Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BİR HİKÂYE OLARAK EMİN NİHAT BEY’İN
MÜSAMERETNAMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Tezi Hazırlayan Yasemin ARAS
Tezi Yöneten
Prof. Dr. Hülya ARGUNŞAH
Anabilim Dalı ve Programı
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi
Ağustos 2006
KAYSERİ
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
BİR HİKÂYE OLARAK EMİN NİHAT BEY’İN
MÜSAMERETNAMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Tezi Hazırlayan Yasemin ARAS
Tezi Yöneten
Prof. Dr. Hülya ARGUNŞAH
Anabilim Dalı ve Programı
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi
Ağustos 2006 KAYSERİ
I
ÖZET
Müsameretname geleneksel Türk hikâyesinin sonlandığı ve modern Türk hikâyesinin
başladığı bir noktada yer alır. Türk edebiyatının geleneksel anlatı unsurlarını ve Batı
edebiyatından alınan modern unsurları bünyesinde barındırır. Bu özellikler onun Türk
edebiyatındaki önemini belirlemektedir. Bu özellikleriyle öne çıkan Müsameretna-
me’yi incelemek modern Türk hikâyesinin başlangıç devresini aydınlatmak açısından
önemli olacaktır. Müsameretname’nin hikâye olarak incelendiği bu çalışmada hem
eserin bir bütün halinde ele alınması hem de ilk dönem eserlerine farklı bir bakış açısı
getirmek amaçlanmaktadır. Bu amaç doğrultusunda tezde farklı kaynaklardan
yararlanılarak oluşturulan metot Müsameretname’nin geleneksel ve modern yönlerini
ortaya koymaya da fırsat vermiştir.
Anahtar kelimeler: Müsameretname, Emin Nihat Bey, hikâye, geleneksel anlatı,
modern anlatı
II
ABSTRACT
Müsameretname stays in a place where the traditional Turkish narrative end and the
modern Turkish narrative starts. It contains both the traditional narrative components of
Turkish literature and the modern components received from the Western literature.
These characteristics determines the significance of Müsameretname in Turkish
literature. Analyzing Müsameretname has significance in lightening the beginning
period of modern Turkish literature. The aim of this study, in which Müsameretname
is analyzed as a narrative, is to analyze this masterpiece as a whole and to provide a
different point of view to the early period products. In the thesis, the method which
formed with the help of the different sources admits traditional and modern aspects of
Müsameretname.
Key words: Müsameretname, Mr. Emin Nihat, story, traditional story, modern story.
III
ÖNSÖZ
XIX. yy’da Batıya yönelen Türk toplumu siyasî, sosyal ve kültürel bir değişim yaşar.
Bu değişim Türk edebiyatının biçim ve muhteva özelliklerini de etkiler. Bu döneme ait
yazılı anlatılarda özellikle hikâye ve roman türlerinin biçim ve muhteva özelliklerindeki
geleneksel anlatılardan gelme unsurların yerini, yeni tanınmaya başlanılan Batı
edebiyatına ait modern unsurlar alır. Bu dönüşüm birden bire gerçekleşmez. XIX. yy’a
ait bu türlerin ilk örnekleri modernleşme hareketinin ilk basamaklarını oluşturur.
Geleneksel hikâyeden Batılı tarzda modern hikâyeye geçişte ilk basamaklardan biri de
Müsameretname’dir. Geçiş dönemi eseri olarak kabul edilen Müsameretname, bir
yandan taşıdığı sözlü kültüre ait özelliklerle geleneği sürdürürken diğer taraftan Batıya
ait unsurlarla modern Türk hikâyesinin oluşmasında öncülük eder.
Bu çalışmanın hazırlanmasındaki sebep de bir köprü vazifesi gören Müsameretna-
me’yi bir hikâye olarak bütüncül bir yaklaşımla ve farklı bir metotla inceleme isteğidir.
Kullanılan metotla Müsameretname altı ana başlık altında değerlendirilmeye
çalışılmıştır. Böylece modern Türk hikâyesinin ilk adımlarına da tanıklık edilmek
istenmiştir.
İlk bölümde Müsameretname’deki metin türleri üzerinde durulmuştur. Hikâyelerdeki
betimsel, anlatısal, açıklayıcı ve kanıtlayıcı metin türleri bulunarak bu metin türleri
özellikleri açısından incelenmiştir.
İkinci bölümde hikâyelerde mekân, zaman, kişilerin sahneye konması, başlangıçlar ve
bitişler üzerinde durulmuştur. Hikâyelerdeki mekânlar, açık, kapalı, kapsanan,
kapsayan, gerçek kurmaca mekan ve burası, başka bir yer başlıklarıyla
gruplandırıldıktan sonra bu mekânların işlevlerine değinilmiştir. Zaman ifadeleri ise
artsüremsel öyküleme, önsüremsel öyküleme, eşsüremsel öyküleme ve katılımsal
öyküleme şeklinde sınıflandırılmıştır. Zamanla ilgili anlatının ritmini şekillendiren
tekniklerden duraklama, sahne, özetleme ve eksiltiler gösterilmiştir.
IV
Üçüncü bölümde Müsameretname’de anlatı yapısı incelenmiştir. İlk olarak çerçeve
kurgusu üzerinde durulmuş ve bu kurgu çeşidinin Doğu ve Batı edebiyatlarındaki
örneklerinden bahsedilmiştir. Daha sonra hikâyelerdeki metinlerin bölümlenmesi
yapılarak, oluntu ve dönüşümleri tek tek çıkarılmıştır. Çerçeve hikâye ile birlikte diğer
yedi hikâyenin oluntu ve dönüşümleri maddeler halinde listelenirken sadece Faik Bey
İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyenin oluntu ve dönüşümleri anlatının anlam
ekseninde şemalandırılmıştır. Bu tekniğin sadece bir hikayede uygulanmasının sebebi
bir hikayeyi baştan sona ele alarak bütüncül bir yaklaşım sergilemek ve tekniği tam
olarak örnekleyebilmektedir. Diğer altı hikâyede uygulanmama sebebi ise çalışmanın
hacmini şekil ve şemalarla artırmamak ve karmaşık bir hâle sokmamaktır. Bölümün
sonunda verilen dizimler başlığında da anlatının yüzeysel yapısı, paragraf, kişi, zaman
ve mekân unsurlarının yerleştirilmesi ve bağlaçların kullanımı üzerinde durulmuştur.
Dördüncü bölüm Müsameretname’deki çözümleme düzeylerine ayrılmıştır.
Çözümleme düzeylerinde bakış açısı ve anlatıcı tipleri incelenmiştir. Hikâyelerdeki
bakış açıları, sıfır odaklayım, dış odaklayım, iç odaklayım başlıklarıyla gruplandırı-
lırken anlatıcı tipleri de anlatıcı-gözlemci, içöyküsel anlatıcı, ben öyküsel anlatıcı
başlıklarıyla verilmiştir.
Beşinci bölümde hikâye kahramanları üzerinde durulmuştur. Hikâyelerdeki
kahramanların adları, yaşları, fiziksel ve dil özellikleri, becerileri ve tanımlanmaları
ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bölümün sonunda bu kahramanların hikâyelerdeki
durumları ve işlevleri ele alınmıştır.
Çalışmanın son bölümünde Müsameretname’nin dil ve üslup incelemesi yapılmaya
çalışılmıştır.
Farklı bir metotla oluşturulan bu başlıklarda Müsameretname’deki geleneksel ve
modern unsurlar ele alınmaya çalışılmıştır. Özellikle masal, halk edebiyatına ait halk ve
meddah hikâyelerin ve divan edebiyatına ait hikâyelerin izleri üzerinde durulmuştur. Bu
türler için zaman zaman geleneksel anlatı ismi kullanılmıştır. Bu isimle özellikle masal
ve halk hikâyeleri kasdedilmiştir. Bütün bu çabalara rağmen çalışmada eksik bırakılan
noktalar olabilir. Modern Türk hikâyeciliğinin oluşmasında önemli bir yere sahip
Müsameretname, muhtemeldir ki daha bir çok açıdan ele alınabilir ve farklı metotlarla
incelenebilir.
V
Bu çalışmanın hazırlanış sürecinde birçok kişinin yardım ve desteği alınmıştır.
Öncelikle çalışma boyunca sabır ve desteklerini benden esirgemeyen eşim ve aileme
teşekkürü bir borç bilirim. Çalışma konusunun belirlenmesinde ve hazırlanmasında
çalışma azmi ve titizliğiyle yardımcı olan saygı değer hocam Prof. Dr. Hülya
ARGUNŞAH’a şükranlarını sunarım.
Yasemin ARAS
Kayseri 2006.
VI
İÇİNDEKİLER
ÖZET .................................................................................................................................I
ABSTRACT..................................................................................................................... II
ÖNSÖZ ........................................................................................................................... III
KISALTMALAR ............................................................................................................IX
GİRİŞ ................................................................................................................................ 1
I. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE METİN TÜRLERİ.............................................................. 13
1.1. BETİMSEL METİN................................................................................................. 13
1.2. ANLATISAL METİN.............................................................................................. 19
1.3. AÇIKLAYICI METİN............................................................................................. 26
1.4. KANITLAYICI METİN .......................................................................................... 28
II. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ANLATININ DÜZENLENMESİ ...................................... 31
2.1. ANLATIYA BAŞLANMASI .................................................................................. 31
2.1.1. Mekân ve Mekân Türleri .................................................................................. 35
2.1.1.1. Açık Mekân-Kapalı Mekân ...................................................................... 36
2.1.1.2. Kapsanan Mekân- Kapsayan Mekân ........................................................ 45
2.1.2. Diğer Mekân Türleri......................................................................................... 47
2.1.2.1. Gerçek Mekân-Kurmaca Mekân .............................................................. 47
2.1.2.2. Burası-Başka Bir Yer................................................................................ 48
2.1.3. Mekânın İşlevi.................................................................................................. 48
2.1.3.1. Mekân: Engelleyici Eyleyen..................................................................... 48
2.1.3.2. Mekân: Gönderici Eyleyen....................................................................... 50
2.1.3.3. Mekân: Yardımcı Eyleyen........................................................................ 51
2.1.4. Zaman............................................................................................................... 55
2.1.4.1. Öyküleme Zamanı .................................................................................... 55
2.1.4.1.1. Artsüremsel Öyküleme ..................................................................... 55
2.1.4.1.2. Önsüremsel Öyküleme...................................................................... 59
2.1.4.1.3. Eşsüremsel Öyküleme....................................................................... 61
2.1.4.1.4. Katılımsal Öyküleme ........................................................................ 61
VII
2.1.4.2. Sıra............................................................................................................ 63
2.1.4.3. Süre Anlatımın Ritmi................................................................................ 68
2.1.4.3.1. Duraklama......................................................................................... 68
2.1.4.3.2. Sahne................................................................................................. 71
2.1.4.3.3. Özetleme ........................................................................................... 75
2.1.4.3.4. Eksilti ................................................................................................ 77
2.1.4.4. Sıklık......................................................................................................... 80
2.2. KİŞİLERİN SAHNEYE KONULMASI.................................................................. 82
2.3.ENTRİKAYI BAŞLATMA...................................................................................... 82
2.4. ANLATININ SONA ERDİRİLMESİ...................................................................... 84
III. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ANLATI ............................................................................. 93
3.1. ANLATININ GENEL YAPISI................................................................................ 93
3.2. METNİN BÖLÜMLENMESİ ............................................................................... 107
3.3. DİZİMLER............................................................................................................. 130
IV. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ÇÖZÜMLEME DÜZEYLERİNİN AYIRT EDİLMESİ . 135
4.1. BAKIŞ AÇISI (ODAKLAYIM)............................................................................ 135
4.1.1. Sıfır Odaklayım yada Sınırsız Bakış Açısı..................................................... 135
4.1.2. Dış Odaklayım................................................................................................ 136
4.1.3. İç Odaklayım yada Sınırlı Bakış Açısı ........................................................... 137
4.2. ANLATICI TİPLERİ ............................................................................................. 138
4.2.1. Gözlemci Anlatıcı........................................................................................... 140
4.2.2. İçöyküsel Anlatıcı........................................................................................... 141
4.2.3. Benöyküsel Anlatıcı ....................................................................................... 143
V. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ANLATI KAHRAMANLARI ......................................... 145
5.1. KAHRAMANIN ÖZELLİKLERİ ......................................................................... 153
5.1.1. Ad ................................................................................................................... 154
5.1.2. Yaş.................................................................................................................. 157
VIII
5.1.3. Kahramanın Fiziksel Özellikleri .................................................................... 158
5.1.4. Kahramanın Dili ............................................................................................. 162
5.1.5. Beceriye İlişkin Özellikler.............................................................................. 163
5.1.6. Kahramanın Tanımlanması ............................................................................ 165
5.2. KAHRAMANIN DURUMU VE İŞLEVLERİ...................................................... 173
VI. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE DİL VE ÜSLUP................................................................ 172
SONUÇ ........................................................................................................................ 188
KAYNAKLAR ............................................................................................................. 201
IX
KISALTMALAR
T.C. Türkiye Cumhuriyeti
çev. Çeviren
hzl. Hazırlayan
S. Sayı
s. Sayfa
age. Adı geçen eser
YKY. Yapı Kredi Yayınları
GİRİŞ
Türk edebiyatında hikâye yüzyıllardır var olan bir türdür. Zaman içinde edebiyatımızda
yaşanan değişim ve gelişim çizgisiyle paralel olarak iki koldan gelişen Türk hikâyesi
kaynağını Türk destan ve masallarından alır. Bu nedenle yüzyıllar geçmesine rağmen
bünyesinden destan ve masallara ait unsurların tamamını atamaz. Kaynağını destan ve
masallardan alan Türk hikâyesi halk ve divan edebiyatı çerçevesinde iki ayrı kolda
gelişerek dinleyici kitlesiyle bir gelenek oluşturur.
Halk hikâyeleri Türk destanlarının devamı olarak kabul edilir. “Yeni ve orijinal bir
nev’i karakteri alarak meydana gelen halk hikâyeleri, yerini tuttuğu destanın birçok
vasıflarını hâlâ taşımaktadır. Fakat bunlar onun asıl karakterini verenler değildir. Süratle
yeni bir nev’e gidiş vak’ası karşısında bulunuyoruz. Destanî an’ane gittikçe zayıflıyor,
çünkü destanın eski karakterini tayin eden sosyal şartlar gittikçe ortadan kalkıyor.”1
Boratav’ın da belirttiği üzere sosyal şartlardaki değişimler hikâyeyi destandan ayıran
özellikleri de şekillendirir. Halk hikâyelerinde destanlardan farklı olarak toplumsal
konuların yerini daha güncel ve bireysel konular alır. Kahramanlık ikinci plâna atılarak
âşıklık ön plana çıkar. Bu noktadan sonra hikâye yüzeysel de olsa ferde yönelir.
Destanlardaki belirsiz zaman ve mekân ifadelerinin yerini gerçek zaman ve mekân
ifadeleri almaya başlar, böylece modern hikâye için bir zemin sağlanır. Ancak halk
hikâyeleri modern hikâyeden hacimce daha uzundur. Sözlü kültüre dayanan halk
hikâyesinin hacmini şekillendiren anlatıcıdır. Nesilden nesile aktarılan halk hikâyesi her
anlatım esnasındaki eklemelerle oldukça geniş bir hacme sahiptir.
Divan edebiyatına ait hikâyeler halk hikâyelerinden oldukça farklıdır. Halk hikâyeleri
daha çok sözlü kültür ürünleriyken, divan edebiyatına ait hikâyeler yazılı kültüre aittir.
Bu da divan edebiyatındaki anlatıcının yetkilerini sınırlar ve hikâyeyi belli bir forma
sokar. Halk hikâyeleri kaynaklarını Türk destanlarından alırken divan edebiyatındaki
hikâyelerin kaynağı daha çok İran ve Arap edebiyatından tercüme hikâyelere dayanır.
Bu hikâyeler ya divan edebiyatına ait türlerin içine parça parça yerleştirilir ya da
mesnevilerde bir bütün halinde yer alır. Konularını din tasavvuf ve aşk oluşturur.
1 Pertev Naili Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Adam Yayınları, İstanbul 1988, s. 63.
2
Kahramanların mazmunlarla fiziksel özellikleri betimlenir. Bu özelliklerle divan
edebiyatına ait hikâyeler modern hikâyelerin çok uzağında kalır.
Tanzimatla birlikte değişmeye başlayan Türk edebiyatındaki Batıya yöneliş hikâye
türünde de görülür. Bu değişimin ilk örneklerini Muhayyelât ile Giritli Ali Aziz Efendi
ve daha sonra da Letaif-i Rivayat ile Ahmet Midhat Efendi verir. Ahmet Hamdi
Tanpınar 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi’2nde Muhayyelât’ı Binbir Gece
Masalları’nın ve Doğu hikâyelerinin bir taklidi olarak değerlendirir ki, gerçekten
Muhayyelât yapı ve içerik bakımından geleneksel hikâye geleneğinden kendisini tam
anlamıyla soyutlayamamıştır. Ahmet Midhat Efendi ise Letaif-i Rivayat’taki uzun
hikâyeleriyle bir adım daha Batı’ya yönelir. Ahmet Midhat Efendi okuyucuya seslenen
üslubuyla meddah hikâyelerinin anlatım şeklini hâlâ devam ettirirken anlatı
kahramanlarını ve konularını günlük hayattan alan realist tavrı onu modern hikâyeye
yaklaştırır. Letaif-i Rivayat’ın altıncı cüzünün yayınlandığı 1871 yılında
Müsameretname’nin de ilk cüzü yayınlanır.
Ahmet Hamdi Tanpınar3 Müsameretname’nin teknik bakımdan Doğudaki geleneksel
anlatma tekniğiyle oluşturulduğunu, üslup bakımından Ahmet Midhat’ın çözük
üslubuyla halk hikâyelerinin arasında kaldığını ancak, bazı olayların tertip şekli,
kahramanlarla etraf arasında kurulmak istenilen alâkalar, hadiseler üzerinde duruş tarzı
ve bazı fikirlerle geleneksel hikâyelerden ayrıldığını belirtir. Gerçekten de Emin Nihat
Bey Müsameretname’de kurgu tekniği, bazı tema ve bu temaların işleniş tarzı ve üslup
bakımından Ahmed Midhat Efendi’ye göre oldukça yenidir. Özellikle çerçeve
kurgusuyla Doğu ve Batı edebiyatındaki bir geleneğin Türk edebiyatındaki devamıdır.
Doğuda Binbirgece Masalları’nda ve Tutiname’de, Batıda Canterbury Hikâyeleri
ile Decameron’da kullanılan çerçeve kurgu ya da çerçeve anlatı tekniğinin Türk
edebiyatındaki ilk örneklerinden biri de Müsameretname’dir. Pertev Naili Boratav,
Folklor ve Edebiyat adlı kitabında Müsameretname ve Decameron’u çerçeve kurgu
tekniği çevresinde oluşan yeni ve modern bir eser olduğunu belirtir. Bu yönüyle
2 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1997, s.
289. 3 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 289.
3
Müsameretname geleneksel çerçeve hikâye biçimiyle kurgulanmış, esaret, evlilik,
boşanma gibi yeni temalar ve işleniş tarzıyla modern bir eser olarak kabul edilebilir. 4
Müsameretname’de çerçeve hikâyenin içine yerleştirilmiş yedi ayrı hikâye mevcuttur.
1871-1875 yılları arasında yayınlanan bu eser on iki cüzden oluşur.
1. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti (I. Cüz)5
2. Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti (II-III. Cüzler)6
3. Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti (IV. Cüz)7
4. Gerdanlık Hikâyesi (V. Cüz)8
5. Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti (VI.-VIII. Cüzler)9
6. Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti (VIII.-IX. Cüzler)10
7. İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti (X.-XII. Cüzler)11’dir.
Bu hikâyelerden Mustafa Nihat Özön Gerdanlık Hikâyesi’nin Alexandre Dumas’ın
Kraliçenin Gerdanlığı adlı eserinin bir tercümesi olduğunu belirtir. Ahmet Hamdi
Tanpınar da bu hikâyeyi tercüme olarak ele alır ve bu nedenle 19uncu Asır Türk
4 Pertev Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat I, Adam Yayıncılık, İstanbul 1991, s. 310. 5 Emin Nihat Bey, “Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti”, Müsameretname (Cüz:1), Ahmet Midhat Efendi
Matbaası, İstanbul 1289. 6 Emin Nihat Bey, “Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti” Müsameretname
(Cüz II-III), İstanbul 1289. 7 Emin Nihat Bey, “Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti”
Müsameretname (Cüz: IV), Hacı Mustafa Efendi Matbaası, İstanbul 1289. 8 Emin Nihat Bey, “Gerdanlık Hikâyesi” Müsameretname (Cüz: V), Hacı Mustafa Efendi Matbaası,
İstanbul 1290. 9 Emin Nihat Bey, “Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti” Müsameretname (Cüz: VI-VII), Hacı
Mustafa Efendi Matbaası, İstanbul 1290. 10 Emin Nihat Bey, “Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti” Müsameretname (Cüz: VII-IX), Hacı
Mustafa Efendi Matbaası, İstanbul 1292. 11 Emin Nihat Bey, “İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti” Müsameretname (Cüz:
X-XII), Tasvir-i Efkâr Matbaası, İstanbul 1292.
4
Edebiyatı Tarihi’12nde Müsameretname’deki hikâye sayısını altı olarak belirtir.
Ancak Gerdanlık Hikâyesi tercüme bir eserden daha çok telif bir hikâye olarak
görülebilir. Çünkü Emin Nihat Bey hikâyeyi aktarırken her ne kadar Alexandre
Dumas’ın kurgusunu kullansa da hikâyeyi kendine özgü söyleyiş tarzıyla anlatmaktadır.
Kraliçenin Gerdanlığı hikâyesi burada 19. yüzyıl ortalarının henüz iddia taşımayan bir
anlayışla hazırlanan tercümelerinden okunmuştur. Emin Nihat Bey çerçeve hikâyede
Müsameretname’de yer alan anlatıların hikâyelerini verirken Gerdanlık Hikâyesi
hakkında bu bilgiyi verir. Bu anlatılar sonradan düzenlenerek kitaba dahil edilirler.
Gerdanlık Hikâyesi bu noktadan değerlendirildiğinde kitapta yer alan diğer hikâyeler
gibi telif değilse de tam olarak tercüme de olmamalıdır. Çünkü o dönemin anlatı
sanatının özelliklerine göre kurgusu aynı kalsa da yeniden düzenlenmiş olmalıdır. Bu
sebeple hikâyeyi telif tercüme karışık bir eser olarak değerlendirmek mümkün gibi
görünmektedir. Bu hikâyenin kurgusu Kraliçenin Gerdanlığı hikâyesinde olduğu gibi
Fransız Kralı 17. Lui’nin karısı Mari Antuanet için yapılan gerdanlık üzerinde oynanan
oyunlara dayanır. Emin Nihat Bey bu kurguyu yeniden aktarırken diğer hikâyelerindeki
söyleyiş tekniklerini ve özelliklerini burada da sergiler. Gerdanlık Hikâyesi’nin baş
kahramanı Madam Dö Lamot son derece fettan ve dilbaz bir kadındır. Şeytani
fikirleriyle insanları birbirine düşürerek kendisine her olaydan bir menfaat çıkarabilir.
Madam Dö Lamot kuyumcu başının Kraliçe Mari Antuanet için bir gerdanlık yaptığını
ancak ülkenin ekonomik sıkıntılarından dolayı kraliçenin kral XVI. Lui’ye gerdanlığı
istemediğini belirttiğini öğrenir. Bunun üzerine Madam Dö Lamot harekete geçer ve
öncelikle kendisine yardım etmesi için Kont Kalistro’yu tuzağa düşürür. Kont Kalistro
sayesinde Kardinal’le tanışır ve arkadaş olur. Kardinal saraya en yakın kişilerden
biridir. Kardinal’in tek istediği kendisini sevmediğini düşündüğü kraliçenin
düşüncelerini değiştirerek onun gözüne girebilmektir. Bunun farkında olan Madam Dö
Lamot bir plan kurar ve Kardinal’e kraliçenin kuyumcubaşının hazırladığı gerdanlığı
almasını, ancak bunu kimseye söylememesini istediğini yazan sahte bir mektup verir.
Mektupta yine kraliçenin ağzından gerdanlığın taksitle satın alınması, taksidin her ay
kraliçe tarafından Kardinal’e gönderileceği belirtilir. Kardinal kuyumcubaşıdan
gerdanlığı alır ve kraliçeye vermesi için Madam Dö Lamot’a verir. Madam Dö Lamot’ta
12 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 289.
5
gerdanlığı satması için kocası Kont Dö Lamot’a verir. Aradan bir ay geçer. Ancak
kraliçe çok istediğini söylediği gerdanlığı bir kez bile takmadığı gibi taksidin günü
geçmesine rağmen parasını da göndermez. Bu durum Kardinal’i şüphelendirir. Madam
Dö Lamot hemen bir plan daha yapar. Kraliçeye çok benzeyen Matmazel Eyge’ye
kraliçenin elbiselerine benzeyen bir kıyafet giydirerek gece yarısında bir ormanda
Kardinal’le buluşturur. Kraliçe kılığına giren Matmazel Eyge ile görüşen Kardinal,
kraliçe ile görüştüğünü zanneder ve hiçbir şeyin farkına varamaz. Bunun üzerine
Kardinal yine Madam Dö Lamot’un kandırdığı Sent Ceyms’den gerdanlığını ilk
taksidini ödünç alarak kuyumcubaşına verir. Aradan bir ay daha geçer. Gerdanlığın
ikinci taksidinin de zamanı dolar. Hiçbir şeyin farkında olmayan kuyumcubaşı
gerdanlığın parasını almak için kraliçeye gider. Şaşkınlığa uğrayan kraliçe
kuyumcubaşıdan her şeyi öğrenir. Bütün olanları krala anlatır. Kardinal, Madam Dö
Lamot, Kont Kalistro, Kont Dö Lamot ve adamı Vilet tutuklanır. Fransa parlamentosu
toplanır. Burada Madam Dö Lamot ve eşi Kont Dö Lamot, adamları Vilet’e hapis cezası
verilirken. Kardinal ve Kont Kalistro’nun suçsuz olduğu kararına varılır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti adlı bir cüzden oluşan hikâyenin konusunu Batıyla
temas halindeki Türk erkeğini tehdit eden Hristiyanlaştırma teması oluşturur. Binbaşı
Rıfat Bey bir pazar günü gezmek için Boğaziçi’ne gitmeye karar verir. Ancak bu
gezintide kendisine eşlik edecek bir arkadaş bulamaz. Boğaziçi’ne gitmek üzere bindiği
vapurda bir ecnebi ile tanışır. Ecnebi Rıfat Bey’i evine davet eder. Rıfat Bey ve ecnebi
birlikte eve giderler. Evde ecnebinin iki kızı vardır. Ecnebi bir işinden dolayı bir saat
kadar gidip geleceğini, Rıfat Bey’den kendisini beklemesini söyler ve evden ayrılır.
Ecnebinin kızları Rıfat Bey’i misafir ederler. Özellikle küçük kız Rıfat Bey’e oldukça
sıcak ve yakın bir alaka gösterir. Rıfat Bey’e evi gezdirir ve en son yatak odasına
çıkarır. Burada karşılıklı içki içerler. Küçük kız Rıfat Bey’den bedenine karşılık
Hristiyan olmasını ister. Rıfat Bey’in sinirlenmesi üzerine kapıyı dinleyen büyük kız da
odaya girer. İki kız ve Rıfat Bey arasında geçen tartışmalardan sonra, Rıfat Bey
Hristiyan olmayı kabul etmeyerek sinirli bir şekilde evden ayrılır. Türk edebiyatında o
dönem için oldukça yeni bir tema olan Hristiyanlaştırmanın ele alındığı bu hikâyede
kullanılan dil de dikkat çekicidir. Yazar yer ve kişi betimlemelerinde oldukça ağır ve
süslü bir dil kullanırken, Rıfat Bey ve ecnebinin küçük kızı arasında geçen diyaloglarda
daha açık ve samimi bir dile yer verir.
6
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti adlı iki cüzden oluşan
hikâyenin kurgusunu aşk şekillendirir. Divan edebiyatındaki mesnevilerden ‘Leyla ve
Mecnun’ hikâyesinin belirgin izleri görülen bu hikâyede, aynı mektepte okurken
birbirine âşık olan iki gencin öyküsü anlatılır. Behçet Efendi ile Makbule Hanım sıbyan
mektebinde okurken birbirine âşık olur. Makbule Hanım’ın ailesi çıkan dedikodular
üzerine Makbule Hanım’ı okuldan alır. Makbule Hanım ve Behçet Efendi haberleşmeye
devam eder ve nişanlanır. Ancak Behçet Efendi, babasının ölümü üzerine düğünü
yapabilmek ve diğer masrafları karşılamak için gerekli olan parayı kazanmak amacıyla
Girit’e çalışmaya gider. Burada gümrük memuru olur. Aradan iki yıl geçer. Makbule
Hanım’ın ailesi nişanı bozar ve Makbule Hanım’ı zorla bir başkası ile evlendirir. Behçet
Efendi’nin amiri Zeynel Bey de kızını Behçet Efendi ile evlendirmek ister. Ancak
Behçet Efendi bunu kabul etmez. Bir gece gizlice Girit’ten kaçar. Zeynel Bey’in
adamları Behçet Efendi’yi Bosna’da yakalar. Bosna valisine götürülen Behçet Efendi
her şeyi vali paşaya anlatır. Vali paşa Behçet Efendi’yi yanına katip olarak alır. Vali
paşa Behçet Efendi’yi çok sever ve ondan evlenerek Bosna’ya yerleşmesini ister.
Behçet Efendi bu sırada annesinden gelen bir mektupta Makbule Hanım’ın eşinden
ayrıldığını öğrenir ve hemen İstanbul’a dönmek ister. Ancak vali paşa işlerin
yoğunluğundan dolayı ve Behçet Efendi’yi kaybetmemek için İstanbul’a gitmesine izin
vermez. Behçet Efendi’ye hareminden istediği kızla evlendireceğini belirtse de Behçet
Efendi kabul etmez. Bir gece Behçet Efendi’nin odasının kapısı vurulur. Kapıyı
açtığında kimseyi bulamayan Behçet Efendi, lavaboya gider. Döndüğünde odasında bir
kadın vardır. Odanın karanlık ve kadının yüzünün de peçeyle kapalı olmasından dolayı
kim olduğunu anlayamaz. Biraz konuştuktan sonra kadın gider. Birkaç hafta sonra bir
gece yine Behçet Efendi’nin kapısı vurulur. Yine aynı kadın gelir. Bu kez Behçet Efendi
kadının Makbule Hanım olduğunu anlar. Makbule Hanım, Behçet Efendi’yi bulmak için
Bosna’ya geldiğini, kendisinin vali paşanın yanında çalıştığını öğrenince vali paşanın
karısı ile arkadaş olduğunu, vali paşanın hareminden kendisiyle evlendirmek istediği
kişinin de o olduğunu belirtir. İki sevgili bu durumu vali paşaya anlatamaz ve birkaç ay
böyle gizli gizli buluşur. Bu arada vali paşa hareminde gördüğü Makbule Hanım’a âşık
olur ve Behçet Efendi ile görüştüğünü öğrenir. Bir gece vali paşa yanına adamlarını da
alarak Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ı bastırır. Behçet Efendi’yi hemen İstanbul’a
gönderir. Makbule Hanım, vali paşanın evlenme teklifini reddeder ve hastalanarak
yataklara düşer. Bu durum üzerine vali paşa, Behçet Efendi’yi yeniden Bosna’ya
7
getirtir. Ölüm döşeğindeki Makbule Hanım’la Behçet Efendi’yi evlendirir. Nikâhın
ardından Makbule Hanım hemen ölür. Behçet Efendi de hayatı boyunca Makbule
Hanım’a sadık kalır ve bir daha evlenmez.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti adlı bir cüzden
oluşan hikâyede modern bir Türk gencinin bir İngiliz kızıyla yaptığı evlilik ve bu
gençlerin temsil ettiği Doğu-Batı medeniyetleri arasındaki farklılıklar anlatılır.
Hikâyenin baş kahramanı Nacit Bey o dönem Türk aydınını yansıtan bir tiptir.
Mühendis olduktan sonra eğitimini İngiltere’de devam ettirir ve burada yabancı dil ve
edebiyat dersleri aldığı hocası Elizabet’e âşık olur. On sekiz aylık Hindistan
yolculuğundan sonra Elizabet’le evlenir. Bir müddet sonra Nacit Bey’den ülkesine
dönmesi istenir. Nacit Bey Elizabet’in de isteğiyle ülkesine döner. İngiltere’de kaldığı
süre zarfında zaman zaman yadırgasa da İngilizlerin yaşam tarzlarına, âdet ve
geleneklerine uyum sağlar. İstanbul’a döndüğünde annesi onu evlendirmek ister. Nacit
Bey bu isteğe ısrarla karşı koyarken Elizabet’ten aldığı bir mektupla bütün düşünceleri
değişir. Bu mektupta Hanri adında bir oğlunun olduğunu ancak doğumdan birkaç gün
sonra öldüğünü ve büyük annesinin yanına defnedildiğini öğrenir. Oğlunun bir
Hristiyan olarak ölmesi Nacit Bey’in Elizabet’le arasındaki din ve milliyet farkının
bilincine varmasını sağlar. Nacit Bey bunun üzerine Elizabet’ten vaz geçer ve ülkesinde
kalır. Hikâyede Avrupalıların Türkler hakkındaki yanlış düşüncelerine de yer verilir.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti adlı hikâyede olduğu gibi yazar burada da Türk
gençlerini Batıyı örnek alırken misyonerlik çalışmaları konusunda uyarmak istemiş
olmalıdır. Hikâyede Nacit Bey’in fiziksel özelliklerinin verildiği realist izler taşıyan
betimlemeler dikkat çekicidir. Ancak yazarın hikâyenin sonunu birden bire vermesi,
Nacit Bey’in fikirlerini âniden değiştirmesi anlatıda sonunun gerçeklik boyutunu
sarsmıştır.
Vasfi Bey ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti adlı beşinci hikâye iki cüz halinde
yayınlanır. Halk hikâyelerinin olaya dayalı kurgusuna benzeyen bu hikâyede Vasfi Bey
ile Mukaddes Hanım’ın aşkları anlatılır. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule
Hanım’ın Sergüzeşti’nde olduğu gibi iki genç mektepte karşılaşır ve birbirine âşık olur.
Mukaddes Hanım on üç yaşını doldurduktan sonra okuldan alınır. Vasfi Bey, Mukaddes
Hanım’ı görebilmek için her cuma ve pazar Kağıthane’ye gider. Aylardan sonra burada
Mukaddes Hanım’ı görür. Behçet Efendilerin uşağı Hüsrev, Mukaddes Hanım’ın dadısı
8
Cevri Kalfa’yla anlaşarak iki gencin görüşmesini sağlar. Vasfi Bey’in babası, Vasfi
Bey’i kardeşinin kızıyla evlendirmek ister. Ancak Vasfi Bey bu evliliği kabul etmez.
Babası, Vasfi Bey’in odasını karıştırırken Mukaddes Hanım’ın yazdığı mektupları bulur
ve Vasfi Bey’e kızarak evlenmelerine asla izin vermeyeceğini söyler. Bu arada
Mukaddes Hanım’ın babasının tayini Trabzon’a çıkar. Vasfi Bey, Uşağı Hüsrev’i de
Mukaddes Hanımlarla birlikte Trabzon’a gönderir. Hüsrev burada Mukaddes Hanım’a
âşık olur. İki gence birbirinin öldüğü yalanını söyler. Bu haber üzerine Vasfi Bey
bunalıma girer ve intihar etmeyi düşünür. Bu sırada aile dostları Lütfü Dede ziyarete
gelir. Lütfü Dede bir derviştir. Olgun ve farklı bir kişiliğe sahiptir. Lütfü Dede biraz da
olsa Vasfi Bey’i konuşmalarıyla rahatlatır ve intihar etmekten vazgeçirir. Vasfi Bey’e
üzülmemesini çünkü sevgilisine kavuşacağını söyler. Bir gün eve gelen Vasfi Bey
salonda Cevri Kalfa’yı görür. Cevri Kalfa, öldüğünü sandığı Vasfi Bey’i görünce çok
şaşırır. Vasfi Bey, Cevri Kalfa’dan Mukaddes Hanım’ın da yaşadığını öğrenir. Cevri
Kalfa, haberi hemen Mukaddes Hanım’a verir. Ancak iki sevgilinin kavuşması için bir
engel vardır. Ailesi Mukaddes Hanım’ı bir başkasıyla evlendirmiştir. Mukaddes Hanım
zorla evlendirildiği eşine hiçbir zaman yakınlık göstermez. Her şeyi öğrenen eşi,
Mukaddes Hanım’dan ayrılır. Böylece Mukaddes Hanım ve Vasfi Bey evlenirler.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı iki cüzden oluşan altıncı hikâye Tanzimat
edebiyatında sıkça işlenen esaret teması ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın aşkı üzerine
kuruludur. Asıl adı Biçuk olan Faik Bey, ailesi tarafından Kabartaylı isminde bir esir
tüccarına satılır. Biçuk ve Kabartaylı, Anapa’dan İstanbul’a gitmek üzere yola çıkarlar.
Kış mevsiminin zor hava koşulları ve tabiatla mücadele içine girerler. Zor tabiat
koşulları hayatlarını tehdit edince, bir çoban kulübesine sığınırlar. Burada Biçuk bir
başka esir çocuk Pişasimaf’la tanışır. Ertesi sabah kulübeden ayrılırken Biçuk, üşüyen
Pişasimaf’a gizlice Kabartaylı’nın paltosunu bırakır. Limana gelen Biçuk ve Kabartaylı
bir gemiye biner ve Karadeniz sahillerinden Sinop Limanı’na gelir. Ancak burada
limana alınmazlar ve top atışına tutulurlar. Türk askerleri tarafından ele geçirilen
geminin yolcuları ile Biçuk ve Kabartaylı bir Türk gemisine bindirilerek İstanbul’a
gönderilir. Gemideki askerlere Kabartaylı Biçuk’un kendi oğlu olduğunu söyler.
Şüphelenen askerler bu durumu araştırır ve Biçuk’un bir esir olduğunu anlarlar. Biçuk’u
Kabartaylı’dan alarak İstanbul’da Esat Efendi’nin yanına verirler. Kabartaylı’yı da
Rusya’ya geri gönderirler. Esat Efendi, Biçuk’un adını Faik olarak değiştirir ve ona
kendi mesleği olan eczacılığı öğretir. Biçuk’a bir baba gibi davranır. Elleri mayasıl olan
9
Nuridil adındaki esir kız tedavi için Esat Efendi’nin evine gönderilir. Faik Bey Nuridil
Hanım’ın ellerini tedavi eder. Bu sırada iki genç birbirine aşık olur ve rahat
görüşebilmek için kardeş olduklarını söylerler. Nuridil’in hanımı onu oğlu Tevfik
Bey’le evlendirmek ister. Bu evliliği kabul etmeyen Nuridil Hanım satılığa çıkarılır.
Faik Bey bu sırada askeri idadiyi bitirir ve subay olur. Nuridil’i satın alacak parayı
bulamaz. Tevfik Bey ile Faik Bey’in mektuplaşmaları esnasında Faik Bey ile Nuridil
Hanım’ın kardeş olmadıkları ortaya çıkar. Nuridil Hanım satılır ve Faik Bey bir daha
ondan haber alamaz. Bu duruma çok üzülen Faik Bey Girit’teki savaşa katılır. Savaşta
yaralanır ve İstanbul’a gönderilir. İstanbul’da onu daha önceden hayatını kurtardığı
Mustafa Efendi karşılar. Mustafa Efendi, Faik Bey’i köşküne götürür ve ona bakar.
Mustafa Efendi, Faik Bey’e tanımadığı bir kişinin bu köşkü ve parayı kendisine
bakması karşılığında verdiğini ve yine bu gizemli kişinin kendisiyle tanışmak istediğini
söyler. Bu esrarengiz adam Faik Bey’i evlendirmek ister. Mustafa Efendi’nin de
ısrarlarıyla Faik Bey evlenmeyi kabul eder. Düğün günü evlendiği kızın Nuridil
olduğunu anlar. Nuridil Hanım, kendisini Pişasimaf’ın satın aldığını zamanında
kulübede yardım ettiği kızın Pişasimaf olduğunu, bunu öğrenen Pişasimaf’ın da
kendilerine yardım ettiğini anlatır. Pişasimaf iki genci evlendirir ve kocasından kalan
malları onlarla paylaşır.
Emin Nihat Bey esaret konusunu ele alırken Osmanlılardaki esaret kurumunun
Batıdakinden farklı yanlarını göstermeye çalışır. Faik Bey ve Pişasimaf’ın yaşamlarının
esir olmalarına rağmen çevrelerindeki diğer insanlardan farklı olması bu amaç
doğrultusundadır.
Müsameretname’nin son hikâyesi İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının
Sergüzeşti üç cüz halinde yayınlanır. Bu hikâyede bir çok tema birlikte işlenir. Atiye
Hanım’ın kaçırılarak başka bir ailede büyütülmesi, kandırılarak evlendirilmesi ve
kocasının ihanetleri karşısında boşanmasının anlatıldığı kompleks bir yapıya sahiptir.
Kurgu bakımından diğer hikâyelere oranla daha gelişmiş olan bu hikâyenin sonundaki
tesadüfler sonun gerçeklik boyutuna bölge düşürür. Atiye annesigille beraber Alay
Caddesi’ndeki geçit törenini izlemeye gelir. Annesi Atiye’yi kendi uşaklarına benzeyen
ve Atiye’nin yakınlık gösterdiği yanlarında duran adamın kucağına verir. Bu arada
atılan maytap ve fişeklerden çıkan kıvılcımlar kargaşaya neden olur. Herkes hızla
koşuşmaya başlar. Atiye’yi kucağında taşıyan adam etrafına bakar, ancak Atiye’nin
10
annesini bulamaz. Birden Atiye’nin başındaki altınlar dikkatini çeker. Atiye’yi de alarak
hemen oradan uzaklaşır. Altınları aldıktan sonra Atiye’yi bir tütüncü dükkanına bırakır.
Dükkana gelen İsmail Efendi, dükkan sahibine Atiye’yi ve ailesini tanıdığını ve onu
ailesine götüreceğini söyleyerek Atiye’yi alır. Ancak Atiye’yi evine değil Daniş Bey’in
evine götürür. Daniş Bey, oldukça varlıklı bir kişidir. Daniş Bey’in dört çocuğu da
doğumundan birkaç yıl sonra ölür. Evlat hasreti çeken Daniş Bey, Atiye’yi en son ölen
çocuğu İhsan’ın yerine koyar ve adını da İhsan olarak değiştirir. Atiye’yi de yanına
alarak Tırhala’daki çiftliğine taşınır. Burada İhsan, İsmail Bey’in oğlu Tahsin Efendi ve
uşaklarının kızı Despino birlikte yetişirler. Aradan on yıl geçer. Daniş Bey ölür. İhsan
Hanım, İsmail Beylerle birlikte İstanbul’a döner. İhsan Hanım, gezmeye, eğlenceye ve
kılık-kıyafete oldukça düşkündür. Sık sık Beyoğlu gezintilerine çıkar. Burada Natır
Hanım’la tanışır. Natır Hanım yine gezme ve eğlenceye düşkün olan Sait Bey’e İhsan
Hanım’dan bahseder. Sait Bey’le anlaşarak bir plan yapar ve Sait Bey’le İhsan Hanım’ı
tanıştırır. İhsan Hanım’ı Sait Bey’le evlenmeye ikna eder. Başta mutlu bir evlilik
sürdürürken daha sonra Sait Bey’in akşamları geç saatlere dışarıda kalması ve ilgisiz
tavırları İhsan Hanım’ı çok üzer. İhsan Hanım eşini bu huylarından vazgeçirmeye
çalışır. Ancak Sait Bey’in durumu gittikçe kötüleşir. Bunun üzerine İhsan Hanım, Sait
Bey’i Tahsin Bey’e takip ettirir. Bu takiplerin ardından İhsan Hanım, kocasının
kendisini aldattığını öğrenir ve kocasından intikam almaya karar verir. Yeni tanıştığı
Hakkı Bey ve Tahsin Efendi ile çektirdiği fotoğrafları kocasına gönderir ve boşanmak
ister. Mahkemede Sait Bey hakimlere karısının kendisini aldattığını söyler ve
fotoğrafları gösterir. İsmail Efendi söz alarak fotoğraftaki kişilerden Tahsin Efendi’nin
oğlu olduğunu, Hakkı Bey’in de İhsan Hanım’ın öz kardeşi olduğunu söyleyerek her
şeyi anlatır. Aslında İhsan Hanım’ın Atiye olduğunu, kocasını aldatmadığını, asıl Sait
Bey’in onu aldattığını açıklar. Bu duruma sinirlenen Sait Bey kılıcını çeker ve İhsan
Hanım’a saldırır. Tahsin Efendi bir anda kendisini İhsan Hanım’ın önüne atar ve
yaralanır. Sait Bey tutuklanır. Hikâyenin sonunda İhsan Hanım Atiye olduğunu öğrenir.
Gerçek ailesine kavuşur. Kendisini gerçekten seven Tahsin Bey’le evlenir. Kardeşi
Hakkı Bey ile de Despino’yu evlendirir.
Bu hikâyenin kadın baş kahramanı İhsan Hanım Müsameretname’nin en modern kadın
tipidir. O kocasının ilgisiz ve yanlış tutumlarını değiştirmek için mücadele etmiş ancak
başarılı olamamıştır. Bunun üzerine İhsan Hamın o dönemde çoğu kadının yapmaya
cesaret edemeyeceği bir olayı gerçekleştirerek kocasından boşanmıştır.
11
Müsameretname’nin tam metni Sabahattin Çağın ile Fazıl Gökçek tarafından
Müsameretname13 adıyla ve Salih Okumuş tarafından Müsâmeretname Gece
Hikâyeleri14 adıyla Latin harflerine aktarılmıştır. Çalışma boyunca Müsameret-
name’nin orijinal metni kullanılmıştır. Latin harflerine aktarılırken yazım kılavuzu esas
alınmış ve metinde okunmakta zorluk çekilen kısımlarda ise günümüz yazım ve
noktalama kurallarına daha uygun ve daha doğru bir çeviriye sahip olan Sabahattin
Çağın ve Fazıl Gökçek’in hazırladığı Müsameretname’den faydalanılmıştır.
Müsameretname’nin yazarı Emin Nihat Bey’in hayatı, edebî kişiliği ve eserleri
hakkında pek fazla bilgi yoktur. Cevdet Kudret’in15 belirttiği üzere daire arkadaşı
olduğu anlaşılan Yusuf Neyyir isminde bir kişinin “Gülzâr-ı Hayâl”16 adlı hikâyesinin
başına yazdığı bir ‘takriz’ vardır. Bu takrizden onun “mektubi-i hariciye hulefasından”
olduğu anlaşılmaktadır. Doğum tarihi bilinmeyen yazarın ölüm tarihinin, son kitabı
1875’te basıldığına göre bu tarihten sonra olduğu düşünülmektedir.
Türk edebiyatında hikâye teorisi ve incelenmesinde belirli bir metot olmayışı çalışmayı
oluşturan başlıkların seçimini ve hazırlamasını oldukça zorlaştırdı. Bu nedenle
çalışmanın bölümleri ve başlıkları oluşturulurken farklı ve yeni bir bakış açısıyla örnek
bir eser olan Ayşe Eziler Kıran ve Zeynel Kıran’ın birlikte hazırladıkları Yazınsal
Okuma Süreçleri17 esas alındı. Bununla birlikte Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 19. Asır
Türk Edebiyatı Tarihi ve Mehmet Kaplan’ın Hikâye Tahlilleri18 çalışmanın her
bölümünde faydalanılan kaynakların başında gelmektedir. Çalışmanın anlatı, zaman ve
kahramanlar başlıklarında E.M. Forster’in Roman Sanatı19, Mehmet Tekin’in Roman
13 Emin Nihat Bey, Müsameretname (çev. Sabahattin Çağın; Fazıl Gökçek), Özgür Yayınları, İstanbul
2003. 14 Emin Nihat Bey, Müsâmeretnâme Gece Hikâyeleri (çev. Salih Okumuş), Şule Yayınları, İstanbul
2002. 15 Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1987, s. 64. 16 Yusuf Neyyir, “Gülzar-ı Hayâl”, A. Mithat Efendi Matbaası, İstanbul 1289. 17 Ayşe (Eziler) Kıran; Zeynel Kıran, Yazınsal Okuma Süreçleri, Seçkin Kitabevi, Ankara 2001. 18 Mehmet Kaplan, Hikâye Tahlilleri, Dergâh Yayınları, İstanbul 1997. 19 E.M. Forster, Roman Sanatı, (çev. Ünal Aytür), Adam Yayınları, İstanbul 2001.
12
Sanatı 120, Yavuz Demir’in Zaman Zaman İçinde Roman Roman İçinde21, mekân
başlığında Gaston Bachelard’ın Mekânın Poetikası22, dil ve üslup bölümünde Şerif
Aktaş’ın Edebiyatta Üslup ve Problemleri23 adlı kitapları çalışmaya kaynaklık eden
ve yol gösteren eserlerdir.
Müsameretname’deki geleneksel anlatılardan gelen özelliklerin bulunmasında,
özellikle halk edebiyatına ait destan, masal, halk hikâyesi, meddah hikâyesi gibi türlerin
ve özelliklerinin kavranılmasında Pertev Naili Boratav’ın Halk Hikâyeleri ve Halk
Hikâyeciliği, Ali Berat Alptekin’in Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı24, Gonca Gökalp
Alpaslan’ın XIX. Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Sözlü Kültür Etkileri25 adlı kitapları ile
İslam Ansiklopedisi26 ‘Hikâye Maddesi’ kaynak olarak kullanılan diğer eserlerdir.
Bu belirtilen eserlerin dışında birçok kitap, dergi ve makale çalışmanın hazırlanmasına
ışık tutmuş ve içerdikleri bakış açıları ve yöntemlerle Müsameretname’yi bir hikâye
olarak incelemeye imkan sunmuştur.
20 Mehmet Tekin, Roman Sanatı (Romanın Unsurları) I, Ötüken Yayınları, İstanbul 2001. 21 Yavuz Demir, Zaman Zaman İçinde Roman Roman İçinde: Müşâhedât, Dergâh Yayınları, İstanbul
2002. 22 Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, (çev. Aykut Derman), Kesit Yayıncılık, İstanbul 1996. 23 Şerif Aktaş, Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1998. 24 Ali Berat Alptekin, Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Akçağ Yayınları, Ankara 1997. 25 Gonca Gökalp Alpaslan, XIX Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Sözlü Kültür Etkileri, T.C. Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002. 26 İslam Ansiklopedisi, “Hikâye Maddesi” (hzl, Hüseyin Yazıcı; Mehmet Kanar; Fikret Türkmen; Hasan
Kavruk-İskender Pala; Alim Kahraman), Diyanet Vakfı Neşriyat, İstanbul 1998, s. 479-501.
13
I. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE METİN TÜRLERİ
Bir anlatı içinde birçok metin türü bulunur. Betimsel, anlatısal, açıklayıcı ve kanıtlayıcı
gibi metin türleri anlatının oluşumunu çeşitli yönlerden tamamlar. Bu metin türleri,
anlatıyı meydana getiren temel öğenin ve öykülemenin doğal akışını sağlarlar. Kişi ve
olay tanıtımında, atmosfer oluşturmada, dikkat çekmede, zaman ve mekân
kavramlarının öyküye oturtulmasında, gerçeklik izleniminin verilmesinde, okuyucunun
bilgilendirilmesinde ya da okuyucuya birçok fikrin sunulmasında bu metin çeşitlerinden
faydalanılır.
1.1. BETİMSEL METİN
Betimleme, bir yerin ya da bir varlığın kendine özgü dikkat çekici özelliklerini
anlatmaktır. Yani betimlenen nesnenin, durumun ya da mekânın insan zihninde yeniden
canlanmasını sağlar. Betimsel metinlerin anlatıyı tamamlamak, insan tabiat ilişkisini
vermek ve atmosfer oluşturmak amacıyla bilinçli olarak kullanılması ‘romantik dönem’
de başlar:
“Romantiklerin uygulamalarıyla, klasik akımda ‘insan tabiatını esas alan anlayış’
büyük ölçüde terk edilir; bunun yerine, bildiğimiz, gördüğümüz, seyrettiğimiz tabiat
ve tabiat güzellikleri anlatılır. Bir anlamda klâsik akıma tepki olarak doğan ve kısa
sürede hayli kabul gören bu anlayışla sanat ve edebiyat yeni bir boyut kazanır:
Romantiklerin çabalarıyla dağın, gölün, çiçeğin, rüzgârın, ağacın, renklerin... güzellik
ve büyüsü edebiyata taşınır;(…)”27
Realistler ve naturalistler betimlemeyi farklı bir boyuta kaydırırlar ve onlar için
betimleme gerçeği yansıtmak için kullanılan ‘araç’ olur.
Yazar betimlemeyi kişi ve tabiatı tanıtmak, olayların koşullarını vererek bir sonraki
gelişmeler hakkında bir beklenti yaratmak ve bütün bunlar için bir atmosfer oluşturarak
27 Roman Sanatı I, s. 201.
14
gerçeklik izlenimi vermek amacıyla kullanır. Bunu yaparken de betimlemeyi, anlatının
iç düzenine ya da kendi bakış açısıyla oluşturduğu betimlemenin iç düzenine göre
anlatıya yerleştirir.
Emin Nihat Bey mekân ve kişi betimlemelerinde bir yandan divan edebiyatının
kalıplaşmış mazmunlarını kullanırken bir yandan da gözlemlere dayanan gerçekçi bir
yaklaşımla mekân ve kişi betimlemelerinde bulunur. Realist bir tavırla yaptığı kişi
betimlemelerinde kimi zaman kahramanların dış özelliklerinden hareketle kişilik
özelliklerine de inmeye çalışır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti adlı birinci hikâyede Binbaşı Rıfat Bey tarafından
ecnebi ve iki kızının fiziksel özellikleriyle vakanın büyük bir kısmının geçtiği ecnebiye
ait köşkün bazı odaları betimlenir. Özellikle ecnebinin dış özelliklerinin betimlemesi
gerçekçi bir anlatımla verilmiştir:
“Hele sağ tarafımda oturan garabet-i heyeti calib-i dikkat olup kendisinin nereli ve ne
makule adam olduğunun cihet-i teşhisine kuvve-i intikaliyemi sevke çalıştığımda,
esaf-ı mütehalifeyi cami olması ihtimalât-ı adideye karine verdiğinden tayin-i şahsında
mütereddit kaldım; Çünkü nasiye-i hâli ellibeş yaşından aşağı göstermeyip kır ve
kabaca sakallı ve beşeresinden eser-i zaaf-ı pîrî zahir ve nümayan olduğu halde,
bıyıklarının gayet burulu ve dimdik duruşu meşrep ve efkârının zinde ve gençliğine
delâlet ederdi. Kafa ve çehresinin şekil ve heyeti ve başında fesin suret ve vaziyeti bir
ecnebi olduğunda şüphe bırakmadığı hâlde yeleğinde ve gömleğinin kollarında
bulunan düğmeler sarı olup üzerleri asker-vari kabartmalı ay ve yıldız şekilleriyle
müzeyyen idi. Ve bir de gözündeki altın gözlük gayet narin ve saat kordonu filan
kont-ı İngilizkâri pek kibarsı birşey olup kullandığı tabakta savatlı gümüşten gayet
musanna ve kapağının üzeri Napoli ve Sicilya cezirelerindeki yanardağların resimleri
ile müzeyyen olduğu hâlde içtiği tütünün acı acı kerih kokusundan yanında bulunanlar
taciz olmakta idi.”28
Ecnebinin fiziksel özelliklerinden hareketle kişilik özellikleri “meşrep ve efkârında
zinde ve gençliğine delâlet” verilmeye çalışılmıştır.
Anlatıcı Binbaşı Rıfat Bey, hikâyenin başında yaptığı mekân tasvirleri ile okuyucuyu
vakanın gelişimine hazırlarken ilerleyen zamanlarda meydana gelecek olan bir takım
olayların da açıklamasını yapmış olur. Rıfat Beyin bakışı ile verilen, özellikle ecnebinin
28 Müsameretname (Cüz: I), s. 4-5.
15
küçük kızı ve kızın odasının betimlemeleri hikâyenin sonunda bir seçim yapmak
zorunda kalan Rıfat Bey’in iradesini göstermek için bir araç olarak kullanılacaktır.
Bu hikâyede daha önce de belirtildiği gibi vakanın gelişiminde rol oynayan kişilerin ve
atmosferi oluşturan mekânın tasvirleri yapılmıştır. Kişilerin fiziksel ve bazı kişilik
özellikleri üzerinde durulurken de onların vakanın gelişiminde üstlendikleri rolleri
yansıtacak ve pekiştirecek özelliklerine yer verilmiştir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti adlı ikinci hikâyede kişi
ve mekân tasvirlerine fazla yer verilmemiştir. Makbule Hanımın güzelliği ve cilveli bir
kadın oluşu birkaç cümle ile geçilmiştir. Çünkü bu hikâyenin genelinde ‘merak ve
gizem’ unsurları ağır basmaktadır. Bu nedenle hikâyede yer yer merak ve gizem
unsurlarını arttıracak tasvirler yapılmıştır:
“(…) badehu abdeste girmek için abdesthane kapısı önüne şamdanı bırakarak içeri
girdim. Bir iki dakika sonra güya birisi mumu üfler gibi bir hâl olup, mum sönmesi ile
karanlıkta kaldığı gibi o zaman vahşet-i zulmet, nazarıma yeniden başka bir dehşet
arzeyledi. Lakin çare ne? Ellerimle etrafı yoklayarak duvarları tutuna tutuna dışarı
çıkıp bata çıka yanmakta olan odadaki kandilin şavkından istimdat edecek oldumsa da,
ondan da hiçbir eser göremediğimden, sönmüş şamdanı elime alarak karanlıkta
merdiven tarafına gitmemek üzere divanhanenin orta yerinden tasarlaya masarlaya,
kör körüne yoklaştırarak gide gide hele bertagrip oda kapısı bulup yakaladım. Ve
baktım ki, fîl-hakika odadaki kandil de sönüp orası da zindan kesilmiş. Yavaş yavaş
içeri girip karanlıkta ellerimle kibriti araştırdım. Lakin onu da yerinde bulamadım. Her
ne hâl ise kandilin yanından sır olmuş. Artık kibritten de ümit kesilince, her tarafımı
ziyâdesi ile dehşet alarak benim de elim ayağım kesildi.”29
Anlatısal metinle iç içe verilen realist betimlemede kullanılan “karanlık, duvarları
tutuna tutuna, kör körüne, zindan” gibi ikileme sözcüklerle yaratılan gerilim ve gizem
daha da artırılmıştır. Bu betimleme âdeta sessizliğin ve karanlığın ardından gelecek
olayın habercisidir. Okuyucuda bir beklenti oluşturur. Betimleme, anlatıya, Behçet
Efendi’nin bakışından betimlemenin kendi iç düzenine göre yerleştirilmiştir. Yazar, bir
şeyi betimlerken öteki öğelerden daha dikkat çekici, çarpıcı öğeleri sunmayı ve onları
belli bir sıra belli bir düzen içinde vermeyi seçer:
29 Müsameretname (Cüz: III), s. 5-6.
16
“Betimlemenin düzenleniş sırası, betimlemeler bakış açısının mantığına uyar. Yukarı-
dan aşağıya, yakından uzağa, ya da tersi. Betimlemeler, betimleyen kişinin bakış
açısını ortaya koyan belirtiler yardımıyla düzenlenir, ‘öte yandan’, ‘önce’, ‘sonra’ gibi
sözcükler kullanılır.”30
Betimlemede anlatıcı Behçet Efendi’dir. Betimlenin düzenini de öncelikle o oluşturur.
Betimleme yapılırken en dikkat çekici, atmosfere en uygun unsurlar seçilir. ‘şamdan,
mum, duvarlar, merdiven, kibrit’ vs. daha sonra da bu unsurlar betimlemenin kendi iç
mantığına uygun olarak sıralanır, “abdest-hâne kapısı önüne, içeri girdim, ellerimle
etrafı yoklayarak, duvarları tutuna tutuna, dışarı çıkıp, merdiven tarafına, gide gide,
hele, ber-tagrip, oda kapısı, yavaş yavaş içeri girip.”
Bir Osmanlı Kaptan’ın Bir İngiliz Kızı ile Vuku Bulan Sergüzeşti adlı hikâyede de yine
betimlemeler anlatıcının bakış açısı ile verilir. Hikâyenin baş kahramanı ve aynı zaman-
da anlatıcısı olan Nacit Bey mekân ve atmosfer tasvirlerinden çok kendisinin ve âşık
olduğu Elizabet’in betimlemesini yapar:
“(…) edebiyat hocamız olacak o sarı saçlı mavi gözlü mehpârenin etvar-ı fazilet-
medarı ve hususiyle temaşa-yı didar-ı melâhat-nisarı, değil bir saat, belki bir gün,
belki bir gece beklemeye değer bir manzar-i pür-behçet idi. İşte şu cihetle bana nöbet
odasında beklemekten ziyâde esna-yı derste zülf-i pîç-â-pîçine dolaşan zihn-i
perişanımı toplamak da ağır ve müşkil-ter görünürdü. Çünkü kendisinin ilim ve
tedrisçe fazl u maharetine bahusus haiz olduğu terbiye ve nezaketine meftun olmamak
ehl-i tabiata göre tahammülün haricinde idi.”31
Elizabet’in betimlemesinde fiziksel özellikleri ve özelliklerin yarattığı durum divan
edebiyatına ait “mehpare, etvar-ı fazilet-medârı, temaşa-yı didar-ı melâhat-nisarı, zülf-i
pîç-a-pîçine dolaşan zihn-i perişan” gibi kalıplaşmış mazmunlarla verilir. Nacit Bey’in
kendisinin fiziksel özelliklerini anlattığı betimlemesi ise daha gerçekçidir:
“(…) bendeniz İngiltere’ye gittiğimde yirmi üç yirmi dört yaşlarında olup, boy bos ve
tenasüb-ı endamıma şu hâlim de delâlet edebilirse de, o vakit vücudun henüz
taravetyab-ı kemâl olduğundan şimdiki gibi pâ-nihade-i zaaf u fütur olmayıp şîrane
kol salıp ayak attıkça besalet ve mehabetin cezâ-yı zemini tazyik eder. Hele şu
omuzlarımın genişliği ise güya feleğe göğüs gererek burc-ı esedi pençe-i nazarımda
30 Yazısal Okuma Süreçleri, s. 20. 31 Müsameretname (Cüz: IV), s. 25-26.
17
lerzan ederdi. İngilizlerin ekseriyâ omuzları düşük olduğundan tenâsüb-i endamıma
haset ederlerdi. Bununla beraber âsâr-ı taravet üzerinde tâb-dâr ve envâr-ı şebabet
vechimde şaşaa-nisâr olurdu. Her nasılsa İngiltere’nin âb u havasıyla da hüsn-i imtizaç
ederek vücutça gereği gibi istifade etmekle orada bir kat daha gelişip güzelleşmiş
olduğundan, hakikaten yüzüme bakmaya kıyılamazdı. Ve hele dide-i nisâ ile bakılır ve
nazar-ı seyr ve meylin ardı bırakılır şey değildim. İşte Elizabet’i de bana ziyadesi ile
mecbur eden şurasıdır. Bundan başka kuşam ve süs ve imtizan hususunda o derece
itina ve ihtimam ederdim ki maaşım şöyle dursun, servet-i zatiyemin bir haylisini de
terzi ve saireye sarf ederdim”32
Bu betimlemelerde anlatıcıya ait bir beğeninin olduğu göze çarpar. Bu tasvirler daha
çok iki gencin birbirlerine âşık olma sebebinin açıklanması için yapılmıştır. Nacit
Bey’in fiziksel özelliklerini anlattıktan sonra Elizabet’in ona fiziksel görünüşünden
dolayı âşık olduğunu açıklaması tasvirin de bu amaçla yapıldığının bir işareti olabilir.
Ayrılıkla biten bu aşkın çok da kuvvetli olmadığı betimlemelerle sezdirilir.
Tercüme olan Gerdanlık Hikâyesi’nde de daha önceki hikâyelerdeki tasvirlerle
karşılaşılır. Kişilerin fiziksel özelliklerine ve az da olsa bazı mekân tasvirlerine yer
verilir. Anlatıcı hikâye kahramanlarından biri değildir. Bu nedenle betimlemeler daha
çok anlatının mantığına göre düzenlenir. Kişiler sırasıyla teker teker tasvir edilir,
mekânların ise dikkate değer bölümleri sırası geldikçe betimlenir. Bu betimlemeler
hikâyeye bir durağanlık getirir. Çünkü betimlemeler anlatıda yer alan hareketin en az
olduğu kısımlardır. “Betimsel metin durağan görünümüyle ötekilerden ayrılarak
belirginleşir: Olaylar eş zamanlı olarak gerçekleşir ve sanki olaylarda hareket yokmuş
izlenimi verilir.”33 Betimlemelerde durağanlığa bir sebep de genellikle isim cüm-
lelerinin kullanılması; bu cümlelerde de niteleme sıfatları ile yer tamlayıcılarına sıkça
yer verilmesidir. Bu hikâyede Kardinal Ruhan, Madam Dö Lamot ve Kont Kalistro’nun
betimlemeleri anlatıyı durduran, sıfat ve yer tamlayıcılarıyla zenginleştirilmiş
metinlerdir.
“Zevk ve safahat-ı saltanatta familyasında cümleden namdarı ve yakışık ve güzellikte
Fransa’nın en dilber ‘kavaliyerlerin biri’ Gençliğinde Avusturya imparatoriçesi
32 age., s. 6-7. 33 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 20.
18
meşhur Mari Terez’in nezdine Fransa elçisi tayin olunmuş idi. İmparatoriçenin
nezdinde en yüzlü ve en nüfuzlu elçi bu idi.”34
Beşinci hikâye olan Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti de bir aşk hikâyesidir.
Diğer hikâyelerde olduğu gibi burada da âşık olunan kadın Mukaddes Hanım ve onunla
birlikte gezilen mesire yerlerinin betimlemeleri verilmiştir. Mukaddes Hanım, divan
edebiyatındaki kalıplaşmış mazmunlarla tasvir edilir. “Lakin Mukaddes Hanım daha on
iki yaşında olduğu hâlde bir duhter-i peri-peyker ve hüsn-i dilârası hakikaten nazar-ı
dikkati celb eylerdi.”35 Bu betimlemelerde de yine bir derinlik söz konusu değildir.
Sadece aşkın başlamasını ve gelişmesini sağlayan kişi ve mekân tasvirleri yine bir
araçtır.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyede betimsel metinler anlatısal me-
tinlerle içiçe verilmiştir. Hikâyenin başlangıcının soğuk kış günleri olması sebebiyle
anlatının devamı içinde yer yer tabiat tasvirleri yapılmıştır:
“Hasbe’l-mevsim dolu ile kar iki üç defa çend saat miktarı semâdan arz-ı çehre-i
haşmet ve vakar eylediyse de müteakiben inkilâb-ı hava ile barana mübeddel olup
sultan-ı bürudet-ferma-yı şita henüz lâyıkıyla hükmünü icra etmemekte, bunları tacile
mecbur eden halet ise şu müsaade-i şitaiyeden bilistifade Anapa’ya vâsıl olmak
maksadından neşet eylemekte idi.”36
Zavallı çocuk Biçuk ile sahibi Kabartaylı’nın zahmetli ve çetin yolculuğunu okuyucuya
göstermek için yapılan bu tasvirler hikâye ilerledikçe daha gerçekçi bir boyut kazanır ve
yine betimlemenin kendi iç düzenine uygun verilir. Anlatıcı, olay kahramanlarından biri
değildir. Bu nedenle betimleme yaparken kişilere ve tabiata dışarıdan bakar. Uzaktan
yakına doğru yoğunlaşan bir bakış açısı kullanır. Kahramanlar önce bir dağ eteğindedir.
Dağın tepesine tırmanırlar ve daha sonra dağın bitiminde bir dere kenarında yer alan
kulübeye ulaşırlar. Yapılan betimleme de bu sıralamayı takip eder.
“Şu cihetle son gayret olmak üzere aşacakları yüksecek bir dağa avcılardan firar eden
tavşanın bayıra sardığı gibi tırmanırcasına çıkmaya başladılar. Fakat onlar derece
derece yükseldikçe şimal rüzgarları da sert sert esmeye başlayıp karın yağışı da bir
derece kuvvetleşti ki ... Bu hal onlar için bâis-i telâş ve istical olup bari hiç olmazsa
34 Müsameretname (Cüz: V), s. 11. 35 Müsameretname (Cüz: VI), s. 4. 36 Müsameretname (Cüz: XIII), s. 12-13.
19
çıktıkları dağın öte tarafındaki coşkun dere kenarında bulunan çoban kulübelerinden
birine olsun can atabilmek için canlarını dişlerine alarak güç bela şahika-i cebele vasıl
olabildilerse de sultan-ı şita tamamıyla ahkâm-ı takat-fersasını icraya itina etmesiyle,
artık yer yüzünde yolculara men ve tehdide başladı. O hâlde dağın tepesinden etrafı
temaşa ile gidecekleri ciheti keşf etmek murad eyledilerse de yağmakta olan karın
kesretinden cevv-i hevada tabiî bir kesafet hâsıl olup ettikleri ciheti, hatta dağın alt
tarafları bile bir duman içinde kalıp eteklerini dahi asla müşahede edemediler. Eğer ki,
havanın şiddetine nazaran soğuk daha o dereceye gelmediyse de ruy-ı arzı teşkil eden
manzara-yı hak-i siyah serapa zir-i puşide-i sefid-i bürudet-iktinah olup yollar
nazardan nihân, (...)”37
Biçuk ve Kabartaylı’nın amacı dağın diğer tarafındaki kulübeye ulaşmaktır. Anlatıcı
onları dağın zirvesine çıkardıktan sonra, buradan gidecekleri kulübeyi seyrettirirken bir
sırayı takip eder. Kardan dolayı önce dağın eteklerine oradan da yollara geçer.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanımın Sergüzeşti adlı son hikâyenin başından itibaren İs-
tanbul’un çeşitli gezinti yerlerinin, sokak ve mahallelerinin betimlemesi yapılır.
Mekânın insan üzerindeki ve olay örgüsündeki etkisini göstermek için başından itibaren
İstanbul tasvirleri kullanılmıştır. Beyoğlu, Kâğıthane, Cağaloğlu, Taksim, Cihangir
hikâyede devamlı olarak karşılaşılan mekânlardır. Bunun yanında yine diğer
hikâyelerde olduğu gibi burada da asıl kahramanların fiziksel özellikleri biraz da olsa
kişilik özellikleri ile birlikte anlatı içinde kısa kısa betimlenir.
1.2. ANLATISAL METİN
Bir olayın zaman, mekân ve kişilerini belirterek gelişimini, duraklamalarını,
hızlanmalarını, değişimlerini veren metin türü anlatısal metindir. Anlatısal metinler
öyküyü anlatma yani öykülemedir. “Bir anlatımın okuru kendisine bağlaması için
gereken ilk öğe öykülemedir.”38 Çünkü önemli olan olay, yer, zaman ve kişilerden daha
çok bunların nasıl anlatıldığıdır.
Müsameretname’de yer alan yedi hikâyede anlatısal metinler ön plandadır.
Müsameretname’nin dış öyküsel kurgusu, gece toplantılarında mekânda bulunan
kişilerin sırası geldikçe birer hikâye anlatmasına dayanır. Sözlü kültür geleneğinin
37 age., s. 13-14. 38 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 21.
20
izlerini taşıyan bu yapıda da anlatıcı ön plana çıkar. Olaylar anlatıcının bakış açısından
verilir, daha doğrusu öykülenir. “Hikâyelerde en belirgin ve birinci plandaki anlatım
tarzı, ‘tahkiye anlatma’dır. Anlatıcı hikâyesini genellikle tahkiye yöntemi ile
dinleyicisine takdim etmektedir. Bu yöntemin tercih edilmesinin gerisinde ‘sözlü kültür
geleneği’ vardır.”39
Anlatısal metinlerin de tıpkı betimsel metinler gibi bir iç düzeni vardır. Olaylar
mantıksal bir çerçevede ardarda yerleştirilirken, kişiler mekâna oturtulur ve
süredizimsel bir sistemle anlatı gerçekleştirilir. Bu süre dizimsel sistemi de eylem
bildiren fiillerin zaman çekimleri, zaman belirteçleri ve fiilimsiler sağlar. Anlatısal
metinlerde genellikle geçmiş zaman (özellikle görülen geçmiş zaman) ve şimdiki
zamanın hikâyesi şeklindeki çekimli fiiller kullanılır.
Müsameretname’de yer alan Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti adlı birinci hikâyede
anlatıcı Binbaşı Rıfat Bey hikâyesine anlatısal metinle başlar ve genelde de hikâyenin
bütününe anlatısal metin hâkim durumdadır. Bir pazar günü yaptığı Boğaziçi gezisini
şöyle anlatır:
“Çend sene mukaddem, evvel-baharda bir pazar günü bera-yı tenezzüh Boğaziçi’ne
azimet etmiştim. Fakat şu azimet fevka’l-memul havanın birdenbire kesb-i safvet ve
letafet edişinden neşet eylediğinden, sabahleyin erkence bir münasip refik tedariki için
ehibbadan pek sevdiğim bir iki zata ariza-i Teşvikiye takdiminde bulundum ise de
tesadüfen biren mevani-i kaviye ile mukayyet bulunduklarından bahisle beyan-ı
teessüfü havî cevap alarak, hiçbirisinden eser-i muvafakat göremediğim vehleten
revnak-şiken-i şevk-i azimet olmuş idi. Lâkin hasbe’l-mevsim oraları pek çok zevatın
rağbet ve içtimaından gayr-i halî olacağı ve belki çoktan beri mütehassir-i şeref-
musahabeti olduğum bazı ehibbanın tesadüfü bile, siyab-ı ihtimalden sade ve ârî
olmayacağı ümidi, şem-i azimeti bettekrar işal eylediğinden, yalnızca gidivermeye
niyet ve Köprü’den saat iki buçuk vapuruna rakiben tahrik-i şerh-i azimet eyledim.”40
Kişi Belirten Sözcükler: ehibbadan, bir iki zata, hiçbirisinden, yalnızca, azimet
etmiştim, göremediğim, olmuşidim, azimet eyledim. (I. tekil şahıs eki de kişi
belirtmekte.)
39 İsmail Görkem, Halk Hikâyeleri Araştırmaları, Akçağ Yayınları, Ankara 2000, s. 130. 40 Müsameretname (Cüz: I), s. 3.
21
Zaman Belirteçleri: çend sene, evvel-baharda, bir pazar günü, birdenbire, sabahleyin,
erkence, hasbe’l-mevsim, çoktan beri, saat iki buçuk.
Zaman Çekimleri: öğrenilen geçmiş zamanın hikâyesi, görülen geçmiş zaman.
Eylem Bildiren Fiiller, Zarffiller, Sıfatgiller: etmiştim, olmuşidim, azimet eyledim,
edişinden, alarak, eylediğinden, sevdiğim bulunduklarından, göremediğim, olacağı,
olduğum, olmayacağı, gidivermeye.
Yer Belirteçleri: Boğaziçi’ne, vapuruna, köprüden, azimet etmiştim, gidivermeye
(fiillerde yer değiştirme anlamı bulunmakta).
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti adlı ikinci hikâyede de
anlatısal metinler ağırlıktadır. Yer yer betimsel ve açıklayıcı metinlerle iç içe verilen
anlatısal metinlerde Behçet Efendi anlatının iç mantığına uygun bir şekilde hikâyesini
anlatmaya başlar:
“Dediğim tarihlerde sinnim on üçüne davranarak mektep derslerinde oldukça okuyup
yazmayı ilerletmiş ve tab’an dahi güzeli çirkini fark etmek derecelerine gelmiş
olduğum halde, Makbule Hanım bizim mektebe verilerek kalfalığı bizzat bana tahsis
olunmuş idi. Çünkü ben Girit’li bir familya eczâsından bulunduğum cihetle Rumca
tekellüm edebiliyordum. Makbule Hanım da lisan-ı Türkîden ziyade şive-i zeban-ı
Rûmîye aşina idi. Buna da sebep, pederi mülkiye memuriyetiyle hayli müddet Bahr-i
Sefid adalarında geçmiş, o birkaç seneler de ahalisi sırf Hristiyandan olup, Makbule
Hanım da pederiyle bulunup, oralarda Türkçe muallim bulunmadığı cihetle kendisi
tahsilsiz kalmamak üzere on yaşına kadar Türkçeye bedel Rumca tahsilinde
bulundurulduğundan ve bundan başka validesi dahi zaten Sakızlı olmak cihetiyle
mükâlemeleri tabiî Rumcaya münhasır gibi olduğundan elhasıl Makbule Hanım
Türkçe tekellümde âdeta bir mübtedi hükmünde bulunduğu hâlde pederi vefat ederek
validesiyle beraber İstanbul’a avdetle mektebe verileceği sırada her nasılsa benim
Rumca bilişim haber alınarak, şu münasebetle kalfalığım dahi Makbule Hanım’ın
validesi tarafından tensip olunmuş idi.”41
Kişi belirten sözcükler: güzeli, çirkini, Makbule Hanım, bizim, bizzat, bana, familya
eczâsından, pederi, ahalisi, muallim, kendisi, validesi, benim, kalfalığım, sinnim,
olduğum, bulunduğum (I tekil şahıs iyelik eki kişi belirtmekte), aşina idi, geçmiş (III.
tekil şahıs eki kişi belirtmekte).
41 Müsameretname (Cüz: II), s. 4-5.
22
Zaman belirteçleri: tarihlerde, sinnim, on üçüne, hayli, birkaç senelerde, on yaşına,
kadar, sırada.
Zaman çekimleri: duyulan geçmiş zamanın hikâyesi ve şimdiki zamanın hikâyesi
Eylem bildiren fiiller, zarffiiller, sıfatfiiller: tekellüm edebiliyordum, tensip olunmuş
idi, davranarak, oldukça, okuyup, verilerek, olup, ederek, alınarak, yazmayı, olduğum,
bulduğum, bulunmayan, bulunmadığı, bulunduğundan, verileceği.
Yer belirteçleri: mektep, Giritli, mülkiye memuriyeti, Bahr-ı Sefîd adalarında,
Mekâtib-i İslamiyye, mahallerde, Sakızlı, İstanbul’a, gezmiş, avdetle (son iki sözcükte
de yer değiştirme anlamı bulunmakta).
Gerdanlık Hikâyesi adlı tercüme hikâyede hem iç anlatı da hem de dış anlatıda anlatısal
metin kullanılır. Anlatıda, çerçeve hikâyenin anlatıcısı, iç hikâyeden ve iç hikâyenin
anlatıcısından bahsederken yani çerçeve hikâyeyi oluştururken tamamen anlatısal metni
kullanır:
“Bu yadigar, kulağı delik ve hem de oldukça hoş-efkâr olduğu cihetle nöbet-i hikâyet
bir gece de Hamparson Ağa’ya tevcih olundukta, kendisinin o misillü şayan-ı ibret
sergüzeşti olmayıp, varsa da ufak tefek vakıalardan ibaret olduğunu ifade ile, fakat
nöbetine mukabil olmak üzere âsâr-ı milliyelerinden en ziyade mezaya-pesend-ı tab’ı
olan bir Gerdanlık Hikâyesi tercümesini okuyup, garabet-i mealinden hakîkaten
huzzarı memnun bıraktı.”42
Kişi belirten sözcükler: yadigar, kulağı delik, hoş efkar, Hamparson Ağa’ya, huzzarı,
kendisinin, tevcih olunmakta, memnun bıraktı (I. çoğul şahıs ve III. tekil şahıs ekleri
kişi belirtmekte).
Zaman belirteçleri: bir gece, nöbetine, üzere.
Zaman çekimleri: görülen geçmiş zaman.
Eylem bildiren fiiller, zarffiiller, sıfatfiiller: memnun bıraktı, tevcih olundukta,
oldukça, okuyup, olmayıp, olduğu, olmak, olan.
Vasfi Bey’le Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti adlı beşinci hikâyede anlatının temeli
anlatısal metne dayanmaktadır. Zaman zaman Mukaddes Hanım’dan bahsedilirken
42 Müsameretname (Cüz: V), s. 2-3.
23
betimsel metinlerden faydalanılsa da, anlatının temel unsurları hikâyeye anlatısal
metinle oturtulur:
“Bunun üzerine ben o pazar yine Kağıthane’ye giderek dört gözle Mukaddes
Hanım’ın teşrifine muntazır bulundumsa da, nerede? Ertesi cuma pazar yine giderek
akşamlara kadar Kağıthane’de bekledim. Hayır, böyle böyle sırasıyla bir kaç haftalar
daha devam ettim. Asla bir eser yok. Mukaddes Hanım’ın öyle seyr ve seyrana alışık
olmadığını tahattur ederek artık kat-ı ümit etmeli idiysem de kendisiyle o cuma günkü
lezzet-i teşerrüf bir türlü hayalimden gidemediğinden (…) rivayet olunduğu gibi, ben
de ‘Kağıthâne serhat, biz yamak’ diyerek öyle bir kuru ümide bilâfasıla tamam on iki
hafta hizmet eyledim. Şöyle ki, gide gide hep Kağıthâne’nin mevsimi geçip çayırlar
çağlayanlar kurudu ve artık kimseler gelmez olup seyir günleriyle eyyam-ı âdiyenin
hiç farkı kalmadı.”43
Kişi belirten sözcükler: ben, Mukaddes Hanım’ın, kendisiyle, birisinin, biz, kimseler,
bulundumsa, bekledim, devam ettim, etmeli idiysem, (I. tekil şahıs eki kişi belirtmekte),
olmadığını, hayalimden, gidemediğinden (I. ve III. tekil şahıs iyelik eki kişi
belirtmekte).
Zaman belirteçleri: pazar, cuma, ertesi, akşamlara, kadar, böyle, sırasıyla, bir kaç
haftalar, daha, günkü, bir vaktiyle, yıllarca, on gün, iki hafta, mevsimi, seyir günleriyle.
Zaman çekimleri: görülen geçmiş zaman.
Eylem bildiren fiiller, zarffiiller, sıfatfiiller: bulundumsa, devam ettim, etmeli
idiysem, hizmet eyledim, kalmadı, bekledim, giderek, ederek, olup, diyerek, gide gide,
geçip, olmadığını, gidemediğinden, olduğu, olunduğu.
Yer belirteçleri: Kağıthâne’ye, çayırlar, çağlayanlar, derenin, giderek, gide gide (iki
zarffiilde de yer değiştirme anlamı bulunmakta).
Diğer hikâyelere göre metin türü bakımından en fazla çeşitliliği içeren (betimsel,
açıklayıcı, kanıtlayıcı) Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyede de anlatı
anlatısal metne dayanmaktadır. Faik Bey’in Nuridil Hanım’la yeniden karşılaşması
şöyle verilir:
43 Müsameretname (Cüz: VI), s. 9-10.
24
“Faik Efendi birçok seneden ziyâde Girit’te bulunduğundan sedye içinde gelirken
İstanbul’un sokaklarını seve seve seyreder ve gelip geçenleri gördükçe, İstanbul’a
geldiğinden kalbinde bir memnuniyet hissederdi. O aralık Aksaray yokuşundan
yukarıya doğru siyah atlas feraceler ve ellerinde siyah şemsiyelerle iki hanım zuhur
etti. Bunların üç beş adım önlerinde üstü başı temiz ve kâmilce bir harem kâhyası
olduğu halde gele gele sedyeye yaklaşıp ikisi de Faik Bey’i süze süze seyrederek
geçtiler. Lâkin bunların geçmeleri Faik Bey’in o hâl-i bimarı içinde yüreğine bir oktur
saplandı. Çünkü o siyah feracelerin birini ziyadesiyle gözü ısırdı. Derhal yanında
Mustafa Efendi’ye bakındıysa da o da henüz gelmemiş idi. Eğer gelmiş olsaydı işi
gücü bıraktırıp artık misafirliğe mihmandarlığa bakmayarak hemen kendisini o genç
hanımların arkasından saldırıp hiç olmazsa konaklarının ne tarafta olduğunu olsun
öğrenmeyi rica edecekti.44
Kişi belirteçleri: Faik Bey, gelip geçenleri, iki hanım, harem kâhyası, ikisi de, siyah
feracelilerin, birini, Mustafa Efendi’ye, kendisini, bunların, o genç hanımların, seyr
eder, hissederdi, bakındıysa da, gözü ısırdı, gelmemiş idi, rica edecekti, gelmiş olsaydı,
geçtiler (I. ve II. tekil şahıs ekleri kişi belirtmekte), bulunduğundan, yüreğine (III. tekil
şahıs iyelik eki kişi belirtmekte).
Zaman belirteçleri: birçok seneden, o aralık, derhal, henüz, artık.
Zaman çekimleri: geniş zaman, görülen geçmiş zaman, öğrenilen geçmiş zamanın
hikâyesi, gelecek zamanın hikâyesi.
Eylem bildiren fiiller, zarffiiller, sıfatfiiller: seyr eder, hissederdi, zuhur etti, gözü
ısırdı, saplandı, gelmemiş idi, rica edecekti, gelmiş olsaydı, bakındıysa, gelirken, süze
süze, seve seve, gördükçe, gelip, gele gele, yaklaşıp, ederek, bıraktırıp, bakmayarak,
saldırıp, bulunduğundan, gelen, geldiğinden, olduğu, geçmeleri, öğrenmeyi.
Yer belirteçleri: Girit’te, İstanbul’un, Aksaray, sedye, yokuşundan, yukarıya, doğru, üç
beş adım, önlerinde, arkasından, konaklarının, ne tarafta bulunduğundan, geldiğinden,
gele gele, yakalayıp, geçmeleri, gelmemiş idi (fiilimsilerde ve fiillerde de yer değiştirme
anlamı bulunmakta).
İhsan Hanım yahut Atiye Hanım’ın Sergüzeşti adlı son hikâyede diğer hikâyelerde
olduğu gibi anlatının omurgasını anlatısal metinler oluşturur:
44 Müsameretname (Cüz: IX), s. 42.
25
“Kadınlar şu hâl-i dehşetistimale evvela biraz suret-i tahammül gösterdiler ise fena
halde bunalıp derken saçılan şerarelerden içlerinden birisinin yaşmağına düşmesi ile
orada bir gulguledir koptu ve biçareler hep birden telaş ve heyecana gelerek artık
birbirlerini çiğnercesine hemen türbe-i şerifin iki tarafındaki sokaklardan
Cağaloğlu’na doğru firara başladılar. O karışıklıkta artık bağıran kim? Çağıran kim?
Tekerlenip düşen, üstü başı yırtılan kim? Pabucunu ayakdaşını kaybeden kim?... Her
ne hal ise kaçanlar vardıkları mahallerde hallerini muayene ederek kendilerine
çekidüzen vermekte bulundukları sırada Hacı Nazif Efendi’nin haremi dahi esna-yı
firarda rüfekasından bazılarının tesadüfen kimisi ilerde kimisi geride kaldıkları cihetle
yanından ayrı düşenlerin cümlesi ile Cağaloğlu caddesinin dört yol ağzında
buluştularsa da kemâl-i mihr ü vikayetle kucaklarında götürdükleri Atiye isminde üç
üç buçuk yaşında bir kerimesinin nerede kaldığından hiçbirisi malumat veremedi.45
Kişi belirten sözcükler: Hacı Nazif Efendi, Atiye, kadınlar, haremi, refikâsı, birisini,
biçareler, kim, kendileri, kimisi.
Zaman belirteçleri: Evvela, hemen, sırada.
Zaman çekimleri: görülen geçmiş.
Eylem bildiren fiiller, zarffiiller, sıfatfiiller: tahammül gösterdiler, gulguledir koptu,
firara başladılar, buluştularsa, malumat veremedi, bulanıp, derken, gelerek, ederek,
saçılan, düşmesi, bağıran, çağıran, tekerlenip, düşen, yırtılan, kaybeden, vermekte,
bulundukları, kaldıkları, götürdükleri, kaldığından.
Yer belirteçleri: Cağaloğlu, türbe-i şerif, sokaklarından, mahallerde, dört yol ağzında,
yanından, caddesinin, doğru, ilerde, firara başladılar, vardıkları, ayrı düşenler, vardıkları
(fiillerde ve sıfatfiillerde de yer değiştirme anlamı bulunmakta).
Müsameretname’nin geneline bakıldığında yedi hikâyenin de anlatısal metne
dayandığı görülür. Anlatısal metnin iç düzenini oluşturan şahıslar, yer belirteçleri,
zaman ve durum ifade eden zarffiiller, sıfatfiiller ve çekimli fiiller hikâyelerin içine
mantıksal bir çerçevede yerleştirilir. Bu unsurlar hikâyelerde süredizimsel bir sıra
izlerler. Hikâyelerin tamamı geçmişte yaşanan bir takım öykülere dayanır. Bu öyküler
geçmişten başlayarak yaşanılan güne doğru kendi içlerinde bir sıra takip ederler. Bu
sırayı da fiil çekimlerindeki zaman ifadeleri sağlar. Hikâyelerin genelinde anlatısal
45 Müsameretname (Cüz: X), s. 6-7.
26
metne uygun olarak öğrenilen geçmiş zamanın hikâyesi, şimdiki zamanın hikâyesi ve
görülen geçmiş zaman çekimli fiiller kullanılır. Bunların yanında dönemin dil
özelliklerine bağlı zaman belirteçleri ve fiilimsiler de bulunur.
1.3. AÇIKLAYICI METİN
Bilgi vermek amacıyla yapılan açıklamalardan oluşan metin türüdür. Bilgi iletilirken
anlaşılır ve kolay bir anlatıma başvurulur. Çünkü amaç bilgi verirken göndergede
bulunmak değil okuyucuyu bilgilendirmektir:
“Başlangıçta bir soru, bir sorun olduğunu var sayar ve bunları açıklamaya çalışır.
Onun için bilgilendirici yani göndergesel metinlerden farklılık gösterir. Bu tür
metinlere daha çok ders kitaplarında, basitleştirilmiş bilimsel kitaplarda sözlüklerde,
hatta deneme yazılarında rastlıyoruz.”46
Müsameretname’de Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku bulan
Sergüzeşti’nde, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde, Gerdanlık Hikâyesi’nde
açıklayıcı metinler kullanılır. Bu açıklayıcı metinler yabancı sözcüklerin Türkçe
karşılıklarının dipnotlar halinde verilmesiyle oluşur. Sadece Türkçe karşılıkları
verilmekle kalınmaz eğer yer ya da nesne isimleriyse bunların özellikleri ile ilgili
açıklamalar da yapılır.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulunan Sergüzeşti’nde:
“Evvela Haystrit’te büyük gazinosunun (…)
(…)
(1) ‘Haystrit’ bulunduğumuz Porsmis tersanesine en yakın olan denize nazır bir mahal
olup pek güzel bir çarşısı vardır ki ağır ve temiz lokantalar ve pek temiz hoteller ve
gayet müzeyyen gazinolar ve güzel bahçeler mevcuttur. Orada çalgılar ve sair her türlü
eğlenceler eksik olmaz ve tersaneye kurbiyeti cihetiyle bahriye zabitanı ekseriya oraya
gidip tenezzüh ederler.” 47
46 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 25. 47 Müsameretname (Cüz: V), s. 13.
27
Gerdanlık Hikâyesi’nde:
“Ne zaman baktı gördüyse ki kraliçenin boynunda ne gerdanlık var ne de başka bir
şey! Ne ‘kadas’ ta(2) ne kralın tebrik dairesinde ne akşam ‘suare’sinde kraliçenin
boynunda gerdanlığa benzer hiçbir şey (…)
(…)
(2) Bir nev cemiyet-i takdisiye.
(3) Gece sohbeti, yani müsamere” 48
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde:
“İşte bu ray(1) bandırası görülür görülmez sefine-i zafer-pişeden derhal ateş kesilip
maytaplar yakılarak üzerlerine bir büyük filika gönderildi. Gelen asakir içeri girerek
gemide yalnız kaptan ve miçosunu(2) terk ile arada bir onbaşı takımı bırakıp gemide
bulunan on nefer Rum marnelleri alıp götürdüler. Müteakiben o gemiden bunların
üzerine rampa(3) olunarak (…)
(…)
(1) Teslim demektir ki, mağlubiyyet-i harbiyede müstamel bir tabir-i umumîdir.
(2) Tüccar gemilerinde çekirdekten yetişen tayfalar.
(3) Bir geminin diğer gemi üzerine galibane yanaşması.”49
Üç hikâyede başvurulan bu açıklayıcı metinlerde genellikle isim cümleleri kullanılır.
Emin Nihat Bey bu açıklamaları okuyucusu açısından bir sorun yaratmaması için
yapmıştır. Çünkü o dönemde yabancı dil bilen kişi sayısı oldukça azdır. Okuyucusunun
beklentileri ve bilgi düzeyleri doğrultusunda hareket eden yazar başka dillere ait
sözcüklerin Türkçe karşılığını ve özelliklerini sözlüksel olarak açıklamıştır.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde anlatıcı Faik Bey ve Esat Efendi’nin
yaptığı ilaçların tariflerini sorulmuşçasına açıklama gereği duyar. Bu tarifler de
açıklayıcı metinler olarak alınabilir:
48 age., s. 32. 49 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 38.
28
“Meselâ basur için, çalapa tozu dirhem-i yarım, erkek kasnı, keza meyan balı dirhem-i
bir hallolunmuş zamg-ı Arabî ile miktar-ı kâfi güvercin kökü tozu, yevmiye onar tane
alınmak üzere yirmi hap tertip olunurdu.
Meselâ frengi için, Cezayir saparnesi dirhem-i dört, peygamber ağacı, keza kısacık
mahmud dirhem-i iki, yarım kıyye su ile yüz elli dirhem kalıncaya kadar kaynatılıp
sabah akşam içilmek üzere matbuh tertip olunurdu.
Ve yine tertibi hatırda kalanlardan. Meselâ, sürer dirhem-i dört, ağu selmanî buğday-ı
dört, sarı balmumu dirhem-i on beş, zeytin yağı dirhem-i yüz. Bunlar melhem
suretiyle kaynayıp tozlu balgam ve alazlama ve çatlak için verilirdi.
Ve bazen de hikmet-i cedide üzere sulfatolu sıtma hapları ve trementi ve Mekke
pelesengi ile bel soğukluğu hapları ve daha sair bir takım uyuz ve ergenlik ve mayasıl
ve sancı ve başağrısı için gûnagûn tozlar ve matbuhlar tertip olunurdu.”50
1.4. KANITLAYICI METİN
Yazarın bakış açısı ile düşünce sistemini yansıtan ve bunu okuyucuya da
kabullendirmeye çalışan metin türüdür. Gönderge amacı güden bir metin türüdür.
Amaç düşünce ve yargıyı kabullendirmek olduğu için daha çok fikir ağırlıklı hareketsiz
metinlerdir. Okuyucuyu ikna etmek için yazar genelleme yaparak fiil çekimlerinde buna
uygun olarak geniş zaman ve şimdiki zaman eklerini kullanır. Verilen düşünce ve
yargıyı kanıtlama peşinde olan yazarın kullandığı bir başka dil özelliği de mantıksal
bağlaçlardır. “Bir kanıtlayıcı söylem oluşturulurken, ‘üstelik’, ‘çünkü’, ‘zira’,
‘gerçekten’, ‘ama’ gibi mantıksal bağlaçlar kullanılır.”51
Müsameretname’de Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan
Sergüzeşti’nde, Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve Faik Bey İle
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde, Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde kanıtlayıcı metin
örnekleri verilmiştir.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey’in
annesinin oğlunu evliliğe ikna çabalarında kanıtlayıcı metin kullanılır:
50 Müsameretname (Cüz: IX), s. 59-60. 51 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 26.
29
“-A evladım! Daha iyi ya. Benim muradım ancak seni hoşnut etmektir. Elbette
‘Bilmediğin atı almaktan istediğin kısrağı almak iyidir’ derler, meşhur meseldir.
İstediğin her kim ise söyle hemen yarın ona gideyim.”52
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Faik Bey ne kadar acı çektiğini, Mustafa
Efendi’ye ne kadar minnet duyduğunu göstermek için kanıtlayıcı metin türünü kullanır.
“-Ah ah! Senin şu lütufların beni ne derece memnun bırakıyorsa talih-i na-sâzım da
kalbimi o kadar meyusiyete düşürüyor. Çünkü ‘At bulunur meydan bulunmaz, meydan
bulunur at bulunmaz’ dedikleri işte benim hâlim gibi gece yarısıyla bir yerde içtimaı
mümkün olmayan gündüz ortasına benzeyen maddelerdendir.”53
İki hikâyedeki kanıtlayıcı metinlerde ikna etme durumu, düşünceyi kabul ettirme
özelliği verilen atasözlerinde yoğunlaşır. Nacit Bey’in annesi oğlunun nasıl mutlu
olacağını belirtirken onu atasözüyle örneklendirmeye çalışır. Faik Bey de Nuridil
Hanım’a kavuşamamasına en büyük engel imkânsızlıkların, şu anda yok olduğunu fakat
bütün imkânlara rağmen şimdi de Nuridil Hanım’dan haber alamadığını, bu durumun
kendisini ne kadar üzdüğünü anlatırken atasözüne başvurur. Bu iki atasözü yaşanılan
durumları daha iyi pekiştirir. Bu atasözlerinden önce yine kanıtlayıcı metnin belirgin
özelliklerinden mantıksal bağlaçlar kullanılmıştır.
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde kanıtlayıcı metni, Vasfi Bey’i yanlış
bir hareket yapmaması için ikna etmeye çalışan Lütfü Dede kullanır:
“-Dur! Delilik etme. Bir adam madem ki sevdiğinin kara haberini aldığı ilk saatte
tahammül eder, ondan sonrakiler o kadar ağır değildir. Hem öyle bil ki, bu saat
kendini öldürsen sevgiline kavuşamazsın. Yalnız kıyamete kadar bir seyyah-ı bekanın
üç aylık peşine düşmüş olursun!
- Vay! Ölüm de o kadar insafsız mıdır ki, eşiğine baş koyan bir biçareyi yine fırkatte
bıraksın?
- Evet! Kolay mı sandın? Sen bu yiğitliği işte o vakit etmeliydin. Madem ki o hâle
sabrettin senin için yine tahammül gerektir. Çünkü eşinden arda kalan bir gönül ne
kadar cefaya katlanırsa vefatında sevdiğine o derece yaklaşır.”54
52 Müsameretname (Cüz: IV), s. 94-95. 53 Müsameretname (Cüz: IX), s. 52. 54 Müsameretname (Cüz: VI), s. 40.
30
Lütfü Dede Vasfi Bey’i intihar fikrinden vazgeçirmeye çalışır ve onu ikna ederken
kanıtlayıcı metni kullanır. Sonunda Vasfi Bey’i ikna eder. Vasfi Bey’in Lütfü Dede’nin
söylediklerini kabul etmesinin bir nedeni de onun farklı ve mistik kişiliğidir. Lütfü Dede
bu özelliklerini kullanır ve açıklamalar yaparak Vasfi Bey’i ikna eder.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde kanıtlayıcı metin, ecnebinin kızları tarafından Rıfat
Bey’e Hristiyanlığı kabul etmesi için kullanılır. Karşılıklı konuşmalara dayanan bu
metin çeşidinde kızlar başarılı olamaz. Bütün çabalamalarına rağmen Rıfat Bey’e
Hristiyanlığı kabul ettiremezler.
31
II. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ANLATININ DÜZENLENMESİ
2.1. ANLATIYA BAŞLANMASI
Müsameretname’nin çerçeve öyküsü bir açıklama ile başlar. Bu açıklama kısmı
çerçeve hikâyenin kurgusunu özetler niteliktedir. Her gece toplanan arkadaş
sohbetlerinde her kişinin bir hikâyesini anlatacağını belirten özet kısmı hikâyenin
kendisini oluştur. Geleneksel öykü yapısının bir özelliği olan bu özet kısmı bir hazırlık
safhasıdır. Geleneksel hikâyeler de anlatılar genellikle ya bir açıklama ile ya da bir özet
kısmıyla başlar. Bu açıklama ve özet yaşanacak olan entrika ve gerilimin habercisidir,
bir hazırlık safhasıdır. Bu tür öykülerde ayrıntılara fazla yer verilerek uzun ve gereksiz
tasvirler yapılabilir. Başlangıçta yapılan açıklamaların bazılarının sonuçla alakalı
olmadığı da görülür. Örneğin kitabın ilk hikâyesi Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti bir
açıklama paragrafı ile başlar:
“Çend sene mukaddem evvel-baharda bir pazar günü bera-yı tenezzüh Boğaziçi’ne
azimet etmiş idim. Fakat şu azimet fevk’al memul havanın birdenbire kesb-i safvet ve
letafet edişinden neşet eylediğinden sabahleyin erkence bir münasip refik tedariki için
ehibbadan pek sevdiğim bir iki zata ariza-i teşvikiye takdiminde bulundum ise de
tesadüfen birer menavi-i kaviye ile mukayyet bulunduklarından bahisle beyan-ı
teessüfü havî cevap alarak hiçbirisinde eser-i muvafakat göremediğim vehleten revnak
şiken-i şevk-i azimet olmuş idi…”55
Hikâyenin bu açıklama kısmı daha sonra oluşacak olayların habercisidir. Entrika ve
merak dolu olaylar için ortam hazırlanmıştır. Bu açıklamanın devamında hemen
olaylara geçilmez. O günkü Boğaziçi’nin hava durumu, binilen vapurdaki yolcuların
tasvirleri, İstanbul’un coğrafî konumu ve betimlemeleri asıl olayın başlamasına kadar
55 Müsameretname (Cüz: I), s. 3.
32
verilen ayrıntılardır. Bu ayrıntıların pek çoğunun olayla alakası yoktur. Asıl olay Rıfat
Bey’in ecnebi ile tanışması ve misafir olarak onun evine gitmesidir.
Açıklama ile başlayan İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde,
anlatıcı Topkapı Saray’ı ile Beyazıt Cami’sine kadar olan kısımda hazırlanan alay
caddesinden ve alay geçidinden bahsederek hikâyeye başlar:
“Bin iki yüz altmış beş senesi ramazan-ı şerifi, mevsim-i sayfın esna-yı
germagermisine tesadüf edip leyle-yi mukaddese-yi Kadr’in mutat olan selâmlık resm-
i alîsi Topkapı saray-ı hümayunundan berren Bayezit cami-i şerifin[d]e tertip
olunduğu halde malûm olan alay caddesi bir derece tezyin ve tenvir olunmuş idi ki
sokaklar o vaktin ihtiraat-ı nariye ve iştialiyesine bir meslek-i tecrübe ittihazıyla
serapa eşkâl-i mütenevviayı havî münevver armalarla tezyin ve darphane ve Sultan
Ahmet ve Bayezit meydanlarıyla mevki-be-mevki vasice olan mahaller süruc-ı
rengârenk ve gûnagûn maytap ve fişeklerle tevşih ve teş’il olunup Divan yolu ise
heyet-i kadimesi olan darlığıyla beraber iki geçeli haneleri istilâ eden âsâr-ı
tenviriyeden hakikaten reşk-aver-i masebk-i şehrayin olmuş idi.”56
Yapılan bu açıklamalar asıl olaya, Atiye’nin kaybolmasına kadar devam eder. Alay
caddesinin süsünden, güzergahından, kalabalıklığından, yaşanılan izdihamdan
bahsedilir. Çünkü bu mekânda, yaşanılan izdihamdan ve geçiş alayının patlattığı maytap
ve fişeklerin yarattığı korkudan ve kargaşadan dolayı Atiye kaybolacaktır. Bu hikâyenin
başlangıç kısmı Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’ndeki kadar uzatılmamıştır. Olaya giriş
yapılan bu başlangıçta entrika başlar ve gergin bir hava oluşur.
Müsameretname’de açıklama ile başlayan hikâyelerin yanında özetle başlayan
hikâyeler de vardır. Bunlardan ilki Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın
Sergüzeşti’dir. Hikâye Behçet Efendi’nin Makbule Hanım’a olan aşkını anlatan ve
ailesini tanıtan bir özetle başlar:
“Ben gençliğimde Makbule Hanım namında bir kızın ateş-i aşkıyla sûzan ve mihnet-i
muhabbetiyle giryan ve sergerdan olup hâlâ tahassur-i ebedîyesiyle nalende ve firkat-i
ciğer-sûzuyla müteessir ve dil-âzerde olmaktayım.
Pederim Asmaaltı tüccarından Giritli Haşim Ağa namında muteber bir zat olup
hanemiz Fatih’te Boyacıkapısı civarında olmak münasebetiyle hin-i sabavetimde
56 Müsameretname (Cüz: X), s. 2
33
Fatih’teki taş mektebe devam eder ve Makbule Hanımla ülfet ve ünsiyet ederek
kendisini gayetle sever idim.”57
Bu özet kısmı aslında hikâyenin konusu oluşturan temayı belirterek anlatıyı başlatır.
Özetten sonra Behçet Efendi hemen Makbule Hanım’a olan aşkına geçmez. Önce o
dönem sıbyan mektepleri hakkında bilgi verir ve genellikle halk hikâyelerinde de
sevgililerin karşılaşma ve âşık olma mekânı olan bu geleneksel mekânda filizlenen
aşkını anlatmaya başlar.
Özetle başlayan bir başka hikâye Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku
Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey mühendis oluşunu, İngiltere’de Viktorya adındaki bir
gemiye mühendis olarak atanmasını, Elizabet’e âşık olduğunu özet halinde sıralar:
“Bendeniz bir vakit İngilizli bir kızın sefine-i muhabbetine süvar ve derya-yı aşkında
yıllarca bikarar olup nihayet cezire-i visalinde payidar olmuş idim. Bu macera şu
vechle ârâyiş-bahş-ı iptida oldu ki, bendeniz ikmal-i fünun-ı bahriye için mukaddema
İngiltere’ye gönderilerek altı sene tahsilde bulunmuş idim. Fakat biz bu evvelce
bahriye mektebinde tekmil-i ders ile birinci sınıf şehadetnamesini alarak gemilere
çıkıp on altı ay kadar da donanma-yı hümayunda ameliyat-ı bahriye gördükten sonra
çend nefer refikimle beraber İngiltere’ye gönderildiğimizde İngiliz gemilerine
mühendislik sıfatıyla kabul olunarak her birimizi bir gemiye dağıttıkları sırada beni de
henüz tezgahtan indirilmiş olan Viktorya namında bir uskur fırkateyne verdiler.58
Nacit Bey bu özet kısmında hikâyenin zamanını da belli etmiştir. Gerçeklik izlenimi
uyandırmaya çalışan yazar özette donanma ve atama biçimi ile ilgili bilgiler verir.
Bunların gelişecek olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. Nacit Bey bu girişten sonra da hemen
olaya geçmez. Elizabet’in babası Mister Havel ve Elizabet, dershaneleri ve sistemleri
hakkında bilgiler verir. Özette belirtilen aşk gelişecek olayların habercisidir. Bu aşk
sonucunda Nacit Bey bir süre İngiltere’de kalacak, Flaver ile gerilim yaşayacak,
Elizabet’le evlenecek, çocuğunu kaybedecek ve pişmanlık yaşayacaktır.
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti de bu hikâyede olduğu gibi özetle başlar.
Vasfi Bey Mukaddes Hanım’a olan aşkını, eğitimini, oturduğu semti özetler:
57 Müsameretname (Cüz: II), s. 2. 58 Müsameretname (Cüz: IV), s. 2.
34
“Bendeniz Mukaddes Hanım namında bir mehparenin ateş-i aşkıyla sûzan ve mihnet-i
hicriyle nalân ve giryan olup el’an daire-i ümit ve visalin bir mehcuriyet-i garibesi
içinde sefil ve sergerdan olmaktayım.
Şimdi bende-haneyi inşa ettirmeden evvel sekiz on sene kadar icar ile üç beş mahalde
aram ve ikamet edip o tarihte birkaç senelerde Aksaray’da Yusuf Paşa Çeşmesi
civarında bir hanede bulunmuş idik. O vakitler sinnim on üç on dört raddelerinde olup
Aksaray Rüştüye Mektebine devam ile pederin teşviki üzerine ehibbasından Mesut
Efendi namında bir zattan da rik’a tahsil ederdim.
(…)
Biz o meşk günleri sekiz on çocuk Mesut Efendinin hanesinde içtima ettiğimiz gibi bir
müddet sonra Mukaddes Hanım da konağı o civarda olmak münasebetiyle lalası
Reyhan Ağa ile oraya devama başladı.”59
Vasfi Bey özette ailesi, kendisi, Mukaddes Hanım, oturdukları semt ve Mesut Efendi
hakkında da bilgi verir. Oysa Mesut Efendi’nin hikâyede fonksiyonel bir yönü yoktur.
Bu hikâyede de Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde
olduğu gibi iki gencin aşkı mektepte başlar. İkisinin de başındaki özet kısmında
aşklarından, ailevi durumlarından ve oturdukları yerden bahsedilir. Bu hikâyede de
yaşanılan bütün olayların hazırlayıcısı ve itici gücü konumundaki aşk hikâyenin
başlangıcında verilir.
Özetle başlayan son hikâye Gerdanlık Hikâyesi’dir. Yalnız bu hikâyenin başlangıcı
başta ayrı bir bölüm halinde Mecmua-i Kıtaat-ı Tevarih Gerdanlık Hikâyesi adıyla
verilir. Hemen hemen dört sayfadan oluşan bu özette Fransa kralı XIV. Lui ve XVI.
Lui’den, Kraliçe Mari Antuanet’ten, ülkenin o günkü sosyal ve ekonomik durumundan,
kuyumcu başı Bahemr’in kraliçe için çok pahalı ve güzel bir gerdanlık hazırlaması,
fakat kraliçenin ülkenin durumunu düşünerek krala gerdanlığı almamasını söylemesi,
gerdanlığın kuyumcu başının elinde kalması anlatılır. Anlatıcı özetin sonunda hikâyenin
daha iyi anlaşılması için hikâyede yer alan kişilerin tanıtılacağını belirterek “İptida-yı
Hikâye” başlıklı kısma geçer. Bu özette anlatı içinde açıklayıcı olan bir takım
ayrıntılarla beraber olay kısaca anlatılır. Gerçekten İptida-yı Hikâye başlığında gelişecek
olayların nedeni başlangıç kısmında verilir ve bu başlangıç entrika, yalan, gerilim dolu
59 Müsameretname (Cüz: VI), s. 2-3.
35
hikâyenin hazırlayıcısı konumundadır. İptida-yı Hikâye’nin başlangıcında hemen
olaylara geçilmez. Kahramanların isimleri verilerek tek tek ayrıntılı bir biçimde tanıtılır.
Fazla ayrıntı içeren bu açıklamalardan sonra anlatıya geçilir.
Özet veya açıklama ile başlayan bu hikâyelerin dışında faklı şekilde başlayan tek hikâye
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüteşti’dir. Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti
yine geleneksel hikâyelerdeki başlangıçlardan biri, anlatının ortadan başlaması şeklinde
olan bir anlatıyla verilir. Geleneksel hikâyelerde anlatıcı, hikâyesine o anla ilgili
düşünce veya anısını anlatarak, o anda gerçekleşen bir konuşma ya da davranış ile
başlayabilir. Ardından anlatının daha önce gerçekleşmiş olan olaylarına dönülür. Faik
Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde anlatı Biçuk ile Kabartaylı’nın Anapa
yolculuğu esnasında başlar. Anlatıcı Biçuk hakkında bilgi verir. Anlatı bu şekilde
devam ederken Kabartaylı ve Biçuk arasındaki konuşma sırasında Kabartaylı hikâyeyi
başlatan ilk olaya döner. Bu geriye dönüşten sonra hikâyeye kalınan yerden devam
edilir ve yolculukları anlatılır. Hikâyeyi başlatan ve sonrasında da devam eden bu
yolculuk oldukça ayrıntılı ve uzun anlatılır. Diğer hikâyelere oranla daha gerçekçi tabiat
betimlemeleri yapılır. Oysa burada hikâyenin ilerleyişi için önemli olan Biçuk’un
satılması ve ülkesini zorla terketmesidir.
Müsameretname’deki hikâyeler geleneksel hikâyelerdeki başlangıçlar gibi başlamıştır.
Ya bir özet ya bir açıklama ya da hikâyeye anlatının ortasından başlanmıştır. Bu
başlangıçlarda gereksiz ayrıntılara, tasvirlere, bilgilere yer verilse de bunlar hikâyenin
gelişen olaylarının, entrika, gerilim ve gizemlerinin hazırlayıcısı, ön habercisi olmuştur.
2.1.1. Mekân ve Mekân Türleri
Anlatıların vazgeçilmez ögelerinden biri mekândır. Mekân, anlatıdaki kişileri, olayları
ve zamanı belirli bir yere bağlar. Bu nedenle yazar mekân konusunda daha dikkatli ve
seçici davranır. Mekânda yapılan bir değişiklik aynı zamanda kişileri olayları ve zamanı
da etkileyecektir. Çünkü mekân bütünleyici ve birleştirici görev üstlenir. Yazarın mekân
seçimini birçok unsur belirleyebilir. Yazarın sanatı, bakış açısı, eserin bakış açısı, dahil
olduğu edebiyat dönemi ya da akımı bu unsurlar arasında sayılabilir.
Hikâyenin bütün unsurlarını bir kompozisyon halinde toplayan mekânın anlatıya kattığı
diğer bir özellik ise gerçeklik boyutudur. Yazarın dil içi dünyasını dış dünyaya ya da
tam tersi olarak dış dünyayı dil içi dünyasına taşır. Bunu yaparken ‘bildik, bilinmedik,
36
var olan ya da olmayan’ bir takım mekân sözcükleri kullanılır. Bu sözcükler yer bildiren
özel ve cins isimler, sıfatlar, edatlar, hareket ve yer değiştirme ifade eden fiilimsi ile
fiillerden oluşur. Bunlar öyküleyici ve betimleyici metinlerin içinde kullanılır.
Öyküleyici metinlerde metnin içine dağıtılır, olaylar geliştikçe, kişiler değiştikçe ve
zaman ilerledikçe anlatının yapısında gerektiği anlarda kullanılır. Betimsel metinlerde
ise amaç mekân sergilemek olduğu için hakim olan, mekânın özellikleri ve işlevleridir.
Bu nedenle bu metinler hareketsizdir. A.Karadeniz’in belirttiği gibi mekân sadece bir
dekor değildir. Kimi zaman ânı yansıtan bir ayna, kimi zaman kişilerin oluşumunu,
gelişimini ve olgunlaşmasını hazırlayan ve sağlayan bir ortam, kimi zaman da duygu ve
düşüncelerin simgesi durumundadır:
“(…) Mekân, ân’da donmuş zamandır. Dolayısıyla ân’a uygun düzenlemeler
gerektirir. Öykü mekânları öykü kişilerine kimlik ve kişilik kazandırmak için vardır.
Tanpınar’ın, coğrafya kaderdir, deyişini öykü kişileri için uyarlayabiliriz: Öykü
coğrafyası, öykü kişilerinin kaderidir. Zaten dünyadaki varlığımız da hikâye gibi değil
midir? Öykü mekânı, anlatıyı ve kişileri derinden etkileyip şekillendirir bu yüzden.
Anlatının hangi mekânda oluştuğunu önemsemek, öykünün şifreleri ve üzerinde
yüklenecek kültür katları için gereklidir. (…)”60
Anlatıyı ve kişileri şekillendiren mekânın bu oluşumlar için oluşturduğu atmosfer de
önemlidir. Özellikle romantik dönem yazarları vermek istedikleri duygular için mekânı
kullanırlar. “Romantik tasvir bir duygusal hava (mood) oluşturup bunu sürdürmeyi
amaçlar: Mekânın oluşturduğu atmosfer ve tesirin olay örgüsüne ve kişilere hakim bir
durumda olması gerekir.”61 Romantikler tabiat insan ilişkisini vermek ve atmosfer
oluşturmak için mekânı yeniden düzenler ve okuyucu da bırakmak istedikleri etki
doğrultusunda kullanırlar.
2.1.1.1. Açık Mekân - Kapalı Mekân
Açık mekânlar tabiatla iç içe olunan mekânlardır. Bahçeler, sokaklar, ormanlar, denizler
gibi insanın kendini daha özgür hissettiği, sınırlama getirmeyen mekânlardır. Kimi
yazarlar açık mekânları kapalı mekânlara göre daha huzurlu bulurken kimi yazarlar ise
60 Abdurrahim Karadeniz, “Öykü Tekniği”, Hece Öykü, S. 1, Şubat-Mart 2004, s. 65-66 61 Rene Wellek; Austin Warren, Edebiyat Teorisi, (çev: Ömer Faruk Huyugüzel), Akademi Kitabevi,
İzmir 1993, s. 196.
37
açık mekânları genişliği, bilinmezliği, dışarı olması gibi sebeplerden dolayı ürkütücü ve
yabancı bulurlar.
Ev, iş yeri, salon, köşk, konak gibi kapalı mekânlar açık mekânlara göre daha sınırlı, dar
ve karanlık mekânlardır. Bunun yanında bu mekânlar bilinen, tanıdık yerlerdir.
Özellikle ev, kahramanların içinde yaşadığı, huzur bulduğu, sığındığı ve dinlediği
yerdir. Aynı zamanda insanların anıları ve hayalleri de yaşadıkları yerlerle özdeşleşirler.
“Evin, insanın düşünceleri, anıları ve düşleri için en büyük birleştirici güçlerden biri
olduğunu kanıtlamak. Bu birleştirmede bağlayıcı ilke, düş kurmacadır. Geçmiş, bugün
ve gelecek, eve farklı dinamizmler kazandırır; çoğu zaman birbirinin içine giren, kimi
zaman birbirine zıt düşen, kimi zaman da birbirini uyaran dinamizmler.”62 Bütün
bunlardan da anlaşılacağı üzere ev insanın bir bütünlük içinde yaşamasını ve
sürekliliğini sağlar.
Müsameretname’nin çerçeve hikâyesinde kapalı mekân kullanılmıştır. Fakat bu
mekânla ilgili hikâye boyunca hiçbir açıklama ve tasvir yoktur. Sadece arkadaş
grubunun her akşam bir yerde toplandığı belirtilir.
Mekânın açık ya da kapalı olduğu belirtilmemiştir. Fakat başta mevsimin kış olduğunun
söylenmesi mekânın da kapalı olduğunu düşündürmektedir. Hakkında bilgi verilmemiş
olsa da sıcak samimi bir atmosferin varlığı kabul edilebilir.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti adlı hikâye açık mekânla başlar, kapalı mekânla sona
erer. Hikâyeye hakim olan da bu iki mekândır. Hikâye Beyoğlu’na yapılacak olan bir
pazar gezmesiyle başlar. Anlatıcı bu gezmeye sebep olarak o gün havanın güzel, saf ve
temiz olduğunu gösterir. Mekân tasviri yapılmaz. Ancak Rıfat Bey’in yaptığı açıklama
tabiatın insanlar üzerindeki etkisini göstermektedir. Havanın “Kesb-i safvet ve letafet”
oluşu insanları tabiata çekmiş, onları harekete geçirmiştir.
Vapur yolculuğu esnasında tanıştığı ecnebi İstanbul’un coğrafi ve jeopolitik
konumundan bahseder, başka yerlerle mukayesesini yapar.
“Çünkü İstanbul mevki-i coğrafîsi iktizasınca Avrupa ile Asya kıtalarının merkez-i
ictimaı olduğu gibi Bahr-i Sefid ile Bahr-i Siyah’ın dahi mecra-yı ittihadıdır. Bundan
62 Mekânın Poetikası, s. 35.
38
başka arz ve tûl cihetleriyle de bir belde-i mutavassıta da bulunduğu gibi harareten ve
bürudeten dahi bir nokta-i mutedile olup fusul-i erbaa dahi üzerinde lâyıkıyla
hükmünü icra etmektedir. Eğer şu vasıflardan bazılarıyla Akdeniz Boğazı da tavsif
olunabileceği iddia olunur ise de beynlerinde fark-ı azim olduğu meydandadır. Çünkü
İstanbul bir belde-i cesime olup cihat-ı adidesinde bu kadar imarat-ı kesire ve âsâr-ı
kadime-i vefire mevcut olduktan başka letafet-i âb u hava cihetiyle dahi asla nispet
kabul edemez. Elhasıl İstanbul öyle bir şehr-i şehîrdir ki ekalim-i saireden hiçbiriyle
mukayase olunamayıp evsaf-ı ber-güzidenin mecmaı ve muhassenat-ı arziyenin
menbaıdır.”63
Üzerinde amaçları olan bir yabancı tarafından yapılan bu açıklama ve tasvirlerde mekân
yüceltilir. İstanbul’un coğrafi konumuyla, iklimiyle, yaşadığı dört mevsimle,
topraklarıyla başka bir yerle kıyaslanamayacağı belirtilir. Derinlemesine bir tabiat
tasviri değildir. Genel unsurlar ve özellikler üzerinde durulmuştur. Daha çok coğrafya
kitaplarındaki mekân tanıtımlarını anımsatmaktadır.
Aynı hikâyede dikkat çeken başka bir mekân da ecnebinin evidir. Tasvir edilen tek
kapalı mekândır. Bu tasvirler ayrıntılı değildir. Anlatının içerisine yerleştirilen kısa
açıklamalarda salon ve yatak odasından bahsedilir.
“Vakıa yukarıdaki salon pek güzel ve daha ziyade nezaretli ve havadar olup deniz
tarafından biraz etrafı temaşa ettikten sonra ben duvarlarda asılı olan bazı musanna
resimleri seyrederken kendisi yanıma gelip (…) Yatak odası da arka tarafa doğru
koruluğa nazır olup tezyinatı da epeyce ve karyolası filân da gayet süslü ve genişçe
olduğu gibi odanın içinde bir de kütüphane olup derununda bazı tarih misilli Türkçe
kitaplar dahi mevcut idi.”64
Bu kısa tasvirlerde amaç mekân tanıtımı, duyguyu ya da kişiyi tanıtmak değildir.
Sadece ecnebinin kızının yatak odası, bu kızın Rıfat Bey’in üzerindeki emelleri için bir
atmosfer oluşturabilir. Odada göze ilk çarpan gayet süslü ve büyük olan yataktır. Bunun
dışında odadan ve içindeki eşyaların hiçbirisinden bahsedilmez.
Atmosfer oluşturmak amacıyla yapılan bir başka mekân tasviri de Kapı Kethüdası
Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyede yer alır. ‘Betimsel
Metinler’ başlığında verilen bu betimleme de anlatısal metnin içine yerleştirilmiş,
63 Müsameretname (Cüz: I), s. 11-12. 64 age., s. 29-30.
39
okuyucu üzerinde gizem ve merak unsuru oluşturulmaya çalışılmıştır. Hikâyede bunun
dışında kullanılan açık ve kapalı mekânların sadece isimleri geçmiştir. Bu durum
tercüme olan Gerdanlık Hikâyesi’nde de aynıdır. Kapalı ve açık mekânların sadece
isimleri geçer. Bunlarda kardinal ile kraliçenin görüştüğü açık mekânın kısa bir tasviri
yapılır. “O gece berrak bir gece olup biraz da ay ışığı var idi. Lakin mükâlemeye tayin
olunan mahal ormanlar içinde olduğundan karanlığa benzer bir bölgelik idi.”65 Vaka
gelişiminin ve devamının bir parçası olan mekânda ‘biraz ay ışığı, karanlığa benzer
bölge’ ile ‘belirsiz, silik’ bir görünüm oluşturulmuştur. Mekânın adının verilmemesi de,
belirsizliği tamamlamıştır.
Mekân isimlerinin geçtiği fakat hiçbir açıklama ve tasvirin yapılmadığı diğer bir hikâye
de Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’dir. Sadece
hikâyenin sonunda, sona hazırlık yapmak amacıyla Nacit Bey’in annesinin evindeki
eşyaların bazılarından bahsedilir. “çifte kalıplı müzeyyen fağfur kavonoz, üç katlı billur
sürahi, o mahut delikli gırgır” bu eşyalar ve konuldukları yerler, gördükleri itibar ile
Nacit Bey’in annesini yansıtmaktadır. Annesinin kişiliğinin, inançlarının, dahil olduğu
medeniyet dairesinin ve zihniyetinin bir göstergesidir.
Tabiat, insanı bazen coşturan, bazen mutlu eden, bazen de genişliği ve kudreti ile güven
ve huzur veren bir unsur olmuştur. Yaşanılan dünyadaki duygu yoğunluğu, tabiata
yüklenebilir. “Mekân insanın arzularının bir ifadesi olabilir. Eğer mekân olarak tabiat
seçilmişse, burada arzular tabiata yansımış olabilir (…)”66 . Vasfi Bey Kâğıthane’yi
tasvir ederken insanı coşturan, mutlu eden, huzur ve güven veren duyguları da dile
getirir:
“Bununla beraber o Kâğıthane’de evvel bahar için ne emsalsiz bir mesire olduğu
erbab-ı dikkate malumdur. Hele evvela yokuş başından bakılıp köy tarafından bed ile
Silahtarağa cihetlerine doğru imale-i nazar olundukta o iki taraflı dağlar, bayırlar
serapa zümrüt gibi çimen ve orta yer baştan başa yeşil yeşil çayırlar ki, üzerleri o
mevkie mahsus beyaz beyaz ve daha gûnagûn çiçeklerle bezenmiş bir kraliçe-i kudret
ve o çemenzari bir baştan bir başa tûlanî ikiye taksim ile orta yerde bulunan köprülere
doğru çağlayanlardan güzeran eden o cu-yı dil-cûnun yılankavî bir şekilde aheste reviş
dolana dolana akışı ve bu nehr-i lâtifin üst başından ortasına kadar iki geçeli cesim
65 Müsameretname (Cüz: V), s. 42. 66 Edebiyat Teorisi, s. 196
40
cesim ağaçlar ve ortasından intihasına doğru iki taraflı serapa top top zümrüt gibi
sazlar arasından cereyanı çeşm-i dikkat ve ibrete bir hoş teşrifat-ı tabiiye arz etmekle
beraber in’ikas-ı şua-ı mihr-i münir ile ta bâlâlara şaşaa-endaz oluşu ve hem de bu
nehr-i yegâne-i dehr hakikaten üst baştan çağlayanlara kadar hubub-ı nesim ile hare
gibi mevişlerle ince ince temevvüç eder bir havz-ı hoş-güvar ve oradan da süzüle
süzüle çağlayanlara geçerek sıra sıra o mermerden masnu tabakalardan şarıl şarıl akışı
ile nagamat-ı mücesseme-asa bir zemzeme-i bîkarar ve bunu müteakip büyük
havuzdan cevr ile şapır şapır harice dökülerek bir derya-ı letafet medar olup derhal
üzerinde ‘Anadolu’ya! Rumeli’ye!’ nidalarıyla karınca gibi kayıklar gezinmesi ve
sevahilini ihata eden eşcar-ı saye-barının seyircilere serin serin sayeler arz etmesi
…”67
Bu tasvirde kullanılan sıfatlar ‘zümrüt gibi çimen, yeşil yeşil çayırlar, beyaz beyaz’
insanı dinlendiren huzur veren ve saflığın, temizliğin simgesi olan renklerdir. Büyüklük
ve güç ifade eden sözcükler ‘dağlar, kaliçe-i kudret, çağlayanlar, yılan kavi, büyük,
derya’ tabiatın büyüklüğü ve kuvveti ile insanı saran, koruyan ve kollayan yönünü akla
getirir. Buradaki tabiat tablo halindeki cansız bir varlık değildir. Hareket vardır, canlılık
vardır. Bu hareketi ve canlılığı da ‘ses’ sağlamaktadır. Suyun akarken çıkardığı sesler
‘şarıl şarıl, şapır şapır’, hareket bildiren fiilimsiler ve fiiller ‘güzeran eden, akışı,
temevvüç eder, geçerek, dökülerek, gezinmesi’, konuşma bildiren sözcükler ‘arz etme,
nida’ sesi ve hareketi sağlayan unsurlardır. Bunlar aynı zamanda anlatıya coşku katan,
canlandıran ifadelerdir. Böylece insana ait birçok duygu bu tabiat betimlemesinde
gösterilerek yine insanoğluna olan etkisi vurgulanmıştır. Sadece vurgulama ile
yetinilmemiş Vasfi Bey’in kendisi ilerleyen sayfalarda bu etkiyi dile getirmiştir:
“Peder yine hâlimin derece derece kesb-i sükûn ve kasvet ettiğini gördükçe merakına
dokunarak etmediği mesai kalmadı ve bir gün yine evvel bahar münasebetiyle beni
kendisi eğlendirmek üzere Veliefendi sahrasına götürdü ve mürtefice bir mahalde
aram ile âsâr-ı bahar-ı letafet-nisarı oradan seyredip vakıa o taraf taraf medd-i nazara
kadar ittisa eden ovalarla o ca-be-ca dest-i sanatkârî-i tabiatla teşkil olunmuş dere ve
tepeler ve üzerlerinde serapa çimen-i zümürüdün yüz göstermiş ve mevki tezyin-i
menazır eden eşcar-ı şükûfedar ile zemin-i feyz-i kemînden mahal-be mahal ru-nüma-
yı taravet olan rengarenk ezhar-ı anber-bar etrafında tezyin-i dide-i tenezzüh eden
halkın meşam ve hatırlarına ferah ve neşenisar olduğu halde ben orada yalnız âsâr-ı
67 Müsameretname (Cüz: VI), s. 10-12.
41
kudreti temaşa ederdim. (…) Peder benim öyle yerlerde de durgunluğumu görünce
daha ziyade mükedder olurdu.”68
Tabiat bazen sertliği, vahşiliği ve acımasızlığı ile bir mücadele alanı olabilir. İnsanlar
zor tabiat şartları ve varlıkları karşısında yetersiz kalabilirler. Faik Bey ile Nuridil
Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyenin başlangıç bölümünde Biçuk adlı çocuk ile
Kabartaylı adlı bir esir tüccarının kış mevsiminde Anapa’ya yaptıkları zor ve çetin
yolculukları anlatılır. Anapa’nın dağlık, kayalık ve bataklıklardan oluşan görünümü ile
kış mevsiminin o soğuk ve çetin hava şartları sık sık tasvir edilir:
“Şapşih kabilesinden geldikleri Anapa beynindeki cadde yollar bittabi ekseriya dağlık
ise de Kabartaylı kendisine müsait mahallerde beytutet edebilmek üzere ca-be-ca
caddeyi terke mecbur olduğundan bazı kere daha beter sarp, dağlık ve kayalık, bazen
dahi sa’bü’l-mürur ırmak, çalılık, sazlık, bataklıklardan geçerlerdi. Şu cihetle tesadüf
eyledikleri tehlikeli geçitlerde Kabartaylı çocuğu ileriye sürer ve yalnız yüzünden
alacağı akçe için kendisini kaybetmemek üzere ırmak ve bataklara sürerken belinden
bir ip takmakla ihtiyata riayet ederdi.”69
Yolculuk yapılan yer oldukça zor coğrafi koşullara sahiptir. Kabartaylı ve Biçuk tabiatla
mücadele halindedir. Amaçları bu zor koşulları aşarak Anapa’ya ulaşmaktır. Yağan kar
da bu amacı daha zor ve ulaşılamaz hale getirmektedir:
“Bir de bir sabah yola çıktıklarında hava bir reng-i mağmumiyetle boyanmış ve biraz
müddet sonra ince ince kar dökülmeye başladıysa da onların da Anapa’ya nihayet
dokuz on saatlik yolları kalmış idi. Şu cihetle son gayret olmak üzere aşacakları
yüksecek bir dağa avcılardan firar eden tavşanın bayıra sardığı gibi tırmanırcasına
çıkmaya başladılar. Fakat onlar derece derece yükseldikçe şimal rüzgarları da sert sert
esmeye başlayıp karın yağışı da bir derece kuvvetleşti ki, geri dönecek olsalar karşı
gidilmesi mümkün değil idi. Bereket versin ki arkalarından gelirdi. Hele arasıra geri
dönüp baktıkça yüzlerine çarpan o beyaz beyaz taneler soğuk saçma kadar tesir ederdi.
Bu hâl onlar için bâis-i telâş ve istical olup bari hiç olmazsa çıktıkları dağın öte
tarafındaki coşkun dere kenarında bulunan çoban kulübelerinden birine olsun can
atabilmek için canlarını dişlerine alarak güç bela şahika-i cebele vasıl olabilirlerse de
68 Müsameretname (Cüz: VII), s. 50-51. 69 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 11.
42
sultan-ı şita, tamamıyla ahkâm-ı takat-fersasını icraya itina etmesiyle artık yeryüzünde
yolcuları men’ ve tehdide başladı.”70
Hava koşulları o kadar kötüleşmiştir ki insanların canını tehdit eder hale gelmiştir.
Tabiat karşısında aciz kalan insan avcıdan kaçan bir tavşana benzetilmiştir. Tabiat
koşullarından tıpkı bir tavşan gibi ürkmüş ve canını kurtarmak için korku ve telaşla
kaçmaya başlamıştır. Kullanılan sözcükler de ‘yüksecek, sert sert esme, bir derece
kuvvetleşti, soğuk saçma, coşkun dere’ bu korkuyu ve telaşı artırmıştır. Artık tabiatla ve
hava koşullarıyla mücadele etmek mümkün değildir.
Mekân tasvirleri bazen kahramanların fiziksel ve ruhsal durumları hakkında bilgi
verirken, bazen de anlatıcının bakış açısını yansıtabilir. Anapa’nın tasvir edilen coğrafi
özellikleri ve hava durumu Kabartaylı’nın kişilik özelliklerine benzer. Kabartaylı da
hava gibi soğuk, acımasız ve kötü bir insandır. Bulunduğu ortamla özdeşleşmiştir.
Biçuk ise tam tersi bir durumdadır. Kabartaylı’nın kötü davranışlarına, hakaretlerine ve
açlığa maruz kalırken bir de bu kötü hava koşulları ve yer şekilleri onun durumunu daha
da acınır bir hale sokmuştur. Böylece anlatıcı kendi bakış açısından Kabartaylı’yı
okuyucu gözünde bir kat daha acımasız ve nefret edilecek bir kişi haline getirmiştir. Bu
tabiat tasvirleri Kabartaylı’nın Biçuk’a yaptığı eziyetlerle birlikte ilerleyen sayfalarda
devam eder.
Hikâyede bir diğer açık mekân tasviri de İstanbul’dan bahsedilen kısımdır. Binbaşı Rıfat
Bey’in Sergüzeşti adlı hikâyede olduğu gibi hayranlıkla izlenilen ve anlatılan bir
İstanbul vardır:
“Sinop’tan hareketle volta yelken üçüncü günü Karadeniz Boğazı’ndan içeri girerek
oradan Sarayburnu açıklarına gelinceye kadar serapa İstanbul’un letafet-i
mevkiiyesiyle o iki geçeli şehrin cesamet ve memuriyetine ve her bir ciheti başkaca
calib-i meftuniyet olan o kışlalar, saraylar ve cami-i şeriflerin ulviyet-i manzarasına
Biçuk’un ne rütbe hayran olduğu tarif olunamaz!”71
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti adlı hikâyede olduğu gibi bu hikâyede de
yüceleştirilerek, betimlenen bir İstanbul vardır. ‘cesamet, mamuriyet, calib-i meftuniyet,
cami-i şeriflerin ulviyet-i manzarası’ sözcükleri hayranlığın derecesini bildiren ve aynı
70 age., s. 13-14. 71 age., s. 50.
43
zamanda mekâna değer yükleyen unsurlardır. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde
betimlemeyi yapan bir ecnebidir. Bu hikâyede de betimlemeyi yapan İstanbul’u daha
önce hiç görmemiş bir Çerkez çocuğudur. İki tasvirdeki ortak bir başka noktada
İstanbul’un genellikle mimarisinden bahsedilmesidir.
Mekân tasvirleri kişilerin fiziki ve ruhsal durumları hakkında bilgi verebileceği gibi
bazen de sosyal ve ekonomik durumlarını yansıtabilir. Sahip oldukları mekânlar ve
eşyalar maddi durumlarına, sosyal çevrelerine ve zevklerine ışık tutabilir. Kapalı
mekânları üzerinde fazla durulmayan ve bu mekânlarla ilgili sınırlı tasvirlerin
bulunduğu bu hikâyede Pişasimaf’ın Faik Bey ve Nuridil için hazırlattığı gelin odası
Pişasimaf’ın zenginliğinin ve sosyal durumunun bir aynasıdır:
“Faik Efendi kapıdan içeri girer girmez her ciheti bir gûna şaşaa-nisar olan odanın
manzarasına meftun oldu. Vakıa haclegâhın tezyinatı da gerçekten calib-i meftuniyet
idi. Ez cümle daha kapıdan girmeden içeride gayet münevver yanan gazlarla on ikişer
kollu gümüş şamdanların ziya-yı bahçet-fezası insanın gözlerini alırdı.
Odanın mefruşatı güvez kadife üzerine serapa zer ü zivere müstağrak olmuş ve bir
köşeden dahme gibi fışkıran kol kol tavan ve duvarlara yayılan alafranga askının
alâyiş ve rengârenk tüyleri ortalığı bir başka türlü tezyinata boğmuş idi. İşte bu suretle
her taraf pür-ziynet. O ayna önünde ve sair yerde bulunan tecemmülât-ı gûnagûnun
her birisi ise başka başka calib-i dikkat idi.”72
Pişasimaf esir bir Çerkez kızken zengin bir adamla evlenmiş, kocasının ölümü üzerine
bütün servet Pişasimaf’a kalmıştır. Böylece hem sınıf atlamış, farklı bir sosyal çevreye
ve yaşama dahil olurken hem de zengin olmuştur. Bu zenginliği ve sosyal hayatı Faik
Bey ile Nuridil’e de sunmuştur. Oda bir sürü değerli parlak süs eşyası ve ziynetlerle
doludur. Bu eşyaların parıltısı ve mumların ışığı gözleri kamaştırmaktadır. Odanın bu
kadar süslü, değerli eşyalarla dolu ve aydınlık olması biraz da gelin odası olmasından
kaynaklanmaktadır. Türk toplumunun evliliğe verdiği önem ve kıymet evliliğin
başlangıcı sayılan gelin odasına ve eşyalara yüklenmiştir.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti adlı hikâyenin başlangıcında
Topkapı Sarayı’ndan Bayezit Cami’sine kadar olan alanda kurulan alay caddesinin
72 Müsameretname (Cüz: IX), s. 75.
44
tasvirleri hakimdir. Bu tasvirler hikâyedeki olayların ve entrikaların başlamasını
hazırlayan ve sağlayan atmosferi oluşturmaktadır:
“(…) alay caddesi bir derece tezyin ve tenvir olunmuş idi ki, sokaklar o vaktin
ihtiraat-ı nariye ve iştialiyesine ve meslek-i tecrübe ittihazıyla serapa eşkâl-i
mütenevviayı havi münevver armalarla tezyin ve Darphane ve Sultan Ahmet ve
Bayezit meydanlarıyla mevki-be-mevki vasice olan mahaller sürve-i rengârenk ve
gûnagûn maytap ve fişeklerle tevşih ve teş’il olunup Divanyolu ise heyet-i kadimesi
olan darlığıyla beraber iki geçeli, haneleri istilâ eden âsâr-ı tenviriyeden hakikaten
reşkaver-i ma-sebk-i şehrayin olmuş idi.
O misilli şehrayin-i fevkaladeyi cami rikab-ı şehriyarî, halkı seyir ve temaşaya ne
derece mecbur edeceği tarif ve tafsilden arîdir. Şu kadar denilebilir ki, o alay caddesi
her koldan takım takım hücum eden rical ve nisa ve her taraftan şaşaa-endaz olan
kesret-i ziya-yı hayret efzadan bir hâle gelmiş idi ki, ne iğne atsa yere düşebilir ve ne
de bir karınca olsa ihtifaya muktedir görünürdü.”73
Hikâyenin baş kahramanı Atiye’nin kaybolmasına alay caddesinin bu kalabalık hali ile
atılan maytaplardan ve fişeklerden sıçrayan ateşlerin neden olduğu kargaşa sebep
olacaktır. Özellikle ‘darlığı, her koldan takım takım hücum eden rical ve nisa, ve iğne
atılsa yere düşebilir, ne de bir karınca olsa ihtifaya muktedir olabilir’ sözcükleri
kalabalığı ve kargaşayı belirtmektedir. Alay caddesinin nasıl süslendiğini açıklayan
sözcüklerin görevi ise, bu kalabalığın ve insanların ilgisinin sebebini açıklamaktadır.
Anlatıcı insanların bu göz alıcı, süslü ve rengârenk güzellikler karşısında kendilerini
alamayarak seyretmeye mecbur kaldıklarını söylemiştir.
Mekân tasvirlerinde kullanılan yerlerden biri de köşelerdir. Köşe insanların dış
dünyadan koptukları yalnız kaldıkları mekânlardır. “(…) köşe yaşamı yadsır, yaşamı
kısıtlar, yaşamı gizler. Köşe bu durumda, Evren’in yadsınmasıdır. Köşede, kendi
kendimizle konuşmayız. Köşede geçirdiğimiz saatleri anımsadığımızda anımsadığımız
şey bir sessizlik, düşüncelerin sessizliğidir.”74 Bu hikâyede Atiye Hanım’ın babası (öz
değil) Daniş Bey’in yalnızlığı, insanlardan kaçışı Yüksekkaldırım’daki konağın
bahçesinin köşesinde geçirdiği zamanlarla vurgulanır.
73 Müsameretname (Cüz: X), s. 2. 74 Mekânın Poetikası, s. 154
45
“(…) Daniş Bey, İstanbul’da Yüksekkaldırım’da bir tarz-ı dil-nişin üzre inşa ve
tanzim ettirdiği konağı bahçesinin şimal cihetini tezyin eden tak-ı valâ-sakı ezhar-ı
gûnagûn ile müzeyyen kameriye-i zümürrüdin ile muhat olan kenare-i havz-ı dilârada
oturur ve gündüzleri kûşe-nişin-i tenhaî olarak geceleri dahi sahura kadar o mevkiin
hâl-i sükûneti içinde balin-i efkârına ittika eder ve dururdu.”75
Daniş Bey’in üç kızı genç yaşta peş peşe ölmüştür. En son doğan oğlu İhsan da ölür.
Artık Daniş Bey’in bu acılara katlanacak dermanı kalmamıştır. Onun için bu yalı ve
bahçesi sığınılacak, yalnız kalınacak bir yer halini almıştır. Daniş Bey sakin, sessiz,
insanlardan uzak bu yerde biraz da olsa huzur bulur. Verilen ‘kuşe-nişin-i tenha’
sözcükleri de bu yalnızlığı, insanlardan kaçışı daha belirginleştirir. Köşe genellikle
tenha ve sessiz olan, insanların yalnız kalmak istedikleri ya da çekingenlikle, korkuyla
sığındıkları alanlardır. Köşe Daniş Bey’i dış dünyadan soyutlar onu anıları ve
düşünceleri ile baş başa öyle bırakır ki, oturduğu koltuk ‘balin-i efkar’ olarak
nitelendirilmiştir. Artık bu koltuk onun için düşüncelere dalarak hayal etme ve anıları
hatırlama koltuğu olmuştur. Köşenin konağın içinden seçilmesi yerine bahçesinden
seçilmesinin nedeni aydınlık, daha sıcak ve tabiatla iç içe olduğu için kapalı mekâna
göre daha ferah, huzur verici ve koruyucu olmasından kaynaklanabilir. Hikâyede kapalı
mekânlar da kullanılmış, fakat bunların özellikleri ve bulundurdukları eşyalarla ilgili
tasvirler yapılmamıştır.
2.1.1.2. Kapsanan Mekân - Kapsayan Mekân
Kapsanan mekân merkez, iç mekândır. Kapsayan mekân ise iç mekânı çevreleyen, saran
mekândır. O halde bir ada parçası denize, bir ev mahalleye, oda eve göre kapsanan bir
mekândır. Önemli olan bu iki mekân çeşidinin birbirine olan konumudur. Yazar bu iki
mekânı bazen birbirini tamamlayarak bir bütünlük oluşturmak, bazen de birbirindeki
zıtlıkları göstermek amacıyla kullanabilir. Üzerinde düşünülmesi gereken ise yazarın
bunları nasıl ve niçin kullandığıdır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı
hikâyelerde deniz kapsayan bir mekân olarak kullanılmıştır. İlk hikâyede ecnebi boğazı
geçmek için bindiği vapurdan İstanbul’u anlatır. Daha önce de belirtildiği gibi bu genel
bir bakıştır. Denizden seyredilen bu şehir kıtaları, denizleri, medeniyetleri birbirine
75 Müsameretname (Cüz: X), s. 22.
46
bağlayan kültürel bir varlık olarak tasvir edilir. Burada kapsayan ile kapsanan mekân
olan deniz ve İstanbul bir bütün oluşturur. Kapsanan mekân kapsayan mekânın
vazgeçilmez bir parçasıdır. İkinci hikâyede anlatıcı kapsayan mekân Karadeniz ile
kapsanan mekân olan Sinop limanı’nın mukayesesini yapar.
“Bir de o gece hava bozulup lodos cihetinden bir fırtına zuhur ederek bir derece kesb-i
şiddet eyledi ki, ertesi gece o vakte kadar üstlerindeki niver-i nivardan bîzâr ve
altlarında da her bir sadmesi girdab-ı hatardan nişane veren Karadeniz’in müthiş
dalgalarından medhuş ve bîkarar oldular. Talihsiz başın yağmurdan kurtulup doluya
tutulduğu gibi onlar da karada sıkılıp ca-yı selâmeti bulmuş iken Karadeniz’in
ortasında rehberleri barika-i dehşet ve sayebanları sehab-ı felâket oldu.
O niver-i vahşet güster-i nüh-kıbab, tübeddül-i hava ile barandan doluya ve ondan
yine kara inkılâp ederek kendileri için Sinop limanını tutabilmek (…)”76
Kapsayan mekân Karadeniz fırtınanın etkisiyle, girdabı andıran şiddetli dalgalarıyla
tehdit eden bir unsur olmuştur. Buna karşılık kapsanan mekân Sinop Limanı, bu
fırtınada ve dalgalardan kurtulacak güvenli bir yerdir. İki mekân insanlara birbirinin
zıddı duygu ve durumları yaşatmaktadır. Kapsanan mekânlar daha küçük, kapalı ya da
bildik olduklarından kapsayan mekânlara göre güvenli ve sığınılabilecek bir yer
konumunda olabilirler. Aynı hikâyede Biçuk ile Kabartaylı’nın Anapa’ya yaptıkları
yolculuk esnasında sığındıkları, etrafı dağlarla ve nehirle çevrili çoban kulübesi de
kapsanan bir mekândır. Kapsayan mekân tabiat, hayatı tehdit eden tehlikelerle doludur.
Kabartaylı ve Biçuk burada aç, soğuktan üşümüş, yorgun ve uykusuz, kardan dolayı
hiçbir yeri göremeyen ve yürüyemeyen bir halde iken kapsanan mekân bu iki kişiye tam
tersi özellikler sunacaktır. Kahramanlar kapsayan mekândan kapsanan mekâna yavaş
yavaş basamak basamak ulaşmışlardır. Her basamakta da bir güçlük aşılmış böylece
merkezde bulunan kulübe bir hedef halini almıştır. Kulübe dışarıdaki bütün
olumsuzluklara karşı sıcak ve rahattır. Burada karınlarını doyururlar ve uyurlar. İki
mekân birbirinin tam zıddı özelliklere sahiptir.
76 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 35.
47
2.1.2. Diğer Mekânlar
2.1.2.1. Gerçek Mekân - Kurmaca Mekân
Mekân, yazarın oluşturduğu kurmaca dünyanın bir parçasıdır. Her ne kadar dış
dünyadaki mekânla benzerlikler gösterse de o sonradan oluşturulmuş bir unsurdur. “(…)
metinde gerçek dünyanın eksiksiz bir yeniden sunumunu aramak boşuna olacaktır.
Buradaki coğrafî terimlerin çağrıştırdığı göndergesel görünüm tam bir aldatmacadır.”77
Hiçbir yazarın amacı dış dünyaya ait mekânları aynen sunmak, anlatının içinde vermek
değildir. Yazar mekânın gerçeklik boyutunu artırmak, okuyucunun dikkatini çekmek ve
anlatının içine onu da yerleştirmek amacıyla dış dünyaya ait mekânları ve özelliklerini
kullanabilir, bunlara göndermelerde bulunabilir.
Müsameretname’de yer alan yedi hikâyede de bu dünyaya ait mekânlar ve özellikleri
kullanılmıştır. Yazar hikâyelerin yaşanılan gerçek hayat hikâyeleri olduğunu belirtirken
bu olayları ve kişileri de gerçek mekânlar üzerine oturtmak istemiştir. Hikâyelerin
genelinde İstanbul, İstanbul’un semtleri, Girit, Bosna, İngiltere, Hindistan, Rusya,
Karadeniz ve Akdeniz gibi gerçek mekân isimleri kullanılmıştır. Anlatıdaki bu yerler ile
dış dünyadaki yerler birbirine çok benzerler. Fakat bunlar gerçeğin aynısı değildirler.
Anlatının kurmaca yapısında oluşan kurmaca bir mekândır.
Yazar bu gerçeklik izlenimi konusunda bazen o kadar ileri gider ki, anlatı içindeki
mekânların dış dünyadaki coğrafî konumları, mimarisî, tarihi gelişim ve değişimleri
hakkında bilgileri de eserin içine yerleştirir. Bunun en belirgin örnekleri birçok
hikâyede yaptığı İstanbul tasvirleridir. Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı
hikâyede Faik Bey’in Girit’te katıldığı savaş esnasında Arkadi Manastırı’nın tasviri de
oldukça gerçekçidir.
“Bu Arkadi Manastırı, Resmo ile Kandiye sancakları beyninde şehirden beş saat
mesafede vaki ve ebniyesi zaten Venedikliler zamanında kale misali yapılarak etrafı
ise muahharan verilen gayet metin istihkâmatı cami olup o iki sancak eşkıyasının
nokta-i mühimme-i fesadı ve rüesa-yı eşkiyadan meşhur Petropi ve Gamnos ile bir de
77 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 234
48
miralaylık rütbesiyle Atina’dan gelen beş kumandan Kara Neos’un kuvvetü’z-zahr ve
merkez-i istinadı idi.”78
Dış dünyaya ait bir mekânın kullanıldığı bu tasvirde manastırın coğrafî konumu, kimler
tarafından yapıldığı ve savaş esnasında nasıl kullanıldığı gerçeğe uygun olarak anlatılır.
Yazarın var olan mekânlar ve özelliklerini kullanması okuyucunun bu hikâyelerin
gerçekten olabileceği gibi tanıdık, bilinen mekânların kullanılması ise okuyucuya bir
yaşanmışlık, yakınlık ve benimseme hissini de verebilir.
2.1.2.2. Burası ve Başka Bir Yer
Burası kahramanın yaşadığı, gezdiği, gördüğü yerlerdir. Başka bir yer ise gezilmeyen,
görülmeyen, bilinmeyen yerlerdir. Tamamen yabancı bir mekândır. Bu yabancılık,
bilinmezlik hem kahraman hem de okuyucuda merak ve ilgi uyandırırken, ikisinde de
buraları tanıma, keşfetme isteği oluşur. Oysa kahraman yaşadığı, tanıdığı mekâna
alışıktır. Onun için yaşadığı mekân artık sıradanlaşmış ve sıkıcı olmaya başlamıştır.
Bazen anlatılarda başka bir yer kahramana özgürlük ve mutluluk sunmuştur. Bu
bilinmeyen yerler yenilik, farklılık, huzur ve yalnızlık anlamına gelmiştir.
Müsameretname’deki hikâyelerin hiçbirinde kahramanlar yaşadıkları, bildikleri,
gördükleri mekânların dışındaki yerleri merak etmemişler, düşünmemişlerdir. İçinde
yaşadıkları, gezdikleri mekânlar üzerinde bile derinlemesine düşünmemiş, betimleme-
mişlerdir. Yeterli donanıma sahip olmayan, gelişmemiş bu kahramanların ve
anlatıcıların geniş ufuklara sahip olması, dışarıya yönelmesi de beklenilemezdi.
2.1.3. Mekânın İşlevi
Mekân anlatıda birçok görevi yüklenebilir. Şahısların kişilik özelliklerini, bakış
açılarını, yer değişimlerini belirleyebileceği gibi atmosfer yaratma, yardımcı ya da
engelleyici olma gibi rolleri üstlenebilir.
2.1.3.1. Mekân: Engelleyici Eyleyen
Mekân olayların ve entrikaların oluşmasında, ilerlemesinde engelleyici bir rol
oynayabilir. Bazen kişilerin hareketlerini özgürlüklerini kısıtlarken, bazen de
78 Müsameretname (Cüz: IX), s. 15.
49
sevgililerin ayrılığına neden olabilir. Engelleyici olan bu mekânlar tasvirlerinde de bu
vasıflarını renkleri, durumları ve özellikleriyle yansıtırlar.
Müsameretname’deki ikinci hikâyede Girit ve Bosna sevgilileri ayıran bir mekân
olarak kullanılmıştır. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti
adlı hikâyede Behçet Efendi, Makbule Hanım’ın ailesinin düğün ve diğer isteklerini
yerine getirebilecek parayı kazanmak için Girit’e gitmek zorunda kalır. “(…) Hayri
Efendi’yle beraber azimet ve o vakitler Osmanlı denizlerinde vapur bulunmadığı cihetle
bir yelken gemisine binerek haftasında Girit ve Bosna’da muvasalât eyledik.”79 Bu
mecburi mekân değişimi iki sevgiliyi birbirinden ayırmıştır. Behçet Efendi’nin Girit’te
geçirdiği günler çok zor geçmiştir. İlerleyen zamanlarda annesi ölmüş ve Makbule
Hanım’la ilgili haberler almış fakat gümrük müdürü yüzünden Girit’ten İstanbul’a
gidememiştir. Girit onun için özgürlüğünü kısıtlayan, isteklerini yerine getirmesine bir
engel olmuştur. Girit’ten bir gece kaçmayı denemiş fakat başarılı olamamıştır. Bu sefer
de Bosna’da vali paşanın yanında kalmaya mecbur olmuştur. Buradan da İstanbul’a
gitme çabaları paşa tarafından engellenmiştir. Sonunda Makbule Hanım Bosna’ya gelir.
Fakat mekân engelleyici özelliği ile yine iki sevgili arasına girer. Vali paşa Makbule
Hanım’a âşık olur bu sefer de Behçet Efendi’yi İstanbul’a gönderir. Başta sevgiliye
ulaşılacak yol olarak görülen mekân, barındırdığı kişilerle birlikte artık engelleyici bir
unsur haline dönüşmüştür.
İki sevgiliyi birbirinden ayıran bir başka mekân da Trabzon’dur. Vasfi Bey ile Mukaddes
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Mukaddes Hanım babasının tayininden dolayı Trabzon’a
gitmek zorunda kalır. “(…) bir gün Mukaddes Hanım’ın pederi Trabzon tarafına memur
olmaz mı? Aman zaman? Çare yok sevgilim de beraber gidecek!”80 Mukaddes
Hanım’ın Trabzon’a gitmesiyle iki sevgili görüşemez olur. İstanbul’dayken de pek fazla
görüşemeseler de aynı şehirde olmak, aynı havayı solumak gibi duyguların verdiği
yakınlık hissinin iki sevgiliyi birbirine bağladığını Vasfi Bey ayrılınca anlar:
“Biz İstanbul’da bulundukça, hiçbir vakit sevgilimle bir aydan evvel mülâkat
edemedikse de suret-i firkat imkân ve ihtimale de haylûlet eylediğinden beni büsbütün
meyus ve biçare bıraktı. O vakit anladım ki, nazardan nihân olan, uzak yakın herhalde
79 Müsameretname (Cüz: II), s. 24-25. 80 Müsameretname (Cüz: VI), s. 10.
50
kayıp sayılırsa da insan sevgilisiyle bir mahalde veya bir civarda olmakla, büyük bir
şehirde uzak mahalde veya ayrı bir beldede bulunmanın pek çok farkları varmış.
Çünkü insan sevgilisiyle bir mahalde veya bir civarda bulundukça her saat
görüşemezse bile dilediği gibi arar bulur ve bir şehir derununda olup da uzak
bulunduğu hâlde dahi eğer mümkün olup göremezse bile hiç olmazsa üzerine düşer de
ahvalinden haber almaya olsun muvaffak olur. Lakin böyle bizim gibi ayrı ayrı
beldelerde iftirak ettikçe, yalnız ne yolda zuhur edeceği belli olmayan beklediği cebre
muntazır olmaktan başka ne çaresi kalır? İşte benim de yollara bakmaktan başka
çarem olmadığından yalnız sevgilimden gelecek habere muntazır bulunurdum.”81
Vasfi Bey, Mukaddes Hanım’la kendisini birbirine bağlayan unsurlardan birinin de
mekân olduğunun farkına varır. İki sevgili arasına giren bu mesafe Vasfi Bey’i hem
düşündürür hem de üzer. ‘Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.’ atasözünü hatırlatır.
Kendi gidişatlarının sonunu belirsiz görür ve mekânın aslında hayatın içinde ne kadar
önemli bir yere ve işleve sahip olduğunu gözler önüne serer.
Mekânın önemi, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti adlı
hikâyede de vurgulanır. Nacit Bey’le Elizabet’in aşkları ve evlilikleri Nacit Bey’in
İstanbul’a dönmesiyle biter. Bu hikâyede İngiltere ve İstanbul farklı iki medeniyetin
simgesidir. İngiltere’deyken hiçbir şeyi gözü görmeyen Nacit Bey İstanbul’a,
memleketine dönünce Elizabet ile arasındaki farkları anlar. Mekânlar taşıdıkları
değerlerle iki sevgili arasına girerek kesin bir ayrılığa neden olur.
2.1.3.2. Mekân: Gönderici Eyleyen
“Bazı anlatılarda, uzam eylemi koşullandıran bir gönderici eyleyen işlevini yüklenir.”82
Mekân bazen kahramanlar için bir mücadele yeri haline gelebilir. Olayları, kişileri ve
zamanı hâkimiyeti altına alarak anlatının akışını şekillendirebilir.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Biçuk ve Kabartaylı zor tabiat şartlarının
gazabına uğrar. Dağların arasında soğuk kış gününde tabiatla hayatları pahasına
mücadele ederler:
“Bunlar dağı aşarak düze inmiş ve câ-yı necatları olmak ümidinde bulundukları çoban
kulübesine takarrüp etmiş iseler de karın göz gözü görmez surette yağışıyla havanın
81 Müsameretname (Cüz: VII), s. 16-17. 82 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 236.
51
gide gide kararışından yüz yüz elli adım ilerisi görünmek muhal ve kar derece derece
yükselip dizleri geçmiş olduğundan artık öyle uzunca yol yürümek dahi adimü’l-
ihtimal hükmüne girdi. Dağdan inerken derenin ne tarafta olduğunu göremedikleri
gibi, dağın yollarını dahi fark edemeyip yalnız cihet-i sühuleti gözeterek kararlamadan
indiklerinden Kabartaylı derenin bulunduğu noktayı tahminden tâciz kalmasıyla
büsbütün cihet-i maksudu şaşırıp oracıkta kaldılar. O hâlde vakit ise geceye inkılâp
ettiğinden ortalık kâmilen kararıp zulmet-i leyl her tarafı istilâ ve ikisini de necat ve
hayattan büsbütün kat-ı ümit ettirerek derya-yı hayrete ilka eyledi.”83
Tabiata ait her unsur dağ, dere, kar, rüzgar, Biçuk ve Kabartaylı için canlarını tehdit
eden birer unsur haline gelmiştir. İki kahramanın tabiatla mücadelesi burada bitmez.
Bindikleri gemi Karadeniz’de fırtınaya tutulur:
“Bir de o gece hava bozulup lodos cihetinden bir fırtına zuhur ederek bir derece kesb-i
şiddet eyledi ki, ertesi gece o vakte kadar üstlerindeki niver-i nivardan bîzâr ve
altlarında da her bir sadmesi girdab-ı hatardan nişane veren Karadeniz’in müthiş
dalgalarından medhuş ve bîkarar oldular. Talihsiz başın yağmurdan kurtulup doluya
tutulduğu gibi onlar da karada sıkılıp ca-yı selameti bulmuş iken Karadeniz’in
ortasında rehberleri barika-i dehşet ve sayebanları sehab-ı felâket oldu.”84
Deniz burada azgın dalgalarıyla, sınırsız genişliği ve derinliğiyle tabiatın farklı bir yeri
olarak anlatı kişilerini tehdit eder. Böylece birbirinden farklı iki unsur kara ve deniz
tabiatı bir bütün halinde mücadele edilen mekân haline getirirler.
2.1.3.3. Mekân: Yardımcı Eyleyen
Mekân olay ve entrikaların oluşmasında ve ilerlemesinde engelleyici bir rol
üstlenebileceği gibi bazen de yardımcı olabilir. Mekân tasvirleri kişilerin tanıtılmasında,
onların ruh hallerinin, duygu ve düşüncelerinin anlaşılmasında yardımcı olabilir. Bunun
yanında mekân birleştirici ve yakınlaştırıcı bir unsur olarak da kullanılabilir. İki gencin
birbirine âşık olmasını, birbiriyle karşılaşmasını ve birbirine kavuşmasını sağlayabilir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti ve Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti adlı iki aşk hikâyesinde sevgililerin birbirleriyle
karşılaştıkları ve birbirlerine âşık oldukları mekân mekteptir. Bu mekân klasik edebiyata
dahil hikâyelerde okuyan kız ile erkeğin birbirine âşık olması ve halk hikâyelerindeki
83 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 15-16. 84 age., s. 35.
52
aynı okulda okurken birbirine âşık olan kız ve erkek motiflerindeki görevi üstlenir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi
Makbule Hanım’la Fatih’teki Taş Mektebi’nde okurken tanışır ve zamanla birbirlerine
âşık olurlar. Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde de Vasfi Bey Mukaddes
Hanım’la Aksaray Rüştiye Mektebi’nde karşılaşır ve âşık olur. Dönemin koşulları göz
önüne alındığında sevgililerin karşılaşabileceği, görüşebileceği ve zaman geçirebileceği
tek yerin mektepler olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerçeklik kaygısıyla hareket
eden yazarın, sevgilileri mektepte karşılaştırıp onları burada birbirine âşık etmesi çok
doğaldır. Behçet Efendi de hikâyesinin başlangıcında döneme ve bu dönemdeki sıbyan
mekteplerine değinerek gençlerin birbirleriyle karşılaştıkları, bir arada bulundukları
yerlerin bu mektepler olduğunu belirtir:
“Vakıa henüz mekteb-i sıbyana devam eden masumların birbirini sevişi ve meyil ve
muhabbetten dem vuruşu, birden bire çocuk oyuncağı gibi görünür ise de bundan elli
sene mukaddem mekteb-i rüştiyeler henüz küşad olunmamış ve nisaya mahsus olan
mektepler dahi tesis ve teşkil kılınmamış olduğundan sıbyan mekteplerinde ekseriya
şakirdandan on altı on yedi yaşlarına kadar erkek çocuklardan kalanlar olur ve on üç
on dört yaşlarına kadar da kız çocuklarından baş örtüsüyle devam edenler bulunur idi.
Şu iki cins çocukların o çağlarına kadar mahlûten bir mahalde bulunmaları o vakitler
dahi pek tecviz olunmaz idiyse de o asrın terbiye-i umumiyesi de etfalin ekserisini
hadd-i büluğa kadar, (…)”85
Behçet Efendi böylece iki hikâyede de aşkların ve olayların başlamasında niçin böyle
yardımcı bir mekân kullanıldığını açıklamış olur. Eğitim görülen yerin iki sevgilinin
birbirine âşık olmasında yardımcı rolü Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku
Bulan Sergüzeşti’nde de görülür. Nacit Bey ve Elizabet birbirine Elizabet ve babasının
ders verdiği evlerinde âşık olurlar. Diğer iki hikâyede olduğu gibi yine öğrenci-
öğretmen ilişkilerinden bir aşk doğar. Farklı olarak bu hikâyede öğretmen kadın,
öğrenci ise erkek kahramandır.
Kahramanları birleştiren ve yakınlaştıran yardımcı mekânlardan biri de Binbaşı Rıfat
Bey’in Sergüzeşti’nde kullanılan vapurdur. Karşıya geçmek için binilen vapur ecnebiyle
Binbaşı Rıfat Bey’in karşılaşmasını ve tanışmasını sağlamıştır. Böylece olaylar
başlamıştır:
85 Müsameretname (Cüz: II), s. 2-3.
53
“(…) yalnızca gidivermeye niyet ve Köprü’den saat iki buçuk vapuruna rakiben
tahrik-i çerh-i azimet eyledim.”86
“(…) yanımda bulunan mahut fazilet-mend, koynundan güzel bir ufak kutu çıkararak
içinden bir kokulu kav yakıp ikramen elime tutuşturmasıyla ne derece memnun oldum
tarif edemem. Vakıa bu ikram pek küçük bir şey ise de bilâ-talep zuhuru evvelce
kendisiyle kalbimde suret bulan arzu-yı musahabete hail olan perde-i mülâhazatı ref’
ve imha ve kendisinin dahi kalben benimle hem-hâl olduğunu ima eylediğinden
hemen ben de şu ikramını teşekkür-i fiili olan yalnız hafifçe bir temenna ile
bırakmayıp işte tamam sırası geldi diyerek ifa-yı teşekkürü beyan-ı memnuniyetle
karışık gayr-i muhtasar iki cümle ile eda eyledim.”87
Rıfat Bey’in günün başlangıcından itibaren arkadaşlarıyla görüşmek ve vakit geçirmek
arzusu onu Boğaziçi’ne gitmeye sevk etmiştir. Fakat bu gezinti esnasında ona
arkadaşlık edecek kimseyi bulamamıştır. Bu arzuyla vapura binen Rıfat Bey için vapur
dar kapsamıyla, insanları birbiriyle yakın ve sıcak bir ortamda birleştirmesiyle
arkadaşlık kurabileceği, sohbet edebileceği en uygun ortam halini almıştır. Bu durum
ecnebi için de geçerlidir. Vapur emellerini gerçekleştirmek için kullanacağı insanları
seçmek, onlarla yakınlaşmak için en uygun şartlara sahip bir mekândır. Üstelik
ecnebinin misyonerlik çalışmasında anlaşıldığı üzere sık sık kullandığı, alışık olduğu
mekânlardan biri haline gelmiştir.
Kahramanın bulunduğu ya da gitmek istediği mekânlar onun ruh halinin, duygu ve
düşüncelerinin çözümleyicisi olabilir. Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde
Faik Bey yaşadığı ruh halinden ve duygu yoğunluğundan dolayı Girit’e gitmek ister ve
bu isteği sonunda gerçekleşir:
“Faik Efendi öyle senelerce sevgilisi tarafından olsun bir eser zuhur etmediğinden
biçarenin el’an hayatta olduğuna şüphe etmekten hâli değildi. Şu cihetle Girit’te harp
üzerinde bulunan bir tabura izam olunuşundan aşırı hâlde memnun olurdu. Zira biçare,
kendisi için ihraz-ı mertebe-i şehâdetten başka hâl-i saadet göremezdi. Şu cihetle, ne
vakit muharebeye gireceğim diye dört gözle muntazır bulunurdu.”88
86 Müsameretname (Cüz: I), s. 3. 87 age., s. 8. 88 Müsameretname (Cüz: IX), s. 13-14.
54
Sevgilisinden haber alamayan Faik Bey için artık yaşamının bir amacı ve önemi
kalmamıştır. Bu durumda en azından hayatı boyunca hayal ettiği askerlik vazifesini
yapabilmesi ve şehitlik mertebesine ulaşabilmesini sağlayacak tek mekân Girit’tir.
Çünkü Girit’de savaş vardır, hepsinden önemlisi ölüm vardır. Ölüm onun için çektiği
acıların, sıkıntıların sonudur, kurtuluştur. Bu mekân değişimiyle aşkını, acılarını, duygu
dolu ruh halini İstanbul’da bırakacaktır. Girit onun için kendinden kaçışan yardımcı
olacaktır.
Kahramanların bulunduğu ortamdan kaçışı ve gizlenmeyi sağlayan mekânlardan biri de
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’ndeki Tırhala’daki çiftliktir.
Daniş Bey ve İsmail Efendi İhsan Hanım’ı ailesine teslim etmeyince onu gizlemek için
bu mekânı kullanırlar:
“Ve işte bu hüküm üzerine İstanbul’da oturulması, şu sırrı hakkıyla muhafazaya
müsait olmayıp gayet günün birinde şüyu bularak haklarında mazarratı davet
edeceğinden ba’d-ez-in Daniş Bey’in Tırhala’da bulunan çiftliğine hicretle bu madde
büsbütün mütevari-i perde-i nisyan oluncaya kadar orada serbestçe ikamete karar
vererek artık işi gücü de öyle uzatmayıp bir hafta sonra hep birlikte Tırhala’ya azimet
ettiler.” 89
Tırhala Daniş Bey ve İsmail Efendi için işledikleri suçu ve İhsan Hanım’ı saklamak için
en uygun yerdir. Seçimin özellikle çiftlik olması yerleşimle alakalıdır. Etrafında ev
yoktur, geniş alanlara sahiptir ve insanın sıkılmadan vakit geçirebileceği bir yerdir. Bu
çiftlik aynı zamanda İhsan Hanım’a özgürlük sunmaktadır. İstanbul’da görülecek,
bilinecek diye odadan aşağıya indirilmeyen İhsan Hanım artık istediği gibi gezebilecek,
eğlenecek ve insanlarla iletişim kurabilecektir. Daniş Bey için ise, isteklerin
gerçekleştiği bir mekândır. Çünkü o da çok istediği baba-evlat ilişkisini kurabilecek,
İhsan Hanım’ı kendi kızıymış gibi yetiştirebilecek ve ona babalık yapabilecektir.
Müsameretname’de gerek açık mekân gerekse kapalı mekânlardan bazıları olayların
ve entrikaların başlamasında, atmosfer oluşturmada, kişilerin ruh hallerini yansıtmada,
kendilerinden ve çevrelerinden kaçmalarında, istek ve hayallerini gerçekleştirmede
yardımcı unsurlar olarak kullanılmışlardır.
89 Müsameretname (Cüz: X), s. 61.
55
2.1.4. Zaman
2.1.4.1. Öykülüme Zamanı
Kendine yeni bir kurmaca dünya oluşturan anlatının temel taşlarından biri de zamandır.
Anlatının içindeki olay, kişi ve mekân belirli bir zaman dilimine oturtulur. Bu zaman
dilimi, anlatı içinde iki boyut kazanır.: “Anlatıda iki tür zaman vardır: Anlatıcının
öyküleme zamanı ve anlatıcının öykülediklerinin zamanı, yani öykülenen zaman ya da
kurmaca zamanı.”90 Bunlardan ilki anlatıcının öyküleme yaptığı zaman, diğeri ise
olayların meydana geldiği kurgu, öykü zamanıdır. Öykü zamanını anlatının içinde süre-
dizimsel olarak sıralanan olaylar oluştururken, öyküleme yani anlatma zamanı tamamen
anlatıcıya bağlıdır. Anlatıcı öyküleme zamanını süredizimsel olarak vermeyebilir.
Anlatının gerektirdiği veya kendi insiyatifine bağlı olarak öyküleme zamanında geriye
dönüşler, duraklamalar, eksiltiler, özetler ya da ileriye atlayışlar yapabilir.
2.1.4.1.1. Artsüremsel Öyküleme
Anlatıcı öyküleme zamanı ile kurmaca zamanı arasında bir zaman aralığı verebilir.
Kurmaca zamanı daha önceden gerçekleşir. Olay yaşanır ve biter, aradan belirli bir
zaman aralığı geçer. Anlatıcı bu geçen süre esnasında olaylar üzerinde yoğunlaşmış,
duygu ve düşüncelerini katarak veya katmayarak yeterli olgunluğa eriştikten sonra
öykülemeye başlamış olabilir. Kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı arasındaki süre
anlatıdan anlatıya değişebilir. İki zaman arasındaki sürenin genişliği bazen anlatının
zamanını genişletebilirken bazen de anlatının zamanını daraltabilir.
Müsameretname’nin çerçeve hikâyesinin kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı
arasındaki süreyi belirlemek oldukça güçtür. Yazar arkadaş toplantılarının ne zaman
başladığı, ne kadar sürdüğü ve ne zaman bittiği hakkında bilgi vermemiştir. Yazar
sadece başta “Leyalî-i fasl-ı şita bir müsait mevsim-i pîrâ olup (…)”91 gibi bir zaman
ifadesi, iç hikâyelerden sonra tarih ve sonda o dönemde yapılan edebî faaliyetler
hakkında bilgi verirken bahsederek belirli bir zaman dilimini çağrıştıran açıklamalar
yapar.
90 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 200-201. 91 Müsameretname (Cüz: I), s. 2.
56
Kitapta yer alan diğer yedi hikâyede kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı arasında bir
zaman aralığı söz konusudur. Bu hikâyelerde olaylar önceden olup bitmiş üzerinden
belirli bir süre geçtikten sonra anlatılmıştır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde kurmaca zamanı öyküleme zamanından önce
gerçekleşmiştir. Rıfat Bey “Çend sene mukaddem evvel-baharda bir pazar günü”92
sözleriyle kurmaca zamanının öyküleme zamanından birkaç yıl önce gerçekleştiğini
belirtir. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti Müsameretname’deki diğer hikâyeler içinde en
kısa kurmaca zamanına sahip hikâyedir. Bir pazar sabahından akşama kadarki süreyi
kapsar. Olay örgüsünün kısıtladığı kurmaca zamanı, anlatının öyküleme zamanını
daraltmıştır. Bu nedenle bu hikâye kitaptaki diğer hikâyelere göre hacim bakımından
daha kısadır. Binbaşı Rıfat Bey’in üzerinde düşünüp ders çıkarttığı bu hikâyenin
sonunda çerçeve hikâye anlatıcısı tarafından öyküleme zamanı verilir: “Fi Temmuz,
1288 sene”93
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde kurmaca zamanı
önceden gerçekleşmiş, öyküleme zamanı ise aradan yıllar geçtikten sonra yapılmıştır.
Hikâyenin öyküleme zamanı Behçet Efendi’nin yetmiş yaşında olduğu yıllardır: “(…)
Behçet Efendi’nin yetmiş yaşına kadar gelip de müddet-i ömründe niçin teehhüle rağbet
etmediğinin (…)”94 Çerçeve anlatının sonunda Behçet Efendi’nin yetmiş yaşında
olduğu yılın tarihi de “Fi 15 Mart sene 1289”95 şeklinde verilmiştir. Hikâyenin kurmaca
zamanı ise bundan yıllar öncesine dayanmaktadır. Kurmaca zamanı Behçet Efendi’nin
gençlik yıllarından “Ben gençliğimde Makbule Hanım namında bir kızın (…)”96
ifadesiyle başlamaktadır. Behçet Efendi o yıllardaki yaşını belirterek “Dediğim
tarihlerle sinnim on üçüne davranarak (…)”97 kurmaca tarihini de kesinleştirir.
Hikâyenin kurmaca zamanı on beş on altı yıl kadar uzun bir süreyi içine alır. Kurgulama
zamanı Behçet Efendi’nin “On beş senedir çektiğim derd-i hasret ve mihen ü
92 age., s. 3. 93 age., s. 54. 94 Müsameretname (Cüz: III), s. 79. 95 age., s. 80. 96 Müsameretname (Cüz: II), s. 2. 97 age., s. 4.
57
meşakkatin o anda mazhar-ı mükâfatı oldum.”98 Bu sözlerinden birkaç ay sonra
hikâyenin kurmaca zamanı da sona erdirilir. Bu da gösterir ki hikâyenin kurmaca
zamanı öyküleme zamanından kırk üç yıl önce gerçekleşmiştir. Oldukça geniş bir
kurmaca zaman dilimine sahip hikâyede, kurmaca zamanı ve öyküleme zamanı
arasındaki sürenin uzunluğu nedeniyle kurmaca zamanının tamamı öykü zamanına
aktarılamamış olabilir. Aradan geçen bu yıllar anlatıcıda unutkanlığa, seçiciliğe neden
olmuş bu nedenle de anlatı içinde birçok yer atlanmış, özetlenmiş, eksik bırakılmıştır.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde çerçeve anlatının sonunda öyküleme
zamanı “Fi 15 Şevval sene 1290” 99 şeklinde belirtilmiştir. Hikâyenin kurgu zamanı
Vasfi Bey’in on üç on dört yaşlarında başlar: “O vakitler sinnim on üç on dört
raddelerinde olduğum …”100. Bir buçuk yıl kadar süren kurgu zamanı öyküleme
zamanına aktarılırken yine atlamalar, eksiltiler yapılmıştır. Hikâyenin kurgu zamanı
öyküleme zamanından önce başlamıştır. Fakat kurgu ve öyküleme zamanlarının
bitişindeki süre farkı başlangıçta olduğu gibi belirgin değildir. Kurgulama zamanı ve
öyküleme zamanı anlatının sonunda birbiriyle çakışmaktadır.
Sonda kurgulama ve öyküleme zamanının çakıştığı bir başka hikâye de Faik Bey ile
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’dir. Hikâyenin kurgulama zamanı öyküleme zamanından
önce çocukluk yıllarından “Çünkü henüz on iki yaşında (…)”101 başlar. Kurgulama
zamanı biterken Faik Bey yirmi dört yirmi beş yaşlarındadır: “-Bakınız Faik Efendi,
size bir şey söyleyeyim. Siz daha yirmi dört yirmi beş yaşlarında bir gençsiniz.”102 On
iki on üç yılı kapsayan kurgulama zamanının bitişi öyküleme zamanı ile paralellik
gösterir.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde kurmaca zamanın
başlangıç tarihi anlatıcı tarafından “Bin iki yüz altmış beş senesi ramazan-ı şerifi
mevsim-i sayfın esna-yı germagermîsine tesadüf edip …”103 olarak verilir. Bu yıllarda
98 Müsameretname (Cüz: III), s. 33. 99 Müsameretname (Cüz: VII), s. 67. 100 Müsameretname (Cüz: VI), s. 3. 101 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 2. 102 Müsameretname (Cüz: IX), s. 67. 103 Müsameretname (Cüz: X), s. 2.
58
hikâyenin baş kahramanı Atiye üç buçuk yaşlarındadır. “(…) Atiye isminde üç üçbuçuk
yaşında bir kerimesinin nerede kaldığından hiçbirisi malumat veremedi.”104 Bu
hikâyede kişilerin yaşlarının ilerlemesi, mekân değişimleri kesin zamansal ifadelerle sık
sık belirtilir. “(…) Despino’yu dahi alarak tamam yetmiş altı senesi evasıtında her
birlikte İstanbul’a gelip (…)”105 Kurgulama zamanının kesin bitiş tarihi verilmese de
İsmail Efendi’nin konuşmasından kurgu süresinin on dört yılı kapsadığı anlaşılır.
“Hanımefendi şu valideleriyle pederleri olan Hacı Nazif Efendi’nin bundan on dört sene
evvel üç yaşında bulunduğu hâlde bir Kadir gecesi kaybolan kerimeleridir.”106
Hikâyenin sonunda öyküleme zamanı hakkında hiçbir tarih ve süre belirtilmemiştir.
Kurgulama zamanı öyküleme zamanından önce gerçekleşen bu hikâyede kurgulama ve
öyküleme zamanı arasında geçen süreyi tesbit etmek oldukça güçtür.
Gerdanlık Hikâyesi’nde kurmaca zamanıyla ilgili tarihler verilir: “Kendisi henüz veliaht
iken 1770’te (…)”107, “1786 senesi fena alâmetler ile başladı.”108 Birkaç yılı içeren
kurmaca zamanın tam olarak ne zaman sona erdiği belirtilmemiştir. Tercüme olan bu
hikâyenin öyküleme zamanı hakkında çerçeve hikâyeden elde edilecek zaman ifadesi
öyküleme zamanı değil, öykülenmiş hikâyeyi okuma zamanı olacaktır. Bu tarihte
hikâyenin sonunda verilir: “17 Ramazan sene 1290”
Kurgulama zamanı öyküleme zamanından önce gerçekleşen son hikâye ise Bir Osmanlı
Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’dir. Anlatıcı Nacit Bey
hikâyesinin sonunda kurgulama zamanı ile öyküleme zamanı arasında geçen süreyi tam
olmasa da belirtir.
“(…) işte bu keyfiyet şimdiye kadar hiçbir kimseye açılmamış olduğu hâlde çend
senedir her nasılsa sükûn ve intihaya yüz tutan bu vak’a, (…)”109
104 age., s. 6. 105 age., s. 64. 106 Müsameretname (Cüz: XII), s. 63. 107 Müsameretname (Cüz: V), s. 4. 108 age., s. 5. 109 Müsameretname (Cüz: IV), s. 97.
59
Öykülenmesinden birkaç yıl öncesine dayanan kurgu zamanının süresi ise hemen
hemen üç buçuk yıl sürer. Bu süre zamanda yapılan atlamaları, özetlemeleri, eksiltileri
belirten sözcüklerden öğrenilir. Hikâyenin sonunda öyküleme zamanı verilir: “Fi 21
Temmuz sene 1289”
2.1.4.1.2. Önsüremsel Öyküleme
Gelecek planlarının yapıldığı, hayallerin kurulduğu bir zaman dilimidir. “Olaylardan
önce yapılan bir öykülemedir, yani öyküleme anında henüz olmamış olayların
anlatıldığı bir yöntemdir.”110 Artsüremsel öykülemenin tam tersine bu öyküleme zamanı
kurmaca zamanından önce gerçekleşir.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey Hüsrev ile yaptığı,
Mukaddes Hanım’la tanışmak, onunla evlenmek, onun arkasından Trabzon’a Hüsrev’i
de göndermek gibi konularla ilgili planlarında ve hayallerinde önsüremsel öykülemeyi
sık sık kullanır:
“-Eğer Hüsrev, sahih gidersen, hem burada temin ettiğim harçlığını gönderir ve hem
de avdetinde pederimden memul ettiğin mükafatı ben veririm, dediğimde bu işe
Hüsrev benden ziyade hahiş göstermesiyle derhal işi kararlaştırdık. Fakat öyle ayrıca
gidip hariçten zahmet çekmeden ise Mukaddes Hanım’ın konağına gidip efendiyi
etekleyerek, ‘Efendim, kulunuz kapımdan azat oldum. Bir aralık üç ay kadar sıla
etmek niyetindeyim Trabzon’un Çerkezistan’a kurbiyeti cihetiyle kapınıza intisabım
kabul buyurulduğu hâlde sıladan başka vakitler hizmetinizde bulunmak üzere birkaç
kuruş maaş ihsan buyurulursa teşekkür ederim’ diyerek oraya kapılanıp daireye
birlikte gitmek muhaberimizi daha ziyade teshil edeceğinden bu suret münasip
olacağını birlikte tasavvur ederek (…)”111
Vasfi Bey Hüsrev’e söylediklerini gerçekleştirmesi halinde yapacakları konusunda
vaatlerde bulunurken önsüremsel öykülemeyi kullanır. Bu vaatlerde, gelecekte
gerçekleşeceği ve sürekli olacağı için geniş zaman fiil çekimleri kullanılmıştır. İlerleyen
kısımda Hüsrev, Vasfi Bey’in tekliflerini değerlendirebilmek için yapacaklarını planlar.
Bunlar Vasfi Bey ile birlikte Hüsrev’in de belirttiği gibi düşünceleridir. Bu düşünceler
hikâyenin devamında gerçekleşecek yani kurmaca zamanında oluşacaktır.
110 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 205. 111 Müsameretname (Cüz: VII), s. 13-14.
60
Hikâyedeki önsüremsel öykülemeye en güzel örneklerden biri de Lütfü Dede ve falcı
kadının Vasfi Bey’e Mukaddes Hanım’la kavuşacağını söyledikleri bölümlerdir. İnsanî
özelliklerin üzerinde vasıflarla tanıtılan Lütfü Dede ve falcı kadın, önsüremsel
öyküleme için oldukça uygun tiplerdir. Özellikle falcı kadın Vasfi Bey’e gelecekten
haber verir ve sonunda Mukaddes Hanım’la kavuşacaklarını söyler. Böylece öyküleme
zamanı oluşur. Hikâyenin sonunda falcı kadının ve Lütfü Dede’nin söyledikleri
gerçekleşir. Vasfi Bey’in düşmanı Hüsrev cezasını bulur ve iki sevgili birbirine kavuşur.
Bu olaylarla da kurmaca zamanı oluşur.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde yine vaatlerde ve
tekliflerde de önsüremsel öyküleme kullanılır. Vali paşanın Behçet Efendi’yi
evlendirme teklifi ve İstanbul’a gönderme vaadi gelecekte yapılması amaçlanan işlerdir:
“İki üç gün sonra Paşa beni çağırıp bazı iltifat ettikten sonra, ‘Behçet Efendi, senin
hakkındaki memnuniyetimi tarif edemem. Sana inşallah pek büyük mükafat etmek
niyetindeyim. Hemen bir sırasını gözetiyorum ve şimdilik de seni evlendirmek
istiyorum. Lakin bu bapta iki suret beyan edeceğim. Birisi, eğer mutlaka bakire
istersen gümrükçü beyin kerimesi hazır elimde gibidir. Bunu bizim haremden de
görmüşler, pek sena ediyorlar ve olacak olduğun halde pederi de pek aşırı memnun
olarak hakkındaki buğz ve garazını terk ile sana evvelkinden ziyade muhabbet ve
riayet edecektir. İkincisi, yok eğer seyyibeye tenezzül edecek olursan, bize müteallik,
haremde gayet genç birisi var. Hele bunun kemal-i terbiye ve sair ahval-i hasenesi ise
hakikaten öyle aranmakla bulunur ve malik olunur şeylerden olmadığından bunu da,
yani haremden, sana pek münasip görüyorlar. Haydi bak, biraz düşün taşın, her
hangisini istersen, yalnız gel bana haber ver. Sen başka şeye karışmayacaksın.”112
Vali paşanın bahsettiği olayların hepsi de geleceğe yöneliktir. Bunlarda ya gelecek
zaman çekimi kullanılmış ya da ‘inşallah, hazır elimde gibidir, evvelkinden, gel bana
haber ver’ gibi ilerde gerçekleşeceğini belirten sözcükler kullanılmıştır. Bu vaat ve
tekliflerin birçoğu gerçekleşemeyerek sadece düşüncede kalmış, öyküleme zamanı
gerçekleşirken kurmaca zamanı gerçekleşememiştir.
112 age., s. 56-57.
61
2.1.4.1.3. Eşsüremsel Öyküleme
Kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı birbiriyle paralel ilerler. Anlatıcı adeta
yaşadıklarını ya da yaşanılanları aynı anda anlatıyor izlenimini verir. Bu nedenle bu
öyküleme çeşidinde genellikle şimdiki zaman ve geniş zaman fiil çekimleri kullanılır.
Artsüremsel öykülemede de belirtildiği üzere Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde kurmaca zamanı öyküleme
zamanından önce başlarken hikâyelerin sonunda kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı
birbiriyle çakışır. Vasfi Bey hikâyenin sonunda Mukaddes Hanım’la karşılaştıklarını
fakat Mukaddes Hanım’ın başkasıyla evlendiği için kavuşamadıklarını söyleyerek sözü
dış anlatıcıya bırakır. Dış anlatıcının Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın sonradan nasıl
kavuştuklarını anlattığı kısımda hikâyenin öyküleme zamanı ile kurmaca zamanını
birbirinden ayırdetmek oldukça zordur. Anlatıcı burada yaşanılanı anlatıyor gibidir.
Özellikle ‘tebliğ ve işar olundu, tahammül eder dururmuş, kat-ı münasebet eder’ fiilleri
iki zamanı da çağrıştırmaktadır.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nin sonunda iki zamanın paralelliği daha da
belirgindir. Anlatıcı Şakir Bey yaşanılan zamanı kasdedercesine Faik Bey’den
bahsederek hikâyesini bitirir. “Şu hâl üzere bir müddet geçtikten sonra Faik Efendi terfi-
i rütbe ile ordusu canibine giderek elyevm orada ise de birinci ordu-yı hümayundan bir
zabitle becayiş-i memuriyete çalışmaktadır, (…)”113 Şakir Bey burada şimdiki zaman
eki ‘-makta’yı kullanmıştır. Bu da Faik Bey’in yer değiştirme çabasının yaşanılan
zamanda olduğunu ve hâlâ sürdüğünü göstermektedir. Çok belirgin olmasa da bu iki
hikâyenin sonunda kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı birleştirilerek eşsüremsel
öyküleme kullanılmıştır.
2.1.4.1.4. Katılımsal Öyküleme
Anlatıcının yaşanılan anı esas alarak geçmişe ve geleceğe geçişlerle zenginleştirdiği
olay anında yapılan bir öyküleme çeşididir. “Mektup tarzı romanlar ve günlükler bu tür
113 Müsameretname (Cüz: IX), s. 98-99.
62
öykülemeye örnek gösterilebilir (…) Bu durumda da sözlü dile benzer, canlı, okura
yakın bir söylem oluşturur.”114
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti, Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti ve İhsan
Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti adlı hikâyelerdeki mektuplar bu
öyküleme tarzına örnek gösterilebilir. Özellikle Mukaddes Hanım’ın Vasfi Bey’e
yazdığı mektuplarda Mukaddes Hanım katılımsal öykülemeyi kullanmıştır:
“Mürevvic-i arzu-yı canım efendim
İkinci tezkirenizde müjde veren teveccühat-ı kalbiyeniz zaten hakk-ı vefakârilerinden
asla zeval-pezir olmayan şem-i itimadıma birkaç derece daha revnak-bahş oldu. Bu
yüzden aşırı müftehir bulunduğum gibi, suret-i mihr ü vefa olan müsabakatınıza dahi
ne vechle teşekkür edeceğimi bilemem. Çünkü muhibbeniz gönlümün en kıymetli bir
şerefi olan temayülat-ı kalbiyenizi kazandığım günden beri kendimi o kadar mukabil
ve o kadar bahtiyar addederim ki… Eğer cihanda benim için bir hâl-i saadet varsa o da
ancak hakkımdaki beka-yı teveccühünüzdür. Bu sebepten cariyeniz şimdiye kadar
vefasından şüphe etmediğim kalb-i sadıkanenize itimaden tarafınızdan zuhurata
muntazır olmuş ve tıfl-ı dili senelerce o baziçe-yi ümit ile oyalamış durmuş idim.
Nihayet ni’amüt-tesadüf mukaddema Kağıthâne yokuşunda ettiğim teşerrüf
derunumda hırz-ı can gibi sakladığım ümidimi tecdit eylediği gibi ondan sonra ara sıra
penceremizin önünden geçmeğe rağbete mecburenizi memnun ve müstefi etmenize
takdir-i kıymetten acizim. Ve ben de vakti bilinmeyen teşrifinize ihtiyaten her saat
muntazır olduğum halde ya pencereden arz-ı ru-yı şükraniyet etmek veya hiç olmazsa
muntazır bulunduğumu kafes ardından olsun bildirmek vazife-yi memlukiyet ise de ne
çare ki, bildiğiniz vechle nazar-ı rekabetinde bulunduğum üvey validemin asla halden
anlamaması ve hasbel garez habbeyi kubbe etmesi şerrinden temkin ve sükûnete
mecbur ve işte bundan dolayı nazar-ı affınızda pür-kusur bulundum. Ve yine
cürmümüm affını ve devam-ı teveccühat-ı fuadiyenizi istida ederim. Her hâlde lütuf
ve kerem efendimindir.
İmza
Muhibbeniz”115
Mukaddes Hanım yaşanılan andan hareket ederek geçmişe ve geleceğe yönelmiştir.
Mukaddes Hanım Vasfi Bey’in daha önce gönderdiği mektubun yarattığı ve Vasfi
114 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 206. 115 Müsameretname (Cüz: VI), s. 38-39.
63
Bey’in aşkına karşılık yaşadığı duygu yoğunluğunun, geçmişten başlayarak yaşanılan
âna kadarki gelişimini anlatır. Daha sonra bu duyguların sürekli olacağından, gelecekte
de devam edeceğinden bahseder. Şimdiki zaman merkez alınarak geçmişe dönüşler ve
geleceğe yönelişler yapılmıştır. ‘Ne vechle teşekkür edeceğimi bilemem, bahtiyar
addederim, şimdiye kadar, bildiğiniz vechle’, sözcükleri şimdiki zamanı ifade eder. Ben
öyküsel anlatıcı konumundaki Mukaddes Hanım, bu ifadelerde kurmaca zamanı ile
öyküleme zamanını birleştirir. Sevgiliye yazılan bu mektup söylem yönünden de
oldukça yakın ve sıcak bir söyleyişe sahiptir. Mukaddes Hanım sevgilisi Vasfi Bey’le
görüşme imkânı bulamadığı için ona söylemek istediklerini bu mektupla dile getirmiştir.
Bu mektup Mukaddes Hanım’ın duygularını anlatmak için Vasfi Bey’e yönelik bir
sesleniştir.
2.1.4.2. Sıra
“Sırayı incelemek, öykü içindeki (⇒2) olayların düzenlenişiyle (olayların süredizimsel
akışı) bu olayların öyküleme içindeki (⇒1) düzenlenişini karşılaştırmak demektir.”116
Sıra öyküleme zamanı ile kurmaca zamanını karşılaştırmaktır. Yani öyküleme
zamanının kurmaca zamanıyla uyum içinde olup olmadığıdır. Kurmaca zamanı genel
yapı olarak süredizimseldir. Ancak öyküleme zamanı bu süredizimsellik konusunda
anlatıcıya bağlı olarak kurmaca zamanına uymayabilir. Bu uyumsuzluğun geriye
sapımlar ve ileriye sapımlar gibi iki nedeni olabilir. Bunlardan ilki anlatıda geçmiş
zamana açılan mazi koridorları, ikincisi ise gelecek zamana yapılan açılımlardır.
Geriye sapımlarla açılan mazi koridorları, anlatıdaki eksiklikleri tamamlayarak ve
okuyucuda merak uyandıran, açıklanmamış ayrıntıları açıklayarak anlatının hacmini
genişletir.
Müsameretname’de kullanılan geriye sapımların tamamı hikâyelerin sonlarında yer
alır. Bu mazi koridorları hikâyelerin sonlarının hazırlayıcıları ya da açıklayıcılarıdır.
Özellikle Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti, Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı üç aşk
hikâyesinde sevgililerin birbirinden ayrıyken neler yaşadıkları, nasıl kavuştukları gibi
116 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 208.
64
konular geriye sapımlarla verilir. Bu geriye sapımlar ya kadın kahramanlar tarafından
yapılır ya da anlatıcı tarafından onların anlattıkları aktarılır.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Makbule Hanım
Behçet Efendi ile Bosna’da görüştüğünde, geçen bir yıl için neler yaptığını, neler
yaşadığını, Bosna’ya nasıl geldiğini ve kendisini nasıl bulduğunu Behçet Efendi’ye
anlatır:
“Bir sene evvel validem sizlere ömür. Lakin cariyeniz vefatını ganimet addederek
çehre-i rekabet-behresi indimde en büyük azab-ı duzah-ı itab olan zevc-i menhus-ı
vahşet-me’nusu def ile birkaç aylar uğraşmakla hele rişte-i münasebeti ukde-i sıklet ve
rekabetinden kurtardım. Lakin bir taraftan elem-i hasretinizle bîzar ve validem dahi
olmadığı cihetle bir taraftan da hane-i vahdet-aşiyanımda yalnızlık mihnetiyle bi-sabr
u karar olduğumdan bir mahalde aram edemeyerek ara sıra bazı ahbaba gider ve asıl
maksadım da gizli gizli, şundan bundan zatınızın el’an nerede olduğunu tecessüs
ederdim. Ve paşanın haremiyle dahi ülfet ve münasebet-i kadimem olduğu cihetle ara
sıra hanımefendi ile görüşmeye gittiğimde kendilerini herkesten ziyade tab’a muvafık
buldukça sonraları ülfet ve ünsiyetimi büsbütün onların müsaferet ve musahabetlerine
hasr ettiğim gibi zatınızın da hâlâ Bosna’da olduğunuzu haber almış idiysem de nerede
ve ne memuriyette bulunduğunuzu yerli yeriyle öğrenemediğimden efkârımı da
tarafınıza arz etmenin bir çaresine sarf etmekte iken bir de paşa efendinin rütbe-i
vezaretle Bosna’ya memuriyeti zuhur edince, ‘Oh, işte benim için tam fırsattır’
diyerek hanımefendiyle birlikte azimete ziyadesiyle hahiş gösterdim ve bîkesliğimden
naşi kendilerinin zaten ziyadesiyle mazhar-ı sahabeti olduğum misüllü kendileri de
diyar-ı gurbette benim gibi tabiatlarına muvafık bir hem-dem bulamayacaklarını
bildiklerinden ve hem de benim gösterdiğim hahiş ve rağbet ise daha ziyade canlarına
minnet olduğundan işte ol vechle hanımefendiyle beraber Bosna’ya geldim, dedi.”117
Makbule Hanım’ın ağzından verilen bu mazi koridoru geçmişe açılan ilk kapıdır.
Makbule Hanım ilerleyen bölümlerde vali paşanın kendisiyle Behçet Efendi’yi zorla
ayırdıktan sonra, neler yaşadığını ölüm döşeğinde Behçet Efendi’ye anlatmaya devam
edecektir:
“(…) bu hicranı size cesedim söylemezse birkaç saat sonra naaşım arz edecektir. O
cihetle paşa bizim beynimize hail olamaz. Vakit kaybetmemek üzere hemen siz beni
dinleyiniz diyerek şu vechle izhar-ı derd-i derun eyledi ki, “Sizin İstanbul’a
tardınızdan birkaç gün sonra bir gece ansızının paşa benim odama gelir ve bizim
117 Müsameretname (Cüz: III), s. 35-36.
65
evvelce vuku bulan mülakat-ı hafiyemize kesb-i vukuf ile beş on defa gizli gizli
gelerek yalnız pencereden bizi seyredip dinlemekle mütelezziz olduğunu beyan
eyledikten sonra esrarımızı ifşa etmemesi mücerret benim için kalbinde suret bulan
meyil ve muhabbetten ileri geldiğini birçok zemin ve zaman ile dermeyan eder. Bunun
üzerine behemehal beni kendisine akdetmek niyetinde olup zatınızı muhabbethane-i
dilden ihraç ederek bu hususta niyetine muvafakat etmemi teklife kalkışır. Mecbureniz
tarafından kendisine derhal suret-i reddiye gösterilmesi üzerine, eğer teklifine
muvafakat etmezsem güya töhmet-i vakıamızı vesile edinerek ikimizin dahi
helâkimize kadar yürüyüp elinden asla kurtuluş mümkün olamayacağından bahisle
tehdidane suret-i cebir ve ibram göstermesiyle bu cariyeniz ise kuvve-i galibe
hükmünde olan şu beliyeden halâs için başka bir çare bulamadığımdan güya teklifine
muvafakat o derece bâr ve nefret olmadığını beyan ederek kendisini ol vechle ikna ve
iğfal ile hele güç bela dest-i cebrinden yakamı kurtarıp ertesi gün firara çalıştımsa da
her bir harekât ve teşebbüsatımı taht-ı teyakkuz ve basirette gördüğümden kendimi
paşanın mahbus-ı nazar-ı ihtiyatkârîsinde olduğumu hisseylediğim gibi çaresizlikle bir
daha giriftar-ı pençe-i teklif ve ibramı olmaya mahal kalmamak üzere o akşam
kendimi tesmin eyledim ve birkaç saat sonra ansızın hastalanışımdan paşa hali
hissederek alelacele hekimler celp ile bana pek çok edviye ve mukayyî şeyler
içirilerek semin şiddet-i tesiri kestirilip biraz önü alınır gibi olduysa da vücudumca
sirayeti büsbütün def’ edilemediğinden işte şu hâl-i rıhlet ve sizinle müebbeden
firkatime sebep budur” dedi.”118
Makbule Hanım’ın yaptığı bu geriye sapımlar aslında Behçet Efendi’nin yaşadıklarıyla
eş zamanlı olaylardır. Fakat Behçet Efendi sadece kendi yaşadıklarını anlatır. Makbule
Hanım hakkında bilgi vermez. Çünkü o da okuyucu gibi Makbule Hanım’ın nasıl
olduğunu, ne yaptığını merak ediyor ve onun hakkında bilgi edinemiyordur. Hikâyenin
nasıl böyle bir sonla bittiği, Makbule Hanım’a ne olduğu gibi soruların cevabı olan bu
mazi koridorları hem anlatının bütüncül yapısındaki eksiklikleri tamamlamış hem de
anlatıyı hacim olarak genişletmiştir.
Hikâyenin sonunu hazırlayan iki sevgilinin birbirine nasıl kavuştuğunu açıklayan geriye
sapımlardan biri de Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde kullanılmıştır. Nuridil
Hanım bu geriye sapımda Faik Bey’den ayrı kaldığı üç yıl boyunca neler yaşadığını
anlatır:
118 age., s. 76-77.
66
“(…) Nuridil Hanım, Faik Efendi’nin meçhulü olan maceranın nakil ve hikâyesine
halâvet-saz-ı lisan-ı iptida oldu:
- Efendim, cariyeniz, efendi-zadem Tevfik Bey’den en sonra esirci hanıma gelen bir
mektup üzerine zatınızla görüşmemek için hakkımdaki tembih ve tekdirleri üzerine,
çok geçmeksizin bir mahalle satılıp badehu iki kapı daha değiştirdimse de her birinde
birer mahzura tesadüf ederek oturmak istemediğimden beni üçüncü kapıdan da
kaldırıp esirci Zekiye Hanım’ın hanesine yolladılar.”119
Bu geriye sapım Nuridil Hanım ile Pişasimaf arasındaki karşılıklı konuşmalardan
oluşur. Pişasimaf Nuridil’in sevgilisi Faik Bey’in çocukken kendisine yardım eden
Biçuk olduğunu anlar ve iki sevgiliyi birbirine kavuşturacağına söz verir. Bundan sonra
da bu yolda çaba sarfeder. Nuridil Pisaşimaf’ın yaptıklarını tek tek diyaloglarla özetler.
Mazi koridorunun sonunda da Faik bey’e gerçeklerin niçin daha önceden söylenmediği
açıklanarak yaşanılan zamana döner:
“İşte bu kadar olan biten şeylerin sizden mektum tutulması ise mücerret,
hanımefendinin beynimizdeki mecburiyetin muhabbet-i hakikîye müstenit olup
olmadığını tecrübe etmek ve bir de böyle bir macerayı nazar-ı istigrabınıza birden bire
arz etmek letaifinden başka bir şey değildi. (…)
(…) Fakat cariyenize kalırsa konağın idaresi bad-ez-in dest-i dirayetinize havale
olunacaktır zannederim, diyerek Nuridil Hanım takrir-i dil-pezirine hitam verdi.”120
Bu mazi koridorlarıyla düğümler bir bir çözülür ve gizemli hava kaybolur. Nuridil’in
yaşadıkları tıpkı bir önceki hikâyede Makbule Hanım’ın yaşadıkları gibi Faik Bey’in
yaşadıklarıyla eş zamanlı olaylardır. Fakat bir önceki hikâyede olduğu gibi kadın
kahramanın yaşadıkları burada da anlatılmaz. Daha sonradan kadınlara mazi koridorları
açtırılarak olaylar anlattırılır.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde de geriye sapımlar anlatıdaki eksik
olayları tamamlamak için kullanılır. Ancak bu hikâyede geriye dönüş yapan Mukaddes
Hanım değil onun dadısıdır. Diğer hikâyelerde olduğu gibi mazi koridoru kadın baş
kahraman tarafından anlatılmamış, dadı Cevri Kalfa’nın anlattıkları Vasfi Bey’in
ağzından verilmiştir:
119 Müsameretname (Cüz: IX), s. 81-82. 120 age., s. 95-96.
67
“Cevri Kalfa benimle kaldıkta ifadesinden anlaşılan, bunlar hep birlikte Trabzon’a
gittiklerinde bir müddet bizim Hüsrev iki tarafın mektuplarını yoluyla alıp vererek
dairece dahi herkesin emniyet ve memnuniyetini kazanmış. Bunun üzerine haremce
ara sıra su başlarına falan gezmeye gidildikçe Hüsrev de hizmette bulunup kendisinin
bana olan münasebetine mebnî sevgilim tarafından taltif olundukça Hüsrev bunun
muhabbetine düşerek kendisini benim yerime koymak üzere bana onun vefatını
yazdığı gibi, benim de gönderdiğim mektupları ketm ederek nihayet bir gün ağlaya
ağlaya güya benim irtihal etmiş olduğumu haber verir. Aklınca kendisini nazar-ı
rağbete aldırmak üzere bir üftade-i biçare olduğundan bahsederek bir de ariza yazıp
Cevri Kalfa ile sevgilime takdim eder. Sevgilim bu hali görünce ziyadesiyle gazaba
gelerek Cevri Kalfa ile diğer bir sebeb-i kavî buluşturup Hüsrev’i daireden
kovdururlar. Hüsrev de oradan kalkıp sahihan sıla etmek üzere Çerkezistan’a giderken
Batum taraflarında bir dağ kenarından hîn-i mürurunda bulunduğu daracık bir yolda
altındaki hayvan kapanmasıyla, kendisi yardan uçup mecruhen alt yanında bulunan
dereye düşer boğulur. İşte Hüsrev bu suretle belâsını bulursa da, benim vefatımı
düzme olarak bildirmiş olması bir suretle hatırlarına gelmeyerek sevgilim de benim
gibi mihnet-i hüsranı çeker dururmuş ve hayli vakitler de yeis ve eleminden hastalanıp
pederini aşırı merakta bırakmış. Ve nihayet iki gün evvel mazulen İstanbul’a
geldiklerinde, sevgilim güya beni ziyaret etmek için kabrimi haber almak üzere ertesi
gün Cevri Kalfa’yı bizim konağa göndermişse de biz oradan çıkıp başka bir yere
naklettiğimizden Cevri Kalfa o gün akşamlara kadar dolaşıp olduğumuz yeri bulamaz
ve sonra bir yerden pederin konak yaptırdığını haber alıp oraya gelirse de vakit
akşamlamış olduğundan yapıda bizden hiç kimseyi göremez. Fakat bizden elbette
birisini bulurum ümidiyle ertesi gün yapılan konağa gelip müteallik birisini sorarken
benim yukarıda olduğumu haber verdikleri gibi, kendisini bir hayrettir alarak o halde
benim yanıma gelmek için salonun kapısından bakmakta imiş. (…)
(…) Cevri Kalfa bu sözleri kemal-i itizar ile beyan edip gittikte, (…)”121
Cevri Kalfa’nın yaptığı geriye sapım Hüsrev’in düzenlediği entrikayı, söylediği yalanı
açığa çıkarır. Böylece hikâyedeki en büyük düğüm çözülür ve sevgililerin önündeki
engel kalkar. Bunun yanında Hüsrev’in de akıbeti anlatılır. Hüsrev cezasını bulur ve
ölür.
Mazi koridorunun kullanıldığı son hikâye Gerdanlık Hikâyesi’dir. Bu hikâyede anlatıcı
olayların açığa çıkmasına az bir zaman kala Kardinali dolandıran Madam Dö Lamot’un
gerdanlığı ne yaptığını geriye dönerek anlatır:
121 Müsameretname (Cüz: VII), s. 61-63.
68
“Hacet değil demek ki, gerdanlığın başına ne geldi. Kardinalin gözü önünde
Versayl’da gerdanlığı Madam Dö Lamot’un elinden alan ve kraliçenin hademesi
kıyafetine giren, bâlâdaki zikrini geçtiğimiz Vilet nam usta dolandırıcı idi ki madamın
kocası kontun arkadaşı ve şeriki idi. Bunlardır, gerdanlığı ele geçirdikleri gibi doğru
İngiltere’de soluğu aldılar ve fikirleri gerdanlığı paralayıp parça parça satmak idiyse
de bu usta işini, bu marifetli masnuatı kırıp paralamak pek kolay ve tehlikesiz bir
muamele değil idi. Onun için aylarla buna vakit sarf ettiler. Lakin asıl tehlike şimdi
Madam Dö Lamot’ta idi ki, (…)”122
Müsameretname’deki üç aşk hikâyesinde kullanılan geriye sapımlar kadın
kahramanların yaşadıkları paralel olayları anlatır. Böylece anlatının içinde yer alan
düğümler ve entrikalar çözülür, sona nasıl erişildiği ya da nasıl bir son hazırlandığı bu
mazi koridorlarıyla okuyucuya sunulur. Hikâyelerin kurgusunda oldukça önemli bir
yere sahip olan bu geriye sapımlar iki hikâyede asıl kadın konumundaki sevgililere
açtırılırken, birinde sevgilinin yardımcısı dadıya yaptırılır.
2.1.4.3. Süre: Anlatının Ritmi
Yazar zaman kullanımında diğer unsurlarda olduğu gibi seçici olmak durumundadır.
Anlatısında kurmaca zamanının tamamını öyküleme zamanına aktarmayabilir. Anlatının
ritmini hızlandırmak ya da yavaşlatmak için kurmaca zamanın bir kısmını atlayabilir,
özetleyebilir veya duraklama yapabilir. “Yazar, anlatısında ritmi gerçekleştirmek için,
dört değişik anlatısal yol kullanır. Bunlar duraklama, sahne, özetleme ve eksiltidir.”123
2.1.4.3.1. Duraklama
Duraklama, anlatıcının yaptığı kişi veya mekân betimlemelerinden, yine bu iki unsur
üzerindeki yorumlarından, dönemin sosyal, siyasi ve kültürel yapısı üzerinde bildirdiği
görüşlerden oluşan hareketsiz bölümlerdir. “Anlatıcı birden öyküden ayrılır,
kahramanları askıda bırakır ve kişisel bir yoruma, bir betimlemeye dalar.”124 Bu nedenle
olay örgüsü ilerleyemez ve anlatıcı tekrar öyküleme zamanına dönene kadar durur.
Yazar duraklama yaparken verdiği betimlemelerin ya da yorumların anlatıdaki olay
örgüsüne uyumuna ve olay örgüsündeki yerine, uzunluğuna dikkat etmelidir. Çünkü
122 Müsameretname (Cüz: V), s. 34. 123 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 208. 124 age., s. 219.
69
duraklama uzar ya da uyumsuz olursa okuyucu sıkılır veya olay örgüsünü takipte
zorlanır.
Müsameretname’de yer alan yedi hikâyede zaman zaman kişi ve mekân betimlemeleri
yapılmıştır. Bu kişi ve mekân betimlemeleri fazla uzun olmayan ve olay örgüsünde
belirli bir işleve sahip metinlerden oluşan duraklamalardır. Tercüme olan Gerdanlık
Hikâyesi’nin girişinde kurguda önde gelen üç kahraman ile 18. yy Fransa’sı, kraliyet
ailesi, sosyal ve siyasi yaşamı hakkında uzun uzun bilgiler verilir, betimlemeler yapılır.
Anlatıcı, kişiler hakkında bilgi vereceğini kendisi belirtir ve ansiklopedik açıklamalar
yapıyormuş gibi kişi isimlerinden sonra iki nokta kullanarak açıklamalar ve
betimlemeler yapar:
“Lakin iyice anlaşılması için bu hikâyeye dahil olan zevat kimler ve ne makule
adamlar olduğunu evvelce ve muhtasaran beyan etmek farz olur.
İBTİDA-YI HİKÂYE
Kardinal Ruhan: Ruhan prensleri familyası, Fransa’nın en eski ve en büyük
familyalarından biri ve hemen en muazzamı idi.” 125
Bu açıklama ve betimlemelerle yapılan duraklama oldukça hareketsiz ve sıkıcıdır.
Hikâyede asıl olay gerçekleşene kadar devam eden bu duraklama anlatının ritmini
oldukça düşürmüştür.
Kişi ve mekân betimlemelerinden oluşan duraklamaların yanında Kapı Kethüdası
Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi’nin sıbyan
mekteplerinin durumu, sosyal hayattaki yeri üzerinde durduğu kısımlarda, Faik Bey ile
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde verilen ilaç tariflerinde ve özellikle Bir Osmanlı
Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’ndeki İngilizlerle yapılan
Osmanlı-Türk kavramları üzerindeki fikir ayrılıklarının belirtildiği metinlerde de
duraklamalar vardır.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey ile bir
İngiliz kont ve karısı arasında geçen Osmanlı-Türk kavramları konusundaki fikir
ayrılıklarının verildiği duraklama oldukça uzun ve sıkıcıdır. Nacit Bey kendi dış
125 Müsameretname (Cüz: V), s. 10-11.
70
görünüşünü anlatarak başlar. Kendisinin bıyıklı olduğunu, oysa İngilizlerin ya sakallı ya
da bıyıkları da kesilmiş bir şekilde tıraşlı olduklarını, kendisinin bu görünüşüyle
onlardan farklı olduğunu, İngilizlerin bu konudaki yorumlarını anlattıktan sonra
katıldığı baloda farklı görünümü dolayısıyla yaşadığı olayı anlatmaya devam eder.
Burada uzun uzun Türkler ve Osmanlılardan bahsedilir:
“İşte şu keyfiyet mücerret sakalsızlığımdan neşet etmiş idi ki, madama beni o halde
görerek kim olduğumu sol tarafında bulunandan sual eder, o da Türk olduğumu beyan
etmesiyle madama derhal yanımdan kalkıp savuşur. Lakin madamanın şu hareketi
halk nazarında soğuk ve çirkin bir şey olup kendisinin noksani-i terbiyesine memul
olduğundan dolayı zevci bulunan lord dahi aşırı mahçup olmasıyla şu hâl-i bürudet-
mealin indifaı zımnında kalkıp madamasını alıp koluna takarak tekrar yanıma getirip
iclâs eyledi. Bununla beraber beni tatyib için etraftan itizarı havi bir haylice sözler
tefevvüh olunduğu gibi madamanın mazuriyeti için dahi huzzar tarafından Türkistan
hakkında birçok makale dermeyan edildi. Ezcümle birkaç asır mukaddemki ecnebi
tarihlerinde Osmanlılar için göğüs ve baldırları çıplak vahşi bir kavm-i cengâver olup
sinelerine karış karış karlar yağdırarak sakal ve bıyıklarına buzlar dondurdukları ve
tecrübe zımnında pazılarına şişler ve bıçaklar saklayıp diğer taraftan çıkan uçlarına
soğan, sarımsak taktıkları ve başlarına bir yığın sarıkla yarı göğüslerinden aşağı bir
metre yerlerine yün kuşaklar sardıkları beyan olunup Yunan tarihlerine gelince,
Türkler gerek tavır ve kıyafet ve gerek âdet ve milliyetçe en vahşi ve gayet zorba ve
müstevli adamlar olub hatta Hristiyanlar yakın vakte kadar çocuklarını Türk geliyor
diye ihafe eyledikleri rivayet olunduğu câ-yı bahis oldu. Bununla beraber o misillü
tarihler şimdiki halde merdud-ı nazar-ı itibar ise de garaib-i mealinden nâşi ca-beca
mütalâa olunmakta olduğundan ve madam ise Osmanlılarla ülfet ve ihtilâf ile
kendilerinin ahvali medeniyetlerine henüz kesb-i vukuf edemediğinden neşet eylediği
beyan-ı itizarında bulundular ve Osmanlıların mert ve civanmert bir millet-i sahib-i
şecaat ve azmûde-i germ ü serd olduklarını ve medeniyetçe kesb eyledikleri şeref ve
meziyet, kendilerinin hiçbir vakitte badiyenişin-i bad-ı vahşet olmadığına delâlet
eylediğini dahi bir cemile olmak üzere ilâve ve itiraf ederek suret-i tarziye
gösterdiler.”126
Avrupalıların geçmişte Türklere nasıl baktığını, tarihlerinde onları nasıl anlattığı ve o
andaki bakış açılarının belirtildiği bu duraklama ile hikâye sanki yarıda kesilmiş ve bir
başka anlatıya geçilmiş havası vermektedir. Bu duraklama ilerleyen safhalarda da
devam edecek ve olaya iki Cezayirli dahil olacaktır. Onlar da Osmanlılar ve İslamiyet
126 Müsameretname (Cüz: IV), s. 28-30.
71
hakkındaki görüşlerini bildirecektir. Bu duraklamada yer alan, Nacit Bey dışındaki
kişilerin hiçbirisi hikâyenin ilerleyen kısımlarında yer almayacaktır. Yazar hikâyenin
asıl olay örgüsünü ve kişilerini askıya alarak burada vermek istediği düşünce ve
yorumlarını aktarmıştır. Hikâyenin temasıyla yakından ilgili olan bu düşünce ve
yorumlar oldukça uzun olan duraklamayı sıkıcı olmaktan kurtaramamıştır.
2.1.4.3.2. Sahne
Sahne, tiyatro gibi görsel sanatlarda kullanılan en önemli tekniktir. Eserde her ayrıntıyı
incelikle ele alır ve izleyiciye sunar. Hikâyelerde ise bu tekniğin kullanıldığı bölümler
ön plana çıkar. Çünkü sahne görsel sanatlarda olduğu gibi anlatıdaki her ayrıntıyı
açıklar, gösterir ve duyurur. Anlatının ritmini canlılık ve heyecan katarak hızlandırır. Bu
da okuyucunun ilgisini çeker ve onu esere bağlar.
Müsameretname’de hikâyelerin bazılarında özellikle gerilim ve heyecanın arttığı,
kişilerin diyaloglarının oluşturduğu ve düğümlerin çözüldüğü sahneler oldukça dikkat
çekicidir. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nin sonunda Rıfat Bey ve ecnebinin kızları
arasında geçen diyaloglarla düğümün çözüldüğü sahnede gerilimli bir atmosfer
oluşturmuştur:
“Bir de büyük kız kapıyı açarak içeri girdi. Şüphe olunmaz ki öyle bir mühim vakti
idare için kendisi de kapının dış tarafında bizi dinlemekte bulunmamış olsun. Ben asla
yüzüne bakmayarak hiddetimden kaşlarımı çatmış olduğum hâlde odanın içinde iri iri
gezinerek gitmekte olduğumu görmesiyle, ‘Mösyö, beş dakika evvelki muhabbetiniz
sine-sûz-ı hased-i yâr u ağyâr olduğu hâlde niçin böyle birden bire dargınlık
çıkardınız?’ dedi. Ben kendisine asla iltifat etmeyerek daha ziyade suret-i şiddet
gösterdim. Tekrar, ‘Mösyö bu ne kadar hiddet?’ deyince ben, ‘Madam! İyi biliniz ki
hiddetimden daha size bir eser göstermedim.’ dediğimde o da hiddetlice, ‘Mösyö,
mösyö! Bizim gözlerimiz bir kimseden hiddet göremez!’ demesiyle benim daha
ziyade canım sıkılarak, ‘Acayip! Göstersem de hakkım yok mudur?’ dedim. Ve hem
de o zaman esvaplarımı tamam giyinmiş ve henüz kılıcımı da alıp kuşanmış idim.
Hemen kabzasına dayanıp kızların ikisini de yukarıdan aşağı birer kere gazubane
süzdüm. Küçük kız evvelce karyoladan inerken gözlerimin dönüşünden korkmuş
olduğu için bir hâl-i sükûnet içinde durmakta idi. Büyük kız da öyle gazubane durup
bakışımdan havf ile derhal muameleyi değiştirerek, “Mösyö, affınızı dilerim. Lakin
hemşiremin size arz etmiş olduğu keyfiyet, cümlemizin halisane kabul etmiş
olduğumuz bir hakikattir. O zaman küçük kız, ‘Mösyö, mösyö! Bize artık o kadar adi
nazarla bakmaya asla hakkınız yoktur. İyi biliniz ki bizi tahkire hiç kimse cesaret
edemez.’ Dedi. Ben, ‘Evet evet, iffetli matmazel! İşte bu sözde çok hakkınız var.
72
Çünkü bu gibi en çirkin hakaretler nazarınızda pek büyük şeref sayıldıkça âlemde sizi
hiç kimse tahkir etmiş olamaz’ dedim. ‘Mösyö, affedersiniz, işte size beyan ederim ki
zatınız asla hakikat-perver değilsiniz. İşte biz erbab-ı dirayeti tarik-i hakka davet için
ırzını feda eden günahsız melekleriz’ demesiyle ben, ‘Evet günahsız melekler, evet!
Hristiyanlıkla İslamiyet beynindeki muhabbet salonlarını pek güzel tezyin
edebilirsiniz. O cihetle ismetinizi serian tebrik ederim. Lakin irtikap ettiğiniz
mefsedeti Hristiyanlık kabul etmeyeceğinde de asla şüphe olunamaz. İşte artık bir
daha görüşmemek üzere ‘Adiyo!’ diyerek aldım yürüdüm.” 127
İplerin koptuğu bu sahne gerilim ve korku doludur. Rıfat Bey de bunu kullandığı
‘hiddet, suret-i şiddet, gazubane, korku, kılıç’ gibi sözcüklerle belirginleştirir. Özellikle
kılıç sahnedeki korku unsurunu bir kat daha artırmaktadır. Oldukça durağan bir şekilde
devam eden anlatı bu sahneyle hız kazanır. Kızlar Rıfat Bey’e isteklerini açıklar. Nacit
Bey ise bu isteğe çok sinirlenerek hem görüşmeyi hem de hikâyeyi sonlandırır. Bir
hikâye için önemli olan sonun burada olduğu gibi sahne tekniği ile verilmesi okuyucu
üzerindeki etkisini bir kat daha artırarak daha akılda kalmasını sağlayacaktır.
Yazar sahne tekniğini kullanırken olaya canlılık ve gerçeklik kazandırmak için birçok
duyu organına hitap eden ögeleri birlikte kullanabilir. Böylece okuyucunun da anlatının
içindeki kahramanlar gibi olayları görmesini, duymasını ve hissetmesini sağlamaya
çalışır. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde yazar böyle
bir sahne oluşturur:
“(…) bir gece yine Makbulem mutadı üzere lütfen teşrif ederek ben onun gısû-yı dil-
ârâsına hayran, o dahi benim lemha-i iltifatına arz etmekte olduğum rengarenk
cevahir-i ihlasıma nigeran olduğumuz halde zalim avcıların ormanlarda canavar
şerrinden canlarını kuytu ve izbe mahallerde gizleyen çifte geyikleri ansızın ateş-i
merge şikâr ve gaddarane kıyaklıklarla biçareleri mecruh ve dil-fikâr ettikleri gibi biz
de rakip ve ağyardan kûşe-i ihtifaya çekilerek, yani o daracık odaya sığınıp kapı kapalı
ikimiz de kemal-i havf ve ihtirazdan naşî diken üzerinde oturduğumuz hâlde nagehan
o mahut pencereden bir gürültüdür kopmasıyla, ah biçare Makbuleciğim, korkusundan
derhal kucağıma atıldı. Ben kendisini sarıp sarmalayıp, ‘Efendim korkma bir şey yok’
dedimse de gürültünün ardı arası kesilmeyip yanı başımızdan şangır şungur camlar
kırılarak pencereler bir hışımla içeri doğru açıldı. Hele sadmelerin şiddetinden
üstümüz başımız cam kırıkları ve çerçeve parçaları içinde kalarak etrafımız toz toprak
kesildi. Derken bir de baktım ki karışık kıyafet, gözleri dönmüş beş altı kadar insan
127 Müsameretname (Cüz: I), s. 49-50.
73
başı pencereden içeri hücum ettiler. Ah biçare! Bu dehşetten ödü kopacak derecelere
geldi. O vücud-ı nazenini sakır sakır titrer ve aşırı halde korkusundan yüreği
çarpınarak bana doğru sokulup sokulup büzüldükçe ben kendisini kucaklayıp
muhafaza ettiğim halde çehremi eğerek pencereye dönüp iri iri sesle ‘A be herifler,
nedir zor? Bu ne cesaret? Biz müttehim değiliz. Yıkılın oradan! Kucağımdaki size nâ-
mahremdir. Ne demek istersiniz?’ diye gayet cesurane müdafaa göstererek herifleri
def ettim. Lakin olar çekilir çekilmez üç beş saniye geçmeksizin paşanın başı da
pencereden göründü. Ben o vakit ayağa kalkarak, ‘Efendim, sayenizde bu benim
zevcemdir. Şu hâlde merhametinizin biçaresiyim’ dedim. Lakin paşa kaşlarını çatarak,
‘Aç kapıyı da sonra söyle’ demesiyle Makbulemi derhal yatak bağına sararak çarnaçar
kapıyı açtım. Bir de ne bakayım! Divanhane insanla dolmuş! Ortalık âdeta bir mahalle
baskını heyetine dönmüş. Artık her taraftan bir söz, meram anlaşılmaz dereceye
gelmiş.”128
Yazar bu sahnede birçok duyuya hitap eder. ‘Rengarenk cevahir-i ihlas, karışık kıyafet’
sözcükleriyle görme duyusunu, ‘gürültü, şangur şungur, iri iri ses, bir söz’ sözcükleriyle
işitme duyusunu, ‘kucağa atılmak, sarıp sarmalamak, sokulmak, kucaklamak’
sözcükleriyle de dokunma duyusunu kullanmıştır. Böylece okuyucunun gözünde canlı
bir sahne oluşturulmuştur. Oldukça hareketli olan bu sahnede duyuların kullanılma-
sındaki gibi bir başka yoğunluk da olayların hızla ilerlemesinde ve kişi sayısının bir
anda artmasında görülür. Birkaç saniyede gelişen olaylar kısa, heyecan ve korku dolu
cümlelerle ardı ardına sıralanır. Sahnedeki gürültü, kalabalık, baskın havası gergin ve
korku dolu bir atmosfer oluşturmuştur. Sahnedeki heyecan, zaman, kişi ve olay
yoğunluğu anlatının ritmine hız kazandırarak onu akıcı ve dikkat çekici kılmıştır.
Sahne tekniğinin kullanıldığı bir başka hikâye de Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’dir. Bu hikâyede yer alan iki sahne de diyaloglardan oluşur. Bunlardan ilki
Vasfi Bey’in babasıyla yaptığı konuşması, ikincisi ise yine Vasfi Bey’in Cevri Kalfa ile
konuşmasıdır. İki diyalog da kurgunun ilerlemesinde oldukça etkili bir yere sahiptir.
Vasfi Bey’in Cevri Kalfa ile konuşmasını içeren sahne hikâyenin sonunu hazırlar. Bu
sahnede Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde olduğu gibi düğümler çözülür, kötüler
cezalandırılır, sevgililerin kavuşması sağlanır. Vasfi Bey’le babasının arasında geçen
diyaloglardan oluşan sahne ise Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın kavuşması için oluşan
engeli gözler önüne serer:
128 Müsameretname (Cüz: III), s. 53-54.
74
“-Efendim! Bendenizin daha evlenmek vaktim değil. Hususiyle amca paşanın kerime-
yi muhteremelerini almak. O hiç haddim değil!
- Acayip! Daha senden küçükleri evleniyor. Hem o ‘Haddim değil!’ sözü ne demek?
Biz amca paşanın sayesinde geçinmiyoruz a.
- Estağfurullah efendim! Muradam o demek değil. Sanki… Kulunuz… O şerefe lâyık
değilim.
- Neden? Paşa amcan teşekkür etsin, yoksa senin gibi bir damadı nerede bulacak?
Hem bunu sana tensip ediyoruz. Artık şimdi mahviyetin sırası mı?
Lakin kızdan yana senin de talihini tebrik ederim.
- Allah ömürler versin… Mahçub-ı lütfunuzum… Teşekkür etmez değilim… Lakin?..
- Ey o ne demek? Bir söyleyeceğin mi var?
- Efendim… Hayır…
- Yok söyle söyle.
- Hayır… Sanki… Şey… Kulunuz derim…
- Canım ne çekiniyorsun? Söyle, senin de bir teklifin mi var?
- Efendim kerem ediniz. Bendenizi memnun etmek mi istiyorsunuz?
(…)
- Efendim! Kulunuzun bu bapta mazur tutunuz, rica ederim?
- Ay! Demek ki gerçekten almayacaksın ha? Lahavle… Ya şimdi paşaya ne cevap
veririz?”129
Çok hareketli olmayan bu sahneyi peş peşe sorulan sorular ve verilen cevaplar canlı
tutmaktadır. Konuşmalar esnasında çok kısa cümlelerin kullanılması, cümlelerin
eksiltili bırakılması, Vasfi Bey’deki korkuyla karışık heyecanlı durum sahneyi canlı ve
akıcı kılmaktadır. Bu da anlatının ritmini yükseltmekte, oluşturulan gergin atmosfer ve
sorulan sorular okuyucunun dikkatini çekerek okuyucuda bir beklenti yaratmaktadır.
Gerdanlık Hikâyesi’nde, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti ve İhsan Hanım
Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde de sahneler kullanılmıştır. Gerdanlık
Hikâyesi’nde kardinal ile kraliçenin (güya) buluştukları gizemli sahne, Faik Bey ile
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Biçuk’un (Faik Bey) Kabartaylı’dan dayak yediği,
Karadeniz’de geçirdiği fırtına, Mustafa Efendi’yi ölümden kurtardığı heyecanlı
sahneler, İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde alay geçidi
esnasında çıkan kargaşa ve Atiye Hanım’ın kayboluşu ile Sait Bey’in Tahsin Bey’i
yaraladığı sahneler anlatının ritmini yükseltir. Özellikle Atiye Hanım’ın alay geçidi
129 Müsameretname (Cüz: VI), s. 49-50.
75
esnasında çıkan kargaşadaki kayboluş sahnesi oldukça hareketli ve heyecanlıdır. Bu
sahnede Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’a yapılan baskın sahnesinde olduğu gibi
duygu, duyu, kişi ve olay bakımından oldukça yoğundur.
2.1.4.3.3. Özetleme
Hikâyenin genel yapısı itibariyle yazar kurmaca zamanın bütününü öyküleme zama-
nında kullanamaz. Ancak her ayrıntıyı, olayı veya kişiyi de kurgunun bütünlüğü
açısından anlatıdan çıkartamaz. Bu nedenle yazar bazen olay örgüsünde, kişi
tanıtımında ve zamanı kullanımında özetleme tekniğini kullanır. Böylece anlatısını
hızlandırmış olur.
Müsameretname’deki hikâyelerin çoğunun kurmaca zamanı oldukça geniştir. Bu geniş
zaman aralığında kahramanlar birçok kişiyle tanışır ve yine pek çok olay yaşarlar.
Ancak yazar bunların hepsini anlatının içine yerleştirmez. Bu nedenle hikâyelerin
hemen hepsinde özetleme yapılmıştır.
Hikâyelerin başlarında ve sonlarında geleneksel anlatılarda olduğu gibi genellikle
okuyucuyu bilgilendirmek amacıyla özetleme yapılır. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile
Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nin, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku
Bulan Sergüzeşti’nin Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nin Faik Bey İle
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nin başında ve sonunda, İhsan Hanım Yahut Atiye
Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nin ise sonunda özetleme yapılır. Bu özetlemelerde
amaç kişiler, olay örgüsü ve zaman hakkında okuyucuyu aydınlatmaktır.
Hikâyelerin sonlarındaki özetlemelerde ise kahramanların bundan sonraki yaşamlarıyla
ilgili açıklamalar yapılır. Gerdanlık Hikâyesi’nin ‘Memua-i Kıtaat-ı Tevarih Gerdanlık
Hikâyesi’ adlı girişi zaman ve olay örgüsünün kısa bir özetidir. Zamanın sosyal, siyasal
ve ekonomik koşulları hakkında bilgiler verilir ve ardından da gerdanlık üzerinde
oynanan oyunlara kısaca değinilir. Daha sonra anlatıcının da belirttiği gibi kişi
tanıtımına ve asıl olaya geçilir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Makbule Hanım’ın
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Cevri Kalfa’nın, Faik Bey ile Nuridil
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Nuridil’in yaptığı geriye sapımlarda olay örgüsü ve zaman
bakımından özetleme yapılmıştır. Kadın kahramanlar sevgililerinden ayrı geçirdikleri
bir kaç yılı anlattıkları bu özetlemelerde, kendilerince önemli olan olayları ve zaman
76
aralığını seçerek kullanırlar. Geniş bir zaman aralığı ve olay yoğunluğuna sahip bu
geriye sapımların özetleme ile verilmesi yazarın bilinçli bir tutumu olmalıdır. Çünkü
özetleme yapılmasaydı erkek kahramanların yaşamlarıyla paralel bir doğrultuda
ilerleyen bu olaylar hikâyelerin hacmini daha da genişletecekti.
Müsameretname’de sık sık kişiler hakkında özetlemeler de yapılır. Özellikle baş ve
yardımcı kahraman konumundaki erkek ve kadın kahramanların yaşamlarının bazı
kesitleri özetlenir. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde
Behçet Efendi kendisinin ve Makbule Hanım’ın, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz
Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey kendisinin Elizabet ve babasının
yaşamlarının bazı bölümlerini özetler. Gerdanlık Hikâyesi’nde asıl olayın başladığı
bölümün başında kardinal, Madam Dö Lamot ve Kont Kalistro’nun hayatlarının bazı
dönemleri, ailevi ve sosyal durumları, meslek hayatları ile kişilik özellikleri özetlenir:
“Kont Kalistro: Bu esnada meşhur sihirbaz ve müneccim Kalistro dahi Lornca nam
madaması ile Paris’te idi. Kalistro an-asıl Sicilyalı olup gençliğinde her nasılsa bir
aralık Suriye taraflarına düşmüş, badehu oradan Mısır’a ve daha içlerine gitmiş ve
seneler ile oralarda ikamet etmiş idi. Bildiği Avrupa lisanlarından maada bir nev
Arapça ve Süryanice dahi tahsil edip, ‘Uzun süre Mısır’ın ve Suriye’nin remmal ve
bakıcı hocalarıyla ülfet ederek sihirbazlığı dahi onlardan kemaliyle tahsil etmişim’ der
idi. Bu şöhretle Kalistro Avrupa’nın bazı taraflarını dolaştıktan sonra Fransa’ya
duhulü bir büyük fütuhat oldu. Kalistro boylu boslu ve en güzel adamlardan biri
idi.”130
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde yazar Vasfi Bey’e yardımcı kahraman
konumundaki Cevri Kalfa ve karşı güç konumundaki Hüsrev’in hayatlarından bazı
dönemleri özetletir. Böylece uzun uzun anlatmak yerine bu kısa yolla ikisini de
okuyucuya tanıtmayı amaçlar:
“… Hüsrev’in inkar olunamayan dirayetiyle beraber dairece tezkiyesi doğru
sayılmazdı! Vakıa Hüsrev’in hâli de gariptir! Kendisi o zaman yirmi dört yirmi beş
yaşlarında kadar olup elinde epeyce okuyup yazması da vardı. Çünkü peder bunu
aldığında yaşı pek küçük imiş. Mamafih o halinde bile gayet cin fikirli bir şey
olduğundan bunu o vakitler haylice okutup yazdırmış ve terbiyesi için de aşırı ihtimam
ederek gereği gibi yetiştirip meydana çıkarmış ise de sonradan buna bir haylazlık arız
130 Müsameretname (Cüz: V), s. 15-16.
77
olmuş. Meselâ konaktan vakitli vakitsiz savuşur ve bazı akşamlar gecikerek aralıkta
çıkıp geldiği de olur. Bundan başka ara sıra bir gece ve sırasıyla birkaç günler asla
göze görünmediği de vuku bulurdu. Hele konakta hiç kimseyi sallamaz, pek olsa biraz
efendiden yılardı. O da gerçekten değil a, şöyle resmî surette, tek kızıp kovmasın diye.
Çünkü Hüsrev’in dünyada en korktuğu bir şey var ise o da azat olması idi.”131
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde Atiye Hanım’ı kaçıran
uşakla, Daniş Bey’le, Sait Bey’le ilgili özetlemeler yapılır. Böylece diğer hikâyelerde
olduğu gibi bu özetlemelerle anlatıya hız kazandırılarak olay örgüsü, kişi, zaman ve
mekân ile ilgili ayrıntılar anlatının bütünlüğü bozulmadan en kısa şekilde verilir.
2.1.4.3.4. Eksilti
Anlatının ritmini artıran bir başka teknik de eksiltidir. Yazar kurmaca zamanının
tamamını öyküleme zamanında kullanmaz. Bu nedenle zamanda bir gün sonra, ertesi
hafta, aradan geçen beş yıl gibi atlamalar yapar. Atlama yapılan zaman aralığını yazar
kendisi belirler, anlatının bütünlüğünde gereksiz bulduğu unsurları çıkarır.
Müsameretname’de Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti hariç diğer altı hikâyede sık sık
eksilti kullanılmıştır. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nin kurmaca zamanı uzun
olmadığı için öyküleme zamanında atlamalar yapılmamıştır.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde birkaç gün ya da
haftayı bulan eksiltiler kullanılır:
“Bunun üzerine birkaç gün sonra temizce pırlanta bir yüzük iştira ile Makbule
Hanım’ı bana nişanladılar. (…)”132
“Şu hâl-i melâmet-iştimal üzerine bir iki hafta sonra (…)”133
“Bir de otuz beş gün sonra aldığın cevapla, (…)”134
“Bir de iki hafta sonra haremle beraber (…)”135
“İki hafta daha bu hâl üzere geçirdimse de (…)”136
131 Müsameretname (Cüz: VI), s. 18-19. 132 Müsameretname (Cüz: II), s. 17. 133 age., s. 24. 134 age., s. 33. 135 age., s. 48. 136 age., s. 49.
78
“İki üç gün sonra paşa beni çağırtıp (…)”137
“Bir de üç gece sonra uykuda bulunduğum halde (…)”138
Bu eksiltiler daha çok Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın ayrı olduğu zamanlara aittir.
Yazar iki sevgilinin ayrılık dönemlerindeki olaylarda ve zaman kullanımında daha
seçici olmuş, kurgunun gerektirdiği kadar ayrıntıya girerek modern bir tavır takınmıştır.
Bu tür eksiltinin sıkça kullanıldığı bir başka hikâye Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’dir:
“Bir de üç gün sonra bir akşam kalemden avdetimde (…)”139
“Bir de üç ay kadar geçtikten sonra bir hafta mektup gelmedi. (…)” 140
“Bu suretle birkaç günler geçirdimse de (…)”141
“Badehu birkaç günler daha geçecek (…)”142
“Aradan çok geçmeksizin peder şimdiki bende (…)”143
Çoğu Mukaddes Hanım’la Vasfi Bey’in ayrı ayrı kaldığı dönemlere ait eksiltilerdir.
Eksiltilerin bu dönemlerde kullanılmasının bir başka sebebi de sevgililerin ayrı
geçirdikleri sürenin birlikte olduklarından daha uzun olmasıdır.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde de sevgililerin birlikte geçirdikleri süre
ayrı olduklarından daha azdır. Bu hikâyede de ayrı geçen zamanda eksiltiler
kullanılmıştır:
“İki gün sonra Esat Efendi, (…)”144
“Aradan bir ay kadar geçtikten sonra (…)”145
“Bu suretle aradan yedi sekiz ay mürur ile (…)”146
137 age., s. 56. 138 Müsameretname (Cüz: III), s. 28. 139 Müsameretname (Cüz: VI), s. 52. 140 Müsameretname (Cüz: VII), s. 22 141 age., s. 15. 142 age., s. 49. 143 age., s. 51. 144 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 76. 145 age., s. 85. 146 Müsameretname (Cüz: IX), s. 2.
79
“Bunun üzerine işe karar verilerek on beş yirmi gün sonra (…)”147
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti ve Gerdanlık
Hikâyesi’nde bazı yerlerde zaman aralığı belirsiz birkaç eksilti kullanılmıştır.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde,
“Üç beş hafta bu hal üzere geçtikten sonra (…)”148
“(…) Hindistan’da on sekiz ay aramadan sonra (…)”149
“Birkaç gün sonra beni evlendirmek arzusunda (…)”150
“(…) Çend mah sonra bir gün (…)”151
Gerdanlık Hikâyesi’nde:
“(…) Ertesi günü kardinal bonoları yazıp (…)” 152
“(…) birkaç gün sonra şu vechle icraatına teşebbüs olundu.” 153
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde Atiye Hanım’ın
çocukluğundan genç kızlığına kadarki dönemi içeren zaman aralığında sıkça atlamalar
yapılır:
“Üç dört saat sonra Daniş Bey (…)”154
“İki üç gün sonra getirdiği cariyeler (…)”155
“Ertesi gün handa bulunan bilcümle misafirinin (…)”156
“Daha ertesi gün cuma olup (…)”157
“Çend gün sonra tahkikat-ı vakıa dermeyan olundukta (…)”158
147 age., s. 72. 148 Müsameretname (Cüz: IV), s. 7. 149 age., s. 69. 150 age., s. 93. 151 age., s. 96. 152 Müsameretname (Cüz: V), s. 29. 153 age., s. 46. 154 Müsameretname (Cüz: X), s. 32. 155 age., s. 34. 156 age., s. 46. 157 age., s. 47. 158 age., s. 50.
80
Çoğu Atiye Hanım’ın kayboluşu ve saklanması esnasına dayanan eksiltiler olayların
hızını ve peş peşeliğini daha belirginleştirerek diğer hikâyelerde olduğu gibi anlatının
ritmini oldukça hızlandırmıştır.
2.1.4.4. Sıklık
Sıklık, olayların kurmaca ve öyküleme zamanında ne kadar, kaç kere tekrar ettiğidir.
Anlatıda bir kez olan bir olay bir kere anlatılabileceği gibi birden fazla da anlatılabilir.
Yahut birden fazla olan bir olay bir kez de anlatılabilir.
Bir kez olan veya olabilecek bir olayın birden fazla anlatılmasında başvurulan
yöntemler geriye ve ileriye sapımlardır. Müsameretname’de geriye ve ileriye sapımlar
yapılmıştır. Ancak bu geriye ve ileriye sapımlarda anlatılan olayların Faik Bey ile
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’ndeki Pişasimaf’ın geriye sapımı hariç anlatının tamamı ilk
ve tek anlatımlarıdır. Bunlar öyküleme zamanında aktarılmamış sonradan geriye
sapımla anlatılmışlardır. Ancak Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Pişasimaf
ile Nuridil’in diyaloglarından oluşan geriye sapımlarında bir kez de Pişasimaf Faik
Bey’in (Biçuk’un) Kabartaylı’dan yediği dayak ve kendisine yaptığı yardımı anlatır. Bu
olay öyküleme zamanında anlatılmıştır. Pişasimaf’ın anlatımı olayın ikinci kez
öykülenmesidir. Burada olduğu gibi bu tip anlatılara ‘çok kez yinelenmeli anlatı’159
denir.
“-Ey o kaşının üzerindeki bir çukurluk var dediğin eser, acaba neden olduğunu biliyor
musun? diye sordukta, cariyeniz de sizin naklettiğiniz gibi, ‘Anapa’ya gelirken
uğradığınız bir çoban kulübesinde esirciniz olan zalim Kabartaylı’nın ketebesidir’
tabiriyle söylenmiş olduğunuzu arz ettiğim gibi hanımefendi kemal-i taaccüple iki
ellerini yüzüne vurarak,
- Ay! A kız! Ay ay ay ay! Senin sevgilini ben sildim. Ve hatta onun kaşının üzerindeki
çukurluk dahi o dediğin çoban kulübesinde benim yanımda vuku buldu. Ve o yaradan
akan kanları ben kendi elimle sildim. İşte senin sevgilinle ben daha evvel görüşmüş
idim, demesiyle, o zaman mecbureniz de taaccübe başladım.”160
159 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 210. 160 Müsameretname (Cüz: IX), s. 90-91.
81
Bu olay bir kez de hikâyenin bitişinde anlatıcının ders verdiği sonda tekrar edilir. Faik
Bey’in Kabartaylı’nın paltosunu Pişasimaf’a vererek yaptığı iyiliğin karşılığını bulduğu
vurgulanır.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Hüsrev ve Vasfi Bey’in ileriye yönelik
planlarının oluşturduğu ileriye sapımlar kurmaca zamanında oluşarak öyküleme
zamanında bir kez daha anlatılır.
“(…) Mukaddes Hanım’ın pederine gidip rica ederek elli kuruş aylıkla kapılandığını ve
hem de iki gün sonra gideceklerini haber verip (…)”161 Anlatının içinde birden fazla
tekrar eden bir olay bir kez anlatılabilir. Bu olaylar genellikle kahramanların düzenli ve
sürekli yaptıkları davranışlardan oluşurlar. Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla
Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey, Elizabet ve babası Mister Havel tarafından her
gün verilen dersleri ve yapılanları bir kez anlatır. Bu tip anlatılara da ‘Yinelemeli
Anlatı’162 denir.
“Bunların usul-i tedrisiyeleri bir suret-i muntazamada olup hanelerinde iki oda
mahsusen dersane ittihaz olunmuş olduğu hâlde tahsil için gelenler evvelce diğer bir
odaya alınarak derhal ellerine hizmetçileri tarafından birer numara verilir ve işbu
numaralar ders için gelip bekleyenlerin sıra ve nöbetlerini tayin ederek her kimin
nöbeti gelir ise o numara üzerine dershaneden çan çalınırdı ve ders alanlar dışarıya
çıktıkça içeriden hangi numara üzerine çan vurulur ise o numaranın sahibi kendi
dershanesine girer ve vakit ve sırası gelerek çan ve numara ile dershaneden davet
olunmadıkça hiç kimse içeriye giremeyip şayet girse dahi kabul olunmayarak geri
dönerdi ve hem de çan çalındıkta herhangi numaraya ait ise sahibi derhal içeri girip ve
şayet biraz teehhür edip de iki dakikaya kadar dershaneye giremez ise mahut çan
ondan sonraki numara üzerine durur ve o halde teehhür eden kimseye bir ceza-yı
mahsus olmak üzere en sonraki numaraya zeyl olarak o günkü gün herkesin hitam-ı
nevbetini bekler dururdu. İşte herkes şu usulü bildiğinden nöbet odasında ekseriye beş
altı kişi mevcut olup dershanelerden vurulacak çan sesine muntazır ve hangi numara
üzerine çan vurulur ise sahibi derakap içeri girerek derse hazır bulunurdu.”163
161 Müsameretname (Cüz: VI), s. 14. 162 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 210. 163 Müsameretname (Cüz: IV), s. 5-6.
82
Bu anlatı çeşitlerinin dışında anlatılarda en çok kullanılan sıklık çeşidi de bir olayın
sadece bir kez anlatılmasıdır. Bu tip sıklıktan oluşan anlatıra ‘tekil anlatı’ denir.
Müsameretname’deki hikâyelerde de genellikle kullanılan anlatı tipidir.
2.2. KİŞİLERİN SAHNEYE KONULMASI
Anlatının kurgu dünyasını kişiler inşa eder. Bir ya da birkaç kişinin varlığı anlatının
başlaması için yeterlidir. “Gerçek dünyada, gündelik hayatta iletişim ve etkileşim ağı
nasıl insan etrafında kurulmuşsa, gerçek dünyayı yansıtmak iddiasında olan romanın
kurmaca dünyasında insan veya insanî nitelik kazandırılmış herhangi bir figür, aynı
konumdadır.”164 Kişiler adlarıyla, yaşlarıyla, fiziksel ve kişilik özellikleriyle, ailevi ve
sosyal konumlarıyla, duygu, düşünce ve davranışlarıyla anlatının lokomotif unsurlarıdır.
Onların ruhsal durumları, birbirleriyle olan ilişkileri ve davranışları olayları hazırlayan
çatışmaların ana kaynağıdır. Çatışmaların ve olayların anlaşılması, sebep sonuç
ilişkilerinin kurulması kişilerin anlatının kurgu dünyasının içine yerleştirilmesine,
onların tanıtılmasına ve sahnelenmesine bağlıdır.
Yazar kişilerini anlatı sahnesine yerleştirirken ya bu kişilerin özelliklerinin tamamını
anlattırır ya da kişilerin davranış ve tutumlarıyla, bakış açıları ve yorumlarıyla onları
sergiler.
Emin Nihat Bey’de Müsameretname’de hikâye kahramanlarını birbirlerine veya
kendilerine anlattırarak ya da onları dramatize ettirerek davranışları, duygu ve
düşünceleri doğrultusunda sahneleyerek okuyucuya tanıtmaya çalışır.
2.3. ENTRİKAYI BAŞLATMA
Entrika anlatıdaki kurulu düzeni bozan çatışmaları başlatan durumudur. Yazar entrikayı
başlatmadan önce bunu bir takım olay ve durumlarla okuyucuya hissettirebileceği gibi
doğrudan entrikayla da anlatıya başlayabilir.
Müsameretname’de Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nin dışındaki altı
hikâyede okuyucu önce yaşatılan küçük olay ve durumlarla yaşanacak olan daha
gerilimli ve heyecanlı vakalara hazırlanır. Bu olaylar entrikaları başlatır. Bu da
164 Roman Sanatı I, s. 71.
83
hikâyeleri de entrikaların hemen başlamadığını, bir hazırlık döneminin olduğunu
gösterir.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde entrikayı başlatan onu hazırlayan davranış
ecnebinin Rıfat Bey’i yemeğe davet etmesi ve evde kızlarıyla yalnız bırakmasıdır. Asıl
entrika ise kızların Rıfat Bey’den Hristiyan olmasını istemeleriyle başlar.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde entrikayı
hazırlayan olaylar Behçet Efendi’nin babasının ölmesi ve Behçet Efendi’nin düğün
masrafları için gurbete çıkmasıdır. Asıl entrika oluşturan ise Makbule Hanım’ın
ailesinin evlilikten vazgeçmesidir.
Gerdanlık Hikâyesi’nde entrika Madem Dö Lamot’un Kardinal’e kraliçe için gerdanlığı
satın aldırmasıyla başlar. Bu olaylardan önce kralın gerdanlığı kraliçeye alma teklifine
karşılık kraliçenin bu teklifi geri çevirmesi, bu iş için Madam Dö Lamot’un Kalistro’yu
tuzağı düşürmesi hazırlık safhalarıdır.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım Sergüzeşti’nde de entrikayı hazırlayan küçük ayrıntılar
vardır. Vasfi Bey’in babasına Mukaddes Hanım ile evlenmek istediğini söyleyememesi,
babasının Vasfi Bey’i amca kızıyla evlendirmek istemesi, Mukaddes Hanım’ın
Trabzon’a gitmesi entrikaya hazırlıktır. Asıl entrika Hüsrev’in iki sevgiliye birbirinin
öldüğü yalanını söylemesidir.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşsakının Sergüzeşti’nde entrika anlatıyla hemen
hemen aynı başlar. Entrikayı hazırlayan olay Atiye’nin kaybolmasıdır. Alay caddesinde
çıkan kargaşanın ardından Atiye kaybolur, daha doğrusu kaçırılır. Bu da Atiye’nin
hayatındaki bir sıra entrikayı ard arda sıralar.
Faik Bey ile Nuridil Hanım Sergüzeşti ile Bir Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku
Bulan Sergüzeşti’nde entrikalar yaşandıktan sonra anlatılır. Faik Bey (Biçuk) hikâyenin
başında Kabartaylı ile çıktığı yolculuk esnasında verilir. Oysa entrika çoktan
başlamıştır. Ağabeyleri Biçuk’u Kabartaylı’ya satmışlardır. Bu olay daha sonradan
Kabartaylı tarafından Biçuk’a açıklanır. Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla
Vuku Bulan Sergüzeşti’nde de Nacit Bey’in düşüncelerini ve duygularını alt üst eden
olaylar yaşandıktan sonra Elizabet tarafından bir mektupla Nacit Bey’e bildirir. Bir
çocukları olmuş ve doğduktan birkaç gün sonra Hristiyan olarak ölmüştür. Aslında bu
84
olayları bir sorun, kurulu düzeni bozan bir entrika olarak gören sadece Nacit Bey’dir.
Elizabet hiçbir şeyin farkında değildir.
2.4. ANLATININ SONA ERDİRİLMESİ
Hikâyelerin başlangıç bölümleri kadar önemli olan diğer bir bölümü ise sonlarıdır.
Çünkü hikâye başlangıç ve sonun içine yerleştirilen olaylardan oluşan organik bir
yapıdır. Bu organik yapıda başlangıç ve bitişler arasında belirgin ya da örtük bir şekilde
bağ kurulur. Hikâyenin bitişi, başlangıcın belirlediği ve hazırladığı olayların doğal bir
sonucudur. Hikâyenin başlangıcından itibaren sonu hazırlayan durumlar, davranışlar ve
ipuçları verilir. Bu da bitişlerin anlatının tamamına uygun olmasını sağlar. Bitişlerin
uygunluğu yanında önemli olan bir başka bir durum ise bitişlerin doğal ve inandırıcı
olmasıdır. Çünkü Karin Lin-Greenberg’in de belirttiği gibi “(…) kitabı kapattıktan
sonra akılda en fazla kalacak olan öykünün son ya da sonuç bölümüdür.”165 Okuyucuyu
en çok etkileyen bölümlerden biridir.
Hikâyeler bir betimleme, düşünce, özet ya da bir dersle bitirilebilir. Bu sonlar hikâyenin
bitişi olabilirken bazen içinde yer alan olayların sonu olmayabilir. Yazar hikâyeyi
bitirirken bütün düğümleri çözüp her şeyi yoluna koyabileceği gibi düğümleri
çözdükten sonra kalan kısmı okuyucuya bırakabilir. Her şeyin yoluna koyulup
açıklandığı hikâyelerde “kapalı uçlu bitişler”, okuyucunun yorumuna bırakıldığı anlarda
ise “açık uçlu bitişler” söz konusudur.166
Müsameretname’nin çerçeve öyküsü bir açıklama ile biter. Bu açıklama kitapta yer
alan cüz ve hikâye sayısı ile ilgilidir. Anlatıcı bu açıklamayı birinci ciltten sonra yaptığı
bir başka açıklamanın yerine getirilmemesi üzerine yapar.
“İş bu Müsameretname on cilt olmak üzere yedi parça sergüzeştten ibaret olup cüz-i
evvelin zeylinde on adet fıkrat gösterilmiş idiyse de üçünün tahriri malumları olmak
cihetiyle erbab-ı kalemden bazı zevat-ı fazilet-simat tarafından taahhüt olunmuş idi.
Eser-i kemteranemin ikmal ve nail-i nazar-ı itibar olabilmesi, ancak zevat-ı
müşarünileyhimin himem-i al-i-rakam-ı edibanelerinden muntazır olduğu halde her
165 Hasan Boynukara, “Ömer Seyfettin’in Hikâyelerinde Girişler ve Bitişler”, Ömer Seyfettin’i Yeniden
Okumak, (hzl. Hülya Argunşah; Ayşe Demir), Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2006, s. 62. 166 Ömer Seyfettin’i Yeniden Okumak, s. 59.
85
nasılsa taahhüdat-ı mebhuseden hiçbirisi keşide-i sahife-i husul olamaması işbu
Müsameretname’yi mahsul-i hame-i acz-cameye münhasır bırakmıştır.
Mamafih şu daire-i acz-bahirede vakayi-i gayr-ı mesturenin tasviri dahi na-mümkün
değilse de gerek tercüme gerek telif olarak kıraathane-i yadigâra vaz’ olunan asar-ı
ahire, esatirane-meal olanlardan kat’-ı nazar cümlesi bi-hakkın hayret efza-yı karin-i
ruzigar ve Müsameretname eshab-i sergüzeştini bile hayran ve lal edecek derecelerde
muteber ve kıymettardır.”167
Hikâye anlatmaya söz verenlerin sözünü tutmadığını, kendisi de o sırada yayınlanan
telif ve tercüme eserleri daha değerli bulduğu için tamamlamaya gerek duymadığını
belirttiği bu bitiş, anlatının başlangıcına uygun bir yapıya sahiptir. Kompleks bir yapıya
sahip olmayan, sadece açıklamalar ve hikâyelere geçişleri içeren bu çerçeve hikâye
yapısına uygun olarak yine bir açıklama ile bitirilir.
Müsameretname’de Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti
hariç diğer altı hikâye kapalı uçlu mutlu sonla biter. Bu altı hikâye masallardaki, halk ve
divan edebiyatına ait hikâyelerdeki mutlu sonlara benzer şekilde bitirilmiştir:
“Yazılı anlatılarda mutlu sonun parçaları olarak karşımıza çıkan aşk, evlilik, adalet
(ödül ve ceza), huzur ve refah masallardaki ve halk hikâyelerindeki kapanış
formüllerinden çok uzak öğeler değildir. Halk anlatılarında da yazılı anlatılarda da
mutlu sonların içeriğinde bir değişme yoktur; değişen, sadece biçimdir. Kırkgün kırk
gece düğünlerin yerini sade birer nikâh ve düğün almıştır.”168
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde anlatı Rıfat Bey’in, ecnebinin kızlarının Hristiyan
olma tekliflerini reddetmesiyle bitirilir. Hikâyenin içinde ecnebinin Rıfat Bey’e
yakınlaşma sebebi bazı konuşmalarla okuyucuya sezdirilmeye çalışılmıştır. Ecnebi ve
Rıfat Bey eve gelirken ecnebi Rıfat Bey’e Hristiyanlıktan bahsetmek istemiştir:
“(…) Fıstıklı yokuşuna gelinceye kadar Osmanlıların hal ve şanları ve cihet-i
itikadiyede olan zehap ve irfanları hakkında güzel güzel bazı fıkralar beyan ettikten
sonra Hristiyanlık da faydasız bir şey olmadığına ve hususiyle sahibi pek büyük olup
bu keyfiyet kütüb-i İslamiye ile dahi musaddak bulunduğuna dair bazı sözler
167 Müsameretname (Cüz: XII), s. 87-88. 168 XIX. Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Sözlü Kültür Etkileri, s. 643.
86
karıştırmak istedi ise de ben sadedi değiştirmek üzere aher sözlerle ifadatının önlerini
kestirerek yavaş yavaş yokuşu çıktık.”169
Bu konuşmalar sonuç hakkında okuyucuya ipuçları vermektedir. Rıfat Bey de okuyucu
gibi kendisine gösterilen bu hizmet ve ilginin sebebini merak etmektedir. Verilen ip
uçları ve durumlar aslında hikâyenin sonuna bir hazırlıktır. Fakat Rıfat Bey sunulan
bütün tekliflere rağmen Hristiyanlığı kabul etmemiş ve ecnebinin evini terk etmiştir. En
sonda da kendisi bile Boğaziçi’ne gelmeden önce yaşadığı olayların ve havanın aslında
iyi bir gün olmayacağının birer habercisi olduğunu söyleyerek, ders verircesine
hikâyesini bitirir:
“İşte bu misillü zulüm ve taaddiyatı ise vicdanım asla kabul etmeyeceğinden o günkü
gün benim için Boğaziçi’ne azimetten bir netice-i müfide hasıl olamayacağını daha
sabahki mukaddemat-ı na-musibden istidlal eylemiş olduğumu derhatır ile,
‘Katelehumullah’ diyerek kapıdan dışarı çıktım. Ve işte bilmediğim bir adamın ülfet
ve faziletine kapılmakla o günkü gün şu vak’a-yı garibeye müsadif oldum.”170
Rıfat Bey sonda her şeyi açıklamış okuyucunun zihninde tamamlanacak hiç bir şey
bırakmayan kapalı uçlu bir bitiş yapmıştır. Kişileri doğru yolu bularak mutlu sona
ulaşmıştır. Sonda söylediği sözlerle de anlattığı öyküden ders çıkararak tıpkı masallarda
ve halk hikâyelerinde olduğu gibi “düşündürücü bir son” 171 kullanmıştır.
Ders çıkarılarak bitirilen bir başka hikâye de Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla
Vuku Bulan Sergüzeşti’dir. Bu hikâyenin bitiş bölümü sadece bir paragraftan oluşur.
Hikâye, Nacit Bey’in Elizabet’ten bir oğlunun olduğu ve adının Hanri konduğu ancak
yedi gün sonra ölmesi üzerine büyükannesinin yanına defnedildiği ve Nacit Bey’in
çocuğunun bir Hristiyan olarak ölmesinden duyduğu acı ve pişmanlık belirtilerek
bitirilir:
“O beğenmediğim validemin sözleri meğer hikmetsiz değilmiş. Ben kendisiyle şu
beynimizde geçen münakaşa üzerine evde Elizabet lakırdısını kesmiş olduğum gibi
zaten hariçte de ona dair hiçbir kimseye renk vermemiş olduğum halde Elizabet’le her
posta mukatebeden hâli olmazdık. Çend mah sonra bir gün aldığım mektupta bir de
baktım ki evvela bir oğlum dünyaya geldiğini tebşir ile ismini Hanri tesmiye
169 Müsameretname (Cüz: I), s. 17-18. 170 age., s. 53-54. 171 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 49
87
eylediğini ve fakat yedi gün sonra vefat ederek büyük validesinin yanına
defnolunduğunu yazar. Ben bu kara haberi alır almaz bir kere gözlerim karardı. Lakin
evladımın vefatı şöyle dursun, isminin Hanri tesmiyesiyle Protestan makberesine
defholunmuş olması beni ilâ el’an tesliyetsiz bıraktı. Hele daha evvelce heva ve
hevesle alafranga akd ve zifaf misillü kabulünden ehemmiyet verilmemiş olan
münasebetsizlikler yine başka. Onun üzerine ceride-i hamiyeti bu gibi vekayi-i gayr-i
memduha ile tesvid eylemekten, muhabbet uğruna ölmek bin kat hayırlı olduğunu
anlayarak valideye de hak verdim.”172
Nacit Bey de Elizabet ile aralarındaki din, kültür ve yaşam farklılıklarını anlamıştır.
Düğün töreninde kendisinin de belirttiği gibi özenti ve gösteriş merakı yüzünden
farkında olamadığı fakat hiç de memnun kalmadığı âdet ve geleneklerin farkına
hikâyenin sonunda varır. Elizabet ve Nacit Bey’in farklı yaşam tarzları, kültürleri sona
yaklaştıkça Nacit Bey’in annesinin tutum ve davranışlarıyla vurgulanır:
“Hatta valideyi bıraktığım eski halde bile bulamadım. Ben yoğiken hacca gidip
geldiğinden tavır ve kıyafeti birkaç derece kâmilleştirmiş. Hele yanına vardıkça sahare
gibi kokuyor. Her ne ise, bundan başka havali-i Hicaziyede her ne aldıysa hiçbirisini
yere koymayı tecviz etmeyerek hanemizin üst kat salonu duvarlarına kadar serapa
çiviler kaktırıp teberrüken her birini bir tarafa asmış. Bu da ala, fakat bazen de evin
içini asar-ı taassupla doldurmuş. Mesela benim Hindistan’dan aldığım o çifte kalıplı
müzeyyen fağfur kavanozlarla İngiltere’den getirdiğim o nefis üç katlı billur sürahiler
Avrupa’dan geldiği için yerden yukarı kalkamaz. Fakat kendisinin Mısır’dan getirdiği
altmışar paralık o mahut delikli gırgırlar ev bereketi itikadıyla çiçeklikten aşağı inmez
(...)”173
Bütün bunlar sona hazırlık safhalarıdır. Ancak bu hazırlıklara rağmen hikâyenin bitişi
sadece bir paragrafta ve birden bire olmuştur. Nacit Bey’deki değişimden,
pişmanlıklardan, çatışmalardan bahsedilmeden ya da bunlar yansıtılmadan Nacit Bey
aniden hata yaptığını anlar ve seçimini yapar. Elizabet’ten bir anda vazgeçer. Oysa
Hindistan seyahatinde Flaver’in bütün çabalarına rağmen iki yıl boyunca Elizabet’e
sadık kalmıştır ve onun için İngiltere’de yaşamayı kabul etmiştir. Nacit Bey’in kendine
ders çıkardığı bu sürpriz son yine onun yaşadığı aşk, değişim ve çatışmalar bakımından
172 Müsameretname (Cüz: IV), s. 96-97. 173 age., s. 93-94.
88
pek de inandırıcı olmamıştır. Ancak Nacit Bey’in tıpkı ilk hikâyede Rıfat Bey gibi
doğru yolu bulması onu mutlu sona eriştirmiştir.
Kapalı uçlu mutlu sonla biten bir diğer hikâye de Gerdanlık Hikâyesi’dir. Bu hikâyenin
sonunda tıpkı masallarda olduğu gibi kötüler cezalandırılır, ilahî adalet yerini bulur:
“Kardinal gittikten sonra meclis biraz daha istişare edip nihayet reis-i meclis, ilamı şu
vechle okudu: ‘Kraliçe tarafından yazılan kaffe-i mektuplar ve tezkereler tekmilen
kalptır ve kalpazan işidir. Yazıları da, imzaları da. Madam Dö Lamot, kamçılanacak.
İki omuzlarına kızgın demir ile hırsız damgası basılacak ve katle bedel hastanenin
birinde mahpus olacak. Mösyö Dö Lamot, ele geçtikte, katle bedel küreğe vaz
olunacak. Vilet, müebbeden sürgün. Kalistro kabahatsizdir. Matmazel Oliva kezalik,
Kardinalin hakkında Dö Lamot’un söyledikleri yalandır ve kardinal mezundur bu
ilamı ilan etmeye. İşte bu vechle davanın ilâmı verilip kapandı.
Bu cezaların icrası yuns yani haziran ayına kadar tehir olundu. Yuns ayının yirmisinde
Dö Lamot’u mahbustan çıkarıp cellada teslim ettiler ki, çıplak teni üzerine üç yüz
kırbaç vuruldu. Ve hitamında iki omzunu kızgın demir ile damgaladılar. Madam Dö
Lamot kudurmuş bir canavar misali bu dayağa ve damgaya karşı kodu. Bağırır çağırır,
köpürür ve cellâdın elini ısırıp debelenir idi. Nihayet kaldırdılar attılar hastahaneye.
Bir sene orada bekledikten sonra bu şeytan karı, hastahanenin müdiresi olan kızı
rüşvete boğup kaçtı, kurtuldu. Ve soluğu Londra’da aldı.”174
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde sevgililer kavuşur kötüler
cezalandırılır ve hikâye kapalı uçlu mutlu sonla bitirilir. Bu hikâye iç hikâyede değil
sürpriz bir şekilde çerçeve hikâyede sonlandırılır. Hüsrev’in yalanı ile birbirini ölü
zanneden iki sevgili Vasfi Bey ve Mukaddes Hanım gerçeği öğrenir. Bu arada da
Hüsrev kaza geçirir ve ölür. Vasfi Bey bir an Mukaddes Hanım’a kavuştuğunu
düşünürken babasının zoruyla Mukaddes Hanım’ın bir başkasıyla evlendirildiğini
öğrenir. İç hikâye böyle mutsuz bir sonla bitmiş gibi görünürken, çerçeve hikâyede
anlatıcı Mukaddes Hanım’ın eşinden ayrıldığını ve iki sevgilinin birbirine kavuştuğunu
belirtir:
“Vasfi Bey esna-yı naklinde o nokta[da] bulunan sergüzeşte nihayet vererek uğruna
terk-i hayat etmek dilediği mecra-yı muhabbetinin ahkâm ve mukteziyatını pazide-i
hamiyet ve insaniyet etmiş olmakla ibret-bahş-ı huzzar oldu. Binaenaleyh Vasfi
Bey’in ahval-i mehcuriyet istimali bilcümle ehibba ve esbikasının tahrik-i ırk-i
174 Müsameretname (Cüz: V), s. 54-55.
89
gayretlerinden hali olmadığından bu hal-i dil-güdaz, bazı zevat tarafından Vasfi
Bey’in Trabzon’daki rakibine suret-i mahsusada tebliğ ve iş’ar olundu. O hamiyet-
mend de Mukaddes Hanım’ın Trabzon’dan avdetlerinde pederinin mahal-i
memuriyetince zuhur eden bazı ilişiklerin tesviyesi zımnında vekaleten orada o
pürüzlü işlerin altında on dört ay ezilip kalmış ve bu suret kendisini vekalet ve
kitabetten istifaya mecbur etmiş ise de biçare sıhriyeti cihetiyle tahammül eder
dururmuş. Bir de ol suretle menkuhasının haline vakıf olduğu gibi bunu vesile
edinerek sıhriyet vesair suretten kat’-ı münasebet eder. Artık bunun üzerine tarafeyn
şad u handan olup Vasfi Bey, Mukaddes Hanım’ı alarak nail-i vuslat ve mazhar-ı
helalet ve saadet olmuştur.”175
Dış anlatıcı bu sonda iki sevgilinin nasıl kavuştuğunu ayrıntılı olarak anlatmış ve
hikâyeyi mutlu sonla bitirmiştir. Bu hikâyenin sonunda, iç hikâye ve çerçeve hikâyede
yapılan açıklamalarla, bütün kahramanlar hakkında verilen bilgilerle ve çözülen bütün
düğümlerle kapalı uçlu bir son kullanılmıştır. Hikâyenin mutlu sonla biteceği aslında
anlatının içinde yer yer verilmiştir. Özellikle Vasfi Bey ile Lütfü Dede arasında geçen
konuşmalar, yine beraber bir falcıya baktırdıkları fal, iki sevgilinin kavuşacağının
sinyallerini vermiştir:
“- Acayip! Ne yolda? ‘Sevgilim geri mi gelir?’
- Hayır, o mümtenidir. Lakin işte bu noktada dur ve unutma ki bunun cevabını sana bir
başka vakit vereyim. (...)
(...) ‘Hele bir dur biz de bir niyet tutalım’ diyerek karılara beni gösterip, ‘Canım Ağa!
Senin bir sevgilin var. Sen onu alacaksın. Senin bir de düşmanın var, ama hiç korkma.
O sana diş geçiremez. Hele bak bak! Sevgilinin gönlü işte sana bakıyor. Artık gam
yeme, kasavet çekme kuzum. Elbette o senin olacaktır. Ta sonunda sen ona
kavuşacaksın. Çok çekmeden muradına ereceksin’ diyerek mahut tekerlemeleri dizip
döktükçe, Lütfü Dede bana tekrar tekrar ‘Hele şu sözleri iyi dinle ve işte sana vaat
ettiğim cevap yerine say’ demeye başlamaz mı? (...)”176
Lütfü Dede ve falcı kadının sözleri Vasfi Bey gibi, okuyucuyu da şüphelendirmiştir.
Bütün bunların üzerine Vasfi Bey’in ilerleyen sayfalarda gördüğü rüya da düğümlerin
ve entrikaların çözülmesine yardımcı olmuştur. Hikâyenin bitişi hakkında verilen bu ip
uçları ve hazırlıklarla hikâyede beklenilen bir son yapılmıştır.
175 Müsameretname (Cüz: VII), s. 66-67 176 Müsameretname (Cüz: VI), s. 46-47.
90
Son hikâye İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’ın Sergüzeşti de mutlu sonla biter. İhsan
Hanım kocasından ayrılır ve Tahsin Efendi ile evlenir, ailesine kavuşur ve kardeşi
olduğunu öğrendiği Hakkı Bey ile de Despino’yu evlendirir:
“- Evet! İşte size İhsan Hanımı takdim ettim diyerek arızi olan İhsan ismini
Despino’ya terk etmekle Hakkı Bey, aşıka-ı makbulesi olan yeni İhsan Hanım’la
bekam oldu! ‘Değil beyhude âlem içre her kâr / Kese yed kesbidir ikbal u idbar’ beyti
mısdakınca, Sait Bey, Atiye Hanım gibi sahibe-i hüsn ü cemal ve gencine-i servet ü
kemal olan bir zevceden müfarekat ve mahrumiyetle ceza-yı amalini bulup Tahsin
Efendi ise üç ay sonra şifa-yab olduğu halde sabır ve sadakatinin semeresi olarak
Atiye Hanımla nail-i visal ve tarafeynin valide ve pederleri dahi oğul ve kızlarının
saadet-i hal içinde mürüvvetlerini müşahede etmekle ferihü’l - bâl oldular.”177
Sonda İhsan Hanım aslında Atiye olduğunu anlar ve gerçek ailesine kavuşur. Sait Bey
İhsan Hanım’ı aldatmasının ve terk etmesinin cezasını onu kaybetmekle çeker, Despino
da âşık olduğu Hakkı Bey’le evlenir. Tıpkı masallarda ve halk hikâyelerinde olduğu gibi
bütün entrikalar açığa çıkmış, olaylar ve düğümler çözülmüştür. İhsan Hanım’ın
kocasından intikam almak için kullandığı Hakkı Bey’in kardeşi çıkması, bir anda
ailesine kavuşması gibi tesadüfler, hikâye boyunca takınılan realist tavrı ve sonun
doğallığını bozmuştur.
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’de mutlu sonla biterken ders vererek
düşündürür. Bu hikâyenin bitişinde Faik Bey ile Nuridil’in kavuşması, onlara
kavuşmalarında yardımcı olanın Pişasimaf olduğunun anlaşılması ve bundan sonra da
hep beraber Pişasimaf’ın konağında yaşayacakları gibi açıklamalar yapılır. En sonda da
Faik Bey’in zamanında yaptığı iyiliğin kendine döndüğü ve Pişasimaf’ın nasıl bir
kişiliğe sahip olduğu belirtilerek hikâye bitirilir:
“- Onlar yattıkça Cenab-ı Hak, efendimize ömür ve afiyet ihsan buyursun, dediler.
Cevap olarak hanımefendi, “Cümlemize” diyerek habgâhına döndü. Bu hâl üzerine iki
hasret odalarına çekilip hade-nişin-i zevk-i visal olarak Cenab-ı Hakk’a şükr-i firavan
eylediler.
177 Müsameretname (Cüz: XII), s. 85-86.
91
Badehu bunlar yine hep birlikte konakta aram-saz-ı hüsn-i muaşeret olup işte Faik
Efendi verdiği bir eski aba yüzünden bu suretle mazhar-ı mükâfat oldu ve hem de hâl-i
esaret olduğu gibi bu üç genci de şu vechle nâil-i rif’at ve saadet eyledi.”178
Hikâyede bütün düğümlerin çözüldüğü, iki sevgilinin kavuştuğu mutlu sonun yanında
bir ders verildiği görülür. Faik Bey’in çocukken Pişasimaf’a üşümemesi için verdiği bir
aba onu mutlu sona ulaştırmış, yapılan hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağı
vurgulanmıştır. Anlatıda merak edilecek ya da düşünülecek hiçbir olayın bırakılmadığı
bu kapalı uçlu sonda tıpkı masallarda ve halk hikâyelerindeki gibi ‘onlar ermiş
muradına, biz çıkalım kerevetine, ömür boyu mutlu yaşamışlar’ gibi sonları hatırlatan
bir hava vardır.
Müsameretname’nin ikinci hikâyesi olan Behçet Efendi’nin hikâyesi ise farklı bir
şekilde mutsuz son ile biter. Behçet Efendi sonunda, Makbule Hanım’la evlendiğini
fakat ardından Makbule Hanım’ın hemen öldüğünü ve dış anlatıcının yetmiş yaşına
gelmesine rağmen Behçet Efendi’nin hiç evlenmediğini söylemesi ve Behçet Efendi’nin
evlenmeme sebebini açıklamasıyla hikâyesini bitirir:
“(...) maşuka-i vefaşiarım vücudunca hisseylediği bazı emare ve alâmetlere nazaran
hemen hemen birkaç dakikalık ömrü ya kalıp ya kalmadığını anlattıktan sonra,
‘Badema siz beni arkamdan hayır ile yad ettikçe ruhaniyetim sizden müteşekkir
olacaktır. Ben artık Cenab-ı Hakk’a münacat edeceğim’ diyerek hatm-i kelam edip
gözlerini cihet-i alaya dikti ve istiğfar ve akaide dair bazı şeyler okuyarak birkaç
dakika dudaklarını tahrik ettikten sonra, bir de hafifçe bir tebessümle mürg-i ruhu
lâne-i arş-ı âlâya pervaz eyleyip gitti.
(Li- muharirrihi)
Demesiyle Behçet Efendi dahi gözlerini yumarak şiddet-i büka ile ne kendisinde hâl
ve ne de huzzar-ı mecliste mecal bıraktığından bakiye-i sergüzeşti o gece kendisinden
sual olunmadı. Lakin mukaddema bir gün esra-yı musahabette bir münasebetle Behçet
Efendi’nin yetmiş yaşına kadar gelip de müddet-i ömründe niçin teehüle rağbet
etmediğinin sebebi kendisinden sual olundukta şu vechle beyan-ı maffi’z-zamir
eylemiştir ki,”179
178 Müsamaretname (Cüz: IX), s. 97-98. 179 Müsameretname (Cüz: III), s. 79.
92
Bu durum halk hikâyelerinde sevgililerin kavuştuktan sonra birinin ya da ikisinin
ölümüyle biten mutsuz sonlara benzer. Ancak halk hikâyelerinde sevgililerin ölümü
onlar için ayrılık olarak görülmez. Ahirette birleşeceği inancı yüksektir. Burada ölüm
iki sevgiliyi ayırmıştır. Behçet Efendi Makbule Hanım’ın ölümünden sonra yetmiş
yaşına gelmesine rağmen başkasıyla evlenmemiş hep ona sadık kalmıştır. Böylece
hikâyede her şey açıklanarak kapalı uçlu mutsuz bir son yapılmıştır.
93
III. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ANLATI
3.1. ANLATININ GENEL YAPISI
Hayatta karşılaştığımız, yaşadığımız ve yaşayabileceğimiz her şeyin yeniden sunumu
anlatıdır. Anlatı için hayatın yorumlanarak yeniden biçimlendirilmesi denilebilir.
Yaşamı oluşturan ana renk ve hareket katan unsurlar aynı zamanda anlatının da birer
parçasıdır. Ancak anlatı gerçek hayatın aynen aktarılması ya da anlatılması değildir.
Çünkü anlatı kurmaca bir yapıya sahiptir.
Anlatılar yeniden biçimlendirme ve yorumlamaya dayandığına göre ‘anlatıcı’lar
anlatının kurucuları ve yönlendiricileridir. Anlatıcılar seçilmiş bir şahıs kadrosunu,
zaman ve mekân unsurlarını yeni bir anlam eksenine oturtarak öyküleyen kimselerdir.
Öyküleme anlatının kurgusunu oluşturur. Kurgu anlatıyı oluşturan olayların anlatıcının
ya da anlatının mantığına göre sıralanmasıdır.
“Öykülemenin düzenlenişine gelince, bir öyküleme başı ve sonu olan bir ya da birden
çok anlatısal dizimden oluşur. Anlatıcı süredizimsel sırayı dikkate alarak geleneksel
bir anlatı izlencesi, yani şeması seçebilir, ya da öykülemesinde paralel anlatıları,
beraber götürerek, geriye ve ileriye sapımlar yaparak, değişik anlatım biçimleri
benimseyebilir.”180
Bu da göstermektedir ki, bir anlatının kurgusu yazarın düzenleme sistemine, yeniden
yazma ‘kurgulama’ ve tercihleri doğrultusunda olay, kişi, zaman ve mekân gibi
unsurları gerçek dünyadan seçip almasına bağlıdır.
Müsameretname’nin kurgulanışı ‘çerçeve anlatı’ya dayanır. Çerçeve anlatı
Todorov’un181 da belirttiği üzere Doğu masal kültürü çevresinde oluşan Binbir Gece
180 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 67. 181 Todorov, Yazın Kuramı (Rus Biçimcilerinin Metinleri), (çev. Mehmet Rifat-Sema Rifat), YKY.,
İstanbul 1965, s. 165.
94
Masalları ve Tutiname gibi eserler aracılığı ile Batıya geçmiştir. Batıdaki ilk örnekleri
ise Dekameron ve Canterbury Öyküleri’dir. Binbir Gece Masalları’nda Şehriyar
adlı hükümdar karısı tarafından aldatıldıktan sonra bütün kadınlardan nefret eder ve
intikam almaya başlar. Her gün bir bakire ile evlenir ve ertesi gün öldürtür. Vezirin
akıllı kızı Şehrazat, Şehriyar ile evlenir. İlk geceden itibaren hükümdara her gece bir
masal anlatır. Canını gün ışırken masalın en heyecanlı yerinde keserek kurtarır.
“Şehrazat ‘Ama bunlar, eğer hükümdarımız beni bağışlar ve hâlâ hayatta olursam, yarın
akşam ikinize anlatacaklarımın yanında hiç kalır’ diye yanıt vermiş. Şah da kendi
kendine ‘Vallahi! Öyküsünün sonunu dinlemeden onu öldürmeyeceğim’ demiş.”182
Müsameretname’de de Binbir Gece Masalları’nın çerçeve anlatısına benzer bir
kurgulama vardır. Bir çerçeve hikâye ve bu çerçeve anlatının içine yerleştirilen yedi
hikâyeden oluşur. Çerçeve hikâyenin anlatıcısı her akşam toplanılan arkadaş
sohbetlerinde sırasıyla bir kişinin hikâye anlattığını belirtir:
“Leyali-i fasl-ı şita bir müsait mevsim-i müsameretpira olup hem o envan-ı bürudet-
nişanı bir hoşça imrar etmek ve hem de geçen zamandan istifade eylemek üzere hem-
efkâr olan bazı ehibba-yı hakikat-âşina ile bilittifak münavebeten her akşam bir
mahalde ictima ve her gece gûna-gûn ceride-i mebahis-i müfide endahte-i mevki-i
beyan ü istima olunup onların mütalâa ve tedkikiyle ifade ve istifade olunmakta idi.
Bir eyyam şu vechile güzeran ettikten sonra bazı gecelerin de ibreten li’l-samiîn
huzzardan her birerlerinin gençlik münasebetiyle vuku bulan sergüzeştlerinin
hikâyesine inhisarı kararlaştırılmış olmasıyla işbu kararın birinci gecesi olmak üzere
zabitan-ı askerîden (…) Paşazade Binbaşı Rıfat Bey sergüzeştini şu vechle averde-i
mevki-i beyan eyledi ki:”183
Çerçeve hikâyenin anlatıcısı sıradizimsel bir tavırla meclisteki kişilere söz verir. Bu
sıradizimsellik tamamıyla anlatıcının tercihine bağlıdır. Mecliste bulunanların
sayılarından ve özelliklerinden hiçbir zaman bahsedilmez. Kişiler konuşmaya
başladıkları zaman anlatıda yer alırlar. İç hikâyelerdeki öyküleme ise süredizimsel ve
bir takım geriye sapımlarla yapılır. Bu öykülemelerdeki süredizimsellik anlatının iç
mantığına göre düzenlenir. Hikâyelerin kurgusu, kahramanların gençlik veya çocukluk
182 Binbir Gece Masalları I-VIII, (çev. ve hzl. Âlim Şerif Onaran), Adam Yayıncılık A.Ş., İstanbul
1992, s. 45 (I). 183 Müsameretname (Cüz: I), s. 2.
95
zamanlarından başlayarak süredizimsel bir şekilde ilerleyen yılların ve olayların
anlatılmasıyla tamamlanır. Her hikâyenin başlangıcında ve sonunda sözü dış anlatıcı alır
ve hikâyeler arası geçişi sağlar.
Geleneksel halk anlatılarında (masal, halk ve meddah hikâyesi) asıl hikâyeye
geçilmeden önce ve bittikten sonra başta ve sonda kalıplaşmış kısımlar vardır. Başta
genellikle olayları hazırlayan ve dinleyicinin de dikkatini toplayan girişler yapılır.
Sonda da anlatılan hikâyeden ders çıkarılan bir kıssadan hisse ya da öğütler yer alır. Bu
giriş ve sonucun ortasında yer alan asıl hikâye ise belirli motiflerden oluşan
kahramanlık aşk hikâyeleridir.
Müsameretname’deki bazı hikâyelerin başlangıçlarında ve sonlarında geleneksel
anlatılarda olduğu gibi hazırlık safhasını oluşturan başta açıklamalar, özetler, sonda ders
çıkarılan, öğüt verilen mesajlar bulunur. Geleneksel anlatılarda kurgu daha çok
kahramanın yaşadığı olaylara dayanır. Olaya dayalı bu kurguda basit bir yapı vardır:
“Hemen bütün halk anlatılarında kurgu önce basitten karmaşığa, durağanlıktan
heyecana, sorunsuz bir durumdan soruna doğru yükselmekte, bir süre düğüm
noktasında sürdükten sonra her şey olumlu yönde çözümlenmektedir. Bu daha çok
olaya ve kahramana bağlı bir kurgunun işaretidir ve hatta kahramanı belirleyen, çoğu
zaman olaydır…”184
Geleneksel anlatılardaki kahraman çevresinde gelişen olay ağırlıklı kurgulama
Müsameretname’deki Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti,
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti, Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti
adlı hikâyelerde de görülür. Bu üç aşk hikâyesi halk hikâyelerindeki kahramanların
başlarından geçen olay örgüsüyle bazı yönlerden örtüşürler. Binbaşı Rıfat Bey’in
Sergüzeşti, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti, tercüme
olan Gerdanlık Hikâyesi ve İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti
adlı hikâyeler kurgu ve işlenilen bazı temalar bakımından daha gerçekçi ve
moderndirler. A.H. Tanpınar özellikle Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti ve Bir Osmanlı
Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti adlı hikâyelerin üzerinde durur ve
işlenilen konuların, olayların kurgulanış biçimlerinin, düşünce tarzlarının ve bakış
açılarının geleneksel anlatılardan farklı olduğunu belirtir:
184 XIX. Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Sözlü Kültür Etkileri, s. 120.
96
“Bunlardan birincisi -icat kabiliyeti sadece satıhta çalışan bir eser!- Müslümanları
Hristiyan etmeye çalışan bir Avrupalı kadının çapraşık oyunlarından son dakikada
kurtulan bir Türk gencinin hikâyesidir. İkincisi ise, İngiltere’deki tahsili esnasında bir
İngiliz kızıyla sevişen bir Türk kaptanının başından geçenlerdir. Birinci hikâye
hakikaten avam firibâne bir vak’a ile o zamanlar yavaş yavaş cemiyetimizde bir
mesele olmaya başlayan ve aile felâketlerine sebep olan Beyoğlu hayatına girer.
İkincisinde ise, Türk hikâyesi memleket dışına çıkar; fakat ne kadar gözleri kapalı
olarak! Ne Londra, Londra’dır ne İngiltere İngiltere. Bununla beraber ne olsa bu
hikâyede örf ayrılığı, dış âlem tasviri, kızın babası ve akrabası gibi ikinci, üçüncü
derecede şahısların portreleri, hatta hususiyetleri, edebiyatımızda başlangıç
sayılabilecek şeylerdir.”185
Bu iki hikâyedeki erkek baş kahramanlar, ikinci dereceden kişiler hakkında verilen
fizikî ve kişilik özellikleri, kişilerin bakış açıları ve düşünce sistemleri diğer hikâyelere
oranla daha modern unsurlardır. İki erkek baş kahraman kültürlü, eğitimli, Batı’yı
tanıyan onun örf ve âdetlerine ayak uydurabilen ancak kendi milliyetinden ve
inançlarından ödün vermeyen gururla bunları savunabilen tiplerdir. İşlenilen tema da -
dönemi yansıtan yozlaşmadan, geleneklerden ve inançlardan vazgeçmeden Batı’yı
tanıma, onu anlama ve bazı konularda örnek alabilme- işleniş tarzı da diğer hikâyelere
oranla daha gerçekçi ve moderndir.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde evlilik ve kaderine boyun
eğmeyen, güçlü kadın temaları daha gerçekçi ele alınmıştır. Bu gerçekçi tavır
kahramanları da etkilemiş onlara daha insanî ve modern boyutlar katmıştır.
Sonuçta Müsameretname çerçeve kurgusu ve aşk hikâyelerindeki olay örgüsüyle
geleneksel yapıya dayanırken döneminin problemlerini farklı bir tarzda ele alışıyla da
modern ve gerçekçi bir tavır takınır.
Yazar kurmaca anlatısını oluştururken dış dünyadan-dil dışı gerçeklerden faydalanır. Bu
dil dışı gerçekleri kurmaca yapıdan dış gerçekliğe bağlayan ise “gönderge”lerdir. Yazar,
anlatıcı, kişi, zaman ve mekân unsurlarını bir gönderge olarak kullanabilir. Dil dışı
göndergeleri anlatıda belirgin bir şekilde verebileceği gibi küçük detaylarda saklı,
anlatının bütününe yayılmış bir hâlde de verebilir. Göndergelerin belirgin olduğu
anlatılarda dil dışı gönderge ile dil içi gönderge adeta birbirinin aynısı gibidir. Yazarın
185 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 290.
97
bunu yapmasının sebebi okuyucunun, anlatının içinde gerçek hayattan izler bulmasını
sağlayarak onu daha etkin kılmak olabileceği gibi okuyucuda bir gerçeklik duygusu
yaratmak da olabilir.
Müsameretname’nin çerçeve hikâyesinin başlangıcında anlatıcı her akşam yapılan
arkadaş sohbetlerinde sırayla herkesin, başından geçen ibret verici bir hikâyeyi
anlattığını belirtir. Anlatıcı daha baştan bu hikâyelerin yaşanmış olduğunu belirterek
okuyucu da bir gerçeklik duygusu yaratmaya çalışır. Gerdanlık Hikâyesi hariç kitapta
yer alan diğer altı hikâyede de “kahraman anlatıcı” kullanılmıştır. Kapı Kethüdası
Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde baş kahraman Behçet Efendi, Bir
Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti adlı hikâyede baş
kahraman Nacit Bey, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyede baş
kahraman Vasfi Bey, Faik Bey ile Nuridil Hanımın Sergüzeşti adlı hikâyede yardımcı
kahramanlardan Şakir Bey ve son olarak da İhsan Hanım yahut Atiye Hanım’la
Uşşakının Sergüzeşti adlı hikâyede de yardımcı kahramanlardan Rıza Bey anlatıcıdır.
Çerçeve hikâyede bu hikâyelerin gençlik yıllarında yaşanmış olduğunun belirtilmesi ve
kahraman anlatıcıların kullanılması okuyucuyuda daha baştan anlatılacak olayların
gerçekten yaşanmış olduğu hissini güçlendirmektedir.
Daha önce de belirtildiği gibi dil dışı gerçeklik ile dil içi gerçeklik arasındaki
göndergeler anlatıcı, kişi, zaman ve mekândır. Kişiler, isimlendirilmesi, fizikî ve ruhsal
özellikleri, sosyal, ekonomik ve kültürel durumları, meslekleri ve mevkileri, ailevî ve
arkadaşlık ilişkileri gibi özellikleriyle yazar tarafından dil içi gerçeklikte yaratılan
gerçek birer kahramandırlar. Bu gerçekçi özellikleri onları dil dışı dünyanın
gerçekliğine taşır. Müsameretname’de yer alan hikâyelerde kahramanlar yukarıda
sayılan özellikleri açısından dil içi dünyasına oturtulmuş gerçek kişilerdir. Binbaşı Rıfat
Bey’in Sergüzeşti’nde, Binbaşı Rıfat Bey, bir ecnebi adam ve iki kızı; Kapı Kethüdası
Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi, Makbule Hanım,
Behçet Efendi’nin babası, Zeynel Bey ve vali paşa; Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz
Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey, Elizabet ve babası Mister Havel, Flaver,
Nacit Bey’in annesi; Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey,
Mukaddes Hanım, Cevri Kalfa, Lütfü Dede; Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Faik Bey (Biçuk) Kabartaylı, Esat Efendi, Nuridil, Mustafa Efendi,
Pişasimaf; İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde İhsan Hanım
98
(Atiye), İsmail Efendi, Daniş Bey, Tahsin Bey, Sait Bey, Despino, Hakkı Bey adları,
fiziksel ve kişilik özellikleri, meslek ve mevkileri, sosyal, ekonomik ve kültürel
durumları, ailevî ve arkadaşlık ilişkileri ile yazarın dil içi dünyasında yarattığı birer
gerçek insan özelliği taşırlar. Yazar bazen gerçekçilik boyutunu artırmak için tarihte
yaşamış ya da yaşayan kimselere de gönderme yapabilir. Müsameretname’deki
dördüncü hikâye Gerdanlık Hikâyesi’nde Fransızların tarihinde önemli bir yere sahip
şahıslardan XIV. Lui ve XVI. Lui, Avusturya İmparatoriçesi Mari Terez ve kızı Mari
Antuanet geçen isimlerdir.
Gönderge olarak kullanılan bu kişileri gerçek kılan bir başka unsur da içine
yerleştirildikleri zamandır. Yazar olayları belirli bir zaman dilimine yerleştirir. Bu
zamanı da, kullandığı zaman ifade eden sözcüklerle, kahramanların yaşam tarzları, kılık
ve kıyafetleriyle, konuştukları dilleriyle vurgular. Müsameretname’deki yedi hikâyede
zamanı ifade eden sözcükler kullanılmıştır. “Biraz sonra, yirmi iki ay kadar aylarla buna
vakit sarf ettiler, on beş senedir, günlerden sonra” gibi pek çok zaman ifade eden sözcük
vardır. Hikâyelerdeki bu zamanlar geleneksel anlatılarda olduğu gibi bazı geriye
dönüşlerin dışında öncelik sonralık sırasına göredir. Yazar hikâyelerin sonunda tarih
vererek zamanı daha da gerçek kılmıştır. Hikâyelerde kahramanların dilleri de zaman
hakkında bilgi veren, zamanın özelliklerini yansıtan bir diğer unsurdur. Özellikle kişi ve
mekân betimlemelerinde, mektuplarda dönemin dil özelliklerini görmek mümkündür.
Bu tasvirler esnasında bahsedilen kılık kıyafet şekilleri de zamansal ifadelerdir. Bazı
hikâyelerde verilen siyasi olaylar ve düşünceler dil içi zamanla dil dışı zamanı
özdeşleştirmektedir. Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Karadeniz’deki gemi
yolculuğundan bahsederken anlatıcı Biçuk’un (Faik Bey) bulunduğu geminin Sinop
Limanı’na niçin yanaşamadığını ve ateşe tutulduklarını şöyle anlatır:
“… Uğradıkları o hâl-i dehşet, sefinelerinin Yunanistan’a mensubiyetinden neşet
eylemiş idi ki, o tarih Rusya meselesi evaili olup o aralık şirzime-i Yunaniye dahi be-
hasbe’t-tuğyan terbiye ve tüccar gemileri dahi saltanat-ı seniye denizlerinden men’ ve
tardiye olunmakta olduğu hâlde bunlar türlü türlü sahte bandıralar istimal ederek yine
Karadeniz’de ve şurada burada gezinip icra-yı mefsedete cür’et ederlerdi.”186
186 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 41.
99
Anlatıcı yukarıdaki metinden de anlaşılacağı üzere Karadeniz’deki deniz trafiğinden
bahsederken açıkca olmasa da zaman ifade ederek anlatı içindeki zamanı gerçek
dünyada yaşanılan bir zaman dilimiyle özdeş gibi göstermiştir. Bu durum Kapı
Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde de görülür. Behçet
Efendi kendisinin de gittiği sıbyan mekteplerinden ve toplumsal yaşamdan bahsederken
bu açıklamalar yine eserin kaleme alındığı dönemin özelliklerini yansıtır:
“Vakıa henüz mekteb-i sıbyana devam eden masumların birbirini sevişi ve meyil ve
muhabbetten dem vuruşu birden bire çocuk oyuncağı gibi görünürse de bundan elli
sene mukaddem mekteb-i rüştiyeler henüz küşad olunmamış ve nisaya mahsus olan
mektepler dahi tesis ve teşkil kılınmamış olduğundan sıbyan mekteplerinde ekseriye
şakirdandan on altı on yedi yaşlarına kadar da kız çocuklarından baş örtüsüyle devam
edenler bulunur idi. Şu iki cins çocukların o çağlarına kadar mahluten bir mahalde
bulunmaları o vakitler dahi pek tecviz olunmaz idiyse de o asrın terbiye-i umumiyesi
de etfalin ekserisini hadd-ı büluğa kadar, (…)”187
Bu metinde de bir öncekinde olduğu gibi dönemin sosyal yaşamı ve sıbyan
mekteplerinin durumu anlatılmıştır. Dil dışı dünyanın sosyal ve eğitim sistemi ile ilgili
durumu dil içi dünyaya taşınmıştır. Böylece hikâye gerçek bir zaman dilimine
oturtulmuştur. Ayrıca bunların dışında hikâyelerde kullanılan mevki ve meslek isimleri
de zaman bildiren ve bu zamanı dış dünyaya bağlayan unsurlardır. Hikâyelerde
kullanılan ‘kapı kethüdası, vali paşa, kalfa, kâhya, cariye, çocuk lalası, harem kethüdası,
ser-deftercilik, imparator, kral, kraliçe, kardinal’ gibi meslek ve makam isimleri
kahramanları yaşanmış gerçek zamanlara yerleştirmektedir. Yazar bilinçli olarak bu
gerçek zaman dilimlerini kullanarak okuyucuda gerçekten hem yaşanmışlık duygusu
uyandırmaya hem de anlatılanların, yaşanılanların okuyucuların hayatlarından farklı
olmadığını göstererek, onları eserin içine sokmaya, ilgi çekici ve toplayıcı olmaya
çalışabilir.
Dil dışı gerçeklikle dil içi gerçekliği birbirine bağlayan bir diğer unsur da mekândır.
Verilen mekân isimleri bu dünyada var olan yer isimleri olabileceği gibi yazarın
tasarladığı yeni isimler de olabilir. Bu tasarlanan yerler de zaman zaman dış dünyadaki
yerlerin özelliklerini taşıyabilir. Yazar böylece olayların gerçekten yaşanılan dünyada
geçtiği izlenimini verebilir. Müsameretname’de yer alan yedi hikâyede de mekân
187 Müsameretname (Cüz : II), s. 3.
100
isimleri dil dışı dünyada var olan mekânlardır. Bu mekânların isimlerinin gerçek
dünyadaki isimlerle uyuşmasının yanında özellikleri de bire bir aynıdır. Binbaşı Rıfat
Bey’in hikâyesi İstanbul’da geçer, bu sebeple İstanbul ve semtlerinin isimleri sık sık yer
alır. Özellikle İstanbul’dan bahsedilirken İstanbul’un coğrafi durumundan da şöyle
bahsedilir: “(…)çünkü İstanbul mevki-i coğrafisi iktizasınca Avrupa ile Asya katılarının
merkez-i içtimai olduğu gibi Bahr-i Sefid ile Bahr-i Siyah’ın dahi mecra-yı ittihadıdır
(…)”188
Yukarıda belirtilen konum ile İstanbul’un gerçek coğrafi konumu aynıdır. Yazar mekân
seçiminde dış dünyayı aynen örnek almış, bunu da her hikâyesine de gerçekleştirmiştir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde İstanbul ve
semtleri, Edirne, Sofya, Tuna, Belgrad, Avusturya; Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz
Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde İstanbul, İngiltere, Hindistan; Gerdanlık
Hikâyesi’nde Fransa, Paris, Mısır, Suriye, Sicilya, İngiltere, Londra; Vasfi Bey İle
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde İstanbul ve semtleri, Trabzon; Faik Bey İle Nuridil
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Rusya, Anapa, Karadeniz, Sinop, İstanbul ve semtleri, İhsan
Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde İstanbul ve semtleri, Girit geçen
mekân isimleridir. Daha önce de belirtildiği gibi bu mekânların hepsi bu dünyada var
olan mekânlardır. Böylece yazar, anlatıcı, kişi, zaman ve mekân unsurlarını kullanarak
dil içi dünyadan dil dışı dünyaya göndergelerde bulunmuştur. Bununla da okuyucuda bu
hikâyelerin gerçekten yaşanmış olduğu kanısını uyandırılmak istenir.
Anlatıcı, anlatının temelini oluşturan kurmacayı farklı şekillerde öyküleyebilir. Anlatıda
öyküleme ve kurmaca sırasını ve çeşidini belirleyen anlatıcıdır. Anlatıcı öyküleme ve
kurmaca sırasını süredizimsel olarak ya da olmayarak, geriye dönüşlerde paralel
olaylarla birlikte farklı şekillerde yapabilir. Kurmacadaki olayların sırası ile
öykülemedeki sırasını birlikte verebilir. Böylece “çizgisel bir anlatı” oluşturur.189 Bu
anlatıda anlatıcı olayların yerini değiştirmez. Çizgisel anlatı şu şekilde de
şemalandırılabilir:
188 Müsameretname (Cüz: I), s. 11. 189 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 42.
101
Müsameretname’deki hikâyelerden Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde ve Gerdanlık
Hikâyesi’nde hemen hemen tamamen diğer hikâyelerde de yer yer çizgisel anlatı
kullanılmıştır. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde ortaya çıkan kurmaca olaylar
kurmacadan öykülemeye geçilirken aynı sırayı takip eder.
01: Binbaşı Rıfat Bey vapura biner.
02: Vapurda ecnebi ile tanışır.
03: Ecnebinin evine gider.
04: Ecnebi evden ayrılır.
05: Ecnebinin kızları Binbaşı Rıfat Bey’e yakınlık gösterir. Özellikle küçük kızı.
06: Küçük kız Binbaşı Rıfat Bey’den Hristiyan olmasını ister.
07: Binbaşı Rıfat Bey sinirlenerek evden ayrılır.
Gerdanlık Hikâyesi’nde de yukarıdaki şemada olduğu gibi kurmacadan öykülemeye
geçilirken çizgisel anlatı kullanılır ve her ikisinde de olayların sıralanması aynıdır.
102
Diğer hikâyelerde ise çizgisel anlatının yanında farklı anlatı türleri de kullanılır. Bazı
hikâyelerde öyküleme sırası ile kurmaca sırası birbirini tutmaz. Anlatıcı öyküleme ile
kurmacayı paralel götürmez. Öykülemeyi hızlandırmak, ayrıntılarla sıkıcılığı ortadan
kaldırmak ya da gerilim yaratmak için öyküleme sırasında atlamalar yapabilir. Bu tür
anlatılarda da “eksiltili çizgisel anlatılar”190dır. Olaylar yine süredizimsel olarak ilerler
fakat kurmaca yapıdaki bir takım olaylar anlatılmaz. Bu anlatı çeşidi de şöyle
şemalandırılabilir:
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde, Vasfi Bey İle
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku
Bulan Sergüzeşti’nde, Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde yer yer eksiltili
çizgisel anlatı kullanılır. Anlatıcı bu kısımlarda öyküleme yaparken bir takım olayları
anlatmaz. Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Mukaddes Hanım’ı
görebilmek için gittiği Kağıthane günlerini anlatırken bazı haftaları atlar. Bu
haftalardaki olaylara ve duygularına değinmez, sadece aşağıda olduğu gibi zaman
belirtir:
“Bunun üzerine ben o pazar yine Kağıthane’ye giderek dört gözle Mukaddes Hanımın
teşrifine muntazır bulundumsa da nerede? (01) Ertesi cuma (02), pazar yine giderek
akşamlara kadar Kağıthane’de bekledim. (03) Hayır. Böyle böyle sırasıyla birkaç
haftalar daha devam ettim (…) (04). Asla bir eser yok ! Mukaddes Hanım’ın öyle
seyir ve seyrana alışık olmadığını tahattur ederek (05) artık kat’-ı ümit etmeli idiysem
(06) de kendisiyle o cuma günkü lezet-i teşerrüf bir türlü hayalimden gidemediğinden
190 age., s. 43.
103
(07) bir türlü vaktiyle birisinin kurbağa gözüne aşık olup yıllarca derenin başında
beklemiş olduğu rivayet olduğu gibi (08), ben de, ‘Kağıthane serhat, biz yamak’
diyerek (09) öyle bir kuru ümide bilâ-fasıla, tamam on iki hafta hizmet eyledim.
(010)… (011). Şöyle ki, gide gide hep Kağıthane’nin mevsimi geçip (012) çayırlar
çağlayanlar kurudu (013) ve artık kimseler gelmez olup (014) seyir günleriyle eyyam-ı
adiyenin hiç farkı kalmadı…”191
Yukarıdaki şemadan da anlaşılacağı üzere anlatıcı kurmacadaki her olayı öykülemeye
taşımamıştır. Geçen haftaları sadece zaman ifadeleriyle belirtmiş ayrıntılara girmeden
öykülemeyi hızlandırmıştır. Böylece okuyucuyu fazla ayrıntılarla boğmaktan kurtararak
sıkıcılığı ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Faik Bey hikâyesinde, Nuridil’in İstanbul’a
satılmak için gönderildiğini anlattığı kısım, yine Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Vasfi Bey’le Mukaddes Hanım’ın mektepte geçirdiği iki yıl, Bir
Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey’in
Hindistan’a yaptığı on sekiz aylık gemi yolculuğu gibi metinlerde eksiltili çizgisel anlatı
kullanılmıştır. Bazen de anlatıdaki olaylar bu örneklerde olduğu gibi süredizimsel
olarak ilerlemez. Anlatma sırasında bazen geriye dönüşler, geleceğe atlayışlar
yapılabilir. Hatta anlatı ortadan veya sondan başlayabilir. Bu tür çizgisel olmayan
anlatılarda kurgu zamanı ile öyküleme zamanı birbirini tutmaz. Bu anlatı türü de şu
şekilde şemalandırılabilir.
191 Müsameretname (Cüz: VI), s. 9-10
104
Şemada da gösterildiği gibi olayların kurgulamadaki sırası ile öykülemedeki sırası
birbirinden farklıdır. Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde öyküleme zamanı ile
kurmaca zamanı birbiriyle farklıdır. Anlatıcı öyküleme yaparken kurmacadaki ilk
olaydan başlamaz. Kurmacadaki olay sıralaması Biçuk’un kardeşleri tarafından
satılmasıyla başlarken, öyküleme de ise Biçuk ile Kabartaylı’nın yaptığı yolcuktan ve
Biçuk’un tanıtımından başlar. Bu durumda Biçuk ile Kabartaylı’nın arasında geçen
konuşmalardan anlaşılır:
“Biçuk namında bir çocuk, esaretinin ilk haftaları idi ki, Çerkezistan’ı hürriyet-i
mutlakasından firak ve edna-yı vatan ile familyası efradından her birine ayrı ayrı
tahassür ve iştiyak ile dağdar-ı melâl ve birbirini müteakip çektiği meraret-i esaretle
mustarip ve bî-mecal olmakta idi.”192
“- Biçuk korkarak çekine çekine;
- Hayır… Hiç… diyebildi.
- Yok yok. O hangi yiğittir ki gelip de seni benim elimden alacak?
- Hayır… Sanki…. Şayet…. Karındaşım…
- Ne karındaşların mı? Heyhey! Onların haberi yok mu sanırsın?
- Acayip, bilirler mi?
- Ne demek? Senin için kendilerine tamam elli manat verdim, elli.”193
Yukarıdaki örnekte kurgulama zamanı ile öyküleme zamanı birbirini tutmamaktadır. Bu
örnekteki çizgisel olmayan anlatı şöyle şemalandırılabilir.
192 Müsameretname, (Cüz: VIII), s. 3. 193 age., s. 8.
105
Şemada kurmaca sırasında ilk başta yer alan 01 öyküleme sırasında 08 olmuştur.
Öyküleme sırasının 01’i farklıdır. Yine aynı hikâyede son kısımlarda Nuridil ile Faik
Bey kavuşurlar. Bu kavuşmanın nasıl gerçekleştiği, geçen olaylar Nuridil tarafından
geriye dönerek anlatılır ve yaşanılan ana kadar getirilir. İhsan Hanım Yahut Atiye
Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde Atiye’nin nasıl kaybolduğu, tütüncü dükkanına
nasıl bırakıldığı. İsmail Efendi tarafından Daniş Bey’in konağına nasıl getirildiği ‘***’
işareti ile bölümlendirilmiş kısımlarda geriye dönüşlerle anlatılır. Bu bölümlerin
hepsinin başında hikâyeye giren kişiler hakkında bilgi verilerek Atiye Hanım’la
bağlantılarına değinilir. Sonuçta hepsi ortak bir noktada, Atiye’de birleşir. Bu baştaki
dört bölüm de çizgisel olmayan anlatıya belirgin birer örnektir. Diğer hikâyelerden Vasfi
Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Mukaddes Hanım’ın ölüm döşeğinde
yaptığı açıklamalarda, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan
Sergüzeşti’nde Elizabet’in bir çocukları olduğu fakat öldüğünü bildirdiği mektupta,
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde son kısımlarda İsmail
Efendi’nin Hakkı Bey’in İhsan Hanım’ın kardeşi olduğunu aslında İhsan Hanım’ın da
Atiye olduğunu anlattığı kısımlarda da çizgisel olmayan anlatılar kullanılmıştır.
Bu üç anlatı çeşidinin dışında farklı bir anlatı da ‘paralel anlatı’194 çeşididir. Bir anlatı
içinde birbiriyle paralel seyreden iki ya da daha fazla olay birlikte verilebilir. Bu olaylar
kurmaca sırasında ve öyküleme sırasında paralel eş zamanlı ilerler. Şema ile şu şekilde
gösterilebilir.
194 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 44.
106
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde bu şemaya uygun
olarak Makbule Hanım’ın odanın etrafında gizli bir şekilde dolaşmasının anlatıldığı
kısım paralel bir anlatıdır. Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın hareketleri eş
zamanlıdır.
“Bir de şimdi tıkırtı o tarafa naklettiği (01) gibi ben de tabii o tarafa teveccühe mecbur
oldum (01) ise de şu tıkırtının oradan oraya intikalinden vesvesemin rengi değişip
tezayüt etmekle biraz ağırlaşarak yavaş yavaş pencerenin önüne varır varmaz (02) yine
kapı vurulduğu (03) gibi bendeki evham adeta havf ve dehşete münkalip oldu. Lakin
düşündüm, ne olmak ihtimali var diyerek tekrar kapıya döndüm. (03) Derhal yine
pencere vurulmasıyla (04) oraya dönüp (04) işte böyle birkaç kere kapı vuruldu kapıya,
pencere vuruldu oraya teveccüh ederek odanın içinde adeta fırıl fırıl iki tarafa dönmeye
başladı…(05)”195 Şemalandırılacak olursa:
195 Müsameretname (Cüz: III), s. 4-5.
107
Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın hareketleri öyküleme ve kurmaca sırasında birlikte
sıralanırlar. Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey’in gördüğü
rüyayı anlattığı kısımda, Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Biçuk ve
Kabartaylı’nın çoban kulübesine girmeye çalışırken kapıdaki köpeği nasıl atlattıklarını
anlatıldığı ve yine kulübede Biçuk ile Pişasimaf konuşurken Kabartaylı’yı duymamaları
üzerine Biçuk’un yediği dayak, sahnelerde Gerdanlık Hikâyesi’nde Kardinal’in Kraliçe
(güya) ile görüştüğü anda paralel anlatı kullanılmıştır.
3.2. METNİN BÖLÜMLENMESİ
Anlatıların her biri içerisinde birbirine bağlı ya da birbirinin devamı şeklinde birçok
küçük anlatıyı barındırır. Bu küçük anlatılar genel anlatının yapısını oluşturan
‘oluntu’lardır. “Oluntu kendi başına bir anlatı oluşturan, bir dönüşüm içeren ve tüm
anlatının bir öğesi gibi onunla bütünleşen bir metnin parçası olarak tanımlanabilir.”196
Yani oluntular anlatının bölümlerini oluşturan ‘olay örgüsü’nü meydana getirirler. Her
oluntuda bir başlangıç bir de bitiş durumu vardır. Başlangıç durumundan bitiş
durumuna geçişi sağlayan olay ya da olaylara da ‘dönüşüm’ denir. Dönüşümler
anlatıdaki olay örgüsünün süredizimsel olarak ilerlemesini sağlar ve anlatının
gelişimini, kişilerin durumunu, zaman ve mekânın özellikleriyle işlevlerini açıklayan
oluntuları oluştururlar. Oluntu olay örgüsünü kapsadığına göre bu örgü içindeki her bir
olay da dönüşümü karşılar. O halde anlatının kurgulanış ve dizimleniş mantığını oluntu
ve dünüşümler belirlerler. Oluntu ve dönüşüm, anlatının anlam ekseni üzerinde şöyle
şemalandırılabilir:
196 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 58
108
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde baş kahraman Biçuk’un yaşadığı bir olayı
anlatan oluntuyu yukarıdaki anlam eksenine şöyle uygulayabiliriz:
“Üçüncü gün idi ki, Pişasimaf sol tarafında olduğu halde bu çocuklar yan yana ocağa
karşı oturup musâhabet etmekte idiler. Kulübede bulunanlar da onlardan biraz geride
bir halka çevirerek oturup konuşmakta iken Kabartaylı dağarcıktan biraz tütün
çıkartmak üzere üç defa Biçuk’a seslenmiş ise de Pişasimaf’ın kulağına hoş gelen
sözlerine dalmış olduğundan işitemedi.
Herif buna ‘işitti de mahsus aldırmıyor zannıyla’ fena halde hiddetlenerek
yanındakilere renk vermeksizin olduğu yerden kalkıp yavaş yavaş Biçuk’a yaklaştı.
Biçuk’un yüzü dahi Pişasimaf’a mail olduğu halde ona dahi anlatmaksızın birden bire
sağ tarafından yüzüne bir tokat çarpmasıyla biçarenin gözlerinden bir ateştir uğradı.
(…)
Müteakiben sağ gözü kan içinde kalıp ve bu kan ise Kabartaylı’nın serçe parmağında
bulunup avucunun içine düşmüş olan yüzüğünden sivrice bulunan bir sırça taşın
Biçuk’un sağ kaşının üzerine açtığı yaradan akmakta idi.”197
Başlangıç durumunda Biçuk ve Pişasimaf oturup sohbet etmektedirler. Fakat bitiş
durumunda Biçuk’un gözü darbe almış ve kaşı patlamıştır. Bu geçişe neden olan
Kabartaylı’nın attığı tokattır. Yani dönüşümü sağlayan alınan darbedir.
197 Müsameratname (Cüz: VIII), s. 29-30.
109
Yukarıdaki oluntuda geçişi sağlayan, genel dönüşüme (atılan tokat) yardımcı olan bir
başka küçük dönüşüm ise Biçuk’un Kabartaylı’yı duymamasıdır. Eğer Biçuk
Kabartaylı’nın söylediğini işitseydi o tokatı yemeyecekti ve genel dönüşüm de
oluşmayacaktı. Anlatı bu örnekte olduğu gibi bazen bir genel dönüşüm ve ona yardımcı
birçok destekleyici dönüşüm içerebilir. Bu tür dönüşümlere ‘aşamalı dönüşümler’ ya da
‘basamaklı dönüşümler’198 denir. Aşamalı dönüşümlerin oluşturduğu genel anlatılar
içlerindeki dönüşüm sayıları kadar küçük anlatılardan oluşurlar. Çünkü her bir dönüşüm
bir oluntuyu bir oluntu da tek başına bir anlatıyı oluşturur. Aşamalı dönüşüm anlam
eksenine şöyle yerleştirebilir:
Yukarıdaki şemada genel dönüşümü sağlayan dört tane aşamalı dönüşüm vardır.
Bunların her biri genel dönüşüm için birer basamaktır. Her dönüşüm kadar da oluntu
vardır. Yani burada beş oluntu bulunmaktadır.
Müsameretname’de yer alan yedi hikâyede de aşamalı dönüşümler içeren anlatılar
kullanılmıştır. Hikâyelerde genellikle belirli bir zaman diliminde bir kişinin başından
geçen genel bir dönüşüm ve onu destekleyen, ona basamak olan yardımcı dönüşümler
anlatılır. Bu da demektir ki, Müsameretname çerçeve hikâye ile birlikte sekiz genel
anlatı ve bu anlatıları oluştururken birçok küçük anlatıdan oluşur. Faik Bey ile Nuridil
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Biçuk’un başından geçen dönüşümler basamaklı bir şekilde
öykülenir. Biçuk’un yaşadığı bir genel dönüşüm ve ona yardımcı basamaklı dönüşümler
şöyle şemalandırabilir:
198 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 58.
110
“Biçuk namında bir çocuk esaretinin ilk haftaları idi ki, Çerkezistan’ın hürriyet-i
mutlakasından firak, vatan ve ebna-yı vatan ile familyası efradından her birine ayrı
ayrı tahassür ve iştiyak ile dağdar-ı melâl ve birbirine müteakip çektiği meraret-i
esaretle mustarip ve bî-mecal olmakta idi.”199
“Her ne hal ise, köpek suret-i iptilasından fırsat-pezir olarak, bunlar hesaplıca basa
basa serenin üzerinden geçtiler. Kabartaylı Biçuk’u dövdüğü kırbacın kabza gibi sert
olan baş tarafıyla kulübenin kapısını vurmaya başladı. O aralık köpek de uğraşa uğraşa
kendisini kurtarıp kıyıya çıkarak kesik ve yorgunca bir sesle yine kulübeye doğru
gelmeye başladıysa da müteakiben kapı açılıp elinde alevlice yanan bir odunla esmer
çehre ve kara bıyıklı bir Laz göründü.”200
“Her ne hal ise, o aralık biraz teskin-i şiddet eylediyse de iki gün sonra Anapa’dan
bindikleri bir yelken sefinesiyle deniz üzerinde yağmurluğun lüzumu anlaşıldıkça
tekrar tekrar hırslanarak Biçuk’tan ne suretle intikam alacağını düşünür ve artık ‘yan
bastın, eğri baktın’ diye etmediği zülüm ve hakaret kalmayıp ara sıra biraz ısınmak
üzere bîçarenin sair yolcular gibi geminin ambarlarına indiğini dahi çok görürdü.”201
Sinop’tan hareketle volta yelken üçüncü günü Karadeniz Boğazı’ndan içeri girerek
oradan Sarayburnu açıklarına gelinceye kadar serapa İstanbul’un letafet-i mekiiyesiyle
o iki geceli şehrin cesamet ve ma’muriyetine ve her bir ciheti başkaca calib-i
meftuniyet olan o kışlalar, saraylar ve cami-i şerîflerin ulviyet-i manzarasına Biçuk’un
ne rutbe hayran olduğu tarif olunamaz.
“(…) Kabartaylı için, talimatı üzere ‘öz pederimdir’ demekten dönmediyse de ahval-i
saireye dair vuku bulan sualde doğrusunu söylemekten başka bir şey hatırına bile
getiremezdi.”
Bununla beraber Biçuk’un mensup olduğu ‘Şapsıh’ kabilesi hakkındaki malumatıyla
ale’l-husus familya ve komşuları efradının isim ve eşkâllerine dair verdiği cevaplara
Kabartaylı’nın noksani-i vukufu cihetiyle bittabi tamamıyla muvafık söz
bulamadığından saniası meydana çıkarak nihayet kendi takriri altında celeplik
töhmetiyle müttehem olup Biçuk hakkındaki müdahalesinin kâmilen men’iyle
kendisinin memleketine iadesi için ters yüzüne Anapa’ya nefy olunmasına meclisce
karar verildi.”202
199 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 3. 200 age., s. 26-27. 201 age., s. 34. 202 age., s. 53.
111
Başlangıç durumunda Biçuk ailesi tarafından Kabartaylı adlı bir tüccara satılmıştır. Bitiş
durumunda ise Biçuk Kabartaylı’nın elinden kurtulur. Başlangıç durumundan bitiş
durumuna geçişi sağlayan genel dönüşüm ise Kabartaylı’nın Rusya’ya gönderilip
Biçuk’un İstanbul’da kalmasıdır. Anlatıdaki tek dönüşüm bu değildir. Bu genel
dönüşümü hazırlayan aşamalı dönüşümler vardır. Kabartaylı ve Biçuk’un yolculuğa
çıkması bu esnada bir kulübeye sığınması, daha sonra gemiyle devam etmesi, İstanbul’a
gelmeleri, burada Biçuk’un Kabartaylı’nın öz oğlu olmadığının ve onun esiri olduğunun
anlaşılması, Biçuk’un İstanbul’da kalması şemada gösterilen destekleyici
dönüşümlerdir. Bu dönüşümlerin her biri aynı zamanda birer oluntu yani anlatıdır.
Aslında bu anlatılanların içlerinde de bir genel dönüşüm ve ona yardımcı basamaklı
dönüşümler vardır. Örneğin yukarıdaki şemada yer alan birinci dönüşüm - yolculuğa
çıkılması ve bir kulübeye sığınılması - kendi içinde bir anlatıdır. Genel dönüşüme
yardımcı bir basamak gibi görünmese de, heyecan ve gerilimin sağlanması ile hikâyenin
ilerleyen anlatılarındaki bir takım düğüm ve merak unsurlarının giderilmesinde oldukça
etkilidir:
“Çünkü kulübe derenin en darca olan sekiz on kulaç arzının karşı yakasında vaki olup
kulübeye varılmak derenin üzerine köprü gibi vaz’ olunmuş olan on iki kulaç tûlünde
bir seren üzerinden geçilmeye mütevakkıf idi.
Vakıa bu serenin üstü geçilirken ayak kaymamak için bir karış kadar yonulup
düzeltilmiş ve gelip geçmeden de aşına aşına üzerinde serbest ayak atılır bir tahta
hâlini bulmuş ise de etrafı beş altı karış miktarı kar tutup heyeti yine müdevver bir
sütun şeklinden çıkmamış olduğu hâlde üzerindeki kar, her tarafına bir nisbette
sarılmayıp bittabi yalnız şimal tarafı pek kalınca tutmuş ve şu cihetle adeta beyzîü’l-
kutr bir üstüvane heyetini alarak geçit yeri belli belirsiz kalmış olduğundan serenin
112
zahirdeki heyeti ve vaziyetine nazaran orta yerine basılmış olsa mutlaka mukavves
olan kenarına tesadüf ederek basanın dereye düşmesi tabii idi.”203
“Mamafih artık beklemeye hal ve dönüp bir tarafa gitmeğe de imkân ve ihtimalleri
kalmadığından yine kulübeden istimdat etmek üzere Kabartaylı seslenecek olduysa da
köpek de hırıltıyı artırarak kalkıp gezinmeye başladı.”204
“Bir de ‘ok yaydan çıkmış gibi’ üzerlerine hücuma başlayan kelbin kendisine gelip
yetişmesini tahmin ettiği an birkaç saniye gecikerek sesi dahi ‘bıçaklanmış gibi’
kesilmesiyle Kabartaylı ‘Kurtulduk!’ diye, Biçuk’un kollarını bıraktı.
Meğer köpek onlara hücum ederken serenin şekli ve heyetine aldanıp karın orta yerine
basmasıyla derhal dereye düşer. Sesinin de öyle boğuklaşıp uzaklaşması ise dereden
şiddetle akan sulara katılıp kurtulmak için çabalayarak aşağıya doğru gitmesinden idi.
İşte şu sürat-ı inkılâp mahza biçare çocuk hakkında Cenab-ı Hakk’ın bir hıfz-ı
mahsusu oldu. Yoksa köpek kendisini bir hamlede bitirip gitmişti.
Her ne hal ise, köpek sûret-i ibtilâsından fırsat - pezîr olarak, bunlar hesaplıca basa
basa serenin üzerinden geçtiler. Kabartaylı Biçuk’u dövdüğü kırbacın kabza gibi sert
olan baş tarafıyla kulübenin kapısına vurmaya başladı.”205
Bu oluntu şu şekilde şemalandırılır.
Bu oluntuda derenin geçilmesi ve köpeğin boğulması dönüşümleri anlatıdaki heyecan
ve gerilimi artıran unsurlardır. Anlatının estetik bir değer taşıması, okuyucuyu
203 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 22-23. 204 age., s. 24. 205 age., s. 25-26.
113
etkileyerek onu meraklandırması, anlatının içine çekmesi oluntu ve dönüşümlerin
kuruluş mantığına bağlıdır. Çünkü okuyucuyu etkileyen ve meraklandıran ‘heyecan’ ve
‘gerilim’ unsurlarını oluntular içindeki dönüşümler sağlarlar. a1 durumundan a2
durumuna geçişi sağlayan dönüşüme (d1) karşı, a1 durumunu tehdit eden bir başka
dönüşüm yani yeni bir a3 durumunu yaratabilecek olan dönüşüm (d2) her zaman için
heyecan verici ve gerilimi artırıcı bir unsurdur. Burada dereden geçilebilmesi (D1) ve
köpeğin dereye düşmesi (d1) dönüşümlerini sürekli tehdit eden derenin buzlarının
çatlaması ve geçilememesi (D2) ile köpeğin saldırması (d2) dönüşümleri anlatıda
heyecan ve gerilimi artırmakta ve okuyucuyu merakta bırakmaktadır. Yine yukarıda
bahsedilen, genel dönüşümde yer alan ‘kulübeye sığınma ve burada yaşanılanları’
içeren basamaklı dönüşüm bu oluntu içinde itici bir görev üstlenmese de hikâyenin
ilerleyen anlatılarının ve dönüşümlerinin çözümlenmesinde oldukça etkilidir. Kulübede
Biçuk’un Pişasimaf ile tanışması, üşüdüğü için ona Kabartaylı’nın kendi kabanını
vermesi, dost olmaları anlatının ilerleyen oluntu ve dönüşümlerinde merak unsurunu
ortadan kaldırmaktadır. Hikâyenin sonunda Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın nasıl
birleştikleri, ikisini kimin ve ne için birleştirdiği gibi soruların cevabı yukarıdaki
oluntuda - kulübede geçen dönüşümlerde – saklıdır:
“Faik Bey birçok seneden ziyâde Girit’te bulunduğundan sedye içinde gelirken
İstanbul’un sokaklarını seve seve seyr eder. Ve gelip geçenleri gördükçe, İstanbul’a
geldiğinden kalbinde bir memnûniyet hissederdi. O aralık Aksaray yokuşundan
yukarıya doğru siyah atlas ferâceler ve ellerinde siyah şemsiyelerle iki hanım zuhûr
etti. Bunların üç beş adım önlerinde üstü başı temiz ve kâmilce bir harem kâhyası
olduğu halde gele gele sedyeye yaklaşıp ikisi de Faik Bey’i süze süze seyr ederek
geçtiler. Lâkin bunların geçmeleri Faik Bey’in o hâl-i bimarı içinde yüreğine bir oktur
sapladı. Çünkü o siyah feracelilerin birisini ziyadesiyle gözü ısırdı.”206
“(…) Faik Bey’e gereği gibi kanaat gelip evvelce muvafakatta gördüğü mahzurları
artık adem-i kabulde görmeğe başladı.
Bunun üzerine işe karar verilerek onbeş yirmi gün sonra Faik Bey büsbütün iyileşerek
gezip yürümeye başladıkta, ondan bir hafta sonra bir perşembe günü nikâh olmak için
kendisinin vekâletini aldılar.”207
206 Müsameretname (Cüz: IX), s. 42. 207 age., s. 72.
114
‘-Yok! Sebebini söylemelisin? Bak, ben de esirlikten geldim. Öyle hâlden anlamaz
değilim. Fakat bir adam sevilerek istenildiği kapıya da satılmazsa sefâletine kendisi
çanak tutmuş olur. Yahut hiç değil senin bir aradığın var?’ deyince, aşırı halde
mahçup olduğumdan, ‘Estağfurullah efendim’ dedim. Öyle ise sen bana birkaç sene
istediğim gibi hizmet et, ben de seni çok sürmez azat ederim demesi, cariyenize büyük
bir ümit verdi. Maamafih şu ümide kapıldığımı setr için yine ‘isterim’ sözünü
söylemedimse de badehu lisan-ı hâl ile gösterdiğim mecburiyet üzerine iki gün sonra
pazarlığımı ederek kırkaltı bin beşyüz kuruşa beni aldılar.”208
“- Ey şimdi sevgilin nerede?
- Şimdi bilemem. Fakat o vakit Mekteb-i İdâdiyede idi.
- Bakayım kendisi kimin nesi idi?
- Efendim aslen kendi kabilemdendir.
- İsmi?
- Efendim asıl ismi Biçuk’tur. Fakat burada Faik Bey tesmiye etmişler idi.”209
“- Ay! A kız! Ay ay ay ay! Senin sevgilini ben bildim. Ve hatta onun kaşının
üzerindeki çukurluk dahi o dediğin çoban kulübesinde benim yanımda vuku buldu ve
o yaradan akan kanları ben kendi elimle sildim.(…)
- Nuridil, sahiden senin garabet-i sergüzeştine hayran oldum. Ve hem senin ser-
nüviştin benim sadakçe-i vicdanımda alûde-i gubar-ı nisyan bir bir dürr-i şehvar-ı
va’dı meydana çıkardı. Zira benim hayatım sevgilinden bir hafta sonra Anapa’ya
gelirken, kendisinin terahhumen o çoban kulübesinde bana bırakmış olduğu bir eski
aba ile muhafaza oldu dediler.(…)
-İşte Nuridil müsterih ol ki, senin sevgiline o verdiğin abadan dolayı kalben
ahdettiğim mükafatı seni kendisine vermekle icra edeceğim demesiyle, cariyeniz eşk-
riz-i şad-manî olarak.”210
“Badehu bunlar yine hep birlikte konakta ârâm-ı sâz-ı hüsn-i muâşeret olup, işte Faik
Bey verdiği bir eski aba yüzünden bu suretle mahzar-ı mükâfât oldu.”211
208 age., s. 83. 209 age., s. 88. 210 age., s. 90-92. 211 age., s. 98.
115
Daha önce de belirtildiği gibi bu oluntudaki birçok dönüşümün nasıl ve neden
gerçekleştiğinin yanıtı, hikâyenin başındaki genel oluntunun içinde yer alan
destekleyici bir dönüşüm -Biçuk’un Pişasimaf’la arasında geçen olaylar - dür. Faik
Bey’in İstanbul’a getirtilmesinin, Mustafa Bey’in ona yardım etmesi ve onu
evlendirmeye çalışmasının ve farkında olmadan onun Nuridil Hanım’la
evlendirilmesinin arkasında hep Pişasimaf vardır. Fakat bu anlatının başında
söylenmemiş ve okuyucuda da merak ve gizem duygularını artırmıştır. Bu merak ve
gizem durumu ortadan kaldıran, anlatının başında Faik Bey’in (Biçuk) Pişasimaf’a
kulübede yaptığı yardımı içeren dönüşümdür.
Anlatılar, içlerinde bir genel dönüşüm ve ona yardımcı olan birçok destekleyici
dönüşüm bulundurabileceği gibi birbirinin devamlılığını sağlayan birden fazla genel
dönüşümler de bulundurabilir. Bu tür dönüşümlerde ilk genel dönüşümün (D) bitiş
durumu, ikinci genel dönüşümün (D1) başlangıç durumunu oluşturur ve sıralama bu
şekilde devam eder. Bu tür dönüşümlere ‘birbirini izleyen dönüşüm’ler212 denir.
Birbirini izleyen dönüşümler anlam eksenine şöyle yerleştirilebilir:
212 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 60.
116
Müsameretname’de yer alan yedi hikâyede, çerçeve anlatıdan iç anlatıya iç anlatıdan
da çerçeve anlatıya geçilirken birbirini izleyen dönüşümler kullanılır. Dış hikâyenin
bitiş durumu -kesintiye uğradığı durum- iç hikâyelerin başlangıç durumlarını
oluştururken, iç hikâyelerin bitiş durumları ise dış hikâyeye yeniden geçişi sağlayan
dönüşümlerdir. İçinde birçok aşamalı dönüşü içeren Faik Bey’in hikâyesinde de çerçeve
anlatıdan iç anlatıya, iç anlatıdan çerçeve anlatıya geçilirken birbirini izleyen
dönüşümler kullanılır.
I. Oluntu
“Nöbet-i rivayet mümeyyizan-ı aklam-i şahaneden Şakir Bey’e geldikte, insan
sergüzeştten hâli değilse de zatına ait başlıca bir vak’a cereyan etmediğinden ve
sûzan-ı sine-i mecruhu olan bir facia mesbuk-ı ser-melalet-i efseri olmuş ise de bu da
başından rüzgâr gibi gelip geçerek mukaddime ve neticesi bir fıkra-yı muhtasaradan
ibaret olup hikâyesi o kadar lezzet-bahş olmayacağından meclis-i müsamereyi
cümleye muadil tezyil etmek üzere meftun-ı mezaya-yı ibret-ârâsı olduğu bir garip
sergüzeştin nakil ve beyanını tercih eyledi.
(…)
Biçuk nâmında bir çocuk esaretinin ilk haftaları idi ki, Çerkezistan’ın hürriyet-i
mutlakasından firak ve ebna-yı vatan ile familyası efradından her birine ayrı ayrı
tahassür ve iştiyâk ile dağdar-ı melâl ve birbirini müteakip çektiği meraret-i esaretle
mustarip ve bî-mecal olmakta idi.”213
213 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 2-3.
117
Hikâyenin bu ilk oluntusunun başlangıç durumunda çerçeve hikâyenin anlatıcısı
öykülemesini yaparken, bitiş durumunda iç hikâyenin anlatıcısı hikâyesini anlatmaya
başlar. Aradaki geçişi sağlayan dönüşüm sözün dış anlatıcıdan iç anlatıcıya geçmesidir.
II. Oluntu
“Faik Efendi o zaman Nuridil ile muhâbere kapıları dahi kapandığını işittiği gibi fena
halde meyus olup Nuridil de bu hâlden bizar olduğu ve zaten de esirci evlerinde sürtüp
gezmeye alışık olmadığı cihetle artık çarnaçar bir kapı tutarak satılmayı niyet eyledi.
İşte çaresizlik bu iki hasret beynine bir sedd-i mufarakat çekerek fakat o halde
birbirleri için gece gündüz ne vechle yanıp yakıldıklarının tafsilatını lüzum göremem.
Zira derd-i hasret mübtelâ-yı ateş-i aşk olanların malumudur. Anlamayanlara ise
âmâya renk tarifi gibi müstehil olacağından şu kadar söyleyebilirim ki, hayali
yekdiğerinin gözlerine perde olmuş idi. İş bu sergüzeştin zeyli dokuzuncu cüzde hitam
bulmuştur.”214
İkinci oluntunun başlangıç durumunda iç hikâyenin anlatıcısı öykülemesine devam
etmektedir. Bitiş durumunda ise çerçeve hikâyeye geçilmiştir. Öyküleme iç anlatıcıdan
dış anlatıcıya geçmiştir.
III. Oluntu
“İş bu sergüzeştin evveliyatı sekizinci cüzden bed eylemiştir.
Ya Nuridil eski halde de kalmayıp büyüdükçe gelişip güzelleşmiş ve hem de âşıkane
bir tavır peyda ederek bir mahbûbe-i hüsna ve müstesna olmuş idi ki (…)”215
Oluntunun başlangıç durumunda dış hikâyeden kısa bir açıklama yapılır. Bitiş
durumunda ise hiç hikâyeye kalındığı yerden devam edilir. Söz dış anlatıcıdan iç
anlatıcıya geçer.
IV. Oluntu
“Şevknigâr Hanımefendi bu çerağlarına dairesinde evlât muamelesi gösterip kendisi
ise nihayet onlardan bir iki yaş büyücek bir mehpare idi. Şu hâle nazaran kendilerinin
de Mustafa Efendi ile tezevvüçlerine dair Faik Efendi’nin gönlünden vehleten bazı
hatıra güzeran etmedi değilse de Şevknigâr Hamınefendi gençliğine göre hakikaten
azminde sabit bir mehpare-i kasıratü’t tarf idi. Şu hâl üzere bir müddet geçtikten sonra
214 age., s. 91-92. 215 Müsameretname (Cüz: IX), s. 2.
118
Faik Efendi terfi-i rütbe ile ordusu canibine giderek elyevm orada ise de birinci ordu-
yı humayundan bir zabitle becayiş-i memuriyete çalışmaktadır, diyerek, Şakir
Beyefendi salifü’z-zikr kendi muavenetiyle netice-pezir olan iş bu sergüzeşt-i ibret-
amize hitam vermiştir.”216
Son oluntunun başlangıç durumunda iç hikâye biterken bitiş durumunda çerçeve anlatı
kesilir. Yine dönüşüm olarak anlatıcı değişir. Bu birbirini izleyen dönüşümlerden oluşan
dört oluntu anlam ekseni üzerine şöyle yerleştirilebilir:
216 age., s. 98-99.
119
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve çerçeve öyküde birbirini izleyen
dönüşüm şeması
120
İç hikâyelerdeki oluntu ve bu oluntuları oluşturan dönüşümler aşağıdaki gibi
sıralandırılabilir:
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde oluntu ve dönüşümler:
Birinci Oluntu
Başlangıç durumu: Çerçeve hikâye öykülenmeye başlar.
Bitiş durumu: İç hikâye öykülenmeye başlar.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. Dış anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
İkinci Oluntu
Başlangıç durumu: Rıfat Bey Boğaziçi’ne gitmek için vapura biner.
Bitiş durumu: Rıfat Bey vapurda tanıştığı ecnebinin evine gitmek için vapurdan iner.
Genel dönüşüm: Ecnebi Rıfat Bey’i evine davet eder.
Destekleyici dönüşümler
d1) Ecnebi Rıfat Bey’e sigara ikram eder.
d2) Ecnebi Rıfat Bey ile sohbet eder.
Üçüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Rıfat Bey ecnebinin evindedir.
Bitiş durumu: Rıfat Bey sinirli bir şekilde evden ayrılır.
Genel dönüşüm: Ecnebinin kızları Rıfat Bey’den Hristiyan olmasını isterler.
Destekleyici dönüşümler
d1) Ecnebi evden ayrılır.
d2) Rıfat Bey içki içer
d3) Küçük kız Rıfat Bey’e yakınlık gösterir.
Dördüncü Oluntu
Başlangıç durumu: İç hikâye biter.
Bitiş durumu: Çerçeve hikâyeye ara verilir.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. İç anlatıcı sözü dış anlatıcıya bırakır.
121
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde oluntu ve
dönüşümler
Birinci Oluntu
Başlangıç durumu: Çerçeve hikâye yeniden öykülemeye devam eder.
Bitiş durumu: İç hikâye anlatılmaya başlanır.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. Dış anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
İkinci Oluntu
Başlangıç durumu: Behçet Efendi ile Makbule Hanım mektebe başlarlar.
Bitiş durumu: Behçet Efendi ve Makbule Hanım mektepten ayrılırlar.
Genel dönüşüm: İki gencin birbirine olan aşkı aileleri tarafından öğrenilir.
Destekleyici dönüşümler
d1) Behçet Efendi Makbule Hanım’ın kalfalığına getirilir.
d2) Behçet Efendi dinlediği aşk hikâyelerinden aşkı tanır.
d3) Behçet Efendi ve Makbule Hanım birbirine âşık olur.
Üçüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Behçet Efendi ve Makbule Hanım nişanlanır.
Bitiş durumu: Makbule Hanım başkasıyla evlenir.
Genel dönüşüm: Behçet Efendi para kazanmak için İstanbul’dan Girit’e gider.
Destekleyici dönüşümler
d1) Behçet Efendi’nin babası ölür.
d2) Nişan yapıldıktan sonra iki yıl beklenilir.
Dördüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Behçet Efendi Bosna’dadır. Makbule Hanım ile evlenmek için
İstanbul’a dönmek ister.
Bitiş durumu: Vali Paşa Behçet Efendi’yi tutuklattırarak İstanbul’a gönderir.
Genel dönüşüm: Vali Paşa Makbule Hanım’a âşık olmuştur.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Behçet Efendi gümrükte memurluk yapar.
d2) Behçet Efendi Vali Paşanın yardımcısı olur.
122
d3) Vali Paşa Behçet Efendi’yi evlendirmek ister.
d4) Makbule Hanım kocasından ayrılır.
d5) Makbule Hanım Girit’e gelir.
d6) Vali Paşa Behçet Efendi ve Makbule Hanım’ı bir gece görüşürlerken yakalar.
Beşinci Oluntu
Başlangıç durumu: Behçet Efendi İstanbul’dadır.
Bitiş durumu: Behçet Efendi Bosna’ya gider.
Genel dönüşüm: Behçet Efendi’yi Vali Paşa getirtir.
Destekleyici dönüşüm:
d1) Vali Paşa Makbule Hanım’la evlenmek ister.
d2) Makbule Hanım teklifi reddeder.
d3) Makbule Hanım hastalanır ve yataklara düşer.
d4) Makbule Hanım ölür.
Altıncı Oluntu
Başlangıç durumu: İç hikâye biter.
Bitiş durumu: Çerçeve hikâyeye ara verilir.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. İç anlatıcı sözü dış anlatıcıya bırakır.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde oluntu ve
dönüşümler
Birinci Oluntu
Başlangıç durumu: Çerçeve hikâye yeniden anlatılmaya devam edilir.
Bitiş durumu: İç hikâye anlatılmaya başlar.
Birbirini izleyen dönüşüm: anlatıcı değişir. Dış anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
İkinci Oluntu
Başlangıç durumu: Nacit Bey İstanbul’dadır.
Bitiş durumu: Nacit Bey İngiltere’dedir.
Dönüşüm: Nacit Bey mühendis olarak Victorya adlı gemide görevlendirilir.
123
Üçüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Nacit Bey, Elizabet’e âşık olur.
Bitiş durumu: Nacit Bey ve Elizabet bir müddet ayrılmak zorunda kalır.
Genel dönüşüm: Nacit Bey Hindistan’a gönderilir.
Destekleyici Dönüşüm:
d1) Nacit Bey Elizabet’ten İngilizce dersleri alır.
Dördüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Nacit Bey bıyıklıdır.
Bitiş durumu: Nacit Bey sakallıdır.
Dönüşüm: Bir İngiliz bayanın Nacit Bey’e Türkler hakkındaki düşüncelerini söylemesi.
Beşinci Oluntu
Başlangıç durumu: Nacit Bey ve Elizabet evlenmeye karar verirler.
Bitiş durumu: Nacit Bey ile Elizabet’in arası açılır.
Genel dönüşüm: Flaver Elizabet’e mektup gönderir.
Destekleyici dönüşümler
d1) Nacit Bey Flaver’le beraber Hindistan’a gider.
d2) Flaver Nacit Bey’e âşık olur.
d3) Nacit Bey Flaver ve Elizabet’e aynı şalı alır.
Altıncı Oluntu
Başlangıç durumu: Nacit Bey ile Elizabet evlenir.
Bitiş durumu: Nacit Bey ile Elizabet ayrılır.
Genel dönüşüm: Nacit Bey’in oğlu bir Hristiyan olarak ölür.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Nacit Bey İstanbul’a gider.
d2) Annesi Nacit Bey’i evlendirmek ister.
d3) Nacit Bey annesine başkasını sevdiğini söyleyemez.
d4) Nacit Bey’in oğlu olur.
124
Yedinci Oluntu
Başlangıç durumu: İç hikâye biter.
Bitiş durumu: Çerçeve hikâyeye ara verilir.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. İç anlatıcı sözü dış anlatıcıya bırakır.
Gerdanlık Hikâyesi’nde oluntu ve dönüşümler:
Birinci Oluntu
Başlangıç durumu: Çerçeve hikâye yeniden başlar.
Bitiş durumu: İç hikâye başlar.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. Dış anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
İkinci Oluntu
Başlangıç durumu: Kuyumcu Böhmer Kral XVI. Lui’ye bir gerdanlık satmak ister.
Bitiş durumu: Kral bu gerdanlığı almaz.
Dönüşüm: Kraliçe Maria Antuane hediye olan bu gerdanlığı kabul etmez.
Üçüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Gerdanlık Kardinaldedir.
Bitiş durumu: Madam Dö Lamot Kardinal’den gerdanlığı alır ve satar.
Genel Dönüşüm: Madam Dö Lamot Kardinal’e Kraliçenin gerdanlığı almasını istediğini söyler.
Destekleyici dönüşümler,
d1) Madam Dö Lamot Kardinal’i kandırır.
d2) Madam Dö Lamot gerdanlığı kocasına verir.
d3) Madam Dö Lamot’un kocası gerdanlığı parçalar.
Dördüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Kraliçe gerdanlığı Kardinal’de sanmaktadır.
Bitiş durumu: Kraliçe gerdanlığın Kardinal’de olmadığını öğrenir ve suçluları cezalan-
dırır.
Genel dönüşüm: Kuyumcu kraliçeden para ister.
Destekleyici dönüşümler:
125
d1) Kardinal ilk taksidi ödeyemez.
d2) Bir İngiliz taksit için Kardinal’e para verir.
d3) Kardinal ikinci senedi ödeyemez.
Beşinci Oluntu
Başlangıç durumu: İç hikâye biter.
Bitiş durumu: Çerçeve hikâyeye ara verilir.
Birbirini izleyen dönüşüm: anlatıcı değişir. İç anlatıcı sözü dış anlatıcıya bırakır.
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde oluntu ve dönüşümler:
Birinci Oluntu
Başlangıç durumu: Çerçeve hikâye yeniden anlatılmaya başlar.
Bitiş durumu: İç hikâye başlar.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. Dış anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
İkinci Oluntu
Başlangıç durumu: Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım mektebe başlar.
Bitiş durumu: Vasfi Bey’le Mukaddes Hanım mektepten ayrılırlar.
Genel dönüşüm: İki gencin birbirine beslediği aşk aileleri tarafından öğrenilir.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım birbirlerine âşık olurlar.
d2) Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım mektuplaşırlar.
Üçüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım evlenmek isterler.
Bitiş durumu: Vasfi Bey ile Mukaddes Hamın birbirlerinden haber alamazlar.
Genel dönüşüm: Uşak Hüsrev iki sevgiliye birbirinin öldüğünü söyler
Destekleyici dönüşümler:
d1) Vasfi Bey’in annesi ölür.
d2) Babası Vasfi Bey’i amcasının kızıyla evlendirmek ister.
d3) Uşak Hüsrev, Mukaddes Hanım’a âşık olur.
d4) Mukaddes Hanım’ın babasının tayini Trabzon’a çıkar.
126
Dördüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım yeniden görüşürler.
Bitiş durumu: Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım yeniden ayrılırlar.
Genel dönüşüm: Mukaddes Hanım bir başkasıyla nişanlanmıştır.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Vasfi Bey’in babası evlenir.
d2) Babası Vasfi Bey’in Mukaddes Hanım’la evlenmesine izin verir.
d3) Mukaddes Hanım zorla evlendirildiği kocasıyla ayrılır.
Beşinci Oluntu
Başlangıç durumu: İç hikâye sona erer.
Bitiş durumu: Dış hikâyeye ara verilir.
Birbirini izleyen dönüşüm: anlatıcı değişir. İç anlatıcı sözü dış anlatıcıya bırakır.
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde oluntu ve dönüşümler:
Birinci Oluntu
Başlangıç durumu: Dış hikâyeye yeniden başlanılır.
Bitiş durumu: İç hikâye anlatılmaya başlanır.
Birbirini izleyen dönüşüm: anlatıcı değişir. Dış anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
İkinci Oluntu
Başlangıç durumu: Biçuk Kabartaylı’nın esiridir.
Bitiş durumu: Biçuk Kabartaylı’dan kurtulmuştur.
Genel dönüşüm: Kabartaylı Rusya’ya gönderilir. Biçuk İstanbul’da kalır.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Ailesi Biçuk’u Kabartaylı’ya satar.
d2) Biçuk ve Kabartaylı Anapa’ya gitmek için yola çıkarlar.
d3) İkisi yolda bir kulübeye sığınırlar.
d4) Biçuk yolculuk esnasında Pişasimaf ile tanışır.
d5) Yolculuğa gemi ile devam ederler.
d6) Kabartaylı Biçuk’un oğlu olduğunu söyler.
d7) Kabartaylı ve Biçuk’un baba oğul olmadığı anlaşılır.
127
d8) Biçuk Pişasimaf’ın hayatını kurtarır.
Üçüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Biçuk ve Nuridil birbirine âşık olur.
Bitiş durumu: İki sevgili ayrılırlar.
Genel dönüşüm: İki sevgilin kardeş olduğu yalanı ortaya çıkar.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Biçuk İstanbul’da Esat Efendi’nin yanına verilir.
d2) Esat Efendi Biçuk’un ismini Faik olarak değiştirir.
d3) Biçuk Esat Efendi’nin eczanesinde çalışmaya başlar.
d4) Nuridil’in eli mayasır olur.
d5) Faik Bey Nuridil’in elini tedavi eder.
d6) Faik Bey ve Nuridil birbirine âşık olur.
d7) Nuridil ve Faik Bey görüşebilmek için kardeş olduklarını söylerler.
d8) Efendisi Tevfik Bey Nuridil’le evlenmek ister.
d9) Faik Bey ve Tevfik Bey mektuplaşırlar.
Dördüncü Oluntu
Başlangıç durumu: İç hikâye kesilir.
Bitiş durumu: Dış hikâyeye geçilir.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. İç anlatıcı sözü dış anlatıcıya bırakır.
Beşinci Oluntu
Başlangıç durumu: Dış hikâyeye ara verilir.
Bitiş durumu: İç hikâye yeniden anlatılmaya başlanır.
Birbirini izleyen dönüşüm: anlatıcı değişir. Dış anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
Altıncı Oluntu
Başlangıç durumu: Faik Bey Rıza Bey’in davetine katılır.
Bitiş durumu: Faik Bey ve Mustafa Efendi arkadaş olurlar.
Genel dönüşüm: Faik Bey Mustafa Efendi’nin hayatını kurtarır.
Destekleyici dönüşüm:
d1) Mustafa Efendi davette yediklerinden zehirlenir.
128
Yedinci Oluntu
Başlangıç durumu: Faik Bey Girit’teki Muharebeye katılmak için İstanbul dan ayrılır.
Bitiş durumu: Faik Bey İstanbul’a gönderilir.
Dönüşüm: Faik Bey savaşta yaralanır.
Sekizinci Oluntu
Başlangıç durumu: İstanbul’a gelen Faik Bey yolda Nuridil’i görür.
Bitiş durumu: Faik Bey ile Nuridil evlenir.
Genel dönüşüm: Pişasimaf Nuridil’i Tevfik Bey’den satın almıştır.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Mustafa Efendi Faik Bey’e yardım eder.
d2) Mustafa Efendi Faik Bey’i evlenmeye ikna eder.
d3) Pişasimaf Faik Bey’in kendisine yardım eden Biçuk olduğunu anlar.
Dokuzuncu Oluntu
Başlangıç durumu: iç hikâye sona erer.
Bitiş durumu: çerçeve hikâyeye ara verilir.
Birbirini izleyen dönüşüm: anlatıcı değişir. İç anlatıyı sözü dış anlatıcıya bırakır.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde oluntu ve dönüşümler:
Birinci Oluntu
Başlangıç durumu: Dış hikâye yeniden devam eder.
Bitiş durumu: İç hikâye anlatılmaya başlar.
Birbirini izleyen dönüşüm: Anlatıcı değişir. Çerçeve anlatıcı sözü iç anlatıcıya bırakır.
İkinci Oluntu
Başlangıç durumu: Atiye Hanım annesiyle birliktedir.
Bitiş durumu: Atiye Hanım kaybolur.
Genel dönüşüm: Maytap ve fişeklerin saçılan kıvılcımları izdiham yaratır.
Destekleyici dönüşüm:
d1) Uşak kılıklı adam Atiye’yi üzerindeki altınları almak için kaçırır.
129
Üçüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Atiye Hanım’ı tütüncüdedir.
Bitiş durumu: Atiye Hanım Daniş Bey’in konağındadır.
Genel dönüşüm: İsmail Efendi Atiye Hanım’ı ailesine götüreceğim diyerek yanına alır.
d1) Uşak Atiye Hanım’ı tütüncüye bırakır.
d2) İsmail Efendi tütüncüye gelir.
d3) İsmail Efendi tütüncüye çocuğu ve ailesini tanıdığını söyler.
d4) İsmail Efendi Atiye Hanım’ı Daniş Bey’in konağına götürür.
Dördüncü Oluntu
Başlangıç durumu: Atiye Hanım Daniş Bey’in Yüksekkaldırım’daki konağındadır.
Bitiş durumu: İhsan Hanım (Atiye Hanım) Daniş Bey’in Tırhala’daki çiftliğindedir.
Genel dönüşüm: Daniş Bey Atiye Hanım’ı ailesine vermek istemez. Kendi çocuğu gibi
yetiştirmek ister.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Tellallar Atiye Hanım’ı ararlar.
d2) Tütüncü, İsmail Efendi’nin adını bilmektedir.
d3) Daniş Bey’in doğan dört çocuğu da küçük yaşta ölmüştür.
Beşinci Oluntu
Başlangıç durumu: İhsan Hanım Tırhala’dadır.
Bitiş durumu: İhsan Hanım İstanbul’a döner.
Genel dönüşüm: Daniş Bey ölür
Destekleyici dönüşümler:
d1) Aradan uzunca bir süre geçer
Altıncı Oluntu
Başlangıç durumu: İhsan Hanım bekârdır.
Bitiş durumu: İhsan Hanım Sait Bey’le evlenir.
Genel dönüşüm: Natır Hanım İhsan Hanım’ı Sait Bey’le evlenmeye ikna eder.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Natır Hanım Sait Bey’le bir anlaşma yapar.
130
d2) Natır Hanım İhsan Hanım ve Sait Bey’i tanıştırır.
Yedinci Oluntu
Başlangıç durumu: İhsan Hanım Sait Bey’le mutlu bir evlilik hayatı sürer.
Bitiş durumu: İhsan Hanım Sait Bey’den ayrılmak ister.
Genel dönüşüm: Sait Bey İhsan Hanım’ı aldatır.
Destekleyici dönüşümler:
d1) Sait Bey eğlence hayatına dalar. İçki içer, kumar oynar eve geç gelir.
d2) İhsan Hanım Sait Bey’i uyarır.
d3) Sait Bey bir süreliğine düzelir.
d4) Sait Bey bir ecnebi kadınla yaşamaya başlar.
Sekizinci Oluntu
Başlangıç durumu: İhsan Hanım Sait Bey’den boşanır.
Bitiş durumu: İhsan Hanım Atiye olduğunu öğrenir ve Tahsin Bey’le evlenir ve ailesine
kavuşur
Genel dönüşüm: Mahkeme esnasında İsmail Efendi her şeyi açıklar.
Destekleyici dönüşümler:
d1) İhsan Hanım mahkemeye Sait Bey’in hakaret eden mektuplarını sunar.
d2) Sait Bey İhsan Hanım’ı öldürmeye kalkışır.
d3) Sait Bey Tahsin Bey’i yaralar.
d4) İsmail Efendi Hakkı Efendi’nin İhsan Hanım’ın kardeşi olduğunu söyler.
d5) İhsan Hanım Tahsin Bey’le evleneceğini söyler.
d6) Sait Bey cezalandırılır.
3.3. DİZİMLER
Dizimler metnin yüzey yapısını oluşturan birimlerden oluşur. Daha doğrusu metnin
şekil yapısını oluşturan unsurların dizimleridir.
Bunlar:
“1- Paragraf düzeni,
2- Zamansal ve uzamsal ölçütler,
3- Mantıksal bağlaçlar,
131
4- Kişiler arası ilişkiler: Şu ya da bu kahramanın varlığı ya da yokluğu, yeni bir
kahramanın ortaya çıkışı”217
Müsameretname’de ilk hikâyelerde oldukça uzun paragraflar kullanılırken, son üç
hikâyede paragraflar kısalmıştır. Özellikle Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde birkaç
sayfayı bulan uzun uzun paragraflar kullanılmıştır. Elli sayfaya yakın hikâyede sadece
on iki paragraf yapılmıştır. Anlatıda olay, kişi, zaman ve mekân değişimleri, farklı
düşünce ve duygulara geçilmesi paragraf başlarını belirlemiştir. Paragraflarda dikkat
çeken bir başka unsur da ya zamandaki atlamaları belirten sözcüklerle ya da “işte, o
halde, artık, bununu üzerine, lakin, hemen, bununla beraber, ben, biz” gibi edat, bağlaç
ve zamirlerle başlamasıdır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde:
“Bununla beraber elindeki paket (…)”218
“Ben evin suret-i idare (…)”219
“Lakin bir de baktım ki (…)”220
“Bunun üzerine ben artık (…)”221
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde:
“Lakin Makbule Hanım (…)”222
“Artık bu had ü peyman (…)”223
“Onun üzerine ben gözleri (…)”224
“Bunun üzerine birkaç gün sonra(…)”225
“Badehu Hayri Efendiyle dertleştiğimde, (…)”226
217 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 61. 218 Müsameretname (Cüz: I), s. 5. 219 age., s. 27. 220 age., s. 33. 221 age., s. 35. 222 Müsameretname (Cüz: II), s. 5. 223 age., s. 10. 224 age., s. 11. 225 age., s. 17. 226 age., s. 21.
132
“Şu hal üzerine birkaç günler daha geçtikten sonra (…)”227
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde:
“Filhakika Elizabet (…)”228
“Lakin yarım saatlik bir duru (…)”229
“O hâl üzerine bunlar (…)”230
“Bunun üzerine biz sahile (…)”231
“İşte şu genç beyzadelerin (…)”232
“Bununla beraber ahval-i muhabbet iştimali (…)”233
“Ben her ne vakit nöbete girsem (…)”234
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde:
“İşte biz kendisiyle (…)”235
“Lakin Mukaddes Hanım (…)”236
“Bunun üzerine ben o pazar (…)”237
“Bununla beraber o Kağıthane (…)”238
“Bu hâl üzere bir müddet daha geçtikten sonra (…)”239
“Şu kadar ki sonradan gelen o iki atlı (…)”240
227 age., s. 23. 228 Müsameretname (Cüz: IV), s. 4. 229 age., s. 6. 230 age., s. 13. 231 age., s. 13. 232 age., s. 17. 233 age., s. 23. 234 age., s. 44. 235 Müsameretname (Cüz: VI), s. 3. 236 age., s. 4. 237 age., s. 9. 238 age., s. 10. 239 age., s. 15. 240 age., s. 31.
133
“Ben bu hâlde, (…)”241
“Bir de üç gün sonra bir akşam (…)”242
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde:
“Çünkü henüz on iki yaşında (…)”243
“İşte o zalim celep (…)”244
“Biraz sonra bir dereye inerek (…)”245
“Bir de bir sabah yola çıktıklarında (…)”246
“Bunun üzerine Kabartaylı bilmem ne düşündü (…)”247
“Her ne hâl ise, Kabartaylı (…)”248
“Halbuki öyle bir zalimin (…)”249
“Mamafih bikeslik de düşünülmez (…)”250
“Ve yine tertibi (…)
“Ve bazen de (…)”251
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde:
“İşte o temaşa mecburiyetiyle (…)”252
“Bu gibi züvvar-ı civar (…)”253
“Bunun üzerine beynlerinde (…)”254
241 age., s. 32. 242 age., s. 52. 243 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 3. 244 age., s. 3. 245 age., s. 7. 246 age., s. 13. 247 age., s. 22. 248 age., s. 31. 249 age., s. 48. 250 age., s. 54. 251 age., s. 60. 252 Müsameretname (Cüz: X), s. 3. 253 age., s. 4. 254 age., s. 8.
134
“Lakin geceleri beytutet için (…)”255
“Badehu yavaş yavaş orada (…)”256
“Bununla beraber uğradığı hâl (…)”257
“Üç dört saat sonra Daniş Bey (…)”258
“İki üç gün sonra getirdiği cariyeler (…)”259
“Çünkü çocuğu tütüncüye (…)”260
Hikâyelerde bir çok defa tekrarlanan bu başlangıçların birer örnekleri verilen bu
paragraf başlangıçları yanında İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının
Sergüzeşti’nde İhsan Hanım’ın hayatına dahil olan kişiler de ‘***’ işaretiyle ayrılan
bölümlerde tanıtıldıktan sonra anlatının akışı devam eder.
Hikâyelerdeki zamansal ve uzamsal ölçütlerle, kişilerin anlatıya dahil olması, sırasıyla
yer alma dizimleri çalışmanın zaman, mekân ve kahramanlar başlıklarında ayrıntılı
olarak incelenmesinden dolayı burada tekrarlarından kaçınılmıştır.
Hikâyelerdeki bağlaçlar yukarıda verilen paragraf başlarından da anlaşılacağı üzere kişi,
zaman, mekân ve olay örgüsü gibi unsurların birbirine bağlanmasında gerek paragraf
başlarında gerekse cümle içlerinde oldukça sık kullanılan unsurlardır. Bağlaçların
fazlaca kullanılmasının bir sebebi de Emin Nihat Bey’in yan cümlecikleri genellikle
bağlaçlarla birbirlerine ve ana cümleye bağlamasıdır.
255 age., s. 11. 256 age., s. 12. 257 age., s. 17. 258 age., s. 36. 259 age., s. 38. 260 age., s. 42.
135
IV. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ÇÖZÜMLEME DÜZEYLERİNİN AYIRTEDİLMESİ
4.1. BAKIŞ AÇISI (ODAKLAYIM)
Bir anlatıda olay örgüsü, kişi, zaman ve mekân unsurlarını şekillendiren bakış açısıdır.
“Metinde, varlıkları ve nesneleri betimlemek için seçilen bakış açısına odaklayım
denir.”261 Bakış açısını belirleyen yazardır. Yazar eser üzerindeki hâkimiyetini bakış
açısıyla sağlar ve bakış açısını kullanırken kendisini gizlemeye çalışır. Bu nedenle
anlatıdaki kahramanların hepsinin kendine özgü bir bakış açısı vardır. Değişen olaylar
ve kişiler değil, değişen kahramanların bakış açılarıdır. Aslında yine hepsinin
kaynağında yazarın bakış açısı, yeniden sunma tarzı vardır:
“Resim ya da fotoğraf görme duyumuza seslenen tüm sanatlarda bakış açısını,
sanatçının yeniden sunmak istediği sahne ya da nesnenin fotoğrafını çekmek, resmini
yapmak için seçtiği yerdir. Anlatı yazarı için üç tür odaklayımdan söz edilebilir:
1. Sıfır odaklayım
2. Dış odaklayım
3. İç odaklayım.”262
4.1.1. Sıfır Odaklayım ya da Sınırsız Bakış Açısı
Hâkim bakış açısıdır. Her zaman her yerde olan ve her şeyi bilen anlatıcının bakış
açısıdır. Kahramanların geçmişlerini, geleceklerini, duygu ve düşüncelerini bilen ya da
hisseden bir anlatıcı vardır. “Sıfır odaklayımda, anlatıcı kendisinden ‘ben’ diye söz
etmez, hep üçüncü tekil kişi adılı ‘o’ yu kullanır.”263
261 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 97. 262 age., s. 97. 263 age., s. 97.
136
Özellikle sözlü kültür ürünlerine ve divan edebiyatına ait hikâyelerde görülen bir bakış
açısıdır. Bu ürünlerde anlatıcı her zaman her yerde olan ve her şeyi bilen ‘ilahî’ güçlerle
donatılmış bir bakış açısına sahiptir.
Müsameretname’de sadece çerçeve hikâyede kullanılan bakış açısıdır. Çerçeve hikâye
‘o’ anlatıcının bakış açısına göre düzenlenir. Hikâyenin başından itibaren eserin kaç
ciltten oluşacağını, sırasıyla kimlerin hikâye anlatacağını bilir. Hikâyenin sonunda başta
belirtilen cilt sayısına niçin ulaşılamadığını da açıklar. Ulaşamama nedeni de yine
anlatıcının tutumuyla alakalıdır. İç hikâye sayısının yedi ile sınırlı kalması, kendisinin
seçimi ve bakış açısının sonucudur. Hikâye sayısıyla ilgili yapılan bütün açıklamalar
aslında bu bakış açısının yazara ait olduğunu göstermektedir. Yazar çerçeve hikâyesinin
basit kurgusundan kendisini soyutlayamamış ve kendi bakış açısıyla onu
şekillendirmiştir.
4.1.2. Dış Odaklayım
Anlatının içinde yer almayan bir kahramanın bakış açısıdır. Anlatıcı nesnel bir tavırla
gördüklerini ve duyduklarını anlatır. Bu bakış açısına sahip anlatıcı bir kamera gibi
olayları ve kişileri yorum katmadan, taraf tutmadan anlatmaya çalışır. Sıfır odaklayım
kadar olmasa da olayları ve kişileri ayrıntılarıyla anlatabilecek yetkilere sahiptir.
Müsameretname’de dış odaklayımın kullanıldığı tek anlatıcı Gerdanlık Hikâyesi’ndeki
Hamparsun Ağa’dır. Hamparsun Ağa olayların içinde yer almaz. Çerçeve hikâyede
belirtildiği üzere Fransızca’dan tercüme olan bu hikâyeyi okumakta -ya da anlatmakta-
dır.
Dışardan birisi olan Hamparsun Ağa hikâyede olay örgüsü ve kişileri anlatırken bakış
açısının verdiği imkanlar dahilinde ayrıntısıyla anlatmaya çalışır. Ancak hikâyede bakış
açısının gerektirdiği nesnellik sağlanamaz. Hamparsun Ağa zaman zaman anlatıya
müdahale edip okuyuculara -dinleyicilere- düşüncelerini de sezdirir. Özellikle Madam
Dö Lamot’tan bahsederken onu tanıttığı özellikleri, bu özelliklerin kendisinde yarattığı
şaşkınlık ifadeleri ve hikâyenin sonunda suçluların cezalarını bulduğunu, ilahî adaletin
sağlandığını vurgulaması tarafsızlığına gölge düşürmüştür.
137
4.1.3. İç Odaklayım ya da Sınırlı Bakış Açısı
“(…) iç odaklayım bir kişinin, tüm algılamaların kurmaca öznesi olduğu ve kişilerin,
olayların, yerlerin onun gözüyle anlatıldığı sınırlı bir bakış açısıdır.”264 Anlatıcının
bakış açısı kahramanların bakış açılarıyla sınırlıdır. Bu bakış açısına sahip anlatıcı
kişilerin duygularını düşüncelerini verebilir. Ancak anlattıklarını kahramanların bakış
açıları belirler.
Müsameretname’de ‘ben’ anlatıcı çeşitlerinin -içöyküsel anlatıcı, benöyküsel anlatıcı-
kullanıldığı hikâyeler de iç odaklayımdan söz edilebilir.
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti ve İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la
Uşşakının Sergüzeşti adlı iki hikâyede kullanılan içöyküsel anlatıcılarda iç odaklayım
görülür. İki hikâyede de, olay, kişi, zaman ve mekân unsurları bu anlatıcıların bakış
açılarından verilir.
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde anlatıcı, Faik Bey ile Nuridil’ın
birbirlerine besledikleri duygu ve düşünceleri iç odaklayımı kullanarak anlatır.
“(…) şu genç çocukların ikisi her gece yattıkları vakit uykuya varıncaya kadar
birbirlerinin hayaliyle uğraştıklarından rüyada yekdiğerini görür, mevsim de yaz
ortaları olduğu cihetle her sabah evvelkinden erken uyanıp Faik Bey her ne kadar
vaktinden evvel ilâçları kaynatsa akabinde Nuridil’i dahi gelmiş bulurdu.”265
Anlatıcı kahramanların duygularını ve rüyalarını anlatırken sanki onların kimliğine
bürünür. Aynı tavrı Esat Efendi’nin Faik Bey ve Nuridil Hanım hakkında düşüncelerini
verirken de sergiler:
“Esat Efendi şu karındaşlık sözüne tamamiyle inanmadıysa da Nuridil nevreside bir
kız olup tedavisi bi’z-zarur Faik’le ihtilâta mütevakkıf olduğu hâlde öyle her gün gelip
gitmiş olmasından dolayı hanesinin emniyetini vikaye, efendilerini temin zımnında
keyfiyeti konakça nazar-ı sıhhate aldırmaya mecbur oldu.”266
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’ın Sergüzeşti’nde iç odaklayımı kullanan anlatıcı
bildiği, tanıdığı, kişi ve duyduğu ya da tanık olduğu olayları derinliklerine inmeden
264 age., s. 99. 265 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 64-65. 266 age., s. 69.
138
anlatmıştır. Özellikle Daniş Bey’in ve İhsan Hanım’ın bazı duygu ve düşüncelerine yer
verilmiştir. Daniş Bey’in çektiği açılar, çocuk özlemi ve yalnızlık, İhsan Hanım’ın
kocasının ilgisiz tavırlarından ve aldatmasından sonra oluşan duygu yoğunlukları
dışarıdan bir kişinin hissedebileceği kadar verilmeye çalışılmıştır.
Bu iki hikâyenin sonunda anlatıcılar bakış açılarındaki tarafsızlığı sürdürememişlerdir.
Sözlü kültür ürünlerindeki özellikle masallardaki gibi hikâyenin sonunu dersle, mesajla
bitirmişlerdir. İlk hikâyede Faik Bey’in zamanında yaptığı iyiliğin karşılığını görmesi,
diğer hikâyede ise Sait Bey’in bencilliğinin, ayran gönüllülüğünün, kıymet
bilmezliğinin cezasını çekmesi, iyi bir insan olan Tahsin Bey’in de ödüllendirildiği
mesajları içodaklayımın tarafsızlığına gölge düşürmüştür.
İçodaklayımı kullanan diğer anlatıcılar da Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla
Vuku Bulan sergüzeşti’nde Nacit Bey, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde
Vasfi Bey ve Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde Rıfat Bey’dir. ‘Ben’ anlatıcı
konumundaki bu kişiler başlarından geçen olayları anlatırken özellikle kendilerinin
duygu ve düşüncelerine yer vermişlerdir. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti hariç bu
hikâyelerde içodaklayımı anlatıcıların dışında kadın başkahramanlar Makbule Hanım,
Elizabet ve Mukaddes Hanım da kullanmıştır. Bu hikâyelerde anlatıcının bakış açısı
kişilerin insanî özellikleriyle sınırlandırılmıştır. Bu nedenle kadın kahramanlar
yaşadıklarını sevgililerine kendi bakış açılarından anlatırlar.
4.2. ANLATICI TİPLERİ
Bir anlatının omurgası öykülemeye dayanır. Anlatıda olay örgüsü, kişi, zaman ve
mekân unsurlarını öyküleyerek anlatının anlam eksenine oturtan kimse ‘anlatıcı’dır.
“Çünkü, o anlatı dünyasının hem ‘yapıcı’, hem de ‘yansıtıcı’ unsurudur. Anlatıcı,
anlatının hayata en yakın elemanıdır; okuyucunun kulağına ilk önce onun sesi ulaşır ve
okuyucu, onun sıcak çağrılarıyla anlatı dünyasına yönelir.”267
Anlatıcı ilk dönemden itibaren toplumdaki sosyal ve kültürel oluşumlara ayak uyduran
gelişerek değişen bir yapıya sahiptir. Sözlü gelenek ürünlerinde anlatıcının oldukça
önemli bir yeri vardı. Bu ürünler doğaçlama ya da aktarmaya dayandığından anlatıcı
267 Roman Sanatı I, s. 17.
139
esere müdahale edip bir takım eklemeler veya çıkarımlarda bulunabilirdi. Bu anlatıcı
tipi esere müdahale etme konusunda oldukça özgürdür. Her şeyi bilen gören, bütün
kahramanları ayrıntılarıyla tanıyan, geçmiş ve gelecekleri hakkında bilgi sahibi, bütün
olaylara hâkim bir anlatıcı tipidir. Destan, masal, halk hikayesi ile klâsik edebiyata ait
hikâyelerde görülen bu anlatıcılar edebî türlerin gelişim ve değişimiyle birlikte
farklılaşmaya başlarlar. İlk hikâye ve roman örneklerinden itibaren anlatıcının işlevleri
ve yetkileri yazar tarafından yeniden şekillendirilir. Bu yeniden şekillenmede yeni
tanınmaya başlanılan medeniyet dairesinin etkisi de büyüktür. Düşünce ve kültür yapısı
değişen yazarın anlatı ve anlatıcı ilişkisine dair düşünce ve tutumu da değişir. Gerçek
dünyayı model alan yazar anlatıcının sınırsız yetkisini, bakış açısı ve anlatının kurgu
dünyası bakımından sınırlandırır. Yazar anlatıcının sınırsız yetkilerini kısıtlayarak ona
gerçek bir kişilik kazandırmaya çalışır. Anlatıcıyı daima gözetimi altında tutarak,
belirlediği bakış açısıyla olay örgüsünü, kişi, zaman ve mekân unsurlarını okuyucuya
tanıtmakta kullanılır. Böylece yazar anlatıdan soyutlanarak, yazar-anlatıcı ayrımı
belirginleşecek modern yazarın gizlenme isteği yerine gelmiş olacaktır.
İlk dönem hikâye ve roman anlatıcılarında hem halk ve klasik edebiyat ürünlerinden
gelen geleneksel unsurlar hem de Batıdan alınan modern unsurlar yan yana yer almıştır.
Emin Nihat Bey’de Müsameretname’de bu unsurları bir arada kullanmıştır.
Hikâyelerinde olaylara hâkim, anlatıya müdahale eden geleneksel anlatıcı tipleriyle
karşılaşılır. Ancak Emin Nihat Bey hikâyelerinde geleneksel anlatılarda en çok
kullanılan üçüncü şahıs anlatıcı -o- yerine ‘ben’ anlatıcı çeşitlerini de kullanarak
modern bir tutum sergilemiştir.
Emin Nihat Bey sadece çerçeve hikâyesinde üçüncü tekil şahıs ‘o’ anlatıcıyı
kullanmıştır. Dışöyküsel anlatıcıyı andıran bu anlatıcı iç hikâyelerin başında ve sonunda
ortaya çıkar ve sadece hikâye anlatıcılarını tanıtır. Geleneksel anlatılardaki ‘o’ anlatıcı
gibi müdahaleci ve hâkim bir tavrı yoktur. Çerçeve hikâyenin basit kurgusu onu da
etkilemiştir.
Müsameretname’de sözlü kültürün en belirgin izleri anlatı tekniği ve anlatıcılarda
görülür. Cevdet Kudret’in de belirttiği gibi topluluk önünde anlatılan meddah
140
hikâyelerinin etkisi ve tekniği görülür.268 Bu sözlü kültürdeki hikâye anlatma geleneğine
benzer. Tek fark buradaki dinleyici konumunda olan hikâye anlatıcıları sözlü
gelenekteki dinleyiciler gibi anlatıya müdahale etmez, anlatı üzerinde değişim
yaptırmazlar. Eseri sözlü kültür anlatıcılarına yaklaştıran bir başka özellik de
anlatıcıların tamamının erkek olmasıdır. Bilindiği gibi özellikle halk hikâyelerinin
anlatıcıları erkeklerdir.269 Müsameretname’deki anlatıcıların tamamı da erkek
kahramanlardır.
4.2.1. Gözlemci Anlatıcı
“Anlatıda ‘ben’ diyerek, söz alır, ama olaylara karışmaz, olayların kahramanı olmaz.”270
Daha çok üçüncü tekil şahıs ‘o’ anlatıcıya benzer. Farklı olarak bu anlatıcının kimliği
bellidir. Anlatının içinde yer alan bir kahramandır. Ama sadece gözlemci olarak vardır.
Buna dışöyküsel anlatıcı da denir.
Müsameretname’de sadece Gerdanlık Hikâyesi’nde görülen bir anlatıcı tipidir.
Çerçeve hikâyenin kahramanlarından biri olan Hamparsun Ağa iç hikâyenin
anlatıcısıdır daha doğrusu okuyucusudur:
“(…) Hamparsun Ağa’ya tevcih olundukta kendisini o misillü şayan-ı ibret sergüzeşti
olmayıp varsa da ufak tefek vakalardan ibaret olduğunu ifade ile, fakat nöbetine
mukabil olmak üzere âsâr-ı milliyelerinden en ziyade mezaya-pasend-i tab’ı olan bir
Gerdanlık Hikâyesi tercümesini okuyup garabet-i mealinden hakikaten huzzarı
memnun bıraktı.”271
Hamparsun Ağa’nın hikâyeyi okuduğu başta belirtilse de içindeki müdahaleler onun
hikâyeyi sadece okuduğunu mu yoksa okuduklarını mı anlattığı ikilemini belirsizleştirir.
“Diğer taraftan Dö Lamot ile Kalistro’nun madaması Lornca beyninde olan mukavele
de bu hikâyeyi okuyanların zihninden çıkmamış olmak gerek.”272
“Hikâyeyi yazan der ki, Kalistro adamını tanır idi ve iyi bilir ki (…)”273
268 Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1987, s. 24. 269 İslam Ansiklopedisi, s. 488. 270 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 102. 271 Müsameretname (Cüz: V), s. 2-3. 272 age., s. 29. 273 age., s. 30.
141
Anlatıcı hikâyenin içinde kendi varlığını bu müdahalelerle bildirmekle yetinmez,
okuyucuyla -daha doğrusu dinleyicisiyle- konuşarak ona sorular sorar:
“Şimdi göreceğiz, bu gerdanlık maddesinde dahi Vilet ne işte kullandı bu fasit el
hünerini.”274
“İmdi dinleyelim şu hikâyeyi de ki, okudukta kardinalin şaşkınlığına mı taaccüp
etmeli, Dö Lamot’un cesaretine mi bilemeyiz!”275
Geleneksel anlatılardaki anlatıcıları andıran Hamparsun Ağa, okuyucuyu soru
cümlesiyle olaylardan doğan garipseme ve şaşırma duygularına ortak etmek ister.
Burada amaç soru sormak değildir. Belirtilen duyguları daha da belirginleştirerek
okuyucuyu etkilemek ve onu da anlatının içine dahil etmektir. Bu nedenle ‘göreceğiz,
dinleyelim, bilemeyiz’ fiillerinde birinci çoğul şahıs eki kullanılmıştır.
4.2.2. İçöyküsel Anlatıcı
Olaylarda az veya çok yer alan, bazen sadece bir tanık ya da gözlemci bazen de
kahramanları etkileyen anlatıcı tipidir. Benöyküsel anlatıcı çeşididir. Tek farkı ‘ben’
diyen kişi baş kahraman değil de yardımcı kahramanlardan biridir.
Emin Nihat Bey, Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti ve İhsan Hanım Yahut Atiye
Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti adlı hikâyesinde içöyküsel anlatıcıyı kullanır. İki
hikâyede de anlatıcıların içöyküsel anlatıcı olduğu hikâyelerin sonlarında anlaşılır.
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyede çerçeve anlatıcı iç hikâyenin
anlatıcısının Şakir Bey olduğunu söyler. Şakir Bey anlatıda hiçbir zaman ‘ben’ diye yer
almaz. Onun hikâye içinde yer alan bir kahraman olduğu Nuridil Hanım’ın Faik Bey’e
yaptığı açıklamalarda anlaşılır:
“Ve hatta sizi teehhüle ikna için kâhya efendi sıfatıyla görüştüğünüz zat ise Mustafa
Efendi’nin komşusu olan mümeyyiz Şakir Bey(1) ki kendisinin bir müşavir-i
müracaatgâhı imiş
“-----------
(1) Nakil-i sergüzeşt.” 276
274 age., s. 28. 275 age., s. 25. 276Müsameretname (Cüz: IX), s. 95.
142
Şakir Bey’in anlatı kişilerinden biri olduğu kullanılan dipnotla verilir. Şakir Bey
Nuridil’in bu açıklaması esnasında müdahale etmemiş, ‘ben’ diye anlatıya
katılmamıştır. Bu tavır Şakir Bey’in anlatıcılık vasfını biraz belirsizleştirmiştir. Burada
yazarın müdahalesi açıkça görülür. Emin Nihat Bey ‘o’ anlatıcı tipine göre daha yeni ve
modern olan kahraman anlatıcıyı kullanırken anlatıcısını anlatının içine
yerleştirememiştir. Anlatıcı hikâyenin içinde yer alan bir kişi olduğunu, olaylara tanık
olduğunu kendisi bir türlü söyleyemez. Emin Nihat Bey Şakir Bey’in adı geçince bir an
anlatıcı vasfını üstlenir ve Şakir Bey’in anlatıcı olduğunu kendisi açıklar.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde de çerçeve anlatıcı iç
hikâyenin anlatıcısının Rıza Bey olduğunu belirtir. “Nöbet-i rivayet erkân-ı
müsamereden tahrirat başkâtibi Rıza Bey’e geldikte, ibreten kendi sergüzeştine tercih
eylediği bir vaka-yı garîbenin nakil ve hikâyesine şu vechle mübaşaret eyledi.”277
Bu hikâyede de bir önceki hikâyede olduğu gibi anlatıcı Şakir Bey anlatıya hiçbir
zaman ‘ben’ diye katılmaz. Hikâyenin sonunda onun hikâye kahramanlarından biri
olduğu yine burada da dipnotla belirtilir.
“Vatka ki mükerrer olan meclis, vakt-i muayyeninde teşekkül edip Sait Bey peder ve
validesi ve bir de eniştesi olan Reşat Efendi ile, Hakkı Bey dahi kezalik peder ve
validesi ve bir de akrabasından Rıza Bey(1) ile dörder kişi oldukları hâlde geldiler.
“-----------
(1) Nakil-i Sergüzeşt.” 278
Emin Nihat Bey’in müdahalesi bu hikâyede daha açık görülür. Çünkü bir önceki
hikâyede Nuridil Hanım anlatıcı konumundayken hikâye kişilerinden Şakir Bey’in
anlatıcı olduğu dipnotla verilir, anlatıcı Rıza Bey konuşurken kendisinin anlatıcı olduğu
dipnotla verilir.
Emin Nihat Bey her ne kadar iki içöyküsel anlatıcısını anlatının içine tam olarak
yerleştiremese ve kendini müdahaleden alıkoyamasa da, Şakir Bey ve Rıza Bey’e tanık
oldukları olayları bir gözlemci gibi uzaktan, hiçbir zaman müdahale etmeyen bir tavırla
anlattırması oldukça modern bir tutumdur.
277 Müsameretname (Cüz: X), s. 2. 278 Müsameretname (Cüz: XII), s. 58.
143
4.2.3. Benöyküsel Anlatıcı
Benöyküsel anlatıcı anlatıdaki başkahramandır. İçöyküsel anlatıcıyla benzerlikler
gösterir. İçöyküsel anlatıcıdan farkı ikinci dereceden kahramanın değil de baş
kahramanın anlatıcı olmasıdır. Böylece başkahraman olan anlatıcının yetkileri içöyküsel
anlatıcıya göre daha sınırsızdır. Benöyküsel anlatıcı olaylara müdahale edebilir, duygu
ve düşüncelerini söyleyebilir.
Benöyküsel anlatıcı içöyküsel anlatıcı gibi ‘o’ anlatıcıya göre daha gerçekçidir.
Anlatıdaki olayların yaşanmışlığını belirten ‘ben’ anlatıcı okuyucuya daha canlı ve daha
gerçek gelir. Hatta okuyucunun kendisiyle özdeşleşmesini sağlayarak onu eserin içine
dahil eder.
Üçüncü tekil şahıs ‘o’ anlatıcıya göre daha somut olan benanlatıcı ‘o’ anlatıcı kadar
sınırsız bakış açısına sahip değildir. O ancak yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını
anlatabilir.
Emin Nihat Bey, Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti, Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle
Makbule Hanım’ın Sergüzeşti, Bir Osmanlı Kaptanı İle Bir İngiliz Kızının Sergüzeşti,
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti adlı dört hikâyesinde benöyküsel anlatıcıyı
kullanılır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde anlatıcı, başkahraman Binbaşı Rıfat Bey’dir. Rıfat
Bey’in ecnebi ve kızları arasında geçen diyaloglar hariç bütün anlatı Rıfat Bey’in bakış
açısından verilir. Bu nedenle hikâyede okuyucu olanı biteni Rıfat Bey’le birlikte
öğrenir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi, Bir
Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey, Vasfi
Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey anlatıcı erkek
başkahramanlardır. Behçet Efendi, Nacit ve Vasfi Beyler hikâyelerinde kurguyu
oluşturan olay örgüsü, kişi, zaman ve mekân unsurlarından gerekli olanları seçip
anlatılarına yerleştirirler. Üç hikâyenin de kurmaca zamanı oldukça geniştir. Bu nedenle
bu başkahramanlar kendi insiyatifleri doğrultusunda kişi, olay, zaman ve mekân
unsurlarında atlamalar yaparlar. Bu benöyküsel anlatıcıların anlattıkları bildikleri,
gördükleri ve duyduklarıyla sınırlıdır. Bu nedenle onlar bilmediği ya da haber alamadığı
144
zamanlarda okuyucu da bilemez, haber alamaz; onlar şaşırdığında, merak ettiğinde
okuyucu da şaşırır, merak eder.
Benöyküsel anlatıcı kimliğinin sınırladığı Behçet Efendi, Nacit ve Vasfi Beyler
sevgililerinden ayrı oldukları dönemlerde onların neler yaşadığını ve yaptığını
bilemezler ve anlatamazlar. Bu kısımlar yine benöyküsel anlatıcı olarak kadın
başkahramanlara Makbule, Mukaddes ve Nuridil Hanım’lara geriye sapımlarla
anlattırılır. Böylece okuyucu hikâyelerdeki düğüm ve entrikaların çözümünü
kahramanlarla beraber yaşar.
Ben anlatıcının sıcak ve okuyucuya daha yakın olma tarzı özellikle Vasfi Bey İle
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey’in Mukaddes Hanım’ı anlattığı
bölümlerde görülür. “Çünkü o nazlım, o eski hâlde kalmamış! Kız kısmı çabuk yetişir
derler. Filhakika üç sene içinde gereği gibi gelip yetişmiş. Ve gelişip boylanarak bir kat
daha güzelleşmemiş mi?”279 Vasfi Bey burada âdeta okuyucu ile konuşur ona seslenir.
Düşüncelerini onaylatmak ister. Aslında niyeti de soru sormak değil, güzellik
konusunda okuyucuyu etkileyip, aynı düşünceyi onda da oluşturmaktır.
Müsameretname’deki anlatıcı tiplerinin hiçbirisi derinlemesine tahliller yapmaz.
Kurgunun gerektirdiği yerlerde yüzeysel ve dar görüşlü mekân ve kişi betimlemeleri
yaparlar. Öyle ki, benöyküsel anlatıcılar bile olayları anlatırken yaşadıkları duygu
yoğunluklarından ve çatışmalardan hiç bahsetmezler.
279 Müsameretname (Cüz: VI), s. 7.
145
V. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE ANLATI KAHRAMANLARI
Anlatısında yeniden bir dünya yaratma çabasında olan yazarın ilk adımı bu dünyayı
aktif hâle getirecek ona canlılık kazandıracak kişileri oluşturmaktır. “(…) kişi, okurların
büyük bir çoğunluğu için anlatının merkezdeki öğesidir. Öykünün tutarlılığını ve
sürekliliğini sağlayan temel betidir, bir başka deyişle, anlatının lokomotifidir.”280
Gerçek dünyadan hareketle eserinde yeniden bir dünya kurmaya çalışan yazar kişilerini
oluştururken gerçek dünyadan etkilenecektir. Hatta kahramanları, dış dünyadaki
kişilerle benzerlikler gösterecektir. Ancak unutulmaması gereken bu kahramanların dış
dünyadaki kişilerin aynısı ya da onların birer örnekleri olmadığıdır. Çünkü kahramanlar
eserin kurmaca dünyasında oluşturulan kurmaca kişilerdir. Anlatı gibi bu kişiler de
yeniden oluşturulmuştur. Bu nedenle E.M. Forster’ın da belirttiği gibi anlatı kişileri
gerçek hayattaki kişilerden birçok yönden farklıdır:
“Günlük yaşamda birbirimizi hiçbir zaman anlayamayız, çünkü ne biz başkalarının
içini okuyabiliriz, ne de onlar içindekileri tam olarak açığa vurur. İnsanlar birbirlerini
dış belirtilerinin yardımıyla ancak kabataslak bir biçimde tanıyabilir; bu belirtiler hem
toplumdaki ilişkilerimiz, hem de kuracağımız yakın dostluklar için yeterli denebilecek
bir temel oluşturmaktadır. Oysa romancı dilerse, romandaki kişileri okuyucuya bütün
yönleriyle tanıtabilir, çünkü kişilerin dış yaşamları kadar iç dünyalarını da gözler
önüne serebilme olanağına sahiptir.”281
Anlatı kişilerini çevremizdeki insanlardan daha iyi tanıyabilir ve anlayabiliriz.
Davranışlarının nedeni açıklayabilir, olaylara nasıl tepkiler verebileceğini nasıl bir
gelişim çizgisi göstereceğini sezinleyebiliriz. Oysa çevremizdeki insanların davranışları
ve tepkilerini sezinlemek, onları tam manasıyla anlamak ve tanımak mümkün değildir.
280 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 133. 281 Roman Sanatı, s. 84.
146
Çünkü gerçek yaşamdaki insanlar her şeyi başkalarıyla paylaşmaz kendine özel konuları
gizli tutarlar. Oysa anlatı dünyasındaki kişilerin hiçbir şeyi gizlenmez.
Gerçek hayattaki kişilerle anlatı kişileri arasındaki bir başka farklılık da insanın doğal
yaşamında ve tabiatında yaşadığı ya da yaptığı işlemlerdir:
“İnsan yaşamında başlıca beş olgu görülür; bunlar doğum, beslenme, uyku, sevgi ve
ölümdür. (…)
(…) doğumla ölüm hem ömrümüzün bir parçasıdır, hem de değildir. Bu iki konuda
ancak başkalarının bize söylediklerinden bilgi edinebiliriz. Doğum olayını hepimiz
yaşadık, ama nasıl bir şeydir, hiçbirimiz anımsayamayız. Doğduğumuz gibi
öleceğimiz de kesindir; ne var ki, ölümün nasıl bir şey olduğunu da bilmiyoruz.
Ömrümüzün başlangıcına ilişkin bilgilerimiz gibi, sonuna ilişkin bilgilerimiz de
tahmine dayanmaktadır. (…)”282
Yazar, kişilerinin hayatındaki bütün gizlerini bilir. Bu nedenle anlatı kişisine gerçek
yaşamdaki insanların bilmediği doğum ve ölüm gibi duyguları yaşatıp bunu okuyucuya
sunabilir. Ayrıca yazar anlatısına kişilerin doğumlarından itibaren başlayan ve ölümle
sonuçlanan hayatının tamamını yerleştirmek zorunda değildir. Oysa gerçek hayatta
insanlar bu dünyada doğumla var olur ve ölümle yaşamdan ayrılırlar. Yazar bu konuda
seçici davranabilir. Kahramanlarını anlatıda doğumdan itibaren almayıp hayatının belirli
ve sınırlı bir bölümünü konu edinebilir. İşte bu kullanım anlatı kişisinin gerçek bir kişi
olmadığını sonradan oluşturulmuş bir varlık olduğunu bir kez daha ortaya koyar.
Anlatı kişilerini gerçek yaşamdaki kişilerden ayıran diğer iki işlem de insanların
yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olan beslenme ve uykudur. Gerçek hayatta
beslenme ve uyku vb. insanlar için vazgeçilemez temel ihtiyaçlardır. Fakat anlatının
kurmaca yaşamında gerçek yaşamdaki kadar önemsenmez ve vurgulanmazlar.
Kahramanlar çoğu zaman açlıklarını hissetmezler, yemekten zevk almazlar. Onların
beslenmeleri anlatıdaki nadir anlardandır. Bu anlar eser içerisinde kullanılırlarsa da
belirli amaçlar için yer alırlar. Yemek, insanları bir araya getirmek ve yakınlaştırmak
gibi sosyal bir olaydır. Uyku da tıpkı beslenme gibi unutulmuştur. Oysa günlük
yaşamda insanların günlerinin üçte birini kaplar. İnsan yaşamı için oldukça önemlidir.
Bedeni ve zihni dinlendirir, insanın bilinç altını rüyalarla yaşamasını sağlar. Aslında
282 age., s. 86-87.
147
rüyalar bu yönüyle kişi tanımlamalarında yazar için oldukça geniş bir malzemeye
sahiptir. Oysa anlatının kurmaca kişilerinin uyku hallerinden rüyalarından çok az hatta
kimi zaman hiç bahsedilmez. Bu yeme ve uyuma ihtiyacı hissetmeyen insan üstü
kurmaca kişiler gerçek insanlardan bu yönüyle de farklılık gösterirler.
Sevgi insan yaşamında çeşitli türleriyle sürekli var olan bir duygudur. Toplumsal bir
yaşam sürdüren insanları birbirine bağlar, onları fiziksel ve ruhsal yönlerden doyuma
ulaştırır. Gerçek yaşamdaki kişiler cinsellik boyutundaki sevgi, aile sevgisi, vatan
sevgisi, arkadaş sevgisi gibi çeşitleri olan bu duyguyu hayatın içine yayarak bilinçli ya
da bilinçsizce yaşarlar. Bu duygu insanlarda zaman zaman yoğunlaşırken zaman zaman
da hayatın değişken ve karmaşık yapısı içinde silikleşir. Oysa anlatı kişileri için sevgi
ayrı bir yere sahiptir. Onların sevgileri çok daha yoğundur. Hayatlarında her şeyin
önüne geçer ve tek amaçları haline gelir. Özellikle karşı cinse duyulan sevgi, kişinin
bütün bir hayat hikâyesini oluşturabilir. Böylece anlatı kişisi gerçek bir insanın
kompleks yapısından çıkarak bu duygunun sürekli bir taşıyıcısı olarak yalınkat bir
şekilde yeniden oluşturulur. Bu da onu gerçek hayattaki kişilerin insanî özelliklerinden
soyutlar.
Emin Nihat Bey hikâyelerindeki kahramanları oluştururken gerçek yaşamdan hareketle
yola çıkmıştır. Hikâyelerin arkadaş sohbetlerinde toplanan kişilere ait olduğunu çerçeve
hikâyenin anlatıcısına söyleterek kişilerin gerçekliğini vurgulamak istemiştir. Ancak
hikâyelerdeki kişiler Emin Nihat Bey’in oluşturduğu kurmaca dünyada var olan
kurmaca kişilerdir. Emin Nihat Bey ne kadar dış dünyadan etkilense de onu anlatısının
içine yerleştirirken, değiştirmiş ve yeniden oluşturmuştur. Şahıs kadrosu tarihî
kişilerden meydana gelen Gerdanlık Hikâyesi’nde bile bir yeniden oluşturma söz
konusudur. Tercüme olan Gerdanlık Hikâyesi’nde şahıs kadrosu Fransız tarihinde
yaşamış kraliyet ailesi fertlerinden oluşur. Fakat bunlar gerçek hayatta o dönemde
yaşamış kişilerin benzeri ya da aynısı değildir. Hikâyedeki Fransa Kralı XIV. Lui,
Avusturya İmparatoriçesi Mari Terez ve kızı Mari Antuanet, XVI. Lui gibi kişiler
gerçek yaşamdakilerinin aynısı olsaydı bu hikâye E.M. Forster’in da belirttiği gibi
“Eğer bir roman kişisi tıpatıp Kraliçe Victoria’ya benziyorsa (çok benziyorsa, tıpa tıp
148
benziyorsa), o zaman bu kişi gerçekten Kraliçe Victoria o roman ya da romanın o
kişisiyle ilgili bütün bölümleri de bir anı kitabı.”283 Ya da tarih kitabı olurdu.
Emin Nihat Bey hikâyelerinde kahramanlarının birçok özelliğini anlatıcılar ve bazı
tekniklerle okuyucuya vermiştir. Böylece oluşturduğu kurmaca kişileri yine oluşturduğu
kurmaca dünyanın içine yerleştirerek onları gerçek insanlardan ayırmıştır.
Kahramanlarını gerçek hayattaki insanlardan farklı kılan diğer bir unsur kişilerin
hayatlarının bazı bölümlerinin anlatının içine yerleştirilmesidir. Hiçbir hikâyesinde
kahramanların doğumu verilmez. Kişiler hikâyelerin içinde ya çocukluk ya gençlik
yaşlarında aniden belirirler. Doğumla ilgili hiçbir ayrıntının bulunmadığı hikâyelerin
bazılarında ölüm insanların bu dünyadan ayrılıp başka âlemlere ya da yaşamın bilinen
gerçeklerinden ölümün bilinmeyen karanlığına göçüşün verildiği bir durum değildir.
Ölüm burada geleneksel anlatılardaki gibi işlevsel bir görev için vardır. Hikâyelerde
kişilerin ölümleri genellikle geleneksel anlatılarda olduğu gibi sevgililerin evlenmesinde
bir engel, kötülerin cezalandırılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Kapı Kethüdası
Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi’nin babasının ölümü
para kazanmak için gurbete çıkmasına bu da Makbule Hanım’dan uzaklaşmasına neden
olmuştur.
Ölümün yarattığı bu durum halk hikâyelerinden gelme bir özelliktir. Bu sözlü gelenek
ürünlerinde babası ölen genç, maddi yönden sıkıntıya düşer. Kızın ailesinin evlenme
şartlarını yerine getirebilecek parayı kazanmak için gurbete çıkar. Burada Behçet
Efendi’nin babasının nasıl öldüğü, niçin öldüğü üzerinde hiç durulmamış, hemen
ölümün yarattığı ekonomik durum söz konusu olmuştur. Behçet Efendi ve annesinin bu
ölüm karşısında yaşaması gereken duygu anlarından da bahsedilmemiştir. Hikâyenin
sonunda Makbule Hanım’ın ölümü ise anlatıyı sona erdirmiş ve iki sevgilinin bu
dünyadan ebediyen ayrılmasına sebep olmuştur. Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Hüsrev’in ölümü, masallarda ve destanlardaki ölüm motifiyle aynı işleve
sahiptir. Sözlü gelenek ürünlerindeki ölüm, kötülerin cezalandırılma şeklidir. Hüsrev’de
söylediği yalanlar ve yaptığı kötülüklerin sonucunda ölümle cezalandırılır. İhsan Hanım
Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde Daniş Bey’in dört çocuğunun
283 age., s. 84.
149
doğduktan üç dört yıl sonra öldüğü belirtilir. Fakat bu çocukların niçin öldüğü
konusunda hiçbir bilgi yoktur. Bu ölümlerden Daniş Bey’in yalnızlığının ve çocuk
hasretinin vurgulanması için bahsedilir. Hikâyelerde doğumları ve ölümleri birlikte
verilen kişiler de bu çocuklardır. Çocukların sadece doğduklarından kısa bir süre sonra
öldükleri söylenir. Zaten bu çocukların anlatıda herhangi bir işlevi de yoktur.
Müsameretname’deki hikâye kişilerini kurmaca yapan bir başka yönleri de beslenme
ve uyku alışkanlıklarıdır. Hikâyelerin hemen hiçbirinde kahramanların yemek yediği
veya uyuduğundan bahsedilmez. Sadece Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’ndeki
kahramanlardan Biçuk (Faik Bey) ve Kabartaylı, gerçek insanlar gibi yemek ve uyku
ihtiyacı hissederler. Zor tabiat şartlarıyla mücadele eden bu iki kişi gerçek hayattaki
insanlar gibi üşür, yorulur, acıkır ve uyurlar:
“Biraz sonra bir dereye inerek Kabartaylı orada biraz oturdu. Biçuk da sevinç ile
omzundan dağarcığını indirip oraya çökerek vücudunu dinlemeye başladı. Yola
çıkalıdan beri yani dört beş saat kadar hiç bir şey yemediklerinden ikisi de ziyadesiyle
acıkmışlardı. Kabartaylı dağarcıktan birkaç para ‘gumul’ çıkarıp biraz da Biçuk’a
verdi. Her ne ise, beraberce yiyip bitirdiler. Badehu birlikte kalkıp dereden de birer su
içtiler. Lakin Kabartaylı hiç söz söylemez ve yüzü dahi asla gülmezdi.”284
“O sırada kulübenin kapısından da ocağında cehennem gibi yanmakta olup haricî
intişar eden hareret-i nâr güya gülzar-ı Cenab-ı Halil’den vezan olan bir nesim-i anber-
bar gibi soğuktan donarcasına üşümüş olan vücutlarınca letafet-nisar olurdu. Derken
çobanlardan birisi uyku sersemi olduğu halde esneyip gözlerini silerek kapıya geldi.
Kabartaylı’yı görünce tanıyıp bunları içeri aldı. Ocağa karşı bir yer gösterdikten sonra
biraz pasta ile bir parça da kuru peynir getirip biçarelere ikram eyledi. Bunlar orada
ısınıp karınlarını doyurarak Cenab-ı Hakk’ın elfat-ı medet-resanîsine binlerce teşekkür
eylediler.
Ol suretle akılları başlarına geldikten sonra etrafa nigehendaz-ı tefahhüs olduklarında
kulübede mukim ve misafir yedi sekiz kişi olup içlerinden bazısı uykuda bazısı
bunların öyle şamatalıca gelişlerinden uyanıp nazar-ı istigrap ile yüzlerine
bakmaktaydı.
284 Müsameretname (Cüz: XIII), s. 7.
150
(…) o gecelerin öyle felaket-mendane geçmiş olmasından dolayı hasıl olan
yorgunluktan vasıl oldukları o câ-yı selâmette ve o hararet-i mutedile içinde uykuya
varıp ertesi gün kendisiyle görüşmeye başladılar.”285
Biçuk ve Kabartaylı’yı gerçek yaşamdaki insanlara yaklaştıran bu özellikleri hikâyenin
devamında görülmez. Hikâyede bir daha ne yemek yiyen ne de uyuyan insanlara
rastlanır. Oldukça gerçekçi tasvirlerle verilen doğa koşulları, içinde barındırdığı kişileri
de doğallaştırmış ve gerçek kılmaya çalışmıştır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde Rıfat Bey ile ecnebi ve kızlarının birlikte yemek
yiyeceği belirtilirse de bu sahne gerçekleşmez. Sadece Rıfat Bey ve ecnebinin kızları
karşılıklı içki içerler. Bu içki içme sahneleri kişilerin açlığını vermekten çok emellerin
gerçekleştirilmesi için oluşturulan ortamda bir araç halini almıştır:
“(…) fakton bir tepsi üzerinde biraz meze ile bir küçük sürahi pelin hizmetçi kızın
elinde içeri girdi. Tepsiyi masanın üzerine bırakıp gitmesiyle bir kadeh doldurup bana
verdi. Ben, ‘Teşekkür ederim matmazel. Lakin pederinizi beklemeli idik’ dediğimde,
‘Evet, onlar da şimdi gelecek ve sizin evvelce başlamış olduğunuzdan daha ziyade
memnun kalacaktır’ dedi. Sabahleyin işret benim hilâf-ı mizacım ise de kabul
etmesem meyus olacağından şarnaçar reddedemedim. Ve kendisi dahi karşıma geçip
oturarak birtakım fıkırdaklıklar etmeye başladı. İçtiğim kadeh pek büyük değilse de
ağız ağza doldurmuş olduğundan ve üç beş dakika sonra bir daha doldurup
verdiğinden iki tanesi epeyce neşe vererek kendisiyle daha serbestçe eğlenip durur
iken büyük kız içeri gelerek (…)”286
Burada amaç, kişilerin acıktığını ya da susadığını söylemek değildir. Zaten yeme ya da
içme konusunda talepte bulunan da Rıfat Bey değildir. Amaç oluşturulan bu ortamda
Rıfat Bey’le yakınlaşmak ve onu Hristiyan olmaya ikna etmektir. Bu nedenle de içecek
olarak içki kullanılmıştır.
Müsameretname’de rüya gören tek kişi Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’ndeki Vasfi Bey’dir:
“Derken bir gece rüyamda kendimi bir ormanda gördüm ve kemal-i melâletimden
sevgilime yâr olmayan dünyadan büsbütün teenni ve istikrah ederek gönlümde yine
terk-i hayat fikri cevelâna başlar. Baktım sol kolumda takılı bir kemane ve omzumdan
285 Müsameretname (Cüz: VI), s. 27-28. 286 Müsameretname (Cüz: I), s. 26.
151
aşağı asılı bir tirkeş duruyor. Rüya bu ya! Güya kendim de mine’l-kadim
kemankeşmişim. ‘Hazır şununla bu mevki-i tenhayîde cismimi helâk ve ruh-ı bîzarımı
visal-i canan ile ferah-nâk edeyim’ diyerek kalbgahımdan vurmak üzere kemaneyi
çekip kendime aşk ettim. Lakin tersine yay çekmekte insanın tecrübe ve mahareti
olmadığından ok bana isabet etmeyip sol koltuğumun altından fırlayıp gitti. Derhal
dönüp baktım. O sık sık ağaçların arasından gide gide tâ zemine mail bir ağaç
dalından berk-har olan bir geyiğe tesadüf etmez mi? Ben bunu görünce, ettiğimden
nadim olup bari hiç olmazsa biçarenin yarasından oku çıkarmak üzere, o tarafa
gitmeye başladımsa da, biçaredir, üstüne gittiğimi görünce sol eyesinde okun ucu
sallana sallana benden kaçmaya başladı. Arkasından koşacak olduğumda büsbütün
firar ederek bir müddet nazarımdan nihan oldu. Ben şu kârımdan aşırı müteessir olarak
olduğum yerde düşünürken bir de baktım, biçare geyik karşımdan yine zahir olarak
bana doğru gelmeye başladı. Ben ise kendisini ürkütmemek için sükûnetimi bozmayıp
durdumsa da yanıma yaklaştıkça hazin hazin bakışlarına tahammül edemeyerek o
hâlde uyandım.”287
Bu rüya Vasfi Bey’in bilinç altını yansıtmaktan çok geleneksel halk hikâyelerindeki
rüya motifini hatırlatmaktadır. Halk hikâyelerindeki rüya motifi Umay Günay’ın288
belirttiği gibi genellikle âşkları başlatma yöntemlerinden biridir ve zincirleme bir yapıya
sahiptir. Bu rüyalarda genç erkek ve kız pîrin elinden bade içerler ve birbirlerine âşık
olurlar. Rüyadan sonra âşık düşer bayılır, ağzından köpükler gelir. Rüyadaki pir onu
iyileştirir ve her zaman yanında olur. Rüyadan sonra âşık iki anlamda âşık olmuştur.
Hem seven kişidir, hem de saz çalıp söyler. Ancak Vasfi Bey’in rüyası böyle kompleks
bir yapıya sahip değildir. Rüya ile de âşık olmaz. Fakat rüyasında keman çalması geyiği
yaralaması sözlü gelenek anlatısının bir parçasıdır. Bu rüyada amaç Vasfi Bey’in
kendinden geçen bilinçaltının dışa vurulması ya da hayal dünyasını sergilemek değildir.
Amaç E.M. Forster’in de belirttiği gibi “(…) Romanlarda görülen düşler, ya mantıklıdır
ya da geçmişle geleceğin parça parça bir araya gelmesinden oluşan pırıltılı bir resimdir.
Bir amaç uğruna kitapta yer alırlar ve bu amaç, kişinin bütün yaşamını değil, yalnızca
uyanıkken yaşadığı saatleri aydınlatmaktadır.”289 Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
kavuşmasıyla bitecek olan sona hazırlıktır.
287 Müsameretname (Cüz: VII), s. 52-53. 288 Umay Günay, Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yayınları, Ankara 1999,
s. 6-7. 289 Roman Sanatı, s, 93.
152
Aşkın anlatı kişisini gerçek hayattaki insanların kompleks yapısından soyutlayarak tek
boyutlu bir hâle sokulması Emin Nihat Bey’in üç hikâyesinde görülür. Kapı Kethüdası
Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyeler aşk teması üzerine
kuruludur. Bu üç hikâyedeki aşk, halk hikâyelerindeki idealize edilen âşkların
benzerleridir. Aşkın başlama safhası halk hikâyelerindekine benzemese de duygularının
yoğunluğu, araya giren engeller ve bu engellerle yapılan mücadele, birbirine bağlılık ve
sadakât, sonundaki kavuşmalar halk hikâyelerindeki âşkın etkilerini taşır. Bu
hikâyelerde ana kahraman konumundaki kadın ve erkek kahramanların tek amacı
birbirlerine kavuşmaktır. Birbirlerine olan sevgileri araya giren uzun ayrılıklara ve
engellere rağmen hiç azalmaz ilk günkü gibi sürekli devam eder. Hayattaki yaşama
amaçları haline gelir ve kişiler bu duygu doğrultusunda hareket ederler.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Makbule Hanım,
sevgilisi Behçet Bey’den zorla ayrılınca üzüntüsünden hastalanır ve ölür. Behçet
Efendi’de bu olaydan sonra hayatı boyunca bir daha kimseyi sevmez ve evlenmez.
Makbule Hanım’ın ve Behçet Efendi’nin hayatını, birbirlerine duydukları sevgi
şekillendirmiş ve bu kişiler bu duygunun altında ezilmişlerdir. Oysa gerçek yaşamda
oldukça önemli bir yere sahip olan bu duygu kişileri ne kadar etkilese de onların
hayatının tamamını veya anlamını değiştirecek, yok edecek kadar sürekli değildir.
Gerçek dünya sürekli değişen bir yapıya sahiptir. Bu değişkenlik insanın duygu ve
düşüncelerini de etkiler. Hissedilen bu duygular zamanla azalarak ya da bastırılarak
alışkanlık halini alır. Bazı insanlarda tutku hâline dönüşüp kurmaca kişilerde olduğu
gibi yaşama yön veren tek varlık hâline gelse de, günlük yaşamda insanlar bu duyguyu
hayatın akışı içinde, yaşamlarını engellemeyecek şekilde yaşarlar. Gerçek hayatta
sevgiyi şekillendiren, ona hakim olan kişilerle karşılaşılırken yukarıdaki üç hikâyede
sevginin esiri olmuş, onun şekillendirdiği hayatı yaşayan kişilerle karşılaşılmaktadır. Bu
sevgi, kişileri sınırlamış, onların diğer özelliklerinin ortaya çıkmasına, değişmesine ve
gelişmesine engel olmuştur. Burada tek gerçekçi olan duyulan sevginin ilk görüşte ya da
birden bire olması yerine zamanla, sevgililerin birlikte zaman geçirmesiyle oluşmasıdır.
Geleneksel anlatılardaki ilk görüşte, rüyada ya da resmini görerek, methini duyarak bir
anda oluşan sevgi yerine belirli bir zaman aralığında gerçekleşen sebep sonuç ilişkisine
dayanan daha realist bir sevgi yer alır.
153
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde cinsel anlamdaki
sevgi, vatan sevgisi, din sevgisi birlikte işlenilen temalardır. Nacit Bey önce Elizabet’e
âşık olur ve ona duyduğu bu sevgi karşısında gözü hiçbir şeyi görmez. Onun için
İngiltere’de kalır ve onunla evlenir. Ancak Nacit Bey eğitimini tamamladıktan sonra
vazifesini yapması için ülkesine çağrılır ve vatan sevgisi ağır basan Nacit Bey birden
bire vatanına hizmet etmek için ülkesine döner. Doğan çocuğunun Hristiyan olarak
ölmesi üzerine dini inançlarına ve vatanına olan bağlılığı onu Elizabet’ten ayırır. Nacit
Bey gerçektende bu sevgileri taşımak, ön plana çıkarmak için oluşturulmuş bir kişidir.
Bu değişimleri yaşarken gerçek hayattaki insanların yaşadığı iç çatışmaların ve
zorlukların hiçbirisini yaşamamıştır. Bu da Nacit Bey’i gerçek bir kişi olmaktan çok
temaları taşıyan sonradan oluşturulmuş bir tip haline sokmuştur.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde İhsan Hanım ve Sait Bey
daha realist bir yapıya sahip kişilerdir. Bu hikâyede diğer hikâyelerden farklı olarak
sevgi yerine evlilik temasının işlenmektedir. Bu çiftin evlenmesinin nedeni birbirlerine
tutkuluca olan aşkları değil ikisinin de birbiri için fiziksel özelliklerinin, ekonomik ve
sosyal durumlarının, mevki ve makamlarının çekiciliğidir. Evliliklerinin ilk
dönemlerinde birbirleriyle hoşça vakit geçirirler hatta birbirlerine âşık olurlar. Fakat
zaman geçtikçe daha realist bir kişiliğe sahip olan Sait Bey değişir. İhsan Hanım’dan
uzaklaşır, eve geç gelmeye başlar ve onu aldatır. Sait Bey’in bu davranışları İhsan
Hanım’ı da değiştirir. Başta Sait Bey’e aşıkken onun düzeleceğini düşünüp sabretmeye
çalışırken zamanla onun da aşkı biter, Sait Bey’den nefret etmeye başlar. Hikâyenin
sonunda iki çift ayrılırlar. İhsan Hanım kendisini gerçekten seven Tahsin Bey’le
evlenir. Burada yaşanan aşk, gerçek dünyadaki aşklar gibidir. İnsanların heves ve
arzuları geçince aşkları bitmiştir. Diğer hikâyelerdeki gibi süreklilik göstermemiş. Bu
da kahramanları daha rahat bırakmış tıpkı gerçek insanlar gibi onların diğer duyguları
yaşamasına izin vermiştir.
5.1. KAHRAMANIN ÖZELLİKLERİ
Yazar anlatısının kurmaca gerçekliğinde oluşturduğu kahramanları dış dünyadaki
insanlar gibi gerçek kişiler kılmak için insanlara ait özellikleri kahramanlarına yükler.
Yazar kahramanını gerçek bir kişi haline getirmek için öncelikle ona bir ad verir.
Ardından da yaşından, fiziksel ve kişilik özelliklerinden, becerilerinden bahsederek
onları okuyucuya tanıtır.
154
5.1.1. Ad
Anlatının kurmaca kahramanlarına gerçek bir kişilik kazandırmada ilk atılacak adım
onlara ad vermektir. Gerçek yaşamdaki insanlar gibi anlatı kişilerinin de bir adı ve
soyadı vardır. İnsanlar çocuklarına ad koyarken koydukları isimlerin anlamlarına dikkat
ederler. Çünkü adın anlamının ya da belirttiği özelliklerin çocuğun kişiliği ile
özdeşleşeceğini düşünür ya da umut ederler. “Ad bir bayrak işlevi görebilir, yani o adı
taşıyanla örtüşebilir.”290 Yazar kahramanlarına ad verirken rastgele bir seçim
yapmayabilir ve bu doğrultuda kişilerine ad verirken oluşturduğu kişilik özelliklerini
yansıtacak isimler seçebilir.
Emin Nihat Bey Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti hariç diğer hikâyelerindeki
kahramanların hemen hepsine bir ad vererek onlara kişilik kazandırmaya çalışmıştır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde baş kahraman Rıfat Bey’in dışındaki diğer
kahramanların hiçbirisinin bir adı yoktur. Hikâyede oldukça önemli bir yere sahip
ecnebi ve kızlarının isimleri verilmez. Emin Nihat Bey’in bu kişilere ad vermemesinin
nedeni hikâyedeki üstlendikleri rolden ileri gelmektedir. Ecnebi ve kızları birer
misyonerdir. Onların kendilerinin de belirttikleri gibi bu dünyadaki -anlatı dünyasında-
tek varlık sebepleri Hristiyanlığı yaymaktır. Bu nedenle Emin Nihat Bey bu kişileri
anlatısında bir bireyden çok bir araç olarak kullanmış ve bunlara ad vermeye gerek
duymamıştır.
Emin Nihat Bey hikâyelerinde asıl kahraman konumundaki kadın ve erkek
kahramanlarına ad verirken, kahramanların fiziksel ya da kişilik özelliklerini yansıtacak
anlamdaki isimleri seçmeye özen göstermiştir. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde baş
kahraman Rıfat Bey’in ismi onun hikâyenin sonunda gösterdiği sağlam kişiliğinin,
dirayetinin bir simgesidir. Rıfat, yücelik, büyüklük ya da büyük rütbe demektir. Rıfat
Bey de hikâyenin sonunda sunulan bütün teklif ve lütuflara rağmen büyüklük gösterip
her şeyi reddederek dinine bağlılığını göstermiştir. Rıfat Bey büyük ve ulvi bir davranış
sergilemiştir. Rıfat Bey aynı zamanda rütbeli bir askerdir, binbaşıdır. Emin Nihat
Bey’in bu ismi vermesinde bu da bir etken olabilir.
290 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 136.
155
Emin Nihat Bey İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde Atiye
veya İhsan ismini verdiği kadın kahramana bu isimleri verirken adların anlamlarının
ortak olmasına dikkat etmiştir. Hikâyede geçen mahkeme sahnesinde İsmail Bey
hâkimlerin soruları üzerine İhsan Hanım’ın asıl adının Atiye olduğunu, niçin sonradan
böyle bir ismin konduğunu açıklar:
“Bu suret-i musaddaka huzzar tarafından muayene olunduktan sonra reis, İsmail
Efendiye,
- Vakıa bu musaddak suret iddianızın o cihetini de ispata kâfidir. Lakin pederlerinin
isminde gösterilen karışıklık gibi hanımefendiye de evvel İhsan ve muahharan Atiye
ismi veriyorsunuz! Bu ihtilaf neden neşet ediyor?
İsmail Efendi, hanımefendinin suret-i gaybubiyetiyle isminin tebdiline dair olan
macera-yı malûmdan icap eden fıkraları naklettikten sonra, ‘İşte nam-ı aslîleri bulunan
Atiye’nin o yürekleri yakıcı olan İhsan ismine tahvil olunup bu da familyasının
gazetelerle müjdesine vaat ettikleri akçelerin ihbara mecbur ettiği cihan halkından
gizlemek maksadından başka bir şey değildi.
İkinci hâkim, İsmail Efendi’ye,
- Evet, bu ifadeniz de akla baid değil. Lakin İhsan ismine bir de ‘yürekleri yakıcı’
tabiriyle bir vasıf ilave ettiniz! Ona sebep nedir?
- Evet efendim, bu sualiniz de variddir. Çünkü isimlerinin İhsan’a tebdili hem de iki
sebep tahtındadır. Birisi Atiye kelimesinin lafzını tagyir etmekle mânâsını mahvetme-
mek murat olundu. Diğer sebep de Daniş Bey’in o vakit hiç evladı kalmayıp İhsan
namı ise en sonraki muhterikan vefat eden üç yaşındaki bir oğlunun ismi idi ki,
hanımefendiye onu tesmiye etmekle merhum çocuk nev-umma ihya edildi (…)”291
Atiye de İhsan da iyilik etmek, hediye etme, bağışlama anlamlarını taşımaktadır.
Bununla birlikte küçük Atiye, çocuklarının birbiri ardına ölmesiyle acı çeken ve çocuk
özlemiyle yanan Daniş Bey için bir lütuftur, hediyedir. Ona yapılacak en büyük iyiliktir.
İhsan Hanım hikâyenin sonunda hayatını kurtaran Tahsin Bey’le evlenir. Onu gerçekten
seven Tahsin Bey için de bu en büyük hediyedir. Atiye ya da İhsan ismi hikâyedeki bu
durumlarla örtüşen bir manaya sahiptir.
291 Müsameretname (Cüz: XII), s. 67-68.
156
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti, Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı aşk
hikâyelerinde kadın ve erkek kahramanların adlarının anlamları hep olumlu özellikler,
güzellikler çağrıştıran isimlerdir. Behçet, güzellik, güler yüzlülük anlamındadır. Behçet
Efendi hikâye boyunca yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen iyi niyetini
kaybetmemiş, olumlu tavrını hiç bırakmamıştır. Vasfi, özellik sahibi, vasıflı demektir.
Faik ise, üstün, âlâ demektir. Bu iki ana kahraman da hikâyeler içinde fiziksel ve kişilik
özellikleriyle beğeniyle tasvir edilen kişilerdir. Özellikle Faik Bey başta esirken kendini
yetiştirmiştir. Okullar okumuş ve asker olmuştur. Makbule, kabul olunmuş, beğenilen,
hoşa karşılanan demektir. Mukaddes, kutsal, temiz demektir. Nuridil ise, gönül nuru,
gönül aydınlığı demektir. Her üç kadın kahramanın adı da fiziksel ve kişilik
özelliklerinden, güzellik, iyilik, terbiye, zeka gibi unsurları yansıtmaktadır. Faik Bey ve
Nuridil Hanım’ın asıl isimleri Biçuk ve Guşafiş’tir. Memleketlerinden zorla getirilen bu
iki çocuğun ismi sonradan değiştirilmiştir.
Hikâyelerdeki adlarla ilgili bir başka özellik de hem yazarın ele aldığı hem de yaşadığı
dönemle, toplumsal yaşamla alakalıdır. Bu dönemlerde kişilerin soyadları olmadığı için
isimleri sürekli bey, efendi, hanım gibi ünvanlarla birlikte kullanılırdı. Kullanılan
ünvanlardan en dikkat çekici olan dede ünvanıdır. Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’nde diğer insanlardan daha farklı özelliklere sahip, bilgili ve olgun bir
kişilikteki Lütfü Dede Vasfi Bey’e güçlü olması konusunda yardımcı olur, onun
yalnızlığını paylaşır. Buradaki dede aile ferdi konumundaki bir unvan değildir. Bu
tarikat üyelerinin önde gelenleri, daha çok ermiş, olgunluk mertebesine ulaşmış
dervişler için kullanılan bir ünvandır. Lütfü Dede de bu sayılan özelliklerin birçoğuna
sahiptir.
Kahraman anlatıcılardan ben anlatıcının kullanıldığı hikâyelerde anlatıcı aile
fertlerinden bahsederken -özellikle anne, baba, üvey anne- adlarını hiç kullanmaz. Bir
Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızı İle Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey annesinin,
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey anne ve babasının isimlerini
söylemez. Emin Nihat Bey’in bu kahramanları adlandırmama sebebi kullandığı anlatıcı
tipi ile alakalı olabilir. Çünkü diğer anlatıcı tiplerinin kullanıldığı hikâyelerde
kahramanların anne ve babalarının isimleri verilir.
157
Sonuçta Emin Nihat Bey hikâye kahramanlarını kurmaca dünyasının gerçek kişilikleri
haline getirmek için onlara adlar vermiş ve bu adları da seçerken kişilerin fiziksel ve
kişilik özelliklerini yansıtmasına dikkat etmiştir. Bazı kişi adları bir simge olarak
kullanmıştır.
5.1.2. Yaş
Anlatı kahramanlarını gerçek yaşamdaki insanlarla ortak kılan özelliklerden biri de
yaştır. Yazar anlatının başında ve sonunda kişilerin yaşlarını ya doğrudan ya da
tarihlerle dolaylı olarak verebilir.
Müsameretname’de Gerdanlık Hikâyesi dışındaki diğer bütün hikâyelerde kurguda ön
planda yer alan kişilerin yaşları verilmiştir. Hikâyelerin çoğunda kahramanların yaşları
anlatının başında ve sonunda ya kesin yaş ifadeleriyle ya da tarihlerin kullanımıyla
belirtilir.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde Rıfat Bey, ecnebi ve kızlarının yaşlarını tahmini
olarak söyler. Ecnebinin elli beş yaşından aşağı olmadığını, kızlarının ise büyüğünün
yirmi iki yirmi üç, küçüğünün on sekiz on dokuz yaşlarında olduğunu belirtir. Nacit Bey
kendi yaşını söylemez. Fakat betimlemelerinden onun da kızlar gibi genç bir yaşta
olduğu anlaşılır.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi
anlatının başında on üç yaşına girmek üzere olduğunu belirtir. Makbule Hanım’ın tam
olarak yaşını söylemez. Fakat o dönemde sıbyan mekteplerini anlatırken kız
çocuklarının on üç on dört yaşına kadar bu okula gelebildiklerini söyler. Makbule
Hanım bir yıl sonra okuldan alınır. Bu da onun Behçet Efendi ile hemen hemen aynı
yaşlarda olduğunu gösterir. Hikâyenin kurgu zamanı anlatının sonunda Behçet Efendi
tarafından açıklanır. Aradan on beş yıl geçmiştir. O halde iki sevgili hemen hemen
yirmi yedi, yirmi sekiz yaşlarındadır. Ayrıca Behçet Efendi’nin çerçeve hikâyede
öyküleme anındaki yaşının da yetmiş olduğu açıklanır.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey
kendisinin hikâyenin başında yirmi üç yirmi dört, Elizabet’in on sekiz on dokuz
yaşlarında, Elizabet’in babası Mister Havel’in de altmış beş yaşından az olmadığını
söyler. Hikâyenin sonunda yaş ile ilgili bir şey belirtilmese de aradan geçen üç yıl
kahramanların hikâye sonundaki yaşını okuyucuya duyurur.
158
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey kendisinin on üç on dört,
Mukaddes Hanım’ın on iki, Hüsrev’in yirmi dört yirmi beş, Cevri Kalfa’nın hemen
hemen otuz yaşlarında olduğunu söyler. Kurmaca zamanı on yıl kadardır. Bu da
hikâyenin sonunda kahramanların yaşlarına ışık tutar.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Faik Bey kurmaca zamanın başında on
iki, sonunda ise yirmi beş yaşındadır. Nuridil Hanım ise anlatıya on iki yaşında dahil
olur.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nin başlangıcında Atiye üç üç
buçuk yaşlarındadır. Daniş Bey elli yedi yaşında ölmüştür. Sait Bey’in anlatıya dahil
olduğu andaki yaşı yirmi üç yirmi dörttür. Hikâyenin sonunda aradan on dört yılın
geçtiği belirtilir. Bu da kahramanların anlatı sonundaki yaşları hakkında bilgi verir.
Hikâyelerde belirtilen yaşların birçoğu kesin değildir. Çoğunda iki yaş arasında gidilip
gelinmektedir. Bunun nedeni hikâyelerde kullanılan teknikle ilgilidir. Bu hikâyelerin
hepsi, geriye sapımlarla açılan birer mazi koridorudur. Yaşanılan zamanla hikâyelerin
kurmaca zamanı arasında belirli bir süre geçmiştir. Hikâyelerdeki birçok unsur
anlatıcıların hafızalarına bağlı olduğu için tahminlerin yapılması çok doğaldır. Bu
tahminler Emin Nihat Bey’in hikâyelerin anlatımında kullandığı bu teknikleri gerçekçi
kılma çabalarından biridir.
5.1.3. Kahramanın Fiziksel Özellikleri
Anlatı kişilerinin fiziksel özelliklerinin betimlenmesi onların okurun gözünde
canlanmasını sağlayacaktır. Kurmaca kişisine etten kemikten bir insan şeklini
aldıracaktır. Yazar bu nedenle, anlatının okurun zihninde yer etmesi için kahramanların
birçok fiziksel özelliklerini anlatıya yerleştirir.
“Kişi zengindir, fakirdir; bakımlıdır, bakımsızdır, güzeldir, çirkindir, hastalıklıdır,
güçlü kuvvetlidir, beceriklidir, beceriksizdir, kabadır, kibardır vb… Okur bu kahra-
manı kendi gözlemleriyle karşılaştırır ve onu kısmen bile olsa, kendine göre düşler.”292
Sayılan bütün bu özellikler kurmaca kişilerin kişilik özelliklerini de yansıtarak onun
gerçek insanlar gibi karmaşık bir yapı almasını sağlayacaktır.
292 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 137.
159
Emin Nihat Bey tercüme olan Gerdanlık Hikâyesi hariç hikâyelerin birçoğunda kişilerin
fiziksel özelliklerini betimlemelerle verir. Bu betimlerin pek çoğu belirli amaçlarla
yapılmıştır. Kişilerin fiziksel özellikleri onların kişilik özellikleri ve davranışlarının
nedeninin ya da gelişen olayların sebebinin anlaşılması için verilmiştir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde, Bir Osmanlı
Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde, Vasfi Bey ile Mukaddes
Hanım’ın Sergüzeşti’nde, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde kadın ve erkek
kahramanların fiziksel özelliklerinin verilmesinin nedeni daha çok bu gençlerin
birbirlerine karşı oluşan duygularına etkisini göstermek içindir. Fiziksel yönden oldukça
güzel ve dikkat çekici özelliklere sahip bu gençlerin birbirine âşık olması kaçınılmazdır.
Behçet Efendi’nin, kendisi ve Makbule Hanım için yaptığı betimlemelere bakıldığında
iki gencin birbirine niye âşık oldukları anlaşılır:
“Lakin Makbule Hanım gerçekten güzel ve mektepte bulunan yirmi kadar kızların en
güzellerine nispetle de bî-bedel idi.”293
“(…) Vakıa benim de o tarihlerde gençliğimin en saadetli bir zamanı idi ki henüz
yirmi altı yirmi yedi yaşlarında bulunup boylu boslu hem de pek yakışıklı ve gayet
gösterişli bir yiğit idim.(…)”294
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey’in
anlattığı fiziksel özellikleri hem Elizabet’in çevresindeki birçok kişiye rağmen Nacit
Bey’e âşık olma sebebi ve hem de onu İngilizlerden farklı kılan, daha önemlisi bir Türk
olmasının anlaşılma nedeni olarak verilmiştir:
“Bendeniz İngiltere’ye gittiğimde yirmi üç yirmi dört yaşlarında olup boy pos ve
tenasüb-i endamıma şu hâlim de delâlet edebilirse de o vakit vücudum henüz
taravetyab-ı kemal olduğundan şimdiki gibi pâ-nihade-i zaaf ve fütur olmayıp şîrâne
kol salıp ayak attıkça besalet ve mehabetim ecza-yı zemini tazyik eder, hele şu
omuzlarımın genişliği ise güya feleğe göğüs gererek burc-i esedi pençe-i nazarımda
lerzan ederdi. İngilizlerin ekseriya omuzları düşük olduğundan tenasüb-i endamıma
haset ederlerdi. Bununla beraber âsâr-ı taravet üzerimde tâb-dâr ve envâr-ı şebabet
vechimde şaşaa-nizar olurdu. Her nasılsa İngiltere’nin âb u havasıyla da hüsn-i imtizaç
ederek vücutça gereği gibi istifade etmekle orada bir kat daha gelişip güzelleşmiş
293 Müsameretname (Cüz: II), s. 5. 294 age., s. 31.
160
olduğumdan hakikaten yüzüme bakmaya kıyılamazdı ve hele dide-i nisâ ile bakılır ve
nazar-ı seyir ve meylin ardı bırakılır şey değildim. İşte Elizabet’i bana ziyadesiyle
mecbur eden şuralarıdır. (…)”295
Nacit Bey’in İngilizlerle karşılaştırdıktan sonra üstün bulduğu fiziksel özellikleri onun
milliyetini vermektedir. Bu da medeniyetler arası farkı tema alan hikâyenin kurgusu için
oldukça önemli bir ayrıntıdır.
Fiziksel özelliklerle kimlik tesbiti yapılmaya çalışılan bir başka hikâye de Binbaşı Rıfat
Bey’in Sergüzeşti’dir. Rıfat Bey vapurda karşılaştığı ecnebinin fiziksel özelliklerinden,
kılık kıyafeti ve şahsi eşyalarından yola çıkarak yaşı, milliyeti ve bazı kişilik özellikleri
konusunda tahminlerde bulunur:
“(…) hali elli elli beş yaşından aşağı göstermeyip kır ve kabaca sakallı ve
beşeresinden eser-i zaaf-ı piri zahir ve nümayan olduğu hâlde bıyıklarının gayet
burulu ve dimdik duruşu meşrep ve efkârının zinde ve gençliğine delâlet eder idi. Kafa
ve çehresinin şekil ve heyeti ve başındaki fesin suret ve vaziyeti bir ecnebi olduğunda
şüphe bırakmadığı halde yeleğinde ve gömleğinin kollarında bulunan düğmeler sarı
olup üzerleri askervari kabartmalı ay yıldız şekilleriyle müzeyyen idi. Ve bir de
gözündeki altın gözlük gayet narin ve saat kordonu filân kont-ı İngilizkâri pek kibarsı
bir şey olup kullandığı tabaka savatlı gümüşten gayet musanna ve kapağının üzeri
Napoli ve Sicilya cezirelerindeki yanardağların resimleriyle müzeyyen olduğu halde
içindeki tütünün acı acı kerih kokusundan yanında bulunanlar taciz olmakta idi.”296
Rıfat Bey adamın elli beş yaşlarında gayet sağlıklı, zinde bir ecnebi olduğunu tahmin
eder. Ayrıca onun asker ve İngiliz olduğunu gösteren özellikler de bulur. Bu kişi
gerçekten de bir yabancıdır. Fakat hikâyede onun bir asker ya da İngiliz olduğuna dair
hiçbir ayrıntı yoktur. Ecnebinin küçük kızının fiziksel özelliklerini içeren betimleme-
lerde hissedilen tek duygu cinselliktir. Küçük kız cinselliğini ön plana çıkaran bütün
fiziksel özelliklerini kullanarak Rıfat Bey’i baştan çıkarıp ona Hristiyanlığı kabul
ettirmeyi amaçlar:
“Lakin bir de baktım ki soyunup dökünmüş ve arkasına gayet ince beyaz ketenden
gecelik gibi hafifçe bir şey giyinmiş ve başındaki ince, zarif çiçeklerle müzeyyen o
295 Müsameretname (Cüz: IV), s. 25. 296 Müsameretname (Cüz: I), s. 4-5.
161
gayet süslü hotozu filânı çıkarmış ve saçlarını hemen şöylece tarayıp toplayıvermiş
(…)”297
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Biçuk ve Kabartaylı’nın fiziksel
özellikleri daha çok yaşanılan kötü şartları göstermek, Biçuk ve Kabartaylı’yı
karşılaştırarak okuyucuda Biçuk’a karşı acıma, Kabartaylı’ya karşı da öfke duygusu
oluşturmak amacıyla verilmiştir:
“Bundan başka hezar meşakkatle sürüp geldikleri elli altmış saatlik mesafeden ikisinin
de ayakkabıları parçalanmış olduğu hâlde, dağarcıkta bulunan ve bir çift yeni çevakayı
Kabartaylı ondan iki gün evvel ayaklarına takmış, Biçuk’un içi manda gözü gibi delik
olan ayakkabılarıyla her adımda yere bastıkça taban ve baş parmaklarından hissettiği
soğuk ta dizlerine çıkmış idi.” 298
Biçuk’un fiziksel özelliklerinden, kılık kıyafeti ve vücut ölçüleri üzerinde durulmuştur.
Tasvirlerde benzetmeler de, -manda gözü gibi- kullanılarak durumunun vahimliği bir
kat daha artırılmıştır.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde İhsan Hanım ve Sait
Bey’in kişilik özelliklerini yansıtan fiziksel özellikleri kısa kısa verilmiştir:
“O yeni moda süs, ziynetle beraber eğlencesini dahi gayet iltizam ettiğinden (…)”299
“(…) Şu cihetle kendisi cermanîkârî elbise giyinip ağır takımlı kılıç kuşanarak
zadegândan olan binbaşılar vakalarında gezer ve daima seyir yerlerinde ceylan gibi
atlara bindiği hâlde kişnetip oynatarak mehparelerin meylini celp ederdi.”300
İhsan Hanım da Sait Bey de gösteriş meraklısı, kılık kıyafet, eğlence ve gezmeye
oldukça düşkün kimselerdir. Bu kişilik özellikleri onların fiziksel özelliklerini de
şekillendirmektedir. Sait Bey’in gösteriş merakı, betimlemede kullanılan atın ceylana
benzetilmesiyle daha da ön plana çıkarılmıştır.
297 age., s. 33. 298 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 17. 299 Müsameretname (Cüz: XI), s. 7. 300 age., s. 19.
162
5.1.4. Kahramanın Dili
Kişileri birbirinden ayıran özelliklerden biri kullandıkları dilleridir. Herkesin kendine
ait bir dili ve üslubu vardır. Anlatı kişilerini gerçek insanlara yaklaştırmaya çalışan
yazar kahramanlarını konuştururken veya düşündürürken kullandığı dili özenle seçer.
İnsanların dillerini kişilik özellikleri, sosyal konumu, eğitimi ve kültür birikimi
şekillendirir. Bu durum kurmaca kişileri için de geçerlidir. Kahramanın kullandığı dil
onun ruhsal durumunu, bilgisini, kültürünü, dahil olduğu toplumsal sınıfı ve mevkiyi
yansıtır. Bu nedenle kullanılan bu dil kahramanın özelliklerine göre özenli, biçimli,
bozuk ya da yerel özellikler taşıyan özensiz bir şekilde de olabilir.
Emin Nihat Bey hikâyelerinde kahraman anlatıcı tipleri, diyaloglar kullanarak kurmaca
kişilerinin dillerini okuyucuya sunar. Ancak kahramanların kullandıkları dillere
bakıldığında bunların çoğunun birbirinden çok da farklı olmadığı, birini diğerinden
ayıran özelliklerin pek fazla bulunmadığı görülür. Öyleki hikâyelerdeki yabancılar bile
ecnebi ve kızlarının, Elizabet ve babasının, Gerdanlık Hikâyesi’nde kahramanların
tamamının kullandıkları diller diğer kahramanlarınkinden çok da farklı değildir. Çerkez
asıllı kahramanların konuşmalarında hiçbir şive bozukluğu ya da yerel ağız kullanımı
yoktur.
Kahramanların bazılarının dillerini onların kültür ve bilgi birikimleri, kişilik özellikleri
farklılaştırmıştır. Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Lütfü Dede’nin
kullandığı dil onun farklı kişiliğini ortaya koyar. Onun nasihat verici bir üslupla
kullandığı dil, maneviyatını, kültür ve bilgi birikimini gösterir:
“Evet! Onların ser-firazı Mecnun’dur. O da Leyla-perest değil, Mevlâ-peresttir. Hem
onların her birisi aşk içinde bir ibret gösterdi. Kimi kayalar deldi, kimi sahralara
vurdu! Kimi çamurlara karıştı, kimi mağaralara kapandı! Kimi yıllar yılı dolaştı, kimi
nar-ı aşka yanıp kül oldu! İşte onların her birisi muhabbet yolunda çekmedikleri mihen
ve meşekkat kalmadı. Hele Mecnun ise dünya ve Leyla’dan Hakk’a dönüp dillerde
aşk-ı hakikî gibi bir yadigar bıraktı! Sen arkandaki alafranga esvaplarını mı
bırakacaksın? Bari cihanda birkaç evlat yetiştir de teksir-i ebna-yı milletine sebep ol
veya hiç olmazsa bir hayr-ı halef bırak (…)”
Lütfü Dede mensur hikâye kahramanlarıyla Vasfi Bey’i karşılaştırır ve Vasfi Bey’in
acılarının onlarınkinin yanında ne kadar küçük kalacağını belirtir. Bu karşılaştırmaları
163
ve nasihatleri yaparken de ulvi kişiliğine uygun bir üslup kullanır. Üslubunun
rahatlığından, kesin ifadelerinden Lütfü Dede’nin olgun kişiliğine ulaşılır.
Kahramanların hemen hemen birbirine benzeyen kullandıkları diller eserin yazıldığı
dönemin dil özelliklerini taşır. Kahramanlar konuşurken ya da günlük hayattan
bahsederken daha sade bir dil kullanırken, kişi ve mekân tanımlaması yaptıkları
betimlemelerde Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan tamlamalarla süslü bir dil
kullanırlar.
5.1.5. Beceriyle İlişkin Özellikler
Anlatı kahramanları da tıpkı gerçek insanlar gibi bazı becerilere veya beceriksiz
özelliklere sahiptirler ya da sahip olmalıdırlar. “Kahramanların teknik etkinliği (iş,
sanatsal ya da mesleklerine özgü davranışları, el çabukluğu vb.) hüner, beceriklilik, ya
da beceriksizlik, uygunluk ya da uygunsuzluk, bakımlılık ya da bakımsızlık konusunda
bir yorum yapılmasını sağlar.”301 Yazar kahramanlarına kişilik kazandırmak için onlara
bazı yetenek ve kusurlar yükleyecektir. Anlatı kişisi çok güzel yemek yapabilir, ata
binebilir, insanları ikna edici bir özelliğe sahip olabilir ya da yalan söyleyebilir,
insanları kandırıp dolandırabilir.
Müsameretname’deki hikâyelerin bazılarında kahramanlar olumlu ya da olumsuz
becerileriyle betimlenirler. Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Hüsrev ve
Lütfü Dede oldukça yetenekli kişilerdir. Hüsrev eğlence düzenleme ve misafir
ağırlamada oldukça beceriklidir:
“Lakin bir bakıma da Hüsrev’i o kadar tayip edemem! Çünkü kendisi bir köle parçası
ise de gönlü büyük idi. Ve hakikaten her şeyde mahir ve elinden gayet rüsumlu hizmet
de geldiğinden büyücek bir düğün veyahut ağırca bir ziyafet oldu mu, nerelerden
haber alırlar bilmem, hizmette baş olmak için ekser mahalden bunu çağırırlar ve
filvaki gittiği yerlerde gerek misafirleri hoşnut etmek ve gerek hane sahibinin yüzünü
ağartmak buna mahsus gibi idi. (…)”302
Hüsrev sadece bu konularda değil insanlarla ilişki kurmada, kişilerin arasını bulmada ve
yine kişileri ikna etme konularında da oldukça yeteneklidir. Vasfi Bey’in dertlerine
301 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 138. 302 Müsameretname (Cüz: VI), s. 21.
164
ortak olmuş, onun Mukaddes Hanım’la tanışmasını sağlamış ve Cevri Kalfa’yı da
haberleşme konusunda yardımcı olmaya ikna etmiştir.
Lütfü Dede Müsameretname’deki hikâye kahramanlarından en yeteneklisidir.
Özellikle sanatsal faaliyetler yönünden oldukça beceriklidir.
“(…) Lütfe Dede bir adamı oyalamak isterse kendisinde ne yok? Her sazdan çalar.
Ezcümle ney üfler. Fıkra söyler. Satranç oynar. Hele musikîde epeyce mahareti
olduğundan aralıkta hazin hazin taksimlerle insanı gerçekten mest eder. Ve
fıkrahanlığa gelince öyle dinletir ki, garabet-i hikâyesine saatlerce insanı hayran
ederdi. Satrancı da tatlı oynarsa da bir oyundan ziyade oynamaz.”303
Lütfü Dede mensur hikâyelerde ve halk hikâyelerindeki benzeri Hızır tipinden daha
modern yeteneklere sahiptir. Lütfü Dede ney üflemek, hikâye anlatmak gibi ortak
özelliklerin dışında satranç da oynar.
Gerdanlık Hikâyesi’nde Madam Dö Lamot da oldukça yetenekli bir kahramandır. Onun
yetenekleri olumsuz yönlerde gelişmiştir. Madam Dö Lamot yalan söylemek, insanları
kandırmak ve dolandırmakta epeyce beceriklidir.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Faik Bey Esat Efendi’den eczacılık
mesleğini öğrenir. Bu alanda oldukça beceri kazanır. Onun Nuridil’le tanışmasını da
sağlayan bu becerisidir. Nuridil’in ellerindeki mayasılı tedavi eder. Faik Bey
eczacılıktaki becerisi sayesinde Mustafa Efendi’nin de hayatını kurtarır. Zehirlenen
Mustafa Efendi’nin ilk tedavisini yapar ve onu hastaneye ulaştırır. Faik Bey’in mesleki
alanlardaki becerisi bununla da bitmez. Askeri idadiyi bitirerek subay olur.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey dış
görünümüne, fiziksel özelliklerine çok dikkat etmektedir:
“(…) giyim kuşam ve süs ve intizam hususunda o derece itina ve ihtimam ederdim ki
maaşım şöyle dursun servet-i zatiyemin bir haylisini de terzi ve saireye sarf ederdim.
Hasılı süs, ziynet, moda, tuvalet, her türlü tezyinat-ı şahsiye ve resmiyede İngilizler
beni taklit ederler idi ve hatta sakal kıvırmak usûlünü evvela benden görüp İngiliz
gençleri o vakit bunu en güzel bir moda ittihaz etmişlerdi.”304
303 Müsameretname (Cüz: VII), s. 36. 304 Müsameretname (Cüz: IV), s. 25-26.
165
Kendisine bakmakta o kadar beceriklidir ki onun fiziksel görünümü İngiliz gençleri
arasında moda haline gelmiştir. Nacit Bey’in sevgilisi Elizabet’de mesleki açıdan
oldukça yeteneklidir. Elizabet İngilizce, Fransızca ve Almanca’yı çok iyi bilir ve
edebiyat dersleri verir.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’ndeki Hüsrev de bakımlı olmak hususunda
oldukça yeteneklidir. “Ve kendisi kılık kıyafetçe o kadar süslü ve o kadar temiz gezerdi
ki, koynunda altın saat, boynunda alafranga kordon, üst baş çiçek gibi, şöyle eteğine
bile toz kondurmaz.”305
5.1.6. Kahramanın Tanımlanması
Yazar anlatı dünyasında oluşturduğu kişileri öncelikle okuyucusuna tanıtır. Kişiye
insanî vasıflar veren özelliklerini, adını, yaşını, fiziksel özelliklerini, beceri ve
yeteneklerini, dilini, kişilik özelliklerini, sosyal ve ekonomik durumunu, ailevî
konumunu okuyucuya sunar. Bunu yaparken de iki yol kullanır: 1. Dolaysız tanımlama,
2. Dolaylı tanımlama.
“Dolaysız tanımlama: Romancı bir kişinin ya da kahramanın fiziksel ya da ruhsal
betimlemesini yapar. Bilgiler anlatıcı bir başka kişi ya da kişinin kendisi tarafından
verilir.
Dolaylı tanımlama: Bir söz, bir eylem, bir yaşam biçimi roman kahramanları hakkında
bilgi verebilir. Bu bilgileri yorumlamak okura kalır ve bu bilgiler kahramanın
betimlemesini tamamlar, bazen de değiştirir.”306
Dolaysız tanımlamada yazar anlatı kahramanlarını, anlatıcıya -ben anlatıcıya ya da diğer
kahramanlardan birine- anlattırabilir:
“Bu tür uygulamalarda kişiyle ilgili bilgiler topluca sunulur ve romanın daha sonraki
bölümlerinde, söz konusu bilgilerin (davranış, düşünce ve duyguların desteğiyle)
okuyucu zihninde pekişmesi, dolayısıyla kişinin okuyucunun hayalinde belirli bir
portreyle iz bırakması sağlanır. Bunun gerçekleşmesi için anlatıcı kişiyle ilgili (fizik
ve moral yapısıyla ilgili) doyurucu bilgiler verir.”307
305 Müsameretname (Cüz: VI), s. 20. 306 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 140. 307 Roman Sanatı I, s. 79.
166
Yazar dolaylı tanımlamada kahramanları tutum ve davranış biçimleriyle, olaylara bakış
açıları ve yorumlarıyla dramatize eder. Bu tür tanımlamada iş okuyucuya düşer.
Okuyucu bu sahnelerden kahramanları tanımaya, dolaysız tanımlamalarla birleştirerek
yorumlamaya çalışır.
Emin Nihat Bey hikâyelerinde dolaylı ve dolaysız tanımlamaları kullanarak
kahramanlarını okuyucuya tanıtmaya çalışmıştır. Kişilerin adları, yaşları, fiziksel ve
kişilik özellikleri, becerileri, sosyal ve ekonomik durumları, ailevî konumları dolaysız
tanımlama ile verilmiştir. Dolaylı tanımlama ise yine kişilerin kişilik özelliklerini,
dillerini, davranış ve tutumlarını, bakış açılarını, hayat felsefelerini hissettirmiştir.
Kişiyle ilgili yukarıda sayılan birçok özellik önceki başlıklarda incelendiğinden bu
başlıkta daha çok kişilik özellikleri, sosyal ve ekonomik durum, ailevî konum, bakış
açısı ve hayat felsefesi üzerinde durulacaktır.
Emin Nihat Bey dolaysız tanımlamayı üç şekilde kullanmıştır. Kahramanları ya
anlatıcıya, ya ben anlatıcı konumundaki hikâye kişilerine ya da hikâyede yer alan diğer
kişilere tanıttırmıştır.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde ben anlatıcı
konumundaki Behçet Efendi öncelikle kendisini tanıtır:
“Dediğim tarihlerde sinim on üçünü davranarak mektep derslerinde oldukça okuyup
yazmayı ilerletmiş ve tab’an dahi güzeli çirkini fark etmek derecelerine yetmiş
olduğum hâlde Makbule Hanım bizim mektebe verilerek kalfalığı bizzat bana tahsis
olunmuş idi. Çünkü ben Giritli bir familya eczasından bulunduğum cihetle Rumca
tekellüm edebilirdim.”308
Behçet Efendi burada eğitim durumu hakkında bilgi verir. Çünkü onun Makbule
Hanım’la yakınlık kurmasını sağlayan özellikleri bu alanla ilgilidir. Behçet Efendi daha
sonra Makbule Hanım ile yakınlaşmasını sağlayan, ikisinde de ortak olan özellikleri
tanıtmaya devam eder:
“(…) işte Makbule Hanım da terbiye-i umumiyenin o misillü tesiratına kuvve-i
müfekkiresini asla mağlup etmez ve fart-ı zekâsı sayesinde her şeylere aklı erdiğinden
öyle safderunluk zeminlerine hüma-yı zekasının gölgesini bile düşürmez idi. Fakat
308 Müsameretname (Cüz: II), s. 4.
167
ben o kadar ince fikirli değil idiysem de akranım derecelerde de sade-dil ve saf-
meşreb olmadığımdan Makbule Hanım ekseriya benimle ülfet eder ve ünsiyet ve
musahabetimi akranımız olan çocukların cümlesine tercih eyler idi.”309
Behçet Efendi son olarak Vali paşa gibi kendisinin de beğenmediği çalışma
arkadaşlarının olumsuz özelliklerini tanımlar:
“Vakıa gelen emektarlar da gayet menhus iki tane çalçene herif olup bunların birisi
çocuk lalası, birisi harem kethüdası idi. İkisi de seyahat olarak her nasılsa
gençliklerinde memleketlerinden İstanbul’a gelebilmişler, lakin muahharan
Kalekapısı’ndan dışarı çıkmayıp birkaç kapı dolaştıktan sonra sürte sürte nihayet
paşanın hanesinde dama demişler.”310
Bu tanımlamanın sebebi ise paşanın da belirttiği gibi bu kişilerin Behçet Efendi’nin
yerini alabilecek özelliklere ve yeteneklere sahip olmadıklarını göstermektir.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde ben anlatıcı
Nacit Bey öncelikle Elizabet ve babası Mister Havel’in bir takım özelliklerini tanıtır:
“Mister Havel altmış beş yaşından ziyade ve kendisi epeyce zengin ve birkaç fende
aşırı mahareti olup bu cihetle millet mekteplerinin ikisinde muallim bulunduğu halde
beher gün ifa-yı vazife ettikten sonra kendi istirahatine kalan akşamlı sabahlı üç dört
saat vaktinin hemen bir saatlik müddetiyle iktifa ederek bakîsini hanesinde yine tedris-
i fünuna hasr etmiş idi.
(…)
Filhakika Elizabet on sekiz yirmi yaşlarında olduğu halde, bu da İngilizce, Fransızca,
Almanca lisan talimine muktedire olarak her gün dört beş saat tedris-i edebiyat ile
meşgul olmakta idi. İşte ben ol suretle haftada iki defa bunların hanesine gider, Mister
Havel’den inşaiye dersi alarak badehu kerimesi Elizabet’ten de edebiyat tahsil
ederdim.”311
Elizabet ve babasının eğitim durumlarından ve mesleklerinden bahsedilmiştir. Nacit
Bey’in de belirttiği gibi kendisinin Elizabet ile tanışmasını, birlikte zaman geçirmelerini
sağlayan, Elizabet ve babasının tanıtılan bu özellikleridir.
309 age., s. 4. 310 age., s. 48-49. 311 Müsameretname (Cüz: IV), s. 4.
168
Ben anlatıcı kullanılarak kahramanların tanıtıldığı son hikâye Vasfi Bey ile Mukaddes
Hanım’ın Sergüzeşti’dir. Vasfi Bey kendisinin, Mukaddes Hanım’ın, Cevri Kalfa,
Hüsrev ve Lütfü Dede’nin fiziksel, kişilik ve sosyal özelliklerini tanımlar. Hikâyede en
çok fiziksel ve kişilik özellikleri becerileriyle birlikte verilen Hüsrev tanımlanmaya
çalışılır:
“Hüsrev büyümüş, artık ev danası olmuş. O yaştan sonra satılmaz, dövülmez. Hele
kovmaya bedel defaatle azat kağıdı yazılıp eline verilmiş ise de yırtmış yırtmış atmış
ve azat kabul etmeyeceğini bin kere anlatmış. Bununla beraber hin-i hacette öyle de
hizmetler görür ki ateş gibi! Gerçekten yüz ağartır. Mesela konağa bir ağır misafir
geldi mi Hüsrev gibi kilerci olmaz. Bir büyük daireye götürülse efendisinin itibarını
artırır. Hele öyle vakitlerde dirayetine baha olmaz. Ama öyle bir yere gitmeden ve
misafir falan davet etmeden Hüsrev’i peylemeli idi ki, şayet bulunmaz. (…) Fakat öyle
âdiz hizmetlere de tenezzül edip elini bile sürmez idi. Kendisince bir iş bulamadı mı
artık hevasına tabi olup nerede gezdiği bilinmez. Hasılı Hüsrev sureta bizim kölemizse
de hizmetçe bizden serbest olup konakta bulunuşu, gideceği bir eğlence olmadığı
vakitlerde idi.”312
Hüsrev’in verilen fiziksel özellikleri, kişilik yapısı, yetenekleri davranışlarının ve
yarattığı çatışmaların açıklayıcılarıdır. Dış görünüşüne oldukça önem veren, bildiğinden
şaşmayan, eğlenceye ve rahatına düşkün olan Hüsrev’in tarafsızca yapılmaya çalışılan
tanımlamalarında zararsız gibi görünse de insana güven vermeyen bir tarafı vardır.
Anlatının ilerleyen kısımlarında çevirdiği entrikalar ve söylediği yalanlar Hüsrev’in
yukarıda oluşturulan kişilik yapısının bir sonucudur.
Hikâyede özellikle üzerinde durulan diğer bir kişi de Lütfü Dede’dir. Lütfü Dede
hikâyedeki diğer kişilerden farklıdır:
“Aşinadan Lütfü Dede namında bir Mevlevî olup mukaddemleri ara sıra bize gelir ve
her gelişte bir hafta onar gün misafir kalırdı. Bu zat, hoş sohbet ve rind-meşrep bir zat
olup hem de sözünü sohbetini bilir ve hakikaten söylediği de çekilirdi. Çünkü
kendisinin görmediği hâl ve işitmediği makal kalmamış olduğu gibi, âlemde
çekmediği dert, görüp geçirmediği germ-ü serd dahi nadireden idi. İşte bu hâl ile
kendisi gerçekten değerli bir adam olup kibar nazlısı yolda bir şey ise de mübareğin
sağı solu olmayıp daima Anadolu, Rumeli der gider, hele Konya’ya senede birkaç
sefer ederdi. Bu suretle müddet-i ömrünün ekseri seyahatle güzeran eylediğinden
312 Müsameretname (Cüz: VI), s. 19-20.
169
aransa ele geçmez ve yeri yurdu gibi karargâhı bilinmez bir hane-berduş olup gelip
gideceği vakit de belli değildi. Meselâ bazı kere altı ayda zuhur eder. Bir de sonra bir
buçuk sene asla görünmez idi.”313
Lütfü Dede halk hikâyelerindeki ve mensur hikâyelerdeki ak saçlı ak sakallı ihtiyarlara
benzer. Öncelikle o bir Mevlevî’dir. Klasik edebiyata dahil mensur hikâyelerde en çok
kullanılan mekânlardan Konya’ya sık sık gider. Yaşadıkları, gördükleri olaylar
karşısında oldukça olgunlaşmış, artık yol gösterici, gelecekten haber verici vasıflara
sahip olmuştur. Belirli bir yeri yurdu yoktur. Bir anda ortadan kaybolur bir anda da
genellikle ihtiyaç duyulan zamanlarda ortaya çıkar.
Emin Nihat Bey, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve İhsan Hanım Yahut
Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde ikinci dereceden kahraman anlatıcı kullanır.
Kişiler bu anlatıcılar tarafından tanıtılır. Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde
anlatıcı Şakir Bey Faik Bey, Nuridil Hanım, Pişasimaf ve Kabartaylı’nın fiziksel,
kişilik, meslekî ve ailevî özelliklerini anlatıda aralıklarla tanımlamaya çalışır. İhsan
Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde anlatıcı Rıza Bey kişilerin
özellikle İhsan Hanım ve Sait Bey’in davranış ve rollerinde belirleyici olan fiziksel ve
kişilik özelliklerini ara ara tanıtır:
“İhsan Hanım zekâvet ve fetanette ileri gidenlerden olup metanet-i fikriyle beraber tez
canlı ve zahirî hafif-meşrep idi. (…)”314
“Sait Bey yalnız mülâzemetten ibaret olan o derece nispet-i cüz’iyeye mebnî girdiği
heyet-i makbule-i askeriyeyi heva ve hevesine sermaye etmiş ve hakikaten cazibe-i
nevcivanîsi nice ahu-çeşmleri pençe-i şikârına düşürmüş olduğu halde icra-yı zevk ve
şevki için varidatından ekserini dahi bad-ı israfa kaptırmış idi. Kendisi daha yirmi iki
yirmi üç yaşlarında genç bulunduğu halde ne İstanbul içinde dalmadığı köşe bucak
kalmış ne de görüp geçirmediği bir şey bırakıp daha ince araştırılırsa belki feleğin
çemberinden dahi birkaç kere fırıl fırıl geçmiş idi.315
Emin Nihat Bey iki hikâyesinde kişileri tanıtma görevini anlatıcılar yerine diğer
kahramanlara verir. Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Nuridil efendisi
Pişasimaf’ın sorduğu sorular üzerine sevgilisi Faik Bey’in fiziksel özelliklerinden
313 Müsameretname (Cüz: VII), s. 31-32. 314 Müsameretname (Cüz: XI), s. 6. 315 age., s. 19.
170
bahseder. Oysa Faik Bey’in fiziksel özellikleri daha öncesinde anlatıcı Şakir Bey
tarafından verilmiştir. Burada amaç Faik Bey’i tanıyan Pişasimaf’a onu hatırlatmaktır.
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde de yazar, kişi tanıtımında
anlatıcı yerine kahramanlardan birini kullanır. Natır Hanım Sait Bey’le İhsan Hanım’ı
evlendirmek için daha önceden anlaştığı Sait Bey’i İhsan Hanım’a tanıtır. Anlatıcının
aradan çekildiği, tamamen diyaloglarla yapılan bu kişi tanıtımında Sait Bey anlatıcının
tanımlamasından daha farklı bir kişilikte sergilenir:
“- Ey, beyin adı nedir?
- Efendim, ‘Sait Beyefendi’ derler.
- Kendisi kimin nesidir?
- Efendim, nasıl anlatayım? Cedd-i âlâları İzmir beylerinin rütbe ve zenginlikçe en
ileri gelenlerindendir. Kendileri de yine İzmir eşraf-ı hanedan zadelerinden Kâmil
Beyefendi hazretlerinin mahdumlarıdır. İşte bunlar silsilece variyetli. Orada çiftlikler,
değirmenler filanlar!.. Hasılı meşhur Karaosmanoğulları gibi gayet zengin ve namdar
şeylerdir. İşte şimdi de bunlar devlet mesnetlerine el atarak pederlerinin ne mansıpta
olduğunu dilim dönmez ki söyleyeyim. Lakin Sait Beyefendi böyle genç yaşında bu
derece meydana çıkmış olduğu halde kim bilir ileride daha ne büyük mesnetlere nail
olacaktır (…)”316
Natır Hanım Sait Bey’in özelliklerini tanıtırken seçici ve oldukça beğeni dolu bir tutum
takınır. Özelliklerin seçimi İhsan Hanım’ın kişiliği ve beğenileri doğrultusunda
yapılmıştır. Gösterişe, mevki ve makama düşkün, kılık kıyafet ve eğlence için para
harcamada oldukça savurgan olan İhsan Hanım’ı etkilemek için Sait Bey’in ekonomik
ve ailevî durumundan, makam ve mevkinden, sosyal konumundan bahsedilir.
Tercüme olan Gerdanlık Hikâyesi’nde Emin Nihat Bey farklı bir anlatıcı tipiyle
kahramanlarını tanıtır. Bu, hikâyede anlatıcı hikâyenin başında anlatıyı keserek kişi
tanıtımları yapar. Bu tanıtımlarda fiziksel özelliklerden hemen hemen hiç bahsedilmez.
Daha çok kişilik özellikleri, aile ve soyları, sosyal ve ekonomik unsurlar üzerinde
durulur. Kardinal Ruhan, Madam Dö Lamot, Kont Kalistro bu şekilde tanıtılan
kişilerdir. Özellikle Madam Dö Lamot tanıtılırken ona benzeyen kadınların genel
316 age.,, s. 32-33.
171
özellikleri anlatılır ardından da Madam Dö Lamot’un bu kadınları yansıtan bir tip
olduğu belirtilir:
“Madam Dö Lamot: Gerdanlı lu’bunun en baş oyuncusu bu Madam Dö Lamot
olduğundan cümleden evvel bunun ahvaline vakıf olmak gerektir. Bu bir aslı na-
malûm kız evlat olup bir kibar familyası himayetiyle terbiye olmuş idi ve “Senremi
Valova tesmiye olunan eski Fransız familyası silsilesindenim.” diye tefahhur ederdi. O
devirde Fransa’da sahih eski ve muteber asilzade familyalar ve cemiyetleri hizasında
bir de bir taklit yahut şüpheli asilzadegan güruhunun tavır ve hareketleri de suret-i
zahirde kibarlara benzer ise de asılları ve nereden gelip nereye gittikleri na-malûm bir
takım madamlardan ve kavaliyelerden mürekkep idi. Bunların kimi vakıa zengin fakat
bayağı âdem evlatları olup üzerlerine bir kibar ismi alarak o tavrı kullanırlar idi. Kimi
dahi vücutça güzelliklerini bu sahte kibarlığa sermaye etmişler idi. Lakin ekseri devrin
en usta dolandırıcı ve fetbazlarından olup işleri güçleri ve geçinmeleri daima kibar ya
esnaftan onu bunu dek ve dubaraya getirerek kız alıp vermek, büyük oyunlar
oynamak, nihayet birer lub ile bunları dolandırmak ve batırmaktan ibaret idi. Bu
güruhun en ustaları bazen büyücek kibarların dairelerine de sokuşup oralarda kabul
bulunur idi. Bu cinsten idi Madam Dö Lamot ki genç, dilber, şirin, dilbaz ve hususiyle
son derece fetbaz olup karı erkek herkesin nabzına girerek her esrarlarını ağızlarından
alır ve şeytanî bir fitne ve fesat ile ondan ona lâkırdı taşıyarak cümleyi birbirine
düşürür, istediği barış görür eder ve her vukuattan kendine bir menfaat çıkarır idi.”317
Madam Dö Lamot sayılan özelliklerinin hepsini hikâyede çeşitli şekillerde sergilemiştir.
çevresindeki kişileri kullanarak, yalanlar söyleyerek, oyunlar tertipleyerek Kardinal’i
kandırmış, onu ve diğer kişileri dolandırmıştır.
Emin Nihat Bey hikâyelerinde dolaysız tanımlamaların yanında çok az da olsa dolaylı
tanımlamayı kullanır. Dolaylı tanımlamalarda kişilerin duygu ve düşüncelerini
söylettirerek, bakış açılarını ve davranışlarını göstererek onların tanımlanmasını
okuyucuya bırakır.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey ile
annesi arasında geçen konuşmalarda annesinin söylediği sözler onun duygu ve
düşüncelerini, bakış açısını gözler önüne serer:
317 Müsameretname (Cüz: V), s. 13-14.
172
“Evet evet, şimdi anladım. Lakin evladım öylesini validenden beklemeye ne hacet?
Bak kendiceğin görüp beğenmişsin. Eğer güzelliğinde şüphen varsa erkeklerden
sorabilirsin.
- Canım valide! Bu kadar nefret neden?
- A! Ne demek? Senin vatanında kız mı yok da bir ecnebi kızı alasın?
(…)
- Evladım ben sana olmaz demiyorum. Lakin sen ebna-yı nevini ve hemşire-i vatanını
bırak da şecere-i sahiha ile müspet olan nesl-i şerafet-i aslımıza ecnebi karıştır. Bir de
bana muhassenatından bahsediyorsun. Sen İstanbul’da ne kızlar var gördün mü?”318
Nacit Bey’in annesi katı kuralları olan, otoriter bir yapıya sahiptir. Annesi Doğu
medeniyetinde büyümüş ve yetişmiş bu medeniyet dairesinden hiçbir konuda ödün
vermeyen biraz da batıl inançları olan bir kadındır. Bütün bu özellikleri onun sözleri ve
davranışlarıyla okuyucuya hissettirilmeye çalışılmış böylece Nacit Bey’in annesi
hakkında verdiği kişilik özellikleri desteklenmiştir.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Kabartaylı hem anlatıcı tarafından tanıtılır
hem de yaptığı davranışlar ve hareketlerle kişilik özellikleri okuyucuya sezdirilir.
Özellikle Biçuk’a gösterdiği şiddet sahneleri verilir. Çünkü bu sahneler onun ne kadar
acımasız, kötü ve bencil biri olduğunu gösteren davranış ve tutumlarını içerir. Gösterme
tekniği ile verilen bu sözler ve davranışlar okuyucu üzerinde anlatma tekniğine göre
daha etkili olacaktır. Okuyucu Kabartaylı’ya karşı cephe alacak ve zavallı Biçuk’a
acıyarak sıcak ve sevgi dolu bir tarzda yaklaşacaktır.
Gösterme tekniği ile verilen bu sözler ve davranışlar okuyucu üzerinde anlatma
tekniğine göre daha etkili olacaktır. Okuyucu Kabartaylı’ya karşı cephe alacak ve
zavallı Biçuk’a acıyarak, sıcak ve sevgi dolu bir yaklaşımda bulunacaktır. Böylece
yazarın yaratmak istediği etki sağlanacaktır. Ayrıca seçilen bu yol anlatıyı da gerçekçi
kılmıştır.
318 Müsameretname (Cüz: IV), s. 95-96.
173
5.2. KAHRAMANIN DURUMU VE İŞLEVLERİ
Anlatı kişilerinin, kurmaca dünyadaki yerleri ve görevleri birbirinden farklıdır. Bu
nedenle bu kişiler üstlendikleri fonksiyonlar ve anlatıdaki konumlarına göre üç grupta
toplanabilir:
“1. Baş kahraman(lar);
2. İkinci derecede önemli kahraman(lar);
3. Arada bir görünen, sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişi(ler)”319
Baş kahraman ya da kahramanlar çatışmaların ve olayların merkezinde olan kimselerdir.
Anlatının tamamı, bu kişi ya da kişilerin etrafında gelişir ve sonuçlanır.
Müsameretname’deki hikâyelerin çoğunda baş kahramanlar anlatının merkezinde yer
alan ve hikâyelere adını veren kadın ve erkek kahramanlardır. Bazılarında ise sadece bir
baş kahraman vardır.
İkinci derecede önemli kahramanlar ise iki farklı görevde bulunabilirler. Bunlar ya baş
kahramana yardım eden yardımcı kahramanlardır ya da sürekli engel çıkaran,
çatışmaları doğuran karşı güçlerdir. Müsameretname’de baş kahramanların her zaman
yanında olan yardımcı kahramanlar da daima bir engel ya da çatışma çıkaran karşı
güçteki kahramanlar da kullanılmıştır.
Arada bir görünen, sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler daha çok anlatıda bir fon
görünümündedirler. Anlatının ilerlemesinde hiçbir şekilde fonksiyonel bir etkileri
yoktur. Belirtildiği gibi bu kişilerin anlatıda sadece isimleri vardır. Müsameretname’de
de arka planda kalmış, fon görevi yapan bu tip kahramanlara rastlanır. Hikâyelerdeki
kahramanların görevleri ve durumları bakımından gruplandırılmaları şu şekilde
yapılabilir:
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti,
1. Baş kahraman: Binbaşı Rıfat Bey
2. İkinci derecede önemli kahramanlar:
319 Yazınsal Okuma Süreçleri, s. 133-134.
174
a. Yardımcı kahramanlar:
b. Karşı güç konumundaki kahramanlar: ecnebi ve iki kızı
3. Arada bir görünen sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler; vapurda bulunan
kişiler.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti,
1. Baş Kahramanlar: Behçet Efendi ve Makbule Hanım
2. İkinci derecede önemli kahramanlar:
a. Yardımcı kahramanlar: Behçet Efendi’nin babası, Giritli Haşim Ağa, amcazadesi
Hayri Efendi, annesi, mahalle imamı Esseyyid Hafız İsmail.
b. Karşı güç konumundaki kahramanlar: Gümrükçü Zeynel Bey ve Bosna valisi
3. Arada bir görünen sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler: Gümrükçünün kızı,
Behçet Efendi’nin yerine atanan iki memur, Bosna valisinin eşi ve cariyeler.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti,
1. Baş kahramanlar: Nacit Bey ve Elizabet
2. İkinci derecede önemli kahramanlar:
a. Yardımcı kahramanlar: Mister Havel, Nacit Bey’in annesi, İngiliz Lord, gemi kaptanı
b. Karşı güç konumundaki kahramanlar: Flaver, Nacit Bey’in annesi, lordun eşi.
3. Arada bir görünen sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler: Elizabet’in ders verdiği
İngiliz gençler, gemi tayfası, Mister Vilyem, balodaki insanlar ve Nacit Bey’in ölen
çocuğu Hanri
Gerdanlık Hikâyesi,
1. Baş kahraman: Madam Dö Lamot
2. İkinci derecede önemli kahramanlar:
175
a. Yardımcı kahramanlar: Kont Dö Lamot, Vilet, Kont Kalistro ve karısı Lornca, Sent
Ceyms, Matmazel Eyge
b. Karşı güç konumundaki kahramanlar: Kral XVI. Lui ve karısı kraliçe Mari Antuanet,
Kardinal, Kuyumcu Bohemr, Paris Parlamenti üyeleri
3. Arada bir görünen sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler: XIV. ve XV. Lui,
Avusturya İmparatoriçesi Mari Terez, Mösyö Neker
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti,
1. Baş kahraman: Vasfi Bey ve Mukaddes Hanım
2. İkinci derecede önemli kahramanlar:
a. Yardımcı kahramanlar: Lütfü Dede, Cevri Kalfa, Hüsrev (ilk dönemlerde)
b. Karşı güç konumundaki kahramanlar: Vasfi Bey’in babası ve Hüsrev
3. Arada bir görünen sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler: Mesut Efendi,
Mukaddes Hanım’ın baba ve üvey annesi, Vasfi Bey’in annesi, Reyhan ve Tahir Ağa.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti,
1. Baş kahramanlar: Faik Bey ve Nuridil Hanım
2. İkinci derecede önemli kahramanlar:
a. Yardımcı kahramanlar: Pişasimaf, Esat Efendi, Mustafa Efendi ve Faik Bey’i
Kabartaylı’dan kurtaran hükümet görevlileri
b. Karşı güç konumundaki kahramanlar: Kabartaylı, kulübedeki çoban köpeği, Tevfik
Bey ve annesi
3. Arada bir görünen sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler: Biçuk’un kardeşleri,
kulübedeki insanlar, gemi yolcuları ve tayfaları, Rıza Bey, Şakir Bey, Aydınlı Zeybek
Mehmet Ağa.
176
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti,
1. Baş kahraman: Atiye yahut İhsan Hanım
2. İkinci derecede önemli kahramanlar.
a. Yardımcı kahramanlar: İsmail Efendi, Daniş Bey, Tahsin Efendi, Hakkı Bey ve
mahkeme heyeti.
b. Karşı güç konumundaki kahramanlar: Atiye Hanım’ı kaçıran uşak, Sait Bey ve Natır
Hanım.
3. Arada bir görünen sadece adı geçen önemsiz rolü olan kişiler: tütüncü, alay
caddesindeki kalabalık, İsmail Efendi’nin karısı, Atiye Hanım’ın gerçek babası Hacı
Nazif Bey ve annesi Nikolaki karısı Mariya ve kızı Despino, Sait Bey’in annesi, babası,
eniştesi Reşat Efendi ve Rıza Bey.
Hikâyelerdeki baş kahramanlar ve ikinci derece önemli kahramanların hepsi birer tiptir.
Bunların bireysel derinlikleri yoktur. Döneminin ve dahil olduğu sosyal toplumun
genelleşmiş kişiliklerini yansıtırlar.
“Roman kişilerini ‘yalınkat’ kişiler, ‘yuvarlak’ kişiler diye ikiye ayırabiliriz. Yalınkat
kişilere on yedinci yüzyılda ‘homour’ adı verilirdi; bunlara kimi zaman ‘tip’, kimi
zaman ‘karikatür’ de denmektedir. Katıksız biçimiyle yalınkat roman kişisi, tek bir
nitelik ya da düşünceden oluşur. Yapısına birden çok nitelik girdi mi, kenarlardan
kıvrılarak yuvarlaklaşmaya başlar.”320
Emin Nihat Bey’in kahramanları da genellikle sözlü gelenekten ve divan edebiyatının
mensur ve manzum hikâyelerinden gelme tiplerin biraz daha değişmiş ve gelişmiş
modelleridir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın belirttiği gibi divan edebiyatına dahil
hikâyelerde ve halk hikâyelerinde kahramanlar kalıplaşmış özelliklere sahip, hiçbir
değişme ve gelişme göstermeyen kişilerdir. Bu kahramanları model alan Emin Nihat
Bey’in hikâye kişilerinin de tip olması kaçınılmazdır.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi,
Vasfi Bey ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey, Faik Bey ile Nuridil
320 Roman Sanatı I, s. 108.
177
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Faik Bey halk hikâyelerinden gelme âşık tipinin biraz daha
gelişmiş ve modernleşmiş şekilleridir.
Halk hikâyelerindeki erkek baş kahramanların standart bir yaşam öyküsü vardır. Bu
standart yaşamı da şekillendiren yaşadıkları aşklarıdır. Onların en önemli özelliği iki
anlamda da âşık olmalarıdır. Fiziksel özellikleriyle idealize edilen bu tipler manevî
değerleriyle de yüceltilirler.
Behçet Efendi’nin, Vasfi ve Faik Bey’in de yaşadıkları aşkları ve bu duygunun
yaşamlarını derinden etkilemesi onları halk hikâyelerindeki âşıklara benzetir. Üç
kahraman da fiziksel özellikler bakımından oldukça beğenilen tiplerdir.
Behçet Efendi aşkı Makbule Hanım için birçok zorluğa göğüs germiş ve hayatının
sonuna kadar ona sadık kalmıştır. Tıpkı halk hikâyelerindeki kahramanların yaptığı gibi
babasının ölümünden sonra düğününü yapabilmek, Makbule Hanım’ın ailesinin
isteklerini yerine getirebilmek amacıyla para kazanmak için gurbete çıkmıştır. Bu da
yine halk hikâyelerine ait gurbete çıkma motifinin bir çeşididir. Emin Nihat Bey
geleneksel anlatılardan gelme etkiyi kahramanları üzerinde de göstermiştir. Behçet
Efendi Makbule Hanım’a âşık olduğunu okuduğu “Leyla ile Mecnun Hikâyesi”nde
yaşanan aşktan anladığını söyler. Aynı zamanda Gonca Gökalp’in de belirttiği gibi
“(…) Behçet Bey’in kendisiyle benzerlik kurduğu Leyla ile Mecnun Hikâyesi’ni
hatırlatan bu mutsuz hikâyede, Behçet Bey Mecnun gibi delirip çöllere düşmese de
üzüntüsünden gurbete çıkar; o da on beş yıldan sonra karşısına ilk çıktığı anda sevgilisi
Makbule Hanım’ı tanıyamaz.”321 Behçet Bey’in bazı yönleri Mecnun’a benzer.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey’in aşkı da halk
hikâyelerindeki aşklara benzer. Vasfi Bey sevgilisi Mukaddes Hanım’a kavuşmadan
önce yine sözlü anlatılardan gelme birçok engel motifini aşmak zorunda kalır. Öncelikle
Mukaddes Hanım’la evlenmesine babası karşı gelir. Daha sonra da Mukaddes Hanım’ın
babasının tayini Trabzon’a çıkar. Ancak Vasfi Bey halk hikâyelerindeki âşıklar gibi
sevgilisiyle evlenmek için gereken parayı kazanmak amacıyla ne gurbete çıkar, ne
babasına karşı gelir, ne de sevgilisinin ardından gider. O üzüntüsünü kendi içinde yaşar
ve hayata küser. Zaman zaman gerçek yaşamdaki insanlar gibi psikolojik bunalımlar
321 XIX. Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Sözlü Kültür Etkileri, s. 780.
178
yaşar ve hatta intihar etmeyi bile düşünür. Kenarlarından yuvarlaklaşarak bir birey
haline gelebilecek daha gerçekçi bir kişiliğe sahiptir.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Faik Bey’de halk hikâyelerindeki âşıklara
benzer. Ancak Faik Bey’in hayatını şekillendiren sadece aşkı değil onun yaşadığı sosyal
sınıf farkıdır. Hikâyenin birinci bölümünde üzerinde durulan esaret durumudur. Faik
Bey’de Nuridil’e sonsuz bir sadakat ile bağlıdır. Nuridil’den haber alamayınca diğer
kahramanlar gibi o da gurbete çıkar, savaşa katılarak ölümü bile göze alır. Ancak o da
Faik Bey gibi halk hikâyelerindeki âşıklar kadar aktif değir. Bu pasiflikte en belirleyici
etken esaret motifi ve paradır. Masallarda ve halk hikâyelerinde yer alan bu motif
Osmanlıların toplumsal yaşamında öteden beri var olan sosyal bir kurumdur. Sadece
Faik Bey değil, sevgilisi Nuridil ve en büyük yardımcıları Pişasimaf da esirdir.
Hikâyede esaretten en çok eli kolu bağlanan kişi Nuridil’dir. Faik bey ve Pişasimaf’ın
yaşamı diğer insanlardan farklı değildir. Faik Bey, efendisi Esat Efendi ile köle sahip
ilişkisinden çok baba evlat gibidirler. Esat Efendi onu mesleki açıdan yetiştirir, eczacılık
öğretir. Yine onu Askerî İdadiye’ye göndererek subay olmasını sağlar. Pişasimaf
efendisiyle evlenir. Kocasının ölümünden sonra her şeyi Pişasimaf’a kalır ve Pişasimaf
sınıf atlar. Buradaki esaret motifi Osmanlıların sosyal yaşamlarındaki değişim ve
gelişmelerin etkisiyle gevşek bir yapıya bürünmüş, gerçekçi bir tavır takınmıştır. Çünkü
Tanzimat’la birlikte oluşan eşitlik sistemi Osmanlı toplumundaki esirlik kurumunu
zamanla etkileyerek çözmüştür.
Behçet Bey, Vasfi ve Faik Bey halk hikâyelerindeki âşıklara daha çok yoğun bir şekilde
yaşadıkları aşklarıyla benzerler. Halk hikâyelerindeki âşıklar kadar gözü kara
değillerdir. Bu yönleriyle onlara göre daha gerçekçi ve modern tiplerdir.
Hikâyelerdeki en modern tip Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan
Sergüzeşti’ndeki Nacit Bey’dir. Nacit Bey Avrupa’da eğitim görür. Orada yabancı dil
ve edebiyat dersleri alır. İngilizlerin yaşam tarzlarına, âdetlerine ayak uydurur. Bir nevi
o dönemdeki Osmanlı aydınlarını yansıtan bir tiptir. Ancak Nacit Bey de Elizabet’e
duyduğu aşktaki sadakati, fiziksel özellikleri bakımından idealize edilişi ve manevi
değerlerinin (vatan ve din gibi) kuvvetli olması yönleriyle halk hikâyelerindeki
kahramanları andırır.
179
Müsameretname’de sadece erkek baş kahramanlar değil kadın baş kahramanlar da
masallardan ve halk hikâyelerinden gelme özellikler taşıyan tiplerdir:
“İlk yazılı anlatılarda da halk anlatılarındakine benzer biçimde işlenen namus konusu,
hem aile bağları hem de evlilik kurumu bakımından oldukça önem verilen bir sorun
olarak göze çarpar. Bu noktada yazarların hepsi, ortak bir yaklaşım içindedir. Genç
kızların her türlü zorluğa rağmen namuslarını korumaları, eşlerin kocalarına sadakatle
bağlı kalma zorunluluğu, toplumsal bir değer yargısının yansıması olarak bütün
anlatılara sinmiş bir dünya görüşüdür. Yazarların bakış açısı genellikle namus
kavramını kadına ait bir sorumluluk olarak ele almak yönündedir.”322
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Makbule Hanım,
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Mukaddes Hanım, Faik Bey İle
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Nuridil Hanım bu tip kadın kahramanlardır. Makbule
Hanım’ın terbiyesi Behçet Bey tarafından daha hikâyenin başında verilir. Makbule
Hanım’ın aşkına ve Behçet Bey’e olan sadakati ölüme kadar götürmüştür. Araya giren
ayrılıklara ve Bosna valisinin emellerine rağmen o kendisini her zaman korumuştur.
Masallardaki padişah tarafından tehdit edildiği halde ona boyun eğmeyen ve aşkına
sadık kalan genç kız tipine benzeyen Makbule Hanım paşanın bütün ısrarlarına rağmen
onunla evlenmeyi kabul etmez ve üzüntüsünden hastalanıp ölür.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Mukaddes Hanım da ayrılıklara,
entrikalara rağmen hiçbir zaman Vasfi Bey’den vazgeçmez. Vasfi Bey’i ölü sandığı
zamanlarda bile ona sadık kalır ve babasının zoruyla evlendiği kocasına yakınlık
göstermez. Vasfi Bey’in yaşadığını öğrenene kadar tek amacı onun mezarını ziyaret
etmektir.
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Nuridil Hanım sadakat ve namus
konusunda örnek bir tiptir. Esir olmasına rağmen hiçbir zaman namusundan ödün
vermez. Yaşadığı evin oğlu Tevfik Bey’in evlenme teklifini reddeder. Bu karşı koyuş
onu kapı kapı gezdirir. Tâ ki Pişasimaf tarafından alınıncaya kadar. Bu hikâyede sadakat
ve terbiye yönünden övülen bir başka kadın kahraman da Pişasimaf’tır. Anlatıcı
hikâyenin sonunda bu konuya değinir.
322 age., s. 52-53.
180
Sadakat ve namus kavramlarıyla halk hikâyelerindeki ve masallardaki kadın
kahramanlara benzeyen bu kadın tiplerinin farklı bir şekli de İhsan Hanım Yahut Atiye
Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’ndeki İhsan Hanım’dır. İhsan Hanım da kocası Sait
Bey’e sadakatle bağlı namuslu bir kadındır. Onun namus ve terbiyesi de Natır Hanım
tarafından daha önce Sait Bey’e anlattırılırken okuyucuya duyurulmuştur. Burada
sadakatsiz olan kocası Sait Bey’dir. İhsan Hanım diğer kadınlar gibi çok yoğun bir aşk
yaşamaz. O biraz daha değişken bir yapıya sahiptir. Kocasının ihanetleri karşısında
ondan nefret eder ve ayrılır. Diğer kadın kahramanlardan farklı olarak aşkın yanında
nefret, öfke gibi duyguları da yaşayabilen bir tiptir. Diğer bir farklılığı da daha aktif
olmasıdır. Kocasının ihanetleri karşısında kaderine boyun eğmez, onu takip ettirir,
kocasını değiştirmeye çalışır ve değişmeyince kocasından ayrılır. Güçlü ve iradeli bir
kadın kahramandır. Bütün bu özellikleri ona gerçekçi ve modern bir kadın kişiliği
kazandıracak ilk adımlardır.
Müsameretname’de ikinci derecede önemli kahramanlardan yardımcı kahraman ve
karşı güç konumundaki bazı kahramanlar da masallardan ve halk hikâyelerinden gelme
tiplere benzerler. Özellikle Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde yardımcı
kahraman konumundaki Lütfü Dede dikkat çekici bir tiptir. Masallarda ve halk
hikâyelerinde olağanüstü güçlere sahip, baş kahramanların yaşadıkları zorluklar
karşısında bir anda ortaya çıkan ve bir anda yok olan derviş ya da Hızır tiplerini andıran
Lütfü Dede de Vasfi Bey’in umutsuzluğa düştüğü bir anda ortaya çıkar. Vasfi Bey’in
yalnızlığına ve derdine ortak olur. Ona sevgilisine kavuşacağına dair ip uçları verir ve
biraz da olsa onun yaşadığı buhranlı dönemi atlatmasını sağlar. Sonra yine bir anda
ortadan kaybolur. Lütfü Dede oldukça bilgili ve olgun bir kişiliğe sahiptir, insanları
rahatlatan, ikna ve nasihat edici bir üsluba sahiptir. Bütün bu özelliklerine rağmen
masallardaki ve halk hikâyelerindeki derviş tipinden farklıdır. Öncelikle Lütfü Dede’nin
olağanüstü güçleri yoktur. O da diğer insanlar gibi gençlik yıllarında âşık olmuş,
evlenmiştir. Fakat karısının kendisini aldatması üzerine onu öldürmüş ve hayatının geri
kalanını Mevlevî bir derviş gibi sürdürmeye başlamıştır. Bu yönleriyle masal ve halk
hikâyelerindeki tiplerden daha insanî ve daha gerçekçi bir tiptir.
Vasfi Bey’e Lütfü Dede’nin dışında yardımcı olan diğer iki kahraman da Hüsrev ve
Cevri Kalfa’dır. Bunlar da geleneksel anlatılardaki yardımcı kahraman tipleridir. Hüsrev
ve Cevri Kalfa Vasfi Bey ve Mukaddes Hanım’ın tanışmasında, haberleşmesinde,
181
birleşmesinde yardımcı olmuş kişilerdir. Ancak Hüsrev’in yardımcılık tipi hikâyenin
sonuna kadar devam etmez. Mukaddes Hanım’a âşık olmasıyla karşı güç konumuna
geçer.
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde geleneksel anlatılardan gelme iki
yardımcı tip de Esat Efendi ve Pişasimaf’tır. Esat Efendi Faik Bey’i yanına alır, ona bir
baba gibi davranır ve eğitimini tamamlamasını sağlar. Pişasimaf da Faik Bey’in daha
önce kendisine yaptığı iyiliği ödercesine Faik Bey ve Nuridil’in kavuşmasını sağlar.
Hikâyelerdeki karşı güç konumundaki kahramanlar klasik edebiyat ve halk edebiyatına
dahil hikâyelerdeki rakip tiplerini andıran kimselerdir. Bunlar daha çok halk
hikâyelerindeki rakiplere benzerler. Halk hikâyelerindeki rakipler istenmeyen kişilerdir.
Genellikle sevgili, ailesinin ya da sosyal şartlarının zoruyla bu rakiplerle evlendirilmek
istenir. Rakipler de bunun gerçekleşmesi için ellerinden gelen bütün kötülükleri
yaparlar. Müsameretname’deki kahramanlardan bazıları da halk hikâyelerindeki
rakipleri andırırlar. Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Hüsrev; Kapı
Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Bosna valisi; Faik Bey
İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Tevfik Bey; Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz
Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Flaver rakip tipine örneklerdir. Hüsrev Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın öldükleri yalanını söyleyerek iki sevgiliyi ayırır, Bosna valisi
Makbule Hanım’la kendisi evlenmek istediği için onu Behçet Efendi’den zorla ayırır,
Tevfik Bey de Nuridil’le evlenmek için onu Faik Bey’den uzaklaştırır ve son olarak
Flaver Nacit Bey’e âşıktır ve onun Elizabet’ten ayrılması için çaba sarfeder. Ancak bu
kişiler halk hikâyelerindeki rakipler kadar kötü ve kararlı değillerdir.
182
VI. BÖLÜM
MÜSAMERETNAME’DE DİL VE ÜSLUP
Anlatı olay, kişi, zaman ve mekân unsurlarıyla inşa edilen bir yapıdır. Yazarın inşa
malzemesi de kullandığı dilidir. Yazar kurgu dünyasını oluştururken gerçek hayattan
yola çıkar. Bu da kaynak ortaklığı demektir. Bu nedenle anlatıların birçoğu aynı olay,
konu ya da temaları içerebilir. İşte bu anlatıları birbirinden ayıran onları farklı kılan
yazarın kullandığı dil ve üsluptur. Üslup yazarın dili şekillendirme biçimidir:
“Üslup anlatımın kazandığı biçimdir. Bir metin; dil, imlâ, noktalama, cümle, konu,
zaman, vaka, mekân…vs. gibi bir dizi birimden oluşur. Bunlar bir bakıma metnin ham
malzemeleridir. Bu malzemelerin, ele alınıp işlenmesi, nihayet işlevsel bir mahiyet
kazanması, üslupla mümkün olabilir.”323
Müsameretname’de kullanılan dil ve üslup A.H. Tanpınar’ın da belirttiği üzere
oldukça gevşek ve oturmamış bir yapıya sahiptir.
“Müsameretname’nin üslubu, Ahmet Midhat Efendi’nin ilk hikâyelerinin halk
konuşmasına çok yakın ve vuzuh arzusuyla çözük, âdeta şekilsiz üslubu ile, eski halk
hikâyelerinin üslubu arasındadır. Mamafih son hikâyelere hafif bir Nâmık Kemal tesiri
karışır.”324
Emin Nihat Bey ilk hikâyelerinde yan cümleciklerden oluşan uzun cümleler kullanır.
Tanpınar’ın Namık Kemal’in cümle yapısında belirttiği üzere “(…) ana cümlenin içine
soktuğu tamamlayıcı cümlelerle birkaç misli genişletir, her unsurunu ayrı
benzetmelerle süsler.”325
Emin Nihat Bey’in fiilimsilerle genişlettiği uzun cümlelerini takip etmek, başı ile sonu
arasındaki yargıyı birleştirebilmek oldukça güçtür. Özellikle ilk hikâyesi Binbaşı Rıfat
Bey’in Sergüzeşti iç içe yerleştirilen cümleciklerle yapılmış uzun cümlelerden oluşur.
323 Roman Sanatı I, s. 166. 324 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 289. 325 Müsameretname, s. 433.
183
“Bununla beraber elindeki bir paket gazetenin elsine-i müteferrikayı havi olmasından
kendisi bir fazilet-mende benzediği gibi, bir aralık koynundan çıkararak ağır ağır
karıştırdığı defterli bir cüzdanın bazı sahifelerinde Türkçe ve Fransızca yazılar olup
bir halî varakına kurşun kalemiyle yazdığı birkaç kelimeyi Türkçe olarak tahrir
eylemesi lisan-ı Osmanîye dahi aşinalığına delâlet eylediğinden bir suretle münasebet
aldırarak kendisiyle mükâleme edivermeye kalben rağbet hasıl olmadı değil ise de
şayet müstağni-meşrep ise evsaf-ı mütehalifesine taaccüpte kaldığım bir adamın
nazarında küçük düşmüş olmamak için rağbet-i musahabet öylece kuvvede
kaldığından bari diğer bir münasip kimse ile olsun biraz mükâleme etmek için yer
değiştirmek murat ederek etrafa göz gezdirdiğimde herkes yerlerinde gayet mülâsık
oturduklarını ve kesret-i izdihamdan yerli yerinde ustunç gibi durduklarını gördükçe
mahrumiyet-i refakatten naşî duçar-ı yeis ve kasvet ve olduğum mevkide çarnaçar
mukayyed-i zincir-i sabr u sükûnet olup kalmış idim.”326
Hikâyenin dilini karmaşık bu yapıya sokan bir cümleler daha çok kişi, mekân, durum
betimlemelerinde, duygu ve düşünce açıklamalarında kullanılır. Kitaptaki son
hikâyelerde bu uzun cümlelerin yerini daha anlaşılır ve yapıca daha sağlam kısa
cümleler alır. Öncelikle diyaloglarda oldukça kısa, soru cevap şeklinde daha çok
eksiltili cümleler kullanılır:
Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde;
“- Lütfü Dede! Hayrola?
- Hayır
- Yok yok, sizde bir şey var.
- Artık bir şey, iki şey. Her neyse.
- Nedir Allahasen?
- Ay efendim! Ne ise dedik a.”327
Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde;
“Biçuk korkarak çekine çekine
- Hayır… Hiç… diyebildi.
326 Müsameretname (Cüz: I), s. 6-7. 327 Müsameretname (Cüz: VII), s. 33.
184
-Yok yok. O hangi yiğittir ki gelip de seni benim elimden alacak?
- Hayır… Sanki… Şayet… Karındaşlarım…
- Ne? Karındaşların mı? Heyhey! Onların haberi yok mu sanırsın?
- Acayip, bilirler mi?”328
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’ın Sergüzeşti’nde;
“- Natır Hanım bu ne?
- Efendim gelir.
- Ay nereye gitti.
- Kadınım merak etme! Vallahi gelecek.
- Canım nereye gitti? Onu söylesene.
- Efendim pek mühim bir işi zuhur etti.
- A, hiç böyle vakitte işe güce bakılır mı?
- Efendim çaresiz kalırsa ne yapsın?
- Canım ne oldu, niçin saklıyorsun?
- Ah kadınım efendim! Gelecek diyorum. Şimdi gelir.”329
Bu kısa cümleler daha çok gösterme tekniğinin kullanıldığı sahnelerde kullanılmıştır.
Gerilim ve heyecanın arttığı anlatının ritminin yükseldiği bu sahnelerde sıklıkla
kullanılan bir başka dil özelliği de ikilemelerdir. Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle
Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın paşa ve
adamları tarafından basıldığı sahnede “şangur şungur, şakır şakır, gider gitmez, sıkı sıkı,
yaka paça, zorlaya zorlaya, çekilir çekilmez,” 330 Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Biçuk ve Kabartaylı’nın tabiatla yaptığı mücadele “ince ince, derece
derece, sert sert, ara sıra, beyaz beyaz,” 331 ikilemeleri kullanılır.
Müsameretname’de dikkat çeken bir başka husus da noktalama işaretleridir. Özellikle
‘.’ ‘?’ ‘!’ işaretleri ilk hikâyelerde gelişigüzel ve yanlış yerlerde kullanılmıştır: Bunun
328 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 8. 329 Müsameretname (Cüz: XI), s. 42. 330 Müsameretname (Cüz: III), s. 53-54. 331 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 13.
185
sebebi de noktalama işaretlerinin bu dönemde yeni yeni kullanılmaya başlanılması ve
yazarların bu konuda yeterli bilgiye sahip olmamasıdır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde;
“(…) suret-i mükâlemede muamele-i ihtiramiyeyi derece derece artırmaya mecburiyet
geldi ve bir taraftan (…) kendisinden sual muhalif-i terbiye ve âdet ve hâl olduğundan
bunun zat ve mahiyetine husul-i malumatı! Biraz müddet (…) Boğaziçi’nin
yekdiğerine faik olan yemin ve yesarı görülmeye başladıkça fazilent-mend! Tezyin-i
dide-i tenezzüh eden (…)”332
Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde;
“Ay?!!... O ateş-i aşkıyla nalan ve giryan olduğum maşuka-i züleyha-nigarım Makbule
Hanım değil mi?!!...”333
Son hikâyelere doğru bu işaretlerin kullanımı özellikle diyalog kısımlarında daha
düzenli ve doğru bir hâl almıştır. Bunda artık kısa ve fiilli Fransız cümlesi ile yazmanın
benimsenmeye başlanmasının etkisi vardır. Sağlamlaşan cümle yapısı beraberinde
noktalama işaretlerinin yerli yerinde kullanılmasını getirmiştir.
Emin Nihat Bey’in diyaloglarda ve son hikâyelerde anlatısal metinlerde kullandığı sade
dil, betimlemelerde ve çerçeve hikâyede yerini tamlamalarla kurulmuş süslü bir dile
bırakır. Özellikle sevgililerin birbirine yazdıkları mektuplarda, sevgililerin ve aşkların
anlatılış biçimlerinde, mekân betimlemelerinde sanatkârane bir üslup kullanılır.
Özellikle sevgili konumundaki kadın kahramanlar betimlenirken ‘maşuka-i züleyha-
nigar, duhter-i peripeyker, hüsn-i dilara, gonce-i nevküşade, serv-i reftar’ gibi
kalıplaşmış mazmunlarla anlatılır. Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde
karşılıklı yazılan mektuplar bu üslubun en belirgin örnekleridir.
Emin Nihat Bey’in üslûbunda dikkat çeken bir başka unsur da hikâyelerde sıkça
kullandığı deyim ve atasözleridir. Bir Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan
Sergüzeşti’nde “Bilmediğin atı almaktan istediğin kısrağı almak iyidir.”334 Vasfi Bey ile
332 Müsameretname (Cüz: I), s. 10. 333 Müsameretname (Cüz: III), s. 32. 334 Müsameretname (Cüz: IV), s. 94.
186
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde “Kağıthane, serhat, biz yamak”335, “El elden üstün arşa
çıkınca”, “Gönül düştüğü yerde kaynar.”336, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın
Sergüzeşti’nde “At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz”337,
“Namazda gözü olanın kulağı ezanda olur”338, “Zira insan gülden nazik, taştan
pektir”339 kullanılan bu atasözleri ve deyimler sözlü kültürün Emin Nihat Bey üzerinde
devamlılığının ve bu yıllarda halk kültürüne gösterilen ilginin belirtisidir. Aynı yıllarda
Şinasi Durub-ı Emsal-i Osmaniyi hazırlar. Batı kültürü ile halk kültürünü birleştirmeye
çalışan Şinasi bu eserinde atasözlerini inceler. Emin Nihat Bey’in de zaman zaman
sözlü anlatı geleneğinin etkileri görülen Müsameretname’de halk kültürüne ve
atasözlerine yönelmesi döneminin bir özelliği olarak açıklanabilir.
Eser geleneksel anlatıların dil ve üslubuna yaklaştıran bir başka unsur ise yer yer
okuyucusuna seslenmesi, ona sorular sormasıdır. İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la
Uşşakının Sergüzeşti’nde yazar İhsan Hanım ile Sait Bey’in evliliğinin ardından
masallardaki ve halk hikâyelerindeki sonları hatırlatan tekerlemeleri sıralamıştır:
“Bu sergüzeşt gele gele nihayet ‘Tarafeyn daire-i imkân-ı visale girerek kırk gün kırk
gece düğün dernekle birbirlerine kavuşup onlar ermiş muradına darısı dostlar başına’
netice-i marufesiyle hitam-pezîr olmadığından tezevvüce karar verilmesi üzerine
(…)”340
Emin Nihat Bey kahramanlarını konuştururken kullandıkları dillere meslek, kültür ve
bilgi düzeyi, mizaç farklılıklarını birkaç kişi hariç yansıtmamıştır. Sadece Vasfi Bey İle
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Lütfü Dede’nin üslûbu onun farklı kişiliğinin ve Bir
Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey’in
eğitiminin izleri dil ve üsluplarında görülür. Nacit Bey İngiltere’de yabancı dil ve
edebiyat dersleri alır. Bu nedenle anlatıda sık sık İngilizce kelimeler kullanılır.
Okundukları şekilde yazılan bu kelimelerin Türkçe karşılıkları da dipnot şeklinde sayfa
altında açıklanır:
335 Müsameretname (Cüz: VI), s. 10. 336 age., s. 13. 337 Müsameretname (Cüz: IX), s. 52. 338 age., s. 34. 339 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 63. 340 Müsameretname (Cüz: XI), s. 42.
187
“- Mister miçmen(1) (…)
- Misis Elizabet(2) (…)
(…)
(1) “Mister” efendi “Micmen” mühendis demektir.
(2) “Misis” hanım demektir.341
Hikâyede bunun gibi birçok İngilizce kelimenin Türkçe karşılığı dipnotla verilir.
Fransızcadan tercüme Gerdanlık Hikâyesi’nde de kullanılan Fransızca sözcüklerin
Türkçe karşılığı verilir.
“Bu fitne kardinale dedi, “pedruar”(1) ikisinde (…)
(…)
(1) Şubat342
Dipnotun kullanıldığı bir diğer hikâye de Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’dir.
Burada da Çerkezce birçok sözcüğün Türkçe karşılıkları verilir.
“-Hay çellecuk!(1) (…)
(…)
(…)
(1) Çocuk343
Bütün bu açıklamalar yazarın eğitiminin şekillendirdiği dil ve üslup özelliği olsa
gerektir. Ayrıca yazar bu açıklamaları yaparken okuyucu kitlesini de düşünmüştür.
Yabancı dile uzak, sözlü kültürün etkisinden kurtulmamış beklentileri bu doğrultuda
olan bir okur yapısı Emin Nihat Bey’in dil ve üslup özelliklerinin şekillenmesinde
önemli bir yere sahip olmalıdır.
341 Müsameretname (Cüz: IV), s. 7-8. 342 Müsameretname (Cüz: V), s. 31. 343 Müsameretname (Cüz: VIII), s. 8.
188
SONUÇ
Müsameretname Batılı anlamda modern hikâyeye geçişte ilk basamaklardan biridir.
Çerçeve hikâye kurgusuyla Doğu edebiyatının geleneksel anlatı biçimini, iç hikâyelerin
halk hikâyelerine benzer kurgulama ve anlatımıyla Türk sözlü edebiyat geleneğinin yapı
ve anlatım şeklini, ele alınan güncel ve toplumsal konular ve bu konuların işleniş
tarzıyla Batı edebiyatının modern tavrını bir arada barındıran bir geçiş dönemi eseridir.
Müsameretname’de betimsel, anlatısal, açıklayıcı ve kanıtlayıcı metin türleri yer alır.
Kişi, durum ve mekân betimlemelerinden oluşan betimsel metinler kişi ve mekân
tanıtımında, gelişecek olaylar için hazırlık yapma ve beklenti yaratmakta, atmosfer
oluşturmakta kullanılır. Emin Nihat Bey, bu betimlemeleri realist ve natüralistlerde
olduğu gibi bir araç olarak kullanır. Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde ecnebinin, Bir
Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey’in fiziksel
betimlemeleri onların bazı kişilik özelliklerinin ve millî kimliklerinin verilmesinde bir
araçtır. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet
Efendi’nin odasının betimlemesi gizem ve merak unsurlarının ağır bastığı hikâyede
atmosfer oluşturmada kullanılır. Behçet Efendi’nin bakış açısından verilen bu
betimlemede odadaki en dikkat çekici, gizem ve merak dolu, atmosfere en uygun
unsurlar seçilir ve betimlemenin kendi iç mantığına göre sıralanır.
Emin Nihat Bey mekân ve kişi betimlemelerinin bazılarında divan edebiyatının
kalıplaşmış mazmunlarını kullanırken, bazı mekân ve kişi betimlemelerinde gözlemlere
dayanan realist bir yaklaşım sergiler. Özellikle Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde
ecnebinin, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit
Bey’in, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde de tabiat betimlemeleri oldukça
realist ve yeni çizgiler taşır.
Müsameretname’deki yedi hikâye de anlatısal metne dayanır. Çerçeve öyküsünün
kurgusu Doğu edebiyatına ait Binbirgece Masalları ve Tutiname ile Batı
edebiyatındaki Canterbury Hikâyeleri ve Decameron’nun kurgulama şekline benzer.
189
Gece sohbetlerinde toplanan arkadaşlardan her biri sırası geldikçe bir hikâye anlatır.
Ancak bu çerçeve hikâyenin kurgusu Doğu ve Batı edebiyatına ait örneklere kıyasla
oldukça basittir. Binbirgece Masalları, Decameron gibi eserlerin çerçeve hikâyeleri ne
gibi başlangıç ve bitiş durumlarıyla başlı başına bir olay çerçevesinde oluşurken,
Müsameretname’nin çerçeve öyküsü daha çok Türk sözlü kültür geleneğindeki hikâye
anlatma yönteminden izler taşır.
Müsameretname’de Gerdanlık Hikâyesi hariç diğer altı hikâyenin tamamı geçmişte
yaşanan olaylara dayanır. Gerdanlık Hikâyesi A. H. Tanpınar ve M. N. Özön gibi
isimler tarafından Alexandre Dumas’ın Kraliçenin Gerdanlığı adlı eserinin bir
tercümesi olduğu belirtilir. Ancak bu hikâye tercümeden daha çok telif bir eser gibi
değerlendirilebilir. Çünkü, hikâyenin kurgusu her ne kadar Alexandre Dumas’dan alınsa
da Emin Nihat Bey bu kurguyu yeniden düzenlerken kendi söyleyiş biçimini ve dil
özelliklerini hikâyeye yansıtmıştır.
İç hikâyelerdeki anlatısal metnin iç düzenini oluşturan şahıs kadrosu, yer belirteçleri,
zaman ve durum ifade eden zarf fiiller, sıfat fiiller ve çekimli fiiller mantıksal bir
düzenle hikâyelerin içine yerleştirilir. Olaylar geçmişten başlayarak yaşanılan güne
doğru sıralanır. Bu sıralamayı da fiil çekimlerindeki zaman ifadeleri belirler.
Hikâyelerde anlatısal metne uygun olarak öğrenilen geçmiş zamanın hikâyesi, şimdiki
zamanın hikâyesi ve görülen geçmiş zaman çekimli fiiller kullanılır.
Müsameretname’de Bir Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeş-
ti’nde, Gerdanlık Hikâyesi’nde ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde geçen
yabancı sözcüklerin Türkçe karşılıkları dipnotlar halinde açıklayıcı metinle verilir. Bu
dipnotlarda sözcüklerin Türkçe karşılıkları yanında eğer yer ve nesne isimleriyse
bunların özellikleri de açıklanır.
Müsameretname’de kullanılan bir başka metin türü de kanıtlayıcı metinlerdir. Bir
Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde, Binbaşı Rıfat Bey’in
Sergüzeşti’nde, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım Sergüzeşti’nde ve Faik Bey ile Nuridil
Hanım’ın Sergüzeşti’nde kanıtlayıcı metin örnekleriyle karşılaşılır. Bir Osmanlı Kapta-
nının Bir İngiliz KızıylaVuku Bulan Sergüzeşti’nde annesinin Nacit Bey’i bir Türk
kızıyla evliliğe ikna etme çabalarında, Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde ecnebi ve
kızlarının Rıfat Bey’i Hristiyanlaştırma çalışmalarında, Vasfi Bey ile Mukaddes
190
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Lütfü Dede’nin Vasfi Bey’i intihar etmekten vaz geçirme
gayretlerinde, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Faik Bey’in Mustafa
Efendi’ye minnet duygularını göstermede kanıtlayıcı metin örnekleri görülür.
Geleneksel hikâyelerde anlatılar genellikle ya bir özetle ya da bir açıklama ile başlar.
Müsameretname’nin çerçeve hikâyesi ve Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti ile İhsan
Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti adlı hikâyeler açıklama ile başlar.
Bu açıklamalar geleneksel hikâyelerde olduğu gibi gelişecek olaylar için bir hazırlık
safhasıdır. Çerçeve hikâyedeki açıklamada hikâyenin kurgusu özetlenir. Binbaşı Rıfat
Bey’in Sergüzeşti’nde Boğaziçi ve İstanbul betimlemelerini ve vapur yolculuğu
esnasındaki yolcuların betimlemelerini içeren açıklamalar verilir. İhsan Hanım Yahut
Atiye Hanım’la Uşsakının Sergüzeşti’nde ise Topkapı Sarayı ile Beyazıt Camisine kadar
olan kısımda hazırlanan alay caddesinden ve geçidinden bahsedilir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti, Bir Osmanlı Kaptanın
Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti
ve Gerdanlık Hikâyesi adlı hikâyeler özetle başlar. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile
Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi Makbule Hanım’a olan aşkını ailesini,
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey
mühendis oluşunu, İngiltere’ye gönderilmesini ve Elizabet’e olan aşkını, Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey eğitimini, oturduğu semti ve Mukaddes
Hanım’a olan aşkını özetler. Gerdanlık Hikâyesi’nin Mecmua-i Kıtaat-ı Tevarih
Gerdanlık Hikâyesi’ adlı başlangıcında Fransa Kralı XIV Lui ve XVI Lui’den, ülkenin
sosyal ve ekonomik durumundan bahsedilir. Bu özette anlatı içinde açıklayıcı olan bir
takım ayrıntılarla birlikte olaylar kısaca özetlenir.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı hikâyenin başlangıcı diğer hikâyelerden
farklı olarak yine geleneksel hikâye başlangıçlarından biri olan anlatının ortadan
başlaması şeklindedir. Bu hikâye Biçuk ve Kabartaylı’nın Anapa yolculuğu esnasında
başlar. Daha sonra Biçuk hakkında bilgi verilir. Anlatının devamında, Biçuk ve
Kabartaylı’nın diyaloglarında hikâyeyi başlatan ilk olaya dönülür. Ardından anlatıya
kalınan yerden devam edilir.
Müsameretname’de yer alan açık ve kapalı mekânlar genellikle atmosfer oluşturmada,
kişi tanıtımlarında ve tabiat-insan ilişkisini yansıtmada araç olarak kullanılır. Bu
191
mekânların hepsi dış dünyadan alınan yerlerdir. İsimleri gibi özelliklerinin çoğu da
gerçek dünyadaki yerlerle özdeştir. Ancak bunlar gerçek mekânların anlatı içine aynen
aktarımı değildir. Yeniden oluşturulmuş kurgu mekânlardır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde kapalı mekân olarak ecnebinin evinin salonu ve
küçük kızının yatak odası kullanılır. Özellikle yatak odası Rıfat Bey’i Hristiyanlaştırma
emeli güden ecnebi ve kızlarının amaçları doğrultusunda hazırlanmıştır. Bu yatak odası
betimlemesinde en dikkat çekici unsur odanın ortasındaki büyük ve süslü yataktır.
Bir Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde betimlenen kapalı
mekân Nacit Bey’in annesinin salonu ve buradaki eşyalar ile bu eşyaların yerleşim
şeklidir. Bu mekân ve eşya seçimindeki amaç iki medeniyet dairesi arasındaki
farklılıkarı ortaya koymaktır. Salonda Nacit Bey’in annesine ait eşyalar Doğu
medeniyetini, Nacit Bey’in İngiltere’den getirdiği eşyalar ise Batı medeniyetini temsil
eder. Bu mekânda dikkat çekici olan Nacit Bey’in annesinin, eşyaların yerleriyle ilgili
tutumudur. Nacit Bey’in annesi kendine ait eşyaları salonun en güzel ve yüksek
köşelerine yerleştirirken, Nacit Bey’in İngiltere’den getirdiği eşyaları en önemsiz ve
aşağı köşelere koyar. Bu eşyalar ve konumları Nacit Bey’in annesinin düşünce yapısını
ve bakış açısını yansıtmak amacıyla kullanılır.
Batıya yönelişin izleri görülen Müsameretname’de memleket sınırlarının dışına çıkılır.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti İngiltere’de başlar ve
olayların çoğu burada geçer. Gerdanlık Hikâyesi’nde kullanılan mekân Fransa’dır. Bu
iki hikâyede de mekân betimlemeleri yapılmaz, mekândan bahsedilmez. Sadece isimleri
geçer. Bu mekânları görmeyen, daha çok okuduğu eserlerden tanıyan yazarın böyle bir
tutum sergilemesi oldukça normaldir.
Müsameretname’de canlı ve gerçekci bir tavırla ele alınan tek tabiat betimlemesi Faik
Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Anapa yolculuğu esnasındaki manzaralardır.
Soğuk kış günlerinde yapılan bu yolculuk esnasında anlatıcı kötü hava koşullarını ve
tabiat özelliklerini gözleme dayalı olarak realist bir şekilde betimler. Bu mekân, tabiat-
insan mücadelesinin verilmesinde kullanılır. Biçuk ve Kabartaylı, tabiat karşısında aciz
kalır ve canlarını kurtarabilmek için daha güvenli olan kulübeye sığınırlar. Yazar
buradaki tabiat manzaralarını bir çok duyu organını ve hareket ifade eden sözcükleri
kullanarak canlandırır. Bu mekânın verilmesindeki bir başka amaç da kişi
192
tanımlamasına yardımcı olmaktır. Tabiatın kötü ve sert koşulları Kabartaylı’nın kişilik
özelliklerini yansıtır.
Müsameretname’de en fazla üzerinde durulan açık mekân İstanbul’dur. Memleket
sınırlarının dışına çıkmaya çalışan yazar her ne kadar Batıya ait mekân isimlerini
kullansa da hiç birisini İstanbul gibi betimlememiştir.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti, Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın
Sergüzeşti, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın
Sergüzeşti’nin ikinci bölümü, İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti,
adlı hikâyelerin geçtiği mekân İstanbul’dur. Özellikle Binbaşı Rıfat Bey’in
Sergüzeşti’nde ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde İstanbul’un
betimlemesi denizden yapılır. Her iki hikâyede betimlemeyi yapan kişiler yabancıdır.
Hayranlıkla yapılan bu betimlemelerde İstanbul’un jeopolitik konumu üzerinde durulur
ve başka yerlerle mukayese edilmeyecek kadar güzel ve değerli olduğu belirtilir. Bu
mekân kullanımı ve betimlemeleri daha çok yazarın hayranlığının, bakış açısının ve
kendisini hâlâ yerlilikten kurtaramamasının izlerini taşır.
Müsameretname’deki mekânların bazıları engelleyici eyleyen durumundayken bazıları
da yardımcı eyleyen durumundadır. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Girit ve Bosna, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Trabzon, Bir Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan
Sergüzeşti’nde İstanbul ve Hindistan engelleyici rol üstlenen mekânlardır.
Hikâyelerdeki bu mekânlar iki sevgili arasına girerek onları birbirinden ayırır. İlk
hikâyede Behçet Efendi halk hikâyelerinde olduğu gibi sevgilisi Makbule Hanım’la
evlenebilmek amacıyla gerekli olan parayı kazanmak için gurbete çıkar ve Girit’e gider.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde ise Makbule Hanım babasının tayini
nedeniyle Trabzon’a gitmek zorunda kalır. Bu hikâyede dikkat çekici olan baş
kahraman Vasfi Bey’in, mekânın insan üzerindeki etkisi, önemi ve işlevi üzerinde
durmasıdır. Vasfi Bey mekânın insanları birleştiren bir unsur olduğunu belirtir.
Müsameretname’de yardımcı eyleyen olarak kullanılan mekânlar ise Kapı Kethüdası
Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve Vasfi Bey ile Mukaddes
Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde kız ve
erkek çocukların on dört on beş yaşına kadar birlikte okudukları sıbyan mektepleri, Bir
193
Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde yine eğitim faaliyeti
verilen Elizabet’in evi, Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde binilen vapur ve İhsan
Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde Tırhala’daki çiftliktir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde kız ve erkek çocuklarının birlikte oldukları sıbyan
mektepleri, divan edebiyatına ve halk edebiyatına ait hikâyelerdeki aynı okulda okurken
birbirine âşık olan kız ve erkek motiflerindeki görevi üstlenirler. İkinci hikâyede Vasfi
Bey o dönen sıbyan mektepleri üzerinde durur ve kızlarla erkeklerin karşılaştıkları,
birlikte zaman geçirebildikleri tek yerin bu mektepler olduğunu belirtir.
Müsameretname’de yer alan yedi hikâyenin de öyküleme zamanı kurmaca zamanından
sonra gerçekleşir. Çünkü bu hikâyelerin hepsi daha önceden olmuş olayların geriye
sapımlarla anlatılmasına dayanır. Bu tür öyküleme çeşidine de artsüremsel öyküleme
denir. Hikâyelerde artsüremsel öykülemeye uygun olarak öyküleme zamanı ile kurmaca
zamanı arasında bir zaman aralığı verilir. Bu zaman aralığı da hikâyelerin sonunda
verilen öyküleme tarihlerinden anlaşılır. Kurgu zamanları ise hikâyelerin içlerinde
verilen tarih, yaş ve zaman ifadelerinden çıkarılır. Hemen hemen hikâyelerin hepsinde
kahramanların yaşları, anlatının başında ve sonunda belirtilir. Bu da hikâyelerin
kurgulama zamanını açıklar.
Müsameretname’de kullanılan başka bir öyküleme çeşidi, önsüremsel öykülemedir.
Gelecek planlarının yapıldığı, hayallerin kurulduğu Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile
Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vali Paşanın Behçet Efendi’ye yönelik vaat ve
evlilik tekliflerinde, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey’in
Hüsrev’le geleceğe yönelik yaptığı planlarda, yine bu hikâyede Lütfü Dede ve falcı
kadının geleceğe dair açıklamalarında önsüremsel öyküleme kullanılır.
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın
Sergüzeşti’nde kurmaca zamanı öyküleme zamanından önce başlarken hikâyelerin
sonunda kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı birbiriyle paralellik gösterir. Bu tür
öyküleme çeşitlerine ‘paralel-eşsüremsel’ öyküleme denir. Daha çok mektup tarzı
romanlarda ve günlüklerde görülen katılımsal öykülemeye ise Bir Osmanlı Kaptanın
Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti,
194
İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti adlı hikâyelerdeki mektuplar
örnek verilebilir.
Müsameretname’de zamanda geriye sapımların tamamı hikâyelerin sonlarında görülür.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Makbule Hanım,
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Mukaddes Hanım adına kalfası Cevri,
Kalfa, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Nuridil Hanım geriye sapımlarla
açtıkları mazi koridorlarında sevgililerinden ayrı geçen dönemlerde yaşadıkları olayları
anlatırlar. Hikâyelerin sonlarını hazırlayan bu geriye sapımların tamamını kadın
kahramanlar yaparlar.
Emin Nihat Bey hikâyelerinde sahne, özetleme ve eksilti gibi teknikler kullanarak
anlatının ritmini artırırken, kimi zaman da duraklamalar yaparak anlatının ritmini
düşürür. Hikâyelerdeki kişi ve mekân betimlemeleri, fikir, dönem ve zaman
açıklamaları anlatının ritmini düşüren duraklamalardır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde Rıfat Bey ve ecnebinin kızları arasında geçen
diyaloglardan oluşan sahne, Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Vali Paşa ve adamları tarafından
basıldığı sahne, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey ve Cevri
Kalfa’nın diyaloglarından oluşan sahne, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde
Biçuk ve Kabartaylı’nın tabiatla mücadelelerini içeren sahneler ve İhsan Hanım Yahut
Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde Atiye’nin alay caddesinde kaybolduğu sahne
oldukça canlı ve hareketlidir. Bu sahnelerde anlatının ritmi yükseltilerek gerilim ve
merak dolu bir ortam yaratılır. Yazar sahne tekniğini kullandığı bu metinlerde
hikâyelerin diğer kısımlarına göre daha başarılıdır.
Müsameretname’de anlatının ritmini artırmakta başarıyla kullanılan tekniklerden biri
de eksiltidir. Yazar zaman konusunda seçici davranarak bir takım atlamalar yapar.
Kurgulama zamanı oldukça geniş olan hikâyelerde modern bir yazar tavrıyla anlatısı
için gerekli olan zaman dilimlerini ve olayları seçer, diğer ayrıntıları eksilti kullanarak
atlar.
Müsameretname’deki yedi hikâyenin tıpkı başlangıçları gibi sonları da geleneksel
anlatıların sonlarıyla benzerlikler gösterir. Hikâyeler, masal, divan ve halk edebiyatına
195
dahil hikâyelerde olduğu gibi ya kapalı uçlu mutlu sonla ya da kapalı uçlu mutsuz sonla
biter.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti, Bir Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan
Sergüzeşti, Gerdanlık Hikâyesi, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti, Faik Bey
ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti ve İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının
Sergüzeşti adlı hikâyeler kapalı uçlu mutlu sonla biter.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nde Rıfat Bey sunulan bütün cazip tekliflere rağmen
Hristiyan olmaz. İnançlarına bağlılığını sergileyerek doğru yoldan ayrılmaz. Bir
Osmanlı Kaptanın Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nin sonu da bu hikâyenin
sonuna benzer. Nacit Bey Elizabet ile arasındaki inanç ve medeniyet farkını anlar.
Elizabet’ten vaz geçerek vatanında kalır. O da tıpkı Rıfat Bey gibi inançlarından,
geleneklerinden ve yaşam biçiminden ödün vermeyerek seçimini yapar.
Gerdanlık Hikâyesi’ndeki mutlu son ise ilahî adaletin yerini bulmasıyla gerçekleşir.
Herkesi dolandıran Madam Dö Lamot, eşi ve arkadaşları hikâyenin sonunda
cezalandırılır. Mağdur olan Kardinal’in suçsuz olduğu anlaşılır. Masallarda olduğu gibi
kötüler cezasını bulur. Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti ve Faik Bey ile
Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti halk hikâyelerinde olduğu gibi sevgililerin kavuşmasıyla
oluşan mutlu sonla biter. Son hikâye İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının
Sergüzeşti’ndeki mutlu son da, İhsan Hanım’ın kötü giden evliliğini bitirerek Tahsin
Bey’le evlenmesi ve ailesine kavuşmasıyla gerçekleşir. Yazar hikâyelerdeki bu mutlu
sonların hepsinde bütün düğümleri ve olayları çözerek, kişiler hakkında bilgi vererek
kapalı uçlu bir bitiş yapar. Okuyucuya merak edilecek ya da düşünülecek bir durum
bırakmaz.
Müsameretname’de kapalı uçlu mutsuz sonla biten tek hikâye Kapı Kethüdası Behçet
Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’dir. Hikâye geleneksel anlatılarda olduğu gibi
iki sevgilinin kavuştuğu anda kadın kahramanın ölmesiyle sonuçlanır. Yazar burada da
diğer hikâyelerde olduğu gibi her şeyi açıklayarak kapalı uçlu bir bitiş yapar.
Müsameretname’de Bin başı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nin ve Gerdanlık Hikâyesi’nin
tamamında, diğer hikâyelerin de genelinde çizgisel anlatı kullanılır. Bu iki hikâyede
kurmaca zamanında gerçekleşen olaylar öyküleme zamanında da aynı sırayı takip eder.
Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit Bey’in
196
Hindistan’a yaptığı on sekiz aylık gemi yolculuğu, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Vasfi Bey’in Mukaddes Hanım’ı görebilmek için haftalarca yaptığı
Kağıthane gezileri, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Nuridil’in
İstanbul’dan ayrıldıktan sonra geçirdiği aylar eksiltili çizgisel anlatıyla verilir. Yazar bu
hikâyelerde kurgu açısından çok önemli olmayan ayrıntıları ve olayları atlar. Çizgisel
olmayan anlatı türünün kullanıldığı tek hikâye ise Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın
Sergüzeşti’dir. Kurmaca zamanı ile öyküleme zamanı birbirinden farklıdır. Anlatıcı
öyküleme yaparken kurmacadaki ilk olaydan başlamaz. Öyküleme zamanı başladıktan
bir müddet sonra kurmaca zamanındaki ilk olay verilir. Hikâyelerde kullanılan son
anlatı türü de paralel eş zamanlı anlatıdır. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Makbule Hanım’ın, Behçet Efendi’nin odasının etrafında
gezindiği metinlerde, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Biçuk ve
Kabartaylının çoban kulübesine girmeye çalışırken kapıdaki köpeği nasıl atlattıklarının
anlatıldığı metinlerde paralel eş zamanlı anlatı kullanılır. Hikâyelerdeki bu anlatılarda
olaylar ve hareketler kurgulama ve öyküleme zamanında paralellik gösterir.
Müsameretname’nin çerçeve hikâyeleri ve iç hikâyeleri birden çok oluntu ve
dönüşümden oluşur. Oluntu içinde en az bir dönüşüm içeren, kendi başına bir anlatı
oluşturabilen metin parçasıdır. Her oluntunun bir başlangıç bir de bitiş durumu vardır.
Başlangıç durumundan bitiş durumuna geçişi sağlayan olaylar da dönüşümlerdir. Yani
oluntular, hikâyelerin olay örgüsünü karşılarken olay örgüsündeki her bir olay da bir
dönüşümü karşılar.
Müsameretname’nin çerçeve hikâyesinden iç hikâyelere geçilirken birbirinin devamı
olan birden fazla genel dönüşüm kullanılır. Bu birbirini izleyen dönüşüm çeşidinde ilk
genel dönüşümün bitiş durumu ikinci genel dönüşümün başlangıç durumunu oluşturur.
Çerçeve hikâyeden iç hikâyeye geçilirken anlatıcının değişmesi çerçeve hikâyeyi
durdururken iç hikâyeyi başlatır. Aynı durum iç hikâyelerden çerçeve hikâyeye
geçerken de ortaya çıkar. İç hikâyelerin kurgusunu ise birden çok genel dönüşüm ve bu
genel dönüşümlere yardımcı olan destekleyici dönüşümler oluşturur.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti, Vasfi Bey ile
Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti ve Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti adlı
hikâyelerin kurgusunu oluşturan oluntu ve dönüşümler halk hikâyelerinin olaya dayalı
kurgularıyla benzerlikler gösterir. Bu üç aşk hikâyesinde de halk hikâyelerinde
197
karşılaşılan dönüşüm ve oluntular görülür. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule
Hanım’ın Sergüzeşti’nde ve Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde genç kız
ve erkekler mektepte karşılaşır ve birbirlerine âşık olurlar. Mekân değişimleri –gurbete
çıkma- ve karşıt güçler tarafından ayrılmak zorunda kalırlar. Bütün engellere rağmen
aşklarına sadık kalan sevgililer hikâyelerin sonlarında birbirine kavuşurlar.
Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nin olaya dayalı kurgusunda aşkla birlikte
işlenen bir başka tema da esarettir. Bu nedenle hikâyenin oluntu ve dönüşüm çizgisi
biraz daha farklı seyreder. Faik Bey Nuridil Hanım’ı tedavi ederken iki genç birbirine
âşık olur. Sevgililerin esir olması birbirlerine kavuşmalarında birinci derecede engeldir.
Ancak burada esaretin engel olma durumu daha çok Nuridil Hanım’ın üzerinden
gösterilir. Çünkü Faik Bey sahibi Esat Efendi için esirden çok bir evlattır, çevresindeki
diğer insanlar gibi bir yaşam sürdürür. Onun Nuridil’e kavuşamamasındaki tek engel
paradır. Bu da daha çok Nuridil’in esaretinden kaynaklanan bir durumdur. Yazar
döneminde oldukça sık işlenen bir temayı Tanzimatla birlikte değişen ve esnekleşen
yapısıyla, yavaş yavaş yerleşmeye başlayan yeni bir tutumla ele alır ve bunu Faik
Bey’in esirlik durumuna yansıtır.
Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti’nin ve Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku
Bulan Sergüzeşti’nin oluntu ve dönüşümleri Batıyla temas eden Türk toplumunu daha
çok Türk erkeğini tehdit eden Hristiyanlaştırma teması üzerine kurulur. Ancak Emin
Nihat Bey bu yeni ve güncel konuyu işlerken kurguyu oluşturan dönüşümleri birdenbire
verir. Özellikle ikinci hikâyede Nacit Bey Elizabet’e duyduğu büyük aşka ve annesine
bütün karşı koyuşlarına rağmen aniden fikirleri değişir ve vatanında kalarak Elizabet’ten
vaz geçer. Bu hikâyelerde kahramanların yaşadığı değişim ve çatışmalardan hiç
bahsedilmez. Bu da anlatının gerçekçi yapısını bozar.
Müsameretname’nin son hikâyeyi İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının
Sergüzeşti adlı hikâyenin oluntu ve dönüşümleri dönemine göre daha yeni ve farklı olan
evlilik ve boşanma temaları üzerine dayanır. Mutsuz bir evlilik sürdüren İhsan Hanım
eşi Sait Bey’den boşanır. Boşanma o dönem Türk toplumunda bir kadının
gerçekleştirebileceği en zor ve yeni olaylardan biridir. Emin Nihat Bey diğer
hikâyelerindeki aşklara göre bu hikâyede İhsan Hanım ve Sait Bey’in birbirlerine karşı
olan duygularını daha gerçekçi ve başarılı işler. Evliliğin başında eşlerin birbirlerine
198
hissettiği aşk –daha çok İhsan Hanım tarafından- Sait Bey’in ihanetlerinden sonra azalır
ve yerini nefret duygusuna bırakır.
Müsameretname’de sıfır odaklayım, dış odaklayım ve iç odaklayım bakış açısı
çeşitleri kullanılır. Müsameretname’nin çerçeve hikâyesinde sıfır odaklayımı kullanan
yazar kendisini anlatıdan soyutlayamaz ve kendi bakış açısıyla hikâyeyi şekillendirir.
Müsameretname’de yer alacak hikâye sayısı hakkında bilgiler verir.
Dış odaklayımın kullanıldığı tek hikâye Gerdanlık Hikâyesi’dir. Anlatıcı Hamparsun
Ağa olayların içinde yer almaz. Ancak Hamparsun Ağa dış odaklayımın olayları bir
kamera gibi yorumsuz anlatılması ilkesine uymaz. Zaman zaman anlatıya müdahale
ederek okuyucuya seslenir. Eseri tercüme olmaktan çıkaran taraf da budur.
Müsameretname’de ben anlatıcı tiplerinin kullanıldığı diğer altı hikâyede iç
odaklayımdan söz edilebilir. Bu hikâyelerde olay, kişi, zaman ve mekân unsurları
anlatıcıların bakış açılarından verilir. Daha çok kahraman bakış açısı olduğu için dış
odaklayım ve sıfır odaklayıma göre daha sınırlı bir bakış açısıdır.
Müsameretname’deki anlatıcı tiplerinde hem halk ve divan edebiyatına ait
hikâyelerden gelen geleneksel unsurlar hem de Batıdan alınan modern unsurlar bir arada
yer alır. Hikâyelerde geleneksel anlatıcı tiplerinde olduğu gibi olaylara hâkim, anlatıya
müdahale eden anlatıcı tipleriyle karşılaşılır. Bununla birlikte Emin Nihat Bey
geleneksel anlatılarda en çok kullanılan üçüncü şahıs ‘o’ anlatıcı yerine ‘ben’ anlatıcı
çeşitlerini de kullanarak modern bir tutum sergiler.
Müsameretname’de sözlü kültürün en belirgin izleri anlatma tekniğinde görülür.
Müsameretname’nin çerçeve kurgusundaki hikâye anlatma tekniği topluluk önünde
anlatılan meddah hikâyelerinin anlatım tekniğine benzer. Ancak buradaki dinleyici
konumundaki diğer hikâye anlatıcıları sözlü gelenekteki dinleyiciler gibi hikâyelere
müdahale etmezler. Anlatma tekniğini sözlü kültür geleneğine yaklaştıran bir başka
özellik de Müsameretname’deki hikâye anlatıcılarının tamamının erkek olmasıdır.
Emin Nihat Bey hikâyelerindeki kahramanlarına, adları, yaşları, fiziksel, kişilik ve dil
özellikleri ve becerileriyle anlatı dünyasında gerçek birer insan özelliği kazandırmaya
çalışır. Ancak bu kahramanlar gerçek yaşamdaki insanlardan birçok yönlerden ayrılırlar.
Bu kahramanlar gerçek insanların yaşamsal ihtiyaçlarının hemen hemen hiçbirini yerine
getirmezler.
199
Müsameretname’deki anlatı kişileri görev ve durumlarına göre baş kahramanlar, ikinci
derecede önemli kahramanlar ve arada bir görünen, sadece adı geçen önemsiz kişiler
olarak sınıflandırılabilir. Baş kahramanlar anlatıların merkezinde olan kişilerdir. Bunlar
hikâyelere adlarını veren kadın ve erkek kahramanlardır. Bu baş kahramanlar ve ikinci
derecede önemli kahramanlar sözlü gelenek ürünlerinden ve divan edebiyatına ait
mensur ve manzum hikâyelerden gelme tiplerin biraz daha modernleşmiş şekilleridir.
Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti’nde Behçet Efendi,
Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde Vasfi Bey, Faik Bey ile Nuridil
Hanım’ın Sergüzeşti’nde Faik Bey halk hikâyelerinden gelme âşık tipleri gibi fiziksel
özellikleriyle idealize edilen, manevi değerler bakımından da yüceltilen tiplerdir. Bu üç
kahramanın da yaşam öykülerini halk hikâyelerinde olduğu gibi yaşadıkları aşklar
şekillendirir. Ancak bu kişiler halk hikâyelerindeki âşık kadar güçlü ve mücadeleci
tipler değillerdir. Karşılarına çıkan engeller karşısında mücadele etmek yerine çoğu
zaman kabuklarına çekilerek umutsuzluğa kapılırlar.
Müsameretname’de kadın baş kahramanlar da masallardan ve halk hikâyelerinden
gelme özellikler taşırlar. Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım’ın
Sergüzeşti’nde Makbule Hanım, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti’nde
Mukaddes Hanım, Faik Bey ile Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti’nde Nuridil Hanım bu tip
kadın kahramanlardır. Bunlar geleneksel anlatılardaki kadın tiplerinde olduğu gibi
aşklarına hayatları pahasına sadık kalan ve namuslu kadınlardır.
Müsameretname’de bu geleneksel anlatılardan gelme kadın ve erkek tiplerinin yanında
modern çizgiler taşıyan kahramanlar vardır. Müsameretname’deki en modern kadın ve
erkek kahraman İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti’nde İhsan
Hanım, Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti’nde Nacit
Bey’dir. İhsan Hanım kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadındır. Yaşadığı mutsuz
evlilik yüzünden bir köşeye çekilip kaderine boyun eğmek yerine sorunların üzerine
gider. Bütün çabalarına rağmen değiştiremediği kocası Sait Bey’den boşanır. Bütün bu
özellikleriyle modern ve güçlü Türk kadınının ilk adımlarını atar. Müsameret-
name’deki en modern erkek kahraman da Nacit Bey’dir. Nacit Bey Avrupa’da eğitim
görür ve orada yabancı dil ve edebiyat dersleri alır. Bir nevi o dönemdeki Osmanlı
aydınlarını temsil eden bir tiptir.
200
Müsameretname’nin bir geçiş dönemi eseri olması onun diline de yansır. Özellikle ilk
hikâyelerde kişi ve mekân betimlemelerinde divan edebiyatının kalıplaşmış mazmunları
ve tamlamalarla süslü dili hâkimken, son hikâyelerde diyaloglarda, kişi ve mekân
betimlemelerinde sade, konuşma diline yakın bir dil kullanılır. Yine ilk hikâyelerdeki
uzun ve yapıca bozuk cümlelerin yerini son hikâyelere doğru kısa ve sağlam yapılı
cümleler alır. Dildeki bir başka düzensizlik noktalama işaretlerinde görülür. İlk
hikâyelerde gelişigüzel ve yanlış kullanılan (., ?, !) gibi noktalama işaretleri son
hikâyelerde daha doğru bir şekle ulaşır.
Emin Nihat Bey’in üslubu meddah hikâyelerinin etkilerini taşır. Yazar okuyucuya
seslenir, bazen sorular sorar ve anlatıya müdahale eder. Kahramanlarına sık sık
atasözleri söylettirir ve ders verdirerek öğütlerde bulundurur.
201
KAYNAKLAR
Aktaş, Şerif; Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1998.
Alpaslan, Gonca Gökalp; XIX. Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Sözlü Kültür Etkileri,
T.C Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.
Alptekin, Ali Berat; Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Akçağ Yayınları, Ankara 1997.
Bachelard, Gaston; Mekânın Poetikası, Kesit Yayınları, İstanbul 1996.
Bates, H.E; Yazınsal Bir Tür Olarak Kısa Öykü, (çev. Gökçen Ezber), Bilge Kültür
Sanat, İstanbul 2001.
Boratav, Pertev Naili; Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Adam Yayınları,
İstanbul 1988.
Boynukara, Hasan; “Ömer Seyfettin’in Hikâyelerinde Girişler ve Bitişler”, Ömer
Seyfettin’i Yeniden Okumak, (hzl. Hülya Argunşah; Ayşe Demir) Erciyes
Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2006, s. 69-81.
Demir, Yavuz; Zaman Zaman İçinde Roman Roman İçinde: Müşâhedât, Dergah
Yayınları, İstanbul 2002.
Emin Nihat Bey, “Binbaşı Rıfat Bey’in Sergüzeşti”, Müsameretname (Cüz:1), Ahmet
Midhat Efendi Matbaası, İstanbul 1289.
Emin Nihat Bey, “Kapı Kethüdası Behçet Efendi İle Makbule Hanım’ın Sergüzeşti”
Müsameretname (Cüz II-III), İstanbul 1289.
Emin Nihat Bey, “Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti”
Müsameretname (Cüz: IV), Hacı Mustafa Efendi Matbaası, İstanbul 1289.
Emin Nihat Bey, “Gerdanlık Hikâyesi” Müsameretname (Cüz: V), Hacı Mustafa
Efendi Matbaası, İstanbul 1290.
Emin Nihat Bey, “Vasfi Bey İle Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti” Müsameretname
(Cüz: VI-VII), Hacı Mustafa Efendi Matbaası, İstanbul 1290.
Emin Nihat Bey, “Faik Bey İle Nuridil Hanım’ın Sergüzeşti” Müsameretname (Cüz:
VII-IX), Hacı Mustafa Efendi Matbaası, İstanbul 1292.
202
Emin Nihat Bey, “İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım’la Uşşakının Sergüzeşti”
Müsameretname (Cüz: X-XII), Tasvir-i Efkâr Matbaası, İstanbul 1292.
Forster, E.M; Roman Sanatı, (çev. Ünal Aytür), Adam Yayınları, İstanbul 2000.
İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Neşriyat, İstanbul 1998.
Kıran, Zeynel; Kıran Ayşe(Eziler); Yazınsal Okuma Süreçleri, Seçkin Yayınevi,
Ankara 2000.
Kudret, Cevdet; Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, İnkılâp Kitabevi, İstanbul
1987.
Müsâmeretnâme Gece Hikâyeleri; (hzl. Salih Okumuş) Şule Yayınları, İstanbul 2002.
Müsameretname; (hzl. Sabahattin Çağın; Fazıl Gökçek) Özgür Yayınları, İstanbul
2003.
Tanpınar, Ahmet Hamdi; 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul
1997.
Tekin, Mehmet; Roman Sanatı, Ötüken Yayınları, İstanbul 2001.
Uzun; M. İsmet; Gece Hikâyeleri Müsameretname, Tercüman 1001 Temel Eser,
1973.
Wellek, Rene; Warren, Austin; Edebiyat Teorisi, (çev. Ömer Faruk Huyugüzel)
Akademi Kitabevi, İzmir 1993.
203
ÖZGEÇMİŞ
1978 yılında Kayseri’de doğdu. İlköğrenimini Cengiz Topel İlkokulu’nda, ortaokulu
Kadı Burhanettin Orta Okulu’nda, liseyi de Kayseri Lisesi’nde tamamladı. 2001 yılında
Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden
mezun oldu. Aynı yıl kendi bölümünde Yeni Türk Edebiyatı bilim dalında yüksek
lisansa başladı. Halen Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Mehmet Akif Ersoy Lisesi’nde
Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yapmaktadır.
Adres :
Bahçelievler Mh. Aslaner Sit.
Ozan Apt. A Blok Kat: 2 No: 8
Talas/KAYSERİ
Tel: 0352 437 22 50