2
SÜRET nma cevher" (Ab- dül emir el-A's em , s. 243-244). ilkesini madde ve (form) di- ye kabul eden Aristo'ya göre mad- dede suretten ibarettir (Meta- fizika, IÖ5•). meydana gelmesi için potansiyel bir güç ve bir imk an sa- ilk madde ancak bir bürün- dükten sonra Kainatta kilsiz madde ve maddesiz bilfiil bunlar özünü iki cevherdir. Bu teoride madde güç, suret ise fiil du- fiil güçten önce için suret maddeden öncedir. zamanda suret , sahnesinde yer alan ilk (kemal) var- ilk ve tam sebebi surettir. Çünkü her nesnenin tarifi ya- Madde ise ikinci derecede bir se- beptir. Fakat bu iki ilke herhan- gi bir söz konusu Bu sebep- le bir konumda madde olan bir ko- numda suret olabilmektedir; mesela ke- reste göre suret, mobilyaya göre maddedir. Aristo'nun felsefesinde de benimsenen göre bir ne anlamak için onun sebebini bil- mek ve ilk sebeplere kadar gitmek gere- kir. O halde kilinatta ortaya her olgu ve dört se- bep Bunlar maddi , fail (muharrik) ve gai sebepten ibarettir. Ancak fail ve gaye sebebi suri sebebe indirge- mek mümkün ilkesi olarak geriye madde ve kalmakta- felsefesinde ilk maddenin su- retle gökkürelerinin dairesel hareketiyle ay lan faal etkisidir. ne mad- de suret in ne de maddenin ilkesidir. Ay alemindeki ve vererek cins ve türleri için faal "vahibü's-suver" diye de Bu nin sebebi kadar "cins ve tür" an- gelen son de sebebidir. Buna göre herhangi bir nesne maddesi iti- bariyle tam sureti tam temsil etmektedir (Farabl , s. 64- 65) . dünyadaki nesnelerin zihindeki so- yut zihnl suret. cins ve türlerine cinsi ve nevi suret, soyut gök- sel ruhani suret gibi Eflatun'un da da suretin olan "suver" ile (bazan müsül) "es-suverü'l-Eflatuniyye" diye ifa- de edilir. 540 : Aristoteles [Aristo], Meta{izika, 105•-• ; Va'küb b. i sh ak ei-Kindi, Felsefi Risaleler (tre. Mahmut Ka- ya ). istanbul2006, s. 186, 240; Farabt. el-Medfne- Albert Nasrl Nadir), Beyrut 1986, s. 64-65; ibn Sina, (1 ), s. 80-89; a.mlf., en-Necat Fa hr l ). Beyrut 1405/ 1985, s. 237-239; Abdülemir el-A'sem, el-Musta- 'inde 'l- 'Arab, Beyr ut 1997, s. 243- 244; Cirar Semih Dügaym, el-Mevsü'a- tü' l- cami'a v e'l-is- lamf, Beyrut 2006, I, 1611-1618. MAHMUT KAYA o TASAVVUF. Tasawufta suretterimi genellikle iki anlamda Birin- cisinde görüntü, zahir, mazhar" gi- bi kelimelerle olarak " bir duyularla görüntüsü ve var- demektir. Bu suret mana gerçeklik gö- rüntü , ruh beden, öz daki zahir duru- Sufiler idrak ettikleri bu sureti tabir ya da te'vil ederek manaya intikal etmeyi, zahirden geçmeyi, görüntüden mecazdan hakika- te bir yorum yöntemi diye be- Rüya misal ale- minde ya da halinde aleminde görülen hayall suretierin gerçek için tabir edilmesi bu yöntemin bir Muhyiddin nü'l-Arabl, Musa fas- ikilemini Man- sur' un öne kavramlardan olan ile de Hz. olaylarda (MO- sa' bindirilip nehre ha- di ses i gibi ) nasut diye isimlendirilen su- retle nehre yani bedeni kastedilir (Fususu'l-hikem, s. 21 9). olarak silret "bir hakikati, ma- hiyeti, ruhu, sebebi" Muhakkik bu anlamdaki su- retle bir ilah! bilgideki hakikatini kas- tederler. Sadreddin Konevi, bir haki- katini idr ak etmenin o ilm-i ilahlde- ki silretini tasawur etmek söy- ler. Buna göre ilm-i ilahlde- ki hakikatleri ilahi yye ). mahiyet- leri (suver-i ilmi yye )" Bu iki irtibat ku- rularak silret "bir ve zihindeki tasawuru" de tarif edilebilir. Bu terim hareketle sureti, sureti, alemin sureti, ilk taayyünün sureti, sureti, hakikatü'l-hakaikin sureti gibi tamlamalar halinde pek çok silret dan söz tamlama "es-suret" kelimesiyle sadece silretini kasteder s. 332; Su ad el-Hakim. s. 572 ). Muhyiddin takipçileri bü- tün merhale ve ve teorilerin i, "Allah -ya da rahman- Adem'i kendi silretine göre ya- hadisindeki (Buhilrl, sil- ret kelimesine anlamlar yükleyerek böylece Allah, alem ve insan ara- ve göre alem sureti, kamil ise hem ale- min hem sureti üzerindedir (e l- N, 21) . üzerinde konulardan biri bir silretinin olup olamaya- meselesidir. Sufiler, bu meseleyi ken- dilerinin tecslme ve Mücessime'- den cevap verirken (Nablus!, s. 77-83), ve cisim" bir sureti olma- kabul etmekle birlikte O'nun dünya- da ve ahirette suretierde tecelli et- ileri gü- silretlerde zuhur deki hareketle mu'tekad" (inançtaki {ib- nü'l -Arab!, Fusüsu'l-hikem, s. 329-348). nü'l-Arabl'den itibaren an- dinler din üzerinde- ki gibi konularda yap- ana gelen mu'tekad bir sil- retinin bir mutla- ka bir surete göre tasavvur etmesi olgu- sundan ortaya göre için silret O'nun özelliklere sahip bir var- ifade eder. Bu yönüyle kendinde toplayan bir olup su- reti de bu bir Bu özel- O' nu bilmeyi (Hücvlrl, s. 398). ta- kipçileri , kendinde toplayan yine ancak kendinde toplayan bir bir ifadeyle Al- bilmenin ancak insan müm- kün sonucuna Bu yönüyle sureti üzerine in- san "kevn-i cami"' diye (Fusüsu 'l- hikem, s. 25) "Allah ken- di silretine göre hadisi böylece, "Allah özelliklere sahip bir olarak Tasav- vuf literatüründe bu hadis naslar- dan da Allah insa- överken "iki elimle (Sad 38/75 ) ve "kendi ruhumdan üf- ledim" (el-Hicr 1 5/29) demektedir.

SÜRET · 2020. 9. 5. · de suretin ne de sılret maddenin ilkesidir. Ay altı alemindeki varlıklara şekil ve sılret vererek cins ve türleri belirlediği için faal akıl "vahibü's-suver"

  • Upload
    others

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • SÜRET

    nma çıkaran cevher" şeklinde olanıdır (Ab-dül emi r el-A'sem, s. 243-244). Varlığın ilkesini madde {heyOI~) ve sılret (form) di-ye kabul eden Aristo'ya göre varlık mad-dede gerçekleşen suretten ibarettir (Meta-fizika, IÖ5•). Varlığın meydana gelmesi için potansiyel bir güç ve bir imkan sa-yılan ilk madde ancak bir şekle bürün-dükten sonra varlık kazanır. Kainatta şekilsiz madde ve maddesiz şeklin bilfiil bulunması im-kansız olduğundan bunlar varlığın özünü oluşturan iki cevherdir. Bu teoride madde güç, suret ise fiil du-rumundadır; fiil güçten önce geldiği için suret maddeden öncedir. Aynı zamanda suret, varlık sahnesinde yer alan canlıların ilk yetkinliği (kemal) sayıldığından var-lığın ilk ve tam sebebi surettir. Çünkü her nesnenin tarifi şekline bakılarak ya-pılır. Madde ise ikinci derecede bir se-beptir. Fakat bu iki ilke arasında herhan-gi bir zıtlık söz konusu değildir. Bu sebep-le bir konumda madde olan bir başka ko-numda suret olabilmektedir; mesela ke-reste ağaca göre suret, mobilyaya göre maddedir.

    Aristo'nun İslam Meşşal felsefesinde de benimsenen görüşüne göre bir şeyin ne olduğunu anlamak için onun sebebini bil-mek ve ilk sebeplere kadar gitmek gere-kir. O halde kilinatta ortaya çıkan her çeşit olgu ve olayın gerçekleşmesinde dört se-bep aranmalıdır. Bunlar maddi, slırl. fail (muharrik) ve gai sebepten ibarettir. Ancak fail ve gaye sebebi suri sebebe indirge-mek mümkün olduğundan varlığın ilkesi olarak geriye madde ve sılret kalmakta-dır. Meşşal felsefesinde ilk maddenin su-retle birleşmesini sağlayan, gökkürelerinin dairesel hareketiyle ay feleğinin aklı sayılan faal aklın etkisidir. Dolayısıyla ne mad-de suret in ne de sılret maddenin ilkesidir. Ay altı alemindeki varlıklara şekil ve sılret vererek cins ve türleri belirlediği için faal akıl "vahibü's-suver" diye de anılmaktadır. Bu bakımdan sılret canlıların ilkyetkinliğinin sebebi olduğu kadar "cins ve tür" an-lamına gelen son yetkinliğin de sebebidir. Buna göre herhangi bir nesne maddesi iti-bariyle tam eksikliği , sureti açısından tam yetkinliği temsil etmektedir (Farabl, s. 64-65). Dış dünyadaki nesnelerin zihindeki so-yut kavramiarına zihnl suret. varlığın cins ve türlerine cinsi ve nevi suret, soyut gök-sel varlıklara ruhani suret denildiği gibi Eflatun'un ideaları da İslam kaynaklarında suretin çağulu olan "suver" ile (bazan müsül) "es-suverü'l-Eflatuniyye" diye ifa-de edilir.

    540

    BİBLİYOGRAFYA :

    Aristoteles [Aristo], Meta{izika, 105•-•; Va'küb b. i sh ak ei-Kindi, Felsefi Risaleler (tre. Mahmut Ka-ya). istanbul2006, s. 186, 240; Farabt. el-Medfne-tü 'l-fi1Zıla ( nş r. Albert Nasrl Nadir), Beyrut 1986, s. 64-65; ibn Sina, eş-Şifa' el-ilahiyyfıt (1), s. 80-89; a.mlf., en-Necat (nşr. Mi'ıcid Fahrl ). Beyrut 1405/ 1985, s. 237-239; Abdülemir el-A'sem, el-Musta-lal;ı.u'l-fe lsefi 'inde 'l-'Arab, Beyrut 1997, s. 243-244; Cirar Cihi'ımi- Semih Dügaym, el-Mevsü'a-tü 'l-cami'a li-mus(alal;ı.a ti 'l-fikri ' l-'Arabf ve'l-is-lamf, Beyrut 2006, I, 1611-1618.

    ~ MAHMUT KAYA

    o TASAVVUF. Tasawufta suretterimi genellikle iki anlamda kullanılmıştır. Birin-cisinde "şekil, görüntü, zahir, mazhar" gi-bi kelimelerle eş anlamlı olarak "bir şeyin duyularla algılanan dış görüntüsü ve var-lığı" demektir. Bu anlamıyla suret mana karşısındaki lafız. gerçeklik karşısındaki gö-rüntü, ruh karşısındaki beden, öz karşısındaki şekil. batın karşısındaki zahir duru-mundadır. Sufiler idrak ettikleri bu sureti tabir ya da te'vil ederek lafızdan manaya intikal etmeyi, zahirden batına geçmeyi, görüntüden gerçekliğe, mecazdan hakika-te ulaşmayı bir yorum yöntemi diye be-nimsemişlerdir. Rüya esnasında misal ale-minde ya da uyanıklık halinde müşahede aleminde görülen hayall suretierin gerçek milnalarına ulaşmak için tabir edilmesi bu yöntemin bir örneğid.ir. Muhyiddin İbnü'l-Arabl, Fuşuşü 'l-J:ıikem 'in Musa fas-lında sCıret-mana ikilemini Hallac-ı Man-sur'un öne çıkardığı kavramlardan olan nasCıt-lahCıt karşıtlığı ile de açıklar. Hz. Musa'nın hayatındaki çeşitli olaylarda (MO-sa' nın kayığa bindirilip nehre atılması ha-disesi gibi ) nasut diye isimlendirilen su-retle nehre salınan kayık, yani Musa'nın bedeni kastedilir (Fususu'l-hikem, s. 21 9). İkinci olarak silret "bir şeyin hakikati, ma-hiyeti, ruhu, sebebi" anlamında kullanılmıştır. Muhakkik sufıler bu anlamdaki su-retle bir şeyin ilah! bilgideki hakikatini kas-tederler. Sadreddin Konevi, bir şeyin haki-katini idr ak etmenin o şeyin ilm-i ilahlde-ki silretini tasawur etmek olduğunu söy-ler. Buna göre sCıret "eşyanın ilm-i ilahlde-ki hakikatleri ( hakaik- ı ilahiyye). mahiyet-leri (suver-i ilmiyye)" manasında kullanılmıştır. Bu iki anlamı arasında irtibat ku-rularak silret "bir şeyin bütünlüğü, yapısı, toplamı ve zihindeki tasawuru" şeklinde tarif edilebilir. Bu terim anlamından hareketle Tanrı'nın sureti, insanın sureti, alemin sureti, ilk taayyünün sureti, varlığın sureti, hakikatü'l-hakaikin sureti gibi tamlamalar halinde pek çok silret tarzından söz edilmiştir. İbnü'l-Arabl tamlama olmaksızın "es-suret" kelimesiyle sadece

    Hakk'ın silretini kasteder (Kaşanl. s. 332; Suad el-Hakim. s. 572).

    Muhyiddin İbnü'l-Arablve takipçileri bü-tün merhale ve unsurlarıyla varlık anlayışlarını ve yaratılış teorilerin i, "Allah -ya da rahman- Adem'i kendi silretine göre ya-rattı" hadisindeki (Buhilrl, "İsti'zan", ı) sil-ret kelimesine anlamlar yükleyerek açıklamışlar, böylece Allah, alem ve insan ara-sındaki ilişki ve benzerliğin açıklanmasını hedeflemişlerdir. İbnü'I-Arabl'ye göre alem Hakk'ın sureti, insan-ı kamil ise hem ale-min hem Hakk'ın sureti üzer indedir (el-Fütaf:ıtitü'l-Mekkiyye, N, 21) .

    SCıfilerin üzerinde durduğu konulardan biri Tanrı'nın bir silretinin olup olamaya-cağı meselesidir. Sufiler, bu meseleyi ken-dilerinin tecslme düştüğü ve Mücessime'-den oldukları iddialarına cevap verirken tartışmışlar (Nablus! , s. 77-83), Tanrı'nın "şekil ve cisim" anlamında bir sureti olma-dığını kabul etmekle birlikte O'nun dünya-da ve ahirette farklı suretierde tecelli et-tiğini ileri sürmüşler, Hakk'ın kıyamet gü-nü farklı silretlerde zuhur edeceği şeklindeki anlayıştan hareketle " ilah-ı mu'tekad" (inançtaki il~h) kavramına ulaşmışlardır {ib-nü'l-Arab!, Fusüsu 'l-hikem, s. 329-348). İbnü'l-Arabl'den itibaren sCıfilerin Tanrı an-layışları , dinler arası ilişkiler, din üzerinde-ki görüş ayrılıkları gibi konularda atıf yap-tıkları ana kavramların başında gelen ilah-ı mu'tekad anlayışı, Tanrı'nın aslında bir sil-retinin olmayışıyla insanın bir şeyi mutla-ka bir surete göre tasavvur etmesi olgu-sundan ortaya çıkmıştır.

    İbnü'l-Arabl'ye göre Tanrı için silret O'nun zıt özelliklere ( il~hl sıfatiaraJ sahip bir var-lık olduğunu ifade eder. Bu yönüyle Tanrı zıtları kendinde toplayan bir varlık olup su-reti de bu zıtlığın bir toplamıdır. Bu özel-liği O'nu bilmeyi imkansıziaştırmaktadır (Hücvlrl, s. 398). Ancakİbnü'l-Arablve ta-kipçileri , zıtları kendinde toplayan varlığı yine ancak zıtları kendinde toplayan bir varlığın bilebileceği , diğer bir ifadeyle Al-lah'ı bilmenin ancak insan vasıtasıyla müm-kün olabileceği sonucuna varmışlardır. Bu yönüyle Hakk'ın sureti üzerine yaratılan in-san "kevn-i cami"' diye isimlendirilmiştir (Fusüsu 'l-hikem, s. 25) "Allah insanı ken-di silretine göre yarattı" hadisi böylece, "Allah insanı zıt özelliklere sahip bir varlık olarak yarattı" anlamı kazanmıştır. Tasav-vuf literatüründe bu hadis başka naslar-dan yararlanılarak da açıklanır. Allah insa-nın yaratılışını överken "iki elimle yarattığım" (Sad 38/75 ) ve "kendi ruhumdan üf-ledim" (el-Hicr 15/29) demektedir. SCıfiler

  • ayetteki iki eli iki zıt nitelik (celal-cemal gibi ). Hakk'ın ruhunu da O'nun sureti şeklinde yorumlamışlardır.

    BİBLİYOGRAFYA :

    Hücviri, Keş{ü'l-mahcCıb ( Uludağ). s. 398; İbnü'I-Arabi, FusCısu 'l-hikem (tre. ve şerh Ekrem De-mirli). İstanbul 2006, s. 25, 219, 329-348; a.mlf .. el-Fütaf:ı[ıtü 'l-Mekkiyye, Beyrut, ts ., IV, 21; Sad-reddin Konevi, Tasauuu{ Meta{iziği: Mi{ttihu gay-bi'l-cem ue 'l-uücCıd (tre. Ekrem Demirl i). İ stanbul 2002, s. 14, 23; Abdürrezzak ei-Kaşani, Ta-sauuuf Sözlüğü (tre. Ekrem Demirl i). İ stanbul 2004, s. 332; Abdülgani b. İsmail en-Nablusi, Ger-çek Varlık: Vahdet-i VücCıd 'un Müdataası (t re. Ekrem Demirli). İ stanbu l 2003, s. 77-83 vd.; Su-ad el-Hakim, İbnü 'l-Arabl Sözlüğü (tre. Ekrem Demirl i) , İstanbul 2005, s. 571-575.

    il E KREM D EMiRLi

    SÜRETÜ'I-ARZ ( J>}lf Ö; }'"' )

    İbn Havkal'in (ö. N./X . yüzyıl) İslam dünyası coğrafyasına dair eseri

    L

    L

    (bk. İBN HAVKAL).

    SÜRİ, Muhammed b. Ali ( i.Ş;,_..J I ~ 0! ~ )

    Ebu Abdillah Muhammed b. Ali b. Abdillah es-Suri

    (ö. 441/ 1049)

    Hadis alimi ve şair.

    _j

    _j

    376 (986) veya 377 (987) yılında Lüb-nan'ın güneyindeki sahil şehri Sur'da doğdu, Sahill ve Şami nisbeteriyle de anılır. ilk eğitimini Sur'da aldı. Sekiz yaşlarında iken şair ve edip Ebu Muhammed Hasan b. Ha-mid'den şiir dinledi. 389'da (999) Sayda'-da İbn Cümey' ei-Gassanl ve Muhammed b. Leys ei-Mevsıli'den hadis öğrendi. Daha sonra Trablus'ta muhaddislerin ve ede-biyatçıların meclislerine devam etti. Hu-mus'ta şiir öğrenimini sürdürdü. Aska-lan'da Ebü'l-Feth Ahmed b. Mutarrif ei-Askalani'den edebiyat okudu, şiirlerini ve diğer eserlerini rivayet etmek üzere on-dan icazet aldı. Tahsilini ilerietmek mak-sadıyla Mısır'a gitti; orada birkaç yıl kala-rak hadis Mfızı Abdülgani b. Said ei-Ezdi başta olmak üzere birçok alimden hadis yazdı . önceleri şiir ve edebiyatla meşgul olan Suri yaşı ilerledikten sonra hadis tah-siline ağırlık vererek hadis meclislerine de-vam etti. En bar, Kufe, Basra ve Ukbera'yı bu amaçla dolaştı. Onun sadece Basra'-da 400 hocadan faydalandığı belirtilmiştir (İbnü'l-Cevii . m. 322) . Suri 418'de ( ı 027) hayatının sonuna kadar kalacağı Bağdat'a yerleşti. Orada hadis Mfızlan Ebu Muham-med Hasan b. Muhammed ei-Hallal, Ebü'l-

    Hasan Ali b. Ahmed en-Nuayml gibi alim-lerden faydalandı ve hadis ilminde önemli şahsiyetler arasında yer aldı. Bu sebeple hacası Abdülganl el-Ezdl de kendisinden rivayette bulunmuş . bazan adını açıkça zikretmiş. bazan da kinayeli bir ifadeyle ondan Verd b. Ali diye söz' etmiştir.

    Surl'nin önde gelen talebesi Hatlb ei-Bağdadl onunla uzun müddet beraber ol-du ve kendisinden çok miktarda hadis yaz-dı. Ebü'l-Hüseyin b. Tuyurl, Sur! öldüğünde onun kız kardeşinin yanında on iki çu-val kitabı bulunduğunu , Hatlb ei-Bağdadl'nin bu bölgeye gittiğinde Tari ]]. u Bag-dad dışında kalan eserlerinin çoğunu Su-rl'nin bu kitaplarından istifade ederekyaz-dığım ileri sürmüşse de (Yaküt, Mu'cemü'l-üdebfi', N. 21-22) Zehebl çeşitli kimseler tarafından nakledilen bu iddianın doğru ol-madığını belirtmekte, Hatib'in hafıza gü-cü, hadis seyahati, hadis öğrenme ve onu anlama bakımından Surl'den daha üstün olduğunu söylemektedir (A'lamü'n-nübe-la' , mııı . 283 ). Sun'nin diğer talebeleri ara-sında Ca'fer b. Ahmed es-Serrac, Ebü'I-Velid el-Bad ve Kadılkudat Ebu Abdullah ed-Dameganl de bulunmaktadır. Elinden kan aldırdıktan sonra bir daha iyileşerneyen Sur! 29 Cemaziyelahir 441 'de (28 Ka-sım 1049) Bağdat'ta vefat etti ve Bağdat Camii Kabristanı'na defnedildi.

    Hadis ilmine olan vukufu ve derinliğiyle bilinen Sürl'nin bu yönüne işaret eden Hatlb ei-Bağdadl "Bağdat'a hadis ilmini ondan daha iyi bilen bir kimse gelmedi" demiştir. Sur! çok kuwetli olan Mfızasına dil uzatanlara, "ResGiullah 'ın hadislerinden hangisini istiyorsanız senedini söyleyin, si-ze metnini okuyayım, yahut metnini oku-yun, size senedini bildireyim" diye karşılık vermiştir (Zehebl, Te?kiretü 'l-f:ıuff~. lll . ı 115- 1 ı 16 ). Onun hadis öğrenme ve öğretmedeki titizliği dile getirilmekte, bazan bir hadisi şeyhine defalarca okuduğu , ha-tasını gördüğü zaman şeyhini bile t enkit etmekten çekinmediği , bir raYinin ve riva-yetinin doğruluğundan emin olmadıkça on-dan kesinlikle hadis rivayet etmediği belir-tilmektedir. Bir gözü görmemesine rağ men bir ciltlik yazıyı bir r isaleye sığdıracak kadar ince yazı yazma yeteneğine sa-hipti. Süri aynı zamanda güzel ahlaklı , ge-çimli . nüktedan ve şakacı bir kişiliğe sa-hipti. Hadis rivayet ederken şaka yapma-sı dolayısıyla eleştirilmiş , o da bu konuda kendisini kınayanlara şiirle cevap vermiştir. Hadisçiteri ve hadis ilmini eleştireniere reddiye mahiyetinde şiirler yazmıştır. Surl. Hanbeli mezhebine bağlıydı. Ömrü-nün sonlarında zühde meyletti. Onun bay-

    SORlLER

    ram ve teşrik günleri dışında bütün yılı oruçlu geçirdiği kaydedilmiştir.

    Eserleri. 1. el-Feva'idü 'l-'avdli'l-mü'er-re]J.a mine'ş-şıJ:ıahi ve'l-gara'ib . Surl. ak-ranı olan Ali b. Muhassin et-Tenuhl'nin ri-vayet ettiğ i , on dokuzu hadis olmak üze-re ali isnadlı yirmi beş rivayeti bu çalışmasında tahr'ic etmiştir (nş r. Ömer Abdüsse-lam Tedmürf. Beyrut 1406/1985. 5. cüz). z. el-Feva'idü '1-münte]fiit ve '1-gara'ibü '1-J:ıisan 'ani'ş-şüyu]J.i'l-Kufiyyin. Ebu Ab-dullah Muhammed b. Ali ei-Aievl'den seç-tiği rivayetleri bu çalışmasında bir cüzde toplamıştır (nş r. ömer Abdüsselam Ted-mürl. Beyrut 1407/1987). 3. Ba]fıyye min mecmu'ati eJ:ıadi§ ma'a müldJ:ıazatin ii na]fdi'l-esanid. Fuat Sezgin'in British Mu-seum'da (MahtOtat Şa rkıyye, nr. 3057/ 2, vr. 45-46) nüshasının bulunduğunu belirt-tiği risale, el-Feva'idü'l-'avali'l-mü'erre-]J.a mine'ş-şıJ:ıai:ı ve'l-gara'ib'in sonun-da Feva'id ii na]fdi'l -esanid adıyla yayımlanmıştır (s. 109-1 14). Surl'nin bazı eserler üzerine yazdığı notları ve tenkitleri de bu-lunmaktadır. Darekumi'nin Z:ikru esma'i't-tabi'in'e dair yazdığı haşiyenin bir nüsha-sı Köprülü Kütüphanesi'ndedir (nr. 40/4). Ayrıca Darekutnl'nin Ricalü'l-Bu{J.ari ve Müslim adlı eseri hakkında h§şiyeleri. Ber-dlcl'nin Taba]fatü'l-esma'i'l-müfrede mi-ne'ş-şaJ:ıabe ve 't-tabi'in ve aşJ:ıabi'l-J:ıadi§'i ile İbn Sa'd'ın et-Taba]fiitü'l-kübra'-sı üzerine notları ve eleştirileri bulunduğu belirtilmiştir.

    BİBLİYOGRAFYA :

    Ali b. Muhassin et-TenCıhi. el-Feua'idü 'l-'aua-li'l-mü'erre!Ja mine'ş-ş ıl;ıa l;ı ue 'l-gara'ib (nş r. ömer Abdüsselam Tedmüri) , Beyrut 1406/1985, neşredenin girişi , s. 11 -42; Hatib, Tani) u Bagdad, lll, 103; Sem'ani, el-Ensab (BarGdl) . lll, 565; İbnü ' ICevzi. el-Munta?am (Ata). XV, 322-324; Yaküt, Mu'cemü 'l-büldan, lll , 433-434; a.mlf .. Mu'ce-mü 'l-üdebii', IV, 21-22; İbn Abdülhacfi. 'Ulemtı'ü'll;ıadfş, lll , 308-31 1; Zehebi. Te?kiretü 'l-l;ıuf{fı4, lll , ll 14-1 ll 7; a.mlf., A'la.mü'n-nübela', XVII, 627-631; XVIII , 283; Sezgin, GAS (Ar. ), 1, 483 .

    L

    li] NuRi TOPALOi'iLu

    SÜRİLER

    Kuzey Hindistan 'da hüküm süren bir İslam hanedam

    (1540-1564). _j

    Hanedanın kurucusu Şlr Şah Sur Feri-düddin b. Miyan Hasan. Hindistan 'ın ku-zeybatı bölgesindeki Ruh'ta yaşayan Af-gan asıllı Sür kabilesine mensuptur. Bun-dan dolayı hanedan Surller adını almıştır. Ferldüddin'in babası Miyan Hasan. Delhi Sultanlığı' nın bir kolu olan Lüdller'in hiz-

    541