Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI
TÜRKİYE’NİN DIŞ BORÇ YAPISI ve KAMU BORCUNUN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
Yüksek Lisans Tezi
Mustafa Fıstık
Tez Danışmanı Prof. Dr. Oğuz Oyan
Ankara-2003
2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ...............................................................................................................1
BÖLÜM I
KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE.....................................................3
Borçlanmaya Genel Yaklaşım.........................................................................3
Borçlanmaya İlişkin Tanımlar.........................................................................11
BÖLÜM II
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇ KRİZİ................................15
Gelişmekte Olan Ülkelerin Borç Stokundaki Artış..........................................15
Gelişmekte Olan Ülkelerde İthal Edilen Sermayenin Özellikleri....................20
Borçlanmanın Yapısal Sebepleri...................................................................24
Borçlanmadaki Artışın Dışsal Sebepleri........................................................24
Petro-Dolarların Yeniden Kullanımı ve Bankaların Rolü................................26
Faiz Şoku ve Dolar Kurunun Etkisi................................................................30
Gelişmiş Ülkelerde Aşırı Sermaye Birikiminin Etkisi......................................32
Borçlanmadaki Artışın İçsel Sebepleri...........................................................37
BÖLÜM III
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA.................................................................47
3.1 Türkiye’de Dış Borç Krizi.........................................................................47
3.2 Türkiye’de 1980 sonrası Dış Borçlanma................................................. 53
3
3.2.1 1980 Sonrası Dış Borç Stokundaki Gelişmeler.....................................53
3.2.2 Negatif Transferler................................................................................59
3.2.3 Dış Borç Göstergeleri...........................................................................63
a) Toplan Dış Borç / GSMH...........................................................................63
Toplam Dış Borç / İhracat..............................................................................64
Borç Servisi / İhracat......................................................................................65
Faiz Ödemeleri / İhracat................................................................................66
Dış Borç Faiz Ödemeleri / Bütçe Açığı..........................................................69
Dış Borç Faiz Ödemeleri / KKBG...................................................................70
Kısa Vadeli Dış Borç / MB Uluslararası Rezervleri........................................71
3.2.4 Dış Borçlanma-Cari İşlemler Açığı İlişkisi.............................................75
3.2.5 Özel Sektörün Dış Borçlanma Üzerindeki Etkisi...................................80
3.2.6 Dış Borç ve İç Borç Faiz Yükü Karşılaştırması.....................................97
BÖLÜM IV
KAMU BORCUNUN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ............................................103
4.1 Teorik Model..........................................................................................103
4.2 Türkiye’de Kamu Borcunun Sürdürülebilirliği.........................................106
4.3 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve Kamu Borcunun
Sürdürülebilirliği...........................................................................................113
4.3.1 Birinci Senaryo....................................................................................115
4.3.2 İkinci Senaryo.....................................................................................116
4.4 Birincil Bütçe Fazlası ve Etkileri.............................................................117
4
BÖLÜM V
BORÇ KRİZİNE GETİRİLEN ÇÖZÜMLER ve SONUÇ..............................133
5.1 Borç Krizine Getirilen Çözümler.............................................................133
5.2 Sonuç.....................................................................................................140
ÖZET...........................................................................................................145
ABSTRACT.................................................................................................147
KAYNAKÇA................................................................................................149
5
ŞEKİL ve TABLOLARIN LİSTESİ
Tablo 1: Azgelişmiş Ülkelerin Dış Borçlarındaki Gelişmeler (1970-1982).....17
Tablo 2: Azgelişmiş Ülkelerin Dış Borçlarındaki Gelişmeler (1985-2001).....18
Tablo 3: Arjantin, Brezilya ve Meksika’nın Dış Borç Stokundaki
Gelişmeler......................................................................................................20
Tablo 4: 1970-1981 Yılları Arası Gelişmekte Olan Ülkelerin Net Sermaye
İthali Bileşenleri..............................................................................................23
Tablo 5: Ham Petrol Varil Fiyatı....................................................................27
Tablo 6: Gelişmekte Olan Ülkelerden Sermaye Kaçışı.................................39
Tablo 7: Gelişmekte Olan Ülkelere Sermaye Girişi (1192-2004)..................45
Tablo 8: Latin Amerika Ülkelerine Net Sermaye Girişi..................................46
Tablo 9: Ekonomik Göstergeler (1973-1980)................................................49
Tablo 10: Borç Alana Göre Dış Borç Stoku ve Vade Yapısı.........................56
Şekil 1: Kamu ve Özel Sektör Dış Borçlarındaki Artış..................................57
Şekil 2: Özel Sektör Dış Borçlarıyla Kısa Vadeli Dış Borçlar Arasındaki
İlişki................................................................................................................58
Tablo 11: Negatif Transferler........................................................................62
Tablo 12: Dış Borç Göstergeleri....................................................................68
Tablo 13: Dış Borç Göstergeleri....................................................................74
Tablo 14: Cari İşlemler Açığı, Sermaye Girişi ve Dış Borç Artışı..................76
Şekil 3: Firmaların Yurtiçi-Yurt Dışı Borçlanma Maliyetleri...........................82
Tablo 15: Özel Sektör Dış Borçlanma Karlılığı.............................................83
Şekil 4: Bankaların Hazine Bonosu ve Devlet Tahvillerinden Elde Ettikleri Net
Getiri..............................................................................................................85
6
Tablo 16: Bankacılık Sistemine İlişkin Çeşitli Göstergeler............................89
Şekil 5: Bankaların Merkezi İdareden Alacakları ve Kredi Hacmi.................91
Tablo 17: Reel Döviz Kuru ve Etkisi..............................................................94
Tablo 18: Dış Borç-İç Borç Faiz Yükü Karşılaştırması................................100
Şekil 6: Dış Borç-İç Borç Faiz Yükü Karşılaştırması...................................101
Tablo 19: Sürdürülebilirlik Göstergeleri.......................................................109
Şekil 7: Kamu Borcu Reel Faiz Oranı ve Büyüme......................................110
Şekil 8: Verilmesi Gereken İle Gerçekleşen Faiz Dışı Bütçe Fazlası..........111
Şekil 9: Kamunun İç ve Dış Borçlarının GSMH İçindeki Payları.................112
Tablo 20: GEGP ve Kamu Borcunun Sürdürülebilirliği...............................114
Tablo 21: Konsolide Bütçe Giderleri / GSMH..............................................119
Tablo 22: Konsolide Bütçe Giderlerinin Payı..............................................120
Tablo 23: Konsolide Bütçenin Reel ve Transfer Harcamalarında Ağırlık
Kayması.......................................................................................................127
Tablo 24: Konsolide Bütçeye İlişkin Çeşitli Göstergeler..............................131
7
GİRİŞ
1982 yılında Meksika’nın borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmesiyle ortaya
çıkan ve uluslararası finans piyasalarında büyük sarsıntılara yol açan borç
krizi, azgelişmiş ülke ekonomileri açısından yarattığı uzun vadeli olumsuz
sonuçlar ve finans piyasalarında oluşan hassas dengeler nedeniyle önemini
hala koruyan bir sorundur.
Konu, Türkiye açısında da büyük bir önem arz etmektedir. Türkiye’nin IMF ile
imzaladığı Stand-by anlaşması çerçevesinde uygulamaya koyduğu Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programının en önemli hedeflerinden biri, kamu borcunu
sürdürülebilir kılmaktır. Ayrıca, finansal piyasalardaki serbestleşmeyle dış
borçlanma ve krizler arasında da önemli bir ilişki olduğu söylenebilir.
Türkiye’de 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasıyla birlikte
özel kesim dış borçları hızla artmıştır. Özellikle 1995 sonrası özel sektörün
dışarıdan borçlanarak içeride devlet iç borçlanma senetleri satın alması,
kamu iç borçlanması ile özel sektör dış borçlanması arasında güçlü bir ilişki
doğurmuştur. Bu durum, özellikle bankacılık sektöründe kırılgan bir yapının
oluşmasını ve finansal krizlerin doğmasını tetiklemiştir.
Bu çalışma beş bölümden oluşmuştur.
Birinci bölümde, kavramsal ve kuramsal çerçeve ele alınacaktır.
Borçlanmaya genel yaklaşım ve borçlanmaya ilişkin tanımlar verilecektir.
8
İkinci bölümde, gelişmekte olan ülkelerin dış borç krizi irdelenecektir. Burada,
borçluluğun miktarı, verilen kredi türleri, borçlanmanın sebepleri üzerinde
durulacaktır.
Üçüncü bölümde, Türkiye’de dış borçlanma konusu ele alınacaktır.
Türkiye’de dış borç krizi, 1980 sonrası dış borç stokundaki gelişmeler, negatif
transferler, dış borç göstergeleri, dış borçlanma-cari işlemler açığı ilişkisi,
özel sektörün dış borçlanma üzerindeki etkisi ve dış borç iç borç faiz yükü
karşılaştırması incelenecektir.
Dördüncü bölümde, teorik model çerçevesinde kamu borcunun sürdürülebilir
olup olmadığı incelenerek, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı hedeflerinin
gerçekleştirilebilirliği test edilecektir. Ayrıca, kamu borcunun sürdürülebilmesi
için verilmeye çalışılan birincil bütçe fazlasının bütçenin diğer kalemleri
üzerindeki etkisi de irdelenecektir.
Beşinci bölümde, borç krizine getirilen çözüm önerileri üzerinde durularak,
çalışma kısaca özetlenmeye çalışılacaktır.
9
BÖLÜM I
KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE
1.1 Borçlanmaya Genel Yaklaşım
Avrupalı alacaklı ülkeler1 ile o zamanki sermaye ithalatçısı ülkeler2 arasındaki
sermaye hareketleri 19.yüzyılda başlamış ve özellikle 20.yüzyılın başlarında
artmıştır. Uluslararası sermaye piyasalarından borçlanmalar ve doğrudan
yatırımlar ilk olarak altyapı yatırımlarını finanse etmek ve hammadde
kaynaklarını işlenecek hale getirmek için kullanılmaktaydı. Bu dönemde,
dünya ticareti hızla artıyordu, borçlu ülkelerin nüfus yoğunluğu azdı ve borçlu
ülkelerin hammadde zenginliklerini ihraç etme imkanları vardı. İlk olarak iki
dünya savaşı arasında, dünya ekonomisi krizi ve bundan dolayı ortaya çıkan
uluslararası hammadde pazarının daralmasıyla birlikte hammadde ihracatçısı
ülkeler genel bir ödemeler sorunuyla karşılaştılar. Uluslararası sermaye
piyasaları da, geniş ölçüde kendi fonksiyonlarını yerine getirme yeteneğini
kaybetti (Büttner, 1990:274). Bu doğrultuda, borçlanmanın ele alınış
biçiminde de sürekli değişmeler meydana gelmiştir.
1 Özellikle; İngiltere ve Almanya 2 Güney Amerika, Avusturya, Yenizellanda, Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki koloni ülkeleri.
10
19. yüzyılda devletin küçültülmesi taraftarı olan klasik iktisatçılar3, kamu
harcamalarının temelde verimsiz olduğunu ve yapılan zorunlu kamu
harcamalarının vergi ile finanse edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bütçe
denk olmalı, kamu gelirleri kadar harcama yapılmalı ve bunun sonucu özel
tasarruflar özel yatırımlara aktarılarak ekonomide etkinliğin sağlanacağı,
savaş ve benzeri gibi önceden kestirilemeyen ve zorunlu haller dışında
devletin borçlanmaya baş vurmaması gerektiği savunulmuştur. İlk olarak Carl
Dietzel ve Adolph Wagner, kamu hizmetlerine olan talebin devamlı bir artış
içinde olduğunu, bu nedenle de kamu harcamalarının sürekli yükseleceğini
belitmişler ve düzenli kamu harcamalarının (personel giderleri gibi) düzenli
gelirle (her şeyden önce vergilerle), buna karşın düzensiz harcamaların
(özellikle yatırım amaçlı olanlar; cadde, okul yapımı gibi) borçlanmayla
finanse edilebileceğini belirtmişlerdir ( Czada, 1987:348-349).
1930’lu yıllardaki ekonomik buhranla birlikte, devlet sadece kamusal düzeni
sağlamayı değil, aynı zamanda büyüme ve istihdamı sağlamayı da
amaçlamıştır. Bu durumda kamu borçlanmasının yeni bir görevi ortaya
çıkmıştır: Krizin sebeplerinden olan özel talep yetersizliğini kamu harcamaları
yoluyla gidermek. Vergiyle finansman özel talebi kısacağından
önerilmemekte, bunun yerine kullanılmayan tasarrufların krediye
dönüştürmesi veya Merkez Bankasından kredi kullanılması önerilmektedir.
3David Hume, Adam Smith ve Ricardo gibi ünlü klasikler devletin borçlanmasına karşıydı. Onlara göre bireylerin borçlanmalarından doğacak tehlike devlet için de geçerliydi (İnce, 2001:4).
11
Devlet, eksik istihdam durumunda, eğer büyümeyi sürdürecekse, net-
borçlanma yapması gerekir görüşü hakim olmuştur (Czada, 1987:355).
Keynesçil modelde, gelir vergilerinde bir indirim ve bütçe açığının halka
satılan tahvillerle finansmanı; devlet tahvillerini tutan bireylerin bunları
servetlerinin bir parçası gibi gördüklerinde, devlet tahvilleri stoku yükseldiği
zaman bu tahvilleri ellerinde bulunduran bireylerin serveti yükseleceği için
toplam talep de yükselecektir (Dornbusch; Fischer, 1998:597). Keynes
yaklaşımı, borçlara ait klasik inançları yıktı. Genel sözcülüğünü Lerner’in
yaptığı bu görüş, borçların finansman yükünü gelecek nesillere aktaracağı
fikrini reddetmektedir. Lerner’e göre borçlanma yoluyla da olsa, bir ünite
kamu harcaması yapıldığında ekonomide reel bir daralma kaçınılmaz olarak
meydana gelecektir. Bu nedenle, borçla finanse edilen kamu harcaması da
vergi benzeri biçimde yapıldığı dönemde ekonomiye yük yıkmaktadır. Borcun
itfası döneminde ise, toplumun bir bölümünden vergi alınmakta, diğer
bölümüne ise ödeme yapılmaktadır. İtfa döneminde toplum-içi bir transfer
gerçekleşmektedir (Önder; Kirmanoğlu; Kartallı, 1995:40). Dış borçlar ise,
özel borç ilişkilerine benzer ve dikkatli olunmadığı taktirde toplumun bir bütün
olarak yoksullaşmasına neden olacağı savunulmuştur. E. Domar’a göre de,
dış borç milli gelirde artış sağladığı sürece, kaynak transferi ve borç artışı
önemli bulunmamaktadır (Bülbül, 2002:123; Erpul, 1987:16-17).
12
Modern maliyenin savunucularından olan Jan Timbergen‘in borçlanmanın
nedenleri olarak dış borçlara atfen yaptığı sıralamada ekonomik nedenlerin
ağırlıkta olduğu görülmektedir. Bunlar; milli geliri artırmak, istihdamı
genişletmek, ödemeler dengesindeki dengeyi sürdürmek, fiyat istikrarını
devam ettirmek, gelir dağılımını yeniden düzenlemek, dengeli bölgesel
gelişmeyi sağlamak olarak sıralanmıştır (Evgin,1996:71-72).
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kalkınma sorunu gündeme gelmiş, kalkınma
iktisadı gelişmiş, teorik kalkınma modellerinin oluşturulması ve az gelişmiş
ülkelerin büyük bölümünün piyasa ekonomisi çerçevesinde yol gösterici plan
stratejisini benimseyip uygulamaya koymalarına koşut olarak dış
borçlanmanın ele alınış biçimi de değişmiştir. Daha savaş yıllarında temelleri
atılan yeni uluslararası işbölümü, dünya ekonomisindeki yeni yapılanmalara
uygun kurumsal yenilikler, örneğin IMF ve Dünya Bankası grubunun
oluşturulması, dış borcun yeni yorumunda belirleyici etkenler arasında yer
almaktadır. Bu bağlamda dış borç “kalkınma için uluslararası yardım”
sorunsalı çerçevesine sokulmuş, yani dış borç kalkınma teorisine dahil
edilmiştir (Sönmez, 1998:529-530). Kalkınma teorilerinde, mali ve reel
kaynak transferi, geri kalmışlığı aşmanın stratejik bir enstrümanı olarak
görülüyordu çünkü sermaye yetersizliği altyapı ve sanayi sektöründe yetersiz
kalkınmanın temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, dış borçlanma üç amaca
hizmet etmektedir; (i) yurtiçi tasarruflarını artırmak, (ii) kalkınmak için zorunlu
13
olan sermaye malı ithalini finanse etmek ve (iii) kar biçiminde dışarıya
aktarılan artığı sağlamaktır4 (Büttner, 1984:146; Santos, 1975:41-4).
Kalkınma modelleri çerçevesinde önerilen büyüme stratejileri, ödemeler
bilançosu dengesi ile ilişkili olarak, ithal ikamesiyle büyüme ve ihracata
yönelik büyüme olarak sınıflandırılabilir. Her iki büyüme stratejisi de,
uygulandığı az gelişmiş ülkelerde, ödemeler bilançosu dengesizliklerine ve
yoğun borçlanmaya yol açmıştır5. Teknolojinin ve sermaye mallarının
üretilmediği az gelişmiş ülkelerin sanayileşmeleri ancak bu malların ithali ile
mümkündür. Teknoloji ve sermaye malı ithalinin zorunluluğu, ihracatın yeterli
olmadığı durumlarda borçlanma eğilimi yaratmaktadır. Yatırım, yabancı bir
firma tarafından yapıldığı zaman sermaye yetersizliği bir ölçüde
giderilmektedir. Ancak, bu firmalar, çoğunlukla kendi ülkelerindeki bir kardeş
şirketle çalıştıklarından, ithalatı pahalılaştırırlar. Ayrıca, yabancı şirketlerin kar
transferleri de ödemeler dengesi açığını büyütmekte ve borçlanma
gereksinimini artırmaktadır (Balkan, 1994:90-94).
4 Gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen gelirin düşük olması nedeniyle, marjinal tasarruf eğilimine bağlı olarak artan gelirden tasarrufa ayrılan kısım düşük olmaktadır. Bu nedenle, özel tasarrufların gelişmenin hızlanmasını belirleyecek büyüklüklerde gelişip yatırıma dönüşmesi gerçekleşememektedir. Gerçekleştirilen özel tasarrufların büyük bir kısmı da sürekli artan nüfus tarafından massedilmektedir. Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler, genellikle döviz gelirleri döviz giderlerinden az yani ihracatı ithalatından küçük olan ülkelerdir (Zıllıoğlu, 1984:5-7). 5 Brezilya ve Meksika gibi ülkeler ithal ikameci, Güney Kore ihracata dayalı büyüme modelleri benimsedikleri halde, her üç ülkede de borçlanma eğilimi giderek artmıştır (Başkaya, 1986:29).
14
Neo-klasik teorinin önde gelen savunucusu J. Buchanan’a göre, kamu
borçları, gelecek nesillere yük aktaran ve bu nedenle sermaye birikimini
tahrip eden bir süreçtir. Borçlanmanın reel yönünün önemli olduğu
vurgulanmaktadır. Devlet borçlarının faiz ve anapara ödemeleri şeklinde
ortaya çıkan parasal yükü çok önemli değildir. Önemli olan bu borçların
ödenmesi için alınan vergilerin yol açtığı üretim azalmaları nedeniyle
toplumun uğradığı refah kaybıdır; yani devlet borçlarının reel yükü toplum
refahında görülen azalmadır (Erpul, 1987:18; Önder; Kirmanoğlu;
Kartallı1995:41).
Özellikle 1980 sonrası, finansal serbestleşme doğrultusunda, sermaye
hareketlerinin serbestleşmesi uluslararası mali piyasalarda, gelişmiş ülkeler
arasında ve gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru sermaye
hareketleri yoğunlaşmıştır. Sürecin dinamikleri içinde, kreditörlerin ve
borçlanıcıların ihtiyaçlarına göre karmaşık finansman ve borçlanma araçları
yaratılmıştır. Bu araçlar içinde en yaygın olanı, hükümetler ya da özel
sektörce ihraç edilen tahviller olmuştur. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin
hükümetleri yerine özel sektör banka ve şirketlerine sağlanan kısa vadeli
krediler de önemli artışlar meydana geldi (Şenel, 2002:70). Dolayısıyla,
finansal serbestleşmeyle birlikte borçlanma araçları ve yapısında önemli
değişiklikler meydana gelmiştir.
Finansal yapıda serbestleşme; iç ve dış finansal serbestleşme olmak üzere
iki boyutta ele alınmaktadır. İç finansal serbestleşme; bir ekonomide yurtiçi
15
para cinsinden borç-alacak ilişkileri ile varlık tutma kararlarına ilişkin
kurumsal yapıda, fiyat ve miktar kısıtlamalarının kaldırılması veya
yumuşatılması işlemidir. Dış finansal serbestleşme ise, gerek yerleşiklerin
kendi aralarında, gerekse de yerleşiklerle yerleşik olmayanlar arasındaki
döviz cinsinden borç-alacak ilişkilerine ve varlık tutma kararlarına ilişkin
kurumsal yapıda fiyat ve miktar kısıtlarının kaldırılması veya
yumuşatılmasıdır (Önder; Türel; Ekinci; Somel, 1993:187).
Yabancı sermaye girişinin önemli bir kısmı dolaysız ve dolaylı olarak dış borç
yaratmakta ve özellikle de, özel kesimin dış borçluluğunda önemli bir artış
meydana getirmektedir. Cari işlemler açığı yabancı sermaye girişi ve
rezervler kullanılarak kapatılabilir. Sermaye girişi doğrudan yabancı yatırım,
portföy yatırım ile kısa ve orta-uzun vadeli dış krediden oluşmaktadır.
Sermaye girişinin dış borç yaratmayan kalemleri bir ölçüde doğrudan yabancı
yatırım ile portföy yatırımın borsaya giren kısmından oluşmaktadır (Sönmez,
2001:42). Son on yılda gelişmekte olan ülkelere gelen sermayenin hem
miktarı ve hem de yapısı değişmiştir. Gelişmekte olan ülkelere gelen
sermaye içinde, portföy yatırımlarının payı hızla artmıştır. Çoğunlukla kısa
vadeli kağıtlara yapılan özel sermaye yatırımlarının, gelişmekte olan ülkelere
yapılan toplam yabancı sermaye yatırımları içindeki payı 1970’de sıfır,
1980’de % 3, 1987’de -% 3’ken, 1990’ların ortasında bu oran %42’ye
ulaşmıştır (Buğra, 2001:48). 1990 sonrası, beklentilerin aksine, gelişmekte
olan ülkelere yapılan doğrudan yabancı yatırımlar azalmıştır. 1993-1997
döneminde gelişmekte olan ülkelere akan sermaye 150 ile 190 milyar dolar
16
arasında iken 1998 yılında 99 milyar dolara ve 2000 yılında da 64 milyar
dolara gerilemiştir. Sermaye giriş ve çıkışındaki bu dengesizlik, gelişmekte
olan ülkelerin ekonomik istikrarlarını tehdit etmekte ve krizlere yol açmaktadır
(Messner, 2001).
Uluslararası sermaye akımlarının önemli bir bölümü uzun dönemli yatırım
olanaklarından çok, kısa dönemli kazanç olanaklarından etkilenir. Bu
nedenle, yapısal ve kurumsal zayıflıklar taşıyan ekonomik ve siyasi
istikrarsızlık içinde olan gelişmekte olan ülkeler için uluslararası finans
piyasaları ile entegrasyon daha büyük riskler taşır. Sermaye akımlarını
etkileyecek imkanları sınırlı olmasına karşın ekonomik istikrarsızlıkları
nedeniyle, kısa dönemli sermaye hareketlerine hızlı kar olanakları
sağlamaları nedeniyle, bu ülkelere yönelen kısa dönemli spekülatif sermaye
akımları daha çoktur. Sermaye girişleri, birkaç unsura bağlı olarak krize yol
açmaktadır. İlk olarak, sermaye girişleri ulusal paranın değerinde bir artışa
sebep oluyor, dolayısıyla ihracatı caydırıp ithalatı teşvik eden bir etki
yaratıyor ve cari işlemler açıklarının büyümesine yol açıyor. İkincisi, son
derece hareketli bir yapıya sahip olan bu tür sermaye, ülkeye geldiği gibi ani
bir biçimde terk edebiliyor ve cari işlemler açıklarının uyandırdığı endişenin
de çoğu zaman önemli bir rol oynadığı bu sermaye çıkışı durumunda, kriz
kendini ani bir devalüasyonla gösteriyor. Üçüncü unsur, sermaye girişlerinin
çoğu zaman zayıf bir yapıya sahip olan finans sektörü üzerine bindirdiği
yüktür. Gelişmekte olan ekonomilerin iyi denetlenmeyen ve yetersiz
sermayeyle çalışan bankalarının, böyle bir yük altında finansal aracılık
17
hizmetlerini yerine getirmeleri fevkalade güç olduğu için, en ufak bir dış
etkinin önce finans sistemini sonra da ekonominin tamamını krize
sürüklenmektedir (Akyüz, 1995:14; Akyüz; Boratav, 2002:15; Buğra,
2001:48). Dolayısıyla, finansal serbestleşme sonucu ülkeye giren kısa vadeli
sermaye hem dış borcu (özellikle de özel kesimin dış borcunu artırmaktadır)
artırmakta hem de, yapısı itibarı ile krize neden olabilmektedir.
1.2 Borçlanmaya İlişkin Tanımlar
Dış borçlanma sermaye birikiminin yetersiz olması, kalkınmanın finansmanı,
yurtdışına teknoloji ya da hammadde bağımlılığı, ödemeler dengesi açıkları,
kamu açıkları, vadesi gelmiş borçlara finansman sağlamak gibi ekonomik
nedenlerden, ayrıca, coğrafi şartların olumsuzluğu, askeri harcamaların
yüksekliği, hızlı nüfus artışı gibi siyasal ve sosyal nedenlerden de
kaynaklanabilir (Cangöz, 1996:1; Evgin, 1996:15).
Bir ülkede yerleşik kişi ve kuruluşların, ülke dışındaki kişi veya kuruluşlardan
sağladıkları ve belli bir vade sonunda geri ödenmesi gereken parasal
kaynaklar dış borç olarak tanımlanmaktadır. Dış borçlar, yaygın olarak;
vadesine, borçlulara ve alacaklılara göre sınıflandırılmaktadır. Dış borçlar,
vadesine göre, kısa vadeli dış borçlar ve orta-uzun vadeli dış borçlar
şeklinde; borçlulara göre, kamu sektörü dış borçları ve özel sektör dış
borçları şeklinde; alacaklılara göre ise, ikili anlaşmalarla hükümetlerden,
uluslararası kuruluşlardan ve uluslararası para piyasasından sağlanan
18
borçlar olarak sınıflandırılmaktadır (Pazarcık; Ünsal; Nakipoğlu 1989:37;
Erdoğan; Cengiz, 2002: 108).
Kısa vadeli dış borçlar, uluslararası ticarette, mal alış verişlerinde, ödeme
sorunlarının ortadan kaldırılması ve uluslararası likidite yaratılması amacıyla
sağlanan borçlar genelde kısa vadeli dış borçlar kapsamındadır. Ticari
bankalar, özel ve kamu kuruluşları ile Merkez Bankası’nın borçlarını
kapsamaktadır. Uluslararası faiz ve döviz kuru farklılıklarından yararlanmak
için ülkeye giren kısa vadeli sermaye akımları da kısa vadeli dış borç
yaratmaktadır. Bu tip kredilerin toplam içindeki oranlarında meydana gelen
artış, dış borç ödeme güçlüğü ile karşılaşıla bilineceğinin bir göstergesi
olarak kabul edilmektedir. Orta ve uzun vadeli dış borçlar ise, hükümetten
hükümete açılan program ve proje kredileri, uluslararası mali kuruluşların
verdikleri kalkınma kredileri ve konsorsiyum kanalıyla yapılan yardımlardan
oluşmaktadır (Karluk, 1994:326; Merkez Bankası, 1994:47). Kısa vadeli dış
borçlar ile uzun vadeli dış borçlar arasında da önemli bir ilişki vardır: Uzun
vadeli borçların faiz ve anaparalarının zamanında ödenmemesi durumunda,
kısa vadeli borçlanma artmakta ve bu durum borç faizlerinin yükselmesi ve
ortalama ödeme süresinin kısalması gibi olumsuz gelişmelere yol açmaktadır
(Kepenek; Yentürk, 1995:160).
Alacaklara göre yapılan sınıflandırmada yer alan ikili anlaşmalarla
hükümetlerden alınan krediler; kredi talebinde bulunan ülke ile kredi veren
ülkenin aralarında yaptıkları anlaşmalar çerçevesinde sağlanan fonlardır.
19
Krediler, krediyi veren ülkenin para birimleri üzerinden sağlanır. Genellikle
uzun vadeli, ödemesiz devreli ve düşük faizli kredilerdir. Uluslararası
kuruluşlardan sağlanan krediler; Uluslararası Kalkınma Teşkilatı (AID),
Dünya Bankası, Uluslararası Finans Kurumu (IFC), İhracat ve İthalat Bankası
(EXIMBANK), Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA), Avrupa Yatırım Bankası,
İslam Kalkınma Bankası gibi kuruluşlardan sağlanan kredilerden
oluşmaktadır. Bu kuruluşların verdikleri krediler genellikle uzun vadeli, düşük
faizli kalkınma kredileridir. Uluslararası para piyasasından sağlanan krediler
ise; kullanımları tamamen ticari esaslara dayanan kredilerdir. Dolayısıyla
vadeleri, diğer kredi çeşitlerine göre genellikle daha kısa ve faiz oranları da
daha yüksektir ve uluslararası para piyasalarından borçlanmanın toplam
borçlanma içindeki payının artması olumsuz bir gelişme olarak kabul
edilmektedir (Karluk, 1994:329; Pazarcık; Ünsal; Nakipoğlu 1989:16-17).
Kamu borçları, merkezi ve yerel yönetimlerce yapılan borçlanmalardır. Kamu
kesimi borçları içinde konsolide bütçe (Hazine borçları) ve bütçe dışı kamu
sektörü borçları (Merkez Bankasının borçları) önemli bir yer tutar. Ayrıca, KİT
ve Fonların borçları da kamu borçları içinde yer alır. Özel kesimin borçları
ise, özellikle yabancı ticari bankalardan, finans kuruluşlarından ve
firmalardan sağlanan kredilerden oluşur. Kamu kesimi borçları daha çok orta
ve uzun vadeli iken, özel kesim borçları büyük ölçüde kısa vadeli borçlardır
(İnce, 2001:156-157).
20
Kamu borçlanmaya, harcamaları olağan gelirleri olan vergi ve diğer gelirleri aştığı zaman başvurur6. Borçlanma,
yurtiçi tasarruflarından (iç borçlanma), Merkez Bankası kredilerinden (Kısa Vadeli Avans kullanımı) ve yurt dışından
(dış borçlanma) yapılır. Kural olarak, MB’den alınan geçici krediler hariç tutulduğunda, kamu sermaye piyasasındaki
özel yatırımcıdan ve de bankalardan borçlanır. Kamu borcu, vergilerin aksine, gönüllü olarak kredi vermeye dayanır
ve borç verene karşılığında güvenceye alınmış ve önceden belirlenmiş belli bir vade sonunda faiz ödemeyi ve
gerektiğinde faiz ile birlikte anaparayı da ödemeyi taahhüt eder (Czada, 1987:347).
6 Kamu kesimi açıkları bir tür akım kavramı olduğu halde, kamu borçları bir stok kavramı ifade etmektedir. Bir zaman kesitindeki kamu borçları, o kesite gelinceye kadar ki dönemlerde oluşmuş kamu kesimi açıklarının birikmiş bir stok ifadesidir.
21
BÖLÜM II
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇ KRİZİ
2.1 Gelişmekte Olan Ülkelerin Borç Stokundaki Artış
İçsel ve dışsal sebeplerin yanında, borç servisinin (anapara ve faiz
ödemeleri) döviz ile yapılıyor olması borçlu ülkeler için büyük sorunlar
doğurmuştur. Çünkü, gelişmekte olan borçlu ülkeler borç servislerini
gerçekleştirmek için ihracat gelirlerini artırmaları gerekmektedir. Fakat borçlu
ülkelerde ihracat gelirleri ithalat giderlerinin gerisinde kalmış ve bundan
dolayı da borçlu ülkeler borç servislerini yerine getirebilmek için yeniden
borçlanmak zorunda kalmışlardır. Bundan dolayı da, gelişmekte olan
ülkelerde borç stoku sürekli artış göstermiştir (Yenal, 1987;423).
Tablo 1’de gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarının, 1970-1982 arasındaki
gelişimi verilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin 1970 yılındaki dış borçları 62,5
milyar dolar iken, 1973 yılında 102,4 milyar dolara yükselmiş, 1979 yılında
453,8 milyar dolara ve 1982 yılında da 743,5 milyar dolara yükselmiştir. 1973
yılındaki petrol fiyatlarındaki yükselmeyle başlayan borçlanmadaki artış, 1982
yılına gelindiğinde, 1973 yılındaki borcun 7,3 katına çıkmıştır. Özel
kaynaklardan alınan borçlardaki artış daha çarpıcıdır; 1970 yılında 13,7
milyar dolar olan dış borçlar 1982 yılında 18,7 katına çıkarak 256,3 milyar
22
dolar olmuştur. Ayrıca garantisiz özel krediler de hızlı artışlar meydana
gelmiştir. 1970 yılında 15,6 milyar dolar olan garantisiz özel krediler 1982
yılında 6,2 katına çıkarak 96,3 milyar dolar olmuştur. Önemli bir husus da;
kısa vadeli borçlanmada görülen artıştır. 1970-1974 yılları arasında kısa
vadeli borçlanma yapılmamışken, 1982 yılında kısa vadeli borçların toplam
borçlar içindeki payı %22,4’e yükselmiştir.
Tablo 2’de azgelişmiş ülkelerin 1985-2001 yılları arasında dış borçlarında
meydana gelen gelişmeler verilmiştir. Azgelişmiş ülkelerin 1985 yılında 941,9
milyar dolar olan dış borçları 1999 yılında 2427 milyar dolara yükselmiştir.
2001 yılında ise kısmen azalarak 2332,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
Kısa dönemli borçlanmanın toplam borçlanma içindeki payı 1982 yılında
%22,4 iken 1985 yılında %13,8’e gerilemiş, 1996 yılında %18,7’e yükselmiş
ve 2001 yılında da%15 seviyesine gerilemiştir. Kamu ve kamu garantili dış
borçlar 1985 yılında 719,1 milyar dolar iken 2001 yılında 1469,7 milyar dolara
yükselmiştir. Özel sektörün dış borçlarındaki artış daha hızlı olmuştur. Özel
sektör dış borçlarının toplam borçlanma içindeki payı 1985 yılında %23,7
iken 2001 yılında bu oran %37’ye yükselmiştir. Azgelişmiş ülkelerin resmi
kaynaklardan aldıkları borçlar 1985 yılında 341,1 milyar dolardan 2001
yılında 866,7 milyar dolara yükselmiştir. Özel kaynaklardan alınan borçların
toplam borçlar içindeki payı 1985 yılında %63,8 iken 1990 yılında
%55,5’gerilemiştir. Bu oran sonraki yıllarda artmış ve 2001 yılında da %62,8
olarak gerçekleşmiştir.
23
25
Tablo 1: Azgelişmiş Ülkelerin Dış Borçlarındaki Gelişmeler (Milyar Dolar) 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982
Toplam Dış Borçlar 62,5 72,7 85,3 102,4 128,2 157,5 193,2 296,2 375,7 453,8 561,4 656,5 743,51. Uzun Dönemli Borçlar 61,7 71,8 84,1 101 125,5 150,7 183,4 227,7 292,4 354,1 420,3 487,7 552,8A. HAGK 46 54 63,2 77,5 95,9 116,9 145,7 184,2 241,2 294,2 350,2 397,3 456,6a.Resmi Kaynaklardan 32,3 37,6 42,5 49,3 57,9 67,8 78,7 94,8 114,7 131,8 157,5 179,2 200,3b. Özel Kaynaklardan 13,7 16,4 20,6 28,1 38 49,1 67 89,3 126,5 162,4 192,7 218,1 256,3B. GZÖK 15,6 17,8 20,9 23,5 29,6 33,7 37,6 43,5 51,2 59,8 70,1 90,4 96,32. IMF Kredileri 0,7 0,8 1,2 1,3 2,6 4,3 7 7,1 7,9 9,3 12,4 18,4 23,93. Kısa Dönemli Borçlar 0 0 0,1 0,1 0,1 2,5 2,8 61,4 75,3 90,4 128,7 150,5 166,7Kaynak: Balkan, 1994:142 Kısaltmalar: HAGK= Hükümetlerce Alınan veya Garantilenen Krediler GZÖK= Garantisiz Krediler
26
Tablo 2: Azgelişmiş Ülkelerin Dış Borçlarındaki Gelişmeler (Milyar Dolar)
1985 1990 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001
Toplam Dış Borçlar 941,9 1242,2 2065,6 2126,0 2188,8 2395,2 2427,0 2363,6 2332,1Orta ve Uzun Dönemli Borçlar 812,2 1057,2 1688,7 1727,9 1782,4 2023,8 2072,1 2026,8 1983,1Kısa Dönemli Borçlar 129,7 185,0 376,9 398,1 406,4 371,4 354,9 336,8 349,0Kısa Dönemli Borçlar (%) 13,8 15,0 18,3 18,7 18,6 15,5 14,6 14,2 15,0
Borçluya Göre Dış Borç Stoku
Kamu ve Kamu Garantili Borçlar 719,1 992,5 1469,2 1452,6 1433,6 1529,4 1542,3 1492,2 1469,7Özel Sektör Dış Borçları 222,8 249,7 596,4 673,4 755,2 865,8 884,7 871,4 862,4Özel Sektör Dış Borçları (%) 23,7 20,1 28,9 31,7 34,5 36,1 36,5 36,9 37,0
Alacaklıya Göre Dış Borç Stoku
Resmi Kaynaklardan Alınan Borçlar 341,1 553,0 919,3 885,3 842,9 906,1 922,2 880,3 866,7Özel Kaynaklardan Alınan Borçlar 600,8 689,2 1146,3 1240,7 1346,1 1489,5 1504,8 1482,3 1465,4Özel Kaynaklardan Alınan Borçlar (%) 63,8 55,5 55,5 58,4 61,5 62,2 62,0 62,7 62,8Kaynak: World Bank
27
Tablo 3’de ise, Arjantin, Brezilya ve Meksika’nın dış borç stokundaki
gelişmeler verilmiştir.
Arjantin’in, 1970 yılında 5,2 milyar dolar olan dış borcu 1980 yılında 5,2
katına çıkarak 27,2 milyar dolar olmuş 1982 yılında ise, 1980 yılındaki borcun
1,6 katına yükselmiş ve 43,6 milyar dolar olmuştur. 1995 yılında 98,8 milyar
dolara ve 2000 yılında da 145,9 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılında ise
136,7 milyar dolara gerilemiştir.
Brezilya’nın, 1970 yılındaki borcu 5,1 milyar dolar iken 1980 yılında 13,9
katına çıkarak 70,8 milyar dolar olmuştur. 1982 yılında 90,2 milyar
yükselmiştir. Brezilya’nın dış borcu 1995 yılında 160,5 milyar dolara ve 1999
yılında ise 243,7 milyar dolara yükselmiş, 2001 yılında da 226,4 milyar dolara
gerilemiştir.
Meksika’nın dış borcu ise, 1970 yılında 6 milyar dolar iken 1980 yılında 9,6
katına çıkarak 57,4 milyar dolar olmuş, 1982 yılında 86 milyar dolara
yükselmiştir. 1995 yılında 166,6 milyar dolara yükselmiş ve sonraki yıllarda
azalma göstererek 2001 yılında da 158,3 milyar dolar olmuştur.
28
Tablo 3: Arjantin, Brezilya ve Meksika’nın Dış Borç Stokundaki Gelişmeler
(Milyar Dolar)
Arjantin Brezilya Meksika
1970 5,2 5,1 6,0
1980 27,2 70,8 57,4
1982 43,6 90,2 86,0
1985 48,4 106,9 97,4
1995 98,8 160,5 166,6
1996 111,4 181,3 157,5
1997 128,4 198,0 148,7
1998 141,5 241,0 159,9
1999 145,3 243,7 167,3
2000 145,9 238,8 158,5
2001 136,7 226,4 158,3
Kaynak: World Bank
2.2 Gelişmekte Olan Ülkelerde İthal Edilen Sermayenin Özellikleri
1950’li ve 1960’lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerde cari işlemler açığı, her
şeyden önce resmi yardımlar, kalkınma kredileri ve doğrudan yatırımlarla
finanse ediliyordu. 1960’ların ortalarında resmi kredilerin, batılı gelişmiş
ülkelerden gelen net sermaye ithali içindeki payı %60, dolaysız yatırımların
payı ise %20 civarındaydı. 1960’lı yılların ikinci yarısından başlayarak
29
doğrudan yatırımların göreli önemi azaldı ve orta-uzun dönemli banka
kredilerinin önemi artı (Büttner, 1984:139).
Tablo 4’de gelişmekte olan ülkelerin 1970-1981 yılları arasındaki net
sermaye ithalinin bileşenleri yüzde olarak verilmiştir. 1970 yılında gelişmekte
olan ülkelerin resmi kuruluşlardan aldıkları kalkınma amaçlı yardımların
toplam sermaye ithali içindeki payı %42,5 iken 1981 yılında %34,1’e
gerilemiştir. Resmi kalkınma yardımlarındaki azalmanın en büyük kısmı
OECD ülkelerinden alınan yardımların azalmasından kaynaklıdır. OECD’den
alınan yardımların payı 1970 yılında %29,8 iken 1977 ve 1978 yıllarında
15,8’e gerilemiş ve 1981 yılında da %17,6 olmuştur. OPEC ülkelerinden
alınan yardımlar ise artmıştır. OPEC’den alınan yardımların payı 1970 yılında
%2 iken 1974 yılında %11,5’e yükselmiş sonraki yıllarda ortalama %8
civarında kalmış ve 1981 yılında da %6,6 olarak gerçekleşmiştir.
İmtiyazsız sermaye girişlerinin payı artış eğiliminde olmuştur. İmtiyazsız
sermaye girişindeki en önemli değişiklik; doğrudan yatırımlar ve bankacılık
sektöründen yapılan borçlanma kalemlerinde olmuştur. Doğrudan yatırımlar
azalmıştır. 1970 yılında doğrudan yatırımların payı %19,4 iken 1974’de bu
oran %5,2’ye kadar gerilemiş, 1975 yılında %21,2’ye yükselmiş ama sonraki
yıllarda azalmaya devam etmiştir. 1980 yılında %10,8 ve 1981 yılında da
14,1 olarak gerçekleşmiştir. Bankacılık sektöründen alınan borçlar ise
artmıştır. 1970 yılında bankacılık sektörünün payı %15,8 iken 1973 yılında
30
%30,1’e yükselmiş, 1977-78 yıllarında %27,5, 1981 yılında da %24 olarak
gerçekleşmiştir.
31
Tablo 4: 1970-1981 Yılları Arası Gelişmekte Olan Ülkelerin Net Sermaye İthali Bileşenleri (%) 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981
Resmi Kalkınma
Yardımları 42,5 44,2 43,1 38,6 45,5 36,9 33,8 31,9 32,7 35,8 38 34,1a) OECD 29,8 29,9 26,4 22 22,8 18,3 16,3 15,8 15,8 18,6 18,8 17,6b) OPEC 2 2,1 2,8 6,3 11,5 10,4 8,9 8,3 8,3 7,7 8,6 6,6c)Diğer 10,7 12,2 13,9 10,3 11,2 8,2 8,6 7,8 8,6 9,5 10,6 9,9
İmtiyazsız Girişler 57,5 55,8 56,9 61,4 54,5 63,1 66,2 67,3 67,3 64,2 62 65,9a) Doğrudan Yatırımlar 19,4 15,6 18,1 14,7 5,2 21,2 14,8 14,2 14,2 15,7 10,8 14,1b) Bankacılık Sektörü 15,8 15,6 20,6 30,1 27,6 22 25,8 27,5 27,5 23 20,6 24c) Tahvil İhracı 1,6 1,4 2,2 1,8 0,8 0,8 2,1 3,2 3,2 1,3 3,4 2,4d) Özel İhracat
Kredileri 11 12,8 6,2 3,6 6,6 8,1 12,4 12,3 12,3 11,1 12,7 10,2e) Resmi İhracat
Kredileri 3,1 3,4 3,2 3,7 2,4 2,2 2,4 2,6 2,6 2 2,6 2,7f) Diğer 6,6 7 6,6 7,5 11,9 8,8 8,7 7,5 7,5 11,1 11,9 12,5
Kaynak: Büttner, 1984:141
32
2.3 Borçlanmanın Yapısal Sebepleri
2.3.1 Borçlanmadaki Artışın Dışsal Sebepleri
1970’li yıllardan başlayarak dünya ekonomisinde köklü değişimler meydana
geldi;
- dünya ekonomisinde büyüme oranları düşmeye başladı,
- petrol fiyatlarındaki artış ve hammadde fiyatlarındaki düşüşün etkisiyle,
ticaret hadleri üçüncü dünya ülkeleri aleyhine değişmeye başladı,
- faiz ve döviz kurlarında şiddetli dalgalanmalar meydana geldi.
Bunun sonucu, petrol ithalatçısı gelişmekte olan ülkelerde kredi ihtiyacı
artmıştır. Cari işlemler dengesi açığı başlangıçta milli gelirin ortalama %2’si
iken %4’e yükselmiştir. 1973’den 1983 yılına kadar petrol ithalatçısı
gelişmekte olan ülkelerde cari işlemler dengesi sürekli açık vermiştir.
(Büttner,1990:275). Bir ülkenin cari işlemler dengesindeki açıklar ülkenin altın
ve döviz rezervlerinin kullanılması veya dış borçlanma yolu ile finanse edilir.
Az gelişmiş ülkelerdeki tasarruf düzeyi düşüktür. Dengeli kalkınma için önce
alt yapı yatırımlarının yapılması gerekir. Oysa, az gelişmiş ülkelerin en büyük
sıkıntılarının başında döviz darlığı içinde olmaları ve gerekli finansmanın
yeterli olmaması gelir. Bundan dolayı dış finansmana baş vurulur. Ayrıca yeni
yatırımlar dolaylı olarak araç gereç, yedek parça ve hammadde ithal talebini
33
uyandırır, ithalat giderleri de ihracat gelirleriyle karşılanamadığından dış borç
gereksinimi artar (Tural,1992:39; Pazarcık; Ünsal; Nakipoğlu 1989:34).
Bir çok gelişmekte olan ülke hammadde ihracatçısı durumundadır.
Hammadde fiyatlarındaki gelişmeler ise büyük ölçüde dünya piyasalarına
bağlıdır. Hammadde fiyatlarının az gelişmiş ülke aleyhine değişmesi; az
gelişmiş ülke için, gelişmiş ülkelerden aldıkları her mamul mal için daha fazla
ihracat (hammadde satışı) yapmak zorunda olmalarını gerektirir. Bunun
anlamı, sabit gelirle her zaman daha az mal alınacağı, daha fazla mal satın
almak için (ithal malın fiyatı yükseldiğinden) gelirin de sürekli yükselmesi
gerektiğidir. Bu gelişmeler, petrol şokundan önce, 1960’lı yıllarda başlamıştır.
Gelişmekte olan ülkeler için ithalat önemli bir yer tutmaktadır. İhracattan elde
edilen gelir ithalat için yapılan harcamaları karşılayamadığı zaman aradaki
fark kredilerle finanse edilmek zorundadır (İms, 1988:19).
1970’lerin ikinci yarısından başlayarak gelişmiş ülkeler iktisadi durgunlukla
karşılaşmışlardır (eksik büyüme, yetersiz yatırımlar, kapasite kullanım
yetersizliği, işsizlik). Bundan dolayı gelişmekte olan ülkelerde, hem
hammadde ihracatı (gelişmiş ülkelerdeki talep yetersizliğinden kaynaklı) hem
de, iktisadi durgunluğun ve artan korumacılığın etkisiyle mamul malı ihracat
azalma göstermiştir (gelişmiş ülkeler, özellikle tekstil ve giyimde gümrük
vergilerini artırdılar). Gelişmiş ülkelerdeki korumacılık, ekonomilerini yurt
dışından gelen ucuz ithalata karşı ticari engellerle korumaktır. Gelişmekte
34
olan ülkeler çok az yolla gelişmiş ülkelerin pazarlarına girebiliyorlardı,
korumacılıkla gelişmiş ülke pazarlarına girmek daha da zorlaştı ve gelişmekte
olan ülkelerin gelişmiş ülkelere olan ihracatları ithalatlarının çok altında kaldı.
Ayrıca, ortaya çıkan cari işlemler açığının finansmanı ve özellikle de
kredilerin geri ödenmesi için ihracatın artırılması orta dönem için bir şans
olabilirdi, ayrıca yükselen enerji maliyetleri mamul ve ihraç mallarının
fiyatlarına yansıtılabilirdi, bunu gelişmiş ülkelerin büyük bir kısmı
başarmışken, gelişmekte olan ülkeler başaramamakla kalmamış pazar
payları da daralmıştır (Başkaya, 1986:55; Franzmeyer, 1990;246)7.
a) Petro-Dolarların Yeniden Kullanımı ve Bankaların Rolü
1973/74 ve 1979/80 yıllarında, petrol fiyatlarında meydana gelen artış tüm
dünyayı olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Petrol fiyatlarındaki artış sonucu,
petrol ithal eden gelişmekte olan ülkelerde cari işlemler dengesi büyük açıklar
vermiş, petrol ihracatçısı ülkelerin cari işlemler dengesin de ise büyük fazlalar
oluşmuştur.
Petrol fiyat artışları nedeniyle, petrol ithal eden gelişmekte olan ülkelerin,
petrol için yaptıkları harcamaların toplam harcamalarına oranı, 1973 yılında
7 Hammadde fiyatlarındaki düşüş ve ticaret hadlerindeki bozulma, gelişmekte olan ülkeleri zor durumda bırakmış ve gelişmiş ülkelere olan ihracatta nicel olarak gerilemiştir. Örneğin, 1981 ve 1982 yıllarında hammadde fiyatları (petrol hariç) %30,6 oranında, ihracattan elde edilen gelirler ise %14,3 oranında gerilemiştir. 1981 ve 1982 yıllarında ticaret hadleri, az gelişmiş ülke
35
%6’dan 1981’de %21’e yükselmiştir. Bu ülkelerin petrol ithalatı için ayırdıkları
meblağ, 1973 yılında dış ticaret açıklarının %36,8’i iken, 1977’de %72,7’si
olmuştur (Balkan, 1994:98).
Tablo 5’de 1972-1981 yılları arasındaki ham petrol varil fiyatları verilmiştir.
1973/74 yılındaki ilk petrol şokuyla ham petrol varil fiyatları 3,5 dolardan 9
dolara yükselmiş, 1979/80 ikinci petrol şoku ile ham petrol varil fiyatı 18,1
dolardan 33 dolara yükselmiştir. 1973 yılından 1981 yılına kadar ham petrol
varil fiyatı 10,9 katına çıkmıştır.
Tablo 5: Ham Petrol Varil Fiyatı (1972-1981) (Dolar)
1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 198
1
Ham Petrol
Varil Fiyatı
2,5 3,5 9,0 10,9 11,8 13,3 13,1 18,1 33,0 38,1
Kaynak: DPT
Her iki petrol şokunda da gelişmekte olan ülkelerin dış borçları artmış, ama
aynı zamanda OPEC-ülkelerine de büyük miktarlarda dolar akmıştır. OPEC-
ülkeleri döviz fazlalarının büyük bir kısmını Euro-dolar piyasalarına ve
ABD’deki bankalara yatırmışlardır. Artan likidite fazlası ve dolar arz fazlası
yatırıma değil, bankalar tarafından dikkatsizce gelişmekte olan ülkelere kredi
aleyhine, %23,2 oranında bozulmuştur. 1981 ve 1982 yıllarında borç servisi
36
olarak verilmiştir. 70’li yılların sonlarına doğru Petro-dolar paraları petrol
ithalatçısı gelişmekte olan ülkelere dönmeye başlamıştır (Franzmeyer,
1990;255; Gibson; Tsakalatos, 1996:182-183)8.
1960’lı yıllarda gelişmekte olan ülkeler kredi ihtiyaçlarının %90’nını resmi
kalkınma yardımlarından, devlet garantili ticari kredilerden ve doğrudan
yatırımlardan finanse ediyorlardı. Birinci petrol krizinden sonra petrol
ithalatçısı ve de bazı petrol ihracatçısı ülkelerin kredi talepleri aniden
yükselmeye başladı, bundan dolayı da banka kredilerinin önemi artmaya
başladı (Büttner, 1990:283).
Üçüncü dünya ülkelerinin banka kredilerine yönelmelerinin sebeplerini şöyle sıralayabiliriz (Büttner 1990:283);
- ekonomik büyümenin yavaşlamasından dolayı gelişmiş ülkelerin kredi
talebi azalmıştır,
- petro-dolar bolluğundan dolayı uluslararası finans piyasalarında likidite
fazlası ortaya çıkmıştır,
- üçüncü dünya işletmelerindeki yüksek karlılık, Amerikan, Japon ve
Avrupa bankaları arasında rekabete neden olmuştur,
- banka kredileri, resmi kredilerin aksine, koşullara bağlı olmadığı için
üçüncü dünya hükümetlerince tercih edilmiştir.
ise %34,6 oranında artış kaydetmiştir (İms, 1988:19). 8 Gelişmekte olan ülkelerdeki borç sorununun tek nedeninin petrol fiyatlarındaki yükselme olduğunu söylenemez çünkü, çok borçlu ülkelerden bir kısmı petrol ihtiyaçlarını kendileri karşılıyorlardı (Meksika, Venezüella, Nijerya, Endonezya gibi) (İms, 1988:14).
37
Banka kredileri borçlu ülkeler için ağır sonuçlar da meydana getirmiştir
(Büttnet, 1990:284);
- banka kredileri resmi kredilerle karşılaştırıldığında oldukça pahalı ve kısa
vadeli kredilerdir. Ayrıca değişken faizli kredilerdir, ki bu durum 1970’li
yılların sonunda faizlerde meydana gelen yükselmenin borçlu ülkeler
tarafından üstlenilmesine neden olmuştur.
- banka borçlarının faizleri, doğrudan yatırımları aksine, ülkelerin ve
işletmelerin ekonomik durumundan bağımsız olarak ödenmek zorundadır,
- bankalar, borçlu ülkelerin borçlanma koşullarındaki kötüleşmeye çok daha
hassas ve çabuk tepki gösterirler.
Bankaların 70’li yılların sonlarında uyguladıkları dikkatsiz kredi politikasından
sonra, 1982 yılında Meksika ve başka ülkelerin borç geri ödeme
yükümlülüklerini yerine getiremeyeceklerini ilan etmeleriyle birlikte,
gelişmekte olan ülkelere borç vermeyi durdurmaya başlamışlardır. Bunun
sonucu, borç sorunu daha da ağırlaşmış, yeniden borçlanamayan ülkeler
borç geri ödeme sorunuyla karşılaşmışlardır (Gibson; Tsakalatos, 1996:190-
191).
38
b) Faiz Şoku ve Dolar Kurunun Etkisi
Gelişmekte olan ülkelere verilen resmi krediler, kural olarak, sabit faizli
kredilerdir. Ticari krediler ise piyasa koşullarına bağlıdır ve genelde değişken
faizli kredilerdir. Değişken faizler; ilgili kredinin faiz miktarı uluslararası finans
piyasalarındaki değişken faiz oranına bağlı olarak değişir. 1976 yılında
değişken faizle borçlanıldığında, faiz oranı %6 iken, 1979 yılında %7,63’e ve
1981 yılında da %11,46’ya yükselmiştir (İms, 1988:24-25).
Gelişmekte olan ülkelerin özel kredilerine uygulanan değişken faiz oranı
genellikle amerikan faiz oranı (US-Prime-Rate) ya da LİBOR (London
İnterbank Offered Rate) oranları baz alınarak belirlenir. Bu oranların üzerine
ülkelerin, kredi itibarlarına bağlı olarak risk farkı eklenir.
70’li yıllarda gelişmekte olan ülkelere çok çeşitli krediler açılmıştır, çünkü
1978 yılına kadar uluslararası faiz oranları reel olarak negatifti, yani faizler
dünya enflasyonunun altında idi. 1972-1979 yılları arası resmi dış borçların
faiz oranları ortalama %5 civarındaydı (Libor oranları, 1972’de %5, 1974’de
%7, 1977’de %6,4 ve 1978’de %9 idi) (İms, 1988:26).
1978 yılından sonra faiz oranları dünya enflasyonunun üzerine çıkmıştır.
Libor 1978 yılında %9 iken 1980 yılında %14’e yükselmiştir, 1981 yılında
39
%15 ile %18 aralığında değişmiş, 1982 yılının ilk altı ayında ortalama %15
olarak gerçekleşmiştir. Risk farkı9 da eklendiğinde, gelişmekte olan ülkelerin
borçlanma faizi 1970’li yılların başında %5-7 arasında iken, 1980’li yıllara
doğru %20’nin de üzerine çıkmıştır. Bundan dolayı da, gelişmekte olan bir
çok ülke borçlarını geri ödeyemez duruma gelmiştir. Örneğin Meksika, 22
Ağustos 1982‘de alacaklılarına borçlarını ertelemek zorunda kaldığını
bildirmiş ve sonra da 20 milyar dolarlık borcu ertelenmiştir (İms, 1988:26).
Faizdeki gelişmelerin borçlanma durumu üzerindeki etkilerini şöyle de açıkça
göstermek mümkün: Borçlu olan ülkeler 1970’li yılların ikinci yarısında ihracat
gelirlerinin %10’unu faiz gideri olarak ödemişlerdir. 1982 yılında bu oran
%23’e yükselmiştir. Latin Amerika’nın çok borçlu ülkelerinde (Arjantin,
Brezilya, Meksika) faizin payı 1974-1979 yılları arasında %18’den %30’a
yükselmiş ve 1982 yılında da %51,5’e yükselmiştir. 1980’li yılların başında,
yıllık faiz oranındaki %1 puanlık artışın gelişmekte olan ülkelere maliyeti 2,3
milyar dolar artıracağı göz önüne alındığında, faiz oranlarındaki yükselmenin
etkisi daha iyi anlaşılmaktadır (İms, 1988:27). Örneğin Brezilya için, 1980-
1982 döneminde, faiz oranında %1’lik bir artışın maliyeti; kahve ihracatından
elde edilen gelirin %25’ne, kakao ihracatından elde edilen gelirin %100’ne,
petrol ithalat harcamalarının %6’sına ve alınan kredilerin %10’una tekabül
etmektedir (Groth, 1989;504).
9 Risk farkı, bir ülkenin kredi değerliliği saptanarak belirlenir. Ülkenin kredi değerliliği saptanırken ise, önce o ülkenin kaynakları göz önünde bulundurulmakta daha sonra da kamu politikası incelenmektedir. Ayrıca, ödemeler dengesinin durumu, döviz rezervleri ve ülkedeki siyasal durum da göz önünde bulundurulmaktadır (Zıllıoğlu, 1984:44).
40
1979 yılında ABD enflasyonla mücadele etmek için sıkı para politikası
uygulamaya başlamış ve faiz oranlarını %22’ye kadar yükseltmiştir. Bu
durum, borçlu ülkelerin borç faiz yükünü artırmış ve borç servislerinin yerine
getirilmesini zorlaştırmıştır.
ABD’de faiz oranları yükselince, sermaye sahipleri ve spekülatörler paralarını
Avrupa ülkelerinin paralarından ve Japon yeninden ABD dolarına çevirip,
ABD’ye yatırmaya başlamışlardır. Bu da, dünya borsalarında ABD dolarının
yükselmesine neden olmuştur. Bu durum, gelişmekte olan ülkelere ek bir yük
getirmiştir: Gelişmekte olan ülkelerin borçlarının büyük bir kısmı dolar
cinsindendir. Oysa, gelişmekte olan ülkeler ihracatlarının büyük bölümünü
Avrupa ülkelerine ve Japonya’ya yapıp, bu ülke paralarıyla (ucuz parayla)
gelir elde etmekte ama borç servislerini dolar ile yapmaktadırlar. Bu durum,
gelişmekte olan borçlu ülkeleri olumsuz şekilde etkilemiş ve borçlarının
artmasına neden olmuştur (İms,1988:29).
c) Gelişmiş Ülkelerde Aşırı Sermaye Birikiminin Etkisi
Sermayenin ihraç zorunluluğu, kapitalizmin birkaç ülkede fazla olgunlaşmış
olması ve sermayenin karlı yatırım alanları bulamamasından
kaynaklanmaktadır. Kapitalizmde, karları artırmak amacıyla sermaye fazlası
dış ülkelere ve özellikle geri kalmış ülkelere ihraç edilir. Geri kalmış ülkelerde
kar her zaman yüksektir; çünkü buralarda sermaye az, hammadde ucuz,
41
toprak fiyatı ve ücretler düşüktür. Özellikle 19. yüzyılda büyük bir gelişme
kazanan sermaye ihracı daha çok altyapı yatırımlarını ve hammadde
kaynaklarını işler hale getirmek üzere kullanılmıştır. Bu dönemdeki sermaye
ihracıyla geniş sömürgelerin varlığı arasında sıkı bir ilişki vardır. Gelişmiş
ülkelerin verdikleri borçlarda en fazla rastlanan şekil, alınan borcun bir
kısmının borç veren ülkeden yapılacak ithalata, özellikle savaş araçları ya da
gemi alımlarına harcanması koşuluna bağlı olmasıdır. Böylece, sermaye
ihracı yoluyla azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelere bağımlılığı da artmaktadır
(Lenin, 1998:70-73).
İkinci Dünya Savaşından 1970’li yıllara kadar gelişmiş ülkeler hızlı bir
tempoyla büyümüşlerdir. Fakat 1970’li yıllarda üretim ve sermaye birikiminde
duraklama meydana gelmiştir. Üretim ve yatırımın giderek yavaşlamasına
karşın, finans sektörü hızla büyümüştür. Bankalar, para ve kredi kuruluşları,
tıpkı mal üreten şirketler gibi kar amacı güden, tekelci rekabet biçiminde de
olsa rekabetçi bir ortamda işlev yapan ve kar tabanlarını genişletmeyi
amaçlayan kurumlardır. Ciro ve karlarını yükseltmek için açtıkları kredi
miktarlarını (güvenilirlik sınırları içinde) artırmaya çalışırlar. Finans
sektörünün bu davranış biçimi, üretim ve yatırım hızında da paralel
büyümeler olduğu taktirde bir sorun yaratmaz. Çünkü o taktirde büyüyen borç
ve kredi yapısı, mal ve hizmet üretimindeki ve dolayısıyla, bundan
kaynaklanan gelir ve karlardaki artışlarla desteklenir ve dengelenir. Ama,
kredi hacmindeki ve borç birikimindeki patlama sürüp giderken, üretim ve
yatırımlarda önemli ve uzun süreli duraklamalar oluşursa, kriz ve iflaslar
42
gerek finans, gerek endüstri sektörünü tehdit etmeye başlarlar. Ülkenin
üretim potansiyelini artırıcı nitelikteki yatırınlar yapma olanağının
zayıflamasıyla, şirketler ve servet sahibi sınıflar karlarını artırmak için giderek
finansal manipülasyonlara ve spekülasyona yönelirler (Magdoff; Sveezy,
1983). 1970 ortalarında yaşanan durgunlukla birlikte gelişmiş ülke
şirketlerinin elinde büyük miktarda satılamayan mal stokları oluşmuştur ve
şirketler kriz nedeniyle kredi ihtiyacı içine girmişlerdir. Ancak, kar oranlarının
düşmesi nedeniyle sermayenin verimli yatırılamayacağı anlaşıldığından, bu
şirketlerin yatırım için kredi talebi azalmış ve şirketler ellerindeki fonları
Europara piyasalarına yatırarak bu piyasalardaki fonların şişmesine yol
açmışlardır. Aynı dönemde, petro-dolarların da Europara piyasasına
akmasıyla azgelişmiş ülkelere yoğun bir kredi arzı başlamıştır. Başka bir
deyişle, gelişmiş ülkelerde yeterli kar oranını sağlayamayan sermaye,
Europara piyasası aracılığıyla azgelişmiş ülkelere akmıştır (Balkan 1994:52-
53). 1980’li yılların başında gelişmiş ülkelerde yaşanan bu olmuştur. Finans
kuruluşları ve piyasalarında büyümeyle birlikte yeni tür araçlar ve kurumlar
ortaya çıkmıştır. Buna paralel olarak da, ticaret metası yapılan değerli
kağıtların gerek miktarında gerek çeşitlerinde ve bunları araç ederek girişilen
spekülatif alım-satımlarda patlama gerçekleşmiştir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki durgunluk, üretken kapasitenin yayılışı içinde
doyurucu derecede karlı satış alanları bulmayan artık-sermayeyle ortaya
43
çıkmaktadır. Durgunluğun10 kapitalist yönetimi bu yüzden, mali alanda karlı
satış alanları alternatifi sağlanmasını hedeflemiştir ve tam da bu durum,
ekonomik büyümeye zarar verici olduğunda bile sermaye değerlerinin
korunmasını bunun temel önceliği haline getirmiştir. Sermaye pazarlarının bu
yeni hegemonyası bir dizi araçla hareket etmiştir. Bu politikalar; Küresel
boyutlarda kolay bulunabilir kredi, göze çarpacak biçimde değişken kur
oranları, yüksek faiz oranları, mübadele oranlarının değişkenliği, kamu
teşebbüslerinin özelleştirilmesiyle sermayenin daha çok tekelleşmesi, ABD
ödemeler dengesindeki açıklar ve üçüncü dünya ülkelerini dış borçlarını diğer
tüm önemli konuların üzerinde tutmaya zorlayan uluslararası mali kurumların
politikalarıdır. Bu politikalar sonucunda, finans sermayesi gerçek üretimden
özerkleşmiştir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde 1970’li yılların başından beri
görülen durgunlukla birlikte kar hadleri düşme eğilimine girmiştir. Gelişmiş
kapitalist ülkeler sermayesinin, kendini yeniden üretmek çabaları kendi
aralarındaki rekabeti de büyütmüş ve sermayenin hem ulusal hem de
uluslararası bazda karlı bir yayılma amaçlı yeni pazarlar bulma yolunda kendi
işleyiş tarzını yeniden yapılandırmasına neden olmuştur (Amin, 1999a:23;
Tonak, 1998:72; Yaffe, 2001:46).
10 Gelişmiş ülkelerde 1960-1973 döneminde ortalama büyüme 5,0 iken, 1974-1980 döneminde ortalama büyüme 2,5’e gerilemiş ve 1990-2003 döneminde de ortalama büyüme 2,2’ye gerilemiştir. Avrupa ülkelerinin 1990-2003 yılları arasındaki ortalama büyümesi 1,7, Japonya’nın ortalama büyümesi ise 1,1 olarak gerçekleşmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin 1970-1990 dönemindeki ortalama büyümesi 6,0, 1990-2003 dönemindeki büyümesi ise 4,4 olarak gerçekleşmiştir (UNCTAD, 1997; UNCTAD, 2003).
44
Finans Kapital’in en iyi karı güvence altına almasını mümkün kılmak için,
sermayenin hareketliği önündeki engeller azaltılmış ve piyasalara hızlı giriş
çıkışı sağlanmıştır. Bununla birlikte, sermayenin bu hareketliği, ulusal
büyüme için oluşturulan politikaların tamamlanmasını çok daha
zorlaştırmıştır. Ayrıca, sermayenin her hangi bir alana koşullar iyiyken hızlı
bir şekilde girmesi ve en küçük bir problem sinyaliyle aynı hızla
uzaklaşmasını mümkün kılınmış, bu da, küresel sermayeye spekülatif mali
kar olanağı sunmuştur (Amin, 1999:132-133; Brenner, 2001:18).
Finansal serbestleştirmeyi izleyen süreçte finansal sermaye, reel üretim,
istihdam ve mal ticareti gibi reel sektöre ilişkin faaliyet alanlarından
tamamıyla bağımsızlaşmış ve kendi başına yepyeni bir dinamik yaratmıştır.
Nitekim günümüzde sadece uluslararası döviz piyasalarında işlem gören
spekülatif nitelikli finansal sermaye akımlarının toplamı bir günde 1,8 trilyon
dolara ulaşmaktadır. Üstelik bu tutarın %80’i girdiği piyasayı bir hafta içinde
terk etmektedir. Reel üretim ve ticaret süreciyle doğrudan ilgisi olmayan bu
olgu, bir yanda döviz kurlarında istikrarsızlığı körüklerken, bir yandan da
ulusal finans piyasalarının kırılganlığını derinleştirmektedir. Bu gelişmelere
paralel olarak, Latin Amerika’da 1980’li yılların başından beri, Doğu Asya,
Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da ise 1990 sonrasında finansal krizler meydana
gelmiştir. Finansal krizlerin meydana geldiği ülkeler ise IMF ile Stand-by
Anlaşmaları imzalamak durumunda kalmışlardır. IMF, Dünya Bankası, Dünya
Ticaret Örgütü gibi kuruluşların 1980 sonrası temel amaçları, neoliberal
olarak adlandırılan politikaların dünya ölçeğinde yaygınlaşmasını
45
desteklemek ve bu politikaların sürdürülmesini sağlamak olmuştur. Bu
politikalar, serbest piyasa ekonomisi kavramsallaştırmasıyla ulusal devletlerin
ekonomiye müdahalelerini büyük ölçüde sınırlamakta ve dünya ölçeğinde
“liberal” bir ekonominin yeniden oluşumuna aracılık etmektedir. (Boratav
2000:103; Boratav; Köse; Türel; Yeldan, 2002:36-37). Spekülatif nitelikli
finansal sermaye akımlarının artmasıyla, azgelişmiş ülkelerin dış borç yapısı
da değişmeye başlamıştır. Özel sektörün dış borçlanma içindeki payı artmış,
dış borcun vadesi kısalmıştır. Ayrıca, resmi kaynaklardan alınan borçların
payı azalırken özel kaynaklardan alınan borçların payı artmıştır (bu konuyla
ilgili sayısal bilgiler tablo 1 ve tablo 2’de verilmiştir).
2.3.2 Borçlanmadaki Artışın İçsel Sebepleri
Gelişmekte olan borçlu ülkeler iki önemli hata yapmıştır: Birincisi, yabancı
kredilerin çok az bir kısmı verimli yatırımlarda kullanılmıştır. Yabancı krediler,
verimli ve ekonomik olmayan projelerde, silahlanma harcamalarında, tüketim
malları ithali için kullanılmıştır. İkincisi, gelişmekte olan ülkeler, uzun vadeli
projelerin finansmanı için kısa vadeli borçlanmaya baş vurmuşlardır.
Dolayısıyla da borç servisinin zamanında yerine getirilmesi mümkün
olmamıştır (Yenal, 1987;426).
Dünya çapındaki sermaye ve likidite fazlası, uzun zaman faiz oranlarının
düşük olması ve enflasyonun borç servisini kolaylaştırmasından dolayı bir
çok ülke büyük projelere girişmiştir. Projelerin gerçekleştirile bilmesi için ticari
46
bankalardan kredi alınmıştır. Dolayısıyla bir çok ülke borçlanarak
sanayileşmeye başvurmuştur.
Örneğin Brezilya’da, askeri yönetim, 70’li yılların ekonomik mucizesi
sarhoşluğuyla maliyeti 10 milyar doları bulan dünyanın en büyük su tesisleri
yapmayı planlamıştır, ki kapasitesi birkaç ülkenin enerji ihtiyacını
karşılayacak kadardı. Ayrıca enerji politikası doğrultusunda atom enerjisi
programı da geliştirilmiştir, bunun maliyeti 36 milyar doları buluyordu.
Dolayısıyla, yakın zamanda borç servisinin yerine getirilmesi bir yana borcun
ödenmeyeceği planlanmakta gibiydi (İms, 1988:32).
Örneğin Arjantin’de, 1970’li yılların sonunda 80’lerin başında ülkeye çok
kapsamlı kredi girişi olmasına rağmen üretim gerilemiştir (1978’de yüzde -4,1
ve 1981’de yüzde -4,6 olmuştur). Bu da gösteriyor ki, ülkeye giren sermaye
verimli yatırımlar yerine spekülatif alanlara kaymıştır. Aralık 1983 yılındaki
askeri yönetimin planlarına kadar sekiz nükleer santral inşası öngörülmüştür.
1980’li yılların başında bir tanesi tamamlanmış ve üçünün inşası
sürdürülmekteydi. Ayrıca, 1981/82 yılında 14 milyar dolarlık silah satın
alınmıştır (İms, 1988:32).
Ayrıca; çok uluslu şirketlerin kar transferleri ve ülkedeki seçkin sınıfın ülkeden
sermaye çıkarmaları borçlu ülkelerin milyonlarca dolar kaybına yol açmıştır.
47
Tablo 6: Gelişmekte Olan Ülkelerden Sermaye Kaçışı (1970-1983)
(Milyar Dolar)
Yeni Borçlanma Sermaye Kaçışı Sermaye Kaçışı/ Yeni
Borçlanma (%)
Arjantin 43,1 33,2 77,0
Brezilya 85,7 8,6 10,0
Kolombiya 9,5 1,9 20,0
Meksika 86,6 24,4 28,2
Peru 11,7 3,4 29,1
Venezüella 34,5 30,7 89,0
Latin Amerika 271,1 102,2 35,2
Hindistan 11,7 4,7 40,2
Endonezya 27,9 7,3 26,2
Kore 37,5 3,6 9,6
Malezya 15,6 8,4 53,8
Filipinler 23,5 7,3 31,1
Tayland 14,0 0,7 5,0
Asya 130 32,0 21,9
Kaynak: Yenal, 1987;427
Tablo 6’da, Latin Amerika ve Asya’daki bazı borçlu ülkelerin borç artışları,
yurt dışına kaçırılan sermaye ve kaçırılan sermayenin borç artışına oranı
verilmiştir. Latin Amerika’daki ülkelerden, özellikle Arjantin ve Venezüella’dan
sermaye kaçışı çok yüksek olmuştur (sermaye kaçışının yeni borçlanmaya
48
oranı sırasıyla %77 ve %89 olmuştur). Latin Amerika’daki altı ülkede
sermaye kaçışının yeni borçlanmaya oranı %35,2 olarak gerçekleşmiştir.
Asya’daki altı ülkede sermaye kaçışının yeni borçlanmaya oranı da %21,9
olarak gerçekleşmiştir.
Yurt dışından alınan kredilerin borç servisi döviz olarak ödendiğinden, alınan
kredilerin verimli yatırımlara ya da ihracata dönük yatırım alanlarına
yapılması, döviz kazanmak açısından önemlidir. Bazı borçlu ülkeler, özellikle
Arjantin ve Şili, dış kredilerin büyük bir kısmını, verimli alanlara yatırmak
yerine tüketim malları ithalatının finansmanında kullanmıştır. Şili’de, altı aile
özel dış kredilerin hepsini ve iki aile özel banka sermayesinin %50’sini kontrol
etmekteydi. Şili’de, 1977-1981 yılları arasında 2,5 milyon televizyon ve 4,6
milyon radyo ithal etmiştir. Otomobil sayısı üç katına çıkmış, ülke içinde
üretilen tekstil ithal edilmeye başlanmıştır. İşsizliğin %30’un üzerine çıktığı
Şili’de bir çok aile ihtiyaçlarını kredi ile karşılamıştır. İthalat patlaması yurtiçi
üretime zarar vermiş ve işsizlik yükselmiştir (İms, 1988:36).
Benzer bir politika 1983 Aralık öncesi Arjantin’de uygulandı ki o zaman askeri
yönetim iş başında idi. Burada da 1980 yılının sadece ilk yarısında 110 bin
otomobil, 170 bin buzdolabı, 120 bin fırın ve 24 bin çamaşır makinesi ithal
edilmiştir. Ayrıca teyp, televizyon, video ithali de on binleri bulmuştur. İthalat
bolluğu yurtiçi üretimine büyük ölçüde zarar vermiştir. Örneğin 1974-1979
yılları arasında ayakkabı endüstrisindeki üretim 6 milyon çift iken bir milyon
çifte gerilemiştir (İms, 1988:37).
49
Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerde, önemli bir gelişme de tarım ve madencilik
sektörlerinde meydana gelmiştir. Bir çok gelişmekte olan ülke borçlanma
yoluyla sanayileşmeyi dışarıdan finanse etmeye çalışmıştır. Sanayiye
odaklanmış politikalardan dolayı da, tarım ve madencilik gibi önemli sektörler
zarar görmüştür, bunun sonucu da, bir çok gıda maddesi ithal edilmek
zorunda kalınmıştır (Foders, 2001).
Tablo 7’de, gelişmekte olan ülkelerin sermaye girişiyle ilgili (1992-2004
dönemine ait) bilgileri verilmiştir. 1996 yılına kadar net özel sermaye girişi
artmıştır. Bu dönemde, ülkelerin hem banka senedi hem de borç teminatı
şeklindeki borç alımları, kısmen alıcı ülkelerdeki bankalar tarafından keyfi
işlemlerle, uluslararası piyasalarda hazırlanan fonların daha yüksek faiz
oranlarıyla tekrar iç piyasada borç verilmesinde kullanılması için
yönlendirilmiştir. Finansal liberalleşmenin hızlı adımları, finansmanı
uluslararası ticaretten ve yatırımdan ayırmıştır. Kısıtlayıcı parasal politikalar
sayesinde ortaya çıkan yüksek faiz oranları sermaye oluşumunun tutarını
artırmış, sanayi ve ticaret sınıflarının büyük bir bölümünün ikinci el kıymetleri
alıp satmasına yöneltmiştir. Yüksek faiz oranlarının11 içeriye çektiği sermaye
girişi, üretime dönük yatırımlarda kullanılmamış, tersine bu tür yatırımları
küçültmüştür. 1990’lı yıllarda Latin Amerika Ülkelerine doğru gerçekleşen
11 Örneğin, 1995 yılında ABD’deki faiz oranı %6 iken, Güney Kore’de %14, Tayland’da %11,5, Brezilya’da ise %38,8 olarak gerçekleşmiştir. 1996 yılında ABD’deki faiz oranı %5,5 iken, bu oran Güney Kore’de %14,1, Tayland’da %10,5 ve Brezilya’da da %24,1 olarak gerçekleşmiştir (UNCTAD, 1997:68-69).
50
akışların büyük bir bölümü, yatırım ve büyümeyi değil, tüketimi finanse
etmiştir (UNCTAD, 1997:16-17,161). 1996 yılından sonra net özel sermaye
girişi azalmıştır. 1996 yılında net özel sermaye girişi 191,3 milyar dolar iken
2002 yılında 35,1 milyar dolara gerilemiştir. Net portföy yatırımları girişi ise
1996 yılında 69 milyar dolar iken, 2002 yılında 29,6 milyar dolar çıkış olarak
gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde yabancı
sermaye akımlarının davranışı, 1990’ların ilk yarısındaki davranış biçimine
benzememektedir. Uluslararası yatırımcılar, gelişmiş ülkelerde yatırım
fırsatlarının azalmasına rağmen, yükselen piyasalardaki portföylerini
genişletmek ve aldıkları riskleri arttırmak konusunda eskisine kıyasla çok
daha tedbirli ve ikircikli davranmaktadır (Akyüz; Boratav, 2002: 16).
Gelişmekte olan ülkelere yapılan net doğrudan yatırımlar 1992 yılında 32,3 milyar dolar iken 2001 yılında 145,5
milyar dolara yükselmiş ve 2002 yılında da 111 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 1990 sonrasında doğrudan
yatırımların artması, gelişmekte olan ülkelerde yapılan özelleştirmelerden kaynaklanmaktadır. Bu dönemdeki
doğrudan yatırımların büyük bölümü, ulusal ekonomiler açısından yatırım olamayan, mülkiyetin el değiştirmesinden
ibaret işlemlerden oluşmuştur (Boratav, 1999:33).
Gelişmekte olan ülkelerde, sermaye hareketleri üzerindeki kısıtların
kaldırılmasıyla birlikte, hem yabancı aktörlerden kaynaklanan kısa vadeli
sermaye girişleri, hem de yerleşik aktörlerden kaynaklanan kısa vadeli
sermaye çıkışları artmıştır. Normal yıllarda, bu tür sermaye girişleri çıkışları
aşmaktadır. Ancak, ufukta finansal belirsizlikler belirdiğinde aradaki fark
azalmaktadır. Finansal kriz ve kargaşa dönemlerinde ise yabancılardan
kaynaklanan kısa vadeli sermaye kaçmakta, yerlilerin çıkışı da
hızlanmaktadır. Tablo 7’de net özel sermaye girişi kalemi içinde verilen net
51
portföy yatırımları ve diğer özel sermaye girişi toplamı kısa vadeli sermaye
girişini vermektedir. 1992 yılında gelişmekte olan ülkelere giren kısa vadeli
sermaye 69,7 milyar dolar iken, 1994 Meksika ve Türkiye krizleriyle birlikte
49,8 milyar dolara gerilemiştir. 1996 yılında 65,4 milyar dolara yükselen kısa
vadeli sermaye girişi, 1997 yılında Tayland’da başlayan ve kısa sürede
Endonezya, Güney Kore ve Malezya finansal piyasalarında meydana gelen
Asya kriziyle sıfıra gerilemiştir. 1998 Rusya kriziyle, gelişmekte olan
ülkelerden çıkan kısa vadeli net sermaye 68,9 milyar dolar olmuştur. 1999
Brezilya kriziyle kısa vadeli net sermaye çıkışı 81,3 milyar dolara ve 2001
Türkiye ve Arjantin krizleriyle de 119,1 milyar dolara yükselmiştir.
Finansal serbestleşme ve finans piyasalarının uluslararası entegrasyonunla
birlikte, gelişmekte olan ülkelerin birinde yaşanan bir kriz ve sermaye kaçışı
diğer gelişmekte olan ülkeleri de etkilemektedir. Dolayısıyla, uygulanan iktisat
politikalarında bir hata yapılmasa da, gelişmekte olan bir ülkedeki finansal
kriz, gelişmekte olan benzer diğer bir ülkeyi de etkilemekte ve sermaye
çıkışıyla birlikte kriz patlak vermektedir (Özatay; Sak, 2001).
Faiz ve kur arbitrajının sürüklediği kısa vadeli ve spekülatif sermayenin en
önemli etkilerinden birisi de, ödemeler dengesi üzerinde oluşturduğu ağır
yüktür. Bu tür sermaye hareketleri, cari işlem açığının (yani büyümeden
kaynaklanan dış finansman gereksinimlerinin) karşılanmasına katkı yapmak
bir yana, ulusal ekonomiden dış dünyaya kaynak aktarımına yol açmaktadır.
52
Bu durum da, küreselleşen dünyada eşitsizliği artırmakta, yatırımı azaltıp
büyümeyi de yavaşlatmaktadır (Boratav, 1999:35; UNCTAD, 2003).
Tablo 8’de ise, Latin Amerika Ülkelerine net sermaye girişiyle ilgili veriler
verilmiştir. Doğrudan yatırımlar sermaye girişine dahil edilmemiştir. 1983-
1990 döneminde tabloda verilen ülkelerin hepsinde (Kolombiya hariç) önemli
ölçüde sermaye çıkışı gerçekleşmiştir. Meksika’ya 1991-1994 döneminde
büyük miktarda sermaye gerişi gerçekleşmiştir, fakat 1994 kriziyle birlikte
1995 ve 1996 yıllarında sermaye çıkışı meydana gelmiştir. Brezilya’ya 1992-
1997 döneminde önemli miktarda sermaye girişi olmuş, 1998 yılından
başlayarak ve 1999 krizinin de etkisiyle 2002 yılına kadar büyük miktarda
sermaye çıkışı meydana gelmiştir. Arjantin’de 1992-1998 döneminde önemli
ölçüde sermaye girişi meydana gelmiş, 1999-2002 aralığında ise (2001
yılındaki krizin de etkisiyle) büyük miktarda sermaye çıkışı meydana
gelmiştir. Venezüella’da ise 1991-1993 yılları arası hariç sürekli sermaye
çıkışı meydana gelmiştir.
Tablo 7: Gelişmekte Olan Ülkelere Sermaye Girişi (1992-2004) (Milyar Dolar)
53
1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000
Net Sermaye Girişi 123,9 157,2 150,1 180,1 192,9 152,5 99,8 70,5 19,3
1- Net Resmi Sermaye Girişi 21,9 49,2 25,3 35,5 1,6 29,5 43,7 27,1 6,1
2- Net Özel Sermaye Girişi 102,0 108,0 124,7 144,6 191,3 123,0 56,1 43,4 13,1
a- Net Doğrudan Yatırımlar 32,3 52,1 74,9 79,2 99,4 123,1 125,0 124,7 121
b- Net Portföy Yatırımları 55,5 66,9 89,2 22,8 69,0 39,1 3,1 20,5 -1,2
c- Diğer Özel Sermaye Girişi 14,2 -11,0 -39,4 42,6 22,8 -39,1 -72,0 -101,7 -106,6
Kaynak: IMF, World Economic Outlook, Çeşitli Sayılar *Geçici Tablo 8: Latin Amerika Ülkelerine Net Sermaye Girişi* (Milyar Dolar) 1983-
1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998
Arjantin -20,520 -2,257 4,365 18,304 8,738 0,877 6,365 11,248 13,970
54
Brezilya -71,088 -4,957 3,965 6,803 5,985 25,831 21,761 6,310 -9,129 Kolombiya 1,412 -1,210 -0,496 1,983 2,095 3,847 3,900 1,539 1,313 Meksika -16,466 20,397 22,646 29,371 4,814 -20,013 -4,938 12,914 0,297 Peru -8,275 0,045 0,577 0,153 0,611 1,165 0,318 3,643 0,251 Şili -2,174 0,268 2,595 2,395 3,621 0,152 2,000 2,768 -1,119 Venezüella -15,813 0,476 2,913 3,170 -3,659 -3,858 -3,460 -3,967 -2,498
Kaynak: IMF, International Financial Statistics
*Not: Doğrudan Yatırımlar Net Sermaye Girişine dahil edilmemiştir.
55
BÖLÜM III
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
3.1 Türkiye’de Dış Borç Krizi
Türkiye’de, sanayileşme politikasının köklü bir değişime uğradığı 1980 yılına
kadar, ithal ikamesine dayanan bir birikim rejimi uygulamıştır. Bu birikim
rejiminin temel özellikleri, miktar tayınlarına dayalı ithalat kısıtları, yabancı
paralar karşısında aşırı değerlendirilmiş Türk lirası, devletin ekonomik
yaşama giderek artan ve ayrıntılı bir durum alan müdahalelerde bulunması
ve iç pazara yönelik olması, yani geniş bir iç pazar gerektirmesidir (Eser,
1993:61-62; Yeldan, 1994:57).
Türkiye, geleneksel sanayileşme hedefi ile tutarlı olarak ve 1970-73
döneminde yaşanan döviz bolluğunun da etkisiyle Üçüncü Beş Yıllık
Kalkınma Planı (1973-77) hedeflerini sanayileşmenin ileri aşamalarına
geçmek doğrultusunda belirlemiştir. Çok yüksek dozda dış şoklarla
karşılaşıldıktan sonra dahi sanayileşme stratejisinde ve plan hedeflerinde
köklü bir değişikliğe gidilmemiş olmasının iki temel nedeni vardır. Bunlardan
birincisi, planlama uygulamasının esnek bir yapıdan yoksun olmasıdır. İkinci
neden, ellerinde biriken petro-dolarları Türkiye gibi döviz gereksinimi bulunan
56
azgelişmiş ülkelere plase etmek için adeta yarışan uluslararası bankaların
yaklaşımıdır (Şenses, 1998:36).
Birinci petrol şokunu hükümetler dikkate almamış ve petrol fiyatlarındaki hızlı
tırmanma piyasaya yansıtılmamıştır. Akaryakıt Fiyat İstikrar Fonu tarafından
sağlanan sübvansiyonla akaryakıt fiyatları düşük tutulmuştur. 1973-77 yılları
arasında uygulamaya konan Üçüncü Beş Yıllık Plan, özel sektörü
genişletmeye ve sübvansiyon sistemiyle desteklemeye dayalı bir strateji
benimsemiştir (Sönmez, 1998:462).
Petrol krizini izleyen dönemde batı ülkeleri stagflasyona girerken, Türkiye,
diğer bir çok gelişmekte olan ülke gibi, yatırımları artırarak büyümeye devam
etmiştir (Kazgan, 1999:121). Tablo 9’da verildiği gibi, 1973-1976 yılları
arasında ortalama büyüme %7,2 olarak gerçekleşmiş, 1977 yıllarında
büyüme %3,9’a gerilemiştir. Ancak aynı zaman kesitinde OECD ülkelerinde
ortalama büyüme hızının %2,6 olduğu dikkate alınırsa Türkiye ekonomisi
uluslararası ekonomik krizin ilk yıllarında görüntüsel olarak “başarılı” bir
gelişme göstermiştir. Ancak önemli olan husus, büyümenin iç kaynaklar veya
iç tasarrufla sağlanıp sağlanmadığıdır (Sönmez, 1998:465).
Toplam yatırımların GSMH’ye oranı 1973 yılında %18,1 iken 1976 yılında
%27,1’e yükselmiş, 1977 yılında da %25,8 olarak gerçekleşmiştir. Özel
yatırımlar 1973 yılında %7’den 1976 yılında %14,6’a yükselmiş ve 1977
yılında da %13,2 olmuştur. Kamu yatırımları ise, 1973 yılında %7 iken 1977
57
Tablo 9: Ekonomik Göstergeler 1973 1974 1975 1976 1977 1978 Reel Büyüme 5,4 7,4 8 7,9 3,9 2,9İhracat/İthalat 63,1 40,6 29,6 38,2 30,2 49,7Cari Açık (Milyon $) -660 561 1648 2029 3140 1265Dış Ticaret Haddi 100 92 77,7 79,8 79,4 73,8Toplam Yatırım/GSMH 18,1 20,7 23,6 27,1 25,8 19,6 -Özel 11,1 10 11,4 14,6 13,2 10 -Kamu 7 10,8 12,2 12,5 12,6 9,6İç Tasarruf/GSMH 20,3 18,4 19,2 22,3 19,4 17,3 -Özel 11,6 11 11,3 14,6 13,4 8,1 -Kamu 8,8 7,4 7,9 7,3 6 9,2Dış Tasarruf/GSMH -2,3 2,3 4,4 4,8 6,4 2,3Reel Faiz -11,2 -16,1 -1 -5,7 -12,2 -26,6Dolar Aşınma Oranı* 1,4 -2,1 3,6 11,8 11,8 35Enflasyon 20,5 29,9 10,1 15,6 24,1 52,6Dış Borç Stoku (Milyar $) 2,654 2,901 4,291 6,92 10,935 13,925Orta-Uzun Vade (%) 100 100 76 61 44 48Kısa Vade (%) 0 0 24 39 56 52Kaynak: Sönmez, 1998; Evgin, 1996 *Dolar Aşınma Oranı, e= (e2-e1)/e1 formülüyle tarafımızca hesaplanmıştır. e1= t-1 dönemi Merkez Bankası dolar alış kuru yıllık ortalaması, e2= t dönemi Merkez Bankası Dolar alış kuru yıllık ortalamasını göstermektedir.
58
yılında %12,6’ya yükselmiştir. Buna karşın toplam tasarrufların GSMH’ye
oranı 1973 yılında %20,3 iken 1977 yılında %19,4’e gerilemiştir. Kamu
tasarrufları 1973 yılında %8,8 iken 1977 yılında %6’ya gerilemiştir. Kamu
yatırımlarının artması ve özel tasarrufların artış göstermemesi nedeniyle
yatırım-tasarruf açığı hızla genişlemiştir. 1973 yılında GSMH’ye göre
%2,3’lük tasarruf fazlası görülmekteyken 1977 yılında yatırım-tasarruf açığı
%6,4’e ulaşmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak, dış tasarrufların GSMH’ye
oranı 1973 yılında -%2,3 iken 1977 yılında %6,4’e yükselmiştir. Dolayısıyla
1973-1977 döneminde büyüme dış tasarrufların kullanımıyla sağlanmaya
çalışılmıştır.
Ekonomik büyümeye ivme vermek amacıyla reel faiz hadleri negatif düzeyde
tutulmuş ve ayrıca, dolar kuru da bu dönemde aşırı değerli tutulmuştur.
Negatif reel faiz oranları ve değerli TL, ithalatı göreli ucuzlatarak yatırımlara
ivme veriyordu (Kazgan,1999:120). Reel faizler 1973 yılında -11,2, 1974’de -
16,1 iken 1975 yılında -1’e yükselmiş sonraki yıllarda ise düşmeye devam
etmiş ve 1980 yılında da -35,8 olarak gerçekleşmiştir. Dolar kuru aşınma
oranı ise, 1980 yılı hariç sürekli olarak enflasyonun gerisinde kalmış
dolayısıyla da TL aşırı değerlenmiştir. Bundan dolayı da ithalat artmış ve
ihracat da azalmıştır. İhracatın İthalatı karşılama oranı da, 1973 yılında
%63,1 iken 1975 yılında %29,6’ya gerilemiş, 1978 yılında %49,7’ye
yükselmişse de 1980 yılında %36,8’e gerilemiştir. Cari işlemler dengesi 1973
yılında 660 milyon dolar fazla vermişken, 1976 yılında 2,029 milyar dolar açık
1977 yılında da 3,140 milyar dolar açık vermiştir.
59
Dış ticaret hadlerinde aleyhte gelişmeler meydana gelmiştir. Dış ticaret haddi
1973 yılında 100 olarak alındığında, 1975 yılında 77,7’ye 1978 yılında 73,8’e
ve 1980 yılında da 56,9’a gerilemiştir.
Dışsal ve içsel sebeplerden dolayı 1973 yılında 2,654 milyar dolar olan dış
borç stoku 1976 yılında 6,920 milyar dolara, 1977 yılında 10,935 milyar
dolara, 1978 yılında 13,925 milyar dolara ve 1980 yılında da 15,709 milyar
dolara yükselmiştir.
Borçlanmadaki en önemli gelişme ise borçlanmanın vade yapısında
meydana gelmiştir. 1975 yılından başlayarak borçlanmanın vade yapısı
kısalmıştır. Borçlanmanın kısa vadeli olması borç krizinin en önemli
sebeplerinden birisidir. Çünkü bu borçlar bir yandan tüketimi ve ithalatı
pompalarken, bir yanda da sabit yatırımları ve buna bağlı ithalatı
pompalamış; geri ödenmeleriyle ilişkili ne iç, ne dış gelir artışı yaratmıştı. Ve
faizleriyle birlikte sürekli yenilenmişti. Büyük boyutlardaki kısa vadeli sermaye
girişi bir yandan iç ve dış dengeleri bozar, kredi güvenirliğini azaltır; bir yanda
da yenilenen eski krediler artı yeni krediler, borç stokunu bir-iki yıl içinde çığ
gibi büyütür. İç ve dış dengesi bozulmuş borçlu ülke bir de artan kısa vadeli
dış borç stokuyla yüklü olduğunda, alacaklı, rizikosunu azaltmak için borcu
yenilemez. Borç yenilenmeyince, bu kez, hem faiz, hem anapara olarak kısa
vadeli borçların ödenmesi zorunlu olur. Ancak, Merkez Bankası’nda çok
büyük rezerv birikimi yoksa borç ödenemez. Aşırı değerli yerli paranın uzun
süre caydırdığı mal ve hizmet ihracatı birden artırılamadığı, körüklediği ithalat
60
hemen kısılmadığı için, yeni borç alınamayınca vadesi gelen borç ödenemez
ve kriz patlar (Kazgan, 1999:128). Tabloda da görüldüğü gibi, 1973-74
yıllarında kısa vadeli borçlanma yapılmamışken, 1975 yılında kısa vadeli dış
borcun toplam borç içindeki payı %24, 1976 yılında %39’a, 1977 yılında %56
yükselmiş, 1978 yılında %52 olarak gerçekleşmiştir. 1979 ve 1980 yıllarında
da sırasıyla %26 ve %16’ya gerilemiştir.
Kısa vadeli borçların tırmanmasında “Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduat
Hesabı”nın (DÇM) çok önemli bir rolü olmuştur.
DÇM uygulamasına ödemeler bilançosundaki açıkları gidermek, bu
bağlamda döviz ihtiyacını karşılamak ve F. Almanya banka sisteminde düşük
faiz karşılığında tutulan işçi tasarruflarını Türkiye’ye çekmek için geçilmiştir.
Bu sistemde hükümetin döviz, özel sektörün de kredi elde etmesi
hedeflenmiştir. DÇM hesabına döviz yatıran kişi veya kuruluş paralarını
istediklerinde faiziyle birlikte döviz veya o günkü cari kur üzerinden TL
karşılığını almaktaydılar. Faiz oranlarının euro-dolar piyasasına göre yüksek
tutulması yatırımcı için özellikle de yabancı bankalar açısından çekici
olmuştur. Vadeye göre değişken faiz ve ek faiz (spread) DÇM hesaplarının
çekiciliğini artırmıştır (Sönmez, 1998:468-469). DÇM’nin kısa vadeli dış borç
içindeki payı 1975 yılında %86,5, 1976 yılında %58,4 ve 1977 yılında %37,2
olmuştur. DÇM’lerdeki kısa vade yapısının, 1977 ortalarında beliren döviz
darboğazı ve dış borç krizinin ateşleyicisi olduğu söylenebilir (Sönmez,
2001:36).
61
Sonuç olarak, içsel ve dışsal sebeplerden dolayı 1977 yılının ortalarından
itibaren borç krizi patlak vermiştir. 1977 yılının sonunda IMF ile stand-by
anlaşması yapılmış, 1977 Eylül ayında TL %11 oranında, Mart 1978’de %23
oranında, Haziran 1979’da %47 oranında devalüe edilmiştir. Ayrıca, 1978-79
döneminde üç ayrı dış borç ertelemesi yapılmış ve 5,5 milyar dolarlık borç
ertelenmiştir. Mayıs 1979’da alınan bir karar ile 16 OECD üyesi ülke,
Türkiye’ye toplam 962 milyon dolarlık yardım taahhüdünde bulunmuşlar,
ayrıca bu ülkelerle 1 milyar dolarlık bir borç ertelemesi de karara bağlanmıştır
(Karluk, 1994:325; Sönmez, 2001).
3.2. Türkiye’de 1980 Sonrası Dış Borçlanma
3.2.1 1980 Sonrası Dış Borç Stokundaki Gelişmeler
Türkiye’nin dış borçları, 1970’li yılların ikinci yarısından
başlayarak hızla artmış, ayrıca önemli niteliksel değişimlere
uğramıştır. İçsel ve dışsal sebeplerden dolayı ekonominin girdiği
dış ödeme güçlükleri, ülkeyi bir borç bunalımına sokmuştur.
Türkiye 1978 ve 1979’da uygulamaya koyduğu ekonomik istikrar
önlemlerinin dış ödeme sorununu çözmeye yetmemesi karşısında,
24 Ocak 1980 yılında ve sonrasında çok daha köklü ve kalıcı bir
62
istikrar programını uygulamaya koymuştur. Dış borçlanma sorunu
da ihracata dayalı, ya da dışa açık büyüme politikaları
çerçevesinde çözülmeye çalışılmış ve Türkiye ancak dışa açık
büyüme politikasını uygulamaya koyduğu ölçüde dış borç
bulabilir bir konuma gelmiş, uluslararası çevrelerde güvenirliği
yükselmiştir (Kepenek; Yentürk, 1995:232).
Yetmişli yılların sonlarında yapılan anlaşmalar ve Haziran 1980’de
imzalanan üç yıllık stand-by anlaşmasının sağladığı olanaklar
çerçevesinde önemli tutarda net dış finansman sağlanmıştır. 1978-
79 kesitinde gerçekleştirilen borç ertelemelerinin yanı sıra Nisan
1980’de vadesi geldiği halde ödenmemiş kamu garantisi
bulunmayan satıcı kredisinden kaynaklanan 1.2 milyar dolar
tutarındaki özel kaynaklı borç 4,5 yılı ödemesiz olmak üzere 10 yıl
süreyle ertelenmiş, aynı yılın temmuz ayında OECD ülkelerine olan
3 milyar dolarlık borç 5 yılı ödemesiz olmak üzere 10 yıl süreyle
ertelenmiş ve Temmuz 1979’da ertelenmiş olan 1.2 milyar dolarlık
borca 4 yılı ödemesiz olmak koşuluyla 8 yıllık vade tanınmıştır.
Gene ticari bankalara olan 100 milyon dolarlık tutarındaki borç 3
yıl süreyle ertelenmiştir. Ayrıca Ağustos 1979’da 3 yılı ödemesiz
olmak üzere 7 yıl süreyle ertelenmiş olan 2.269 milyar dolar
tutarındaki DÇM borcu Mart 1982’de ödemesiz süresi 2 yıl, vadesi
63
de 3 yıl daha uzatılarak ertelenmiştir. Kısacası 6.6 milyar dolar
dolayında dış borç ertelemesi gerçekleştirilmiştir (Sönmez,
1998:493). Türkiye’ye yardım veren ülke ve kuruluşların yardım
vermekteki temel amaçlarından birincisi, neoliberal bir programın
uygulanmaya konmasını sağlamak olmuştur. Bunun için krizin
derinleşmesi beklenmiş ve iş başına uyumlu bir hükümetin
gelmesiyle program uygulanmaya konmuştur. İkincisi, Türkiye’nin
stratejik öneminin aynı dönemde artmış olmasıdır. Üçüncüsü, IMF
ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, neoliberal politikalar yoluyla
uluslararası piyasalardan, borç krizi sonrasında, yeniden
borçlanabilir ve mevcut borçları geri ödeyebilir konuma gelmenin
mümkün olabildiğini göstermek için de Türkiye’ye gerekli yardım
sağlanmıştır (Şenses, 1998).
Tablo 10’de, ”borç alana göre” kamu ve özel kesim borçlarındaki ve vade yapılarındaki değişim verilmiştir.
Tablo 10’da dört önemli özellik dikkati çekmektedir. Birinci özellik, dış borç stokunun sürekli bir artış göstermiş
olmasıdır. 1980 yılında 15,734 milyar dolar olan toplam dış borç 2001 yılına gelindiğinde 115,2 milyar dolar
olmuştur. İkinci özellik, özel kesim dış borçlarının toplam borç içindeki payının sürekli bir artış göstermiş olmasıdır.
1983 yılında toplam borcun % 8,9’u özel kesim tarafından alınmışken, 1989 yılında % 15,7’ye yükselmiş ve 1989
yılından sonrada hızlı bir artış trendine girmiştir. Bu artışın en önemli nedeni; 1989 yılında yayınlanan 32 sayılı
kararname ile sermaye hareketlerinin serbest bırakılmış olması ve bankalara (genel olarak özel kesime) dış
borçlanma yolunun açılmış olmasıdır (Ekinci, 1998:21). 1993 yılında toplam borcun % 35,4’ü özel kesim tarafından
alınmış, 1994 kriz yılında ise bu oran % 25,3’e gerilemiş ama sonraki yıllarda da sürekli bir artış göstermiştir. 2000
yılında, toplam borcun yarıya yakını (% 47,2) özel kesim tarafından alınmıştır. 2001 kriz yılında da bu oran %
38,7’ye gerilemiştir.
64
65
TABLO 10: Borç Alana Göre Dış Borç Stoku ve Vade Yapısı (Milyar Dolar) Dış Borç Kamu Kamu/Dış Özel Özel/Dış Kısa Vadeli Orta-Uzun Kur Etkisi Stoku Borç Stoku Borç Stoku Dış Borcun Vadeli Dış (%) (%) Payı (%) Borcun Payı
(%)1980 15,734 15,9 84,1 01981 16,627 13,1 86,9 -0,6861982 17,858 9,9 90,1 -0,4641983 18,814 17,142 91,1 1,672 8,9 12,2 87,8 -0,8571984 20,823 17,998 86,4 2,825 13,6 15,3 84,7 -0,9321985 25,660 21,653 84,4 4,007 15,6 18,5 81,5 2,7541986 32,206 26,663 82,8 5,543 17,2 19,7 80,3 3,6551987 40,326 33,969 84,2 6,357 15,8 18,9 81,1 4,9101988 40,722 34,610 85,0 6,112 15,0 15,8 84,2 -2,2231989 41,751 35,199 84,3 6,552 15,7 13,8 86,2 -0,3071990 49,035 38,592 78,7 10,443 21,3 19,4 80,6 3,1231991 50,489 39,677 78,6 10,812 21,4 18,1 81,9 0,1441992 55,592 40,320 72,5 15,272 27,5 22,8 77,2 -1,3831993 67,356 43,522 64,6 23,834 35,4 27,5 72,5 -0,5361994 65,601 48,975 74,7 16,626 25,3 17,2 82,8 4,3011995 73,278 50,951 69,5 22,327 30,5 21,4 78,6 1,9701996 79,632 52,538 66,0 27,094 34,0 21,8 78,2 -4,5701997 84,912 50,995 60,1 33,917 39,9 21,3 78,7 -5,6281998 97,238 53,246 54,8 43,992 45,2 21,8 78,2 3,6741999 103,138 52,985 51,4 50,153 48,6 22,8 77,2 -4,6922000 119,602 63,190 52,8 56,412 47,2 24,2 75,8 -3,9662001 115,200 70,634 61,3 44,566 38,7 14,1 85,9 -2,966
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
66
Kamu borçları ile özel kesim borçlarındaki değişim aşağıdaki grafikte
verilmiştir. Bu grafikte de görüldüğü gibi özel kesim dış borçları, özellikle
1990 sonrası büyük bir artış göstermiştir. Özel kesim dış borçları, 1994 ve
2001 kriz yıllarında bir önceki yıla göre azalmış ama diğer yıllarda önemli
miktarda artmıştır. 2000 yılında 56,412 milyar dolara kadar yükselmiş, 2001
yılında ise 48,616 milyar dolara gerilemiştir.
Şekil 1: Kamu ve Özel Sektör Dış Borçlarındaki Artışlar
Tablodan çıkarılacak üçüncü önemli özellik kur etkisidir. Çapraz kurlarda meydana gelen değişmeden dolayı, dolar
olarak ifade edilen dış borç stoku da değişir. 1980-1984 döneminde, çapraz kurlardaki değişimden dolayı toplam dış
borç stoku azalmıştır. 1985-1987 döneminde, ABD dolarının hızla değer yetirmesine bağlı olarak, dış borcun dolar
cinsinden tutarı artmıştır (bu dönemde kur etkisinden kaynaklı borç artışı 11,329 milyar dolar olmuştur). Çapraz
kurlardaki değişmeden dolayı 1990, 1991,1994,1995 ve 1998
01020304050607080
1980
1982
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
Yıllar
Mily
ar D
olar
Kamu
Özel
67
Şekil 2: Özel Sektör Dış Borçlarıyla Kısa Vadeli Dış Borçlar Arasındaki İlişki
yıllarında borcun dolar cinsinden tutarı artmış, geri kalan yıllarda ise
azalmıştır. 1980-1989 döneminde, çapraz kurlardaki değişimden dolayı borç
5,860 milyar dolar artmıştır. 1989-2001 döneminde ise, borç 10,529 milyar
dolar azalmıştır.
Tablodan çıkarılacak dördüncü önemli özellik ise, dış borcun vade
yapısındaki değişimdir. 1980 yılında toplam dış borcun %15,9’u kısa vadeli
iken, borç ertelemelerinin de etkisiyle 1984’e kadar gerilemiştir, 1984-86
arasında artmış, 1987-89 arasında azalmış, 1990-93 arasında tekrar artmış
ve kriz öncesi yıl olan 1993’de kısa vadeli borç toplam borcun % 27,5’i
olmuştur. 1994 kriz yılında bu oran %17,2’ye gerilemiş ve sonraki yıllarda da
% 21’ler seviyesinde kalmıştır. 2000 yılında % 24,2’ye çıkmış, 2001 kriz
yılında ise %17,5’e gerilemiştir.
1980’li yılların ortalarından başlayarak ve özellikle 1990’lı yıllarda görülen kısa vadeli dış borç artışı, 1980 öncesi
yıllarda yapılan kısa vadeli dış borçlanmadan tümüyle farklı nedenlerden kaynaklanmıştır. 1980 öncesi yıllarda kısa
vadeli dış borçlanma hemen tümüyle kamu borçlanmasında yaşanan güçlüklerden kaynaklanıyordu. Oysa son
yıllarda kısa süreli dış borçların artışında özel kesim belirleyici olmuştur. Özel kesim, işletme sermayesi ve spekülatif
0
20
40
60
80
1980
1982
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
yıllar
pay Özel / Dış Borç Stoku (%)
Kısa Vadeli borç (%)
68
amaçlarla dış borçlanmaya gitmektedir (Kepenek; Yentürk, 1995:233). Şekil 2’de kısa vadeli borcun payı ile özel
kesim borcu arasında ilişki verilmiştir. Özel kesim borcunun arttığı dönemlerde kısa vadeli borç da artmıştır. Kriz
öncesi yıllarda özel kesim borçları artmış buna paralel olarak kısa vadeli borcun toplam borç içindeki payı da
artmıştır. Kriz yıllarında da bunun tam tersi olmuştur.
3.2.2 Negatif Transferler
Dış borçlar, uzun dönemde dünya faiz haddinden sağlanır. Uluslararası faiz haddinin yurtiçi faiz haddinden düşük
olması halinde dahi, borç alan ülkenin -kısa dönemli sıkışıklıklarını çözmesi hariç- uzun dönemde karlı çıkmaması
olasıdır. Dış kaynakların rasyonel kullanım koşulu, ödenecek faiz oranının, ekonominin büyüme haddine eşit ya da
ondan düşük olmasıdır. Diğer bir değişle, ülke içine çekilen dış tasarruf kaynakları yatırıma yönlendirilip vade
sonunda itfa fonu oluşturabilecek gelir sağlanmadıkça, uzun dönemde ekonomik açıdan zarar ediliyor demektir.
Zira, dış borç, alındığı ve geri ödendiği dönemlerde transfer niteliğinde bir işlem olmayıp, gerçek kaynak aktarımı
oluşturan bir işlemdir. Borcun yapıldığı dönemde ülkeye gerçek anlamda kaynak aktarımı yapılmaktadır. Borcun,
faizi ile birlikte geri ödendiği dönemde ise, dış ekonomik ajanlara, ülke kaynakları üzerinde tasarruf hakkı sağlayan
satın alma gücü aktarılmış olmaktadır. Bunlar salt transfer işlemi değil, gerçekten kaynak aktarıcı işlemlerdir (Önder;
Türel; Ekinci; Somel, 1993:39).
Net kaynak transferi, yıl içinde kullanılan kredilerden, yıl içinde yapılan geri
ödemelerin (anapara + faiz) çıkartılmasıyla bulunur (Balkan, 1994:36;
Başkaya, 1986:91).
Tablo 11’de, 1983-2002 yılları arasında, kaynak transferindeki gelişmeler
incelenmeye çalışılmıştır. Tablonun sondan önceki sütununda net kaynak
transferi verilmiştir. 1993, 1997 ve 2000 yılları hariç bütün yıllar, içeriden
dışarıya kaynak transferi gerçekleşmiştir. Özellikle, 1989 yılından sonra
kaynak transferinde bir artış görünmektedir. 1988 yılında, dışarıya aktarılan
69
kaynak, 590 milyon dolar iken, 1989’da 2,051 milyar dolara yükselmiştir.
Sonraki yıllarda da kaynak transferi devam etmiştir. 1993 yılında 980 milyon
dolar kaynak girişi olmuşsa da, 1994 yılında 4,702 milyar dolar kaynak
dışarıya transfer edilmiştir. 2000 yılında, uygulanan ekonomik program
çerçevesinde sağlanan yüksek miktardaki kredi kullanımının (2000 yılında
25,458 milyar dolar kredi kullanılmıştır) etkisiyle içeriye 3,521 milyar dolar
kaynak girişi gerçekleşmiş fakat 2001 ve 2002 yıllarında sırasıyla 9,861 ve
8,152 milyar dolar gibi çok yüksek miktarda kaynak dışarıya transfer
edilmiştir.
Dış borçlanmanın önemli sebeplerinden biri de, yurtiçi kaynaklarının yetersiz
olmasıdır. Oysa, 1983-2002 yılları arasında içeriden dışarıya toplam olarak
47,251 milyon dolar kaynak transfer edilmişken, sadece 5,469 milyon dolar
kaynak girişi gerçekleşmiştir. İncelenen dönemde, yıl içerisinde kullanılan
kredilerin önemli bir kısmı faiz olarak ödenmiştir (tablo 11’in altıncı sütununda
verilmiştir ). 1983-2002 yılları arasında toplam 72,681 milyar dolar faizi
ödemesi yapılmıştır. Ayrıca, 1983-2002 yılları arasında toplam 170,224
milyar dolar kredi kullanılmış, kullanılan kredinin 1,25 katı olan 212,475
milyar dolar geri ödeme gerçekleştirilmiş ve buna rağmen, 1983 yılında
18,814 milyar dolar olan dış borç 2002 yılında 125,877 milyar dolara (1983
yılındaki borcun 6,7 katı) yükselmiştir.
Kaynak transferine ilişkin rakamların ve büyüklüklerin anlamlı olabilmesi için,
net kaynak transferinin ihracata oranına da bakmak gerekir. Böylece, net
kaynak transferinin ekonomi üzerindeki ağırlığı görülmüş olur (Başkaya,
70
1986:92). Aşağıdaki tablonun son sütununda net kaynak transferinin ihracata
oranı verilmiştir. Göründüğü gibi, özellikle bazı yıllarda, söz konusu oranlar
oldukça yüksek değerlerde gerçekleşmiştir. 2001 yılında, ihracatın %28’i,
2002 yılında ise %22,5’i borç anapara ve faiz ödemesi olarak yurt dışına
transfer edilmiştir. Kısacası, incelenen dönemde, hem içerden dışarıya
kaynak transferi gerçekleşmiş hem de dış borç stoku katlanarak artmıştır.
71
Tablo 11: Negatif Transferler (Milyar Dolar)
Kredi Yapılan
Geri Anapara Faiz Faiz /
Kredi Net
Transfer Net
Transfer /
Kullanımı Ödemeler Kullanımları (%) İhracat
(%)
1983 692 2,522 1,081 1,441 208,2 -1,83 31,01984 2,680 3,288 1,617 1,671 62,4 -608 8,21985 3,612 4,599 2,670 1,929 53,4 -987 12,01986 4,047 4,744 2,667 2,127 52,6 -697 9,21987 5,765 5,951 3,597 2,354 40,8 -186 1,81988 7,845 8,435 5,557 2,878 36,7 -590 4,91989 5,119 7,170 4,263 2,907 56,8 -2,051 17,41990 4,610 7,250 3,986 3,264 70,8 -2,640 20,31991 5,976 7,551 4,121 3,430 57,4 -1,575 11,51992 7,123 8,511 5,294 3,217 45,2 -1,388 9,31993 9,207 8,227 4,653 3,574 38,8 9801994 5,291 9,993 6,070 3,923 74,1 -4,702 25,61995 6,293 11,897 7,594 4,303 68,4 -5,604 25,51996 8,912 11,418 7,218 4,200 47,1 -2,506 7,71997 13,386 12,418 7,830 4,588 34,3 9681998 14,211 16,513 11,690 4,823 33,9 -2,302 7,41999 16,275 18,316 12,866 5,450 33,5 -2,041 7,02000 25,458 21,937 15,638 6,299 24,7 3,521 11,12001 14,762 24,623 17,489 7,134 48,3 -9,861 28,0
2002* 8,960 17,112 13,943 3,169 35,4 -8,152 22,5Kaynak: DPT, Hazine Müsteşarlığı *Geçici
Not: İhracata bavul ticareti ve transit ticaret dahildir.
72
3.2.3 Dış Borç Göstergeleri
Bir ülkenin dış borçluluk derecesini ölçmede çeşitli göstergeler
kullanılmaktadır. Tablo 12 ve tablo 13’de, uluslararası kuruluşlar (IMF, Dünya
Bankası vb. gibi) tarafından belirtilen göstergelerin, 1980 yılından günümüze
kadar ki gelişimi incelenmeye çalışılacaktır. Tablo 12’de dört önemli
göstergenin gelişimi incelenmiştir. Bunlar, toplam borcun GSMH’ye ve ihracat
gelirlerine, borç servisi ile faiz ödemelerinin de ihracat gelirlerine oranlarıdır.
Bu dört orandan üçünde belirlenen yüzdelere ulaşılması durumunda borçlu
ülkenin kritik eşiğe ulaştığı kabul edilmektedir.
a) Toplam Dış Borç / GSMH
Bu gösterge, bir ülkenin güvenirliğinin ölçülmesinde kullanılmaktadır. Ayrıca,
risk ve borç yükü analizlerinde de genel bir ölçüt olarak değerlendirilmektedir.
Dünya Bankası ve IMF ölçütlerine göre, eğer bir ülkenin bu gösterge %30-50
arasında ise ülke orta derecede, %50’yi aşması durumunda ise ülke çok
borçlu olarak kabul edilmektedir (World Bank, 2001).
1980 ve 1981 yıllarında, toplam borç/GSMH göstergesi sırasıyla %27 ve %28
olarak risk sınırının altında gerçekleşmiştir. Fakat 1982 yılından başlayarak
bu oran artmaya başlamış ve 1987 yılında %46’ya kadar yükselmiştir.
Sonraki yıllarda kısmen düzelme göstermiş ve 1991 yılında %33,2’ye
73
gerilemiştir. Sonra tekrar artmış ve 1994 yılında, %50 sınırının hemen
altında, %49,9 olarak gerçekleşmiştir. 1997 yılına kadar oran tekrar iyileşme
göstermiş ve 1997’de %47,1 olmuştur. Sonraki yıllarda artış sürmüş ve 1999
yılından başlayarak, Toplam borç / GSMH göstergesi %50’nin üzerine
çıkmıştır. 2002 yılında %79,6 olarak gerçekleşmiştir. Kısacası, 1982-1998
yılları arasında Türkiye orta dereceli borçlu ülke iken, 1999 yılından sonra
çok borçlu ülke durumuna gelmiştir.
b) Toplam Dış Borç / İhracat
Bu gösterge, bir ülkenin borçluluk durumunu ve dış borç ödeme kapasitesini
gösteren, ihracat gelirlerinin toplam borç stoku üzerindeki uzun dönemli
etkileri konusunda bilgi edinmek için kullanılan bir ölçüttür.
Bu oran %165-275 arasında olması halinde ülke orta derecede borçlu,
%275’i aşması halinde ise, ülke çok borçlu olarak kabul edilmektedir (World
Bank, 2001).
Bu gösterge, 1980-2001 yılları arasında,sadece 1996 ve 1997 yıllarında
%275’in altında gerçekleşmiştir (sırasıyla %245,4 ve %260,1). 1980 yılında
%540,7 gibi yüksek bir oranda gerçekleşmiş, 1986 ile 1993 yıllarında
sırasıyla %424,7 ve %431,5 olarak gerçekleşmiştir. Geri kalan yıllarda da
%300-400 arasında dalgalanma göstermiştir. 2002 yılında ise %362,4 olarak
gerçekleşmiştir. Kısacası, Toplam Dış Borç/İhracat göstergesi bakımından,
74
1996 ve 1997 yıllarında Türkiye, orta derecede borçlu ülke, geri kalan yıllarda
ise çok borçlu ülke olarak görünmektedir.
c) Borç Servisi / İhracat
Bir ülkenin belli bir yılda, anapara ve yabancı sermaye kar transferlerini
karşılayabilme gücü, o ülkenin ödemeler bilançosu ve uluslararası rezerv
durumuna bağlıdır. Eğer dış alem gelirleri, dış alem giderlerinden büyük ise
bu fark borç servisinin yerine getirilmesinde kullanılabilir. Aksi halde, dış borç
servisini karşılamak için ya birikmiş rezervleri kullanmak ya da yeniden
borçlanmaya gitmek gerekecektir. Borç servis oranı, kısa dönemde, geri
ödeme kapasitesinin bir ölçüsü olarak kullanılmaktadır (Pazarcık; Ünsal;
Nakipoğlu 1989:45). Dış borç servisi/ihracat rasyosundaki artışlar borç geri
ödemelerinde yüksek bir risk ile karşılaşılacağının habercisidir. Ayrıca, dış
borç servisi/ihracat rasyosu, potansiyel bir borç krizinin erken teşhisinde bir
gösterge şeklinde algılanmaktadır (Erdoğan; Cengiz: 111). Bu gösterge,
%18-30 arasında ise, o ülke orta derecede borçlu, %30’un üzerinde ise, çok
borçlu kabul edilmektedir (World Bank, 2001).
Borç servisi/ihracat oranı, 1980 yılında %95,1 gibi çok yüksek bir oranda
gerçekleşmiş, 1983 yılına kadar, borç ertelemeleri ve ihracattaki artışın
etkisiyle azalmış ve 1983’de %42,7’ye gerilemiştir. Sonraki yıllarda tekrar
artmış, 1986 yılında %62,6’ye yükselmiş, 1987’de 57,7’ye gerilemiş fakat
1988’de, 1980 sonrası en yüksek değere, % 70,7’ye yükselmiştir. 1990-95
75
arasında % 50-60 arasında dalgalanma göstermiştir. 1996-97 yıllarında,
ihracat artışının etkisiyle, sırasıyla %35,2 ve %38’e gerilemiştir. 1998 yılından
başlayarak tekrar %50’nin üzerine çıkmış ve sürekli artış göstererek 2002
yılında %70,8’e yükselmiştir.
Kısacası, borç servisi/ihracat göstergesi açısından, Türkiye sürekli olarak
çok borçlu ülke olarak görünmektedir. Özellikle, bu gösterge 1999 sonrasında
tehlike sınırının iki katının da üzerine çıkmıştır.
d) Faiz Ödemeleri / İhracat
Bu gösterge, maliyet veya çok borçluluğun ölçülmesinde kullanılır. Bu
gösterge, bir ülkede %12-20 arasında ise, o ülke orta derecede borçlu kabul
edilmekte, %20’yi aşması durumunda ise çok borçlu ülke olarak kabul
edilmektedir (World Bank, 2001).
Faiz ödemeleri/ihracat göstergesi 1980 yılında %39,1 gibi yüksek oranda
gerçekleşmiştir. Bu oran 1984 yılına kadar azalmış ve 1984’de %22,6 olarak
gerçekleşmiş, 1994 yılına kadar da % 20’nin üzerinde gerçekleşmiştir. 1996
yılında, incelenen dönemin en düşük oranı olan %12,9 seviyesine kadar
gerilemiş, fakat sonraki yıllarda tekrar artarak 2000’de %19,9 ve 2001 yılında
da %20,2’ye yükselmiştir. 2002 yılında ise %16’a gerilemiştir. Kısacası, faiz
ödemeleri/ihracat göstergesi bakımından Türkiye, 1980-1994 yılları arasında
çok borçlu ülke, 1995-2000 yılları arasında orta dereceli ülke ve 2001 yılında
76
da tekrar çok borçlu ülke ve 2002 yılında da tekrar orta borçlu ülke durumuna
gelmiştir.
Sonuç olarak, yukarda incelenen dört göstergeden üçünde çok borçlu
duruma düşen ülke kritik eşiğe ulaşmış kabul edilmektedir. Türkiye açısından
bakıldığında, 1980-1982 yılları arasında çok borçlu, 1983-1984 yıllarında orta
derecede borçlu, 1985-1995 yılları arasında çok borçlu, 1996-1998 yılları
arasında orta derecede borçlu ve 1999-2002 yılları arasında da çok borçlu
ülke dolayısıyla kritik eşiği aşmış görünmektedir.
77
Tablo 12: Dış Borç Göstergeleri (Milyar Dolar) GSMH Dış Borç İhracat Toplam
Borç Faiz Toplam Dış Toplam Dış Borç Servisi Faiz
Ödemeleri Stoku Servisi Borç/GSMH
(%) Borç/İhracat
(%) /İhracat
(%) /İhracat
(%)1980 58,300 15,734 2,910 2,766 1,138 27,0 540,7 95,1 39,11981 59,449 16,627 4,703 2,732 1,443 28,0 353,5 58,1 30,71982 54,275 17,858 5,890 3,168 1,565 32,9 303,2 53,8 26,61983 51,564 18,814 5,905 2,522 1,441 36,5 318,6 42,7 24,41984 60,758 20,823 7,389 3,288 1,671 34,3 281,8 44,5 22,61985 68,199 25,660 8,255 4,599 1,929 37,6 310,8 55,7 23,41986 76,465 32,206 7,583 4,744 2,127 42,1 424,7 62,6 28,01987 87,671 40,326 10,322 5,951 2,354 46,0 390,7 57,7 22,81988 90,920 40,722 11,929 8,435 2,878 44,8 341,4 70,7 24,11989 108,625 41,751 11,780 7,170 2,907 38,4 354,4 60,9 24,71990 152,314 49,035 13,026 7,250 3,264 32,2 376,4 55,7 25,11991 152,147 50,489 13,667 7,551 3,430 33,2 369,4 55,2 25,11992 160,267 55,592 14,891 8,511 3,217 34,7 373,3 57,2 21,61993 181,807 67,356 15,611 8,227 3,574 37,1 431,5 52,7 22,91994 131,407 65,601 18,390 9,993 3,923 49,9 356,7 54,3 21,31995 171,045 73,278 21,975 11,897 4,303 42,8 333,5 54,1 19,61996 183,577 79,632 32,446 11,418 4,200 43,4 245,4 35,2 12,91997 192,376 84,912 32,647 12,418 4,588 44,1 260,1 38,0 14,11998 206,559 97,238 31,220 16,513 4,823 47,1 311,5 52,9 15,41999 185,149 103,138 29,325 18,316 5,450 55,7 351,7 62,5 18,62000 201,188 119,602 31,667 21,937 6,299 59,5 377,7 69,3 19,92001 151,391 115,200 35,258 24,623 7,134 76,1 326,7 69,8 20,2
2002* 165,251 131,551 36,303 25,714 5,799 79,6 362,4 70,8 16,0Kaynak: DPT, Hazine Müsteşarlığı *Geçici Not: İhracata bavul ticareti ve transit ticaret dahildir.
78
Tablo 13’de verilen göstergelerden ilk ikisi, dış borcun faiz ödemeleri
aracılığıyla yol açtığı mali baskı, dış borç faizinin konsolide bütçe açığı ve
kamu kesimi açığına oranları aracılığı ile belirlenmeye çalışılmıştır (Sönmez,
1998:497). Üçüncü gösterge ise, kısa vadeli dış borç stokunun Merkez
Bankası uluslararası rezervlerine oranıdır. Kısa vadeli dış borç/MB rezervleri
oranı, uluslararası iktisat yazınında bir ekonominin güvenirliliğinin en temel
göstergelerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca, söz konusu
oranın büyüklüğü, uluslararası ülke deneyimlerinden yola çıkarak, bir finansal
krizin en önemli ön-göstergelerinden birisi olarak kabul edilmektedir
(Bağımsız Sosyal Bilimciler İktisat Grubu, 2001:11).
e) Dış Borç Faiz Ödemeleri / Bütçe Açığı
Dış borcun faiz ödemeleri aracılığıyla yol açtığı mali baskıyı gösteren bu
oran, bütçe açığının ne kadarının dış borç faiz ödemelerinden
kaynaklandığını da göstermektedir.
1980 yılında %5,4 olan bu oran, artarak 1983 yılında %42 olmuştur. 1985
yılında bütçe açıklarının yarısından fazlası (%54,5’i) dış borç faiz
ödemelerinden kaynaklanmıştır. 1998 yılında %47,2 olarak gerçekleşmiştir.
Bu oran, 1989-1993 yılları arasında, iç borcun ve dolayısıyla iç borç faiz
ödemelerinin artması dolayısıyla, gerilemiş ve 1993’de %18 olarak
gerçekleşmiştir. 1994 yılında, iç borçlanmanın azalması ve dış borçlanmanın
artmasının etkisiyle, Dış Borç Faiz Ödemeleri/Bütçe Açığı oranı da yükselmiş
79
ve %43 olmuştur. Sonraki yıllarda tekrar azalmış, 1999 yılında %9,8’e kadar
gerilemiştir. 2000-2001 yıllarında da sırasıyla %12,4 ve %12,5’e yükselmiştir.
Kısacası, 1981-1990 yılları arasında dış borç faiz ödemeleri, bütçe açığının
önemli bir bölümünü oluştururken, bu önem 1991-2001 yılları arasında (1994
ve 1995 yılları hariç) azalmıştır. 1990 sonrası, bütçe açığının en önemli
kalemi, artan iç borç faiz ödemeleri olmuştur.
f) Dış Borç Faiz Ödemeleri / KKBG
Bu gösterge de, Dış Borç Faiz Ödemeleri/Bütçe Açığı göstergesi gibi, dış
borcun faiz ödemeleri aracılığı ile yol açtığı mali baskıyı gösterir ve ayrıca,
kamu kesimi borçlanma gereğinin ne kadarının dış borç faiz ödemelerinden
kaynaklandığını da göstermektedir.
Bu oran, 1980 yılında %1,9 gibi çok düşük bir oranda gerçekleşmiş, fakat
sonraki yıllarda sürekli artmış ve 1986’da % 35,9 olarak gerçekleşmiştir.
1987’de %22’ye gerilemiş, 1988’de %29,4’e çıkmış ve 1989’da da %25,7
olmuştur. 1990’dan başlayarak azalmış, 1993’de %10’a gerilemiştir. 1994’de
%21,1’e yükselmiş, 1995’de de artarak %24,6’ya yükselmiştir. 1996 yılından
başlayarak tekrar azalmış ve 1999’da %7,5’e gerilemiştir. 2000-2001
yıllarında da sırasıyla %10,5 ve %12,5 olarak gerçekleşmiştir.
80
Kısacası, dış borç faiz ödemelerinin, KKBG içindeki payı 1983-1989 yılları
arasında önemli bir yere sahipken, 1990-2001 yılları arasında (1994 ve 1995
yılları hariç) bu pay azalmıştır. 1990 yılından sonra artan iç borç faiz
ödemeleri, Kamu Kesimi Borçlanma Gereği içindeki en önemli kalem
durumuna gelmiştir.
g) Kısa Vadeli Dış Borç / MB Uluslararası Rezervleri
Bu gösterge, bir ekonominin güvenirliliğinin ölçülmesinde kullanılmaktadır.
Söz konusu oranın büyüklüğü, uluslararası ülke deneyimlerinden yola
çıkarak, bir finansal krizin en önemli ön-göstergelerinden birisi olarak kabul
edilmekte ve gelişmekte olan ülkelerde krizleri tetikleyici etkiler yaratmaktadır
(Uygur, 2001:5; Bağımsız Sosyal Bilimciler İktisat Grubu, 2001: 11).
Krizin bir ön habercisi olarak değerlendirilen bu oran Meksika krizi arifesinde
(Kasım, 1994) %260; Asya krizi arifesinde de (Haziran, 1997) Endonezya’da
%170; Tayland’da %150; Filipin’de %90; Malezya’da ise %60 idi. Dolayısıyla
söz konusu oranın asgari %60 sınırının, uluslararası finans çevrelerinde
“kritik” bir eşik olarak algılandığı söylenebilir (Bağımsız Sosyal Bilimciler
İktisat Grubu, 2001:11-12).
Türkiye’de ise, bu oran 1980 yılından günümüze kadar sürekli olarak “kritik”
eşiğin üzerinde görünmektedir. Söz konusu oran, 1980’de %253,6 iken
1982’de %148,6’ya gerilemiş, sonraki yıllarda artarak 1985’de %466,6’ya
81
yükselmiş, 1986’da %464,1 olmuş ve 1988 yılında %278,2 olarak
gerçekleşmiştir. 1993 yılında (Nisan 1994 krizi öncesi), kısa vadeli dış borç
bir önceki yıla göre %46,1 oranında artarak 18,523 milyar dolar olmuştur ve
dolayısıyla söz konusu oran da %334,2’ye yükselmiştir. 1994 kriz yılında ise,
kısa vadeli dış borç bir önceki yıla göre %39,1 oranında azalarak 11,283
milyar dolar olmuş ve dolayısıyla da söz konusu oran %180’e gerilemiştir.
sonraki yıllarda azalmış ve 1997’de %100,9’a gerilemiştir. 2000 yılında
(Şubat 2001 krizi öncesi), kısa vadeli dış borç bir önceki yıla göre %23,1
oranında artarak 28,944 milyar dolar olmuş ve dolayısıyla incelediğimiz
oranda tekrar artarak %131,5’e yükselmiştir. 2001 kriz yılında ise, kısa vadeli
dış borç bir önceki yıla göre %43,9 oranında azalarak 16,241 milyar dolar
gerilemiş ve ayrıca IMF’den Kasım 2000 krizi sonrasında elde edilen ve
Merkez Bankası rezervlerini desteklemek amacıyla yapılan 4 milyar dolarlık
borçlanmanın etkisiyle incelediğimiz oran %89,3’e gerilemiştir.
Merkez Bankası, artan kısa vadeli dış borç karşısında, uluslararası finans
çevrelerince bir ülkenin güvenirliğinin ölçüsü olarak kullanılan kısa vadeli dış
borç/MB Uluslararası Rezervleri oranını kabul edilebilir bir seviyede tutmak
ve “dövize saldırı dönemlerinde Merkez Bankası rezervlerini kullanarak döviz
piyasalarında istikrar sağlayabilmek amacıyla rezervlerini artırmak zorunda
kalmaktadır. Ama yüksek ve artan rezerv düzeyinin iki sakıncası söz
konusudur: İlk olarak, rezerv edinme maliyeti, Merkez Bankasının
rezervlerden sağlayabileceği getiriyi aşmaktadır. Bu rezervlerin ulusal
ekonomiye maliyeti (en azından) dış dünyadaki kredi faizlerine eşittir. Getirisi
82
ise, bunun çok daha altındadır ve kabaca dış dünyadaki mevduat faizlerine
eşittir. İkincisi, rezerv biriktirmek başka tür istikrarsızlıklara neden olmaktadır.
İlk aşamada MB döviz toplarken piyasaya TL sürer ve ekonomiye yeni bir
istikrarsızlık etkeni aşılar. Parasal genişlemeyi “sterilize” etmeye kalkıştığında
bunu ancak, devlet borç senetlerini piyasaya sürerek gerçekleştirir. Ancak bu
işlem de faiz hadlerinin yükselmesine yol açar ve esasen faiz yükü altında
ezilen Hazine’nin borçlanma maliyeti zincirleme tırmanır. Kısacası, rezerv
biriktirmenin maliyeti her anlamda yüksektir ve döviz piyasasındaki istikrar
çok pahalıya satın alınmaktadır (Boratav, 2000).
83
Tablo 13: Dış Borç Göstergeleri Dış Borç Faiz Dış Borç Faiz Kısa Vadeli Ödemeleri/ Ödemeleri/ Dış Borç/ Bütçe Açığı KKBG MB Rezervleri (%) (%) (%)
1980 5,4 1,9 253,61981 27,5 8,6 2081982 33,8 14,3 148,61983 42 19,2 1621984 26,9 22 256,71985 54,5 33,6 466,61986 48,4 35,9 464,11987 38,7 22 443,51988 47,2 29,4 278,21989 41,7 25,7 142,51990 37 14,9 185,71991 21,3 11 209,11992 20,5 8,3 228,41993 18 10 334,21994 43 21,1 1801995 31,9 24,6 137,81996 13,6 12,4 111,71997 13,4 13,4 100,91998 14,3 11,3 110,41999 9,8 7,5 101,92000 12,4 10,5 131,52001 12,5 12,5 89,3
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı, TCMB Yıllık Raporları
84
3.2.4 Dış Borçlanma-Cari İşlemler Açığı İlişkisi
1989 yılında sermaye hareketlerini serbestleştiren Türkiye, yine sermaye
hareketleri serbest olan bazı gelişmekte olan ülkeler gibi, yoğun spekülatif
sermaye girişiyle karşı karşıya kalmıştır. Çünkü, gelişmiş ülkelerin sermaye
pazarında gelir elde etmeye çalışan spekülatif sermaye, 1990 yılı ile birlikte,
gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan ekonomik daralma ve faiz oranlarının düşme
eğilimi göstermesi nedeniyle, gelişmekte olan ülkelere doğru kaymaya
başlamıştır (Yentürk, 1997:224).
Sermaye hareketlerinin 1989 yılında serbest bırakılmasından sonra, dış
borçlar Türkiye ekonomisinin büyümesinin gerektirdiği dış kaynaklardan (yani
cari işlem açığının finansman gereksiniminden) bağımsız olarak büyüyen bir
ivme kazanmıştır. Bunun nedeni, Türkiyeli aktörlerin, bankaların, şirketlerin,
rantiyelerin ülke dışına serbestçe kayıtlı veya kayıtsız sermaye
çıkarabilmeleri ve istikrarsız bir dış serbesti ortamında aşırı rezerv biriktirme
çabalarıdır (Boratav, 2003:183). Cari işlemler açığı, sermaye girişi ve dış
borç artışı arasındaki ilişki tablo 14‘de verilmiştir.
Türkiye’de, borç yaratmayan sermaye hareketlerinin en önemli kalemi olan
dolaysız yatırımlar azdır. 1980-1989 döneminde net sermaye girişinin
%21,7’si doğrudan yatırımlar olarak gerçekleşmiştir. 1990-2002 döneminde
ise, doğudan yatırımlar net sermaye girişinin %20,4’ünü oluşturmaktadır.
85
86
Tablo 14: Cari İşlemler Açığı, Sermaye Girişi ve Dış Borç Artışı (Milyon Dolar) 1980-
1989 1990-1993 1994 1995-1997 1998 1999-2000 2001 2002 1990-2002
Net Sermaye Girişi 7709 14251 -4194 22222 448 14115 -14198 2134 34778
Doğrudan Yatırımlar 1674 2924 559 1938 573 250 2769 862 7106
Doğrudan Yatırımlar(%) 21,7 20,5 - 8,7 127,9 1,8 - 40,4 20,4
Cari İşlemler Dengesi -10385 -9782 2631 -7414 1984 -11179 3396 -1783 -22147
Net Hata ve Noksan 2911 -2932 1769 -2261 -1985 -727 -2122 -563 -8821
Rezerv Hareketleri -5874 -2071 -206 -12547 -447 -2209 12924 212 -4344
Dış Borç Artışı 28312 25605 -1755 19311 12326 22364 -4402 16351 89800
Dış Borç Artışı/Cari İşlemler Dengesi
2,7 2,6 - 2,6 6,2 2,0 - 9,2 4,1
Net Sermaye Girişi/Cari İşlemler Dengesi
0,7 1,5 - 3,0 - 1,3 - 1,2 1,6
Büyüme 4,1 6,1 -6,1 7,8 3,9 0,1 -9,4 7,8 3,4
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, T.C. Merkez Bankası
87
Kısacası, Türkiye’ye giren sermayenin %80’nine yakını dış borç
oluşturmaktadır.
Türkiye’de 1990-1993 arasındaki konjonktür dalgası, 1990’ların ilk yarısında
Latin Amerika üzerinde yoğunlaşan ve 1994-95 Meksika kriziyle son bulan
yabancı sermaye akımıyla çakışmıştır.1990-1993 arasında, cari işlemler
açığı 9,782 milyar dolar iken net yabancı sermaye girişi 14,251 milyar dolar
olmuştur (cari işlemler açığının 1,5 katı). Aynı dönemde dış borç 25,605
milyar dolar artmıştır (cari işlemler açığının 2,6 katı). Sermaye girişindeki bu
patlama, 1992-1993 yıllarında güçlü bir büyüme dalgası yaratmış (bu
dönemdeki büyüme ortalama 6,1 olarak gerçekleşmiştir), ama aynı zamanda
da TL’nin aşırı değerlenmesine ve cari işlemler açığının giderek büyümesine
yol açmıştır
1994 krizinde resesyon kısa sürmüş, bir yıl içinde yeni bir büyüme dalgası
oluşmuştur. 1995-1997 döneminde, net sermaye girişi 22,222 milyar dolar
seviyesine çıkmış (cari işlemler açığının 3 katı), cari işlemler dengesi 7,414
milyar dolar açık vermiş, dış borç artışı 19,311 milyar dolar olarak
gerçekleştir (cari işlemler açığını 2,6 katı). Yüksek oranlı sermaye girişiyle
birlikte büyüme de 7,8 gibi yüksek oranda gerçekleştir.
Doğu Asya Krizi’nin patlak vermesinden hemen sonra, net sermaye akımında
önemli bir düşüş yaşanmıştır. 1995-1997 dönemindeki yüksek net sermaye
girişi 1998’de 448 milyon dolara gerilemiş, cari işlemler dengesi 1,984 milyar
88
dolar fazla vermiş, dış borç ise bu dönemde de 12,326 milyar dolar artmış ve
büyüme hızı da 3,9’a gerilemiştir.
1999 yılında, Rusya’daki şiddetli krizin ve de Ağustostaki büyük depremin
yarattığı sarsıntıyla, Türkiye ekonomisi 1999’da küçülmüştür. 1999-2000
döneminde, net sermaye girişi 14,115 milyar dolar olmuş, cari işlemler
dengesi 11,179 milyar dolar açık vermiş, dış borç artışı ise 22,364 milyar
dolar olmuştur (cari işlemler açığının iki katı olarak). Büyüme ise 0,1’e
gerilemiştir.
2001 kriz yılında 14,198 milyar dolarlık net sermaye çıkışı gerçekleşmiş, cari
işlemler dengesi 3,396 milyar dolar fazla vermiş, dış borç 4,402 milyar dolar
azalmış ve ekonomi 9,4 oranında küçülmüştür.
2002 yılında, cari işlemler dengesi 1,783 milyar dolar açık vermiş, net
sermaye girişi 2,134 milyar dolar olarak gerçekleşmiş, dış borç artışı 16,351
milyar dolar olmuştur (cari işlemler açığın 9,2 katı).
Veriler 1980-1989 ve sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı 1990-2002
olarak iki dönemde incelendiğinde, dış borçların cari işlem açığının
finansmanının gereksiniminden bağımsız olarak büyüdüğü daha iyi
görülmektedir. 1980-1989 döneminde, net sermaye girişi cari işlemler
açığının gerisinde kalmış, dış borçlar ise cari açığı 2,7 katı kadar artmıştır. Bu
dönemde ekonomik büyüme ise 4,1 olarak gerçekleşmiştir. 1990-2002
89
döneminde ise, cari işlemler açığı 22,147 milyar dolar, net sermaye girişi
34,778 milyar dolar (cari işlemler açığının 1,6 katı), dış borç artışı ise 89,800
milyar dolar (cari işlemler açığının 4,1 katı) olmuş, büyüme ise 3,4’e
gerilemiştir. Kısacası, 1980-1989 döneminde 4.1’lik büyüme, her 1 dolarlık
cari işlem açığı için 2,7 dolarlık borç artışıyla meydana gelmiştir. Oysa 1990-
2002 döneminde, daha küçük olan 3,4’lük büyüme, her 1 dolarlık cari işlemler
açığı için 4,1 dolarlık borç artışıyla gerçekleşmiştir.
Sermaye girişlerinin cari işlem açığını karşılamayan öğeleri nereye gidiyor?
Giren sermayenin çok önemli bir bölümü kayıt dışında kayboluyor. Bunu,
ödemeler dengesinin net hata ve noksan kaleminin, kayıt dışı sermaye çıkışı
olarak yorumlanabilecek negatif değerlerinde gözlenmektedir. Önemli bir
bölümü, kayıt içi yerleşiklerin sermaye çıkışlarına tahsis ediliyor (Boratav,
2003a:9). 1980-1989 döneminde net hata ve noksan kalemi 2,911 milyar
dolar fazla veriyor, yani bu dönemde kayıt dışı sermaye girişi gerçekleşmiştir.
1990-2002 döneminde ise, 8,821 milyar dolarlık kayıt dışı sermaye çıkışı
gerçekleşmiştir.
Sermaye girişlerinin önemli bir kısmı da rezerv artışı için kullanılmaktadır.
1980-1989 döneminde 5,874 milyar dolar rezerv artışı için kullanılmıştır. 1990
sonrasında, 2001 ve 2002 yılları hariç sürekli rezerv artışı gerçekleşmiş ve
1990-2000 döneminde 17,480 milyar dolarlık rezerv artışı gerçekleştirilmiştir.
1990-2002 döneminde ise rezerv artışı 4,344 milyar dolar olmuştur. Korkut
Boratav’ın da belirttiği gibi (Boratav, 2000:196; Boratav, 2003a:9), sermaye
90
hareketlerinin serbest bırakılmasıyla birlikte Merkez Bankası, döviz
piyasasında istikrarı sağlamak için yüksek düzeylerde rezerv biriktirmek
zorunda kalmaktadır. Yüksek oranda rezerv biriktirmenin iki sakıncası vardır.
Birincisi, rezerv edinme maliyeti, Merkez Bankasının rezervlerden
sağlayabileceği getiriyi aşmaktadır. İkincisi, rezerv biriktirmek için Merkez
Bankası piyasaya TL sürer ve döviz toplar, bu da ekonomide parasal
genişleme yaratır. Parasal genişlemeyi sterilize etmek için devlet borç
senetleri piyasaya sürülür. Bu da faiz hadlerinin yükselmesine neden olur.
Kısacası, rezerv biriktirmenin maliyeti her anlamda yüksektir ve döviz
piyasalarındaki istikrar çok pahalıya satın alınmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi ılımlı, sürdürülebilir cari işlem açığı olan
fakat döndürülmesi çok güç bir dış borç stokuna sahiptir. Dış borçlarla ilgili
faiz yükümlülüklerinin karşılanması, tek başına çok ağır bir sorun değildir.
Asıl sorun, bu boyutlara ulaşmış olan dış borcun anaparasını vadesi
geldiğinde ödemekte, yani stokun döndürülmesinde yatmaktadır (Boratav,
2003:184; Boratav, 2003a:9).
3.2.5 Özel Sektörün Dış Borçlanma Üzerindeki Etkisi
Özel sektör, işletme sermayesi ve spekülatif amaçlarla dış borçlanmaya
gitmektedir. Yurt dışından borçlanmanın ana nedeni, iç ve dış faiz oranları
arasındaki olağanüstü farklılaşmasıyla döviz kuru aşınma oranının
enflasyonun altında ya da ona yakın bir eğilim göstermesidir. Ayrıca, işletme
kredilerinde bir yıl olan süre sınırlamasının 1991 ortalarında kaldırılması ve
91
iki yıldan uzun süreli kredilere uygulanan Kaynak Kullanımı Destekleme
Fonu’na yapılan %6’lık kesintinin kaldırılması, işletme kredisi kullanımını
artırmıştır (Kepenek; Yentürk, 1995:233).
Özel sektör dış borçlarını belirleyen, firmalar ve bankalardır. Firmaların,
içerden değil de dışardan borçlanmalarını; yurtiçi kredi faizleri, döviz kuru ve
yurt dışı kredi faizleri belirlemektedir. Bu durum aşağıdaki formül ile ifade
edilmektedir (Seyidoğlu, 1994:270).
Denklemdeki, i= yurtiçi kredi faiz oranlarını (denklemin solunda) ve yurt dışı
kredi faiz oranlarını (denklemin sağında), e= TL aşınma oranını
göstermektedir. Denklemdeki yurt içi kredi faiz oranları, banka kaynaklı
kredilerin orta vadeli yatırım kredi faiz oranlarını göstermektedir.
Yukarda ki ifadenin sol tarafı firmaların içerde borçlanma maliyetini, sağ tarafı
ise yurt dışından borçlanma maliyetini göstermektedir. Eğer, firma açısında,
dışardan borçlanmanın Türk lirası olarak kendisine yüklediği maliyet,
yurtiçinden borçlanmanın Türk lirası olarak kendisine yüklediği maliyetin
altında ise dışarıdan borçlanır.
Tablo 15’de, firmaların iç-dış borçlanma maliyetleri, bankaların yurtiçi ve
yurtdışı getiri oranları verilmiştir. Firmalar ve Bankalar için yurt dışı
borçlanma maliyeti Libor+Marj olarak alınmıştır.
d ııiç iei
+⟩+
+1
11
92
Şekil 3’de, firmaların yurtiçi borçlanma maliyetleriyle yurt dışı borçlanma
maliyetleri karşılaştırılmıştır. Firmalar için 1989-1990 yıllarında dışardan
borçlanmak daha karlı, 1991-1994 döneminde ise içerden borçlanmak daha
karlı hale gelmiştir. Ama 1995 yılından 2000 yılına kadar içerden
borçlanmanın maliyeti çok yükselmiş ve dolayısıyla yurt dışından borçlanmak
daha az maliyetli duruma gelmiştir.
Şekil 3: Firmaların Yurtiçi-Yurt Dışı Borçlanma Maliyetleri
-40
-20
0
20
40
60
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
2002
Yıllar
Bor
çlan
ma
Mal
iyet
i Firmaların Yurtiçi BorçlanMaliyetleri (%)Libor + Marj²
93
Tablo 15: Özel Sektör Dış Borçlanma Karlılığı Özel
Sektör Borcu
Özel Sektör
Borcu / Toplam
Borç (%)
Yurtiçi Getiri Oranı
(%)¹
FirmalarınYurtiçi
Borçlanma Maliyetleri
(%)²
Libor³ Libor + Marj³
1984 2,825 13,6 -10,4 11,8 12,51985 4,007 15,6 9,1 9,1 9,91986 5,543 17,2 15,2 7,0 7,91987 6,357 15,8 13,4 7,6 8,61988 6,112 15,0 -4,9 -9,2 8,4 9,31989 6,552 15,7 14,7 26,8 9,3 10,51990 10,443 21,3 20,6 18,2 8,5 9,41991 10,812 21,4 4,1 -2,1 6,3 7,21992 15,272 27,5 11,6 0,9 4,2 5,11993 23,834 35,4 11,1 -2,2 3,7 4,61994 16,626 25,3 0,2 -13,3 5,6 6,51995 22,327 30,5 40,4 54,5 6,3 7,21996 27,094 34,0 32,2 34,9 5,8 6,71997 33,917 39,9 9,6 15,5 6,1 7,01998 43,992 45,2 42,4 44,3 5,6 6,51999 50,153 48,6 20,5 27,7 5,7 6,62000 56,412 47,2 10,5 11,2 6,9 7,82001 44,566 38,7 -7,6 -20,1 3,9 4,8
2002* 44,939 35,3 43,7 2,1 3,1Kaynak: British Bankers Association, Hazine Müsteşarlığı, T.C. Merkez Bankası *Geçici ¹(1+i)/(1+e) formülüyle tarafımızca hesaplanmıştır. i= Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranını, e= döviz kuru aşınma oranını göstermektedir. ²Aynı formülle tarafımızca hesaplanmıştır. i= Banka kaynaklı kredilerin orta vadeli yatırım kredi faiz oranlarını göstermektedir. ³Aylık olarak verilen dolar bazındaki Libor oranlarının yıllık ortalaması alınmıştır. Marj için ise, değişken faizli kredilerin 1984-1989 yılları arası ortalama spreadleri alınmıştır. 1990 yılından sonrası için spread oranları elde edilemediğinden, bu yıllar için 1984-1989 yıllarındaki spreadlerin ortalaması alınmıştır.
Bankalar da dış borcun artmasına etki etmektedir. Bankaların asıl getirisi
kredi faizleridir. Kredi faizi ile mevduat faizi arasındaki fark bankaların brüt
getirisini oluşturmaktadır. Fakat yurtiçi ve yurt dışı faizleri arasındaki yüksek
marjın varlığından yararlanarak bankalar yurt dışından borçlanıp içerde Türk
lirasına dönüştürüp çeşitli biçimlerde plase ediyorlar ve adeta kurumsal
94
rantiyeler haline gelebiliyorlar (Boratav, 1994)12. Bankaların dışardan
borçlanıp borçlanmayacağını da, yurtiçi faiz oranı, yurt dışı faiz oranı ve döviz
kuru belirlemektedir.
Denklemin sol tarafı, bankalar için, borçlanmanın yurtiçi getiri oranını, sağ
tarafı ise borçlanma maliyetini göstermektedir. Denklemde yer alan yurtiçi
faiz oranları, hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarını göstermektedir.
Yurt dışından borçlanan bankanın hazine bonosu ve devlet tahvili aldığında
elde edeceği getiri tablo 15’nin dördüncü sütunda verilmiştir. Borçlanma
maliyeti ise (Libor+Marj) yedinci sütunda verilmiştir.
121990’larda banka kurmanın aşırı derecede kolaylaşması sonucu bankaların sayısı hızla artmış, sayıları Kasım 2000 krizi öncesi 80’i bulmuştur. Bunların önemli bir kısmı küçük, sermayesi yetersiz ve kurucunun iştirak veya üretimini finanse etmek amacıyla kurulmuş bankalardı (Keyder, 2001:39).
dııiç iei
>−+
+1
11
95
Şekil 4: Bankaların Hazine Bonosu ve Devlet Tahvillerinden Elde Ettikleri Net
Getiri
1984-2002 yılları arasındaki gelişmeleri iki döneme ayırmak mümkün
görülmektedir. İlk dönem, 1984-1988 yılları arasındaki beş yılda ortalama net
getiri yüzde -5,2 olarak gerçekleşmiştir. 1986 ve 1987 yıllarında pozitif net
getiri söz konusu olmuşsa da, geri kalan yıllardaki yüksek negatif getiri
bankaların, faiz ve kur makasından yararlanarak getiri elde etmelerini
mümkün kılmamıştır.
İkinci dönem, 1989-2002 yılları arasını kapsayan dönemdir. 1989 yılında,
sermaye hareketlerinin serbest bırakılması ile birlikte farklı bir politika
izlenmiştir; yabancı kaynak bulmak için döviz kurları aşırı değerlenmiş halde
tutulmuştur. Döviz kurları enflasyon ile orantılı olarak artmadığından, vade
başlangıcında dövizin Türk Lirasına çevrilip, TL üzerinden hazineye borç
-200
204060
1984
1987
1990
1993
1996
1999
2002
Yıllar
Yurti
çi G
etiri
Ora
nı Yurtiçi Getiri Oran ı (%)
Libor + Marj²
96
verilmesi ve vade sonunda TL’nin dövize çevrilmesi ile daha yüksek reel faiz
elde edilmektedir. Bu uygulamanın dengede yurtiçi faizleri düşürmesi
beklenmekle beraber (TL cinsinden menkul kıymetlere talep artmakta,
bunların fiyatları artmakta ve faizler düşmekte) pratikte gerçekleşen reel faiz
hadlerinin yüksek düzeyde seyretmesi olmuştur13 (Bağcı, 2001:117-118). Bu
dönemde, 1991 yılı ve kriz yılları olan 1994, 2001 yılları hariç, net yurtiçi getiri
oranı pozitif olarak gerçekleşmiş ve özellikle 1995-1999 yılları arasında net
getiri oldukça yüksek değerlerde gerçekleşmiştir (1995-1999 yılları arasındaki
net getiri ortalama 21,8 olmuştur).
Bankaların ve firmaların davranışlarına bağlı olarak, özel sektörün dış borç
stokunun nasıl değiştiği tablo 15’nin ilk iki sütunda verilmiştir. 1998 yılında,
hem yurt içi getiri oranı negatif hem de, firmalar için, yurt içinde borçlanmak
daha karlı duruma gelmiş, bundan dolayı 1998 yılında özel sektör dış borcu
bir önceki yıla göre azalmış ve 6,112 milyar dolar olmuştur (toplam borcun
%15’i). 1989 ve 1990 yıllarında bankalar açısından, dışardan borçlanıp
hazine bonosu ve devlet tahvili almanın getirisi yüksek (sırasıyla 14,7 ve
20,6), firmalar için ise, yurtiçinden borçlanmanın maliyeti daha yüksek
(sırasıyla 26,8 ve 18,2) olduğundan yurt dışından borçlanma artmıştır. 1988
yılında 6,112 milyar dolar olan borç 1990 yılında 10,443 milyar dolar olmuştur
(toplam borcun %21,3’ü). 1991-1994 yılları arasında firmaların yurtiçinde
borçlanmaları daha uygun hale gelmiştir. Fakat, bankalar için 1992-1993
13 Özellikle, hazinenin fon ihtiyacı, yüksek bir dış borç servisi, cari işlemler dengesinin açık vermesi nedeniyle dövize ihtiyacın artması, ve devalüasyon riski faizlerin beklenen yönde hareketini engellemiştir (Bağcı, 2001:118).
97
yıllarında yurt dışından borçlanıp yurtiçinde tahvil ve bono alarak getiri elde
etmek mümkün olmuştur. Bunun sonucunda, 1990 yılında 10,443 milyar
dolar olan özel sektör dış borcu 1993 yılında yaklaşık 2,3 katına çıkarak
23,834 milyar dolar olmuştur (toplam borcun %35,4’ü). 1994 yılında yapılan
yüksek oranlı devalüasyonun etkisiyle, hem bankalar hem de firmalar için
yurt dışından borçlanmak karlı olmadığından özel sektör dış borcu 16,626
milyar dolara gerilemiştir (toplam borcun %25,3’ü). 1995-2000 yılları
arasında, bankalar yurt dışından borçlanarak yurtiçinden yüksek getiri elde
etmişlerdir. Firmalar ise, yurtiçinde borçlanma maliyeti çok yüksek
olduğundan yurt dışından borçlanma yoluna gitmişlerdir. 2000 yılında özel
sektör dış borcu da, 1994 yılındaki borcun yaklaşık 3,4 katına çıkarak 56,412
milyar dolar olmuştur (toplam borca oranı %47,2). 2001 yılında yaşanan
yüksek devalüasyonun da etkisiyle, hem yurtiçi getiri oranı negatif olmuş
hem de firmalar için içerden borçlanmak daha az maliyetli hale gelmiştir ve
özel sektör dış borcu da 44,566 milyar dolara gerilemiştir (toplam borca oranı
%38,7). 2002 yılında da yurtiçi getiri oranı yüksek düzeyde gerçekleşmiş
(%43,7), fakat özel sektör borcunda büyük değişiklikler meydana gelmemiş
hatta özel sektör borcunun toplam borca oranı %35,3’e gerilemiştir.
1980’li yılların başında başlayan içe dönük finansal serbesti 1989 yılında
yürürlüğe giren 32 Sayılı Karar ile dışa da tanınmış oldu14. Bu karardan sonra
ulusal piyasalarda döviz kuru ve faiz birbirine bağlı hale gelmiş ve Merkez
14 İçe dönük finansal serbesti için, dış ticaret serbestleştirilmiş, döviz piyasası esnekleştirilmiş, fiyat kontrolleri kaldırılmış, faiz hadlerinin belirlenmesi serbest bırakılmıştır (Kazgan, 1999; Köse; Yeldan, 1998; Oyan, 1998).
98
Bankası’nın döviz kuru ve faizi birbirinden bağımsız biçimde birer politika
aracı olarak kullanılabilme olanağı kalmamıştır. Bu yapı altında makro-
finansal dengelerin sağlanmasının gerekli koşulu, yurtiçi faiz getirisinin,
dövize bağlı spekülatif getiriden yüksek olması; yani reel faiz haddinin aşırı
yüksek tutulmasıdır. Böylece uyarılan kısa vadeli yabancı sermaye, bir
yandan kamu açıklarını “dış tasarruflar” biçimiyle finanse ederken, bir yanda
da ulusal ekonominin ithalat ve tüketim hacmini genişletmektedir (Boratav,
1994:23; Köse; Yeldan, 1998:55; Yeldan, 2001:135).
Türkiye’de bankacılık sistemine ilişkin çeşitli göstergeler tablo 16’da
verilmiştir. Tablonun ikinci sütununda, devlet iç borçlanma senetlerinin
(hazine bonosu ve devlet tahvili) ne kadarının bankalar tarafından alındığı
verilmiştir. Erinç Yeldan’nın (Yeldan, 2001:149) da belirttiği gibi, bankacılık
kesimi devlet iç borçlanma senetlerinin neredeyse monopsonist bir tarzda
alıcısı haline gelmiştir. Bankacılık kesiminin toplam DİBS ihraçları içindeki
payı 1986, 1994 ve 2001 yılları haricinde %75’in altına düşmemiştir. Özellikle
1995-1999 yılları arasında bu oran ortalama %85,5 olmuştur.
Tablo 16’da verilen değerler, yıllar itibarı ile daha iyi bir karşılaştırma
yapabilmek için, Merkez Bankası yıl sonu dolar alış kuru ile dolara çevrilerek
verilmiştir.
99
Tablo 16: Bankacılık Sistemine İlişkin Çeşitli Göstergeler
İç
Borçlanmada
Bankaların
Payı (%)
Merkezi
İdareden
Alacaklar
(Net, Milyar
Dolar)
Kredi
Hacmi
(Milyar
Dolar)
Açık
Pozisyonu
(Milyon
Dolar)
Toplam
Mevduat
(Milyar
Dolar)
Kredi
Hacmi /
Toplam
Mevduat
(%)
1986 69,8 10,902 14,671 20,631 71,1
1987 77,7 11,468 17,173 23,466 73,2
1988 90,5 9,883 14,067 20,967 67,1
1989 90,2 10,638 17,341 723 26,676 65,0
1990 85,9 9,020 23,986 -2023 32,090 74,7
1991 92,8 9,669 22,137 -1140 32,448 68,2
1992 79,1 10,164 23,590 -2888 31,107 75,8
1993 77,8 10,330 25,649 -4978 36,139 71,0
1994 71,5 11,201 16,288 -1018 31,317 52,0
1995 81,6 11,507 23,408 -427 41,665 56,2
1996 84,4 14,874 30,581 -1229 54,659 55,9
1997 89,5 12,571 37,137 -1883 58,435 63,6
1998 86,8 25,229 37,643 -4733 73,282 51,4
1999 85,3 33,925 32,157 -4642 83,858 38,3
2000 75,9* 44,2274 41,906 -5300 98,675 42,5
2001 74,5* 60,026 24,564 158 76,775 32,0
2002 79,8* 69,241 21,066 -517* 78,779 26,7Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, T.C. Merkez Bankası Yıllık Raporlar *Geçici Not: Tablodaki değerler, yıllar itibarı ile daha iyi bir karşılaştırma yapabilmek için, Merkez Bankası yıl sonu dolar alış kuru ile tarafımızca dolara çevrilerek verilmiştir.
Türkiye’de, DİBS’nin önemli bir bölümünü alan bankaların merkezi
yönetimden alacakları 1990 yılından sonra sürekli artış göstermiş (1997 yılı
100
hariç) ve 2002 yılında 69,241 milyar dolara yükselmiştir. Bankacılık
sektörünün kredi hacmi ise, merkezi yönetimden alacaklarla
karşılaştırıldığında önemli bir yükseliş göstermemekle kalmamış 1999
yılından başlayarak merkezi yönetimden alacaklarının da gerisine düşmüştür.
2002 yılındaki kredi hacmi 21,066 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Şekil
5’de, bankacılık sisteminin merkezi yönetimden alacakları ile kredi hacmi
karşılaştırılmıştır. Görüldüğü gibi, merkezi yönetimden alacaklar sürekli artış
gösterirken, kredi hacmi 1989 yılında 17,288 milyar dolar, 1993 yılında
25,649 milyar dolara yükselmiş, 1994’de 16,288 milyar dolara gerilemiş,
1998’e kadar artış göstermiş ve 37,643 milyar dolara yükselmiş, sonraki
yıllarda azalmış ve 2002 yılında da 21,066 milyar dolara gerilemiştir. Ayrıca,
merkezi idareden alacaklar da 1999 yılından sonra kredi hacminin üzerine
çıkmış, 2002 yılında kredi hacminin 3,3 katı olarak gerçekleşmiştir. Bankalar,
özellikle kriz dönemlerinde, likit kalarak mevduat sahipleri gözünde
kredibilitelerini koruyabilmek için bilançolarının aktif taraflarını yeniden
düzenlemektedirler.
Bankalar bazı durumlarda kredilerini geri çağırarak, bazı durumlarda ise faiz
oranlarını yükselterek kredi arzını azaltmaktadırlar. Bu durum da, alternatif
finansman mekanizmaları gelişmediği için, şirketleri ve dolayısıyla cari üretimi
etkilemektedir (Ersel; Sak, 1995). Ekonominin küçüldüğü 1994, 1999 ve 2001
yıllarında, banka kredilerinde de önemli oranda azalma meydana gelmiştir.
101
Şekil 5: Bankaların Merkezi İdareden Alacakları ve Kredi Hacmi
Tablo 16’nın beşinci sütununda bankacılık sisteminin açık pozisyonu
verilmiştir. Bankalar, yurt dışından getirilen düşük maliyetli kısa vadeli
sermayeyi yüksek faizlerle yurtiçinde TL olarak (çoğunlukla iç borçlanma
senetlerinde) değerlendirmişlerdir. Bu durum, bankalar açısından yabancı
para cinsinden yükümlülükleriyle TL cinsinden varlıkları (iç borçlanma
senetleri alacakları) arasında bir uyumsuzluk yaratmaktadır. Açık pozisyon
şeklinde tanımlanan bu uyumsuzluk, bankacılık sisteminin kırılganlığının ve
bankacılık yapısındaki büyümenin ardındaki koşulların ne kadar yapay
olduğunun da bir göstergesi olmaktadır (Çolak; Altan, 2002: 45; Yeldan,
2001:152). Tabloda dikkat çeken en önemli özellik, bankaların açık
pozisyonunun kriz öncesi yıllarda hızla yükselmiş olmasıdır. 1993 yılında açık
pozisyon 4,978 milyar dolar seviyesine yükselmiş, 2000 yılında ise 5,3 milyar
dolar olarak dönemin en yüksek seviyesine yükselmiştir15.
15 Döviz pozisyon açığını daha çok özel ve yabancı sermayeli ticaret bankaları vermiştir. Kalkınma ve yatırım bankalarının son yıllarda döviz pozisyon açığı olmadığı görülmektedir.
0
2 0
4 0
6 0
8 0
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
2002
Y ı l la r
Mily
ar D
olar
M e rke z i İd a re d e n A la ca k la r(N e t, M ilya r D o la r)K re d i H a cm i (M ilya r D o la r)
102
Toplam mevduatlar ise, sürekli bir artış kaydetmiştir (1988, 1992 ve kriz yılları
olan 1994 ile 2001 yılları hariç). 2002 yılı sonunda mevduatlar 1986 yılına
göre yaklaşık dört kat artmışken, krediler sadece bir buçuk kat artmıştır.
Tablo 16’nın son sütununda kredi hacminin mevduatlara oranı verilmiştir.
Kredi/mevduat oranı, ekonomideki tasarrufların yatırımlara dönüşme
performansı açısından bir gösterge olarak kabul edilmektedir (Güven,
2002:90). Kredi/mevduat oranı, 1986 yılında %71,1 olarak gerçekleşmiş ve
1993 yılına kadar dalgalı bir seyir izlemiştir (1993 yılında da %71 olarak
gerçekleşmiştir). 1994 yılında %52’ye gerilemiş, 1997 yılında %63,6’ya
yükselmişse de sonraki yıllarda gerilemiş ve 2002 yılında da %26,7 olmuştur.
Bu durum, toplam mevduatların gittikçe daha az oranda krediye dönüştüğünü
göstermektedir.
Türk bankacılık sisteminin 1989 sonrasında finansal serbestleştirme altındaki
genel işlevinin, mali sistemin derinlik kazanacağı beklentisinin aksine,
doğrudan dışarıdan borçlanma yetisini kaybetmiş bulunan kamu kesimine
aracılık yaparak, kamu sektörü borçlanma gereğini finanse etmek olduğu
şeklinde özetlenebilir. Bankacılık sisteminin özgün işlevi, uluslararası
arbitraja dayalı kısa vadeli dış finansmanı, yurt içinde kamu iç borçlanma
senetlerinde değerlendirerek reel kazanç elde etmeye yönelmesi haline
dönüşmüştür. Dolayısıyla bankacılık sistemi doğrudan doğruya rantiye tipi
spekülatif finansman biçimlerine yönelirken, reel sektöre kaynak sağlama
işlevini de ikinci plana itmiştir (Yeldan, 1994:70; Yeldan, 2001:144). Ayrıca,
103
1989 yılından başlayarak, Türkiye’de finans sektörü ve özellikle bankacılık
kesimi bir şişkinlik-balon yaşanmış, bu şişkinlik 1994 Nisan, 2000 Kasım ve
2001 Şubat krizlerinde çöküntüye uğramıştır. Şişkinliğin sebebi reel sektöre
kaynak aktarmaktan kaynaklı değil, önceden de belirtildiği gibi, yüksek faizli
DİBS’nin yanında bankacılık kesiminin, izlenen kur politikasının da etkisiyle,
dış sermaye hareketlerine bağımlığı ve enflasyondan kaynaklanmıştır.
Ekonominin büyüme oranını birkaç kez katlayan çok yüksek reel faizlerle
orta-uzun vadede istikrarlı bir büyüme sağlamak, hatta krizden kurtulmak
mümkün görünmemektedir (Uygur, 2003:63).
Ayrıca, mevduata verilen %100’lük güvence, bankaların riskli alanlara
yönelmelerine neden olmuş (2000 Kasım krizinden sonra bankaların dış
borçlarına da devlet garantisi verildi), etkinlikten uzak ve holding
bankacılığının yaygınlaşmasıyla da reel sektördeki verimli alanların kaynak
bulabilmesi zorlaşmıştır (Benli; Sönmezler, 2002:81-82; Uygur, 2003:50).
Türkiye gibi dışa tam açık durumdaki bir ekonomide reel efektif döviz kurunun
gerçekçi düzeyde olması, rekabet gücünün; ihracat artışı ve ithalat
sınırlamasıyla cari işlemler dengesinin belirlenmesinde anahtar fiyat sayılır;
üretim ve istihdam kaybını, aşırı dış borç birikimini önler. Eğer yelli para aşırı
değerlenmişse bu olanaklar yetirilir; ithalat artar ihracat azalırken cari işlemler
dengesi bozulur, tüketim patlaması yaşanır, kısa vadeli dış borç birikimi artar
ve sonunda kriz patlak verir (Bulutay, 2003:36; Kazgan, 1999:243-245).
104
1984-2002 yılları arasındaki gelişmeler tablo 17 yardımıyla incelenmeye
çalışılmıştır.
Tablo 17: Reel Döviz Kuru ve Etkisi Enflasyon
(Ort.Tüfe)¹Döviz Kuru
Yıllık Aşınma Oranı²
Ödemeler Dengesi Fazlası
(Milyar Dolar)
Kısa Vadeli Dış Borcun
Payı (%)
1984 48,4 62,5 -1439 15,31985 45,0 42,9 -1013 18,51986 34,6 28,7 -1465 19,71987 38,9 28,0 -806 18,91988 73,7 66,6 1596 15,81989 63,3 48,7 961 13,81990 60,3 22,9 -2625 19,41991 66,0 60,2 250 18,11992 70,1 64,6 -974 22,81993 66,1 60,5 -6433 27,51994 106,3 169,9 2631 17,21995 88,0 53,5 -2339 21,41996 80,4 77,9 -2437 21,81997 85,7 86,9 -2638 21,31998 84,6 71,6 1984 21,81999 64,9 61,0 -1360 22,82000 54,9 48,5 -9819 24,22001 54,4 80,4 3396 14,1
2002* 45,0 33,8 912 12,1Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı, T.C. Merkez Bankası *Geçici ¹TÜFE 1979=100, 1987=100, 1994=100 olarak alınmıştır. ²Döviz Kuru Aşınma Oranı e= (e2-e1)/e1 formülüyle tarafımızca hesaplanmıştır. e2= t dönemi Merkez Bankası dolar alış kuru yıllık ortalaması, e1= t-1 dönemi Merkez Bankası dolar alış kuru yıllık ortalaması.
105
Tablo 17’de, reel döviz kuru, dolar kuru yıllık aşınma oranı ile enflasyon oranı
karşılaştırılarak belirlenmiştir16. Eğer döviz kuru aşınma oranı enflasyonun
gerisinde kalmış ise Türk lirası değerlenmiş demektir. Ayrıca, tabloda
ödemeler dengesindeki gelişmeler ve kısa vadeli dış borcun toplam dış borç
içindeki payı da verilmiştir.
Tablo 17’deki verilerden yararlanarak, 1984-2002 yılları arasındaki
gelişmeleri, kriz yılları (1994 ve 2001) hariç iki döneme ayırabiliriz.
1984-1988 döneminde, enflasyon oranı 48,1, döviz kuru aşınma oranı ise
45,7 olarak gerçekleşmiş, TL azda olsa değerlenmiş ve ödemeler dengesi de
625 milyon dolar açık vermiştir. Kısa vadeli dış borcun payı ise ortalama
%17,6 olarak gerçekleşmiştir.
1989 –2002 döneminde (1994 ve 2001 yılları hariç), ortalama enflasyon oranı
69,1 olarak gerçekleşmişken, döviz kuru aşınma oranı ortalama 57,5 olarak
gerçekleşmiş, TL aşırı değerlenmiştir. Bu dönemde, ödemeler dengesi 2,043
milyar dolar açık vermiştir. Kısa vadeli dış borcun payı ise %20,6 olarak
gerçekleşmiştir.
16 T.C. Merkez Bankası, reel efektif döviz kuru hesaplamada 1995 yılını baz olarak seçmiştir. Baz yılı olarak düşünülen yıldaki kurun denge kuru olduğu varsayılır. Bu kur ödemeler dengesinde de belirli bir denge sağlayan kur olmalıdır. Oysa 1995 yılında cari işlemler dengesi 2,339 milyar dolar açık vermiştir. Bu durumda 1995 kurunu denge kuru olarak kabul etmek yanlış değerlendirme yapmaya neden olabilir (Keyder, 2003:77). Dolayısıyla, reel kur; kurdaki yıllık aşınma ile enflasyon karşılaştırılarak verilmeye çalışılmıştır.
106
1989 yılından sonraki en önemli gelişmeler ise kriz öncesi yıllar olan 1993 ve
2000 yıllarında meydana gelmiştir. 1993 yılında, döviz kuru aşınma oranı
(60,5) enflasyonun gerisinde kalmış, TL aşırı değerlenmiş ve ödemeler
dengesi 6,433 milyar dolar açık vermiş, kısa vadeli dış borcun payı ise
incelenen dönemin en yüksek değeri olan %27,5’e yükselmiştir. 1994 yılında
yapılan yüksek oranlı devalüasyonla TL yüksek oranda değer kaybetmiştir.
Döviz aşınma oranı 169,9 olmuşken, enflasyon 106,3 olarak gerçekleşmiştir.
Bunun sonucu, ödemeler dengesi 2,631 milyar dolar fazla vermiştir. Kısa
vadeli dış borcun payı da %17,2’ye gerilemiştir.
2000 yılında, uygulanan istikrar programının da etkisiyle, döviz kuru aşınma
oranı (48,5) enflasyon oranının (54,9) gerisinde kalmış, TL aşırı değerlenmiş
ve bunun etkisiyle ödemeler dengesi 9,819 milyar dolar açık vermiştir. Kısa
vadeli dış borcun payı ise %24,2’e yükselmiştir (1999 yılında bu oran %22,8).
2001 yılında yapılan devalüasyonun etkisiyle TL büyük ölçüde değer
kaybetmiştir. 2001 yılında enflasyon 54,4 olarak gerçekleşmişken döviz kuru
aşınma oranı 80,4 olarak gerçekleşmiştir. Türk lirasının aşırı değer kaybıyla
birlikte ödemeler dengesi 3,396 milyar dolar fazla vermiştir. Kısa vadeli dış
borçların payı ise %14,1’e gerilemiştir.
Türkiye’nin 1989 yılı sonrası deneyimi, mali piyasaların henüz çok genç ve
sığ olduğu kalkınmakta olan bir ülkede, uluslararası para piyasalarının
spekülasyonlarına erken ve denetimsiz bir biçimde eklemlenmenin yüksek
maliyetini sergilemektedir. Sermaye kaçışı ve ulusal paranın ikamesi
107
(dolarizasyon) tehditleri doğrudan reel faizlerin yükselmesine yol açmakta; bir
yanda da dövizin ucuz tutulmasını gerekli kılmaktadır. Bu süreçte artık
yüksek reel faiz, düşük kur sarmalı uluslararası piyasalarca dışsal olarak
yönlendirilen bir mali araç haline dönüşmüştür. Ulusal mali piyasalara aktif
olarak müdahale etme olanağını kaybeden Merkez Bankası’nın gerçekçi bir
reel ve ulusal kaynakları yatırım ve büyüme önceliklerine göre
yönlendirileceği bağımsız bir faiz politikası izleme olanağı artık kalmamıştır
(Köse; Yeldan, 1998:56; Yeldan, 2001:140).
3.2.6 Dış Borç ve İç Borç Faiz Yükü Karşılaştırması
Dış borca ortalama yüzde kaç faiz ödendiği, bu yılın toplam faiz ödemelerini,
önceki yılın toplam borç stokuna bölerek bulabiliriz. Buna efektif faiz oranı (r)
dersek:
Formülü yardımı ile dış borç faizi oranını hesaplayabiliriz (Boratav, 1997).
Formülde, i= Ödenen dış borç faiz miktarı, B= Dış borç stokunu
göstermektedir.
İç borç faiz yükü de aynı yöntemle hesaplanabilir. İç borç faizi ile dış borç
faizini anlamlı bir şekilde karşılaştırabilmek için, ödenen iç borç faizi ve
toplam iç borç stoku dolara çevrilmiştir. İç borç faizi (R) için de aşağıdaki
formül kullanılmıştır.
t
t
Bir 1+=
108
Formüldeki, i= ödenen iç borç faiz miktarı, B= iç borç stoku, E= ilgili yılın
dönem sonu Merkez Bankası dolar alış kurunu göstermektedir.
1980’den 2001 yıllına kadar olan dönem için elde edilen sonuçlar tablo 18’de
verilmiştir.
Dış borç stokunu etkileyen ve değişmesine neden olan etkilerden bir tanesi
de “Kur Etkisi” dir. Kur etkisi, çapraz döviz kurlarında meydana gelen değişim
sonucu toplam borç stokunun artması veya azalmasıdır. Kur etkisinin toplam
borca olan oranı tablo da üçüncü sütunda verilmiştir. Negatif değerler, çapraz
döviz kurlarındaki değişimden dolayı borcun azaldığını, pozitif değerler ise
çapraz döviz kurlarındaki değişimden dolayı borcun arttığını göstermektedir.
Dış borcun toplam maliyeti ise, dış borç faiz yükü ile kur etkisi/toplam borç
oranlarının toplamı olarak alınmış ve tablo 18’in dördüncü sütunda verilmiştir.
Dış borç faiz yükünü üç döneme ayırmak mümkündür. 1980-1985 yılları
arasında faiz yükü ortalama %8,9 olarak gerçekleşmiş, 1986-1990 yılları
arasında faiz yükü ortalama %7,3 olarak gerçekleşmiş ve 1991-2001 yılları
arasında ise %5,7 olarak gerçekleşmiştir.
t
t
t
t
EBE
i
R 1
1
+
+
=
109
Kur etkisi/toplam borç oranı 1981-1984 yılları arasında negatif değerler almış,
1985-1987 yılları arasında ise, doların hızla değer kaybetmesi nedeniyle
diğer dövizler cinsinden sağlanan borcun dolar cinsinden tutarı artmış ve
buna bağlı olarak toplam dış borç stoku da artmıştır. Ayrıca, 1990, 1991,
1994, 1995 ve 1998 yıllarında da çapraz döviz kurlarında meydana gelen
değişim sonucu dış borç stoku artmıştır. Geriye kalan yıllarda ise azalmıştır.
Dış borcun toplam etkisi ise, dış borç faiz yükü ve kur etkisi/toplam borç
oranlarına paralel olarak, 1980-1984 yılları arasında ortalama %5,8 olarak
gerçekleşmiş, 1985-1987 yılları arasında ise ortalama olarak %19 gibi yüksek
bir oranda gerçekleşmiştir. Bu oranın yüksek çıktığı diğer yıllar ise; 1990’da
%13,4, 1994’de %13,2’dir ve 1998 yılında da %9,4 olarak gerçekleşmiştir.
1989 yılından sonra dış borcun toplam etkisi ortalama %5,4 olarak
gerçekleşmiştir.
110
Tablo 18: Dış-İç Borç Faiz Yükü Karşılaştırması Dış Borç Faiz
Yükü (1) Kur
Etkisi/Toplam Borç (2)
Dış Borcun Net Etkisi (1+2)
İç Borç Faiz Yükü
1980 9,2 0 9,2 3,41981 9,4 -4,1 5,3 2,51982 8,1 -2,6 5,5 5,71983 8,9 -4,6 4,3 3,11984 9,3 -4,5 4,8 4,31985 8,3 10,7 19,0 7,81986 7,3 11,3 18,6 11,91987 7,1 12,2 19,3 8,11988 7,1 -5,5 1,6 13,21989 7,8 -0,7 7,1 18,91990 7,0 6,4 13,4 17,01991 6,4 0,3 6,7 20,71992 6,4 -2,5 3,9 26,01993 5,8 -0,8 5,0 24,31994 6,6 6,6 13,2 37,21995 5,7 2,7 8,4 53,91996 5,8 -5,7 0,1 33,01997 5,7 -6,6 -0,9 58,61998 5,6 3,8 9,4 49,41999 6,1 -4,5 1,6 65,3
2000* 6,0 -3,3 2,7 54,22001* 2,8 -2,6 0,2 31,3
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, T.C. Merkez Bankası
Not: Dış borç faiz yükü (DBFY) ve iç borç faiz yükü (İBFY) değerleri aşağıdaki denklemler
yardımıyla tarafımızca hesaplanmıştır.
*Geçici
İç borç faiz yükü ise, 1980-1987 yılları arasında ortalama %5,9 olarak gerçekleşmiş iken, 1988 yılından sonra
sürekli artış trendine girmiş ve 1988-2001 yılları arasında ortalama %35,9 olarak gerçekleşmiştir.
Dış borçlanmanın maliyeti ile iç borçlanmanın maliyetini şekil 6 yardımı ile
karşılaştırabiliriz.
t
t
t
t
t
t
EBE
i
İBFYBi
DBFY 1
1
1 , +
+
+ ==
111
Şekil 6: Dış Borç-İç Borç Faiz Yükü Karşılaştırması
Şekil 6’da da görüldüğü gibi, 1988 yılına kadar dış borç faiz-kur yükü iç borç
faiz yükünden daha yüksek olarak gerçekleşmiş (1982 yılı hariç), 1988
yılından başlayarak iç borç faiz yükü hızla artmış ve özellikle 1992 yılından
sonra dış borç faiz-kur yükünün çok daha üzerinde gerçekleşmiştir. İki oran
aralarındaki fark 1995, 1997 ve 1999 yıllarında sırasıyla %45,5, %59,5 ve
%63,7 olarak gerçekleşmiştir.
1989 yılında, 32 Sayılı Karar ile, kamu maliyesi disipline sokulmadan (bütçe
dengesi sağlanmadan) ve enflasyon kontrol altına alınmadan, mahalli finans
piyasalarında liberalizasyona gidilmiştir. Hazinenin doğrudan Merkez Bankası
kaynaklarını kullanmak yerine kamu kağıtları çıkartıp satmaya yönelmesi,
kamu kaçıklarının finansmanının maliyetini artırmıştır. Sermaye hareketlerinin
serbest bırakılmasındaki örtülü amaçlardan biri; özel sektör yatırımlarını
-200
20406080
1980
1982
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
Yıllar
Yüz
de
Dış Borcun Net Etkisi
İç Borç Faiz Yükü
112
dışlamadan kamu kesimi açıklarını finanse edebilmekti. Ama, tam
konvertibilite kamu maliyesi sorununu daha da ağırlaştırmış; çünkü dolar
cinsinden getiri getiren ve az riskli olan kağıtlara karşı rekabet edebilmek için
Hazine giderek daha yüksek bir risk-pirimi ve daha yüksek faiz sunmak
zorunda kalmıştır. Dolayısıyla iç borç maliyeti de artış göstermiştir (Akyüz;
Boratav, 2002:18-19).
Sonuç olarak, 1988 yılından başlayarak iç borç faizi dış borç faizinin çok
üzerinde gerçekleşmiş ve iç borçlanma, devlet açısından, daha maliyetli
olmuştur.
113
BÖLÜM IV
KAMU BORCUNUN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
4.1 Teorik Model
Kamu borçlanmasında önemli noktalardan bir tanesi de borcun
sürdürülebilirliği sorunudur. Kamu sektörü, borcunu ancak yeni borçla
karşılıyor ise yani borcun faizi için de borçlanıyor ise maliye politikası
sürdürülemez bir duruma gelmiş demektir.
Borcun sürdürülebilir olup olmadığını görmek için borç-gelir oranı denklemini
yazıp matematiksel olarak borcun zaman içindeki seyrini inceleyebiliriz
(Dornbusch; Fischer, 1998:592)17. Borç-gelir oranı, ekonominin büyüklüğüne
göre borcun öneminin bir ölçüsüdür ve bu oranın artıyor olması ekonomik
sorunların çıkacağının bir göstergesidir.
b= Borç-gelir oranı
PY: Nominal Gayri Safi Milli Hasıla
17 Borcun sürdürülebilirliğine ilişkin çeşitli denklemler kullanılmaktadır. Bunun için; Chu; Hemming (1991), Keyder (2003), Keyder; Bozkurt (2003), Önder;
)1(PYBb =
114
B: Borç Stoku
Borç-gelir oranının zaman içindeki hareketini görebilmek için denklem 1’i
zamana göre türevlersek;
buradaki, ΔP / P, π, enflasyon oranı, ΔY / Y, (y), büyümeyi göstermektedir.
Buna göre denklem 2’yi tekrar düzenlersek;
Borçtaki artış bütçe açığı nedeniyle oluşmaktadır ve dolayısıyla faiz
ödemeleri eksi faiz dışı bütçe fazlasına eşittir. Faiz ödemeleri, mevcut borç
çarpı faiz oranları, yani iB’dir; faiz dışı bütçe fazlası miktarını ise, birincil
bütçe payı z çarpı nominal GSMH olarak zPY şeklinde yazabiliriz
(Dornbusch; Fischer, 1998:606):
Kirmanoğlu; Kartallı (1995), TÜSİAD (1996), Yıldırım (2002) çalışmalarına bakılabilir.
( )[ ]22YP
BYPPYBPYdtdb Δ+Δ−Δ
=
)2(...
⎥⎥
⎦
⎤
⎢⎢
⎣
⎡
⎟⎟⎟
⎠
⎞
⎜⎜⎜
⎝
⎛×+
⎟⎟⎟
⎠
⎞
⎜⎜⎜
⎝
⎛×−=
YY
PYB
PP
PYB
PYB
( ) )3(.
ybPYB
dtdb
+Π−=
115
Bu denkliği denklem 3’de yerine koyduğumuzda;
Özellikle yüksek enflasyonun yaşandığı Türkiye gibi ülkelerde reel faiz, r, şu
şekilde hesaplanmalıdır: r= (i – π)/(1 + π) (TÜSİAD, 1996: 47). Bu formülden
nominal faizi çekersek; i= r (1 + π) + π ve bunu da denklem 4’de yerine
korsak:
şeklini alır.
Bu denklemde borç oranının yükselmesinin dört bileşeni vardır:
- reel faiz
- çıktının büyüme hızı
- faizdışı bütçe fazlası ve
- enflasyon
Denklem 5‘de görüldüğü gibi, borç-gelir oranını ya da borç stokunun
azalması için; ekonomik büyümenin reel faizlerden büyük olması gerekir.
Eğer reel faiz oranı büyümeden yüksek (r > y) ve faiz dışı bütçe açık veriyor
ise borç stoku giderek artar. Reel faizler büyümeden daha yüksek ise, borcun
zPYiBB −≡.
( ) )4(.
ybzibb +Π−−=
( )[ ] )5(1.
zyrbb −−Π+=
116
sürdürülebilmesi için faiz dışı bütçenin fazla vermesi gerekir. Faiz dışı bütçe
dengedeyken reel faiz büyümeden yüksek ise, borç giderek GSMH’in daha
büyük bir kısmını oluşturur ve faiz ödemeleri artmayı sürdüreceği için borç
finansmanı sonsuza kadar sürüp gidemez.
Yukarda da belirtildiği gibi, borcun sürdürülebilir olması için reel ekonomik
büyümenin reel faiz oranlarının eşit veya üzerinde olması gerekir. Bunun için
de, temelde kararsız bir karaktere sahip olan dış kredilerin verimli
kullanılması; kredi kullanımının getirisinin faiz maliyetinin üzerinde olması
gerekir. Ayrıca kredilerin, ekonomik büyümeyi sağlayıcı ve uluslararası
alanda rekabet edebilir malların üretimini artırıcı alanlara aktarılması gerekir
(Büttner, 1984; Büttner, 1990).
4.2 Türkiye’de Kamu Borcunun Sürdürülebilirliği
Türkiye’de Kamu Borcunun sürdürülebilir olup olmadığını incelemek için elde
edilen veriler tablo 19’da verilmiştir.
İncelenen dönemi iki alt döneme ayırabiliriz: 1984-1990 ve 1990 sonrası.
Birinci alt dönemde, bütün yıllarda büyüme pozitif ve ortalama büyüme 5,8
olarak gerçekleşmiştir. İç borç reel faizleri, 1986-87 yılları hariç, negatif olarak
gerçekleşmiş ve 1986-87 yılları dahil edildiğinde bile iç borç reel faiz oranları
117
ortalama % 0,07 olarak gerçekleşmiştir. Toplam kamu borç reel faizi ise bu
dönemde ortalama %5,3 ve büyümeden küçük olarak gerçekleşmiştir.
Bu dönemde, faiz dışı bütçe ilk dört yılda açık vermiş ve son üç yılda ise fazla
vermiştir. Ortalama faiz dışı bütçe fazlası -0,2 olarak gerçekleşmiştir. Borç
stokunun artmaması için verilmesi gereken faiz dışı bütçe fazlası ise
ortalama 0,96 olarak gerçekleşmiştir. Şekil 8’de de görüldüğü gibi 1984-1990
yılları arasında gerçekleşen faiz dışı bütçe fazlası ile verilmesi gereken faiz
dışı bütçe fazlası birbirine yakın oranlar olarak gerçekleşmiştir.
Kamunun toplam borcunun GSMH’ye oranı 1984’de 36,5 iken 1987’de 47,7
ye çıkmıştır (1984-87 yılları arasında faiz dışı bütçe açık vermiş ve 1986-87
yıllarında da reel iç borç faizleri, sırasıyla 13,3 ve 10,5 gibi yüksek bir oranda
gerçekleşmiştir), ama 1987’den sonra kamu borcunun GSMH’ye oranı
düşerek 1990 yılında 33,3 olarak 1984’deki oranın da altında gerçekleşmiştir.
Çünkü 1987-1990 aralığında iç borçlanma reel faizleri negatif olarak
gerçekleşmiştir.
İkinci alt dönem, 1990-2001: Bu dönemde, Türkiye ekonomisi üç yıl önemli
oranlarda küçülme yaşamıştır, 1994 krizi ve bunun sonucunda 6,1 oranındaki
küçülme, 1998 Asya ve Rusya krizlerinden de olumsuz yönden etkilenerek
1999’da yine 6,1 oranında küçülme ve 2000 Kasım - 2001 Şubat krizleri
sonucu yaşanan 9,4 oranındaki küçülme.
118
Bu on bir yıllık dönemde, ortalama büyüme 2,4 olarak gerçekleşmiştir. Bu
dönemdeki en önemli değişiklik iç borç reel faizlerinde meydana gelmiştir. İç
borç reel faizleri, 2000 yılı hariç, sürekli pozitif ve yüksek oranlarda
gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki ortalama iç borç reel faizleri % 16,9 olarak ve
büyümenin yedi katı olarak gerçekleşmiştir. Toplam kamu borcu ortalama
reel faizleri de, iç borç reel faizlerine paralel olarak artmış ve bu dönemde
ortalama % 11,3 ve büyümenin de 4,7 katı olarak gerçekleşmiştir. Borç reel
faiz ile büyüme arasındaki ilişki şekil 7’de verilmiştir. 1984-1990 döneminde
reel faiz ile büyüme arasında güçlü bir ilişki yok, 1990 sonrası dönemde ise,
reel faiz ile büyüme arasında ters yönlü güçlü bir ilişkinin olduğu
görünmektedir18.
18 Bu kadar yüksek reel faizle ile sürdürülebilir bir büyüme yakalamak mümkün değildir ki, OECD ve AB adayı ülkeler içinde büyümesi en istikrarsız ülke Türkiye’dir (Uygur, 2003a:15).
119
Tablo 19: Sürdürülebilirlik Göstergeleri
1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 Büyüme 7,1 4,3 6,8 9,8 1,5 1,6 9,4 0,3 6,4 8,1 -6,1 8 İç Borç Stoku / GSMH* 3,9 4,3 4,6 5,9 5,7 6,3 6,1 6,8 11,7 12,8 14 14,6 Dış Borç Stoku / GSMH 32,6 34,6 37,5 41,8 40,2 34 27,2 27,6 26,4 25,5 39,1 31,1 Kamu Borç / GSMH 36,5 38,9 42,1 47,7 45,9 40,3 33,3 34,4 38,1 38,3 53,1 45,7 İç Borç Ortalama Nominal Faiz 43,4 42,4 52,5 53,5 69,6 46,5 53,1 80,8 88,1 87,5 165,8 122,7 Enflasyon (Ort.TÜFE) 48,4 45 34,6 38,9 75,4 63,3 60,3 66 70,1 66,1 106,3 93,6 İç Borç Reel Faiz** -3,4 -1,8 13,3 10,5 -3,3 -10,3 -4,5 8,9 10,6 12,9 28,8 15 Kamu Dış Borç Ort. Faiz*** 6 6,3 6,3 6,3 6,2 6,2 6,4 6,7 7,6 6,4 3,8 5,4 Kamu Borç Ort. Reel Faiz**** 5 5,4 7,1 6,8 5 3,6 4,4 7,1 8,5 8,6 10,4 8,5 Verilmesi Gereken Faiz Dışı Bütçe Fazlası 0,1 1,4 1,2 -0,2 3,3 1,7 -0,8 4 3,1 2,4 14,6 3,9 Gerçekleşen Faiz Dışı Bütçe Fazlası -2,4 -0,3 -0,1 -0,4 0,9 0,3 0,5 -1,5 -0,6 -0,8 3,8 3,3 *İç Borç Stoku, Tahvil ve Bono toplamı orarak alınmıştır. 2000,2001 verileri geçicidir. **Reel faiz r tarafımızca şu şekilde hesaplanmıştır: r = ( i – π ) / ( 1 + π ), i = nominal faiz oranı, π = enflasyon oranını göstermektedir. ***1984-1995 yıllarına ait faiz oranları, Kamunun bu yıllarda yapmış olduğu borçlanmanın ortalama sabit faiz oranını göstermektedir. 1996-2001 yıllarına ait faiz oranları;ilgili yıl içinde ihraç edilen tahviller, ABD Dolarına çevrilip ağırlıklandırılarak ortalama faiz oranı tarafımızca he****Dış Borç ortalama nominal faiz oranları, borç alınan ülkelerde enflasyon oranı ihmal edilebilir düzeyde olduğundan reel faiz oranı olarak alınmpaylarına göre reel faiz oranı tarafımızca hesaplanmıştır. Kaynak: Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Fatih Özatay, 1996.
120
Şekil 7: Kamu Borcu Reel Faiz Oranı ve Büyüme
Bu alt dönemde, faiz dışı bütçe ilk üç yılda açık vermiş ama son sekiz yılda
önemli oranda fazla vermiştir ve bu dönemde faiz dışı fazla 2,3 oranında
gerçekleşmiştir. Borç stokunun sabit kalması için verilmesi gereken faiz dışı
bütçe fazlası ise, (2000 yılı hariç. 2000 yılında reel faiz negatif ve büyüme de
pozitif olarak gerçekleşmiştir) on bir yıllık dönemde ortalama 10,9 ve
gerçekleşen faiz dışı fazlanın 4,7 katı olarak gerçekleşmiştir. Şekil 8’de,
verilmesi gereken ile gerçekleşen faiz dışı bütçe fazlası arasındaki ilişki
verilmiştir. Şekilde de görüldüğü gibi iki büyüklük arasındaki fark, özellikle
küçülmenin meydana geldiği yıllarda (1994, 1999,2001) artmıştır.
-20-10
010203040
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
Y ıllar
Yüz
de İç Borç Reel Fa iz O ran ı
Kam u Borç O rt. Fa iz O ran ı
Büyüm e
121
İkinci alt dönemde toplam kamu borcunun GSMH’ye oranı (1995 ve 1997
yılları hariç) sürekli bir artış göstermiştir. Toplam kamu borcunun GSMH’ye
oranı 1991 yılında 34,4 iken 2000 yılında 60,2’ye çıkmıştır. Gerek Aralık 1999
Niyet Mektubu ile somutlaşan Enflasyonu Düşürme Programı gerekse de 15
Mayıs 2001 tarihinde açıklanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
çerçevesinde IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan krediler ve de en önemlisi,
Gayri Safi Milli Hasıla 2000 yılında 202,065 milyon Dolar iken 2001 yılında
151,391 milyon Dolara düşmüş olması sonucu dış borcun GSMH’ye oranı
2001 yılında 46,4’e çıkmıştır. 2001 yılında iç borcun GSMH’ ye oranı ise,” i)
kamu ve fon bankalarından gelen yükler, ii) kriz nedeniyle borçlanmanın reel
faiz yükünün yükselmesi, iii) ayakta kalan bankaların ellerindeki düşük faizli
tahvillerden doğan zararlarını ve döviz pozisyonu açıklarını kapatmak için
Haziran 2001’de yapılan iç borç konversiyonu ( takası ) nedeniyle” (Oyan,
2001:3) 2000’de 28,9 iken 2001’de 66,1’e yükselmiştir.
Şekil 8: Verilmesi Gereken İle Gerçekleşen Faiz Dışı Bütçe Fazlası
-10
0
10
20
30
40
50
60
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
Yıllar
Yüz
de V.F.D.B.F
G.F.D.B.F
122
V.F.D.B.F: Verilmesi gereken faiz dışı bütçe fazlası
G.F.D.B.F: Gerçekleşen faiz dışı bütçe fazlası
Şekil 9’da de görüldüğü gibi kamu borcunun GSMH’ye oranı, 1987-1990
aralığında (Dış Borç/GSMH oranının azalmasıyla) azalmış ama 1990 sonrası
(1995 ve 1997 hariç) hızla artarak 1999’da 57,6 ya 2000’de 60,2 ye ve
2001’de de 112,5’ e yükselmiştir.
Şekil 9: Kamunun İç ve Dış Borçlarının GSMH İçindeki Payları
Sonuç olarak: (i) Toplam kamu borcunun hızla artıyor olması ve özellikle iç
borç/GSMH oranındaki artıştan dolayı “kamu sektörü, borcunu ancak yeni
borçlanma ile karşılayabilmekte ve borç stoku -iktisat yazınında Ponzi-tipi
finansman diye adlandırılan- bir kısır döngü içine itilmiş gözükmektedir”
(Yeldan, 2001:118). (ii) Son sekiz yılda faiz dışı bütçe fazlası verilmesine
rağmen iç borç reel faizlerinin çok yüksek olması (1994-2001 yılları arasında
02 04 06 08 0
1 0 01 2 0
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
Y ı l la r
Yüz
de
İç B o rç /G S M H
D ış B o rç /G S M H
K a m u B o rc u /G S M H
123
ortalama iç borç reel faizleri 19,2) ve sekiz yıldaki ortalama büyümenin 12,8
katı olmasından dolayı toplam kamu borç/GSMH giderek artmış ve
sürdürülemez bir duruma gelmiştir.
Bir çok OECD ve AB üyesi ülkede, kamu borcu/GSMH oranı, Maastricht
kriteri olan azami %60 borç/GSMH oranının çok üzerindedir. Türkiye’de ise,
borç stokunun büyüklüğünden ziyade ortalama vadesinin kısalığı ve reel
faizlerin yüksekliği sorun yaratmaktadır. Türkiye’de borçlanma maliyeti
yüksek olduğundan; faiz ödemeleri, faiz ödemelerinin kamu harcamaları
içindeki payı da yüksek düzeylerde gerçekleşmekte, bu durum da borcun
sürdürülebilirliğini zora sokmaktadır (Keyder; Bozkurt, 2003:59; Yıldırım,
2002:30).
4.3 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) ve Kamu Borcunun
Sürdürülebilirliği
Bu bölümde, IMF ile imzalanan Stand-by anlaşması çerçevesinde 18 Ocak
2002 ve 5 Nisan 2003 tarihli Niyet Mektuplarında, 2003-2004 yılları için
öngörülen makro ekonomik büyüklükler ile kamu borç dinamiği arasındaki
ilişkiler incelenmeye çalışılacaktır.
124
Tablo 20: GEGP ve Kamu Borcunun Sürdürülebilirliği 2003 2004
BÜYÜME 5,0 5,0
ENFLASYON (Dönem Sonu TÜFE)
20,0 12,0
HAZİNE BONOSU REEL FAİZ ORANI
27,5 20,5
NET İÇ BORÇ / GSMH 42,7 40,9
FAİZ DIŞI BÜTÇE DENGESİ
6,5 6,5
VERİLMESİ GEREKEN FAİZ DIŞI BÜTÇE FAZLASI1
12,0 7,4
NET İÇ BORÇ / GSMH2
66,7 73,2
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, 18 Ocak 2002 tarihli Niyet Mektubu, 5 Nisan 2003 Tarihli Niyet
Mektubu
1 Senaryo 1 sonucu tarafımızca hesaplanan değerler.
2 Senaryo 2 sonucu tarafımızca hesaplanan değerler.
Tablo 20’nin ilk beş satırında yer alan makro ekonomik büyüklükler, IMF’ye
verilen 18 Ocak 2002 ve 5 Nisan 2003 tarihli Niyet Mektuplarından alınmıştır.
Güçlü Ekonomiye Geçiş programının en önemli amaçlarından bir tanesi,
kamu borcunun çevrilebilmesidir. Bu amaç 18 Ocak 2002 tarihli Niyet
Mektubunun yedinci maddesinde şu şekilde ifade edilmektedir: ”Sağlanacak
125
faiz dışı fazla ile birlikte, uygulanacak aktif ve esnek borç yönetimi stratejisi,
kamu borcunun çevrilebilmesini kolaylaştıracaktır.”
Niyet Mektubunda öngörülen hedeflerin gerçekleştirilebilir olup olmadığını
ortaya koymak için iki senaryo geliştirilecektir19.
4.3.1 Birinci Senaryo
Birinci senaryoda, Niyet Mektubunun, büyüme, enflasyon, Hazine bonosu
reel faiz oranlarının ve net iç borç/GSMH oranının gerçekleşeceğini
varsayacağız. Bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için verilmesi gereken faiz
dışı bütçe fazlasının ne olması gerektiğini denklem (5), Δb = b [ r (1 + π) – y ]
– z, yardımıyla incelenmeye çalışılmıştır.
Net iç borç/GSMH oranlarının, Niyet Mektubunda hedeflendiği şekilde yıllara
göre sırasıyla 42,7 ve 40,9 şeklinde gerileyebilmesi için, verilmesi gerekli faiz
dışı bütçe fazlasının da sırasıyla 12 ve 7,4 olması gerekmektedir. Oysa
hedeflenen faiz dışı bütçe fazlası her iki yıl için de 6,5 olup verilmesi gerekli
faiz dışı fazlanın çok altındadır.
19 18 Ocak 2002 tarihli Niyet Mektubunda, 2002 yılı için hedeflenen iç borç/GSMH oranı 46,2 iken 54,5 olarak gerçekleşmiştir. Oysa 2002 yılında büyüme hedeflenenden yüksek çıkmış (hedeflenen %3 iken gerçekleşen %7,4 dür), hazine bonosu reel faizi %33,2 olarak beklenirken gerçekleşen 29,6 ve ayrıca, faiz dışı bütçe fazlası %5,4 olarak hedeflenmişken % 6,5 olarak gerçekleşmiştir. Kısacası, bütün olumlu gelişmelere rağmen iç borç/GSMH oranı yükselmiştir.
126
4.3.2 İkinci Senaryo
İkinci senaryoda ise, Niyet Mektubunun, büyüme, enflasyon, Hazine bonosu
reel faiz oranlarının ve faiz dışı konsolide bütçe fazlasının gerçekleşeceğini
varsayacağız. Bu hedefler gerçekleştirildiğinde net iç borç/GSMH oranının
nasıl değişeceğini yine denklem (5) yardımıyla incelenmeye çalışılmıştır.
Net iç borç/GSMH oranları hariç diğer makro ekonomik değişkenler
hedeflendiği gibi gerçekleştirildiğinde, net iç borcun GSMH’ ye oranı, 2003’de
66,7 ve 2004’de de 73,2 olmaktadır20. Niyet Mektubunda hedeflenenin
aksine, net iç borcun GSMH’ye oranı istikrarlı bir şekilde düşerek 2004
yılında 40,9 olmamakta, aksine “istikrarlı” bir şekilde artarak 2004 yılında
73,2 olmaktadır.
Sonuç olarak, Niyet Mektubunda gerçekleştirilmesi çok zor olan, büyüme,
enflasyon, Hazine Bonosu reel faizleri ve faiz dışı konsolide bütçe fazlası
hedefleri gerçekleşse bile net iç borcun GSMH’ye oranı giderek artmaktadır.
Bunun en önemli sebebi; iç borç reel faiz oranlarının çok yüksek olmasıdır.
20 2003 Eylül ayında net iç borcun dönem sonu GSMH’ye oranı 50,4 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, 2003 yılı sonunda net iç borçlanmanın GSMH’ye oranı, programda öngörülmüş olan 42,7 değerinin çok daha üzerinde gerçekleşecektir (büyüme, enflasyon ve faiz dışı bütçe fazlası öngörüldüğü gibi gerçekleşmesine rağmen net iç borçlanma sürekli artış göstermektedir).
127
Niyet Mektubunda reel faizler, 2003 yılında büyümenin 5,5 katı ve 2004
yılında da 4,1 katı olarak hedeflenmiştir. Özellikle, 1990 sonrasında iç borç
stokundaki artışın temel nedeni olan yüksek reel faizler (ve büyümenin
üzerinde olan) Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının da hedefleri arasında
bulunmaktadır.
4.4 Birincil Bütçe Fazlası ve Etkileri
Kamu harcamalarından faiz ödemelerinin çıkartılması ile ulaşılan harcama
tutarının saptanması ve bu miktarın olağan kamu geliri ile karşılanabilir
olmasının önemi, kamu borçlarının sürdürülebilirliği derecesinin saptanması
açısından önemlidir. Toplam kamu harcamalarından faiz ödemelerinin
indirilmesi ile elde edilen birincil kamu harcamalarının olağan kamu gelirleri
ile karşılanması ve faiz ödemelerinde kullanılmak üzere birincil bütçe
fazlasının oluşması, borçların itfası açısından çok önemlidir. Bir dönemde
yapılmış olan borcun anapara bölümünün tekrar borçlanılarak finanse
edilmesi olağan olmakla beraber, faiz bölümünün, birincil bütçe fazlası ile
ödenmesi kaçınılmazdır (Önder; Kirmanoğlu; Kartallı, 1995:12).
Birincil bütçe fazlası ile borç faiz yükü karşılanamaz ise, sadece eski borcun anapara tutarı kadar değil, fakat faiz
bölümü için de yeni borca başvurmak gerekir. 1994-2001 yılları arasında önemli oranda faiz dışı bütçe fazlası
verilmesine rağmen (sekiz yıllık ortalama faiz dışı bütçe fazlası 3,8 olmuştur), 1994 yılında GSMH’ in % 53,1’ i olan
kamu borcunun (iç borç+dış borç) 2001 yılında GSMH’in % 112,5’i seviyesine yükselmesi engellenememiştir.
128
Borç faiz ödemelerini karşılamak için birincil bütçe fazlası vermek gerekmektedir. Birincil bütçe fazlası için
hükümetler, ya vergileri artırırlar, ya kamu çalışanlarının reel ücretlerini aşındırırlar, ya doğrudan ve dolaylı
sübvansiyonları (tarım kesimine yönelik destekleme alımları ve girdi sübvansiyonlarını, eğitim ve sağlık
harcamalarını vb.) azaltırlar, ya da bunların bir bileşimini gerçekleştirirler. Bu durumda birincil bütçe fazla verir,
toplam kamu harcamaları aynı kalırken bileşimi faiz lehine bozulur (Ekinci, 2000:563). Oğuz Oyan’nın (Oyan,
1998:50) da belirttiği gibi, borç faiz ödemelerine kaynak aktarmak, yani daha rahat borç ödeyebilmek için
yaratılmaya çalışılan birincil bütçe fazlası, bütçenin diğer kalemleri üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmekte
(altyapı yatırımları, eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmet kalemleri üzerinde) ve bölüşümü olumsuz şekilde
etkilemektedir. Özellikle iç borç servisinin kamu harcamaları içinde olağanüstü bir büyüklüğe sahip olması bir yanda
ekonomik istikrarsızlığı artırırken, bir yandan da tasarrufların yatırımlara dönüşmesini kısıtlayarak büyüme
potansiyelini daraltmaktadır. Ayrıca yüksek iç borç reel faizleri gelir dağılımını sermaye ve rantiyer gelirler lehine
bozmakta, kamunun sosyal hizmetlerini aksatmaktadır (Voyvoda; Yeldan, 2002:19).
1980-2001 yılları arasında konsolide bütçe giderlerindeki değişimi, artan faiz
ödemelerine karşın, verilmeye çalışılan faiz dışı bütçe fazlasının, bütçenin
diğer kalemleri üzerinde meydana getirdiği etkiyi tablo 21 ve tablo 22
yardımıyla incelemeye çalışılmıştır.
129
Tablo 21: Konsolide Bütçe Giderleri/GSMH (%) Giderler Cari Personel Diğer
CariYatırım Transfer Faiz İç Borç Dış Borç KİT'lere Sosyal Vergi Diğer
Ödemeleri Faizi Faizi Transferler Güvenlik İadeleri Transferler 1980 20,35 9,34 6,45 2,89 3,51 7,50 0,58 0,41 0,17 3,34 0,84 0,10 2,64 1981 18,87 7,95 4,96 2,99 3,81 7,11 0,93 0,51 0,42 2,38 0,70 0,40 2,70 1982 15,10 6,79 4,17 2,62 3,14 5,16 0,82 0,32 0,50 2,11 0,64 0,00 1,59 1983 18,74 7,67 4,81 2,86 3,39 7,68 1,51 0,57 0,94 2,17 0,82 1,34 1,84 1984 17,07 6,72 4,04 2,68 3,12 7,23 1,99 0,80 1,19 1,24 0,56 1,72 1,72 1985 15,27 5,93 3,61 2,32 3,16 6,19 1,91 0,70 1,21 0,51 0,59 2,05 1,13 1986 16,73 5,96 3,59 2,37 3,94 6,82 2,60 1,27 1,33 0,27 0,56 2,18 1,21 1987 17,39 6,05 3,99 2,06 3,52 7,81 3,02 1,68 1,34 0,59 0,56 2,20 1,44 1988 16,60 5,77 3,91 1,86 2,76 8,07 3,86 2,45 1,41 0,79 0,58 1,63 1,21 1989 16,87 7,23 5,44 1,79 2,53 7,11 3,58 2,22 1,36 0,53 0,61 1,25 1,14 1990 17,21 8,42 6,66 1,76 2,49 6,30 3,52 2,42 1,10 0,32 0,31 1,09 1,06 1991 20,87 9,54 7,77 1,77 3,00 8,33 3,79 2,67 1,12 1,14 0,25 1,19 1,96 1992 20,42 10,37 8,52 1,85 2,96 7,09 3,65 2,77 0,88 1,01 0,36 1,11 0,96 1993 24,55 10,29 8,49 1,80 2,88 11,39 5,83 4,63 1,20 1,10 0,55 1,06 2,85 1994 23,21 8,93 7,02 1,91 1,98 12,30 7,67 6,00 1,67 0,54 0,89 0,80 2,40 1995 21,95 8,22 6,40 1,82 1,31 12,42 7,33 6,05 1,28 0,58 1,38 0,81 2,32 1996 26,45 8,59 6,50 2,08 1,70 16,16 10,00 8,87 1,12 0,34 2,24 0,70 2,88 1997 27,39 9,49 7,05 2,43 2,18 15,72 7,75 6,73 1,02 0,42 2,59 0,85 4,11 1998 29,18 9,69 7,23 2,46 1,87 17,62 11,54 10,52 1,02 0,30 2,62 1,01 2,15 1999 35,88 11,72 8,83 2,89 1,97 22,19 13,69 12,55 1,14 0,53 3,51 1,48 2,98 2000 37,19 10,84 7,95 2,89 1,97 24,38 16,27 14,96 1,31 0,71 2,64 1,30 3,46 2001 43,50 11,02 8,23 2,80 2,24 30,24 22,23 20,29 1,93 0,65 2,77 1,58 3,01
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı
130
Tablo 22: Konsolide Bütçe Giderlerinin Payı (%) Cari Personel Diğer Yatırım Transfer Faiz İç Borç Dış Borç KİT' lere Diğer Cari Ödemeleri Faizi Faizi Transferler Transferler
1980 45,8 31,5 14,3 17,2 36,9 3,0 2,0 1,0 16,3 17,61981 42,3 26,5 15,8 20,1 37,6 4,8 2,6 2,2 12,7 20,11982 45,3 28,0 17,3 20,7 34,0 5,3 2,0 3,3 14,0 14,71983 41,0 25,5 15,5 18,1 41,0 8,0 3,2 4,8 11,7 21,31984 39,4 23,5 15,9 18,2 42,4 11,8 4,7 7,1 7,1 23,51985 38,6 23,5 15,1 20,9 40,5 12,4 4,6 7,8 3,3 24,81986 35,9 21,6 14,3 23,4 40,7 15,6 7,8 7,8 1,8 23,31987 35,1 23,0 12,1 20,1 44,8 17,2 9,8 7,4 3,4 24,21988 34,9 23,5 11,4 16,9 48,2 22,9 14,5 8,4 4,8 20,51989 42,9 32,1 10,8 14,9 42,3 21,4 13,1 8,3 3,0 17,91990 48,8 39,0 9,8 14,5 36,6 20,3 14,0 6,3 1,7 14,61991 45,5 37,3 8,2 14,4 39,7 18,2 12,9 5,3 5,3 16,21992 51,0 41,7 9,3 14,7 34,8 18,1 13,7 4,4 4,9 11,81993 41,9 34,6 7,3 11,8 46,3 23,6 18,7 4,9 4,8 17,91994 38,4 30,2 8,2 8,6 53,0 33,6 25,9 7,7 2,2 17,21995 37,4 29,2 8,2 5,9 56,6 33,3 27,4 5,9 2,7 20,61996 32,5 24,5 8,0 6,4 61,1 37,7 33,6 4,1 1,1 22,31997 34,7 25,5 9,2 8,0 57,3 28,5 24,5 4,0 1,5 27,31998 33,2 24,7 8,5 6,5 60,3 39,4 36,0 3,4 1,0 19,91999 32,6 24,5 8,1 5,6 61,8 38,2 35,1 3,1 1,4 22,22000 29,0 21,2 7,8 5,4 65,6 43,8 40,3 3,5 1,9 19,92001 25,3 18,9 6,4 5,1 69,4 51,0 46,7 4,3 1,6 16,8
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı
131
1). Konsolide bütçede, cari giderlerinin en önemli kalemini oluşturan personel
giderlerin GSMH’ye oranı 1980’de 9,3 iken, giderek azalmış ve 1988’de 3,9
olarak gerçekleşmiştir. Ki bu, 24 ocak programının uygulanmasının bir
sonucuydu. “IMF ve Dünya Bankası gibi istikrar programını finanse eden
kredi kurumlarına yapılan taahhütler arasında ücretlerin denetleneceği,
geçmiş değil beklenen enflasyona göre ayarlanacağı da vardır. Bu politika
reel ücretlerin dönem boyunca sürekli düşmesi ve 1988’de dibe vurmasıyla
sonuçlanmıştır” (Kazgan, 1999:149). 1988’den sonra emek örgütlerinin ve
sendikaların emek piyasasında güçlerini hissettirmeye başlamasıyla birlikte
reel ücretler artmış ve 1989 yılında personel ödemelerinin GSMH’den aldığı
pay 5,4’e yükselmiştir. 5 Nisan 1994 kararlarıyla birlikte personel
ödemelerinin GSMH’ye oranı tekrar baskı altına alınmıştır.
Personel giderlerinin konsolide bütçe giderleri içindeki payı ise, 1980’de
%31,5 iken,1982’de %26,5’ e, % 1986’da %21,6’ya düşmüş ve 1988’de ise
%23,5 olarak gerçekleşmiştir. 1989 yılında artan reel ücretlerle birlikte, 1989’
da %32,1’e, 1992’de, tüm dönemler içinde en yüksek olan değeri %41,7’e
yükselmiş, 1993’de %34,6 olarak gerçekleşmiştir. 1994’de %30,2 1997’de
%25,5 olmuş ve IMF ile Aralık 1999 imzalanan stand-by anlaşması ile
personel giderlerinin payı 1980 sonrası en düşük değere çekilmiştir. Bu pay
2000 yılında %21,2 ve 2001’de %18,9 olmuştur.
2). Konsolide bütçede yatırım harcamalarına giden pay 1980’de GSMH’ in
%3,5 iken, 1988’de %2,8’e ve 1990’da %2,5’e gerilemiştir. Bu oran 1991-92
132
yıllarında %3’e çıkmış ama sonraki yıllarda hızlı düşüş devam etmiş ve 1995’
de incelenen dönemin en düşük seviyesi olan %1,3’e gerilemiştir. 1999-2000
yıllarında yatırım harcamalarının GSMH’ye oranı %2 ve 2001’de ise %2,2
olarak gerçekleşmiştir.
Yatırım harcamalarının konsolide bütçe giderleri içindeki payına bakıldığında
(tablo 22), yatırım harcamalarındaki azalış çok daha net olarak
görülmektedir. Yatırım harcamalarının konsolide bütçe giderleri içindeki payı
1980’de %17,2 iken 1982’de %20,7’ye çıkmıştır. 1984’de bu oran %18,1’e
gerilemiş ve sonraki iki yılda artarak 1986 yılında incelenen dönemin en
yüksek seviyesine, %23,4’e çıkmıştır. Yatırım harcamalarının konsolide bütçe
içindeki payı 1986’dan sonra sürekli azalarak 1989’da %14,9, 1991’de
%14,4, 1993’de %11,8, 1995’de %5,9’a gerilemiştir. 1996-97 yıllarında küçük
oranda da olsa yükselmiş ve sırasıyla %6,4 ve %8 olarak gerçekleşmiştir.
1999’ da %5,6 olan yatırım harcamalarının konsolide bütçe giderleri içindeki
payı, Aralık 1999’da uygulamaya konulan Enflasyonu Düşürme Programı ile
2000'de %5,4 ve 2001 yılında ise %5,1 olarak incelenen dönemin en düşük
seviyesinde gerçekleştirilmiştir.
3). Konsolide bütçe giderlerinin en önemli bölümünü transfer harcamaları
oluşturmaktadır. Transfer harcamalarının GSMH’ye oranı 1980’de %7,5 iken,
2001’de %30,2’ye çıkmıştır. Transfer harcamaları; iç borç faiz ödemeleri, dış
borç faiz ödemeleri, KİT’lere transferler, sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan
transferler ve diğer transferlerden oluşmaktadır.
133
a) Transfer harcamalarının en büyük kalemini iç borç faiz ödemeleri
oluşturmaktadır. 1980’de iç borç faiz ödemelerinin GSMH’in %0,4 ve
konsolide bütçe içindeki payı ise %2 ve 1986 yılına kadar faiz yükü çok fazla
artmamıştır ki, 1985’de bu oranlar sırasıyla %0,7 ve %4,6 olarak
gerçekleşmiştir. 1984-85 yıllarında negatif olan iç borç reel faizleri (-3,4 ve -
1,8), 1986-87 yıllarında sırasıyla 13,3 ve 10,5 olarak gerçekleşmiştir. Artan
reel faizlerin etkisiyle 1986-87 ve 1988 yıllarında iç borç faiz ödemelerinin
GSMH’ye oranı sırasıyla %1,3, %1,7 ve %2,4 olarak ve iç borç faiz
ödemelerinin konsolide bütçe giderleri içindeki payı da sırasıyla %7,8, %9,8
ve %14,5 olarak gerçekleşmiştir. İç borç reel faiz oranları 1988-89 ve 1990
yıllarında da negatif olarak gerçekleşmiş (-3,3, -10,3 ve -4,5) dolayısıyla bu
yıllarda iç borç faiz ödemelerinin konsolide bütçe giderleri içindeki payı 1993
yılına kadar 1988’deki değerinin altında kalabilmiştir. 1991’den sonra iç borç
reel faizleri sürekli pozitif ve oldukça yüksek olarak gerçekleşmiş (2000 yılı
hariç) ve ayrıca iç borç stokunun GSMH’ye oranı da sürekli olarak artmıştır.
Dolayısıyla iç borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı 1992’de %2,8 iken
artarak 1996’da %8,9 olmuştur. 1992’de iç borç faiz ödemelerinin konsolide
bütçe giderleri içindeki payı %13,7 iken artarak 1996’da %33,6 olarak
gerçekleşmiştir. 1997 yılında ise iç borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı
%6,7’ye ve konsolide bütçe içindeki payı da %24,5’e gerilemiştir. 1997
yılındaki iç borç faiz ödemelerindeki bu düşüş “bir düzelmeye işaret
etmemektedir. Bu durum, Refahyol iktidarının gerek birinci ‘kaynak’ paketiyle
döviz cinsinden borçlanarak, gerekse TL cinsinden borçlanmanın vadesini
büyük ölçüde 1998 yılının ilk dört ayına yığarak kendi dönemini ‘denk bütçe’
134
söylemini kurtarmaya çalışması sonucunda ortaya çıkmış fiktif bir gelişmedir”
(Oyan, 1998:58). Bunun sonucunda, 1998 yılında iç borç faiz ödemelerinin
GSMH’ye oranı %10,5 ve konsolide bütçe giderleri içindeki payı da %36’ya
yükselmiştir. 2000 ve 2001 yıllarında da iç borç faiz ödemelerinin GSMH’ye
oranındaki artış devam etmiş ve sırasıyla %15 ve %20,3 olmuştur. Konsolide
bütçe giderleri içerisinde iç borç faiz oranlarının payı ise, 2000 yılında %40,3
ve 2001 yılında %46,7 olmuştur.
b) Dış borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı dönem başında %0,4 iken 1989
yılına kadar sürekli artmış ve 1989'da %1,4 olmuştur. Konsolide bütçe
giderleri içindeki payı ise, 1980 yılında %1 iken 1989 yılında artarak %8,3
olmuştur. Dış borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı ve konsolide bütçe
giderleri içindeki payı 1992 yılına kadar azalmış ve bu oranlar 1992’de
sırasıyla %0,9 ve %4,4 olmuştur. 1993-94 yıllarında bu oranlar artmış
(1993’de dış borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı %1,2 ve 1994’de ise
%1,8 olmuştur. Konsolide bütçe giderleri içindeki payı ise, 1993’de %4,9 ve
1994’de %7,7 olmuştur), sonraki yıllarda ise, diş borç faiz ödemelerinin
GSMH’ye oranı %1,1 dolaylarında ve konsolide bütçe giderleri içindeki payı
ise ortalama % 4 (1995-2000 yılları arası) seviyesinde kalmıştır. 2001 yılında,
dış borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı %1,9 ve konsolide bütçe giderleri
içindeki payı da % 4,3’e yükselmiştir.
135
c) KİT’lere yapılan transferler 1980’de GSMH’ in %3,3 ve konsolide bütçe
giderleri içindeki payı ise %16,3 iken, 1985’ de GSMH’in %0,5 ve konsolide
bütçe giderleri içindeki payı ise %3,3’e gerilemiştir. 1988’de konsolide bütçe
giderleri içindeki payı %4,8’e yükselmiş ve 1991-93 yıllarında da artış
gerçekleşmiş (konsolide bütçe giderleri içindeki payı sırasıyla 5,3, 4,9 ve 4,8
olarak ve ayrıca GSMH’ in de sırasıyla %1,1,%1 ve %1,1’i olarak
gerçekleşmiştir) ama 1993 yılından sonra KİT’lere transferler giderek önemini
kaybetmiştir. KİT’lere transferler 1995’de GSMH’ in %0,6 sı 1998’de %0,3’ü
2000-2001 yıllarında da %0,7’si olmuş ve konsolide bütçe giderleri içindeki
payı da aynı yıllar için sırasıyla %2,7, %1, %1,9 ve %1,6 olarak
gerçekleşmiştir.
d) Sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler, 1980 yılında GSMH’nin
%0,84’ü ve konsolide bütçe giderleri içimdeki payı da %4,1’e
gerçekleşmiştir. Bu oranlar, 1992 yılına kadar sürekli gerilemiş ve 1992
yılında sırası ile %0,36 ve %1,8 olarak gerçekleşmiştir. 1995 yılından sonra
transfer harcamalarının ikinci önemli kalemi haline gelmiştir. 1995 yılında,
Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına yapılan transferler, GSMH’nin %1,4’ne ve
konsolide bütçe giderleri içindeki payı da %6,3’ya yükselmiştir. Artış trendi
devam etmiş ve 2001 yılında sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan
transferlerin GSMH’ye oranı 2,77’e konsolide bütçe giderleri içindeki payı da
%6,4’e yükselmiştir.
136
e) Vergi iadeleri ise, 1980 yıllında GSMH’nin %0,84’ü ve konsolide bütçe
giderleri içindeki payı da %4,1 iken giderek artmış ve 1985 yılında transfer
harcamalarının en önemli kalemi haline gelmiştir. 1985’de bu oranlar
sırasıyla %2,05 ve %13,4’e yükselmiştir. İhracata dayalı büyüme modeli ve
vergi politikası çerçevesinde 1981 yılından itibaren ihracatta vergi iadesi
uygulamasına geçilmiş ve 1988 yılının sonuna kadar da sürmüştür (Oyan,
1987:68; Oyan; Aydın, 1991:15). Buna bağlı olarak 1980’li yıllarda vergi
iadesinin GSMH oranı ve bütçe giderleri içindeki payı yüksek düzeylerde
gerçekleşmiş, 1990’lı yıllarda giderek azalmış ve 2001 yılında ise, vergi
iadelerinin GSMH’ye oranı %1,58 ve konsolide bütçe giderleri içindeki payı
da %3,6 olarak gerçekleşmiştir.
Reel harcamalar ile transfer harcamalarının konsolide bütçe içindeki payları
tablo 23’de verilmiştir. Reel harcamaların ağırlığı ile transfer harcamalarının
ağırlığı yer değiştirmiştir. 1980-83 döneminde, reel harcamaların ağırlığı
yüzde 62,6 ve transfer harcamalarının ağırlığı da yüzde 37,4 iken 2001
yılında reel harcamaların ağırlığı ile transfer harcamaların ağırlığı tersine
dönmüş ve oranlar sırasıyla %30,4, %69,6 olmuştur. Bu sürecin tek istisnası
1989-93 döneminde personel ödemelerinde meydana gelen kaçınılmaz
artıştan dolayı reel harcamaların payının artmış olmasıdır (bu alt dönemde,
bir önceki döneme göre, reel harcamalar %60,1’e yükselmiş ve transfer
harcamaları da %39,9’ a gerilemiştir). Konsolide bütçe giderleri içinde reel
harcamaların payının bu kadar düşmüş olması (yüzde 30,4’e), transfer
harcamalarının payının da bu kadar artmış olması (yüzde 69,6’a), “bütçenin
137
nasıl aşırı dozlarda faiz dışı fazla yaratmaya zorlandığının öğretici bir
göstergesidir. Faiz dışı harcamaların bu denli bastırılıyor olması, istikrar
programının yükünün kimlere taşıtıldığının da işaretidir” (Konukman; Oyan,
2001:143).
Tablo 23: Konsolide Bütçenin Reel ve Transfer Harcamalarında Ağırlık
Kaymaları
(Toplam Bütçe Harcamalarının Yüzde Payı Olarak)
1980-83 1984-88 1989-93 1994-99 2000 2001
Reel Harcamalar
(Cari+Yatırım)
62,6 56,7 60,1 41,6 34,4 30,4
Transfer
Harcamaları
37,4 43,3 39,9 58,4 65,6 69,6
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı, Konukman; Oyan, 2001:143
Konsolide bütçeye ilişkin çeşitli göstergeler tablo 21’de verilmiştir.
1980 yılında, toplam vergi gelirlerinin sadece yüzde 4,2’si faiz ödemelerine
(iç+dış borç faiz ödemelerine) giderken 1985’de bu oran yüzde 17,6’ya ve
1988’de yüzde 35’e yükselmiştir. 1989-92 aralığında faiz ödemelerinin vergi
gelirlerine oranı azalmış ve 1992 yılında yüzde 28,5 olmuştur. Sonraki
yıllarda çok hızlı bir şekilde artmış, 1995’de yüzde 53,1, 1996’da yüzde 66,7
olmuş ve 1997 yılında yüzde 48’e gerilemiş olsa da (1997’deki bu düşüşün
sebebi; daha öncede belirtildiği gibi, 1997’de hem döviz cinsinden borçlanma
yapılmış hem de TL cinsinden borçlanmanın vadesi büyük ölçüde bir sonraki
138
yılın ilk dört ayına ertelenmiştir) 1999’da 72,4, 2000 yılında 77,1 ve 2001
yılında vergi gelirleri borç faiz ödemelerine yetmemiş, yüzde 103,3 olarak
gerçekleşmiştir. Devletin temel geliri olan vergiler 2001 yılında borç faiz
ödemelerine yetmemiştir.
Sadece iç borç faiz ödemelerinin toplam vergi gelirlerine oranına
baktığımızda da aynı eğilimin devam ettiğini görmekteyiz. 1980 yılında
toplam vergi gelirlerinin sadece yüzde 2,9’u iç borç faiz ödemelerine giderken
1998’de yüze 60,9’u, 1999’da yüzde 66,6’sı 2000 yılında 71,1’i ve 2001
yılında da yüzde 94,3’ü iç borç faiz ödemelerine gitmektedir.
Faiz ödemelerinin (iç+dış borç faiz ödemeleri) yatırım harcamalarına oranı
ise, 1980 yılında yüzde 17,1 iken giderek artmış ve 1988 yılından sonrada
yüzde yüzün üzerine çıkmıştır. 1993’de yüzde 200, 1998’de yüzde 605,3 ve
2001 yılında da yüzde 1009,1 olmuştur. 2001 yılında, borç faiz ödemelerine
yatırım harcamalarına yapılan ödemelerin 10,1 katı kadar ödeme yapılmıştır.
”Kamu yatırımlarının iç borç servis yükü karşısında (aynı zaman toplam borç
servis yükü karşısında) bu şekilde gerilemesi 1990’lı yılların en vahim
sonucudur. Oysa söz konusu yıllarda finansal serbestleştirme süreci altında
Türk ekonomisinin yatırım hacminin genişlemesi ve ulusal tasarruf
havuzunun doğrudan yatırımlara dönüştürülebilmesinin daha hızlı ve etkin bir
biçimde gerçekleşmesi bekleniyordu” (Voyvoda; Yeldan, 2002:20; Yeldan,
2001:121). Oysa kamu sektörü, her yıl hem net iç borçlanmadan daha fazla
139
iç borç faizi hem de net dış borçlanmadan daha fazla dış borç faizi
ödemektedir.
Tablo 24’ün beşinci sütununda iç borç faiz ödemelerinin, konsolide bütçenin
net yeni iç borçlanması ve altıncı sütununda da dış borç faiz ödemelerinin,
konsolide bütçenin net yeni dış borçlanması ile karşılaştırması verilmiştir.
1991 yılından sonra (1992 ve 1997 yılları hariç) net yeni iç borçlanmanın çok
üzerinde iç borç faizi ödenmiştir. Dış borçta ise, 1980 sonrası sadece üç yıl
hariç (1980, 1984 ve 2000) her yıl yapılan net dış borçlanmanın çok üzerinde
dış borç faiz transferi gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, - işaretiyle gösterilen yıllarda
ise net dış borçlanma negatif olmuş yani, kullanılan dış borçtan daha fazlası
ödenmiştir. Hem iç borçta hem de dış borçta, bir yandan net borçlanmadan
daha fazlası faiz olarak ödenmiş ama aynı zamanda da borç stoku sürekli
artmıştır.
Faiz ödemeleri ile sosyal güvenlik kuruluşlarına ve KİT’lere yapılan transferler arasındaki ilişki de son iki sütunda
verilmiştir. Son on iki yılda ödenen borç faizleri sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferlerin 7,6 katı, KİT’lere
yapılan transferlerin ise, son on iki yılda ortalama 22 katı olmuştur. 2001 yılında sosyal güvenlik kuruluşlarına
yapılan ödemelerin konsolide bütçe giderleri içindeki payı yüzde 6,4, KİT’lere yapılan transferlerin payı yüzde 1,5 ve
faiz ödemelerinin payı yüzde 51,1 olmasına rağmen; sosyal güvenlik kuruluşlarının ve KİT sisteminin ”bütçenin ‘kara
delik’ oluşturan bir yapısal yükü olarak öne çıkartılması, olsa olsa ideolojik bir hesabın ürünü olarak
değerlendirilmelidir....Devlet, bu haliyle bütçesini yatırım veya büyüme için değil, bir gelir transferi aracı olarak
kullanmaktadır. Başka bir ifadeyle, devlet bütçesi artık sosyal altyapı ve ekonomik büyümeyi değil, finans
piyasalarında gelir dağılımını yeniden düzenlemenin bir aracı haline dönüşmüş durumda gözükmektedir. 1990’lar
Türkiye’sinde devlet bütçesi, gerek üretici, gerekse yatırımcı niteliğini tümüyle terk etmiş, bunun yerine toplumsal
gelir dağılımını düzenleyen bir araç konumuna dönüşmüştür” (Yeldan, 2001:124).
140
Tablo 24: Konsolide Bütçeye İlişkin Çeşitli Göstergeler
FÖ / TVG (%)
İBFÖ / TVG (%)
FÖ / YH (%)
İBFÖ / NYİB
(%)
DBFÖ / NYDB*
(%)
FÖ / SGKT
(%)
FÖ / KT (%)
1980 4,1 2,9 17,1 81,5 50,0 26,51981 6,3 3,4 23,7 117,1 136,0 39,31982 6,7 2,6 25,8 40,0 - 38,81983 10,9 4,1 41,1 112,7 - 69,91984 18,6 7,5 64,5 42,0 79,3 160,41985 17,6 6,4 59,4 33,8 - 372,41986 22,3 10,9 66,7 56,7 - 964,51987 25,0 13,9 85,7 69,7 - 508,11988 35,0 22,2 135,7 111,9 1033,5 485,71989 32,3 20,0 144,0 73,3 - 675,31990 30,8 21,2 140,0 97,4 10617,1 1135,5 1104,01991 30,6 21,5 126,7 112,4 371,3 1516,0 197,5
141
1992 28,5 21,6 123,3 77,6 241,5 1013,9 494,81993 44,1 35,0 200,0 176,6 113,7 1060,0 450,61994 50,7 39,7 390,0 134,1 - 861,8 1418,41995 53,1 43,9 561,5 168,1 - 531,2 1266,21996 66,7 59,2 588,2 124,7 - 446,4 2982,91997 48,0 41,6 354,5 78,9 - 299,2 1845,21998 66,9 60,9 605,3 122,6 - 440,5 3846,71999 72,4 66,6 685,0 100,4 190,0 390,0 2583,02000 77,1 71,1 815,0 202,2 61,8 616,3 2291,52001 103,3 94,3 1009,1 161,0 - 802,5 7939,3
Kaynak: Maliye Bakanlığı Kamu Hesapları Bülteni, Hazine Müsteşarlığı
*Dış Borç Faiz Ödemeleri / Net Yeni Dış Borçlanma sütununda boş bırakılan satırlara ait
yıllarda, net dış borçlanma negatif olarak gerçekleşmiştir.
Kısaltmalar: FÖ= Faiz Ödemeleri, TVG= Toplam Vergi Gelirleri, İBFÖ= İç Borç Faiz
Ödemeleri, YT= Yatırım Harcamaları, NYİB= Net Yeni İç Borçlanma, DBFÖ= Dış Borç Faiz
Ödemeleri, NYDB= Net Yeni Dış Borçlanma, SGKT= Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına
Transferler, KT= KİT’lere Transferler.
“Türkiye’de kısa vadeli ve yüksek faizli olmak gibi olumsuz özellikler taşıyan
kamu iç borçlanması, bir anlamda kamu finansmanının özelleştirilmesine
götürmüştür. Kamuoyunun çok da farkında olmadığı bu ‘özelleştirme’,
kamunun vergi alacağı kesimleri yüksek faizlerle ranta bağlaması biçiminde
gerçekleşmiştir. İşte bu nedenle, bütçenin mali sisteme, rantiyeye ve
sınai/ticari sermayeye bir aktarma organına dönüşme eğilimine karşı
sermaye çevrelerinden çok güçlü tepkiler yükselmemektedir” (Oyan,
1998:78).
Sonuç olarak; 1994 yılından beri faiz dışı bütçe fazlası verilmesine rağmen,
kamu borcunun milli gelire oranı hızla artmış ve sürdürülebilir olmaktan
çıkmıştır. Ayrıca artan faiz yükü ile devlet bütçesi, sermayeye dolaysız rant
aktarılmanın bir aracı haline dönüşmüştür.
142
BÖLÜM V
BORÇ KRİZİNE GETİRİLEN ÇÖZÜMLER ve SONUÇ
5.1 Borç Krizine Getirilen Çözümler
1982 yılında Meksika ile başlayan borç krizi, ABD, çok taraflı mali kuruluşlar,
gelişmiş ülkelerin hükümetleri, azgelişmiş ülke hükümetleri ve uluslararası
ticari bankaların ortak girişimleriyle atlatılmıştır. Alacaklı kurum ve kuruluşlar,
krize giren ülkelerden kısa vadede, krizin aşılmasını sağlayıcı stabilizasyon
politikalarını, orta vadede ise, borçların düzenli geri ödenmesi için transfer
edilebilir bir artığın yaratılmasını sağlayacak yapısal uyum programlarını
yürürlüğe koymalarını istemişlerdir. Ve bu doğrultuda, gelişmekte olan çok
borçlu bir çok ülke IMF ile Yapısal Uyum Programları imzalamıştır. Ancak,
devam eden olumsuz dış ticaret ve finansman koşulları, gelişmekte olan
ülkelerde krizin derinleşmesine ve dış borçlarının artmasına neden olmuştur.
Böylece, uluslararası mali iflas ortamı yeniden oluşmaya başlamıştır. Bu
gelişmelere paralel olarak, borç krizinin çözümüne ilişkin, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerden bir çok öneri gündeme gelmiştir. Eylül 1985’de
Seul’da toplanan IMF ve Dünya Bankası Genel Kurulu’nda ABD Hazine
Bakanı James Baker tarafından önerilen “Desteklenebilir Büyüme Programı”
başlıklı yeni bir borç ödeme stratejisi gündeme gelmiştir. Baker Planı aşırı
borçlu 15 ülkeye üç yıl süreyle 20 milyar dolar ticari bankalardan, 9 milyar
dolar da Dünya Bankası ve diğer kalkınma bankalarından olmak üzere
143
toplam 29 milyar dolarlık bir ek kaynak öngörüyordu. Borçlu 15 ülkenin, ek
kaynaklardan yararlanabilmesi için, geniş kapsamlı yapısal reformları hayata
geçirmeleri (bunun için IMF’ye merkezi bir rol veriliyordu), piyasa
ekonomisine geçiş için gerekli koşulların yaratılması isteniyordu. Planın
açıklanmasından sonra resmi fonlar oluşturulmuşsa da tutarlı bir özel kredi
akışı sağlanamamış, ayrıca, planın sağladığı ek kaynak, azgelişmiş ülkelerin
borç sorununu çözmekte yetersiz kalmıştır. Örneğin, Meksika, Plandan
toplam 9,3 milyar dolar alabilirken, sadece 1986 yılında ödemek zorunda
olduğu borç miktarı 12 milyar dolardır. Planın başarısı, uygulandığı ülkelere21
verilen yeni kredilerle, eski kredilerin faiz ödemelerinin sağlanması olmuştur.
Ama sonuçta, bu ülkelerin borçları, azalmak yerine, giderek artmıştır. Baker
Planının önemli sonuçlarından bir tanesi de, borçlu ülkeler tek tek ele alınıp
kredilendirilerek, borçlu ülkelerin birlikte hareket etmeleri ve olası bir
borçlanma kartelinin oluşması engellemek olmuştur (Balkan, 1994; Başkaya,
1986; Sönmez, 1998; Şenel, 2002).
Baker Planının başarılı olmamasından sonra, 1989 yılında Brady Planı
gündeme gelmiştir. Brady Planında, borç krizinin ancak, bankaların
karlarından bir miktar vazgeçmeleri halinde çözüme ulaşılabileceği
vurgulanmıştır. Bu plan ile kreditör bankalara, IMF ve Dünya Bankasınca
sağlanan yeni krediler ve Paris Kulübü kapsamında ertelenen borçlarla
desteklenmek üzere, gelişmekte olan ülkelerin sendikasyon kredi borçları için
21 Bu ülkeler, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Ekvator, Fildişi Sahili, Meksika, Fas, Nijerya, Peru, Filipinler, Uruguay, Venezuela ve Yugoslavya’dır (Balkan, 1994:125).
144
ihraç ettikleri tahvillerin (Brady Bonds) uluslararası piyasada alım satımını
mümkün kılan seçenekler gündeme getirilmiştir. Bu tahviller ABD hazine
bonoları ile teminata bağlanmış ve geri ödeme riskine karşı kreditörlere IMF
garantisi verilmiştir. Bu anlamda, Brady Planı, uluslararası piyasalarda özel
kreditörlerin kurtarılması işlemi olarak görünmektedir (Balkan, 1994:128;
Şenel, 2002:72).
Gelişmekte olan ülkelerin, borç krizine yaklaşımları, gelişmiş ülkelerin
yaklaşımlarından önemli farklılıklar arz etmektedir. Latin Amerika Ekonomi
Komisyonu (CEPAL) ve Latin Amerika Ekonomik Sistemi 1983 yılında
Ekvator Devlet Başkanının isteği üzerine ortak eylem programını
görüşmüşlerdir. Bu görüşmeler sonucunda bir rapor hazırlanmış ve bu rapor,
San Jose, San Domingo ve Quito’da düzenlenen konferanslarda
görüşülmüştür. 1984 yılının başında Quito’da yapılan toplantı sonunda alınan
kararlar “Quito Bildirisi” adıyla dünya kamuoyuna açıklanmıştır22. Bildirideki
talepler özetle; borç sorununun çözümünde gelişmiş ülkelerin de sorumluluk
alması, faiz oranlarının düşürülmesi, vadelerin ve ödemesiz sürelerin
uzatılması, yeterli miktarda yeni kredi sağlanması, faiz ödemelerinin her
ülkenin büyüme hızına göre ayarlanması ve borç ödemelerinin ihracat
gelirlerinin belirli bir oranını aşmamasıdır. Fakat Quito Konferansının asıl
önemi, borçlu ülkelerin (özellikle Latin Amerika ülkelerinin), birlikte hareket
etme kararı almalarıdır. Ancak, alacaklı taraflar, borçlu ülkelerle görüşmeye
22 Toplantıya katılan ülkeler; Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Meksika, Peru, Uruguay ve Venezüella’dır (Balkan, 1994:131).
145
oturmadıkları gibi, toplantıdan hemen sora ülkeleri tek tek ele alma
yöntemlerini sürdürerek, olası bir borçlular kartelinin oluşmasını
engellemişlerdir23 (Balkan, 1994, Başkaya, 1986).
1980’lerin sonları ile 1990’ların başlarında gelişmekte olan ülkelerde sermaye
hareketleri liberalizasyonları büyük ölçüde tamamlanmıştır. Sermaye
hareketlerinin serbestleştirilmesi ile birlikte gelişmekte olan ülkeler ve bu
ülkelerdeki özel sektör şirketleri, uluslararası mali piyasalarda devlet tahvilleri
ve şirket tahvilleri ihraç etmeye başlamışlardır. İhraç edilen tahvillerdeki artış,
uluslararası piyasalarda arz fazlasına neden olmuş, tahvil ihraç eden
ülkelerde artan cari açık ve politik belirsizliklerle birlikte uluslararası
yatırımcılar arasında tedirginlik baş göstermiştir. Bu durumda, tahvil ihraç
eden ülkeler, tahvil ihracı için daha cazip getiri olanakları sunmaya
başlamışlardır. Bu gelişmeler, 1994 yılında Meksika ve Türkiye Krizleri, 1997
Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi ve moratoryumu, 1999 Brezilya Krizi, 2000-2001
Türkiye Krizleri, 2001 Arjantin Krizi ve moratoryumu gibi kriz döngüsünü
başlatmıştır (Şenel, 2002:73). Bu gelişmelerle birlikte borç krizine ilişkin
öneriler de tekrar tartışılmaya başlanmıştır.
Borç krizine ilişkin UNCTAD uzun süredir; gelişmiş ülkelerde uygulanan icra
iflas hukuku çerçevesinde borcun yeni bir takvime bağlanıp, borçlunun
23 Borçlular kartelinin oluşması engellemek için, alacaklı ülkeler, Meksika ile anlaşmaya vararak, Meksika’nın borçlarından bir bölümünü 14 yıl süreyle ertelemişler ve 6 yıllık ödemesiz süre tanıyarak faiz oranlarını da düşürmüşlerdir (Başkaya, 1986:98).
146
ödemelerini düzenli bir şekilde yapabilmesini sağlayan prosedürlere benzer
kuralların uluslararası platformlarda da uygulanmasının, krizlere müdahalede
karşılaşılan problemleri aşmakta yararlı olacağını belirtmekte ve borç
ödemelerinin dondurulmasını bu tür kurallara bağlamayı önermektedir. Ayrıca
UNCTAD iktisatçılarını yaptığı öneriler; özel sektör kuruluşlarının kriz
çözümüne işlevsel olarak katılmalarını sağlayabilecek inanılır bir strateji,
geçici bir süre borç ödemelerinin askıya alınmasını, gelecekteki finansal
krizleri yönetebilmek için borçlanabilme imkanını yaratacak uluslararası
düzenlemeler için baskı oluşturmaları ve IMF kaynaklarının kesin ve sıkı
sınırlarla sınırlandırılmasını içermektedir. Buna göre, kamunun dış borç
ödemeleri geçici bir süre için askıya alınırken, özel sektör kuruluşlarının
yapacakları dış ödemelerin -faiz ödemeleri dahil- bir kısmının da uygulanacak
kontroller eliyle sınırlandırılması gündeme gelmektedir. Ülke vatandaşlarının
ve yabancıların yaptıkları sermaye işlemleri üzerinde de ek bazı sınırlamalar
getirilebileceği vurgulanmaktadır (Akyüz, 2000:14; Akyüz; Boratav, 2002:43-
44).
IMF başkan yardımcısı Krueger, 26 Kasım 2001’de IMF’nin bu bağlamdaki
yaklaşımını ise şöyle dile getirmiştir: “Kamunun dış borcunun yeniden
yapılandırılmasına ilişkin formal bir mekanizma oluşturulduğu taktirde, ödeme
sorunuyla karşı karşıya kalmış olan ülke, borç ödemelerinin geçici bir süre
askıya alınması için IMF’e müracaat edecek; IMF bu müracaatı inceledikten
sonra olurunu verirse, o ülkenin yetkilileri ile kreditörleri, borcun yeni bir
takvime bağlanması için görüşmeler yapacaklardır”. Borçların yeniden
147
yapılandırılması, özünde şirketler için uygulanan iflas sürecinin borçlu
ülkelere de uygulanmasını benimsemektedir24. Borcun dondurulması, borçlu
ülkenin çözüm için elinden geleninin en iyisini yapıyor olması koşuluna
bağlanmaktadır. IMF’nin borçlunun talebini ön onaylama şeklinde kabulünden
sonra, bir kreditörler komitesi oluşturulacak ve borcun yeniden
yapılandırılması işlemi bu komiteye devredilecektir. Yeniden yapılandırma
sürecinde, borcun niteliğine göre elinde belirli bir yüzde çoğunluğunu
bulunduran kreditör grubunun kararı belirleyici ve diğer yatırımcıları bağlayıcı
olacaktır (Akyüz; Boratav, 2002:45; Şenel, 2002:81)25.
Uzun bir zaman alacak olan bu geçici süre içinde, müracaatçı hükümet,
ülkeden sermaye kaçışı olmadığı konusunda garanti vermek durumundadır -
ki, bu da, döviz işlemleri üzerine kontroller getirilmiş olmasını gerektirir. Böyle
bir formal mekanizmayı kullanarak gerçekleştirilecek borç ertelemesi,
portföylerinde hazine kağıtları olan ülke vatandaşlarını da kapsamalıdır.
24 IMF’nin bu değerlendirmesinden önce, 1995 yılındaki G-7 Halifax Zirvesinde, İflas eden şirketler ile krize girip borcunu ödeyemeyen ülkeler arasında benzerlik kurulmuş, krize giren ve borcunu ödeyemeyen ülkeler için de, iflas eden şirketlere uygulanan yasal prosedüre benzer bir prosedürün araştırılması önerilmiştir (Şenel, 2002:76). 25 Kamunun dış borçlarını ertelenmesi konusunda formal bir mekanizma oluşturulması bağlamında IMF ve UNCTAD’ın getirdiği öneriler arasında bazı farklılıklar vardır. UNCTAD önerisine göre, borç erteleme kararı ödeme güçlüğü çeken ülkeye bırakılacak; ama bu karar verildikten sonra, Dünya Ticaret Örgütünün prosedürlerindekine benzeyen “bağımsız bir panel” tarafından incelenmeye alınacak ve söz konusu panelin oluru alınacaktır. UNCTAD önerisi, ayrıca, “acil yardım” veya “kurtarma paketleri” adı altında “kriz kredileri”ne kesin sınırlar getirilmesini önermektedir. IMF önerisinde ise, “borcun askıya alınması, ödeme güçlüğü çeken ülkenin IMF’e yaptığı müracaatın IMF tarafından onaylanması” şartına bağlamaktadır (Akyüz; Boratav, 2002:45).
148
Çünkü (i) Sermaye hesabını açmış ve krizle karşılaşmış bir ülkede ödemeler
dengesi sorununu yaratan, sadece yabancı sermaye girişinin yurt dışına
çıkışı değil, ülke vatandaşlarının da yaptıkları sermaye çıkışlarıdır. (ii) İç borç
servisi, bütçe üzerine büyük bir yük bindirdiği durumlarda -özellikle kriz
durumunda daralan konjonktür ve dolayısıyla düşen vergi hasılatı göz önüne
alınırsa, iç borç servisine ilişkin bu sorunlara da, dış borç ödeme güçlüğü ile
birlikte çözüm aramak gerekir. (iii) Eğer ülke, kendi vatandaşlarına olan
borçlarını yeniden takvime bağlamıyor ve sadece yabancılara olan kamu
borçları erteleniyorsa; yabancı kreditörler, kendi aleyhlerine olan bu
ayrımcılığı sineye çekmeye ve ülke vatandaşlarının anapara ve faizlerini itfa
günlerinde tam olarak ödenirken, sadece kendilerine olan borçların yeniden
takvime bağlanmasını kabul etmeğe pek yanaşmayacaklardır (Akyüz;
Boratav, 2002:45).
IMF Yönetim Kurulu, ülkelerin, son çare olarak, borçlarını askıya alma kararı
verebileceklerini kabul etmiş olmakla birlikte, büyük merkez ülkelerin ve
finans piyasasına yön verenlerin şiddetli muhalefeti üzerine, borçları, geçici
olarak hukuki takibattan koruyacak bir yasallaştırılmış düzenleme
getirememiştir. IMF’nin bu önerisi, gelişmekte olan ülkelerin bir bölümü
(Brezilya, Malezya, Meksika) tarafından, borçlanma maliyetini yükselteceği,
uluslararası finans piyasalarının reaksiyonundan dolayı borçlanmayı
zorlaştıracağı gerekçesiyle eleştirmekte ancak toptan reddedilmemekte, geri
kalan gelişmekte olan ülkeler ise öneri karşısında sessiz kalmayı tercih
etmektedir (Akyüz; Boratav, 2002:44; Şenel, 2002:81).
149
5.2 Sonuç
1980 yılından sonra ulusal düzeyde gerçekleştirilen finansal serbestleşme ile
sağlanan faiz oranlarının serbest bırakılmasının amacı tasarrufları
özendirmek, etkin kaynak kullanımını sağlamaktı. Ancak konvertibiliteye
enflasyonun sürdüğü bir ortamda geçilmesinin son derece önemli ve ağır
sonuçlarıyla karşı karşıya kalınmıştır. Çünkü enflasyonun var olduğu bir
ekonomide sermayenin dışarıya kaçmaması için uygulanmaya koyulan
yüksek faiz oranı ve düşük tutulmuş bir döviz kuru ülke içine kısa vadeli
sermaye girişini hızlandırmıştır. Faiz oranının yüksek, devalüasyon oranının
düşük tutulması ile kısa vadeli sermayeye uluslararası sermaye
piyasalarından daha yüksek faiz oranı elde etme olanağı tanınmış ve ülke
yatırımlara dönüşmeyen, yüksek karlar elde edip kısa sürede yurt dışına
çıkan bir spekülatif sermaye akımına uğramıştır (Kepenek; Yentürk,
1995:475).
Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle birlikte yerleşiklerin uluslararası
mali piyasalardan serbestçe borçlanabilmesinin sağlanması sonucu dış borç
stoku hızla artmıştır. Özel sektörün işletme sermayesi ve spekülatif amaçlı
dış borçlanmaya başvurması, dış borç stokunun artışında belirleyici olmuştur.
Özel kesimin dış borçlarındaki ilk artış 1989-1993 döneminde meydana
gelmiş ve 1989 yılında 6,552 milyar dolar iken 1993 yılında 23,834 milyar
dolara yükselmiştir. ikinci artış; 1995-2000 döneminde gerçekleşmiştir. 1995
150
yılında 22,327 milyar dolar iken 2000 yılında 56,412 milyar dolara (1989’daki
borcun 8,6 katı) yükselmiştir. Dolayısıyla, 1989 yılından sonra, dış borç
artışında özel kesimin borçlanması belirleyici olmuştur.
1989 sonrası değerli kur ve DİBS ödenen yüksek reel faiz, bankaların
dışarıdan borçlanıp DİBS alarak yüksek karlar elde etmelerine neden
olmuştur. Buna bağlı olarak da, bankacılık sisteminin asıl işlevi olan reel
sektöre kaynak sağlamanın yerini, uluslararası arbitraja dayalı kısa vadeli dış
finansmanı yurt içinde kamu iç borçlanma senetlerinde değerlendirerek
kazanç elde etmeye dönüşmüştür. Bunun sonucu bankacılık sisteminde
kırılgan bir yapı meydana gelmiştir. Dış krediler verimli yatırımlara değil,
tüketime yönelmiş ve bankaların açık pozisyonu artmıştır. Bu durumda, orta-
uzun dönemde istikrarlı bir büyüme sağlanamamış, birbirini takip eden
krizlere neden olmuştur.
İçeriden dışarıya kaynak transferi, bozulan dış borç göstergelerinin yanında
kamu borcunun sürdürülebilirliği önemli bir sorun olmaya devam etmektedir.
1994-2002 yılları arasında faiz dışı bütçe fazlası verilmesine rağmen, (i) iç
borç reel faiz oranlarının yüksek olması, (ii) istikrarsız büyümeden dolayı
kamu borcunun sürdürülebilirliği zora girmiştir. Borcun sürdürülebilir olması
için verilen faiz dışı bütçe fazlası, bütçenin diğer kalemleri üzerinde ve
dolayısıyla bölüşüm üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Bütçe
içindeki reel harcamalar sürekli azalırken, transfer harcamaları artış
göstermiştir.
151
Türkiye ekonomisinin iç ve dış şoklara karşı daha dayanıklı olabilmesi ve
borcun sürdürülebilir olması için; reel faizlerde önemli bir düşüşün
sağlanması26, bunun için risk priminin azaltılması gerekmektedir. Risk
priminin azaltılması ise, bir yandan uygulanan politikaların ve
uygulayıcılarının inandırıcılığı ve güvenirliği ile yakından ilgiliyken, diğer
yandan da kamunun yeni fon gereksiniminin azaltılmasına bağlıdır. Kamunun
yeni fon ihtiyacını azaltmak için mali disiplinin sağlanması gerekmektedir.
Mali disiplin, harcamaların kısılmasını değil, gelirlerin artırılmasını içermelidir.
Çünkü, Türkiye’de harcamaları daha fazla kısmak mümkün görünmemektedir
(Özatay, 1996:26). Gelir artırıcı politikalar için, vergi yükünün mevcut
dağılımındaki bozukluğu giderici yeni bir vergi reformunun yapılması
kaçınılmaz görünmektedir (Sönmez, 1998a:377). Voyvoda ve Yeldan’nın
yapmış oldukları çalışmada (Voyvoda; Yeldan, 2002), özel kesim birikimli
servet stokunun vergilendirilerek elde edilen kaynağın sosyal altyapı
yatırımlarında kullanılması, uzun dönemde büyümeyi hızlandırmakta ve borç
stokunun aşağıya çekilmesini sağlamaktadır27. Ayrıca, James Tobin, döviz
kuru değişmeleri bazında spekülasyon amaçlı sermayenin akışkanlığını
kontrol edebilmek ve yatırımları üretken alanlara yöneltebilmek amacıyla,
para birimleri arasındaki geçişlere uygulanacak binde birlik bir vergi
26 Reel faizlerin idari kararlarla düşürülmesi mümkün görünmemektedir. 1993 yılının ikinci yarısından itibaren iç borç faizleri idari kararlarla düşürülmeye çalışılmıştır. Fakat, bunun sonucunda, Aralık 1993’te yüzde 90 düzeyindeki faizlere razı olunmazken, Mayıs 1994’te yüzde 400’lük faiz ile iç piyasadan borçlanılmıştır (Özatay, 1995:18).
152
önermiştir. Ayrıca, D. Felix binde 2,5’lik bir Tobin vergisinin, hem spekülatif
sermaye akımlarında %50’lik bir azalmaya, hem de yılda 200-300 milyar
dolar civarında ek bir vergi gelirine yol açacağını, dolayısıyla bu verginin
önemli bir iktisat politikası aracı olarak görülmesi gerektiğini savunmaktadır.
Gelişmekte olan ülkeler açısından da, bu tür bir uygulama, spekülatif
alanların cazibesini kısmen azaltacak, üretken yabancı sermaye akımlarının
ve vergi geliri artmasını sağlayacaktır (Tonak, 2000:34)28.
Fakat, sermaye hesabını tamamen açmış bir ülkede, yeni vergi politikalarının
tam anlamıyla başarılı olması mümkün olmayabilir. Döviz kurunu dengeli
tutmayı güçleştiren koşullar, aynı zamanda iç borcun sürdürülebilirliği
sorununu da derinleştirmektedir. Dolayısıyla, uluslararası likidite sorunları
olan ülkelerde kur dalgalanmalarını stabilize etmek, dış ve iç borcun
sürdürülebilirlik sorunlarını çözmek amacıyla, geçici bir süre için
konvertibiliteden vazgeçmek ve dış borç ödemelerini dondurmak uygun bir
politika alternatifi olabilir (Akyüz; Boratav, 2002:43).
Günümüzde, gelişmekte olan ülkeler, üç nedenden dolayı politika
seçeneklerini belirlemede çok fazla serbestliğe sahip değildir. (i)
Liberalizasyon ve piyasaların bütünleşmesi sonucu sistematik baskılar ortaya
27 Aynı çalışmada, ücret vergisindeki artışlar ile finanse edilmiş ve sosyal altyapı harcamalarına yöneltilmiş bir maliye reformu da büyüme üzerinde olumlu ekti yapmakta fakat borç stokunda azalma meydana getirmemektedir. 28 Kısa dönem spekülatif sermaye akımlarının panzehiri Tobin vergisi, esas olarak gelişmiş ülkeler için önerilmiştir. Fakat günümüzde, gelişmekte olan ülkelerde de kısa vadeli sermaye hareketlerinin önemi artmış olduğundan Tobin vergisinin muhtemel yararı güncellik kazanmıştır (Tonak, 2000:35).
153
çıkmıştır. Sermayenin kolay kaçabildiği bir durumda hükümet politikaları
finansal piyasalar tarafından rehin alınmakta ve bu piyasaların hükümetler
üzerinde kurduğu disiplin her zaman hızlı bir büyümeye ve gelişmeye yol
açmamaktadır. (ii) Gelişmekte olan ülkelerin politikaları aynı zamanda
sanayileşmiş ülkelerin ve çok taraflı kuruluşların baskısına maruz
kalmaktadır. (iii) Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin kullanacağı bazı politika
araçları, bu ülkelerin uluslararası kurumlara (OECD, NAFTA) üye olmaktan
doğan yükümlülükleri gereğince artık kullanılabilir değildir. Buna rağmen,
ulusal düzeyde, sermayenin kontrolü ve düzenlenmesi için bir çok gelişmekte
olan ülkenin henüz başvurmadığı geniş bir alan mevcuttur. Birincisi,
gelişmekte olan ülkeleri finansal piyasalarını açmaya zorlayacak küresel bir
antlaşma mevcut değildir. İkincisi, sermaye hareketlerinin serbest bırakılması
konusunda, gelişmekte olan ülkeler arasında belirgin farklılıklar
bulunmaktadır. Örneğin, sermaye girişi ile ilgili, Hindistan ve Çin dikkatli ve
tedrici bir yöntem izlerken, Latin Amerika’da bir çok ülke finansal sektörlerini
ve sermaye hesaplarını hızla açmışlardır. Hatta, Doğu Asya ekonomik
krizinin çözümüne ilişkin olarak Malezya’nın politikalarını diğer ülkelerin
politikalarıyla kıyaslamak seçeneklerin çokta kısıtlı olmadığını göstermektedir
(Akyüz, 2000:14). Malezya, 1998 eylülünde doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının kar transferleri dışındaki sermaye çıkışlarını ya yasaklıyor ya
zorlaştırıyor. Uygulanan programla, kısa vadeli sermaye hareketleri
zorlaştırırken, uzun vadeli sermaye hareketlerine dokunulmuyor (Özatay;
Sak, 2001:8).
154
ÖZET
Bu çalışma da, Türkiye’nin dış borçlarındaki gelişmeler, kamu borcunun
sürdürülebilirliği ve etkileri incelenmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerin 1970 sonrası dış borçlarındaki gelişmeler, borç
krizinin nedenleri ve Türkiye’de 1970’li yılların sonlarında ortaya çıkan borç
krizi, 1980 sonrası gelişmeler, negatif transferler, dış borç göstergelerindeki
gelişmeler üzerinde durulmuştur.
1989 yılında 32 Sayılı Karar ile Türk parasının konvertibl (yabancı paralar
karşısında sınırsız değiştirilebilir) duruma getirilmiştir. Bu kararla birlikte firma
ve kuruluşların dövizle borçlanmalarına olanak sağlayan bir uluslararası
finansal serbestleşme dönemine girilmiştir. Yüksek reel faizler ve değerli TL
kısa vadeli sermayeye uluslararası piyasalardan daha yüksek getiri olanağı
sağlamış ve ülke yatırımlara dönüşmeyen, yüksek karlar elde edip kısa
sürede yurt dışına kaçan spekülatif sermaye akımına uğramıştır. Buna bağlı
olarak 1989 sonrası özel sektörün dış borçlanması hızla artmıştır. Özel
sektör dış borçlanmasıyla kamu iç borçlanması arasında önemli bir paralellik
ortaya çıkmıştır.
Ayrıca incelenen dönemde toplam kamu borcu da hızla artmıştır. Kamu
sektörü, borcunu ancak yeni borçlanmayla karşılayabilir hale gelmiş, son
sekiz yılda önemli ölçüde faiz dışı bütçe fazlası verilmesine rağmen iç borç
155
reel faiz oranlarının çok yüksek olması ve büyümenin çok üzerinde
gerçekleşmesi kamu borcunun giderek artmasına ve sürdürülemez bir
duruma gelmesine neden olmuştur. Kamu borcunu sürdürülebilir kılmak için
sürekli olarak faiz dışı bütçe fazlası verilmeye çalışılmıştır. Bu durum ise
bütçenin diğer kalemleri üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmiştir.
156
ABSTRACT
This study examines the developments in Turkey’s foreign debt along with
the sustainability and impact of public sector debt.
The debt crisis of the late 1970s in Turkey, and developments since then,
negative transfers and the trends in foreign debt indicators are analyzed. In
addition, developments in foreign debt stock of developing countries since
1970 and the causes of debt crises are studied.
Turkish Lira was made fully convertible in 1989 by the issuance of decree No
32. The decree started the period of capital account liberalization which
allowed the residents to borrow from the foreign markets. Higher real
domestic interest rates and overvalued Turkish Lira yielded a higher return
than the average return in the world markets; thus, attracting speculative
short-term capital inflows which chased high yields on treasuries rather than
fixed investment options, and rapidly turned into outflows in times of
instability. As a result, starting in 1989, private sector foreign borrowing rose
sharply. Also, a significant association arose between private sector foreign
borrowing and public sector domestic borrowing.
Moreover, throughout the period considered, total public debt soared rapidly.
In spite of significant primary surpluses attained in the last eight years,
exorbitant real interest rates that far exceeded the GNP growth rate lead to
157
ever growing public sector debt and doubts about its sustainability. Primary
surpluses had been consistently targeted to achieve sustainability of public
sector debt; however, this policy had adverse impacts on the rest of the
budget items.
158
KAYNAKÇA
Amin, S., 1999, Küreselleşme Çağında Kapitalizm, İstanbul, Sarmal
Yayınevi.
Amin, S., 1999a, Kapitalizmin Hayaleti, İstanbul, Sarmal Yayınevi.
Aksoy, A.(de.), (1975), Azgelişmişlik ve Emperyalizm, İstanbul: Gözlem
Yayınları.
Akyüz, Y., 1995, “Globalleşme: Risklerin Belirlenmesi”, İktisat, İşletme ve
Finans Dergisi, S. 110, s.12-17.
Akyüz, Y., 2000, “The Debate on The İnternational Finacial Architecture:
Reforming The Reformers”, UNCTAD Discussion Paper, No. 148, April.
Akyüz, Y., Boratav, K., (2002), “Türkiye’de Finansal Krizin Oluşumu”, İktisat
İşletme ve Finans Dergisi, Ağustos, s.14-46.
Bağcı, H., (2001), Kamu Borçları Yönetimi ve Türkiye İçin Bir
Değerlendirme, Yayın No. 135, Ankara, Sermaye Piyasası Kurulu.
159
Bağımsız Sosyal Bilimciler İktisat Grubu, (2001), Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı Üzerine Değerlendirmeler, Ankara, Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği.
Balkan, N., (1994), Kapitalizm ve Borç Krizi, İstanbul, Bağlam Yayınları.
Başkaya, F., (1986), Borç Krizi Üzerine Bir Deneme, Ankara, Yargı
Kitabevi.
Benli, A., Sönmezler, G., 2002, “Türk Bankacılık Sistemi ve Kriz”, İktisat
İşletme ve Finans Dergisi, Haziran, s.80-92.
Boratav, K., 1994, “İktisadi Kriz Üzerine Bazı Gözlemler”, İktisat, İşletme ve
Finans Dergisi, S. 100, s.22-30.
Boratav, K., (1997), Uluslararası İktisat Politikası, Yayınlanmamış Ders
Notları.
Boratav, K., 1999, “Bir Küreselleşme Eleştirisi”, Türk-İş’99 Yıllığı, 2. Cilt,
s.29-36.
Boratav, K., (2000), Yeni Dünya Düzeni Nereye, Ankara, İmge Kitabevi
Yayınları.
160
Boratav, K., Köse, A.H., Türel, O., Yeldan, E., 2002, “İktisadın Krizinden
Toplumun Krizine: Nereye Gidiyoruz?”, Mülkiye Dergisi, S. 236, s.33-53.
Boratav, K., (2003), Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002, 7. Baskı, Ankara,
İmge Kitabevi.
Boratav, K., 2003a, “Türkiye Ekonomisinde İstikrar: Bugünü ve Yarını”,
İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Nisan, s.6-9.
Brenner, R., 2001, “Dünya Kapitalizminin Derinleşen Krizi; Neo-
Liberalizmden Depresyona”, Özgür Üniversite Forumu, S.99, s.18-27.
Buğra, A., 2001, “Bir Krize ve Bir Ahlaki Ekonominin Çöküşüne Dair”, Birikim
Dergisi, S. 145, s.46-59.
Bulutay, T., 2003, “Türkiye Ekonomisinde İstikrar: Bugünü ve Yarını”, İktisat
İşletme ve Finans Dergisi, Nisan, s.33-37.
Bülbül, D., 2002, “Devlet Borçlanmasının Sosyal ve Ekonomik Etkileri”,
Ekonomik Yaklaşım Dergisi, s.120-140.
Büttner, V., (1984), “Ressourcentransfer und externe Verschuldung”, J.P.
Opitz (Hrsg.) içinden, s.134-156.
161
Büttner, V., (1990), “Das Weltfinanzsystem und die Schuldenkrise der Dritten
Welt”, P.J. Opitz (Hrsg.) içinde, s.269-304.
Cangöz, M. C., 1996, “Dış Borçların Makroekonomik Dengelerle Etkileşimi”,
Hazine Dergisi, S. 4, s.1-27.
Chu, K., Hemming, R., (der.) (1991), Kamu Harcamaları Rehberi
Gelişmekte Olan Ülkelerde Kamu Harcama Politikaları Konusunda
Rehber Kitap, Çeviren; Doğan Cansızlar, Washington: Kamu Harcamaları
Analiz Bölümü Mali İşler Dairesi Uluslararası Para Fonu.
Cremer, W., Commichau, İ.(Hrsg.), (1989), Grundfragen der Ökonomie,
Ulm: Franz Spiegel Buch GmbH.
Czada, P., (1987), Wirtscharfspolitik: aktuelle Problemfelder, Berlin:
Felgentreff & Goebel KG.
Çolak, Ö. F., Altan, Ş., 2002, “Toplam Etkinlik Ölçümü: Türkiye’deki Özel ve
Kamu Bankaları İçin Bir Uygulama”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi,
Temmuz, s.45-55.
Dornbusch, R., Fischer, S., (1998), Makroekonomi, Çevirenler: Salih Ak,
Mahir Fisunoğlu, Erhan Yıldırım, Refia Yıldırım, İstanbul, McGraw-Akademi
Ortak Yayını.
162
Ekinci, N.K., 1998, “Türkiye’de 1980 sonrası Kriz Dinamikleri ve İntibak
Mekanizmaları”, Toplum ve Bilim, S. 77, s.7-26.
Ekinci, N. K., 2000, “Kamu Açıkları ve Para Politikası”, ODTÜ Gelişme
Dergisi, S. 26 (3-4), s.557-573.
Erdoğan, S., Cengiz, V., 2002, “1990’lı Yıllarda Gelişmekte Olan Ülkelerin
Dış Borçları ve Bazı Dış Borç Azaltma Teknikleri”, Ekonomik Yaklaşım
Dergisi, s.107-119.
Erpul, T., (1987), Planlı Dönemde Türkiye’de Kamu Borçlarının Yükü
(1963-1985), Devlet Bütçe Uzmanlığı Araştırma Raporları Dizisi, Sıra No: 2.
Ersel, H., Sak, G., 1995, “İşletme Sermayesi İhtiyacı, Kredi Bağımlılığı ve
Şirketler Kesiminin Kriz Dönemi Performansı”, İktisat İşletme ve Finans
Dergisi, S. 109, s.5-15.
Eser, U., (1993), Türkiye’de Sanayileşme, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları.
Evgin, T., 1996, “Dış Borçlarımız”, Hazine Dergisi, S. 4, s.71-88.
163
Foders, F., 2001, “Die ökonomische und wirtschaftspolitische Entwicklung
Lateinamerikas nach dem zweiten Weltkrieg”, Kieler Arbeitspapier, Nr.
1066, Kiel.
Franzmeyer, F., (1990), “Vorteil für alle? – Probleme des Handels und der
Handelspolitik im globalen Zusammenhang”, J.P. Opitz (Hrsg.) içinde, s.231-
267.
Gibson, H.D., Tsakalatos, E., (1996), “Uluslararası Borç Krizi: Nedenler,
Sonuçlar ve Çözümler”, F. Şenses(Haz.) içinde, s.173-210.
Groth, G., (1989), “İnternationale Verschuldungskrise” W. Cremer, İ.
Commichau(Hrsg.) içinde, s.450-526.
Güven, S., 2002, “Türkiye’de Banka Kredileri ve Büyüme İlişkisi”, İktisat
İşletme ve Finans Dergisi, Ağustos, s.88-100.
Haniotis, T., 1999, “Kosten und Nutzen der Staatsverschuldung”,
Grundlagenpapier zur Schuldenbremse, Bern.
IMF, World Economic Outlook, Çeşitli Sayılar.
İms, A.L., (1988), Die Schuldenkrise der Dritten Welt, Bonn: Friedrich
Ebert-Stiftung.
164
Karluk, R., (1994), Türkiye Ekonomisi, Eskişehir: Birlik Matbaası.
Kazgan, G., (1999), Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul:
Altın Kitaplar Yayınevi.
Kepenek, Y., Yentürk, N., (1995), Türkiye Ekonomisi, Ankara: Remzi
Kitapevi.
Keyder, N., 2001, “Türkiye’de 2000-2001 Krizleri ve İstikrar Programları”,
İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Haziran, s.37-53.
Keyder, N., 2003, “Kura Dayalı Program ve Dalgalı Kur Rejimi Uygulaması
Sırasında TL’nin Yabancı Para Karşısında Reel Değeri ve Cari İşlemler
Dengesi”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Ocak, s.77-83.
Keyder, N., Bozkurt, Ö., 2003, “Türkiye’nin Kamu Borç Stoku: Kompozisyonu
ve Sürdürülebilirliği”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Nisan, s.57-61.
Konukman, A., Oyan, O., 2001, “Yüzyıl Sonunda Türkiye’de Yeniden Bütçe
Açmazı”, Özgür Üniversite Forumu, S. 14, s.137-158.
Köse, A.H., Yeldan, E., 1998, “Dışa Açılma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin
Dinamikleri: 1980-1997”, Toplum ve Bilim, S. 77, s.45-67.
165
Lenin, V.İ., (1998), Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması,
Ankara: Sol Yayınları.
Magdoff, H., Sveezy, P., (1983), “Amerikan Kapitalizminin Derinleşen Krizi”,
Dünya Ekonomisinde Bunalım (Seçme Yazılar) İçinde, s.75-89, İstanbul:
Ar Basım Yayım ve Dağıtım A.Ş..
Mesner, D., (2001), Zur Bedeutung privater Akteure in der
Entwicklungspolitik internationale Entwicklungskooperation zwischen
Minimalstaatsillusionen und der Widerentdeckung der Staates,
http://www.uni-duisburg.de.
Opitz, J.P(Hrsg)., (1984), Die Dritte Welt in der Krise: Grundprobleme der
Entwicklungsländer, München: C.H. Beck’sche Verlagsbuchhandlung.
Opitz, J.P(Hrsg).,(1990), Weltprobleme, München: Bayerische
Landeszentrale für politische Bildungsarbeit.
Oyan, O., (1987), 24 Ocak Ekonomisinde Dışa Açılma ve Mali Politikalar,
Ankara: V Yayınları.
Oyan, O., (1998), Türkiye Ekonomisi Nereden Nereye?, Ankara: İmaj
Yayınevi.
166
Oyan, O., 2001, “Krizin Yıldönümü: Artık Her şey Kontrol Altında Mı?”,
http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org.
Oyan,O., Aydın, A.R., (1991), Türkiye’de Maliye ve Fon Politikaları
Alternatif Yönelişler, Ankara: Adım Yayıncılık.
Önder, İ., Kirmanoğlu, H., Kartallı, Y., (1995), Kamu Açıkları ve Kamu
Borçları, Ankara: Türk Harb-iş Sendikası Yayınları.
Önder, İ., Türel, O., Ekinci, N., Somel, C., (1993), Türkiye’de Kamu
Maliyesi, Finansal Yapı ve Politikalar, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Özatay, F., 1995, “1994 Krizinden Alınacak Dersler: Kamu İç Borç
Yönetiminde Yapılan Yanlışlıklar ve Güven Bunalımı”, İktisat İşletme ve
Finans Dergisi, S. 109, s.17-33.
Özatay, F., 1996, “Ortodoks Bir İstikrar Programı Yeterli Mi?”, İktisat İşletme
ve Finans Dergisi, Temmuz, s.19-29.
Özatay, F., Sak, G., 2001, “Dünyada ve Türkiye’de Kriz”, Radikal Gazetesi,
22 Mart.
167
Pazarcık, O., Ünsal, N., Nakipoğlu, E., (1989), Türkiye’de Dış Kredi
Kullanımı, Ankara: Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları: 380.
Santos, T.D., (1975), “Bağımlılığın Yapısı”, A.Aksoy(de.) içinde, s.37-50.
Seyidoğlu, H., (1994), Uluslararası İktisat, Teori Politika ve Uygulama,
İstanbul: Güzem Yayınları.
Sönmez, S., (1998), Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, Ankara: İmge
Kitabevi Yayınları.
Sönmez, S., 1998a, “Türkiye’de Kamu (Açığının) Finansmanı ve Enflasyon
Vergisi”, ODTÜ Gelişme Dergisi, S. 25 (2), s.361-377.
Sönmez, S., 2001, “Türk Ekonomisindeki Sabit “Çapa”: Dış Borçlanma”,
Özgür Üniversite Forumu, S. 14, s.30-46.
Şenel, A., 2002, “Dış Borç-Kriz Döngüsünde Yeniden Yapılandırma Çabaları:
Türkiye Deneyimi”, Mülkiye Dergisi, S. 236, s.69-95.
Şenses, F.(Haz.), (1996), Kalkınma İktisadı Yükselişi ve Gerilemesi,
Ankara, İletişim Yayınları.
168
Şenses, F., 1998, “Kriz, Dış Yardım ve Neoliberal Politikalar”, Toplum ve
Bilim, S. 77, s.29-43.
T.C.Merkez Bankası, 1994, Yıllık Rapor, Http://www.merkezbankası.gov.tr.
Tonak, A.E., 1998, “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’nın Bağlamı:
“Küreselleşme” ve Yabancı Sermaye”, Toplum ve Bilim, S.77, s.69-81.
Tonak, A.(der.), (2000), Küreselleşme, Emperyalizm, Yerelcilik, İşçi Sınıfı,
Ankara: İmge Kitabevi.
Tural, A., (1992), Devlet Borçları, Maliye ve Gümrük Bakanlığı Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı, Yayın No: 1992/325, Ankara.
TÜSİAD, (1996), Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Kamu Borçlanması,
İstanbul.
UNCTAD, 1997, Ticaret ve Kalkınma Raporu, Türk-iş Çevirisi.
UNCTAD, 2003, Trade and Development Report, New York ve Cenevre.
Uygur, E., 2001, “Krizden Krize Türkiye”, Türk Ekonomi Kurumu Tartışma
Metni, Ankara.
169
Uygur, E., 2003, “Finansal Şişkinlik, Riskler ve Düzeltme Gereği:
Makroekonomik Yansımalar”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Ocak, s.49-
66.
Uygur, E., 2003a, “Türkiye Ekonomisinde İstikrar: Bugünü ve Yarını”, İktisat
İşletme ve Finans Dergisi, Nisan, s.13-23.
Voyvoda, E.,Yeldan, E., 2002, “Türkiye Ekonomisi İçin Kriz Sonrası Alternatif
Uyum Stratejileri”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Kasım, s.18-28.
Yaffe, D., 2001, “Kriz: Kapitalizm’in Çıkmaz Sokağı”, Özgür Üniversite
Forumu, S. 99, s.46-51.
Yeldan, E., 1994, “Kamu-finansman Krizinin Ardındaki Etkenlerin Bölüşüm
Göstergeleri Açısından İrdelenmesi”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi,S.
100, s.56-73.
Yeldan, E., (2001), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Yenal, A., (1987), “Von der Schuldenkrise zur Weltwirtschaftskrise?”, P.
Czada(Hrsg.) içinde, s.421-444.
170
Yentürk, N., 1997, “Sıcak Para Girişi ve Reel Sektör”, Türk-İş’97 Yıllığı, 2.
Cilt, s.244-258.
Yıldırım, N., 2002, “Türkiye’nin Borç Dinamiği”, İktisat İşletme ve Finans
Dergisi, Haziran, s.29-45.
World Bank, (2001), World Debt Tables.
Zıllıoğlu, O.N., (1984), Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Sorunu,
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, No: 60.