32

Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2011-29 / Temmuz

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 11-29
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERİşçi sınıfını genel greve hazırlamak için ileri!….. . . . . . . . . . . 3-4Birleşik-militan bir sınıf hareketi olmalı!.. . . . . . . . . . . . . . . 5Kürt halkına saldırganlıkta “yeni dönem” .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6“Demokratik Özerklik meşru bir hak”!.. 7Zeytinburnu’nda Kürt emekçiler faşistsaldırıları anlatıyor... . . . . . . . . . . . . . . 8Erdoğan’ın Filistinli büyükelçilere hitabı..... . . . . . . . . . . . . . . 9 Sermayenin “kıdem tazminatı” yalanları. . . . . . . . . 10Saldırılara karşı mücadele kararlılığı!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11‘Büyük sürgün’ 1 Ağustos’ta yürürlükte!. . . . . . . . . . . . 12PETKİM’de direniş kazandı! . . . . . . . . 13Metal İşçileri Birliği örgütlenmeye çağırıyor!… . . . . . . . . . 14Hastane çalışanları isyanda!. . . . . . . . . 15Tunus-Mısır dersleri - H. Fırat… . . . . . . . . . . 16-18Bahreyn’de kuşatmaya karşı mücadele!.. . . . . . . . . . . . . . . . . . 19Popülist-parlamenterist çizginin yükselişi - Volkan Yaraşır.. 20-21Avrupa’da borç krizi ve olası gelişmeler. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22‘Bebekten katil yaratan karanlık’Norveç’te de, Türkiye’de de aynıdır!….. . . . . . . . . . . 23Çocuk katili devlet hesap verecek! . . . 2419 Aralık Katliamı’nı tetikçisi anlattı ...25“Üçlü protokol iptal edilsin!” .... . . . . . 26Kampüsler “Hansel ve Gretel”leri bekliyor.… . . . . . . . . . . . . . 278. Mamak Kültür Sanat Festivali üzerineFestival Hazırlık Komitesi sözcüsü ilekonuştuk.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28-29Kapitalizm, yabancılaşma ve Nasıl birzekâ meşalesi söndü Nasıl bir yürek durdu!* -Viladimir İliçLenin.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi, Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbul

Tlf. No: (0212) 621 74 52e-mail: [email protected]

Web: http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Sermaye ve onun uşağı AKP hükümeti sıcak yazgünlerinde yeni sosyal yıkım ve kölelik saldırılarınıısıtıyor. Kıdem tazmitanın gaspı ve esnek çalışmadayatması sermayenin yeni dönemki saldırıprogramının temel halkalarını oluşturuyor.

Saldırı dalgası bu denli kapsamlı olmasına rağmenkonfederasyonlar cephesinden cılız tepkiler dışındahenüz bir ses çıkmıyor. “Tarafları mağdur etmeyeceğiz”demagojisine yaslanan hükümet cephesinden kıdemtazminatı hakkını sermaye adına gasbetme yönündekararlılık mesajları gelirken, sendika bürokratları isesuskunluklarını koruyor.

Bu sayımızda, sermayenin söz konusu saldırıhazırlığı karşısında işçi sınfının genel grev hedefiyleörmesi gereken mücadele hattını tanımlamaya çalıştık.Sürecin hangi araçlarla ve nasıl bir pratik üzerindenörgütlenmesi gerektiğini ele aldık.

Böylesi kapsamlı bir saldırı programına karşı işçisınıfını kavgaya hazırlamak, sınıf devrimcileri baştaolmak üzere tüm ilerici ve devrimci güçlerin önündetemel bir sorumluluk olarak duruyor. Bu noktadanhareketle, sermayenin “kavga daveti” karşısında sınıfdevrimcilerinin yürüteceği devrimci sınıf faaliyetinineksenini de sayfalarımızda işledik.

Sınıf cephesini bekleyen önemli gündemlerdenbirini de 1 Ağustos’ta yürürlüğe girecek olan “büyüksürgün” oluşturuyor. Esnek üretimin ve güvencesizliğintemel bir çalışma biçimi haline gelmesini amaçlayantorba kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte 52 bineyakın belediye işçisi Milli Eğitim ve EmniyetMüdürlüklerinin taşra teşkilatlarına sürgün edilecek.Böylesine büyük bir saldırının suskunluklakarşılanması, sermayenin diğer saldırıları karşısındaemek cephesinin bugün içinde bulunduğu zayıflığa daişaret ediyor.

Geçtiğimiz hafta içerisinde sınıf cephesinde yaşananbir diğer önemli gelişme ise, PETKİM işçilerininsağladığı kazanım oldu. Grev yasağı kapsamında olanAliağa PETKİM’de, toplu iş sözleşmesinde anlaşmasağlanamaması üzerine fabrikayı terketmeme eylemibaşlatan Petrol-İş üyesi işçilerin, “insanca yaşamayayetecek ücret, yeni bir iş değerlendirmesi yapılması ve

bu iş değerlendirmesine uygun ücret skalasınınoluşturulması” talepleri büyük ölçüde karşılandı. Fiili-meşru mücadele yolunu tutan 2000’i aşkın işçinin,PETKİM yönetiminin bölme politikalarına ve karalamakampanyasına verdikleri yanıt birkez daha tüm sınıfbölüklerine yürünmesi gereken yolu da gösterdi.PETKİM’deki mücadeleyi, kapsamlı haber veröportajlarla sitemizde hafta boyunca işlemiştik.PETKİM’deki mücadeleyi gazetemizin bu sayısına daçeşitli yönleriyle taşıdık.

Kürt sorunu çerçevesindeki gelişmeler de mücadeleaçısından temel bir gündem olmaya devam ediyor. Türkordusunun askeri operasyonlarını arttırmasına paralelolarak yaşanan asker ölümleri ve DTK’nın “demokratiközerkli ilanı” sonrasında dizginlerinden boşalan ırkçı-faşist saldırganlık zincirine bu hafta yeni halkalareklendi. Bu saldırıların en yoğun yaşandığı yerlerdenolan Zeytinburnu ilçesindeki Kürt emekçilerleyaptığımız röportajı okurlarımızın ilgiyle okuyacağınıdüşünüyoruz.

Öte yandan, AKP hükümetinin “terörle mücadeledeasker yetersiz, polise daha fazla görev vereceğiz”sözleri ise sermaye devletinin Kürt halkına dönüksaldırganlığını önümüzdeki süreçte daha daderinleştireceğini gösteriyor. Irkçı-faşist saldırganlığaek olarak, özel harekat polisleri aracılığıyla kirli savaşyöntemlerini devreye sokmaya hazırlanan sermayedevletinin karşısına, “İşçilerin birliği halklarınkardeşliği” şiarıyla dikilmek ve Kürt halkıyla eylemlidayanışmayı yükseltmek oldukça önemli bir noktadaduruyor.

***Proletaryanın militan savaşçısı ve büyük öğretmeni

Friedrich Engels’in ölümünün 116. yılındayız.Gazetemizin arka kapağını 5 Ağustos 1895 tarihindeölümsüzleşen Friedrich Engels’e ayırdık. Ayrıca,Lenin’in Engels’in ölümünün ardından kaleme aldığı“Nasıl bir zekâ meşalesi söndü Nasıl bir yürek durdu!”

başlıklı makalesinin belirli bölümlerini de gazetemizinsayfalarına taşıdık. Komünizmin büyük önderlerindenEngels’in devrimci anısı önünde bir kez daha saygıylaeğiliyoruz.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2011/28 * 22 Temmuz 2011

İşçi sınıfı kapsamlı ve son derece sert bir saldırıprogramıyla yüzyüze bulunuyor. Bu öyle bir saldırıprogramıdır ki içerdiği maddeler, sermaye ile işçisınıfı arasında büyük bir çatışma konusudur. Öyle kibugüne kadar defalarca gündeme getirilmesine rağmenbir türlü uygulama safhasına geçirilememiştir.Sözkonusu olan işçi sınıfı cephesinden grev nedenisayılan kıdem tazminatı hakkıdır. Sadece bu hakkayönelik saldırı dahi işçi sınıfının harekete geçmesi içinyeterlidir. Fakat AKP hükümetinin sermaye ile işbirliğihalinde ve daha seçimlerden önce hazırlanıpseçimlerden sonra uygulamaya geçirilmesi planlananpaket içerisinde yok yok. Asgari ücretin fiilenkaldırılması, özel istihdam büroları, düzenli çalışmaimkanını kaldırarak her bakımdan esnek çalışmanınyolunun açılması gibi saldırıların herbiri de gerçekanlamda kavga nedenidir.

Böyle olduğu için de henüz işçi sınıfı cephesindenkayda değer bir eylemli tepki ortaya konulmamışolmasına karşın, hükümet cephesinden saldırıyıyutturmaya yönelik hamle üstüne hamle gelmektedir.Nihayet üst kademe sendika bürokratları da kıdemtazminatı hakkının tartışılmasına dahi izinvermeyeceklerini, aksi halde bunun grev nedeniolacağını açıklama gereği duyuyorlar.

Saldırı bu kadar net ve ciddi, bu ölçüde de sınıfmücadelesini şiddetlendirecek bir mahiyettedir. Fakatsonuçta sermaye ve hükümeti ne pahasına olursa olsunbu saldırıyı hayata geçirmek niyetindedir. Çünküsermaye kar oranlarını arttırmak ve rekabet gücünüyükseltmek, ayrıca daha ağır bir kriz beklentisininolduğu koşullarda işçi sınıfını tümüylesilahsızlandırarak dikensiz bir gül bahçesi yaratmakhesabındadır. Bundan dolayı da barındırdığı tümtehlikelere rağmen, kuşkusuz ki bu tehlikeleri deortadan kaldırmayı hesaplayarak uzun süreli birhazırlık içerisindedir. Artık saldırı zamanı gelmiştir veAKP “ustalık” döneminde kesin olarak bu saldırıprogramını hayata geçirmek niyetindedir.

İşte bu koşullarda bu denli kapsamlı ve şiddetli birsaldırı programına karşı işçi sınıfını hazırlamak, saldırıprogramını durdurmak için en ileri silahlarladonatmak, günün en önemli görevlerinden biridir. Bugörev layıkıyla yerine getirildiğinde, hem işçi sınıfınıatomize edecek bir saldırı durdurulmuş olacaktır, hemde bu düzeyde bir saldırı işçi sınıfının birleşikmücadelesini örgütlemek ve sınıf mücadelesindedengeleri işçi sınıfı lehine çevirebilmek bakımındanmuazzam olanaklar elde edilecektir.

Bu bakışla örülecek çalışma ve mücadeleninbaşarısı her adımda genel grev hedefine bağlanmak,bu hedefe hizmet etmek durumundadır. Amaçsermayeye diz çöktürecek bir genel grevigerçekleştirmek üzere işçi sınıfını bilinç, örgütlenmeve eylem kapasitesi bakımından hazırlamaktır. Elbetteişçi sınıfının mevcut geri şartlarında bu düzeyin neölçüde uzağında olduğu bilinmektedir. Fakat saldırınınsınıf kitlelerinde yaratacağı öfke, doğru müdahalelerleaçığa çıkarılır, birleştirilir ve giderek genel grevdoğrultusunda harekete geçirilebilirse bu mesafe hızlakapatılabilir. Geçmiş birçok örnekte olduğu gibi işçisınıfı mücadele yönünde güçlü nedenler gördüğü,mücadelenin zamanının geldiğine inandığı vemücadele yoluna bir kez çıktığı zaman, sıçramalıgelişme dinamiğine de sahiptir. Bu ölçüde hızla

mücadele mevzileri kurulur, mevziler de giderek tekbir birleşik sınıf cephesinde birleştirilir ve sınıfmücadelesi de büyük bir atılım gerçekleştirir. İştebugün tüm yetersizliklerine rağmen önümüzdekidönemde, en başından doğru müdahaleler ile hareketyola koyulabilirse, sınıf hareketi içerisindeki bugünsınırlı imkanları daha güçlü bir mücadelenindayanakları haline gelebilirler.

Sınıf mücadelesinin gelişme imkanları vedinamikleri konusundaki bu gerçeklerin bilinciyleönümüzde duran görevlere dört elle sarılmakdurumundayız. Ki bu kapsamdaki görevler herkestenönce sınıf devrimcilerine düşmektedir. Sınıfdevrimcileri doğru bir perspektifle hareketin mevcutseyrine doğru müdahalelerde bulunursa, bumüdahaleler durgun suya atılan bir taş gibi güçlüdalgalar yaratarak yayılabilecektir. Önemli olan birrüzgar yaratmak, sınıfın ileri-öncü güçlerini uyarmak,onları hareketin içerisine sokabilmektir. Hareket birkez başladığında, stratejik amaçları doğrultusundakararlı ve inatçı bir yürüyüş başladığında kısa süredebaşlangıç noktasının oldukça uzağında bir noktayasıçrayabilecektir. Bunun için sistematik bir çalışmaprogramı oluşturmalı, onu kararlı biçimde hayatageçirmeliyiz.

İşçi sınıfını genel greve hazırlamak hedefiekseninde kurulacak böyle bir sistematik çalışmaprogramının ana ayaklarından birisini hiç kuşkusuzişçi sınıfını saldırı programı konusundabilinçlendirmek ve mücadelenin tüm bir seyriiçerisinde de sermaye ve işbirlikçilerinin ideolojik-politik saldırılarına karşı kesintisiz biçimde bualandaki faaliyeti sürdürmektir. Henüz yolun başındaolduğumuz bir durumda hiç kuşkusuz bilinçlendirmeçalışması her şeyin başına konulmalıdır. Görev; gelentarihi saldırı konusunda işçi sınıfını uyarmak,içerisinde bulunduğu uyuşukluğu ve bilinç kirliliğinidağıtmaktır. Böyle bir çalışma her şeyden önce yoğunve yaygın bir ajitasyon ve teşhir çalışması anlamınagelmektedir. Bu ölçüde de saldırının içeriği, hedeflerive yaratacağı sonuçlar ile işçi sınıfını kavgaya daveteden materyallerin kullanılması demektir. Dolayısıylasınıf devrimcileri aydıntatmak ve uyarmak amacıylayaygın bir ajitasyon ve teşhir çalışmasıyla işekoyulmalıdırlar.

Belirtmek gerekir ki uyarmak ve bilinçlendirmeksadece dağıtılacak bildiri, yapıştırılacak afişle sınırlıtutulamaz. Tüm bunlarla birlikte küçük büyükdemeden konuyu anlatacağımız işçi toplantılarıdüzenlemek için de derhal seferber olmalıyız. İlk

elden çalışma yürüttüğümüz fabrikalardan ve sanayihavzalarında ulaşabildiğimiz ileri-öncü işçileri yanyana getirmek, onlara saldırının mahiyetini vebekleyen görevleri anlatmak, akabinde de onları iknaettiğimiz ölçüde daha büyük katılımlı kitletoplantılarını örgütlemek...

İşte buraya kadar saydığımız adımları atmışolmakla gördüğümüz gibi uyarma ve bilinçlendirmesafhasından örgütleme safhasına geçmiş olacağız.Gerçekte sağlanan her bilinç ve duyarlılık, hareketegeçme isteğini doğuracak, harekete geçmek ise örgütlübir duruşu zorunlu kılacaktır. Bunun için her adımdabilinç örgütlülüğü, örgütlülük de eylemi doğuracak,herbiri dönüp gerisin geri diğerini beksleyecektir. Zirasınıf zemininde örgütlenme planında atılacak her adımharekete geçirilecek daha büyük bir enerji doğuracak,bu ölçüde de bilinçlendirme çabasının gücü artacaktır.Yine ulaşılacak ilk güçlerle yapılacak eylemler desaldırı konusundaki duyarlılığı arttırmanın manivelasıolacak, daha geniş sınıf güçleri saldırı konusundabilgilenmiş ve uyarılmış olacaktır.

İşte bilinç-eylem ve örgütlenme arasındaki budiyalektik ilişkiyi hesaba katarak çalışmalarımızısürdürmeliyiz. Bu da kesintisiz bilinçlendirme-uyarma, kesintisiz örgütlenme ve kesintisiz eylemdemektir. Bu sürekliliğin hedefinde ise kuşkusuz kibilinç planında politik bir sınıf bilinci, örgütlenmeplanında fabrika komitelerinden tüm sınıfı birleştirendaha merkezi örgütlenmelere, eylem planında dasaldırıyı püskürtecek düzeyde etkili bir genel greviörgütlemek bulunmaktadır. Sınıfı hazırlamak işte buçerçevede anlamını bulmaktadır.

Böylesine bütünlüklü bir hatta oluşturulacakçalışma programının olmazsa olmaz ayaklarından birde bundan dolayı örgütlenme planındadır. Mutlaka vemutlaka bilinç ve eylem kalıcı örgütsel mevzileryaratmak hedefine bağlanmalıdır. Sınıf içerisindeörgütsel bir derinleşme ile birlikte gelişmelidir. Bubakımdan en başından örgütlenme alanında konulacakhedef, genel grev komitelerini örgütlemek olacaktır.Bu her gün yapılacak genel grev ajitasyonumuzun özelbir parçası olacaktır. Evet şiddetli saldırıyıpüskürtmenin yegane yolu genel grevdir, fakat böylebir eylem üst kademe sendika bürokratlarınıninisiyatifine bırakılamaz. Tabandan zorlanarak da olsaonların inisiyatifine bırakıldığında durumun neolduğunu TEKEL direnişi sürecinden biliyoruz. İşçisınıfının TEKEL direnişiyle dayanışma grevi talepettiği bir durumda, sendika bürokratları bu kararıalmış, ancak uygulamak için bir irade ortaya

İşçi sınıfını genel greve hazırlamak için ileri!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Kardeşler!AKP hükümeti sermayenin hayallerini gerçekleştirmek için

düğmeye bastı. Kıdem tazminatı hakkı hedefte. Sadece kıdemtazminatı değil, aynı zamanda esnek çalışma da gündemde.Tüm bunlar AKP’nin “ustalık” dönemi programında yer alıyor.

Hükümet böylelikle işten atmaya bir dereceye kadar engelolan kıdem tazminatını ortadan kaldırıyor, esnek çalışma ilede kuralsız ve dizginsiz bir sömürü düzeni yaratıyor.

Kardeşler!Hükümet kıdem tazminatının gaspını, “işgücü piyasasının

rekabet edebilirliğini arttırmak ve işletmeler üzerideki mali yüküazaltmak” olarak gerekçelendiriyor. Bu, işçiyi güvencesiz bırakmak,sermayenin sırtındaki yükleri ise almak demektir.

Gerçek budur, ama hükümet sözcüleri kıdem tazminatınınkaldırılacağını söyleyenleri yalancılıkla suçluyor. Bu tam bir demagoji ve çarpıtmadır. Kıdem tazminatıkaldırılmıyor, ama içi boşaltılıyor, işçi sınıfına sağladığı ne kadar yarar varsa hepsi yok ediliyor.

İşte hükümetin planı:Mevcut kıdem tazminatı uygulamasına son verilerek her bir işçinin bireysel hesabının olduğu kıdem

tazminatı fonu oluşturulacak. İşçinin bu fondan yararlanmak için 10 yıllık bir kıdeme sahip olmasıgerekecek. 10 yılı dolduran işçi ise ancak fondaki hesabından kısmen para çekebilecek. Kalan bakiyesi deişten atılma durumunda değil, ancak emeklilik halinde ödenecek. Böylelikle sermaye işten atmanınönünde bir engel olan kıdem tazminatı yükünden kurtulmuş olacak.

Dahası var. Belgeye göre işçinin ancak yarım yamalak aldığı kıdem tazminatı miktarı da düşürülüyor.Öyle ki; 1 yıl için 1 aylık ücret tutarında hesaplanan kıdem tazminatı miktarı, 20 yıl için 6 ay olarakhesaplanacak. Böylelikle kıdem tazminatları aynı zamanda kuşa da çevrilmiş olacak.

Kardeşler!Hükümet esneklik adı altında sömürüde sınırın olmadığı bir çalışma düzeni getiriyor. İşte bunun için

planlanan saldırılar: Esnek ve kuralsız çalışma düzeni kurulacak: Kısmi ve part-time çalışma genel bir uygulama haline

getiriliyor. Bunun için yapılacaklardan birisi, belirli iş sözleşmelerinin üst üste yapılmasına son vermekolacak. Mevcut yasada belirli süreli iş sözleşmeleri, ikinci kez yapıldığında otomatikman belirsiz süreli işsözleşmesi haline geliyor.

Bu kadarıyla da yetinilmiyor, belgeye göre belirli süreli çalışma 25 yaş altı için daha da kolaylaştırılacak.İş paylaşımı, esnek çalışma modeli, uzaktan çalışma gibi esnek çalışma biçimleri için de yasal düzenlemeleryapılacak. Ayrıca genç işçilerin sömürüsüne yoğunluk verilecek. Zira belgede gençlerin işe girişlerinikolaylaştırmak adı altında 25 yaş altındakilere 4 ay süreli deneme çalışması getiriliyor.

Özel İstihdam Büroları ile amele pazarları canlanacak: Bu düzenleme ile modern amele pazarlarıoluşturularak kölece çalışma pekiştirilecek. Çünkü kapitalistler ihtiyaç duydukları işçileri bu bürolardankarşılayacak, işi bittiğinde de hiçbir hukuki sorumluluğu olmayacak. Böylelikle sendikal haklar ve toplusözleşme düzeni el çabukluğuyla ortadan kaldırılacak.

Asgari ücret de fiilen kaldırılıyor: Ülkeyi bölgelere ayırarak sermayeye ucuz (daha doğrusu bedava)işgücü imkanı tanıyacak bu uygulama, asgari ücretin de fiilen kaldırılması anlamına geliyor.

Asgari ücret ile ilgili bir diğer düzenleme ise asgari ücretin yaş sınırıyla ilgili. Şu anda 16 olan asgariücret sınırı 18’e çıkarılacak. Böylelikle genç emek sömürüsünün önündeki bir engel daha kaldırılmışolacak.

Hükümetin programında bundan fazlası da var. Ama bu kadarı da onun ne denli ağır bir saldırıyagiriştiğini göstermeye yetiyor. Bu saldırılarla işçi sınıfının canına okuyacaklar.

Kardeşler!Durum bu kadar açık olduğuna göre, işçi sınıfının yapması gereken genel greve hazırlanmaktır. Çünkü

sermaye ve hükümet gözünü karartmıştır. Dolayısıyla bu saldırıları püskürtmek için genel grev silahınabaşvurmak dışında başka çare yoktur.

Elbette deneyimlerimizle iyi biliyoruz ki, işçi sınıfının özsavunma örgütleri olan sendikalarımızınbaşında oturan bürokratlar böyle bir mücadeleyi örgütlemeyeceklerdir. Konfederasyonların başındaoturanların, özelde Türk-İş yönetiminin ise şimdiden satış için hazırlık yaptığına kuşku duymamalıyız.

O halde ihanete karşı da hazırlıklı olmalıyız. Fakat ihanet olacak diye mücadeleden de geridurmamalıyız. Yapılması gereken taban örgütlerine dayanarak mücadeleyi bizzat örgütlemek, sendikayöneticilerini de harekete geçmeye zorlamaktır.

Bunun için yapmamız gereken ilk iş ise genel grev için komitelerimizi kurmaktır. Genel grevkomitelerimizi kurarak mücadeleyi işyeri işyeri, havza havza, kent kent yükseltmektir.

Gün mücadele günüdür, gün kavga günüdür. Gün sermayeyi ve işbirlikçilerini durdurmak için genelgrevi örgütleme günüdür.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

koymamışlardır. Sonuçta ortaya çıkan kötü tabloyu dadayanışma grevinin olanaksızlığını kanıtlamak içinkullanmış ve işçi sınıfının özgüvenini kırmışlardır. İşte buduruma düşmemek için yapılması gereken genel grevitaşıyacak, hem sendika bürokratlarını karar almayazorlayacak, hem de bu kararın arkasında duracak ve hattayapılabildiği ölüçüde bizzat inisiyatifi ele alabilmektir.

İşte sınıfın inisiyatifini gerçekleştirmenin yeganezemini taban örgütlenmeleridir. En başta fabrika komitesi,onun üstünde fabrikalar arası koordinasyon komiteleri,onun üstünde sanayi havzasındaki fabrika komitelerinibirleştiren daha üst birlikler ve onun üstünde de kent veülke düzeyinde birliklerdir... İşte genel grevi hazırlarkenörgütlenme planında hep bu perspektifi gözönündebulundurmak gerekmektedir. Çünkü genel greviörgütlemek ancak böylelikle mümkün olacaktır.

Fakat burada sıraladığımız örgütlenme hattını düz vemekanik bir biçimde hayata geçirilmesini beklememekgerekir. Yani çoğu durumda böyle işleyen örgütsel birmekanizmaya sahip olamayabiliriz. Yani belli bir sayıdaöncü işçiyi biraraya getirerek onu fabrika komitesi olaraktanımlamak çok önemli bir adım atmak demektir. Fakat bukomitenin düzenli işlemesi ve güçlü bir örgütsel-siyasalönderlik kapasitesi sergilemesi zaman sorunudur. Ancakeğer her biraraya geliş bir pratik mücadele sürecinebağlanıyor ve eksik ya da fazla bu mücadele süreciniörgütleme başrısı gösteriyorsa giderek işleyen bir örgütselkapasite de sağlanmış olacaktır. Önemli olan mücadelehedefine bağlanmış bir birlik yaratmak ve bunu üstesindengeleceği basit işlerden başlayarak daha ileri-kararlı vebüyük mücadelelere hazırlayabilmektir.

Buraya kadar söylediklerimizden çalışma programınınüçüncü temel ayağı olan eylem çizgisine dair de belli birnetlik sağlanmış olmalıdır. Basitten karmaşığa, ancakdinamik ve sıçramalı bir gelişme seyri öngördüğümüzde,bugün yola bir basın açıklamasıyla çıkarız, yarın çalışmayürüttüğümüz fabrikadaki işçileri yapılacak bir merkezieyleme taşırız, başka bir gün ise çalışma yürüttüğümüzhavzada bir birleşik işçi eylemini gündeme alırız. Böylebir eylem gündeme girdiğinde doğal olarak o havzadaki enileri ve örgütlü işçi bölüklerine ulaşmak, onları mücadeleyiörgütlemek üzere kazanmak örgütlenmenin temel hedefiolacaktır.

Bu noktada belirtmek gerekir ki, hiçbir eylem biçiminidiğerinin karşısına koyacak tarzda ele almamalıyız.Örneğin merkezi eylem kuşkusuz ki birleşik mücadeleaçısından olmazsa olmazdır. Fakat yerel eylem demücadeleyi tabana yaymak için asla ihmal edilmemelidir.Eğer bu ikisi arasında bir bütünlük sağlanırsa, mücadelesınıfın geniş bölüklerine yayılır, hem de böylelikle tabaninisiyatiflerinin kendilerini geliştirme imkanları yaratılırve böylelikle de merkezi eylemler de hem kitle katılımı,hem de militanlık bakımından ileriye taşınabilir. Builişkiyi tersinden de kurabiliriz. Merkezi eylemler ya daeylem programı, her şeyin ötesinde de genel grev, herzaman yereldeki çalışma ve mücadelelere geniş birperspektif sağlar ve yerel güçlerin özgüvenini ve enerjisiniarttırır. Dolayısıyla tüm bu karşılıklı etkileriyle bir aradaeylem-örgütlenme ilişkisini doğru kurmalı ve birbirinigeliştirecek tarzda ele alabilmeliyiz.

Tüm bunları düşünmek ve kendiliğinden hareketegeçmiş sınıf kitlelerini bu perspektif ışığında disiplineetmek, yön vermek ve bir ordu gibi hareket etmesinisağlamak, işte tüm bunlar sınıf devrimcilerinin oynayacağıtemel rolü tariflemektedir. Bu rolü en iyi ve etkin biçimdeoynamak sorumluluğu bizi bekliyor. Eğer yaparsak işçisınıfı içerisinde bugüne kadar verilmiş emeklerimizinkarşılığını da alabileceğimiz sonuçlar elde edebiliriz. Buise aynı zamanda sınıfı kazanma, ona önderlikkapasitesindeki bir gelişmeye işaret etmektedir ki, bu dapartinin her bakımdan ileri bir sıçrama yapması sonucunuverecektir.

İşte bu bilinç ve perspektifle tarihsel saldırıya karşısınıfın mücadelesini, genel grevini örgütlemek iddiasıylaileri!

Sermayenin hayalleri gerçek oluyor: Kıdem tazminatı vehaklarımız hedefte!..

Genel grev için hazırlanalım!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Tüm toplumu ilgilendiren sosyal ve siyasalgelişmeler yaşanırken, sermaye hükümeti kıdemtazminatı hakkının gasbını yeniden gündeme getirmişbulunuyor. Bir yandan Kürt halkının özgürlük veeşitlik istemi şovenizmle boğulmak istenirken diğeryandan başta Kürt halkının mücadelesi olmak üzeredevletin “iç tehdit” olarak gördüğü dinamiklerinezilmesi için polise özel yetkiler vermeyehazırlanılıyor. Tüm bunlara ise, demokratikleşmeninbir adımı olarak sunulan “anayasa tartışmaları” eşlikediyor. Sermaye hükümeti demokrasi vaatleriarasında devlet baskısı ve terörünü yeniden tahkimetmeye çalışıyor, işçi sınıfı ve emekçilerin en temelhaklarına göz dikiyor.

Siyasal ve sosyal yıkım saldırılarının boyutu vekapsamı düşünüldüğünde tüm bu saldırılarıgöğüsleyecek, karşı yanıt üretecek birleşik militan birsınıf hareketinin yokluğu yakıcı bir biçimdekendisini hissettiriyor. Parçalı, dağınık ve örgütsüzbir sınıf ve kitle hareketinin varlığı ise sermayedevletinin elini oldukça rahatlatıyor, daha dapervasızlaşmasına neden oluyor. Sermaye sınıfı zatendağınık ve örgütsüz olan sınıf kitlelerine şovenizmpompalayarak emekçilerin birliğini ve birleşikmücadelesini zaafa uğratmak istiyor. Hem puslu birhava yaratmak için tüm kirli yöntemlerikullanıyorlar, hem de bu puslu havadan kendi sefilçıkarları için faydalanmaya çalışıyorlar.Kıdem tazminatı hakkının gaspına yöneliksaldırıların tam da böylesi bir sürece denk getirilmesitesadüf değildir. Sermaye sınıfı ve hükümeti 2003yılından bu yana kıdem tazminatını gasbetmek içinadım atmak istiyordu. Ancak böylesi bir hak gasbınınbüyük bir tepki üreteceğini düşündüğü için desaldırıyı zamana yaymaya çalışmaktaydı. Sınıfayönelik dizginsiz saldırılara imza atan AKP’ninseçimlerin ardından daha da pervasızlaşması, uzunbir dönemdir gözlerini diktikleri kıdem tazminatınısınıfın birliğinin ve örgütlülüğünün zayıflatıldığı birsüreçte yeniden gündeme getirmesi bilinçli birtutumdur.

Dağınık ve örgütsüz olduğu için siyasal ve sosyalgelişmeleri birarada ve kendi sınıf çıkarlarıdoğrultusunda okuyamayan, bağımsız sınıf tutumugeliştiremeyen, birleşik ve militan bir mücadeleörgütleyemeyen emekçi kitlelerin tablosunudeğiştirmek görevi ise, onun öncüsü konumundabulunan öznelere düşmektedir.

Bunların başında elbette devrimci güçlergelmektedir. Ancak büyük bir gövdesi ile sınıf dışıbir konumda bulunan devrimci güçlerin zaafiyetiortadadır. Sendikaların başına çöreklenmiş uzlaşmacıçizgideki bürokratların ve ihanet şebekelerinin varlığıise sınıf mücadelesinde sendikaların oynamasıgereken rolü zaafa uğratmaktadır. Meslek odaları vedemokratik kitle örgütleri ise konumları gereğitoplumsal muhalefetin aktif bir bileşeni ve parçasıolmanın ötesinde bir misyonla davranamazlar. Emekgüçleri adına tüm bu zaafların hızla giderilmesiolanaklı görünmemektedir. Zira bu sorunun hemnesnel hem de öznel koşulların olgunlaşmasıyla ilgiliyanları bulunmaktadır.

Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen, ilericiiddialarda bulunan ve zaman zaman buna uygunçıkışlar yapmalarına rağmen istikrarlı bir yönelimiçerisine girmeyen dinamikler de bulunmaktadır.Türk-İş, DİSK ve KESK içinde ilerici iddialar

taşıyan unsurların -eksiklikleri olsa da- birarayagelişler bunlara örnektir. Tüm bu dinamikler açığaçıkması/çıkarılması gereken zeminlere birer örnektir.

Ancak söz konusu dinamiklerin yaşadığı en temelzaaf, planlı, hedefli bir yönelimden ve militan birmücadele hattından yoksun iddia, niyet vekonumlarıdır. Bu dinamikler gündeme göre ve sınırlıtepkilerle bir araya gelmekte, oynaması gereken rolüyerine dahi getiremeden sönümlenip gitmektedir.Özelleştirme, esnek çalışma, kıdem tazminatı gibisaldırılar gündeme geldikçe ortaya çıkan, TİS gibisüreçlerde sendikal bürokrasinin açık ihanetine karşıparçalı ve sınırlı tepki veren, direnişlerinde yalnızbırakılan işçi bölüklerini kısmen sahiplenmekzorunda kalan konumlarıyla bu unsurların sınıfhareketinin ihtiyaç duyduğu birleşik mücadeleninönünü açabilmesi olanaklı değildir.

Söz konusu dinamiklerin yaslanması gereken entemel zemin ise işyerleri ve fabrikalardır. Yani sınıfıncan damarları anlamına gelen tabanın kendisidir.Ancak ne yazık ki uzak durulan en temel alan daburasıdır. Bırakalım tabana yaslanmak için özel veiradi bir çaba göstermeyi tabandan doğruyaşanan/yaşanabilecek bir yükselişe dahi yanıtvermekten uzak durmaktadırlar. Kendi konumlarınısarsabilecek herhangi bir gelişmenin önüne geçmeyeçalışmaktadırlar. Bu tutumlarıyla da samimiyetlerinive inandırıcılıklarını tartışmalı hale getirmekte,tabana da güven verememektedirler.

İlerici iddialar taşımak tek başına niyetlerle ilgilibir durum değildir. Bilinç, irade, iddia ve kararlılıkda istemektedir. Bunların sınanacağı alan söz değilpratik yaşamın kendisidir. Kıdem tazminatınıngündeme gelmesini “genel grev” nedeni sayacağınıiddia eden sendika bürokratlarının samimiyetisözlerine değil pratiklerine bakılarak anlaşılacaktır.Bugüne kadarki pratikleri ise bu anlamda hiç açıcıdeğildir. Kıdem tazminatı gündemdedir, sermayesınıfı ve hükümeti kararlılık gösterileri eşliğinde işçisınıfının bu en temel hakkının gaspedeceğini ilanetmektedir. Ancak sendika bürokratları tabandan

doğru militan bir mücadele ve genel grev hazırlığıiçerisinde değillerdir. Tersine göstermelik ve beylikargümanlarla süreci geçiştirmeye çalışmaktadırlar.

O halde yapılması gereken, iddiaları söz kalıbıolmaktan çıkarmak ve yaşamın içerisindeörgütlemektir. Sendika bürokratlarını tek başınasloganlarla teşhir etmek değil, pratik olarak da onlarıetkisizleştirmenin yol ve yöntemlerini uygulamaktır.Zira hareketlenmeye başlayan sınıf bölüklerinietkisizleştirmek için sendikal bürokrasinin nasıl canlabaşla çalıştığı, nasıl uğursuz bir rol oynadığıbilinmektedir. Sınıf hareketinin gelişmesininönündeki en temel engellerin başında sendikalbürokrasi gelmektedir. Bu nedenle ilerici iddialartaşıyan her unsur ve dinamik, sendikal bürokrasiyibertaraf etmek gibi bir niyet, iddia ve pratik taşımakzorundadır.

Sosyal ve siyasal gelişmelerin kapsamı ortadadır.Sınıfın gündemleri ise bellidir. Kıdem tazminatı gibien yakıcı saldırı kapıdadır. Sosyal ve siyasalgelişmeler karşısında işçi sınıfının bakışıyla hareketeden, şovenizme karşı halkların kardeşliğini savunan,kıdem tazminatı, esnek çalışma vb. saldırılara karşıemekçilerin taleplerini ortaklaştıran, kararlı vemilitan bir mücadele programı etrafında sınıfın engeniş kesimlerini birleştirmeyi hedefleyen zeminlereihtiyaç vardır. Elbette bu tür zeminlerin yöneleceğitemel alan ise işyerleri, fabrikalar, sanayi havzalarıolmalıdır. İşçi ve emekçi kitlelerin üretim alanlarıiçerisinde harekete geçirilmesi hedeflenmeli,sendikal bürokrasiyi bertaraf etmek için söz, yetki vekarar hakkı tabana doğru yayılmalıdır.

Sonucundan bağımsız olarak, SSGSS ve torbayasa gibi geniş emekçi yığınlarını doğrudan kesensaldırı süreçlerinde, mücadele için uygun bir kanalaçılabildiğinde işçi ve emekçi kitlelerin buralara nasılaktığı, sınıf hareketinin nasıl canlandığı görülmüştür.Önemli olan bu kanalların açığa çıkarılmasıdır.Önümüzdeki kritik süreçte de, bu zeminlerin açığaçıkarılması görevi devrimci ve ilerici güçleredüşmektedir.

Sermayenin yoğunlaşan saldırılarına yanıt;

Birleşik-militan bir sınıf hareketi olmalı!

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Güncel6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Düzen cephesi Kürt sorunu konusunda AKP’ninhükümete geldiği dönemden bu yana izlediğioyalamaya dayalı ikiyüzlü politikasında artık “köklübir dönüşüme” gidiyor. Söz konusu dönüşüme AKPsözcüleri “yeni strateji” diyorlar. Açık ki, “yeni”dedikleri Kürt halkının mücadelesine karşı topyekünbir devlet terörünün devreye sokulmasıdır. Bunda yenisayılabilecek tek şey ise, bir dönemdir kenardabekletilen eski kirli savaş artıklarının tekrar devreyesokulmasındadır.

AKP kurmayları tarafından bu “yeni dönem” içinkapsamlı bir hazırlık çalışması başlatılmış durumda.Öyle ki, günlerdir “terörle mücadelenin daha etkinyürütülmesi için” polis özel harekat timlerininyeniden devreye sokulacağı kamuoyuna“müjdeleniyor”. İçişleri bakanı, MİT müsteşarı,emniyet genel müdürü ve jandarma genel komutanıylabu kapsamda yoğun bir görüşme trafiğine giriyor.Başbakanın genelkurmay başkanıyla haftalık olağangörüşmesinin gündemine “polis özel timlerininkırsalda yürütülen operasyonlara katılması” alınıyor.Jandarma Genel Komutanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’nabağlanması için hazırlıklar yapılıyor. Beş bincivarındaki polis özel tim sayısının 2013 yılına kadar15 bin düzeyine çıkarılacağı ve bunun için polisokullarında eğitimin ihtiyaca göre yenidendüzenleneceği belirtiliyor. AKP’nin yandaş medyasıbaşta olmak üzere, düzen medyası da üzerine düşeniyaparak, söz konusu adımları “çözüm yolunda atılanönemli adım” sözleriyle cilalıyor.

Bütün bu hazırlıklar, özellikle Türk ordusununoperasyonlarına paralel olarak artan asker ölümleri veDTK tarafından ilan edilen “Demokratik Özerklik”kararı üzerine oturtuluyor. “Terörle mücadelede askeryeterli değil”, “Operasyon yürütenlerin ortakkoordinasyonu sağlanmalı” argümanlarınayaslanılarak, özel tim polislerinin etkin rol alacağı“yeni dönem” saldırganlığının propagandası yapılıyor.Devlet ve AKP cephesinden yapılan bu hazırlıklar,faşist güruhların Kürt halkına karşı hareketegeçirilmesi ve şovenist bir siyasal atmosferin toplumyaşamına egemen kılınması hamleleriyle degüçlendiriliyor.

Öte yandan, gerici çıkarları gereği birbirleriyleçatışan düzen güçleri bir kez daha Kürt halkına karşıdüşmanlıkta elbirliği ediyorlar. “Ortak düşman”karşısında safları sıklaştıran düzen güçleri, Kürthalkını açıkça hedef göstererek sistemin bekası içinfarklı uluslardan emekçiler arasında düşmanlığıkörüklüyorlar. Üstelik bunu yaparken de, ikiyüzlülüğüelden bırakmayıp tüm ölümlerin sorumluluğunu Kürtsiyasal hareketine fatura etmeye çalışıyorlar.

Düzen güçleri her ne kadar asker ölümlerini ırkçı-faşist saldırganlığın gerekçesi haline getirmeye çalışsada, bu çabalar devletin Kürt sorununu çözmekkonusundaki aczini gizlemeye yetmemektedir.

Devletin bugüne değin oyalayan ve işisürüncemede bırakan manevralarına rağmen Kürthareketi ve Kürt halkının mücadelesi giderekivmelenip güçlendi. “Açılım” sürecinin de açıkçagösterdiği gibi, devletin oyalama ve beklentiyaratmaya dönük attığı her adım tersinden Kürthalkının mücadelesini daha da arttırdı, taleplerini dahagüçlü ve somut bir biçimde ortaya koymasına yol açtı.

Kürt hareketinin parlamentoya girmesi ve buzeminden politik çizgisi gereğince yararlanması da,Kürt halkının mücadelesindeki yükselişe belirgin birkatkı sağladı. Bu ivmelenme somutta Kürt emekçikitlelerinin daha geniş bölükleriyle mücadeleyekatılmasını sağlarken, “demokratik özerklik” ilanındada görüldüğü gibi, Kürt hareketinin meşru haklarıdüzenden kopararak alma tercihinde bulunmasınınyolunu düzledi. İşte düzenin bugün Kürt halkına karşıtopyekün bir savaş harekatına başvurmasının en temelnedeni de, Kürt hareketinin bu tutumudur.

Kuşkusuz ki devlet, kendi belirlediği sınırlarındışına çıkmış bir Kürt hareketi gerçeğini aslakabullenmeyecek ve onu sineye çekmekistemeyecektir. Kürt halkını ayak oyunlarıyla oyalamave mücadelesini boğma imkanının olmadığı yerde de,savaşa ve sindirme harekatına başvurmasıkaçınılmazdır. Tersi, Kürt halkının düzenin kırmızıçizgilerine dokunan meşru taleplerinin karşılanmasıdırki, devletin oyalamak ve aldatmak dışında buna hiçbir

zaman niyeti olmadığı açıkça bilinmektedir. Açıktır ki, önümüzde Kürt halkının mücadelesi

açısından oldukça kritik bir süreç bulunmaktadır.Devlet, askerinden özel harekat polislerine elindebulundurduğu her türlü olanakla Kürt hareketinitasfiye etme ve Kürt halkını sindirme hamleleriniderinleştirecektir.

Böyle bir dönemde Kürt halkıyla eylemlidayanışma içinde olmak, haklı ve meşru talepleriniher zeminde dile getirip savunmak devrimci ve ilericigüçler için özel bir sorumluluk durumundadır.Devletin şovenizmle zehirlemeye çalıştığı işçi veemekçi kitleleri, sermaye düzenine karşı mücadeleyesevk etmek ve düzeni bu cepheden açmaza almakKürt halkının mücadelesine verilebilecek en güçlüdestektir. Dizginlerinden boşalan ırkçı-faşistsaldırganlığın ve emekçilerin sınıfsal bilincinibulandıran şoven kudurganlığın karşısında “işçilerinbirliği, halkların kardeşliği” şiarını haykırmak isegünün acil görevlerinin başında gelmektedir.

Kürt halkına saldırganlıkta “yeni dönem”

İmha, inkar ve tasfiye “kirli savaş”yöntemleriyle derinleşecek

Özel timin kanlı dosyası Kürt halkına yönelik geçmişte kullanılan özel harekat timlerinin suç seceresi AKP’nin nasıl bir yönelim

içerisinde olduğunu gösteriyor. İşte özel timlerin kanlı katliamlarından bazıları... Vedat Aydın’ın cenazesi: Evinden kaçırılarak öldürülen HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın

cenazesinden dönenlere Diyarbakır surlarının üzerine yerleştirilen özel harekatçılar tarafından ateş açılmasısonucu 7 kişi öldü, binden fazla insan yaralandı.

Şırnak ve Cizre olayları: OHAL Valiliği’nin kente 1500 kadar PKK’linin girdiğini açıklamasının ardından 6gün boyunca Şırnak’ta sivillere ait neredeyse tüm binalar ağır silahlarla vuruldu. Ancak hiçbir PKK’linincenazesi bulunmadı. Cizre’de Sabah Gazetesi Foto Muhabiri İzzet Kezer öldürüldü.

Digor olayları: Gıda ambargosunu protesto için Kars Digor’da 15 Ağustos 1993’te ilçe merkezine yürüyenköylülere özel harekat timleri tarafından ateş açılması sonucu 5’i çocuk 17 kişi yaşamını yitirdi.

Tunceli olayları: Tunceli merkezinde bir eve düzenlenen baskında 3 özel harekat polisinin öldürülmesininardından “Kanımız aksa da zafer İslamın” sloganı atan 200 kadar özel harekat polisi halkın üzerine ateş açtıve bir taksi şoförü öldü, dükkanlara ve araçlara zarar verildi. OHAL Valisi Ünal Erkan, polislere “Burada böyleşeyler yapmayın, ne yaparsanız dağda yapın” dedi.

Diyarbakır Cezaevi olayları: Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 24 Eylül 1996’da çıkan olaylara müdahaleeden polisler “Allahüekber” diye bağırarak tutuklu ve hükümlüleri demir çubuklar, kalaslar ve coplarladövdü. 10 tutuklu öldü, 24’ü yaralandı.

Uğur Kaymaz’ın öldürülmesi: Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 21 Kasım 2004’te 12 yaşındaki Uğur Kaymaz vekamyon şoförü olan babası özel harekatçılar tarafından “terörist olduğu” iddiasıyla öldürüldü. Uğur’uncesedinden 13 kurşun çıkarıldı.

331 taciz ve tecavüz: Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’nun verilerine göre,bölgede 14 yıl içinde yaşanan 79’u tecavüz olmak üzere toplam 331 taciz ve tecavüz vakasının çoğununfaillerini polisler oluşturdu.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

BDP ile Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğumilletvekillerinin Van’da gerçekleştirdiği 4 günlük kampsona erdi. Kampın ardından 25 Temmuz günü düzenlenenbasın toplantısında BDP Grup Başkanı SelahattinDemirtaş, kamp sürecinde tartıştıkları ve karar aldıklarıkonuları açıkladı.

“Anayasa çalışmalarını halkımızla yürüteceğiz”

Öncelikle yeni Anayasa tartışmaları çerçevesindetartışmalar yürüttüklerini belirten Demirtaş. tartışmalardaaktif ve öncü bir rol almak istediklerini söyledi. “Busonuçları da dikkate alarak şu saatten itibaren anayasahazırlık çalışmalarını somut bir şekilde halkımızlapaylaşarak, her yerde tartışmaları sokaklarda,meydanlarda, panellerde, konferanslarda sürdürerek, aynızamanda bir taslağa dönüşecek şekilde çalışmayı dayürüteceğiz” dedi.

Hükümetin göstermiş olduğu yaklaşımın son dereceyetersiz, yeni bir anayasa tartışmasından öte, eskinintekrarında bir ısrar olduğunu ifade eden Demirtaş, “Şimdihükümet sözcüleri özellikle sayın Başbakan, yaptığı bütünaçıklamalarda tekçilikten vazgeçmeyeceklerinin altınıçiziyor. Dolayısıyla bir yandan tekçi zihniyetininsüreceğine dair ısrar öte tarafta hükümetin yeni anayasayıyapıyoruz açıklaması birbiriyle çelişen açıklamalardır”dedi.

“Çatı partisi çalışmaları başladı”

Demirtaş çatı partisi çalışmalarıyla ilgili şunlarısöyledi: “Bunun bir kongreye ve giderek bir siyasi partiyedönüşmesi çalışmaları zaten başlamıştı. Biliyorsunuz bukonuda bir komisyon kurulmuştu. Daha önce ‘çatı partisi’olarak ifade edilen şu anda kendini Blok olarak ifade edençalışma bir kongre şeklinde örgütleme çalışmalarına aktifolarak başlamıştır”.

“Türkiye’yi birleştirecek bir proje “

Demokratik Özerklik’in 4 gün boyunca detaylı birşekilde masaya yatırdıklarını dile getirerek şunları söyledi:“Demokratik Özerkliği meşru bir hak olarakgördüğümüzü ve bu hakkın hayata geçebilmesi, anayasal

yasal güvenceyekavuşabilmesi için de bütün platformlarda TBMM’deönümüzdeki dönemlerde mücadelemizi, çabamızıgayretimizi sürdüreceğimizi ifade ettik”

Demirtaş demokratik özerkliğin bir dayatma olarakalgılamaması gerektiğine dikkat çekerek “Tam tersinetekçi dayatmalara karşı son derece haklı bir çıkış olarakalgılamalıdır. Ve yine hiç kimse Demokratik ÖzerkliğiTürkiye’de bölünmenin girişimi olarak görmemelidir.Aslında hükümetin ve hükümetlerin uygulamaları nedeniile fiilen bölünmüş olan Türkiye’yi gerçek anlamdagönüllü birleştirecek bütünleştirecek bir proje olarakgörmelidir” dedi.

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Şoreş’i onbin kişi uğurladıHPG gerillası Esvet Ediş’in (Şoreş Qeşurê) cenazesi,

onbin kişinin katıldığı törenle 22 Temmuz günüŞırnak’ın Uludere ilçesinde toprağa verildi.

Bingöl’ün Karlıova İlçesi’nde 14 Temmuz’da çıkançatışmada yaşamını yitiren HPG’li Esvet Ediş’in (ŞoreşQeşurê) cenazesi, sabah saatlerinde Diyarbakır’dan yolaçıkarıldı. Cenaze; Cizre, Şırnak merkezgüzergahlarından Uludere’ye getirilene kadar yolboyunca zafer işaretleri ve sloganlarla selamlandı.Andaç (Geramus) Köyü’nün girişine getirilen cenazeburadan onbin kişilik bir kitleyle mezarlığa götürüldü.45 derece sıcaklıkta köylüler PKK bayrağına sarılıtabutu 3 kilometre uzaklıktaki mezara taşıdı. Ediş, “Eyşehîd seninle gurur duyuyoruz” sözleriyle toprağaverildi.

Ardından MEYA-DER Diyarbakır YöneticisiMehmet Yaşar ve Şırnak BDP İl Başkanı Abit İke birerkonuşma yaptılar.

Daha sonra aile adına Erşat Ediş, cenazeye sahip

çıkan Kürt halkına teşekkür etti.

Öztürk’ün törenine binler katıldıHakkari’nin Şemdinli ilçesinde 22 Temmuz’da çıkan

çatışmada katledilen HPG gerillası Sıddık Öztürk(Siyabend Serhat) memleketi Doğubayazıt’ta 10 bin kişitarafından uğurladı.

Tören için BDP ilçe binası önüne getirilenÖztürk’ün cenazesi buradan binlerce kişi tarafındanAbdigör Mahallesi Mezarlık Camisi’ne ardından daDoğubayazıt Mezarlığı’na götürüldü. İlçede kepenklertamamen kapatılırken, BDP Iğdır Milletvekili PervinBuldan, Ağrı Milletvekili Halil Aksoy ve BDPyöneticileriyle belediye başkanları da törene katıldı.Yürüyüş boyunca kitlenin sayısı devamlı arttı. Kitlemezarlığa vardığında sayısı 10 bini geçti.

Törenin ardından kitle taziye çadırının kurulduğuVatan Mahallesi’ne yürüdü. Polis ise kitleye gazbombası ve tazyikli suyla saldırdı. Gençlerin karşılıkvermesi üzerine bir süreliğine çatışma yaşandı.

Kürt halkı gerillalarına sahip çıktı

Tehditlersavurdular...

Atalay zehrini kustu12 Haziran seçimlerinin ardından oluşan

yeni hükümette “Başbakan Yardımcısı”sıfatıyla yer alan, aynı zamanda “açılım”aldatmacasının koordinatörlüğünü yapmagörevini de sürdüren Atalay, Kırıkkale’deAKP İl Başkanlığı’nı ziyareti sırasında Kürtsorununa ilişkin gelişmeleri değerlendirdi.“Demokratik Özerklik’in bizim için hiçbirdeğeri yok” sözleriyle Kürt halkının haklı vemeşru taleplerine dönüktahammülsüzlüğünü dışavuran Atalay,konuşmasını demagoji ve tehditlerlesürdürdü.

Atalay, AKP hükümetinin ve Türkdevletinin “kırmızı çizgilerinden” demvurarak şoven zehrini “Terörle mücadeledegüçlü Türk milleti her zaman ayakta durdu”ifadeleriyle akıttı.

Kürt halkını ve Kürt hareketini hedefgösterek “Bunlara biz pabuç bırakacakdeğiliz” dedi.

Erdoğan’dan hakaretler... 27 Temmuz günü Azerbaycan’a

yapacağı ziyaret öncesi EsenboğaHavalimanı’nda açıklamalarda bulunanErdoğan, Kürt hareketine hakarete varanifadelerle saldırdı.

BDP’li Bengi Yıldız’ın demokratiközerklik üzerine verdiği bir röportajda,devlete vergi vermekle ilgili ifadeleriüzerine önce demokratik özerklik talebinesaldırdı.

‘Vatan-millet-sakarya’ edebiyatıyla songünlerde burjuva siyasette prim yapansöylemleri bir bir sıralayan Erdoğan “Kimsebu ülkenin bütünlüğü üzerinde herhangibir operasyona giremez” dedi.

Konuşmasına BDP’lilere hakaret ederekdevam eden Erdoğan şunları söyledi:“Kimse küçük akıllarıyla bu ülkeninbütünlüğünü parçalama gayreti içerisinegiremez. Bu ülkenin en batısındaki nasılvergisini ödüyorsa, en doğusundaki de buvergisini ödeyecektir. Ödemediği zamanbedelini ödemek durumunda kalır”.

“Adaletsiz vergi düzeni böyle sürmeyecek”

BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan isevergilerin silah tüccarlarına gittiğinibelirterek, “Bu ülkeyi soyup soğana çevirip,vergi ödemeyenlere bedel ödettireceğiz.‘Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar’sözünü boşuna söylememişler. Vergiaflarınız, kara paralarınız, ihaleleriniz,haramınız sorgulanacak” dedi.

“Türkiye’de vergi verenler vevermeyenler kim biliyor musunuz?” diyesorarak bütçenin yüzde 80 vergisinindolaylı vergiler olduğuna ve emekçi halktanalındığına dikkat çekti. “28 holdingTürkiye’yi sömürüyor, gelirin yüzde 80’inikapıyor vergisi de yüzde 20. Yaniemekçiden direkt ve indriket alınan vergiyüzde 80” dedi.

“Demokratik Özerklik meşru bir hak”

Kürt halkı sandığa gittiDemokratik Özerkliği ilan eden DTK 30-31Temmuz tarihlerinde gerçekleştireceği genelkuruluna gidecek delegelerin seçimi için 43 ildesandıklar kurdu.

Kürt halkı DTK genel kurulunda kendilerinitemsil edecek delegeleri seçmek için oy kullandı.Adıyaman 4, Batman 21, Bingöl 9, Diyarbakır 70,Antep 8, Elazığ 4, Malatya 3, Mardin 32, Siirt 10,Urfa 23, Şırnak 23, Dersim 5 delegesini seçerekDTK Genel Kurulu’na göndermek için sandıkbaşına gitti. “Halkın karar sürecine katılması”nı amaçlayandelege seçimi için oy kullanma işlemleri sabaherken saatlerde başladı. Halk, büyük bir heyecanve coşku içerisinde oylarını kullandı.

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Diyarbakır Silvan’daki asker ölümleri veDTK’nın “demokratik özerklik” ilanınınardından Kürt halkını hedef alan ırkçı-faşistsaldırganlık ülke genelinde ciddi bir tırmanışgösterdi. Düzen sözcülerinin tehditlersavurarak Kürt halkını hedef göstermesi, düzenmedyasının ise saldırıları “hassasiyet” olaraktanımlayarak meşrulaştırmaya çalışması faşistkudurganlığın dizginlerinden boşalmasına yol açtı.

Söz konusu faşist saldırıların yaşandığı yerlerdenbiri de İstanbul’un Zeytinburnu ilçesiydi.Zeytinburnu’nda günler süren saldırılarının ardındangözaltına alınan faşistler serbest bırakılırken, birçokKürt tutuklandı.

Faşist gürühların polis destekli saldırılararınahedef olan Kürt emekçileri, yaşanan süreci gazetemizeanlattılar.

“Polis müdahale etmedi”

Yıllardır Zeytinburnu’nda ikamet eden DiyarbakırlıSelma Yıldırım, ırkçı-faşist saldırıların nasılyaşandığını şu sözlerle anlattı:“O gün Mardinlilerin düğünü vardı. O düğüne gidipsaldırıda bulunmuşlar. Orada 13 asker şehit oldu sizburada düğün yapıyorsunuz demişler. Damadı biledövmüşler. Düğün var Kürtçe şarkı çalınıyor. NiyeKürtçe şarkı çalınıyor demişler. Onlar da, düğünMardinlilerin düğünü başka ne parça çalınacakdemişler. Arnavutlarla dışarıdan gelen insanlarolayları kışkırttı”

Yıldırım, ırkçı-faşist saldırıların yaşandığı sıradabölgede sözde güvenlik önlemi alan polisin tutumunuise şöyle anlatıyor:

“Polis, saldırganlar dükkanları yakıp yıkarkenhiçbir şekilde müdahale etmedi. Sadece izlemekleyetindi. Polis zamanında müdahale etse olaylar bukadar büyümezdi. Faşistler, bizim aşağı köylününayağına silah sıkmışlar. Silah sıkılan çocuk kendisinikorumak için büyük bir cesaret gösterip silah sıkankişiye tekme atmaya çalıştı. Adamlar, ellerinde sopa vebıçaklarla küfür ederek polisin önünden geçerken polisbakmakla yetindi. Halkımızın bu noktada duyarlılıkgösterip aşağıya inmemesine çok şaşırdım. İyi kiinmediler ama inenler de vardı. Çünkü küfür ediyorlarve kahvehaneyi yakıyorlardı”

Selma Yıldırım, ırkçı-şoven saldırıların kardeşhalklar arasında yarattığı düşmanlığa dikkat çekiyor.Yıldırım şöyle konuşuyor:

“Biz içiçe yaşıyoruz. Örneğin benim patronumGiresunludur. Yemin ederim, ben komşularımın

hiçbirisiniayırmıyorum. Ama bu saatten sonra ayrım yapıyorum.Bunları yaşadık. Ben kendi gözümle gördüm. Kadınlar,balkonlardan bize sopa attılar. Hatta taşı eline alıp,atmaları için çocuklara bile verenler varmış. Devlet dedevlet değil. Bunu herkes biliyor zaten. Tüm bunlaryaşanırken polis de engel olmuyor. Demek ki onlar dakavga istiyor. BDP binasını gösteriyorlar. Polis birazileride olmasına rağmen binaya kadar gelinebiliyor.Müdahale etseler buraya kadar gelemezlerdi”

Mahalledeki son durumla ilgili bilgi verenYıldırım, şu anda herhangi bir gerginliğin olmadığınısöylüyor.

Yıldırım konuşmasını “Barış istiyoruz, demokratikbir ülkede yaşamak istiyoruz” sözleriyle tamamlıyor.

“Saldırı devlet destekli”

Bölgedeki olaylara tanıklık eden Kürtlerden biri olanAlaattin Akçay ise, faşist saldırıların devlet destekliolduğuna dikkat çekiyor. Emniyetin, yaşanan olaylaraçanak tuttuğunu söyleyen Akçay olay günü başındangeçenleri şöyle anlatıyor:

“O gün hastamı hastaneye götürüyordum. Çevikkuvvet beni bekletti. Kimliğe bakıp beni aramakistediklerinde ve ben buna karşı çıktığımda polislerbeni tekme tokat dövdüler. Şikayetçi olmama rağmenpolis amirinin ismini alamadım. Baha hakaret ettiler,anneme ve babama küfrettiler”

Yaşanan saldırıların planlı olduğunu belirterekkonuşmasını sürdüren Akçay, bu olayları çıkartanınfaşist gruplar olduğunu ve ölen askerlerin arasındaKürtlerin de bulunduğunu hatırlatıyor. “Etiler’de,Bebek’te yaşayan bir zengin çocuğu niye dağdaölmüyor?” sorusunu soran Akçay, polisin, yaşananolaylara seyirci kaldığını ifade etti.

“Döner bıçakları vardı, silah taşıyorlardı”

Bölgede esnaflık yapan Ender Taşkıran isekıraathane ve internet kafe işletiyor. Olaylar sırasındaiki dükkanının da yağmalandığını ve maddi hasaroluştuğunu söyleyen Taşkıran olayların nasılbaşladığını şöyle anlatıyor: “Polis BDP binasınınönündeki grubu dağıttıktan sonra bizim sokağa geldi.İnternet kafenin kapılarını kapattık ve üst kata çıktık.

Saat 01.00 gibi bir grup geldi ve dükkana saldırdı.02.00 gibi başka bir grup daha geldi ve onlar dakahveye ve internet kafeye saldırdı. Saat 03.00 gibi birgrup daha geldi ve diğerleri gibi onlar da saldırdı.Can güvenliğimiz kalmadığı için kapıyı kitleyip çıktık.Bizden sonra 04.30 gibi tekrar saldırı olmuş. 02.30gibi polisi aradık. Saldırıya uğradığımızı ve içerdekaldığımızı söyledik. Ancak polis hiçbir şey yapmadı”Saldırı sırasında etrafta bir sürü polis olmasına rağmenkimsenin müdahale etmediğini söyleyen Kürt esnaf,saldırganların üzerinde döner bıçakları bulunduğunuifade ediyor. Hatta saldıranlar arasında silah taşıyanlarolduğunu da belirtiyorYaşananların ‘toplumsal hassasiyet’ olarakgösterilmesine karşı çıkan Taşkıran, daha önce deböyle gelişmelerin yaşandığını ancak saldırıların budenli yoğun olmadığını ifade ediyor. Yaşanan saldırılar karşısında duyarlı ve sağduyuluolmak gerektiğini söylüyor.

“Yaşananlar açık provokasyondur”

Bölgede esnaflık yapan ve faşist saldırılar sırasındakıraathanesi zarar gören Mekin Seferoğlu, bölgedekiolayların, asker ölümlerinin ardından Türk bayraklıdestek eylemleriyle alevlendiği bilgisini veriyor.Destek yürüyüşleri sırasında 14 yaşındaki Mardinli birgencin linç edildiğini belirten Seferoğlu, esnaflarasığınan çocuğun faşistlerin önüne atıldığını söylüyor.Bu duruma tepki gösteren ve faşistlerle karşı karşıyagelen Kürt gençlerinin provake edilmeye çalışıldığınısözlerine ekleyen Seferoğlu, Kürt esnaflarındükkanlarının yağmalanmasının yanısıra Kürtgençlerinin grup halinde dolaşmasına izinverilmediğini aktardı. Kürt esnaf, olayların başladığıgün kıraathanenin dört kez saldırıya uğradığını ifadeetti.

Seferoğlu şöyle konuştu:“Ölen asker de gerilla dabizim insanımızdır. Asker ölümleri sırasında sevinçgösterileri yapmadık. Bu açık bir şekilde faşistlerinprovokasyonudur. Biz birlikte yaşıyoruz. Bizimcamımız kırılırken balkonlardan alkış tutan insanlarvardı. Kahvemiz taşlanıp camlarımız kırılırkenalkışlayanlar vardı. İnsanlık dışı olaylara insanlık dışıtepkiler veriliyor. Polis ilk iki gün hiçbir önlem almadı.Olayların başladığı Perşembe günü bu saldırılar polisdestekli yapıldı. Kürt gruplar biber gazıyla dağıtılıp,sokaklar boşaltılıp saldırganların dükkanlarıyağmalaması için ortam oluşturuldu. Olayların böyleolacağı belliydi. Daha önce Giresunlular Derneği’netaş atıldığında polis derneğin önünde nöbet tuttu.Saldırı bize yapıldığında ise polis hiçbir şey yapmadı.Polislerden önlem almalarını istememize rağmengelmediler”Seferoğlu, ırkçı-şoven havanın nasıl dağıtılabileceğikonusunda da düşüncelerini dile getiriyor. Yaşananolaylar karşısında “büyüklerin” tutum almasıgerektiğini söyleyen Seferoğlu, bu durumun kardeşliğeters düşen bir durum olduğunu ifade ederek tehlikeyedikkat çekiyor. Basının olayları ele alış biçimini deeleştiren Seferoğlu, olayların yansıtılış biçiminingerçekleri yansıtmadığına dikkat çekiyor. Olay günüsaldırıya uğrayan kıraathanenin görüntülerinin değilülkü ocağı ve Giresunlular Derneği’nin gösterilmesinetepki gösteriyor ve ekliyor: “Artık kimse evine girmekistemiyor. Huzur istiyoruz”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Röportaj8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Zeytinburnu’nda Kürt emekçiler faşist saldırıları anlatıyor...

“Saldırılar devlet destekli”

Zeytinburnu'nun faturası Kürtlere Zeytinburnu'nda faşist güruhların günler süren ırkçısaldırılarının ardından gözaltına alınan faşistler serbestbırakıldı. Devlet saldırganlara arka çıkarken 10 Kürt’ütutukladı.

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Mavi Marmara gemisinin 2. Gazze’ye ÖzgürlükFilosu’na katılmasına engel olduğu için Washington veTel Aviv yönetimlerinden “aferin” alan AKP şefiTayyip Erdoğan, bu gelişmenin hemen ardındanİsrail’den gelen “gizli ziyaretçi”lerle kapalı kapılarardında görüşmelere başladı. Aynı günlerde ABD veİsrail basını, İsrail-Türkiye ilişkilerinin “ısınma”sürecinde olduğunu dünyaya duyurmaya başladı.

Dinci gericiliğin başı konumundaki Erdoğan’lapartisi AKP’nin siyonist şefleri ağırlaması ve ikiliilişkilerin geçirdiği sarsıntının aşılması için çabaharcadığı basına yansıyınca, deşifre olan riyakarlığındengelenmesi için, İstanbul’da düzenlenen Filistinlibüyükelçiler toplantısı “bulunmaz fırsat” bilindi.

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın dakatıldığı toplantıda konuşan Tayyip Erdoğan, ‘Filistindavasının baş savunucusu havalarına’ büründü. Dönedöne Gazze etrafındaki kuşatmaya değinerek İsrail’eyüklenen AKP şefi, Mavi Marmara gemisinin ablukayıdelmek için Gazze’ye giden filoya katılmasınıengelleyen kendisi değilmiş gibi, atıp tuttu.

Washington’dan gelen emirle Filistin halkını satanAKP şefi, deşifre olan riyakarlığını karşı atakladengelemeye çalıştı. Nelere değinmedi ki Erdoğan?Gazze ablukasından yasadışı Yahudi yerleşimlerine,İsrail’in şımarıklığından ABD’nin suç ortaklığına,başkenti Doğu Kudüs olacak Filistin devletininkurulmasından İsrail’in masum insanlarıöldürmesine… Filistin başta olmak üzere Araphalklarının duymak istediği bir tiratla şov yapanErdoğan, gösteriyi bir Filistin şiiri okuyaraktamamladı.

ABD-İsrail ikilisine karşı “Filistin davasınınsavunucusu” edasıyla sahnede nutuk atan Erdoğan,siyonist rejimle ilişkilerin düzeltilmesi için siyonistşeflerin Mavi Marmara gemisi katliamından dolayıözür dilemesini yeterli bulmaktadır. Açıktır ki, AKPhükümeti ve onun şefi Erdoğan bir özürle İsrail’le sıkıişbirliği yapmaya hazırdır.

Siyonist rejimin bazı şefleri de özür dilenmesindenyanalar. Muhtemelen bu eğilim Tel Aviv’de ağırbasacak. AKP hükümetinin talep ettiği tazminat iseİsrail için zaten sorun teşkil etmiyor. İsrail özürdileyince, taraflar arasında esas sorun çözülmüşolacak. Yani vaazlarında Filistin için timsah gözyaşlarıdökenler, İsrail’le sıkı işbirliğine devam edecekler;elbette daha önce de olduğu gibi Filistin halkı içindeğişen hiçbir şey olmayacak.

Bu arada Gazze’yi ziyaret etmek istediğini deaçıklayan Erdoğan, “Filistin dostu” imajını daha dagüçlendirme derdinde.

Filistinli büyükelçiler huzurunda yapılan konuşma

ve Gazze ziyaretine dair açıklamanın, siyonist şeflerirahatsız edeceği açık. Zira onlar, Filistin halkınındirenişinin meşru kabul edilmesine tahammületmiyorlar. Ancak çıkarları Türk devleti ve AKPhükümetiyle işbirliğini geliştirmeyi zorunlu kıldığıiçin, bunu çok da dert etmeyeceklerdir.

Gerçi AKP hükümeti ile şefinin İsrail karşıtı “sert”vaazlarına karşın, İsrail’le mali, ticari, askeri vb.ilişkiler devam ediyor. Fakat İsrail bu ilişkileri daha dapekiştirmek istiyor. Bundan dolayı küstahlığı tamelden bırakmasa bile, pragmatist/faydacı yaklaşımınsiyonist rejimde ağır basacağına dair güçlü verilermevcuttur. Washington’daki efendilerin de ikiişbirlikçi rejimi barıştırmak için çaba sarf ettiği gözönüne alındığında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesürecinde olduğunu söylemek mümkündür. Bunakarşın taraflar, en azından bir süre daha “tribünlereoynamaya” da devam edeceklerdir.

Bu durumda, Erdoğan’ın Filistin sorununuhamasetle istismar etmesinin arkasında parti tabanınımotive etme, daha da önemlisi Arap halklarına mesajverme kaygısı var. Görünen o ki, ABDemperyalizminin Arap dünyasındaki halk isyanlarınakarşı başlattığı saldırıda üstleneceği rol, Erdoğan’ı buhamasetli vaazlara başvurmaya zorluyor. Zira halkisyanları karşısında ABD ile aynı tutumu takınmasıAKP ve şefinin Arap dünyasındaki popülerliğinizedelemiş, “Türkiye modeli” ise tebessümle karşılanırolmuştu. Bu durumda “imaj düzeltme” Erdoğan içinbir zaruret haline gelmiş oldu.

Bu durumda Filistin sorunundan daha etkili bir araçbulunamaz. Çünkü bu sorun Atlas Okyanusu’ndan

Basra Körfezi’ne kadar bütün Arap halklarını yakındanilgilendiriyor. Bunu bilen AKP şefi ve onundanışmanları, Filistinli büyükelçiler önündesergilenecek şovun konuşma metnini “nabza göreşerbet verme” anlayışıyla hazırlamışlar.

Vurgulamak gerekiyor ki, burada sermaye iktidarıve onun sözcüsü Erdoğan için esas sorun Filistinhalkının acılarına son verecek bir çözüm için çaba sarfetmek değil, bu halkın sorunlarını/acılarını, ABDgüdümündeki “etkin taşeronluk” misyonunu etkili birşekilde oynayabilmenin bir aracı olarak kullanmaktır.

Eğer siyonist rejim üzerinde baskı uygulayıp,Filistin halkına reva gördüğü zulmü engellemek gibiderdi olsaydı, AKP ve şefinin en basitinden yapacağıilk şey, İsrail’e karşı başlatılan boykot eylemine destekvermek olurdu. Oysa mali, askeri, ticari, siyasi,diplomatik, akademik ve diğer alanları kapsayanboykota destek vermek bir yana, AKP hükümeti MaviMarmara’nın 2. Gazze’ye Özgürlük Filosu’nakatılmasını engelleyerek siyonist şefleri rahatlatmayıtercih ediyorlar. Hal böyleyken, Tayyip’in filoya engelolduğu için Yunanistan’ı eleştirmesi, bir başkariyakarlık örneği olmuştur. Zira kendi yaptığının, özüitibarıyla Yunanistan’ın yaptığından hiçbir farkı yoktur.

Filistin halkını savunmak adına konuşurkeneşitlikten, özgürlükten, geleceğini belirlemehakkından, baskıya, zulme ve katliamlara karşı tutumalmak gerektiğinden söz eden Erdoğan, aynı günlerde15 bin özel tim polisini, ulusal eşitlik ve özgürlükuğruna mücadele eden Kürt halkının üzerine salmayahazırlanıyordu. Yani, Filistin halkının özgürlükmücadelesini desteklediğini iddia eden dinci gericiliğinşefi, Kürt halkının özgürlük mücadelesini kanlaboğmaya hazırlanan bir zihniyetin temsilcisi olduğunubir kez daha gözler önüne serdi.

İsrail nasıl ki, Filistin halkının direnişini “terörizm”olarak damgalayıp katliamlarını meşru göstermeyeçalışıyorsa, Türk devleti ve AKP hükümeti de, aynısınıKürt halkına yapmaktadır. O halde siyonist rejimleTürk sermaye devleti ve AKP hükümetinin ezilenhalkların özgürlük mücadelesi karşısındaki tutumlarıbir ve aynıdır.

Özgürlük uğruna mücadele eden ezilen halklaragerici güçlerden hayır gelmez; tersine bu türbeklentiler hareketi sakatlamaktan başka bir işeyaramaz. Özgürlüğün yolu ise direniş ve enternasyonaldayanışmadan geçmektedir.

Erdoğan’ın Filistinli büyükelçilere hitabı…

Riyakârlığın doruğundalar!

Kürt halkını hedef alan ırkçı-faşist saldırganlıkzincirine bir halka daha eklendi. 27 Temmuz günü,Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine tarım işçisi olarakçalışmaya gelen Kürt işçilere dönük faşist bir saldırıgerçekleşti.

Ömerköy’de Kürt işçilerle köylüler arasında“kiraz toplama” işi üzerinden başlayan tartışmafaşist provokasyona dönüştü. Köylülerin bir kısmı“Türk bayrağı açıp İstiklal Marşı okuduktan Kürtişçilere saldırdı. Çıkan çatışmada, 6’sı tarım işçisiolmak üzere 8 kişi yaralandı.

Olayın ardından ilçeden toplanan faşist güruhlarÖmerköy’e gelerek şoven atmosferi körüklemeyeçalıştılar. Bu grupla birlikte jandarma ve polisbinaları önünde toplanan kitle de Türk bayrağı açıpİstiklal Marşı okuyarak, Kürt halkını hedef alansloganlar attı.

Düzen medyasının faşist güruhların saldırılarını“hassasiyet” olarak tanımlayarak meşrulaştırmaları,düzen sözcülerinin ise şoven açıklamalardabulunarak arkası kesilmeyen tehditler savurması sözkonusu saldırıların çoğalmasına neden oluyor.

Faşist kudurganlık Eskişehir’de

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Seçimlerin ardından yeni dönemini “ustalıkdönemi” olarak tanımlayan dinci parti AKP, sermayeadına işçi ve emekçilere dönük gerçekleştirmeyiplanladığı saldırıların startını da vermiş oldu. Seçimöncesinde de tahmin edildiği gibi, bu döneminöncelikli saldırı adımlarının başında kıdemtazminatının gaspı geliyor.

Uzun yıllardır sermaye sınıfının üzerinde hesaplaryaptığı kıdem tazminatının gaspı planı, AKP’nin yenihükümet programında kendisine ‘ön sıralardan’ yerbuldu. 2009 yılında hazırlanan “Ulusal İstihdamStrateji”sinin de temel hedeflerinden olan bu saldırıiçin hükümet programında şu ifadelere yer verildi:

“İşçilerimizin büyük çoğunluğunun alamadığı,işletmelerimizin üzerinde ödeme baskısı oluşturan,çalışma hayatının en önemli sorun alanlarının başındagelen kıdem tazminatı sorununu kazanılmış haklarıkoruyan ve bütün işçilerin kıdem tazminatlarınıgaranti altına alan bir fon teşkil etmek suretiyle, sosyaltaraflarla istişare içinde çözeceğiz”

Yani sosyal demagoji “ustası” olan dinci parti AKP,birkez daha işçi ve emekçilerin çıkarlarını savunmayalanına sarılarak ve “sosyal diyalog” masalınayaslanarak saldırıya geçiyor. Burjuva medyada busüreçte üzerine düşeni yaparak, “istifa eden de kıdemtazminatı alabilecek!” gibi güzellemelerle saldırınınengelsiz bir şekilde hayata geçirilebilmesi için seferberoluyor.

Bu seferberliğin tamamı henüz ortada hazırlanmışbir yasa taslağı yok iken yaşanıyor. Oysa taslağa dairilk elden ortada dolaşan söylentiler bile, AKPsözcülerinin ve burjuva medyanın pompaladığıyalanların altında çok daha kirli planlar olduğunugösteriyor.

Kapsamlı gasp harekatı

Öncelikle hükümet yetkilileri ile burjuva medyanındiline doladığı en önemli konuya açıklık getirmekgerekiyor. Gündeme getirilen yasa değişikliğininkıdem tazminatını ortadan kaldırmayı hedeflemediğiağızlarda geveleniyor. Açık ki söz konusu gevelemeninarkasında işçi ve emekçilerin bu konudaki duyarlılığıbulunuyor.

Ancak mevcut düzenlemede işten çıkarılmadurumunda patronun ödemek zorunda olduğu kıdemtazminatının fona devredilmesi bile başlı başına birgasp planı yapıldığını ortaya sermektedir. Gasp edilenise, zaten oldukça güdük bir durumda bulunan işgüvencesidir. İşçi çıkartırken patronları toplu birtazminat ödeme yükünden kurtarmak demek,

patronlara “işçiyi istediğin gibi işe alıp iştençıkartabilirsin” demektir. Ya da patronları işçiçıkartırken bir nebze de olsa düşünmeye sevk eden birkalkanı işçilerin elinden koparıp almak demektir.

Bununla birlikte, işçilerinin sigorta primleriniödemeyen ya da eksik ödeyen patronların, “taraflarımağdur etmeyecek yeni düzenlemede” fona gerekliaidatları nasıl yatıracağı ise başka bir tartışmakonusudur. Açıktır ki, patronlar birçok konuda olduğugibi bu konuda da “yasal sorumluluklarını” yerinegetirmemek için kırk takla atacaklardır. Ya da eniyisinden kıdem tazminatı fonuna yatırması gerekenmiktarı da işçinin ücretinden keserek kendiyükümlülüğünü sıfıra indirecektir.

Yani sermaye hükümeti AKP’nin önüne koyduğuyeni düzenlemede, işçiler hem iş güvenceleri içinönemli bir dayanağı kaybetmekte hem de alacaklarıkıdem tazminatının faturasını kendileri sırtlanmakdurumunda kalmaktadırlar.

Saldırı hamlesinin diğer yüzü

Mevcut düzenlemeden ilk yansıyanlarabakıldığında, kıdem tazminatı miktarlarında ciddidüşmeler yaşanacağı da görülüyor. Her şeyden öncemevcut düzenlemeye göre kıdem tazminatı işçinin biryıllık çalışması karşılığında bir aylık giydirilmiş brütücreti üzerinden hesaplanıyor. Yani işçi kıdemtazminatını alırken bu hesaba net ücretin yanı sıra,sigorta primleri, yakacak ödemeleri, yemek ve yolücretleri ve ikramiyeler gibi sosyal haklar da ekleniyor.Ancak gündeme gelen yasal düzenlemeye bakıldığındabu hesaplamanın artık net ücret üzerinden yapılmakistendiği anlaşılıyor. Sadece bu bile kıdem tazminatımiktarının yarı yarıya düşeceği anlamına geliyor.

Oysa sermaye sınıfının hesapları bununla dabitmiyor. Bugüne kadar yıllık bir brüt maaş üzerindenödenen kıdem tazminatı için gündeme gelen planlar,aylık %3 ile %5 arasında bir prim ödenmesiniöngörüyor. Bu iki tablo bir araya geldiğinde iseherhangi bir işçinin alacağı kıdem tazminatı 20 yılakarşılık 6 aylık ücrete kadar düşüyor. Birkez yasaldüzenleme haline geldikten sonra bu oranların dakademeli olarak aşağıya çekileceğini düşünürsek,mevcut düzenlemenin kıdem tazminatını tamamenortadan kaldırmayı amaçlayan yapısı bir kez dahaaçıkça görülüyor.

Tazminatı almak kolaylaşıyor mu?

Yalan haberlerin bir diğeri ise “kıdem tazminatı

almanın kolaylaşacağı” yönünde. Burjuva basın buyalanı “İstifa eden bile kıdem tazminatı alabilecek!”sözleriyle katmerleştiriyor. Oysa kıdem tazminatıalmanın koşulları mevcut düzenleme ile birliktekolaylaşmaktan öte daha da zorlaşıyor.

Bunun için gerekli dayanak ise, kıdem tazminatıalmaya hak kazanabilmek için 10 yıl prim ödemezorunluluğunun getirilmesi ile oluşturuluyor. Böylecebırakalım istifa etmeyi, mevcut yasal düzenlemeyegöre kıdem tazminatı almaya hak kazanan işçiler bilefona 10 yıl boyunca prim ödemedikleri koşullardatazminat almaya hak kazanamıyorlar. Bu tablo içindeistifa edene de kıdem tazminatı ödenmesi ya da işsizkalınan dönemlerde fondan para çekilebilecek olmasısöylentileri ise işçi ve emekçileri kandırmak için oltayatakılan yemlerden başka bir anlam taşımıyor.

En büyük yalan fonungerekçelendirmesinde

Sermaye hükümeti en büyük yalanını ise fonugerekçelendirirken söylüyor. Öyle ki, yeni düzenlemeyapma ihtiyacı tanımlanırken “işçilerin kıdemtazminatlarını patronlardan alamamasının önünegeçme” yalınına başvuruluyor. Konuya ilişkinaçıklamarın hepsinde, kıdem tazminatı yükününbüyüklüğü nedeni ile patronların sigortasız işçiçalıştırma yoluna gittiğinden “yakınılıyor”

Böylesi bir sonucun oluşmasına, AKP başta olmaküzere hükümetlerin sermayenin sırtındaki yüklerihafifletmek için çıkarttıkları yasalar neden oluyor.Düzen partileri “taşeron işçilik”, “geçici işçilik” gibiuygulamalarla esnek çalışmanın önünü bütünüyleaçarken, işçinin kıdem tazminatına hak kazanma şansıbile kalmıyor. Her şeye rağmen bu hakka sahip olanlarıise patronlar, yine bu düzen partilerinin hazırladığıyasalara duyduğu güvenle, kıdem tazminatlarınıvermeden kapının önüne koyuyor.

Bu tasarıyı gerekçelendirmek için, “2009 yılındaişten atılan ya da iş değiştiren 2,5 milyon insanınsadece %8’inin kıdem tazminatı alabildiğinden vepatronların kıdem tazminatı yükünden kurtulmak içinkaçak işçi çalıştırdığından” dem vuran sermayehükümetinin sözcüleri, mevcut yasalara göre yerinegetirmeleri gereken denetim görevini niçin hasıraltıettiklerinin ise hesabını vermiyorlar. Yani sermayeningönüllü kulluğunu yapan AKP şefleri, bir yandantimsah göz yaşı dökerken bir yandan da sermayesınıfının çıkarlarını korumak için dört koldançalışmaya devam ediyorlar.

Kazanılmış haklarımızı korumak içinmücadele barikatlarına!

Kıdem tazminatı hakkı, sermayenin yıllardır önünekoyduğu temel gasp başlıklarından birinioluşturmaktadır. Birkez daha hükümet olan AKP ise,sermaye sınıfı adına uzun yıllardır sürdürdüğü“istikrarı”, işçi sınıfının bu temel hakkının gaspıyla“taçlandırmak” istemektedir.

Binbir yalanla süslenen bu saldırı planınıpüskürtmenin yolu ise, işçi sınıfının genel grev silahınıdevreye sokup üretimden gelen gücünü en etkinşekilde kullanmasından geçmektedir. Bu kapsamlısaldırıya engel olmak içinse, daha bugünden fabrikafabrika, havza havza, direniş ve grev komitelerikurulmalı ve bu komitelerle birlikte dişe diş birmücadelenin hazırlıkları yapılmalıdır.

Sınıf haraketi10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Sermayenin “kıdem tazminatı” yalanları

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Herkese Sağlık Güvenlik Gelecek Platformu(HSSGP) ile Belediye-İş İstanbul Şubeleri kıdemtazminatı ve esnek çalışma ile ilgili saldırı yasalarınakarşı 22 Temmuz günü Taksim Meydanı’na yürüdü.Saldırılara karşı mücadele kararlılığının öne çıktığıeylemde mücadeleden uzak duran konfederasyonlar daprotesto edildi.

BDSP, BDP, EMEP, Kaldıraç, EHP, PDD, DİP,SODAP, DSB eyleme katılan ilerici ve devrimcigüçlerdi. Hava-İş üyeleri de eylemde yer aldı.

Canlı ve coşkulu geçen yürüyüş sırasında sermayeve AKP işbirliğini teşhir eden ajitasyon konuşmalarıyapıldı.

Yürüyüş Taksim Tramvay Durağı’nda son bulurken,burada ilk söz eyleme destek veren Emek, Özgürlük,Barış Bloğu milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder veLevent Tüzel’e verildi.

Kıdem tazminatının gasbının küresel saldırının birparçası olduğunu söyleyen Levent Tüzel, Türk-İş’insaldırıyı genel grev nedeni saydığını ancak yıllardırbenzer saldırıların yaşandığını vurguladı. İşçi sınıfınınyanında olduklarını vurgulayan Tüzel sözlerini“Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!” diyerekbitirdi.

AKP’nin sınıfsal kökenini torba yasa sırasında

gördüklerini belirten Sırrı Süreyya Önder, kıdemtazminatı saldırısının genel greve kadar gidecek birmesele olduğunu vurgulayarak, “Emekçiler bu süreçtegenel grev yapmayacaksa ne zaman yapacak” şeklindekonuştu.

Konfederasyon yönetimlerine tepki!

Basın metnini Belediye-İş üyesi Veysel Aslanokudu. Basın açıklamasında AKP’nin çıraklıkdöneminde GSS’yi, kalfalık döneminde sağlıktadönüşümü, ustalık döneminde ise kıdem tazminatınıkaldırarak esnek-güvencesiz çalışmayı ve kiralıkişçiliği dayattığı vurgulandı. Kıdem tazminatı ve esnekçalışma ile ilgili hazırlanan kapsamlı saldırıprogramının içeriği anlatıldı. Basın açıklamasındaayrıca ise Hak-İş’in saldırılara destek verdiği, Türk-İş’in ise saldırıyı genel grev saymasına rağmen hiçbirşey yapmadığı anlatıldı. Açıklama birleşik mücadeleçağrısı yapılarak son buldu.

Basın açıklaması sırasında sık sık mücadelesloganları atılırken, sendikaların tutumundanbahsedilirken “Kahrolsun sendika ağaları!” sloganıatıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

26 Temmuz günü, sendikanın İstanbulBostancı’daki genel merkezinde toplanan Deri-İşSendikası Başkanlar Kurulu, sınıf hareketi ve artanhak gaspları üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Son dönemde kazanılmış hakların korunması veyeni örgütlenme alanlarının yaratılması için birleşikbir mücadele hattı oluşturulması gerektiği görüşünüdile getiren Deri-İş Başkanlar Kurulu, kıdemtazminatının gaspına, Ulusal İstihdam Stratejisi’ne vetüm anti-demokratik uygulamalara karşı Türk-İş’igöreve çağırdı.

Deri-İş’in de dahil olduğu Türk-İş üyesi 10sendikanın ortak hareket etme kararının oldukçaönemli olduğu değerlendirmesinde bulunulan sonuçbildirgesinde; Deri-İş’in, demokratik, mücadeleci birsendikal hareket için en geniş kesimlerle hareketedilmesi gerektiğine inandığı, işçi sınıfınınörgütlenmesi ve sendikal örgütlenmenin önündekiengellerin kaldırılması açısından bu oluşumu önemli

bularak içinde yer aldığı ifade edildi.Kampana Deri ve Desa Deri’de süren direnişleredikkat çekilen sonuç bildirgesinde tüm duyarlı emekkesimleri direnişleri sahiplenmeye çağırıldı.

Son dönemde artan kadın cinayetlerinin, kadınsorununun yakıcı bir sorun olduğunu gösterdiğini dilegetiren bildirgede, artan linç ve halkları birbirinekırdırma politikalarına karşı halkların kardeşliğini veişçi sınıfının birliğini savunmanın bu dönemdeoldukça önemli olduğu görüşüne yer verildi.

Başkanlar Kurulu sonuç bildirgesinde şu ifadelereyer verildi: “İşçi sınıfının bütününü etkileyen KıdemTazminatına, Ulusal İstihdam Stratejisine ve tüm anti-demokratik uygulamalara karşı Türk-İşKonfederasyonu’nu göreve çağırmaktadır.Konfederasyonun, süreci geçiştirmeden emek karşıtıpolitikalara karşı etkin bir tavır almasını ve meşrudüzlemde bir mücadele hattı belirmesini acil birgörev olarak önüne koymasını gerekli görüyoruz”

Deri-İş: Birleşik mücadele hattı oluşturulmalı

Saldırılara karşı mücadele kararlılığı!

“Sokağa, eyleme, genel greve!”“Kıdem hakkımızıgasbettirmeyeceğiz!”

Esenyurt BDSP işçi ve emekçileri kıdem tazminatıhakkına sahip çıkmaya çağrıyor.

Sermaye devletinin işçi sınıfının haklarına dönükkapsamlı saldırılarından olan Ulusal İstihdamStratejisi ve kıdem tazminatı gasbına karşı sınıfdevrimcileri işçi ve emekçileri mücadeleye çağırıyor.

Sabahları işçilerin eçiş güzergahı olan Köyiçi,Balıkyolu, Kıraç ve Tabela bölgeleriyle Kıraçbölgesindeki fabrikalara BDSP imzalı bildirilerdağıtıldı. Dağıtım sırasında kıdem tazminatı ile ilgilisohbetler gerçekleştirildi. Medyada dolaşan yalanhaberlerin işçi sınıfının kafasını karıştırmak amaçlıolduğu anlatıldı.

Ayrıca “Kıdem tazminatı hakkınıngasbedilmesine geçit vermemek için genel grevgenel direniş / BDSP” ozalitleri ile Esenyurt’un dörtbir yanı donatıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ümraniye’de birlik vedayanışma pikniği

Ümraniye’de çalışan öncü işçiler 24 Temmuzgünü bir piknik düzenlendi. Dayanışma ruhununhakim olduğu piknikte sermayenin saldırılarına karşıbirleşik mücadele çağrısı yapıldı.

Öğlene kadar serbest zaman olarak kullanıldı. Buzaman diliminde kolektif bir şekilde oyunlar oynandıve yemekler yapıldı. Öğleden sonra toplantıyageçildi. Toplantı açılış konuşmasıyla başladı. İşçisınıfının biliçlenip örgütlemeden başka çaresiolmadığı ve saldırıları durdumak, haklarımızıkazanmak için öncü işçilere önemli görevler düştüğühatırlatıldı. Kıdem tazminatına göz dikildiğibelirterek, haklarımız elimizden alınırken izlemekdeğil, harekete geçip mücadele etmek gerektiğindenbahsedildi.

Toplantıya katılan işçilerin hemen hemen hepsisöz alarak çalıştığı fabrikanın koşularından bahsetti.Kıdem tazminatının kaldırılmasına geçit verilmemesigerektiği ifade edildi. Fabrikalarda grev komitelerikurarak bu saldırıya genel grevle yanıt verilmesigerektiği dile getirildi.

Ayrıca Kürt halkına yönelik yükseltilen şovenistkudurganlığa izin vermemek, Kürt halkının haklımücalesine omuz vermek için hakların kardeşliğişiarını yüksetmek gerekliliği de tartışıldı.

14 Ağustos Pazar günü toplantı yapma kararıalındı. Piknik halaylarla sona erdi.

Kzıl Bayrak / Ümraniye

Sempozyum çağrısıyüzlerce işçiye ulaştı

Kayseri İşçi Bülteni’nin Temmuz sayısı güvencesizçalışmaya karşı, yaklaşık iki aydır sürdürülenkampanya çerçevesinde hazırlandı. İşçileri;sigortasız, güvencesiz çalışmaya karşı 31 Temmuz’dagerçekleştirilecek kampanyaya destek vermeyeçağıran yüzlerce Kayseri İşçi Bültenin özel sayısı,Belsin semtinde bulunan işçi servis güzergahlarındaajitasyon konuşmaları eşliğinde dağıtıldı.

Akşam saatlerinde Eskişehir Bağları semtindebulunan işçi servis güzergahlarında da yüzlercebülten kullanıldı. İşçiler sempozyuma davet edildi.Ajitasyon konuşmaları yapıldı. İşçilerin bir kısmı dabülteni işyerlerine götürmek istediklerini belirterekdağıtıma destek verdiler.

Kızıl Bayrak / Kayseri

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

İşçi sınıfına yönelik kapsamlı saldırılar durdurakbilmiyor. Geçtiğimiz aylarda yasalaşan Torba YasaTasarısı’nın ardından önümüzdeki günlerde, Ulusalİstihdam Stratejisi’nin bir parçası olarak kıdemtazminatının gaspına yönelik hazırlıklar devam ediyor.

Esnek üretimin ve güvencesiz çalışmanın temel birçalışma biçimi haline gelmesini amaçlayan torbakanunun, yasalaşmadan önceki en temel tartışmaalanlarından biri de kuşkusuz 52 bin belediye işçisininzorla sürgününü içermesiydi. Belediye işçilerininsürgününü ele alan 166. madde üzerinde tartışmalaryürütülmüş, Türk-İş, bu madde üzerinden pazarlıklaryürütmeye çalışmış ve geri çekilebileceğine ilişkinyanılsamalar yaratılmıştı. Ancak bu tasarı, hiçbirdeğişiklik yaşanmadan yasalaşmıştı. 166. maddeye göretorba yasanın ardından kısmen sürgünler yaşanmış,ancak uygulamanın tümüyle hayata geçirilmesiseçimlerin sonrasına bırakılmıştı. Son olarak 1 Ağustos2011 tarihinde son düzenlemeler tamamlanarak 51 biniaşkın belediye işçisi, Milli Eğitim ve EmniyetMüdürlüklerinin taşra teşkilatlarına sürgün edilecek.

166. Madde neyi içeriyor?

Belediye işçilerinin taşra teşkilatlarınagönderilmesine “gereksinim fazlası” kadroların varlığıgerekçe gösteriliyor. Oluşacak komisyonlar tarafındanişçilerin tespit edilmesi ve ardından bu kapsamda, işyasasının hükümleri de hiçe sayılarak “işçinin rızası”devre dışı bırakılarak, farklı illere gönderilmesigündeme alınıyor.

166. madde, sürgünün ötesinde tümüyle belediyesektöründe de torba yasasının mantığına ve ruhunauygun bir düzenleme anlamına geliyor. Ne farklıyerlerdeki ihtiyaçlar, ne de belediyelerdeki “gereksinimfazlası” kadroların olması söz konusudur.

Bugün tüm belediyelerde az sayıda kadrolu işçikalmıştır. Bunlar da sosyal güvencesi olan, kimi“ayrıcalıklara” sahip, bir kısmı emekliliği gelen, birkısmı da belediyenin yandaşı olan kadrolardanoluşmaktadır.

Yasa asıl olarak belediyelerde tümüyle güvencesizve esnek çalışmayı temel çalışma biçimi halinegetirmeyi amaçlamaktadır. Öyle ki yasa, “gereksinimfazlası” kadro olduğu iddia edilmesine rağmen,“gereksinim fazlası” olanların nakledildiği belediyelerintaşeron işçi alması konusunda bir engel koymamaktadır.Yani, kadrolu işçileri ya emekliliğe mecbur ederek, yasürgünü kabul etmedikleri koşullarda kıdem veihbarlarını alarak işten ayrılmaya mecbur bırakarak yada farklı illerdeki farklı kurumlara dağıtarak kadroluişçi sayısını azaltmayı, tüm belediye işçilerini ise,tümüyle taşeronda ya da belediye şirketlerinde,güvencesiz bir şekilde çalıştırmayı amaçlamaktadırlar.

Dolayısıyla, sorun tek başına, kadrolu işçiler için

hak kaybı değil, bizzat taşeron çalışmanın tümüyle tekbir çalışma biçimi olarak belediyelerde hayatageçirilmesidir.

Sendikaların tutumu üzerine…

Bir dizi saldırıda olduğu gibi, torba yasanıngündeme gelmesinin ardından sendikalar, yasanıngelişini elleri böğründe izlemişlerdir. Göstermelikyapılan eylemlerin ardından Torba Kanun’unyasalaşmasıyla birlikte sendikalar payına yapacak“hiçbir şey” kalmamıştır. 166. Madde’nin yürürlüğegireceğinin gündeme gelmesinin ardından geçtiğimizgünlerde Genel-İş Sendikası farklı illerde sadece basınaçıklamaları yapmak ile yetinmiştir. Bu açıklamalardada mevcut saldırı ve uygulamaların püskürtülmesi içingörev, meclise havale edilmiş, yeni seçilen “emektenyana” milletvekillerinin yasanın geri çekilmesi içingirişimde bulunmaları istenmiştir. Bu açıklamalarda birkez daha mücadele etmek, tabanın gücüne yaslanmak,fiili ve meşru mücadeleyi yükseltmek gerekliliği yoksayılmıştır.

Kuşkusuz ki bu tablo içinde şaşılacak bir yanbulunmuyor. Yaşanan süreç, belediye iş kolundayıllardır devam eden taşeronlaştırma saldırısının doğalbir sonucudur. Genel-İş Sendikası’nın geçtiğimizyıllarda taşeronlaştırmaya ilişkin hazırladığı broşüre deyansıdığı gibi, iş kanunu ve ardından geçtiğimiz yıllardayasalaşan, belediye hizmetlerinin özel şirketler eliyleyapılmasına salık veren belediyeler kanununu tümüylekabul etmekte ve temel görev olarak, taşeronlaşmayakarşı mücadele etmeyi değil, taşeronların sendikalardaörgütlenmesini esas almaktadır. Bugün bir dizibelediyede taşeron belediye işçileri, belediyelerinörgütlü olduğu “yandaş” sendikada örgütlenmektedir.Örneğin, CHP’li belediyelerde taşeron işçileri, bizzatbelediye eliyle Genel-İş Sendikası bünyesindeörgütlenmektedirler. Ancak bu örgütlülük, taşeronişçilerin hak alma mücadelesi değil, belediye işçilerininbizzat sendika eliyle denetlenmesi anlamınagelmektedir.

İş güvencesi talebini yükseltelim!

Bugün belediye işçilerinin yaşadıkları bir dizi temelsorun ile birlikte en temel sorunları “iş güvencesi”sorunudur. Belediye şirketleri bünyesinde ve taşeronşirketlerde bulunan belediye işçilerinin sendikalı olsalardahi iş güvenceleri bulunmamaktadır. Belediye işçileri,belli periyotlarla bir şirketten öbürünedevredilebilmekte, girdi-çıktı yapılmakta, şirketlerinihalelerinin sona ermesinin ardından işsiz kalmaktadır.

İş güvencesi talebi ise, ancak tabandan yaratılacakörgütlülüklere dayanılarak yürütülecek fiili-meşrumücadele ile kazanılacaktır.

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Sürgün 1 Ağustos’ta yürürlükte! İşçilere soruşturmatehdidi

Dev Sağlık-İş, Antalya’da bulunan AkdenizÜniversitesi Hastanesi taşeron işçilerinden 57 işçi ve 6sendika yöneticisi hakkında soruşturma açılmasınıprotesto etti.

A Blok önünde yapılan basın açıklamasını DevSağlık-İş Sendikası Bölge Başkanı Bekir Çivigerçekleştirdi. Maaşların zamanında ödenmemesinedeniyle taşeron şirket çalışanlarının 8 Temmuz’da09.00-10 00 ve 15.00-16.00 saatleri arasında işbırakma eylemi yaptıklarını hatırlatan Çivi, eylemekatılan 57 işçi hakkında “görev yerlerini izinsiz terketmek” suçlamasıyla şirket yönetimi tarafındansoruşturma açıldığını ifade etti.

Çivi, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde bindenfazla işçinin taşeron şirketler aracılığıylaçalıştırıldıklarını, bu işçilerin büyük çoğunluğununasgari ücretle, yani açlık sınırının altında bir ücretleyaşamaya zorlandıklarını bildirdi. İşçilerin ücretlerininde düzenli ödenmediğini söyleyerek hakkını arayanişçilere soruşturma açılmasına tepki gösterdi.Hastane yönetiminin bu sorunu görmezden geldiğinedikkat çeken Çivi, Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı Bölge Müdürlüğü müfettişlerinin yaptığıtespite göre işçilerin Akdeniz ÜniversitesiRektörlüğü’nün kadrolu işçileri olması gerektiğini dilegetirdi.

Samsun’da direnişçilere saldırı

Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde direnişlerinisürdüren işçiler 21 Temmuz günü basın açıklamasıgerçekleştirerek işe iadelerini istediler. ÖGB ise basınaçıklamasına saldırarak, saldırılarına bir yenisiniekledi.

Dev Sağlık İş Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu,TTB Merkez Konsey Üyesi Hüseyin Demirdizen ve SESGenel Mali Sekreteri Şinası Dursun direnişçi işçileregerçekleştirdikleri ziyaretin ardından Samsun ValiYardımcısı Haluk Şimşek ile görüştüler.

Şimşek valilik olarak en kısa sürede bu sorunuçözmek üzere hastane yönetimi ve taşeron şirketlegörüşmeler yaptıklarını ve kendilerine birkaç gün süreverilmesini istedi. Görüşmenin ardından heyet basınaaçıklama yapmak için Gazi Devlet Hastanesi’nedöndü.

DİSK, Türk-İş ve KESK’e bağlı sendikaların hastanebahçesinde yapacağı basın açıklamasına hastaneyönetiminin talimatıyla ÖGB saldırdı. Saldırıyarağmen geri adım atmayan kitle, eyleminigerçekleştirdi.

“Yeraltında asgari ücretle çalışılır mı?”

Zonguldak’ta, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK)Üzülmez Müessese Müdürlüğü’ne ait madenocağında taşeron firmada çalışan işçiler haklarınıngasp edilmesini iş bırakarak protesto etti. Üretimöncesi galeri açma ve taban sürme gibi hazırlık işleriyapan Star İnşaat ve Ticaret A.Ş.’de aylık 750 ile 1000TL arasında ücretle çalışan 175 işçi, 2.5 yıldır zamalamıyor. Ayrıca uzun süredir ücretleri de tam vezamanında ödenmeyen işçiler 22 Temmuz günü birbasın açıklamasıyla firmanın işçi düşmanı tutumunuprotesto etti. Firmaya ait şantiyenin önünde toplananişçiler net ücretlerinin bankaya yatırılmasının yanısırayemek ve servis ücreti ile senelik hakları olan 2 çizmehakkını talep ettiklerini dile getirdiler. İşçiler haklarınıalana kadar eylemlerine devam edecekler.

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), 24Temmuz günü direnişteki PETKİM işçilerine destekziyareti gerçekleştirdi.

Tesis girişine 200 metre kala pankart ve flamalaraçılarak sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçildi.“Petkim işçisi yalnız değildir - Zafer direnenemekçinin olacak” pankartının açıldı.

BDSP’lileri fabrika kapısında direnişçi işçileralkışlarla karşıladı. Yapılan kısa konuşmanınardından işçilerle sohbetler edildi.

Yarım saat kadar sonra içeride toplanmış olan veİstanbul’da yürütülen görüşmeler hakkında

bilgilendirilen işçiler de alkışlar eşliğinde girişkapısına geldiler. Birlikte atılan sloganlarınardından Petrol-İş Genel Mali Sekreteri İbrahimDoğangül BDSP’lileri selamladı.

Doğangül konuşmasında teşekkür etmeye gerekolmadığını çünkü zaten herkesin aynı sınıfınparçaları olduğunu söyledi.

BDSP adına yapılan konuşmada ise onurludireniş selamlandı. Kıdem tazminatına yöneliksaldırılara ve mevzi direnişlere de değinildi.Konuşmaların ardından BDSP’liler sloganlareşliğinde uğurlandılar.

BDSP’den PETKİM ziyareti

2011-2012 yıllarını ve 2077 Petrol-İş üyesi işçiyikapsayan PETKİM toplu iş söşleşmesinde anlaşmasağlanamaması üzerine fabrikayı terketmeme eylemiyapan PETKİM işçileri kazandı.

Eylemlerinin 5. gününde kararlı mücadeleleri ilekazanım elde eden işçilerin talepleri büyük ölçüdekarşılandı.

İşçiler, insanca yaşamaya yetecek ücret, yeni bir işdeğerlendirmesi yapılması ve bu iş değerlendirmesineuygun ücret skalasının oluşturulması talebiyleeylemlerine başlamışlardı. Genç işçilerle tecrübeliişçilerin arasındaki ücret makasının daraltılmasıanlamına gelen bu talep kapsamında 2006 ve sonrasıişe girenlerin ücretlerinin iyileştirilmesi isteniyordu.Bu taleplerle 18 Temmuz tarihinde eylemler başladı.

Yarım gün işe gitmeme ile başlayan eylemlerin 3.gününde işçiler işyerini terk etmeyerek PETKİM’dekalmaya başladılar, Perşembe gününden itibaren dekapılardan giriş ve çıkışlara müsaade etmeyereksatışları durdurdular.

Görüşmeler anlaşmayla sonuçlandı

Haftasonu da eylemler devam ederken İstanbul’dagörüşmeler gerçekleştirildi. Petrol-İş Genel BaşkanıMustafa Öztaşkın, Petrol-İş Sendikası Genel MaliSekreteri İbrahim Doğangül, Petrol-İş Aliağa ŞubeBaşkanı İsmail Doğan, Petrol-İş Sendikası PETKİMİşyeri Baştemsilcisi Ahmet Oktay ve bir işyeritemsilcisinin yer aldığı görüşmeler anlaşmaylasonuçlandı.

Petrol-İş Genel Merkezi tarafından yapılanaçıklamada 24 Temmuz tarihinde yapılangörüşmelerde hem iş değerlendirmesi hem de bu işdeğerlendirmesine bağlı yeni bir ücret skalası üzerindeanlaşma sağlandığı söylendi. Buna göre 2006 vesonrası işe girenlerin ücretleri iyileştirildi. Genel

ücretlere de birinci 6 ay için yüzde 5.5, ikinci 6 ay içinyüzde 5.5, üç ve dördüncü altı aylar için ise enflasyonoranında zam yapılacak.

“Kararlı duruşumuz ve mücadelemiz sayesinde kazandık”

Gazetemize konuşan PETKİM İşyeri BaştemsilcisiAhmet Oktay iyi bir sözleşme imzaladıklarınıbelirterek işçilerin bu sözleşmeyi çok iyikarşıladıklarını belirtti. Sözleşmeyle, gaspedilenhaklarını yeniden kazandıklarını ifade ederek yorucuve stresli bir süreç yaşadıklarını sözlerine ekledi.

Görüşmelerin ardından İzmir’e döndüklerini veburada yapılan açıklamaların ardından eylemisonlandırdıklarını söyleyen Oktay, bu sözleşmeninTürkiye’de bir ilk olduğuna dikkat çekti. Son 10 yılınen iyi sözleşmesini imzaladıklarını sözlerine ekledi.

“Kararlı duruşumuz ve mücadelemiz sayesindekazandık” diyen Oktay, PETKİM’in satışlarınındurdurulmasının önemine dikkat çekti. PETKİM’in işyaptığı firmalardan büyük baskı gördüğünü belirtenOktay, “özellikle stoksuz çalışan firmalar PETKİM’inüstüne gitti” dedi.

Mücadele işçileri kenetledi

Bu süreçte patronun işçileri bölmek için yaptığıhamleler işe yaramadı. Genç işçilerin üzerinde baskıkurarak eylemi bölmeye çalışan patron işçilerin dahada kenetlenmiş mücadelesiyle karşılaştı. Patronsendikayı karalamaya çalışsa da işçiler sendikayı busüreçte daha da sahiplendi.

Bu deneyim, ekonomik kazanımlarının yanısıra,sınıf dayanışması bilincinin bir adım ileriyetaşınmasıyla son buldu.

Kızıl Bayrak / İzmir

PETKİM’de direniş kazandı! Yeşil Kundura’da direniş sona erdi

Çorlu’da kurulu Yeşil Kundura ayakkabıfabrikasında 17 Temmuz günü 183 işçi işten çıkarıldı.Deri-İş Sendikası’nın örgütlenme çalışması yürüttüğüfabrikada işten atma saldırısını sineye çekmeyensendika üyesi 10 işçinin 19 Temmuz günü başlattığıdireniş, taleplerin kabul edilmesiyle sona erdi.

25 Temmuz günü sabah saatlerinden itibarenişçiler kapı önünde biraraya geldiler. Deri-İşSendikası Genel Başkanı Musa Servi ve Trakya ŞubeBaşkanı Ali Bayram’ın gerçekleştirdiği görüşmeninardından işçilerin taleplerinin kabul edildiği dilegetirildi. İşçiler içerdeki maaşlarını aldılar, bir haftasonra da tazminat, ikramiye ve ihbar ücretlerinialacaklar.

Yaylacı’ya kitlesel destekÇanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde faaliyet

gösteren taşeron şirkette çalışan Sosyal-İş üyesiSedat Yaylacı’nın rektörlüğün talimatıyla iştenatılması protesto edildi. Emek güçleri 23 Temmuzgünü Kordonboyu’ndaki Truva Atı önünde basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Sosyal-İş Sendikası Örgütlenme Dairesi BaşkanıHüseyin Kaşif açıklamasında taşeron uygulamasınınişçi sınıfının içine sokulmuş bir Truva atı olduğunadikkat çekti.

Bir önceki dönem görev yapan rektör tarafındantakdir belgesi verilen Yaylacı’nın yeni yönetimtarafından sürgün edildiğini, bunu kabul etmeyincede işten atıldığını söyledi.

Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencilerinin dedestek verdiği eyleme, Bursa UludağÜniversitesi’nden Sosyal-İş üyesi işçiler de katıldı.Genel-İş, Dev Sağlık-İş, KESK ve TMMOB üyeleri ileilerici kurumlar da eylemde yer aldı.

Burger King1 işçi daha attı

Kölece çalışma koşullarına karşı yaklaşık 4 ayönce Tez-Koop-İş’te örgütlenen işçiler, yetkimücadelesine devam ederken, Burger King desaldırılarını yoğunlaştırdı. Baskılara rağmen işçilerinsendikadan istifa etmemesi üzerine Burger King 20Temmuz günü bir işçiyi daha işten attı. Gerekçeolarak da performans düşüklüğü gösterildi. Böyleceişten atılan işçi sayısı 5 oldu.

İşten atılan işçilerin geri alınması ve sendikalbaskılara son verilmesini isteyen Burger King ÇağrıMerkezi çalışanları “Sipariş yok destek var!”kampayasına destek bekliyorlar.

İşçiler, 21-22 Temmuz tarihlerinde 12:00-14:00ve 19:00-21:00 saatleri arasında çağrı merkezininaranarak (444 54 64) Burger King’in tutumununprotesto edilmesini istiyor.

İşçi eyleminde gazetecilere saldırı

Sakarya’nın Arifiye ilçesinde ücretlerinialamadıkları için iki işçi elektrik direğine çıktı.Yaklaşık 10 bin liralık alacaklarının ödenmemesidurumunda intihar edeceklerini belirten işçiler,çevrede toplananlar tarafından ikna edilerek aşağıindirildi. Aşağı inen işçilerden Rıdvan Yıldız fenalıkgeçirirken, atölyenin ustabaşı Suat Yıldız görüntüalmak isteyen gazetecilere saldırdı. Yumruklusaldırıya uğrayan gazeteciler polisin olaya müdahaleetmemesini protesto ettiler.

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Kemal Türkler anıldıDİSK Kurucu Başkanı ve T. Maden-İş Sendikası

Genel Başkanı Kemal Türkler, katledilişinin 31.yıldönümünde DİSK’e bağlı sendikaların üye veyöneticileri tarafından düzenlenen törenle anıldı.

Topkapı Mezarlığı’nda, Kemal Türkler’inyenilenmiş mezarı başında düzenlenen anmada,Türkler’in katledilmesine ilişkin davada sanık olarakyargılanan Ünal Osmanağaoğlu’nun 30 yıllık süreninardından “zaman aşımı” gerekçesiyle beraatetmesine öfke vardı.

Mezarlık girişinde toplanan yüzlerce DİSK üyesi veilerici güçler sloganlarla Türkler’in mezarına yürüdü.Yürüyüşte direnişçi Legrand işçilerinin yanısıra Tüm-İGD, UİD-DER ve TKP de yer aldı.

Anmaya Kemal Türkler’in ailesi ve mücadelearkadaşları da katıldı.

DİSK Yönetim Kurulu Üyesi Ali Cancı’nın,Türkler’in mezarı başında okuduğu açıklamaylabaşlayan anma töreninde, saygı duruşunun ardındanilk olarak Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan söz aldı.Babasına seslenen Soydan, ölümünün 31. yılında,arkadaşlarının kendisine ilettiği selamı paylaştı.

Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı AdnanSerdaroğlu ise, 31 yıllık süre içerisinde öfkeler vehüzünlerin çoğalmasının yanında umutların daçoğaldığını belirtti.

Anma töreninde DİSK adına konuşan GenelSekreter Tayfun Görgün, Kemal Türkler’in anısınasahip çıkmanın güncel görevlerinden bahsetti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kenan Budak anıldı30 yıl önce Zeytinburnu’nda polis tarafından

sokak ortasında sırtından vurularak katledilen Deri-İşSendikası Genel Başkanı Kenan Budak 25 Temmuzgünü DİSK ve SODAP tarafından Silivrikapı’dakimezarı başında anıldı.

DİSK Budak’ı andı İlk anmayı DİSK düzenledi. Saygı duruşuyla

başlayan anmada ilk konuşmayı DİSK ÖrgütlenmeDaire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu yaptı.

Ardından Kenan Budak’ın Deri-İş’te birliktemücadele ettiği Munzur Pekgüleç, Budak’ınsosyalizm mücadelesi için bir an bile tereddütetmeden mücadelenin en ön saflarında yer aldığınıbelirtti.

Son olaraksa DİSK Genel Sekreteri Görgün birkonuşma gerçekleştirerek Budak’ın bırakmış olduğumirasa sahip çıkacaklarını belirtti.

SODAP’tan anma SODAP tarafından gerçekleştirilen anma ise saygı

duruşuyla başladı. SODAP adına yapılan konuşmanındevamında Budak’ın kardeşi Ruşen Budak ve BATİStemsilcisi söz aldılar. Anmanın ardından mezarlıkönündeki cadde boyunca bir yürüyüş gerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Yoğun sömürü ve hak gasplarının yaşandığıSincan Organize Sanayi Bölgesi ile Ankara Ger SanSanayi Sitesi’nde “İşyeri komiteleri kuralım,sendikalarda örgütlenelim!” başlıklı kampanyanınçalışmaları sürüyor. Metal İşçileri Birliği (MİB),işçilere sömürü zincirini kırmak için örgütlenmeçağrısında bulunuyor. 25 Temmuz günü bildiridağıtımı gerçekleştirirken gözaltına alınan MİBçalışanları sokak ortasında ve karakolda işkenceyemaruz kaldı.

Çalışmalar çerçevesinde; 18 Temmuz Pazartesi gününden başlayarak her

sabah fabrika servislerine yapılan dağıtımlarla İşçidenİşçiye Bülteni’nin Sincan Organize Sanayi BölgesiÖzel Sayısı işçilere ulaştırıldı.

Bülten dağıtımları sırasında OSB işçileriyleişyerlerindeki sorunlar üzerine kısa sohbetlergerçekleştirildi.

Bülten dağıtımlarının yanısıra işten atmalarınyasaklanması ve sendikal örgütlülüğün önündeki tümengellerin kaldırılması talebiyle başlatılan imzakampanyası çerçevesinde akşam iş çıkışı saatlerindeişçi ve emekçilerin kapıları çalınarak imzakampanyasına destek sunmaları istendi.

MİB çalışanlarının yürüttüğü kampanyafaaliyetinin yanısıra Sincan BDSP çalışanları da“Haklarımız ve geleceğimiz için örgütlü mücadeleye!İşyeri komitelerine, sendikalara!” şiarlı BDSP imzalıafişleri yaygın bir şekilde işçi servisi geçişgüzergahlarına ve merkezi noktalara yapıyorlar.

Sokak ortasında ve karakolda işkence

Ger San sanayi sitesinde sabah işlerine gidenişçilere “İşyeri komiteleri kurmaya, sendikalardaörgütlenmeye” üst başlıklı bildirileri dağıtan 3 MİB

çalışanı 25 Temmuz günü yakapaça gözaltına alındı.Bildiri isteyen bir trafik polisine bildiri verilmemesiüzerine başlayan polis terörü karakolda da sürdü.

Trafik polisiyle çıkan tartışma üzerine oradabulunan sivil polislerin de olay yerine gelmesindencesaret alan trafik polisi bildirileri zorla almayaçalıştı. Sivil polisler ise kimliklerini göstermedenMİB çalışanlarına saldırdılar. Kim olduklarınınsorulması üzerine kimliklerini çıkaran sivil polislersınıf devrimcilerini yerlerde sürükledi. MİBçalışanlarını darp ederek işçilerin olduğu noktadanuzaklaştırıp araçlarının yanına götürdüler.

Kolluk güçleri, burada 15 dakika boyunca MİBçalışanlarına tekme ve tokatlarla saldırdı. Busaldırılara sloganlarla karşılık veren sınıf devrimcileri,işçiler tarafından da sahiplenildi. Kolluk güçleri MİBçalışanlarını sahiplenen bir kişiye “Seni de alırız, hiçmerak etme” diyerek tehditler savurdu. Tüm bunlarakarşı orada bulunan bir emekçi “Ben bir işçiyim ve bugençler benim yani işçilerin haklarını savunuyor sizlerise faşistsiniz” diyerek tepki gösterdi. Ayrıca yerleresaçılan bildiriler de işçiler tarafından alınarak okundu.

Zorla Batıkent Karakolu’na götürülen sınıfdevrimcileri burada da işkenceye maruz kaldı. BirMİB çalışanı, üst aratma dayatmasını reddetmesiüzerine dövülerek ve yerlerde sürüklenerek karakoluniçerisine sokuldu. Burada ifade vermeyeceklerini veavukat gelmeden üstlerini aratmayacağını belirtenMİB çalışanları keyfi bir şekilde sabah 07.30’danakşam 19.00’a kadar bekletildi. Saat 19.00’daadliyeye getirilen devrimciler savcı tarafındanifadeleri alınmadan adli kontrol istemi ile mahkemeyegönderildi. Mahkemeye çıkarılan MİB çalışanları herhafta bulundukları bölgedeki karakola ifade vermelerişartı ile serbest bırakıldı.

Kızıl Bayrak / Ankara

Metal İşçileri Birliği örgütlenmeye çağırıyor!

Schneider Elektrik’in Manisa, Çiğli, Gebze,Çayırova’daki fabrikalarında yönetimin sendikadüşmanı tutumunu 1 günlük fabrika nöbeti ileprotesto eden Birleşik Metal-İş üyeleri, 21 Temmuzgünü Çiğli Schneider önünde kitlesel bir eylemgerçekleştirdi.

Schneider fabrikası önünde saat 14.45’te 07.00-15.00 ile 15.00-23.00 vardiyaları giriş-çıkışındaeylemler yapıldı.

Birleşik Metal İzmir Şube Başkanı Ali Çeltekeylemde yaptığı konuşmada, sendikal haklar için 4

fabrikada eşzamanlı olarak tutulan 1 günlük nöbetinsonuna gelindiğini söyledi. Örgütlü olduklarıfabrikalarda iş barışından yana olduklarını ama bufabrikanın bacaları tüterken de sendikal haklarınasaygı gösterilmesi gerektiğini ifade etti. Almışoldukları eylem kararlarının 4 fabrikada da başarılıgeçtiğini vurguladı. Çeltek konuşmasına süreçleilgili yeni bir hat belirleyeceklerini belirterek devametti. BDSP’nin de destek verdiği eylem sloganlarlasona erdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Gebze’de kurulu GEA Klima’da sendikanıntasfiyesine direnen Birleşik-Metal üyesi işçilerinmücadelesi patron-polis işbirliği ile engellenmekisteniyor. GEA işçileri 22 Temmuz günümalzemelerin fabrikadan çıkarılmasına engel oldu.

Geçtiğimiz Salı günü işçilerin fabrikayagirmesine engel olarak kanunsuz lokavta başvuranGEA patronu, fabrikayı polis karakoluna çevirmişti.22 Temmuz günü ise fabrikadan malzemeçıkarılmasını engellemeye çalışan işçilere yine polisi

saldı. İşçilerle polis arasında arbede yaşandı.İşçilerde hafif darp izleri oluştu.

Saldırıyla ilgili Kızıl Bayrak’a konuşan İşyeriBaştemsilcisi Ali Şengül, GEA işverenininfabrikadan ne çıkarmaya çalıştığını öğrenmekistediklerini belirtti. Makinelerin çıkarılmasıihtimaline karşı bunu yaptıklarını söyledi. Şengül,fabrika önünde, Gebze ve İstanbul merkezdeeylemler gerçekleştireceklerini dile getirdi.

Kızıl Bayrak / Gebze

Schneider işçisi nöbetteydi

GEA’da polis saldırısı

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Sınıf hareketiSayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

Taksim İlkyardım Hastanesi’nde sağlık emekçileri“sağlıkta dönüşümün” yarattığı yıkıma karşı“Güvenceli iş, insanca bir yaşan istiyoruz!” talebiyle işbıraktılar.

Acil-Ortopedi Polikliniği’nde ortopedi asistanlığıyapan Dr. Abdulkadir Polat’ın darpedilmesinin protestoedildiği iş bırakma eyleminde hastanedeki keyfidayatmalar da teşhir edildi. Hastanenin sadece acilbölümü ve yatan hastaların tedavi gördüğü servisbölümleri hizmet verdi.

Sabah erken saatlerde hastane bahçesindetoplanmaya başlayan hastane çalışanlar, oturma eylemigerçekleştirdiler.

Eyleme tam katılım

Hastanede tüm bölümlerdeki çalışanların tamkatılımı ile gerçekleşen iş bırakma eyleminde,çalışanların örgütlü oldukları Dev Sağlık İş, SES veİstanbul Tabip Odası döviz ve pankartları da yer aldı.Asistan hekimler, hemşireler, doktorlar ve sağlıkteknisyenleriyle birlikte hastanede bulunan temizlik,veri giriş, bilgi işlem, yemekhane, teknik servisçalışanı 200’ün üzerinde sağlık emekçisi eylemekatıldı.

İstanbul Tabip Odası adına basın açıklamasınıgerçekleştiren işyeri temsilcisi Fatoş Turgut, sağlıkçalışanlarının ağırlaşan çalışma koşulları ile yüzyüzeolduğunu, sağlık hizmetinde oluşan aksaklıklar veyetersizlikler karşısında hasta ve yakınlarının sağlıkemekçileri ile karşı karşıya getirildiğine işaret etti.

Sağlıkta dönüşümü gerçekleştirenlerin her şeyin

yolunda olduğuna dair bir yanılsama yarattıklarınadeğinen, buna karşın ise sağlık hizmetinin giderekulaşılamaz bir hale getirildiğine vurgu yapan Turgut,Sağlık Bakanı’nı korumasız olarak Taksim İlkyardımHastanesi’nde 1 gün geçirmeye davet etti.

Hanoğlu’na destek

Çalışma ortamlarında şiddetin yanısıra keyfiuygulamaların hedefi olduklarına dikkat çeken Turgut,“taahhütname”leri imzalamayan arkadaşlarınınsendikalı oldukları için işlerinden çıkarıldıklarınıbelirtti. Güllü Hanoğlu’nun tüm haklarını gasbeden bubelgeyi imzalamayı reddettiği için işten atıldığınıancak tüm hastane çalışanları olarak arkadaşlarınınyanında olacaklarını belirtti.

Direniş iki kişiyle sürüyor

Turgut’un ardından söz alan Güllü Hanoğlu ise“Atlas” adlı taşeron firmanın kendisi gibi birçokçalışana haklarından vazgeçtiğini teyit eden birtaahhütname imzalatmak istediğini belirtti. Budayatmaya razı gelmediği için işten atıldığını belirtenHanoğlu, Şefika Fırtına’nın da aynı dayatma ile karşıkarşıya bırakılarak işinden atıldığını sözlerine ekledi.

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. TanerGören de günde 1000-1500 hasta bakmanın sağlıklıolmadığına dikkat çekerek, sadece yılbaşından beri 45şiddet olayının mahkemelik olduğunu söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hastane çalışanları isyanda!

Dersim’de Ovacık Devlet Hastanesi’nde görevyapan Gökhan Alıcı ve bir doktor arkadaşı il sağlıkmüdürlüğüne ilettikleri talepleri karşısında müdür veyardımcıları tarafından hakarete uğradılar.

Bir süredir çalıştıkları hastanenin personel vealtyapı eksikliklerinin giderilmesi için İl SağlıkMüdürlüğü’ne yazılı ve sözlü biçimde talepleriniileten iki doktor hiçbir cevap alamamaları üzerineistifa dilekçelerini hazırlayarak müdürlüğe gittiler.Defalarca hastanelerinin sağlık hizmetini

iyileştirmek ve eksiklerini kapatmak için sunduklarıdilekçeler yanıtsız bırakılan doktorlara il sağlıkmüdürü ve yardımcıları hakaretler ile çıkıştılar.Doktrolara küfür eden müdür ve yardımcılarıardından ise müdürlük tarafından bilgilendirilen ikidoktora taleplerinin işleme konulacağı vegerçekleştirileceği duyuruldu. Uzun süredir cevapsızbırakılan taleplerin basit bir bilgilendirme ardındanyerine getirileceğine dair herhangi bir işaret isebulunmuyor.

Önce küfür sonra teselli!

Güllü Hanoğlu (Dev Sağlık İş temsilcisi):Hastanelerde taşeronlaşma son dönemin önemli birsorunu. Bunun kaldırılması, çözülmesi gerekiyor.

Taşerona verilen ücret bize verilsin. Maaşbordrolarımızda gözüken ücreti taşerona payayrılmadan istiyoruz. Bunun karşısında ise taşeronfirma bize bir taahhütname dayattı. Işten çıkarıldımve 14 gündür direnişim sürüyor. Başkaarkadaşlarıma da baskılar sürüyor, butaahhütnameyi imzalamaya zorlanıyorlar.

Şiddet sadece darp değil. Bana uygulanan da birşiddetti. Taahhütnameyi imzalamam için banayapılanlar da psikolojik bir şiddetti. Biz baskılarınbitmesini istiyoruz.

Mümtaz Yerli ve Şefika Fırtına (Taşeron sağlıkemekçileri): Biz sağlıkta taşeron olarak çalışıyoruz,ancak biz bir ekibiz. Yeni gelen bir şirket (Atlas adlıtaşeron firma) Güllü’yü işten attı. O direnişe başladıve biz de ona destek vermeye karar verdik. Dahaönce de aynı taahhütnameyi dayatmışlardı. Onadestek olmazsak bu işin devamı gelecektir. Direnişbaşladığından beri görüyoruz ki, destek olmazsakdiğer arkadaşlarımız da işten çıkarılacaklar,doktorlara ve peronele karşı şiddet sürecek.

Bunlara karşın idare karşılık vermeyin diyor.Çalışan doktor arkadaşa da tekme tokatsaldırdıklarında idarecilerle “niye karşılık verdiniz”diye tartışıyoruz. Bu haksızlıklara artık dur diyeceğiz.Müdür ve müdür yardımcıları bu yaşananlara sesçıkarmıyorlar. Burda çalışıyoruz çünkü asgari ücretedah ihtiyacımız var. Ancak sesimizi duyuracağız.

Doğum iznime ayrıldım (Şefika) hemen ardındanişime geri döndüğümde ise işten atıldım. Bana daaynı taahhütnameyi imzala dediler. Kabul etmedim.Artık ben de direniyorum.

Cemil Üçer (SES işyeri temsilcisi): 9 yıldırçalışıyorum ve 3 yıldır Taksim İlkyardım’dayım.Hastanelerde özellikle 80’lerde başlayan ve2000’lerde AKP döneminde hızlanan birtaşeronlaşma var. %60 kamuya aitken diğer birçokbölüm taşeron altında çalıştırılıyor. Taşeron firmaörneğin boya işi alır, yapar ve gider. Ya da tadilat...Ancak şu an sağlıkta güvencesiz çalıştırmauygulanıyor ve esas hizmet bölümleritaşeronlaştırılıyor.

Sağlık çalışanları olarak 4B’de çalışıyorduk.Kadroya alındık. Ancak burada çalışan güvencesizçalışan sağlık personeli de var. Güllü sendikalıolduğu için işten atıldı. Tüm iş arkadaşları ona sahipçıkıyorlar. Öncü bir işçiyi işten atarak diğerlerini dekırarız dediler ancak olmadı. 24 saat buradayız vehergün destek eylemi gerçekleştiriyoruz.

“Güvenceli iş, insanca bir yaşam!”, bunu öneçıkarıyoruz. En yoğun saldırı elbette taşeronda.Görev yeri değişimi, yıllık izin vb. hepsi taşeron vemüdür arasında belirleniyor. Oysa taşeron altişverendir. Dolayısıyla hastane ne derse o olur.Ancak sürekli topu taşerona atıyorlar. MücadelemizDev Sağlık İş, İstanbul Tabip Odası ve SES olarakortak yürüyor. Taleplerimizin, şikayetlerimizin veGüllü’nün durumunun arkasında duracağız.

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

(...)Ortadoğu toplumlarının mayasında vardır

emperyalizme karşıtlık. İfade uygunsa bu toplumlarıngeninde vardır bu. Bu toplumlar köklü mutasyonlarauğramadan, o genetik yapı değişmeden, bu duyarlılığıkaybetmezler.

Gerici bir gözlemciden örnek vereceğim. Mısırtoplumundaki anti-siyonist duyarlılıktan sözediyor vediyor ki, Camp David Antlaşması 1978 yılındaimzalandı, Mübarek 1981’de başa geçti, 30 yıldır başta,ama bir kere olsun İsrail’i resmi olarak ziyaret etmedi,bu cesareti gösteremedi. İsrail’e bir kere gitti ama,İzhak Rabin’in cenaze törenine katılmak için. Basına daİsrail’e resmi ziyaret için değil fakat cenaze töreni içingeldiğini söylüyor, bunu söyleme ihtiyacı duyuyor. Aynıgözlemci ekliyor; 30 yıllık barış döneminde sayısızİsrail vatandaşı Mısır’ı ziyaret ettiği halde, turistiknedenlerle bile olsa Mısırlılar İsrail’e gitmedi, gitmezde... Bütün bunlar Mısır toplumundaki anti-emperyalistve anti-siyonist duyarlılıkları gösteriyor. Bu toplumlarınsiyonizme ve dolayısıyla emperyalizme, ki aynıgerçeğin iki görünümüdür bunlar, karşı tutumu üzerinebir tartışma olamaz. Kitleler o bunalmışlık, daralmışlıkiçinde kendilerini dizginlediler, açık anti-emperyalist,anti-siyonist söylem ve sloganlar kullanmadılar. Amabunu salt bu konuda değil hemen her konuda yapmışoldular. Hedefi çok daralttılar. Bu, hareketin temelönemde bir zaafı da aynı zamanda. Bunun üzerindeduracağız zaten. Ama kimse hiçbir yanılgıya düşmesin;emperyalizme ve siyonizme karşıtlık Ortadoğuhalklarının bilincinin derinliklerinde var.

Bunlar sosyal ayaklanmalardır, ancak bu sistemli birsinsi çaba ile karartılıyor demiştim. Özgürlük istiyor,onur istiyor diyorlar. Ama özgürlük ve onur karındoyurmuyor. Kendini yakan Tunuslu genci düşünün. Odiktatör değil de başkası olsa ne olur ki? Bunlar sosyalpatlamalardır dedim. Bunlar gençlik patlamalarıdırdiyorlar. Konuyu dağıtacak olsa da söylemeliyim. Buküreselleşme neydi? Bunun bir yanı da eğitiminözelleştirilmesi değil miydi? Son 30 yıldır uygulanan oneo-libaral saldırının bir yanı da eğitilmiş insanınücretli işçi haline düşürülmesi değil miydi? Eskidenteknisyenler, mühendisler fabrikalarda sömürühiyerarşisinin bir parçası idiler. Şimdi onda dokuzuücretli kalifiye işçi, onda biri fabrikadaki sömürühiyerarşisinin bir parçası. Artık mühendis büyük ölçüdeücretli işçinin bir parçasıdır, dünden farklı olarak.Bunlar neo-liberal saldırı ile belirlenen son 20-30 yılıngerçekleri.

Sistem üniversiteden kitlesel düzeyde insan mezunediyor, fakat onlara iş veremiyor, önemli bir bölümünüişsizler ordusunun içine atıyor, Tunuslu genç örneğindeolduğu gibi. Bu insanlar birer işçi olarak çalışmayahazır ama buna rağmen iş bulamıyorlar. Tayyip Tekelişçilerinin direnişi sırasında buna ilişkin gerçeğiküstahça bir biçimde dile getirdi; bizde asgari ücretle,hatta 4-C koşullarında çalışmak isteyen çok sayıdaüniversite mezunu var, dedi. Bunun bir yanı işsizliğin

işçi sınıfına karşı kullanılmasıdır. Öteki yanı, eğitimliinsanların ücretli işçi durumuna düşmüş olmasıdır. İşsizgenç deniliyor, değil mi? İşi olsa ne olacak? İşçi gençolacak. Bunlar işçi sınıfının bir parçası artık. Neo-liberal yıkım programları bu eğitimli gençliğin büyükbir bölümünü bu duruma düşürdü. Eğitimdeözelleştirmeler, Bologna Süreci vb. tüm yıkımsaldırıları bunu amaçlıyor, bu sonuçları yaratıyor.

Ama bu gençlik kesimi işçi sınıfının hareket ettiriciekseni değil, hiçbir biçimde, bunu ayrıca ele alacağım.Bu kesim kuşkusuz işçi sınıfının bir parçası, geniş verahat bir tanım içerisinde. İşçi sınıfının eğitimli ve işsizkesimi. Ama işçi sınıfının omurgası ve hareket ettiricikesimi değil. Bu bir yanılgı yaratmamalı. Daha eğitimliolabilir, bu eğitimin getirdiği avantajlara sahip olabilir,genç olduğu için daha dinamik olabilir. Ama işçisınıfının ekseni her zaman için sanayi işçisidir, üretimiomurgasından tutan kesimdir. Bu da işin bir başka yanı.Çünkü bize mevcut hareketlerin zayıflığını da veriyorbu olgu. Bu hareketlere neden bir sınıf damgasınınvurulamadığını ortaya koyuyor. Diğer türlü olsaydı, işçisınıfı gençliği buna damgasını vururdu. Bunlar işçieksenli halk hareketleridir derdik. Çok öylediyemiyoruz. Mısır’da bu eksene doğru kayma önplanaçıkınca, daha doğrusu çıkar çıkmaz, Mübarek’e hızlayol verildi ve hareket mevcut biçimiyle bitirildi. Bu sonderece açıklayıcı bir davranış örneğidir, bu açıdan.

Mısır’daki hareket Tunus’takine göre daha görkemlioldu. Tunus’un arkasından geldi, bunun avantajınasahipti. Mısır büyük bir toplum, köklü bir tarihe vekültüre sahip, bir tarihsel-toplumsal derinlik var burada.82 milyonluk bir ülke, sekiz tane Tunus demek bu. Çokstratejik bir yer tutuyor. Tarihsel olarak Arap dünyasınınher zaman öncelikle baktığı bir ülke olmuş, Arapdünyasında liderlik konumu kazanmış. İşte bir Nasırcı“Arap sosyalizmi” dönemi fırtınası var, ‘50’li ve ‘60’lıyıllara egemen olan. Bir dizi avantajı var,Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’ın bubüyük ülkesinin. Mısır’da tabii kidaha görkemli olarak açığaçıkacaktı kitlelerin isyanı.

Ama Tunus’taki hareket bellibakımlardan Mısır’dakindendaha ileri. Ne bakımdan?Tunus’taki harekette İslamiakım fazlaca etkin değil.Tunus’taki harekette İslamiakım bu denli gerici ve bağnaz dadeğil. Lideri, Mısır’ınMüslüman Kardeşler ilearalarına belli bir farkkoyuyor, koymak ihtiyacıduyuyor. Kadınsorununda,müslümanolmayanlarayaklaşımsorunlarında, bir

dizi başka sorunda... ‘70’li yıllarda sol söylemliymişTunus’taki İslami hareket. Ve bizzat hareketin liderininkendi açıklamasına göre, her ne kadar şimdi AKP’yimodel alıyorsa da, bizim öteki muhalif örgütlerleözellikle kadın sorunu başta olmak üzere bir dizikonuda ortak bir mutabakamız var diyor. Kadınözgürlüğü vb. konularda tavizler vermek durumundakalıyorlar, Tunus toplumuna ve sol hareketine. Bir, buyanı var.

İki, işçilerin özellikle de sendikalar üzerindeMısır’dan daha belirgin bir ağırlığı var. Tunus’tasendika militanlarının çok özel bir rol oynadığısöyleniyor, örgütlü güçlerin değil. Bu kendiliğinden birpatlama. Yani partiler ortada yok, partili militanlar var.Sendika militanları var, bu özellikle önemli. Hanikitlelerin öncüleri diyoruz ya, örneğin Tunus İşçileriKomünist Partisi (TİKP) harekete örgütlü bir biçimdemüdahale edememiştir de, ama kitlelerin doğal birparçası olan militanları patlayan eylemde şu veya buölçüde bir rol oynamışlardır. Bir de böyle bir farklılıkvar, solun Tunus’taki harekette bir yeri var. TunusKomünist İşçi Partisi’nin varlığı bile bir şey anlatıyor.Ayaklanmayı bekliyorduk, bir hazırlık da yaptıkgücümüze göre diyebiliyorlar. Bunlar hareketin öznelyönüne göre üstünlükler. Ama sosyal kapsamı, ağırlığı,şiddeti, görkemi bakımından tabii ki Mısır’daki hareketdaha güçlüydü.

Her iki harekete baktığımızda, ki özellikle deMısır’daki hareket için geçerli bu, şu son birkaç gününüdışında bırakırsak, genel planda gördüğümüz şekilsizbir kitle hareketidir. Büyük bir sosyal patlama, çokfarklı sınıflardan, katmanlardan geniş insan yığınlarınınkatıldığı eylemler bunlar. Amaşekillenmiş biçimiyle sınıflarıgöremiyoruz, şekilsizkitlelerdir eylemhalindegördüklerimiz.

Oysa örneğin1905 RusDevrimi’ndebelirgin

CMYK

Ortadoğu’da halk hareketleri-2

Tunus-Mıs

Tunus-Mıs 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

biçimde hareket halindeki sınıfları görüyorduk. İşçilerigörüyorduk; temel devrimci istemleri vardı vedevrimde işçi sovyetleri olarak . Demokratikcumhuriyet, 8 saatlik işgünü ve köylüye toprakistiyorlardı. Toprak talebi ile hareket eden köylülerigörüyorduk; asillerin şatolarını yakıyor, topraklara elkoymaya kalkıyorlar, depoları yağmalıyorlar, toprakistiyorlardı. Liberal burjuvazi iktidar istiyor, meşrutimonarşi peşinde koşuyordu. Özetle birinci Rusdevriminde sınıflar ve sınıflara paralel partiler var.Liberal burjuvazinin Kadet partisi var. İşçi sınıfının sağve sol kanatlarıyla, Menşevik ve Bolşevik kanatlarıyla,sosyal-demokrat işçi partisi var. Köylülüğün sosyalist-devrimcileri var, köylülüğün büyük bölümüne hakim.Sadece sınıflar değil, sınıfları temsil eden siyasalakımlar da var demek istiyorum.

Sınıfların mücadele içinde şekillenmesiyle onlarıtemsil eden siyasal akımların varlığı arasında kopmazbir bağ, diyalektik bir bütünlük de var. Bundandolayıdır ki, güdümlü bir Duma yaratmak dışında hiçbirsonuç yaratmadığı halde, görünürde açık bir siyasalkazanım yaratmadığı halde, 1905’te gerçek bir devrimvar Rusya’da. Mevcut rejime, çarlık rejimine karşısınıflar ayağa kalkıyor. Çarlık soylular sınıfının iktidarıdemektir. O iktidar öylesine bir sınıfa ait ki, liberalburjuvazi (ki bu Rus burjuvazisi anlamına geliyor) bileişçiler inisiyatifi alınca devrimden yüzçeviriyor amadaha öncesinde o da kendi cephesinden devrime birbiçimde katılım gösteriyor. Köylülük var, işçi sınıfı var,liberal burjuvazi var, kuşkusuz kent küçük-burjuvazisivar, kısmen işçi sınıfına kısmen liberal burjuvaziyeyakın. Sonuçta sınıflar ve az çok onları temsil edensiyasal partiler var ve çarlık rejiminin devrilmesiniistiyorlar. Devirmek için de silahlı ayaklanma var.Orduda ayaklanma var, Potemkin Zırhlısı bunun çokbilinen ünlü bir örneği.

Tunus’ta ve Mısır’da bunlar yok. Mısır’da özellikleyok. Tunus’ta kısmen var. Tunus’ta polis karakollarıyakıldı, hükümet binalarına saldırılar oldu ve devreyegiren sendikalar ve partiler, gizli polisin dağıtılması,iktidar partisinin dağıtılması, kovulan diktatörden kalmameclisin dağıtılması gibi bir dizi politik istemle, eskirejimin kurumlarının tasfiye edilmesini gündemegetirdiler.

Mısır’da hareket uzun zaman Mübarek’in gitmesineodaklandı. Kuşkusuz ötesini de istiyordu, hala daistiyor. Kimden istiyor ama bunu? Mısır iktidarınıntemel dayanağı olan ordudan! Ordunun başında şimdikim var? 1991 yılından beri genelkurmay başkanı,1995’ten beri de milli savunma bakanı olan adam var.Yanında da diktatörlüğün bütün bir omurgasında yeralan, en kritik yerinde duran öteki generaller. Buradadevrim falan yok. Geniş yığınların görkemli bir biçimdeayağa kalkışı kendi başına bir devrim değil, olamaz,olamıyor.

Devrim siyasal ya da sosyal ilişkilere yönelir.Siyasal iktidar ilişkilerinde köklü bir değişimyaratmaya, bundan da öteye geçerek sosyal ilişkileri,

giderek mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirmeyeyönelir. Bu burjuva demokratik devrim biçimi içinde1905 Devrimi’nde bile var. Ne demek köylünün toprakistemesi? Toprak mülkiyeti çarlık rejiminin ekonomik-sosyal temeli, sökonusu olan yarı-feodal bir toplum.Burada iktidar değişimi demek, soylular iktidarının,toprakta bunun dayalı olduğu mülkiyet ilişkilerininyıkılması demek. Feodal toprak soyluluğunun sonbulması, ona dayalı yarı-feodal sistemin, ona dayalıtoprak düzeninin ortadan kaldırılması demek. Nedirkentte ayağa kalkan işçinin talebi? 8 saatlik işgünü,köylüye toprak ve demokratik cumhuriyet. Yani iktidarve mülkiyet ilişiklerinde köklü değişim. Çarlığa dayalısoylular iktidarının yıkılması, köylülüğün özgürleşmesive siyasal özgürlüğün kazanılması...

Mısır’da ve Tunus’ta bunlar yok, bu düzeyde birtoplumsal radikalizmden eser yok. Mısır’da Mübarekgitsinden ibaret bir hareketle yüzyüzeyiz. Nedenleriniayrıca tartışmak gerekir. Bu da bizi devrimci partiyegetirir, bu bizi devrimci sınıfa getirir, bu bizi Mısırtoplumunun dünkü otuz yıllık atomize edilişi gerçeğinegetirir. Bunun nedenlerini anlamak sorun değil, bununneden böyle olduğunu anlayabilir, sonuçta durumaşaşırmayabiliriz. Ama durum bu, hareketinhalihazırdaki sınırları bu. Katılım çok daha sınırlıolabilirdi, hareket çok daha az görkemli olabilirdi, amabuna rağmen devrim niteliği taşıyabilirdi. Ama böyledeğil.

1908’de Osmanlı İmparatorluğu bünyesindegerçekleşen hareket bile belirli sınırlar içinde birdevrimdir. Zira ilk kez olarak Jön Türkler şahsındadoğmakta olan burjuvazinin ilk modern temsilcileriiktidara ortak hale geliyorlar. Mutlak monarşi yerinimeşruti monarşiye bırakıyor, temsili bir parlamentokuruluyor. İttihatçı Talat Paşa başbakan oluyor vehükümet kuruyor, devleti fiilen yönetmeye başlıyor.İstanbul’da Abdülhamit gericiliğe dayanarak bir darbeyapmaya kalktığında, Selanik’ten Harekat Ordusu yolaçıkıyor, iki günde İstanbul’a geliyor ve İstanbul’u elegeçiriyor. Abdülhamit’i hallediyor. Dikkat edin, tümbunlar siyasal iktidar ilişkilerinde bir değişime yol

açıyor. Aslında kitlelerin çok az bir kesimini kapsıyorhareket, kapsamaktan çok pasif desteğini alıyor demekdaha doğru. Esası yönünden, bir bölümü devletbünyesinde yer alan, bir elit tabaka eylemi olarakgerçekleşiyor. Ama iktidar ilişkilerinde, siyasalbiçimlerde belli bir değişim yaratıyor. Yöneldiğihedefler kadar ulaştığı sonuçlar yönünden de bu böyle.

Tunus’ta ve Mısır’da ne oldu? Diktatör gitti,diktatörlük yerli yerinde duruyor, tüm biçim vekurumlarıyla. Zira Mısır’da ve Tunus’ta sınıflar, gidereksiyasal özneler değil, fakat şekilsiz kitleler harekethalinde. Kendi sınıf ayrımlarını, çizgilerini, istekleriniformüle edemeyen, bunları formüle eden partilertarafından temsil edilemeyen yığınlar kendiliğindenharekete geçtiler. Böyle olunca, tüm kitlesel görkeminerağmen, politik olarak hareket son derece kısır ve darkalabiliyor. Hedefleri kadar sonuçları bakımından da.Bu bizi devrimci öncüye, bu bizi öncü devrimci sınıfa,sınıf aydınlarına, giderek sınıf iktidarı sorununa,giderek burjuvazinin bu hareketin hedeflerini daraltanve karartan kesimlerinden ayrışma sorununa getiriyor.

İki Taktik’te Lenin, 1905 Devrimi’nin sorunlarınıtartışırken, Kafkasyalı menşeviklerin burjuvazi devrimekatılmazsa devrimin kapsamı daralır diyen düşüncesiniele alıyor. Tam tersine, diyor Lenin, burjuvazi yüzçevirdiği ölçüde devrimin kapsamı genişler. Neden?Çünkü burjuvazi hareketin hedeflerini daralttığı ölçüdekitlelerin, köylülüğün, işçi sınıfının, öteki emekçikatmanların serpilecek devrimci dinamizmini sınırlıyor,felç ediyor. Onların devrimci taleplerini bastırıyor,böylece devrimci sınıf dinamizmlerini dizginliyor. Amahareket içinde burjuvazinin hegemonyası kırıldığında,burjuvazi siyasal olarak tecrit edildiğinde, işçi sınıfı veköylülük kendi gerçek istemleriyle, bunun sağladığımuazzam bir devrimci enerjiyle tarih sahnesineçıkacaklar, devrim yolunu tutacaklardır. Bu da, tamtersine, devrimin kapsamının alabildiğine genişlemesidemektir. Lenin’in Kafkasyalı menşeviklerin oportünistmantığını çürütüş tarzı bu.

Ben yeri geldikçe, özellikle de ulusal sorunu elealırken, hep hatırlatmışımdır; Vietnam Devrimi’nin

CMYK

sır dersleriH. Fırat

sır dersleri Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Mısır’da yönetimi elinde tutan ordu, sıkıştıkçagerçek yüzünü de göstermeye başladı. Ordu ilegöstericiler arasında 23 Temmuz günü çatışma çıktı.

Mısır’da Mübarek’i defettikten sonra iktidarıalabilecek gücü gösteremeyen emekçiler, ordununinisiyatifini kabul etmiş, fakat taleplerininkarşılanmaması üzerine yeniden Tahrir Meydanı’nadönmüşlerdi. 8 Temmuz’dan bu yana sivil yönetimtalebiyle eylemler sürüyor.

Yüzlerce kişi yaralandı

Mısır’da cuma eylemleri kapsamında işçileringrevde olduğu Süveyş ve İskenderiye gibi kentlerdeyapılan eylemlere ordunun saldırması üzerinetansiyon yükseldi. İskenderiye’de ana yolları kapatanemekçilere jandarma ateş açtı. Benzer bir gerginlikSüveyş’te de yaşandı.

Kahire’de ise binlerce kişi ordunun bu tutumunakarşı 23 Temmuz günü Mısır Silahlı Kuvvetleri YüksekKonseyi’ne yürümek istedi. Mısır’da ordunun songünlerde göstericilere karşı sert tutumunu protestoetmek isteyen göstericilere saldıran askeri birlikler,çok sayıda kişinin de yaralanmasına sebep oldu.

Tahrir Meydanı’ndan Köprü El Kobba’daki Kahire

Merkez Komutanlığı’na yürümek isteyen 10 bin kişi,Abbasiye bölgesinde bulunan Nur Cami önündeaskerlerin barikatıyla karşılaştı. ‘Baltacı’ tabir edilençapulcuları göstericilerin üzerine salan ordu, havayaateş açmakla yetinse de ‘Baltacı’lar göstericilere taşve sopalarla saldırdı.

Uzun saatler boyunca süren çatışmalarda 200’ünüzerinde kişi yaralandı.

Ortadoğu18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

gelişim seyri de benzer bir yaklaşımı tarihi olaylarüzerinden örnekler. Vietnam İşçi Partisi Tarihi, partimizbir dönem, tam da yurtsever toprak ağalarının hareketekatılımını kolaylaştırmak üzere, toprak devrimi programıyerine toprak kiralarının düşürülmesi talebini geçirdi;ama bu hiç de devrime güç katmadı, tam tersine onugüçten düşürdü, çünkü bu köylülüğün savaşım azmini vegücünü zayıflattı, diyor. Parti bu hatayı zamanında gördüve çok geçmeden düzeltti, diye de ekliyor. Yurtsevertoprak ağalarını ulusal harekete katmak için toprakdevrimi programını askıya alıyorsunuz, yerine toprakkiralarının düşürülmesi politikasını gündemegetiriyorsunuz, ama bu Vietnam Devrimi’nin temel vegerçek kitlesel gücü demek olan köylülüğün savaşımazmini sınırlıyor, milli kurtuluş devrimine katılmaisteğini zayıflatıyor. Devrimin kapsamı, gücü vedinamizmi genişlemek bir yana, tam tersine zayıflayıpdaralıyor.

Dolayısıyla, Mısır’daki görkemli kalabalık aynızamanda Mısır’daki halk ayaklanmasının bir zaafiyetidirde. Hareketin içinde burjuva kesimleriyle MüslümanKardeşler, Mısır burjuvazisinin ve emperyalizminBaradey türünden temsilcileri, yeni yetme burjuvalarıntipik bir temsilcisi sayabileceğimiz Google’ın Mısırbölümü müdürü olursa, tüm bu burjuva kesimler hareketisalt Mübarek’in gidişi sınırlarına indirirler. Mübarekgider gitmez de durdururlar hareketi. Bunu ordu-halkelele sloganı, eylem içindeki kitlelere ordununtarafsızlığı inancını pompalamak tamamlar. Baradey gibibiri, aman ordu bir an önce yönetime el koysun, çünküolaylar çığrından çıkıyor der. Orduyu hakem tutar,böylece de hareketi felç edersiniz.

Eğer kitle hareketi ile karşı karşıya gelseydi, ordukesin olarak bölünürdü, bunu herkes söylüyor. Ordukesin olarak bölünürdü, çünkü tankın içindeki asker vetankın başındaki alt düzey subay, astsubay halka öylekolay kurşun sıkmayacaktı, hareketin gücü ve görkemionu halkın saflarına çekecekti. Biz bunu 1979 İranDevrimi’nde çarpıcı biçimde gördük. Halka kurşunsıkıldı, ama ordu parçalandı ve büyük bölümüyle halkınsaflarına geçti. İran’dakine devrim diyoruz, çünkü birrejimi değiştirdi gerçekten. Yerine başka türden birmelanet rejim daha sonra geçti, bu ayrı bir sorun,olayların sonraki seyriyle bağlantılı. Devrimi yapangüçler kendi içinde ayrışıp, bir kesim öteki kesimi tasfiyeettikten sonra oldu bu. İlk aşamadaki hedefi İslamCumhuriyeti değil, fakat baskıcı bir rejimi, kanlı birdiktatörlüğü siyasal özgürlüğü ele geçirmek üzeredevirmekti. Bu bir devrimdi ve Şah’ın askerimekanizmasını felç etti, onu kendi içinden böldü ve işeyaramaz hale getirdi. Şahlık kurum olarak tasfiye edildive hizmetinde olduğu emperyalist çıkarlara önemli birdarbe indirildi.

Tunus’ta hareket başlayalı iki ay, diktatör gideli biray oldu ama siyasi tutuklular daha yeni yeni serbestbırakılıyorlar. Tunus’ta şu an ülkenin başındaki adamBin Ali’nin atadığı meclis başkanıdır, onun partisininkıdemli üyelerinden biridir. O meclis derhaldağıtılmalıydı oysa. Mısır’da bu yapıldı, meclis dağıtıldıama yerini askeri cunta aldı. Tunus’ta askeri cuntaolmadığı için, görünürde sivil biçim olduğu için, meclisduruyor ama meclisin tasfiye edilmemiş olması büyükbir zaafiyet, hareketin sınırlarını gösteriyor. Ama henüzdağıtılmamış olan bu meclis şu anki meclis başkanına,kendi başına kanun yapma ve kritik noktalara atamayapma yetkisi verebildi. Kitleler meclisi sardılar,milletvekillerinin bu oylamayı yapmasını engellemeyeçalıştılar. Mücadele sürüyor kuşkusuz. Ama o BinAli’nin parlamenterleri o kararı çıkarttılar, kovulandiktatörün yerine geçen adamı gerçek diktatörlükyetkileriyle donattılar. Diktatör gitti, diktatörlük sürüyor!dediğimiz bu işte...

Bu konuyu gerçekte biraz zamansız olarak girmişoldum. Hareketin niteliği ve sınırları nedir, devrim mideğil mi diye tartışırken, ister istemez bu olgulardan dasözetmek durumunda kaldım.

Mısır’da çatışma sertleşiyor!

Humus’ta katledilenlereadandı!..

Cuma eylemleri kapsamında 22 Temmuz günüSuriye’nin Halep, Humus, İdlib ve Şamkentlerinde gerici rejim protesto edildi.Yüzbinlerce kişinin kaltıldığı gösterilerde songünlerde Humus’ta katledilen göstericiler anıldı.Gösterilerde en az 8 kişi öldü.

AFP, Hama ve Deyr Ezzor olmak üzere ülkegenelinde 1 milyonu aşkın kişi protestogösterilerine katıldığını belirtirtirken, cumanamazlarının ardından kitlesel yürüyüşlergerçekleştirildi.

Eylemciler, ateş açılırken sıradanprotestocuların değil doğrudan gösterilerindüzenlenmesine öncülük eden kişilerin hedefalındığını söyledi.

Bununla beraber gerici rejimin terörü 27Temmuz günü de sürdü. İnsan Hakları İzlemeÖrgütü, 27 Temmuz günü Suriye’de Baasgüçlerinin gerçekleştirdiği saldırıda 8 kişininöldürüldüğünü açıkladı.

Şam’ın Kanaker banliyösü sakinlerinin, baskındüzenleyen güvenlik kuvvetlerine yolu kapataraktaşlarla karşı koyduğu belirtildi.

Ekonomik krize öfkeYemen’deki cuma eyleminde gerici rejimin

yıldırma politikalarına öfke vardı. Binlerce muhalifcuma gösterilerinde ülke genelinde uygulananelektrik kesintileri ve ekonomik krizi protesto etti.

Yoksulluk, işsizlik ve hayat pahalılığınıntetiklediği halk hareketi yedinci ayına girdi.Bugünkü eylemde günlük 20 saati bulan elektrikkesintileri ve şebeke sularının kesilmesi protestoedildi. Bunların hükümetin “yıldırma ve halkıcezalandırma’’ politikası olduğu söylenirken, buatılan sloganlara ve açılan pankartlara da yansıdı.Yemenli emekçiler ve gençler yılmayacaklarını

tekrarladılar. Hükümet yetkililerini harekete geçmediğini ve

ülkeyi büyük bir boşluğa sürüklediğini söyleyengöstericiler, artan petrol ve gıda fiyatlarındandevlet kademesindeki yetkililerin çıkar sağladığınıbelirtti.

Emperyalist müdahaleye protesto

Yemen’de emekçiler ve gençler emperyalistmüdahaleyi protesto etmek amacıyla 25 Temmuzgünü eylemler düzenledi. Başta başkent Sanaolmak üzere birçok kentte yüzbinler sokaklaraçıktı. Eylemlerde “Amerika’ya ölüm, İsrail’eölüm” sloganları atıldı.

Daha önce devlet görevlileri tarafından,ABD’nin Yemen ordusuna destek sağladığı ifadeedilmişti.

Cuma eylemlerinde öfke!

2011 / Yemen

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Ortadoğu Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Suudi Arabistan ile Körfez ülkelerinin kültürel,sosyal, siyasal açılardan en gelişmiş ülkesi kabul edilenBahreyn; Tunus, Mısır, Yemen’den sonra halk isyanınınpatlak verdiği dördüncü Arap ülkesi oldu. Kısa süredeülke nüfusunun yarıdan fazlasının katılımıyla muazzamboyutlara ulaşan isyan, despot El Halife rejiminin ölümçanlarını çalmaya başladı. Zira ülke nüfusunun %70’inioluşturan Şiilerin hemen tümü isyana destek verirken,despot rejime tepkili Sünniler de alanlarda yerinialıyordu.

Fakat Bahreyn ölçülerinde görkemli bir hal alan halkisyanı, ABD emperyalizmi ile Ortaçağ kalıntısı SuudiArabistan rejiminin karşı-devrimci saldırısına maruzkaldı. İlk olarak, El Halife’nin devşirme tetikçilerisilahsız gösterilere gözü dönmüş bir şekilde saldırarakisyanı ezmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Bununüzerine Washington’daki savaş baronlarının onayı ileSuudi işgal ordusu Bahreyn’e girdi. Bu aşamadan sonraise, isyanı bastırmak için tam anlamıyla vahşi bir sürekavı başlatıldı.

Medya tekelleri de bastırma hareketinin tetikçiliğini yapıyor

El Halife despotunun işgalci Suudi ordusununkatılımıyla saldırıya geçmesiyle medya tekelleriBahreyn’e “karartma” uygulamaya başladılar. Bu iğrençkarartmaya, halk isyanlarına en geniş yer veren ElCezire kanalı da ortak oldu. Katar Emiri’nin güdümündeyayın yapan El Cezire kanalı Bahreyn’i yok sayan biryayın çizgisi izlemeye başladı ve aylardan beri aynıçizgiyi sürdürüyor. Bazı deneyimli gazetecilerin ElCezire’den ayrılmasına neden olan bu alçaltıcı tutum,kanalın “objektif haber verme” iddiasına darbe indirdi.

Medya tekellerinin iğrenç riyakarlığı, Washington veBrüksel’deki savaş baronlarınınkinden farksızdı.İkiyüzlülük ve çifte standardın tüm çirkinliğiylesırıtmasını sağlayan, aynı günlerde “sivilleri koruma”gerekçesiyle NATO’nun Libya’ya müdahale etmesigerektiğinin koro halinde savunulması oldu. O günlerdesilahsız halkı katletmek için Suudi ordusunu Bahreyn’egönderenler, Libya’da Kaddafi rejimine karşı gelişen,üstelik silahlı boyuta taşınan ayaklanmaya “sivil halkıKaddafi’den korumak” gerekçesiyle destekvereceklerini ilan ettiler.

BM Güvenlik Konseyi’nden karar çıkartıp halklarıncelladı NATO’yu Libya üzerine süren emperyalistlerinsaldırgan tutumu, başta El Cezire olmak üzere medyatekelleri tarafından desteklendi. Bahreyn ve Libyaolayları karşısında izlenen yayın politikası, bir kez dahamedya tekellerinin emperyalislerin ve onlarınişbirlikçilerinin uşaklığını yaptığı gerçeğini gözlerönüne serdi.

Direniş iradesini kıramıyorlar

İşgalci Suudi ordusunun Bahreyn’e girmesindensonra İnci Meydanı’ndaki isyan bastırılmış, gözüdönmüş bir histeriye kapılan El Halife despotu isebaşkent Al Manama’nın simgesi olan İnci Anıtı’nıyerlebir ettirmişti.

İsyanın bastırılmasıyla sürek avı başlatan ABD-Suudi destekli zorba rejim İnci Meydanı’ndaki direnişeönderlik eden gençleri, muhalif parti veya örgütlerinliderlerinin bir kısmını katletti veya zindanlara kapattı.Bunların yanısıra Amerikancı rejim işçileri veemekçileri; memurları, özel şirket çalışanlarını,doktorları, hemşireleri, avukatları, öğretmenleri,sanatçıları, gazetecileri, yazarları, akademisyenleri,insan hakları savunucularını işten attı, işkenceden

geçirdi, zindanlara kapattı…Rejimin bu gözü dönmüş saldırganlığı, toplumun

geniş kesimlerinin isyanı desteklemiş olmasındankaynaklanıyor. Görünen o ki, Bahreyn despotu -kendiailesi olan El Halifeler dışında- etrafında yardakçılar vetetikçilerden başka kimse olmadığını fark ettiğindeçileden çıktı.

Gerici rejim bu sürede Sünni kökenli on binlercekişiye “kimlik” vererek, ülkenin demografik yapısınıdeğiştirme politikasına ağırlık verdi. Ürdün, Suriye,Kuveyt, Pakistan gibi ülkelerden “vatandaş ithali”niyoğunlaştıran El Halife, halen tarihin çöplüğüne atılmakorkusuyla yatıp kalkıyor.

Bastırma hareketinin başlamasının üzerinden beşaydan fazla süre geçmesine rağmen direniş Bahreyn’inkent, kasaba, mahalle ve köylerinde devam ediyor. Yaniİnci Meydan’ındaki isyan bastırılmış olsa da, gözüdönmüş zorbalık Bahreynli gençlerle işçi ve emekçilerindirenişini kırabilmiş değil. Halen yer yer kitleselboyutlar alan eylemler yapılıyor. Bu yerel eylemlerintekrar birleşip genel bir isyana dönüşme ihtimali halenvarlığını koruyor.

Rejimin “müzakere oyunu” tutmadı

El Halife rejimi halkın direnme iradesini kırmanoktasında acze düşerken, Bahreynli gazetecilerle insanhakları savunucuları işkenceleri, cinayetleri, keyfitutuklamaları, işten atmaları belgeleyerek El Halife vesuç ortaklarını teşhir ettiler. Gelinen yerde Lahey’dekiUluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, “insanlığa karşısuç işledikleri” için Amerikancı rejimin bazı şeflerihakkında dava açtı. Yanısıra Uluslararası ÇalışmaÖrgütü (İLO) ile gazeteci ve insan hakları örgütleri deEl Halife rejiminin estirdiği devlet terörünü kınayanaçıklamalar yapıtlar.

Bahreyn’de 5. Filo’sunu konuşlandıran Pentagon’unşefleri, El Halife’ye baskı uygulayarak muhalefetlemüzakere süreci başlatmasını istediler. Bunun üzerinemüzakere çağrısında bulunan rejime sadece Bahreyn ElVifak Partisi olumlu yanıt verdi. Bunun dışındakimuhalif güçler ise çağrıyı reddettiler ve müzakere oyunukısa sürede bozuldu. Bahreyn’in uzlaşmacı partisi olanEl Vifak bile müzakere sürecinden bir şeyçıkmayacağını görerek, birkaç görüşmeden sonrasüreçten çekildiğini ilan etti. El Vifak’ın çekilmesiylemüzakere oyunu fiilen boşa düşmüş oldu.

Bu girişim fiyaskoyla sonuçlanmaya mahkumdu,zira “uzlaşma” çağrısı yapan despot rejim aynı günlerdehalk üzerinde terör estirme politikasını sürdürüyordu.

Karşı-devrimin merkezi Suudi Arabistan

İşgal ordusunu Bahreyn’e gönderen Suudi rejimi,hem vahşi bastırma hareketinin başını çekiyor hem halkarasında mezhep çatışmalarının fitilini ateşlemeyeçalışıyor. Halk isyanını “İran kışkırtması” olarakdamgalamaya çalışan El Halife ve onun hamiliğiniyapan Suudi rejimi, Bahreyn halkını mezhepsel açıdanparçalayarak isyan ateşini söndürebileceğini var sayıyor.Ancak bunun farkında olan muhalif güçler, taleplerininmezhepsel değil ulusal olduğunu vurgulayarak bu kirlioyunu boşa düşüreceklerini belirtiyorlar.

Vurgulamak gerekiyor ki, son aylarda Bahreyn’deyoğunlaşsa da, Amerikancı Suudi rejimi, Arapdünyasının tümünde mezhep kışkırtıcılığı yapıyor. Halkisyanlarının yozlaştırılıp amacından saptırılmasınıisteyen ABD-İsrail ikilisi ise, şeriatçı Suudi rejiminin buuğursuz çabasındaki en büyük destekçileridirler.

İsyan ateşinin Riyad’a sıçrayıp tahtını yakıp kületmesinden korkan Suudi kralı ve zorba rejiminin, karşı-devrim hareketinin başını çektiği artık bir sır değil.Bundan dolayı Arap halkları, Suudi rejiminin “elHaremeyn” diye tanımladığı, Mekke-Medine üzerinedemagojileri pek dikkate almıyor. Tersine, gelinen yerde“Arap Baharı”nın Suudi Arabistan’a sıçrayıpAmerikancı/şeriatçı rejimi yıkmasını isteyenlerinsayısında ciddi bir artış gözleniyor.

İsyan yolunu arıyor

Bahreyn’deki toplumsal hareket yeni değil. Kitleselbir isyana dönüşmese de, ülkede yıllardan beri devameden bir hareket mevcut. Sahte vaatler ve devletterörüyle hareketi bastırmaya çalışan zorba rejim,sembolik tavizler de vererek hareketi bugüne kadarkontrol edebiliyordu. Tunus’ta başlayıp Arap dünyasınayayılan halk isyanları, Bahreyn için geri dönüşüolmayan bir süreç başlattı.

İnci Meydanı’ndaki isyanın bastırılması ve beş aydırdevam eden sürek avına rağmen ortaya çıkan tablo,rejimin hareketi kontrol etme güç ve olanaklarındanyoksun olduğunu göstermektedir. Zira Amerikancıyönetim nüfusun büyük bir çoğunluğu nezdinde gayr-ımeşru duruma düşerken, halkın direnme iradesi,cesareti, birikimi ve deneyimlerinde dramatik birsıçrama yaşandı.

Bahreyn’in küçük bir ada ve onun etrafındakiadacıklardan oluşması rejime halk üzerinde askeridenetim kurma olanağı sağlıyor. Bahreyn’deki hareketinesas zayıf noktası kendini önderlik alanında gösteriyor.Hareket içinde sol/sosyalist güçlerin belli bir etkisi olsada, parti ve örgütlerin çoğunun İslamcı çizgiye yakınolması, mücadelenin belli sınırlara takılmasına yol açantemel sebeplerden birini oluşturuyor.

Sınıfsal baskının yanısıra mezhepsel baskının dabelirgin olması siyasal hareketlerin İslamcı etkiye açıkolmalarını anlaşılır kılsa da, söz konusu durum buetkinin zayıflatıcı bir rol oynadığı gerçeğini ortadankaldırmıyor. İran rejiminin Bahreyn’deki isyana açıkçadestek vermesi ve bazı parti ve örgütlerle bağ kurmuşolması da, İslami çizgiyi benimseyen veya buna yakınduran güçlerin süreç üzerindeki etkisinin en azındanbelli bir dönem daha devam edeceğine işaret ediyor.

Bahreyn’deki hareketin temel zaaflarınıaşabilmesinin yolu ise, isyanda belirgin bir rol oynayanişçilerin, emekçilerin ve özellikle bu kökenden gelengenç kuşakların İslamcı etkiden sıyrılıpdevrimci/sosyalist bayrak altında birleşmesindengeçmektedir.

Bahreyn’de kuşatmaya karşı mücadele!

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Latin Amerika’da 1998’de Chavez’in iktidaragelişi, sol-popülist bir dalganın yükselişini işaretledi.Bu popülist-parlamenterist çizginin kökleri 1980’lerinortalarına dayanıyor. ABD, Nikaragua Devrimi sonrasıve Filipinler’de aşağıdan devrim tehlikesine karşı yenibir emperyal konsepte geçti. Filipinler’de aşağıdandevrimin önü Akino’nun 1986’da iktidarataşınmasıyla kesildi. Akino iktidarı “DüşükYoğunluklu Demokrasi” adı verilen konseptin ilkpratiği oldu.

1964’te Brezilya’da askeri darbeyle gündemegetirilen “Ulusal Güvenlik Doktrini”, iç düşmanolarak komünizmi görüyordu. Bu iç düşmanı tasfiyeetmek için her türlü yöntem geçerliydi. Ordu, askerifaşist diktatörlükleri gerçekleştiren bir yapı olarakdevletin tüm fonksiyonlarını üstlendi. Buna halklarıncevabı Küba ve Cezayir devrimleri ve Che’nin pratiğioldu. Yeni sömürge ülkelerde gerilla (şehir ve kır)hareketleri gelişti.

ABD bu gelişme karşısında karşı-devrimci UlusalGüvenlik Doktrini’ni ek unsurlarla genişletti.Ayaklanmaya Karşı Mücadele Konsepti adı verilentaktikler gündeme getirildi. Kontrgerillacumhuriyetleri kuruldu. 1964 Brezilya’daki askeridarbenin devamı olarak 1971’de Bolivya’da, 1972’deUruguay ve Honduras’ta, 1973’te Şili’de, 1975’tePeru’da, 1976’da Arjantin’de, 1980’de Türkiye,Pakistan ve Güney Kore’de askeri faşist darbeleryapıldı.

Amaç, toplumsal muhalefetin ezilmesi, işçisınıfının her düzeydeki örgütlülüğünün dağıtılması vekorkunun kitleselleşmesiydi. Diktatörlükler bir korkudinamosu gibi çalıştı.Gerilla hareketleri ve toplumsal muhalefet marjinalizeedildi. Mücadele, aparatla aparat arasında “savaşa”indirgendi. Askeri zoru ekonomik zor takip etti.Neoliberal karşıdevrim stratejisi acımasızca hayatageçirildi.

Parlamentonun öldüren cazibesi

Bu konseptle gerilla hareketlerinin (ulusal kurtuluşmücadelelerinin) hızla marjinalize edilmesi, kriminalbir vakaya çevrilerek halkla ya da kitleyle bağınınkoparılması amaçlandı. Açık zorla bir irade kırılmasıve ihtilalci ruhun kadavra haline getirilmesi yönündeadımlar atıldı.

Hızla marjinalize olan gerilla hareketlerinin önünebir seçenek ve bir ehlileştirme taktiği olarak iktidarsızve etkisiz parlamentolar sunuldu. Geçmişin görkemligerilla hareketleri hızla çöküş ve çözülme içine girdi.Gerilla hareketlerinin ideolojik-politik çizgileri veözellikle önderliklerin küçük-burjuva karakterleri bulikidasyon sürecinin sarsıcı ve yıkıcı yaşanmasına yolaçtı. Kolombiya’da Marulanda önderliğinde FARC busürecin dışında kaldı. FARC, varlığını ve gücünükorudu, özgün özelliklere sahip bir hareket olageldi.Hareketin yaygın ve etkili bir kırsal temele sahip oluşuönderliğin bütün diğer hareketlerden farklı olarakköylü mücadelesi içinden çıkması ve bu özelliklerinikoruması hareketin itinayla bağımsız çizgisine sadıkkalması, barış görüşmelerinde iradi gücünükaybetmemesi, önderlikle kitle bağının güçlülüğü,kariyerizm ve konformizm yerine dağlarda olmayıseçmeleri, Marulanda’nın ölümüne kadar 50 yıldan

fazla dağlarda kalmayı tercih etmesi ve benzerifaktörler FARC’ın ayakta kalmasını ve halen de güçlübir gerilla hareketi olarak varlığını sürdürmesinisağladı.

El Salvador’da FMLN, Guetamala’da URNG,Uruguay’da Tupamarolar, Nikaragua’da FSLN hızlalegalist ve parlamenterist çizgiye kaydı. Önce hızlı biratomize oluş ve fraksiyonelleşme sürecine giren buyapılar, daha sonra sosyal reformist bir çizgiye kaydı.

Bu hareketler 1990’lı yıllarda Uruguay’da olduğugibi hükümetlerin içinde yer almaya başladı. Özellikle90’lı yılların sonlarında birçok ülkenin siyasalgündeminde öne çıktılar. 1998’de Chavez’in iktidaragelişi Latin Amerika’da sol popülist rüzgarın önünüaçtı. ABD’nin Ortadoğu’daki sıkışmışlığı, geçmişin“arka bahçesindeki” gelişmeleri hızlandırıcı etkiyarattı. Radikal neoliberal yıkım programları vekapitalizmin yapısal krizinin yarattığı sonuçlar,kitlelerin öfke ve arayışlarını tetikledi. Ağırlıkta sosyalpiyasa ya da sosyal kapitalizm vurguları içerenprogramlarıyla Latin Amerika solu yükselişe geçti.Her ülkenin farklı özgünlüklerine karşın özünde sosyalkapitalizmin çeşitli versiyonları hareketlerin politikyönelimlerini belirledi.

“Sosyal kapitalizm” kurtuluş mu?

Chavez’den sonra Brezilya’da, İşçi Partisi’niniktidara gelişi yeni bir eşik oldu. Lula yüzde 61’lik biroyla iki dönem devlet başkanlığı yaptı. 2011 yılındaeski gerilla komutanı Dilma Rousseff, Lula’dan sonradevlet başkanlığına seçildi. Köklü mücadelegeleneğine sahip olan bağımsız sendikalar, CUT(Merkezi İşçi Birliği) ve ilk dönem Brezilya İşçiPartisi (BİP) birikimleriyle iktidara taşınan Lula,neoliberal politikalara bazı “sosyal aşılar” yaptı.Israrla neoliberal politikaları hayata geçirdi. Lula uzundönem kitlelerde kolektif bir halüsinasyon yarattı. Buarada CUT hızla korporatist bir yapıya dönüştü. BİPve CUT metamorfoza uğradı. Özellikle BİP tipik birburjuva partisi konumuna geldi.

Bolviya’da 2005 yılında MAS (Sosyalizme DoğruHareket) lideri Morales sokaklardan iktidara taşındı.COB’nin (İşçi Sendikaları Merkezi) tarihsel ve aktüel

mücadele birikimleri ve yerli hareketin yükselişiMorales iktidarının önünü açtı. Morales sol popülistbir çizgide hareket etti. Neoliberal politikalarıuygulamaya başladı. COB bunun üzerine Moraleskarşıtı bir dizi grev ve genel grevler örgütledi.

Arjantin’de 2001 yılında devrimci durum yaşandı.İşçi hareketi muaazzam gelişmeler gösterdi. Sınıfhareketi sistemin bir dizi manevrasını boşa çıkardı.Kitlelerin reaksiyonlarını sönümlendirmek için yapılanbirçok politik manevra (sık yapılan devlet başkanlığıdeğişikliği gibi) devre dışı kaldı. Ne var ki; solPeronist Kirchner önce sınıf hareketinin yükselendalgasını kırdı. Belli sübvansiyonlarla İşsiz İşçilerHareketi gibi olağanüstü dinamikleri içinde barındıranörgütlenmeleri çözmeyi başardı. Bütün bu adımlarfinans kapitalin ihtiyaçlarına göre biçimlendi. Böylecedevrim tehdidi bertaraf edildi. Bugün iktidarda yinesol-Peronist çizgide olan eşi Christine Kirchnerbulunuyor. Popülist vurgularına karşın Arjantin’deneoliberal politikalar hayata geçiriliyor.

Nikaragua Devrimi 20. Yüzyıl’ın sonlarındaki engüzel devrimlerden biriydi. Devrim bir cepheörgütlenmesi olan FSLN önderliğinde gerçekleşti.1990’ların başında iktidara devrimle gelen FSLNseçimlerle iktidarını kaybetti. FSLN içinde hızlı biratomizasyon süreci yaşandı. Politik çizgisinin etkisiyleFSLN iktidarı döneminde hareketin içinde ciddisarsıntılar ve çürümeler yaşanmaya başlanmıştı. FSLNgiderek sistem içi bir örgüte döndü. Devrimin önderiOrtega Kardeşler Nikaragua’nın en zenginlerinden birioldu. FSLN bürokratik bir yapıya dönüştü. Yolsuzluk,rüşvet skandalları hareketi sardı. Devriminönderlerinin büyük bir kısmı kariyerizm, konformizmve bürokrasinin bataklığında çürüdü. Daniel Ortegaliderliğindeki FSLN 5 Kasım 2006’da seçimlerikazandı, yeniden iktidara geldi. Ortega, sosyal piyasauygulamalarını gündeme getirdi ve ülkeyi uluslararasısermayeye açtı.

Bir zamanlar şehir gerilla hareketinin simge örgütüTupamarolar uzun cezaevi döneminden sonra serbestbırakıldı. 1980’lerin sonlarında Tupamaro Hareketiaçık alana çıktı. Geniş Cephe içinde yer aldı. Dahasonra birçok Tupamaro önderi hükümet içindebakanlık ve valilik yapmaya başladı. Tupamarolar sol-

Dünya20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Latin Amerika’da “Yeni Sol”...

Popülist-parlamenterist çizginin yükselişiVolkan Yaraşır

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

popülist bir çizgide hareket etmeye başladı. GenişCephe hükümetinin neoliberal politikalarına aktifdestek verdi. MLN-Tupamaros kurucusu olan, 15 yıltek başına hücrede kalan eski gerilla lideri Jose MujiceGeniş Cephe desteğiyle 29 Kasım 2009’da devletbaşkanı seçildi.

El Salvador’da 50 yıllık mücadele deneyiminesahip FMLN gerilla örgütü, 1980’lerin sonlarında hızlaparlamenterist bir yapıya dönüştü. İçinde önemlisarsıntılar geçiren FMLN sosyal-reformist bir çizgidehareket etmeye başladı. 18 Ocak 2009 seçimlerindedevlet başkanlığını FMLN kazandı. FMLN’nin aktifgerillalarının içinden gelmeyen, aydın ve şehirkadrosunda yer alan Mauricio Fures devlet başkanıolmasının ardından, sosyal kapitalist bir programlahareket edeceğini açıkladı.

Ekvador’da 2006 yılında Rafael Correa, ABD vepiyasa ekonomisi karşıtlığıyla devlet başkanlığınaseçildi. Correa, sosyal piyasa uygulamalarına başladı.

Paraguay’da Hristiyan devrimci, “KurtuluşTeolojisi” taraftarı Rahip Fernando Lugo 2008’dedevlet başkanlığına seçildi. Böylece Paraguay’daki 60yıllık düzen çöktü. Ülkeyi tek parti olan ColoradoPartisi yönetiyordu. “Yoksulların piskoposu” diyeanılan Lugo, işsizlik ve geçim sıkıntısı sorunlarınıçözeceğini ileri sürdü. Lugo, Gerçek Liberal RadikalPartisi desteğiyle seçildi.

Guetamala’nın en önemli gerilla hareketlerindenbiri olan URNG 1980’lerin sonlarına doğru legal alanageçti ve partileşti. Alvaro Colom, URNG’nindesteğiyle 15 Ocak 2008’de devlet başkanlığınaseçildi. Colom’un seçilmesi, birçok Latin Amerikaülkesinde yaşanan yerlilerin kolektif arayışının ifadesioldu. Neoliberal karşı-devrim stratejisi LatinAmerika’da yerli halkları tam bir katastrof içine soktu.Yerliler yalnızca yoksulluğa mahkum olmadı. Yaşamalanları; su ve topraklarını küresel sermaye gaspetti.Kültürleri ve gelenekleri yok edilmeye çalışıldı.Neoliberal saldırı yerli halklar için ontolojik birsaldırıya dönüştü.

Bundan dolayı Latin Amerika’daki sol dalganın anadamarlarından biri de yerli hareketinin dinamizmioldu. (Bunu Meksika’da EZLN’nin, Bolivya’daMAS’ın gelişmesinde ve Peru’da Humala’nın iktidaragelmesinde daha somut görürüz) Colom, Maya kökenlive yerlilerin taleplerini savunuyor. Ayrıca, ekonomidestratejik sektörleri kamulaştırmayı hedefliyor.

Son olarak Peru’da Ollanta Humala’nın iktidaragelişi bu sürecin parçası olarak dikkat çekti. Humala 5Haziran 2011’de devlet başkanlığına seçildi.Antikapitalist ve antiemperyalist söyleme sahip olanHumala yerli kökenli bir subay.

Kısaca, Latin Amerika’daki “sol dalga” sürüyor. Nevar ki “dalga” sınırlı bir ufka sahip. Politikprogramlarının ekseni sosyal-kapitalizm içindeşekilleniyor. İçinde büyük potansiyeller taşıyan budalga, antikapitalist bir çizgide gelişmiyor. Her nekadar “21. yüzyıl’ın sosyalizmi” gibi tanımlamalaryapılsa da bu tanımlamalarda mülkiyet ilişkilerine vedevlet yapılanmasına dokunulmuyor. Sistem içisınırlarda kalmaya özen gösteriliyor. Melez kavram vetanımlamalarla süreç açımlanıyor.

Felsefenin sefaleti: Devlet sosyalizmi/küçükburjuva sosyalizminin eleştirisi

Latin Amerika’da sol, sosyalist, yerli hükümetlerive bu hükümetlerin politik adımları ‘küçük burjuvasosyalizmi’ tanımlaması içinde ele alınabilir. Sosyaleşitsizliğin giderilmesi, yaşam standartlarınınyükseltilmesi, çeşitli kamulaştırmalar ve doğalkaynakların “ulusallaştırılması” gibi politikalar buiktidarların hedeflerini belirliyor.

ABD güdümlü ALCA’ya karşı ALBA örgütlenmesiönemli bir hamle olsa da eksenini “sosyal” kapitalizm

iddiaları belirliyor. Ayrıca “sol dalganın” kamulaştırmave (Venezüella’da olduğu gibi) kooperatif mülkiyetiyönündeki adımları da önem taşıyor. Ama yineunutulmaması gereken, kapitalist sistemdedevletleştirme ve kooperatif mülkiyetinin de burjuvamülkiyet biçimi olduğudur.Marx’ın ‘Felsefenin Sefaleti’ adlı çalışması LatinAmerika’daki sol dalganın “sınırları” hakkında teorikbir metin olarak önümüzde durmaktadır. Marx,Proudhon’un ‘Sefaletin Felsefesi’ adlı çalışmasına‘Felsefenin Sefaleti’yle yanıt verdi. Marx buçalışmasında bir yandan tarihsel materyalizmin temelilkelerini koydu, öte yandan ‘Kapital’ öncesi ilkiktisadi çözümlemelerini yaptı. Her ne kadar kitapfelsefe başlığı taşısa da son derece önemli iktisadi birmetindir. ‘Felsefenin Sefaleti’, ekonomi politiğe veburjuva üretim ilişkilerine ilk eleştilerin yapıldığı kitapolarak dikkat çekti.

Marx, Proudhon’la polemiğe girse de göndermeyaptığı kişilerden biri Alman iktisatçı Rodbertus’tur.Marx, Rodbertus’un devlet sosyalizmi anlayışını başkabir bağlamda küçük burjuva sosyalizmini sert birşekilde eleştirdi. Bunun yanında Proudhon’unkapitalizmin yıkımıyla uğraşmadığı hatta yıkımınteorik zeminini kavramadığını ve yalnızca metaüretiminin “kötü” yanlarıyla ilgilendiğini söyledi.Proudhon’un burjuva toplumsal sisteminin “kötü”yanlarının ortadan kaldırılmasıyla daha adil bir düzenoluşturulabileceği yönündeki düşüncelerini ya datezlerini ütopik olmakla eleştirdi. Eleştirilerinde sonderece sert ve alaysı ifadeler kullandı. YineProudhon’un kooperatiflere dayalı alternatif toplumanlayışını hayalcilik olarak değerlendirdi vekooperatife dayalı mülkiyetin bir burjuva mülkiyetbiçimi olduğunun altını çizdi. Ayrıca küçük burjuvasosyalizminin “ütopyasının” sınırlarını belirledi.

Bugün Latin Amerika’da sol dalganın ideolojik-politik ufku ‘Felsefenin Sefaleti’nde belirlenen küçükburjuva sosyalizminin ya da devlet sosyalizminin ufkukadardır. Her şeye rağmen Latin dalgası tabikiemperyalist-kapitalist sistemi rahatsız ediyor. AmaBrezilya’daki Lula örneğini unutmamak gerekiyor.Lula’nın iktidarı finans kapitalin tercihi olarak öneçıkabildi. Bugün bazı ön devrimci durumlarınyaşandığı Latin Amerika’da sol, sosyal demokrat, solpopülist, popülist-parlamenterist çizginin sınırıkapitalizmdir.

Bugünkü devrimci potansiyel Latin Amerika’dakapitalizmin rasyonalizasyon hamleleri ve absorveetme gücüyle eriyebilir. Hatta dalganın kendisiparadoksi bir şekilde sistemin rektifikasyonuna,kapitalizmin rasyonalizasyonuna zemin açabilir.

Başta işçi sınıfı ve yerli halklarının yürüyüşü, öfkeve umutları, isyanları antikapitalist bir hattabirleştiğinde ve kaynaştığında Latin Amerika’da asıl ozaman gerçek bir infilak yaşanacaktır. O dalganınkendisi infilakın habercisi olacaktır.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011 Dünya

İspanya’dasistem protestosu

İspanya’nın Sol Meydanı’nda işsizliğe vegeleceksizliğe yine isyan vardı. 24 Temmuz günüonbinlerce sistem karşıtı mücadele kararlılıklarınıyinelediler.

15 Mayıs tarihinde Madrid’deki Sol Meydanı’ndabaşlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan sistemkarşıtı gösteriler kapsamında meydanlar zaptedilmişve ağırlığını gençlerin oluşturduğu kitleler gelecektaleplerini haykırmışlardı. M-15 hareketi bu süreçtekendi örgütlülüklerini yaratmış ve yaklaşık 1 ay öncebaşlayan bir yürüyüş organize etmişti. Ülkenin 7farklı yerinden yürüyerek Madrid’e doğru yola çıkangruplar, yol boyunca çeşitli yerellerde taleplerini vemücadele yöntemlerini içeren toplantılargerçekleştirmişti.

Bu gruplar cumartesi akşamı Sol Meydanı’naulaşıp burada sabahladıktan sonra büyük bir gösteridüzenlendi.

Madrid’in merkezindeki Atocha İstasyonu’ndanSol Meydanı’na yürüyen kitle ‘’Bu politikacılar bizitemsil etmiyor!’’, ‘’Birlik olan halk asla kaybetmez!’’,‘’Sorun kriz değil sistem!’’, ‘’Ne olursa olsunmücadele sürecek!’’ sloganlarını attılar.

Meydanda asılan pankartlarda ise ‘’Kapitalizm,dünyanın en saygı gösterilen soykırımı’’, ‘’Artık buolay kapansın, krizin faturasını sorumluları ödesin’’,‘’Sosyal adalet, gerçek demokrasi’’, ‘’İşsizlerhareketlenin, birlikte yapabiliriz’’, ‘’Bankalar peşimizibıraksın’’, ‘’Norveç seninleyiz’’, ‘’Özgür Suriye, özgürFilistin’’ şiarları yer aldı.

Madrid’deki yürüyüşe, Yunanistan, İtalya, Rusya,Fransa, Hollanda gibi ülkelerden gelen grupların dakatıldığı görüldü.

Öğrenciler açlıkgrevinde

Şili’de eğitimin ticarileştirilmesini haftalardırprotesto eden öğrenciler açlık grevine başladı

Şili’de 20 öğrenci ülkedeki eğitim sistemininiyileştirilmesi taleplerine destek vermek için açlıkgrevine başladı. 8 öğrenciyle başlayan grevekatılımın artması bekleniyor.

Haftalardır süren öğrenci protestoları ve okulişgallerine karşın öğrencilerin taleplerine cevapvermeyen Devlet Başkanı Sebastian Pinera’yıprotesto eden öğrenciler, taleplerinin arkasındaolduklarını gösteriyorlar.

Eğitime ayrılan bütçenin arttırılmasını isteyenöğrenciler, eğitimin özelleştirilmesini protestoediyor. Ayrıca ulaşımın öğrencilere ücretsiz olmasınıistiyor.

24 Temmuz 2011 / Madrid

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Avrupa’nın gündeminde borç krizi var. Borç krizihem derinleşiyor hem de yayılıyor. GeçmişteAvrupa’nın yatırım cennetleri olan ülkeler günümüzdeborç batağına batmış bulunuyorlar. Yunanistan, Portekizve İrlanda iflasın eşiğinde. Ekonomileri bu ülkelerdendaha güçlü olan İtalya ve İspanya’nın durumu da pekiçaçıcı değil. Tüm veriler borç krizinin yakın birgelecekte onların da kapısını çalacağını gösteriyor.Kısacası, şirket iflasları dönemi sona ermiş, kapitalistkriz gelinen yerde şirket iflaslarından devlet iflaslarınaevrilmiştir.

IMF ve AB’nin bu ülkeleri iflastan kurtarmakiddiasıyla yardımlarda bulunduğu biliniyor. Ne var ki,bugüne kadarki deneyimler de göstermiştir ki, IMF veAB’nin yeni Marshall Yardımı adını verdiği buyardımlar da işe yaramamıştır/yaramayacaktır. Buülkeler böylelikle daha bir borçlu ve haliyle daha birbağımlı hale geleceklerdir/gelmektedirler. Ekonomileride nefes alamaz hale gelmektedir. Nitekim buyardımlarla birlikte, bu ülkelerde enflasyon tırmanmış,alım gücü daha da azalmış, dış borç açıkları yüzde yüzüaşmıştır. Örneğin bu yardımlarla birlikte Yunanistan’ındış borç açığı %158, Portekiz’in %102, İrlanda’nın%112 oranında seyretmektedir. IMF, AB ve AvrupaMerkez Bankası günümüzde deyim yerindeyse tam birglobal tefecilik yapmaktadır. Kurtarma adı altındayapılanlar ise, aslında sömürgeleştirme operasyonudur.Sözkonusu ülkeler sürekli borçlandırılarak teslimalınmak istenmektedir. Gerçek tam olarak budur.

Bu ülkelerin içine sürüklendikleri mali kriznedeniyle aldıkları bu yardımların bir başka yıkıcısonucu daha var. Bu yardımlarla birlikte, bu ülkelerintümünde de işçi ve emekçilerin yaşam koşulları daha dadayanılmaz boyutlar kazanmıştır. Enflasyon oranıyükselmiş, buna karşın alım gücü azalmıştır. İşçiücretleri sürekli aşağı çekilmekte, işsizlik çığ gibibüyümektedir. Sosyal haklar sürekli budanmakta,eğitimde ve sağlıkta sürekli kısıtlamalarabaşvurulmaktadır. Kısacası, güvencesizlik vegeleceksizlik de bu ülkelerin en yakıcı sorunudur.

Hiç kuşkusuz IMF ve AB’nin iflasın eşiğindekiülkelere dönük yardım paketlerinin tümü de birer sosyalyıkım paketidir. Bu nedenledir ki, bu ülkelerin işçi veemekçileri, bu yıkım paketlerinin öngördüğü ağırfaturayı ödemeyi reddetmektedirler. IMF ve AB’ninyıkım politikalarına zincirleme grevler ve genelgrevlerle yanıt vermektedirler. Sözgelimi Yunanistan’daişçi ve emekçiler günlerce Sintagma Meydanı’nı işgaletmiş, parlamentoyu binaya çıkan yollara barikatlarkurarak kuşatmışlardır. Benzer eylemlere Portekiz,İspanya ve diğer ülkelerde de başvurulmaktadır.

Mali kriz derinleşiyor ve yayılıyor

Bugün için ilk elden Yunanistan, Portekiz ve İrlandagibi Avrupa’nın çevre ülkelerinde iflaslara vesarsıntılara neden olan mali kriz, uzak olmayan birgelecekte muhtemelen Avrupa’nın merkez ülkelerinesıçrama potansiyeli taşımaktadır. Bu beklenti bizzatABve IMF sözcülerinin beklentisidir. Bunu koşullayanise bizzat kapitalist sistemin kendisidir. Şöyle ki,kapitalizm özellikle son 20-30 yıl içinde adı globalizmolan gelişmelerle oldukça ileri düzeyde bir organikbütünlüğe ulaşmıştır. Bu gelişme ile dünya ölçeğindetek tek ülke ekonomileri birbirilerine daha da bağımlıhale gelmiş, adeta içiçe geçmiştir. Bunun dolaysız birsonucu olarak, birinde baş gösteren bir kriz doğrudandiğerlerini de etkilemektedir. Deyim yerindeyse, krizlerde, iflaslar da, yıkımlar da küresel bir karakter kazanmışolup, domino taşları gibi birbirini izlemektedir. İşte budurumun kendisi, mali krizin de tetiklemesiyle,

günümüzde bir kez daha Avrupalı emperyalistler içinciddi bir kaygı ve korku kaynağıdır.

Yunanistan, Portekiz ve İrlanda görece küçükekonomilere sahip ülkelerdir. Buna rağmen, AB’nin budevletlerinde yaşanan mali kriz bile oldukça ciddisorunlara ve sarsıntılara yol açmıştır. İtalya Avrupa’nınüçüncü, İspanya ise beşinci büyük ekonomik gücüdür.Bilindiği üzere, ikisi de kendilerine özgü nitelikleri ileAB için kilit ülkelerdir. AB’nin bu iki kilit ülkesindeyaşanacak muhtemel bir kriz, doğal olarak çok dahabüyük sarsıntılara ve çöküşlere yol açacaktır. AB’ninsürükleyici gücü olan Almanya da dahil, Avrupalıemperyalistler bu korkuyu yaşamak istemiyorlar. Ziraonlar çok iyi biliyorlar ki, banka/finans sistemininçökmesi demek, büyük sorunlar ve sarsıntılar demektir.Devlet ve özel şirket tahvillerinin değersizleşmesi, dışborçların ödenememesi, piyasa diliyle belirtilecekolursa, “çöp’’ olması demektir. Dahası bu tahvillerielinde bulunduran şirket ve devletlerin de bundanetkilenmesi, sarsılması demektir. Somut bir örnekverilecek olursa, İtalya’daki devlet ve özel şirkettahvillerinin çoğu Fransız bankalarına aittir. İtalya’dakibanka sistemi batarsa, haliyle en çok Fransa bundanetkilenecektir. Mali kriz bulaşıcıdır ve halihazırdakiönlemlerle yayılması engellenememektedir. Almanya veFransa’nın öncülüğündeki AB’nin son günlerdeyoğunlaşan mali krize canhıraş çözüm arayışlarınınnedeni de budur.

Sınıf mücadelesi yoğunlaşacak

Tüm veriler, önümüzdeki dönemde Avrupa’nın yerlive göçmen tüm uluslarından işçi ve emekçilerinikapsamlı ve acımasız saldırıların beklediğinigöstermektedir. Özellikle Avrupa’nın Yunanistan gibizayıf halkalarında çok kapsamlı özelleştirmeoperasyonlarına başvurulacaktır. Kaldı ki Yunanistanşimdiden yağmalanmaktadır. 50 milyar euroluk saldırıpaketi parlamentodan yeni geçirildi. Ne ki bu Avrupalıtekeller kara doymamaktadır. Onlar gözleriniYunanistan’da yaklaşık 300 milyar euroluk özelleştirmepotansiyeline dikmişlerdir. 40 milyar tutarında bir paketde İtalya için hazırlanmaktadır. İş sadece bununla dakalmayacak, yeni tasarruf paketleri dayatılarak buülkeler adım adım iflasa sürüklenecektir. Bu ise doğalolarak en çok işçi ve emekçileri etkileyecektir.

Nereden bakılırsa bakılsın dönem yeni bir dönemdir.Bu olduğu gibi yaşlı kıta Avrupa için de geçerlidir.Avrupa önümüzdeki dönemde sadece sermayenin durdurak bilmeyen sömürü ve yağmasına tanık olmayacak,yanısıra yeni bir proleter kitle hareketlerine de sahne

olacaktır. Üstelik bu kez bunlar sadece AB’nin zayıfhalkalarıyla sınırlı biçimde değil de, AB’nin İtalya,İspanya gibi ülkelerinde ve giderek de Almanya, Fransave İngiltere gibi merkezlerinde de yaşanacaktır.

Avrupa’nın Yunanistan başta gelmek üzere tümülkelerinde işçi ve emekçiler bir önceki saldırıdalgalarına yüzbinler halinde sokaklara çıkarak,defalarca uyarı grevlerine ve genel grevlere başvurarakkarşı koydular. “Tasaruf Paketlerinizi istemiyoruz,paketinizi alın ve ülkemizi terkedin’’, “Borçlar silinsin’’diyerek IMF ve AB’nin yıkım politikalarına geçitvermeyeceklerini haykırdılar. Böylece sözkonusu yıkımsaldırılarını belki tamamen engelleyemediler ama, hiçdeğilse buna kolay kolay yol vermeyeceklerini ortayakoydular. Bu kez de bunu yapacakları muhtemeldir. Birkez daha, tüm sorun devrimci bir önderlikten yoksunluksorununda düğümlenmektedir. Ne yazık ki zincirlemebiçimde birbirini izleyen proleter kitle hareketleriylesarsılan Avrupa’nın hiçbir yerinde bu ihtiyacıkarşılayacak devrimci bir parti/ya da partiler yok. Veçok doğal olarak bu temel önemde büyük bir eksikliktir.

Fakat buna karşın Avrupa işçi sınıfı sıfırdan dabaşlamamaktadır. Tarihsel birikimi bir yana, yakındönem pratikleri bile, ona çok ama çok şey öğretmiştir.Bu nedenle saldırılara karşı bir kez daha aynı şeye, sınıfmücadelesine başvuracaktır. Devrimci önderlikboşluğuna gelince, bilinmelidir ki Avrupa’da cereyaneden sınıf mücadelelerinin bizzat kendisi, aynı zamandabu büyük eksikliği giderecek olanakları dayaratmaktadır. Devrimci parti ihtiyacı acildir veyaşamsaldır. Bu ihtiyacı giderme görev ve sorumluluğuise, Avrupalı komünist ve devrimcilere düşmektedir.

Enternasyonal-İnfo

Dünya22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Avrupa’da borç krizi ve olası gelişmeler

İsrail’de konut fiyatlarının protesto edildiği sokakhareketleri çığ gibi büyürken, aylardır hükümetle ücretartışlarında anlaşamayan doktorlar da sokaklaradöküldü.

Doktolar grevdeÇeşitli kamu hastanelerinde ve kliniklerde 25

Temmuz günü acil servisler dışında grev başlatıldı.Doktorlar ve sağlık görevlileri, hastane kıyafetleriyleprotestolar düzenledi.

İsrail Tabipler Birliği Başkanı Dr. LeonidEidelman, Başbakan Netanyahu’ya seslenerek, 16haftadır süren doktorların hak mücadelesinde gerekenadımları atmasını istedi. Eidelman, Maliye Bakanlığı

ile görüşmelerde bir anlaşmaya varılamamasınınardından, durumu protesto için süresiz açlık grevinebaşlayacağını da duyurdu.

Kira ödeyemeyenler sokağa çıktıKonut protestoları Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, Ber

Şeva’da yoğunlaşırken, eylemciler 25 Temmuz günüTel Aviv ve Hayfa’da caddelere protesto çadırlarıkurdu. Araçların geçişine engel olmak istedi.

Bir grup öğrenci İsrail parlamentosunun girişindekiyolu kapattı. Knesset’in bahçesine ve dışına protestoçadırları kurdu. Kudüs’te polis, trafik akışına engeloldukları gerekçesiyle 8 kişiyi gözaltına aldı. 5 kişi detutuklandı.

İsrail’de sokaklar ısındı

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Geçtiğimiz hafta dünya gündeminin en önemlibaşlığı Norveç’te yaşanan vahşi saldırılar oldu.Başkent Oslo’da gerçekleştirilen patlamada 8, İşçiPartisi’nin gençlik kampının düzenlendiği UtöyaAdası’ndaki silahlı saldırıda ise 68 kişi hayatınıkaybetti. Ama saldırının ardında “İslami terör” arayandüzen güçlerini esas ters köşeye yatıran isesaldırganın Avrupalı, orta sınıf bir Norveçli oluşuydu.

Dünyayı şaşırtan katil

22 Temmuz günü ajanslar önce Norveç’inbaşkenti Oslo’dan bir patlama haberi geçtiler. Öğlesaatlerinde başbakanlık ve bakanlık binalarınınbulunduğu alanda gerçekleşen patlamada 7 kişininhayatını kaybettiği, çok sayıda ise yaralınınbulunduğu duyuruldu.

Birkaç saat içinde ikinci bir haber ortaya çıktı.Hükümet olan İşçi Partisi’nin Utöya Adası’ndagerçekleştirdiği gençlik kampı polis kıyafetli birsaldırgan tarafından basılmış ve bir saat boyuncakampta rastgele ateş açılarak yüze yakın kişikatledilmişti. Basın daha bu ikinci haberi nasılyorumlayacağına karar veremeden saldırganyakalandı ve “İslami terör-El Kaide” edebiyatıbaşlamadan sona erdi. Zira saldırgan ne Müslüman nede göçmendi. Anders Behring Breivik orta sınıfmensubu bir Avrupalı, Hıristiyan ve milliyetçiydi.

Avrupa’nın ezberini bozan katil, terörün doğudangeldiği, İslam’dan kaynaklandığı, göçmenlerletaşındığı propagandalarını da altüst ederek böylesibüyük bir katliama imzasını atmıştı. Medya da hemendilini gözden geçirerek “terörist” sözünün yerinesaldırgan, cani gibi ifadeler kullanmaya başladı.Temel tartışma ise bir Avrupalı’nın nasıl böylesi birkatliam yapabileceğine kilitlendi.

Breivik’in basında “manifesto” şeklinde yer alan1500 sayfalık günlükleri, her ne kadar çoğu sağdansoldan aşırılmış olsa da, faşist katilin ruh halini vedünya görüşünü tüm açıklığıyla yansıtıyor. Mahkemeifadelerinde de bu görüşleri yineleyen Breivik, İslamve Marksizm karşıtı olduğunu her fırsatta dilegetiriyor. Gerçekleştirdiği saldırının da Marksizminve İslamın Avrupa’da yayılmasına engel olmak amacıtaşıdığını söylüyor. Saldırının hedefi olan İşçiPartisi’ni de “Müslüman göçmenleri Norveç’esokmak ve onları desteklemekle” suçluyor.

Katliamın habercisi Avrupa’da tırmanan faşizm

Avrupa’yı şaşırtan katili yaratan koşulları birazdaha iyi anlamak için onun sahip olduğu ırkçı-faşistgörüşlerin Avrupa’da tuttuğu yere bakmak da önemtaşıyor.

Avrupa’da 1930’larda ekonomik kriz ile birlikteortaya çıkan ve yükselen faşizmin, 2. EmperyalistPaylaşım Savaşı’na ve büyük katliamlara sebepolması, ardından ise Kızıl Ordu’nun faşizmin başınıezmesi, bu karanlık düşüncenin uzun yıllar etkisinikaybetmesine sebep olmuştu. Ancak SovyetlerBirliği’nin yıkılması ve Avrupa’daki sosyal devletuygulamalarının geriye çekilmesi ile birliktemilliyetçilik ve faşizm Avrupa’da yenidengüçlenmeye başladı.

Dünya ekonomisinin yeniden krizleyüzyüze gelmesi ise işçi ve emekçilerinkapitalizme yönelecek tepkisinisaptırmak için burjuvazinin bir kezdaha faşizmden medet ummasınasebep oldu. Faşist iktidarlar henüzgündeme gelmese de, Avrupa’nınhemen her ülkesinde, özelllikleMüslümanlık ve göçmen karşıtıpropaganda yapan faşist partilerpeyda oldu. Bu partiler özellikle 2000’lerden buyana oy oranlarını ve politik etkilerini hızlaarttırdılar. Nazi kıyafetli yürüyüşler, göçmenkurum ve derneklerine yönelik saldırılar hattacinayetler daha sık yaşanır hale geldi.

Bu belirgin yükseliş, Avrupa devletleri tarafındanda belli sınırlarda desteklendi. Keskinleşen yönleriyontulsa da, ırkçı faşist parti ve akımların varlıklarınaher zaman göz yumuldu. Bunun temel sebebi ise,tıpkı 1930’larda olduğu gibi, Avrupa işçi sınıfınınenternasyonalist, sosyalist bir zeminde burjuvaziyekarşı ayaklanması yerine öfkesini diğer uluslardanemekçilere -Yahudilere ya da Müslümanlara-yönelterek sistemin bekasının korunmak istenmesidir.Yani burjuvazi kendi iktidarının güvencesi içinmilliyetçiliği ve faşist partileri beslemekte ve zorgünler için elinin altında saklamaktadır.

Norveç’teki katliamı gerçekleştiren AndersBehring Breivik de bu faşist propagandanın etkisindeşekillenmiş, pek çok faşist partide yer alarak faaliyetyürütmüş, sonra da bununla yetinmeyerek söz konusukatliama imza atmıştır. Breivik’in psikolojikdurumunun bozukluğunu tartışmak dahi gereksizdirancak onu bu hale getiren ve katletmeye iten temeletken, hiç kuşkusuz ki çürümüş kapitalist sistemdir.

Önemli bir noktayı da es geçmemek gerekir.Faşist partilerin güçlenmesi ya da zayıflamasından dabağımsız olarak, emperyalist kapitalizm zatenkatliamlar üzerine kurulu bir sistemdir. Kimi zamanakli dengesini yitiren bir faşist katil onlarca kişiyikatlederek gündeme oturabilir. Ama aslında bu sistemvar olmak için her an katliam yapmaktadır. Sadece

Körfez savaşlarında, Irak ve Afganistan işgallerindegerçekleştirilen katliamların bilançosu bile Norveç’tebilançonun yüzlerce mislidir.

Bebekten katil yaratan karanlık...

Türkiye gibi burjuva demokrasinin dahi ‘güdük’işlediği ülkelerde katliamlar, Avrupa’ya görekuşkusuz ki çok daha açık gerçekleşir. Türkiye’deyüzlerce devrimci cezaevlerinde katledilir, muhalifaydınlar kitlesel linçlere maruz kalarak yakılır, Hrantgibi bir gazeteci Ermeni olduğu için sokak ortasındaöldürülür. Yine “Avrupalı-Hıristiyan-milliyetçi”Breivik’in Türkiye versiyonu olan “Beyaz Türk-Müslüman-milliyetçi” güruhlar, sokak ortasındaKürtleri linç etmeye çalışır, dükkanları yağmalar.Tüm bunlar aynı madalyonun iki yüzüdür. Irkçı-faşistgüçler Avrupa’da da Türkiye’de de aynı amaçlakullanılmaktadır: Halkları birbirine düşman ederekasıl düşmanın saklanmasına hizmet etmek.

Breivik’in gerçekleştirdiği katliamı “şaşkınlıkla”karşılayanlara, eşi Hrant faşist bir katil tarafındankatledilen Rakel Dink’in ünlü sözunü hatırlatmakyeterli olacaktır. Dink, Hrant’ın cenaze törenindeyaptığı konuşmasında “Bir bebekten katil yaratankaranlık sorgulanmadan hiçbir şey yapılamaz”demiştir. Kuşkusuz ki bu karanlık, kapitalizminkaranlığıdır ve aydınlık tarafa ancak kapitalizminkaranlığı dağıtılarak ulaşılacaktır.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

‘Bebekten katil yaratan karanlık’Norveç’te de, Türkiye’de de aynıdır!

Dünya

Onbinler yürüdü26 Temmuz günü Norveç’te onbinlerce kişi, Anders Behring

Breivik adlı aşı sağcı eylemcinin, Cuma günü düzenlediği saldırıdahayatını kaybeden 76 kişi için anma yürüyüşü düzenledi.

Oslo’da akşam saatlerinde yapılan anma yürüyüşüne 100binden fazla kişi katıldı. Yürüyüşe katılan Başbakan JensStoltenberg, ellerinde mumlar ve çiçeklerle yürüyen kalabalığa,“Bu yürüyüşe katılarak demokrasiye evet diyorsunuz. Bu birdemokrasi, hoşgörü ve birlik yürüyüşüdür. Kötülük bir kişiyiöldürebilir. Ama bir halkı yenemez” dedi. Yürüyüşte Nazi karşıtı marşlar söylendi.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

500 mermilik “hata”Samsun’da 16 yaşındaki bir çocuğun

“terörist” olduğu gerekçesiyle katledilmesininardından ortaya çıkan ayrıntılar dehşet verici.

Samsun-Amasya il sınırında meydana gelenolayla ilgili olarak ifade veren 12 askerinanlatımları, coğrafyamızda cinayetlerin,katliamların meşrulaştırılması için kullanılanargümanların tümünü içeriyor. “Vatan içinkurşun sıkan” sahte “vatanseverlerin”kutsandığı, buna karşılık terörist ilanedilenlerin aşağılandığı, cenazelerinin dahiişkenceye maruz bırakıldığı ülkemizde çocukkatilleri salıverildi.

Savcının tutuklanması istemiylemahkemeye sevk ettiği tim komutanı teğmentutuksuz yargılanmak üzere mahkemedenserbest bırakıldı. Timin olay sırasında 500mermi ateşlediği anlaşıldı. Yani bir çatışmadahi olmaksızın 500 mermi boşaltıldı.Kendilerine karşılık vermeyen iki kardeşe 10dakika boyunca yaylım ateşi açan askerler,cinayetlerini meşrulaştırmak için “terör-terörist” demagojisine sığındılar.

Katledilen Gökhan Demirtaş’ın abisi 18yaşındaki Habip Çetintaş kendilerine uyarıyapılmadan ateş edildiğini belirtmiş, burjuvamedya ise cinayeti “Yürek burkan hata” gibibaşlıklarla vermişti. Şovenizmin borazanlığınıyapan düzen medyasına sormak gerekir 500merminin kullanıldığı yaylım ateşi nasıl bir“hata” olabilir?

ÇHD müdahil olacakÇHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları

Komisyonu, geçtiğimiz adli yılda yaşanan çocukihlallerine dair 22 Temmuz günü basıntoplantısı düzenledi.

Şube binasında komisyon adına basınaçıklamasını Avukat Müşir Delidumangerçekleştirdi. Deliduman şunları söyledi: “Aile

içi ve sosyal yaşamda emekleri ile bedenleri

istismar edilen binlerce çocuğun korunması için

yeterli önlem alınmamış, kolluk kuvvetleri

tarafından şiddete maruz kalmışlar hatta

hayatlarını kaybetmiş ve çocuklar

korunmamıştır. Bu en ağır sonuçlar ortaya

çıktığında bile çocuk mağdurun failine cezalar

verilmemektedir” dedi. Samsun’da Gökhan Çetintaş’ın askerler

tarafından öldürüldüğünü ve yetkili birimlerinsorumlularının Çetintaş’ın öldürülmesini meşrugösterecek açıklamalarda bulunduğunuhatırlatarak davaya müdahil olacaklarınısöyledi.

Devlet terörü24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Sermaye devletinin pervasızca kullandığı gazbombası Silopi’de bir çocuğu daha katletti. Polisin sonkurbanı ise 13 yaşındaki bir Doğan Teyboğa oldu.

Silopi’nin Cudi Mahallesi’nde 24 Temmuz akşamıbir grup gencin, Kürtlere yönelik ırkçı saldırılarıprotesto ettiği eyleme polis saldırmış ve 13 yaşındakiDoğan bu saldırıda ağır yaralanmıştı. DiyarbakırDevlet Hastanesi’ne tedavi altına alınan Doğan, 26Temmuz sabahı yaşamını yitirdi. Başından yaralananDoğan ameliyat edilmiş ardından yoğun bakımaalınmıştı. Beyin kanaması sonucu ölen Doğan,Silopi’de toprağa verildi.

İki tanığın ifadesi ise Doğan’ın ölümünün açık birinfaz olduğunu gösteriyor.

“Yerde yatan çoçuğu tekmelediler”

Evinin penceresinde her şeyi gördüğünü söyleyenCudi Mahallesi sakini Sabriye Turan şunları söyledi:“Olayların olduğu sırada pencerede izliyordum.Polislerin attığı yoğun gaz bombaları sonucu çocuğunyere yığıldığını gördüm. O sırada yerde yatan çocukkanlar içinde olduğu sırada dört sivil polisin çocuğadoğru koşarak yerde yatan çocuğun karnınıtekmelediğini ve fotoğrafını çektiklerini gördüm”

Doğan’ı hastaneye kaldırmak isteyen mahallelilerinde sivil polisler tarafından engellendiğine dikkatçekerek “Kanlar içinde kalan 13 yaşındaki Doğan

yerde uzun süre kaldıktan sonra ambulansın gelmesiile hastaneye kaldırıldı. Mahalle sakinlerinin çocuğayaklaştırılmadığını gördüm ve halen yaşanan olayınşokundayım” dedi.

“Bırakın ölsün, hak etmişler”

Şengül Tanrıverdi de şunları anlattı: “Çocuklarımbana bir çocuğun gaz bombasından yaralandığını veyere yığıldığını söylediler. Ben de hemen balkonakoştum. Yaşananları izlediğim sırada çocuk elinikafasına götürüyordu. Birkaç kişi çocuğu hastaneyegötürmek istediği sırda polisin ‘bırakın ölsün, haketmişler’ şeklindeki konuşmalarını duydum”

Polisten çocuk infazı

Doğan henüz 13 yaşındaydı... Kolluk güçlerinin vahşisaldırısına uğradı. Doğan sokak ortasında ölüme terkedildi. Ama Kürt halkının özgürlük yolunda verdiği ilkçocuk şehit Doğan değildi. 2004’te 13 kurşunla babasıylabirlikte öldürülen Uğur Kaymaz’la ilgili olarak “İkiterörist ölü olarak ele geçirildi” denilmişti.

Çocuklar yıllar boyunca “ölü ele geçirilen terörist”haberlerinin içinde kaybolup gittiler. Öldükleri yazıldıysabile çoğu durumda isimleri, yaşları yazılmadı. Kayıtlarıtutulmadı.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesitarafından hazırlanan raporda 18 yaş ve altı 417 çocuğunsermayenin faşist devleti tarafından katledildiğitescillendi. Bunlar ise resmi veriler. Gerçekte ise öldürülençocuk sayısı 500 civarında...

Devlet tarafından katledilmiş 500 çocuk... Elinde silahıolamayan 500 çocuk, Kürt halkının özgürlük umudunukocaman yüreklerinde taşımanın bedelini ödediler. Enbüyüğü 18 yaşında olan 500 çocuğun adları Ceylan’dı,Uğur’du, Enes’ti...

Adı kayıtlara geçen ve “yanlışlıkla” öldürüldüğü iddiaedilen ilk çocuğun adı Ramazan Dağ’dı. Hakkari’de kirlisavaş makinaları tarafından katledilmişti. 10 yaşındakiDiren Basan da Şırmak’ta polis panzerinin altında“yanlışlıkla” can vermişti.

“İki terörist ölü olarak ele geçirildi” diyordu sahibininsesi burjuva medya Uğur için... 12 yaşındaki UğurKaymaz’ın küçücük bedenine 13 kurşun sıkmışlardı.

Kirli savaş nedeniyle katledilen çocukların kimihayvan otlatırken, kimi annesinin kucağında yaşamınıyitirdi.

Mehmet daha bebekti. 18 aylıktı. Başına isabet edengaz bombasıyla katledildi.

Ceylan henüz 14 yaşındaydı. Hayvan otlatırkenyakındaki bir askeri birlikten atılan havan topununvücuduna isabet etmesiyle öldü. Vücudu parçalanaraketrafa dağıldı.

Caziye Ölmez başına sıkılan kurşunla katledildi.Henüz 16 yaşındaydı.

Hakan Uluç 10 yaşındaydı. Katiller küçücük bedenineüç kurşun sıktılar. Devletin katliamlarına bir yenisieklendi.

Maziye Aslan zaferi işareti yaparak hayata gözleriniyumdu. Katiller sürüsü onu polis panzeriyle ezereköldürdü. Katledildiğinde henüz 8 yaşındaydı.

Adı Mehmet Nuri... Henüz 14 yaşındaydı. Yüreğiözgürlük umuduyla çarpıyordu. Kürt’tü... Gelecektekatillerin başına bela olabilirdi. Çamurlu tarlanın kıyısındasırtından vurularak katledildi.

Ne Kürt halkının ne de Kürt çocuklarının başındankolluk güçlerinin, korucuların dipçikleri, bombaları,tekmeleri eksik oldu. Bu nedenle öldürülen çocukları katve kat aşan sayıda çocuk komaya girdi. Yaşayan ölüyedönüştürüldü.

Kürt çocuklarının payına hala ölüm düşüyor bucoğrafyada... Kürt çocukları yanıyor, kurşunlanıyor,bombalanıyorlar... Hala katiller bu kadar pervasız veacımasızca, çocukları katledebilecek cesareti kendilerindebulabiliyorlar. Çoğu zaman katiller hakkında göstermelikdavalar bile açılmıyor.

Diğer yandan binlerce Kürt çocuk yargılanıyor. ‘Kürtolmak’ yargılanman için yeterli sebep sayılıyor. Bugün taşatan çocukların yarın dağa çıkması, katillerin en büyükkabusudur.

Beklemek, sessiz kalmak çocuk katili devlete cesaretverir. Çünkü devlet çocuk da olsa vurun politikasına dörtelle sarılmaktadır.

Fakat sömürgeci sermaye devleti direnen Kürtçocukları ve Kürt halkı karşısında yenilmeye mahkumdur.Kürt çocuklarının mücadelesi özgür geleceği temsilediyor. Devlet ise kokuşmaya, çürümeye devam ediyor.Zor ve şiddet silahını bunun için kullanıyor. Ama silahlarınKürdistan’ın özgür çocukları karşısında bir hükmübulunmamaktadır.

Kolluk güçleri yüreği büyük, bedeni küçük Doğan’ı katletti

Çocuk katili devlet hesap verecek!

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

“Dink davasıyeniden görülsün”

Hrant Dink’in katili Ogün Samast 22 yıl10 ay hapis cezasına çarptırıldı. 25 Temmuzgünü 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ndegörülen karar duruşmasında Samast’a“tasarlayarak adam öldürmek” ve “ruhsatsızsilah bulundurmak suçlarından ceza verildi.

Mahkeme Samast’ın suçu işlediği tarihte18 yaşından küçük olmasını dikkate alarakağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını 21 yıl6 ay hapis cezasına indirdi. “Ruhsatsız silahbulundurmak” suçundan da önce 2 yıl hapiscezası ve 900 TL adli para cezası verdi.Ancak yine suçu işlediği tarihte 18 yaşındanküçük olması nedeniyle cezayı 1 yıl 4 ayhapis cezası ve 600 TL adli para cezasınaindirdi.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazıHakkındaki Kanun’a göre Samast, bucezanın 15 yıl 2 ay 18 gününü yattıktansonra şartlı tahliye olabilecek. Samast, 4.5yıldır tutuklu olduğu için kalan 10.5 yıl hapiscezasını yattıktan sonra bu suçlardan tahliyeolacak. Mahkemenin üst sınırdan cezavermemesi nedeniyle 2 yıl 2 ay 18 gün dahaerken tahliye olacak.

Dava değerlendirildiDink Ailesi avukatları 26 Temmuz günü

basın toplantısı gerçekleştirerek Dinkdavasının yeniden görülmesini istedi.Avukat Fethiye Çetin’ dava süresincesundukları onca delile ve sordukları oncasoruya rağmen davanın derinleşmediğinedikkat çekti.

Cinayetin derin bağlantıları gizlendi

Çetin şunları söyledi: “Bu dava öncesi

yürütülen soruşturma boyunca sanki tüm

resmi birimler deliller ve zanlıların kimliği

karartılsın diye çalışıldı. Bu cinayette açık

ihmali ve belki de parmağı olduğu bilinen

emniyet üst düzey yetkilileri doğrudan

soruşturmaya müdahale ederek, cinayetin

derin bağlantılarını öğrenmemizi engelledi”

“Cinayetin arkasındakilerbulunsun”

Dink’in kardeşi Hosrof Dink ise kararı “Bu

tetikçi ne ceza alırsa alsın bu işin arka

planındakiler ortaya çıkarılmazsa, verilecek

ceza bizim için yetmez. Bizim için önemli

olan yargının bu cinayetin arka planını

aydınlatmasıydı. Bu yüzden tetikçiye verilen

böyle bir cezanın caydırıcılığının da

olmayacağını düşünüyorum” sözleriyledeğerlendirdi.

Dink, “Aslında verilen bu cezanın üst

sınırdan olmaması da önemli. Bu cinayetin

aydınlatılması için kitap yazan Nedim Şener

bile 28 yıl hapis cezası istemiyle

yargılanıyordu” dedi.

Bayrampaşa Katliamı davasının 3. duruşması 27Temmuz günü Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndegörüldü. Duruşmada avukatlarca katliamın sorumlusunundevlet olduğu ifade edilirken bir sonraki duruşma 12Aralık 2011 tarihine erteledi.

Sakine Demir davaya yeni müşteki olarak eklenirken,ifadesinde katliam gününü anlattı.

Mağdurların avukatı Gülizar Tuncer, derileri yakankimyasal gazların, otopsi raporlarında tespit edildiği üzerekemikleri parçalayan silahların ve komutan ZekiBingöl’ün bahsettiği armut biçimindeki bombalarınaraştırılmasını, ilgili makamlara sorulmasını talep etti.

Duruşmanın devamında uzman çavuş A.S.’nin ifadeside okundu.

Behiç Aşçı: “Katliam yapmaya gelmişler”

Duruşmada operasyon için Elazığ’dan getirilenbirlikte bulunan tanık Mehmet Yavuzkaya’nın ifadesi deokundu. Yavuzkaya’nın ifadesinde cezaevinde çıkanisyana müdahale etmek için gittikleri, cezaevinin dışgüvenliğini sağladıkları iddia edildi.

Bu iddia karşısında Avukat Behiç Aşçı ise şunlarısöleydi: “Tanık beyanı cezaevinde isyan olunacağınınönceden bilindiğini ya da hissedildiğini, bu nedenleElazığ’dan birlik getirildiğini söylüyor. İsyan çıkacağınınönceden bilinmesi mümkün değildir. Önceden planlananbir operasyon olduğu anlaşılıyor. Asıl olan ise katliamyapmaya gelmişler”

“Hayata dönüş” ismiyle gerçekleştirilen 19-22 Aralık2000 Cezaevi Katliamı’na ilişkin yeni bilgiler, katliamıplanlayan sermaye devletinin nazilere rahmet okuttuğunugösteriyor. Katliamın, 12 devrimci tutsağın ölümüne nedenolan Bayrampaşa Hapishanesi ayağında görevli bir uzmançavuşun ifadesi, kasıtlı biçimde yakıldıklarını söyleyendevrimci tutsakları doğruladı. Bununla beraber, döneminAdalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün ve düzen sözcülerininsıkça sarfettiği “Tutuklu ve hükümlüler kalaşnikofla ateşettiler”, “Kendilerini yaktılar” türünden söylemlerin isealçak birer yalan olduğu bir kez daha teyit edildi.

Geçtiğimiz aylarda operasyonun asıl adının “Tufan”olduğu ve katliamın günler öncesinden planlandığıbelgelenmişti. Yani, sermaye devletinin bin bir türlü yalanmeşrulaştırmaya çalıştığı katliama ilişkin hazırlıkların,Ölüm Orucu eylemleri başlamadan günler öncesindenyapıldığı çarıpcı biçimde doğrulanmıştı. Öyle ki, devletkanlı operasyonlarını organize ederken, diğer yandan dadevrimci tutsaklarla göstermelik pazarlıklar yürütmüştü.

Fakat Bayrampaşa’da görev yapan ve geçen yıl görevibırakan bir uzman çavuşun medyaya da yansıyan ifadeleri,katliamın nasıl planlı ve organize bir vahşet olduğunaaçıklık getiriyor. Uzman çavuşun mahkemedeki itirafları,operasyonların ve sonrasında gerçekleştirilen işkencelerininsanın kanını donduracak cinsten olduğunu yenidenhatırlatmakla kalmıyor, aynı zamanda yapanın ağzındandoğruluyor.

A.S. adlı eski uzman çavuş, katliamdan 10 yıl sonraaçılan dava kapsamında ifade verdi. Uzman çavuş, Bakırköy13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talimatıyla Van’da verdiğiifadesinde bilinen gerçekleri şu sözlerle itiraf etti:

“Operasyonda ‘robocop’ tabir edilen teçhizatla cezaevikoridorunda bekleyerek teslim olan veya teslim alınantutuklu veya hükümlülerin cezaevinden çıkartılmalarına

destek oluyorduk. Mahkûmlara ilk müdahaleyi AnkaraJandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı Birliği’nden(JÖAK) gönderilen ve tam olarak nereden geldiğinibilmediğim başka personel, ateşli silahlarla yaptı”

“Ayaklarından vurdular”

“Müdahale esnasında koridorda gördükleri tutuklu vehükümlüler kaçmalarını ve karşı koymalarını engellemekamacıyla ayaklarından vurularak teslim alındı. İçeridebulunan tutuklu veya hükümlüler koğuşlarına kendilerinikilitleyerek güvenlik güçlerine karşı koymuşlardır”

“Hiç görmediğim silahlar kullanıldı”

“Koğuş kapıları değişik yöntemlerle içeriden kaynakyapılarak kapatıldığı için özel teçhizatlarla kapılar kesildi.Yukarıda belirtmiş olduğum birliklerce cezaevi duvarları vetavanları delinerek koğuşlara mahiyetini bilmediğim veenvanterimizde bulunmayan değişik gaz bombalarıylamüdahale edildi. Uzun süredir teşkilat içinde bulunuyorolmama rağmen daha önceden hiç görmemiş olduğum özelotomatik tabancalarla müdahale yapılmıştır”

“Cesetler kömürleşmişti”

İfadesinde kadın tutsakların kapılara vurarak açılmasınıistediği fakat amirlerinden emir almadıkları içinaçmadıklarını belirten A.S. “Kısa bir süre sonra yangınçıktı. Yangına müdahale etmemiz mümkün değildi. İtfaiyeekipleri de müdahalede bulunmadı. Operasyon bittiğindekadınların kömürleşmiş derecede yandıklarını gördüm.Yanan şahıslar yatak ve yorganlardan uzak noktalardahayatlarını kaybetmişlerdi” açıklamasında bulundu.

“Benzinli battaniye verdiler”

A.S.’nin, devletin ve ölüm mangalarının devrimcilerinkarşısındaki gözü dönmüşlüğünü gözler önüne serenitirafları şu çarpıcı ifadelerle noktalandı:

“Uzun yıllar sonra değişik birliklerde karşılaştığım bazırütbeli arkadaşlar koğuşta yangın çıktıktan sonra yardımisteyenlere ‘sizi kurtarmak için yaş battaniyeler atıyoruz,bunlara sarılın ve kendinizi koruyun’ diyerek battaniyeattıklarını, fakat battaniyelere su değil, yanıcı maddedöktüklerini, yanmayı hızlandırdıklarını sohbetimizde beyanetmişlerdir”

Devlet terörü Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011..

19 Aralık Katliamı’nı tetikçisi anlattı...

“Benzinli battaniye verildi”

Bayrampaşa Katliamı dava duruşması görüldü

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

SES 26 Temmuz günü gerçekleştirdiği basınaçıklamasıyla cezaevlerinde uygulanan ÜçlüProtokol’ün kaldırılmasını istedi.

Adli Tıp Kurumu önünde yapılan açıklamada “Üçlüprotokol iptal edilsin / SES İstanbul Şubeleri” pankartıaçıldı. Basın açıklamasını gerçekleştiren SES BakırköyŞube Başkanı Hıdır Doğan, Üçlü Protokol’ün İçişleri,Adalet ve Sağlık Bakanlıkları arasında imzalandığınıhatırlatarak keyfi bir biçimde yapılan düzenlemelerle,hükümlü ve tutukluların yaşam ve sağlık haklarınıngasbedildiğine dikkat çekti.

Protokolün 61. maddesinin hasta tutuklunun

muayene ve tedavisi sırasında odada asker, polis veinfaz koruma memurunun bulunmasına izin verdiğinisöyleyen Doğan, “Tutuklu ve hükümlüğü diğerhastalardan ayıran bu uygulama ikinci bir cezaanlamına gelmekte, sağlığa ulaşım hakkınıengellemektedir” dedi.

Hastasının muayenesi sırasında kolluk kuvvetinindışarışa çıkmasını isteyen Doktor Naki Bulut’a paracezası verilmesinin ardından Dr. Sadık ÇayanMollamahmutoğlu hakkında da dava açıldığınıbelirterek Doğan, protokolün kaldırılmasını istedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Zindanlar26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

“Üçlü protokol iptal edilsin!” Hüsnü Yıldız ölümorucunda

Hüsnü Yıldız, kardeşi DHKP-C militanı AliYıldız’ın cenazesinin yer aldığı toplu mezarınaçılması için başlattığı süresiz açlık grevini ölümorucuna çevirdi.

25 Temmuz günü gerçekleştirdiği basınaçıklamasıyla eyleminin 45. gününde ölüm orucunabaşladığını duyurdu. Hüsnü Yıldız, DersimÇemişgezek’de bulunan toplu mezarın açılıpcenazelerin ailelere teslim edilmesi talebi ileeylemini sürdürüyor.

Yıldız’ın mektubunu yayınlıyoruz:

Benim adım Hüsnü Yıldız! Hayatın bana verdiği sıradan yaşama şansını

kullanmaya çalışan biriyim. 7 yıldan beri ikiçocuğumla birlikte yaşamını sürdüren bir babayımaynı zamanda.

6 ay kadar önce, Yıldız ailesi olarak; 14 yıldırkayıp olan kardeşim Ali Yıldız’ın Dersim’inÇemişgezek ilçesinde ortaya çıkan bir toplumezarda olduğunu öğrendik. O günden itibarenannemin, babamın ve bizlerin ziyaretedebileceğimiz bir mezar taşı olsun diyerek, adliyeadliye dolaştık ama devletin tüm kapıları yüzümüzekapatılarak, mezarımız bize teslim edilmedi.

Bir mezar hakkınız değil denildi. Soruyorum bir

mezar herkesin hakkı değil midir?

Tüm başvurularımıza rağmen talebimizkarşılanmayınca Dersim meydanındaki YeraltıÇarşısı üzerinde çadır kurarak süresiz açlık grevinebaşladım. Benim ve ailemin tankı topu yok. Yasalarçıkarma, karar verme gücümüzde yok.Bedenlerimiz var. İşte ben de bedenimi mücadelesilahı yapıp, açlık grevine başladım. Çünkü başkabir silahım yoktu.

Konunun birinci derece sorumlularından AKPiktidarının Adalet Bakanı Sadullah Ergün’e konununtüm detayları 1 saat kadar bir sürede anlatıldı. Amaaradan 2 haftaya yakın bir süre geçmesine rağmenbir adım atılmadı.

Devletin gözü açlık grevi çadırımızı görmedi.Devletin kulağı sesimizi duymadı. Devletin elimezarımızı açmadı.

“Cenazemizi almanın bedeli neyse ben onu

ödeyeceğim.” demiştim. İnsan yaşamına, hakkına ve ölüsüne devletin

açtığı bir savaşsa bu, ben de bu savaşı görüyorumve süresiz açlık grevi direnişimi 45.g ünündensonra, ölüm orucuna çeviriyorum. Bu kararı özgürirademle, insan kalabilmek adına kendim aldım.Cenazemiz alınana kadar da bu kararımdan geridönmeyeceğim.

Cenazemizi istiyoruz!Toplu mezarlar açılsın!

Ali Yıldız’ın abisi Hüsnü Yıldız

Bitlis’te 2 toplu mezarBitlis’in Tatvan ilçesinde 2 toplu mezar daha

bulundu. Tatvan’a bağlı Orans (Anadere) Köyü ileHizan’ın Mirmend Köyü’nde saptanan iki toplumezarda toplam 21 PKK’linin gömülü olduğuortaya çıktı.

Bu kapsamda 1996 yılında çatışmada yaşamınıyitiren 18 gerillanın Orans Köyü Çîlkani mezrasındatopluca gömülü olduğu tespit edilirken, ikinci toplumezarın ise Mirmend Köyü Avarbêrxan kırsalındaolduğu, 1995 yılında korucular tarafından pusuyadüşürülerek vurulan 3 gerillanın da bu mezaragömüldüğü bildirildi.

Mardin’in Midyat ilçesinde hekimlik yapan veÜçlü Protokol nedeniyle yargılanan Dr. SadıkÇayan Mulamahmutoğlu’nun davasının ilkduruşması 27 Temmuz günü Midyat’tagerçekleştirildi. Dava 2 Kasım 2011 tarihineertelendi.

Davanın ilk duruşmasında savunmasını verenMulamahmutoğlu, hekimlik mesleğininuygulanmasında hasta mahremiyetinin çok önemliolduğunu ve tıp eğitimi süresince de hekimadaylarına bunun öğretildiğini belirterek, kendisininde hasta mahremiyetinin önemine uygun biçimdedavrandığını söyledi. Davaya konu olan olayla aynıgün, sabahtan bir başka mahkumu da muayeneettiğini belirten Mulamahmutoğlu, kolluk güçlerininmuayene sırasında dışarıya çıktıklarını, ancaköğleden sonra gerçekleşen söz konusu olaydahastanın mahkumiyet sebebi dolayısıyla ÜçlüProtokol gereğince, muayene sırasında odadançıkmayı reddettiklerini anlattı. Mulamahmutoğlu,

hastanın rektal kanama şikayeti olduğuna dikkatçekerek, bu muayenenin başkalarının yanındayapılmasının hasta haklarını ve mahremiyetini ihlaledeceğini belirtti.

Mulamahmutoğlu, bir hekim olarak, hastanıncinsiyeti, dili, dini, siyasi görüşü ya da suçununniteliğinin kendisi için önem taşımadığını söyledi.Hastanın durumunun aciliyet taşımadığını da ifadeeden Mulamahmutoğlu, uygun muayene koşullarısağlanmadığından muayeneyi reddettiğini belirtti.

Mulamahmutoğlu’nun avukatı Mustafa Gülerde, hekimlik evrensel değerlerinin ve mesleketiğinin yanısıra ulusal ve uluslararası hukukkurallarının ve Anayasa’nın da hasta mahremiyetinigözettiğine dikkat çekerek, bu protokolün tüm bukuralların ve değerlerin üzerine konulmayaçalışıldığını söyledi. Güler, ortada hukukentrajikomik bir durum olduğunu belirterek, birprotokolün tüm bu hukuk kurallarının veAnayasa’nın üzerinde olamayacağını vurguladı.

Kardeşi Ali Yıldız’ın cenazesinin verilmesitalebiyle ölüm orucuna başlayan Hüsnü Yıldız’adestek vermek için Ankara Yüksel Caddesi’ndeçadır kurmak isteyen TAYAD’lılara 26 Temmuzgünü polis saldırdı. Basın açıklaması yapan 7TAYAD çalışanı oturma eylemine başlayınca polisterörünün hedefi oldu. Gözaltına alınanTAYAD’lılar terörle mücadele şubesinegötürüldüler.

Keyfilikte sınır tanımayan Ankara polisi birdevrimciyi de kaçırarak gözaltına aldı. Yine sabahsaatlerinde Sakayra Caddesi’nde sivil polislertarafından bir ticari taksiye bindirilerek kaçırılan

Emel Keleş’in de terörle mücadele şubesinegötürüldüğü öğrenildi.

Polis terörü Yüksel Caddesi’nde yapılan birbasın açıklaması ile protesto edildi. Eylemde“Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz /Halk Cephesi” ve “Ali Yıldız’ın cenazesini istiyoruz/ TAYAD” pankartları açıldı.

Daha sonra sözü avukat Selçuk Kozağaçlı aldı.Kozağaçlı özellikle kaçırma olayının üzerinegideceklerini belirterek Ankara polisinin keyfi veyasakçı tutumuna derhal son vermesi gerektiğinibelirtti.

Kızıl Bayrak / Ankara

Hekimlik onuru yargılanıyor

TAYAD’lılara gözaltı

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

LYS sonuçlarının açıklanmasının ardındanüniversite tercihleri başladı. Yüzbinlerce genç birnebze ilgi duydukları, ailelerinin istediği ya dahedefledikleri bölümleri ve üniversiteleri tercihlistelerinde sıralayacaklar. Gençlerin üniversitelerenasıl yerleşeceklerini ise istek ve yetenekleri değil,elemeci eğitim sistemi belirleyecek.

Üniversite diploması burjuvazinin milyonlardançaldıkları karşısında hep bir “gelecek vaadi”olmuştur. Bugün üniversite gençliğini mezuniyetsonrası bekleyen kölece çalışma koşulları ile işsizlikve geleceksizlik, rekabetin en berbat biçimleriüzerine kurulu yanılsamalar ile gizlenmekistenmektedir.

Üniversite ve bölüm tercihinin de bu rekabetin birparçası olduğu vurgulanırken, gençliği bekleyensefaletin sebebi çürümüş kapitalist düzen ve onuneğitim sistemi değil “başarısız üniversiteler” ve“geleceği olmayan bölümler” gibi gösterilmekistenmektedir. Düzen buna bir “çözüm” olarak ise,gençliği yüzlerce üniversite ve bölümden oluşan birtercih havuzunda oyalanmaya davet etmektedir.

Bu aldatmaca yarışında, “vakıf” adı altındamantar gibi türeyen özel üniversiteler birçok açıdanöne çıkmaktadır. Zira, eğitimin ticarileştirilmesisürecinin en somut örneklerinden olan özelüniversiteler, “üniversite=şirket, öğrenci=müşteri”denkleminde ‘devlet üniversitesi’ statüsündeki“rakiplerine” belirgin bir fark atmanın yanısıra, tercihdönemlerini de adeta birer “reklam ve promosyonyarışına” çevirerek kapitalizmin eğitim anlayışınıgözler önüne sermektedir.

Bu reklamların esas görevi elbette sadecekontenjanları doldurmak değil, gençliği bir bütünolarak burjuvazinin “gelecek serabına” hapsetmektir.

“Her bütçeye uygun diploma, özelpromosyonlarla!”

Özel üniversiteler yüksek ücretleri ile ticari eğitimpazarından pay alabilmek adına adeta mağazaların“sezon sonu kampanyaları” ile yarışmaktadırlar. 10bin TL’den başlayan ücretlerin rahatlıkla 40 bin TL’yiaştığı bu kurumlarda, tercih dönemlerinde onlarcaindirim ve kampanya öğrencileri beklemektedir!“Müşterileri”, yani aday öğrencileri kendilerineçekebilmek için türlü promosyonları devreyesokmaktadırlar: Kimileri tüm öğrencilerine sağlıksigortası yaparken, kimileri dizüstü bilgisayarvermekte, kimileri aylık 2 bin TL’ye varan maaşlarbağlarken kimileri ise altlarına 35 bin TL’lik arabalarçekmektedir. Bunların yanında taksitlendirmeoldukça yaygındır ve ihtiyacı olana kredi imkanı dasunulmaktadır! Görüldüğü gibi, sözünü ettiğimizüniversiteler bir mağazadan farksız iş görmektedirler.

Elbette bu dudak uçuklatan uygulamaların,halihazırda ticarethane gibi çalışan devletüniversitelerinde de adım adım hayata geçirilmekisteneceğine şüphe duyulmamalıdır.

Geleceğimizi çalan asalaklarreklamların başrollerinde

Özel eğitim kurumları öteden beri Türkiye’de desosyal hakları tırpanlayan bir mekanizmanın parçası

olarak işlemişlerdir. Bu unutulmaması gerekengerçek ile özel üniversitelerin reklamlarına birkezdaha baktığımızda, yaşadığımız sefaletin vegeleceksizliğin sorumlusu olanların veikiyüzlü burjuva yalakalarınüniversitereklamlarındagelecek

vaatetmesi bizeyeterince şeysöylemektedir.“Sen de benimgibi olmakistemez misin?”,“Benim gibigüçlü insanlarlaaynı taraftaolmak istiyorsanelinden geleniyap ve şu okula kayıt ol!”diyen bu yüzlerle düzen, geleceğin eğitim almaktandeğil de sermayenin hizmetine koşmaktan geçtiğinianlatmaktadır. Gençliğe, bu yolla sömürü düzeninibenimsemesi ve onun bir alternatifininolamayacağına kendini ikna etmesi de telkinedilmektedir.

Özgürlüğü satılığa çıkaranların sahtehayallerini parçalayalım!

Tüm üniversiteler söz konusu ‘özgürlük’olduğunda reklamlarında istisnasız tekdüzeleşmektedir. Her biri öğrencilerine “özgür birortam, doyurucu bir sosyal yaşam ve yeteneklerinönünü açan eylemler” gibi yaldızlı sözlerle sözde bir“özgürlük” vaadetmektedir.

Reklamların gülümseyen, eğlenen ve kendinevakit ayıran öğrenci tipine ise gerçekte rastlamakmümkün değildir. Mevcut haliyle kampüsler,burjuvazinin uyuşturucu yaşam biçimlerinin istilasıaltındadır. Üniversiteler, rekabetin en berbatbiçimlerinde kendine yabancılaştırılan gençlerledoludur ve bu da istenilen öğrenci tipine tekabületmektedir. Düzenin üniversitelerinde, “eşit, parasız,bilimsel, anadilde eğitim” talebini yükseltip, gerçeközgürlük için mücadele devrimci ve ilerici

öğrencilere ise yer yoktur.Buna rağmen reklamlara taşınan simaların

dayattığı mesaj şudur, “Kendini benim gibi iyihissetmek için burada yerini alman lazım ve bununancak sana gösterildiği gibi yapabilirsin!”

Tercih dönemlerinde medyanın ve sokaklarınüniversite reklamlarının istilasına maruz kalması,düzen açısından bu propagandanın önemini gözlerönüne sermeye yetmektedir. Tüm bir yıla yayılansayısız örneğin yanında, tercih dönemlerinin şatafatlıtanıtım etkinlikleri bile düzenin yaratmaya çalıştığı“gelecek serabını” çarpıcı biçimde önümüzekoymaktadır.

Hansel ve Gretel’i şekerlemelerden yaptığı ev ilekendine çekip onları tutsak ederek yaşamını sürdürencadı misali, kapitalistler de üniversitelerini yaldızlıreklamlarıyla pazarlayarak öğrencileri “avlama”niyetindedir. Gençlik bugün gözünü boyayacak nevarsa onla süslenen kampüslerde geleceközlemlerinden vazgeçirilmeye ve çürümüş kapitalisttoplumda esir edilmeye çağrılmaktadır.

Devrimci gençlik ise kampüsleri bu serabıdağıtmak ve gerçek özgürlüğün bayrağını yükseltmekiçin kullanacaktır. Zira aldatmacanın altında ücretlikölelik düzeninin sömürücü yüzü çıplak biçimdedurmaktadır.

Gençlik haraketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Kampüsler “Hansel ve Gretel”leri bekliyor...

İş yaşamına ne kadar yakınız?: “Meçhul” Kayıt dönemleri başlayan özel üniversitelerde, en göze çarpan özellik, “iş olanağıgarantisi” reklamları oluyor. Ben de, “iş yaşamına en yakın üniversite” diyereklamlarını yapan Okan Üniversitesi öğrencisi iken, son sınıfta yıllık ücretiödeyemediğim için eğitimimi sonlandırdım. Tipik bir ticarethane olarak işleyen özelüniversiteler, en çok iş yaşamına yakınlık reklamlarını verme ihtiyacı hissediyor.Üniversite mezunlarında işsizlik oranları %22’ye kadar ulaştığı için, bırakın para veripokuduğunuz üniversiteleri, “en seçkin” üniversite mezunları dahi iş bulamazdurumdalar. Bu gerçeklik göz önüne alındığında şu an özel üniversiteler bir rekabetanlayışıyla, aslında olmayan “iş imkanını” vaat ederek bir kampanya içerisindeler.Ama ben de kendi okuduğum okuldan çok net görebiliyorum ki, rekabet içerisindereklam olarak yayınlanan bu vaatlerin gerçekliği mezun işsiz oranlarından açıkçaortaya çıkıyor.

Özge Akman / Okan Üniversitesi GSF

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Kızıl Bayrak: Mamak Kültür Sanat Festivali’nin buyıl 8.’si düzenleniyor. Geçmişten bugüne festivalleringelişim sürecini özetler misiniz?

Festival Hazırlık Komitesi sözcüsü: Mamak İşçiKültür Evi, sermayenin yoz kültürüne karşı işçi sınıfıcephesinden alternatif olmak için 2001 yılında kuruldu.Devrimci kültür sanat mücadelesinde yeni mevzilerkazanma yaklaşımının ürünü olarak Mamak İşçi-GençlikKültür Evi kuruldu ve Gençlik Evi’nin açılışı Mamak 1.Kültür Sanat Festivali ile taçlandırıldı. Geridebıraktığımız 7 yıl boyunca, Mamak Kültür SanatFestivali’nin de aynı şekilde devrimci kültür sanatmevzisine dönüştürülmesi bakışıyla hareket edildi vefestivali gelenekselleştirmek için çok yoğun çabaharcandı.

Festivaller, 7 yıl boyunca, on binlerce işçi veemekçinin kapısı tek tek çalınarak, işçi ve emekçilerinkolektif çalışması haline getirildi. Ön çalışmasındanfestival gününe kadar emekçilerin festival çalışmasınınöznesi olması için çaba gösterildi. Festival hazırlıkkomitesi öncülüğünde kültür sanat toplulukları, kadın

komisyonları, işçi-emekçi komisyonları ve gençlikkomisyonları örgütlendi.

Festivallerin ön çalışmasında birçok araç kullanıldı.Birçok semtte yaygın bir afişleme ve on binlercebildirinin dağıtımının yanısıra radyo programlarıyapılırken, hazırlanan deklarasyon ile birçok aydın,sanatçı, yazar, sendika, dernek ve kurumun desteklerialındı.

Kültür ve sanatı, işçi ve emekçi yığınların olağan,gündelik faaliyeti haline getirmeyi amaçlayan Mamakİşçi Kültür Evi, sanatı her yönüyle, işçi ve emekçileretaşıdı. Müziğinden tiyatrosuna, şiirinden belgeseline,halk oyunundan film gösterimine kadar bu sanat dallarızengin bir yelpazede, işçi ve emekçilerle birlikteörgütlendi. Sadece bu sanat dallarının pratik olarakörgütlenmesiyle kalınmayıp, bu faaliyet teorik bir düzeyeulaştırıldı. 2. Festival bünyesinde “aydın sorunu” ve“tarihsel deneyimler ışığında kültür sanat mücadelesi”gibi çeşitli başlıklar üzerine sunumların yapıldığısempozyum, festivalin ulaşmış olduğu teorik düzeyin deifadesi oldu.

Festivaller, aynı zamanda, içerisinden geçtikleridönemin politik gündemlerine devrimci bir müdahaletemelinde örgütlendi.

Gelinen yerde sermaye iktidarı, kültür-sanatfestivallerinin ortaya çıkardığı birikim ve enerjiyiengellemeyi amaçladı. Son iki yıldır festivallerinardından bir dizi saldırıyla karşı karşıya kaldık. Busaldırılar sonucunda 6. festivalin ardından 3, 7. festivalinardından 4 arkadaşımız tutuklandı.

Ancak biz 8. yılda da geçmiş yıllardaki iddia veenerjimizle, devrimci ısrar ve kararlılığımızla, 8. festivaligerçekleştirmek için tekrar kolları sıvadık.

- Mamak Kültür Sanat Festivali, bu yıl nasıl birgündem üzerinden örgütleniyor?

- İlk festivalden bu yana, festivallerin gündemleri veöne çıkan şiarları, hem semtimizde, hem de ülkemizindört bir yanında yaşanan sorunlardan yola çıkılarakbelirlendi. Ankara’da su sorununun yaşandığı dönemde“bir damla su bile sosyalizmde!” şiarı öne çıkartılırken,seçim oyununun olduğu dönemde “çözüm ne seçimde-mecliste” şiarı gündemimizde yer aldı. Emperyalist vesiyonist saldırganlığın tırmandığı bir dönemde,emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadele çağrısıöne çıkartılırken, kapitalizmin krizine karşı ise“karanlığa ışık, sessizliğe çığlık” olmak gerekliliğivurgulandı. En genel planda da “yoksulluğa mahkum,yozlaşmaya teslim olmayacağız” şiarının kullanılması isesürdürüldü.

Bu sene Mamak Kültür Sanat Festivali “İşçilerinbirliği ve halkların kardeşliği” şiarı çerçevesindeörgütleniyor. Biliyorsunuz, oldukça hareketli bir süreçtengeçiyoruz. Ortadoğu ve kuzey Afrika halklarıdiktatörlüklere karşı ayaklanarak, diktatörleri bir birdeviriyorlar. Emperyalistlerin tüm müdahalelerinerağmen, durdurulamayan bu isyan dalgası, ülke ülkeyayıldı. Tüm dünya halklarına ve ezilenlerine umutverdi. Bunun yanında Avrupa’da işçi sınıfı haklarınıngaspedilmesine karşı eylemlerle, genel grevlerle,kapitalist sistemi zorluyor. Aynı şekilde ülkemizde detaşeronlaştırma, esnek üretim, sendikasızlaştırma vb. hakgaspları yaşanıyor. Sermaye bugün işçi sınıfınınkazanılmış haklarına, kıdem tazminatlarına göz dikmişbulunuyor. Ancak ülkemizde cılız da olsa, sınıfcephesinden bu saldırganlığa karşı bir muhalefetgelişiyor. İşçi sınıf bu saldırılara karşı, fabrikalarında“işgal, grev, direniş” şiarını yükseltiyor. Bir çok bölgededevam etmekte olan işçi direnişleri var. Biz de Mamakİşçi Kültür Evi olarak bu yıl “isyan barikatlarındandireniş çadırlarına” köprü olmak için festivaliörgütlüyor, devam etmekte olan halk ayaklanmaları vedirenişleri, Mamaklı işçi ve emekçilere taşımayıamaçlıyoruz.

Bu kapsamda, bu gündemleri festivalin ön hazırlıkkapsamında emekçilere taşıdığımız gibi, festivalgününde de söyleyeceğimiz türkülerden, okuyacağımızşiirlere, resim sergilerinden, film gösterimlerine kadar,bu kardeşlik köprüsünü işlemeyi amaçlıyoruz.

- Festival programınızı biraz açar mısınız?- 3 gün sürecek festivalde kimi sanatçı dostlarımız

türkülerini, şarkılarını Mamaklı emekçilereseslendirecekler. Ersin Perçin, Deniz Arslanbaş, EzgiSaykan, Yavuz Canpolat ve Malik İnci aramızda olacak.Aynı zamanda genç arkadaşlarımızın oluşturduğu Grup

Mamak Kültür Sanat Festivali hazırlıklarıkapsamında, 23 Temmuz Cumartesi günü MetinGöktepe Parkı’nda Mamak Kültür SanatFestivalleri’ni ve Mamak İşçi Kültür Evi’ni anlatanbelgesel gösterimi yapıldı. Etkinlik öncesinde parkınetrafındaki evler teker teker dolaşılarak hem festivalehem de festival tanıtım etkinliğine çağrı yapıldı.Emekçiler olumlu tepkiler verirken, birçok emekçifestivali beklediğini söyledi.

Parka erken saatlerde gidilerek teknik hazırlıklaryapıldı, marşlar ve türkülerle akşamki etkinliğe çağrıyapıldı. Havanın kararmasıyla birlikte saat 20.00’debir konuşma gerçekleştirilerek emekçiler festivalisahiplenmeye ve ön sürecine katılmaya çağırıldı.Konuşmanın hemen sonrasında belgesel gösterimigerçekleştirildi. Ardından emekçilerle birlikte halaylarçekildi ve 8. Mamak Kültür Sanat Festivali’ne çağrıyapılarak etkinlik sona erdi.

Festival Hazırlık Komitesi, “İsyan barikatlarındandireniş çadırlarına köprü oluyoruz. 8. Kültür SanatFestivali’nde buluşuyoruz” afişlerini yaygın birşekilde mahallelerde kullanıyor. Festival tanıtımbülteni ve bildiriler işçi ve emekçilere ulaştırılıyor.

Sabah erken saatlerde afiş çalışması, afişçalışmalarının ardından pankart boyama ve toplulukçalışmaları sürdürülüyor, sonrasında yaygın birşekilde bildiri dağıtımları gerçekleştiriliyor.

Kızıl Bayrak/ Ankara

Kültür-sanat28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

8. Mamak Kültür Sanat Festivali üzerine Festival Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk...

“İsyan barikatlarından direniş çadırlarına köprü olmak için...”

16 Temmuz 2011 / Mamak

Çalışmalar sürüyor…

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Batı Milis de festivalde marş ve türkülerle yerini alacak.Bin bir emekle yıllardır çalışmalarını sürdüren Mamak İşçiKültür Evi Müzik Topluluğu da ev sahibi olarak programdayer alacak. Festival alanında oluşturulacak direnişsokaklarında işçi direnişlerinin ve halk isyanlarınınfotoğrafları sergilenecek. Aynı zamanda fotoğraf sanatçısıMehmet Özer’in “Fotoğrafların diliyle halkların direnişi”başlıklı dia gösterimi sunulacak. Belgesel film gösterimleri,tiyatro gösterimi, gölge oyunu, semah gösterimi deprogram kapsamında sergilenecek. Kültürevi bünyesindeoluşturulan şiir atölyesi ise, halkların direnişini dinletiyleMamaklı emekçilerle buluşturacak.

Kuşkusuz ki, festivalin en anlamlı kısmını farklı illerdedirenişlerini sürdüren direnişçi işçilerin sesini festivaletaşımaları oluşturuyor. Akşam programında emekçilereseslenecekleri gibi, direnişçi işçilerin, mücadele süreçlerinianlattıkları söyleşi de festival bünyesindegerçekleştirilecek. Emekçi Kadın Komisyonu da kadınlarınmücadeledeki yerine ışık tutan bir söyleşi gerçekleştirecek.

-Festival hazırlıkları ne aşamada?- Festival hazırlıklarına başlamamızın ardından

mahalledeki emekçilerin katılımı ile festival hazırlıkkomitesi oluşturduk. Bugüne kadar her hafta alınan düzenlitoplantılarla festivalin içeriğini, programını tartıştık. Gelenyaratıcı önerilerle festival programını zenginleştirmeye vetüm çalışmaları kolektif bir ruh ve emekle örgütlemeyeçalıştık.

Festival hazırlıkları kapsamında işçi ve emekçilere çağrıyapmak amacıyla, bildiri, bülten, afiş, pankartlar hazırladık.Bu araçların emekçilerle buluşturulması doğrultusundaçalışmalarımız devam ediyor. Önümüzdeki günlerde buçağrıyı radyo programı vb. araçlarla zenginleştirmeyiamaçlıyoruz. Emekçilerin kapıları tek tek çalınarakfestival sürecini anlatıyor, festivale hem katılmaya, hem deörgütleyici olmaya çağırıyoruz.

Semtte örgütlenen çalışmanın yanısıra, kentte bulunansendika, oda, kurum, kitle örgütlerine de çağrı yaparak,festival sürecine her türlü desteğin örgütlenmesi yönündeçaba harcıyoruz. Bu kapsamda, ardı ardına gelensaldırıların ardından kültürevi ve festival ile dayanışmaçağrısının yer aldığı deklarasyonu imzaya açtık ve halendeklarasyonu zenginleştirmeye yönelik çalışmamız devamediyor.

Festival öncesinde 3 hafta boyunca cumartesi günlerikültürevi ve festivali anlatan belgesel film gösterimlerigerçekleştiriliyor. Şu ana kadar gerçekleştirdiğimiz ikietkinlikle adeta festivallerin minyatürlerini hayata geçirdik.Parklarda gerçekleşen film gösterimlerinde festivalmateryallerini emekçilere ulaştırıyor, festivali anlatıyor veçağrımızı yineliyoruz.

Kültürevi’nin kendi bünyesinde oluşturulankomisyonların çalışmaları da son hızla devam ediyor.Müzik ve şiir çalışmalarının yanısıra, Emekçi KadınKomisyonu da festivale ilişkin hazırlıkları hızlandırmışbulunuyor.

Festival Hazırlık Komitesi’nin çeşitli çalışma ekipleri(teknik, sahne vb.) festivalin teknik ve politik açıdaneksiksiz bir şekilde gerçekleştirilmesi için hazırlıklarına hızvermiş bulunuyor.

-Son olarak söylemek istediğiniz…- Mamak İşçi Kültür Evi olarak bundan tam 11 yıl önce

düzenin yoz kültürüne karşı alternatif olabilmek için yolaçıktık. 7 yıldır da bir kültür, sanat ve aynı zamanda birmücadele mevzisi olan kültür sanat festivalleriniörgütlüyoruz. Sermaye iktidarının tüm saldırılarına rağmen,8. festivalde de yine Mamaklı işçi ve emekçilerlebuluşacağız. Yine hep birlikte türkülerimizi söyleyeceğiz,halaylarımızı çekeceğiz.

Devrimci faaliyetin engellenemeyeceğini, bu mevziningözaltılarla, tutuklamalarla düşürülemeyeceğini bir kezdaha göstereceğiz. Bunun için herkesi Mamak İşçi KültürEvi’ne ve Mamak Kültür Sanat Festivali’ne destekvermeye, emekçileri ve emekten yana olan herkesi,festivalimize güç katmaya çağırıyoruz.

‘Karanlık Çağın Filizi’ kitabının yazarı vederleyicisi Esmahan Ekinci, eşini, can yoldaşını öyleyalın ve net anlatmış ki, devrimciliği insan üstü birdurum gibi görenlerin gözünü açıp, gerçek özünügösteren bir ürün ortaya çıkarmış. Devrimcilerinsandır; kitabı okuyanlarda oluşacak bir düşünce.

Devrimciliğe adım attığım ilk yıllarda eskidevrimcileri, asla erişemeyeceğim bir yüceliktedeğerlendirirdim. Bu değerlendirmeyle, asla onlargibi olamayacağımı ama yalnızca kendimin değil,benim gibi “yeni” olan herkesin asla onlar gibiolamayacağını düşünürdüm. O zaman Habip yoldaşiçin de öyle bir düşüncem vardı. Yanıldığımıyaşayarak öğrendim. İyi ama Habip yoldaş insanüstü biri değil, sadece insandı. Peki nasıl böylesinetereddütsüzce ölümü kucaklamıştı? Ben bu soruyauzun yıllar içinde, yaşamda yanıt buldum. İşte SezaiEkinci’nin yaşamının anlatıldığı, ‘Karanlık Çağın Filizi’kitabı bu soruya yanıt veriyor.

Sezai Ekinci yiğit bir devrimci ve insan olarakdevrimci. Yani devrimciliği, belli bir sürede yapılanbir faaliyet olarak ele almayan, örneğin 24 saatdevrimcilik yapan biri değil, her davranışındadevrimci kimliğini gözler önüne seren bir insandır.Esma’nın anılarında yazdığı bir konu bu noktadayeterince fikir verici nitelikte. Sezai ve Esma biryoldaşlarına sürekli giderler. Yoldaşlarının 4,5yaşlarında bir yeğeni var. Bu çocuk Sezai’yi çoksever. O eve geldiğinde hemen Sezai’nin boynunasarılır. Sezai de hemen her gelişinde çocuğa şeker,çerez gibi hediyeler alır. Bir gün yine bu evegitmeleri gerekirken pek fazla paraları olmadığı içinyayan gitmek zorunda kalırlar. Sezai cebinde kalanparanın neredeyse tümüyle bu çocuğa çerez alır.Çocuk haliyle çok mutlu olur. Çocukla aynı orandaSezai de mutlu olur. Sezai sadece, bir devrimcinin,gittiği evde herkesle iyi anlaşması gerektiğinidüşünerek böyle davranmaz. Gerçekten çocuğu çoksevdiği için, yani insan olarak çocuğa değer verdiğiiçin hediye alır. Sezai çok iyi bir insandır, yiğit birdevrimcidir. Gerek Esma gerek Sezai’yi anlatanyoldaşları, Sezai’nin, devrimciliği, kimliğine ve

kişiliğine yedirdiğini söylerler. Esma’nın bu anısı,onun hakkında söylenenlerin ne kadar isabetliolduğunu gösteriyor.

Tek tek anılarında da, anıların toplamında da,Sezai Ekinci bir an olsun göründüğünden farklı birtablo ortaya çıkarmamıştır. Can yoldaşı olanEsma’yla ilişkisi, yoldaşlarının ya da dostlarınınyanında nasılsa, yalnız kaldıklarında da aynıymış.Hep sevecen, kibar, ama basit denebilecekkonularda bile eleştirisini sakınmayan biri. Yapmacıkdavranan biri için bu büyük bir çelişki olarakgörünür. Ama özüyle sözü bir olan Sezai için tutarlıbir davranıştır. Çünkü O, sevdiklerinin gönlü olsundiye sevecen ve kibar davranmaz. Sevdiği için öyledavranıyor. Eleştirisi de kaynağını aynı şeyden,sevgiden alıyor.

Sezai Ekinci en çok, 12 Eylül sonrasında Mamakzindanında kaldığı için hayıflanır. Mamakzindanındaki tablonun bir tür teslimiyet olması Sezaiiçin hayıflanılacak bir durumdur. Mamak’ta baskılarakarşı direnen 4 kişiden biridir Sezai. Bu yöndenhayıflanacağı bir şey yok. Peki niye hayıflanıyor?Kendisi direnmesine rağmen, teslimiyetle anılan bircezaevinde kalıyor olmasına hayıflanır. Devrimadına, insanlık adına hayıflanır. Kendinden menkulduygu ve düşünceden uzaktır. Kendisi de direnirkenbir üstünlük yapmamış, devrimci olarak göreviniyerine getirmiştir. Ama diğerleri bunu yapmamıştır.Mamak’ta çoğunluk bunu yapmamıştır. Yüreğidevrim için çarpan herkesin duyacağı birhayıflanmadır, Sezai Ekinci’ninki.

Sezai Ekinci şehit düşmeden bir hafta önce,Adana’da kamulaştırma eyleminde Şaban Budak veemniyette Remzi Basalak şehit düşerler. Sezai “çokçalışmak gerek” der ve öyle yapar. Uykusuz, yorgun,yoldaşıyla birlikte Kartal’da bir yere giderken trafikkazasında şehit düşer. Devrimle bütünleşmiş biryaşam ölümsüzleşir. Can yoldaşı Esma, onun anısınıanlattığı kitapla, bir devrimcinin dersler çıkaracağı,yararlanacağı bir duruma getirmiş. Devrimcilerininsan olduğunu net olarak ortaya koymuş bu kitapla.Okunmalı....

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011 Kültür-sanat

Mamak İşçi Kültür Evi çalışanları, deklarasyonmetnini ilerici ve devrimci kamuoyunda imzayaaçarak festivali sahiplenme çağrısını geniş kesimlereyayıyorlar. Deklarasyon metnini yayınlıyoruz:

Karanlığa ışık, sessizliğe çığlık olmamücadelesinde işçi sınıfı ve emekçilerle birlikteyükseltilen bayrağı ve “İşçilerin Birliği, HalklarınKardeşliği” çağrısıyla mevzisini güçlendiren 8.Mamak Kültür Sanat Festivali’ni destekliyoruz.

Kardeşlik sofrasını büyütüyoruz. Direnişkültürümüz ve değerlerimizin etrafındakenetleniyoruz.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu halklarının ayakseslerini işiteceğimiz kültür sanat festivalindebuluşuyoruz.

Türkiye ve Avrupa’nın birçok yerinde yaşananişçi direnişlerinin sesini duyacağımız kültür sanatfestivalini destekliyoruz.

İnsani değerlerimizin çürütülmesine karşıpaylaşımın, dostluğun, üretimin ve kardeşliğindünyasına açılan özgür bir geleceğin mücadelesiniveren Mamak İşçi Kültür Evi’ne ve 8. MamakKültür Sanat Festivali’ne sahip çıkıyoruz.

Mamak İşçi Kültür Evi’nin “İşçilerin Birliği,

Halkların Kardeşliği” çağrısına kulak verelim.‘Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecesinde açyatılmayan bir dünya’nın özlemini gerçek kılmakiçin çarpan yürekler olarak yan yana gelelim. ‘Hiçbirşey olmaz, bu düzen değişmez’ düşüncesinin yerinimücadelenin ve direnişin aldığı bugünlerde saflarıdaha da sıklaştıralım örgütlülüklerimize sahipçıkalım. Şeyh Bedretttin’in, Pir Sultan’ın,Denizler’in, Mahirler’in, İbolar’ın ve dahanicelerinin sömürü düzenine karşı büyüttüğümücadele ruhunu kuşanarak, Yılmaz Güneyler’denNazım Hikmetler’e, Ahmet Arifler’e, VictorJaralar’dan Ruhi Sular’a yaratılan devrimcideğerlerimize ve kültürümüze sahip çıkalım.

Bizler aşağıda imzası bulunan sanatçılar, aydın,yazar ve demokratik kitle örgütleri olarak, 7 yıldırMamaklı işçi ve emekçilerle birlikte örgütlenen ve 5-6-7 Ağustos’ta Tekmezar Hacı Bektaş-ı VeliParkı’nda yapılacak olan 8. Mamak Kültür SanatFestivali’ni destekliyoruz. Devrimci kültür vedeğerlerimizi yaşatan İşçi Kültür Evi’ne yönelikengelleme ve baskılara karşı değerlerimize vekültürümüze daha güçlü sahip çıkarak düzenin yozkültürüne karşı işçi ve emekçileri kenetlenmeyeçağırıyoruz.

“Mamak Kültür Sanat Festivali’ni destekliyoruz”

Karanlık çağın filizi: Sezai Ekinci

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

5 Ağustos (eski sistemde 24 Haziran) 1895’teFriedrich Engels, Londra’da öldü. Dostu (1883’te ölen)Karl Marks’tan sonra, Engels, bütün uygar dünyanınmodern proletaryasının en yetkin bilim adamı veöğretmeniydi. Kaderin Karl Marks ve Friedrich Engels’ibiraraya getirdiği andan bu yana, iki arkadaş yaşamlarıboyunca çalışmalarını ortak bir davaya adadılar. Ve buyüzden Friedrich Engels’in proletarya uğruna neleryapmış olduğunu anlamak için, çağdaş işçi sınıfıhareketinin gelişiminde Marks’ın ögretisi veçalışmasının önemi konusunda açık bir fikre sahip olmakgerekir. Marks ve Engels, işçi sınıfı ve onun istemlerinin,burjuvazi ile birlikte kaçınılmaz olarak proletaryayıyaratan ve örgütleyen mevcut iktisadi sistemin zorunlubir sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Onlar, insanlığı,onu halen ezmekte olan kötülüklerden kurtaracak olanın,yüce duygulu bireylerin iyi niyetli girişimleri değil de,örgütlenmiş proletaryanın sınıf savaşımı olduğunugösterdiler. Marks ve Engels, bilimsel çalışmalarıyla,sosyalizmin, hayalcilerin bir buluşu olmadığının, amamodern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihaiamacı ve zorunlu bir sonucu olduğunun ilk açıklamasınıyapanlardır. Günümüze kadar olan kayıtlı tarih, sınıfsavaşımlarının belirli toplumsal sınıfların ötekilerüzerindeki birbirini izleyen egemenlik ve zaferlerinintarihi olmuştur. Ve, sınıf savaşımı ve sınıf egemenliğinintemelleri -özel mülkiyet ve anarşik toplumsal üretim-kayboluncaya dek bu sürecektir. Proletaryanın çıkarı, butemellerin yıkılmasını gerektirir ve bu nedenle,örgütlenmiş işçilerin bilinçli sınıf savaşımı bunlara karşıyöneltilmelidir. Ve her sınıf savaşımı, politik birsavaşımdır.

Marks ve Engels'in bu görüşleri, şimdi kurtuluşlarıiçin kavga veren bütün proleterler tarafındanbenimsenmiştir. Ama kırklarda, iki arkadaş zamanlarınınsosyalist yazınına ve toplumsal hareketlerinekatıldıklarında, tamamen yeniydiler. Siyasal özgürlüksavaşımına kralların, polis ve din adamlarınındespotizmine karşı savaşıma katılan, yetenekli veyeteneksiz, dürüst ve dürüst olmayan birçok kimse vardı,bunlar, burjuvazinin çıkarları ile proletaryanın çıkarlarıarasında uzlaşmaz karşıtlık olduğunugözlemleyemiyorlardı. Bu kimseler, işçilerin bağımsızbir toplumsal güç olarak hareket etmeleri düşüncelerinikabul edemiyorlardı. Öte yandan, yalnızca yöneticilerive egemen sınıfları çağdaş toplumsal düzeninadaletsizliklerine inandırmanın yeterli olacağına ve ozaman yeryüzünde barışın ve evrensel gönencin kolaycakurulacağına inanan, kimi de deha sahibi, birçok hayalcivardı. Savaşımsız bir sosyalizmin düşünü görüyorlardı.Ensonu, o zamanın sosyalistlerinin hemen hepsi ve genelolarak işçi sınıfının dostları, ancak, sanayiin gelişmesiölçüsünde büyüdüğünü korkuyla izledikleri proletaryayıbir çıban olarak görüyorlardı. Bu yüzden de, tümü,sanayinin ve proletaryanın gelişmesini durduracak, "tarihtekerleğini" durduracak araçlar arıyorlardı. Marks veEngels, proletaryanın gelişmesi konusundaki genelkorkuyu paylaşmıyorlardı; tam tersine, bütün umutlarınıproletaryanın sürekli büyümesine bağlıyorlardı.Proleterler ne denli çoğalırsa, devrimci sınıf olarakgüçleri o denli büyük, sosyalizm o kadar yakın ve okadar olanaklı olacaktır. Marks ve Engels'in işçi sınıfınayapmış oldukları hizmetler, birkaç sözcük içinde şöyleifade edilebilir: onlar, işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendibilincine ulaşmayı öğrettiler, ve boş hayallerin yerine

bilimi koydular.İşte bunun içindir ki, Engels'in adı ve yaşamı her işçi

tarafından bilinmelidir. İşte bunun içindir ki, bütünyayınlarımızda olduğu gibi, Rus işçi sınıfının bilinciniuyandırmayı amaçlayan bu makaleler derlemesinde de,modern proletaryanın iki büyük öğretmeninden biri olanFriedrich Engels'in yaşamını ve çalışmasını özetlemekzorundayız.

(...) Engels, proletaryayı, İngiltere’de, babasınınortağı bulunduğu ticarethanede çalışmak için 1842yılında geldiği, İngiliz sanayiinin merkezi olanManchester’de tanıdı. Engels, burda, fabrikanınbürosunda oturmakla yetinmedi, işçilerin başlarınısoktukları sefil mahalleleri gezdi, onların yoksulluk vesefaletini kendi gözleriyle gördü. Ama kendini kişiselgözlemleriyle sınırlamakla da kalmadı. İngiliz işçisınıfının durumu hakkında kendinden önce yazılanlarıntümünü okudu, ele geçirebildiği bütün resmi belgeleribüyük bir dikkatle inceledi. Bu çalışma ve gözlemlerinürünü, 1845’te yayınlanan bir kitap oldu: İngiltere’deEmekçi Sınıfın Durumu. Engels’in İngiltere’de EmekçiSınıfın Durumu’nu yazmakla, yaptığı hizmetinbüyüklüğünü yukarda belirtmiştik. Engels’ten önce de,birçok kimse, proletaryanın acılarını yazmış ve onayardımın gerekli olduğunu belirtmiştir. Proletaryanınyalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını; aslındaproletaryayı dayanılmaz bir biçimde ileri iten ve sonalkurtuluşu için savaşmaya zorlayan şeyin içindebulunduğu utanç verici ekonomik durum olduğunusöyleyen ilk kişi Engels’tir. Ve savaşan proletaryakendine yardım edecektir. İşçi sınıfının politik hareketi,kaçınılmaz olarak, işçileri tek kurtuluşlarınınsosyalizmde olduğunu kavramaya götürecektir. Öteyandan sosyalizm, ancak, işçi sınıfının siyasalsavaşımının amacı olduğu zaman, bir güç olacaktır.Engels’in, İngiltere’de işçi sınıfının durumu üzerineyazmış olduğu kitabının temel fikirleri, şimdi düşünen vesavaşım veren proletaryanın tümü tarafındanbenimsenen, ama o zaman, tümüyle yeni olan fikirlerdir.Bu fikirler, İngiliz proletaryasının sefaletinin gerçeğe enyakın ve en çarpıcı görüntüleriyle dolu ve çekici birüslupla yazılmış bir kitaba yerleştirilmişlerdi. Kitap,kapitalizmin ve bujuvazinin müthiş bir suçlamasıydı vederin bir etki yarattı. Engels’in kitabı, modernproletaryanın durumunu en iyi biçimde sergileyen birbelge olarak, her yerde anılmaya başlandi. Ve, gerçektende, ne 1845’ten önce, ne de daha sonra, işçi sınıfınınsefaletinin öylesine çarpıcı ve öylesine gerçek birbetimlemesi çıkmıştır.

(...) Engels’in yapıtları arasında şunları sayabiliriz:Dühring’e karşı (felsefe, doğa bilimleri ve toplumsalbilimlerin çok önemli sorunlarını tahlil ettiği) polemikyapıt. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni(Rusçaya çevrilmiş ve 3. basım St. Petersburg’da 1895’teyayınlanmıştır), Ludwig Feuerbach (Rusça çevirisi venotları G. Plehanov tarafından yapılmıştır, Cenevre1892), Rus hükümetinin dış politikası üzerine bir makale(Rusçaya çevrilmiş ve Cenevre’de Sotsial Demokrat, n°1 ve 2’de yayınlanmıştır), konut sorunu üzerine parlakmakaleler , ve ensonu, Rusya’nın ekonomik gelişimikonusunda, iki küçük ama çok değerli makale (RusyaKonusunda Friedrich Engels , Zasuliç tarafından 1894’teCenevre’de Rusçaya çevrilmiştir). Marks, sermayeüzerine yapmış olduğu engin çalışmasının sondüzeltmelerini yapmadan öldü. Ne var ki, müsveddeler

tamamlanmıştı,arkadaşınınölümünden sonra,Engels,Kapital’in ikincive üçüncüciltlerininhazırlanması veyayınlanması gibiağır bir göreviyüklendi. İkinciCildi 1885’te,Üçüncü Cildi de1894’te yayınladı(ölümüdördüncücildinhazırlanmasınıönledi). Bu iki cilt son derece büyük bir emekgerektirmişti. Avusturyalı sosyal-demokrat Adler, haklıolarak, Kapital’in ikinci ve üçüncü cildini yayınlamaklaEngels’in, dostu olan bir dehaya yüce bir anıt, farkındaolmadan, üzerine silinmez bir biçimde kendi adınıkazdığı bir anıt diktiğini belirtmiştir. Gerçekten deKapital’in bu iki cildi, iki insanın yapıtıdır: Marks veEngels’in. Eski hikayeler, dostluğun çeşitli dokunaklıörnekleriyle doludur. Avrupa proletaryası diyebilir ki,onun bilimi, aralarında, insan dostluğu konusunda endokunaklı eski hikayelerin de ötesine geçen bir ilişkibulunan iki bilim adamı ve savaşı tarafındanyaratılmıştır. Engels, her zaman —ve, genel olarak, çokhaklı olarak— kendisini Marks’tan sonraya koymuştur.Eski bir arkadaşına “Marks yaşamdayken, ben ikincikeman oldum” diye yazmaktadır. Yaşayan Marks’a olansevgisi ve ölen Marks’ın anısına saygısı sınırsızdı. Buboyun eğme savaşı ve bu sert düşünür, derin bir sevgi iledolu bir ruh taşıyordu.

(...) 1864’te Marks, Uluslararası İşçi Birliğini kurduve bu kuruluşa bir on yıl boyunca önderlik etti. Engels debu çalışmalarda aktif bir görev aldı. Marks’ın fikirlerineuygun olarak, bütün ülkelerin proletaryasını birleştirenUluslararası Birliğin çalışması, işçi sınıfı hareketiningelişmesi içinde son derece önemli bir yer tutmaktadır.Ama, Uluslararası Birliğin yetmişlerde kapatılması bile,Marks ve Engels’in birleştirici rollerini aksatmadı.Tersine, denilebilir ki, işçi sınıfının manevi önderleriolarak, önemleri, hareketin kendisinin de kesintisizbüyümesi nedeniyle, sürekli olarak arttı. Marks’ınölümünden sonra Engels, Avrupa sosyalistlerinindanışmanı ve önderi olmayı tek başına sürdürdü. Onunöğüt ve direktifleri, aynı ölçüde, hükümetin zulmünekarşın, hem güçleri hızla ve durmadan büyüyen Almansosyalistleri tarafından, hem de ilk adımlarını iyidüşünmek ve tartmak zorunda olan İspanyol, Romanyalıve Ruslar gibi geri kalmış ülkelerin temsilcileritarafından tutuluyordu. Bunların hepsi, yaşlı döneminde,Engels’in zengin bilgi ve deneyim hazinesindenyararlanıyorlardı.(...)

Her zaman, Friedrich Engels’in, proletaryanınbüyük savaşçısının ve öğretmeninin anısını analım!

1895’te yazıldı.İlk kez 1896’da Rabotnik No° 1-2’de yayınlandı.Lenin, Collected Works, Vol. 2, s: 15-27* Bu satırlar, Dobrolibov’un Anısına, Nikolay

Nekrasov’un bir şiirinden alınmıştır. -Ed.

Mücadele tarihi30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/29 * 29 Temmuz 2011

Friedrich Engels:

Nasıl bir zekâ meşalesi söndü Nasıl bir yürek durdu!*

Viladimir İliç Lenin

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 11-29

Galatasaray Lisesi önünde 330. kez toplananCumartesi Anneleri, bu haftaki oturma eylemlerinde 20Temmuz 1992’de gözaltında kaybedilen HasanGülinay’ın hikayesini anlattılar.

Eylemin başında Hasan Gülinay’ın abisi Zeki Eyibir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmanın ardındanDersim’de 1997’de katledilen ve Çemişgezek’te birtoplu mezarda olduğu bilgisine ulaşılan Ali Yıldız’ınbulunduğu toplu mezarın açılması için açlık greviyapan Yıldız’ın ağabeyi Hüsnü Yıldız’a da selamgönderildi.

Sinema sanatçısı Nur Sürer tarafındangerçekleştirilen açıklamada, Hasan Gülünay’ın İstanbulTarabya’daki evinden Sirkeci’ye gitmek üzere çıktıktansonra gözaltına alındığı belirtildi. Hasan Gülinay’ıntutulduğu Gayrettepe Terörle Mücadele Merkezi’ndeişkenceli sorgudan geçirilirken “Ben Hasan Gülinay,beni gözaltında kaybetmeye çalışıyorlar” diye bağrışınaErol Şam’ın tanıklık ettiği ve hemen ardından Şam’ınölümle tehdit edildiği söylendi.

Açıklamada şunlar ifade edildi: “Susurluk’ta deşifreolan kontrgerilla yapılanması içinde yer alan döneminEmniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, kendisinitelefonla arayan dönemin Çalışma Bakanı MehmetMoğoltoy’a ‘yaralarının iyileşmesi için beklediklerini,

sonra savcılığa çıkarılacağını’ aktardı. Gülünay, hiçbirzaman savcılığa çıkarılmadı ve çocuklarının yanınahiçbir zaman gidemedi. Kendisinden bir daha haberalınamadı”

Birsen Gülünay’ın 4 çocuğunun GalatasarayMeydanı’nda büyüdüğü söylenirken açıklama şusözlerle sona erdi: “Hasan Gülinay gözaltındakaybedildiğinde, Başbakan Süleyman Demirel, İçişleriBakanı İsmet Sezgin, Emniyet Genel Müdürü YılmazErgün, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu… OnlarrınGülinay’ın kaybedilmesinden sorumlu olduğunu bir kezdaha hatırlatıyor ve yargılanmasını istiyoruz”

Kızıl Bayrak / İstanbul

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

“4 çocuğu Galatasaray’da büyüdü”

Gazeteci ve insan hakları eylemcisi Şaban Dayanan,25 Temmuz günü İHD önünde yapılan cenaze törenininardından toprağa verildi.

Epilepsi krizi sonucu 24 Temmuz günü, 42 yaşındayaşamını yitiren Şaban Dayanan'ın mücadelearkadaşları, ailesi ve dostları düzenlenen törenle onuson yolculuğuna uğurladı. İHD binasının olduğu sokakDayanan için doldu taştı.

Törende ilk konuşmayı yapan İHD İstanbul ŞubesiBaşkanı Abdülbaki Boğa, Dayanan’ın hayatı boyuncaher türlü baskıya karşı onurluca karşı koyan biriolduğunu söyledi.

Törenin devamında Avukat Ercan Kanar, FerhatTunç, Suavi, İHD İstanbul Şubesi eski Başkan KirazBiçici ve Avukat Eren Keskin Dayanan'la ilgilianılarını aktardı.

Kayıp yakını Hüseyin Ocak ise şunları söyledi:“Biz cumartesi insanları olarak ona çok şey borçluyuz.Mücadelemizi onun kare kare, an an çektiğifotoğraflarla uluslararası alana taşıdık. Her zamanbizim yanımızdaydı” Burada yapılan törenin ardından

Dayanan'ın cenazesi Okmeydanı FetihtepeCamisi’ne götürüldü. Dayanan Edirnekapı'dadefnedildi.

Sınıfın ve devrimin sesi Kızıl Bayrak gazetesiMersin’de emekçilerle buluştu.

Karaduvar Mahallesi’nde yapılan gazetedağıtımında emekçilerin yoğun ilgisiyle karşılaşıldı.Gazeteler kısa sürede tüketilirken işçilerle ve gençlerletanışma ve sohbet etme imkanı yakalandı. Emekçilerleyapılan sohbetlerde yoksulluk ve yozlaşmanınkaderimiz olmadığı vurgulandı, işçiler ve gençlerdevrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmeye çağrıldı.

Sermaye hükümetinin yeni saldırı politikalarının

teşhiri yapıldı. Emekçiler tarafından yapılankonuşmalarda belirgin bir öfke vardı. Son olarakemekçilere Kızıl Bayrak’ı daha çok sahiplenmekokumak ve okutmak gerektiği söylendi.

Kızıl Bayrak Mersin’in dört bir yanında, emekçisemtlerinde, fabrikalarda, sanayi havzalarında dahayaygın ve daha güçlü kullanılmaya devam edecek.Sınıfın ve devrimin sesi, 17. yılında daha fazla işçiyledaha fazla gençle buluşturulacak.

Kızıl Bayrak / Mersin

Kızıl Bayrak Mersinli emekçilerle buluştu

Dayanan son yolculuğuna uğurlandı

Gözlerimizi henüz açmıştık kiHaykırmaya başladık birdenAçlıktan ya da susuzluktan belkiYa da rahat bir uyku uyuyamayacağımızıEl ele verip birlikte çalışamayacağımızıKardeşçe bölüşemeyeceğimizi

ekmeğimiziDüşündüğümüz bu dünyaya geldiğimiz

içindi.Fakat haykırdık yine de: “Biz geleceğiz!”

Batıya göçtük önceSonra Kuzeye ve GüneyeDoğuyu düşünmek neyimize?Sürgün olduk, Dağlarımızdan, toprağımızdan kovulduk.Evimizden, aşımızdan geçtik,Dostlarımızdan, yoldaşlarımızdan alındık.Uğur’ken 13 yerimizden vurulduk, Evrim’ken ateş olduk, tutuştuk.Sonra haykırdık yiğitçe “Biz Kürdüz!”

Aldık elimize orağı,Hasat zamanıydı.Yukarıdan güneş,Aşağıdan toprak,Yanıbaşımda ise kardeşlerim.Daha ne isterim?Buğday, güneş, ben ve kardeşlerim!Adlarını bile bilmediğim,Ya da kim için çalıştıklarını.Fakat aynı ritimle vuruyoruz toprağa işte,Aynı yerlerden yara almış ellerimiz,Aynı tonda kavurmuş yüzümüzü güneş,Ve aynı buğdayla doyurmuşuz karnımızı.İşte bu yüzden haykırdık: “Biz kardeşiz!”

Bazen bir dişlinin parçası olmuşuz,Bazen yeraltında bir maden işçisi.Kot taşlama, tersane belki de.Ya da her sabah fabrikanın yolunu tutan,Yolunun tozunu yutanMilyonlarca işçiden birkaçı yalnızca.Oysa ne kadar da büyükmüş ordumuzBaksanıza,Hepimiz aynı yöne doğru ilerliyor,Aynı geleceği kuruyoruz ellerimizle.Türk, Kürt, Laz, Çerkez,Rum ya da Ermeni,Fark eder mi?Ellerimizi çeksek zaman akmaz olur,Çekici aldık mı bir Bütün dünya sarsılır gücümüzle.Şimdi bu yüzden HAY-KI-RA-LIMKardeşliğin kollarına dolanan,İşçiyi, emekçiyi sarmalayanZincirlerimizi KI-RA-LIM!

Seher Deniz

Haykıralım...

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 11-29