27
SEVDİĞİM ŞİİRLER

SEVDİĞİM ŞİİRLER - bayramarici.com · 2 ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol

Embed Size (px)

Citation preview

SEVDİĞİM

ŞİİRLER

1

İÇİNDEKİLER

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE .............................................. 2 SAKARYA TÜRKÜSÜ ....................................................... 3 SİYAH GÖZLERİNE BENİ DE GÖTÜR ................................ 4 CENK MARŞI ................................................................... 4 KALDIRIMLAR ................................................................. 5 BU VATAN KİMİN ........................................................... 5 OTUZBEŞ YAŞ ŞİİRİ ......................................................... 6 İSTANBUL’U DİNLİYORUM ............................................. 6 ÇOBAN ÇEŞMESİ ............................................................ 7 BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR ..................................... 7 TÜRKÜLER DOLUSU ....................................................... 8 SEN BİR CEYLAN OLSAN ................................................. 9 DENİZ TÜRKÜSÜ ............................................................. 9 MERDİVEN ................................................................... 10 SERENAD ...................................................................... 10 NERDESİN..................................................................... 10 ANLATAMIYORUM ....................................................... 10 MONA ROZA ................................................................ 11 ARIYORUM ................................................................... 12 BÜLBÜL ........................................................................ 13 TÜRKÇE HAYKIRIR ........................................................ 14 TÜRKÇEM ..................................................................... 14 SESSİZ GEMİ ................................................................. 14 KARA TOPRAK .............................................................. 15 BİZE TÜRK DERLER ....................................................... 15 BAĞLANMAYACAKSIN .................................................. 16 GÖZ GAZELİ .................................................................. 16 ANNECİĞİM .................................................................. 17 IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN ............................ 17 HAVZA YOLLARINDA MUSTAFA KEMAL ....................... 18 DUR YOLCU .................................................................. 18 ATATÜRK'TEN SON MEKTUP ........................................ 19 MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI ...................................... 19 ANEY ............................................................................ 20 DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ ..................................... 21 SENİ ELE SEVİREM Kİ... ................................................. 22 DADAŞ KIZIYIM ............................................................ 22 BAHAR GELSİN... .......................................................... 23 BEN DADAŞIM .............................................................. 23 B A R ............................................................................. 24 MOHAÇ TÜRKÜSÜ ....................................................... 25 BEN SANA MECBURUM ............................................... 25 HAN DUVARLARI .......................................................... 26

2

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!" Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ! Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam, Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak, Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi. Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek. Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. "Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına; Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât! Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber. MEHMET ÂKİF ERSOY

3

SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya: Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir: Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat: Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne? Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine: Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur. Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük? Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!.. Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal; Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan: Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan! Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu? Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna? Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya. Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su: Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek: Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz: Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya: Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! NECİP FAZIL KISAKÜREK

4

SİYAH GÖZLERİNE BENİ DE GÖTÜR

daha dokunmadan kurudu irem

çöllere bir türlü yağamıyorum

yeni bir koşuşun başlangıcında

biraz deprem sonrası

biraz şehir hülyası

bir kalp yangınından geriye kalan

siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere

sığamıyorum

pembe uçurtmalar yollandığından beri

sarardı tiryaki menekşeleri

sonbaharın tozlu kafeslerinde

sevgi turnaları yakalıyorum

turnalar gidiyor; ben kalıyorum

avareyim, asûdeyim, yorgunum

bilmiyorum neden sana vurgunum

erzurum garında banklar üstünde

uyku tutmuyor karanlıkları

yitik düşlerimi kovalıyorum

gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

binbir türlü kokuyorsa yaylalar

siyah gözlerine beni de götür

baharın koynundan koparıp sana

ipek bir mendile sardığım yüreğimle

şehzade gülleri gönderiyorum

umutlar kalıyor; ben gidiyorum

bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini

kaptanları sorgulayan

yanından geçen küheylanların

korku tûfanına yakalandığı

siyah gözlerine beni de götür

güneş ülkesinden gelen yiğitler

benzeri olmayan bir dünya kursun

cellat, ayrılığın boynunu vursun

usul usul intizârı çürüten

bu hercai diken, bu çılgın arzu

sürüklüyor imkânsız muştuların

eşiğine gönül vâdilerini

bir ağaçtan düşen yapraklar gibi

düşüyorum tanyerine

ya topla yaralı kırlangıçları

ya da bu vefâsız şarkıyı bitir

özgürlüğe giden tutsaklar gibi

siyah gözlerine beni de götür

Nurullah Genç

CENK MARŞI

ey sürüden arkaya kalmış yiğit arkadaşın gitti haydi sen de git bak ne diyor ceddi şehidin işit haydi git evladım uğurlar ola haydi git evladım açıktır yolun zalimlere karşı bükülmez kolun bayrağı çek ön safa geçmiş bulun uğurun açık olsun uğurlar ola. eşele bir yerleri örten karı ot değil onlar dedenin saçları dinle şehit sesleridir rüzgarı haydi git evladım uğurlar ola haydi git evladım açıktır yolun zalimlere karşı bükülmez kolun bayrağı çek on safa geçmiş bulun uğurun açık olsun uğurlar ola haydi levent asker uğurlar ola yerleri yırtan sel olup taşmalı dağ demeyip taş demeyip aşmalı sende ki coşkunluğa er şaşmalı kahraman askerim uğurlar ola haydi git evladım açıktır yolun zalimlere karşı bükülmez kolun bayrağı çek ön safa geçmiş bulun haydi levent asker uğurlar ola haydi git evladım uğurlar ola.

Mehmet Akif ERSOY

5

KALDIRIMLAR Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık. Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi.. NECİP FAZIL KISAKÜREK

BU VATAN KİMİN Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun uğrunda Kendini tarihe verenlerindir. Tutuşup kül olan ocaklarından, Şahlanıp köpüren ırmaklarından, Hudutta gaza bayraklarından Alnına ışıklar vuranlarındır. Ardına bakmadan yollara düşen, Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan, Huduttan hududa yol bulup koşan, Cepheden cepheyi soranlarındır. İleri atılıp sellercesine Göğsünden vurulup tam ercesine, Bir gül bahçesine girercesine Şu kara toprağa girenlerindir. Tarihin dilinden düşmez bu destan, Nehirler gazidir, dağlar kahraman, Her taşı yakut olan bu vatan Can verme sırrına erenlerindir. Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil, Bu sevgi bir kuru ifade değil, Sencileyin hasmı rüyada değil, Topun namlusundan görenlerindir. Orhan Şaik Gökyay

6

OTUZBEŞ YAŞ ŞİİRİ Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç fark ettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında. CAHİT SITKI TARANCI

İSTANBUL’U DİNLİYORUM İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı Önce hafiften bir Rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar Rüzgârında ter kokuları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan; Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum. ORHAN VELİ KANIK

7

ÇOBAN ÇEŞMESİ Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi. Ey suyun sesinden anlayan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi? Gönlünü Şirin'in aşkı sarınca, Yol almış hayatın ufuklarınca; O hızla dağları Ferhad yarınca, Başlamış akmağa çoban çeşmesi O zaman başından aşkındı derdi, Mermeri oyardı, taşı delerdi. Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi, Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi! Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu, Kerem'in sazına cevap veren bu Kuruyan gözlere yaş gönderen bu... Sızmazdı toprağa çoban çeşmesi Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda; Ateşten kızaran bir gül arar da, Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi. Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar: Beyhude seslenir, beyhude çağlar Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi Faruk Nafiz Çamlıbel

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor. Ve bir göğüs, nefes almak için; Rüzgâr bekliyor. Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli, Kim demiş meçhul asker diye? Destanını yapmış, kasideye kanmış. Bir el ki; ahretten uzanmış, Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler! Öpelim temizse dudaklarımız, Fakat basmasın toprağa, temiz değilse ayaklarımız. Rüzgârını kesmesin gövdeler Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar, kasideler. Geri gitsin alkışlar, geri, Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri! Ona oğullardan, analardan dilekler yeter, Yazın sarı, kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin, Gel süngülü yiğit, alkışlasınlar Şimdi sen söyle söz senin. Şehitler tepesi boş değil, Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için; Rüzgâr bekliyor! Destanı öksüz, sükutu derin meçhul askerin; Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli, Kim demiş meçhul asker diye?.. ARİF NİHAT ASYA

8

TÜRKÜLER DOLUSU

Kirazın derisinin altında kiraz Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var. Canıma ciğerime dek işlemiş Canıma ciğerime Sapına kadar. Elma dalından uzağa düşmez Ne yana gitsem nafile. Memleketin hali gözümden gitmez Binbir yerimden bağlanmışım Bundan ötesine aklım ermez. Yerliyim yerli olmasına İlmik ilmik damar damar Yerliyim Bir dilim Trabzon peyniri Bir avuç tiftik Bir çimdik çavdar Bir tutam şile bezi gibi Dişimden tırnağıma kadar Ressamım Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım Taşıma toprağıma toz konduranın Alnını karışlarım. Şairim şair olmasına Canım kurban şiirin gerçeğine, hasına İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter Eğri büğrü, kör topal kabulüm Şairim Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası Ayak seslerinden tanırım Ne zaman bir köy türküsü duysam Şairliğimden utanırım. Şairim Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm Hey hey yine de hey hey Salınsın türküler bir uçtan bir uca Evelallah hepsinde varım Onlar kadar sahici Onlar kadar gerçek, İnsancasına, erkekçesine "Bana bir bardak su" dercesine Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler Türkülerimiz Ana südü gibi candan Ana südü gibi temiz Türkülerde tüter dağ dağ yayla yayla Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. Ah bu türküler, Köy türküleri Dilimizin tuzu biberi Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni Ben türkülerden aldım haberi. Ah bu türküler köy türküleri Ne düzeni belli ne yazanı Altlarında imza yok ama İçlerinde yürek var

Bedri Rahmi Eyüboğlu

9

SEN BİR CEYLAN OLSAN

Sen bir ceylan olsan ben de avcı Avlasam çöllerde saz ile seni Bulunmaz dermanı yoktur ilacı Vursam yaralasam söz ile seni. Kurulma sevdiğim gözelim deyin Bağlanma karayı alları geyin Ben bir çoban olsam sen de bir koyun Beslesem elimde tuz ile seni. Koyun olsan otlatırdım yaylada Tellerini yoldurmazdım hoyrada Balık olsan takla dönsen deryada Düşersem toruma hız ile seni. Veysel der ismini koymam dilimden Ayrı düştüm vatanımdan ilimden Kuş olsan da kurtulmazdın elimden Eğer görsem idi göz ile seni.

Aşık Veysel ŞATIROĞLU

DENİZ TÜRKÜSÜ

Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!

Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.

Ömrünün geçtiği sâhilden uzaklaştıkça

Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,

Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık

Başka bir çerçevedir, git gide, dünyâ artık.

Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;

Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...

Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala

O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.

Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;

Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.

Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri,

Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...

Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;

Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.

Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,

Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"

Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,

Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan!

Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,

Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,

Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,

Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...

İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

Y.Kemal BEYATLI

10

MERDİVEN

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak Sular sarardı yüzün perde perde solmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller Durur dallarda alevden kanlı bülbüller Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta Ahmet Haşim

SERENAD

Yeşil pencerenden bir gül at bana Işıklarla dolsun kalbimin içi. Geldim işte mevsim gibi kapına, Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak Ben aşkımla bahar getirdim sana. Tozlu yollardan geçtiğim Uzak iklimden şarkılar getirdim sana. Şeffaf damlalarla titreyen ağır Goncanın altında bükülmüş her sak; Senin için dallardan süzülen ıtır, Senin için yasemin, karanfil, zambak... Bir kuş sesi gelir dudaklarından Gözlerin gönlümde açar nergisler, Düşen bin öpüştür yanaklarından Mor akasyalarla ürperen seher. Pencerenden bir gül attığın zaman Işıklarla dolacak kalbimin içi.. Geçiyorum mevsim gibi kapından, Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ. Ahmet Muhip Dıranas

NERDESİN

Geceleyin bir ses böler uykumu, İçim ürpermeyle dolar: -Nerdesin? Arıyorum yıllar var ki ben onu, Aşıkıyım beni çağıran bu sesin. Gün olur sürüyüp beni derbeder, Bu ses Rüzgârlara karışır gider Gün olur peşimden yürür beraber, Ansızın haykırır bana: - Nerdesin? Bütün sevgileri atıp içimden, Varlığımı yalnız ona verdim ben, Elverir ki bir gün bana derinden, Ta derinden bir gün bana "Gel!" desin. Ahmet Kutsi Tecer

ANLATAMIYORUM Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum ORHAN VELİ KANIK

11

MONA ROZA

Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza, siyah güller, ak güller Ulur Aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona Roza, bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek Zeytin Ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen Rüzgâr Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ellerin ve parmakların Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir, södü lambalar Uyu da turnalar girsin Rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki, ben, Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar Su kenarında Ki, ben, Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım sığmaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev Alev sardı her tarafımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış Birgün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler, o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen Bir tüy ki, kapalı gece ve güne Altın bilezikler, o kokulu ten Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! Mona Roza, siyah güller, ak güller. Sezai Karakoç

12

ARIYORUM

Karamanoğlu Mehmet Bey’i arıyorum; Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı? Bir ferman yayımlamıştı: “Bugünden sonra dîvânda, dergâhta, bergâhta, mecliste, meydanda Türkçe’den başka dil konuşulmaya!” diye… Hatırlayanınız var mı? Dolanın yurdun dört bir yanını; Çarşıyı, pazarı, köyü, şehri; Fermana uyanınız var mı? Nutkum tutuldu, şaşırdım, merak ettim; Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere, Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı? Tanıtımın demo, sunucunun spiker; Gösteri adamının showman, radyo sunucusunun discjokey; Hanımağa’nın first lady olduğuna şaşıranınız var mı? Dükkânın store, bakkalın market, torbanın poşet; Mağazanın süper, hiper, grosmarket; Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı? İlan tahtasının billboard, sayı tabelasının skorboard; Bilgi akışının brifing, bildirgenin deklarasyon; Merakın, uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı? Bırakın eli, öz’ün bile seyrek uğradığı; Beldelerin girişinde wellcome, Çıkışında good-bye okuyanınız var mı? Korumanın, muhafızın bodyguard; Sanat ve meslek pirlerinin duayen; İtibarın, saygınlığın prestij olduğunu bileniniz var mı? Seki’nin, alanın platform, merkezin center; Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final; Özlemin, hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı? İş hanımızı plaza, bedestenimizi galleria; Sergi yerlerimizi center room, showroom; Büyük şehirlerimizi, megakent diye gezeniniz var mı? Yol üstü lokantamızın fast-food; Yemek çeşitlerimizin mönü olduğu yerlerde; Hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı? İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks, Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre; Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı? Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik; Vurguncunun spekülatör, eşkıyanın mafya; Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmaya sponsorluk diyeniniz var mı?

Mesireyi, kır gezintisini picnic; Bilgisayarı computer, hava yastığını air-bag; Pekâlâ’yı, olur’u okey diye söyleyeniniz var mı? Çarpıcı, önemli haberler flash haber; Yaşa, var ol sevinçleri oley oley; Yıldızları star diye seyredeniniz var mı? Vırvırık dağının tepesindeki köyde; Cafe-show levhasının altında; Acının da acısı, neskaaaave içeniniz var mı? Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken; Dilimizin çalındığını, talan edildiğini; Öz’ün, el diline özendiğine içi yananınız var mı? Masallarımızı, tekerlemelerimizi; Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik; Türkçemiz elden gidiyor; dizini döveniniz var mı? Karamanoğlu Mehmet Bey’i arıyorum; Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı? Bir ferman yayımlamıştı: Hayal meyal hatırlayıp da sahip çıkanınız var mı? YUSUF YANÇ

13

BÜLBÜL

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım; Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı, Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı. Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl... Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım; Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım! Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd, Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd, 0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu. Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi; Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi! -Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin; Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ? 0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun; Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun, Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen. Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın, Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın. Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda; Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda, Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır? Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım: Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda! Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı, Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı! Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu, SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu. Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın; Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın; Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın! Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*) [Safahât, Yedinci Kitap] (*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu; tetkikine de imkân yoktu. Mehmet Akif Ersoy

14

TÜRKÇE HAYKIRIR

Bakü’den Tuna’ya ayak izleri Türk'ün varlığını Türkçe haykırır Lehçenin, şivenin tatlı sözleri Türk'ün varlığını Türkçe haykırır. Özbekistan, Kırgız gardaşım benim Cananım ciğerim, sırdaşım benim Aynı soy, aynı boy, ırktaşım benim Türk'ün varlığını Türkçe haykırır. Birdir kültürleri birdir dilleri Birbirine bezer bütün halleri Aynı millet başka başka illeri Türk'ün varlığını Türkçe haykırır. Tarihi simalar nurani yüzler Onların yolundan yürüyen bizler Ahmet Yesevi’den hikmetli sözler Türk'ün varlığını Türkçe haykırır. Kahraman Şeyh şamil Dağıstanlıdır Hatırası bizde hala canlıdır Türk’ün her safhası anlı şanlıdır Türk'ün varlığını Türkçe haykırır. Özümüz, sözümüz, izimiz bizim Gözümüz, yüzümüz, pozumuz bizim Sazımız, nazımız, yazımız bizim Türk'ün varlığını Türkçe haykırır. Ayıramaz bizi yüz yıllar çağlar O kadar güçlü ki bizdeki bağar Bir sevgi seli ki yürekler dağlar Türk'ün varlığını Türkçe haykırır. Mikdat Bal

TÜRKÇEM

Seninle anlatırım hüznümü, kederimi, bütün derdimi. Seninle anlatırım aşkımı, sevdamı ve nefretimi. Seninle yalnızlığım son bulur, yoldaşımsın sen. Seninle susuzluğum gider, hayat pınarımsın sen. Anamdan, atamdan öğrendim ben ilk seni, Sonra kitapları tanıdım, öğretmenden bildim seni. Bazen köz köz oldu yüreğim, dökemedim içimi. Ama sen hep vardın, vakti gelince kurtardın beni. Türkçem, sesim, sözüm, özümsün, gece gören gözümsün. Yunusum, Emrahım, Veyselim, Reyhanimsin dilim sen. Gelecek nesillere mirasımsın, Türklüğün bayrağısın sen. Seninle cihana hükmetti soyum, onurum, şerefimsin sen. ..

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler. Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden. YAHYA KEMAL BEYATLI

15

KARA TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yârim kara topraktır. Beyhude dolandım, boşa yoruldum Benim sadık yârim kara topraktır. Nice güzellere bağlandım kaldım Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum Her türlü istediğim topraktan aldım Benim sadık yarim kara topraktır Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi Kazma ile dövmeyince kıt verdi Benim sadık yarim kara topraktır Adem'den bu deme neslim getirdi Bana türlü türlü meyve bitirdi Her gün beni tepesinde götürdü Benim sadık yarim kara topraktır. Karnın yardım kazmayınan, belinen Yüzün yırttım tırnağınan, elinen Yine beni karşıladı gülünen Benim sadık yarim kara topraktır İşkence yaptıkça bana gülerdi bunda yalan yoktur herkes de gördü Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi Benim sadık yarim kara topraktır. Havaya bakarsam hava alırım Toprağa bakarsam dua alırım Topraktan ayrılsam nerde kalırım Benim sadık yarim kara topraktır. Bir dileğin varsa iste Allah'tan Almak için uzak gitme topraktan Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan Benim sadık yarim kara topraktır. Hakikat istersen açık bir nokta Allah kula yakın, kul da Allah'a Hakkın gizli hazinesi toprakta Benim sadık yarim kara topraktır. Bütün kusurumu toprak gizliyor Merhem çalıp yaralarım düzlüyor Kolun açmış yollarımı gözlüyor Benim sadık yârim kara topraktır. Her kim ki olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel'i bağrına basar Benim sadık yârim kara topraktır. ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

BİZE TÜRK DERLER

Vatan denen güzel yârımız var Aşkından muzdarip bîmarımız var. Kem niyeti iflah olmaz düşmanın, Etten örülmüş bir duvarımız var. Kılıç kabzasıyla arzı titrettik, Her biri bir ordu hünkârımız var. Ecdatla ne kadar övünsek azdır, Türklük gibi yüce şiarımız var. Tarihte yiyenler tadını bilir, Çok meşhur Osmanlı şamarımız var. Millî haysiyetim bayraklaşacak, Milletçe verilmiş kararımız var. Ufukta başladı umut sancısı, Yarınlarda güzel baharımız var. Tarih sayfaları zaferle dolu, Hiç zarar etmedik, hep kârımız var. İslâmiyet kalkan, Türklük zırhımız, İmânla belenmiş tabarımız var. Tarih mert olarak tanıdı bizi, Hiç bozulmamış bir ayarımız var. Cahit Can

16

BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam" demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden. Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini... Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim" diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. Meselâ turuncuya ya da pembeye. Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak... CAN YÜCEL

GÖZ GAZELİ

Dalından koparılmış taze bir karanfildir gözlerin Bir tatlı hüzün ve sahilsiz bir denizdir gözlerin En deli yağmurlarla gelen bir bahar mevsiminde Rengarenk çiçeklerle bezenmiş bademdir gözlerin Umut iklimlerine sevinçle kanat açarken bütün kuşlar Annesini kaybetmiş bir yavru pelikandır gözlerin Hasretin en dayanılmaz ateşlerine düştügüm o günde Bana hayat veren pınar ve serin bir gölgedir gözlerin Ve en güzel baharlarda saçalrıma kara yağarken şimdi Gönül hanemi viran eyleyen bir haramidir gözlerin Kim demiş şefkati yok hem merhametsizdir diye h, yavrusuna keder emziren bir annedir gözlerin Yakub gibi Yusuf'unu hasretle beklerken ben Bir gece yarısı ansızın çıkıp gelen eceldir gözlerin Rıdvan Canım

17

ANNECİĞİM

Ak saçlı başını alıp eline, Kara hülyalara dal anneciğim! O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tüy gibi sal anneciğim! Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, Gecenin ardında yine gece var; Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, Yaşlı gözlerinle kal anneciğim! Gözlerinde aksi bir derin hiçin, Kanadın yayılmış, çırpınmak için; Bu kış yolculuk var, diyorsa için, Beni de beraber al anneciğim!... NECİP FAZIL KISAKÜREK

IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden Bebekler hayta hayta yürümeden Geleceğim diyorum, geleceğim sana Ne olur kesin bir takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Beklesen de olur, beklemesen de Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde Hangi ses yürekten çağırır beni sana Geleceğim diyorum, takvim sorma bana -Ihlamur çiçek açtığı zaman. Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi? Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden Gemileri yaksalar da geleceğim sana On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana -Ihlamur çiçek açtığı zaman. Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız Ey benim alfabemdeki kadîm Elif Ne güzellik, ne de tat var baharsız Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Ihlamurlar çiçek açtığı zaman Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan Kimseye uğramam ben sana uğramadan Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana Takvim sorup hudut çizdirme bana Ben sana çiçeklerle geleceğim -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Bahaeddin KARAKOÇ

18

HAVZA YOLLARINDA MUSTAFA KEMAL

Mahmur dağın başında bir duman, bir duman, Mustafa Kemal'in başında daha bir duman. Dağ düşünür gündüz gece, başından duman gitmez, Mustafa Kemal düşünür gündüz gece, başından duman gitmez. Dağların başında duman eksik olmaz, Soy yiğidin başından duman eksik olmaz. Mahmur dağının dumanlarına baktı da dedi. Mustafa Kemal, Köroğlu olmak ne güzel şu dağlarda, Tutmak gece gündüz denizlerin yolunu, yol vermemek, Üşümek, ateş yakmak, yola düşmek ne güzel, Bölmek orta yerinden gemilerin getirdiği güneşi, Bir sana bir bana vermek ne güzel! Çakal dağının eteğine vardı ki Mustafa Kemal, Vakit alaca karanlık, dağın eteğinde bir kahve, Kahvede düze inmiş eşkıyalar, Karadeniz uşakları, Kaynıyor Erzurum işi semaver, çay demleniyor. Uyanmış su, gözleri adamların, susuz gözleri sıcak, Mustafa Kemal baktı, tanıdı, hepsi halk. Oturdular, hep beraber çay içtiler, Ordan burdan, dereden tepeden konuştular, Sabah güneşi gelip bağdaş kurdu bir yana, Yarı karanlıktı yüzleri birden aydınlandılar, Acı çekmiş, susamış, dağ çizgileri sert Mustafa Kemal'in gözlerinde tek tek ışıdılar. Çıktı kavak yaylasına "oh!" dedi, Mustafa Kemal, Ölmez be, insan bu vatanı sevince, Halk kokusudur, güller çimenlerden gelir, Ovaları sürenler aşağıda, ormanlarda bıçkı sesleri, Dağılmış Mahmur dağının dumanları. Çekip cümle türküleri bir dere ışıltısıyla akar. Havza'ya vardım ki, kulağımızı koyalım bir, Bağımsız yaşamak diyelim bir, dinle ne ses verir? Havza pazarına inmiş allı morlu köylüler, Çıkarlar ormanlardan gizli gizli çağıralım, bir, Gelirler toplanırlar ateşimize, onlar için yaktık, Özgür yüreklerin soluğunu üflesinler bir. Sevelim dedi, Mustafa Kemal, sevelim bir, Selâm verelim bir, selâm alalım bir, Halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar, Şu sabah çayını içelim bir, kardeşçe sıcak. Yüzümüzü yunalım şu dereden bir, Sonra kursunlar darağacını kavgamıza, Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden! Ceyhun Atuf KANSU

DUR YOLCU

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir!… Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can veren Mehmed’in yattığı yerdir! Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, Mehmed’in düşmanı boğduğu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir!... Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin, Bir harbin sonunda bütün milletin, Hürriyet zevkini tattığı yerdir!... NECMETTİN HALİL ONAN

19

ATATÜRK'TEN SON MEKTUP

Siz beni hâlâ anlayamadınız. Ve anlayamayacaksınız çağlarca da, Hep tutturmuş "yıl 1919, Mayısın 19'u" diyorsunuz, Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övünüyorsunuz. Mustafa Kemal'i anlamak bu değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil. Bırakın o altın yaprağı artık, Bırakın rahat etsin anılarda şehitler, Siz bana neler yaptınız ondan haber verin, Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin, Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil. Bana muştular getirin bir daha, Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan; Kuru söz değil iş istiyorum sizden anladınız mı, Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı, Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil. Hâlâ o acıklı ağıtlar dudaklarınızda, Hâlâ oturmuş 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz, Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın, Uluslar, fethine çıkıyor uzak dünyaların. Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil. Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız, Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil, Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar, Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar. Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil. Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü Görüyorum ki hâlâ aynı yerdesiniz hiç ilerlememiş; Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek dururken, Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen, Mustafa Kemal'i anlamak işitmek değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil. Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla, Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla, Bu vatan, bu canım vatan sizden çalışmak ister, Paydos öğünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter, Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil. Halim Yağcıoğlu

MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını,

Kara geceden geceden.

Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,

Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,

İnliyordu dağın ardı, yasla,

Her bir heceden heceden.

Mustafa Kemal’in kağnısı derdi kağnısına,

Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.

Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,

Nam salmıştı asker içinde.

Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,

Doğrulmuştu yola, önceden önceden.

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,

Yemezdi, içmezdi, yemeden, içmeden onlar,

Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,

Gecenin ulu ağırlığına karşı ,

Hafiftiler, inceden inceden.

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında.

Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,

Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim;

Toprak gülümser çarıklı ayaklarına.

Alını yeşilini kapmıştı,

Geçirmişti,

Niceden, niceden.

Durdu birden bire kocabaş ova bayır durdu,

Nazar mı değdi göklerden ,ne?

Dah etti, yok. Dahha dedi gitmez,

Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur

Kahroldu Elifçik, düşünceden

.

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,

Sür beni, öldür beni, koma yollarda beni.

Geçer götürür ana, çocuk mermisini askerciğin,

Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.

Bak hele üzerimden ses sada uzaklaşır,

Düşerim gerilere iyceden iyceden.

Kocabaş yığıldı çamura,

Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar,

Örtüldü gözleri, örtüldü hep.

Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı bacım.

Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik.

Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

20

ANEY

Bu akşam aklıma yine sen geldin Dersi bıraktım çalışamadım. Saat 1'e geliyordu Aney, yatamadım Uyku gözüme girmedi. Sen bu saatlerde benim beşiğimi sallardın Uykunu harab ederdin benim için Ağladığım zaman, sancılandığım zaman Kalkardın, süt verirdin, nane kaynatırdın Aney, canım aney, kurban aney Hayalin önümde şimdi anıt gibi durur Sen şimdi leğenin başına oturmuş, hamur yoğuruyorsun Yarın ekmek yapacaksın, akşama kadar Gözlerin tezek dumanından yaşaracak Alnında ter bulgur bulgur kabaracak Sıcak bazlamalar yapacaksın. Ben orda yokum ağlayacaksın Ağlama Aney ağlama, gündür bu, nasıl olsa geçer İnsan insana tez kavuşur. Ben sizi hiç unutmadım, hiç unutmayacağım Ben okuyorum Aney okuyorum mühendis olacağım Sana yeni yeni ayzeler alacağım Dedim ya okuyorum mühendis olacağım. Mektubunda diyorsun ki; bu gece çiğ köfte yaptık Lokmalar boğazımdan geçmedi. Her sofraya oturuşumuzda senin yokluğun belli oluyor Biliyorum Aney biliyorum, Senin kalbin ipek gibidir İncedir, yufkadır, benim yokluğuma dayanamazsın Özledim diyorsun benim için. Ben de özledim seni Babamı da, bacımı da, gardaşlarımı da Karayazılı memleketimi de Hepinizi özledim, özledim ama gel gör ki Kader bu elvermiyor, ne yapacaksın. Rıdvaniye'de sela şimdi Sisleri perde perde dağıtan bir ses Sonsuzda Allah'a ulaşan bir yankı Bir ezan sesiyle uyanır insanlar, yorgun gecede Uyanır herkes. Köyden şehire saman taşıyan Deve kervanları gelir bu saatte Çıngırak sesleri geceyle gündüzü birleştirir Sabah olur, babam erkenden işe gider. Aney evimiz yine o yokuşta mı? Dar sokaklar, taş duvarlar arkasında mı? Eskisi gibi yıkık dökük mü gene? Ah! Aney Ah! Unuttum inan evimizin şeklini O ev denen köstebek yuvalarını, Kerpiç damları, kuyu suyunu, sıra gecelerini, Bağ yapılarını...

Yağmur dualarının anılarını yitirdim Hele sen buraya bir gel de gör Sonsuza uzayan gökdelenleri, sıra sıra taksileri Geceleri renk renk ışıkları, denizde vapurları Balıkçıları, kızları, erkekleri, insan selini Ama benim hiç birinde gözüm yok Ne kızlarında, ne taksilerinde, ne de gökdelenlerinde Benim aklım sizde ve memleketimde... Ben okuyorum Aney, okuyacağım, Göreceksin bak mühendis olacağım. Bizim orda, Ezo gelin, türkü türkü uzanır Düğünlerde davullar vurulur Zılgıtlar çalınır, lorke, delilo oynanır Böylesine gitar denen çalgıyla Sabahlara kadar ye ye ye diye bağırmazlar Değil mi Aney? Hani yaz geldi mi, evimizin o küçücük penceresine Bir çift yusuf tutan kuşu konar ya, Hani asmamız üzüm tutar, sumaklar sakızlanır İnsanlar çalışır, harıl harıl kış için Güneş yandırır o kavruk yüzlerini Hani sen elinde sitil, suya gidersin İşte o zaman geleceğim, bekle beni... Ah Aney, daha neler var neler sana yazamadığım Mektubumu burada bitirirken, Beni büyüten ellerinden, binlerce kere öperim Canım Aney, Kurban Aney, Can Aney.. Mehmet Atilla Maraş

21

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün

çiçeklerini buraya getirin!"

Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Bütün çiçekleri getirin buraya,

Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,

Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer

Bütün köy çocuklarını getirin buraya,

Son bir ders vereceğim onlara,

Son şarkımı söyleyeceğim,

Getirin getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,

Kaderleri bana benzeyen,

Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,

Geniş ovalarda kaybolur kokuları...

Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,

Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,

Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini

Bacımın suladığı fesleğenleri,

Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,

Avluların pembe entarili hatmisini,

Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.

Aman Isparta güllerini de unutmayın

Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.

Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.

Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,

Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,

Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,

Ne güller fışkırır çilelerimden,

Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,

Korkmadım, korkmuyorum ölümden,

Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Baharda Polatlı kırlarında açan,

Güz geldi mi Kopdağına göçen,

Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.

Muş ovasından, Ağrı eteğinden,

Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden

Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,

Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

En güzellerini saymadım çiçeklerin,

Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.

Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,

Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,

O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.

Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,

Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,

Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.

Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,

Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,

Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,

Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,

Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Okulun duvarı çöktü altında kaldım,

Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,

Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,

Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,

Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,

Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.

Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

Ceyhun Atuf KANSU

22

SENİ ELE SEVİREM Kİ...

Seni ele sevirem ki... Diyacahsan ki niye ? Ne bilim işde ele ! Seni görende bir hoş olir, ölir, ölir, ölirem... Ahşam olir, davar, nahır, mal gelir, Komlar, ahırlar dolir. Sayiram, sayiram biri esgik. Bi daha sayiram, Bir de bahiram ki tamam. Ama üzülirem; Diyacahsan ki niye? Bennam işde ele! Yassi olir, sekide eymek yiyeceğam. Civil lavaşi dürüm edir, tam kıtliram, Sen ahlıma gelirsen, boğazimda dügümlenir, yiyemirem. Gene diyirsen ki niye? İşde ele... Anam örtileri serir... Gendi gendimi yiyirem. O da gidir, külli biçare galiram. Gözlerim süzülir, uyuyacağım uyiyamiram. Gafam garişir, yüregim sıhişir, yatamiram. Gene diyirsen niye..? İşde ele... Guşluğa doğri daliram, Hayal, hülya görirem, sanki yanımdasan. Sevinir, sevinir bir hoş oliram, Bir de ayıliram ki, yastığa sarılmışam. Diyacaksan ki niye? Amaaan, işde ele! Sabah olir, horozlar ötir, gün doğir... Gahiram tavuhlara, culuhlara yem verirem... Culuhlari dutir dutir öpirem. Onlari bile sene benzedirem. Saggın deme niye? Ne bilim işde ele! Gün gibi gelir, ay gibi gidirsen. Beni yiye yiye bitirirsen. Hep ömrümden götirirsen. Seni sevdigimi de çoh ey bilirsen. Diyirsen ki niye? Bilirsen işde ele! Babam beni gapiya goymir diyirsen. Ey helt yiyirsen. Gomşulara, emin, bibin, ezen gile gidirsen... Medem ele çıh cama, tırhıca gel! Yüzün görim, bu da bene yeter. Saggın deme niye? İşde ele... Zinnur Tiryaki

DADAŞ KIZIYIM

Dışta gülen bir yüz içte sızıyım Ben bu ovaların dertli kızıyım Dadaşın yanında şans yıldızıyım Ezelden ebede dadaş kızıyım Eğilmez dik durur mağrurdur başım Yanık türkülerden sızar göz yaşım Dadaşım,toprağım bir lokma aşım Göğsüm gurur dolu dadaş kzıyım Örülmüş kaderim boncuklu oya Palandöken bekçi geline toya Ruhumu titretir gördüğüm rüya Ezgimle barımla dadaş kızıyım Daphan ovasının şen düzlerinden Bin türkü çağrılır gönül telimden Kapkara gözlerim bakar derinden Ben dadaş gelini dadaş kızıyım Zekiye Çomaklı

23

BAHAR GELSİN...

Bahar gelsin şu dağlara gideyim Belki derdimize çare bir çiçek. Toplayıp devşirip harman edeyim Açılan yaramı sara bir çiçek. Çünkü o da bir çiçeğin delisi Kelebektir böceklerin alisi Yeşil yamaç tabiatın halısı Nakış dökmüş ara ara bir çiçek Kara taşta ala geyik sesi var O geyiğin ıssız taşta nesi var Kavalın bir acı inlemesi var Çobanı düşürmüş zara bir çiçek. Ben de bir aşığım Reyhani adım Sorun çiçeklere az mı yalvardım. Benim tabiattan bir tek muradım Götüreyim nazlı yara bir çiçek. Aşık Yaşar Reyhani

BEN DADAŞIM

Mertlik denildi mi ben gelirim akla Mekânım Erzurum, Erzurum yayla... Yiğitten yiğidim erden de âlâ Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş! Palandöken kadar yücedir bu baş. Palandöken gibi başım dumanlı Yayla çocuğuyum, mert delikanlı Ben ölümden korkmayan, ben dokuz canlı Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş! Kalleşe düşmanım, mazluma yoldaş. Davul-zurna sesi nabız atışım Harbi hatırlatır o bar tutuşum Hırçın rûhum gibi sertçedir kışım Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş! Benim ile oyun olmaz arkadaş. Dünyaya hükmeden dirâyet bende Şecaat, basîret, ferâset bende Ben mert oğlu merdim, hâmiyyet bende Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş! Hem gönül ehliyim, hem ehl-i sırdaş. Ben, bilge kağan, alparslan neslindenim Savaşlar mezarım, bayrak kefenim Vatana kurbandır fani bedenim Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş! Canım yine ister bir kutlu savaş. Ben, çatma kaş, şahin bakışlı dadaş Ben kefeni kanla nakışlı dadaş Ben, tarihten daha da yaşlı dadaş Ben, Erzurumluyum, dadaşım dadaş! Dadaş demek, büyük demektir gardaş. Doru at üstünde bir babayiğit Gözler çakmak çakmak, elinde cirit Fır döner meydanda aslan mücahit!... O, Erzurumludur, dadaştır dadaş!... Bu can da dadaştır, bilesin adaş. Cahit Can

24

B A R

Yüzyılların ardından kopup gelen bir vakar,

Kahramanlık, yiğitlik, erlik destanıdır bar.

Bu oyunda gör bizi, geçme sakın ıraktan,

Gözün varsa seçersin bar da karayı aktan.

Bir savaş seyri vardır, dadaşın her barında

Görünce kanın kaynar, o an damarlarında

Doyum olmaz bir görsen kör oğlunun barını,

Güvenirsin gücüne, düşünmezsin yarını.

Dumlu’dan ta Basra’ya çağlayan selimiz var.

Bahtımız kara değil bu gün Karasu kadar.

Bingöl yaratmadı mı, kan çağlayan Aras’ı

Hazar çalkalanırken kanar Türk’ün yarası

Aman Aras, han Aras, Bingöl’den kalkan Aras,

Al başımdan sevdamı, hazarda çalkan Aras.

Dadaş çelik bir yaydır, onu germeye gelmez.

Çağlayan bir sel olur, dağlara da baş eğmez.

Yayla bulutu gibi yükselir yavaş yavaş,

Sonra birden sel olur, köpürür coşar DADAŞ…

Doğunun sınır taşı Erzurum’un dadaşı,

Efesi var İzmir’in eğilmez Türk’ün başı.

Bar Başlıyor

Barbaşı sallarken mendilini,

Gözüne al dadaşım gönülden sevdiğini.

Dinle davul ne diyor...dan, dan, dan

Ben bu sese vurgunam, can can can…

Canlar yurdundur elbet, her can vatana kurban.

Atalar yurt sevmeyi davuldan öğrendiler,

Bu ilk Bar’ın adına sarhoş barı dediler.

El ele tutuştular, gönülden tutuşanlar, hepsi de sarhoştular.

Seven sarhoştur elbet; içse de, içmese de.

Dadaşlar, ağır ağır bir halka çevirdiler,

Yurda kurban yiğitler, bu halkaya girdiler.

Ses yok, donmuş dudaklar, gözler şimşekleşiyor,

Kırat kişniyor, neden toprakları eşiyor?

Dan, dan, dan, kanları kaynaştıran bir ses çıktı zurnadan.

Dağlar gibi Dadaşlar, kımıldandı durmadan.

Tanrım bu ne duruştur, gözler halkalanıyor,

Ufuklar bayraklaştı, cihan dalgalanıyor.

Silkin ey Palandöken, dök başından karını,

Dadaş oynarken senin gösterir vakarını.

Vur davulcu davula, candan coşsun Dadaşım,

Çal zurnacı, oynasın Dadaş, dönüyor başım.

Sadi (Sadettin) AKATAY

(1904- 1944)

25

MOHAÇ TÜRKÜSÜ

Bizdik o hücumun bütün aşkıyle kanatlı;

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;

Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

Gül yüzlü bir afetti ki her pusesi lale; Girdik zaferin koynuna, kandık o visale!

Dünyaya veda ettik, atıldık dolu dizgin;

En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!

Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık; Allaha giden yolda meleklerle karıştık.

Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından;

Gördük ebedi cedleri bir anda yakından!

Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber; Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber.

Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden

Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden!

YAHYA KEMAL BEYATLI

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum

Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin

İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur

Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu

Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu

Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman

Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor Eski zamanlardan bir cuma çalıyor

Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem

Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem

Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor

Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem Bu kurtlar sofrasında belki zor

Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Sus deyip adınla başlıyorum İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

Hayır başka türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin.

Attila İLHAN

26

HAN DUVARLARI

-Osmanzade Hamdi Bey'e- Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,

Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler... Ellerim takılırken rüzgârların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına.

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!

Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar

Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.

Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi. Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.

Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine. Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.

Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,

Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan. Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,

Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan; Geçiyordu araba yola benzer bir sudan. Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu: Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,

Bir kenarda göründü beldenin viran hanı. Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.

Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,

Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı. Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,

Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor. Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı

Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı. Gitgide birer ayet gibi derinleştiler

Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler... Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,

Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, Aygın baygın maniler, açık saçık resimler... Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken

Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.

Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;

"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan Baba ocağından yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmışım ben"

Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi... Gözüm imza yerinde başka ad görmedi. Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!

Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına,

Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,

Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk. Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.

Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...

Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.

Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide, İki dağ ortasında boğulan bir geçide.

Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:

Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla, Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla. Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu, Burada son fırtına son dalı kırıyordu... Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,

Savrulmaya başladı karlar etrafımızda. Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;

Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü... Gönlümde can verirken köye varmak emeli

Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!" Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş. Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,

Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor... Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,

Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri. Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor, Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

"Gönlümü çekse de yârin hayali Aşmaya kudretim yetmez cibali

Yolcuyum bir kuru yaprak misali Rüzgârın önüne katılmışım ben"

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı, Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...

Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.

Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık, Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.

Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım, Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

"Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı'mı el almış haram diyorlar

Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"

Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında, Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.

Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!

Az değildir, varmadan senin gibi yurduna, Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..

Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu: "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"

Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi:

"Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!" Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,

Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti... Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,

Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL