Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
İSTİKLAL MARŞI VE ANLAM DÜNYASI
Yayın
Nida Yayıncılık Dağıtım Pazarlama İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti.Sertifika No: 27580
Balaban Ağa Mah. Büyük Reşit Paşa Cad. Yümni İş Merkezi No: 16/11 Fatih/İstanbul Tel: 0212 527 93 86 Faks: 0212 635 03 [email protected]
Baskı
Step Ajans Matbaa Ltd. Şti.Sertifika No: 12266
Göztepe Mah. Bosna Cad. No: 11 Bağcılar/ İstanbul Tel: 0212 446 88 46
nidayayincilik.com.tr
Yayın YönetmeniMehmet Kurşunlu
EditörDoç. Dr. Mahmut Öztürk
MizanpajMahmut Öztürk
KapakSadık Enes Erkut
Kitabın Adıİstiklal Marşı ve Anlam Dünyası
Basım1. Baskı / Mart 2019
ISBN978-605-7565-49-5
Yayın ve NoNida Akademi: 12
© 2019 Nida YayıncılıkHer hakkı mahfuzdur. Tanıtım dışında kaynak göstermek suretiyle kısa alıntılar hariç, yayıncının yazılı izni olmaksızın yayınlanamaz; görsel, işitsel ve elektronik ortamlarda kopyalanamaz ve çoğaltılamaz. Kitapta yer alan bölümlerin hukuki sorumluluğu ve bütün telif hakları yazarlarına aittir.
Âkif’in şiirindeki en baskın duygu belki de hüzündür.
Zira Âkif’in yaşadığı dönem (1873-1936) Osmanlı’nın hep
toprak kaybettiği, yenilginin hâkim olduğu ve binlerce
şehidin verildiği bir dönemdir. Muhtemelen bu yüzden olsa gerektir ki Âkif’in yaşamına hep mücadele ve üzüntü
egemen olmuştur. Âkif’in şiirini yaşadığı çağı bilmeden
onu anlama imkânı yoktur.
Âkif, yaşamı boyunca birçok değişikliğe şahitlik etmiş-
tir. Monarşi, meşruti yönetim ve cumhuriyet dönemlerini
müşahede etmiştir. Bunun yanı sıra Osmanlı’nın dağılışını ve Balkanların elden çıkışını yakinen yaşamıştır (Bektaş,
2017: 14). O, hem kendi esas mesleği olan baytar kimliği
ile hem de bir dava adamı kimliği ile Anadolu’yu köy köy,
kasaba kasaba gezmiştir (Atay, 2017:36). Anadolu halkı-
nın istilacılara karşı verdiği mücadeleyi şiiriyle sonuna
kadar desteklemiş, sadece desteklemekle kalmamış bu mücadeleye bizzat katılmıştır.
Mehmet Âkif, toplumcu bir şair ve fikir adamı olarak
düşüncesini tamamen dini bağlamda oluşturmuş ancak
din adına yapılan yobazlığa karşı da samimi bir duruş
ortaya koymuştur. Âkif’in düşüncesini özetleyen en vuru-
Dr. Öğr. Üyesi. Harran Üniversitesi Eğitim Fakültesi
cu ifade İstiklâl Marşı’nda telaffuz edilmiştir. Bu ifade İs-
tiklâl Marşı’nın 2. ve 10. kıtasında yer alan “Hakkıdır Hakk’a tapan, milletimin İstiklâl” mısraıdır.
Âkif, toplumcu bir şair ve dava adamıdır. O’nun top-
lumculuğu başta gençler olmak üzere topluma yönelik
beklenti ve misyon odaklıdır. Nitekim İstiklâl Marşı’nın 5.
kıtasında gençlerden beklentisini ifade etmiştir. Bu beklen-ti tamamen İslam toplumunun içinde bulunduğu hal ile
ilgilidir. İşgal altındaki toprakların kurtarılmasına dönük
beklentisini gençler üzerinde ifade ederek bu konudaki
düşüncelerini şu sözlerle ifade etmiştir:
“Arkadas! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın... Belki yarından da yakın.”
Yine İstiklâl Marşı’nın 6. Kıtasında da; şu ifadelerle
gençleri bir anlam arayışına ve saygıya davet etmektedir:
“Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”
Âkif, toplumun geri kalmışlığına ilişkin olarak şikâyeti-
ni dile getirir. Ona göre mutlaka bir toplumsal değişme
yaratılmalıdır. Ama O, toplumun değişmesini yakarak
yıkarak değil, ıslah ederek düzeltmeden yanadır (Öztürk
2017:70). Bu yüzden de eğitimi çok önemser. Mehmet
Âkif’in belki de eğitim temalı en önemli şiiri Safahat’taki
Vaiz Kürsüde adlı şiiridir. Âkif burada bir ihtiyarın ağzın-dan geri kalmışlığımızın nedenlerini analiz ederek çözüm
üretir. Üretilen çözümler arasında siyaset, ordu, sanat ve
ekonomi vardır. Âkif bunları önemli görmekle birlikte bun-
ların hiçbirinin esas kurtarıcı olduğu fikrini benimsemez.
Ona göre esas çözüm eğitim ve öğretmendir. Bir ülkenin
de en önemli ordusu, öğretmenlerden oluşan ordudur.
O’na göre öğretmen ordusuyla başarılamayacak hiçbir şey
yoktur. Bunun örnekleri de Almanya, Fransa ve Prus-
ya’dır. Âkif’in kalkınmayı ve dönüşümü hatta egemenliği
eğitimle ilişkilendirmesi derin gözlem kabiliyetinin göster-
gesi olarak kabul edilebilir. Bu konudaki düşüncelerini şu
biçimde ifade eder (Ersoy 2017:241-242):
Bir ihtiyar yalınız dinleyip bidayette;
Mahalle mektebi lazım! demiş, nihayette.
Zavallının sözü pek anlaşılmamış ilkin:
Bunak! diyen bile olmuş düşünmeden; lakin,
Herif, bu söz ne demektir, güzelce şerh etmiş;
Deminki lafları pek vakıfane cerh etmiş.
Sonunda: Kuvvetimiz, şüphesiz, ilerlemeli;
Fakat düşünmeli her şeyde önceden temeli.
Teammüm etmesi lazım ma'arifin mutlak:
Okur yazarsa ahali, ne var yapılmıyacak?
Donanma, ordu birer ihtiyac-ı mübrimdir,
O ihtiyacı, fakat, öğreten muallimdir!
Deyip karârını vermiş ki, aynen icraya,
Konunca ortaya çıkmış, bugünkü Almanya.
Sedan’da orduyu teslim eden Fransızlar,
- Ki her zaman o vukuatı yad edip sızlar -
Ne der, bilir misiniz? Hem de öyledir inanın:
Muallim ordusudur harbeden Prusyalı'nın;
Muallim ordusu, lakin asıl muzaffer olan!
Bu sözden almalıdır, hiç değilse, ibret alan.
Yine Âkif, Asım’ında belirttiği gibi, Batı’nın ilerlemeci-
liğine karşı kayıtsız değildir. Gençlerin Batı’dan bilim öğ-
renmesine de karşı değildir. Karşı olmadığı gibi bilimin
alınmasından ve İslam topraklarına getirilmesinden yana-
dır. Bu fikrini şu mısralarla ifade ederek Asım isimli ese-
rinde bitirir (Ersoy 2017:401):
Sen geçenlerde demiştin ki: “Yazık hâlâ biz,
Dünkü ilmin bile bigânesiyiz, cahiliyiz.
İşte fıkdânı bu ihmâl edilen ma’rifetin,
Nesli bir acze düşürmüş ki, bugün, memleketin,
Bir yığın kuvveti var, hem ne tabî’î de, henüz,
Biz o kuvvetlere eller gibi hâkim değiliz!
Yarının ilmi nedir, hâlbuki? Gâyet müdhiş:
‘Maddenin kudret-i zerriyyesi’ uğraştığı iş.
O yaman kudrete hâkim olabilsem diyerek,
Sarf edip durmada birçok kafa binlerce emek.
Onu bir buldu mu, artık bu zemin: Başka zemin.
Çünkü bir damla kömürden edecekler te’min,
Öyle milyonla değil; nâ-mütenâhî kudret! ...
İbret al kendi sözünden, aman oğlum, gayret!
Âkif, Batı’nın bilimde ileri olduğu kabul eder. Ve hatta onlara imrenir. Batı’daki bilimsel gelişmeleri de takip eder.
Gençlere de Batı’ya gidip bilim öğrenmelerini ve çabucak
kedi ülkelerine dönerek faaliyetlerine devam etmelerini
tavsiye eder. Âkif, inkılapçıdır. Bu kavramı da şiirlerinde
sık sık vurgular. Ama O’na göre inkılap, bilimsel ilerleme-
dir. Bu konudaki düşüncelerini şu mısralarda ifade eder
(Ersoy 2017:402):
Bir yılın var daha zannımca?
- Evet.
-Bak, ne kolay!
Lâkin ihvân-ı kirâmın?
- Çoğunun altışar ay.
-Hep giderler ya, beraberce?
- Giderler, ma’lûm.
- Hepsinin mesleği sağlam mı?
- Evet, müsbet ulûm.
- İnkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız,
Nerdesin hey gidi Berlin? diyerek yollanınız.
Altı ay, bir sene gayret size eğlence demek...
Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek!
Hani, bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz;
Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz.
Şark’ın âgûşu açıktır o zaman işte size;
O zaman varmanın imkânı olur gâyenize;
O zaman dinlerim artık seni, Âsım, bol bol...
- Yarın akşam gideriz.
- Öyle mi? Berhurdâr ol.
(1919).
Âkif’e göre her yere okullar açılmalıdır. Bu okullar
hem çarpık düşüncelerin oluşmasını engelleyecek hem de
cehaleti yok edecektir. Uğranan musibetlerin temelinde
her zaman cehaletin parmağı vardır (Ersoy 2017:242).
- Ne çare! ibrete hala heveslidir çoğumuz;
Yetişmemiş gibi dünyaya ibret olduğumuz! –
Şu cehlimizle musibet mi kaldı uğramadık?
Mahalle mektebi lazım, düşünmeyin artık!
Mahalle mektebi olsaydı bizde vaktiyle;
Ya uğrasaydı kalanlar güzelce ta'dile;
Yarım pabuçla gezen, donsuz üç buçuk zibidi,
Bir Arnavudluğu isyana kaldırır mı idi?
Âkif’e göre esas sorun cehalettir ve cehaletin ancak okulla aşılması mümkündür. Ayrıca Osmanlı toplulukları-nın kitap okumamasından, kendisini geliştirmemesinden şikâyetçidir. Bu durumu şu mısralarda dile getirir (Ersoy 2017:242):
Felaketin başı, hiç şüphe yok, cehaletimiz;
Bu derde çare bulunmaz - ne olsa - mektepsiz.
Ne Kürd elifbeyi sökmüş, ne Türk okur, ne Arab;
Ne Çerkeş'in, ne Laz'ın var bakın, elinde kitab!
Âkif, zamanın dilinden de haberdardır. Ve ona göre toplumun kalkınması ve değişmesi tamamen okul merkez-lidir (Ersoy 2017:242).
Hülasa, milletin efradı bilgiden mahrum.
Unutmayın şunu lakin: Zaman: Zaman-ı ulum!
Zaman zaman-ı ulum olmasaydı böyle, yine,
- Kemal-i şevk ile madem atılmışız dine –
Okur yazar olacaktık sıyaneten dini:
Onun ma'arife vabeste, çünkü te'mini.
Âkif, ilim, okul ve öğretmeni esas çare olarak görür. Ona göre ideal öğretmen imanlı, edepli, liyakatli ve vic-danlı kişidir. Bu dördü bir araya gelmeden görevin gereği gibi icra edilmesi mümkün değildir. Bu dördünden yoksun öğretmenleri de çekirge sürüsü olarak nitelendirerek, yara-tacakları tahribata dikkat çekmiştir. Zira iyi yetişmiş bir
öğretmenin millete faydası ne kadar çoksa, dinden, ilim-den, irfandan yoksun olduğu halde öğretmen payesi alan bir kişinin de zararı o derece büyüktür (Ersoy 2017:242).
Demek ki: Atmalıyız ilme doğru ilk adımı.
Mahalle mektebidir işte en birinci adım;
Fakat; bu hatveyi ilkin tasarlamak lazım.
Muallim ordusu derken, çekirge orduları
Çıkarsa ortaya, artık hesab edin zararı!
Muallimim diyen olmak gerektir imanlı;
Edebli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.
Bu dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü, büyük;
Âkif, okula ciddi anlamlar yüklemenin yanı sıra eleşti-rel de bakmaktadır. Özellikle de son dönem Osmanlı med-resesine... Zira ona göre medrese büyük ölçüde işlevini yitirmiştir. Artık geçmişte yetiştirdiği büyük kişilikleri yetiş-tirmekten aciz bir hal almıştır. O bu durumu, Asım’da şu mısralarla ifade eder (Ersoy 2017:374):
Öyle hiç kendini aldatmaya kalkışmamalı,
Hangimiz, başka metâız? Hepimiz Tırhallı!
Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnü’r-Rüşd’ü?
İbni Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?
En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma’nâ çıkaran.
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ,
İhtiyâcâtını kâbil mi telâfî? Aslâ.
Âkif, gençliğin tutumundan memnun değildir. Ona
göre gençlik bir buhran yaşamaktadır. Yaşanan bu buh-
ran gençlerin fiziksel görünümüne o denli yansımıştır ki,
Âkif bu tip gençlere züppe demekten kendini alamaz. Du-
rumdan muzdariptir (Ersoy 2017:249):
Bu zübbeler acaba hangi cinsin efradı?
Kadın desen, geliyor arkasından erkek adı;
Hayır, kadın değil, erkek desen, nedir o kılık?
Demet demetken o saçlar, ne muhtasar o bıyık?
Sadası baykuşa benzer, hıramı saksağana;
Hülasa, zübbe demiştim ya, artık anlasana!
Ona göre bu züppeler Batı hayranıdır ve Batı’ya duy-dukları hayranlık Batı’da üretilmiş ahlaksızlığın taklidinden ibarettir (Ersoy 2017:250-251).
Şu zübbeler de, bugün, aynı ruhu gösterdi.
Fransız'ın nesi var? Fuhşu, bir de ilhadı;
Kapıştı bunları yirminci asrın evladı!
Ya Alman'ın nesi var zevki okşayan? Birası;
Unuttu ayranı, ma'tuha döndü kahrolası!
Âkif, bu mısralarıyla gençlerin Batı’dan ancak bira,
fuhuş ve din dışılık öğrendiklerini ifade ederek kendi değer ve sembollerini unuttuklarından şikâyet etmektedir. Bu-
nunla beraber Âkif, Batı’ya karşı toptan retçi bir bakış açı-
sına sahip değildir. O, gençlerin Batı ile temasının çarpık-
lığından şikâyetçidir. Ona göre gençler pekâlâ Batı’dan
bilim de getirebilirler. Ve bu durum bize de katkıda bulu-
nacaktır (Ersoy 2017:251).
Heriflerin, hani, dünya kadar bedayi'i var:
Ulumu var, edebiyyatı var, sanayi'! var.
Giden birer avuç olsun getirse memlekete;
Döner muhitimiz elbet muhit-i ma'rifete.
Âkif’e göre gençlik Asım gibi olmalıdır. Asım tabir ye-
rindeyse Âkif’in ütopyasıdır. Bu ütopyada geçen Asım’a dair şunları söyler (Ersoy 2017:383):
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir Hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Âkif, Asım’a büyük bir sevgi beslemektedir. Ancak bu
sevgi şehadetten daha öte değildir. Âkif kendi yarattığı
ütopyasını da şehadete feda etmeye hazırdır. Bu düşünce-
lerini şu mısralarla ifade eder (Ersoy 2017:395):
Kaplamış yurdumun âfâkını, mâdem, şühedâ...
Varsın olsun kalanın uğruna Âsım da fedâ.
Âkif düşüncelerini 1908 yılında yayınlanmaya başla-
yan Sırat-ı Müstakim dergisinde ifade etmiş ardından bazı
çalkantıların neticesinde dergi, Sebil’ür Reşad adını almış-
tır. Âkif düşüncelerini Milliyetçi/Turancı ve hatta kimi Batı-
cı yazarlarla aynı platformda dile getirmiştir (Efe,
2008:163). Âkif açısından bakıldığında burada belki de en
dikkat çekici yazarlar İttihad-ı İslam taraftarı olan İslamcı
yazarlar Reşit Rıza, Muhammed Abduh ve Cemalettin
Afgani’dir. Zira Âkif, İslam düşüncesini büyük ölçüde bu
yazarlardan almıştır. Âkif bu İslamcı düşünürlerden o denli
etkilenmiştir ki, Asım adlı yapıtında Abduh’a çok özel bir önem atfeder. Ona göre Abduh gerçek bir devrimcidir ve
Asım da onu örnek almalıdır (Ersoy 2017:398).
Şimdi Âsım, edebiyyâtı bırak, bir tarafa;
Daha ciddî işimiz var, geçelim başka lâfa.
Gâlibâ söylediğim yoktu? Evet, hiç yoktu:
Mısr’ın en muhteşem üstâdı Muhammed Abdu,
Konuşurken neye dâirse Cemâleddin’le;
Der ki tilmîzine Afganlı:
-Muhammed, dinle!
İnkılâb istiyorum, başka değil, hem çabucak.
Öne bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak,
Nazariyyât ile bir şeyler olur zannetme...
O berâhîni de artık yetişir dinletme!
Çünkü muhtâc-ı tezâhür değil isti’dâdın...
Afgani’nin Abduh’a tavsiyeleri üzerinden Âkif, medre-senin ya da okulun önemine ve yeni bir neslin yetiştirilme-sine dikkat çeker (Ersoy 2017:399).
Şüphe yok, hakk-ı semûhîleri var Üstâd’ın...
Gidelim bir yere, hattâ şu bizim Sûdân’a;
Yeni bir medrese te’sîs edelim urbâna.
Daha üç beş de fazîletli mücâhid bulalım.
Nesli tehzîb ile, i’lâ ile meşgûl olalım.
Çıkarıp gönderelim, hâsılı, Şeyh’im, yer yer,
Oradan âlem-i İslâm’a Cemâleddin’ler.”
Bu, fakat yirmi yıl ister ki kolay görmüyorum...
Yirmi günlük işe bak sen!
- Kulunuz ma’zûrum.
Kıssadan hisse çıkarsak mı, ne dersin Âsım!
Anlıyorsun ya, zarar yok, daha iy’anlaşalım:
İnkılâb istiyorum ben de, fakat, Abdu gibi...
Yoksa, ellerde kör âlet efeler tertîbi,
Bâbıâlî’leri basmak, adam asmakla değil.
Çek bu işten bütün ihvânını, kendin de çekil.
Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya,
Varsa imkânı, yarın avdet edin Avrupa’ya.
Peki, Mehmet Âkif’i bu denli etkileyen Afgani ve ar-kadaşlarının düşünceleri nelerdir? Cündioğlu (1994) Af-
gani’ye dair “O, çok uzun sürmemiş olan hayatı boyunca
zekâsının kıvraklığına ve tefekkür ufuklarının derinliğine,
hatta böylesine bir zekâyı ve muhakeme kabiliyetini bes-
leyen engin birikimine rağmen, geride, iki kitap ve birkaç
makalesi istisna edilirse çok da yazılı bir şey bırakmamış-tır... Merhum Afgani'nin başlıca katkısı ve kanaatimizce
başarısı, mevcut vasata da uygun olarak, âdeta dört bir
yandan kuşatma altına girmiş olan İslâm coğrafyasındaki
huzursuzlukları, kıpırdanmaları bilinçli bir direnişe, ciddi
bir karşı koyuşa dönüştürebilmiş olmasında aranmalıdır.”
biçiminde ifadeler kullanmaktadır.
Mehmet Âkif Ersoy’u birçok şairden ayıran önemli
farklardan biri de onun bir din âlimi olmasıdır. Çünkü O,
manzumelerinde Kur’an’-ı Kerim’den ayetlere yer vermiş
ve Milli Mücadele yıllarında İstanbul’da Beyazıt, Fatih ve
Süleymaniye camileri, Balıkesir’de Zağanos Paşa camii,
Kastamonu’da Nasrullah camii gibi pek çok camide vaaz-
lar vermiş ve dini sohbetlerde bulunmuştur (Demirci,
2016:1). Âkif buralarda verdiği vaazlarında hem halkı Milli
Mücadeleye ilişkin olarak bilinçlendirmiş hem de toplum-
daki dinin yanlış anlaşılmasına ilişkin fikirlerini açıklamış-
tır. Şiir, makale ve vaazlarında birlik ve beraberlik, man-dacılığa karşı tam bağımsızlık, durmadan çalışmak, gayret
ve azim, asla umudu yitirmemek, sünnetullah, yanlış sabır
ve tevekkül algısı, menfi milliyetçilik, dinde samimiyet gibi
konular çıkmaktadır. (Öztürk, 2018:623-648)
Mehmet Âkif için ana problemlerden birisi de toplum-
daki yanlış din anlayışıdır. Onun Kur’an’la olan ilişkisi
tamamen mana odaklıdır. Anlamı anlaşılmamış Kur’an
okuma yaklaşımına mesafelidir. Âkif,
Öyle bir kavim ki, Âşık Ömer’i ezberler,
Sonra Kur’ân’ı sıkılmaz da yüzünden heceler.
diyerek bilinçten yoksun din anlayışına eleştiri getir-mektedir. Yine bu mısralarda dikkat çekici başka bir hu-susta bu mısralarda kullandığı “kavim” ifadesidir. Burada-ki kavim ifadesi ile kastedilen şey ile İstiklâl Marşı’nın ikin-ci kıtası ve onuncu kıtalarında ifade edilen “Kahraman
ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celal?” ve “Ebediyyen sa-
na yok, ırkıma yok izmihlal” mısralarında geçen ırk ifadesi eş anlamlı kullanılmıştır. Âkif’te ırk ve kavim ifadeleri gü-nümüzde kullanılan bu ifadelerle anlam bakımından hiçbir yakınlığa karşılık gelmemektedir. Âkif’teki bütün ırk ya da kavim içerikli ifadelerden ümmet anlayışını anlamak, doğ-ru olandır (Ersoy 2017:182).
Hani, milliyetin İslâm idi… Kavmiyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın ya milliyetine.
"Arnavut" ne demek? Var mı şeraitte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri,
Arap'ın Türk'e; Laz'ın, Çerkez'e yahut Kürd'e;
Acem'in Çinli'ye rüçhânı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer!
Fikri kavmiyeti tel'in ediyor Peygamber.
Âkif, tefrika ya da bölücülüğe şiddetle karşı çıkar.
O’na göre etnik köken üzerinden yapılan bütün tartışma-
lar ve meşruiyet arayışları gayr-i meşrudur. Bu konudaki
ikazlarını da tüm Osmanlı toplumuna yapmakta ve sonu-
ca karşı her kesimi uyarmaktadır. O’na göre milliyetçiliğin
başarılı olması halinde tüm Osmanlı toplumu kaybedecek-
tir. Bu durumu şu mısralarla ifade eder (Ersoy 2017:183):
En büyük düşmanıdır Ruh-u Nebi tefrikanın;
Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın!
Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel,
Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?
Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamberin ilâhî sözünü…
Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.”
Bu mısralarla Âkif, sadece ırkçılığı eleştirmekle kal-
mamakta aynı zamanda ırk üzerinden oluşmuş bölünmüş-
lüğü şiddetle reddederek bunun İslam coğrafyasının ko-layca sömürülmesine ve yok edilmesine hizmet edeceğini
vurgulamaktadır. Bu vurguyu en çarpıcı olarak Berlin Ha-
tıraları’nda dile getirir. Ona göre Mısır İslam Dünyası’nın
adeta kafası, Hind kıtası ise kalbidir. Ve bu bölgeler İngiliz
tehdidi altındadır. Ancak bu tehditler öyle zora ya da güce
dayalı tehditler değildir. Bu tehdit fikir düzeyindedir ve milliyetçilik akımıdır. Bu düşüncelerini şu mısralarla dile
getirir (Ersoy 2017:301-302).
Üzülmeyin, yaşamaktan kesin ümîdinizi!
Hakîkat ortada, ma’nâsı var mı evhâmın?
Bilirsiniz ki: Mısır, kâinât-ı İslâm’ın
O sıska gövdesi üstünde âdetâ kafası;
Diyâr-ı Hind ise, göğsünde kalb-i hassâsı;
Sizinkiler de, kımıldanmak isteyen koludur.
Ki boş bırakmaya gelmez, ne olsa korkuludur!
Biz İngilizler olup hâli önceden müdrik;
O beyne pençeyi taktık, o göğse yerleştik.
O halde bir kolu kalmış ki bizce çullanacak,
Yolundadır işimiz bağladık mı kıskıvrak!
Hem öyle zorla değil, çünkü “fikr-i kavmiyyet”
Eder bu gâyeyi teshîle pek büyük hizmet.
O tohm-i lâ’neti baştan saçıp da orta yere,
Arap’la Türk’ü ayırdık mı şöyle bir kere,
Ne çarpınır kolu artık, ne çırpınır kanadı;
Halîfe’nin de kalır sâde bir sevimli adı!
Irk konusunda Âkif’in ana referansı İslam’dır. Ve ırkçı-
lık Hz. Peygamber tarafından lanetlenmiştir. Âkif, etnisite
bağlamında her hangi bir üstünlük iddiasına da sahip de-
ğildir. Ona göre herhangi bir ırkın ötekine üstünlüğü yok-tur. Nitekim Âkif, aşağıdaki mısralarda Arnavut kökenli
olduğuna vurgu yaptığı halde, bu konuda bir övünme ve
kendini farklı görme eğilimine girmemiştir (Ersoy
2017:183).
Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum,
Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum!
Âkif’e göre fikirlerin, kültürlerin, geleneklerin, ırkların
çeşitliliğinden hakikatler ortaya çıkar. Bunların farklılığı
husumet, kavga değil, zenginliklerimizdir. Türkün, Kürtün,
Arabın, Arnavutun, Çerkezin birbirlerine bir üstünlükleri yoktur. Hepsi kardeş, hepsi Âdem ile Havva’nın çocukla-
rıdırlar (Bilgi 2017:132).
Âkif’in muzdarip olduğu ana problem yanlış din anla-
yışıdır. O, dinin doğru anlaşılmamış olmasını geri kalmışlı-ğın ana sebebi olarak görür (Ersoy 2017:151).
Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet, bilseydik,
Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik,
"Böyle gördük dedemizden!" diye izmihlali,
Boylayan bir sürü milletlerin olsun hali.
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?
O’nun dinin yanlış anlaşılmasına ilişkin itirazları son
derece güçlüdür. Lafzın okunup anlamın göz ardı edilme-
sine şiddetle karşı çıkar. Ve bu durumu şu mısralarla ifade
eder (Ersoy 2017:152):
Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur'an'ın,
Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın:
Ya açar nazm-ı celilin bakarız yaprağına;
Yahut üfler, geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!
Bu havalidekiler pek yaya kalmış dince;
Öyle Kur'an okuyorlar ki: sanırsın Çince
Belki de Kur’an’ın anlaşılması bağlamında en vurucu
ifadelerin yukarıdaki mısralar olduğunu söylemek müm-
kündür. Zira Âkif, toplumumuzun geri kalmışlığını bir öl-
çüde dinin doğru anlaşılamamasına bağlamaktadır. Ata-
lardan görme din anlayışının bilinci körelttiği ve bununda geri kalmışlığa neden olduğunu belirterek, mutlaka anla-
ma odaklanmanın gerekliliğini vurgulamaktadır. Ayrıca
yine toplumda yerleşik olan ölüye Kur’an okuma anlayışı-
nı mizahi bir dille de eleştirmektedir. Âkif’e göre Kur’an’ı
doğru okuma ve anlama anlayışı Asım adlı şiirinde belirt-
tiği şu mısralardaki gibi olmalıdır (Ersoy 2017:375):
“Doğrudan doğruya Kur'an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı.”
Ona göre Kur’an, okunduğu her çağda, okunan çağın
algısı ve problemleri ile birlikte ele alınarak değerlendiril-
melidir. Kur’an ya da İslam çağından kopuk bir biçimde
anlaşılamaz. Âkif, her fırsatta yerleşmiş çarpık din anlayışı
ile geleneğin din olarak algılandığı anlayışı reddetmektedir
(Ersoy 2017:366).
Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dini;
O yerin gökten inen dini, hayatın dini?
Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek?
Müslümanlık mı dedin? Tevbeler olsun, ne demek!
Hani Kur'an'daki ruhun şu heyulada izi,
Nasıl İslam ile birleştiririz kendimizi?
Âkif bu mısralarda da İslam ile gündelik din pratiği
arasındaki uçuruma dikkat çekerek, taklit ile elde edilmiş
din anlayışına yönelik eleştiriler getirmiştir. Akpınar’a
(2013: 36) göre Âkif, Kur'an toplumda karşılaşılan tüm
problemlere ilkesel çözümler de getirmektedir. Bu prob-
lemlerin en önemlileri Müslümanların bölünmüşlüğü, me-
deniyette gerileme ve zillet içerisinde kıvranmadır. Bu du-
ruma düşülmüş olmasının esas sebebi de Kur’an’ı doğru
anlamamak ve onun gereklerini yerine getirmemektir.
Bütün bu açılardan bakıldığında Mehmet Âkif Ersoy,
çağının diliyle konuşmayı başarmış bir entellektüel ve âlimdir. Zira Âkif bir yandan adına müspet ilimler dediği
çağdaş bilimlere kulak kabartmış, diğer yandan dini bilgiyi
ve Kur’an’ın her çağa hitap eden yapısını birbiriyle yo-
ğurmuştur. Âkif, İslam toplumuna değer biçerken mutaas-
sıp davranmamaktadır. Kimi zaman mizah ve istihza da dâhil, kendine özgü bir üslupla toplumdaki cehaleti ve
bağnazlığı eleştirmektedir. Batı’ya da hakkını vererek ça-
basını takdir etmekte ama İslam coğrafyasına yönelik em-
peryalist emellerine de sert bir biçimde karşı durmaktadır.
Âkif, din, iktidar, bilim vb. konularda son derece berraktır.
Lafı eğip bükmez. Ne söyleyecekse doğrudan söyler.
Âkif, aynı zamanda didaktik bir şairdir. Şiirini davası-
na hizmet için kullanır. Romantik duygulara kapılmaz ve
şiirini de böyle görmez ya da yazmaz. Şiiri tamamen me-
saj vermek için kullanır. Bu anlamda Âkif, bir dava ve fikir
adamıdır. “Âkif’in dinî karakterde olan şiirlerinde daha
çok didaktizm, zaman zaman da lirizm sezilir. Onu bazen hikmetli sözler sarf eden bir filozof tavrı içinde görürüz.”
(Bilgi 4/7 Ekim 2018:110)
Yine Âkif’in şiirinde belki de en çok yer işgal eden te-
malar okul ve eğitimdir. O eğitimi, İslam toplumlarının
kalkınmasının ve değişiminin aracı görür. Onda ana imge,
Asım’dır. Asım Batı’ya yabancı değildir. Batıcı değildir. Batı’nın medeniyetine karşı da değildir. Asım batının ilim
ve fenninin farkında olan, bu bilgiyi doğuya getirmeye
çalışan ve kendi dini değerleriyle barışık bir figürdür. As-
lında Âkif’in Asım imgesiyle kendini anlattığını söylemek
mümkün görünmektedir.
Mehmet Âkif, sadece bir şair değildir. O belki de şiiri
büyük ölçüde araç olarak görmüş gerçek anlamda bir mü-
tefekkirdir. Tarih, din, felsefe, sanat ve daha birçok alanda
fikir sahibidir. Ama onun en ayırt edici özelliği dertli kişili-
ğidir. Bu dertli kişilik kendine dair bencil bir dertlenme
değildir. O halkı için dertlenen biridir.
Âkif, sözü eğip büken biri değildir. O, gerçek diye her
neyi biliyorsa, dosdoğru söyleyen bir kişiliğe sahiptir. Üs-
lubundaki bu açıklığa ve sertliğe rağmen toplumsal değiş-
mede hep ıslahatçı bir kişilik görünümüne sahiptir. Âkif’e
göre toplumu değiştirmenin ve mazide kalan müreffeh
günlere kavuşmanın yolu eğitimden başka bir şey değildir.
Bu yüzden eğitimi çok önemser. Ona göre esas çözüm
eğitim ve öğretmendir. Bir ülkenin de en önemli ordusu,
öğretmenlerden oluşan muallim ordusudur. O öğretmen-
leri o kadar önemser ki, O’na göre öğretmen ordusuyla
başarılamayacak hiçbir reform ya da iş yoktur.
Akpınar, A. 2013. Vahyin Aydınlığında Yaşayan Adam:
Mehmet Âkif. Ankara: Türkiye Diyanet İşleri Baş-
kanlığı Yayınları.
Atay, R. 2017. İstiklâl Marşı’nın Doğduğu Ortam (Ed.
Mahmut Öztürk). Anadolu’ya Vurulan Mühür İstiklâl
Marşı. Şanlıurfa.
Bektaş, E. 2017. İstiklâl Marşı’nın Doğduğu Ortam (Ed.
Mahmut Öztürk). Bir Şiir Olarak İstiklâl Marşı. Şan-
lıurfa.
Bilgi, Levent. 2017. Anadolu’ya Vurulan Mühür İstiklâl
Marşı. Şanlıurfa: Kastaş Yayınevi.
Bilgi, Levent. 2018. “Mehmet Âkif Ersoy’un Ezanlar Şiiri Üzerine Bir Deneme”. II. Uluslararası Gap Sosyal
Bilimler Kongresi. Şanlıurfa:4/7 Ekim 2018.
Cündioğlu, D. 1994. Cemaleddin Afgani. haksozha-
ber.net/okul/cemaleddin-afgani-568yy.htm Eri-
şim:11 Şubat 2019.
Demirci, M. 2016. Mehmet Âkif Ersoy’un Kur’an Tasav-
vuru. Yüksek Lisans Tezi. Atatürk Üniversitesi Sos-
yal Bilimler Enstitüsü. Erzurum.
Efe, A. 2008. Uzun Soluklu İslamcı Bir Dergi: Sebilurre-
şad. Marife Dergisi. Yıl:8. Sayı:2. S. 157-180.
Ersoy, M. A. 2017. Safahat. Şanlıurfa: Edessa Yayınları.
Öztürk, M. (2018). Mehmet Akif’in Cami Kürsülerinde Zikrettiği Ayetler Ve Yorumları. Uluslararası Cami
Sempozyumu (Sosyo-Kültürel Açıdan). 08-09 Ekim
2018 Malatya.
Öztürk, M. (2017). İstiklâl Marşı’nı Kur’ân-ı Kerîm Işığında
Okumak (Ed. Mahmut Öztürk). Anadolu’ya Vurulan
Mühür İstiklâl Marşı. Şanlıurfa.