151
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ ANABİLİM DALI KAMUOYUNDA KORE SAVAŞI Yüksek Lisans Tezi Gazi Doğan Ankara-2004

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/286/578.pdf · T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ ANABİLİM DALI

Embed Size (px)

Citation preview

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ

ANABİLİM DALI

KAMUOYUNDA KORE SAVAŞI

Yüksek Lisans Tezi

Gazi Doğan

Ankara-2004

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ

ANABİLİM DALI

KAMUOYUNDA KORE SAVAŞI

Yüksek Lisans Tezi

Gazi Doğan

Tez Danışmanı

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin Yaman

Ankara-2004

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ

ANABİLİM DALI

KAMUOYUNDA KORE SAVAŞI

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin Yaman

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

........................................... .....................

........................................... .....................

........................................... .....................

........................................... .....................

........................................... .....................

Tez Sınav Tarihi ...........................

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖNSÖZ ............................................................................................................. iii

KISALTMALAR............................................................................................... v

GİRİŞ .................................... ………………………………………………….1

I. BÖLÜM: KORE SAVAŞI ............................................................................ 8

1.1. KORE SORUNU.................................................................................. 8

1.1.1. II. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ .................................................. 8

1.1.2. II. DÜNYA SAVAŞINDA......................................................... 9

1.1.3. II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI................................................ 9

1.2. KORE SAVAŞI.................................................................................. 13

1.3. TÜRK TUGAYI’NIN KURULUŞU VE SAVAŞLARI ................... 27

1.3.1. TUGAYIN KURULUŞU ......................................................... 27

1.3.2. KUNURİ SAVAŞI .................................................................. 34

1.3.3. KUMYANGJANG-Nİ SAVAŞI ............................................. 40

1.3.4. TÜRK TUGAYI AÇISINDAN KORE SAVAŞI’NIN

SONUÇLARI .......................................................................... 43

II. BÖLÜM – TÜRK TUGAYI’NIN KORE’YE GÖNDERİLME

KARARI VE TEPKİLER ........................................................................... 44

2.1. KORE SAVAŞI’NA İLK TEPKİLER............................................... 44

2.2. HÜKÜMETİN KORE’YE ASKER GÖNDERME KARARI VE

TEPKİLER ....................................................................................... 53

2.2.1. İKTİDARIN BAKIŞ AÇISI……………………………........54

2.2.2. MUHALEFETİN BAKIŞ AÇISI……………………………57

2.2.3. DİĞER KURUMLARIN BAKIŞ AÇISI……………………61

2.3. KORE’YE ASKER GÖNDERME KARARI HAKKINDA

HÜKÜMETE GENSORU................................................................ 70

2.4. TÜRK TUGAYI’NI KURULUŞU VE KORE’YE

GÖNDERİLMESİNE TEPKİLER................................................... 77

2.5. SAVAŞ BOYUNCA KAMUOYUNUN TEPKİSİ. .......................... 80

2.6. DIŞ BASINDA KORE SAVAŞI. ...................................................... 94

III. BÖLÜM –KORE SAVAŞI PARALELİNDE TÜRKİYE-NATO

İLİŞKİLERİ...................................................................................... 96

3.1. KORE SAVAŞI ÖNCESİ. ................................................................ .96

3.2. KORE SAVAŞI SIRASINDA VE SONRASI............................... ..100

3.3. DIŞ BASINDA TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ ... ........................ 123

SONUÇ................. ......................................................................................... 128

ÖZET.......... ................................................................................................... 130

SUMMARY................................................................................................... 131

KAYNAKÇA................................................................................................. 132

ÖNSÖZ

Kore Savaşı, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan süreçte süper güç olma

iddiasındaki ABD ve Sovyetler Birliği’nin sürdürdükleri soğuk savaşın sıcak

savaşa dönüşmesinin diğer adıdır. Kore’nin jeopolitik önemi iki devletin

burasını neden ciddiye aldıkları hakkında yeterli ipucu vermektedir. Savaş,

Türk Hükümeti ve kamuoyunca da dikkatle takip edildi. Türkiye’nin

geleceğini ve emniyetini Batı Bloku’nda gören Demokrat Parti Hükümeti

savaşı bu mantıkla algıladı. Batı Bloku’nun en önemli savunma sistemi olan

NATO’ya girebilmek için birtakım fedakarlıklarda bulunmak gerektiği

bilincindeki yeni iktidar, bu amaçla Kore’ye 4500 kişilik bir tugay gönderdi.

Hükümetin aldığı karar kamuoyunda büyük yankı buldu. Basın, sivil toplum

örgütleri, siyasal partiler, öğrenci dernekleri, askeri makamlar konu hakkında

çeşitli tepkiler ortaya koyarak bu önemli kararı etraflıca aydınlatmaya

çalıştılar.

Tezin giriş bölümünde II. Dünya savaşı sonrası dünyadaki ve

Türkiye’deki önemli siyasal değişmeler üzerinde durulmaktadır. Bu

dönemdeki soğuk savaş olgusu, Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki

baskısı, Truman Doktrini, Marshall Planı, NATO’nun kuruluşu ve

Türkiye’deki yeni siyasal yapı bu bölümde değerlendirilmektedir.

I. Bölümde Kore sorununun II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında

aldığı şekil, Kore Savaşı’nın geçirdiği evreler ve Türk Tugayı’nın savaşları

üzerinde durulmaktadır.

II. Bölüm kamuoyunu baz alarak savaşın Türkiye açısından genel

çizgilerini ortaya koymaktadır. Hükümetin Kore’ye asker gönderme kararına

iktidarın, muhalefetin ve diğer kurumların farklı bakış açıları

değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Hükümete açılan gensoru, savaş boyunca

basının yaklaşımı ve dış basının tepkileri de bölümde ele alınmaktadır.

III. Bölümde Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasındaki en büyük

etken olan NATO’ya giriş çabalarına yer verilmektedir.

Savaşın askeri boyutunda cephedeki komutanların anıları ve

Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırlattığı kitaplar önemli bir kaynak işlevi

görmüştür. Kamuoyundaki hassasiyetleri göstermesi bakımından basının

önemi yadsınamaz. Doğal olarak tezdeki kaynakçaların büyük bir kısmını bu

kaynaklar oluşturmaktadır.

Son olarak bu tezi hazırlarken bana yol gösteren ve her türlü yardımı

esirgemeden yapan tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin YAMAN’a

teşekkürleri bir borç bilirim.

GAZİ DOĞAN

ANKARA,2004

KISALTMALAR

A.B.D. : Amerika Birleşik Devletleri

a.g.e. : adı geçen eser

a.g.m. : adı geçen makale

NATO : Kuzey Atlantik Savunma Paktı

TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

GİRİŞ

Yakın siyasi tarihteki en büyük savaşlardan bir tanesi olan II.

Dünya Savaşı gerek nedenleri ve gerekse sonuçları bakımından dünya

siyasetini derinden etkilemiştir. Mihver Devletleri; Nasyonal Sosyalist

Almanya, Faşist İtalya ve Militarist Japonya’nın bir tarafta yer aldığı savaşın

diğer tarafını Müttefik Devletler; ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği

oluşturmuştur.1

II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerin başında I.

Dünya Savaşı sonrası imzalanan barış antlaşmalarının yenik devletlere

yüklediği ağır koşullar sonucu bu devletlerde oluşan ekonomik ve siyasal

istikrarsızlığın yol açtığı bunalımlar gelmekteydi. Öncülüğünü Almanya’nın

yaptığı faşist akımlar bu bunalımlar sayesinde güçlenmişlerdi. 1933’de

iktidara geçen Hitler, Almanya’yı Milletler Cemiyeti’nden çıkararak mevcut

statükodan rahatsızlık duyduğunu ve bu statükonun değiştirilmesi gerektiğini

savunmaktaydı. Hitler’in savaş öncesi attığı en önemli adım, Versay

Antlaşması’nın silahlanmayla ilgili hükümlerini tanımadığını 1935’de resmen

açıklamasıydı. Almanya gibi benzer revizyonist kaygılar taşıyan İtalya’nın

1936’da Etiyopya’yı işgali ve bu işgale karşı herhangi bir yaptırımın

uygulanamaması dünyadaki tansiyonu iyice arttırdı. Bir diğer revizyonist

hareket ise 1937’de Çin’i işgal eden Japonya’dan geldi ve böylece Mihver

Devletleri’ni oluşturacak olan üçlü birlik kurulmuş oldu.2

Almanya 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak savaşı

başlatmış oldu. Müttefik Devletlerden İngiltere ve Fransa 3 Eylül’de

Almanya’ya savaş ilan etti. Almanya üstün kuvvetleriyle kısa sürede Polonya,

Hollanda ve Belçika’yı işgal ederek Fransa üzerine yürümüştür. 10 Haziran

1940’da Almanya’nın kesin galibiyetinden üzerine Fransa Hükümeti Paris’ten

ayrılmıştır. Aynı gün İtalya da İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan ederek

Almanya’nın safına katıldı. Yeni Fransa Hükümetinin 16 Haziran 1940’da

istediği ateşkes 22 Haziran’da imzalanarak yürürlüğe girdi. Fransa’nın

mağlubiyetinden sonra General Charles de Gaulle Özgür Fransa hareketini

başlattı. Batı Avrupa ve Balkanlar’da istediği sonucu aldığına inanan

Almanya bu kez daha önce Saldırmazlık Paktı imzalamış olduğu Sovyetler

Birliği’ne saldırdı. Almanya 22 Haziran 1941’de başlattığı saldırıda önemli

kazanımlar elde ettiyse de hiç ummadığı bir direnişle karşılaştı.3

1939-1940 yıllarında Çin’i işgale devam eden Japonya

Müttefiklerin Almanya ile uğraşmasından yararlanarak Çinhindi’ne de

1 Fahir Armaoğlu, 20. y.y. Siyasi Tarihi (1914-1995), Alkım Yayınları, İstanbul, 1995, s. 361 2 a.g.e., s. 335-358 3 Coşkun Üçok, Siyasi Tarih Dersleri, Ankara, 1957, s. 358-367

saldırdı ve bu durum 1941 yazından sonra Japonya’yı Uzakdoğu’da stratejik

dengeleri tehdit eden bir güç konumuna yükseltti. Tehditten en çok rahatsızlık

duyan devlet ABD oldu ve sorunu diplomatik yollardan çözme girişimlerinin

başarısızlığı iki devleti karşı karşıya getirdi. Japonya’nın 7 Aralık 1941’de

gerçekleştirdiği Pearl Harbor Baskını ile ABD’nin Pasifik Donanması’na

büyük darbe indirmesi ABD’nin Müttefikler safında savaşa girmesine neden

oldu ve savaşın seyri değişti. ABD’nin 1942 Temmuzunda başlattığı

hücumlar sonucu Japon ilerleyişi durduruldu ve Ocak 1943’den itibaren

Japonya geri çekilmeye zorlatıldı.4

Müttefik kuvvetlerin 6 Haziran 1944’de gerçekleştirdiği

Normandiya Çıkarması Almanların Fransa’dan ve Batı Avrupa’dan

çıkarılmasını öngörüyordu ve bu hedef doğrultusunda 24 Ağustos’ta Paris’e

girildi. 1945 yılına gelindiğinde Mihver Devletleri için artık durum hiç de

parlak değildi. Müttefiklerin 23-24 Mart 1945 gecesi başlattıkları büyük

saldırı Alman birliklerinin hızla bozulmasına neden oldu ve 25 Nisan’da

Berlin kuşatıldı. Hitler 30 Nisan’da intihar etti. Böylece Avrupa’daki savaş 8

Mayıs 1945’de resmen sona erdi. Uzakdoğu’daki çarpışmalar da ABD’nin 6

Ağustos 1945’de Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta Nagasaki’ye attığı iki atom

bombası sonucu son evresine geldi. Japonya’nın 2 Eylül’de teslim olmasıyla

buradaki savaş da sona erdi.5 Savaşın bilançosu gerçekten çok ağırdı; 45-60

4 a.g.e., s. 368 5 a.g.e., s. 367-373

milyon arası can ve yaklaşık 480 milyar dolarlık mal kaybı tahmin edilen

rakamlardır.6

II. Dünya Savaşı sonunda dünyadaki güç dengeleri değişti. Uzun bir süre

süper güç olmayı sürdüren İngiltere’nin artık bu gücünden uzaklaştığı

görüldü. Galip devletler safında yer almasına rağmen Fransa da güç

merkezi olma özelliğini kaybetti. Avrupa’nın yıkımı sonrası değişen

konjonktür iki gücü dünya sahnesine çıkarttı. Bu iki güçten biri ABD,

diğeri yeni rejimiyle hızlı bir gelişme gösteren Sovyetler Birliği idi. İki

ülke II. Dünya Savaşı’nda aynı safta yer almalarına karşın savaş sonunda

farklı ideolojilerinden ötürü karşı karşıya geldi. Kore Savaşı da bu

çatışmanın bir parçası olması bakımından “Soğuk Savaş” döneminin

önemli bir gelişmesi olara tarihteki yerini aldı.7

II. Dünya Savaşı’na katılmama konusunda büyük bir kararlılık

gösteren Türkiye savaş sonunda oluşan yeni süreçten oldukça etkilendi.

Soğuk Savaş’ın aktörlerinden biri olan Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında

bu dönemde ciddi gerginlikler ortaya çıktı.8 Sovyetler Birliği’nin önce

Boğazların kendileri için bir tehdit olarak kullanıldığını sonra da Kars ve

Ardahan üzerinde hakları olduğunu iddia etmesiyle başlayan gerginlik iki

ülkenin birbirlerine yolladıkları notalarla devam etti. Sovyetler Birliği 19

Mart 1945 tarihinde 1925 tarihli Türk- Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık

Paktı’nı feshetti. Buna karşın Türk Hükümeti ılımlı bir yaklaşımla bu

6 Düşmanı Kore’de Karşıladık, Kore’ye Niçin Asker Gönderdik, DP Neşriyatından, Güneş Matbaası, Ankara, 1954, s. 3 7 Armaoğlu, a.g.e., s. 419-420

antlaşmanın yenilenmesi için yapılacak teklifleri “dikkat ve hayırhahlıkla”

incelemeye hazır olduğunu bildirdi. Sovyetler Birliği’nin 7 Haziran 1945

tarihli notayla Türkiye’den toprak ve üs talebinde bulunması iki ülke

ilişkilerinde uzun yıllar devam edecek bir soğukluğa neden oldu.9 Nota

trafiği 1946 yazında tekrar şiddetlendi. Potsdam Konferansı kararlarına uygun

olarak Boğazlar hakkındaki görüşlerini Türk Hükümetine 7 Ağustos 1946

notasıyla bildiren Sovyetler Birliği, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sırasında

Boğazlardaki yetkisini kötüye kullandığını ve Mihver Devletleri’nin

gemilerine geçiş izni verdiğini iddia ederek Türkiye’yi suçladı. Türk

Hükümeti bütün iddiaları 22 Ağustos 1946 tarihli notayla reddetti.10

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye yönelik tehditleri Türk

kamuoyunda “küstahça” bir davranış olarak değerlendirildi.11 Karara devlet

adamlarından da büyük tepki geldi. İstanbul Milletvekili Kazım Kaarbekir 20

Aralık 1945’de Meclis’te yaptığı konuşmada, Boğazların Türk milletinin

gerçekten boğazı, Kars yaylasının da milli belkemiği olduğunu belirterek bu

iki önemli konuda da taviz verilmesinin Türkiye’yi yok edeceğini ileri sürdü

ve kamuoyunda heyecanla alkışlandı.12 Benzer bir tepki de Cumhurbaşkanı

İsmet İnönü’den geldi. İnönü, Boğazlar ile ilgili olarak Türkiye’nin Montreux

Sözleşmesi’nde kabul ettiği yükümlülüklerin dışında herhangi bir davranış

8 a.g.e., s. 415-416 9 Kore’de Savaşanlar Derneği’nin Muhtırası, Ankara, 1975, s. 6 10 Armaoğlu, a.g.e., s. 427-429 11 Şinasi Sükan, Marikko Matsubara, Ay Matbaası, Ankara, 1974, s. 6

içine girmediğini belirterek Sovyetler Birliği’nin bu konudaki suçlamalarını

reddetti. İnönü’nün toprak talebi konusunda ifade ettiği: “Açıkça söylüyoruz

ki Türk topraklarından hiç kimseye verecek bir borcumuz yoktur! Şerefli

insanlar olarak yaşayacağız ve şerefli insanlar olarak öleceğiz!” sözleri konu

hakkında kamuoyuyla paylaşılan ortak duyguların bir ifadesiydi13. Türkiye ile

Sovyetler Birliği arasındaki gergin ilişki 1958’e kadar devam etti, ancak bu

tarihten sonra iki ülke arasında kısmi bir iyimserlik havası oluştu.14

İki bloklu dünyada ABD ile Sovyetler Birliği’nin çıkarları

çatışmaktaydı. ABD Başkanı Truman Sovyetler Birliği’ni demokrasiye, insan

haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne karşı bir rejim olarak değerlendirirken,

Sovyetler Birliği de ABD’yi emperyalist politikaların baş aktörü olarak

görmekteydi.15 ABD, kendi düşüncesine taraftar ülkelere ekonomik yardım

yapmanın siyasal geleceği açısından önemli olduğu bilincindeydi. Türkiye ve

Yunanistan’ın desteklenmesi gerektiği ABD’nin dış politikasında ön plana

çıktı. ABD Kongresi 22 Mayıs 1947’de Yunanistan’a 300 milyon ve

Türkiye’ye 100 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını kabul etti.16

Truman Doktrini temelde Türkiye ve Yunanistan’a yardımı

öngörmekteydi. Buna karşılık Avrupa’nın diğer ülkeleri savaşın getirdiği

12 Armaoğlu, a.g.e., s. 427 13 Şerafettin Turan, İsmet İnönü, Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000, s. 260 14 Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi (1700-1958), Kamer Yayınları, İstanbul, 1998, s. 767 15 Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronolojisi: Kore, 1950-1953, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1990, s. 13

sıkıntılardan kurtulamamış ve çıkış yolu aramaktaydılar. Bu sıralarda

“Marshall Planı” adı verilen ABD’nin Avrupa’nın ekonomik açıdan yeniden

ayakları üzerinde durabilmesini içeren kalkındırma programı uygulanmaya

başlandı.17 Buna göre Avrupa ülkeleri kendi aralarında birlik kuracaklar ve

ekonomik işbirliğine girişeceklerdi. Genel işbirliği sonunda bir açık ortaya

çıkarsa ABD bunu karşılayacaktı.teklifin görüşülmesi için 27 Haziran

1947’de Paris’te bir toplantı yapıldı. George Marshall planına Sovyetler

Birliği ile yandaşlarını da dahil ettiği için Paris toplantısına Sovyetler Birliği

de katıldı.18 Sovyet delegasyonu başkanı Molotov, planın Avrupa’yı

ekonomik kontrol altına alma amacını güttüğünü ileri sürerek 2 Temmuz

1947’de konferansı terk etti.19

4 Nisan 1949’da 12 Batılı devletin oluşturduğu NATO ( North

Atlantic Treaty Organisation) kuruldu.20 Bir savunma ittifakı olarak sunulan

antlaşmada taraflar “milletlerinin, demokrasi prensipleriyle fert hürriyetleri ve

hukukun üstünlüğü üzerine müesses bulunan hürriyetlerini, ortak miraslarını

ve medeniyetlerini korumaya karar vererek” anlaşmazlıkları Birleşmiş

Milletler ilkelerine uygun olarak barışçı yollarla çözmeyi, ekonomik

seviyelerini denk hale getirmek ve bu konudaki dengesizlikleri gidermek için

16 Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara, 1987, s. 202 17 Öke, a.g.e., s. 15 18 Armaoğlu, a.g.e., s. 444 19 Öke, a.g.e., s. 15 20 Armaoğlu, a.g.e., s. 448-49

işbirliği yapmayı ve bir saldırıya karşı askeri güçlerini birleştirip

kuvvetlendirmeyi taahhüt etmekteydi.21

1945-1950 arası dönemde Türkiye’deki iç yapıda ciddi değişiklikler

meydana geldi. En önemlisi, Türk siyasal yaşamının çok partili yapıya

geçmesiydi. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de de artık tek partili yapının

işleyemeyeceği ve biran önce çağdaş, Batılı tarzda demokratik yapıya

geçilmesi gereği ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ittifak kuracağı ülkeler

genelde çok partili anlayışla yönetilen devletlerdi. Türkiye de Birleşmiş

Milletler’in kuruluş kararının verildiği San Francisco Konferansı’na

gönderdiği temsilcisi aracılığıyla çok partili hayata geçiş kararında olduğunu

olası müttefiklerine duyurdu.22 7 Temmuz 1945’de Milli Kalkınma Partisi, 7

Ocak 1946’ da ise 14 Mayıs 1950‘de iktidara gelecek Demokrat Parti

kuruldu.23

II. Dünya Savaşı sonrası Türk Hükümetlerini yönünü Batı Bloku’na

döndü.Recep Peker Hükümeti ile başlayan Amerikan yanlısı politika, Hasan

Saka ve Şemsettin Günaltay Hükümetleri ile devam ederek Adnan Menderes

Hükümetine kadar geldi. Menderes Hükümetleri döneminde ise ABD ile

ilişkiler çok daha derin boyutlar kazandı.24

21 Öke, a.g.e., s. 16 22 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul, 1996, s. 128 23 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859-1952, II. Baskı, İstanbul, 1985, s. 638-647 24 Öke, a.g.e., s. 57

Kore Savaşı, Soğuk Savaş atmosferi içinde dünyanın ilgisini çekti ve yeni bir dünya

savaşı çıkacağı endişesine sevk etti. Türkiye’deki siyasal yapının değişmesiyle

işbaşına gelen Demokrat Parti dış politikada barış yanlısı tutumu terk ederek daha

aktif bir politika izlemeyi tercih etti ve Kore Savaşı’na fiilen katılma kararı aldı.

Kore Savaşı dış politik gelişmeler bakımından Türkiye için önemli sonuçlar

doğurdu. Türkiye bu savaştaki başarılarıyla NATO kapısını araladı. Böylece o güne

kadar yoksunluğunu hissettiği uluslar arası güvenlik sistemine dahil oldu.

I. BÖLÜM

KORE SAVAŞI

1.1. KORE SORUNU

1.1.1. II. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ

Kore; Asya’nın doğusunda 34-43 paralelleri ve 124-130 meridyenleri

arasında, Çin ve Sovyetler Birliği ile karadan, Japonya ile denizden komşu

stratejik açıdan önemli bir yarımadadır.25 Kore’yi elde edecek bir devletin

Japonya’yı, Çin’i, Formoza’yı ve bölgenin diğer bir çok ülkesini buradan kontrol

edebilmesi, Kore üzerinde benzer emperyalist hesapları olan ABD ve Sovyetler

Birliği’nin asıl amacının sadece Kore olmayıp bütün bir Asya Kıtası olduğunu

açıkça göstermektedir.26

25 Kore Harbinde TSK’nın Muharebeleri (1950-1953) Özet, Erkân-ı Harbi Umumi Basımevi, Ankara, 1959, s. 3. 26 Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronolojisi; Kore, 1950-1953, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1990, s. 18

Çok eski dönemlerden itibaren Çin ve Japonya’daki hanedanların ilgi

odağı olan, iki ülke tarafından devamlı olarak elde edilmesi gereken bir stratejik

üs olarak görülen Kore üzerinde 19. Yüzyılın sonlarına doğru güçlü bir Japon

baskısı oluşmuş ve bu baskının sonucu olarak Japonya bölgedeki en güçlü devlet

olmuştur. Japon egemenliğine giden süreçte yakın tarihli iki savaş çok önemli rol

oynamıştır. Bu savaşlardan ilki olan 1894-1895 Japonya-Çin Savaşı’nda Japonlar

Çinlileri mağlup ederek bölgeye yerleşmişlerdir. İkinci büyük savaş olan 1904-

1905 Japonya-Rusya Savaşı ile Rusları yenen Japonlar, bölgenin en güçlü devleti

haline gelmiş ve 1910’da eyaletleri haline dönüştürdükleri Kore’de 40 yıl kalarak

hakimiyetlerini 1945 yılına kadar devam ettirmişlerdir.27

1.1.2. II. DÜNYA SAVAŞINDA

Kore, bir problem olarak ilk defa 1 Aralık 1943’deki Kahire

Konferansı’nda ABD, İngiltere ve Çin tarafından ele alındı. Kore’nin vakti

gelince hürriyet ve bağımsızlığına kavuşacağını vaat etmelerine rağmen28

düşünülen bir tür uluslararası mandaterlikti.29 4-11 Şubat 1945’de toplanan Yalta

Konferansı’nda Japonların Kore’den çıkarılması görevi Amerikan ve Sovyet

ordularına verildi. 7 Temmuz - 2 Ağustos 1945’deki Potsdam Konferansı’nda

Kahire Konferansı’ndaki karar teyit edildi. 8 Ağustos 1945’te Rusya, Potsdam

Konferansı kararlarına katıldığını bildirdi ve Japonya’ya savaş ilan etti. O zaman

Amerika Savunma Bakanı’nın teklifi ve Başkanın onayı ile Kore’deki 38. paralel

kuzeyinin Sovyetler Birliği, güneyinin Amerikalılar tarafından işgali

kararlaştırıldı. Sovyet kuvvetleri 12 Ağustos 1945’de Kuzey Kore’ye, Amerikan

kıtaları da 8 Eylül 1945’de G.Kore’ye girdi. Sovyetler Birliği Kore’nin 38. Paralel

27 Tahsin Yazıcı, Kore Hatıralarım, Ülkü Basımevi, İstanbul, 1963, s. 7. 28 Kore’de Esir Mübadelesi, 1953, Kızılay Cemiyeti Neşriyatı, Ankara, 1954, s. 3.

kuzeyini ABD’ye kapattı. Beş yıl sonra büyük bir felakete neden olacak 38.

Paralel sorunu ortaya çıkmış oldu.30

1.1.3. II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI

ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanları 16-22 Aralık

1945’de Moskova’da bir araya geldiler. Bu toplantıda Kore için demokratik bir

hükümetin kurulması ve Çin’in de dahil olduğu dört büyük devlete gerekli

tavsiyelerde bulunmak üzere Kore’deki Amerikan ve Sovyet komutanları

temsilcilerinden oluşacak bir karma komisyon kurulması kararlaştırıldı. İlk

toplantısını 20 Mart 1946’da Seul’de yapan karma komisyon ikinci ve üçüncü

toplantılarında bir antlaşmaya varamadı. Sovyetler Birliği, Kore’nin komünist bir

idare altında birleştirilmesinden başka bir çözüm tarzına yanaşmadı. ABD ise,

Kore halkının serbestçe oyunu kullanması taraftarıydı. Bu yüzden ABD, İngiltere,

Sovyetler Birliği ve Çin’in oluşturmuş olduğu Karma Komisyon ve bu

komisyonun çözmeye çalıştığı Kore Sorunu çıkmaza girdi.31

Birleşmiş Milletler’in ikinci toplantı devresinde Kore’nin bağımsızlığı

konusundaki ABD’nin görüşleri Dışişleri Bakanı Marshall tarafından

açıklandıktan sonra, üye devletlerin karar vermeleri istendi. Genel Kurul,

Sovyetler Birliği’nin muhalefetine rağmen “Kore’nin bağımsızlığı” sorununu 23

Eylül 1947’de incelemek üzere Siyasi Meseleler ve Güvenlik Komisyonu’na

verdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 6 çekimsere karşı 43 oyla kabul

edilen 14 Kasım 1947 tarihli kararda:

29 Öke, a.g.e., s. 21 30 Kore Harbinde TSK’nın Muharebeleri..., s. 19-20. 31 a.g.e., s. 20.

a) Kore halkının temsilcileri Kore Sorunu’nun incelenmesine davet

edilecektir.

b) Derhal bir Birleşmiş Milletler Geçici Kore Komisyonu kurulacaktır. Bu

komisyon Kore’de çalışacak ve serbestçe dolaşarak bütün Kore halkı ile

istişarelerde bulunacaktı. Bu komisyon, Avustralya, Kanada, Çin, Fransa,

Hindistan, Ukrayna, Salvador, Filipin ve Suriye temsilcilerinden

oluşacaktır.

c) Kore seçimleri 31 Mart 1948’de Geçici Kore Komisyonu’nun gözetimi

altında yapılmalıdır.

d) Seçimlerden sonra toplanacak olan Kore Millet Meclisi tarafından

kurulacak bir Milli Kore Hükümeti, Geçici Kore Komisyonu ile istişare

halinde şunları yapacaktır:

1) Kore, kendi emniyeti için gerekli milli kuvvetleri meydana getirecek ve

buna dahil olmayan askeri veya yarı askeri teşkilatı kaldıracaktır.

2) İşgal kuvvetlerinin 90 gün içinde çekilmesi için gerekli önlemler

alınacaktır.

3) Kuzey ve Güney Kore’de askeri veya sivil makamlar tarafından yapılan

idari görevleri üzerine alacaktır.32

Sovyetler Birliği, Genel Kurul’un aldığı bu kararlara sonuna kadar

muhalif kaldı. Bu karar gereğince oluşan Birleşmiş Milletler Geçici Komisyonu,

12 Ocak 1948’de Seul’de ilk toplantısını yaptı. Sovyetler Birliği, Komisyon ile

işbirliği yapmaktan çekindi ve Pyongyang’daki Sovyet İşgal Komutanı

32 a.g.e., s. 20-21.

komisyonun ülkeye girmesine izin vermedi. Sovyetler Birliği’nin bu tavrı ile

seçimlerin aynı anda bütün ülkede yapılamayacağı anlaşıldı. Seçimler 10 Mayıs

1948’de sadece Güney Kore’de yapıldı.33

Güney Kore’de yapılan seçimler sonucunda ve 12 Temmuz 1948’de

kabul edilen Anayasa’ya göre, 17 Temmuz’da Kore Cumhuriyeti ilan edildi. 24

Temmuz’da Cumhurbaşkanlığına Syngman Rhee seçildi ve 5 Ağustos günü

hükümet kuruldu.34 ABD, 15 Ağustos 1948’de ülke yönetimini hükümete

devrederek yönetimden çekildi.35

Kuzey Kore’de Mayıs 1945’de yönetimi ele alan Halk Şurası, 9

Temmuz 1948 tarihli toplantıda, 10 Şubat 1948’de kabul edilen Kore Demokratik

Halk Cumhuriyeti Anayasası’nı uygulamaya karar verdi. Seçimler Güney

Kore’den üç buçuk ay sonra yapıldı. Seçilen milletvekilleri Kore halkının Yüksek

Şurası’nı oluşturarak 9 Eylül 1948’de Kore Halk Cumhuriyeti’ni kurdular ve

cumhurbaşkanlığına Kim-il-Sung’u seçtiler. Böylece Kore’de iki farklı hükümet

kuruldu ve her ikisi de kendilerini Kore’nin tek temsilcisi olarak görmeye başladı.

Kore’de hükümetler kurulduktan sonra Birleşmiş Milletler Genel

Kurulu’nun 14 Kasım 1947 tarihli kararına göre; Sovyet ve Amerikan ordularının

Kore’yi boşaltmaları gerekiyordu. Sovyetler, 1948 yılı Aralık ayı içinde Kore’yi

boşaltmış olacaklarını Birleşmiş Milletler’e bildirdi. Yalnız bu boşaltmanın

Birleşmiş Milletler Kore Geçici Komisyonu tarafından yerinde kontrol edilmesine

yanaşmadı. Amerikalılar da, Güney Kore ordusunun yetiştirilmesi için askeri

33 Öke, a.g.e., s. 25. 34 Fahir Armaoğlu, 20. Yy. Siyasi Tarihi, Alkım Yayınları, İstanbul, 1995, s. 454; Yazıcı, a.g.e., s.

8. 35 Kore’de Esir Mübadelesi, s. 3.

danışmanlardan oluşan 500 kişilik bir uzmanlar grubu dışında Güney Kore’yi 29

Haziran 1949’a kadar tamamıyla boşalttı.36

ABD ve Sovyetler Birliği kendi yandaşları olan hükümetlerle ikili

antlaşmalar yaparak bölgedeki nüfuzlarını korumaya çalıştı. ABD; Güney Kore

Cumhuriyeti ile biri 31 Aralık 1948’de, diğeri 6 Ocak 1950’de olmak üzere iki

tane askeri yardım ve güvenlik paktı imzaladı. Bu antlaşmalara göre, ABD Güney

Kore’ye 10 milyon dolarlık teçhizat vermeyi kabul etti. Amerikan Kongresi

Dışişleri Komisyonu da 31 Ocak 1950’de, 60 milyon dolarlık yardım kararı aldı.

Sovyetler Birliği ile Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti arasında 20 Mart

1949’da on yıllık bir yardım paktı imzalandı.37 Bu anlaşmalar da açıkça

göstermektedir ki, her iki güç de Kore’deki nüfuzlarını tamamen terk etmek

istemeyip, birbirlerinin hatalarını kollamaya başlayacaklardı. Kore Savaşı, bu iki

devletin temsil ettiği iki farklı ideolojinin birbirlerini sınamak için giriştikleri

savaşın adı olacaktır.

1.2. KORE SAVAŞI

Kore anlaşmazlığı, 25 Haziran 1950 sabahı Kuzey Kore kuvvetlerinin

Güney Kore ile sınırı oluşturan 38. paralel boyunca saldırıya geçmeleriyle sıcak

savaşa dönüştü. Harekâtın bütün sınır boyunca yapılması, her şeyin önceden

planlanmış olduğunu ve Kuzey Korelilerin kuvvetli donanımlarından tek bir darbe

ile Güney Kore’yi ilhak etmek istediklerini ortaya koyuyordu.38 Güney Kore’yi

emperyalist güçlerin elinden kurtararak, bir bayrak ve rejim altında birleşik

36 Kore Harbinde TSK…., s. 23-24 37 a.g.e, s. 23.

Kore’yi kurmak ideali Kuzey Kore ordusunu inançlı ve canlı tutmaktaydı. 38.

paralel üzerindeki bütün sınır boyunca dağınık durumda olan Güney Kore ordusu

bu taarruza dayanamadı.39 Kuzey Kore’nin Sovyetler Birliği’nin desteğiyle Güney

Kore’ye saldırdığı, Moskova’nın talimatıyla bunu gerçekleştirdiği kamuoyunda

genel kabul gören bir görüştü.40

Aynı gün saat 11’de yani harekât başladıktan yedi saat sonra Kuzey Kore

Hükümeti Güney Kore’ye Savaş ilan etti. Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye verdiği

ültimatomda şu düşünceler bildiriliyordu:

a) Bütün Kore komünist idaresi altında birleşecek,

b) Tek Hükümet, tek ordu olacak,

c) Güney Kore Hükümeti üyeleri Kuzey Koreliler’e teslim edilecek

d) Birleşmiş Milletler’in Kore’deki komisyonu, yabancı askeri ve siyasi

komisyonları memleketten çıkarılacak.

Kuzey Kore’nin ültimatomu Güney Kore tarafından reddedildi.41

İki tarafın askeri güç dengelerine gelince; Kuzey Kore’nin 13 piyade ve

bir zırhlı tümenle bir tank alayı ve 150 taktik uçaktan oluşan yaklaşık 183000

38 Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 112 ; Hürriyet,”Kore’de Harp Başladı”, 26 Haziran 1950; Milliyet,”Kore’de Dün Fiilen Harp Başladı”, 26 Haziran 1950 39 Ali Denizli, Kore Harbinde Türk Tugayları, s. 23-25; Öke, a.g.e., s. 28. 40 Armaoğlu, a.g.e., s. 455; Kore’de Savaşanlar Derneği’nin Muhtırası, Gürsoy Matbaacılık

Sanayii, Ankara, 1975, s. 9 ; Şermin Hıfzı Erim, Mehmetçik Kore Yolunda, Güney Matbaacılık,

Ankara, 1950, s. 17. ; Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 112 41 Yazıcı, a.g.e., s. 22.

kişilik iyi hazırlanmış ordusuna karşı Güney Kore ordusu, mevcutları zayıf ikişer

ve üçer piyade alaylı, seferber edilmemiş 8 piyade tümeninden ibaretti.42

ABD’nin isteğiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 25 Haziran

1950’de toplantıya çağrıldı.43 Komünist Çin’in Birleşmiş Milletler’e alınmaması

dolayısıyla Güvenlik Konseyi toplantılarına katılmayan Sovyetler Birliği, 25

Haziran 1950 toplantısını boykot etti. Sovyet vetosu tehlikesi ortadan kalkmış

olduğundan Güvenlik Konseyi, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırmakla

barışı bozmuş olduğuna karar verdi. 27 Haziran 1950’de Konsey, yine ABD’nin

isteği üzerine Kuzey Kore’ye karşı zorlama tedbirlerinin uygulanmasına karar

verdi.44 Güvenlik Konseyi’nin o güne kadar zorlama tedbirleri alabildiği tek olay

Kore olayıdır. Zorlama tedbirlerinin alınması, ABD’nin olay bölgesine yakın

yerlerde hazır kuvvetlerinin bulunması ve kuvvetlerini kullanmak arzusunda

olması; komünizmin yayılmasını önlemek için giriştiği mücadele sayesinde

gerçekleşti. Ayrıca Birleşmiş Milletler Komisyonu’nun Kore’de bulunması ve

saldırı olayını yerinde tespit ederek, bundan teşkilatı haberdar etmesi ile olayın

Güvenlik Konseyi’nde görüşülmesi sırasında Sovyetler Birliği temsilcisinin

bulunmaması ve alınan kararları veto edememesi sonucu bu tedbirler alındı.45

26 Haziran 1950’de Kuzey Kore’nin hücuma devam ettiği

anlaşıldığından, bölgede “silahlı taarruzu geri püskürtmek ve barışı iade için”

Kore Cumhuriyeti’ne yardım yapılması istenilerek, 28 Haziran 1950’de bütün üye

devletlere Birleşmiş Milletler Konseyi’nin hür milletler tarihinde çok önemli bir

42 Kore Harbinde TSK..., s. 25; Celal Dora, Kore Savaşında Türkler, İstanbul, 1963, s. 2. 43 Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 112 44 Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 115 45 Emine Yılmaz-Meliha Yücel, “Kore Savaşı (1950-1953) Türkiye ve Dünya Açısından Genel Bir

Değerlendirmesi”. Askeri Tarih Bülteni, s. 145.

dönüm noktası olan 27 Haziran 1950 tarihli kararı bildirildi.46 Alınan karar

sonucunda Birleşmiş Milletler’de herhangi bir saldırıya karşı direnme azmi

doğmuş ve üye devletler kollektif emniyetin savunmasında birleşerek Konsey

kararını 56 üye devletten 53’ü prensip itibarıyla kabul etmişlerdi.47

Doğal olarak Pekin gelişmelerden memnun değildi. 28 Haziran 1950’de

Mao Tse Tsung adamlarını topladı. Çin Dışişleri Bakanı Çu En Lai, ABD’nin

tavrını açıkça “Çin topraklarına silahlı saldırı” olarak değerlendirdi. Mao Tse

Tsung konuşmasında Washington’u suçlayarak: “Asya Asyalılarındır.

Amerika’nın Kore, Filipin, Tayvan ve diğer yörelerin içişlerine müdahalesi

haksızdır” diyerek Amerikan emperyalizminin her provakasyonuna karşı

çıkılması gerektiğini belirtti.48 ABD Başkanı Truman’ın gelişen olaylar karşısında

dünya kamuoyuna verdiği demeç çok geniş yankı yaptı. Truman; Birleşmiş

Milletler’e inandıklarını ve Birleşmiş Milletler’i desteklemek için Kore’ye

gittiklerini vurgulayarak Kore’nin bağımsız bir devlet olmasını istediklerini,

Kore’deki çarpışmaların bir üçüncü dünya savaşına yol açmaması gerektiğini

belirtti. Ayrıca Asya’nın herhangi bir bölgesinde gözlerinin olmadığını da

söyleyerek Çin’in rahat olması gerektiği fikrini savundu.49

Savaşın üçüncü gününde Seul Kuzey Korelilerin eline geçti.50 Temmuz

başından itibaren ileri kısımları ile Han Nehrini geçen Kuzey Kore Ordusu

karşılarında hiçbir direniş olmadığından ilerlemelerine devam etti. Bu ilerlemeler

46 Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 115; Hürriyet,”Birleşmiş Milletler Fiilen Müdahalede Bulunacak”, 29 Haziran 1950 47 Yılmaz-Yücel, a.g.m., s. 145. 48 Öke, a.g.e., s. 33-34. 49 Erim, a.g.e., s. 17. 50 Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 121; Hürriyet,”Komünistler Seul Şehrini Zaptettiler”, 29 Haziran 1950; Milliyet,”Kızıllar Güney’in Başşehri Seul’ü İşgal Ettiler”, 29 Haziran 1950; Zafer,”Cenup Kore’nin Başşehri Kızılların Eline Düştü”, 29 Haziran 1950.

sonunda Suvon, Pyenytek ve Chanon Kuzey Koreliler’in eline geçti.51 Amerikan

kara kuvvetleri ise ilk olarak 4 Temmuz 1950’de Kuzey Koreliler’le Pyonytek

bölgesinde savaşa girerek ilk ciddi direnişi gösterdi.52 8 Temmuz 1950’de

Truman, Uzak doğu Başkomutanı General Douglas Mc Arthur’u Birleşmiş

Milletler Kuvvetlerinin Başkomutanlığına atadı.53 Mc Arthur’un komutası altında

Kore Cumhuriyeti ve Amerikan kara, deniz ve hava birliklerinden başka

Avustralya ve İngiltere deniz ve hava birlikleriyle Yeni Zelanda, Fransa ve

Kanada savaş gemileri bulunmaktaydı. 10 Temmuz’dan itibaren B.M. Ordusu ilk

günlerdeki paniği üzerinden attı ve planlı bir direnişle Kuzey Kore’nin akınlarını

durdurmayı başardı.54

Savaşın ilk günlerinde olanca kuvvetiyle Güney’e ilerleyen Kuzey Kore,

ABD’nin Güney Kore’ye yardımıyla ilerlemesini yavaşlatmak zorunda kaldı. 5

Temmuz 1950’de Güney Kore’ye gelen 24. Amerikan Tümeni’nden sonra 14

Temmuz’da savaş bölgesine 25. Amerikan Tümeni’nin gelmesiyle Güney

Kore’nin morali düzeldi.55

Kuzey Kore’nin Temmuz 1950 sonlarında büyük gayret ve enerji

harcayarak özellikle kara kuvvetlerindeki sayı üstünlüğüne dayanarak zayıf

Güney Kore ve az mevcutlu ABD kuvvetlerine yaptığı saldırı başarıya ulaştı ve

bu saldırı sonucunda birleşik kuvvetler Naktang Nehri gerisine atıldı. Eylül

ayının ortalarına kadar Kuzey Kore Başkomutanlığı 13 piyade tümeni, iki tank

51 Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 91. 52 Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 92. ; Hürriyet,”Kore’de Amerikalılar Kızıllarla Çarpışıyor”, 5 Temmuz 1950; Zafer,”Kore’de Amerikalılar’ın İlk Muvaffakiyetleri”, 6 Temmuz 1950. 53 Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s.88 ; Zafer,”Mc Arthur Başkomutan Oldu”, 9 Temmuz 1950. 54 Yılmaz-Yücel, a.g.m., s. 145; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s.200, s.s. 94. 55 Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 95; Zafer,”Kore’de Vaziyet Amerikalılar’ın Lehine İnkişaf Etmeye Başladı”, 17 Temmuz 1950.

alayı ve zırhlı tümenin bir kısmıyla yaptığı şiddetli hücumlarda kısmi başarılar

dışında esaslı bir başarı kazanamadı.56

Kuzey Kore Ordusu’nun 1.5 aylık aralıksız hücumlarına karşı savunmaya

geçen müttefik kuvvetler, karşı hücuma geçip savaşın kontrolünü ele geçirmek

istediler. 15 Eylül 1950 sabahı Birleşmiş Milletler Ordusu, Pusan’a yüklenen

Kuzey Kore Ordusu’nun geri bağlantısını kesip, onları yok etmek amacıyla Seul

yakınlarındaki Inchon’a çıkarma yaptı.57 On gün kadar süren şiddetli çatışmalar

sonucu 28 Eylül 1950’de Seul geri alındı.58 Seul’ün işgali üzerine Hükümeti

Pusan’a taşıyan Güney Kore Cumhurbaşkanı Syngman Rhee, 29 Eylül 1950 günü

Hükümet ile beraber Başkent’e geri döndü.59

Birleşmiş Milletler Ordusu, Inchon çıkarması ile beraber Pusan’daki

Kuzey Kore çemberini kırarak bu kuvvetleri geri çekilmeye zorladı. 16 Eylül

1950’de başlayan karşı hücuma üç gün şiddetle karşı koyan Birleşmiş Milletler

Ordusu 18 Eylül’den itibaren Kuzey Kore Ordusu’nu Pusan’dan kovarak 22

Eylül 1950’ye kadar 110 km. kuzeye sürdü.60 Bu savaşlarda ağır kayıplara

uğrayan Kuzey Kore Ordusu’nun altı tümeni dağıtılmış, binlerce askeri esir

alınarak savaşın başlangıcındaki ilk başarıları ortadan kaldırılmıştır.61

56 Hüsnü Erkilet-Tevfik Bıyıklıoğlu, Hayrettin Arun; Kore Harbinde TSK’nın Muharebeleri (1950-

1953) Ankara, 1975, s. 55-57. 57 Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 55; Hürriyet,”Kore’de Kızıllara Öldürücü Bir Darbe İndirildi”, 16 Eylül 1950; Milliyet,”Kore’de Müttefiklerin Bir Zaferi”, 16 Eylül 1950; Ulus,” Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Kore’de Inchon Limanı’na Bir Çıkarma Yaptılar”, 16 Eylül 1950. 58 Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 62; Hürriyet,”Kızıl Kore Ordusu Tam Bir Bozgun Halinde”, 29

Eylül 1950; Zafer,”Amerikan Kuvvetleri Şimali Kore’ye Girecek”, 29 Eylül 1950; Ulus,”Kore’de Komünistler Perişan Bir Halde Kuzeye Kaçıyorlar”, 29 Eylül 1950.

59 Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 63; Ulus,”Mc Arthur Dün Seul’de İdareyi Sivillere Teslim Etti”, 30 Eylül 1950.

60 Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 56-59; Hürriyet,”Kore’de Komünistleri Kuşatan Çember Gittikçe Daralıyor”, 24 Eylül 1950; Ulus,”Komünist Koreliler Durmadan Çekiliyor”, 24 Eylül 1950. 61 Ulus,”Son Beş Gün İçinde 20 Bin Komünist İmha Edildi”, 27 Eylül 1950.

Birleşmiş Milletler Ordusu bu zaferden sonra düşmanın kuzeyde yeniden

toplanabilmesini engellemek ve bir daha güneye saldırmasını önlemek amacıyla, 8

Ekim 1950’de, 38. paraleli aşarak Kuzey Kore topraklarına ilk kez girmiş oldu.62

18 Ekim 1950’de Kuzey Kore’nin başkenti PYONGYANG 1. Amerikan Süvari

Tümeni tarafından ele geçirildi.63 Pyongyang’ın düşmesi Çin’in, savaşa katılıp

katılmama konusundaki düşüncesini derinden etkiledi. Birleşmiş Milletler Ordusu

38. paraleli geçmeden Çin Başbakanı Chou En Lai Pekin Radyosu’nda: Komşusu

istilaya uğrarken Çin ulusu kayıtsız kalamaz. Çin ulusu her vakit Kore ulusuyla

beraber olmuştur. Kore’yi kurtarmak için Kore ulusunu destekleyecektir, diyordu.

Çin Halk Cumhuriyeti yaptığı propagandalarda Kore’nin tarih boyunca Çin’in

güvenlik ve esenliği için birinci derecede önemli bir yer olduğunu vurgulayarak,

önceleri Japonlar’ın yaptığı gibi, şimdi de Amerikalılar’ın Kore üzerinden bütün

Çin’i ve Asya’yı istila etmeye çalıştıklarını iddia ediyordu.64

Birleşmiş Milletler Ordusu, Kuzey Kore’yi bütünüyle etkisizleştirmek

için 24 Kasım 1950’de genel hücuma geçti65. 26 Kasım’da Çin “gönüllüler” den

oluşan ordularını karşı hücuma geçirdi ve bu durum Birleşmiş Milletler

Ordusu’nda paniğe ve geri çekilmeye neden oldu.66 Sekiz tümenle 2. Güney Kore

Kolordusu’nu kuşatan Çinli kuvvetler, Güney Kore Ordusunu geri çekilmeye

62 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 88; Hürriyet,”Amerikalılar Dün 38. Arz Dairesini aşıp Kuzey

Kore Arazisine Girdiler”, 9 Ekim 1950; Ulus,”Amerikalılar Kuzey Kore’de”, 9 Ekim 1950. 63 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 91-92; Hürriyet,”Kızıl Kore’nin Merkezi Pyongyang Dün

Düştü”, 19 Ekim 1950; Milliyet,”Kızıl Kore Başkenti Zaptedildi”, 19 Ekim 1950. 64 Erkilet, a.g.e., s. 62. 65 Ayın Tarihi, Kasım 1950, s. 204, s.s. 139-140; Hürriyet,”Kore’de Başlayan Büyük Taarruz Gelişiyor”, 25 Kasım 1950; Milliyet,”Kore Harbi’ne Son Verecek Taarruz Dün Başladı”, 25 Kasım 1950; Zafer,”Kore’de Umumi Taarruz Başladı”, 25 Kasım 1950; Ulus,”Kore’de Büyük Taarruz Dün Başladı”, 25Kasım 1950, 66 Ayın Tarihi, Kasım 1950, s. 204, s.s. 142-143; Hürriyet,”Kore’de Kızıl Çinliler Hücuma Geçtiler”, 27 Kasım 1950; Milliyet,” Kore’de Kızıl Kuvvetler Mukabil Taarruza Geçti”, 27 Kasım 1950; Zafer,” Kore Savaşı’nda Çetin Bir Safha”, 27 Kasım 1950.

zorlayarak, 8. Ordu’nun sağ yanını kuşatmaya çalışırken, bu tehlikeyi önleme

görevi aynı gün bölgeye gelen Türk Tugayı’na verildi.67

30 Kasım 1950’den itibaren Birleşmiş Milletler Ordusu çekilme

harekatına girişerek önce Kuzey Kore Başkenti Pyongyong’a ve sonra da Güney

Kore Başkenti Seul’e kadar geriledi.68 8. Ordu Komutanlığı, Kuzey Kore

hücumlarından ötürü 14 Aralık 1950’de İmjin Nehri ağzında savunma önlemleri

aldı.69 31 Aralık 1950’de Kuzey Korelilerin başlattıkları büyük saldırı Birleşmiş

Milletler Ordusu’nun durumunu sarstı.70 2 Ocak 1951’de 3. Güney Kore

Kolordusu’nun üç tümeni Kuzey Koreli güçlerin baskısı sonucunda çok hırpalandı

ve 3 Ocak’tan itibaren Seul boşaltıldı.71

Kore’de Çin hücumu devam ederken, Birleşmiş Milletler’in Kore

anlaşmazlığını barış yoluyla çözme girişimleri Sovyetler Birliği ve Çin tarafından

yetersiz bulundu. Barış görüşmelerinin başlayabilmesi için öncelikli olarak Çin’in

Birleşmiş Milletler’e kabul edilmesi bu iki ülkenin öne sürdüğü şartların bir

tanesiydi.72

Çin Başbakanı Chou En Lai 16 Ocak 1951’de, Birleşmiş Milletler’in

ateşkes önerisini açıkça reddetti ve ateş kesilme işini konuşmak üzere Birleşmiş

Milletler dışında, Çin’de, Çin Halk Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği, Fransa,

67 Erkilet, a.g.e., s. 63-64. 68 Hürriyet,”Kore’de Durum Vehamet Kesbediyor”, 6 Aralık 1950. 69 Erkilet, a.g.e., s. 141. 70 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 118; Hürriyet,” Kore’deki Kızıllar Taarruz Hazırlıklarını Bitirdiler”, 1 Ocak 1951; Milliyet,”Kore’de Kızıl Çin Taarruzu”, 2 Ocak 1951; Zafer,” Kore’de Kızılların Taarruzu Dün Sabah Başladı”, 2 ocak 1951; Ulus,”Kore’de Büyük Kızıl Taarruzu Başladı”, 2 Ocak 1951. 71 Ayın Tarihi, Ocak 1951, s. 206, s.s. 99; Hürriyet,”Kızıllar Seul’ün Varoşlarına Girdiler”, 4 Ocak

1951; Milliyet,”Komünistler dün Seul’e Girdiler”, 4 Ocak 1951; Ulus,”Komünistler Seul’e Girdi”, 5 Ocak 1951; Zafer,”Seul Terk Edildi”, 5 Ocak 1951,

72 Ayın Tarihi, Ocak 1951, s. 206, s.s. 104.

İngiltere, ABD, Hindistan ve Mısır’ın katılacağı “Yedi Devlet Konferansı”

düzenlenmesini önerdi.73 Çin tarafı Birleşmiş Milletler’in önerisine karşı çıkış

gerekçesi olarak, bu görüşmeler sırasında Birleşmiş Milletler Ordusu’nun

kayıplarını telafi etmek için oyalama taktiği kullanacaklarını gösteriyordu. 74

Ateşkes önerisinin Çin tarafından kabul edilmemesi üzerine, ABD, 20

Ocak 1951’de: Çin Hükümeti, Kore’de saldırıda bulunmuştur. Derhal ateş

kesilmesi ve silahlı kuvvetlerini, Kore’den geri çekmesi için kendisine

başvurulmalıdır. Ayrıca, taarruzu karşılamak için, kollektif tedbirler almak üzere

bir komite kurulmalıdır ve bu komite çarpışmaları sona erdirmek ve Kore’de barış

yoluyla Birleşmiş Milletler amaçlarını gerçekleştirmek üzere, aracılıkta

bulunmalıdır, şeklindeki önerilerini Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na sundu.75

Anlaşmazlığın bu aşamasında Amerika, Çin’i saldırgan ilan etmek için

büyük diplomatik mücadele verdi. Başta Hindistan olmak üzere bazı üye

devletler, Sovyetler Birliği’ni kızdırmamak ve bir üçüncü dünya savaşına meydan

vermemek üzere böyle bir fikre sıcak bakmıyorlardı. 1 Şubat 1951’de Çin,

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “saldırgan” ilan edildi. Karar 7’ye karşı 44

oyla kabul edildi. Hindistan, Birmanya ve Rusya bloku aleyhte oy kullanmış,

Asya ve Arap Devletleri çekimser kalmışlardı.76 Birleşmiş Milletler Genel

Kurulu’nun 1 Şubat 1951’de aldığı kararda: Çin Halk Cumhuriyeti, Kore’de barış

yoluyla anlaşmazlığı çökmek üzere, çarpışmaların kesilmesi için yapılan önerileri

kabul etmemiştir. Çin Silahlı Kuvvetleri Kore’de geniş ölçüde, Birleşmiş Milletler

73 Ayın Tarihi, Ocak 1951, s. 206, s.s. 104; Hürriyet,”Mütareke Ümitleri Artıyor”, 17 Ocak 1951 74 Hürriyet,”Kızıl Çin Tarafından Dün Yapılan Mukabil Teklifleri Kabul Edemeyeceğini Birleşik

Amerika Resmen Bildirdi”, 18 Ocak 1951; Ulus,”Komünist Çin Ateşkes Teklifini Dün Reddetti”, 18 Ocak 1951.

75 Erkilet, a.g.e., s. 162. 76 Hürriyet,”Kızıl Çin Mütecaviz İlan Edildi”, 1 Şubat 1951; Ulus,”Genel Kurul’da Kızıl Çin

Mütecaviz İlan Edildi”, 2 Şubat 1951; Milliyet,” Kızıl Çin Nihayet Dün Mütecaviz İlan edildi”, 1 Şubat 1951.

kuvvetlerine saldırılarına devam etmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti, Kore’de daha

önce saldırgan olan tarafa doğrudan doğruya yardım etmiş ve Kore’de Birleşmiş

Milletler’e saldırıya geçerek, bizzat kendisi de saldırgan bir durum almıştır.

Birleşmiş Milletler’in Kore siyaseti, barış yoluyla çarpışmaları sona erdirmektir.

Bu amaçla bir arabulucu komite de kurulmuştur, denilerek Çin Halk

Cumhuriyeti’nin saldırgan ilan edilmesinin nedenleri açıklandı . Çin , Genel

Kurul’un aldığı bu karara itiraz ederek, kararı usulsüz bulmuş ve hiçbir hüküm

ifade etmeyeceğini bildirerek Arabulucu Komite’nin girişimlerinin dikkate

alınmayacağını Başbakanı Chou En Lai tarafından dile getirmiştir. 77

Erkilet’e göre; Birleşmiş Milletler, Çin’i saldırgan ilan etmekle yetinmek

zorunda kalmış ve daha fazla yaptırımın yeni bir dünya savaşına neden olabileceği

varsayılarak daha fazla ileri gidilmeyeceğine inanmıştı.78

Birleşmiş Milletler örgütünde ateş kesilmesi ve Kore anlaşmazlığının

barış yoluyla çözülmesi için yapılan girişimler ve çabalar sonuç vermedi. Kuzey

Kore Ordusu 1951 yılının ilk yarısında yaptığı birkaç hücumla Kore işini bir

zaferle sonuçlandıracağı ümidine kapıldı. 16 Mayıs 1951’deki büyük hücumu

durdurulduktan ve Birleşmiş Milletler Ordusu 38. paralel üstüne yerleştikten sonra

çarpışmaların mevzi savaşına dönüştüğü ve çok uzayacağı anlaşıldı. Bu durum iki

tarafa da barış yapmaktan başka çıkar yol kalmadığını gösteriyordu.

30 Haziran 1951 günü, General Douglus Mc Arthur’un yerine Birleşmiş

Milletler Ordusu Başkomutanlığı’na getirilen General Ridgway, Kuzey Kore

Ordusu Başkomutanı’na bir mesaj gönderdi. Mesajda General Ridgway; Kore’de

çarpışmaların ve silahlı kuvvetlerin her türlü hareketlerinin durdurulmasını

77 Erkilet, a.g.e., s. 162.

sağlayacak bir ateşkes yapılmasını, bu ateşkesin yürütülmesini güvence altına

alacak şartların konuşulması için bir görüşme düzenleyebileceklerini belirtti.79

Böyle bir görüşmenin arzu edilmesi halinde, görüşme yeri ve tarihi konusundaki

Birleşmiş Milletler taleplerinin neler olacağını da General Ridgway mesajında

açıkladı. Buluşmanın Wonson Limanı’nda bir Danimarka hastane gemisinde

yapılması Birleşmiş Milletler Ordusu’nca önerildi.80

Bu öneriye karşı, Pekin’in,1 Temmuz 1951’de verdiği cevapta, böyle bir

görüşmenin yapılmasının uygun olduğu belirtildi ve buluşma noktası olarak 38.

paralel üzerinde belirlenecek bir yerin tespit edilmesi karşı tarafa önerildi.81

Görüşmeler Kaesong’de başladı, iki taraf da prestij kaybetmeyi göze

alamadıklarından özellikle esir değişikliğini bahane ederek görüşmeleri uzattılar.

Bir yandan görüşmeler devam ederken bir yandan da savaş sürmekteydi.

Görüşmeler boyunca her iki taraf da oldukça isteksizdi.82

Görüşmelerdeki tıkanıklığı ve yavaşlığı pek iyi karşılamayan Türk

Basını’nın bu durumdan ötürü Kuzey Koreliler’i suçladıkları görülmektedir:

M. Feridun Bellisar, görüşmelerin uzamasından Çinliler’i sorumlu

tutarak, özellikle esir değişikliği konusunda çıkarlarını korumak için her türlü

dolambaçlı yollara giriştiklerini belirtmekteydi. Uzun pazarlıklar sonucu

müttefiklere birçok şartlarını kabul ettirdiklerini, veya onları bazı taleplerinden

78 a.g.e., s. 163. 79 Ayın Tarihi, Haziran 1951, s. 211, s.s. 139-140; Hürriyet,” Kore’de Kızıllarla Mütareke Şartları”, 1 Temmuz 1951; Milliyet,”General Ridgway Dün Resmen Mütareke Teklifi Yaptı”, 1 Temmuz 1951 80 Erkilet, a.g.e., s. 323-324. 81 Ayın Tarihi, Temmuz 1951, s. 212, s.s. 108; Hürriyet,”Kızılların Mütareke Teklifine Cevabı”, 2

Temmuz 1951; Milliyet,”Kore’de Sulh İçin Atılan İlk Adım”, 2 Temmuz 1951; Zafer,” Dünyanın Beklediği Müjde: Kore Harbi Sona Eriyor”, 2 Temmuz 1951; Ulus,” Kızıllar Mütareke Teklifini Kabul Etti”, 2 Temmuz 1951.

vazgeçirdiklerini savunan Bellisar, esirler sorununu çözeceklerini anladıkları

gün Çinlilerin ateşkes antlaşmasını imzalayacaklarını belirtmekteydi.83

Hüseyin Cahit Yalçın, Kore macerasının barış yoluyla bitmesinin yakın

olduğunu, bu maceradan Moskova’nın bir şey elde edemeyeceğini

savunmaktaydı. 1951 yılındaki makalesinde Yalçın:

“Bir sene devam eden Kore macerası sona erecek gibi görünüyor. Kore’de devamlı bir sulh tesis edilecek mi? Kore komünist pençesinden kurtarılacak mı? Bunu zannetmeyiz. Sona erecek olan şey bildiğimiz silahlı harp olacak ve artık kan akmayacaktır. Fakat karşılaşmakta olduğumuz hakiki meseleden hiçbir şey eksilmeyecektir. Kore Harbi’nin bu suretle bitmesi muhakkak ki Bolşevikler için bir muvaffakiyetsizliktir ve bir hayal sükutudur. Kore’de taarruza geçerken elbette bir maksatları vardı. Bu maksatlar nelerden ibaret olursa olsun, bunların tahakkuk ettiğine dair ortada bir işaret yoktur. Çünkü ne maddi bakımdan ne de manevi bakımdan Moskova’nın bir şey kazandığı iddia olunamaz. Bilakis Moskova’nın burnunun biraz sürtüğü şüphesizdir.”

demekteydi.84 1952 yılındaki bir makalesinde ise barış görüşmelerinin

yavaşlığından şikayet eden Yalçın, 2 seneden beri bin bir zahmetle devam eden

müzakerelerin bu gidişle savaş bitse bile devam edeceğini belirterek, yakın bir

zamanda ateşkes antlaşmasının imzalanma olasılığının olmadığını

düşünmekteydi.85

1953 yılı başında, Birleşmiş Milletler Ordusu, normal keşif kolu

faaliyetinden başka önemli hiçbir harekatta bulunmadı ve bazı küçük çaptaki

saldırıları karşılamakla yetindi. Nisan 1953’de Kuzey Koreliler’le hasta ve yaralı

esirlerin değiştirileceğine ve ateşkes konuşmalarına tekrar başlanacağına dair

82 Hürriyet,” 50 Saniye Süren Mütareke Görüşmesi”, 14 Nisan 1952. 83 M. Feridun Bellisar, “Kore’de Mütareke Ümidi Var mı?” Hürriyet, 2 Haziran 1952. 84 Hüseyin Cahit Yalçın, “Kore Macerası”, Ulus, 5 Temmuz 1951. 85 Hüseyin Cahit Yalçın, “Kore Harbi Nasıl Bitecek”, Ulus, 17 Eylül 1952.

çıkan haberler barış olasılığının arttığını göstermekteydi.86 Panmunjom’da yapılan

görüşmelerde en büyük sorun, “ülkelerine dönmek istemeyen esirler” sorunuydu.

Bu sorun esaret altında iken karşıt ideolojiyi benimseyen esirlerin durumu ile

ilgiliydi. İki taraf bu durumdaki esirlerin karşılıklı olarak iade edilmesine karar

verdikleri zaman sorunun halledildiği ve ateşkes antlaşmasının imzalanmasının

artık an meselesi olduğu sanıldı. Güney Kore Cumhurbaşkanı Syngman Rhee

antlaşmaya varılan ateşkes hükümlerini bu haliyle kabul etmeyeceğini bildirdi ve

komünizme karşıt 27 bin Kuzey Koreli esiri antlaşma metnine aykırı olarak

salıverdi. Oysaki antlaşmaya göre bu esirler Kuzey Kore’ye teslim edilecekti.

Olayların gidişi üzerinde olumsuz etki edecek nitelikte olan bu davranış sonrası

Kuzey Kore Ordusu ateşkes antlaşmasının imza edildiği gün olan 27 Temmuz

1953 tarihine değin sürecek olan yeni bir saldırıya girişti. Kuzey Koreliler bu

saldırı ile çok güçlü olduklarını ve Birleşmiş Milletler Ordusu’nun kendilerini

Kore’den çıkarmaya gücünün yetmeyeceğini ispatlamış oluyordu.87 Birleşmiş Milletler Ordusu Başkomutanı, ateşkesi 18 Haziran 1953’te

imzalamayı tasarlarken aynı gün 27 bin antikomünist esirin Syngman Rhee’nin

emriyle salıverilmesi bütün dengeleri sarstı. ABD Cumhurbaşkanı Eisenhower,

Syngman Rhee’yi ikna için Beyaz Saray’a davet etti. Güney Kore Cumhurbaşkanı

bu karışık zamanda Kore’yi terk edemeyeceğini belirterek, ABD Dışişleri Bakanı

John Foster Dulles’ın Kore’ye gönderilmesini önerdi.88

86 Hürriyet,” Mütareke Müzakereleri Kore’de Yeniden Başladı”, 27 Nisan 1953; Ulus,” Kore’de Mütareke Görüşmeleri Başladı”, 27 Nisan 1953. 87 Erkilet, a.g.e., s.380-382; Hürriyet,” Kore’de Binlerce Kızılın Giriştiği Büyük Taarruz”, 1 Haziran 1953; Ulus,” Kore’de Şiddetli Savaşlar”, 30 Mayıs 1953; Zafer,” Kore’de Kızıllar Büyük Bir Taarruza Girişti”, 30 Mayıs 1953. 88 Hürriyet,” Güney Kore Mütarekeyi Yeniden Baltaladı”, 23 Temmuz 1953; Ulus,” Mütareke Gene

Suya Düşüyor”, 23 Temmuz 1953; Zafer,” Rhee, Mütarekeye İştirak Etmiyor”, 23 Temmuz 1953.

22 Haziran 1953’te, Birleşmiş Milletler Ordusu Komutanı ile ABD

Dışişleri Bakanı Yardımcısı Robertson’un Güney Kore Cumhurbaşkanı Syngman

Rhee ile konuşmaları çok tartışmalı geçti. Birleşmiş Milletler Ordusu Komutanı

Güney Kore Cumhurbaşkanı’na “kendisini ateşkesi kabule alıştırmasını ve

Birleşmiş Milletler’in Çinliler’i Kore’den atmaya gücünün yetmeyeceğini”

anlatmaya çalıştı. Güney Kore Cumhurbaşkanı Synggman Rhee siyasi komitenin

Kore Sorunu’nu çözmeyi başaramadığı takdirde, ateşkesin sona ermesini ve

savaşın başlamasını istiyordu. Kore’de bulunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı

Robertson, 12 Temmuz 1953’te Tokyo’ya hareket ederken Güney Kore

Cumhurbaşkanı’nın ABD Cumhurbaşkanı Eisenhower’e “kendisinin ateşkesi

engellemeyeceğine” dair bir mektubunu götürüyordu. Bu söze karşılık, ABD

Dışişleri Bakan Yardımcısı Güney Kore Cumhurbaşkanı Syngman Rhee’ye şu

vaatlerde bulunmuştu: Mütarekeden sonra ve Amerikan Senatosu’nun onamasıyla

ABD ile Güney Kore Cumhuriyeti arasında karşılıklı güvenlik paktı yapılacak;

uzun süre için ekonomik yardım ve ilk olarak 200 milyon dolarlık bir ödenek

verilecek ve ateşkesin imzasıyla birlikte, Birleşmiş Milletler Komutanlığı Kore

halkına, 9,5 milyon dolar kıymetinde yiyecek dağıtacaktı.”89

Bu gelişmelerden sonra 12 Temmuz 1953’te Birleşmiş Milletler ateşkes

delegesi General Harrison, Kuzey Koreliler’e Panmunjom’da sona eren

görüşmeler sonucunda Güney Kore Cumhuriyeti kuvvetleri dahil olmak üzere

Birleşmiş Milletler Komutanlığı’nın ateşkes hükümlerini uygulamaya hazır

olduğunu bildirdi. Kuzey Koreliler de, son hücumla bir miktar arazi kazandıktan

89 Erkilet., a.g.e., s. 391-392.

sonra 19 Temmuz 1953’te ateşkes antlaşmasını imza için konuşmaya hazır

olduklarını açıkladılar. 90

10 Temmuz 1951’de Kaesong’da görüşmeleri başlayan ve iki yıldır

yapılması beklenen ateşkes, 27 Temmuz 1953’te Panmunjom’da imzalandı.91

Antlaşma Birleşmiş Milletler adına General Harrison ve Kuzey Kore adına Nam il

tarafından imzalandıktan sonra Birleşmiş Milletler Ordusu Başkomutanı Mark

Clark, Kore Halk Orduları Başkomutanı Kim İl Sung ve Çin Halk Gönüllüleri

Komutanı Peng Keh Hüai tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.92

Böylece, 3 yıl, 1 ay, 2 gün, 10 saat süren, bir tahmine göre yaklaşık 3

milyon insanın hayatına mal olan Kore Savaşı sona erdi.93

Türk Basını savaşın sona ermesini memnuniyetle karşıladı. Sedat

Simavi, Kore Savaşı’nın Türk kahramanlığını ortaya çıkarması bakımından çok

önemli olduğunu vurgulayarak, Türk askeri bakımından bu sonucun pek de

sürpriz olmadığını ifade ediyordu. Simavi , Türkler’in bu savaşı kendi vatanlarına

karşı yapılmış bir tecavüz gibi karşıladıklarını ve onu savunur gibi dövüştüklerini

ifade ederek böyle bir kararı cesaretle almasından ötürü Adnan Menderes

Hükümeti’ni övüyordu.94

Mümtaz Faik Fenik, savaşta şehit düşen askerlerimizi hayırla anarken,

gazilere de şükranlarını sunuyordu ve askerlerimizi tıpkı Kafkas ve Edirne

90 Hürriyet,” Kore’de Komünistler Mütarekeye Yanaştılar”, 20 Temmuz 1953; Ulus,” Kızıllar Kore’de Mütareke İmzalamaya Razı Oldular”, 20 Temmuz 1953. 91 Hürriyet,”Kore’de Harp Bitti”, 28 Temmuz 1953; Milliyet,”Kore Cephesinde Dün Resmen Ateş

Kesildi”, 28 Temmuz 1953; Ulus,”Mütareke İmza edildi”, 28 Temmuz 1953; Zafer,”Kore’deki Çarpışmalar Tamamen Durduruldu”, 28 Temmuz 1953.

92 Erkilet, a.g.e., 396-397; Zafer, 28 Temmuz 1953 93 Hürriyet,”Üç Yıl Süren Kore Harbi’nin Bilançosu”, 28 Temmuz 1953. 94 Sedat Simavi, “Kore’de Mütareke”, Hürriyet, 29 Temmuz 1953.

sınırlarını korur gibi Kore dağlarını korumasını, Birleşmiş Milletler’in ve barış

idealinin saldırgana karşı her zaman korunmasındaki en büyük güç olduğunu

belirtiyordu.95

1.3. TÜRK TUGAYININ KURULUŞU VE SAVAŞLARI

1.3.1. TUGAYIN KURULUŞU

Hükümetin Kore’ye 4500 kişilik bir savaş birliği göndereceğine dair

kararı üzerine Genelkurmay Başkanlığı, 3 Ağustos 1950 tarihli yazıyla birliğin bir

an önce hazırlanmasını emretti. Bu birliğin bir komutanlık karargâhıyla üç piyade

taburlu 241. Piyade Alayı’ndan, üç bataryalı bir motorlu topçu taburundan ve

gerekli yardımcı birliklerden meydana gelecek bir tugay olması kararlaştırıldı.

Tugay Komutanlığı’nın motorlu karargâhı Ankara 28. Tümen tarafından kuruldu.

Aynı tümenin Ayaş’ta bulunan 241. Piyade Alayı, Türk Tugayı’nın piyade

alayını, Etimesgut’taki 2. Zırhlı Tugay 2. Motorlu Topçu Taburu da tugayın

motorlu topçu taburunu oluşturdular.96

Kore’ye gidecek erlerin 1929 doğumlulardan olması ve bunlardan

gönüllü gitmek isteyenlerin tercih edilmeleri uygun görüldü ve bu işlemlerin 20

Ağustos 1950’ye kadar bitirilmesi istendi.97

241. Piyade Alayı 8 Ağustos 1950’de 1929 doğumlu 494 er, 31 subay, 10

astsubay ile Ankara’ya geldi ve geçici olarak Sarıkışla’ya yerleşti. Alayın başında

Albay Asım Eren bulunmaktaydı.98 10 Ağustos 1950’de B.M. Kore Türk Tugayı

95 Mümtaz Faik Fenik, “Kore Harbi’nin Muhasebesi”, Zafer, 28 Temmuz 1953. 96 Erkilet, a.g.e., s. 67. 97 Yazıcı, a.g.e., s. 60. 98 Hürriyet,” Kore’ye Gidecek Alayımız dün Merasimle Ayaş’tan Ayrıldı”, 9 Ağustos 1950; Zafer,”

Kore’ye Gidecek Yiğitler Dün Ayaş’taki Karargahtan Ayrıldılar”, 9 Ağustos 1950.

Komutanlığına 2. Zırhlı Tugay Komutanı Süvari Tuğgeneral Tahsin Yazıcı ve

ertesi gün birliğin kurmay başkanlığına Kurmay Yarbay Selahattin Tokay atandı.

Tugay Komutanı Tahsin Yazıcı 18 Ağustos 1950’den itibaren Etimesgut’ta

göreve başladı.99 17 Ağustos’ta ise 241. Alay Komutanlığı’na atanan Celal

Dora’nın, 23 Ağustos 1950’de birliğe katılmasıyla birlik komuta heyeti

tamamlandı.100

Birliklerin eksikleri tamamlanırken, Tugayın, ikmal, muamele ve benzeri

işleriyle uğraşmak üzere anavatanda bir “Kore Bürosu” kuruldu.101 Etimesgut’taki

toplanma sırasında birliklere eğlenceler düzenlenerek moralleri güçlendirildi; özel

konferanslar ve film gösterileriyle askerin psikolojik hazırlığı sağlandı.102 Türk

gazete muhabirleri Genelkurmay’ın izniyle Etimesgut Garnizonu’na gelerek Kore

kuvvetlerinin durumlarıyla ilgili çeşitli yazılar yazıp, fotoğraf ve film çektiler. 18

Eylül 1950 günü birlik Tugay komutanı ve devletin ileri gelenleri tarafından teftiş

edildi. Bandoca Kore Marşı çalındı ve birlikler bu marşı söyledi.103

Türk Tugayı, 19-20 Eylül 1950 tarihinde, Etimesgut’tan, 259 subay, 18

askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay ve 4414 er olmak üzere toplam 5090

kişilik dört katarla İskenderun’a hareket etti.104 Türk kuvvetleriyle beraber, Topçu

Albay Gumby’nin başkanlığında, üyeleri Piyade Kurmay Yarbay Wedwer,

istihkâm Binbaşı Munsin, Ordu donatım Subayı Robenson ve Muhabere Yüzbaşı

Lorenzo’dan oluşan beş kişilik bir Amerikan irtibat grubu da İskenderun’a gittiler.

Bu grup Tugayın Amerikan kuvvetleriyle bağlantı kurmasında yardımcı

olmuşlardı.105 Trenle taşınma sırasında, özellikle gündüz geçilen istasyonlarda

99 Yazıcı, a.g.e., s. 68. 100 Celal Dora, Kore Savaşı’nda Türkler, İst, 1963, s. 11-12. 101 a.g.e., s. 71. 102 Öke, a.g.e., s. 85. 103 Hürriyet,”Kore’ye Gidecek Kıtalarımız Dün Teftiş Olundu”, 19 Eylül 1950. 104 Erkilet, a.g.e., s. 72. 105 Yazıcı, a.g.e., s. 80.

halk tarafından Tugay’a yoğun sevgi gösterilerinde bulunuldu. Tugay

İskenderun’da 39. Tümen Komutanlığı’nca hazırlanan, şehrin 18 km.

güneydoğusundaki, Atik Yaylası ordugâhlarına yollandı.106 23 Eylül 1950 günün

Kurban Bayramı’nın ilk günüydü. Bu günde Tugay’ın dini duyguları kabarmış ve

toplu olarak Bayram namazını kılmışlardır. Aynı günün akşamı İskenderun

Belediyesi tarafından Tugay şerefine büyük bir ziyafet verildi ve gece de şenlikler

yapıldı.107

Tugay’ı Kore’ye taşıyacak gemiler Birleşmiş Milletler adına ABD

tarafından sağlandı. Üçü personel, ikisi eşya, araç ve gereçler için toplam beş

ABD gemisi bu işlemleri yürütecekti.108.

25 Eylül 1950 günü birlikler, gemilere binip Kore’ye harekete

başlayacaklarından, ona göre Atik Yaylası ordugâhından limana gelerek, binmeye

hazırlanıyorlardı. Bu sırada Cumhurbaşkanı Bayar, Kore yolcularını uğurlamak

için İskenderun’a geldi.109 Bölgenin askeri ve mülki büyükleriyle memurlar,

belediye başkanı ve maiyeti, şehrin ileri gelenleri ve halk, Antakya, Dörtyol ve

Mersin’den gelen kurullar, kafilelerin gemilere binip hareket ettikleri sıralarda,

bandoların da katıldığı büyük ve heyecanlı törenle kafileleri uğurladılar.110

Celal Dora ise hatıralarında, Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut’un

İskenderun’a kadar gelmesine rağmen birliği uğurlamak için iskeleye gelmediğini,

bunun yerine Soğukoluk’taki otel odasından gemilerin hareketini dürbünüyle

seyretmeyi tercih ettiğini yazıyor ve bu ilgisizlikten şöyle yakınmaktaydı:

106 Erkilet, a.g.e., s. 72. 107 Öke, a.g.e., s. 86. 108 Yazıcı, a.g.e., s. 82. 109 ÖKE, a.g.e., s. 87.

“Gerek Ankara’dan bizleri uğurlamaya gelen binlerce halk arasında hükümet erkânından hiç kimsenin bulunmayışı ve gerekse İskenderun’a kadar geldiği halde yüzünü bizlere göstermeyen en büyük kumandanımızın bu hareketleri birliğimiz mensuplarının moralleri üzerinde çok menfi bir tesir meydana getirmiş ve hepimiz adeta uçmasını öğrenmeden yuvasından atılmış bir kuş ve himayesiz olarak kendi mukadderâtıyla baş başa bırakılmış bir üvey evlât durumu ve mahzunluğu içinde yurttan ayrılmıştık.”111

MCREA adındaki Amerikan gemisine bindirilen ilk kafile 25 Eylül 1950

günü, Yarbay Natık Poyrazoğlu kumandasında denize açıldı.112 General

W.HAAN gemisine bindirilen ikinci kafile, 26 Eylül 1950 günü, Tugay, alay

karargâhlarıyla, I. Ve II. Taburları ve birkaç birliği alarak Albay Celal Dora’nın

nakliyât komutanlığında rıhtımdan ayrıldı.113 Üçüncü kafile de 29 Eylül 1950

günü PRİVATE JOHNSON gemisiyle hareket etti. Kafilelere Mısır sularına kadar

Gemlik, Gaziantep ve Gelibolu muhripleri eşlik etti.114 Birinci kafilede 53 subay,

1789 astsubay ve er olmak üzere toplam 1882 kişi, ikinci kafilede 129 subay,

2332 astsubay ve er olmak üzere toplam 2461 kişi ve son kafilede 50 subay, 690

astsubay ve er olmak üzere 740 kişi bulunmaktaydı.115 Personel gemilerinden

sonra ilk eşya, malzeme ve araç gemisi 30 Eylül 1950’de, ikincisi ise 2 Ekim

1950’de yola çıktılar. Askerler yolcu edilirken halkın manevi duyguları coşmuştu.

Halk, kurbanlar keserek, dualar okuyarak ve tekbirler getirerek çocuklarını yolcu

etmişler, onların zaferlerini dileyerek gözyaşı dökmüşlerdi.116

110 Hürriyet,” Kore Savaş Birliği’ni Uğurladık”, 28 Eylül 1950; Milliyet,” Savaş Birliğimiz Hareket

Etti”, 28 Eylül 1950; Zafer,” Birliğimiz Kore Yolunda”, 29 Eylül 1950; Ulus,” Kore’de Savaşacak Birliğimiz Yola Çıktı”, 29 Eylül 1950.

111 Dora, a.g.e.,s. 27. 112 Yazıcı, a.g.e., s. 85; Dora, a.g.e., s. 26. 113 Milliyet,” Savaş Birliğimiz Hareket Etti”, 28 Eylül 1950. 114 Erkilet, a.g.e., s. 74. 115 a.g.e., s. 74. 116 Hürriyet,” Savaş Birliğimiz Kore Yolunda”, 29 Eylül 1950.

Tugayı eşya, araç ve gereçleriyle beraber Kore’ye taşıyan beş gemi Süveyş

Kanalı-Kızıldeniz-Mendep Boğazı-Seylan Adası’nın merkezi Colombo-Singapur-

Filipinler ve Formoza Adası deniz yolunu izleyerek ve aralarındaki seyir mesafe

ve sıralarını koruyarak 21 günde Kore’nin güneydoğusunda bulunan Pusan

Limanı’na vardı.117

Yolculuk esnasında gemide ABD silahlarıyla çeşitli eğitimler yapıldı ve

askerlerin savaş bilgilerini arttırmak için konferanslar düzenlendi.118 Gemide Türk

tarihinden kahramanlık örnekleri de verilerek askerlerin moralleri üst düzeye

çıkarılmak istendi.119 Ayrıca yolculuk sırasında askerlerin eğlenceleri de

düşünülmüş olup gemide bulunan filmler izlettirildi. Gemide yapılan en ilginç

çalışma ise “Kore Yolu” adlı bir gazete çıkarılmasıydı. Gazetenin içeriğini bazı

kahramanlık hikayeleri ile komik haberler oluşturmaktaydı. Gazete, 11 Ekim

1950’de çıkan ilk nüshasında, “yurtta ve yurt dışında Türk ordusunu yürüten

etmek, su, sigara gibi kuvvetlerden sonra haber ve eğlencenin üçüncü bir kuvvet

olarak geldiğine inanıyoruz”, diyerek çıkış amacının ne olduğunu belirtiyordu.120

MCREA adındaki ilk gemi 18 Ekim 1950 günü Pusan Limanı’na girmiş ve

yükünü boşaltmıştı. Diğer iki gemi 19 Ekim ve 20 Ekim tarihlerinde Pusan

rıhtımına çıktı.121 Tugayı karşılayanlar arasında Güney Kore askeri ve idari

makamlarının temsilcileriyle halkın iler gelenleri ve ellerinde Türk, BM ve Güney

Kore bayrağı bulunan 50 kadar okullu genç kız bulunmaktaydı.122 Türk

117 Yazıcı, a.g.e., s. 96-97. 118 a.g.e., s. 92. 119 a.g.e., s. 92. 120 a.g.e., s. 93. 121 Hürriyet,” Kore Birliğimizin Bir Kısmı Dün Pusan Limanı’nda Karaya Çıktı”, 19 Ekim 1950;

Milliyet,” Savaş Birliğimiz Kore’ye Vardı”, 19 Ekim 1950; Ulus,” Türk Kuvvetleri Pusan Limanı’nda”, 19 Ekim 1950.

122 Yazıcı, a.g.e., s. 100.

basınından Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Faruk Fenik ile Yeni Sabah

Gazetesi’nden Alaettin Berk de karşılayıcılar arasındaydı.123 Birlikler limana

çıktıktan sonra kamyonlarla istasyona getirilip orada hazır bekletilen trenlerle

Pusan’ın 85 km. kuzey batısındaki TAEGU şehrine yollandı. Tugay, Amerikan

silahlarıyla yeterince donatılmadığından istenilen düzeyde eğitim çalışması

yapmamıştı. Taegu’daki ilk günler bu çalışmalar kapsamında değerlendirildi. 9.

Amerikan Kolordusu’na bağlanan Türk Tugayı, ilk olarak Taegu ile Taejon

arasındaki dağlarda gizlenen ve fırsat buldukça yollara inerek saldıran çeteleri

arayıp temizlemek ve yol ile köprülerin güvenliğini sağlamakla görevlendirildi.124

Tugay, Taegu’da 20 gün kalmış, bu zaman diliminin 4-5 gününü bakım ve

hareket hazırlıklarıyla, diğer günleri ise spor, atış ve tatbikatlarla değerlendirmişti.

Birliğin yeteri eğitim görmeden cepheye gitmek zorunda kalmasını “talihsizlik”

olarak değerlendiren Tahsin Yazıcı, birliğin kaybının artmasındaki neden olarak

çalışma eksikliğini gösteriyor ve şöyle diyordu:

“Hakikaten birliğin geniş mikyaslı ve zamanlı bir eğitime, Kore

muharebelerinde bilhassa ehemmiyet kazanan gece harekâtı ve muharebesi

eğitimine şiddetle ihtiyaç vardı. Zaman buna vefa göstermedi. İki aylık bir eğitim

birliğe daha çok kıymetler kazandırabilirdi, muharebe zayiatımızı daha

azaltabilirdi.”125

123 Dora, a.g.e., s. 43. 124 Hürriyet,”Kore Savaş Birliğimiz Taegu Şehrine Yerleşti”, 26 Ekim 1950; Ulus,” Kore’deki

Birliğimiz Halen Taegu’da Bulunuyor”, 26 Ekim 1950. 125 Yazıcı, a.g.e., s. 121.

7 Kasım 1950 günü Tugay 8. Amerikan Ordusu’na bağlandı.126 Aynı gün

alınan emirle Munson bölgesinde çetecileri temizlemekle görevlendirilen Tugay,

10 Kasım 1950 günü bölgeye hareket etti. Tugay bölgedeki 25. Amerikan Tümeni

emrine girdi.127 Tugay, 10 Kasım 1950 günü Taegu’dan harekete başlayarak

Taejon-Chochiwon-Suwan-Seoul karayolu ile ilerledi. Yürüyüş uzaklığı yaklaşık

450 km. kadardı.128 Tugay ilk kayıplarını bu hareket sırasında verdi. Bindiği

kamyonun yolda devrilmesiyle şehit düşen Astsubay Sedat Bora, Kore’de şehit

düşenlerin ilki oldu.129 I. Türk Tugayı 14 Kasım’dan itibaren 15. Amerikan

Tümeni emrinde KAESONG şehrinin doğu ve kuzeydoğusunda geniş ve derin bir

bölgede çete arama ve taramasıyla meşguldü. 18 Kasım 1950 akşamı tümenden

alınan bir emirle kuzeyde savaş cephesine girmiş olan 9. Amerikan

Kolordu’sunun ihtiyatı olmak üzere, Tugay’ın Kunuri bölgesine taşınması

bildirildi. Takip edilecek yol, KAESONG-KUMCHON-SEOUL-PYONGYANG-

SONCHON-KUNURİ yolu idi ve ortalama 350 km kadardı.130 Böylece Türk

Tugayı destan sayılacak bir direniş gösterdiği Kunuri Bölgesi’ndeki cepheye

gitmek için ilk emri almış oldu.

1.3.2. KUNURİ SAVAŞI

126 Milliyet,” Kore Birliğimiz Savaşa Başladı”, 8 Kasım 1950; Ulus,” Türk Kuvvetleri Komünistlere Karşı Kore’de Harbe Girdiler”, 8 Kasım 1950; Zafer,” Kore Birliğimiz Savaşa Katıldı”, 8 Kasım 1950. 127 Yazıcı, a.g.e., s. 126. 128 a.g.e., s. 127. 129 a.g.e., s. 129. 130 Hürriyet,” General Mc Arthur Kore Birliğimizi Tebrik Etti”, 19 Kasım 1950;

Birleşmiş Milletler Ordusu’nun Kuzey Kore’ye karşı yapacağı büyük

saldırı içinde yer alması emredilen Türk Tugayı, gerekli hazırlıklarını

tamamlayarak 21 Kasım 1950’de Kunuri Bölgesi’ne hareket etmek için

toplandı.131 Türk birliklerinin yaklaşık 300 kilometrelik mesafeye taşınması, araç

eksikliğinden ötürü, yine problem oldu. 22 Kasım günü daha önce bölgeyi teslim

almaya gelen 28. İngiliz Tugayı’ndan yardım istendi fakat bu tugaydan yardım

alınamadı. Türk Tugayı kendi imkanlarıyla harekete başlayarak dört grup halinde

Kunuri’ye hareket etti. Tugay karargâhıyla motorlu grup 23 Kasım 1950’de, yaya

birlikleri 24,25,26 Kasım günlerinde Kunuri bölgesine ulaştı.132

Sayıca üstün Çin kuvvetleri133 26 Kasım 1950 sabahı 8. Amerikan

Ordusu’nun cephesiyle sağ gerisinde bulunan Kunuri’de toplanmaya başladı.134

Türk Tugayı 9. Amerikan Kolordusu’nun emrine verildi. Çinlilerin hücuma

geçmesiyle durum birden bire BM Ordusu’nun aleyhine dönmeye başladı.

Tockhon’un kuşatılması üzerine 9. Kolordu’nun, dolayısıyla 8. Ordu’nun sağ yan

ve gerileri açıldı ve bu sebeple ciddi bir kuşatma tehlikesi baş gösterdi.135

Türk Tugay Komutanı 26 Kasım’da 9. Kolordu karargâhına davet edildi.

Tugay Komutanı yanına yardımcısı ve kurmay heyetini alarak Kolordu

karargâhına gitti. Kolordu karargâhında heyecanlı ve yoğun çalışma içerisinde

bulunan Amerikan subaylarının halinden olağanüstü bir durumun olduğu izlenimi

çıkıyordu. 8. Ordu cephesinin orta kesiminde özellikle Tockhon bölgesinde 2.

Güney Kore Kolordusu’nun düşmanın karşı taarruzlarıyla geri çekildiği, bunun

131 Ayın Tarihi, Kasım 1950, s. 204, s.s. 138 132 Kore Broşürü, s. 5. 133 Tahminen 340 bin kişi, Kore Broşürü, s. 6. 134 Ayın Tarihi, Kasım 1950, s. 204, s.s. 142-143; Hürriyet,” Kore’de Kızıl Çinliler Hücuma Geçtiler”, 27 Kasım 1950; Ulus,” Kore’de Durum”, 27 Kasım 1950. 135 Yazıcı, a.g.e., s. 148.

sonucu olarak kolordunun sağ yanının tehdit altında olduğu bildirildi. 9. Kolordu

Komutanı Tümgeneral Coulter, Kolordu harekât şubesine gelerek, Türk Tugay

Komutanı’na şu emri verdi; “2. Güney Kore Kolordusu geri çekiliyor. Tockhon

şehri düşman tarafından kuşatılmıştır. Düşman, Kolordunun sağ yanını tehdit

etmektedir. Türk Tugayı bu yolla (Kunuri-Wawon-Tockhon) hareket ederek

Tockhon şehrini işgal edip buradan tümenle irtibat sağlayarak Tockhon’dan

Chongsang-ni üzerinden kuzeye giden yolu emniyet altına alacaktır.”136 Kolordu

Komutanı devam ederek şu bilgileri verdi; “1. Süvari Tümeni, Kunuri’nin 30 km.

kadar güneyinde Sunchon bölgesinde toplanmaktadır. Bunları yarın sabaha kadar

toplayacağımızı sanıyorum. Hemen hareket etmemiz çok mühimdir. Çünkü

kuşatılmak istemiyoruz. Muhtemelen Tockhon’u almak için muharebe

edeceksiniz.”137

Tugay Komutanı’nın durum hakkında biraz bilgi istemesine karşı,

Kolordu Komutanı kendisinin de fazla bir bilgisi olmadığını söyledi. Kolordu

Komutanı, sözlerini bitirdikten sonra Tugay Komutanı’na bir yardım isteği olup

olmadığını sordu. Tugay Komutanı da Tockhon’a süratle gidebilmek için

kamyona ve ayrıca tanka ihtiyaç olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Kolordu

Komutanı, Kolordudan 50 kamyon ve bir tank takımının verileceğini vaat etti.

Tugay Komutanı, Kolordudan ayrılmadan telefonla birliğine hareket için ön

emrini verdi.138 Kolordu Komutanı’nın verdiği emirle, Türk Tugayı’nın mucizevi

bir sonuç alması beklenmekteydi. Çaresizliğin telaşı ile 9. Kolordu düğümü

çözme görevini Türklerin üzerine yıktı.139

136 Erkilet, a.g.e. s. 89. 137 Milliyet,”Kore’de Komünist Taarruzu Tehlikeli Bir Hal Alıyor”, 28 Kasım 1950. 138 Dora, a.g.e., s. 100; Yazıcı, a.g.e., s. 149. 139 Öke, a.g.e., s. 89.

Birlikler Chang-myon’da toplandığı esnada artçı görevini üstlenen keşif

kıtası, dağda emniyet görevine devam ediyordu. Vakit gece yarısını geçmiş ve her

yerde bir sükunet vardı. Gece 03.00’ten itibaren sükunet bozulmaya başladı.

Dağdan gelen silah sesleri keşif kıtasını düşmanın veya çete grubunun saldırısına

uğradığını gösteriyordu. Dağların çok yüksek oluşu keşif kıtasıyla telsiz

bağlantısının kurulmasını engelliyordu. Her olasılığa karşı silah başı emri

verildi.140 Saat 04.00’te Tugayın keşif takımı komutanı ve keşif takımını

pekiştiren 3. Bölük’ün silah takımı komutanı bir ciple karargâha gelerek keşif

takımının geceleyin emniyet görevini üstlenirken düşman baskınına uğradığını,

bir süre savaşıp direndikten sonra dağıldığını, araçlarının düşman tarafından

yakıldığını, buraya ancak dört erle ulaşabildiklerini, diğer erlerden ve istihkam

birliğinden bir haberi olmadığını, Amerikalı muhabere yüzbaşısı Lorenzo’nun da

telsiz arabasıyla düşman tarafından yakalandığını bildirdiler.141 Durumu bu

şekilde öğrenen Tugay Komutanı 2. Bölük’ün hemen harekete geçerek baskına

uğrayan keşif takımı erlerini ve araçlarını kurtarmasını emretti. Keşif birliğinin

uğradığı saldırıdan kurtulup oraya gelen iki subay da 2. Bölük’e katılmak üzere

yola çıktı.142 Keşif takımının bu savaşı Türk Tugayı’nın Kore’de düzenli Çin

birlikleriyle yaptığı ilk savaştır. Geri çekilme imkanı olduğu halde sabaha kadar

inatla direnen keşif takımı diğer birliklerin düzenlenmesine de zaman

kazandırdı.143

Çinliler’in, Songbul-gal Köprüsü’nü savunan 10. Bölüğe karşı hücumu

gün ağarırken başladı. Güney Kore Kolordusu ve keşif kıtasına karşı kazandıkları

zafer sonucunda rahat bir şekilde 10. Bölüğe yaklaşan Çinliler çok şiddetli bir

140 Yazıcı, a.g.e., s. 162-163. 141 Dora, a.g.e., s. 109. 142 Yazıcı, a.g.e., s. 163. 143 a.g.e., s. 24.

ateşle karşılaşdı ve geriye çekildi. 10. Bölüğü geçemeyeceklerini anlayan Çinliler

aldıkları yeni takviyelerle 10. Bölüğün solundaki 11. ve 9. Bölükler üzerine

saldırıya geçtiler. Böylece 3. Tabur’un bütün bölükleri savaşa girdi ve Topçu

taburu da mevzilerine girerek ateşleriyle bölükleri desteklemeye başladı. 3. Tabur

düşman hücumlarını karşılarken 9. Bölük Komutanı kendisine gösterilen hedefe

ulaşmak için daha kuzeydeki hakim bir tepenin işgalini gerekli görerek süngü

hücumuyla tepenin alınmasını sağladı. Özellikle 9. Bölüğün bir takımı bu süngü

hücumunu yaptı ve Kore Savaşı’nda ilk süngü savaşı bu takım tarafından yapıldı.

O hücumda takım komutanı yaralandığı halde görevini bırakmadı.144

Wawon Savaşı, henüz dört ay önce kurulmuş olan Türk Birliği’nin ilk

savaşıdır. Tugayın yeni kurulmuş olması yanında, yeni Amerikan silahları alması,

deniz aşırı uzun bir yolculuktan gelip Kore’de önce gerillalara karşı kullanılması

ve dolayısıyla hareket ve savaş yetenekleri yeterince gelişmeden böyle bir savaşa

girmesi Türk Tugayı için bir handikaptı. Buna rağmen dostun ve düşmanın kim

olduğu henüz ayırt edilemeyen bir ülkede, çok sarp ve kapalı bir arazi ile soğuk

hava şartları altında, dost taraf birliklerinin yardımından uzak olarak çok üstün

sayıda ve akıcı bir düşmana karşı giriştiği bu savaşta, 28 Kasım 1950 gününü

kazanan Tugay, Çinliler’in ileri hareketini bir gün geciktirdi.145 Bütün bunlara ek

olarak dost birliklerin Türk birliğini tamamen yalnız başına bırakması, kendilerini

araçlarla hareket ederken Türk Birliğini yaya bırakması gibi durumlar eklenince,

Türk Tugayı’nın göstermiş olduğu bu başarının ne kadar büyük olduğu kesindir.

28-29 Kasım 1950 gecesi, genellikle Sinnim-mi köyünün içinde ve

batısında, mevzide ve ordugâhlarda bulunan piyade, topçu, havan birlikleriyle

ulaştırma araçları birden bire düşmanın nereden ve nasıl geldiğini anlayamadıkları

şiddetli makineli tüfek, havan ve roketatar ateşlerine tutuldular. Baskın yapan

144 Milliyet,”Birliğimizin Parlak Muvaffakiyeti”, 29 Kasım 1950.

Çinliler, gecenin karanlığından faydalanarak, 1. ve 2. taburların arasından

tamamen emniyet altına alınmayan vadinin tabanından sessizce ilerleyerek

Sinnim-ni’ye kadar sokulmuştu.146 Bu ani baskın herkesi şaşkına döndürdü.

Manzara tam bir bozgun ve dağılma durumunu gösteriyordu. Bu anı Yazıcı şöyle

ifade etmekteydi:

“Çekilen birlikler parça parça birbirine karışmış, motorlu vasıtalar, toplar, ikisi üçü yan yana üst üste gelerek yolu bütün genişliğince kapamış, hareket imkanlarını kaybetmiş, kesit bir kitle halinde donup kalmış, emir ve kumanda hakimiyeti elden çıkmıştı. İşte sakınmak istediğimiz gece muharebesi irili ufaklı türlü şeametleriyle, düşman çemberinden evvel, birlikleri kuşatmıştı. Karışık ve tehlike dolu bu hale, gece karanlığı içinde bir nizama koyup inzibata olmak zor, fakat mutlak bir zaruretti.”147

Bu kaos durumunda Tugay Komutanı’nın ilk kararı elde bulunan

birliklerle geriye doğru bozulmuş ve dağılmış birlikleri durdurarak bir düzene

koymak ve ilk iş olarak Sinnim-ni’yi emniyete almaktı. İkinci aşamada taburla

bağlantı kurup onların durumları hakkında bilgi almaktı. Bu düşünceleri

uygulamaya başladığı anda Albay Celal Dora ile karşılaştı ve onun “Kararınız

nedir?” sorusuna, “toplanacak birliklerle köyü savunmak ve taburlarla bağlantı

sağlayarak onların durumlarına göre gerekirse yeni bir karar vermek” cevabını

verdi.148 Albay Dora savunma kararını beğenmemekle birlikte generalin verdiği

emre uyarak Kunuri’ye doğru dağınık bir şekilde gitmekte olan birlikleri geri

döndürmek amacıyla harekete geçti.149

Tugay 28-29 Kasım 1950 gece yarısından itibaren 9. Amerikan

Kolordusu’nun emrinden çıkarak 2. Amerikan Tümeni’nin emrine girdi ise de

145 Erkilet, a.g.e., s. 111. 146 A.g.e., s. 116. 147 Yazıcı, a.g.e., s. 176. 148 a.g.e., s. 176. 149 Dora, a.g.e., s. 138-139.

tümenden hiçbir görev ve emir almayarak tümenle bağlantı sağlayamadı. Yalnız

sabaha karşı Tugaydan Tümene bir subay gönderilerek Tugay’ın durumu bildirildi

ve yardım istendi. Sabah gün doğarken durum şöyle idi: 2. Tabur Sinnim-ni’de

düşmanla temasta fakat sol kanat ve yanı kuşatılmış bir halde, 1. Tabur’un 1. ve 3.

Bölükleri geceden Kaechon’a gelmişlerse de Sinnim-ni de mevzide kalan 2.

Bölük düşman tarafından kuşatılmış olarak savaşa devam etmekteydi. O gece

kelimenin tam anlamıyla boğaz boğaza bir savaş oldu. 150

Geri çekiliş esnasında artçı görevini alan 1. Tabur’un ön kademesi

yandan ateşe tutulmuş, yaptığı kısa bir hücumla taburun yolunu açmış, 107

rakımlı tepeye gelindiğinde yolu yeniden kesilmişti. Geri emniyetini sağlamak

için savunma ile beraber kısmen karşı hücumlara ve süngü hücumlarına

başvurmuş, bu arada cephaneleri biten bazı erler dipçik, yumruk ve taşlarla

taburlarına verilmiş olan ağır görevi yapmışlardı.151

Genel duruma göre, Kunuri bölgesi, Tugayın durup oyalanmasına

elverişli değildi. Bu esnada 1. ve 3. taburlar, tabur komutanları başlarında olmak

üzere toplanmaya başladı. Topçu taburu daha önce kendi başına Pyongyang’a

doğru yola çıktı. 2. Tabur da kısmen Anju ve kısmen de Sunchan yolu ile geri

çekildi. Pyongyang’a giden iki yolun da henüz açık olduğu öğrenildi. Sunchon

yolunun kısalığı ve birliklerin ikmal işlerinin daha kolay giderilebileceği

düşüncesiyle bu yol tercih edildi.152 Sunchon Boğazı’na sapan birliklerimiz,

Amerikalılar’la beraber, zaman zaman boğazın içinde yanlardan düşman ateşine

ve hatta sarılıp yok edilmek tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar. Bundan dolayı

ancak küçük gruplar hatta tek tek savaşarak kendilerine yol açarken, öte yandan

150 a.g.e., s. 186 151 a.g.e., s. 192-193. 152 Yazıcı, a.g.e., s. 196

boğazda sarılmış durumda bulunan 2. Amerikan Tümen Karargâhının

kurtulmasına da yardım ettiler. Tugay Komutanı daha sonra Kumpo’da yazdığı 31

Aralık 1950 tarihli raporunda Tugay’ın Kunuri-Sunchan arasındaki boğazda en

çok kaybı verdiğini yazdı.153

8 Aralık 1950’de birliklerin kayıpları ile eksiklerinin tespitine başlandı.

1. Türk Tugayı’nın 26 Kasım 1950’den 6 Aralık 1950 tarihine kadar olan Kunuri

Savaşları’nda toplam kaybı, insan olarak mevcudun %15’i, ağır silah ve araçların

%70’i, subayların şahsi eşyalarının hemen hemen tamamıdır. İnsan kaybının 218’i

şehit, 94’ü kayıp, 455’i yaralı olmak üzere toplam 767 olduğu anlaşılmıştır.154

Kunuri Savaşlarında Tugay’ın düşmana verdirdiği kaybın 5000 kişi

olduğu tahmin edilmektedir. Çekilmesini himaye ettiğimiz 2. Tümen’in kaybı ise

4849 kişi olup, bu kaybın daha fazla olmaması, Türk Tugayı’nın kuşatmayı

engellemesiyle mümkün olmuştur.155

Sonuçta, 26-30 Kasım günleri arasındaki kanlı savaşlar sırasında Türk

Tugayı 8. Ordu’yu bir felaketten kurtardı. Kendisinden adetçe on defa üstün bir

düşmana karşı otuz defa süngü hücumu, dört gün içinde beş defa kuşatılmak ve

kurtulmak, Türk askerlerinin gösterdiği büyük başarılardır.156

1.3.3. KUM YANGJANG-Nİ SAVAŞI

153 Zafer,” Zayiatımız Yüzde Onu Buluyor”, 6 Aralık 1950. 154 Erkilet, a.g.e., s. 138. 155 Denizli, a.g.e., s. 110. 156 Cevdet Canbulat, Kore’de Mehmetçik, Yeni Matbaa, İst, 1952, s. 6-7.

Kunuri’den sonra Kuzey Kore Ordusu gerilla desteği ile birlikte, bütün

hatlarda hücuma geçti. Bu şartlarda Birleşmiş Milletler Ordusu, İmjin Nehri ve

doğusuna çekilmek zorunda kaldı. Bu durumda eksikleri tamamlanmamış

olmasına bakılmazsızın yarımadanın savunulması görevi, 10 Aralık 1950’de, I.

Türk Tugayı’na verildi157. I. Türk Tugayı 30 km. uzunluk ve 20 km. genişlikteki

yarımadayı yalnız başına savunacak ve düşmanın bu yarımadadan geçerek

Birleşmiş Milletler Ordusu’nun batı kanadını kuşatmasına engel olacaktı. Türk

Tugayı 20 gün önceki Kunuri Savaşı’ndan sonra yine önemli bir görev üstlendi.158

24 Ocak 1951 sabahı General Yazıcı, alınan emre göre yürüyüşü başlattı.

Türk Tugayı, olaysız geçen bu ilerlemeden sonra akşama doğru Ansong’ta

toplandı. Ardından, aynı gece hücum mevziine girildi. Yapılan bu plana göre,

Türk Tugayı’nın 2. Taburu’nun Kumyangjang-ni Kasabasını aşması isteniyor;

Alay Hücum Grubu’nun da önce 185, ardından da 156 rakımlı tepeyi alması

bekleniyordu.

Türk Tugayı’nın hücum grupları 25 Ocak 1951 sabahı hücuma geçtiler.

2. Tabur, ilk gün, sadece 8 km. ilerleyebilmişti. Çünkü; tabur komutanı,

gözetleme ve keşifler sonucunda düşmanın asıl savaş hattının kasabanın

batısındaki demiryolunun üstündeki tepelerden geçtiğini ve bu mevzilerinde çok

güçlü bir şekilde sağlamlaştırılmış olduğunu tespit etmişti. Plana göre Doğu’daki

Amerikan Taburu bu kasabayı işgal edecekti. 2. Türk Taburu da bu harekâtın

tamamlanmasından sonra kasabayı geçmesi bekleniyordu. Ne var ki, Amerikan

Taburu, ilerlerken güçlü düşman direnişiyle karşılaşmış; dolayısıyla kasabaya

yaklaşamamıştı. Böylece, hücuma ertesi gün de devam edilmesi gerekti. 2. Tabur

26 Ocak’ta ileri harekâta başladı. Önce Amerikan Taburu’na bağlı tanklar çıkışı

157 Hürriyet,” Tugayımız Tekrar Harbe Giriyor”, 11 Aralık 1950

yaptılar. Tankların ağır, hatta ürkek hareketi onlarla birlikte ileri atılan Türk

piyadelerini hırslandırıyordu. Yazıcı’ya göre piyadelerimiz bir o dev tanklara, bir

de içindekilere bakarak adeta, “zırhını, koca topunu, tüfeğini üstünde toplamış bu

kudretli vasıtanızdan utanın!” Nedir bu gelin alayı gidişi?” demek istiyorlardı.159

185 ve 156 rakımlı tepelerde, Kumyongjang-ni kasabasına yapılan

hücumda, berkitilmiş ve inatla savunulan arazi kesiminin az kuvvetle ele

geçirilmesi büyük başarı idi. Hücum eden tarafın, savunan tarafa göre üç katı

fazla olması ve kaybın da bu oranda artması gerekirken durum tersine olmuş,

Türk birlikleri cesur ve iyi berkitilmiş mevzide inatla savunan düşman karşısında

pek az kayıpla savaşı kazanmıştı.160

Bu savaşta Türk Tugayı’nın kaybı biri astsubay ve on biri er olmak üzere

12 şehit ve 31 yaralıdan ibarettir. 27 Ocak 1951 günü Türk Tugayı’nın ele

geçirdiği mevziler gezildi ve meydanda 474 Çinli cesedi sayıldı. Ölülerin çoğu

156 rakımlı tepededir ve yine çoğunluğunun piyade mermisi, bomba, süngü ile

vurulmuş ve dipçik ile ezilmiş olduğu görüldü. 2. Tabur mevzileri işgal edince,

77 Çinli cesedi sayıldı. Mehmetçiğin süngü gücü karşısındaki hayret ve

takdirlerini gizleyemeyen Amerikan resmi makamları düşman kaybını 1734

olarak tespit ettiler.161

Kumyognjong-ni Zaferi’nden dolayı Türk Tugayı takdirle anıldı.

Amerikan Kongresi, Tugay’a “Mümtaz Birlik” (Distinguisted Unit-Station) nişanı

verilmesini kararlaştırdı. Nişan, 6 Temmuz 1951’de 8. Ordu Komutanı General

158 Erkilet, a.g.e., s. 140-141. 159 a.g.e., s. 265. 160 Hürriyet,” Tugayımız Kızıllara Yeni Darbe İndirdi”, 29 Ocak 1951; Milliyet,” Kore Birliğimiz

Harikalar Yarattı”, 29 Ocak 1951. 161 Hürriyet,” Kore’de İleri Harekat İnkişaf Ediyor”, 30 Ocak 1951.

Fleet tarafından 241. Alay Sancağına törenle takıldı.162 Bu nişanı alan ilk yabancı

birlik Türk Tugayı olmuştur.163

1.3.4. TÜRK TUGAYI AÇISINDAN KORE SAVAŞI’NIN

SONUÇLARI

Kore’de, ateşkes antlaşması 27 Temmuz 1953 günü Panmunjon’da

imzalandı.164 Türkiye, Kore’ye 4500 kişilik tam teşekküllü bir tugay göndererek

Kore’de hür devletler safında savaştı. Kore’de toplam 24822 Türk askeri görev

yaptı. Bunların dağılımı şöyledir; I. Kafile 5100, II. Kafile 5600, III. Kafile 7002

ve IV. Kafile 7100 askerden oluşmaktadır.165 Türk Tugayı’nın kayıplarına

gelince, 721 şehit, 175 kayıp, 2147 yaralı olmak üzere toplam 3043 kişidir.166

162 Öke, a.g.e., s. 127. 163 Kore’de Savaşanlar Derneğinin Muhtırası, s. 23. 164 Hürriyet,”Kore’de Harp Bitti”, 28 Temmuz 1953; Milliyet,”Kore Cephesinde Dün Resmen Ateş

Kesildi”, 28 Temmuz 1953; Ulus,”Mütareke İmza edildi”, 28 Temmuz 1953; Zafer,”Kore’deki Çarpışmalar Tamamen Durduruldu”, 28 Temmuz 1953.

165 Hürriyet,”Kore’de Harp Bitti”, 28 Temmuz 1953; Milliyet,”Kore Cephesinde Dün Resmen Ateş Kesildi”, 28 Temmuz 1953; Ulus,”Mütareke İmza edildi”, 28 Temmuz 1953; Zafer,”Kore’deki Çarpışmalar Tamamen Durduruldu”, 28 Temmuz 1953.

166 Erkilet, a.g.e., s. 438.

Kore Savaşı’nı sona erdiren Panmunjon Ateşkes Antlaşması ile 234 Türk esiri

geri iade edilmişlerdir.167

2. BÖLÜM

TÜRK TUGAYI’NIN KORE’YE GÖNDERİLME KARARI VE

TEPKİLER

2.1. KORE SAVAŞI’NA İLK TEPKİLER

14 Mayıs 1950 seçimleri sonrası oluşan yeni sürecin harareti Türk basının

gündeminde sıcaklığını korurken, 25 Haziran 1950 tarihinde başlayan Kore

Savaşı, gündemi birden bire alt-üst etti. Gelişmelerin, Türkiye açısından kritik bir

şekil aldığı bilincinde olan basın, Kore’deki durumu bütün yönleriyle manşetlere

taşıdı. Türkiye’nin de böyle bir tehdit altında kalabileceği fikrinde olan gazeteler

tüm gelişmeleri okurlarına aktararak bu önemli olayda Türk halkını aydınlattılar.

25 Haziran 1950’de başlayan savaş ertesi gün gazetelerin manşetine

yerleşti. Kore’de savaşın başladığını okurlarına duyuran Hürriyet, Londra Nafen

ajansından geçtiği haberde Rus uçakları tarafından desteklenen Komünist Kore

167 a.g.e., s. 438.

Ordusu’nun Güney Kore topraklarına girip Seul’un 40 km. kadar yakınlarına

geldiğini bildirdi.168 Aynı olayı haber yapan Demokrat Parti yayın organı Zafer

Gazetesi, savaşın bir üçüncü dünya savaşına yol açabileceği ihtimalini özellikle

belirtti.169 26 Haziran’daki yazısında Mümtaz Faik Fenik, Sovyetler Birliği’nden

yardım gören Kuzey Kore komünist güçlerinin ABD’nin desteklediği Güney

Kore’ye saldırmasını yeni bir dünya savaşı ihtimalini arttırdığını öne sürdü.

Fenik’i bu düşünceye iten başlıca nedenler; Sovyetler Birliği’nin Kore dışında

bütün Asya kıtasına el atması ve ABD’nin burası dışında önemli stratejik

bölgelere sahip olamaması idi. Japonya’yı elde tutabilmek için Kore’yi mutlaka

savunmak zorunda olan ABD’nin Güney Kore’yi ve benzer kaygılarla Sovyetler

Birliği’nin Kuzey Kore’yi silahlandırmasına değinen Fenik, iki büyük devletin

çıkarları için bölgede büyük bir çatışmaya girebileceklerini iddia etmekteydi.170

Yazısında Kore sorununun kaynağına inen Ömer Sami Coşar, olayların

1945’ten itibaren tehlikeli bir hal aldığını ve böyle sürmesi halinde yeni bir dünya

savaşının her an kapıda olduğunu belirtmekteydi.171 Benzer düşünceleri paylaşan

Ali Naci Karacan da bölgenin stratejik önemine değindiği yazısında, Kuzey

Korelilerin saldırısını ABD’nin bir nevi “Pearl Harbour” telaşı ve heyecanıyla

karşılamasının çok anlamlı olduğunu ve hayati çıkarları için ABD’nin bölgede

ciddi bir çatışmaya girebileceğini vurgulamaktaydı.172

Kore’nin stratejik olduğu kadar ekonomik anlamda da önemli bir yer

olduğuna dikkat çeken Hikmet Feridun Es, Sovyetler Birliği’nin böyle bir

168 Hürriyet,”Kore’de Harp Başladı”, 26 Haziran 1950. 169 Zafer,”Kore’de Harp Başladı”, 26 Haziran 1950. 170 Mümtaz Faik Fenik, “Dünya Barışı Yine Tehlikede”, Zafer, 26 Haziran 1950. 171 Ömer Sami Coşar, “Kore Harbi”, Cumhuriyet, 26 Haziran 1950; Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 126 172 Ali Naci Karacan, “Üçüncü Bir Dünya Harbi mi?”, Milliyet, 29 Haziran 1950.

saldırıyı kışkırtarak ABD’nin bölgede girişmiş olduğu ekonomik kalkınma

hamlesini engellemeye çalıştığı fikrindeydi.173

Benzer düşüncelerin aksine, Kore Savaşı’nın bir dünya savaşına dönüşme

ihtimalinin pek zayıf olduğunu, Kuzey Kore’nin Güneye saldırmasının büyük

devletlerin elini ateşe sokmaları için yeterli bir sebep olmadığını belirten Mücahit

Topalak, “Kore meselesi belki yarın unutulmayacak kadar mühim bir meseledir,

fakat Amerika, bilhassa Uzakdoğu’da, bütün muhasamat yükünün omuzlarına

çökeceği bir macerayı kabul edemez. Sovyet Rusya’nın meramı ise harp etmek

değil, milletleri daimi bir harp huzursuzluğu içinde bırakarak gayesine vasıl

olmaktır” diyerek savaşın biraz da psikolojik bir çatışma olacağını

düşünmekteydi.174 Diğer bir yazıda, Korelilerin zıt çıkarların emrinde

birbirlerine girmelerini ve kardeş kavgasının esiri olmalarını, II. Dünya Savaşı’nı

takip eden devrin bütün günahının Kore üzerine çökmesi olarak değerlendiren

Topalak, II. Dünya Savaşı sonrası ABD-Sovyetler Birliği çekişmesinin

bölgedeki kardeş kavgasına neden olduğu fikrindeydi.175

Bölgedeki silahlanma yarışında Sovyetler Birliği’nin ABD’ye göre çok

daha başarılı olduğuna değinen Abidin Daver, Güney Kore’ye yeterli yardımın

yapılmamasından ötürü fırsatı ganimet bilen Sovyetler Birliği’nin, Kuzey Kore’yi

kışkırtarak ilk müdahaleyi yaptırdığı ve böylece ilk raundu kazandığı

kanısındaydı. ABD’nin Kore tecrübesinden ders çıkarması gerektiğini düşünen

Daver, Türkiye kalesine önem veren bu önemli müttefikin Türk silahlı

173 Hikmet Feridun Es, “Asya Yangını” Hürriyet, 27 Haziran 1950. 174 Mücahit Topalak, “Kore’de Harp” Zafer, 27 Haziran 1950. 175 Mücahit Topalak, “Uzakdoğu”, Zafer, 28 Haziran 1950.

kuvvetlerini acil olarak modernize etmesinin, bölgedeki hassas dengeler

bakımından çok önemli olduğunu savunmaktaydı.176

Kore sorunu ilk olarak TBMM’nin 30 Haziran 1950 günkü toplantısında

gündeme geldi. “Kore Savaşı ve Güvenlik Konseyi’nin bu konudaki kararları

doğrultusunda hükümetin ne kararlar aldığını” soran İzmir Milletvekili Cihat

Baban’ın konuşmasından sonra kürsüye gelen Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü,

Kore’deki durum hakkında Hükümetin bakış açısını verme niyetinde olduğunu

belirterek, o güne kadar gelişen olayların kısa bir değerlendirmesini yaptı. Kuzey

Kore’nin açık bir tecavüzle Güney Kore’ye saldırdığını, bu davranışa karşı

Birleşmiş Milletlerin çeşitli önlemler aldığını ifade etti. Birleşmiş Milletler

Teşkilatı’nın, 27 Haziran 1950 tarihli telgrafla, üye devletleri yardıma çağırdığına

değinen Köprülü, bu bağlamda Hükümet olarak izledikleri dış siyasetin bütünüyle

Birleşmiş Milletler ideallerine bağlı olduğunu ve buradan gelecek talepleri olumlu

karşılayacaklarını belirtti. Barışı seven her milletin bu tür saldırgan davranışlara

karşı ortak hareket etmesi gerektiğine inandığını söyleyen Dışişleri Bakanı,

Kore’deki duruma müdahalesinden ötürü ABD’yi kutladı.

Hükümetin, Birleşmiş Milletler’den gelen 27 Haziran tarihli telgrafa

çektiği cevabi metin şuydu:

“Birleşmiş Milletler Konseyi’nin Kore’deki elim hadiselerle ilgili olarak yapmış olduğu teşebbüsleri, bozulan barışın iadesini ve açıkça tecavüze uğramış bir devletin egemenlik haklarının korumasını sağlayacak ve bu suretle dünya sulhunun ve milletler güvenliğinin kuvvetlenmesine en müessir bir surette hizmet edecek bir kararın ifadesi addeden hükümetim adına ve 28/6/1950 tarihli 8755 sayılı telgrafınızın ihtiva ettiği tavsiyeye cevap olarak Zatı devletlerine Türkiye Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Kurulunda bir üye olmak sıfatı ile deruhte eylemiş bulunduğu taahhütleri şart hükümleri

176 Abidin Daver, “Kore Harbi’nin Verdiği Ders”, Cumhuriyet, 30 Haziran 1950; Ayın Tarihi, Haziran 1950, s. 199, s.s. 127-128

dahilinde ve azami samimiyetle yerine getirmeye amade olduğunu bildirmeye müsaraat eder...”177

Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün demecinden sonra, T.C. Hükümetinin,

Birleşmiş Milletler esprisi dahilindeki barış anlayışını Meclis’in onayladığını

bildiren, İzmir Milletvekili Ekrem Hayri Üstündağ ve arkadaşları tarafından

verilen önerge iktidar, muhalefet ve bağımsız bütün milletvekillerinin sürekli

alkışları arasında kabul edildi.178

1 Temmuz’daki gazete manşetleri 30 Haziran’daki Meclis görüşmelerini

yansıtmaktaydı. Hürriyet, Türkiye’nin Kore işinde üzerine düşen sorumlulukları

yapacağını belirtirken179, Milliyet, özgür devletleri Türkiye’nin de destekleyeceği

haberini okurlarına duyurmaktaydı.180 Hükümetin yayın organı Zafer ise,

Türkiye’nin Birleşmiş Milletler idealleri doğrultusunda taahhütlerine sahip

çıkacağını belirterek, Hükümet politikasının oybirliğiyle kabul edilmesini dış

politikadaki ulusal birlikten kaynaklandığını ifade ederek bu durumdan

duydukları memnuniyeti okuyucularıyla paylaşmaktaydı.181

Hükümetin, Birleşmiş Milletler’e verdiği cevapla “milletimizin samimi

duygularına tercüman olduğunu” belirten Nadir Nadi, “aç gözlülere cesaret

vermemek, onları istemeyerek teşvik etmek gibi hatalara sapmamak, barışçı

milletlere düşen bir vazifedir” sözleriyle Hükümetin kararından memnuniyetini

belirtmekteydi.182

177 TBMM Tutanak Dergisi; IX/C:1, s. 312; Hürriyet, “ Köprülü Mecliste Bunu Resmen Bildirdi”, 1

Temmuz 1950. 178 TBMM Tutanak Dergisi; IX/C:1, s. 312; Milliyet, ” Hür Milletleri Biz de Destekliyoruz”, 1

Temmuz 1950. 179 Hürriyet, ” Türkiye Kore İşinde Üzerine Düşen Vecibeleri Yapacak”, 1 Temmuz 1950. 180 Milliyet, “ Hür Milletleri Biz de destekliyoruz”, 1 Temmuz 1950. 181 Zafer, ” Türkiye Taahhütlerini Yapacak”, 1 Temmuz 1950. 182 Nadir Nadi, “Karar”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 1950.

Mümtaz Faik Fenik Sovyetler Birliği ile komşu bulunan Türkiye’nin,

Uzakdoğu’da bu ülke tarafından desteklenen bir saldırıya karşı Birleşmiş Milletler

ile işbirliği kararını bu kadar süratle almasını, “hükümetin dış politikadaki

dinamizminin ve samimiyetinin bir eseri” olarak görmekteydi. Kore Savaşı’nın iki

güç arasında olmadığını, Birleşmiş Milletler ile bir işgalci arasında geçtiğini, Kore

kurtulursa milletler ve barış idealinin kurtulmuş olacağını ve böylece herhangi bir

saldırganın artık hiçbir yerde baş kaldıramayacak duruma geleceğini

düşünmekteydi. Saldırganın Kore’de saha ve imkanları yokladığını, Kore

yardımsız kalarak düştüğü takdirde aynı tekniği başka taraflarda da

uygulayacağını varsayan Fenik, tek çare olarak Birleşmiş Milletler idealinin ve

işbirliğinin geliştirilmesini görmekteydi.183

Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e dahil bir ülke olduğu için bu yardıma

koşması gerektiğini, Marshall Planı’ndan yardım gördüğü için bu yardımın “bir

nevi mecburiyet teşkil ettiğini” belirten Sedat Simavi, yardımın şeklinin

“sembolik” olacağını vurgulayarak Asya’nın öbür ucuna asker göndermemizin

söz konusu bile olamayacağını, yapacağımız yardımın ise zirai mahsüllerimizin ve

yerli ilaçlarımızın Koreliler’e yollanması şeklinde olabileceğini düşünmekteydi.184

Hükümetin yardımının sembolik olacağı fikrinin bir diğer savunucusu da

Cumhuriyet Halk Partisi Hükümetinin son Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’tı.

Sadak, hükümetin asker göndermesinin söz konusu olamayacağını, Türkiye’nin

Kore’ye yardım etmesinin ileride bir tecavüze uğraması durumunda diğer

ülkelerce ciddiye alınmayacağını iddia etmekteydi. “Türkiye kime ve nasıl yardım

183 Mümtaz Faik Fenik, “Türkiye’nin Dünya Barışına Hürmeti”, Zafer, 1 Temmuz 1950. 184 Sedat Simavi, “Amerika’ya Türk Yardımı”, Hürriyet, 2 Temmuz 1950.

edebilir; bu yardım ne işe yarar?”, diyerek Türkiye’nin bu şartlarda yapabileceği

pek bir şey olmadığını savunmaktaydı.185

Sedat Simavi ve Necmettin Sadak’ın görüşlerine cevap veren Abidin

Daver, Türkiye’den yardım isteyenin ABD değil, Birleşmiş Milletler olduğunu, bu

başvurunun Marshall Planı ile ilgisi bulunmadığını, Marshall Planı’ndan “devede

kulak” kabilinden destek görüyoruz diye Birleşmiş Milletler’i saldırgana karşı

yalnız bırakmanın mertliğe sığmayacağını belirterek:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin vaadi elbette kağıt üzerinde kalacak, platonik ve nazari bir yardım olmayacaktır. Çünkü silahlı bir tecavüzü püskürtmek için yalnız edebiyat ve kuru vaad kâfi değildir... Vaziyeti Türkiye cephesinden mütalaâ edince yarın memleketimize karşı yapılacak olan bir taarruz üzerine bütün Birleşmiş Milletler’in bizim de yardımımıza koşacağına inanmak lazımdır. Bu itibarla sembolik bir yardımla iktifa etmeyi düşünmek doğru olmaz. Çünkü, taarruza uğradığımız zaman bize de bilmukabele sembolik yardım yapılmasına kapı açmış oluruz”, demekteydi.186

Kore savaşı hakkında basına demeç veren Cumhuriyet Halk Partisi Genel

Başkanı İsmet İnönü, şartları, dünya barışı adına iyi karşılamadığını, beklenmeyen

bir olayın üçüncü dünya savaşına yol açabileceğini belirterek, I. ve II. Dünya

Savaşları’nın da böyle önemsiz bir olaydan dolayı ortaya çıktığını ve daha sonra

bütün dünyayı kapladığını anımsatarak dikkatli davranılması gerektiğini

öğütlemekteydi.187

Bu arada Demokrat Parti eski milletvekili Senihi Yürüten, Kore’de

kuzeylilere karşı savaşmak için “Tecavüze Uğrayan Hür Milletlere Türkiye’den

Yardım” adında bir dernek kurmak için ilgili makamlara başvurdu. Yürüten, bu

çalışmalarının her şeyden önce sembolik olduğunu, amaçlarının devletin aldığı

önlemlerin dışında özel çalışarak hükümeti desteklemek ve ilerde bir gönüllü

185 Necmettin Sadak, “Kore Savaşı ve Türkiye”, Akşam, 6 Temmuz 1950. 186 Abidin Daver, “Konsey’in Kararı ve Türkiye”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 1950

lejyonu kurarak Kore’de zulme ve komünizme karşı savaşmak olduğunu, bunu

sağlamak için de Dışişleri Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kurulu’na

başvuracaklarını belirtti.188 Senihi Yürüten’in kurduğu derneğe ilk günlerde üç bin

başvuru oldu. Türkiye’de gençler gönüllü olarak birbirleriyle yarışırken, ABD’de

gençlerin Kore’ye gitmemek için türlü yollara başvurmaları dikkat

çekmekteydi.189 Senihi Yürüten’in bu girişimi “hayalperest” bir girişim olarak

niteleyen Hikmet Feridun Es, daha gerçekçi yaklaşımların sergilenmesi

gerektiğini vurgulayarak, “Yolun Açık Olsun Kahraman Senihi!” diyerek bu olaya

eleştirel bir tavır takındı.190 Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Kore’ye savaşmak için

gidecek gönüllülerin durumuyla bakanlığın ilgilenmediğini ve ilgilenmeyeceğini

belirterek Senihi Yürüten’in bu girişiminin sonuçsuz kalmasına neden oldu.191

Kore’deki ciddi duruma dikkat çeken Burhan Belge, o güne kadar geçen

dilimde saldırganın kazandığı başarıların ümitsizlik yaratmaması gerektiğini

belirterek, Kuzey Kore’yi azmettirdiğine hiç şüphe duymadığı Stalin’in tıpkı

Hitler gibi ihtiraslarının kurbanı olacağını düşünmekteydi.192 Savaşla ilgili başka

bir boyuta temas eden Necmeddin Sadak, ABD’nin bölgedeki sorunla

mücadelede tek başına kalmasının kamuoyu tarafından tepkiyle karşılandığını

belirterek, Birleşmiş Milletler’in ABD kanı üzerinden kahramanlık yaptığının bu

çevreler tarafından genel kabul gördüğünü iletmekteydi. Savaşın durdurulması

için Sovyetler Birliği ile konuşmanın gerektiğine inanan Sadak, bu ülkeye bir kez

187 Hürriyet, “ İnönü Dünya Vaziyetini İyi Görmediğini Söyledi”, 3 Temmuz 1950. 188 Milliyet, “ İstanbul’da Kore İçin Gönüllüler”, 3 Temmuz 1950. 189 Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronolojisi; Kore, 1950-53, Boğaziçi Yay, İstanbul, 1990,

s. 66. 190 Hikmet Feridun Es, “Yolun Açık olsun Kahraman Senihi!”, Hürriyet, 4 Temmuz. 1950. 191 Hürriyet, “ Köprülü Kore Harbi Hakkında İzahat Verdi”, 5 Temmuz 1950. 192 Burhan Belge, “ Stalin Durmasını Bilir mi?”, Yeni Sabah, 27 Temmuz 1950; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 104

bile taviz verilmemesi gerektiğini savunarak, aksi halde bunun arkasının

alınamayacağı fikrindeydi.193

Cumhuriyet Gazetesi’nin 21 Temmuz tarihli başmakalesinde, Kore’deki

gelişmelerin, başta ABD olmak üzere Birleşmiş Milletler idealine bağlı ülkeler

açısından hiç de parlak bir durumda olmadığı vurgulanarak, her ne pahasına

olursa olsun Kore’de, Birleşmiş Milletlerin siyaseten başarılı olmak zorunda

olduğu belirtilmekteydi. Eğer başarısız olunursa, Kore’de meydana gelen

gelişmelerin İran’da, Türkiye’de, Yunanistan’da ve Yugoslavya’da ortaya çıkması

pek de sürpriz olmazdı. Bu bakımdan Kore anlaşmazlığında Sovyet tezleri kabul

edilmemeliydi.194

25 Temmuz tarihli başmakalede Akşam Gazetesi, Kore sorunu

dolayısıyla ABD’nin içine girmiş olduğu mücadeleyi destekleyerek, her saldırı

karşısında ABD’nin kalkan olacağını ifade etmekteydi. Türkiye’nin bu yeni

konjonktürde, hür milletler safında, tüm varlığıyla mücadele edeceğine değinilen

yazıda, gelişmelerin Türk- Amerikan yakınlaşmasını sağlayacağı ve buna paralel

olarak da Türkiye’ye silah yardımının artacağı vurgulanmaktaydı.195

Bu dönemde bir diğer önemli gelişme de savaşın getirdiği

dalgalanmalar ile piyasalarda yaşanan sıkıntılardı. Sedat Simavi, bazı açıkgözlerin

Kore Savaşı’nı neden gösterip ortalığa bir savaş havası sürmek istemelerini Türk

ekonomisi için ciddi bir tehlike olacağını varsayarak, Kore’de çıkan savaşın

Türkiye ile ilgisinin olmadığını ve piyasanın oynamasına neden olmaması

193 Necmettin Sadak, “Hazırlıksız Olunca”, Akşam, 19 Temmuz 1950; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 147 194 “Kore Harbi’nde Tek Çıkar Yol”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 1950; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 105-106

gerektiğini hatırlatarak, hükümete de –tıpkı İngiltere ve Fransa’da olduğu gibi-

savaşın bölgesel bir çatışma olduğunu duyurup piyasaya hakim olmasını tavsiye

etmekteydi.196

Savaşın ilk bir aylık diliminde Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler

ideallerine bağlı bir politika izleyeceği gerek Hükümet ve gerekse basın tarafından

sık sık vurgulandı. Basının Kore olayındaki ortak düşüncesi Kuzey Kore’nin

Sovyetler Birliği’nin kışkırtmasıyla Güneye saldırdığı şeklindeydi. Benzer

saldırıların Türkiye’ye karşı yapılmasının olası olduğu düşüncesinde olan

yazarlar, Hükümetin daha dikkatli bir politika izlemesinde hemfikirdiler.

Türkiye’nin Kore’ye askeri yardımda bulunması bu aşamada pek ciddi

görünmemekteydi. Bunun yerine zirai ve sağlık ürünlerinin gönderilmesinin

yeterli olduğu düşünülmekteydi.

2.2. HÜKÜMETİN KORE’YE ASKER GÖNDERME KARARI VE

TEPKİLER

Türkiye, Kore Savaşı’na kadar kendi sınırları dışında herhangi bir askeri

harekât veya müdahaleye girmekten kaçınırken, ilk kez Kore’de, bu özelliğini bir

kenara bırakarak savaşan taraflardan birisine açıkça destek verdi.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başkanlığında

Hükümetin önde gelen üyeleri, 18 Temmuz 1950’de Yalova’da bir araya gelerek

Kore’ye asker gönderme konusunda gizli bir toplantı yaptılar. Bu toplantı ertesi

195 “İkinci Truman Doktrini”, Akşam, 25 Temmuz 1950; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 147-148

gün basında, Türkiye’yi ilerleyen günlerde önemli gelişmelerin beklediği şeklinde

algılandı.197 Gerçi toplantı sonunda Başbakan Menderes basına; “Silahlı

kuvvetlerimizin takviyesi ve geliştirilmesi için alınacak önlemleri tetkik ve

müzakere ettik” şeklinde bir açıklamada bulunduysa da bu pek inandırıcı bir

açıklama olarak değerlendirilmedi.198

25 Temmuz 1950 akşamı Bakanlar Kurulu, Ankara’da Bayar’ın

başkanlığında toplandı. Bakanlar Kurulu, Genel Kurmay Başkanı ve TBMM

Başkanı Refik Koraltan’ın da hazır bulunduğu toplantının gündemini, Birleşmiş

Milletler Genel Sekreteri’nin Kore Savaşı’na silahlı yardım için Türkiye

Cumhuriyeti’ne başvurmasına karşılık verilecek cevap, oluşturmaktaydı. Toplantı

sonunda yapılan açıklamada; “Dışişleri Bakanlığı’nca hazırlanan metin üzerinde

görüşmeler olmuş ve konu bütün ayrıntılarıyla etraflı bir şekilde incelenmiştir”

denmekteydi. Alınan karar gereği Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Trygve

Lie’ye çekilen telgrafta:

“Birleşmiş Milletler paktının doğan taahhütlerine ve Güvenlik Konseyi’nin kararlarına uymayı vecibe bilen Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Kore hakkında yardım talebini içeren 15 Temmuz tarihli telgrafınızı bu zihniyet içinde ve dikkatle tetkik etmiştir. Cumhuriyet Hükümeti bu inceleme sonunda bu kararları dünyanın şimdiki şartları içinde genel barış hizmetinde etkili ve fiili şekilde uygulamaya koymadaki gerek ve önemin bilinci içinde bir Türk savaş birliğini Birleşmiş Milletler emrine vermeyi karar altına almıştır”, denmekteydi.199

Aynı günlerde Amerikalı Cumhuriyetçi Senatör Cain’in üst düzey

temaslarda bulunması ve Hükümetin asker gönderme kararını açıklamasından

196 Sedat Simavi, “Kore Harbi ve Kriz”, Hürriyet, 15 Temmuz 1950. 197 Milliyet, “Yalova’da Mühim Toplantı”, 19 Temmuz 1950; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s.

6-7 198 Emine Yılmaz-Meliha Yücel, “Kore Savaşı (1950-1953) Türkiye ve Dünya Açısından Genel Bir

Değerlendirmesi”, s. 149. 199 Öke, a.g.e., s. 67-68; Mustafa Deral, “Kore’de Niçin Çarpışıyoruz” Bakış Mat. İstanbul, 1950, s.

16.

önce basın toplantısında sarf ettiği “Türkiye’nin Kore Harbi’ne fiili surette

yardımı, Atlantik Paktı’na girmesini sağlayacaktır” sözleri NATO için ödün mü

verildiği sorusunu akla getirmekteydi.200

Hükümetin aldığı karar, Türkiye’nin Batı Bloku’na açıkça destek

vermesi nedeniyle, kamuoyunca olumlu karşılandı. Bu kararla Türkiye, ABD’den

sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Tryqve Lie’nin yardım çağrısına karşılık

veren ilk ülke olarak önemli bir görev üstlendi.201

2.2.1. İKTİDARIN BAKIŞ AÇISI

14 Mayıs 1950’de göreve gelen Adnan Menderes Hükümeti, iktidarının

üçüncü ayı dolmadan, Türkiye’nin dış politik anlayışının Batı eksenli olduğunu

gösteren önemli bir karara imza attı. Bu karar, kamuoyunu üç yıl meşgul edecek,

etkileri yıllarca sürecek olan Kore’ye asker gönderme kararıdır. Hükümet, II.

Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni süreçte, dış politikada Batı yanlısı bir seyir

izlemeyi yeğlediği için, ortaya çıkan kriz ortamında safını seçmede güçlük

çekmedi. Türkiye’nin güvenliği için NATO’yu bir şemsiye gibi algılayan yeni

iktidar, Kore Savaşı’na katılımın bu amacı gerçekleştirmede önemli bir işlev

göreceği kanısındaydı.

Demokrat Parti liderleri, Kore kararının gerek mevcut siyasi şartlar ve

gerekse anayasa bakımından uygun olduğu görüşündeydiler. Hükümetin aldığı

kararı açıklamak için 28 Temmuz 1950’de düzenlenen basın toplantısında

konuşan Başbakan Adnan Menderes, kararın savaş kararı olmadığını belirterek,

Meclis’ten onay almanın zorunlu olmadığını vurgulamaktaydı. Türk askerinin

Birleşmiş Milletler emrine verildiğini, bir saldırıyı önlemek için oluşturulmuş

200 Yılmaz-Yücel, a.g.m., s. 150

uluslar arası bir birlikte görev yapacağını ve bu doğrultuda Hükümetin herhangi

bir devlete savaş açmadığını ifade eden Başbakan, bu nedenlerle Meclis onayının

şart olmadığını belirtmekteydi. 202

Hükümetin kamuoyunu ikna için kullandığı en önemli argümanlardan bir

tanesi de, Kore’de savaşan askerlerin Türk vatanını, sınırını ve dinini koruduğu

iddiasıydı. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu, 3 Eylül

1951’de Kırşehir’deki konuşmasında, Türk askerinin Kore’de bu kutsal değerler

için savaştığını, böyle önemli bir konuda muhalefetin dış politikada birlikte

hareket etmesi gerektiğini düşünmekteydi.203

Türkiye’nin NATO’ya girmesi, iktidarın karar hakkında çok daha rahat

konuşabilmesine olanak sağladı. 16 Mart 1952’de düzenlenen Demokrat Parti

Aydın İl Kongresinde konuşan Adnan Menderes, alınan kararın basit bir cesaret

işi olmadığını, muhaliflerin görüşleri ile kendi görüşleri arasında çok belirgin

farklar olduğunu ifade ederek kendilerinin daha geniş bir dünya görüşüne sahip

olduklarını iddia etmekteydi. Hükümetin izlediği mert siyaset sonucu dünyadaki

kolektif güvenlik sistemine en sağlam taşı Türkiye’nin koyduğunu savunan

Menderes, başka ülkelerin bu sistemin bedelinden kaçınsalar bile Türkiye’nin

kaçınmayacağını, çünkü uzun geçmişinin acı deneyimlerinin bu sistemin

kıymetini kendilerine öğrettiğini belirtmekteydi.204

4 Ekim 1952’de düzenlenen Sivas il kongresinde Menderes, dış politik

gelişmeler bakımından Türkiye’nin Kore’de bulunmasının ülkeye çok değerli

kazançlar sağladığına değinerek, NATO’ya vurgu yapmaktaydı. Barışın özgür

201 Hüseyin Bağcı, “Türkiye’nin NATO üyeliğini Hızlandıran İki Önemli Faktör: Kore Savaşı ve ABD

Büyükelçisi George McGhee”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Ankara, 1991, s. 13. 202 Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 69-74 203 Ayın Tarihi, Eylül 1951, s. 214, s.s. 53-54 204 Ayın Tarihi, Mart 1952, s.220, s.s. 37-38

ülkelerin işbirliği yapmasıyla sağlanacağına inandıklarını ifade eden Menderes,

diğer ülkelerden daha fazla tehdide açık olan Türkiye’nin sırf bu çekincelerinden

ötürü ortak hareketi benimsediğini söylemekteydi. Dünyadaki siyasal dengelerin

pamuk ipliğine bağlı olduğuna ayrıca dikkat çeken Başbakan, böyle bir

atmosferde hareket tarzlarının doğruluğundan asla kuşkusu olmadığının da altını

çizmekteydi. Aynı kongrede konuşan Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Kore

kararını, mertliği, kahramanlığı ve açık sözlülüğü kendisine ilke edinen Demokrat

Parti iktidarının uluslar arası sorunlardaki samimi bir örneği olarak

görmekteydi.205

Kore kararını değerlendiren Demokrat Parti, Kore’ye asker göndermekle

Birleşmiş Milletler’e milletçe verilmiş sözün yerine getirildiğini vurgulayarak,

partilerinin izlediği siyaseti; “eski iktidarın miskin, kaçamaklı, riyakâr ve

istikrarsız siyaseti yerine Türk gücüne, karakterine, ahlâk ve mertliğine dayanan

cesur, dinamik, müteşebbis ve samimi bir siyaset” olarak özetlemekteydi.206

Sonuçta, Demokrat Parti iktidarı 25 Temmuz 1950’de Kore’ye asker

gönderme kararı aldı. İktidar, kararı, bakanlar kurulu toplantısı sonrası

kamuoyuna açıkladı. Karar hakkında muhalefetin ve kapalı olmasından ötürü

Meclis’in fikri alınmadı. Muhalefetin ilk günlerdeki kararın şekli bakımından

eksik olduğu yönündeki eleştirileri, iktidar tarafından reddedildi. Hükümet,

Birleşmiş Milletler Anayasasının, kendilerine bu tip konularda peşinen karar

alabilme hakkı tanıdığı gerekçesiyle kararın şekil bakımından eksik olmadığını

iddia etti. Türk askerinin Kore’de gösterdiği kahramanlık sonucu Batı

kamuoyunda Türkiye hakkında olumlu bir hava esti ve sonunda Türkiye

NATO’ya dahil oldu. Dış siyasetteki bu başarı iktidarın karar hakkında daha rahat

205 Ayın Tarihi, Ekim 1952, s.227, s.s. 58-61

konuşmasına neden oldu. Demokrat Parti liderleri parti kongrelerinde, karar

hakkında kamuoyuna, muhalefeti sertçe eleştiren mesajlar verdiler. Böylece

kazanılan başarılar, Hükümetin kamuoyunca desteklenmesine olanak sağladı.

2.2.2. MUHALEFETİN BAKIŞ AÇISI

Hükümetin almış olduğu Kore’ye asker gönderme kararı muhalefet

partilerini oldukça şaşırttı. Menderes Hükümeti’nin birden bire verdiği kararda

kendi fikirlerinin alınmamış olması hem Cumhuriyet Halk Partisi’ni hem de

Millet Partisi’ni oldukça öfkelendirdi.

Hükümetin bu kararına Meclis’te grubu bulunan iki muhalefet partisi –

Cumhuriyet Halk Partisi ve Millet Partisi- birer bildiri yayınlayarak sitemde

bulundular. Cumhuriyet Halk Partisi adına Genel Sekreter Kasım Gülek ve Millet

Partisi adına da Genel Başkan Hikmet Bayur’un imzasıyla çıkan bildirilerde

hükümetin kararı kendilerine danışmaksızın, yada TBMM’den geçirmeksizin

alması eleştirildi. Millet Partisi, Birleşmiş Milletler’e destekten ve ABD ile

dostluktan yanaydı. Ama Millet Partisi küçük bir parti olsa da kendisine

danışılmasını bekledi.207 Millet Partisi bile bu düşüncede iken Türk siyasetinin

köklü partisi Cumhuriyet Halk Partisi böyle önemli bir kararda kendi fikrinin

alınmamasını önemli bir eksiklik olarak görmekteydi.208

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bildirisinde şu ifadelere yer veriliyordu:

206 Düşmanı Kore’de Karşıladık, Kore’ye Niçin Asker Gönderdik, DP Neşriyatından, Güneş Matbaası,

Ankara, 1954, s. 12. 207 Öke, a.g.e., s. 68. 208 a.g.e. s.69

“Bugünkü durumda Birleşmiş Milletler’e karşı yükümlülüklerimizin nasıl yerine getirileceğini hükümet, TBMM’de görüşmeden ve partimizle istişare etmeden yalnız başına saptamıştır. Parti Başkanı İnönü veya yetki sahibi herhangi bir şahsiyetinin bu karar hakkında hiçbir suretle fikir ve görüşü alınmamıştır. Halbuki büyük memleket işlerinde, özellikle ülke savunması ve harp ihtimallerinde hükümetin muhalefet partisi ile fikir birliği sağlamayı tecrübe etmesi büyük mücadelelerde ülke birliğini sağlamak için esas tedbirdir.”209

Millet Partisi bildirisinde Hikmet Bayur da aynı şeyleri söylemekteydi.

Cumhuriyet devrinde ilk defa olarak Türk askeri fiilen savaşa gönderilirken

Hükümet’in bu hususta TBMM’yi toplayıp durumu ona bildirmemesi Bayur’ca

eleştirilmekteydi.210

İktidar partisinin aldığı karara Cumhuriyet Halk Partili Nihat Erim de

tepki gösterdi. Erim böylesine önemli bir kararda üç milyondan fazla vatandaşın

oyunu almış Cumhuriyet Halk Partisi ile istişare edilmemesini önemli bir eksiklik

olarak değerlendirirken, hiçbir demokratik ülkede böyle bir davranışın meydana

gelemeyeceğini vurgulamaktaydı. Hükümetin, Meclis’ten onay almayarak daha

büyük hata yaptığını belirten Erim, böylelikle sorumluluğun sadece iktidara ait

olduğunu ifade etmekteydi. Türk askerinin sadece Türkiye sınırlarını korumakla

yükümlü olduğunu, yurtdışına birlik göndermek için mutlaka Meclis’ten onay

alınması gerektiğini söyleyerek, buna uymayan Hükümetin hata yaptığı

kanısındaydı.211

Karar hakkında Hürriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte parti bildirisinde

dile getirdikleri eksiklikleri vurgulayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı

İsmet İnönü, uzun süre iktidarda kalmış bir partinin başkanı sıfatıyla hükümetin,

209 Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, Milliyet Yay., İstanbul, 1970, s. 84. 210 a.g.e., s. 84. 211 Nihat Erim, “Hükümetin Son Kararı”, Ulus, 27 Temmuz 1950; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 106-108

bu sorun hakkında görüşlerine başvurmasını arzu etmekteydi. İnönü, büyük ülke

sorunlarında, özellikle ülke savunması ve savaş ihtimallerinde hükümetin

muhalefetle işbirliğini sağlamasını esas önlem olarak görmekteydi. İnönü,

Hükümetin karar hakkında TBMM’nin onayını almamasını da eleştirerek, II.

Dünya Savaşında, savaş tehlikesi Türkiye’nin kapısını çaldığı zamanlar ve Alman

Orduları sınırlarımızda iken bu devletle ekonomik ilişkileri kesme kararı almadan

önce bile, Meclis’in fikrini sorduklarını hatırlatmaktaydı.212

Adnan Menderes’in 28 Temmuz 1950’de basına verdiği demeçte, alınan

kararın savaş kararı olmadığını savunmasına karşılık olarak Cumhuriyet Halk

Partisi Genel Sekreteri Kasım Gülek yaptığı açıklamada, Başbakanın yanıldığını,

çünkü dünyanın bir köşesinde düzenli askeri kıtalarla barışı sağlamak için

girişilen silahlı çarpışmaya savaştan başka bir ad verilemeyeceğini belirtmekteydi.

Gülek, yurtdışına 4500 kişilik kuvvet gönderilmesinin Türkiye’nin güvenliğini

azaltacağını iddia etmekteydi. Kararın Meclis’e gelmemesini de protesto eden

Gülek, kararın bu halde “sakat” olduğunu vurgulamaktaydı.213

Hükümetin, kendisini eleştirenleri halkın gözünden düşürmek için küçük

marifetlere başvurduğunu belirten Millet Partisi Genel Başkanı Hikmet Bayur, bu

karardan memnun olmayan kişilerin komünistlik suçlamalarıyla alçaltılmak

istendiğini iddia etmekteydi. Türkiye’nin güvenliğinin her şeyden önemli

olduğuna temas eden Bayur, bunun sağlanabilmesi için NATO’ya biran önce

girmemiz gerektiğini vurgulayarak, kısa bir zaman içinde Hükümetin bunu

gerçekleştirebilecek kabiliyeti göstermesini beklemekteydi. Milletçe katlanılan

fedakarlığın ve askerlerin akacak kanlarının, siyasal bakımdan ülke lehine fayda

212 Hürriyet, “İnönü’nün Hürriyet’e Beyanatı”, 28 Temmuz 1950. 213 Hürriyet, “Kasım Gülek Başbakanın Dün Yaptığı Beyanata Cevap Verdi”, 30 Temmuz 1950.

getirmesini uman Bayur, eğer bunu gerçekleştirmezse, iktidarın üzerine düşen

sorumluluğu yapmamış olacağı fikrindeydi. Hükümetin, son günlerde söylendiği

gibi dışardan bir miktar yardım sağlayıp bütçe açığını kapatmaya çalışarak başarı

kazandım havasına girmesini Türk halkının affetmeyeceğini belirten Bayur,

halkımızın kendi güvenliği için seve seve şehitler vermeye razı olduğunu fakat

para için kesinkes buna yanaşmayacağını Hükümete hatırlatmaktaydı.214

Sonuçta, muhalefet Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkmadı.

Muhalefetin asıl itiraz noktasını, kendi fikirlerinin ve Meclisin onayının

alınmaması oluşturdu. Muhalefet liderleri bunca yıllık iktidar deneyimlerinin yeni

Hükümet tarafından dikkate alınmamasını eleştirdiler. Bundan başka Türk

askerinin yurtdışındaki bir çatışmaya gönderilmesinin mutlaka Meclis onayından

geçmesi gerektiğini ısrarla belirten muhalifler, bunun yapılmamasından ötürü

hükümet kararının eksik olduğunu belirttiler. Muhalefetin karşı çıkış

gerekçelerinden bir diğeri, bu hareketin Sovyetler Birliği’ni tahrik edeceği

endişesi ve ülkenin işgale uğraması halinde 4500 kişilik birliğe ihtiyaç duyulması

şeklindeydi.215

2.2.3. DİĞER KURUMLARIN BAKIŞ AÇISI

Türkiye’nin Kore savaşına fiili olarak katılacağının kamuoyuna ilan

edilmesi memnuniyetle karşılandı ve kararın yerinde olduğu vurgulanarak

Hükümete destek verildi. Basın, öğrenci dernekleri, dini kuruluşlar büyük ölçüde

hükümetten yana tavır koydular. Karara, Barışseverler Derneği dışında karşı çıkan

herhangi bir kurum bulunmamaktaydı.

214 Hikmet Bayur, “Küçük Marifetler ve Büyük İşler”, Kudret, 1 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 111-112 215 Öke, a.g.e., s. 70.

Basın, genelde kararı olumlu karşıladı. Nadir Nadi, Hükümetin bu kararı

“şüphesiz sırf hürriyet ve barış dünyasına karşı beslediği bağlılık duygusundan”

aldığını yazmakta ve bu kararın sonucunda Birleşmiş Milletler’in canlı bir teşkilat

olarak var olup olmadığını ispat edeceğini de kaydetmekteydi.216

Zafer Gazetesi’ndeki makalesinde Mümtaz Faik Fenik, Kore’de dünya

barışının geleceğinin söz konusu olduğunu belirtmekteydi. Eğer Kore’de

Birleşmiş Milletler ülküsü mağlup olursa, “Kollektif Güvenlik” iflâs ederse,

saldırganın artık her yerde başkaldırabilme cesaretini kendisinde bulabileceğini

düşünen Fenik, hatta bu azgınlığını Türkiye’ye de yöneltebileceğini ifade

etmekteydi. Kore’ye giden Türk askerlerinin, hem dünya emniyetini hem de Türk

sınırlarını koruyacağını belirten Fenik, Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler’e karşı

taahhütlerini yerine getirerek yarın olası bir saldırı karşısında yalnız kalmaktan

kurtulacağı fikrindeydi. Savaş, dünya barışına karşı yapılabilecek saldırıların bir

“deneme tahtası” haline gelmekteydi. Türk askerlerinin bu gerçekleri hiçbir

zaman akıllarından çıkarmayacaklarına değinen Fenik:

“Kahraman askerlerimiz, kıtalar ötesi diyor da çarpışırken vatanımızın hudutlarını muhafaza için savaştıklarını bilecekler ve o imanla silahlarını kullanacaklardır. Kore dağlarından aksedecek “Allah Allah” nidalarının biz şimdiden bütün sınırlarımızı koruduğunu hisseder gibi oluyoruz. İşte bu sesler bu aziz vatanımızın üzerine rahmet olacak ve beşeriyeti de milletimizle beraber huzura kavuşturacaktır. Çünkü Kore Harbi dünyanın ölüm ve kalım harbidir” demekteydi. 217

28 Temmuz 1950 tarihli Yeni Sabah Gazetesi’nin başmakalesinde,

Hükümetin almış olduğu karara biraz şüpheyle bakılmaktaydı. Türkiye’nin

Birleşmiş Milletler’e yapacağı en büyük hizmetin, sınırlı askeri birliklerle uzak

216 Nadir Nadi, “Hükümetin Kararı”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 1950. 217 Mümtaz Faik Fenik, “Kore’ye Gidecek Türk Askerleri Yolunuz Açık Olsun” Zafer, 27 Temmuz

1950.

bölgelerde çarpışmaktansa, anavatanda, silah altında medeniyet bekçiliği yapmak

şeklinde olduğu düşünülmekteydi. Karar dolayısıyla gerginleşen Hükümet-

muhalefet ilişkilerinde de muhalefetten yana tavır koyan Yeni Sabah, Hükümetin

muhalefete danışmadan böylesine önemli bir karar almasının hatalı olduğunu

belirterek Hükümete, “bu meselede muhalefete danışmayacaksınız da hangi

meselede danışacaksınız?”, şeklinde soru sormaktaydı. Yeni Sabah, Türkiye’nin

kilit konumunu koruyarak Kore’dekinden bin kat daha büyük hizmetler

yapacağını savunmaktaydı.218

Muhalefetin, Sovyetler Birliği’ni tahrik edeceğini iddia ederek

Hükümet kararını eleştirmelerine yanıt, Cumhuriyet’te yazan Abidin Daver’den

geldi. Daver, Sovyetler Birliği, Türkiye’ye saldırmaya niyetli ise Kore Savaşı’na

asker göndermemizden başka nedenler bulmakta güçlük çekmez demekteydi.

Yazara göre, zaten Sovyetler, Kore Savaşı’na fiilen müdahale etmedi. Ayrıca,

Sovyetler Birliği’nin bir baskınına uğradığımız takdirde Birleşmiş Milletler’in,

Kore’ye olduğu gibi, Türkiye’ye de yardım edeceğini kabul etmek, etmeyeceğine

inanmaktan daha makul ve mantıklıydı. Diğer taraftan ABD de dünyanın herhangi

bir tarafında hür milletlere yapılacak bir taarruza fiilen karşı koymayı ilan

etmekteydi. Türkiye’nin stratejik konumu Güney Kore’ninkinden çok daha

önemli olduğuna göre, bir saldırıya uğradığımız takdirde bizim de yardım

göreceğimizi kabul etmek gerekirdi. Bir milyonluk bir ordu çıkartabilecek

Türkiye’nin bir tugayını Kore’ye göndermekle savunmasız kalabileceğine de

inanmamaktaydı.219

218 “Hatalı Kararın Akisleri”, Yeni Sabah, 28 Temmuz 1950; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 109-110 219 Abidin Daver, “Kararımız İsabetli mi, Değil mi?”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 1950.

29 Temmuz 1950’deki yazısında Nadir Nadi, Cumhuriyet Halk

Partisi’nin imza toplayarak konuyu Meclis’e getirme gayretini eleştirmekteydi.

Meselenin TBMM’ne getirilmesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika

gelenekleri gereği olduğunu belirten Nadi, yine de hükümete hukuksal açıdan

zorunluluk düşmez, demekteydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kore’ye savaş ilan

etmediğini, Birleşmiş Milletler katındaki yükümlülüklerini yerine getirdiğini

belirten Nadi, Birleşmiş Milletler’e verilecek cevabın 30 Haziranda Meclis’e

getirildiğini ve Dr. Ekrem Hayri Üstündağ ve arkadaşlarının önergesiyle de

onaylandığını hatırlatmaktaydı.. Durum böyleyken, muhalefetin tavrını “hissi”

bulan Nadi, böyle nazik bir olayın partiler arası bir iç politika aracı olmasından

endişe duymaktaydı. Hükümetin, durumu idare etmek konusunda şekil

bakımından acemilik gösterdiğini kabul eden Nadi, karşı tarafın bunu istismara

kalkışmasını –içinde yaşadığımız şartlar bakımından- mazur görmemekteydi. Bir

gün Türkiye’nin herhangi bir saldırıya uğraması durumunda, buna Hükümetin son

kararı sebebiyet verecekmiş gibi hava yaratılmak istenmesine değinirken, bu

değerlendirmenin ülke çıkarlarına uymadığı gibi, realiteye de taban tabana zıt

olduğunu vurgulamaktaydı. Kars’a, Ardahan’a ve Boğazlar’a açıkça talip

çıkıldığı zaman bunu Türkiye’nin kışkırtmadığı gibi, yarın yeni bir tatsız olay

ortaya çıktığı takdirde Türkiye’nin yine en az dünkü kadar masum olacağına

inandığını belirterek, halkın zihnine şüphe tohumları aşılamakla sadece

düşmanların işine yarayacak, onların cesaretini arttıracak bir davranış

sergileneceğini düşünmekteydi. Siyasetçilere düşen görevin, 1945’ten beri dış

politikada başarı ile yürütülen birlik ve beraberlik havasını bir an bile olsun

bulandırmadan devam ettirmek olduğuna inanan Nadi, ulusun güvenliğinin böyle

korunacağını belirtmekteydi.220

220 Nadir Nadi, “Haklı ve Haksız”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 1950.

Hükümet ve muhalefet arasındaki bu söz düellosunun bir fayda

getirmeyeceğine inanan Sedat Simavi, Hükümetin tecrübesizliğinden dolayı bir

hata yaptığını ifade ederek, “Kore kararında son hükümet de, yanılmaz bir

hükümet olmadığını bize ispat eder gibi oldu. Şüphe yok ki bunda, tecrübesizliği

ve acemiliği etken olmuştur”, demekteydi. Eğer verdiği kararda Meclis’in ve

muhalefetin oyu bulunsaydı, hiç şüphesiz Hükümetin etrafındaki sızıltının ve

mırıltının daha hafif olacağını söyleyen Simavi, yine de yeni iktidarın bu

acemiliğini anlayışla karşılamak gerektiğini vurgulamaktaydı. 221

Vatan Gazetesi’ndeki makalesinde Ahmet Emin Yalman, Hükümetin

verdiği kararın çok yerinde olduğunu belirterek, kararın tarihin derinliklerindeki

Türk kahramanlığını yeniden canlandıracağını ifade etmekteydi. Askerlerimizin

taşıdıkları ve Kore’de akıncısı olacakları yüksek ruhun, maddiyatçı Moskof

saldırıcı ruhunu ve komünizmin maskeli yıkıcı kuvvetlerini yeneceğine inandığını

belirten yazar, Meclis toplantısı, usul, şekil, pazarlık diye ortaya atılan

bahanelerin, asil tarihi rolümüze karşı girişilmiş bir bozgunculuk olacağını

belirtmekteydi. Bu etkiyi bozmaya, gelecekteki hesaplar nedeniyle Türkiye’nin

asil hareketinden doğacak imkanları sarsmaya, kimsenin hakkı olmadığını

söyleyen Yalman, bu bakımdan muhalefetin daha sorumlu davranması gerektiğini

düşünmekteydi.222

Ulus gazetesi’ndeki köşesinde Hüseyin Cahit Yalçın, bambaşka bir

konuyu ele alarak, Türkiye’nin yaptığı mertçe yardıma rağmen Marshall

Planı’ndan “devede kulak kabilinde” yardım aldığını belirterek, ABD’nin bu

221 Sedat Simavi, “Mintarafillah”, Hürriyet, 31 Temmuz 1950. 222 Ahmet Emin Yalman, “Türkler Geliyor”, Vatan, 3 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 114-116

kararımızdan ötürü bize daha fazla yardım yapması gerektiğini gündeme

getirmekteydi.223

Ali Naci Karacan Milliyet’te, Cumhuriyet Halk Partisi idarecilerinin

Kore kararını “fırsat bu fırsattır” diye iç politika malzemesi yapmalarını kıyasıya

eleştirerek, “laf ebelikleriyle” milleti kandıramayacaklarını, bu çok önemli dış

siyaset kararında ayrılığa düşmeyip iktidarın izlediği olumlu siyaseti

desteklemeleri gerektiğini ifade ederek CHP’yi “akılsızlık” la suçlamaktaydı.224

İktidar- muhalefet çekişmesine katılan Necmeddin Sadak, Cumhuriyet

tarihinde ilk defa görülen bu olayda muhalefete danışılmamasının mutlak bir

eksiklik olduğunu belirtmekteydi. Türkiye’den başka askeri yardım yapmayı

kabul eden tek ülkenin İngiltere olduğunu hatırlatarak, konu hakkında İngiliz

Avam Kamarası’nda görüşülerek karar alındığının altını çizmekteydi. Bununla

beraber Hükümetin şu veya bu şekilde karar almasından sonra tartışmanın devam

etmesini ülke adına pek hayırlı görmeyen Sadak, tartışmaların burada kesilmesini

önermekteydi. Meclisin toplantıya çağrılması durumunda, Hükümetin eksiğini

gidermek amacıyla Meclisten onay almasının, kararı kuvvetlendireceğini

belirterek, aksi bir sonuç çıkarsa ülke için bundan zararlı ve dış politika

bakımından bundan tehlikeli bir durumun meydana gelmeyeceğini ifade

etmekteydi. Hükümetin pazarlık yaparak, ABD’ye bir takım şartlar öne sürerek –

NATO’ya alınmak gibi- Kore’ye asker gönderme kararı verdiği iddialarına

223 Hüseyin Cahit Yalçın, “Amerika’nın Yerinde Bir Kararı”, Ulus, 3 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 165-166 224 Ali Naci Karacan, “Eğer Akılları Olsaydı”, Milliyet, 4 Ağustos 1950.

inanmadığını belirten Sadak, bu tarz hareketlerin Cumhuriyet hükümetlerinin şiarı

olmadığını düşünmekteydi.225

1 Eylül’deki başmakalede Yeni Sabah Gazetesi, Hükümetin medeniyet

davasında önemli bir karar verdiğini belirterek, muhalefeti “böyle necip ve milli

harekete karşı pervasızca bayrak açmakla” suçlamaktaydı. Ulusal birliğin Türk

bayrağı ve askeri etrafında olması gerektiğini ifade eden Yeni Sabah, bu konuda

Cumhuriyet Halk Partisi’ni isteksiz davranmakla itham etmekteydi.226

Adnan Adıvar, dünya karşısında Türkiye’nin dış politikasında ayrılık

olduğu izleniminin oluşturulmasının ülke çıkarlarını zedeleyeceğini belirterek

iktidar ve muhalefetin biraz daha iyi niyet göstererek bu anlaşmazlıkları

çözebileceklerini ifade etmekteydi. Otuz senelik tecrübe dağarcığıyla övünen

muhalefet partisinin önayak olmasının daha uygun olacağını da belirtmekteydi.227

Hükümet kararına Meclis dışından en sert tepki, Genel Başkanlığı’nı

Behice Boran’ın yaptığı Barışseverler Derneği’nden geldi. Derneğin 28 Temmuz

1950’de TBMM’ne gönderdiği mesajda vurgulanan temel düşünceler; Senatör

Cain’in temasları sonucu oluşmuş bir havada asker gönderme kararın alındığı,

bunun anayasal geçerliliği olmadığı ve Birleşmiş Milletler ile bu konuda herhangi

bir anlaşma yapılmadığı şeklindeydi. Barışseverler Derneği Hükümete, asker

göndermek yerine Hindistan gibi arabuluculuk yapması çağrısında bulunarak

225 Necmettin Sadak, “Türkiye’nin Kore’ye Yardımı”, Akşam, 9 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 117-118 226 “Bozguncu Cereyanlar”, Yeni Sabah, 1 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 20-21 227 Adnan Adıvar, “Bir Buçuk Asırdan Beri...”, Akşam, 2 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950, s.202, s.s. 23

Meclis Başkanı’ndan da Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmasını ve hükümetin

bu kararını iptal etmesini istemekteydi.228

Barışseverler’i kökü dışarıda bir dernek olarak niteleyen Menderes: “Bu

barışsevenlerin sevdikleri barışın mahiyeti hakkında da malumâtımız tamdır.

Komünist tecavüzleri Kore’de karşılamaya giderken içimizde aynı mahiyetteki

tahrikâtın manasını Türk umumi efkârı anlamakta ve hükmünü vermekte elbette

yanılmayacaktır”, diyerek hükümet programlarında komünistlikle etkili mücadele

edeceklerinin altını çizdiklerini ve bunu gerçekleştireceklerini belirtti.229

Barışseverler’e karşı benzer bir tepki de Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’den geldi.

Köprülü, Barışseverler’in girişimini “komünizm propagandası ve komünizm

matbuatı lisanı” şeklinde eleştirerek bunların amaçlarının “Türkler’in

mukavemetini yıkmak” olduğu düşüncesindeydi.230

Basın da Barışseverler Derneği hakkında hükümetin uygulamalarını

benimseyerek derneği, “Milli menfaatlere zarar verecek ve bu suretle milli

mukavemeti sarsacak mahiyette yayında bulunmak”la suçlamaktaydı. Ali Naci

Karacan, “memleketi içten yıkmaya çalışan korkunç bir tahrik ve fesat ocağı”

olarak nitelendirdiği Barışseverler Derneği’nin Behice Boran ve birkaç “solcu

hempası” tarafından kurulduğunu ve kabul ettikleri barışın da “Moskova’nın

benimsediği kölelik barışı” olduğunu savunmaktaydı. Barışseverler’in Kore kararı

dolayısıyla “yerden mantar gibi bitmesini”de Moskova’nın bir oyunu olarak

görüp: “Bizi hayrete düşüren memleketimizde komünistlerin parlak siyasi fikirleri

değildir. Bizi asıl hayrete düşüren Türkiye’yi Bulgaristan, Romanya, Macaristan

sanan bu cins mikropların memleket bünyesi içinde –DP iktidara geldikten sonra

228 Yazıcı, a.g.e. s. 37-38; Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 8-9 229 Zafer, “Başbakan Tenkitlerin Yersizliğini Belirten Beyanatta Bulundu”, 29 Temmuz 1950.

dahi hâlâ yaşayabilmek ve ortalığı zehirlemek imkanını bulabilmeleri

keyfiyetidir” diyerek konu hakkındaki düşüncelerini özetlemekteydi.231

İstanbul Savcılığı dernek hakkında inceleme başlattı.232 Askeri Siyasi

Mahkemede görülen davanın sonucunda Behice Boran, Adnan Cemgil, Osman

Fuat Toprakoğlu, Muvakkar Güran, Vahdettin Barut, Nevzat Cemil Özmeriç 3 yıl

9 aya, Naci Ormanlı 1 yıl 6 aya mahkum oldular.233

Barışseverler için ülkedeki siyasi atmosfer, düşüncelerini ifade

edebilmeleri bakımından gerçekten de çok riskliydi. Bunun sonucu olarak, adli

kovuşturmaların ve mahkumiyetlerin Barışseverler’i kısa sürede etkisiz hale

getirdiği şüphesizdir. Bunun yanı sıra özelde Barışseverler’in genelde bütün sol

hareketlerin, Türk askerinin Kore’de komünizme karşı savaştığı bir dönemde,

Türk kamuoyunu etkileme şansının çok düşük olduğu da kabul edilen bir

gerçektir.234

Hükümetin kararının ülke çapında olumlu bir hava estirdiği muhakkaktır.

Özellikle gençlik teşkilatları irtica ve komünizme karşı hassas oldukları bir

dönemde Kore’ye yardım kararını çılgınca desteklediler. En büyük öğrenci örgütü

olan “Türkiye Milli Talebe Federasyonu”, Genel Başkan Can Kıraç imzasıyla

hükümete gönderdiği bildiride: “Hak ve hürriyet yolunda girişilmiş olan bütün

taahhütleri yerine getirmeyi kendisine vazife sayan bir milletin evlatları olmaktan

duyduğumuz gurur sonsuzdur. Tür Gençliği dünya sulhunun tahakkuku için

yapılmış bu hamlenin sonucunu ümitle beklerken, kendisine verilecek her türlü

230 Hürriyet, “Köprülü Kore’ye Asker Sevki İşinde Tenkitleri Reddetti”, 31 Temmuz 1950. 231 Ali Naci Karacan, “Bozguncuları Tasfiye Zamanı Gelmiştir”, Milliyet, 1 Ağustos 1950. 232 Zafer, “Behice Boran ve Üç Suç Ortağı Tevkif Edildi”, 30 Temmuz 1950. 233 Aclan Sayılgan, Soldaki Bitmeyen Kavga, Ayşe Yay, Ankara, 1970, s. 21. İlhan Darendelioğlu,

Türkiye’de 1910-1973 Komünist Hareketleri, Bedir Yay, İstanbul, 1973, s. 402.

görevi başarmaya hazırdır”, demekteydi.235 Bunun yanısıra “Milli Türk Talebe

Birliği” Başkanı Suphi Baykam ve “Türk Gençlik Teşkilatı” Başkanı Metin Ören

de Başbakan Menderes’e gönderdikleri telgraflarla hükümet kararını sonuna kadar

desteklediklerini ve “Milliyetçi Gençlik olarak komünizmle mücadele

edeceklerini” belirtmekteydiler.236

Türkiye’nin komünizme karşı mücadele için Kore’de hür milletler

yanında saf tutması Türkiye’deki dinsel otoriteleri de harekete geçirdi. Bu

bağlamda İslamiyet’in Komünizm’i reddettiğini bildiren Diyanet İşleri Başkanı

Ahmet Hamdi Akseki, “Komünistliğe karşı gelebilecek en kudretli silah, iman ve

ruh kuvvetidir. Hakiki bir müminin komünistlik fikirleriyle ve icraatıyla

bağdaşabilmesine imkân yoktur” demekteydi. Daha sonra Diyanet İşleri

Başkanlığı, Kore’de öleceklerin şehit sayılmayacağı, Kore’de savaşmanın dini

açıdan gerekmediği şeklindeki bazı olumsuz yaklaşımları reddederek “Kore’nin

Allah yolu” olduğunu ve orada hayatlarını kaybedecek Mehmetçikler’in şehit

sayılacaklarını fetva yoluyla bildirdi.237

Sonuç olarak Hükümetin Kore’ye asker gönderme kararı kamuoyunda

genel olarak kabul gördü. Karara karşı muhalefet partilerinin gösterdiği tepkiler,

asker gönderilmesinden değil de kendi fikirlerinin ve Meclis onayının

alınmamasından kaynaklandı. Hükümete karar konusunda en sert tepki

Barışseverler Derneği’nden gelmişse de günün koşuları sol hareketler için uygun

şartları taşımadığından bu girişim adli kovuşturmayla sonuçlandı. Türk basını da

hükümet kararını olanca gücüyle destekleyerek, bu konuda muhalif bir hava

234 Aclan Sayılgan, Solun 94 Yılı (1871-1965), Mars Matbaası, Ankara, 1968, s. 371. 235 Toker, a.g.e., s. 84-85; Deral, a.g.e., s. 18. 236 Deral, a.g.e., s. 17-18.

yaratılmasını, ulusal birliği bozacak endişesi ile uygun görmedi. Basında, başta

Demokrat Parti’nin yayın organı Zafer olmak üzere, Cumhuriyet, Vatan, Milliyet,

Hürriyet, Yeni Sabah ve Yeni İstanbul gazeteleri Hükümetle hemfikir iken

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayın organı Ulus

Gazetesi parti politikası dolayısıyla hükümetle aynı düşüncede değildi. Bunun

yanı sıra ülkedeki gençlik teşkilatları ve dini kuruluşlar da Hükümetin kararına

destek verdiler.

2.3. KORE’YE ASKER GÖNDERME KARARI HAKKINDA

HÜKÜMETE GENSORU

Kore Savaşı’nın başlamasından 5.5, Hükümetin asker gönderme

kararından 4.5 ay sonra, bağımsız milletvekili Kemal Türkoğlu ile Millet Partili

Osman Bölükbaşı’nın ortaklaşa verdikleri gensoru, 11 Aralık 1950’de TBMM

gündemine geldi. Gensoruda Hükümetin bir emrivaki ile Kore’ye birlik

gönderilmesine karar verdiği ve kararı TBMM’de onaylatmadığı ifade edilerek,

Hükümetin yasa dışı bir girişimde bulunduğu belirtilmekteydi. Meclis Başkanı

Refik Koraltan, oturumu açtıktan sonra önergeyi okutarak sözü hakkında gensoru

önergesi verilen Başbakan Adnan Menderes’e verdi.

Alkışlar arasında kürsüye gelen Başbakan, Birleşmiş Milletler’in

geçirdiği aşamaları belirttikten sonra, “... Milletlerarası sulh ve emniyetin

bozulmasını doğuracak sebepler olduğuna göre akitler, her şeyden önce sulh ve

emniyeti korumak ve şayet bunda muvaffak olunamazsa saldırganı yola getirmek

hususunda kesin tedbirlerin alınmasını taahhüt eylemiş bulunuyorlar...” şeklinde,

237 Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret, İlahiyat Kültür Telifleri, Acun Basımevi,

İstanbul, 1950, s. 50-55.

Kore sorunu gibi olaylar karşısında üye devletlerin yardım etmeyi taahhüt etmiş

olduklarını ortaya koydu. Başbakan Menderes, muhalefetin en çok eleştiriye

tuttuğu ve gensoru önergesinde de belirttiği, BM Antlaşması’nın 43. maddesinde

yapılması gerekli özel antlaşmaların yapılmadığı yolundaki eleştirileri

yanıtlarken:

“... 43.madde Güvenlik Meclisi’nin daveti üzerine üye devletlerin hususi antlaşmalar yaparak Konsey’in emrine askeri kuvvetler vermeyi ve her türlü kolaylık ve yardımda bulunmayı derpiş eylemektedir... Tabii şartlar içinde yapılması düşünülmüş olan bu hususi antlaşmalar Kore hadiselerinin silahlı bir çarpışma şeklini aldığı tarihte henüz tahakkuk etmemiş bulunuyordu. Hükümetimiz bahis konusu kararını verirken kendisiyle aynı durumda bulunan ve B.M. teşekkülüne karşı aynı mükellefiyetlerle bağlı olan diğer üye devletlerin hukuki anlayışlarına ve bu anlayışa dayanan hareket ve tedbirlerine imtisal ve iştirak etmiş ve devletimizin her devirde farik vasfını teşkil eden ahde sadakat vasfını bir kere daha belirtmekten başka bir şey yapmış değildir” demekteydi.238

Başbakan’ın buraya kadar yapmış olduğu açıklamada izlemiş olduğu temel

strateji, uluslar arası konjonktürün gereklerinin ve Birleşik Amerika Başkanı’nın

izlediği dış politika oluşturma sürecinin yansımasının Türkiye gibi bir devlet

tarafından izlenmesinin yadsınmaması gereği biçimindeydi. Başbakan, Bakanlar

Kurulu tarafından alınan Kore’ye asker gönderme kararı üzerine yaptığı

açıklamaları ile, anayasal çerçevenin dışında, işlevsel olarak kararları aldığını,

uluslar arası konjonktürün bu noktasında alınan kararın Türkiye’yi sistem içinde

oldukça prestijli bir noktaya getirdiğini savunmaktaydı.

Başbakan’ın konuşmasından sonra, Meclis kürsüsüne, önerge sahiplerinden Millet

Partisi Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı geldi. Bölükbaşı, “... TBMM’nin

kubbesi altında görüşülmeyecek bir tek mesele tasavvur edemiyorum” derken, dış

politikanın da Meclis zemininde tartışılmasının zorunlu olduğunu dile

238 TBMM Tutanak Dergisi, IX/C.1, s. 136-137; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s.205, s.s.35-36

getirmekteydi. Bölükbaşı, Meclis’in dış politikanın da tartışıldığı bir zemin olması

gerektiği tezine, “... Birinci Büyük Millet Meclisi’nden kalmış olan arkadaşlar

varsa, onlar da çok iyi bilirler ki, Haymana’da top sesleri gürlerken Mecliste her

şey açık konuşuluyordu...” ifadesi ile, Birinci Meclis’in ortamını delil olarak

getirmekteydi. Bölükbaşı, ilk olarak 30 Haziran tarihinde Dış İşleri Bakanı Fuat

Köprülü’nün değindiği, Birleşmiş Milltler Genel Sekreteri’nin hükümete

gönderdiği ve hükümetin de Genel Sekreter’e gönderdiği cevabi metni ele alarak,

söz konusu telgrafların Türkiye’ye bu tarz bir yardım yapma yükümlülüğünü

getirmediğini ifade ederek, Başbakan’ın Birleşmiş Milletler Antlaşması

maddelerini yorumlamasının “... Hürriyet idealine bağlılık ifade eden sözlerden

öteye geçemeyeceğini”, belirtmekteydi. 239

Bölükbaşı, Antlaşmanın 39., 41., 42. maddelerinde hükümete

mükellefiyet yükleyen herhangi bir hüküm bulunmadığını ortaya koyduktan

sonra, Antlaşmanın en çok tartışmaya konu olan 43. ve 44. maddelerini ele aldı.

43. maddeyi okuduktan sonra, bu yetkinin sadece Meclis’e ait olduğunu ifade

etti.240

Bölükbaşı, Başbakan’ın, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının daha önce

Meclis tarafından onandığını bu nedenle yetkinin hükümette olduğu görüşünü

reddederek: “... Bu antlaşma TBMM tarafından tasdik edilmiştir... Kanun

mahiyetindedir... Kimler tarafından yürütüleceği de o kanunda tasrih edilmiştir...

Bizzat şartın metninde Hükümetin yahut Devletin böyle bir taahhüdü olmadığına

239 a.g.e., s. 140; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s.205, s.s. 37 240 a.g.e., s. 141, Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 37

göre mevcut olduğu söylenen bir vecibenin elbette Hükümete havale edilmiş

olması şeklinde telakki edilemez”, tezini savunmaktaydı.241

Bölükbaşı, hükümeti Anayasa’ya uymamakla ve Birleşmiş Milletler

Antlaşması’nı yanlış yorumlamakla suçladığı konuşmasını, “Hükümetin kararı

hukuki bakımdan ayakta durabilecek bir karar değildir” ifadeleriyle bağladıktan

sonra, “...Vermiş olduğumuz takririn metninde de tasrih edildiğine göre,

emniyetimiz temin edilmeden bu kararın verilmiş olduğunu iddia ediyoruz... Bu

mevzuda bizim emniyetimizi temin edecek ne gibi şeyler varsa onu söylesinler...”

sorularını Başbakan’a yöneltmekteydi.242

Osman Bölükbaşı tarafından Başbakan’ın görüşlerini tekzip eder tarzda

yapılan yorumlara ve son söz olarak yöneltilen sorulara cevap vermek üzere söz

alan Başbakan Menderes, Bölükbaşı’nın “...Emniyetimizi temin edecek ne gibi

şeyler varsa onu söylesinler” sorusunu, “Memleketimiz, Türkiye ve onun takip

ettiği yolda beraber yürüyen memleketler; milli emniyetlerini ve bekâlarını

Birleşmiş Milletler camiasına dahil olmakta ve Anayasası’nın bütün dünyada

tatbik yeri bulmasını temin etmekte bulmuşlardır.” şeklinde yanıtlamaktaydı.243

Başbakan Menderes konuşmasında, Konsey’in kararını bildiren telgrafı

aldıktan sonra, Güvenlik Konseyi’nin bu tür bir karar alma yetkisinin olup

olmadığını incelediklerini, B.M. Anayasası’nın 7. Bölümünün 39. Maddesinde bu

yetkinin kaynağını bulduklarını belirterek, Bölükbaşı’nın sadece “tavsiye” edebilir

şeklindeki ifadelerinin eksik olduğunu, maddenin bütünü okunduğunda Konsey’in

karar alma yetkisinin de varlığının görülebileceğini ifade etmekteydi. 39.

241 a.g.e., s. 142; Ayın tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 38 242 a.g.e., s. 143; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 38 243 a.g.e., s. 144; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s.205, s.s. 39-40

Maddeye dayanarak Hükümet’e yapılan bu talebin ve Konsey yetkilerinin “...

Platonik tavsiyelerde bulunmaktan” ibaret olmadığının açık olduğunu vurgulayan

Menderes, 43. Maddenin bir veto ile geçersiz kılınması sonucu doğabilecek

durumda , Birleşmiş Milletler’in doğmadan ölüme mahkum olacağını

belirtmekteydi. 244

Gensoru önergesinin sahibi iki milletvekilinden birisi olan Mardin

Bağımsız milletvekili Kemal Türkoğlu, Başbakan’a karşı kararın niteliği

konusunda üç soru yöneltmekteydi. Türkoğlu, ilk olarak, “... Kore’ye asker

gönderilmesi için Bakanlar Kurulu’nca alınmış bir karar var mıdır? Varsa bu karar

neden Resmi Gazete’de neşredilmedi? Karar alınmışsa ittifakla mı alınmıştır?”,

ikinci olarak “...Birliğin mevcudu standart mıdır, yoksa kati olarak tespit edilmiş

midir?” üçüncü olarak da “... Dışişleri Bakanı buyurdular ki 53 Devlet,

demirperde ardındaki 53 Devlet aynı bizim gibi düşünmüşlerdir. BM üyesi olan

bu devletler fiilen Kore’ye savaş birliği göndermişler midir? Ve her birinin

göndereceği kuvvet miktarı ne kadardır?, sorularını Başbakana yönelterek,

açıklanmasını istemekteydi.245

Başbakan Menderes, sorunun ilk kısmını hayretle karşıladığını belirterek,

karar alındıktan sonra Resmi Gazete’de yayımlanıp yayımlanmadığını takip

etmenin Başbakan’ın görevi olmadığını ifade ettikten sonra, kararın ittifakla

alındığını ortaya koymaktaydı. Menderes Kore kararının verildiği günden beri

muhalefetin dilinde Kore’nin bir Yemen örneği olarak ele alındığını, Kore’nin

gönderilen Türk askerlerine mezar olacağı düşüncelerinin yayılarak kamuoyunun

tahrik edilmeye çalışıldığını ifade ettikten sonra, birliğin standart birlik olduğunu

söylemekteydi. Başbakan, bu soru ile muhalefetin hedefinin kendilerini iki arada

bırakmak olduğunu belirterek, “...Standart birlik mi istiyorlar. Yani zayiat olduğu

244 a.g.e., s. 146; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s.205, s.s. 40

takdirde yerine takviyeler gönderilecek midir? Takviye gönderecek mi

göndermeyecek misiniz? İki ihtimalde de Hükümetin zor bir durum karşısında

bırakılmak istenmekte olduğuna dikkat etmenizi rica ediyorum... Oraya takviye

gönderilecek diyecek olursam millete dönüp diyeceklerdir ki Kore’yi Yemen

haline getirdiler. Göndermeyeceğiz diyecek olursam bu sefer beraber hareket

ettiğimiz milletlere dönüp diyecekler ki işte bunların ahdü vefası bundan

ibarettir... Memleket menfaatlerinin bu suale cevap vermemekte olduğunu arz

ederim”, diyerek muhalefeti bozgunculuk çıkarmakla suçlamaktaydı. 246

Muhalefetteki Millet Partisi’nin Meclis’teki tek temsilcisi olan Kırşehir

Milletvekili Osman Bölükbaşı’nın getirdiği yaklaşım, Türkoğlu gibi yasamayı dış

politika karar alma sürecinin merkezine oturtuyor gibi gözükmesine rağmen,

ikinci konuşmasında değindiği noktalar, Türkoğlu’ndan oldukça farklıdır. Onun

asıl endişe noktası, Türkiye’nin güvenliği ile ilgilidir. Kore’ye asker gönderme

kararının alınması, Türkiye’nin güvenliği açısından hangi sonuçları doğuracaktır.

Bölükbaşı’na göre, Başbakan’ın yapmış olduğu ilk konuşma ve daha sonraki

cevabı konuşması, Türkiye’nin güvenliğinin hangi noktalarda güvence altına

alınıp alınmadığı konularında bir açıklama içermemektedir. BM’e üyeliğin bir

güvence gibi sunulması ise geçersiz bir yaklaşımdır. Çünkü, Birleşmiş Milletler

Antlaşması’na katılmak bir milletin güvenliği için yeterli olsaydı, Kore sorunu

yaşanmazdı. Kore sorunu karşısında, bölgede doğrudan çıkarları bulunan

devletlerin bile sembolik yardımlarla yetinmeleri, Birleşmiş Milletler’in çok

küçük bir askeri birlikle bu tür sorunları çözemeyeceğinin ortaya çıkması,

Birleşmiş Milletler’in ülke güvenliğini güvence altına alma olasılığına sahip

olmadığını ortaya koymaktadır.247

245 a.g.e., s. 151; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 42 246 a.g.e., s. 152; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 42 247 a.g.e., s. 164.

Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü izledikleri dış politikanın temelini, “...

Atatürk zamanından beri müşterek emniyet tedbirlerini terviç ettiğimiz için, daha

Cemiyet-i Akvam zamanından beri müşterek emniyet tedbirlerini dış

siyasetimizde başlıca esas tutmuşuzdur” ifadeleri ile ortaya koydu.248 Dünya

barışını güçlendirecek her türlü girişimi destekleyeceklerini ifade ederek bitirdiği

konuşmasından sonra, gensoru önergesi hakkında yapılan görüşmelerin ilk

oturumu sona erdi.249

Cumhuriyet Halk Partisi adına önerge lehinde konuşmak üzere söz alan

Faik Ahmet Barutçu Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 39., 41., 42., ve 43.

maddelerini ve iç hukuk açısından da hükümetin yetkisiz olduğu bir kararı

aldığını delilleri ile ortaya koymaya çalıştı. Meclis’in çalıştırılmasına yönelik

teamüllerinden örnekler vererek, “... Büyük Millet Meclisi ile iş görmek

zihniyetine Hükümet’in bir an evvel gelmesine büyük ihtiyaç vardır” ifadelerini

kullandı.250

Demokrat Parti Milletvekili Muhittin Erener, muhalefete yüklendiği

konuşmasında, muhalefetin Kore’ye asker gönderme kararı alındıktan sonra sokak

politikacılığına soyunduğunu, köy köy dolaşılarak yeni bir Yemen açıldığını, Türk

evlatlarının yabancı illerde telef edileceği, bugüne kadar İnönü’nün bu milleti

harpten kurtardığı, fakat Demokrat Parti iktidara geçer geçmez ise savaş ilan

olunduğunu, Kore’de ölen askerler şehit olur mu olmaz mı gibi ifadelerle halkı

tahrik ettiklerini, ancak kamuoyunun bu tahriklere kapılmadığını

belirtmekteydi..251

248 a.g.e., s. 167; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 43 249 a.g.e., s. 170. 250 a.g.e., s. 170-176, Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 43 251 a.g.e., s. 185; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 48

Görüşmelerin bitmesinden sonra, İstanbul Milletvekili Mükerem Sarol ve

yedi arkadaşının verdiği, BM emrine Kore’ye silahlı kuvvetler gönderilmesi

konusunda hükümet tarafından verilen hukuki ve siyasi açıklamaların

onaylanmasına dair önergesi Meclis Başkanı tarafından okutuldu. Yapılan oylama

sonucu, Meclis’te hazır bulunan 351 milletvekilinin 311’inin kabul, 39’unun ret

ve 1 tanesinin de çekimser oy vermesi ile önerge kabul edildi.252

Sonuçta, Kore’ye asker gönderilmesi konusundaki Hükümet kararı

Meclis’te onaylandı. Gensoruda muhalefet özellikle Birleşmiş Milletler

Anayasasının 43. maddesinin gerektirdiği ikili anlaşmaların imzalanmadığı ve

Türk Anayasasının 26. maddesi gereği savaş ilanı gibi önemli kararların Mecliste

onaylanması gerektiği tezini savundu. Buna karşın iktidar alınan kararın savaş

kararı olmadığını, Birleşmiş Milletler Anayasasının daha önce Mecliste

onaylandığını ve tekrar izin almanın gerekmediğini savundu.

2.4. TÜRK TUGAYININ KURULUŞU VE KORE’YE

GÖNDERİLMESİNE TEPKİLER

Hükümetin Kore’ye 4500 kişilik bir savaş birliği göndereceğine dair

kararı üzerine Genelkurmay Başkanlığı 3 Ağustos 1950 tarihli yazıyla birliğin bir

an önce hazırlanmasını emretti. Kore’ye gidecek erlerin 1929 doğumlulardan

olması ve bunlardan gönüllü gitmek isteyenlerin tercih edilmeleri uygun görüldü

ve bu işlemlerin 20 Ağustos 1950’ye kadar bitirilmesi istendi.253

252 a.g.e., s. 201; Hürriyet, “Hükümet Meclisten İtimat aldı”, 12 Aralık 1950; Milliyet, “Kore Kararı

İçin verilen Gensoruda, Hükümet Kahir Ekseriyetle İtimat Oyu Aldı”, 12 Aralık 1950 253 Yazıcı, a.g.e., s. 60.

Eğitim için sınıf okullarına gönderilmiş birliklerin 14 Eylül 1950

tarihine kadar Etimesgut’a dönmeleri emrolundu. Birliklerin eksikleri

tamamlanırken, Tugayın, ikmal, muamele ve benzeri işleriyle uğraşmak üzere

“Kore Bürosu” kuruldu.254

Etimesgut’taki toplanma sırasında birliklere eğlenceler düzenlenerek

moralleri güçlendirildi; özel konferanslar ve film gösterileriyle askerin psikolojik

hazırlığı sağlandı.255

Türk gazeteciler Genelkurmay’ın izniyle Etimesgut Garnizonu’na

gelerek Kore kuvvetlerimizin durumlarıyla ilgilendiler, yazılar yazdılar, birçok

fotoğraf ve film çektiler.256

18 Eylül 1950 günü birlik Tugay komutanı ve devletin ileri gelenleri

tarafından teftiş edildi. Bandoca Kore Marşı çalındı ve birlikler bu marşı

söyledi.257

Türk Tugayı 19-20 Eylül 1950 günlerinde Etimesguttan 259 subay, 18

askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay ve 4414 er olmak üzere toplam 5090

kişilik dört katarla İskenderun’a hareket etti.258 Trenle taşınma sırasında, özellikle

gündüz geçilen istasyonlarda halk tarafından Tugaya yoğun sevgi gösterilerinde

bulunuldu. Tugay İskenderun’da 39. Tümen Komutanlığı’nca hazırlanan, şehrin

18 km. güneydoğusundaki, Atik Yaylası ordugâhlarına yollandı.259

254 a.g.e., s. 71. 255 Öke, a.g.e, s. 85. 256 Hürriyet, “Kore’ye Gidecek Kıtalarımız Dün Teftiş Olundu”, 19 Eylül 1950 257 Erkilet, a.g.e., s. 71. 258 a.g.e., s. 72. 259 a.g.e, s. 72.

McRea adındaki Amerikan gemisine bindirilen ilk kafile 25 Eylül 1950

günü, yaklaşık saat 21:00’de, alay kumandan muavini Yarbay Natık Poyrazoğlu

kumandasında III. Piyade Taburu, talimgâh grubu ve birkaç bağlı birliği alarak

denize açıldı.260 General W.HAAN gemisine bindirilen ikinci kafile 26 Eylül

1950 günü saat 21:15’te, tugay, alay karargâhlarıyla, I. ve II. Taburları ve birkaç

birliği alarak Albay Celal Dora’nın nakliyât komutanlığında rıhtımdan ayrıldı.261

Üçüncü kafile de 29 Eylül 1950 günü PRİVATE JOHNSON gemisiyle hareket

ettiler. Kafilelere Mısır sularına kadar Gemlik, Gaziantep ve Gelibolu muhripleri

eşlik ettiler.262

Birinci kafilede 53 subay, 1789 astsubay ve er olmak üzere toplam 1882

kişi, ikinci kafilede 129 subay, 2332 astsubay ve er olmak üzere toplam 2461 kişi

ve son kafilede 50 subay, 690 astsubay ve er olmak üzere 740 kişi

bulunmaktaydı.263 Personel gemilerinden sonra ilk eşya, malzeme ve araç gemisi

30 Eylül 1950’de, ikincisi ise 2 Ekim 1950’de yola çıktılar.

Askerler yolcu edilirken halkın manevi duyguları coştu. Halk, kurbanlar

keserek, dualar okuyarak çocuklarını yolcu etti, onların zaferlerini dileyerek

gözyaşı döktü.264 Türk birliğinin Kore’ye hareketine dair Basın- Yayın ve Turizm

Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan film, 13 Ekim 1950 tarihinde ABD’de

elliden fazla sinemada gösterildi.265 Türk Tugayı’nın hareketini Türkiye’ye daha

yakından iletebilmek için Ankara radyosu 15 Ekim 1950’den itibaren özel yayına

başladı. Her gün yapılması düşünülen program, uzun dalga yoluyla ülkenin

260 Yazıcı, a.g.e., s. 85 261 Milliyet, “Savaş Birliğimiz Hareket Etti”, 28 Eylül 1950; Hürriyet, “Kore Savaş Birliğini

Uğurladık”, 28 Eylül 1950; Ulus, “Kore’de Savaşacak Birliğimiz yola Çıktı”, 29 Eylül 1950 262 Erkilet, a.g.e., s. 74. 263 a.g.e., s. 74. 264 Hürriyet,”Savaş Birliğimiz Kore Yolunda”, 29 Eylül 1950.

tümüne ulaştırıldı.266 Programın başlaması dolayısıyla radyoevinde tören

düzenlendi. Törene, Milli Savunma Bakanı Refik Şevket İnce, Adalet Bakanı

Halil Özyörük, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nuri Yamut, Ankara Valisi,

Belediye Başkanı, milletvekilleri, Kore’ye giden askerlerin aileleri, yerli ve

yabancı basın mensupları katıldı. Törene Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası’nın

çaldığı İstiklal Marşı ile başlandı. Törende bir konuşma yapan Milli savunma

Bakanı Refik Şevket İnce; haklı veya haksız yapılan savaşların tarihinin çok eski

olduğunu belirterek, Türk Tugayının içinde bulunduğu savaşın kesinlikle haklı bir

dava için yapıldığını, barışı seven her ulus gibi Türk ulusunun da insani amaçlar

için orada üstüne düşen görevi yapacağını belirtti.267 Aynı törende konuşan Basın-

Yayın ve Turizm Genel Müdürü Halim Alyot, Türk tarihinin altın harflerle yazılı

sayfalarına yeni sayfalar eklemek için göreve koşan gençlere bütün kalbiyle

inandığını belirterek, askerlerin vatan hasretini unutturmak için radyonun üzerine

düşen sorumluluğu yerine getireceğini ifade etti.268

Halim Alyot’un konuşmasından sonra Kore’ye giden birliğimiz için

düzenlenen “memleketten selam” programının yayınına geçildi. Bu program

gereğince, Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası tarafından marşlar çalındı ve

Kore’ye giden subay, erbaş ve erlerin aileleri mikrofonda konuştular. 269

2.5. SAVAŞ BOYUNCA KAMUOYUNUN TEPKİSİ

265 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 62 266 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 6 267 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 7-8 268 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 7 269 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 7

Türk askerinin Kore’ye gönderilmesinden sonra, basının Kore Savaşı’na

ilgisi daha da arttı. Tugayın harekatı ve gösterdiği başarılar halkın gururunu

okşayacak ifadelerle verildi. Kunuri Savaşları’nda gösterilen kahramanlık tüm

kamuoyunu ayağa kaldırdı.

24 Kasım 1950’de başlayan Birleşmiş Milletler Ordusu büyük hücumunda

Başkomutan Mc Arthur askerlerinin yılbaşını evlerinde geçireceklerini ilan

edince, bu müjde askerlere büyük moral kaynağı oldu. “Gönüllüler” adı altında

organize olan Çinliler Birleşmiş Milletler Ordusu’na karşı 26/27 Kasım gecesi

başlattıkları büyük saldırıyla, bu orduyu şoka soktu. Cephedeki durumun hiç de iç

açıcı olmadığını vurgulayan Hürriyet Gazetesi, Kuzeylilerin 500 binden fazla

Çinli ve Rus askerini savaşa soktuklarını iddia etmekteydi.270 Zafer Gazetesi

savaşın zor bir döneme girdiğini aktarırken Kore cephesindeki durumun

“karanlık” olduğunu belirtmekteydi. 271Aynı gün Milliyet Gazetesi Kuzeylilerin

karşı saldırılarını değerlendirirken, bu durumun Mc Arthur’un savaşı Noel’den

önce sona erdirme düşüncesini tehlikeye düşürdüğünü ifade etmekteydi. 272

Basının gelen ilk haberlere göre savaşı değerlendirmesi bu şekilde idi.

Görüleceği üzere basın, daha olayın ciddiyetini algılayamayarak,

Tugay’ın çok zor durumdaki çarpışmalarından haberdar değildi. 29 Kasım

1950’den itibaren basın, cepheden gelen son bilgilerle Türk Tugayı’nın düştüğü

durumdan haberdar olarak, kamuoyunu bu doğrultuda bilgi sahibi yaptı. Hürriyet

Gazetesi, Çinliler tarafından sarılan birliğimizin “Allah Allah” nidalarıyla süngü

hücumuna kalktığını ve çemberi yardığını yazmaktaydı.273 Zafer Gazetesi,

270 Hürriyet, “Kore’de Kızıl Çinliler Hücuma Geçti”, 27 Kasım 1950. 271 Zafer,”Kore Savaşı’nda Çetin Bir safha”, 27 Kasım 1950. 272 Milliyet,”Kore’de Kızıl Kuvvetler Mukabil Taarruza Geçti”, 27 Kasım 1950. 273 Hürriyet,” Kore’de Türk Askerinin Büyük Zaferi”, 29 Kasım 1950.

Amerikan Karargâhının ümit kestiği Tugayımızın çemberi yardığını ve büyük bir

zafer elde ettiğini bütün ayrıntılarıyla okurlarına duyurmaktaydı.274 Ulus Gazetesi

Tugayın 200 Çinli öldürüp 200’ünü esir aldığını belirtmekteydi. 275 Milliyet de

“Birliğimizin Parlak Muvaffakiyeti”276 manşetiyle, süngü hücumunun

gelişmelerini aktarmaktaydı.

Kore’den iletilen bu karanlık durumun tek unsuru olarak Çin’i gören

Zafer Başyazarı Mümtaz Faik Fenik, Kunuri’deki tabloya bakarak, Kore’den

gelen haberler, burada vaziyetin çok ciddi olduğunu göstermektedir, Çinliler,

General Mc. Arthur’un büyük hücumunu durdurmakla kalmayarak, aynı zamanda

cephenin hemen bütün kesimlerinde karşı hücuma geçtiler, Çin artık harp ilan

etmeden bilfiil savaşın içindedir, demekteydi.277

30 Kasım 1950’deki sayısında Hürriyet Gazetesi, Türk Tugayının destan

yarattığını belirterek, kaybının pek hafif olduğunu, Kunuri’nin güneyinde

toplandığını, fakat Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı’nın yaralandığına

dair haberlerin geldiğini bildirmekteydi.278

Ulus Gazetesi, süngü savaşının devam ettiğini ve Tahsin Yazıcı’nın

yaralandığı söylentilerini okuyucularına iletmekteydi.279 Milliyet ise, Tugayın

inatla direndiğini belirterek, Çinlilere karşı ayakta kalabilen tek kuvvetin Türk

kuvveti olmasını gurur duyarak okurlarıyla paylaşmaktaydı.280 Zafer ise, “Kore

274 Zafer, “Kore’de Günün Tek Zaferini Tugayımız Kazandı”, 29 Kasım 1950. 275 Ulus, “Kahraman Türk Tugayı”, 29 Kasım 1950. 276 Milliyet, “Birliğimizin Parlak Muvaffakiyeti”, 29 Kasım 1950. 277 Mümtaz Faik Fenik, “Kore Cephesinden Siyasi Cepheye”, Zafer, 29 Kasım 1950. 278 Hürriyet, “Kore’deki Birliğimiz Destan Yaratıyor” , 30 Kasım 1950. 279 Ulus, “Tugayımız Kahramanca Dayanıyor”, 30 Kasım 1950. 280 Milliyet, “Birliğimiz Anudane Çarpışıyor”, 30 Kasım 1950.

Birliğimizin Kahramanlığı” manşetinin devamında beş misli düşmana karşı bir

adım gerilemeden savaşan tugayı övmekteydi.281

Türk Tugayı’nın başarılarına değindiği yazısında Mümtaz Faik Fenik,

Türk’ün şerefli tarihine yeni destanlar ekleyen “aslanlarımızı “ övmekteydi.

Savaştaki tablonun gitgide daha karanlık bir hale geldiğini belirten Fenik, yine de

medeniyeti koruyan kahraman bir ulusun çocuklarının oradaki tabloyu

değiştirdiğini ifade etmekteydi. 282

Hürriyet, 2 Aralık 1950’deki haberinde Tugay Komutanı Tahsin

Yazıcı’nın sağlık durumunu bildirerek, Türk halkının birkaç gündür generalin

akıbeti hakkındaki meraklarını da gidermiş olmaktaydı. Ayrıca Hürriyet, Albay

Celal Dora’nın Tugay sancağını beline sararak çemberi yardığını ayrıntılarıyla

okurlarına duyurmaktaydı.283 Milliyet Gazetesi, askerlerin yaralı arkadaşlarını

sırtlarında taşıyarak çekilmelerini haberleştirirken birliğin çok güç koşullardan

başarıyla çıktığını aktarmaktaydı.284

Mümtaz Faik Fenik Türk Tugayı’nın Kore’ye neden gittiğini net

ifadelerle açıklarken:

“Kore’ye niçin asker gönderdiğimize dair TBMM’ye gensorular verildiği şu günlerde kahramanlarımız Kore’ye neden geldiklerini, canlarını dişlerine takıp dövüşerek bütün cihana bir defa daha anlatmışlardır. Türk askerlerinin, Kore topraklarında herhangi çetrefil isimli bir geçidi tutarak, tıpkı Kars’ı müdafaa eder gibi, tıpkı Edirne’yi müdafaa eder gibi, şehit rütbesine erişmeyi dahi göze alıp savaşmalarının manasını daha nasıl izâh etmek kâbildir? Onlar, altına imza koyduğumuz bir ahdin şeref borcunu yerine

281 Zafer, “Kore Birliğimizin Kahramanlığı” , 30 Kasım 1950. 282 Mümtaz Faik Fenik, “Kore’de Savaşan Kahramanlarımıza”, Zafer, 30 Kasım 1950. 283 Hürriyet, “General Tahsin Sağ”, 2 Aralık 1950. 284 Milliyet, “Mehmetçik Yaralıları Sırtında Taşıyarak Pyongyang’a Çekildi”, 2 Aralık 1950.

getirirken insanlığı ve barışı korumak için dövüştüklerini hakkıyla bilerek öyle silahlarını kullanmışlardır” demekteydi.285

Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmetçiklerin başardığı büyük işi büyük gururla

ifade ederken, Kore’den gelen haberlerin tüm Türkiye’yi gözyaşına boğduğunu

belirtmekteydi. Türk, Amerikalı, İngiliz silah arkadaşlarının insanlık davasının

ortak savunucuları olduğunu düşünen Yalçın, barış ve refah ideali uğrunda Türk,

Amerikan ve İngiliz kanının birbirine karıştığını aktarmaktaydı.286

Abidin Daver, Adnan Menderes kabinesinin verdiği karar ve

askerlerimizin muhteşem savaşları sonucu Türk- Amerikan ilişkilerinin olumlu

yönde geliştiğini belirtmekteydi. Kore’de Amerikan ordusu dışında savaşan 14000

askerin üçte birinin Türk askeri olmasının, Türklerin, Amerikalılarca daha iyi

anlaşılmasına neden olduğunu vurgulayan Daver, böylece Türkiye’nin dünya

barışına verdiği değerin Amerikan kamuoyu tarafından da tam anlamıyla

kavrandığını ifade etmekteydi.287

Peyami Safa, Kore’den gelen ışığın, 28 yıl sonra yurdumuzu

aydınlattığını belirterek, bu kadar zamandır kahramanlığını gösterme fırsatı

bulamayan Türk askerinin aradığını Kore’de bulduğunu vurgulamaktaydı.

Toplumda askerlerimizin kahramanlığına şüpheyle bakanların bulunabileceğine

değinen Safa, bütün bu olumsuz düşüncelerin son gelen haberlerle silindiğini

söylemekteydi. 288

285 Mümtaz Faik Fenik, “Kore’deki Kahramanlarımız”, Zafer, 2 Aralık 1950. 286 Hüseyin Cahit Yalçın, “Mehmetçiklerimiz”, Ulus, 3 Aralık 1950. 287 Abidin Daver, “Amerika Türkiye’ye Minnettardır”, Cumhuriyet, 4 aralık 1950; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 91-92 288 Peyami Safa, “Kore’den Gelen Işık”, Ulus, 7 Aralık 1950.

Kunuri’de Türk Tugayı’nın bu inanılmaz başarısı bütün toplum

kesimlerini etkiledi. Başbakan Adnan Menderes, Kore Türk Tugayı Komutanı

Tahsin Yazıcı’ya çektiği telgrafta:

“Sulh ve hürriyetin bütün tecavüzlere karşı korunması gibi yüksek insanı gayeyi kendine milli gaye edinen Türk Milleti’nin Kore’de aynı ideale bağlı diğer milletlerle beraber giriştiği hak ve adalet mücadelesinde yüksek kumandanız altındaki kuvvetlerimizin gösterdiği büyük fedakârlık ve kahramanlık kalplerimizi haklı bir iftiharla doldurmuştur.

Hükümetin kendilerine tevdi edilen bu çok şerefli vazifeyi bu kadar büyük bir başarı ile ifa ederek bütün sulh ve hürriyet dünyasının hayranlığını kazanan kıymetli şahsiyetiniz olmak üzere yurdun aziz ve kahraman evlatlarına en samimi takdir ve şükranlarımı sunarım” demekteydi.289

Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut da Kore birliğimize gönderdiği

mesajda: “... Mukaddes şehitlerimizin yeri milletimizin kalbidir” diyerek şehitleri

ebediyen hatırlayacaklarını ifade etmekteydi.290

Gençlik teşkilatları da Kunuri zaferi sonrası büyük bir coşkunlukla

mitingler düzenlemiş ve şehitleri saygıyla anmıştır. DTCF Derneği gönderdiği

telgrafta; “... Vatan topraklarında olduğu gibi hürriyet uğrunda uzak diyarlarda da

vuruşan kahramanlarımızı saygıyla selamlar, Ulu Tanrı’ya emanet ederiz.

Kalplerimiz yanınızdadır,”291 diyerek Mehmetçik’e olan sevgisini dile

getirmekteydi. Bir diğer gençlik teşkilatı olan Türkiye Milli Talebe Federasyonu

da çektiği telgrafta Türk gençliğinin duygularına tercüman olmaktaydı. 292

289 Milliyet, “Başbakanın Kahramanlara Mesajı”, 3 Aralık 1950. 290 Cemal Arna-Hikmet Aslanoğlu, Kore ve Harbi, Emek Basımevi, Ankara, 1951, s. 65. 291 Hürriyet, “DTCF Derneği’nin Telgrafı”, 3 Aralık 1950. 292 Hürriyet, “Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun Telgrafı”, 6 Aralık 1950.

Türk Tugayı’nın başarısı Meclis’te de yankı buldu ve Meclis, Tugaya

sevgi ve şükranlarını bildirdi.293

Kore’de gösterilen kahramanlık karşısında Türkiye’nin her yerinde geniş

halk kitlelerinin katıldığı miting ve toplantılar düzenlendi. Bu toplantılarda milli

duyguları yansıtan konuşmalar yapıldı ve şiirler okundu. Toplantı ve mitinglerin

bitiminde düzenleme komiteleri tarafından Kore Türk Tugayı Komutanlığı’na

tebrik telgrafları çekildi.294

7 Aralık’ta, Türkiye Malul Gaziler Birliği, Kore Tugayı Komutanı Tahsin

Yazıcı’ya, hak ve hürriyetler uğrunda giriştikleri mücadele gösterdikleri üstün

başarılardan ötürü kutladı. Birlik, şehit ve yaralı ailelerine de mesaj göndererek,

onlara sahip çıkacaklarını bildirdi.295

9 Aralık 1950 günü Ankara ve İstanbul’da düzenlenen geniş katılımlı

mitingler, diğer mitinglere oranla daha görkemli geçti. Ankara’da Ulus

Meydanı’nda toplanan halk önce Kore’de şehit düşen askerler için saygı

duruşunda bulundu ve ardından İstiklal Marşı’nı okudu. Konuşma yapan gençlik

dernekleri temsilcileri komünizme karşı mücadelede kendilerinin de savaşa hazır

olduklarını belirttiler. İstanbul’da yapılan mitingi Milli Türk Talebe Birliği

düzenledi. Önce Beyazıt Meydanı’nda toplanan gençler, buradan binlerce halkın

beklediği Taksim Meydanı’na hareket ettiler. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın

okunmasının ardından konuşmalar yapılıp, şiirler okundu. Buradan da marşlar ve

sloganlar eşliğinde Abide-i Hürriyet Tepesi’ne gidildi.296

293 Milliyet, “Meclis Kahramanlarımıza Yeniden Şükranlarını Bildirdi”, 5 Aralık 1950. 294 Ulus, “Her Yerde Mitingler Yapılıyor”, 4 Aralık 1950. 295 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 4 296 Hürriyet,”Dün Kore Şehitleri Tazimle Anıldı”, 10 Aralık 1950.

Tugayın gösterdiği üstün başarılar, Türkiye’de kamuoyunu ulusal birlik

bilinci etrafında kenetledi. Ulusal birlik fikrini Hürriyet Gazetesi’nde savunan

Ahmet İhsan: “Bu memlekette vatan müdafaası bahsinde, ne Cumhuriyet Halk

Partisi, ne Demokrat Parti, ne Millet Partisi ne de bağımsız diye isimlendirilen

insanlar yoktur, ancak ve ancak yekpare bir Türk milleti vardır. Kore’de temiz

kanlarını akıtanlar, bunun için can veriyor ve bu uğurda can vereceklerdir”

demekteydi.297

Yine Hürriyet’ten Sedat Simavi aynı fikri destekleyerek:

“Kore’de Türk kahramanları, bütün dünyaya kahramanlık dersi veriyorlar. Halbuki biz, burada, hala particilik gayretiyle birbirimizin, nerede ise gözünü oymak üzereyiz. Allah aşkına olsun, şu Kore musibeti ortadan kalkmadan, parti kavgalarına bari bir ara verelim. Kirli çamaşırlarımızı bir müddet için ortadan kaldıralım. Her demokraside olduğu gibi, müşterek tehlike karşısında fikir mücadelesinin bir müddet yerini birlik mefhumuna terk etmesi kanaatimizce elzemdir”demekteydi.298

10 Aralık 1950’de Diyanet İşleri Başkanı’nın katılımıyla gerçekleştirilen

dini törende, otuz bini aşkın Müslüman Süleymaniye Camii’ni hıncahınç

doldurarak, Kore’deki kardeşlerinin aziz ruhlarını anmak için bir araya geldi.

Kore Savaşı sırasında toplum kesimlerinde sıkça göze çarpan bir konu, dini

terminolojinin yoğun bir biçimde kullanılmasıydı. Diyanet İşleri Başkanı Ahmet

Hamdi Akseki Süleymaniye Camii’ndeki konuşmasında, özelde cami cemaatine

genelde tüm topluma hitap ederek, Kore’deki savaşın inananlarla inanmayanlar

arasında geçtiğini, eninde sonunda inananların zaferi kazanacaklarına inandığını

belirtmekteydi. 299

297 Ahmet İhsan, “Milli Birlik”, Hürriyet, 10 Aralık 1950. 298 Sedat Simavi, “Buradakiler”, Hürriyet, 4 Aralık 1950. 299 Milliyet, “Süleymaniye Camiinde Şehitler Muazzam Dini Merasimle Anıldı”, 11 Aralık 1950

Türk kamuoyunun göstermiş olduğu büyük yakınlığa karşı General

Tahsin Yazıcı 25 Aralık 1950’de bir teşekkür mesajı gönderdi. Yazıcı, Türk

halkının güvenine layık olacaklarını ve Türk kahramanlığını Kore’de de

sürdüreceklerini belirtti.300

Tugayın Kore’de elde ettiği başarılar basında yer bulmaya devam etti. 31

Aralık 1950 tarihli Vakit Gazetesi’nde düşüncelerini ifade eden Asım Us, Türk

askerinin Kore’de verdiği mücadele ile şanlı tarihine yeni bir sayfa ekleyerek,

yurduna göz diken düşmanlara böylece mesaj verdiğini söylemekteydi.

“Mehmetçiklerin” kendilerini feda ederek, Birleşmiş Milletler’in 8.Ordusu’nu

kurtardığını, buna rağmen Birleşmiş Milletler kurumunun ağır bir darbe yemesine

engel olamadıklarını itiraf etmekteydi. Avrupa’nın kayıtsızlığının bu kurumu

ölüme sürüklediğini düşünen Us, bu çöküşü Türk askerinin tek başına

durduramayacağını belirtmekteydi.301

Ocak 1951’den itibaren yaralı askerler yurda dönmeye başladı. Yüksek

düzeydeki hükümet erkanı, askeri yetkililer ve çok sayıda vatandaşın katıldığı

törenler düzenlendi. 13 Ocak 1951’deki törende yaralı askerlere Başbakan

Menderes’in imzasını taşıyan saatler hediye edildi. Törende konuşan İstanbul Vali

ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay, askerlere müteşekkir olduklarını

söyleyerek, kahramanların insanlık idealine yaptıkları hizmeti yazı ve söz ile tarif

etmenin mümkün olmadığını belirtmekteydi.302

300 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 16 301 Asım Us, “Birleşmiş Milletler Müessesi Yaralıdır”, Vakit, 31 Aralık 1950; Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 99-100 302 Ayın Tarihi, Ocak 1951, s. 206, s.s. 12

Türk Tugayı’nın kazandığı başarılar, yurtdışında ve özellikle ABD’de

çok büyük yankı buldu. ABD’nin Türkiye’ye bakışı olumlu yönde değişti. 27

Ocak 1951’de, Ulus Gazetesi’nde bu değişime dikkat çeken Hüseyin Cahit

Yalçın, ABD’nin Türkiye’yi sağlam bir müttefik olarak görmesine çok sevindiğini

belirterek, böyle bir sonucu doğuran Kore’deki Türk kanının, vatan için aktığına

hiç şüphesi olmadığını ifade etmekteydi. Savaş esnasında birbirlerini

anlamamalarına rağmen, kardeş gibi anlaşan ve sevişen, Türk ve Amerikan

gençlerinin kanlarıyla özgürlük idealine büyük katkıları olduğunun altını çizen

Yalçın, iki ülke arasındaki bu birlik sonucu Yakın Doğu medeniyet kalesinin

kolay düşmeyeceğini vurgulamaktaydı.303

Kore’deki tugayı teftişten dönen korgeneral Şahap Gürler, 1 Şubat

1951’de Ankara Radyosu’nda yaptığı konuşmada, Türk askerinin cesaretinden ve

kahramanlığından şüphe duyanların gerekli yanıtı Kore’de aldıklarını belirterek,

vatanın savunulması için endişe duyulmaması gerektiğini ifade etmekteydi.

Tugayın kayıpları ve birlik komuta heyeti arasında ayrılık iddiaları hakkında çıkan

bazı haberleri eleştiren Gürler, bu tarz haberlerin komünist kaynaklardan çıktığını

ve halkın bunlara inanmaması gerektiğini belirtmekteydi. Kore’nin, insanlığın

barış ve kardeşlik duygularını geliştirmesi bakımından bir ideal yeri olduğunu

söyleyen Gürler, özgür ülkelerin burada bu amaçları sağlamak için savaştığını

vurgulamaktaydı.304

14 Mart 1951 tarihli Akşam Gazetesi’nde Necmettin Sadak, Çin’in

karışmasıyla savaşın artık bir çıkmaza girdiğini belirterek, bu durumdan

kurtulmak için Birleşmiş Milletler’in herhangi bir çabasının olmamasını

303 Hüseyin Cahit Yalçın, “Türk-Amerikan Yakınlığı”, Ulus, 27 ocak 1951; Ayın Tarihi, Ocak 1951, s. 206, s.s. 126-127

eleştirmekteydi.Çin’e karşı savaş açılma ihtimalinin, Asyalı devletlerin karşı

çıkmaları yüzünden mümkün olmadığını ifade eden Sadak, bu durumda Kore’nin

kurtarılamayacağını vurgulamaktaydı.305 General Mc Arthur’un

Başkomutanlıktan alındıktan sonra, Birleşmiş Milletler Ordusu’nun önemli bir

güç kaybettiğini, Kore sorununun çözümsüzlüğe doğru kaydığını, bu durumda

Kore’nin savunulması gibi bir anlayışın da ortadan kalktığını ifade etmekteydi.306

Gelişmeler karşısında, Birleşmiş Milletler idealine bağlı olduğunu söyleyen

birtakım devletlerin ürküp, geri çekilmesine çok kızdığını belirten Sadak, bu tip

tavırların Birleşmiş Milletleri de eski Cemiyeti Akvam gibi ölü bir kuruluş haline

getireceğini vurgulamaktaydı. Savaşın sonucunun sadece bölgeyi

etkilemeyeceğini, ortak emniyet davasının kaderinin de bölgedeki kritik

gelişmelerle birebir ilgili olduğunu düşünmekteydi.307 Benzer kaygıları

Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde dile getiren Nadir Nadi, savaşın başındaki

enerjik tutumunu kaybeden ABD’nin yeniden toparlanamaması durumunda

Kore’de ve tüm dünyada özgürlük yanlılarının kaybedeceğini iddia etmekteydi.308

5 Haziran 1951’de, 177 Kore gazisini taşıyan Amerikan bandıralı McRea

gemisini Sarayburnu Rıhtımı’nda çok kalabalık bir topluluk karşıladı. Karşılama

töreninde İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay yaptığı

konuşmada, gazilerin gösterdikleri büyük kahramanlıktan ötürü gurur duyduğunu

belirtti. Aynı gemiyle anayurtlarına dönmekte olan Yunan Kafilesi Komutanı

Yarbay Panayotakos Grigorios yaptığı değerlendirmede, Kore’de silah arkadaşlığı

304 Ayın Tarihi, Şubat 1951, s. 207, s.s. 1-5 305 Necmettin Sadak, “Kore Meselesi Askeri ve Siyasi Bakımdan Bir Çıkmaz İçindedir”, Akşam, 14 Mart 1951; Ayın Tarihi, Mart 1951, s. 208, s.s. 57-58 306 Necmettin Sadak, “Kore Harbi Şimdi Nasıl Bir Safhaya Girecek”, Akşam, 19 Nisan 1951; Ayın Tarihi, Nisan 1951, s. 209, s.s., 102-103 307 Necmettin Sadak, “Top Patlayınca Siyaset Susar Derlerdi”, Akşam, 20 Nisan 1951; Ayın Tarihi, Nisan 1951, s. 209, s.s. 96

yapan iki devletin kaderlerini özgür ülkeler tarafına bağladıklarını ve bu amaçla

orada kan akıttıklarını ifade etti.309

Temmuz 1951 ortalarından itibaren Kaesong’ta başlayan ateşkes

görüşmeleri basın tarafından dikkatle incelenmeye başlandı. Ateşkes kelimesini

Sovyetler Birliği’nin taktik gereği kullandığını iddia eden Nadir Nadi, bu

kelimenin sihrine kapılacak Birleşmiş Milletler Ordusu’nun gevşeyeceğini, bunu

gören komünistlerin de ani bir saldırıyla Kore’deki durumu lehlerine çevirmeyi

amaçladıklarını düşünmekteydi.310 Ateşkes görüşmelerini bir satranca benzeten

Nadi, demirperdenin devamlı olarak oyunda Batılılara karşı üstünlük kurduğunu,

ama bu defa Batılıların aynı oyuna düşmemeye kararlı olduklarını

belirtmekteydi.311

Nadir Nadi’nin aksine, Ahmet Şükrü Esmer, görüşmelerden umutlu

olduğunu ifade etmekteydi. 4 Ağustos 1951’deki yazısında Esmer, görüşmelerin,

yavaş ilerlemesine rağmen, bir antlaşma zemininin oluşabileceği izlenimi verdiği

kanaatindeydi. Ateşkes görüşmeleri devam ederken bir yandan insanların ölmesini

üzüntüyle karşılayan Esmer, hemen barış yapılmasını dilemekteydi.312 İki ay

sonra yazdığı bir yazıda Esmer, ateşkes görüşmelerindeki umudunu kaybettiğini

itiraf etmekteydi. Bir cip devrilmesi, bir kamyon bombalanması gibi önemsiz

308 Nadir Nadi, “General Konuştu”, Cumhuriyet, 21 Nisan 1951; Ayın Tarihi, Nisan 1951, s. 209, s.s. 188 309 Ayın Tarihi, Haziran 1951, s. 211, s.s. 5-6 310 Nadir Nadi, “Sütten Ağzı Yanan”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 1951; Ayın Tarihi, Temmuz 1951, s. 212, s.s. 138 311 Nadir Nadi, “ Heyecanlı Bir Maç”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 1951; Ayın Tarihi, Temmuz 1951, s. 212, s.s. 139 312 Ahmet Şükrü Esmer, “Kaesong Görüşmeleri”, Ulus, 4 Ağustos 1951; Ayın Tarihi, Ağustos 1951, s. 213, s.s. 187-188

konuların büyük sorunlarmış gibi algılanıp, ateşkes görüşmelerini engellemesini

Esmer, kötü niyete bağlamaktaydı.313

1951 Eylülü’nden sonra Türkiye’nin NATO’ya davet edilmesi, Batı’nın

bakış açısındaki ciddi değişiklikler gibi önemli konular basın tarafından gururla

kamuoyuna aktarılmaktaydı. Bu bağlamda Türkiye’nin Kore kararına atıfta

bulunan Ahmet Emin Yalman, yardım talebine karşılık veren ilk ülke olmasının

ülkemize büyük kazançlar sağladığını ve kararımızın kopmak üzere olan İngiliz-

Amerikan ilişkilerini düzelttiğini ifade etmekteydi. Türkiye’nin yardım kararından

sonra İngiltere’nin de asker göndererek ABD ile ilişkilerini normale

döndürdüğünü, böylelikle Batı Bloku’nun dağılmadığını düşünmekteydi.314

Ocak 1952’den itibaren Kore’deki ateşkes haberleri yine kamuoyunu

meşgul etmekteydi. Köşe yazarları genelde ateşkesin imzalanacağından kuşku

duymaktaydılar. Görüşmelerin uzamasının nedenini komünistlerin birtakım

çıkarlarına bağlayan Ahmet Şükrü Esmer, özellikle müttefikler arasında beliren

görüş ayrılığının farkına varan komünistlerin işi yavaştan alarak, bu çatışmaların

büyümesini bekledikleri fikrindeydi.315 Amerikalıların, stratejik konumundan

ötürü Kore’yi bırakmayacağına inandığını belirten Diplomat, bu nedenle ABD’nin

ateşkes görüşmelerini bu mantıkla yürüterek, gerekirse görüşmelerden

çekilebileceğini belirtmekteydi.316 Görüşmelerin kesinlikle çıkmaza gireceğine

inanan Ömer Sami Coşar, bunun nedenini ise Sovyetler Birliği olarak

313 Ahmet Şükrü Esmer, “ Kesilen Mütareke Görüşmeleri”, Ulus, 13 eylül 1951,; Ayın Tarihi, Eylül 1951, s. 214, s.s. 101-102 314 Ahmet Emin Yalman, “Kurucu Dış Siyaset”, Vatan, 22 Aralık 1951; Ayın Tarihi, Aralık 1951, s. 217, s.s. 111-112 315 Ahmet Şükrü Esmer, “Mütareke Görüşmeleri”, Ulus, 16 Ocak 1952; Ayın Tarihi, Ocak 1952, s. 218, s.s. 105-106 316 Diplomat, “Kore’de Mütareke Niçin Olmuyor?”, Yeni Sabah, 27 Ocak 1952; Ayın Tarihi, Ocak 1952, s. 218, s.s. 107-108

görmekteydi. Kore’deki düşmanın sadece Kuzey Kore ve Çin olduğuna

inanmanın safdillik olacağını düşünen Coşar, Moskova’nın yenilmedikçe bölgede

ateşkes imzalamayacağını ifade etmekteydi.317 Benzer fikirlere değinen yazısında

Ahmet Şükrü Esmer, bu sorunun her zaman Sovyetler Birliği tarafından istismar

edileceği, asıl bunu engellemek gerektiği düşüncesindeydi.318

1952 yılı ortalarından itibaren ateşkes görüşmelerinin ana eksenini

“esirler sorunu” oluşturmaktaydı. Bu sorun, iki taraf elinde bulunan farklı

ideolojideki esirlerin vatanlarına dönmek istememelerinden kaynaklanmaktaydı.

Hüseyin Kandan, müttefiklerin bu önemli sorunu bir namus meselesi yaptığını

belirterek, insan hak ve hürriyetlerini korumayı kendisine ilke edinen Batı

medeniyetinin, esirlerin zorla iade edilmesi gibi gayri insani bir işe

girişmeyeceklerini düşünmekteydi.319 Ahmet Şükrü Esmer Birleşmiş Milletler’in

elinde tuttuğu esirleri zorla iade etmesi durumunda, onları celladın eline teslim

edeceğini, bunun insanlığın vicdanını inciteceğini ve dolayısıyla Birleşmiş

Milletler’in savunduğu değerlerin anlamının kaybolacağını ifade etmekteydi.320

Necmettin Sadak, sorunun komünistler lehine çözümlenmesinin bile ateşkesi

getireceğine inanmadığını belirterek, komünistlerin değişik mazeretlerle bu işi

daha uzatacağı kanısındaydı.321

317 Ömer Sami Coşar, “Sonu Gelmeyen Mütareke Görüşmeleri”, Cumhuriyet, 4 Şubat 1952, Ayın Tarihi, Şubat 1952, s. 219, s.s. 213 318 Ahmet Şükrü Esmer, “Mütareke Görüşmeleri”, Ulus, 25 Nisan 1952; Ayın Tarihi, Nisan 1952, s. 221, s.s. 206-207 319 Hüseyin Kandan, “Harp Esirleri Anlaşmazlığı”, Dünya, 10 Mayıs 1952; Ayın Tarihi, Mayıs 1952, s. 222, s.s. 213-214 320 Ahmet Şükrü Esmer, “Son Söz”, Ulus, 10 Mayıs 1952; Ayın Tarihi, Mayıs 1952, s. 222, s.s. 214-215 321 Necmettin Sadak, “Birleşmiş Milletler Kararı ve Kore Kararı”, Akşam, 3 Aralık 1952; Ayın Tarihi, Aralık 1952, s. 229, s.s. 172-173

27 Temmuz 1953’te imzalanan Panmunjom Ateşkes Antlaşması ile Kore

Savaşı sona erdi. Basın antlaşmayı olumlu karşıladı. Sedat Simavi, Kore

Savaşı’nın Türkiye’nin safını belirlemede çok önemli bir işleve sahip olduğunu

vurgulayarak, askeri bakımdan alınan sonucun pek de sürpriz olmadığını ifade

etmekteydi. Simavi , Türkler’in bu savaşı kendi vatanlarına karşı yapılmış bir

tecavüz gibi karşıladıklarını ve onu savunur gibi dövüştüklerini ifade ederek

böyle bir kararı cesaretle almasından ötürü Adnan Menderes Hükümeti’ni

övmekteydi.322

Mümtaz Faik Fenik, savaşın Türkiye’ye başta NATO olmak üzere uluslar

arası önemli kazançlar getirdiğine değinerek, bunu sağlamada emeği geçen

askerlere teşekkür etmekteydi.323

Sonuçta basın 37 ay süren uzun savaşı, başarıyla ulaştırarak önemli bir

kamuoyu yarattı. Köşe yazarları da yazdıkları makalelerle savaşın toplumca daha

iyi anlaşılmasına ve değerlendirilmesine çalıştılar.

2.6. DIŞ BASINDA KORE SAVAŞI

Adnan Menderes Hükümeti’nin, 25 Temmuz 1950’de verdiği kararla,

Kuzey Kore ile çarpışmakta olan Birleşmiş Milletler Ordusu’na askeri yardım

yapmayı kabul kararı yabancı basının da gündemine geldi. 26 Temmuz 1950

tarihli Times Gazetesi, Türkiye’nin vermiş olduğu bu önemli kararı General Mc

Arthur’un bir an önce değerlendirerek diğer uluslara örnek göstermesi gerektiğini

322 Sedat Simavi, “Kore’de Mütareke”, Hürriyet, 29 Temmuz 1953. 323 Mümtaz Faik Fenik, “Kore Harbi’nin Muhasebesi”, Zafer, 28 Temmuz 1953.

vurguladı.324 Amerikan Wor Radyosu yorumcularından Fulten Lewis, 3 Ağustos

1950’de, Türkiye’nin yardımını anlamlı bulduğunu ifade etti. II. Dünya savaşı

sonrası oluşan yeni süreçte Türkiye’nin Sovyetler Birliği ve peykleri tarafından

sürekli tehdit altında bulunduğunu hatırlatan Lewis, bu karanlık dönemde Türkiye

ve Yunanistan’ı yalnız bırakmadıklarını, iki devlete silah yardımı yaptıklarını

belirtti.325

8 Aralık 1950 Tarihli Time Dergisi, Kunuri Savaşı ile ilgili olarak verdiği

haberlerde 48 saat dinlenmeden savaşan Türk Tugayı’nın kahramanlıklarını

okurlarına duyurdu.326 10 Aralık’taki sayısında Miniapolis Tribune ise, Türk

askerinin fedakarlığının Amerikalılar tarafından hiçbir zaman unutulmayacağını

belirtti.327 Dallas News; Orta Doğu’da kendisini savunabilecek tek ordunun Türk

Ordusu olduğu kanısındaydı.328 İspanyol Ariba Gazetesi’nin 14 Aralıktaki

haberinde, on katı düşmana karşı süngü hücumuna kalkan Türk askerinin

gösterdiği olağanüstü kahramanlık anlatıldı.329 Kabil’de yayımlanan Enis

Gazetesi, Türklerin atalarını aratmayacak özelliklere sahip olduğu vurgulayarak,

bunun son örneğinin Kore olduğu belirtti.330 Libre Belgique Gazetesi Türk

kahramanlığını överek, Türklerin 700 yıl sonra Asya boylarında tekrarladığı

başarıları okuyucularıyla paylaştı.331 25 Aralık 1950 tarihli El Kabes Gazetesi,

bin yıl İslam aleminin bayraktarlığını yapan Türklerin, şimdi de hür devletlerin

bayraktarlığını yaptığını ifade etti.332

324 Ayın Tarihi, Temmuz 1950, s. 200, s.s. 100 325 Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 106 326 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 106 327 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 107 328 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 107 329 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 111 330 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 111 331 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 111 332 Ayın Tarihi, Aralık 1950, s. 205, s.s. 15

Sonuçta, Türk askerinin Kore Savaşı’nda yer alması ilk başlarda yabancı

basını fazla ilgilendirmedi. Fakat savaşın kırılma noktalarından bir tanesi olan

Kunuri Savaşlarında, Tugayın gösterdiği büyük başarı tüm dünyanın dikkatini

Türkiye’ye çevirdi. Bir müddet sonra bu başarılar da unutuldu. Bundan sonra

Türkiye ile ilgili haberler oldukça azaldı.

3. BÖLÜM

KORE SAVAŞI PARALELİNDE TÜRKİYE NATO İLİŞKİLERİ

3.1. KORE SAVAŞI ÖNCESİ

II. Dünya Savaşı sonrası, dünya siyasetindeki egemen iki devlet olan

ABD ve Sovyetler Birliği, dünyanın birçok bölgesinde birbirlerine karşı temkinli

bir politik strateji yürütmekteydiler. Sovyetler Birliği’nin özellikle Doğu

Avrupa’da yayılmacı bir politik gelişme içine girmesi, Batı Avrupa ülkeleri ve

ABD’yi tedirgin etti.Bu yayılmacılığın önüne geçmek için Batı Bloku’nda kurulan

en büyük organizasyon, kısa adı NATO olan Kuzey Atlantik Savunma Paktı idi.

4 Nisan 1949’da Belçika, Danimarka, Fransa, İngiltere, İzlanda, İtalya,

Kanada, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz ve ABD Dışişleri Bakanları

Washington’da Kuzey Atlantik Paktı Antlaşması’nı imzaladılar.333

333 Fahir Armaoğlu, 20. Yy. Siyasi Tarihi (1914-1995), Alkım Yayınları, İstanbul, 1995, s. 448-449.

NATO’nun kuruluş haberi Türk kamuoyunda olumlu bir yaklaşım

bulduysa da, bu olayın değerlendirilmesi basında biraz farklı oldu. Ulus

Gazetesi’nde Sadi Irmak, Türkiye’nin coğrafi nedenlerden dolayı Atlantik Paktı

dışında bırakılmasını anlaşılabilir bir neden olarak görebilmekteydi. Irmak’a göre

Pakt, Sovyet yayılmacılığını Avrupa’da önlemek için kurulmuş bir güvenlik

sistemi idi.334

Yavuz Abadan’a göre ise başka “tamamlayıcı” paktlar gerekli idi.

Türkiye, her ne kadar İngiltere Başkanı Bevin ve ABD Dışişleri Bakanı Dean

Acheson’un açıklamalarıyla güvenliğinin sağlandığını hissediyorsa da, bunun

yeterli olmadığı aşikardı. Abadan’a göre Türkiye ile bir garanti antlaşması

yapılmalıydı.335

Son Telgraf Gazetesi’nde Etem İzzettin Benice Türk kamuoyunu:

“Türkiye’nin, dışlanması durumunda, karamsarlığa kapılması için bir neden yoktur. Türkiye aslında Türk-İngiliz ittifak ve Amerikan yardımlarının garantisi altındadır. Mr. Bevin ve Acheson’un demeçleri, Yakın ve Uzakdoğu’da, Pasifik’te ve Akdeniz’de güvenlik bölgelerinin kolayca tesisine yöneliktir” şeklinde ikna etmeye çalışmaktaydı.336

Cihat Baban ise Tasvir’deki yazısında Bevin’in ve Aeheson’un “nazik

sözlerini” yeterli bulmadığını, çünkü Türkiye’nin hiçbir yasal garantisi olmadığını

vurgulamaktaydı ancak, Atlantik Paktı’nın dünya barış ve düzenine katkıda

bulunacağına kesinlikle inanmaktaydı. Baban, Ortadoğu’da istikrarın sağlanması

için Anglo-Amerikan işbirliğinin gerekli olduğunu ifade etmekteydi.337

334 Hüseyin Bağcı, “Türkiye’nin NATO üyeliğini Hızlandıran İki Önemli Faktör: Kore Savaşı ve ABD

Büyükelçisi George MC Ghee”, ODTÜ Gelişme Dergisi, s. 5. 335 a.g.m., s. 5-6. 336 a.g.m., s. 6. 337 a.g.m., s. 6.

Cumhuriyet Gazetesi’nde ise Abidin Daver neden İtalya’nın Pakta alınıp

da Türkiye ve Yunanistan’ın Pakt’ın dışına itildiğini sorarak, sözlü garantilerin

yetersiz olduğunu, bunun yerine garanti antlaşması yapılması gerektiğini

söylemekteydi.

Türk basınında bu sırada hakim olan genel kanı, Türkiye’nin NATO’dan

dışlanmasının, Batı’nın savunulmasında çok önemli bir “boşluk” yaratacağı ve

ABD’nin bu gerçeği kabullenmesi gerektiği idi. Ancak, ABD’nin Türkiye’ye

yazılı bir garanti antlaşması sunması halinde, Batının savunmasındaki bu “boşluk”

ABD’nin kendi çıkarları yararına da doldurulmuş olacaktı. Dışişleri Bakanı

Necmettin Sadak bu sırada muhalefet tarafından büyük bir eleştiriye uğradı.

Bunun nedeni de Sadak’ın ABD’den Truman Doktrini çerçevesinde ne alınan

askeri yardımı arttırabilmiş ve ne de herhangi bir yazılı anlaşma güvencesine

dayanan Amerikan desteğini sağlayabilmiş olmasıydı.338

Muhalefet Partisi olan Demokrat Parti lideri Celal Bayar, yaptığı bir

açıklamada, partisinin Türkiye’nin Atlantik Paktı’ndan “geçici” olarak dışlandığı

inancında olduğunu belirterek, partisinin ilk olarak tarafsızlık politikasını

reddettiğini söylemekteydi. 30 Mart 1949’da yaptığı açıklamada Celal

Bayar;“Amerika ve İngiltere’nin Sovyetler Birliği’ne karşı oldukları bir savaşta

ülkemizin tarafsız kalması düşünülemez”, demekteydi.339

İktidar Partisi Cumhuriyet Halk Partisi ile muhalefet partisi Demokrat

Parti Türkiye’nin, “geçici olarak dışlandığı” bu askeri ittifaka alınması için ortak

bir dış politika hedefi belirlediler. Buna göre, Türkiye’nin tarafsızlığı halinde,

eğer Sovyetler Birliği ile Atlantik güçleri arasında bir anlaşmazlık çıkacak olursa,

bu sadece Sovyetler Birliği’nin yararına bir durum yaratacaktı. Türkiye’nin bu

338 a.g.m., s. 7.

olası tarafsızlığı, Amerikalılar ve İngilizler üzerinde psikolojik etkiler yarattı.

Gerçekten de Türkiye’nin tarafsızlığı düşüncesi kamuoyunda büyük yankı

buldu.340

Bu sıralarda Başbakan Şemsettin Günaltay ve Dışişleri Bakanı Necmettin

Sadak arasında NATO konusunda bir anlaşmazlık doğdu. Necmettin Sadak’ın

görüşüne göre, Türkiye’nin Atlantik Paktı’na alınmaması büyük bir yanlıştı. Oysa

Başbakan Günaltay ise 30 Nisan 1949 tarihinde gazetecilere verdiği demeçte:

“Başlangıçtan itibaren Atlantik Paktı’na katılmanın yararlı olacağına inanmadık. Şimdi başka bir pakt hazırlamak olanaksızdır; ancak diyebilirim ki, şu anda pozisyonumuz NATO’ya girmiş olmamızdan kaynaklanacak pozisyonumuzdan daha güçlüdür. Pakta katılmak için biz hiçbir zaman özel bir arzu göstermedik. Güvenlik açısından bakıldığında şu anki pozisyonumuz daha iyidir. Eğer pakta girmiş olsaydık bir çok gereksiz sorumluluklar yüklenecektik” demekteydi.341

Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak basında kendisine karşı açılan

kampanyanın, dışardan ve dost olmayan unsurlar tarafından organize edildiğine

inanmaktaydı. Sadak’ın bu varsayımı hiçbir temele dayanmamaktaydı. Çünkü

basının ona karşı yaptığı suçlama, kısa bir süre önce yaptığı Amerika

seyahatinden sonra Amerikan Hükümeti’nden hiçbir güvenlik garantisi alamadan

yurda dönmesinden dolayı idi ve bu yüzden basın onu başarısız biri olarak

göstermekteydi. Ona yapılan bir diğer suçlama da, genelde Türkiye’nin dış politik

sorunlarını başarılı bir biçimde çözemediği şeklindeydi. Muhalefet lideri Celal

Bayar, partisin 14 Mayıs 1949’da Kayseri’de yapılan kongresinde Sadak’ı ve

onun dış politikasını eleştirerek, Türkiye’nin dünya barışına sağlamakta alınan

önlemlerden hariç bırakılmasının endişe verici olduğunu söylemekteydi. Bayar

339 a.g.m., s. 7. 340 a.g.m., s. 7. 341 a.g.m., s. 8.

konuşmasında, muhalefet partisi olarak Hükümetin dış politikadaki tutumunu

desteklediklerini, ancak Dışişleri Bakanı Sadak’ın Türk dış ve güvenlik

politikalarına yönelik açıklamalarını onaylamadıklarını sözlerine eklemekteydi.342

Türkiye’nin NATO’ya dahil edilmeyişinden kaynaklanan olumsuz

tepkiler ve bir Akdeniz Paktı'nın kurulmasının belirsizliğe itilmesi, kamuoyunda

ciddi bir rahatsızlık yarattı. Ulus Gazetesi’nde Peyami Safa, bu durumda tarafsız

bir politikanın izlenmesinin daha yararlı olacağı inancındaydı. Safa, tarafsızlığın

bir üçüncü dünya savaşında –II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi- Türkiye’nin

lehine olabileceğini söyledi. Ona göre saldırganın yönü değiştirilebilirdi. 343

Sonuç olarak NATO ilk kurulduğunda, Türk kamuoyunu oldukça

heyecanlandırdı, fakat Türkiye’nin bu sisteme entegre edilmemiş olmasından

dolayı zamanla NATO’ya daha temkinli bakıldı. Türk basınında ilk günlerdeki

isteklilik kayboldu, bunun yerini eski dış politika olan tarafsızlık aldı. Böyle bir

süreç sonunda 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti, çok partili seçim sonucunda

halkın büyük desteğiyle iktidara geldi. İktidar, bir çok yeniliğin yanında dış

politikada da yeni bir hareketlilik getirecekti. T.C. dış politikası, Demokrat Parti

döneminde, Batı ile bütünleşen, yönünü tamamen Batı’ya çeviren aktif bir politika

olacaktı. Fakat bu durum Türkiye’nin bağımsızlığının feda edildiği şeklinde daha

sonraları eleştirilecekti.

4.2. KORE SAVAŞI VE SONRASI

25 Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı, Demokrat Partinin NATO’ya

girme çabalarını hızlandıracak bir gelişme oldu. Yeni Hükümet, 25 Temmuz

342 a.g.m., s. 9-10. 343 a.g.m., s. 12.

1950’de, Kore’ye 4500 kişilik zırhlı bir tugay gönderme kararı alarak fiilen Kore

Savaşı’na katıldı. Türk Hükümeti, almış olduğu bu kararın NATO’ya girmek için

çok önemli bir fırsat olduğu fikrinde idi. Bu amaçla iktidar NATO’ya girmek için

ciddi girişimlerde bulundu.

Türk basını da Kore kararının NATO kapısını aralayacağı konusunda

Hükümetle aynı kanıyı taşımaktaydı. Basında NATO konusunda ilk haberler 3

Ağustos 1950’de yayımlandı. Hürriyet Gazetesi, Hükümetin resmi başvuruda

bulunduğunu haberleştirirken devamında İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Türk

Hükümeti’nin bu talebini kabul edeceklerini ve Eylül 1950’de Amerika’da

toplanacak olan Kuzey Atlantik Paktı Konseyi’nin Hükümetin bu talebi hakkında

bir karar vereceğini bildirmekteydi.344 ABD ise Türk Hükümeti’nin bu

başvurusunu incelemeye aldı. Dışişleri Bakanı Acheson Amerika’nın, Türkiye’nin

bağımsızlık ve savunmasına büyük önem verdiğinin altını çizdi.345

Gelişmeleri yorumlayan Ömer Sami Coşar, Kore olayının Batılıların

gözünü açtığını ve bu olaydan aldıkları dersle Türkiye’nin NATO’ya girmesine

muhalif kalmayacaklarını düşünmekteydi. Olayların Türkiye’nin lehine

gelişeceğinden kuşku duymayan Coşar, böylelikle Sovyetler Birliği’nin işgalci

tutumunu terk edeceğini vurgulamaktaydı.346

Konu hakkında Başbakan Adnan Menderes 6 Ağustos 1950’de basın

toplantısı düzenledi. Türk dış politikasının İngiliz-Fransız ittifakına ve Amerikan

dostluğuna dayandığını belirten Menderes, Türkiye’nin Atlantik Paktı’na girme

344 Hürriyet, “Atlantik Paktına Girmek İçin Resmen Müracaatta Bulunduk”, 3 Ağustos 1950. 345 Zafer, “Atlantik Paktına İştirakimiz İçin Amerika’nın Derhal Siyasi Hazırlıklara Girmiş Olduğu

Haber Veriliyor”, 4 Ağustos 1950 346 Ömer Sami Coşar, “ Türkiye ve Atlantik Paktı”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 133

çabalarının ve Kore’ye asker gönderme kararının barışı korumak için yapıldığını

söylemekteydi.347 Dışişleri Bakanı Köprülü de Milliyet Gazetesi’ne verdiği

demeçte, Türkiye’nin Atlantik Paktı’na girmesinin barış için gerekli olduğunu

vurgulamaktaydı.348

Mümtaz Faik Fenik, Türkiye’nin, NATO’dan dışlanış gerekçesi olarak

Batılı devletler tarafından ileri sürülen coğrafi nedenlerin bugün için geçerliliğini

yitirdiğini ifade etmekteydi. Paktın sadece Atlantik bölgesiyle sınırlandırılma

iddiasının Portekiz ve İtalya’nın katılımıyla kaybolduğunu düşünen Fenik,

Kore’deki savaşa değinerek, savaşın piyade gücünü ön plana çıkardığını, güçlü bir

piyade teşkilatı olan Türkiye’nin de pakta katılarak bu savunma sistemini daha da

güçlendireceğini belirtmekteydi.349

Yeni İstanbul Gazetesi’nin 7 Ağustos 1950’deki başmakalesinde,

yıllardır türlü baskılara karşı koyan Türk milletinin yerinin NATO olduğu

vurgulanarak, hükümetin girişiminin reddedilmesinin halkın kalbinde büyük hayal

kırıklıkları yaratacağı ve bu sonucun da ciddi tehlikeler doğuracağı

belirtilmekteydi.350

Hüseyin Cahit Yalçın, NATO’yu kuran devletlerin hangi amaçlar

etrafında toplandıklarının belli olduğunu belirterek, benzer kaygıların Türkiye için

de geçerli olduğunu vurgulamaktaydı. Kaderlerin ortak olduğuna değinen Yalçın,

Türkiye’nin pakta katılımıyla, komünist saldırıları karşısında endişeye düşen

347 Zafer, “Başbakanın Mühim Beyanatı”, 7 Ağustos 1950; Milliyet, “Başbakan Adnan Menderes’in

Çok Mühim Beyanatı”, 7 Ağustos 1950. 348 Milliyet, “Köprülü’nün Beyanatı”, 8 Ağustos 1950. 349 Mümtaz Faik Fenik, “Türk Gücü ve Barış İdeali”, Zafer, 7 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 131-132 350 “Türkler ve Atlantik Paktı”, Yeni İstanbul, 7 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 134

dünyanın, yeniden bir birlik etrafında toplanmasının gerçekleşeceğini iddia

etmekteydi.351

Ağustos 1950 sonlarına doğru Hükümet, NATO’ya girmek için yaptığı

başvurunun gecikmesinin Türk kamuoyunu rencide edeceğini Amerika’ya

bildirdi. ABD Dışişleri Bakanı Acheson ise Türk talebinin en dikkatli ve dostane

bir şekilde incelendiğini ifade etmekteydi.352

Türkiye’nin NATO’ya girme çabası hakkında Sedat Simavi, Türk

talebinin geciktirilmesinin NATO’nun ve ABD’nin prestijini sarsacağını iddia

ederek:

“Türkiye, dünya emniyetinin sağlanmasında, tehlikeye en maruz bir devlet olmasına rağmen Kore’ye 4500 kişilik önemli bir savaş birliği göndermekle Atlantik Paktı’na üye olmaya en çok hak kazanmış bir memlekettir. Türkiye’nin Atlantik Paktı’na alınması işinin geciktirilmesi, sanırız, sadece Türkiye’de değil, hatta bütün dünyada akisler bulacak kadar ehemmiyetli bir hadisedir. O itibarla bu işin sürüncemede bırakılması Amerika’nın olduğu kadar Atlantik Paktı’na aza olan diğer devletlerin de itibarını sarsacaktır” demekteydi.353

Cumhuriyet Gazetesindeki 3 Eylül tarihli yazıda, NATO üyesi 12

devletin onayı olmadan Türkiye’nin pakta girmesinin mümkün olmadığı

belirtilerek, olası kötü bir sonuçta ABD, İngiltere, Fransa,İtalya, Türkiye ve

Yunanistan’ın içinde yer alacağı Doğu Akdeniz Paktı kurulmasının daha iyi

olacağı ifade edilmekteydi.354

351 Hüseyin Cahit Yalçın, “ Atlantik Misakında Türkiye”, Ulus, 9 Ağustos 1950; Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 135 352 Hürriyet, “Atlantik Paktına Girmek İçin Yaptığımız Talep”, 26 Ağustos 1950. 353 Sedat Simavi, “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Hürriyet, 27 Ağustos 1950. 354 “Açık Kapıları Kapamak Zarureti”, Cumhuriyet, 3 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 75

12 Eylül 1950’de ABD, İngiltere ve Fransa Dışişleri Bakanları New

York’ta “Üçler Konferansı”nda bir araya gelerek Türkiye’nin durumunu

görüştüler. Görüşme sonunda Türkiye’nin şimdilik Pakt’a alınmaması

kararlaştırıldı.355

NATO konusunda Türkiye aleyhine bir hava estiğini sezen Sedat Simavi,

NATO toplantısı öncesi yazdığı makalede, Avrupalı dostların nazlarının artık

çekilmediğini belirterek, Atlantik Paktı’na girme hikayesinin hoşumuza

gitmeyecek bir biçimde sona ermemesini ve “dımdızlak” ortada kalmamamızı

temenni etmekteydi.356

Benzer düşünceleri dile getiren Mümtaz Faik Fenik, Türkiye’nin önemli

bir askeri güce sahip olduğunun Batılı müttefikler tarafından unutulmaması

gerektiğini hatırlatarak, Ortadoğu petrollerini koruyan ve “komünist saldırılarına

karşı bir dalgakıran” olan Türkiye’nin bu durumunun göz önünden uzak

tutulmasının tarihi bir hata olacağını belirtmekteydi.357

NATO’ya giriş başvurusu ile Türkiye’nin Kore’ye asker gönderme kararı

arasında ilişki kurmanın pek sağlıklı bir değerlendirme olmayacağını belirten

Necmettin Sadak, Türk dış politikasının bu tarz yaklaşımlara hiçbir dönem

tenezzül etmeyeceğini ifade etmekteydi.358

355 Yüksel Sezgin, Kore Savaşı’na Girişimizin Türk Dış Politikası Üzerine Etkileri; Ankara, 1995, s.

22. 356 Sedat Simavi, “Türkiye ve Atlantik Paktı”, Hürriyet, 14 Eylül 1950. 357 Mümtaz Faik Fenik, “Türkiye İçin Sağlam Teminat” , Zafer, 14 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950; s. 202, s.s. 82 358 Necmettin Sadak, “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Akşam, 15 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 83

15-16 Eylül 1950 tarihleri arasında New York’ta toplanan Atlantik Paktı

Konseyi toplantısında üye ülke dışişleri bakanları şu noktalar üzerinde uzlaşmaya

vardı:

a) Merkezi bir Avrupa Silahlı Kuvveti’nin kurulması

b) Avrupa’daki Amerikan varlığının arttırılması

c) Mali işbirliği mekânizmasının kurulması ve ABD’nin askeri imalatını

arttırması.

d) Türkiye’nin tam üyelik girişiminin reddedilmesi kararın gerekçesi ise,

Yunanistan ve İran’ın da NATO’ya girmek için benzer taleplerde

bulunabileceğidir.359

Türkiye’nin NATO ittifakı içine alınmak istenmemesinin belli başlı

nedenlerinden birisi henüz pek yeni olan NATO Antlaşması’nın bir hayli

değişiklik gerektirmesi ve tarafların bundan kaçınması iken, bir diğer neden de

NATO’nun tüm Anti-Kremlin geniş alanını da içerecek şekilde genişletilip

genişletilmemesi sorunuydu.360

Bunların dışında NATO üyesi ülkelerin Türkiye’ye Pakta kabul

etmemelerindeki nedenleri şöyle sıralanabilir:

a) Türkiye Paktın kapsadığı alan dışındadır.

b) Türkiye’nin NATO’ya girmesi, diğer üye ülkelere yapılan yardım

miktarının azalmasına neden olacaktır.

c) Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı’na girmesi örgütü güçten düşürecektir.

d) Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı’na girmesiyle NATO, Sovyetler Birliği

ile sınırdaş olacak ve Sovyetleri tahrik edecektir.

e) Türkiye güvenilir bir müttefik olmadığını II. Dünya Savaşı’nda

göstermiştir.

f) Türkiye zaten Truman Doktrini ile Amerika ile, ayrı bir ittifakla da

İngiltere ve Fransa ile müttefiktir.

Bu nedenlerle Türkiye’nin ilk başvuruları sürekli olarak reddedildi,

bunun yerine Ortadoğu ve Akdeniz Bölgesi’nde kurulacak paktlar ile bölge

ülkelerine bir çeşit güvence verilmek istendi. Türkiye de tüm bu girişimleri

NATO üyeliği için bir geçiş aşaması olarak görüp, kabul etti.361

Üçler Konferansı’nın Türkiye aleyhine karar alması basında şok etkisi

yarattı. Sedat Simavi başta Fransa olmak üzere bütün Avrupa’yı “Haçlı

Zihniyeti” taşımakla itham ederek, Türkiye’nin “Müslüman” olmasının mı böyle

bir kararın alınmasına neden olduğu sorusunu sormaktan çekinmemekteydi.362

Mümtaz Faik Fenik Üçlerin kararının Türk kamuoyunu derin bir

üzüntüye sevk ettiğini belirterek üçlerin Türkiye’yi dışlarken öne sürdükleri

kararların “mesnetsiz” olduğunu belirterek:

“Ajans telgraflarına göre, güya Türkiye bir Atlantik devleti olmadığı için bu pakta kabul edilmemiştir. Fakat şurasını unutmamak lazımdır ki İtalya da, Şimali Afrika’daki Fransız toprakları da Atlantik’te değildir. Ve muhakkak ki, Fransa, İngiltere ve Birleşik Amerika’nın talebimizi reddetmeleri için başka bir düşünceleri olmak lazımdır. Ve bunlar bu

359 Sezgin, a.g.e., s. 22-23. 360 George Mc Ghee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1992, s. 134. 361 Sezgin, a.g.e., s. 24. 362 Sedat Simavi, “Beğendiniz mi Olanı”, Hürriyet, 16 Eylül 1950.

düşünceyi Türkiye’nin bir Atlantik Devleti olmadığı sözleri altında kekelemektedirler” diyerek üzüntülerini ifade etmekteydi. 363

Hüseyin Cahit Yalçın alınan kararın Türk kamuoyunu üzdüğünü fakat bu

olumsuz durumdan ötürü hükümetin başarısız sayılmasının anlamsız olacağını

belirtmekteydi.364

Necmettin Sadak olumsuz kararı değerlendirirken, hükümetin resmi

başvuru öncesi herhangi özel bir girişimde bulunmamasının biraz garip olduğunu

vurgulamaktaydı. Son aylardaki gelişmeler doğrultusunda Türkiye’nin

menfaatlerinin NATO’ya girmemek olduğunu savunan Sadak, Hükümeti de

başvuruyu, zaman ve şekil bakımından, yanlış yapmakla suçlamaktaydı.

Başvurunun kabul edilmemesinden ötürü ümitsizliğe kapılmamak gerektiği, ulusal

davaların sonuna kadar savunulması gerektiği fikrindeydi. Türkiye’nin, karışık

ortamda, ABD’ye ihtiyacı olduğu kadar, ABD’nin ve Batılı ülkelerin de

Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu hatırlatan Sadak, büyük bir devlete yakışan vakar

içinde, müttefiklerin bizi çağıracağı güne kadar sabredilmesi gerektiğini ifade

etmekteydi.365

Cumhuriyet Gazetesi de başmakalesiyle tartışmalara katılarak,

Türkiye’nin başvurusunun reddedilmesindeki gerekçeleri anlamsız, sırf coğrafi

nedenlerden ötürü tavır alınmasını biraz kuşkulu bulmaktaydı.366

Sedat Simavi, duygusallığının dozajını arttırarak, Avrupa’nın ortak

savunmasına inanmadığını açıkça belirtmekteydi. Simavi, coğrafi nedenlere temas

ederken kullandığı:

363 Mümtaz Faik Fenik, “Atlantik Paktı ve Vaziyetimiz”, Zafer, 17 Eylül 1950. 364 Hüseyin Cahit Yalçın, “Atlantik Misakı ve Türkiye”, Ulus, 17 Eylül 1950. 365 Necmettin Sadak, “Üçlerin Kararından Sonra”, Akşam, 17 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 75-76 366 “Üçler ve On ikiler”, Cumhuriyet, 18 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 77

“İspanya, İsviçre, Türkiye Avrupa Birliği’nin haricine atılmıştır. Bu vaziyet karşısında gelin de komünizm tehlikesi karşısında Avrupa’nın müdafaa edileceğine inanınız. Elinizde bir coğrafya kitabı varsa lütfen Lüksemburg Dükalığı’nın nerede olduğunu bir daha o kitapta arayınız. Coğrafya kitaplarında toplu iğne başı kadar olan bu minnacık hükümet Atlantik Paktı’nın içinde bulunuyor. Milyonluk ordusuyla bugün herhangi bir dünya devletiyle boy ölçüşmeye hazır Türkiye, bu pakta alınmıyor” sözleriyle kırgınlığını ifade etmekteydi. 367

Ali Naci Karacan, Üç Dışişleri Bakanı’nın aldığı kararın ne kadar

olumsuz olursa olsun Türkiye’yi etkilememesi gerektiğini belirterek Türk

devletinin, Birleşmiş Milletler sözleşmesindeki yükümlülüklerine yürekten bağlı

olduğunu ve bunları yerine getirmek için Kore’ye bir an önce gidip, gerekirse kan

akıtarak fedakârlıkta bulunabileceğini ifade etmekteydi. Karacan sözlerini:

“Bugün için dış politika bakımından bütün dünyaya karşı alacağımız en dürüst, en

güzel, en tesirli vaziyet ancak askeri birliğimizi bir an evvel yola çıkartmaktan

ibaret olabilir”, diyerek tamamlamaktaydı.368

Konu hakkındaki düşüncelerini 21 Eylül’deki yazısında bir kez daha

açıklayan Mümtaz Faik Fenik; bu olumsuz kararın alınmasında her ne kadar

Norveç ve Danimarka’nın yükümlülüklerini genişletmemek amacıyla Türkiye’yi

istememelerinin önemli bir neden olduğunu kabul etse de asıl sözün ABD ve

İngiltere tarafından söylenildiğini ve bu iki devletin istedikleri takdirde

Türkiye’nin başvuru talebini diğer devletlere de kabul ettirebileceklerini

belirtmekteydi.369

Selim Ragıp Emeç Batılı devletlerin, Sovyetler Birliği’ni tahrik

etmemek için Türkiye’yi pakta kabul etmeme gerekçelerinin sadece bir bahaneden

ibaret olduğunu düşünmekteydi. Başvurunun zamansız yapıldığı kanısında olan

367 Sedat Simavi, “Avrupa’nın Müşterek Müdafaasına İnanmıyoruz”, Hürriyet, 18 Eylül 1950. 368 Ali Naci Karacan, “Kore’ye Biran Önce Gitmeliyiz”, Milliyet, 18 Eylül 1950. 369 Mümtaz Faik Fenik, “Atlantik Paktı, İngiltere ve Fransa”, Zafer, 21 Eylül 1950.

Emeç, yine de alınan sonuçtan ötürü hükümetin suçlanmaması gerektiğini

belirtmekteydi.370

NATO üyesi ülkeler bu sıralarda Türkiye’yi küstürmemek için

Türkiye’nin güvenliğini sağlayacaklarını belirterek bir bakıma Türk kamuoyunun

gönlünü almaya çalıştılar.371

Demokrat Parti Hükümetinin NATO’ya girmek için yaptığı ilk başvuru,

özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinin muhalefetiyle reddedildi. Bu ret kararı Türk

kamuoyunda hiç de beklenmeyen bir hoşnutsuzluk yarattı. Çünkü gerek Demokrat

Parti Hükümeti ve gerekse kamuoyu, Kore’ye asker gönderme kararı alındıktan,

Türkiye’nin böyle bir fedâkarlıkta bulunduktan sonra NATO kapısının

aralanacağına inanmaktaydı. Fakat bu kapı Türkiye için şimdilik kapandı.

Eylül 1950’nin son haftasında İskenderun’dan Kore’ye hareket eden

Türk Tugayı 18 Ekim’den itibaren Kore topraklarına ayak bastı. Türk Tugayı bir

ay gibi kısa bir sürede yeterli hazırlığını tamamlayamadan kendisini Kunuri’de

çember içinde buldu. Kore’de kazanılan bu büyük başarıların Atlantik Paktı’na

girmek için bir basamak olacağı inancı kamuoyundaki yaygın kanı idi.

NATO’nun ilk zamanlardaki muhalif tavrının, bu zaferlerden sonra artık

değişeceği beklenmekteydi.

NATO kapısının kapanmasından sonra yeni arayışlara girmek gerektiğini

savunan Necmettin Sadak, ABD ile Truman Doktrini, İngiltere ve Fransa ile 1939

antlaşmaları gereğince müttefik olduğumuzu ve bu çerçevede bir antlaşma

370 Selim Ragıp Emeç, “Yine Atlantik Paktı Hikayesi”, Son Posta, 22 Eylül 1950; Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 31 371 Hürriyet, “Atlantik Paktı Devletleri Türkiye’nin Emniyetini Temin İşini Garanti Edecekler”, 24

Eylül 1950.

yapılmasının Türkiye’nin güvenliğini sağlayacağını düşünmekteydi. Son günlerde

konuşulan Doğu Akdeniz Paktı gibi yaklaşımların yeterince aydınlık olmadığını

dile getiren Sadak, Türkiye’nin Akdeniz’den değil, başka bölgelerden saldırı

tehdidi altında olduğunu vurgulayarak, “acaba alınan tedbirler biz işgale uğrayıp,

tehlike Akdeniz’i tehdit ettiği zaman mı uygulanacak?” diye imalı sorular

sormaktaydı.372

Türk kamuoyu, NATO’ya girmek için sabırsızlanmaktaydı. Kunuri

zaferinin üzerinden 3,5 ay geçmesine rağmen hükümetin hâlâ herhangi olumlu bir

adım atamaması kimi yazarlarca eleştirilmekteydi. Hikmet Bil:

“Türk milletine aynı talih son defa Kore’de güldü. Dünyanın en cengâver milleti olduğumuzu bir daha cihana gösterdik. Dostumuzla beraber düşmanımızın da ağzı hayretten açık kaldı. Fakat Kore’de döktüğümüz kanın karşılığını maalesef göremedik. Talih sadece gülmüş ve geçmiş oldu. Ondan istifade etmesini işbaşındakiler beceremediler. Hiç değilse en aşağı Atlantik Paktı azası iki, üç devletin birleşerek ancak vücuda getirebilecekleri bir kuvvet olduğumuzu kimseye anlatamadılar. Kore’deki fedakârlığımız bize Atlantik Paktı’nın kapılarını bile açmadı...” diyerek üzüntülerini ifade etmekteydi.373

D.P. Hükümeti NATO’ya girmek için yaptığı ilk başvurunun kabul

edilmemesi üzerine Mart 1951 başında ABD’yi, 1939 tarihli Türk-İngiliz-Fransız

ittifakına katılmaya davet etti.374

Hürriyet Gazetesi, Türkiye’nin teklifini haberleştirdiği yazısında,

Türkiye’nin, Rusya veya başka bir devletin tecavüzüne uğradığı takdirde

372 Necmettin Sadak, “Atlantik Paktı, Doğu Akdeniz Müdafaası ve Türkiye’nin Emniyeti”, Akşam, 24 Ocak 1951; Ayın Tarihi, Ocak 1951, s. 206, s.s. 124-125 373 Hikmet Bil, “Son Fırsat”, Hürriyet, 15 Şubat 1951. 374 Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronolojisi: Kore, 1950-53, Boğaziçi Yay., İstanbul, 1990, s.

139.

Amerika’nın silahla yardım edeceğine dair bir belgeyi imzalamasını istediği

belirtilmekteydi.375

Şükrü Kaya, Amerikan desteğinin Türkiye için hayati önem taşıdığına

değinirken:

“Türkiye’nin Atlantik Paktı’na katılmak istemesi Amerika’nın fiili ve hukuki yardımı ve teminatı altında, 12 devletin birleşmiş, müşterek bir ordu ile müşterek bir kuvvet yapmış olmalarındandır. Türkiye bugün, Fransa ve İngiltere’nin ittifakından değil, Amerika’nın hukuki teminatından mahrumdur. Türkiye efkârını endişeye düşüren bu durum, Amerika’nın bu hukuki garantiyi esirgemekte olmasıdır” diyerek kamuoyunun düşüncesini özetlemekteydi.376

Türkiye’nin teklifi Washington tarafından kabul edilmedi. Çünkü, ABD

artık Türkiye’nin ve Yunanistan’ın NATO’ya alınmasını istemeye başladı. ABD

kısa zaman içinde diğer müttefiklerini de ikna edebileceğini düşünmekteydi.

ABD’nin ılımlı yaklaşımının nedeni, Soğuk Savaş’ın getirdiği ciddi ortamdan

kaynaklanmaktaydı. Sovyet güdümündeki Doğu Avrupa hızla silahlanmaktaydı.

NATO Başkomutanı General Eisenhower, emrindeki kuvvetlerin güneydoğu

kanadının güçlendirilmesini gerekli görmekteydi. Ayrıca Amerikalı hava

uzmanları da Türkiye’nin ittifaka alınmasını arzulamaktaydılar. Türkiye’de

kurulacak hava üsleri önemliydi ve Türkiye, NATO’ya girmeden, bu üslerin

kiralanmasını istememekteydi. Nihayet, Ortadoğu ve Akdeniz bölgesinin

güvenliği ile ilgili birçok toplantıdan, Amerikan Akdeniz Filosu Komutanı Amiral

Carrey’in ve Hava Bakanı Finletter’in Türkiye’yi ziyaretlerinden sonra ABD, 15

Mayıs 1951’de, diğer NATO üyelerine, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya tam

üye olarak alınmalarını resmen teklif etti.377

375 Hürriyet, “Amerika’ya İttifak teklifinde Bulunduk”, 3 Mart 1951. 376 Şükrü Kaya, “Türkiye Hâlâ mı Yalnız”, Hürriyet, 6 Mart 1951. 377 Öke, a.g.e., s. 139-140.

Türkiye’nin Atlantik Paktı’na davet edilmesi geciktikçe Türk basınının

tahammülü azalmaktaydı. Basın, Batı’yı neredeyse “nankörlükle” suçlamaktaydı.

Bu konuda Abidin Daver, yazdığı bir yazıda düşüncesini ifade ederken kullandığı:

“Esasen Atlantik Paktı’na başka devletlerin alınabilmesi için, bu pakta dahil 12 devletin ittifakla karar vermesi lâzımdır. Norveç ile Danimarka, Atlantik Paktı’nın genişletilmesine taraftar olmadıkları gibi, bu 12 devlet arasında, nüfusu 296 bin kişiden ibaret, yani İstanbul’un Beyoğlu kazasından daha az ve 2280 kişilik ordusu, Maçka’daki Jandarma Okul Alayı’nın mevcuduna nispetle daha zayıf olan küçük Lüksemburg Dükalığı ile 123 bin nüfuslu ve tek askeri dahi bulunmayan İrlanda Cumhuriyeti de vardır. Bu iki devlet minyatürü de, itiraz ettikleri müddetçe, bir harp vukuunda iki buçuk milyon asker seferber edebilecek olan Türkiye ve Yunanistan’ın Atlantik Paktı’na girmelerine imkan yoktur.

Atlantik Paktı’na girerek Avrupa’nın müdafaasına iştirakımız, işte böyle acayip bir vaziyettedir ve bu acayip vaziyetin iki yıldır devamı, Batılı demokrasilerin ne büyük bir gaflet içinde bulunduklarını göstermektedir” sözleriyle bu kırgınlığı dile getirmekteydi.378

Necmettin Sadak Türkiye’nin NATO’ya alınmasının çok zor olduğunu

belirterek, iki senelik gelişmeler ışığı altında bakıldığı takdirde NATO’nun

Türkiye’ye tek taraflı ağır külfetler yükleyeceğini, bu nedenle bu işin peşini

bırakmanın daha iyi olacağını savunmaktaydı.379 Bir diğer makalesinde Sadak,

NATO diye bir paktın varolduğunu, fakat paktın bel bağlanacak ciddi bir kuvveti

bulunmadığını belirterek, pakt devletlerinin Türkiye’ye karşı taahhüde

girişmekten kaçınacaklarını, buna karşın Türk ordusundan yararlanmaya

kalkışacaklarını iddia etmekteydi. 380

10 Mayıs 1951’den itibaren basında, NATO’ya Türkiye’nin alınması

hakkındaki Amerikan teklifi ile ilgili haberler görülmeye başlandı. Basında genel

378 Abidin Daver, “Türkiye’nin Emniyeti”, Cumhuriyet, 9 Nisan 1951. 379 Necmettin Sadak, “İstemiyoruz Diye Bağırıp İlan Etmemiz Çok Yerinde Olacaktır”, Akşam, 6 Nisan 1951; Ayın Tarihi, Nisan 1951, s. 209, s.s. 111

olarak olumlu bir hava esse de kimi yazarlar NATO’yu ve ABD’yi geç kalmakla

suçlamaktan kendilerini alamadılar. Dönemin siyasal koşullarının –özellikle İran

olayının- bu kararda etkili olduğuna inanan Sedat Simavi Batılılar’ı eleştirerek:

“Amerika nihayet bizim Atlantik Paktı’na alınmamızı istiyormuş. Şimdiye kadar bize bir sinek kadar dahi ehemmiyet vermeyen Amerika’nın bu tahavvülüne şaşmayınız. Amerika bizi babasının hayrı için düşünmüyor. Biz onun hatırına İran’da beliren Rus tehlikesi dolayısıyla geldik. Türk askerinin kahraman pazusuna belki ihtiyacı olacağı için bizi hatırladılar. Ama şimdi Atlantik Paktı devletlerinin paçaları sıkışınca Türkiye’yi hatırlamaları bizim için hiçbir şey ifade etmez. Kore yeter. Türklerin kendi hudutları haricinde artık akıtacak kanları yoktur diyorum. Ve sonradan gelen bu iltifata bir kıymet vermiyorum. Amerikan petrollerine nöbetçi istiyorlar, o nöbetçileri, Atlantik Paktı’nın diğer üyeleri arasından tedarik etsinler” diyerek kamuoyunun kırgınlığının ne boyutlara ulaştığını göstermekteydi.381

Mümtaz Faik Fenik siyaset havasının gittikçe karardığı bir dönemde siyasi

eğilimleri ne olursa olsun bütün basının söz ve gayret birliği içinde olmasının

“heyecan verici bir şey” olduğunu belirterek Türk milletinin de Pakt için ulusal bir

birlik oluşturmasının çok önemli olduğunu vurgulamaktaydı.382

Amerika’nın, Türkiye’nin NATO’ya alınması konusundaki, teklifi bir

çok itirazla karşılaştı. NATO’nun İskandinavyalı üyeleri, Danimarka ve Norveç

ile Belçika, antlaşma alanının genişletilmesi halinde kendilerinin ilişiği ve

çıkarları dışında kalan Akdeniz Bölgesi’nde bir savaşa sürüklenebileceklerinden

endişe duydular. Bunların duydukları ikinci bir endişe de, Türkiye ve Yunanistan

NATO’ya alınırsa, ABD’nin bu ittifak çerçevesi içinde kendilerine yapmakta

olduğu askeri yardımın azalmasıydı. Gene bu devletler tarafından ileri sürülen

başka bir görüş, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın yalnızca bir savunma ittifakı

olmayıp Atlantik uygarlığına sahip devletler arasında bir birleşmenin çekirdeğini

380 Necmettin Sadak, “ Türkiye ve Atlantik Paktı”, Akşam, 25 Nisan 1951; Ayın Tarihi, Nisan 1951, s.209, s.s. 189 381 Sedat Simavi, “Geç Kalan Bir Davet”, Hürriyet, 18 Mayıs 1951.

oluşturacak bir belge olduğuydu. Oysa, bunlara göre, Türkiye ve Yunanistan hem

kültür hem de gelenekleri bakımından, bu uygarlığın dışında kalmaktaydılar.

ABD, bu iddialara karşı Türkiye ve Yunanistan’ın halen Avrupa Ekonomik

İşbirliği Teşkilatı’nın ve Avrupa Konseyi’nin üyesi olduklarını ileri sürdü383.

Türkiye’nin NATO’ya alınmasına en büyük itiraz İngiltere’den geldi. Bu

itiraz özellikle Ortadoğu’nun savunulması konusundaki değişik görüşlerden

ortaya çıktı. ABD’nin en büyük endişesi NATO’nun güneydoğu kanadının zayıf

olmasından ileri gelmekteydi. Bu yüzden, Türkiye’de stratejik bir hava

kumandanlığı kurulmasını istedi. İngiltere ise, İngiliz Orta-doğu Komutanlığı’na

bağlı ayrı bir Ortadoğu Komutanlığı kurulması görüşünü savundu. İngiltere,

NATO Avrupa Komutanlığı’nın Kafkaslar’a kadar uzatılmasının tehlikeli

olabileceğini; Türkiye ve Yunanistan’ın doğrudan doğruya Avrupa yerine

Ortadoğu’nun savunulması planı içine alınması gerektiğini ileri sürdü. Bundan

başka, Akdeniz kuvvetlerinin Atlantik Komutanlığı aracılığıyla ABD’nin

komutası altına konulmasına da, İngiltere muhalefet etti. Türkiye ve

Yunanistan’ın NATO’ya tam üye olarak alınması konusunda İngiltere’nin itirazı

1951 Temmuzu’na kadar devam etti.384

İngiltere’nin Türkiye hakkındaki bu olumsuz tavrı, Türk basınında

İngiltere’ye bakış açısının değişmesine neden oldu. Sedat Simavi artık dost ve

düşmanın belli olduğunu belirterek, İtalya ve ABD dışındaki devletlerin

tutumlarını eleştirmekteydi. Türkiye’nin en kara günlerinde İngiltere ve Fransa

382 Mümtaz Faik Fenik, “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Zafer, 23 Mayıs 1951. 383 Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara, 1987, s. 230-231. 384 a.g.e., s. 230-231.

tarafından yalnız bırakıldığını, bu hareketin kamuoyunca affedilmeyeceğini

belirtmekteydi.385

Ali Naci Karacan, İngiltere’nin Türkiye hakkındaki düşüncelerinin

öğrenilmesinin çok yararlı olduğuna değinerek, artık İngiltere’nin Türkiye’yi gafil

avlayamayacağını ifade etmekteydi. İngiltere’nin Sovyet Rusya ile savaşa

tutuşmamak için muhalif tavır almasını da eleştiren Karacan, yarın bir gün aynı

gerekçelerle İngiltere’nin Türkiye’ye yardımından da kaçınacağını belirterek bu

durumda İngiltere ile olan politikamızı gözden geçirmemizi önermekteydi.386

Ayrıca Karacan, Türk Hükümeti’ne, bu yeni durumda dış politikasını belirlerken

İngiltere’yi gözden uzak tutmasını tavsiye etmekteydi.387

Bu olumsuz gelişmeler, Türkiye’nin farklı açılımlar içine girmesi

gerektiği konusunda basında geniş yankılar buldu. Bunlardan bir tanesi olan

Türkiye’nin silahlı tarafsızlık politikası izlemesi gerektiğini, Sedat Simavi dile

getirdi. Hem NATO’ya hem de Akdeniz Paktı gibi bir pakta girmenin zarar

hanesini çoğaltacağını düşünen Simavi, bunların yerine kendi askeri gücümüze

dayalı tarafsız bir politikanın daha yararlı olacağı kanısındaydı.388 Simavi Kore

Savaşı’ndan Türkiye olarak ders alıp, hayırsız dostların gönüllerini hoş etmek için

dökülen kanların artık dinmesi gerektiğini belirterek, bundan sonra dünya

yerinden oynasa bile Türkiye’nin kılını kıpırdatmaması gerektiğini ifade

etmekteydi.389

385 Sedat Simavi, “Artık Anlaşıldı”, Hürriyet, 3 Haziran 1951. 386 Ali Naci Karacan, “Türkiye’nin Emniyeti Meselesi I-II”, Milliyet, 12-13 Haziran 1951. 387 Ali Naci Karacan, “Artık İngiltere’ye Güvenemeyiz”, Milliyet, 18 Haziran 1951. 388 Sedat Simavi, “Silahlı Bitaraflık”, Hürriyet, 19 Haziran 1951. 389 Sedat Simavi, “Türke Saygı”, Hürriyet, 3 Temmuz 1951.

Türkiye’nin NATO’ya, bir türlü girememesi bir süre sonra eleştiri

oklarının hükümete de yönelmesine neden oldu. Sedat Simavi Kore’nin hikayesini

incelediği dört günlük yazısında öncelikle Kore Savaşı’nın başlangıcına dönerek,

bu savaşa Türkiye’nin neden katıldığını sorgulayarak:

“Şu Kore denen bize yabancı bir harbe niçin girdik? Biz oraya asker göndermekle Türk’ün cengâverliğini mi dünyaya yaymak istedik? Yoksa bize yapılan parlak vaatlere mi kapılıp işe karıştık? Hayır bunların hiçbiri değil. Bizim hariciyemiz sadece kendisini fasulye gibi nimetten saydı ve Türk askerlerinin Kore Harbi’ne karışmalarıyla bizim de büyük devletler arasında reyimiz olacağını zannetti. Ne büyük hata! Ne acemice bir politika!” diyerek Hükümetin dış politikada hata yaptığını belirtmekteydi.390

Türkiye’nin, Kore yoluyla NATO’ya gireceğini zannetmesini,

Hükümetin politik basiretsizliğine bağlayan Simavi:“Hariciyemiz, yahut ona akıl

öğretenlerimiz zannettiler ki, dünyanın öbür ucundaki bir çarpışmaya iştirak eder

etmez, bütün kapılar bize açılacak, Atlantik Paktı bizi hemen içine alıverecek ve

Amerikan dolarları memleketimize akacak...” sözleriyle Hükümeti

eleştirmekteydi. 391 Batılıların, Müslüman bir ülke olan Türkiye’yi, dinsel

farklılığından dolayı aralarında görmek istemediklerini iddia eden Simavi,

Türkiye’nin onca fedakarlıklarına karşı NATO üyelerinin nankörlük yaptıklarını

ifade etmekteydi.392 Kore’de akıtılan kanın Avrupa’nın en “külüstür” dergilerinde

bile sıradan bir bisiklet kazası kadar yer almamasını eleştiren Simavi, artık

Kore’den ders alıp bir daha böyle işlere burnunu sokmaması gerektiğini

Hükümete tavsiye ederek bir daha Türk çocuklarının ulusal sınırlar dışındaki

“sergüzeştler”e gönderilmemesi gerektiğinin altını çizmekteydi.393

390 Sedat Simavi, “Kore’nin Hikayesi-I”, Hürriyet, 11 Temmuz 1951. 391 Sedat Simavi, “Kore’nin Hikayesi-II”, Hürriyet, 12 Temmuz 1951. 392 a.g.m, Hürriyet, 12 Temmuz 1951. 393 Sedat Simavi, “Kore’nin Hikayesi-III-IV”, Hürriyet, 13-14 Temmuz 1951.

1951 Temmuzu’ndan itibaren Ortadoğu’daki siyasi havanın bulanması,

bu arada İran buhranının doğurduğu endişeler, NATO’nun genişletilmesi

konusundaki direnmeleri, özellikle İngiltere’nin itirazlarını önemli ölçüde azalttı.

İngiltere, artık NATO’daki bir Türkiye’nin Ortadoğu’da da kendisine dayanak

olabileceğini düşünmeye başladı.394

Bu ara dönemde kamuoyunun kafası iyice karıştı. Batılıların Türkiye’nin

üyeliği konusundaki “nazlı” tavrı kimi yazarları oldukça kızdırmaktaydı.

Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde Abidin Daver, NATO işinin çıkmaza girdiği

takdirde tek çıkış yolunun, ABD desteğinde kurulacak, Türkiye, Yunanistan ve

Yugoslavya’nın katılacağı Doğu Akdeniz Paktı olduğu fikrindeydi.395 Türkiye’nin

saldırıya uğraması durumunda İngiltere’nin 1939 antlaşması gereği Türkiye’ye

yardım edeceğini, ABD’nin de stratejik konumundan ötürü Türkiye’ye arka

çıkacağını belirten Necmettin Sadak, bu durumda Türkiye’nin NATO’ya

girmesinin yalnızca ABD’nin imzasını kazanmaya yarayacağını, bunu bilen

İngiltere’nin de Türkiye’ye karşı tutumunu değiştirdiğini iddia etmekteydi.

İngiltere’nin, Türkiye’nin NATO ile beraber Akdeniz Paktı’na da girmesini

isteyerek, Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için Türkiye’yi nüfuzuna alet etmek

istediğini belirten Sadak, bu konuda çok dikkatli olunması gerektiğini ifade

etmekteydi.396

İngiltere’nin itirazı ortadan kalktıktan sonra NATO Bakanlar Konseyi,

16-20 Eylül 1951 tarihinde Ottawa’da yaptığı toplantıların sonundaki özel bir

394 Öke, a.g.e., s. 141. 395 Abidin Daver, “Muhalefette Israr Ederlerse”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 1951; Ayın Tarihi, Temmuz 1951, s. 212, s.s. 152-153 396 Necmettin Sadak, “Ortadoğu Müdafaası Hakkında İngiliz Teklifi ve Türkiye’nin Menfaatleri”, Akşam, 16 Ağustos 1951; Ayın Tarihi, Ağustos 1951, s. 213, s.s. 197

oturumda, Türkiye ile Yunanistan’ın NATO’ya üye olarak çağrılmalarına

oybirliği ile karar verdi.397

Türkiye’nin 20 Eylül 1951’de Pakt’a davet edilmesi tüm Türkiye’yi

sevince boğdu. Sedat Simavi, Hürriyet’teki köşesinde, bu başarının Kore’deki

Türk süngüsüyle geldiğini söyleyerek, eğer Kore’deki dillere destan zaferler

gerçekleşmeseydi kimsenin Türkiye’yi, Atlantik Paktı’na çağırmayı akıllarına bile

getirmeyeceğini belirtmekteydi.398

Türkiye’nin NATO’ya kabulü dolayısıyla Başbakan Adnan Menderes

yayınladığı mesajda:

“Türkiye’nin eşit hakları haiz bir aza sıfatıyla Atlantik Paktı’na kabulü lehinde Ottawa’da verilmiş olduğunu öğrendiğimiz karar, pek tabiidir ki, hükümetçe büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Bu kararın aynı zamanda Türk umumi efkârınca da memnuniyetle karşılanacağından şüphe yoktur. Bu müspet gelişmeye hükümetimizin takip etmekte olduğu ve milli bir politika olarak umumi efkârımızın da kuvvetle desteklemekte bulunduğu müstakâr, barışçı ve azimli siyasetin tabii bir neticesi nazarıyla bakmak doğru olur” diyerek karara bakış açısını göstermekteydi.399

Ahmet Şükrü Esmer, Ottawa’da alınan kararı değerlendirdiği yazısında,

geçen yıl içinde gerginleşen Amerikan-Sovyet çekişmesinin Türkiye’nin

konumunu daha önemli hale getirdiğini ve bunu fark eden demokrasi cephesinin

Türkiye’ye karşı takınmış olduğu olumsuz yaklaşımı değiştirdiğini belirtmekteydi.

Takip edilen yolun Atatürk’ten bu yana izlenen yol olduğuna değinen Esmer,

özellikle 1935 ve 1936 yılları arasında demokrasi ve totaliter yapıdaki devletler

397 Sezgin, a.g.e., s. 25. 398 Sedat Simavi, “Türkiye Atlantik Paktı’nda”, Hürriyet, 22 Eylül 1951. 399 Hürriyet, “Başbakanın Beyanatı”, 22 Eylül 1951.

çekişmesinde Türkiye’nin yönünü demokratik devletler tarafına çevirdiğini ifade

etmekteydi.400

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü de konuyla ilgili

olarak verdiği demeçte:

“Türkiye’nin Atlantik Paktı’na girmesi, dünyada sulh ihtimalini arttıracak kıymetli bir unsur olabilir. Memleketimizin emniyeti, milletlerarası büyük bir teşekkülün kader birliğine katılmış olması bakımından siyaseten artmıştır denebilir. Bu itibarla, Birleşik Amerika’nın ve bütün üye devletlerin anlayışına müteşekkiriz. Bundan sonra dünya sulhü bakımından vazifelerimiz de artmış oluyor. Eşit haklarla milletimizin kendisine teveccüh edecek her vazifeyi en iyi şekilde ifa edeceğine şüphe yoktur” demekteydi.401

20 Eylül 1951’de Türkiye NATO’ya davet edilmesine rağmen bu katılım

bazı nedenlerden ötürü bir süre gerçekleşemedi. Bu nedenlerin başlıcası, Türkiye

ve Yunanistan’ın NATO’ya katıldıkları zaman hangi komutanlığın içine

alınacaklarının bir türlü açığa kavuşamamasıydı. Uzun tartışmalardan ve beş

aylık bir gecikmeden sonra sorun çözüldü ve Türk ve Yunan kuvvetlerinin Güney

Avrupa Kuvvetlerinin Komutanlığı’na (SACEUR) bağlanması kararlaştırıldı.402

Türkiye Cumhuriyeti’nin Atlantik Paktı’na katılmasına dair davet

Hükümete geldikten sonra hazırlanan kanun tasarısı Meclis’e sevk edildi ve

Dışişleri Komisyonu’nca incelenip oybirliği ile onaylandıktan sonra TBMM’ne

sunuldu. 18 Şubat 1952 günkü birleşimde yasa TBMM’nin gündemine geldi. Açış

konuşmasını Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü yaptı. Köprülü, konuşmasında

NATO’nun ne olduğunu açıklarken, bu teşkilatın “BM Antlaşması’nın gaye ve

prensiplerine imanı olan; demokrasi, fertlerin hürriyeti ve adaletin hükümranlığı

400 Ahmet Şükrü Esmer, “Atlantik Paktı’na Giriyoruz”, Ulus, 23 Eylül 1951; Ayın Tarihi, Eylül 1951, s. 214, s.s. 129-130 401 Ulus, “İnönü’nün Atlantik Paktına Girişimize Dair Demeci”, 23 Eylül 1951. 402 Öke, a.g.e., s. 141-142.

prensiplerine müstenit bir medeniyetin korunması azmiyle mütehalli bulunan;

ferah ve istikrar gibi insani iki gayenin sağlanması kaygısı ile barış ve güvenliğin

elbirliği ile muhafazası kararını taşıyan milletlerin eseri” olduğunu

vurgulamaktaydı. Konuşmasının devamında Köprülü, Pakt’a girişimizin önemine

işaret etti.403

Köprülü’den sonra söz alan Dışişleri Komisyonu Başkanı Samsun

Milletvekili Firuz Kesim de, TBMM’nin “tarihi bir gün” yaşadığını, bugünlere

kolay gelinmediğini, neticenin “bir partinin değil, bütün milletin” eseri olduğunu

kaydetmekteydi. Sonrasında Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu adına Faik

Barutçu konuşarak, Atlantik Paktı’na girişi “memnuniyetle” karşıladıklarını ve

bunu “milli bir eser” olarak tasvip ettiklerini belirtmekteydi. Demokrat Parti adına

Rıfkı Salim Burçak da NATO’nun önemine değindikten sonra Türkiye’nin Pakt’a

üyeliği ile birlikte artık mukadderatını hür milletlerinkiyle birleştirdiğini söyledi.

Ancak, Burçak’a göre, Pakt’a girişte iktidarın gayreti, muhalefetinkiyle

karşılaştırılmamalıydı. Çünkü eski tutanaklara bakıldığında CHP’nin bu pakta

kendilerinin alınacağından ümidi kestiklerini, hatta umutsuzluğa düştükleri ortaya

çıkmaktaydı. Burçak’a göre, buradaki başarı yalnızca iktidarındı. Burçak’ın altını

çizdiği ikinci konu ise, Türkiye’nin güvenliği konusunda kanlarıyla eşsiz

hizmetlerde bulunan Kore kahramanlarına minnet ve şükran duyulması

gerektiğiydi.404

Burçak’tan sonra söz alan milletvekilleri de yasanın lehinde birer

konuşma yaptılar. Konuşmacıların hepsi de “Kore kahramanlarının katkılarına”

işaret ettiler. Yapılan oylamada, Türkiye’nin NATO’ya katılması 404 oyla kabul

403 TBMM Tutanak Dergisi, IX/2, C. 8, Ankara, 1952, s. 314. 404 a.g.e., s. 322.

edildi. Yapılan oylamada sadece Seyhan Milletvekili Doktor Cezmi Türk

“çekimser” kaldı.405

Dışişleri Bakanı’nın TBMM’ne teşekkürlerini ileten konuşmasından

sonra kürsüye gelen Başbakan Adnan Menderes de teşekkür konuşması yaparak,

bu büyük eserin Türk milletine ait olduğunu belirtti. 406

Tarihi bir toplantıdan sonra, Türkiye’nin NATO’ya katılması kararı

Meclis’ten çıktı. Bu çok önemli gelişmeyi basın yakından takip etti. İktidara yada

muhalefete yakın olsun tüm basın, Hükümeti bu tarihi başarıdan ötürü kutladı.

Abidin Daver, Türkiye’nin NATO’ya girişini Ankara’nın “inkar edilmez zaferi”

olarak tanımlamaktaydı.407

18 Şubat 1952 tarihini, Türkiye tarihinde en önemli dönüm noktalarından

birisi olarak gören Mümtaz Faik Fenik, Z bu önemin kaynağı olarak Türkiye’nin

ilk defa batı demokrasi cephesinde Birleşik Amerika ile ahden bağlanarak kendi

safını açıkça belirlemiş olmasını göstermekteydi. Siyasal geleceğimiz konusunda,

medeniyet dünyasında en iyi yeri alacağımıza inandığını belirtmekteydi.

Menderes Hükümeti’ni başarısından ötürü kutlayan Fenik, tarihin bu başarıyı

daima anacağını ifade etmekteydi.408 19 Şubat 1952 günkü yazısında, Türkiye’nin

artık resmen NATO’da olduğunu belirterek bu zaferden dolayı Menderes

Hükümeti’ne şükranlarını sunarken:

“Adnan Menderes Hükümeti çok yorucu bir mesai ile Memleket hayrına cidden büyük bir hizmet yapmıştır. Bundan dolayı hükümeti tebrik etmek

405 Hürriyet, “Meclis Pakta İştirakimizi Tasvip Etti”, 19 Şubat 1952; Ulus, “Kuzey Atlantik Paktına

Resmen Girdik”, 19 Şubat 1952; Milliyet, “Meclis, Kuzey Atlantik Paktına İltihakımızı İttifakla Tasvip etti”, 19 Şubat 1952.

406 TBMM Tutanak Dergisi, s. 340. 407 Abidin Daver, “Hükümetimizin Kazandığı Zafer”, Cumhuriyet, 18 Şubat 1952. 408 Mümtaz Faik Fenik, “Yepyeni Bir Devre Giriyoruz”, Zafer, 18 Şubat 1952.

bize düşmez. Başbakanımızın dün TBMM’de ifade ettiği gibi, çünkü bu Türk milletinin eseridir. Bizim bu sözlere ilave edecek bir tek cümlemiz vardır: Evet bu, Türk milletinin eseridir; çünkü bugünkü iktidar, onun reyiyle işbaşına gelmiştir” diyerek iktidarı bir daha kutlamaktaydı.409

Sedat Simavi, Menderes Hükümeti’nin izlediği “cevval politika”nın bizi

NATO’ya soktuğunu, yoksa Batılıların ne karagözümüz ne de şirinliğimiz için

bunu yapmayacağını belirterek, Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Batılılar’a

“itimat telkin eden” politikalarını övmekteydi.410

Muhalefet de karardan ötürü sevinç duymaktaydı. Cumhuriyet Halk

Partisi’nin önemli isimlerinden biri olan Nihat Erim bile sevinmekteydi. Ancak

Erim, Atlantik Paktı’na kabul edilişin Kore’deki fedakârlığına karşılık olduğunu

da düşünmemekteydi. İlgili devletlerin Türkiye’ye karşı bir kadirşinaslık, bir vefa,

bir dostluk borcu ödemek için değil, Türkiye’nin korunmasında ve Türk gücünün

müşterek teşkilatta yer almasında “menfaat” gördüklerinden dolayı onu pakta

aldıklarını iddia eden Erim, bu sonuçla Türkiye’nin siyasi bir kazanç elde ettiğini

savunmaktaydı.411

Nadir Nadi, büyük zaferden ötürü Hükümeti kutlayarak, başarının ulusal

birliği arttırmasından memnuniyet duyduğunu belirtmekteydi. Cumhuriyet

hükümetlerinin bu yolda gösterdikleri çabanın büyük olduğunu kaydeden Nadi, bu

sonuçla Türkiye’nin batı medeniyetine bağlı bir devlet olduğunun onaylandığını

ifade etmekteydi.412

409 Mümtaz Faik Fenik, “Menderes Hükümeti’nin Büyük Eseri”, Zafer, 19 Şubat 1952. 410 Sedat Simavi, “Atlantik Cephesinde Türkiye”, Hürriyet, 19 Şubat 1952. 411 Nihat Erim, “Hadisenin Ehemmiyeti”, Ulus, 20 Şubat 1952. 412 Nadir Nadi, “Kararın Manası”, Cumhuriyet, 19 Şubat 1952; Ayın Tarihi, Şubat 1952, s. 219, s.s. 187

Konu hakkındaki düşüncelerini Akşam Gazetesinde açıklayan Adnan

Adıvar, Cumhuriyet Halk Partisi ile başlayıp Demokrat Parti ile süregelen

NATO’ya giriş çabalarına değinerek her iki partinin de üstün gayret gösterdiğini

fakat her zaman sonucu gerçekleştiren tarafın tarihe başarılı olarak geçtiğini

belirtmekteydi.413

Hüseyin Cahit Yalçın, 23 Şubat 1952 tarihli yazısında Atlantik Paktı

sürecine değinirken, Türkiye’nin farklı din, dil ve kültür yapısı yüzünden

Avrupa’dan dışlandığını fakat Atatürk’ün “Avrupalılaşma” amacı doğrultusunda

gerçekleştirdiği inkılaplarla bu farklılıkları ortadan kaldırdığını belirterek gelinen

bu süreçte Atatürk’ün aziz hatırasının Türk milleti tarafından anıldığını ve onun

hedeflediği bir davanın sonuçlanmasından mutluluk duyduğunu ifade etmekteydi.

Atlantik Paktı’nın çok önemli olduğuna da değinen Yalçın, paktın gökten inmiş

bir “nimet helvası” olmadığını, önemli sorumluluklar yüklediğini de

hatırlatmaktaydı.414

Sonuçta, Türkiye üç yıldır hayalini kurduğu NATO ittifakına dahil oldu

ve sınırlarının güvenliğini sağlama aldı. Bu konudaki başarı elbetteki Demokrat

Parti Hükümeti’nin dış politikadaki başarı hanesine yazılmış ekstra bir puandı. DP

Hükümeti de, basından ve kamuoyundan büyük alkış aldığı bu başarısını kimseyle

paylaşmak niyetinde olmadığını beli etti. Cumhuriyet Halk Partisi’nin pasif dış

politikası yerine aktif bir dış politika belirlediklerini ve almış oldukları Kore

kararının bu “mesut devri” açtığı fikrinde olan iktidar ileri gelenleri, Cumhuriyet

Halk Partisi Hükümetlerinin bu denli büyük bir başarıyı hiçbir zaman

413 Adnan Adıvar, “Atlantik Paktındayız”, Akşam, 22 şubat 1952; Ayın Tarihi, Şubat 1952, s. 219, s.s. 242-243 414 Hüseyin Cahit Yalçın, “Atlantik Misakında Türkiye”, Ulus, 23 Şubat 1952.

yakalayamayacakları inancındaydılar.415 Muhalefet de bu başarıyı alkışladı fakat

hükümete dış politikadaki “milli ahengi” bozmamasını tavsiye etti.

1960’lı yılarda dünyada başlayan geniş çaplı sol hareketler Türkiye’de de

kendisini hissettirdi. Gelişen sol akımlar Türkiye’nin Kore Savaşı’ndaki tutumu

ve NATO üyeliğini daha farklı açılardan sorgulamaya başladı. Özellikle,

NATO’nun 20 kuruluş yıldönümü olan Nisan 1969 öncesi, sol kamuoyu

anlaşmanın 20 yıl geçerli olacağı maddesine dayanarak Türkiye’nin NATO’dan

çıkması talebinde bulunarak bu yönde kamuoyunu yönlendirdiler. NATO’yu,

emperyalizmin saldırı örgütü416 olarak tanımlayan sol kamuoyu, bu zincirin

kırılması gerektiği konusunda hemfikirdi.417

Kimi yazarlar da NATO’ya girebilmek için Türk kanının Anadolu’dan

çok uzak yerlerde bilinmeyen ordulara karşı dökülmesini sorgulayarak Demokrat

Parti Hükümetinin, Amerika’nın etkisiyle Kore Savaşı’na katıldığını ve

dolayısıyla NATO’ya girdiğini savunmaktaydı.418

Karşıt çevrelerden gelen tepkileri ise, bu tür girişimleri aşırı solun

organize ettiği ve ülke güvenliğinin sarsılmak istendiği şeklinde özetlemek

mümkündür.419

Sonuç olarak, Türkiye’nin NATO’ya katılışı 1950’li yıllar boyunca

olumlu karşılandı, fakat 1960’lı yıllarda değişen siyasal koşullar nedeniyle

1950’lerden daha farklı algılandı ve ortaya çıkan tablo daha farklı yorumlandı. Bu

algı farklarındaki temel kriter de ideolojik farklılıklardan kaynaklandı.

415 Türkiye ve Atlantik Paktı, DP Neşriyatından, Ankara, 1954, s. 4-12. 416 Emperyalizmin Saldırı Örgütü NATO, Disk-Bank-Sen Yayınları, İstanbul, 1980, s. 3. 417 NATO Halkımızın Bileklerine Vurulmuş Ağır Bir Zincirdir, TİP, İstanbul, 1968, s. 6.

3.3. DIŞ BASINDA TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ

Demokrat Parti iktidarının NATO’ya girmek için yaptığı başvuru yabancı

basında da ele alındı. 5 Ağustos 1950 tarihli New-York Herald Tribune,

Türkiye’nin girişimi hakkında yazdığı yazıda, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile

komşu olduğuna vurgu yaparak, Türk Hükümetinin aldığı kararı cesaret verici

bulmaktaydı. Sovyet tehdidinden ötürü oluşan endişe, Batının kendisini

savunacağına dair verdiği güvence ve Batılılar safında bulunduğu inancı gibi

etkenlerin Türkiye’nin girişimindeki önemli nedenler olduğunu belirten gazete, bu

amaçla bu ülkenin 13. üye olarak NATO’da yer almak istediğini yazmaktaydı.420

1950 Eylülünde Türkiye’nin ilk girişiminin başarısız olması üzerine konu

hakkındaki düşüncelerini 23 Eylüldeki nüshasında dile getiren Washington Star

Gazetesi, İngiltere ve Fransa’yı NATO’yu çok ciddi bir biçimde idare etmek ve

üyelerin seçiminde fazla titiz davranmakla suçlamaktaydı. Batı medeniyetini

korumaktan başka hiçbir amacı olmayan devletlerin, güçleri ne olursa olsun,

birlikten çıkarılmaması gerektiğini belirten gazete, Türkiye gibi bir ülkenin birliğe

alınmamasını özellikle eleştirmekteydi.421

Ekim 1950’den itibaren Türkiye’nin Doğu Akdeniz Paktı adı altında

savunulması düşüncesi Batılı ülkelerce benimsenmeye başlandı. 14 Ekim 1950

tarihli Time and Tide Gazetesi, bu adımın çok önemli olduğunu ifade ederek,

böylece Türkiye ve Yunanistan’ın Batı Bloku’nca ciddi olarak savunulacağını

418 Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, Aydınlık Yay., Ankara, 1969. S. 205. 419 İsmet Giritli, Neden NATO’ya Evet, Baha Matbaası, İstanbul, 1968, s. 7. 420 Ayın Tarihi, Ağustos 1950, s. 201, s.s. 83 421 Ayın Tarihi, Eylül 1950, s. 202, s.s. 80

belirtmekteydi.422 18 Ekim tarihli New-York Times, Washington Star, Scripps-

Howard, ST. Louis Star Times, New Orleans Times ve Charlotte Observer

gazeteleri, konu hakkında Türkiye yanlısı yayınlarda bulunarak, Türkiye’nin

savunulmasının önemine değinmekteydiler.423

1951 Martından itibaren Türkiye eksenli yayınlar yeniden arttı. 20 Mart

tarihli New-York Times, “Kuzey Atlantik Paktı için yeni müttefikler” başlıklı

makalesinde, Türkiye ve Yunanistan’ın hür devletler safında yer aldıklarını,

stratejik konumlarından ötürü desteklenmeleri gerektiğini vurgulamaktaydı.

Komünist emperyalizmin durdurulmasına karşı ortaya atılan Truman Doktrini’nin

ilk uygulama alanlarının bu iki ülke olduğunu dile getiren gazete, Türkiye’nin batı

dünyası ile tüm Ortadoğu arasında önemli bir köprü olduğunu hatırlatmaktaydı.424

22 Mart tarihli New-York Herald Tribune, ABD yetkililerinin Türkiye’nin

girişimini sempatiyle karşıladıklarını ve bu konuda formül aradıklarını

yazmaktaydı. Aynı günkü yazısında Washington Post Gazetesi, Türkiye’nin

Kore’de gösterdiği büyük başarıları hatırlatarak, bu tarz olumlu sebeplerin pakta

giriş için Türkiye’ye avantaj sağlayacağını düşünmekteydi. 425 6 Nisan 1951

tarihli Amarillo News gazetesi de Türkiye’nin Kore’deki başarılarına temas ettiği

yazısında, bir çok devletin çekindiği bir anda Türkiye’nin cesur bir harekette

bulunduğunu hatırlatarak, bu kadar nedene rağmen bu ülkenin hala pakta

alınmamasını hayretle karşıladığını ifade etmekteydi.426

Londra’da çıkan Time and Tide Gazetesi 20 Mayıs 1951 tarihli sayısında,

ABD Hükümetinin Türkiye ve Yunanistan’ın pakta davet edilmesine karar

422 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 108 423 Ayın Tarihi, Ekim 1950, s. 203, s.s. 109 424 Ayın Tarihi, Mart 1951, s. 208, s.s. 72-73 425 Ayın Tarihi, Mart 1951, s. 208, s.s. 74

verdiğini belirterek, bunun çok önemli bir gelişme olduğunu okuyucularına

duyurmaktaydı.427 23 Mayıs 1951 tarihli Times Gazetesi, Batılı devletlerin,

Türkiye ve Yunanistan’ın bağımsızlıklarına oldukça değer verdiklerini ifade

ederek, bundaki asıl nedenin Kore’deki olayının benzerinin yaşanması ihtimali

olduğunu düşünmekteydi. Bu iki ülkenin bağımsızlığını kaybetmelerinin Batılı

ülkelerin güvenliğini tehdit edeceğine değinen gazete, bu amaçla iki ülkeye

NATO olmasa bile bir şekilde garanti verileceğini belirtmekteydi.428 8 Haziran

1951 tarihli Gazette de Lausanne, NATO Antlaşması maddelerinden bir tanesinin,

herhangi bir üyenin dileğiyle bir başka Avrupa devletinin pakta davet

edilebileceği olduğunu belirterek, bu durumda Türkiye ve Yunanistan’a açık bir

kapı bırakıldığını yazmaktaydı.429

1951 Temmuzundan itibaren İngiltere’nin Türkiye karşı muhalif tavrını

terk etmesi yabancı basında da yankı buldu. 19 Temmuz tarihli Times Gazetesi,

İngiliz hükümetinin aldığı kararın nazari olarak ideal bir çözüm tarzı olmamasına

rağmen pratik olarak daha başka yapacak bir şey olmadığını belirtmekteydi.

TBMM’de ezici bir çoğunluğa sahip olan Demokrat Parti’nin bu olayı bir prestij

meselesi haline getirdiğini vurgulayan gazete, bundan başka Batılı devletlerin de

güvenliği demek olan Türkiye’nin güvenliğinin sağlanmasının tek yolunun bu

ülkeyi pakta almak olduğunu ifade etmekteydi. Muhafazakar Daily Telegraph

Gazetesi, coğrafi bahanelerin geçerliliğini yitirdiğine değindiği yazıda, İtalya’nın

alındığı pakta Türkiye ve Yunanistan’ın alınmamasının mantıksızlık olduğu

fikrindeydi. Liberal eğilimli Manchester Guardian Gazetesi, İngiliz Hükümetinin

aldığı kararı memnunlukla karşıladığını belirterek, Sovyetler Birliği ile ortak sınırı

426 Ayın Tarihi, Nisan 1951, s. 209, s.s. 111 427 Ayın Tarihi, Mayıs 1951, s. 210, s.s. 141 428 Ayın Tarihi, Mayıs 1951, s. 210, s.s. 147 429 Ayın Tarihi, Haziran 1951, s. 211, s.s. 106-107

olan, bu devletin petrol yataklarına yakın bulunan Türkiye’nin pakt için kilit bir

noktada olduğunu vurgulamaktaydı.430 20 Temmuz tarihli Daily Mail Gazetesi de

hükümetin kararından hoşnut olduğunu belirterek, bu kararın, yeni bir takım

külfetler yüklemesine rağmen, alınmasının çok yararlı olduğu kanısındaydı.431

İngiltere’nin aldığı karar Amerikan basınını da oldukça sevindirdi. 21

Temmuz 1951 tarihli New-York Times, “İngiltere ve Türkiye” adlı makalesinde,

İngiliz Hükümetinin aldığı kararın memnuniyet verici olduğunu belirterek, yeni

üyelerin pakta dahil olabilmesi için pratik adımların yakında atılacağını

yazmaktaydı. Cincinati Times Star Gazetesi, stratejik öneme atıfta bulunduğu

yazıda, iki ülkenin Batıya karşı yapılabilecek olası saldırılara karşı uyanık birer

nöbetçi olduklarını vurgulamaktaydı.432

1950 Eylülünde NATO devletleri Ottowa’da aldıkları kararla Türkiye ve

Yunanistan’ı pakta almayı kabul ettiler. Bu gelişmeler de yabancı basının

gündemine geldi. 19 Eylül 1951 tarihli Arizona Daily Star Gazetesi, Ottowa’da

alınan en önemli kararın iki ülkenin pakta alınması olduğunu belirtmekteydi.

Cleveland Plain Dealer Gazetesi de alınan kararın mantıklı olduğunu ifade

etmekteydi.433 22 Eylül tarihli Times Gazetesi, NATO konseyinin pakt sınırlarını

stratejik öneme sahip bölgelere kadar genişletmesini oldukça önemli bir gelişme

olarak okuyucularına aktarmaktaydı. Aynı günkü Washington Star Gazetesi, hem

Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın ruh, siyasi felsefe, coğrafya ve askeri kudret

bakımından NATO üyeliğine tam anlamıyla layık olduğunu savunmaktaydı. New-

York Herald Tribune Gazetesi aynı karar üzerine yaptığı değerlendirmede,

430 Ayın Tarihi, Temmuz 1951, s. 212, 146-147 431 Ayın Tarihi, Temmuz 1951, s. 212, s.s. 147-148 432 Ayın Tarihi, Temmuz 1951, s. 212, s.s. 148-149 433 Ayın Tarihi, Eylül 1951, s. 214, s.s. 115

Türkiye’nin paktı kuvvetlendireceğini ve bu ülkenin sahip olduğu mücadele

kabiliyetinin komünist saldırısına karşı bir set olacağını ifade etmekteydi.434 23

Eylül tarihli New-York Times, kararı desteklediği yazısında, Türkiye’nin bir

kaleden çok bir köprü görevi gördüğünü ve sadece Avrupa’nın değil Asya’nın

savunulmasında da önemli bir mevki işgal ettiğini belirtmekteydi.435

Sonuçta, yabancı basın da en az Türk basını kadar Türkiye’nin NATO

macerasını yakından takip ederek kendi kamuoyunu aydınlattılar. Yabancı basının

genel eğilimi, Türkiye’nin önemli bir müttefik olduğu ve NATO’ya alınmasının

gerektiği şeklindeydi.

SONUÇ

II. Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya düzeninde ABD ve

Sovyetler Birliği yeni süper güçler olarak dünya sahnesine çıktı. Türk devlet

adamları savaş sonunda oluşan yeni dengeleri göz önüne alarak Batı Bloku’na

yakın bir politikayı izlemeyi yeğlediler. Recep Peker Hükümeti ile başlayan

ABD eksenli politik anlayış Adnan Menderes Hükümetlerinde en ileri seviyeye

ulaştı.

Kore Savaşı Türkiye’nin NATO’ya girmesinde son derece etkin bir

olay olması bakımından yakın siyasi tarihte önemli bir yer tutar. Demokrat

434 Ayın Tarihi, Eylül 1951, s. 214, s.s. 123

Parti Hükümeti 25 Haziran 1950’de başlayan savaşa 4500 kişilik bir tugay

göndererek katılma kararı aldı. Kararın hemen ardından NATO’ya giriş için

başvuruda bulunan Hükümet olumsuz yanıtla karşılaştı. Türk askerlerinin

Kore’deki başarıları, Ortadoğu’da ABD-Sovyet çekişmesinin artması

Türkiye’nin stratejik önemini bir kez daha ortaya çıkardı. Bunun sonucunda

Türkiye’nin pakta alınması düşünüldü ve Eylül 1951’de Türkiye pakta davet

edildi. 18 Şubat 1952’de TBMM’de yapılan görüşmelerin ardından Meclis

daveti kabul etti ve Türkiye pakta girdi.

NATO’ya giriş ile Türkiye emniyetini ve güvenliğini sağlayacak

uluslar arası bir teşkilata girerek II. Dünya Savaşı sonrası maruz kaldığı

Sovyet tehdidinden bir nebze olsun kurtuldu. Türkiye için ağır kayıplara mal

olan Kore Savaşı’nın en önemli kazanımı şüphesiz ki pakta girişti. Bu

başarıdan ötürü Menderes Hükümeti Kore kararını daha rahat savunma imkanı

buldu. Kore kararı, ABD ve NATO ile ilişkiler dönem boyunca kamuoyu

tarafından olumlu karşılandı. Fakat sonraki yıllarda ortaya çıkan güçlü sol

hareketler Batı yanlısı politikaları eleştirerek Türkiye’nin bağımsızlığının feda

edildiğini tezini işlediler. Gerçekten de Türkiye dönem içinde emniyeti ve

güvenliği için NATO’dan yararlandı ise de ilerleyen zaman içinde gerek

iktisadi ve gerekse siyasi birtakım bağımlılıklar içine girdi. Ekonomik yardım

435 Ayın Tarihi, Eylül 1951, s. 214, s.s. 125

paketleri, üslerin kullanımı gibi bazı handikaplar Türkiye için günümüze kadar

gelen sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

KAYNAKÇA

A) SÜRELİ YAYINLAR:

- Akşam

- Ayın Tarihi

- Cumhuriyet

- Dünya

- Hürriyet

- Milliyet

- Kudret

- Son Posta

- TBMM Tutanak Dergisi, IX. Dönem C. 1-2, Ankara, 1952.

- Ulus

- Vakit

- Vatan

- Yeni İstanbul

- Yeni Sabah

- Zafer

B) KİTAPLAR

ARMAOĞLU, Fahir; 20.yy. Siyasi Tarihi (1914-1995), Alkım Yayınları,

Genişletilmiş 13. Baskı, İstanbul, 1995.

ARNA, Cemal-ASLANOĞLU, Hikmet; Kore ve Kore Harbi, Emek Basımevi,

Ankara, 1951.

ATAÖV, Türkkaya; Amerika NATO ve Türkiye, Aydınlık Yayınları: 1, II. Baskı,

Ankara, 1969.

CANBULAT, Cevdet; Kore’de Mehmetçik, II. Baskı, Yeni Matbaa, İstanbul, 1952.

DARENDELİOĞLU, İlhan; Türkiye’de 1910-1973 Komünist Hareketleri, Bedir

Yayınları, III. Baskı, İstanbul, 1973.

DENİZLİ, Ali; Kore Harbinde Türk Tugayları, Gn. Kur. Yayınları, Ankara, 1994.

DERAL, Mustafa; Kore’de Niçin Çarpışıyoruz, Bakış Matbaası, İstanbul,

1950.

DORA, Celal; Kore Savaşı’nda Türkler, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1963.

DÜŞMANI KORE’DE KARŞILADIK; Kore’ye Niçin Asker Gönderdik; D.P.

Neşriyatından, Güneş Matbaası, Ankara, 1954.

EMPERYALİZMİN SALDIRI ÖRGÜTÜ NATO; Disk-Bank-Sen Yayınları No: 25,

İstanbul, 1980.

ERİM, Şermin Hıfzı; Mehmetçik Kore Yolunda, Güney Matbaacılık ve Gazetecilik

TAO, Ankara, 1950.

ERKİLET, Hüsnü-BIYIKLIOĞLU, Tevfik-ARUN, Hayrettin; Kore Harbi’nde Türk

Silahlı Kuvvetleri’nin Muharebeleri (1950-1953), Gn. Kur. Harp Tarihi

Başkanlığı Yayınları, Gn. Kur. Basımevi, Ankara, 1975.

GİRİTLİ, İsmet; Neden NATO’ya Evet, Ak Yayınları Limited Şirketi Neşriyatı: 13,

Baha Matbaası, İstanbul, 1968.

GÖNLÜBOL, Mehmet; Olaylarla Türk Dış Politikası, 6. Baskı, Ankara, 1987.

KARPAT, Kemal; Türk Demokrasisi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul, 1996.

KORE BROŞÜRÜ; K.K.K. Yayınları No: 1, E.U. Basımevi, Ankara, 1953.

KORE’DE ESİR MÜBADELESİ; Türkiye Kızılay Cemiyeti Umumi Merkezi

Neşriyatı, Güzel İstanbul Matbaası, Ankara, 1954.

KORE’DE SAVAŞANLAR DERNEĞİ’NİN MUHTIRASI, Gürsoy Matbaacılık

Sanayii, Ankara, 1975.

KORE HARBİNDE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN MUHAREBELERİ (1950-

1953) ÖZET; T.C.M.M.V. Erkanı Harbiyei Umumiye Riyaseti Harb Tarihi

Dairesi Resmi Yayınlarından, E.U. Basımevi, Ankara, 1959.

KORE SAVUNMASINA KATILMAMIZDA DİNİVE SİYASİ ZARURET; İlahiyat

Kültür Telifler Basım ve Yayım Kurumu, İstanbul, 1950

Mc GHEE, George; ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, Türkçesi: Belkıs Çorakçı, Bilgi

Yayınevi, İstanbul, 1992.

NATO HALKIMIZIN BİLEKLERİNE VURULMUŞ AĞIR BİR

ZİNCİRDİR, BU ZİNCİR KIRILACAKTIR; T.İ.P., İstanbul, 1968.

ÖKE, Mim Kemal; Unutulan Savaşın Kronolojisi: Kore, 1950-53,

Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1990.

SAYILGAN, Aclan; Soldaki Bitmeyen Kavga, Ayşe Yayınları: 2, Kardeş Matbaası,

Ankara, 1970.

__________; Solun 94 Yılı (1871-1965), Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de

Sosyalist-Komünist Hareketler, Mars Matbaası, Ankara, 1968.

SEZGİN, Yüksel; Kore Savaşı’na Girişimizin Türk Dış Politikası Üzerine Etkileri,

Ankara, 1995.

SÜKAN, Şinasi; Marikko Matsubara, Kore’den Japonya’dan Anılar, Ay Matbaası,

Ankara, 1974.

TOKER, Metin; Tek Partiden Çok Partiye, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.

TUNAYA, Tarık Zafer Türkiye’de Siyasal Partiler, 1859-1952, II. Baskı, İstanbul,

1995.

TURAN, Şerafettin İsmet İnönü, Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Kültür Bakanlığı

Yayınları. 2507, Ankara, 2000.

TÜRKİYE ve ATLANTİK PAKTI, D.P. Neşriyatından, Güneş Matbaası, Ankara,

1954.

ÜNAL, Tahsin; Türk Siyasi Tarihi (1700-1958), Kamer Yayınları, İstanbul, 1998.

YAZICI, Tahsin; Kore Hatıralarım, Ülkü Basımevi, İstanbul, 1963.

C) MAKALELER

“Açık Kapıları Kapamak Zarureti”, Cumhuriyet, 3 Eylül 1950.

ADIVAR, Adnan; “Bir Buçuk Asırdan Beri”, Akşam, 2 Eylül 1950.

__________; “Atlantik Paktındayız”, Akşam, 22 Şubat 1952.

BAĞCI, Hüseyin; “Türkiye’nin NATO üyeliğini Hızlandıran iki önemli faktör: Kore

Savaşı ve ABD Büyükelçisi George Mc Ghee,” ODTÜ Gelişme Dergisi,

Ankara, 18, 1991.

BAYUR, Hikmet; “Küçük Marifetler ve Büyük İşler”, Kudret, 1 Ağustos 1950

BELGE, Burhan; “Stalin Durmasını Bilir mi?”, Yeni Sabah, 27 Temmuz 1950

BELLİSAR, M. Feridun; “Kore’de Mütareke Ümidi Var mı?”, Hürriyet 2 Haziran

1952.

BİL, Hikmet; “Son Fırsat” Hürriyet, 15 Şubat 1951.

“Bozguncu Cereyanlar”, Yeni Sabah, 1 Eylül 1950.

COŞAR, Ömer Sami; “Kore Harbi”, Cumhuriyet, 26 Haziran 1950.

__________; “Türkiye ve Atlantik Paktı”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 1950.

__________; “Sonu Gelmeyen Mütareke Görüşmeleri”, Cumhuriyet, 4 Şubat 1952.

DAVER, Abidin; “Kore Harbi’nin Verdiği Ders”, Cumhuriyet, 30 Haziran 1950.

__________; “Konsey’in Kararı ve Türkiye”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 1950.

__________; “Kararımız İsabetli mi, Değil mi?”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 1950.

__________; “Amerika Türkiye’ye Minnettardır”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1950.

__________; “Türkiye’nin Emniyeti”, Cumhuriyet, 9 Nisan 1951.

__________; “Muhalefette Israr Ederlerse”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 1951.

__________; “Hükümetimizin Kazandığı Zafer”, Cumhuriyet, 18 Şubat 1952.

DİPLOMAT; “Kore’de Mütareke Niçin Olmuyor”, Yeni Sabah, 27 Ocak 1952.

EMEÇ, Selim Ragıp; “Yine Atlantik Paktı Hikayesi”, Son Posta, 22 Eylül 1950.

ERİM, Nihat; “Hükümetin Son Kararı”, Ulus, 27 Temmuz 1950.

__________; “Hadisenin Ehemmiyeti”, Ulus, 20 Şubat 1952.

ES, Hikmet Feridun; “Asya Yangını”, Hürriyet, 27 Haziran 1950.

__________; “Yolun Açık Olsun Kahraman Senihi!”, Hürriyet, 4 Temmuz 1950.

ESMER, Ahmet Şükrü, “Kaesong Görüşmeleri”, Ulus, 4 Ağustos 1951.

__________; “Kesilen Mütareke Görüşmeleri”, Ulus, 13 Eylül 1951.

__________; “Atlantik Paktı’na Giriyoruz”, Ulus, 23 Eylül 1951.

__________; “Mütareke Görüşmeleri”, Ulus, 16 Ocak 1952.

__________; “Mütareke Görüşmeleri”, Ulus, 25 Nisan 1952.

__________; “Son Söz”, Ulus, 10 Mayıs 1952.

FENİK, Mümtaz Faik; “Dünya Barışı Yine Tehlikede”, Zafer, 26 Haziran 1950.

__________; “Türkiye’nin Dünya Barışına Hürmeti”, Zafer, 1 Temmuz 1950.

__________; “Kore’ye Gidecek Türk Askerleri Yolunuz Açık Olsun”, Zafer, 27

Temmuz 1950.

__________; “Türk Gücü ve Barış ideali”, Zafer, 7 Ağustos 1950.

__________; “Türkiye İçin Sağlam Teminat”, Zafer, 14 Eylül 1950.

__________; “Atlantik Paktı ve Vaziyetimiz”, Zafer, 17 Eylül 1950.

__________; “Atlantik Paktı, İngiltere ve Fransa”, Zafer, 21 Eylül 1950.

__________; “Kore’de Savaşan Kahramanlarımıza”, Zafer, 30 Kasım 1950.

__________; “Kore’deki Kahramanlarımız”, Zafer, 2 Aralık 1950.

__________; “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Zafer, 23 Mayıs 1951.

__________; “Yepyeni Bir Devre Giriyoruz”, Zafer, 18 Şubat 1952.

__________; “Menderes Hükümeti’nin Büyük Eseri”, Zafer, 19 Şubat 1952.

__________; “Kore Harbi’nin Muhasebesi”, Zafer, 28 Temmuz 1953.

“Hatalı Kararın Akisleri”, Yeni Sabah, 28 Temmuz 1950.

İHSAN, Ahmet; “Milli Birlik”, Hürriyet, 10 Aralık 1950.

“İkinci Truman Doktrini”, Akşam, 25 Temmuz 1950.

KANDAN, Hüseyin; “Harp Esirleri Anlaşmazlığı”, Dünya, 10 Mayıs 1952.

KARACAN, Ali Naci; “Üçüncü Bir Dünya Harbi mi?”, Milliyet, 29 Haziran 1950.

__________; “Bozguncuları Tasfiye Zamanı Gelmiştir”, Milliyet 1 Ağustos 1950.

__________; “Eğer Akılları Olsaydı”, Milliyet, 4 Ağustos 1950.

__________; “Kore’ye Biran Önce Gitmeliyiz”, Milliyet, 18 Eylül 1950.

__________; “Türkiye’nin Emniyeti Meselesi I-II”, Milliyet, 12-13 Haziran 1951.

__________; “Artık İngiltere’ye Güvenemeyiz”, Milliyet, 18 Haziran 1951.

KAYA, Şükrü; “Türkiye Hâlâ mı Yalnız?”, Hürriyet, 6 Mart 1951.

“Kore Harbinde Tek Çıkar Yol”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 1950.

NADİ, Nadir; “Karar”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 1950.

__________; “Hükümetin Kararı”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 1950.

__________; “Haklı ve Haksız”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 1950.

__________; “General Konuştu”, Cumhuriyet, 21 Nisan 1951.

__________; “Sütten Ağzı Yanan”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 1951.

__________; “Heyecanlı Bir Maç”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 1951.

__________; “Kararın Manası”, Cumhuriyet, 19 Şubat 1952.

SADAK, Necmettin; “Kore Savaşı ve Türkiye”, Akşam, 6 Temmuz 1950.

__________; “Hazırlıksız Olunca”, Akşam, 19 Temmuz 1950.

__________; “Türkiye’nin Kore’ye Yardımı”, Akşam, 9 Ağustos 1950.

__________; “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Akşam, 15 Eylül 1950.

__________; “Üçlerin Kararından Sonra”, Akşam, 17 Eylül 1950.

__________; “Atlantik Paktı, Doğu Akdeniz Müdafaası ve Türkiye’nin Emniyeti”,

Akşam, 24 Ocak 1951.

__________; “Kore Meselesi Askeri ve Siyasi Bakımdan Bir Çıkmaz İçindedir”,

Akşam, 14 Mart 1951.

__________; “İstemiyoruz Diye Bağırıp İlan Etmemiz Çok Yerinde Olacaktır”,

Akşam, 6 Nisan 1951.

__________; “Kore Harbi Şimdi Nasıl Bir Safhaya Girecek”, Akşam, 19 Nisan

1951.

__________; “Top Patlayınca Siyaset Susar Derlerdi”, Akşam, 20 Nisan 1951.

__________; “Türkiye ve Atlantik Paktı”, Akşam, 25 Nisan 1951.

__________; “Ortadoğu Müdafaası Hakkında İngiliz Teklifi ve Türkiye’nin

Menfaatleri”, Akşam, 16 Ağustos 1951.

__________; “Birleşmiş Milletler Kararı ve Kore Kararı”, Akşam, 3 Aralık 1952.

SAFA, Peyami; “Kore’den Gelen Işık”, Ulus, 7 Aralık 1950.

SİMAVİ, Sedat; “Amerika’ya Türk Yardımı”, Hürriyet, 2 Temmuz 1950.

__________; “Kore Harbi ve Kriz”, Hürriyet, 15 Temmuz 1950.

__________; “Mintarafillah”, Hürriyet, 31 Temmuz 1950.

__________; “Atlantik Paktı ve Türkiye”, Hürriyet, 27 Ağustos 1950.

__________; “Türkiye ve Atlantik Paktı”, Hürriyet, 14 Eylül 1950.

__________; “Beğendiniz mi Olanı?”, Hürriyet, 16 Eylül 1950.

__________; “Avrupa’nın Müşterek Müdafaasına İnanmıyoruz”, Hürriyet, 18 Eylül

1950.

__________; “Buradakiler”, Hürriyet, 11 Aralık 1950.

__________; “Geç Kalan Bir Davet”, Hürriyet, 18 Mayıs 1951.

__________; “Artık Anlaşıldı”, Hürriyet, 3 Haziran 1951.

__________; “Silahlı Bitaraflık”, Hürriyet, 19 Haziran 1951.

__________; “Türk’e Saygı”, Hürriyet, 3 Temmuz 1951.

__________; “Kore’nin Hikayesi-I”, Hürriyet, 11 Temmuz 1951.

__________; “Kore’nin Hikayesi-II”, Hürriyet, 12 Temmuz 1951.

__________; “Kore’nin Hikayesi-III-IV”, Hürriyet 13-14 Temmuz 1951.

__________; “Türkiye Atlantik Paktında”, Hürriyet, 22 Eylül 1951.

__________; “Atlantik Cephesinde Türkiye”, Hürriyet, 19 Şubat 1952.

__________; “Kore’de Mütareke”, Hürriyet, 29 Temmuz 1953.

TOPALAK, Mücahit; “Kore’de Harp”, Zafer, 27 Haziran 1950.

__________; “Uzakdoğu”, Zafer, 28 Haziran 1950.

“Türkler ve Atlantik Paktı”, Yeni İstanbul, 7 Ağustos 1950.

US, Asım; “Birleşmiş Milletler Müessesi Yaralıdır”, Vakit, 31 Aralık 1950.

“Üçler ve On ikiler”, Cumhuriyet, 18 Eylül 1950.

YALÇIN, Hüseyin Cahit; “Amerika’nın Yerinde Bir Kararı”, Ulus, 3 Ağustos 1950.

__________; “Atlantik Misakında Türkiye”, Ulus, 9 Ağustos 1950.

__________; “Atlantik Misakı ve Türkiye”, Ulus, 17 Eylül 1950.

__________; “Mehmetçiklerimiz”, Ulus, 3 Aralık 1950.

__________; “Türk Amerikan Yakınlığı”, Ulus, 27 Ocak 1951.

__________; “Kore Macerası”, Ulus, 5 Temmuz 1951.

__________; “Atlantik Misakında Türkiye” Ulus, 23 Şubat 1952.

__________; “Kore Harbi Nasıl Bitecek”, Ulus, 17 Eylül 1952.

YALMAN, Ahmet Emin; “Türkler Geliyor”, Vatan, 3 Ağustos 1950.

__________; “Kurucu Dış Siyaset”, Vatan, 22 Aralık 1951.

YILMAZ, Emine-YÜCEL, Meliha; “Kore Savaşı (1950-1953) Türkiye ve Dünya

Açısından Genel Bir Değerlendirme”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 1995.

ÖZET

II. Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya düzeninde iki güç süper

devlet olarak ortaya çıktı. Bunlardan kapitalist modeli benimseyen ABD tüm

Batı Bloku’nun liderliğini üstlendi. Sosyalist modeli benimseyen Sovyetler

Birliği ile ABD arasında adına “Soğuk Savaş” denilen kıyasıya bir rekabet

yaşandı. Bu rekabet Kore’de iki devleti sıcak savaşın eşiğine getirdi.

Dönem içinde Sovyet baskısından bunalan Türk devleti yönünü Batı

Bloku’na çevirdi. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti Batı ile –

özellikle ABD ile- ilişkilerini geliştirmek için yoğun bir çaba içine girdi. Kore

Savaşı’na katılma kararı alan yeni hükümet, gelen çeşitli eleştirilere rağmen

kararından vazgeçmeyerek Eylül 1950’de Kore’ye bir tugay yolladı. Türk

tugayı’nın Kore’deki başarıları kamuoyunda müthiş bir hava yaratarak Türk

milletinin ulusal bilinç etrafında kenetlenmesini sağladı. Ayrıca bu başarılar

Türkiye’ye NATO kapısını açtı ve Türkiye’nin güvenliği böylece daha da

sağlamlaştı.

SUMMARY

After the Second World War, the two different power centers appeared

in the world. One of these power centers which is the United States having in

capitalist system became the leader of the whole states which have the

capitalist system. During the period after the Second World War, there took

place a struggle which is called the cold War between the two power centers,

the United States and the USSR. This struggle brought these states to the

threshold of a war.

As the time of this period, the Turkish state turned face to the west part

which is capitalist in its essence because of the USSR’s pressure. The

Democrat(ic) Party which came into power in May, 1950, tried very to have

good relations with the West, especially the United States. Although, there

were lots of criticizes to the new government, it took the decision that the

Turkish state would send a brigade to the Korean War, in September, 1950.

The victories of the Turkish Brigade during the war created a good atmosphere

in the public opinion and they enabled the Turkish society to get together

around the same idea. In addition, these victories opened the NATO’s gate to

the Turkish state and the security of the Turkish state became stronger.