-ma 2-3-4. gün öğrenme ve 5. gün test aşaması olarak değerlendirildi. Öğrenmenin değerlendirilmesinde kaçış platformunu bulma süreleri ve hedef kadranda geçirilen süre istatiksel olarak analiz edildiğinde, ilk 4 gün gruplar arasında anlamlı fark bulunamazken, hedef kadranda geçirilen sürenin test edildiği 5. günde AH, AH+V ve V grubunun hedef kadranda geçirdikleri süre kontrol grubundan anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p<0.006, p<0.034, p<0.043). AH+V ve V grupları ara-sında öğrenme parametrelerinde istatistiksel farklılık gözlenmedi. Deney sonunda sıçanların beyin dokuları çıkarılarak histolojik açıdan incelendi. Deney grubunda senil plak-ların görülmesi kurulan modeli desteklemiştir. Sonuç olarak, çalışmamızda kullanılan vinposetin dozunun Alzheimerlı sıçanların öğrenme fonksiyonlarında iyileş-tirici etkisinin olmadığı ve daha yüksek vinposetin doz-larında ileri çalışmalara ihtiyaç bulunduğu sonucuna varılmıştır.

ABSTRACT Azheimer's disease is a disease of widespread nurodegenerative characterized in cognitive functions and behaviors with progressive disorder. For the reason that a radical treatment for Alzheimer's disease can not be found yet, the scientific researches with animal models have become more important on this issue. In our study, vinpocetine which has neuroprotective and vasodilatory effects was investigated on rats with experimental Alzheimer's model whether it has curative effect or not in Morris water maze learning experiments with D-galactose and AlCl3. In our study, 44 of 14 month rats were partitioned randomly and generated 4 groups (Control (C) = 10, Alzheimer's disease (AD) = 20, Alzheimer's disease + Vinpocetine (AD + V) = 7 and Vinpocetine (V) = 7). Physiological saline was injected to C group and intraperitoneally (i.p) to AD group with D-galactose:90 mg / kg / day and AlCl3: 40 mg / kg /day for 6 weeks. 5 mg / kg / day vinpocetine was injected V and AD+V groups for 17 days after injection of D-galactose: 90 mg / kg / day and AlCl3: 40 mg / kg / day for 6 weeks as i.p. The learning of rats were tested with Morris water maze learning experiments end of the injection period. 1st day was rated traning, 2nd, 3th and 4th days learning and 5th day test phase. There was no significant diffrence between the groups at the first 4 days when finding of escape platform duration and the time spent in the target quadrant was analyzed statistically on the evaluation of learning. But, the time spent in the target quadrant of AD, AD+V and groups was discovered less than the control group significantly in the target quadrant of time spent tested on day 5 (p <0.006, p <0.034, p <0.043). The statistical difference was observed on learning parameters between AD+V and V groups. Rats brain tissues were extracted and examined histologically at the end of experiment. The created model was supported with senile plaques seen in the experimental group. In conclusion, dose of vinpocetine used in the study there is no healing effect on the learning function of the rats with Alzheimer's. Higher doses of vinpocetine are needed in further studies.

Anahtar kelimeler: Alzheimer hastalığı, Morris su tankı, vinposetin, sıçan

Key words: Alzheimer's disease, Morris water maze, vinpocetine, rat

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physiology Master Thesis, July 2014

Supervisor: Prof. Dr. Nazan DOLU

Page 90: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 59

KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI KLİNİĞİNE DİABETİK AYAK NEDENİYLE BAŞVURAN HASTALARIN EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLERİ

EPIDEMIOLOGIC FEATURES OF PATIENTS WITH DIABETIC FOOT WHICH APPLICATED TO KAYSERİ TRAINING AND RESEARCH HOSPITAL INFECTIOUS DISEASES CLINIC

Alpaslan ŞEKER

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Doç. Dr. İskender GÜN

ÖZET Bu araştırma, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde diabetik ayak nede-niyle yatan hastaları, epidemiyolojik açıdan değerlen-dirmek amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya 01 Mart 2012-31 Temmuz 2012 tarihleri arasında enfeksiyon hastalıkları kliniğinde diabetik ayak enfeksiyonu sebebiyle yatan hastaların tamamı alınmıştır. Bu hastalarla yüz yüze görüşülüp anket uy-gulanarak veriler toplanmıştır. Araştırma kapsamına 80 hasta alınmıştır. Araştırma grubundaki bireylerin yaş ortalaması 59.1±10.0’dür. Araştırma grubundaki erkek ve kadınların oranı eşit ve %95’i evlidir. Hastaların çoğunluğu okuryazar değil (%30) ve ilkokul mezunudur (%42). Araştırma grubunun %45’i ev hanımıdır. Bunu %10’luk oranla işçi izlemek-tedir. Hastaların %63.8’inin aylık ortalama gelir miktarı asgari ücretten azdır. Katılımcıların %23.8’i 5 yıldan daha az süredir, %6.3’üde 20 yıldan daha fazla süredir diabet hastasıdır. Ailesinde diabet hastası olanların oranı %63.7’dir. Düzenli olarak kontrole gidenlerin oranı %76.3, ayda bir kontrole gidenlerin oranı ise %47.5’dir. Kontrol için en sık gidilen birimler devlet has-tanesi ve aile hekimidir. Bireylerin %26.3’ü diabetle ilgili eğitim almıştır. Eğitim veren kişiler doktor ve hemşiredir. Araştırma grubundaki bireylerin %89.8’i ayaklarını her gün kontrol etmektedir. Ayaklarını kont-rol edenlerin %41.2’si sertleşme, %34.2’si çatlama, %21.9’u enfeksiyon, %2.7’si ise renk değişikliği yönün-den kontrol etmektedir. Ayaklarını yıkadıktan sonra kurulayanların oranı %83.8’dir. Bireylerin %67.5’i tır-naklarını düz, %32.5’i ise yuvarlak kesmektedir. Orto-pedik ayakkabı kullananların oranı %10, yünlü çorap kullananların oranı %80 olarak bulunmuştur. Sonuç olarak; diabetik ayağı olan hastaların ayak sağlı-ğına ilişkin tutum ve davranışları yetersiz bulunmuştur.

ABSTRACT This research, was performed to evaluate the epidemiological aspects of diabetic foot patients which hospitalized in the Infectious Diseases Clinic of Kayseri Training and Research Hospital. All of the patients which hospitalized due to diabetic foot infection between 1 March 2012 to 31 July 2012 were included to study. Data were collected for these patients with face to face.discussion and application of survey questionnaire. Eighty patients were included in the study. The mean age of the study group was 59.1 ± 10.0 years. The rate of men and women in the study group were equal and 95% of married. The majority of patients are illiterate (30%) and primary school graduates (42%). Of the study group 45% were housewives. This, followed by workers with 10%. The amount of the average monthly income of 63.8% patients was less than the minimum wage. Duration of diabetes were less than 5 years 23.8% and more than 20 years for 6.3% patients. The proportion of patients with a family history of diabetes 63.7% percent. Of the patients 76.3% were going for control regularly and 47.5% of them going for control monthly. The most frequently visited control units were state hospital and the family physician. Individuals 26.3% received training about diabetes. Training was porvided by the doctor and nurse mainly. of the individuals in the study group 's 89.8% were checked their feet every day. Of those who control their feet, 41.2% cure, 34.2%, cracking, 21.9% infection, 2.7% of controls in terms of a change in the color of the feet. The rate of drying after washing the feet was 83.8%. Individuals 67.5% while cutting nails straight 32.5% cuts in the round.While 10% of the patients use orthopedic shoes, wool socks use rate was 80%. As a result, attitudes and behaviors related to the health of the diabetic foot patients found to be insufficient.

Anahtar kelimeler: Diabetik ayak, enfeksiyon, tutum, hasta Key words: Diabetic foot, infection, attitude, patient

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Public Health

M Sc. Thesis, July 2014 Supervisor: Assist. Prof. Dr. İskender GÜN

Page 91: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

60

YOZGAT MERKEZ İLÇEDE KOYUNCULUK YAPAN İŞLETMELERİN SOSYO-EKONOMİK YAPISI VE ÜRETİM MALİYETLERİNİN ARAŞTIRILMASI

A STUDY ON SOCIO-ECONOMIC STRUCTURE AND PRODUCTION COSTS OF SHEEP BREEDING ENTERPRISES IN CENTRAL DISTRICT OF YOZGAT PROVINCE

Bora TAMER

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Zootekni Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2014 Danışman: Doç. Dr. Savaş SARIÖZKAN

ÖZET Bu çalışmada, Yozgat Merkez ilçede koyunculuk yapan işletmelerin sosyo-ekonomik yapısının ve üretim mali-yetlerinin belirlenmesi ile yetiştiricilerin karşılaştıkları sorunlara çözüm önerileri getirilmesi amaçlanmıştır. Araştırma materyalini, Yozgat Merkez ilçe ve köylerde bulunan, tabakalı tesadüfi örnekleme yöntemiyle seçi-len toplam 63 adet koyunculuk işletmesinin 2012 yılına ait anket verileri oluşturmuştur. İşletmeler koyun sayı-larına göre küçük (50 baştan az; 12 işletme), orta (51-100 baş; 20 işletme) ve büyük (101-250 baş; 31 işlet-me) şeklinde 3 alt gruba ayrılmıştır. Yapılan inceleme-de, üreticilerin yeterince tecrübeli olmasına karşılık (%70’i 20 yılın üzerinde tecrübeye sahip), resmi ve mesle-ki eğitim düzeylerinin düşük olduğu (%74.6’sı ilkokul mezunu ve %1,6’sı mesleki eğitim almış), ayrıca %62’sinin de örgütsüz olduğu belirlenmiştir. Toplam masraflar içerisinde en büyük payı %59.5 ile yem alır-ken, bunu %23.2 ile işçilik masrafları izlemiştir. İşletme ölçekleri büyüdükçe toplam masraflar içerisinde sabit ve işçilik masraflarının oranı azalmıştır. Küçük ölçekli işletmelerde koyun başına düşen satış gelirleri, üretim masrafları ve kar miktarları sırasıyla 337.5 TL, 278.3 TL ve 59.2 TL olarak hesaplanmıştır. Aynı değerler orta ölçekli işletmelerde 464.8 TL, 257.6 TL ve 207.2 TL; büyük ölçeklilerde ise 462,6 TL, 202 TL ve 260.6 TL olarak hesaplanmıştır. Sonuç olarak, Yozgat Merkez ilçede koyunculuk işletmeleri büyüdükçe birim mali-yetlerin azalıp, satış geliri ve kârın artması, işletme ölçeklerinin büyütülmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca, üreticilerin eğitim düzeylerinin iyileştirilmesi ve örgüt-lenmenin teşvik edilmesinin koyunculuğun gelişimine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

ABSTRACT The aim of this study is to determine the socio-economic situation and production costs of sheep breeding enterprises and propose some suggestions to their problems. The materials of the study are the data of questionnaire which is carried out to stratified randomly selected 63 sheep producers, located in Central District of Yozgat Province in 2012 year. The enterprises divided into 3 groups; as small scale (≤50 sheep; 12 enterprises), medium scale (51-100 sheep; 20 enterprises) and large scale (101-250 sheep; 31 enterprises) according to number of sheep. As a result, the producers has enough experiences about sheep breeding (70% have got over 20 year experiences), however, their formal and professional education level are low (74% graduted only primary school and 1.6% has got job training), furthermore 62% of them are unorganized. The feed was the highest cost item with 59% and the second was labour with 23%. The share of fixed costs in grand total was decreased with increasing of the scale. In small scale enterprises, the sales revenue, production costs and profitability were calculated as 337.5 TL/head, 278.3 TL/head and 59.2 TL/head respectively. Same values were 464.8 TL/head, 257.6 TL/head and 207.2 TL/head in medium scale and 462,6 TL/head, 202 TL/head ve 260.6 TL/head in large scale. Consequently, the scale of enterprises need to enlarge for decreasing the unit costs and increasing the sales revenue and profitability. Additionally, improvement in education and organization of producers could contribute the development of sheep breeding.

Anahtar kelimeler: Yozgat, koyunculuk, ekonomik analiz, maliyet, karlılık

Key words: Yozgat, sheep breeding, economic analysis, cost, profit

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Animal M Sc. Thesis, June 2014

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Savaş SARIÖZKAN

Page 92: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 61

İZOKİNETİK EGZERSİZ PROGRAMLARININ SPORCULARIN ÜST VE ALT EKSTREMİTE KAS GURUPLARI ÜZERİNE ETKİSİ

THE EFFECT OF ISOKINETIC EXERCISES PROGRAMS ON ATHLETES' UPPER AND LOWER EXTREMITY MUSCLE GROUPS

Armağan ŞAHİN KAFKAS

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Haziran 2014 Danışman: Prof. Dr. Bekir ÇOKSEVİM

ÖZET İzokinetik egzersiz programlarının hem sağlıklı yaşam için hem de sporcular için kas performansının arttırılması ve aynı zamanda verimli, aktif bir yaşamı sağladığı hipotezi ile bu çalışma planlandı. Sportif performansın arttırılmasında, yaralanmaların ön-lenmesinde ve rehabilitasyonda yaklaşımının belirlenme-sinde alt ekstremite ve üst ekstremite kasları belirleyicidir. Bu araştırma, voleybol, basketbol ve hentbol branşı spor-cularına haftada iki gün uygulanan düzenli direnç egzersiz-lerinin sporcuların üst ve alt ekstremite kas guruplarının (latissimus dorsi, pectoralis major, trapezius, abdominal, hamstring-kuadriseps) fleksör-ekstensör kas oranları üzerine etkisini ve egzersizler boyunca sporcuların harca-nan enerji miktarını ve metabolik eşik değerlerini belirle-meyi amaçlamaktadır. Araştırmanın örneklemi İnönü Üniversitesinde öğrenim gören ve branşlarında aktif spor yapan, 12 basketbol, 12 hentbol ve 12 voleybol oyuncusu olmak üzere üç grupta toplam 36 yetişkin erkek gönüllüden oluşmaktadır. Araş-tırmada 8 haftalık antrenman protokolünün sporcu grup-ları üzerindeki etkisini değerlendirmek amacıyla antren-man periyodunun başında ve sonunda bazı biyometrik ölçümler (boy, vücut ağırlığı, vücut yağ oranı ve BKİ), fizik-sel performans testleri (otur-eriş, dikey sıçrama ve 30 m koşu), kuvvet parametreleri ölçümleri (izokinetik diz ve gövde kuvveti) ve armband kullanılarak metabolik hız ölçümleri yapıldı. Araştırma sonunda basketbol, hentbol ve voleybolculara uygulanan antrenman programının başlan-gıcında ve sonunda yapılan ölçüm sonuçları karşılaştırıldı. Araştırma gruplarına ait otur-eriş, dikey sıçrama ve 30 m koşu testi sonuçlarında, izokinetik diz ve gövde kuvveti zirve tork ve ortalama güç değerlerinde, hamstring-quadriseps oranında son testler lehine anlamlı farklılıklar tespit edildi (p<0.05). Ayrıca grupların metabolik eşitlik, harcanan kalori değerleri ve aktivite sürelerinde de anlam-lı farklılık saptandı (p<0.05). Sonuç olarak, düzenli olarak şiddeti artan kuvvet egzersiz-lerinin farklı spor branşlarında uğraşan sporcuların domi-nant, non-dominant diz ve gövde kuvvet değerlerini arttır-dığı bulunmuştur. Ayrıca gönüllülerin özellikle H:Q oranla-rında meydana gelen olumlu değişim kasların endurans özelliği ve muhtemel ekstremite yaralanmalarının önlen-mesi bakımından oldukça önemli bir gelişmedir. Bu neden-le antrenörler, antrenman programlarını hazırlarken kuv-vet antrenmanlarına en az haftada iki gün uygulamaları sporcuların gövde ve diz kuvvetleri açısından gelişmeler sağlayabilecektir.

ABSTRACT In healthy people better muscular function and more pow-erful muscles mean a more active life. Upper and lower extremity muscles are the determiners of increasing ath-letic performance, and the prevention of injuries and to clearify the rehabilitation methods. This research exposed volleyball, basketball and handball athletes to strength exercises for their upper and lower extremity muscle groups (latissimus dorsi, pectoralis major, trapezius, ab-dominal, hamstring-quadriceps) two times a week to de-termine its effect on flexor-extensor muscle ratios, the amount of energy spent by athletes during exercises and metabolic threshold values. The research subjects were composed of 36 adult male volunteers who study at Inonu University are regular ath-letes. They were taken from 3 groups: 12 basketball, 12 volleyball and 12 handball players. Biometric measure-ments (height, body weight, body fat ratio, BMI), physical performance tests (sit and reach, vertical jump, 30 m dash) power parameter measurements (isokinetic knee and torso power), and metabolic velocity measure taken while exercising with an armband were taken at the beginning and at the end of an 8 week training period, with the aim of evaluating the differences of the training regime on the athlete groups. At the end of the research the results taken at the beginning and at the end of the training program applied to basketball, volleyball and handball players were analysed. While comparing sit and reach, vertical jump and 30 m dash results, isokinetic knee and torso strength, peak torque, and average strength values and hamstring-quadriceps ratio, significant differences were tested for (p<0.05). The groups' metabolic equalities, spent calorie values, and activity durations were also tested for signifi-cant meaningful differences (p<0.05). As a result, regular amplitude-increasing power exercises were found to increase dominant knee, non-dominant knee, and torso strength in athletes in different sports. Also, the volunteers especially positive change in H:Q ratio is a rather important development with respect to muscle endurance characteristics and the prevention of potential extremity injuries. Because of this trainers should devote at least two days a week to torso and knee strengthening exercises when planning training programs.

Anahtar kelimeler: İzokinetik egzersiz, güç, kuvvet, dinamo-metre

Key words: Isokinetic exercise, power, strength, dynamome-ter

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Physical Education and Sports

M Sc. Thesis, June 2014 Supervisor: Prof. Dr. Bekir ÇOKSEVİM

Page 93: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

62

DİABETES MELLİTUSLU 40-60 YAŞ ARASI HASTALARDA HASTALIK SÜRESİ İLE GLİKOZİLLENMİŞ HEMOGLOBİN DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER

THE RELATIONSHIP BETWEEN THE DURATION OF DISEASE OF PATIENTS AGED BETWEEN 40–60 WITH DIABETES MELLITUS AND THEIR LEVELS OF GLYCOSYLATED HEMOGLOBIN, AND THE FACTORS AFFECTING

THE GLYCOSYLATED HEMOGLOBIN Özlem TEKTAŞ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Fizyoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2014 Danışman: Prof. Dr. Meral AŞÇIOĞLU

ÖZET Bu araştırma, diabetes mellituslu 40-60 yaş arası hasta-larda hastalık süresi ile glikozillenmiş hemoglobin dü-zeyleri arasındaki ilişki ve etkileyen faktörleri sapta-mak amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, 20/02/2012-20/12/2012 tarihleri arasında Niğde Dev-let Hastanesi diyabet ve endokrinoloji polikliniklerinde takip edilen ve dahiliye servislerinde diyabet tanısıyla yatan 166 hasta oluşturmuştur. Veriler tanıtıcı özellik-ler bilgi formu kullanılarak tespit edilmiş, araştırma kriterlerine uyan ve çalışmaya katılmayı kabul eden her bir hastanın üçer aylık periyodlarla yaptırdığı rutin üç kontrolünde belirlenen glikozillenmiş hemoglobin ve açlık kan glikozu değerleri hasta dosyalarından veya hastane laboratuvar kayıt sisteminden elde edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistik-lerden, Mann-Whitney U ve Kruskall- Wallis testleri ile Spearman Korelasyon analizinden yararlanılmıştır. Hastalık süresi 6-10 yıl, yaşı 51-60, beden kitle indeksi 30.0 kg/m2 ve üzeri olan, ilkokul mezunu ve bekâr has-talarda, yapılan tüm ölçümlerde glikozillenmiş hemog-lobin düzeyinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Diyabetli bireylerin yapılan ölçümlerdeki glikozillenmiş hemoglobin düzeyi ile hastalık süresi arasındaki ilişkinin zayıf düzeyde ve pozitif yönde an-lamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Açlık kan glikozu düzeyi ile hastalık süresi arasında da istatistik-sel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Araş-tırmanın sonucunda hastalık süresinin artmasıyla glikozillenmiş hemoglobin düzeylerinin yükseldiğinin belirlenmesi nedeniyle mikro ve makrovasküler komp-likasyonların önlenmesi açısından glikozillenmiş he-moglobin düzeyinin özellikle de diyabet süresi 6 yıl ve daha uzun olan hastalarda düzenli olarak takip edilme-si, elde edilen sonuçlara göre diyabet tedavisinin yeni-den düzenlenmesi gerektiği düşünülmüştür.

ABSTRACT This study was conducted with the purpose of identifying the relationship between the duration of disease of patients aged between 40–60 with diabetes mellitus and their levels of glycosylated hemoglobin, and the factors affecting this relationship. The sample of this study was composed of 166 patients who were monitored between February 20, 2012 and December 20, 2012 in the polyclinics of diabetes and endocrinology in Niğde State Hospital, and who were staying in the ward of internal diseases of this hospital with the diagnosis of diabetes. The data were collected utilizing the information form of descriptive characteristics; the values of glycosylated hemoglobin and fasting blood glucose, identified by means of three routine controls which were implemented once every three months by each of those patients who met the criteria of the study and gave consent to participate in the study, were obtained from the files of patients or from the system of hospital’s laboratory records. descriptive statistics, the Mann-Whitney U Test, the Kruskall-Wallis Test, and the Spearman Correlation were utilized to assess the data obtained. The patients whose duration of disease was between 6-10 years, whose ages were between 51-60, whose body mass index was 30 kg/m2 or above,who were primary school graduates, and whose marital status was ''single'' were identified as having higher levels of glycosylated hemoglobin in all of the measurements carried out (p<0.05). It was found that there was a poor relation between the glycosylated hemoglobin levels of individuals with diabetes—which was determined through measurements—and the duration of disease, but this relation was found to be significant in a positive way (p<0.05). It was revealed that there was a statistically significant relation between the levels of fasting blood glucose and the duration of disease (p<0.05). It was concluded from the study that the levels of glycosylated hemoglobin, especially of those whose duration of diabetes extends over 6 years or more, must be monitored periodically in terms of prevention of microvascular and macrovascular complications, due to the fact that it was discovered that the levels of glycosylated hemoglobin increase as the duration of disease increases, and it was considered that the treatment of diabetes must be reorganized in accordance with the conclusions reached.

Anahtar kelimeler: Diabetes mellitus, glikozillenmiş hemog-lobin, hastalık süresi

Key words: Diabetes mellitus, glycosylated hemoglobin, duration of disease

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Physiology,

M Sc. Thesis, June 2014 Advisor: Prof. Dr. Meral AŞÇIOĞLU

Page 94: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 63

HİBRİT HYRAX APAREYİ İLE YAPILAN HIZLI VE YARI HIZLI ÜST ÇENE GENİŞLETMESİNİN DENTOFASİYAL YAPILAR ÜZERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ

THE INVESTIGATION OF HYBRID HYRAX’S EFFECT ON DENTOFACIAL STRUCTURE WITH SEMI RAPID AND RAPID EXPANSION PROCEDURE

Melike Büşra DUCAN

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Ortodonti Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Mayıs 2014 Danışman: Doç. Dr. Sabri İlhan RAMOĞLU

ÖZET Bu çalışmanın amacı hibrit hyrax apreyi ile yapılan hızlı ve yarı hızlı üst çene genişletmesinin dentofasiyal yapı-lar üzerine etkisinin incelenmesidir. Yarı hızlı genişletme grubu, yaş ortalamaları 13,26±1,36 yıl olan 19 bireyden, hızlı genişletme grubu ise yaş ortalamaları 13,22±1,39 yıl olan 18 bireyden oluşmaktadır. Tedavi süresi yarı hızlı genişletme grubu için ortalama 60,95±23,68 gün; hızlı genişletme grubu için ortalama 22,27±4,41 gündür. Yarı hızlı üst çene genişletme prosedüründe vida ilk hafta günde 2 ×1/4 tur ve daha sonra 2 günde 1/4 tur çevrilirken, hızlı üst çene genişletme prosedüründe vida günde 2×1/4 tur çevrilmiştir. Bireylerden tedavi başında (T0) ve geniş-letme sonrasında (T1) dental modeller, lateral ve frontal radyografiler alınarak değerlendirilmiştir. İsta-tistiksel değerlendirmede grup içi değişimlerin karşı-laştırılması için “Eşleştirilmiş-t test” ve “Wilcoxon test”, gruplar arası değişimlerin karşılaştırılması için ise “Bağımsız-t test” ve “Mann-Whitney U test” kullanılmış-tır. p<0,05 için sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Grup içi değerlendirmelerde, farklı verilerde istatistik-sel olarak anlamlı değerler bulunduğu halde, gruplar arasında hiçbir veride istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Frontal sefalometrik ölçümler-de benzer iskeletsel ve dental değişimler bulunmuştur ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur. İntermolar ve interkanin arası genişlik her iki grupta da artarken, gruplar arasında anlamlı bir farklı-lık bulunmamıştır. Sonuç olarak, her iki prosedür ile de üst çene genişlet-mesi başarıyla gerçekleşmiştir. Aktif tedavi süresi açı-sından düşünüldüğünde hızlı üst çene genişletmesinin, yarı hızlı üst çene genişletmesine göre üstün olduğu söylenebilir. Kısa dönemde her iki grup arasında an-lamlı farklılık bulunmamasına rağmen, uzun dönem etkiler ileriki çalışmalarla değerlendirilmelidir.

ABSTRACT The aim of this study was to compare hybrid hyrax’s effects on dentofacial structure with semi rapid and rapid expansion procedure. The semi rapid expansion group is consist of 19 pa-tients at the mean age of 13,26±1,36 years and the rapid expansion group is consist of 18 patients at the mean age of 13,22±1,39 years. The treatment time is meanly 60,95±23,68 days for semi rapid expansion group and 22,27±4,41 days for the rapid expansion group. The patients were instructed to activate the screw 2×¼ per day for first week and followed by 1×¼ per for every other day for semi rapid expansion group and 2×¼ per day throughout the treatment for rapid maxillary expansion group. Dental casts, lateral and frontal cephalometric radiographs were taken from the patients at the beginning of treatment (T0) and at the end of expansion period (T1). Intragroup variances were evaluated with “Paired-t test” and “Wilcoxon test”. “Independent t test” and “Mann-Whitney U test” were used to compare the intergroup variances. A p value of less than 0,05 was considered as statistically significant. Although we found siginificant changes in different variances in the groups, there were no statistically sig-nificant differences between the two groups. Frontal cephalometric measurements showed similar dental and skeletal changes and no statistically significant differences were found between the groups. Intermolar and intercanine widths increased significantly in both groups; however no statistical differences were de-tected between the groups. In conclusion, maxillary expansion was carried out successfully with both procedures. Rapid maxillary expansion is superior to semi rapid expansion because of the active treatment period. Even though no signifi-cant differences were found between the groups in short term, long term effects should be evaluated by further studies.

Anahtar kelimeler: Hızlı üst çene genişletmesi, kemik des-tekli genişletme, yarı hızlı üst çene genişletmesi

Key words: Bone bored expansion, rapid maxillary expansion, semi rapid maxillary expansion

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Orthodontics

Ph.D Thesis, May 2014 Supervisor: Assoc. Prof. Sabri Ilhan RAMOGLU

Page 95: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

64

BROİLER KARKASLARINDAN İZOLE EDİLEN CAMPYLOBACTER JEJUNI İZOLATLARININ MAKROLİD, KİNOLON VE TETRASİKLİN GRUBU ANTİBİYOTİKLERE KARŞI DİRENÇ DURUMU

THE RESISTANCE STATE OF CAMPYLOBACTER JEJUNI ISOLATED FROM BROILER CARCASSES AGAINST TO MACROLIDE, QUINOLONE AND TETRACYCLINE GROUPS OF ANTIBIOTICS

Harun HIZLISOY

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Veteriner Mikrobiyoloji Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Haziran 2014 Danışman: Prof. Dr. Hüseyin KILIÇ

ÖZET Bu çalışmada broiler karkaslarından Campylobacter jejuni izolas-yonu, elde edilen izolatların makrolid, kinolon ve tetrasiklin antibi-yotiklerine karşı dirençlerinin ortaya konulması, Minimum inhibi-tör konsantrasyon (MİK) düzeylerinin tespiti, genomik ve plazmid kaynaklı direnç genlerinin gösterilmesi ve direnç epidemiyolojile-rindeki mevsimsel farklılıkların belirlenmesi amaçlandı. Campylobacter jejuni izolasyonu amacıyla, Haziran 2012 ve Ocak 2013 dönemlerinde Kayseri ilindeki süpermarketlerden satın alınan but, göğüs, kanat ve bütün tavuk olmak üzere toplam 200 örnek incelendi. Örneklerden elde edilen izolatların identifikasyonu, fenotipik testler ve multipleks Polimeraz Zincir Reaksiyonu (mPZR) ile gerçekleştirildi. C. jejuni’lerin antibiyotikle-re direnç durumları disk difüzyon testi ile; MİK dağılımları ise E test ile saptandı. Aynı zamanda antibiyotiklere dirençlilikleri; PZR ve sekans analizi gibi moleküler yöntemlerle test edildi. Fenotipik testlerle Haziran 2012 döneminde toplanan 100 örneğin 81’i, Ocak 2013 döneminde ise 100 örneğin 77’si Campylobacter spp. yönünden pozitif bulundu. mPZR testi ile Haziran 2012 döne-minde Campylobacter spp. izolatlarından, 88; Ocak 2013 dönemin-de ise 68 C. jejuni tespit edildi. İzolasyon ve identifikasyon sonuçla-rı bakımından dönemler arasındaki fark istatistiksel yönden (Ki kare testi) önemli bulunmadı (P>0,05). Disk difüzyon testinde en yüksek direnç oranları, Haziran 2012 ve Ocak 2013 dönemi izolatları için sırasıyla nalidiksik asit (% 78,4-% 92,6), siprofloksasin (% 67,1-% 86,7) ve tetrasikline (% 55,6-% 64,7) karşı gözlenirken, en düşük oranlar ise azitromisin (% 1,1-% 4,4), doksisiklin (% 2,2-% 1,4) ve eritromisine (% 11,3-% 4,4) karşı bulundu. E test sonuçları ile disk difüzyon testi sonuçlarının uyum-lu olduğu belirlendi. İzolatların test edilen antibiyotiklere duyarlı-lıklarında her iki dönem arasındaki fark istatistiksel olarak önemli bulunmadı (P>0,05). Tetrasiklin direnci yönünden genomik tetO geni; Haziran 2012 ve Ocak 2013 dönemi izolatlarının sırasıyla % 88 ve % 85,7’inde gösterilirken; plazmid aracılı tetO geni izolatların % 93,7 ve % 85,7’sinde tespit edildi. Makrolid direncin-de 23S rRNA’da A2074C mutasyonuna izolatların hiçbirinde rast-lanmazken; A2075G mutasyonuna Haziran 2012 ve Ocak 2013 dönemlerinde izolatların % 18,4 ve % 14,8’inde rastlandı. Genomik kinolon direncinde gyrA geni üzerindeki mutasyonlar, Haziran 2012 ve Ocak 2013 dönemlerinde, izolatların % 83,5 ve % 81,8’inde tespit edilirken; plazmid aracılı kinolon direnci amacıyla incelenen qnr geni, izolatların hiçbirinde bulunamadı. PZR ile saptanan kinolon ve makrolid direnci, DNA sekans analizi ile doğ-rulandı. Sekans analiziyle kinolon dirençli izolatlarda Tre-86-İle mutasyonuna rastlanırken; duyarlı izolatlarda bu mutasyona rast-lanmadı. Sekans analizi ile makrolid dirençli izolatlarda A2075G mutasyonu tespit edildi. Ancak, hiçbir izolatta A2074C mutasyonu-na rastlanmadı. Duyarlı izolatların hiçbirinde de bu iki mutasyon görülmedi. Sonuç olarak; tavuk etindeki antibiyotiklere dirençli C. jejuni varlı-ğı nedeniyle koruyucu tedbirlerin alınması, tedavi edici amaçla bilinçsiz antibiyotik kullanımının engellenmesi, dar spektrumlu antibiyotik kullanımının tercih edilmesi ve antibiyotik uygulanan hayvanlarda, kullanılan antibiyotiğin organizmadan atılma süreleri tamamlanmadan hayvanların kesilip tüketime sunulmaması ge-rektiği, Campylobacter spp. enfeksiyonlarının tedavisinde ilk seçe-nek olarak kullanılan eritromisine ilaveten azitromisinin ve doksisiklinin de alternatif olarak kullanılabileceği kanısına varıldı.

ABSTRACT

In this study, to isolate Campylobacter jejuni from broiler carcasses, to reveal the resistance to macrolide, quinolone and tetracycline groups of antibiotics, to determine the MIC values, to demonstrate the genomic and plasmid mediated genes played role in resistance and to evaluate the seasonal differences in the resistance epidemiology of obtained isolates were aimed. For the isolation of C. jejuni, a total of 200 samples including chicken thigh, breast, wings and carcasses purchased from supermarkets in Kayseri province were examined as materials in June 2012 and January 2013. The identification of the isolates was performed by phenotypical tests and multiplex Polymerase Chain Reaction (mPCR) method. The antibiotic resistance and MIC values of C. jejuni isolates were detected with disk diffusion and Etest method, respectively. In addition, the antibiotic resistances were examined by using PCR and sequencing. Eighty one of 100 samples collected in June and 77 of 100 samples in January were found to be positive in terms of Campylobacter spp. with phenotypical tests. By using of mPCR, 88 and 68 C. jejuni isolates were detected from Campylobacter spp. isolates during June 2012 and January 2013 terms, respectively. According to isolation and identification results, the differences between June and January periods were not statistically (Qhi-squared test) significant (P>0,05). In disk diffusion test, while, the highest resistance rates were observed as nalidixic acid (78,4% - 92,6%), ciprofloxacin (67,1% - 86,7%) and tetracycline (55,6% - 64,7%), the lowest resistance rates as azithromycin (1,1% - 4,4%), doxycycline (2,2% - 1,4%) and erythromycin (11,3% - 4,4% ), for the period June and January, respectively were determined. It was determined that Etest results were compatible with disk diffusion test. The differences between June and January periods in terms of the tested antibiotics were not statistically important (P>0,05). Whilst, chromosomal tetO gene was shown in June and January isolates at 88 % and 85,7 % rates, plasmid mediated tetO gene was found at 93,7% and 85,7% rates, respectively. In macrolide resistance, while A2075G mutation was detected in 23SrRNA at rates 18,4 % and 14,8 % of June 2012 and January 2013 isolates, A2074C mutation was not observed at any of June 2012 and January 2013 isolates, respectively. When, in chromosomal quinolone resistance, the mutations in gyrA gene were detected at rates of 83,5% and 81,8% in June 2012 and January 2013 isolates, respectively, qnr gene examined for plasmid mediated quinolone resistance was found in none of C. jejuni isolates. Quinolone and macrolide resistances detected by PCR were confirmed by DNA sequencing. While, Tre-86-Ile mutation was found in quinolone resistant isolates with sequencing, but these mutations were not detected in susceptible isolates. Additionally, A2075G mutation was detected in macrolide resistant isolates. However, A2074C mutation was not observed in any isolates by using sequencing. It was not observed that none of the macrolide susceptible isolates had any of these two mutations. In conclusion, due to the presence of antibiotic resistant C. jejuni detected in chicken meat, protective measures should be taken, for therapeutic purposes, the misusing of antibiotics may be prohibited and the using of narrow-spectrum antibiotics may be preferred, in animals treated with antibiotics, before the completion of withdrawal period of antibiotics from organisms, animals may not be cut and presented for consumption. Besides, it is considered that in the treatment of Campylobacter infections, azythromycin and doxycycline may be used as alternative to erythromycin is the drug of choice.

Anahtar kelimeler: Broiler, Campylobacter jejuni, kinolon, makrolid, tetrasiklin

Key words: Broiler carcass, Campylobacter jejuni, macrolide, quinolone, tetracycline

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physiology,

Department of Veterinary Microbiology PhD Thesis, June 2014

Supervisor: Prof. Dr. Hüseyin KILIÇ

Page 96: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 65

HAFİF ŞİŞMAN VE ŞİŞMAN ERGENLERE YARATICI DRAMA İLE VERİLEN BESLENME VE EGZERSİZ EĞİTİMİNİN BİLGİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARA ETKİSİ

THE EFFECT OF NUTRITION AND EXERCISE TRAININGS PROVIDED TO OVERWEIGHT AND OBESE TEENAGERS THROUGH CREATIVE DRAMA UPON THEIR KNOWLEDGE, ATTITUDE, AND BEHAVIORS

Mukaddes DEMİR ACAR

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Haziran 2014 Danışman: Doç. Dr. Meral BAYAT

ÖZET .Bu çalışma, hafif şişman ve şişman ergenlere yaratıcı dra-ma ile verilen beslenme ve egzersiz eğitiminin bilgi, tutum ve davranışlara etkisini değerlendirmek amacıyla, randomize, kontrollü, zaman serili desende deneysel bir çalışma olarak yapılmıştır. Çalışmaya ilköğretim 6. ve 7. sınıfa devam eden hafif şişman/şişman 76 ergen (38 çalış-ma, 38 kontrol grubu) alınmıştır. Çalışma için etik kurul ve kurum onayı, ergen ve annelerinin yazılı onamları alınmış-tır. Yaratıcı drama yöntemine göre düzenlenmiş eğitimler 12-13 kişilik gruplar ile beş oturumda yapılmış ayrıca annelere de bir oturumda eğitim verilmiştir. Veriler Aileler için Anket Formu, Ergenler için Bilgi Formu, Beslenme-Egzersiz Tutum Ölçeği, Beslenme-Egzersiz Davranış Ölçeği ile toplanmıştır. Çalışma ve kontrol grubuna; vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve bel çevresi ölçümü, bilgi formu ve ölçek-ler eğitimin başında, bitiminde ve 14. haftasında uygulan-mıştır. Veriler, bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistik-ler, Cronbach α, ki-kare, tekrarlı ölçümlerde iki yönlü varyans analizi, Bonferroni, Friedman, Wilcoxon, bağımsız gruplarda iki örneklem t testleri kullanılarak değerlendiril-miştir. Eğitim öncesinde çalışma ve kontrol grubundaki ergenle-rin bilgi, tutum, öğün düzeni ve sağlıklı beslenme-egzersiz davranış puanları arasındaki farkın önemli olmadığı (p>0.05), eğitim sonrasında çalışma grubundaki ergenlerin puanlarının arttığı ve aralarındaki farkın önemli olduğu (p<0.05), grup-zaman etkileşiminin de anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.05). Çalışma grubundaki ergenlerde beden kütle indeksi (BKİ), vücut ağırlığı ve bel/boy oranı çalışma sonrasında istatis-tiksel olarak önemli düzeyde azalmış (p<0.05), kontrol grubunda ise bel çevresi ve vücut ağırlığı ölçümlerinde önemli düzeyde artma olduğu belirlenmiştir (p<0.05). BKİ, vücut ağırlığı, bel çevresi ve bel/boy oranı ölçümlerinde çalışma grubundaki değişimin kontrol grubuna göre an-lamlı olmadığı (p>0.05), grup-zaman etkileşiminin anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.001). Çalışma grubunda çalışma başında % 47.4 ergenin şişman olduğu, çalışma sonrasında bu oranın % 26.3’e düştüğü (p<0.001), kontrol grubunda ise ölçümler arasında değişim olmadığı bulunmuştur (p>0.05). Bu sonuçlar doğrultusunda günümüzde önemli bir sorun olan şişmanlığın azaltılmasına yönelik hemşirelerin ve ekip üyelerinin ergenlere yaratıcı drama gibi interaktif öğretim yöntemleri kullanarak sürekli ve düzenli eğitim vermeleri önerilmektedir.

ABSTRACT This experimental study was conducted as randomized and controlled on time series pattern, in an effort to evaluate the effect of trainings of nutrition and exercise provided to overweight and obese teenagers through creative drama, upon their knowledge, attitudes and behavior. Seventy-six overweight/obese teenagers studying at 6th and 7th grades of upper primary were included in the study (38 study, 38 control group). The approval of ethical committee and the institution, written approval of teenagers and deed of con-sent of the parents were provided for this study. Training courses that were designed based on the method of creative drama were implemented in five sessions with groups of teenagers (n=12-13) and mothers were trained in a session in this study, as well. The data were collected through ques-tionnaire for the families, through information form, nutri-tion-exercise attitude scale, and nutrition-exercise behavior scale for the teenagers. Body weight, height, and waist cir-cumference measurement, information form and scales were performed at the beginning of training, at the end of training and in the 14th week. The data were evaluated using descriptive statistics in software, Cronbach’s Alpha (α), chi-square, two-way variance analysis in reweighted measure-ments, Bonferroni, Friedman, Wilcoxon; and the two sam-ples in independent groups were evaluated using t-tests. The difference between knowledge, attitude, meal order and healthy nutrition-exercise behavior scores of the teenagers included in study and control groups were insignificant before the training (p>0.05); however, after training the scores of teenagers in the study group increased and the difference between the groups was significant (p<0.05), and group-time interaction was also significant (p<0.05). Body mass index (BMI), body weight, waist circumference/height of teenagers in the study group decreased signifi-cantly after the training (p<0.05), and significant increase was determined in waist circumference and body weight measurements of the control group (p<0.05). The change in BMI, body weight, waist circumference/height measure-ments in the study group was not significant versus the control group (p>0.05), however group-time interaction was significant (p<0.001). In the study group, whereas 47.4% teenagers were obese at the beginning of the study, this rate decreased to 26.3% (p<0.001); and no change was found between measurements in the control group (p>0.05). In accordance with these results, it has been suggested that nurses and team members should provide permanent and regular trainings using interactive teaching methods such as creative drama, for decreasing the adolescence-period obe-sity as a recent important problem.

Anahtar kelimeler: Yaratıcı drama, eğitim, şişmanlık, ergen, hemşire.

Key words: Creative drama, education, obesity, teenager, nurse.

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing Ph. D. Thesis, June 2014

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Meral BAYAT

Page 97: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

66

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANELERİNDE ÇALIŞAN HEKİM DIŞI SAĞLIK PERSONELİNDE UYKU KALİTESİ VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER

SLEEP QUALITY AND ASSOCIATED FACTORS AMONG NON-PHYSICIAN HEALTH PERSONNEL WORKING IN ERCIYES UNIVERSITY MEDICAL FACULTY HOSPITALS

Cevriye ÖZDEMİR

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2014 Danışman: Prof. Dr. Ahmet ÖZTÜRK

ÖZET İnsanın varlığını sürdürebilmesi için karşılanması gere-ken temel gereksinimlerden biri de hiç şüphesiz ki ‘uyku’dur. Uykunun yetersiz olması ya da kalitesinin bozulması, bireylerde fiziksel veya duygusal çeşitli ra-hatsızlıklara neden olabilir. Sağlık personeli zaman zaman vardiyalı ya da düzensiz çalışabilen ve bu neden-le uyku kalitelerinin bozulma ihtimali yüksek olan bir gruptur. Bu araştırma hekim dışı sağlık personelinin uyku kalitesi ve ilişkili faktörleri saptamak amacıyla Eylül 2012- Nisan 2013 tarihleri arasında yapılmış ke-sitsel bir çalışmadır. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde çalış-makta olan 745 hemşire, 22 eczacı, 15 diyetisyen, 87 biyolog, 324 sağlık teknikeri/teknisyeni, 130 laboratu-ar personeli olmak üzere toplam 933 sağlık çalışanı araştırmanın evrenini oluşturmuştur. Verilerin toplan-masında Pittsburgh Uyku Kalite Ölçeği (PUKÖ) ve Epworth Uykululuk Ölçeği (EUÖ) kullanılmıştır. Verile-rin analizinde ki-kare testi kullanılmış olup, p<0,05 değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir Çalışmaya katılanların Pittsburgh Uyku Kalitesi Ölçeği puan ortalamaları 7.96 ± 3.57 olup, beş ve daha yüksek puan alanların yani uyku kalitesi kötü olanların oranı % 72.6 olarak bulunmuştur. Uyku kalitesi; 35 yaş ve altında olanlarda, kadınlarda, evli olmayanlarda, hemşirelerde, dâhili ve cerrahi bö-lümler, acil servis ve yoğun bakımlarda çalışanlarda, 5 yıl ve altı çalışma yılına sahip olanlarda, gece ve gündüz değişen vardiya sistemi ile çalışanlarda, haftada 41 saat ve üstü çalışanlarda, gece nöbeti tutanlarda, evde bakı-ma muhtaç bir yakını olanlarda, genel sağlık durumunu kötü olarak değerlendirenlerde, gece 3 bardak ve üstü çay tüketimi olanlarda, kahve tüketenlerde, düzenli egzersiz alışkanlığı olmayanlarda, gündüz uyuma alış-kanlığı olanlarda ve yatmadan bir şeyler yeme- içme alışkanlığı olan bireylerde daha kötü olduğu saptanmış-tır (p<0.05). Uyku kalitesi kötü olan bireylerde gündüz uykululuk durumunun daha fazla olduğu tespit edilmiş-tir. Hekim dışı sağlık personelinde uyku kalitesinin kötü olma oranları oldukça yüksek olup, riski daha yüksek saptanan gruplara yönelik eğitimlerle ve özellikle var-diyalı çalışanlarda ya da çalışılan birimlerde yönetim-lerce yapılacak düzenlemelerle daha iyi uyku kalitesi-nin sağlanabileceği düşünülmektedir.

ABSTRACT

One of the basic needs which need to be met in order an individual to continue its existence is sleep, without any doubt. Lack of sleep or deterioration of its quality might result in various physical or emotional ailments in individuals. Healthcare personnel is a group which sometimes might work in shifts or on irregular basis, and therefore has a high probability of deterioration of sleep. A total of 933 healthcare personnel working at the Hos-pitals of Erciyes University Medical School including 745 nurses, 22 pharmacists, 15 dietitians, 87 biologists, 324 paramedics/healthcare technicians, and 130 labo-ratory personnel constitute the universe of the re-search. In the data collection, Pittsburgh Sleep Quality Index (PSQI) and Epworth Sleepiness Scale (ESS) were used. In analyzing the data, chi-square test was used, and p <0.05 values were considered statistically signifi-cant. The Pittsburgh Sleep Quality Index point mean of those who have participated in the study was 7.96 ± 3.57, and the percentage of those who have gotten five points or more, in other words who have poor sleep quality was found to be 72.6%. Sleep quality has been identified to be worse of those who are 35 years and under, women, the unmarried, nurses, those working at internal and surgical depart-ments, emergency services and intensive care units, those who have been working for five years and less, who work on changing day and night shift system, working 41 hours or more per week, having night du-ties, who have a dependant relative at home in need of care, who asses their overall health status as poor, who have the habit of having tea 3 cups or more at night, consume coffee, who lack the habit of a regular exer-cise, who have the habit of daytime sleeping, and those who have the habit of eating and drinking before bed-time(p <0.05). In individuals with poor sleep quality, it has been established that the situation of daytime sleepiness is more common. The percentage of poor sleep quality of non-physician health personnel is rather high, and it is considered that by trainings intended for the groups which the risks are identified to be higher, and through the ar-rangements to be made by the managements especially for the individuals who work in shifts or at the units worked for.

Anahtar kelimeler: Sağlık çalışanları, uyku kalitesi, Pittsburgh uyku kalite ölçeği, Epworth uykululuk ölçeği

Key words: Health care workers, sleep quality, Pittsburgh sleep quality index, The Epworth sleepiness scale

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Public Health

M Sc. Thesis, June 2014 Supervisor: Prof. Dr. Ahmet ÖZTÜRK

Page 98: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 67

YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERDE HASTA GÜVENLİĞİ KÜLTÜRÜNÜN BELİRLENMESİ DETERMINATION OF PATIENT SAFETY CULTURE OF NURSING STAFF IN INTENSIVE CARE UNITS

Zühal YILMAZ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Yrd. Doç. Dr. Songül GÖRİŞ

ÖZET Bu çalışma yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşire-lerde hasta güvenliği kültürünü belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya Erciyes Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Yoğun Bakım Üniteleri ile Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Ünitelerinde çalışan ve araştırmayı kabul eden 316 hemşire alınmıştır. Araştırmanın verileri anket formu ve Hasta Güvenliği Kültürü Hastane Anketi aracılığıyla toplanmıştır. Araştırmada etik kurul onayı, kurum izni ve araştırmaya katılan hemşirelerden sözlü ve yazılı oluru alınmıştır. Araştırmada elde edilen verilerin normal dağılımına Shapiro-Wilk testi ile bakılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik dağılım ve Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Ölçeğin güvenirli-ğinin belirlenmesinde Cronbach alfa katsayısına bakıl-mıştır. İstatistiksel değerlendirmede p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. Yoğun bakımlarda hemşirelerin %13.6’sı hasta güvenli-ğini tehdit eden bir durumla karşılaştıklarını; bu du-rumların %48.8’ni düşmeler, %16.3’ünü ilaç uygulama-larına ilişkin hatalar, %16.3’ünü hastane enfeksiyonla-rı, %11.6’sını tıbbi ekipman ve %7.0’sini ise tedavi ihmali ve iletişim kaynaklı hatalar olduğunu bildirmiş-lerdir. Hemşirelerin %88.0’ı son 12 ay içerisinde hiç bir olay rapor bildirimi yapmazken, çalıştıkları birimi has-ta güvenliği konusunda “Kabul edilebilir” (%43.0) dü-zeyde olarak değerlendirmişlerdir. Hasta güvenliği kül-türü hastane anketini oluşturan 12 alt alan içinde en yüksek katılım “Üniteler içinde ekip çalışması” alt ala-nına, en düşük katılım ise “Hataya karşı cezalandırıcı olmayan yanıt” alt alanına ait olmuştur. Ayrıca hizmet içi eğitim alan, kadrolu statüde çalışan, işinden mem-nun olan ve hasta güvenliği yönetmeliğini bilen hemşi-relerin hasta güvenliği kültürü hastane anketi alt boyutlarına verdikleri olumlu cevap yüzdeleri daha yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak yoğun bakım hemşirlerinde hasta güvenli-ği kültürünün geliştirilmesi için kapsamlı eğitimlerin verilmesi, daha kapsamlı ve uygulamalı çalışmaların yapılması önerilmektedir.

ABSTRACT The present study was conducted to determine the patient safety culture in nurses working at intensive care units. In the study, 316 nurses who worked at intensive care units of Health Practice and Research Center of Erciyes University and Kayseri Education and Research Hospital and who accepted to participate were recruited. Data of the study were collected with questionnaire form and Patient Safety Culture Hospital Questionnaire. Ethical approval, institutional permission and verbal and written consent from nurses were obtained. Normal distribution of the data was checked with Shapiro-Wilk test. Data were analyzed with percentages and Mann-Whitney U test. Cronbach alpha coefficient was used for reliability of the scale. p<0.05 was set as statistically significant. In the intensive care units, 13.6% of nurses stated that they met with a situation threatening patient safety, of these situations; 48.8% were falls, 16.3% were mistakes about drug administration, 16.3% were hospital infections, 11.6% were about medicinal equipments and 7.0% were mistakes about treatment and communication. Of the nurses, 88.0% have not reported any case within the last 12 months, they evaluated their unit as “acceptable” about patient safety (43.0%). Among 12 sub-dimensions of Patient Safety Culture Hospital Questionnaire, the highest agreement was on “team work in the units”, the lowest agreement was on “non-punitive response against mistake”. Also, positive answer percentage towards sub- dimensions of Patient Safety Culture Hospital Questionnaire was higher in nurses who received in-service education, worked with permanent employee status, were satisfied with their job and who knew patient safety legislation. Consequently, comprehensive educations in order to improve patient safety culture of nurses working at intensive care units should be given and more spacious and practical studies should be conducted.

Anahtar kelimeler: Yoğun bakım, hasta güvenliği, hemşirelik Key words: Intensive care, patient safety, nursing

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing M Sc. Thesis, July 2014

Supervisor: Asist. Prof. Songül GÖRİŞ

Page 99: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

68

RAKET SPORLARINDAKİ SPORCULARIN FİZİKSEL VE SEÇİLMİŞ TEMEL MOTORİK ÖZELLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

THE COMPORISON OF RACQUET SPORTS PLAYERS’ PHYSICAL AND SELECTED MOTOR SKILLS Özdemir ATAR

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2014 Danışman: Doç. Dr. Hürmüz KOÇ

ÖZET Bu çalışmanın amacı, raket sporlarındaki sporcuların fiziksel ve seçilmiş temel motorik özelliklerinin karşı-laştırılmasıdır. Çalışma grubunu Erciyes Üniveristesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu, Antrenörlük eğitimi bölümünde eğitim alan 14 tenis ve 12 badminton öğ-rencisi gönüllü olarak katılmıştır. Çalışmaya katılan gönüllülerin Boy, Kilo Ölçümü, Vücut Kitle İndeksi, Es-neklik, Pençe Kuvveti, El ve ayak reaksiyon, Dikey sıçra-ma, Anaerobik güç, Hareket hızı, Statik ve Dinamik Den-ge, Çeviklik ölçümleri yapılmıştır.Veriler SPSS 16.0 adlı paket program ile kayıt edilmiştir. Verilerin normal dağılım için One-Sample Kolmogorov-Smirnov testi kullanılmıştır. Branşlar arası karşılaştırmada Unpaired t testi kullanıldı. P<0.05 değeri anlamlı kabul edildi. Çalışmaya katılan gönüllülerin yaş, boy kilo, VKI, Dina-mik denge, Ayak reaksiyonu, Dikey sıçrama, Anaerobik güç, Pençe kuvveti ve Çeviklik Parametrelerinde anlam-lı farklılık bulunmazken (p>0.05), Statik denge, el reak-siyonu, Esneklik, Sürat parametrelerinde Anlamlı fark-lılık tespit edilmiştir (p<0.05) Ayrıca, Kol hareket hızı ve hareket hızı parametrelerinde anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0.001). Sonuç olarak, Tenis ve Badminton sporlarıyla uğraşan sporcularının bazı fiziksel ve seçilmiş motorik özellikle-rinin benzerlik gösterdiği görülmüştür. Benzerlik gös-termeyen fiziksel ve motorik özelliklerin tenis ve bad-minton sporlarındaki farklı saha ölçülerinden ve kulla-nılan farklı özelliklerdeki materyallerden kaynaklandığı düşünülmektedir.

ABSTRACT The aim of this study was to compare the physical and selected motor skills of athletes performed racket sports.Volunteers which were 14 Tennis players and 12 Badminton players studied coaching education department of Physical education and Sport Collage of Erciyes University were participated volunteerly. Age, Body height, Body weight, Body Mass Index, Flexibity, Handgrip, reaction times, Vertical Jump, Anaerobic Power, upper extremity velocity, Static ve Dynamic Balance, Agility and sprint parametres were measured.Data were recorded by SPSS 16.0 package program. One-Sample Kolmogorov-Smirnov test was performed for distribution normality of data. Unpaired t test was performed for comparison between branches.While statistically difference was not found at Age, Body height, Body weight, Body Mass Index, Dy-namic Balance, food reaction time, vertical jump, hand-grip and agility parametres (p>0,05), Statistically dif-ference was found at Static Balance, Hand reaction, Flexibility and sprint parametres (p<0.05) Also, Statis-tical difference was found upper extremity velocity parametres (p<0.001). As a result of the study, it was found that some physical and selected motor skills of athletes performed tenis and badminton, was shown similarity. It was thought that difference of physical and some motor skills were based on dimensions of both sport areas and materials which were used such as racquet and ball

Anahtar kelimeler: Tenis, badminton, motorik özellikler Key words: Tennis, badminton, motor skills

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physical Education and Sport

M Sc. Thesis, May 2014 Supervisor: Assoc. Prof. Hürmüz KOÇ

Page 100: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 69

PROTON POMPA İNHİBİTÖRÜ KULLANIMININ BLASTOCYSTIS HOMINIS’ IN GÖRÜLME SIKLIĞI ÜZERİNE ETKİSİ PROTON PUMP INHIBITORS EFFECT ON THE INCIDENCE OF BLASTOCYSTIS HOMINIS

Etem HIZALER

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Parazitoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Nisan 2014 Danışman: Prof. Dr. İzzet ŞAHİN

ÖZET Kontamine su ve gıdalarla fekal oral yolla bulaştığı bili-nen Blastocystis hominis insanlarda en sık rastlanan bağırsak protozoonlarından biridir. B. hominis enfeksi-yonunda görülen birçok semptom, başka nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan gastrointestinal sistem semp-tomları ile benzerlik göstermektedir. Gastrointestinal sistem hastalıklarında sıklıkla kullanı-lan proton pompa inhibitörlerinin (PPI), mide pH’ nı yükseltir ve bu B. hominis kistlerinin mideden daha kolay geçişini sağlayabilir. Bu nedenle PPI kullanımının B. hominis enfeksiyonunu artıracağı düşünülmektedir. Bu çalışma, Erciyes Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Merkezi Hastanesi Gastroenteroloji polikliniğine başvu-ran ve PPI kullanan 100 hasta, kullanmayan 100 hasta ve sağlıklı kişilerden oluşturulan 100 kişilik kontrol grubu üzerinde, PPI kullanımının B. hominis’ in görülme sıklığı üzerine etkisini araştırmak amaçlı yapılmıştır. Çalışmamızda ele alınan araştırma gruplarından; PPI kullananların % 24’ ünde, kullanmayanların %5’ inde ve kontrol grubunun %8’ inde B. hominis saptanmıştır. PPI kullanan grupta B. hominis görülme sıklığı istatis-tiksel yönden anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (X2=8.883, p<0.001). Proton pompa inhibitörü kullanımı B. hominis görülme sıklığını etkilemektedir. Çalışmamız; PPI kullanımı ile B. hominis’ in görülme sıklığının incelenmesi bakımından ilk çalışmadır. GİS şikayeti nedeniyle PPI kullananlarda, Blastosistosis’ in önemli ve olduğunun değerlendirilme-si gerektiği düşünülmektedir.

ABSTRACT Blastocystis hominis is one of the most common intestinal protozoa, known to be transmitted by contaminated water and food through fecal oral path. Many symptoms which are seen in B. hominis infection show similarities with the gastroinstestinal symtoms ones arising from many other reasons. Proton pump inhibitors (PPI) used in Gastrointestinal system (GİS) disorders increase stomach pH, and this may facilitate stomach passage of B. hominis. Therefore, the use of proton pump inhibitors is thought to increase of B. hominis infection. This research has been performed with 100 patients who used PPI, 100 patients who did not use PPI, who were all admitted to Erciyes Universty Research and Practice Hospital Gastroenterology Department and a control group of 100 volunteers; in order to evaluate the effect of PPI usage on B. hominis infection incidence. Among research groups, we detect B. hominis in % 24 of the PPI users; in %5 of the non-PPI users ; in 8% of the control group. In PPI using group, B. hominis incidence was found to be significantly higher ( X2 = 8.883 p<0.001). The usage of PPI affects the incidence of B. hominis. Our research is the first which investigates the relationship between the PPI usage and B.hominis infection. We suggest to consider whether Blastocystosis is important and significant in patients who use PPI' s for gastrointestinal disorders.

Anahtar kelimeler: Blastocystis hominis, gastrointestinal sistem, proton pompa inhibitörü, nativ- lugol

Key words: Blastocystis hominis, gastrointestinal system, pro-ton pump inhibitor, native- lugol

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Parasitology

M Sc. Thesis, April 2014 Supervisor: Prof. Dr. İzzet ŞAHİN

Page 101: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

70

ROTASYONEL VE RESİPROKASYON HAREKETİ İLE ÇALIŞAN ÜÇ FARKLI NiTi EĞE SİSTEMİ İLE YAPILAN KANAL TEDAVİSİ YENİLEME İŞLEMİNİN APİKALDEN TAŞAN DEBRİS MİKTARINA ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

THE EVALUTION OF APICALLY EXTRUDED DEBRIS USING THREE DIFFERENT NiTi SYSTEMS WORKING WITH CONTINUOUS ROTATION AND RECIPROCATION IN ENDODONTIC RETREATMENT

Asiye Nur DİNÇER

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Doç. Dr. Özgür ER

ÖZET Bu çalışmanın amacı tekrarlayan tedavilerde H-tipi el eğesinin, Reciproc, ProTaper ve Mtwo aletlerinin apikalden taşan debris miktarı üzerindeki etkisini de-ğerlendirmektir. Çalışmamızda 60 adet çekilmiş insan mandibular santral ve lateral dişleri kullanıldı. Dişler Reciproc sisteminin R25 eğesi ile şekillendirildi, guta perka konlar ve AH Plus kanal patı ile dolduruldu. Daha sonrasında dişler rastgele 4 gruba ayrıldı (n=15). Grup 1’de ProTaper Universal Retreatment eğeleri ile kanal dolgusu söküldükten sonra ProTaper Universal F3 ve F4 eğeleri ile ileri şekillendirme yapıldı. Grup 2’de Mtwo retreatment eğeleri ile kanal dolgusu söküldük-ten sonra 30 .06, 35 .06, 40 .06 eğeleri ile ileri şekillen-dirme yapıldı. Grup 3’te Reciproc R25 eğesi ile kanal dolgusu söküldükten sonra ileri şekillendirme R40 eğesi ile yapıldı. Grup 4’te Gates-Glidden frezleri ve 35, 30, 25 numaralı eğelerle kanal dolgusu söküldükten sonra 40 numaraya kadar ileri şekillendirme yapıldı. Taşan debrisin toplanması amacıyla cam tüpler kulla-nıldı. Cam tüpler kanal dolgusu sökümü öncesi ve son-rasında tartıldı ve aradaki fark hesaplanarak taşan debris ağırlığı belirlendi. Ayrıca tekrarlayan tedavi sü-releri not edildi. Taşan debris miktarı ve tekrarlayan tedavi süreleri açısından gruplar arasında anlamlı fark-lılık bulunmaktadır (p<0.05). Taşan debris miktarı de-ğerlendirildiğinde Reciproc grubu istatistiksel olarak anlamlı olmak üzere diğer gruplardan daha az taşmaya neden olmuştur. Mtwo, H tipi ve ProTaper grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur. Tekrarlayan tedavi süresi değerlendirildiğinde ProTaper ve Reciproc grubu H tipi ve Mtwo gruplarına göre istatsitiksel olarak anlamlı olmak üzere daha hızlı-dır.

ABSTRACT The aim of this study was to compare the amount of debris apically extruded during endodontic retreatment using H-file, Reciproc, ProTaper and Mtwo instruments. Sixty freshly extracted human mandibular incisor teeth were used in this study. All samples were prepared Reciproc R25 file and root canals of the teeth were filled with gutta-percha and AH Plus sealer before randomly assigned to four groups (n=15). In group 1, root fillings were removed with Protaper Universal retreatment system and ProTaper Universal F3, F4 files were used for final preparation. In group 2, root fillings were removed Mtwo retreatment files, Mtwo 30 .06, 35 .06 and 40. 06 files were used for final preparation. In group 3, root fillings were removed with Reciproc R25 files, Reciproc R40 files were used for final preparation. In group 4, root fillings were removed with Gates-Glidden burs and 35, 30, 25 H-files, for final preparation H-file 40 were used. Glass vials were used for debris collection. Glass vials were weighed before and after gutta-percha removal. Additionally, time required for retreatment procedures were recorded. There were significant difference among groups in terms of apically extuded debris and required retreatment time (p<0.05). Group Reciproc produced significantly less amount of apical extrusion than other groups. There is no significantly difference between Mtwo, H-file, ProTaper groups. Time results showed that ProTaper and Reciproc groups required significantly less time than Mtwo and H-file groups.

Anahtar kelimeler: Apikal ekstrüzyon, retreatment, reciproc, Mtwo, ProTaper

Key words: Apical extrusion, Retreatment, Reciproc, Mtwo, ProTaper

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Restorative Treatment and

Endodontics PhD. Thesis, July 2014

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Özgür ER

Page 102: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 71

TEKRARLAYAN TEDAVİLERDE ÇÖZÜCÜ KULLANIMIN APİKALDAN TAŞAN DEBRİS MİKTARI ÜZERİNE ETKİSİ EVALUTION OF APICALLY EXTUREDED DEBRIS IN RETREATMENT USING DIFFERENT SOLVENTS

Burhan Can ÇANAKÇİ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Doç. Dr. Özgür ER

ÖZET Bu çalışmanın amacı, farklı kök kanal dolgu patları (AH Plus, Tubli-Seal) ve guta-perka ile yapılmış kök kanalı dolgularının yenilenmesinde farklı pat çözücüleri (Resosolv, Endosolv E) ve guta-perka çözücü/yumuşatıcısının (Guttasolv) kullanımının, apikalden taşan debris miktarı üzerindeki etkisinin değerlendiril-mesidir. Çalışmamızda 90 adet, yeni çekilmiş, alt sant-ral ve lateral insan dişi kullanıldı. Dişler Resiproc #25 .08 NiTi eğe sistemi ile şekillendirildi. Örnekler rastgele 6 gruba ayrıldı (n=15). Grup 1, 2 ve 3, Ah Plus kanal patı ve guta-perka, Grup 3, 4 ve 5 ise Tubli-Seal kanal patı ve guta-perka ile soğuk lateral kondensasyon tekniği ile dolduruldu. Dişler etüvde %100 nemli or-tamda ve 37 ºC'de 2 ay bekletildi. Daha sonra bütün örnekler Myes and Montgomery’nin tarif ettiği debris toplama şişe sisteminin bir değişkesine yerleştirildi ve kanal dolguları Protaper Retreatment eğeleri kullanıla-rak söküldü. Söküm işlemi sırasında çözücü olarak Grup 1’de Resosolv, Grup 4’de EndoSolv E, Grup 2 ve 5’de ise GuttaSolv kullanıldı. Kontrol grupları Grup 3 ve 6’da ise çözücü kullanılmadı. Kanal dolgusunun sökül-mesinden sonra Resiproc #40 .06 NiTi eğe sistemi ile son şekillendirme yapıldı. İşlem sırasında yıkama için örnek başına 20 ml distile su kullanıldı. Boş ağırlığı daha önce tartılmış olan cam şişeler, içerisindeki sıvı-nın buharlaştırılması için 5 gün boyunca 68 0C’ki etüv içerisinde bekletildi. İki ölçüm arasındaki fark taşan debris miktarının ağırlığını ifade etmektedir. Ayrıca kök kanal dolgusunun sökülmesi ve kök kanalının tek-rar şekillendirilmesi sırasında geçen süre kaydedildi. Taşan debris miktarları karşılaştırıldığında AH Plus kullanılan gruplar arasında istatistiksel fark bulunur-ken, Tubli-Seal kullanılan gruplarda Grup 4 ile Grup 5 ve 6 arasında fark tespit edilmiştir (p<0.05). Tekrarla-yan tedavi için geçen zaman değerlendirildiğinde ise AH Plus grupları arasında en kısa süre Grup 1, sonra 2 ve 3 gelirken, Tubli-Seal gruplarında ise en kısa süre Grup 4’te gerçekleşirken, onu Grup 5 ve 6 takip etmiştir (p<0.05).

ABSTRACT The aim of this study was to evaluate the weight of apically extureded debris in retreatment of root canals filled with different root canal sealers (AH Plus, TubliSeal) and gutta-percha with diffent solvents (Resosolv, EndoSolv E, GuttaSolv). In our study, 90 freshly extracted, human mandibular santral and lateral teeth were used. All teeth was preaperad with Resicroc #25 .08 NiTi system. All specimens were randomly divided into 6 groups (n=15). In Group 1,2 and 3, root canals were filled with AH Plus sealer and gutta-percha and in Group 4,5 and 6, root canals were filled with Tubli-Seal sealer and gutta-percha using cold lateral condensation technique. All specimens were stored in 100% humidity and 37 °C for 2 months. Then all teeth were placed into the glass bottle system which was the modification of the system that Myers and Montgomery had described. All root canal fillings were removed with Protaper Retreatment NiTi system. During retreatment procedure, in Group 1 Resosolv, in Group 4 Endosolv E, and in Group 2 and 5 Guttasolv were used as solvent. In control groups (Group 3 and 6) no solvent were used. After removing root canal fillings, Resiproc #40 .06 were used for final preparation. 20 ml distilled water were used for each specimen. All the pre-weighted glass bottles were stored in an incubator at 68 0C for 5 days to evaporate the moisture before weighing the dry debris. Also time passed during retreatment and final preaperation periods were recorded. The weight of the extracted debris results showed that in AH Plus groups, there were stastitically difference. In Tubli-Seal groups, there were statistically difference between Group 4 and 5-6. Time results showed that in AH Plus groups, the shortest results were in Group 1, than 2 and 3. In Tubli-Seal groups the shortest results were in Group 4, than 5 and 6.

Anahtar kelimeler: Tekrarlayan tedavi, apikalden taşan debris, çözücü

Key words: Retreatment, apically extruded debris, solvent

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Restorative Treatment and

Endodontics PhD. Thesis, July 2014

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Özgür ER

Page 103: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

72

FRAJİL X SENDROMLU HASTALARDA FMR1 GENİNDEKİ 3'LÜ TEKRAR ARTIŞ SAYI MUTASYONLARIN BELİRLENMESİ

IDENTIFICATION OF MUTATIONS WITH INCREASED NUMBER OF TRIPLET REPEATS IN THE FMR1 GENE IN PATIENTS WITH FRAGILE X SYNDROME

Yasin ADA

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıbbi Genetik Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Prof. Dr. Munis DÜNDAR

ÖZET Frajil X Sendromu (FXS) (OMIM 300624); mental retardasyonların etmenleri arasında Down sendromun-dan sonra ikinci sırada, ailesel mental retardasyonlar içinde ise birinci sırada yer almaktadır. Toplumda ki sıklığı erkeklerde yaklaşık 4000'de 1 ve kadınlarda yaklaşık 8000'de 1 olduğu bilinmektedir. Hastalığın %98-99'u X kromozomu üzerinde yer alan Frajil X Mental Retardasyon 1 (FMR1) genin 5' ucunda translate olma-yan bölgesindeki (UTR) CGG (sitozin, guanin, guanin) tekrarının genişlemesinin ve anormal metillenmesinin nedenidir. %1-2'si ise gendeki delesyonlar ve nokta mutasyonları oluşturur. FXS'nda klinik bulgular mental retardasyon, belirgin kulaklar, uzun ince bir yüz, davranış bozuklukları, pubertal dönemden itibaren makroorşitizm ile karakte-rizedir. FXS'dan sorumlu gen Xq27.3'e lokalize edilmiş FMR1 adı verilen 38 kb büyüklüğünde ve 17 ekzon içeren bir gendir. Gen, 5' ucunda CpG metilasyon bölgesi ve birin-ci ekzon'un translate olmayan kısmında CGG üçlü tek-rarları içerir. Yaklaşık 4.4 kb büyüklüğündeki mRNA 70 kDa'luk bir protein sentezler. FMR1 proteini (FMRP) çeşitli dokularda ifade edilen ve nöronal ve zihinsel gelişimi için gerekli, mRNA bağlayıcı bir proteindir. CGG tekrar uzunlukları ~5 - ~44 arasında olan bireyler normaldir yani etkilenmemişlerdir, ~45 - ~54 arasın-daki tekrarlar "gri bölge" denir, ~55 - ~200 arasında olan bireyler premutasyon yani FXS taşıyıcısıdır. Premutasyon bayanlarda olursa bir sonraki jenerasyo-na aktarılırken mayoz bölünme esnasında CGG dizileri artarak bireye geçer " buna antisipasyon denir" bu şek-liyle bu sendromun kalıtımı diğer X'e bağlı kalıtımlı hastalıklardan farklı kılar. 200 ve üzeri CGG tekrarı olan bireyler ise full mutasyon olarak sınıflandırılır ve FXS ile ilişkilendirilir. Bu çalışmada, FMR1 Sizing PCR (ABBOTT) ve SNP DETECTIVE FRAGİLE X (GML) kitleri kullanılarak FXS'na neden olan FMR1 genindeki CGG trinükleotit sayısı ve metilasyon durumu incelendi ve yaş ortalama-sı 7.5 olan 50 çocuktan 40 erkek çocuğun %15'ınde full mutasyon, %2.5'inde premutasyon, ve 1 erkek çocukta ise size mozaisizmi bulunmuştur. Toplam 9 kız çocuğu-nun %11.11'inde full mutasyon görülmüştür. Full mu-tasyonların hepside metillenmiş olarak bulundu.

ABSTRACT Fragile X Syndrome (FXS) (OMIM 300624) ranks in second place, after Down syndrome, among the factors of mental retardation and ranks first in familial mental retardation. It is seen about 1 in 4000 among men and 1 in 8000 among women. The fragile X mental retardation 1 (FMR1) gene at the 5' non-translated region (UTR) CGG (cytosine, guanine, guanine) repeat expansion and abnormal methylation are the cause for 98-99 % of the disease on X chromosome while 1-2% are due to deletions and point mutations in the gene forms. Clinical findings of FXS are characterized by mental retardation, prominent ears, a long, thin face, behavior disorder, and macroorchidism since puberty. The gene responsible for FXS is called FMR1, which is localized on Xq27.3 and 38 kb in size, and comprised of 17 exons. The gene, which is at the 5' region and the first exon of CpG methylation in non-translated portion, includes CGG triplet repeat. mRNA in size of approximately 4.4 kb synthesizes 70 kDa protein. FMR1 protein (FMRP), which is expressed in various tissues required for neuronal and mental development, is an mRNA binding protein. CGG repeat length of ~ 5 - ~ 44 is considered normal, meaning that individuals are not affected, while repeat length of ~ 45 - ~ 54 is called as "gray zone" . Individuals with repeat length of ~ 55 - ~ 200 are thought to have premutation, meaning that they are FXS carriers. If premutation occurs in women during meiosis division, then it is transferred to the next generation of individuals through increased CGG sequences. This is called "anticipation". This form of inheritance makes this syndrome different from other inherited X-linked diseases. Individuals with 200 or more CGG repeats are classified as people with full mutation and are associated with FXS. In this study, by using FMR1 Sizing PCR (ABBOTT) and SNP DETECTIVE Fragile X (GML) kits, CGG trinucleotide number and methylation status in FMR1 gene, which cause FXS, were examined. Out of 50 children with a mean age of 7.5, 15% of 40 boys had full mutation, 2.5% of them had premutation, and mosaicism was found in one boy. Full mutation was observed in 11.11% of 9 girls in the study. All mutations were found to be fully methylated.

Anahtar kelimeler: FMR1 Geni, Frajil X Sendromu, Xq27.3, Mental Retardasyon, CGG üçlü tekrarı

Key words: FMR1 gene, the Fragile X Syndrome, Xq27.3, Mental Retardation, CGG triplet repeat

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Medical Genetics

M.Sc. Thesis, July 2014 Supervisor: Prof. Dr. Munis DÜNDAR

Page 104: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 73

DİZ OSTEOARTRİTİ OLAN BİREYLERİN BEL BÖLGESİNE UYGULANAN ZENCEFİLLİ BÖBREK KOMPRES UYGULAMASININ AĞRI DÜZEYİ VE FİZİKSEL FONKSİYONLARA ETKİSİ

THE EFFECT OF GINGER KIDNEY COMPRESS APPLIED TO WAIST REGION UPON THE PAIN LEVEL AND PHYSI-CAL FUNCTIONS OF INDIVIDUALS WITH KNEE OSTEOARTHRITIS

Sibel ŞENTÜRK

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Prof.Dr. Sultan TAŞCI

ÖZET Romatizmal hastalıklar arasında dünyada en yaygın olarak görülen dejeneratif eklem hastalıklarından biri olan osteoartritin en önemli semptomu ağrıdır. Bu çalış-ma, diz osteoartriti olan bireylerin bel bölgesine yedi gün süresince, günde 30 dk uygulanan zencefilli böbrek kompres uygulamasının bireylerin ağrı düzeyi ve fizik-sel fonksiyonlara etkisini belirlemek amacıyla randomize kontrollü çalışma olarak yapılmıştır. Araştır-ma, 43 zencefilli böbrek kompres (Müdahale-I), 41 sıcak kompres (müdahale-II) ve 40 kontrol grubuna alınan 124 hasta ile yürütülmüştür. Çalışmada kurum izni, etik kurul onayı ve bireylerden gönüllü olur formu alınmış-tır. Araştırmada veriler, hasta tanıtım formu, Visual Analog Skala (VAS)-Ağrı ve WOMAC Osteoartrit İndeksi kullanılarak toplanmıştır. Formlar, uygulamanın başlan-gıcında (birinci izlem) ve uygulamanın bittiği gün (7.gün-ikinci izlem) içerisinde uygulanmıştır. Müdahale-I gru-buna zencefilli böbrek kompres, müdahale-II grubuna sıcak kompres yapılmış, kontrol grubuna ise herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Yedi günlük uygulama sonunda müdahale-I ve müdahale-II grubu ile yüz yüze, kontrol grubundaki bireylerle de telefonla görüşülerek formlar yeniden uygulanmış ve p<0.05 değeri istatistik-sel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Araştırma kapsamına alınan gruplar arası birinci izlem-de VAS-Ağrı ve WOMAC Osteoartrit İndeksi’nden aldık-ları puanlar arasında bir fark bulunmazken ( p>0.05), ikinci izlemde gruplar arası VAS-Ağrı ve WOMAC Osteoartrit İndekslerinden aldıkları puan arasında ista-tistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (p<0.001). Yapılan analizde zencefilli böb-rek kompres grubundaki bireylerin VAS-Ağrı ve WOMAC Osteoartrit İndeksi’nden aldıkları puanların sıcak kompres ve kontrol grubundaki bireylere göre daha fazla azaldığı ve bu farkın istatistiksel olarak an-lamlı olduğu belirlenmiştir ( p<0.001). Çalışma sonucunda zencefilli böbrek kompres uygula-masının, sıcak kompres uygulamasına göre daha etkili olduğu, VAS-Ağrı ve WOMAC Osteoartrit İndeksi puanla-rını azalttığı, diz osteoartritli bireylerde rahatlama sağ-ladığı ve hemşirelerin diz osteoartritli bireylerde kolay-ca kullanabilecekleri bağımsız bir Antroposofik hemşi-relik uygulaması olduğu saptanmıştır. Bu sonuca göre, diz osteoartriti olan bireylerde ağrı şiddetini azaltma ve fiziksel fonksiyonlarını arttırmada zencefilli böbrek kompres uygulamasının kullanım alanlarının arttırılma-sı ve yaygınlaştırılması önerilmektedir.

ABSTRACT The most important symptom of the osteoarthritis which is one of the most commonly seen degenerative joint diseases among the rheumatic diseases is pain. A ran-domized controlled study was conducted in order to de-termine the effect of ginger kidney compress applied to waist region for 30 minutes for seven days upon the pain level and physical functions of individuals with knee os-teoarthritis. The study was conducted with 124 patients; 43 being assigned to ginger kidney compress (intervention-I) group, 41 being assigned to hot com-press (intervention-II) group and 40 being assigned to control group. Ethical approval and informed consents were obtained. The data were gathered with patient de-scription form, Visual Analogue Scale (VAS)-Pain and WOMAC Osteoarthritis Index. The forms were adminis-tered at the beginning (first follow-up) and at the end (7th day, second follow-up) of intervention. The intervention-I group received ginger kidney compress while interven-tion-II group received hot compress and control group received no intervention. At the end of 7-day interven-tion; face to face interviews were made for the interven-tion-I group and the intervention-II group while control group received phone interviews and forms were admin-istered again and p value of less than 0.05 was consid-ered to indicate significance. In the first follow-up; there were no differences in terms of intergroup VAS-Pain scores and WOMAC Osteoarthri-tis Index scores (p>0.05) while in the second follow-up; there were statistically important differences in terms of intergroup VAS-Pain scores and WOMAC Osteoarthritis Index scores (p<0.001). Following the analyses; it was found out that VAS-Pain scores and WOMAC Osteoarthri-tis Index scores reduced more among the individuals in whom ginger kidney compressions were made as com-pared to those in the hot compress group and control group and the difference was statistically significant ( p<0.001). In sum; ginger kidney compress were more effective than hot compress and decreased VAS-Pain scores and WOMAC Osteoarthritis Index scores more and led to a relief among the patients with knee osteoarthritis. There-fore, it was concluded that ginger kidney compress could be used by nurses as an anthroposophic nursing practice for the patients with knee osteoarthritis. It is recom-mended that areas of usage of ginger kidney compress should be popularized and investigated in order to de-crease pain severity and increase physical functions among the patients with knee osteoarthritis.

Anahtar kelimeler: Diz osteoartriti; ağrı; fiziksel fonksiyon; zencefil böbrek kompres; hemşirelik

Key words: Knee osteoarthritis; pain; physical function; ginger kidney compress; nursing

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing PhD Thesis, July 2014

Supervisor: Prof.Dr. Sultan TAŞCI

Page 105: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2)

TEZ ÖZETLERİ

74

PERKÜTAN KORONER GİRİŞİM YAPILAN HASTALARDA FEMORAL BÖLGEYE BUZ TORBASI UYGULAMANIN AĞRI ÜZERİNE ETKİSİ

EFFECT OF ICE BAG APPLICATION TO FEMORAL REGION ON PAIN IN PATIENTS UNDERGOING PERCUTANEOUS CORONARY INTERVENTION

Sevda KORKUT BAYINDIR

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Yrd. Doç. Dr. Gülsüm Nihal GÜLESER

ÖZET

Araştırma, perkütan koroner girişim yapılan hastalarda femoral bölgeye buz torbası uygulamanın ağrı üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılmış randomize kont-rollü deneysel bir çalışmadır. Araştırma çalışma kriterlerine uyan deney grubunda 52, kontrol grubunda 52 olmak üzere toplam 104 hasta ile tamamlanmıştır. Veriler, araştırmacı tarafından Has-ta Tanıtım Formu, Sayısal Değerlendirme Skalası (NRS) ve Yaşam Bulgusu Takip Formu kullanılarak toplanmış-tır. Deney grubundaki hastalarda kateter çıkarılmadan önce femoral bölgeye 20 dakika buz torbası ile soğuk uygulama yapılmış ve kateter buz torbası kaldırıldıktan hemen sonra klinikte sadece bu iş ile sorumlu bir hem-şire tarafından çıkarılmıştır. Kontrol grubundaki hasta-lara ise kliniğin standart uygulaması yapılmıştır. Bu standart uygulamaya göre kateter, görevli hemşire ta-rafından femoral bölgeye herhangi bir uygulama yapıl-maksızın çıkarılmıştır. Hastaların deneyimlediği ağrı, kateter çıkarılmadan önce, kateter çıkarılırken ve kateter çıkarıldıktan sonra hemşire kateter bölgesine basınç uygularken olmak üzere toplam üç kez değerlen-dirilmiştir. Kateter çıkarılmadan önce ifade edilen NRS puanı “NRS1”, kateter çıkarılması sırasındaki “NRS2”, kateter çıkarıldıktan sonra hemşire kateter bölgesine basınç uygularken ifade edilen NRS puanı ise “NRS3” olarak değerlendirilmiştir. Çalışmada etik kurul onayı ile bireylerden yazılı bilgi-lendirilmiş olur alınmıştır. Verilerin istatistiksel anali-zinde tanımlayıcı istatistikler, ki-kare, Mann-Whitney U testi, Wilcoxan testi ve Friedman analizi kullanılmıştır. Deney ve kontrol grubundaki hastaların NRS1 puan ortancalarının birbirine benzer olduğu belirlenmiştir (p>0.05). Deney grubunda NRS2 puan ortancası 4.0 (3.0-4.0), kontrol grubunda ise 6.0 (4.0-7.0) olarak tes-pit edilmiş ve gruplar arasındaki fark istatistiksel ola-rak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p<0.001). Ayrı-ca deney grubundaki hastaların ağrıya verdiği davra-nışsal tepkiler kontrol grubundaki hastalardan anlamlı ölçüde düşük bulunmuştur (p<0.05). Araştırmanın sonuçları, perkütan koroner girişim yapı-lan hastalara buz torbası uygulamanın femoral kateter çıkarılmasına bağlı gelişen ağrıyı azaltmada etkili oldu-ğunu göstermiştir. Bu nedenle, bu hastalarda ağrının kontrol altına alınmasında hemşirelik girişimi olarak buz torbası uygulamasına yer verilmesi önerilebilir.

ABSTRACT The present study is a randomized-controlled, experimental research conducted to determine the effect of ice bag application to femoral region on pain in patients undergoing percutaneous coronary intervention. The study was completed with totally 104 patients being 52 in experimental group and 52 in control group who met the inclusion criteria. Data were collected with Patient Identification Form, Numeric Rating Scale (NRS) and Vital Signs Monitoring Form by the researcher. Cold application with ice bag was done for 20 minutes before removing the catheter to experimental group and the catheter was removed only by the nurse responsible for this process in the clinic immediately after the ice bag was removed. Standard procedures of the clinic were applied to control group. According to the relevant standard procedures, the catheter was removed by the nurse without any application to femoral region. The pain experienced by patients was evaluated for three times being prior to catheter remove, during catheter remove and after catheter remove while the nurse was pressing upon the catheter region. Score of NRS prior to catheter remove was defined as “NRS1”, during catheter remove it was defined as “NRS2” and after catheter remove while the nurse was pressing upon the catheter region catheter it was defined as “NRS3”. Signed forms of consent for the study were obtained from patients after the ethics committee approval. De-scriptive statistics, chi-square test, Mann-Whitney U test, Wilcoxon test and Friedman analysis were used for statistical data analysis. Experimental and control groups were found to be similar in terms of median NRS scores (p>0.05). Median score of NRS2 was determined as 4.0 (3.0-4.0) and 6.0 (4.0-7.0) in experimental and control groups, respectively and this difference was statistically significant with an advanced level (p<0.001). Also, behavioural responses given to pain were significantly lower in experimental group than controls (p<0.05). Study results demonstrated that ice bag application to femoral region was efficient in decreasing pain induced by femoral catheter remove in patients undergoing percutaneous coronary intervention. Therefore, local ice bag application may be recommended as a nursing intervention for controlling pain in these patients.

Anahtar kelimeler: Perkütan koroner girişim, femoral arteriyel kateter, ağrı, soğuk uygulama, hemşirelik

Key words: Percutaneous coronary intervention, femoral arterial catheter, pain, cold application, nursing

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing M Sc. Thesis, July 2014

Supervisor: Asist. Prof. Gülsüm Nihal GÜLESER

Page 106: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

TEZ ÖZETLERİ

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2014 ; 23 (2) 75

40-60 YAŞ GRUBU KADINLARA UYGULANAN AYAK REFLEKSOLOJİNİN VAZOMOTOR YAKINMALAR VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ

THE EFFECT OF FOOT REFLEXOLOGY APPLIED TO WOMEN AGED BETWEEN 40 AND 60 ON VASOMOTOR COMPLAINT AND QUALITY OF LIFE

Ebru GÖZÜYEŞİL

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Temmuz 2014 Danışman: Prof. Dr. Mürüvvet BAŞER

ÖZET

Bu araştırma 40-60 yaş grubu kadınlara uygulanan ayak refleksolojininvazomotor yakınmalar ve yaşam kalitesi-ne etkisini belirlemek amacıyla randomize, plasebo kontrollü bir çalışma olarak yapılmıştır. Çalışma Çuku-rova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Menopoz Polikliniği’-ne 22.02.2013-22.02.2014 tarihleri arasında başvuran 120 kadın ile yürütülmüştür. Çalışmanın yapılabilmesi için Etik Kurul onayı alınmıştır. Müdahale ve plasebo grubundaki kadınlara 6 hafta süre ile her bir seans 25 dk olmak üzere haftada iki seans, toplamda 12 seans uygulama yapılmıştır. Müdahale grubuna araştırmacı tarafından refleksoloji, plasebo grubuna ise eğitilmiş yardımcı araştırmacılar tarafından spesifik olmayan ayak masajı yapılmıştır. Araştırmada veriler; tanıtım ve değerlendirme formu, visual analog skala, menopoza özgü yaşam kalitesi ölçeği ve sıcak basması günlüğü kullanılarak toplanmıştır. Elde edilen veriler ki kare testi, t testi ve Mann Whitney U testi ile değerlendiril-miştir. Tüm testlerde istatistiksel önem düzeyi 0.05 olarak alınmıştır. Plasebo grubundaki kadınların uygulama öncesi sıcak basması, terleme ve gece terlemesi puan ortalamaları sırasıyla 8.1, 7.1 ve 6.9 iken, uygulama sonrası 5.7, 5.0 ve 4.3 olarak belirlenmiştir. Müdahale grubunun ise uygulama öncesi sıcak basması, terleme ve gece terle-mesi puan ortalamaları 7.5, 7.3 ve 6.9 iken, uygulama sonrası bu değerler sırasıyla 3.3, 3.2 ve 2.3 olarak belir-lenmiştir. Sıcak basması, terleme ve gece terlemesi puan ortalamaları her iki grupta da, uygulama öncesine göre sonrasında azalma olmuştur (p<0.05). Ancak uygu-lama sonrasında müdahale grubunda bu ortalamaların plasebo grubuna göre daha düşük olduğu ve gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak da anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.001). Menopoza Özgü Yaşam Kalitesi Ölçeği’nin alt gruplarından olan vazomotor alan, psikososyal alan ve fiziksel alan puan ortalamaları her iki grupta da uygulamalar sonrasında uygulama öncesi-ne göe iyileşmegöstermiştir (p<0.001). Cinsel alanda ise müdahale grubunda anlamlı bir iyileşme (p<0.05) görü-lürken plasebo grubunda iyileşme görülmemiştir (p>0.05). Bu çalışma sonuçları menopozal dönemdeki kadınların vazomotor sorunlarının azaltılmasında ve yaşam kalite-sinin arttırılmasında refleksolojinin etkili olduğunu göstermiştir.

ABSTRACT This is a randomized, placebo-controlled study which was performed in order to determine the effect of foot reflexology applied to women aged between 40 and 60 on vasomotor complaint and quality of life. This study was performed with 120 women who presented to Balcalı Hospital of Cukurova University, Menopause Policlinic between 22.02.2013 – 22.02.2014. The ethical approval was taken from Ethics Committee in order to perform the study. The application was performed to women in the intervention and placebo groups for a period of 6 weeks, twice a week for 25 minutes for each session, totally 12 sessions. The reflexology, applied to ıntervention group was performed by the researcher and non-spesific foot massage in the plasebo group were performed by trained assistant researcher. The data were collected by using identification and evaluation form, visual analog skala, menopause-specific quality of life scale and hot flash diaries. Data obtained were evaluated by Chi-Square test, t-test and Mann Whitney U test. In all tests, the level of statistical significance was taken as 0.05. It was detected that prior to intervention the hot flashes, sweating and night sweats VAS score means of respectively, 8.1, 6.9 and 7.1 on the other hand after the intervention, 5.7, 4.3 and 5.0 on the women in the placebo group. Additionally It was detected that prior to intervention the hot flashes, sweating and night sweats score means of respectively 7.5, 7.3, and 6.9 on the other hand after the intervention, 3.3, 3.2 and 2.3 on the women in the intervention group. The hot flashes, sweating and night sweats score avarage was decreased after intervention in both group (p<0.05). However, after the application score average in the intervention group was found lower than that in the placebo group and, the difference between groups was determined to be statistically significant (p<0.001). The mean scores of the vasomotor, psychosocial and physical area which is the sub-group of Menopause-specific Quality of Life Scale, improvement was detected on the both groups after the application (p<0.001). In the sexual area while there was significantly improvement for intervention group (p<0.05) no any improvement detected for placebo group (p>0.05). The result of this study showed that reflexology was effective to reduce vasomotor symptoms and to increase quality of life in menapousal women.

Anahtar kelimeler: Refleksoloji, menopoz, vazomotor yakın-malar, yaşam kalitesi, hemşirelik

Key words: Reflexology, menopause, vasomotor symptoms, quality of life; nursing

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Nursing,

PhD Thesis, July 2014 Supervisor: Prof. Dr. Mürüvvet BAŞER

Page 107: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

yayını olan Sağlık Bilimleri Dergisi yılda üç defa

olmak üzere dört ayda bir yayınlanır. Tıbbın çeşitli

dallarındaki klinik ve deneysel araştırma yazıları,

orijinal olgu sunumları ve literatür derlemeleri daha

önce herhangi bir yerde yayınlanmamış ve yayın

için başka bir dergiye gönderilmemiş olmak

koşuluyla kabul edilir. Araştırma makalelerinin

yayınlanabilmesi için projelerinin ilgili kurumun

etik kurulunca onaylanmış olduğu ve insanla

yapılan çalışmalarda, çalışma öncesinde hasta ya da

gönüllülere bilgilendirme yapılıp onay alındığı

belirtilmelidir.

Dergide yazılar Türkçe ve İngilizce olarak

yayınlanır. Türkçe yazılarda Türk dilinin bütünlüğü

korunmalı, İngilizce yazılar anlaşılır ve hatasız

olmalıdır. Yazılar dört örnek (biri orijinal, diğerleri

fotokopi) olarak editöre gönderilmeli veya şahsen

teslim edilmelidir. Gönderilen yazı ve resimlerin

kaybından editörlük sorumlu tutulamaz. Gönderilen

yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade

edilmez, yalnız yayınlanmayan resimler veya

şekiller istek üzerine yazarına gönderilebilir.

Gönderilen yazıların dergi kurallarına göre

düzenlenmiş ve basıma hazır hale getirilmiş olması

gerekir. Yazıların yayınlanmasındaki gecikmenin

en önemli nedeni makalelerin yazım kurallarına

göre hazırlanmamasıdır. Yayın kurulu yazım

kurallarına uymayan yazıları yayınlamamak,

düzeltmek üzere yazara iade etmek yada şekil

açısından yeniden düzenlemek yetkisindedir.

Yazılarda savunulan fikirlerin sorumluluğu yazara

aittir. Yayınlanan yazıların telif hakkı dergiye ait

olup derginin izni olmadan kısmen de olsa

aktarılamaz.

Editöre çeşitli konularda ve dergide yayınlanan

yazılarla ilgili mektuplar yazılabilir ve

yazarlarından cevaplandırması istenebilir. Bunların

dergide yayınlanıp-yayınlanmaması editörün

yetkisindedir. Ayrıca dergide tıp alanındaki ulusal

veya uluslararası bilimsel toplantıların tarihi,

konusu ve konuşmacıları duyurulmak amacı ile

yayınlanır.

Yazım Kuralları

Dergide yayınlanmak üzere editöre gönderilen

yazılar A4 kağıdının bir yüzüne 12 punto, çift

aralıkla ve kenarlarda üçer cm boşluk bırakılarak

yazılmalıdır. Tablo, şekil ve resim yazıları 10 punto

ve bir aralıkla yazılmalıdır. Kullanılan kısaltmalar

yazı içerisindeki ilk geçtikleri yerde, parantez

içinde, açık olarak yazılmalı, özel kısaltmalar

yapılmamalıdır. Yazı içindeki 1-10 arası rakamsal

veriler yazıyla, 10 ve üstü rakamlarla

belirtilmelidir. Ancak, cümle başındaki sayılar

yazıyla yazılmalıdır. Şekil ve resimler metin içinde

geçiş sırasına göre numaralandırılmalıdır. Araştırma

makaleleri ve derlemeler metin, şekil, tablo,

kaynaklar dahil 10, olgu sunumları beş daktilo

sayfasını geçmemelidir. Yazılar aşağıda belirtilen

sıra izlenerek düzenlenmelidir.

Orijinal makalelerde başlık sayfası, özet, giriş,

gereç ve yöntem, bulgular, tartışma, kaynaklar; olgu

sunumlarında özet, giriş, olgu(ların) sunumu,

tartışma ve kaynaklar bölümleri yer almalıdır.

Araştırmaya veya makalenin hazırlanmasına

katkıda bulunanlara “teşekkür” varsa tartışma

bölümünden sonra yer almalıdır.

Başlık sayfası : Makalenin başlığını, yazarlarının

adlarını ve görevlerini (akademik ünvanlarını),

hangi kuruluştan gönderildiğini, varsa çalışmayı

destekleyen kurumun adını içermelidir. Yazı

herhangi bir kongrede tebliğ edilmişse yeri ve tarihi

belirtilmelidir. Ayrıca bu sayfada yazışma yapılacak

yazarın adı, soyadı, iş ve ev adresleri, telefon ve fax

numaraları açıkça yazılmalıdır.

Özet : Ayrı bir kağıda Türkçe ve İngilizce olarak

hazırlanmalı başlıklar dahil her biri 200 kelimeyi

aşmamalıdır. Özet makaleyi yansıtacak nitelikte

olmalı, önemli sonuçlar verilmeli ve bunların

yorumu yapılmalıdır. Özette açıklanmayan

k ı s a l t m a l a r k u l l a n ı l m a m a l ı , k a y n a k

gösterilmemelidir. Özet sayfası yazar adlarını ve

adreslerini içermemelidir.

Anahtar kelimeler: Özetten hemen sonra aynı

dilde olmak üzere makale ile ilgili en az üç, en fazla

beş anahtar kelime verilmelidir. Anahtar

kelimelerinin Türkiye Bilim Terimleri’nden

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi Yayın Kuralları ve Genel Bilgiler

Page 108: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

(Türkiye Bilim Terimleri); MeSH (Medical Subject

Headings) terimlerinin, Türkçe karşılıklarını içeren

anahtar kelimeler dizininden seçilmeli ve aşağıda

web adresinden kontrol edilmelidir. (bkz: http://

www.bilimterimleri.com)

Tablolar : Her biri ayrı bir sayfaya yazılmalı

makalede geçiş sırasına göre ve Romen rakamı ile

numaralandırılıp, her birine ayrı bir başlık

verilmelidir, başlıklar tabloların üstüne

yazılmalıdır.

Şekiller ve Resimler : Metinden ayrı sayfaya

yerleştirilmeli (metin içinde geçiş sırasına göre

Arap rakamları ile numaralandırılmalı), yazılar

şekil veya resimlerin altına yazılmalıdır. Eğer

bilgisayar ile yapılmamışsa çini mürekkebi ile

aydınger kağıt veya beyaz ve kuşe kağıda çizilmeli,

fotoğraflar siyah-beyaz ve net basılmış olmalı, ayrı

bir zarf içinde gönderilmelidir. Şekil, grafik ve

resimler arkalarına ait olduğu yazının ve yazarın

ismi yazılarak ve üst tarafa gelecek kısmı okla

işaretlenmiş olarak 7 x 11 cm. ebadında

hazırlanmalı, 9 x 11 cm’ den büyük olmamalıdır.

Mikroskobik resimlerde büyütme oranı ve

kullanılan boyama tekniği belirtilmelidir. Resim,

şekil ve grafiklerin bir örneği orijinal olmalıdır.

İkinci örnek fotokopi olarak gönderilebilir.

Kaynaklar : Sınırlı sayıda tutulur, yazıda geçiş

sırasına göre sıralanır, verilen numara metin içinde

paranteze alınarak gösterilir. Aslı görülmeden diğer

bir kaynak aracılığı ile bilgi edinilen kaynaklar

numaralandırılmaz, zorunlu hallerde parantez

içinde verilir. Mümkün olduğunca yerli

kaynaklardan da yararlanılır. Dergilerin isimleri

Index Medicus’a uygun olarak kısaltılmış biçimde

verilir. Index’e girmeyen dergi isimlerinde kısaltma

yapılmaz. Yazar sayısı beşten fazla olan

makalelerde ilk üç yazardan sonra İngilizce

makalelerde “et al” , Türkçe makalelerde “ve ark”

kısaltmaları kullanılır.

Kaynakların yazımı için örnekler

· Dergiler için ;

Jennett B, Teasdale G, Fry J, et al. Treatment for

severe head injury. J Neurol Neurosurg Psychiatry

1980; 43:289-295.

· Kitaplar için ;

West JB. Respiratory Physology (2nd ed). Williams

and Wilkins, Baltimore 1974; pp 72-75.

· Kitaptan alınan bölümler için ;

Sagawa K. Analysis of the CNS ischemic feed back

regulation of the circulation. In : Reeve EB, Guyton

AC (eds), Physical Basis of Circulatory Transport.

WB Saunders, Philedelphia 1967; pp 129-139.

Not : “In, eds, pp” ifadeleri sadece İngilizce kitaplar

için kullanılır. Türkçe kitaplar kaynak

gösterildiğinde bu ifadelerin karşılığı sırası ile

“Kitap, yazarlar, ss” şeklinde olmalıdır.

Kaynak Tercüme Kitaptan Alınan Bölüm İse;

Berne RM, Levy MN, Koeppen BM, Stanton BA.

Physiology (5 th ed). Çeviri: Türk Fizyolojik

Bilimler Derneği. Bölüm Çeviri : Aşçıoğlu M.

Hipotalamus ve hipofiz bezi. Kitap: Fizyoloji.

Güneş Tıp Kitabevleri, Ankara 2008; ss 819-859.

Guyton AC. Textbook of Medical Physiology (7 th

ed). Çeviri:Gökhan M, Çavuşoğlu H. Bölüm:Hücre

ve fonksiyonları. Kitap:Tıbbi Fizyoloji. Türkçe

2.Baskı. Merk Yayıncılık, İstanbul 1988; Cilt I, ss

15-34

· Bildiri özetleri için;

Ayoğlu F, Işık AF, Bumin MA. Gazi Üniversitesi

Tıp Fakültesi Acil Servisine başvuran adli vakaların

analizi, V. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri

Kitabı, Marmara Üniversitesi, İstanbul 12-16 Ekim

1996; ss 96-100.

· Tezler için;

Temel İ. Aflatoxin B1’in Tavşanlarda Bazı Kan

Parametre Düzeyleri ve Doku Arginaz Aktiviteleri

Üzerine Etkileri. Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi

Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Elazığ 1993; ss ….

Index Medicus’ta yer almayan Türkçe kaynaklarda

yukardaki örneklere uyulur, ancak dergi isimleri

kısaltmadan yazılır, kitap sayfaları “ss” şeklinde

belirtilir.

Makaleler ; “Sağlık Bilimleri Dergisi Editörlüğü,

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

38039 KAYSERİ adresine gönderilmelidir ve

gönderilirken başvuru mektubunun yanısıra

yayınlanması istenen makalenin yazarlarının

tümünün isim sırasına göre imzaladıkları; örneği

dergi sonunda ve web adresinde (http://

sagens.erciyes.edu.tr/dergi/izinbelgesi.htm) bulunan

yayın hakkı devri belgesi de birlikte sunulmalıdır.

Yazılar Mikrosoft Word kelime işlem programı ile

times karakterde yazılmalı ve CD ile birlikte

gönderilmelidir.

Page 109: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

by the authors. The copyright of the published

articles belong to the journal. The re-publication of

whole or part of the article without written

permission of the journal is strickly prohibited.

Letters to the editor about any article published are

welcome; the editor is free to publish or not publish

scientific communications between the authors and

the readers. The journal also aims at announcing

national or international scientific meetings or

symposia in most fields of medicine.

Preparation of the Manuscripts

The manuscripts must be printed on one side of an

A4 paper, double-spaced, 12 points and with

margins 3 cm on each side. Abbreviations must be

made after the first appearence of the related term

in the text. When first used, abbreviations must

remain in brackets. Numbers between 1-10 must be

written with latin characters, those greater than 10

must be written with arabic letters. Numbers in

front of the text must be written with latin

characters. Original research work and review

articles must not exceed (one side of) ten A-4

papers including the text, figures, tables as well as

the references whereas case reports must be limited

to (one side of ) five A-4 papers. The order of the

manuscripts must be as follows; i) for the original

research work: Summary, Introduction, Materials

(Patients) and Methods, Results, Discussion, ii) for

the case reports: Summary, Introduction, Report of

the Cases, Discussion. The authors may include any

acknowledgments, if there are any, at the end of

these sections.

Title page : Full title of the manuscript, the names,

the academic degrees and the institutions of the

authors as well as any supports for the study must

be stated in this section. If the study has previously

been presented at any scientific meeting, this should

be stated including the dates and place of the

meeting. The corresponding author, including

home and work address, telephone and fax numbers

or e-mail addresses must be written.

Summary : Summary, not exceeding 200 words,

must be submitted in each of the English and

Turkish language on separate sheets. Summary

should include title, purpose, materials and

methods, results, conclusions of the research

described in the paper. Abbreviations without

explanations must should not be used and

Journal of Health Sciences is the official

publication of the Medical Faculty of Erciyes

University, Graduate School of Health Sciences. It

is published three times yearly. The journal

welcomes the submission of the manuscripts

directed to clinical and experimental investigations,

original case reports, letters to the editor as well as

literature reviews in various fields of medicine. The

manuscripts sent for consideration for publication

are subject to peer review and must not be

previously published elsewhere or be under

evaluation of another journal. The protocol of the

investigations must be approved by the appropriate

ethical committee of the related institution. In

research work which includes human informed

consent must be obtained prior to the study and this

should be stated in the text.

The official language of the journal is Turkish or

English. In manuscripts, third person singular and

passive in general should be used. The words used

for chemical substances and other foreign

terminology should be spelled as they are

pronounced in Turkish. The words that have to be

used in a foreign language must be italicised. The

integrity of Turkish should be preserved in Turkish

manuscript and the manuscript protocols for

Turkish should be observed. English manuscript

should be clear and error-free. Four copies of the

manuscript (One original and three photocopy)

must be sent or forwarded to the editorial office.

The journal does not accept responsibility for losses

of manuscript or figures. The manuscripts,

whether published or not, are not returned to the

author. On the other hand, figures or photographs

may be returned to the author upon written request.

Manuscripts must be prepared according to the

regulations stated by the journal. The reason for any

manuscript being published considerably later than

expected is usually the authors’ mis-understanding

of the regulations. Therefore the authors are kindly

requested to carefully read the regulations with

regard to the submission of the articles. Editorial

board, thus reserves the right to reject any article

not complying with the stated rules; the board may

make the necessary corrections or return the

manuscript to the author for correction. Solely the

authors are responsible for the content of the

manuscript; the journal does not accept any

responsibility from the ideas or conclusions made

Erciyes University Journal of Health Sciences Instructions to Authors

Page 110: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

regulation of the circulation. In: Reeve EB,

Guyton AC (eds), Physical Basis of Circulatory

Transport. WB Saunders, Philadelphia 1967; pp

129-139.

Note : “In, eds, pp” words are only for English

books. Instead of these words for Turkish books

“Kitap, yazarlar, ss” words are used, respectively.

Parts from a translated book;

Berne RM, Levy MN, Koeppen BM, Stanton BA.

Physiology (5 th ed). Çeviri: Türk Fizyolojik

Bilimler Derneği. Bölüm Çeviri : Aşçıoğlu M.

Hipotalamus ve hipofiz bezi. Kitap: Fizyoloji.

Güneş Tıp Kitabevleri, Ankara 2008; ss 819-859.

Guyton AC. Textbook of Medical Physiology (7 th

ed). Çeviri:Gökhan M, Çavuşoğlu H. Bölüm:Hücre

ve fonksiyonları. Kitap:Tıbbi Fizyoloji. Türkçe

2.Baskı. Merk Yayıncılık, İstanbul 1988; Cilt I, ss

15-34

From the abstract books;

Ayoğlu F, Işık AF, Bumin MA. Gazi Üniversitesi

Tıp Fakültesi Acil Servisine başvuran adli

vakaların analizi, V. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi

Bildiri Kitabı, Marmara Üniversitesi, İstanbul 12-

16 Ekim 1996; ss 96-100.

From thesis;

Temel İ. Aflatoxin B1’in Tavşanlarda Bazı Kan

Parametre Düzeyleri ve Doku Arginaz Aktiviteleri

Üzerine Etkileri. Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi.

Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Elazığ 1993; ss ..

References should be listed in the order of

appearance in the text.

The manuscripts must be sent to:

Journal of Health Sciences Editorial Office Erciyes

University Graduate Schoolof Health Sciences

38039 Kayseri, Türkiye.

A covering letter must accompany the manuscript.

All the authors, in the order of the appearance of

their names, must sign a separate consent sheet at

the end of the Journal and web addres (http://

sagens.erciyes.edu.tr/dergi/izinbelgesi.htm)

attached to the covering letter.

Authors may send a 3.5 inch floppy disk which

contain their work to the editor in IBM format;

word processing softwares, Word 7.0 for the IBM

compatibles are accepted.

references or tables not given in this section.

Summary page should not contain any information

about the authors’ names and addresses.

Keywords: Keywords should be given following

the abstract of article in same language including at

least three to five keywords. Keywords should be

selected and checked from Turkish Scientific Terms

and MeSH (Medical Subject Headings) by using

Turkish equivalents of index at website below

(http://www.bilimterimleri.com)

Tables : Each table or figure must have a legend.

Tables and legends must be typewritten on a

separate sheets and tables should be numbered

consecutively with Roman numerals. The legend

must be written on the top of the table.

Figures and Pictures : Figures and pictures should

be numbered with Arabic numerals in the order of

appearance in the text and prepared on separate

sheets. If not prepared with a computer, must be

neatly prepared with ink on transparent or white

glossy paper. Photographs must be clear, printed in

black and white and enclosed in a separate

envelope. Figures, graphics and pictures must

have the author’s name and the title of the

manuscript printed on their back; the top must be

stated with an arrow. The size of them must be 7

by 11 cm, not exceeding 9 by 11 cm. For

microscopic pictures, the staining technique as well

as magnification must be written. Two original sets

of pictures wheras one original and one photocopy

of the figures and graphics must be included. The

Legends for the figures and pictures must be written

at the bottom.

References : References should be cited by the

number in parenthesis by the order of appearence.

The titles of journals must be abbreviated according

to the Index Medicus. If the journal does not appear

in the Index Medicus, full title of the journal must

be written. If there are more than five authors of the

article, the first three authors’ names followed by

“et al”.

Examples of references

From the periodicals;

Jennett B, Teasdale G, Fry J, et al. Treatment for

severe head injury. J Neurol Neurosurg Psychiatry

1980; 43:289-295.

From the books;

West JB. Respiratory Physiology (2nd ed).

Williams and Wilkins, Baltimore 1974; pp 72-75.

Parts from the books;

Sagawa K.Analysis of the CNS ischemic feed back

Page 111: SAĞLIK BİLİMLERİ DERGİSİ Journal of Health Sciences

T.C.

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ

SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Sağlık Bilimleri Dergisi Editörlüğüne

“…………………………………………………………………………………………

…………………………………………………………………………………” başlıklı

makalemizin orijinal olduğunu, bir başka dergiye sunulmadığını ve daha önce bir başka

dergide yayınlanmadığını bildirir: makalemiz Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri

Enstitüsü yayın organı olan Sağlık Bilimleri Dergisi’nde yayınlandığında tüm yayın

haklarını derginize bıraktığımızı, aynı zamanda makalemizdeki her türlü hatanın

sorumluluğunu kabul ettiğimizi onaylarız.

(Bu form tüm yazarlar tarafından imzalanmalıdır.)

Adı Soyadı İmzası Adresi Tarih

1.

2.

3.

4.

5.

Haberleşme Adresi: