Upload
others
View
2
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK EDEBİYATI ANABİLİM DALI
HALK EDEBİYATI BİLİM DALI
XIX. YÜZYIL SOSYAL VE SİYASİ OLAYLARININ
ÂŞIK EDEBİYATINA YANSIMALARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Demet ÇORUK
Tez Danışmanı
Yard. Doç. Dr. F. Ahsen TURAN
Ankara - 2007
i
ÖNSÖZ
“XIX. yüzyıl Sosyal ve Siyasi Olaylarının Âşık Edebiyatına
Yansımaları” adlı tezimizde, devrin sosyal ve siyasi olaylarının aşığın duygu
ve düşünce dünyasından geçerek, eserine nasıl yansıdığını tespit ettik. Bu
yüzyılı seçmemizin nedeni hem âşık edebiyatı açısından parlak bir devre
olması, pek çok âşık yetişmesi hem de Osmanlı Devleti’ndeki çözülmeye
bağlı olarak sosyal ve siyasi olaylar bakımından pek çok malzeme
barındırmasıdır.
Çalışmamızda, öncelikle XIX.yüzyıl âşık edebiyatı hakkında bilgi
verdik, ardından da yüzyılın sosyal ve siyasi olaylarını belirledik. Daha
sonraki bölümlerde ise bu olayların şiirlere nasıl yansıdığını kronolojik olarak
gösterdik.
Bu çalışmada incelediğimiz şiirler bize halkın umutları, istekleri,
duyguları, değer verdiği kişiler, olaylara bakış açıları hakkında önemli bilgiler
vermiştir. Yine çalışmamızda önemli bir yer tutan destanlar, tarihe pek çok
açıdan ışık tutmaktadır. Yaşanan hadiseleri kendi dünyasından süzerek dile
getiren şair, hadiselerin halk üzerindeki yansımalarını ortaya koyar. Ancak
burada ele alınan hadiselere tamamen tarih gözüyle bakmamak gerekir.
Çünkü işin içine kişisel düşünce ve duygular girer, bu da tarihi objektiflikten
uzaklaştırır. Burada karşımıza çıkan subjektif bir tarihtir. Ama bu, tarihsel
hadiseleri açıklarken bu şiirlerden yararlanamayacağımız anlamına gelmez.
Yine çalışmamızda göze çarpan bir başka nokta ise, âşıkların kitleleri
peşinden sürükleyebilme gücüne sahip olmasıdır. Bu nedenle çok önemli bir
misyona sahip olan âşıklara, padişahlar tarafından da büyük ilgi
gösterilmiştir. Âşıkların bu gücü tartışılmaz olarak herkesçe kabul
edilmektedir.
Çalışmamız, âşıkların devrin sosyal ve siyasi olaylarına büyük
duyarlılık gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu duyarlılıkla ele alınan eserler,
yüzyıla ayna tutmaktadır. Bizzat olaylara tanık olmuş bireylerin belleğe dayalı
anlatıları, tarihsel çalışmalar için önemli malzemedir.
ii
Hazırladığımız çalışmada “Tarihi Yeniden Kurma Kuramı”ndan
yararlandık ve eserleri bu kuram doğrultusunda inceledik. Çalışmamızı XIX.
yüzyıl ile sınırlı tuttuk ve kronolojik sıraya dikkat ettik. Amacımız edebi
eserlerin tarihe kaynaklık edebileceği ve bu amaçla edebi eserlerden
yararlanabileceğini ortaya koymaktır.
Çalışmamızda bana her konuda yardımcı olan, fikir veren, bilgi ve
tecrübelerinden yararlandığım değerli hocam Yrd. Doç. Dr. Fatma Ahsen
TURAN’a teşekkürlerimi sunarım.
iii
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ………………………………………………………………………………..i İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………iii KISALTMALAR……………………………………………………………………..v GİRİŞ…………………………………………………………………………………1
I.BÖLÜM
1. XIX.YY AŞIK EDEBİYATI……………………………………............................4
II.BÖLÜM 2. XIX.YY SOSYAL VE SİYASİ OLAYLARI……………………………………11 2.1. III.SELİM DÖNEMİ………………………………………………………...11 2.2. II.MAHMUT DÖNEMİ……………………………………………………..12 2.3. ABDÜLMECİT DÖNEMİ………………………………………………….14 2.4. ABDÜLAZİZ DÖNEMİ…………………………………………………….17 2.5. V.MURAT DÖNEMİ……………………………………………………….19 2.6. II.ABDÜLHAMİT DÖNEMİ……………………………………………….19
III.BÖLÜM 3. KÜLTÜREL VE İLETİŞİMSEL BELLEĞİN İCRACILARI OZANLARIN DİLİNDEN XIX.YY SİYASİ OLAYLARI……………………………………...…24 3.1. FRANSA’NIN MISIR’I İŞGALİ…………………………………………...24 3.2. AKKA SAVUNMASI………………………………………………………39 3.3. VEHHABİ AYAKLANMASI………………………………………………41 3.4. KARA YORGİ AYAKLANMASI………………………………………….48 3.5. KABAKÇI MUSTAFA AYAKLANMASI………………………………...51 3.6. BABA PAŞA OLAYI……………………………………………………….57 3.7. MORA AYAKLANMASI…………………………………………………..66 3.8. VAKAY-I HAYRİYE………………………………………………………79 3.9. TEKKELERİN KAPATILMASI……………………………………………85 3.10. OSMANLI-RUS SAVAŞI…………………………………………………86 3.11. FES GİYME DEVRİMİ…………………………………………………...94 3.12. CEZAYİR’İN İŞGALİ……………………………………………………..97 3.13. II.MAHMUT’UN ÖLÜMÜ………………………………………………..99 3.14. TANZİMAT FERMANI………………………………………………….104 3.15. NİZİP SAVAŞI…………………………………………………………...111 3.16. GİRİT AYAKLANMASI………………………………………………...117 3.17. KIRIM HARBİ………………………………………………………...…120 3.18. İSKAN ÇALIŞMALARI………………………………………………....154
iv
3.19. HERSEK AYAKLANMASI………………………….………………….160 3.20. SULTAN ABDÜLAZİZ’İN ÖLÜMÜ……………………………………166 3.21. ÇERKES HASAN VAKASI……………………………………………..170 3.22. II.ABDÜLHAMİT DEVRİ……………………………………………….172 3.23. OSMANLI-RUS SAVAŞI………………………………………………..175 3.24. AYASTAFANOS AYAKLANMASI……………………………………176 3.25. ERMENİ AYAKLANMASI……………………………………………..215 3.26. TÜRK-YUNAN SAVAŞI……………………………………………..…219
IV.BÖLÜM
4. KÜLTÜREL VE İLETİŞİMSEL BELLEĞİN İCRACILARI OZANLARIN DİLİNDEN XIX.YY SOSYAL OLAYLARI……………………………………...226 4.1. DEVRİ ELEŞTİREN ŞİİRLER……………………………………………226 4.2. RÜŞVETİ ELEŞTİREN ŞİİRLER………………………………………...258 4.3. RİYAKAR DİNDARLARI ELEŞTİREN ŞİİRLER……………………....264 4.4. SALGIN HASTALIK KONULU ŞİİRLER……………………………….275 4.5. DEPREM KONULU ŞİİRLER……………………………………………283 4.6. KURAKLIK KONULU ŞİİRLER…………………………………………290 4.7. YANGIN KONULU ŞİİRLER…………………………………………….305 4.8. SEL KONULU ŞİİRLER………………………………………………….308 4.9. DEVLET YÖNETİMİNİ ELEŞTİREN ŞİİRLER…………………………310 4.10. DEVLET YÖNETİMİNİ ÖVEN ŞİİRLER………………………………315 4.11. FAKİR VE ZENGİN ARASINDAKİ ADALETSİZLİĞİ ELEŞTİREN ŞİİRLER………………………………………………………………………..316 4.12. CEHALETİ ELEŞTİREN ŞİİRLER……………………………………...319 SONUÇ…………………………………………………………………………….321 KAYNAKÇA………………………………………………………………………323 ÖZET………………………………………………………………………………328 ABSTRACT………………………………………………………………………..329
v
KISALTMALAR
Bak ……………………………………………Bakanlığı
c …………………………………………….Cilt
Der ……………………………………………Derneği
Kül …………………………………………… Kültür
Mat ……………………………………………Matbaası
Meb ……………………………………………Milli Eğitim Bakanlığı
Vak ……………………………………………Vakfı
yar …………………………………………… Yardımlaşma
yay ……………………………………………Yayınları
yy …………………………………………… Yüzyıl
1
GİRİŞ
Edebiyat ile tarih daima çok sıkı bir ilişki içinde olmuştur, tarihsel
hadiseler edebi eserlere malzeme teşkil etmiştir. Bu nedenle tarihsel
hadiselerin bizzat yaşandığı dönemde edebi eserlere yansıması, daha sonra
bu hadiseleri açıklarken bu eserlerin bize kaynaklık edebileceğini gösterir.
Halkbilimciler başta olmak üzere diğer sosyal ve beşeri bilimlere
mensup bilim adamlarından bazıları, tarihin elde çok az delil bulunan
kaybolmuş dönemlerini kavrayabilmek için halkbilimi ve halk yaşamı
malzemelerinden yararlanmayı düşünmüşlerdir ( Çobanoğlu, 2002:144 ).
Tarihi yeniden kurma kuramına göre, halkbilimi ürünlerinden
yararlanarak tarihin bilinmeyen yönleri aydınlatılabilir.
İnsanın algıladıklarından elde edilen tarihsel kaynakların tümü
özneldir, ama yalnızca sözlü kaynaklar bu öznelliğe meydan okumamızı, gizli
gerçeğe ulaşmak umuduyla belleğin katmanlarına inmemizi ve karanlıklarına
girmemizi sağlar ( Thompson; 1999:132 ).
Her bağlayıcı yapının temel ilkesi tekrarlamadır. Böylece olaylar
dizisinin sonsuzda kaybolması önlenir ve bir ortak kültürün unsurları olarak,
tanınabilir ve hatırlanabilir örneklere dönüşmesi sağlanır (Assmann, 2001:
21).
Hiçbir belleğin geçmişi olduğu gibi koruması mümkün değildir. Bellek
yeniden kurma işlemine dayanır. Geçmiş bellekte olduğu gibi kalmaz,
ilerleyen şimdiki zamanın değişken ilişkileri çerçevesinde sürekli olarak
yeniden örgütlenir. Yeni olan da,sadece yeniden kurulan geçmiş biçiminde
ortaya çıkabilir ( Assmann, 2001: 44-45 ).
Bir gerçeğin bir grubun belleğinde yer etmesi için gerçek belli bir kişi,
yer yada olay biçiminde yaşanması gerekir. Ama öte yandan, bir olayın bir
gurubun belleğinde kalabilmesi için de anlamlı bir gerçekle zenginleşmesi
gerekir (Assmann, 2001: 41-42 ).
Bellek, kültürel bellek ve iletişimsel bellek olmak üzere ikiye ayrılır.
İletişimsel bellek yakın geçmişe ilişkin anıları kaplar. Bunlar kişinin
çağdaşları ile paylaştığı anılardır. Bunun en tipik örneği kuşağa özgü
2
bellektir. Bu bellek tarihi olarak grupla bağlantılıdır, zamanla oluşur ve
zamanla yok olur; daha açık ifade edersek taşıyıcıları ile sınırlıdır. Sahibi
öldüğü zaman bir başka belleğe yer açar.
Kültürel bellek geçmişin belli noktalarına yönelir. Geçmiş onda da
olduğu gibi kalmaz, daha çok anının bağlandığı sembolik figürlerde
yoğunlaşır. Kültürel bellek için, gerçek değil hatırlanan tarih önemlidir. Hatta
kültürel bellekte tarihin, hatırlanan tarihe ve ardından efsaneye dönüştüğü
söylenebilir. Tarih hatırlama yoluyla efsaneye dönüşür. (Assmann, 2001: 54-
55).
Tarih, bellek değildir, çünkü evrensel bir bellek yoktur. Sadece ortak ve
gruba özgü, yani “somut kimlikli” bellek vardır. Her ortak bellek zaman ve
mekanla sınırlı bir gruba aittir. Olayların tümü ancak, onları hatırlayan grubun
belleğinden ayrılarak, gerçekleştikleri sosyal çevrenin düşünce yaşamındaki
bağlarından çözülerek, kronolojik ve mekansal bir şemanın ötesinde hiçbir
şey kalmadığı zaman ortak bir tabloda toplanabilir (Assmann; 2001: 47 ).
Geçmişin hatırlanmadığı, yani yaşanmadığı anda tarih öne çıkar. Tarih
genelde geleneğin yok olduğu,sosyal belleğin kaybolduğu noktada başlar.
Tarihçinin egemenliği de, geçmişin artık bir mekanının olmadığı yani yaşayan
grupların ortak belleği tarafından kullanılmadığı zaman ortaya çıkar. Tarih için
gerçek geçmiş, yaşayan grupların düşüncesinin yer aldığı mekanın dışında
kalanlardır (Assmann, 2001: 48 ).
Tarihçinin bilinen yazılı belgelere dayanmayan, sadece tanıklarla
yapılan konuşmalarla açığa çıkan anılara dayanan araştırmaları, tarihin bir
dalı olan “sözlü tarih”in konusunu oluşturuyor. Bu anlatılar ve anılarda ortaya
çıkan tarih biçimi, “günlük yaşamın tarihi” , bir çeşit “halk tarihi” olarak
nitelendirilebilir. “Sözlü tarih”in tüm araştırmaları yazı kültürüne sahip olan
toplumlarda bile canlı tanıklıkların 80 yıldan daha ötesine gidemediğini
gösteriyor. Bu noktadan sonra devreye giren “kayan boşluğun” ardından
kökene ilişkin anlatıların yerini okul kitaplarının ve anlatıların verdiği bilgiler,
yani resmi tarih alır (Assmann, 2001: 54-55).
Uzak geçmiş ve tarih içinde, tarih yazımı sırasında, yazılı ortam
kaynaklarının yetersiz kaldığı zamanların ve durumların açıklanmasında ve
3
ifade edilmesinde, elimizde sadece sözlü ortam kaynakları olabilir.
Bilinmeyen zamanların ve durumların açıklaması bu kaynaklar ile yapılabilir
(Yıldırım, 1998 :91 ).
Sözlü ortam kaynağı, hangi biçim içinde ifade ediliyorsa edilsin, zaman
içinde geçip geldiği yüzyılların bilgisini, tarihi olgu ve eylemlerini sınırsız
sayıda yeniden düzenleyerek gelen, veya kayda geçiren bir sözel belge
niteliği taşır. Burada tarihi olgu ve tarihi gerçek, iç içe geçmiş bir biçimde
dokunur. Sözlü ortam kaynakları, tarih açısından bu tabiata ve özelliğe
sahiptir (Yıldırım, 1998: 91).
Folklorun gözlemlediği, dikkate aldığı tarihi olgu ve tarihi gerçekler,
toplumsal ilişkiler ve işlemler, aynı dili ve ortak çıkarları ortak çevre içinde
paylaşan, koruyan ve bunlar için sürekli bir dayanışma ve birlikte yaşama
düzeni kuran ve birbirine benzeşen insanlar topluluğunda gerçekleşir. Bu
olgular, tarihi gerçekler, kurumlar, kurumlar ve insanlar, ilişkiler, ilişkiler
düzeni, tüm işlemler, yaratma ve üretme, tüm anlatım biçimleri ve içerikleri,
toplum üyelerinin birbiriyle, toplumla ve çevre ile ilişkileri ve tutumları;
toplumu ve toplum dışında kalanları görme açıları, hayat tarzı, algılama ve
açıklama türleri; bütün bu işlemler toplamı, belli bir toprak, tabiat ve coğrafya
üzerinde gerçekleşir. Bunlar, sözlü ortam anlatıcıları tarafından kuşaktan
kuşağa sözlü geçiş ile aktarılır. Dolayısıyla, kaynakların muhafaza ettiği
bilgiler, tarihi zaman ve mekan boyunca, değişme, ekleme ve çıkarma
işlemlerine, yeniden düzenlenip yeniden dokunmalara uğrayabilir. Söz
dokuması ile ortaya çıkan tarihi kaynak, sadece tarihi değil aynı zamanda
toplumu veya ulusu tüm özellikleri ile geleceğe taşır ( Yıldırım, 1998: 93 ).
Bizim bu çalışmada amacımız, XIX.yy siyasi ve sosyal olaylarının âşık
edebiyatına nasıl yansıdığını göstermek ve bu şiirlerin tarihe kaynaklık
edebileceğini ortaya koymaktır.
4
I.BÖLÜM
1.XIX.YÜZYIL ÂŞIK EDEBİYATI XVI. Yüzyıldan beri gelişimini sürdüren âşık edebiyatı XIX. yüzyılda
daha büyük önem kazanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun her tarafında
aşıkların sayısı artmış, aşık zümreleri oluşmuştur ( Artun, 2001 : 41).
Bu yüzyılda yetişen sanatkarlar, Âşık edebiyatının en başarılı ve en
kalıcı sesleri olmuşlardır. Bu yüzyılın şairleri bir taraftan klasik edebiyat
çerçevesi içinde gittikçe daha fazla kuvvetlenen mahallileşme cereyanının da
tesiriyle, yüksek sınıf arasında daha mühim bir yer tutmaya başlamıştır
(Köprülü, 1962 : 525 – 526).
Divan edebiyatında mahallileşme akımı artarken, diğer yandan âşık
şiiri divan edebiyatı etkisine daha fazla girerek halktan ve halk zevkinden
uzaklaşma eğilimi göstermeye başlamıştır. Âşıklar, Âşık Ömer ve Gevheri
etkisinde kalarak aruz ölçüsünü, divan şiirinin nazım şekillerini daha çok
kullanmaya başlamışlardır. Hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlerde de daha çok
Arapça ve Farsça kelime, terkip ve tamlamalar kullanmaya başlamışlardır
(Köprülü, 1962 : 43).
Emrah, Bayburtlu Zihni, Dertli gibi bu asır içinde söylemeye başlamış
saz şairlerinin eserleri, kelime ve hayal itibariyle hatta umumi hava ile klasik
şiire çok yakındır (Tanpınar, 1982 : 102).
Halk şiiri üzerindeki klasik edebiyat tesirinin yanı sıra, halk şairlerinin
de alim ve münevver kesim üzerinde tesirleri açıkça görülmektedir (Köprülü,
1989 : 222).
XIX yüzyılda İstanbul, âşık edebiyatının gelişmesi bakımından çok
uygun bir çevre olmuştur. Bunda, II. Mahmut’un âşıkları korumasının payı
büyüktür. Âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı yeniden canlanmıştır.
XIX.yüzyılın sonlarında büyük yerleşim merkezleri ve özellikle İstanbul’daki
kuvvetli âşıklık geleneği, yerini başka bir geleneğe “semaî kahvelerine”
bırakmıştır.
Ancak âşık kahvelerinin yerini tutmaya çalışan semaî kahveleri
gelenekten kopmuş eski ortak özelliğini kaybederek, dar bir çevreye seslenen
5
bir zümre edebiyatı karakteri almaya başlayan âşık edebiyatının eski
canlılığını kazanmasına yetmemiştir (Köprülü, 1962 : 43).
XIX.yüzyıl, âşık edebiyatının İstanbul’da saray ve konaklara da girdiği
bir dönem olmuştur. Âşıkların yetişmesinde önemli bir yeri olan yeniçeri
ocaklarını kaldıran II. Mahmut âşıkları koruyarak saraya almıştır. Âşık
fasıllarından hoşlanan II. Mahmut, Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinden
sonra şehir çevrelerinde aşıklar ve âşık edebiyatı önemini kaybetmeye
başlamıştır (Artun, 2001).
Âşık tarzı, köy kahvelerinden mesire alemlerine oradan da saraylara
terfi ederek, ümmilerden, en yüksek alimlere kadar herkesin manevi hayat
ihtiyacını temin etmiştir. O devir hanende ve sazendelerinin tertip ettiği şarkı
mecmuaları bizi bu mesele hakkında aydınlatmaktadır. Bu kaynaklara göre
en mühim musiki fasıllarında bile âşık tarzında eserler ve mahalli türküler
kıymet bulmuştur (Köprülü, 1989 : 220).
Zaten Osmanlı hayatının, hemen her safhasında, konaklarda,
kahvehanelerde, meyhanelerde, kervansaraylarda, tekkelerde, mesirelerde,
aşıkların büyük yer ve ehemmiyetleri vardı (Köprülü, 1989 : 212).
XIX. Yüzyılda da daha önceki yıllarda olduğu gibi âşıklar, memleketin
dört köşesinde, büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da muntazam bir teşkilata
sahiptir. Asker ocaklarında yetişen aşıklar yanında, bu işi kendisine meslek
haline getiren âşıklarda bulunmaktadır. Bu âşıklar kendi aralarında
teşkilatlanmışlardır. İstanbul’da bulunan âşık kahveleri, aşık fasıllarına mekan
teşkil etmekteydi. Bilhassa Tavuk Pazarındaki bir kahve âşıkların en büyük
merkeziydi (Köprülü, 1962 : 527).
İmparatorluğun iyiden iyiye parçalanmaya yüz tutması, bir takım siyasi
ve sosyal inkılapların gerçekleştirilmesi, âşıklarımızın da yeni ufuklara
yönelmelerine yol açmıştır. Artık sadece sevgi, tabiat ve savaş konulu şiirler
söylenmiyor adeta birer görüş olarak yeni fikirler ileri sürülüyordu. Önemli
bazı olaylar da şiirlerin konularını teşkil ediyordu. Kabakçı Ayaklanması
(1803), Alemdar Mustafa Paşa’nın öldürülmesi (1808), Yeniçeriliğin
kaldırılması (1826), Bektaşi Tekkelerinin kapatılması (1826) gibi sosyal
hadiselerin vuku bulması; ayrıca Sırp İsyanı (1806), Mora İsyanı (1820) ve
6
Hersek İsyanı (1875) gibi tarihi hadiseler aşık şiirlerinin konuları arasında yer
almaktadır (Sakaoğlu, 1992 : 294).
Âşık edebiyatı, Osmanlı İmparatorluğunun sosyal yapısını ve hayata
bakışını yansıtır. Büyük tarihi olaylar karşısında halkın sevinçlerini,
üzüntülerini, devlet büyükleri hakkında duygularını anlatan destanlar tarihi
birer belge niteliğindedir. Âşık, çağına tanıklık etmesi, yaşanılan hayattan
kesitler sunması yönüyle işlevseldir. Âşık edebiyatı, kültür tarihine de
kaynaklık eder (Köprülü, 1962 : 42).
Bu yüzyılda, aşık şiirleri arasında sıkça destanlara rastlanmaktadır.
Özkul Çobanoğlu, destanların sözlü kültür ortamında haber verme,
bilgilendirme gibi didaktik işlevleri yarine getirdiğini söyler (Çobanoğlu, 200
:315).
Destanın mesajı yaşanan hayatta yer alan bir olaydan bir nesneden bir
kavramdan harekete, geleneksel kültürün söz konusu hususlarda verdiği
değer hükmünün güncelleştirilerek tekrarından ve tenkidinden ibarettir.
Destanlarda, toplumda yerleşmiş değerlerin güncel bir olay etrafında işlenişi
ile toplumun gündemine getirilmesi söz konusudur (Çobanoğlu, 2000 : 313).
Destanlar; bir kahramanlık hikâyesini veya bir olayı anlatan âşıkların
koşma nazım biçiminde yazdığı şiirlerdir, olaylar hikaye etme temeline dayalı
olarak anlatılır. Âşığın yaşadığı çağdaki sosyal yapıyı belirlemek açısından
önemlidir. Âşıklar destanlarında toplumu derinden etkileyen çeşitli olayları,
hayat sahnelerini, yankı uyandıran savaşları, ayaklanmaları, kıtlık, deprem,
yangın, salgın vb. konuları işlerler. Anlatım biçimi hikaye etmedir (Yetiş,
1994: 202-204), (Koz, 1985 : 95).
Âşıklar destanlarında toplumsal, tarihsel, bireysel olgu ve durumlar
karşısında epik-lirik olarak nitelendirebileceğimiz söyleyiş geliştirmişlerdir,
halkın ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmeleri bakımından Türk
kültürünün korunmasında kültür taşıyıcıları olarak görev yapmaktadırlar.
Âşıklar dışa dönüktür, siyasal ve toplumsal olaylara karşı duyarlıdırlar. Onlar
tanık olduğu, yaşadığı ve duyduğu olumsuz durumları yargılar, eleştirir
(Artun, 2000 : 296).
7
Destanlarda tarihi olayların geçtiği zamana ait yaşayış, düşünüş ve
inanışların izleri vardır. Destanlar bu yönleriyle eski ve yeni kültür arasında
bir bağdır. Destanlarda, tarih kitaplarında yer almayan halkın duygularını
buluruz. Destanlar toplumun değer verdiği kişi ve olayları anlatmaları, halkın
umut ve isteklerini yansıtmaları yönüyle hayata açık yapıya sahiptirler.
Toplumları derinden etkileyen savaşlar âşıkların şiirlerine de konu olmuştur
(Koz, 1985 : 96)
Âşıklar savaş konulu destanlarında katıldıkları ya da başkalarından
dinledikleri savaşları kendi gözlem ve yorumlarıyla ele alırlar. Bu tür destanlar
genellikle savaşa katılan veya kahramanlık gösteren kahramanların ağzıyla
anlatılır. Savaşları konu alan destanlarda en dikkati çeken nokta, savaşların
toplum üzerinde bıraktığı olumsuz etkilerdir. Destanlar savaşların halk
üzerindeki psikolojik ve sosyal etkisinin şiirleşmiş bir anlatımıdır (Özdemir,
1991 : 53).
XIX. Yüzyıla kadar pek görülmeyen zamandan, değerlerin değer
yetiştirmesinden, bir başka ifadeyle sosyo-kültürel değişmeler karşısında
tenkit ve şikayet destanlarının ortaya çıkışı ve özellikle matbaa ile birlikte
oluşan yazılı kültür ortamında bunların bastırılarak geniş kütlelere satılışı ve
kamuoyu oluşturuşu da, aşık tarzının XIX.yüzyılda yerli değer ve kurumların
sözcülüğünü üstlenmesinde önemli rol oynamış hususlardır. XIX.yüzyılda ne
medrese ne de tekkeler böylesine birincil derecede bir işlev üstlenebilecek bir
yapıdaydılar (Çobanoğlu, 2000 : 141).
Aşıklar ele aldıkları konuyu toplumun yapısını göz önünde
bulundurarak, destanlarının toplumda görmesini istedikleri iş veya
uyandırmak istedikleri duygu ve düşüncelere uygun düşen söz konusu
kalıplaşmış temayüller, anlatım tutumları veya edalara göre oluşturmaktadır.
Bir aşık destan yapmak üzere seçtiği bir konuyu, eseriyle toplumda
uyandırmak istediği duygulara bağlı olarak yedi şekilde ele alabilir. Bunlar
güldürme ve eğlendirme, şikayet etme, övme, yerme, öğüt verme,
bilgilendirme ve yas tutturmadır (Çobanoğlu, 2000 : 91).
Destanların fonksiyonlarını Çobanoğlu şöyle sıralamıştır: Askerlerin
moralini yüksek tutmak, işgal altında kalan yörelerin halkını örgütlemek,
8
iktidarın icraatlarının propagandasını yapmak, iktidarı yıpratmak, sistemli
tenkitler, kendi görüşlerini tanıtmak, reklam amaçlı kullanım, eğitim amaçlı
kullanım, habercilik amaçlı, eğlendirme amaçlı kullanım (Çobanoğlu, 2000 :
121).
XIX.yüzyılda en dikkati çeken olaylardan biri de âşık kolu adını
verdiğimiz usta-çırak ilişkileridir. Âşıklık geleneğinde önemli rolleri olan âşık
kollarının bu dönemde yer alması önemlidir. Bu kollar ; Emrah kolu, Ruhsati
kolu, Şenlik kolu, Sümmani kolu, Dertli kolu, Huzuri kolu, Derviş Muhammed
koludur. Tekkelerin kurulduğu ve geliştiği şehir ortamlarında aşıkların, tekke
ve medrese kültürüyle yoğrularak XIX. yüzyıl sonlarına kadar geleneksel
tavırlarını sürdürdükleri görülmektedir (Artun, 2001 : 43).
XVI. yüzyılda klâsik şairler arasında çok büyük rağbet kazanmış olan
muamma ve lugaz, ondan sonraki yüzyıllar içinde âşıklar arasında da
yayılmıştır. Özellikle XIX. yüzyılda âşık fasıllarında muamma asmak şaşmaz
bir kaide halinde yerleşmiştir (Köprülü, 1989 : 188).
Aşıkların ürünleri, müzikle şiirin bir birleşimidir. Çeşitli dönemlerde
kopuz, kara düzen, bozuk, tambura, çöğür gibi sazlar kullanılmıştır. Usta
aşılar özgün ezgiler, makamlar yaratmışlardır. XIX. yy’da İstanbul’da
Tavukpazarı’nda, Tahtakale’de daha çok tulumbacılar ve kabadayılar
tarafından işletilen aşık kahvelerinde sazlı sözlü eğlenceler düzenlenirdi.
Aşıklar kahvenin duvarına asılan ödüllü bağlamayı (muamma) çözmeye
çalışırdı. Bağlamayı çözen aşığın ödülü para, bağlama, tüfek vb. olurdu. Bu
kahveler, 1826 yılında yeniçeri ocaklarının kapatılmasıyla yıktırıldı. Daha
sonra semai kahveleri adıyla yeniden açıldı. Bunlarda daha sonradan yerini
İstanbul’da Beşiktaş, Tophane, Boğazkesen, Eyüp, Hacıoğlu gibi semtlerde
açılan kahvelere bıraktı. Bunlar da 1908 Meşrutiyeti’nden sonra birer birer
ortadan kalkmıştır (Artun, 2001 : 43).
Bir yerde oturmayarak mevsim mevsim bütün memleketi dolaşan, her
yerde âşık fasıllarına iştirak eden şairler, halk arasında büyük bir propaganda
vasıtası olmuştur. Bu nedenle hükümet bu şairlerin kontrolüne dikkat etmiştir.
Hatta hükümet, resmen âşık kahyası olarak tayin ettiği kişiler vasıtasıyla
propagandasını yaptırmıştır (Köprülü, 1962 : 527).
9
XIX. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’da konuşmalarıyla tavırlarıyla
halis İstanbullu olduğu anlaşılan âşıklar, günün konularını işledikleri irticai
türküleriyle kahvelerde sanatlarını göstermeye başladılar. Kullandıkları
biçimler, cinaslı mani ile büyük şehrin gündelik yaşayışındaki önemli olayların
anlatıldığı destanlardır. Bu şairler, çoğu zaman tulumbacılar arasından
çıkıyordu. Bu sebeple bu şairlere tulumbacı şairler veya meydan şairleri adı
verildi. Bunların şair olarak adı âşıklık geleneği içinde tutunamamıştır.
Şiirlerinin de sanat değeri bulunmadığı için günümüze kadar gelememiştir
(Sakaoğlu 1992 : 294).
Yine bu yüzyılda yetişen bir takım Ermeni aşıklar da vardır ki bunların
bir kısmı Bektaşi tarikatına mensuptur. Bunlar tam manasıyla bir tekke şairi
ve tasavvuf propagandacısı olmamakla beraber zaman zaman eserlerinde bir
dervişlik çeşnisi bulunduğu unutulmamalıdır (Köprülü, 1989 : 552).
XIX.yüzyılda Batıya açılma Türk sosyo-kültürel yapısını belirleyen
kurumları da etkiledi değişime uğrattı. Matbaanın yaygınlaşıp, yazılı ortamın
başlaması sözlü kültür ortamının ürünü olan aşıklık geleneğini de etkiledi. II.
Meşrutiyet ile birlikte sansürün kalkması, gittikçe gelişen basın ve tiyatro
kumpanyalarının faaliyetleri gibi yeni eğlence formları karşısında XIX.yüzyılın
sonlarına doğru ortaya çıkan semai kahvehaneleri işlevlerini kaybederek birer
birer kapanırlar. Semai kahvehaneleri ve çalgılı kahvehaneler İstanbul’a özgü
bir zümre olan külhanbeyi-tulumbacıların kontrolündeydi (Artun, 2001: 42).
Bu yüzyılda âşıkların çoğu okur yazardır. Okur yazar aşıkların yanı
sıra eski geleneğe bağlı aşıklar, dar çevrelerde şiir söyleyerek âşıklık
geleneğini sürdürmeye devam etmişlerdir (Artun, 2001 : 44).
Sonuçta XIX. yüzyıl halk şairlerimiz içinde eski, kuvvetli halk şairi
ananesini devam ettiren pek nadirdir. Yeniçeri ocakları kalktıktan sonra bu
ananenin en verimli yurdu göçebeler arasında olmuştur. Cenuptaki Türkmen
aşiretleri arasındaki yetişmiş Dadaloğlu, Deli Boran, Gündeşlioğlu, Beyoğlu
gibi bir takım saz şairleri daha vardır ki, edebi bakımdan Karacaoğlan
ananesini takip ederler. Yani asıl halk zevkine, halk edebiyatına daha
yakındırlar; aruz veznini ve aşıklara mahsus arûzlu nazım şekillerini
kullanmazlar; dillerinde yabancı kelime ve terkipler yoktur. Kısacası şehir
10
hayatının doğurduğu aşıklarla, yarı göçebe hayatın ve aşiret muhitinin
doğurduğu bu aşıklar arasında büyük farklar vardır (Boratav, 1991 : 529 –
530).
XIX. yüzyılın önde gelen aşıklarını şöylece sıralayabiliriz : Âşık Şem’i,
Âşık Şenlik, Âşık Tahiri, Bayburtlu Zihni, Bayburtlu Celali, Ceyhunî,
Dadaloğlu, Deliboran, Dertli, Erzurumlu Emrah, Gedaî, Hızrî, Kamilî, Kusurî,
Meslekî, Minhacî, Muhibbî, Ruhsatî, Serdarî, Seyranî, Silleli Sururî,
Sümmanî, Tokatlı Nuri, Tıflî, Bezmî, Devamî vd (Artun, 2001 : s. 44).
11
II. BÖLÜM
2.XIX.YÜZYIL SOSYAL VE SİYASİ OLAYLARI
2.1.III. SELİM DÖNEMİ (1789 – 1807) III. Selim 1789’da I. Abdülhamit’in ölümünden sonra tahta çıktı.
Şehzadeliği sırasında ıslahatlar yapmayı kafasına koymuştu. Çünkü o sırada
devlet işleri son derece düzensizdi. Osmanlı devleti zor günler geçiriyordu.
Savaşlarda büyük kayıplar veriliyordu. III. Selim savaşları sürdürdüyse de,
Osmanlı Devleti’nin yenilgileri üstüne 1791’de Avusturya ile Ziştovi (1791),
Rusya ile Yaş (1792) antlaşmalarını yaptı.
Barış dönemine girilince reform hareketlerine girişti. Avrupa’nın bilim
ve tekniğinden yararlanarak gerçekleştirmeye çalıştığı ve Nizam-ı Cedit (Yeni düzen) adını verdiği hareketin ilkelerini saptadı.
XIX. Asır başlarında Osmanlı Devleti’ni yakından ilgilendiren en önemli
olay Fransa’nın Mısır’ı işgaliydi. 1798’de Mısır’ı işgal eden Fransa’yı
Mısır’dan çıkarmak Osmanlı Devleti’nin İslâm dünyasında azalmış itibarını
artırmanın tek yoluydu. Bunun için her yola başvurdu. Bu ortam içinde, sözde
merkezi idarenin otoritesini artırmak için, Mısır’a Arnavut birlikleri ile gelen
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Memlük beylerinin muhtariyet arzularını ve
aralarında sonu gelmeyen çatışmaları istismar ederek az zaman içinde
hakimiyetini kurmuştu. Mısır’a vali tayin edilen Tahir Paşayı öldürttü, küçük
bir Nizam-ı Cedit birliğini yendi. Merkez orduyu da başarısızlığa uğratınca III.
Selim, Mehmet Ali’yi vali olarak tanımak zorunda kaldı.
Fransa’nın Mısır’ı işgali yalnız Mehmet Ali idaresinde fiilen yarı muhtar
bir ülke yaratmakla kalmamış, Fransız ordusunu örnek alarak Nizam-ı Cedit kurmuş olan Müslümanlar arasında III. Selim’i destekleyen gruba karşı
itimatsızlığa sebep olmuştu. İşte bu ortam içinde Necid’de başlayan
Vehhâbiler İsyanı, 1802’de yeniden alevlendi. Vehhâbiler isyanı aslında
yalnız bir iktidar ve mevki davası değildi. Onlar “medeniyet” adına ithal edilen
Avrupa kültürünün İslam devlet ve toplum ilkeleriyle bağdaşamayacağını ve
getirilen yeniliklerin İslâm toplumunu içten çökerteceğini iddia ediyorlardı.
12
İslamiyet’in temel ilkelerini korumak gerekçesiyle İslamiyet’in siyasi temsilcisi
ve savunucusu mevkiinde olan Halife’ye yani Osmanlı Padişahına karşı
giriştikleri savaş III. Selim ve haleflerinin İslam dünyasındaki nüfuzlarını
zedelemiştir. Vehhâbi isyanı, 1817-1818’e kadar aralıklarla devam etmiş ve
asrın sonunda tekrar canlanmıştır.
XIX. Asrın başında Sırp İsyanı (1804) patlak verdi. Sırp
ayaklanmasının asıl sebebi, yeniçeri yamaklarının Sırp prenslerine baskı
yapması, ellerinden topraklarını almak suretiyle mevki ve menfaatlerini
tehlikeye sokmuş olmalarıydı. Rusya ve Balkanlardaki Hıristiyanlar da
Sırplara destek oldu. Sırplar Osmanlı Devleti’nin hatalarından istifade edip,
askeri güçlerini kuvvetlendirdikten sonra, temsilci meclisi kurdular ve bunu
daha sonra senato haline getirdiler. Semendire geçici olarak Sırbistan’ın
başşehri oldu.
III. Selim, askeri başarısızlıklarının ana nedenini Yeniçeri Ocağının
bozulmasında görerek, bu ocağı bütünüyle kaldırmayı tasarlayıp, önce
Nizam-ı Cedit adlı yeni bir ordu kurdu. Durumdan hoşnut olmayan yeniçeriler
Kabakçı Mustafa önderliğinde ayaklandılar ve Nizam-ı Cedit’in
lağvedilmesini istediler. III. Selim kan dökülmesinden yana olmadığı için
yeniçerilerin isteğine boyun eğerek Nizam-ı Cedit’i kaldırdı. İsyancılar
şeyhülislamı da razı edip, fetva alarak, III. Selim’i tahttan indirdiler ve yerine
IV. Mustafa’yı getirdiler. III.Selim’in ıslahat hareketlerini destekleyen Alemdar
Mustafa Paşa Topkapı Sarayı’nı bastı. Tahtı bırakmak istemeyen IV.
Mustafa, III. Selim’i boğdurttu. Bunun üzerine Alemdar Mustafa Paşa IV.
Mustafa’yı tahttan indirdi ve II. Mahmut padişah oldu (Türk ve Dünya Tarihi,
c. 8, 1985 : 2421 – 2422).
2.2.II. MAHMUT DÖNEMİ (1808 – 1839) II.Mahmut, 1808’de tahta çıktı ve Alemdar Mustafa Paşa’yı
sadrazamlığa getirdi. Bu dönem Osmanlı tarihinin en çalkantılı dönemiydi.
II.Mahmut, XVII. yy sonlarına doğru iyice yozlaşan ve bir türlü
düzeltilemeyen yeniçeri ocağını kaldırdı (1826). Vakayı Hayriye (hayırlı olay)
adı verilen bu olay halk tarafından çok olumlu karşılandı. Yeniçeri Ocağı’nın
13
yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” adı altında yeni bir askeri ocak
kuruldu.
Alemdar Mustafa Paşa yeniçerilerin ayaklanması üzerine 1808’de
öldürüldü. Yine bu dönemde Navarin Olayı, Mehmet Ali Paşa ayaklanması ve Yunan isyanı meydana geldi.
Yunan ayaklanmasının 1821-1824 devresi, Osmanlı Devleti’nin
ayaklanmacılarla tek başına uğraştığı ve kendi iç sorunu olarak gördüğü
devreydi. Ayaklanmanın ilk belirtisi Boğdan’da görüldü. Bu ilk ayaklanma
bastırıldı. Ardından Mora’da yeni bir ayaklanma başladı. II.Mahmut, Mora
ayaklanmasında parmağı olan Rum Patriğini resmi elbisesi ile Patrikhane
önünde astırdı. Bu olay bütün Hıristiyan dünyasının protestosuna yol açtı. İlk
tepki Rusya’dan geldi. Avrupa devletleri 1825 yılının Şubat’ında
Petersburg’da toplandılar. Osmanlıdan Yunanlılara bazı ayrıcalıklar
verilmesini istediler. Ayrıca aracılık yapmayı teklif ettiler. Ancak Osmanlı
Devleti bunu bir iç sorun saydı ve teklifleri kabul etmedi.
4 Nisan 1826 yılında İngiltere ile Rusya arasında protokol imzalandı.
Buna göre özerk bir Yunanistan kurulmasını istiyorlardı. Osmanlı Devleti
bunu kabul etmedi. 1827’de İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Navarin’de
bulunan Osmanlı donanmasına ateş açtılar ve Türk donanması ağır kayıplar
verdi (Türk ve Dünya Tarihi, c. 8,1985 : 2423-2430-2431).
Osmanlı Devleti, her üç devletten de Navarin’de yakılan donanması
için tazminat istedi. Devletler suçu Osmanlı kaptanlarının üzerine yüklemeye
kalkınca, Osmanlı her üç devletle de münasebetini kesti.
Navarin olayı, Osmanlı Devletinde büyük tepkilere sebep oldu. Halk
bu olayın sorumlusu olarak Rusya’yı gördü. Padişah II.Mahmut da aynı
duygular içindeydi; Rusya’nın Osmanlıya karşı düşmanca hareket etmekte
olduğunu, devletin iç işlerine karıştığını söyledi.
Osmanlı Padişahı’nın tutumunu ve söylediklerini bahane eden Rusya
26 Nisan 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Savaş Tuna ve Kafkasya
olmak üzere iki cephede devam etti. Rus ordusu doğuda Kars, Ardahan ve
Beyazid’i düşürmüş, Erzurum’a yönelmişti. Batıda ise Edirne’ye girdiler.
14
Rusya’nın teklifi üzerine 1829’da Edirne Antlaşması imzalandı. Rusya
aldığı topraklarını çoğunu geri verdi. Osmanlı ise Rusya’ya savaş tazminatı
ödedi. Ayrıca Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etti. Eflak-
Boğdan üzerindeki fiili egemenliğini de yitirdi (Armaoğlu, 1997 : 181 – 183).
1830 yılında Fransa Cezayir’i işgal etti. Osmanlı Devleti bir-iki yıl
içinde peşpeşe önemli toprak kaybına uğradı. Bu olaydan sonra Mısır Valisi
Mehmet Ali Paşa ayaklanması çıktı. Avrupalı devletler de bu isyanı
destekledi. Mehmet Ali Paşa’ya, Girit valiliği verilmiş olmasına rağmen
Suriye’yi de istemekteydi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Rusya’dan yardım
istedi. Bu durum İngiltere ve Fransa’yı telaşlandırdı ve Mehmet Ali Paşa’yı
antlaşma konusunda zorladılar. 1823 yılında Kütahya Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Suriye valiliği Mehmet Ali Paşa’ya, Cidde
valiliği ise oğlu İbrahim Paşa’ya verildi (Türk ve Dünya Tarihi, c. 8,1985 :
2432).
2.3.ABDÜLMECİT DÖNEMİ (1839 – 1861) 1839 yılında tahta çıkan Abdülmecit, barışçı bir siyaset izlemeyi
amaçladı. Saltanatının dördüncü ayında, daha öncekilerden çok farklı yeni bir
ıslahat dönemi başlattı. 3 Kasım 1839’da Gülhane Hattı Hümayunu’nu
(Tanzimat Fermanı) Mustafa Reşit Paşa okudu. Yeni ıslahat programı
“Padişahın Fermanı” olarak ilan edildi (Türk ve Dünya Tarihi, c. 8,1985 :
2436).
Yeni kanunların dayandırılacağı ilkeler şunlar olacaktı :
a. Müslüman ve gayrı Müslim bütün halkın mal, namus ve can
güvenliğinin sağlanması.
b. Herkesten belli usullere ve kazanca göre vergi alınması,
c. Herkesin kanun önünde eşit tutulması, mahkemelerin açık
yapılması ve hiç kimsenin yargılanmadan öldürülmemesi,
d. Herkesin mal ve mülküne sahip olması, istendiğinde bunları
satması veya yenisini alması, çocuklarına miras olarak
bırakma hakkının bulunması.
15
Böylece , ilk kez bir Osmanlı Padişahı, çok geniş olan yetkileri
üzerinde bir kanun gücünün varlığını tanımış oluyordu.
Bu fermandan istenilen sonuç alınamadı. Tanzimat Fermanı’nın
başarısız kalmasının sebepleri :
1. Batıdan alınan yeniliklerin derinliğine anlaşılamamış olması
ve sadece şeklen benimsenmiş olması,
2. Azınlıklara verilen hakların büyük devletlerce istismar
edilmesi,
3. Amaçlanan ıslahatları gerçekleştirmek için devlet yeterli
kadroya sahip değildir (Turan, 1997 : 44-45).
Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin başında Mısır sorunu vardı. Padişah
Abdülmecit artık bu sorunu çözümlemek istiyordu. Kütahya Antlaşması ne
Mehmet Ali Paşa için ne de Osmanlı için devamlı bir antlaşma olarak kabul
edilmedi.
23 Haziran 1839’da Osmanlı Ordusu ile Mısır ordusu karşılaştı.
Nizip’teki karşılaşma, Osmanlı ordusu için hezimet olmuştu. Bunun üzerine
İngiltere, Rusya, Prusya, Avusturya gibi devletler bir araya gelerek 1840
yılında Londra Konferansı’nı topladı. Buna göre :
“Mısır babadan oğula kalmak suretiyle Mehmet Ali’ye verilecek, ayrıca
Akkâ valiliği ile, sınırları belirtilen Güney Suriye de kaydı hayat şartıyla
Mehmet Ali’ye verilecek, Mehmet Ali bu şartları 10 gün içinde kabul
etmezse, Akkâ’yı kaybedecek ve sadece Mısır’la yetinmek zorunda kalacaktı.
İkinci 10 gün içinde babadan oğula geçmek üzere Mısır’ı da kabul etmezse,
babadan oğula geçme şartı da geri alınacaktı.
Mehmet Ali, bunlardan hiçbirini kabul etmeyince; Osmanlı Devleti
bütün haklarını kendisinden aldı. Diğer devletlerden destek alamayan
Mehmet Ali sadece Mısır ile yetinmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Mısır
valiliği babadan oğula geçmek üzere kendisine verildi. Ancak Mısır ordusu
18.000’den fazla olmayacak, vergiler padişah adına toplanacak ve dörtte biri
Osmanlı hazinesine yollanacaktı, para padişah adına bastırılacaktı. Böylece
Mısır sorunu kapandı (Armaoğlu, 1997 : 210-215).
16
13 Temmuz 1841’de ise Londra Boğazlar Antlaşması imzalandı. Buna
göre Osmanlı Devleti, boğazları barış zamanında kapalı tutacak, eğer kendisi
herhangi bir devletle savaşa girerse istediği devlete boğazları açabilecektir.
Bu antlaşma ile Boğazlar uluslar arası bir statü kazanmış oldu. Artık Osmanlı
devletinin boğazlar konusundaki iradesi sınırlanmıştı, diğer devletlerin
rızasını almadan boğazlar rejiminde bir değişiklik yapamayacaktı (Türk ve
Dünya Tarihi, c.8, 1985 : 2435).
Bu arada Rusya “Hasta Adam” olarak nitelediği Osmanlı Devleti’ni
paylaşmak için İngiltere’ye başvurdu. İngiltere bu dönemde buna taraftar
değildi. Çıkarını Osmanlı’nın bir süre daha yaşamasında görmekteydi. Bunun
üzerine Rusya, doğu sorununu tek başına çözmeye karar verdi. Kudüs’teki
Ortodokslara haksız muamele edildiğini öne sürerek, Prens Mençikof’u elçi
olarak Osmanlı Devleti’ne yolladı. 1853 yılının Şubat ayında gelen Mençikof,
Osmanlı devleti içinde yaşayan Ortodoksların himayesinin Rusya’ya
bırakılmasını istiyordu. Osmanlı devleti bu öneriyi reddetti, bunun üzerine
Mençikof ülkeden ayrıldı. İki ülke arasında münasebetler böylece kesildi.
Rusya, savaş ilan etmeksizin Romanya’yı işgale başladı. Osmanlı
Devleti’ne karşı açıkça harekete geçmişti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 4
Ekim 1853’te Rusya’ya harp ilan etti. Böylece Kırım Savaşı başlamış oldu.
Avusturya ve Prusya tarafsız kaldı. İngiltere ve Fransa ise Osmanlı’nın
yanında yer aldı.
Tuna ve Kafkasya olmak üzere savaş iki cephede cereyan etti. Rusya
Sinop’a baskın yapıp Osmanlı donanmasını tahrip etti. Daha sonra Rusya,
Silistre’yi kuşattı. Fakat burada bozguna uğradı. Ardından savaş Kırım’a
kaydı. Burada da sürekli yenilen Rusya’nın tek ümidi Kafkas cephesi idi.
Buradaki mücadelelerin ardından Kars, Rusların eline geçti (Öztuna, 1983 :
s. 42 – 52).
Avusturya, 1855 yılının Aralık ayında Rusya’ya bir ültimatom vererek
barış yapmasını istedi. Bir de Avusturya ile savaşmak istemeyen Rusya
barışa razı oldu. 30 Mart 1856’da Paris Antlaşması imzalandı. Antlaşmanın
temel hükümlerine göre, taraflar ele geçirdikleri toprakları geri verecekti.
17
Ayrıca Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü Avrupa devletlerinin ortak
garantisi altına alındı (Türk ve Dünya Tarihi, c.8, 1985 : 2438).
Padişah Abdülmecit, 28 Şubat 1856 yılında Islahat Fermanı’nı ilan
etti. Paris Antlaşması’ndan önce böyle bir program yayımlanmasının amacı,
Paris Antlaşması’na bu konuda bir madde konulmasını önlemekti. Islahat
Fermanı’nın bir örneği Paris Konferansına gönderildi. Islahat Fermanı, daha
önce açıklanan Tanzimat Fermanı’na eklenen yeni maddelerden oluştu. Bu
fermanda, bütün Osmanlı halkının can, mal, ırz ve namusunun korunması;
kanun önünde eşitlik, devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara
Müslüman olmayanların da alınması; vergilerde eşitlik; iltizam usulünün
kaldırılması; mahkemelerin açık yapılması, ticaret, ceza ve cinayet davaları
için karma mahkemelerin kurulması, patrikhanenin ıslah edilmesi; rüşvetin
kaldırılması; resmi yazılarda Hıristiyanlar için kötüleyici deyimlerin
kullanılmaması öngörüldü.
Hıristiyan halka bu haklar tanındığı halde büyük Avrupa devletlerinin
bu konuda yeni isteklerde bulunmasının önüne geçilemedi (Turan, 1997 :
45).
Abdülmecit devri yöneticilerinin Avrupa devletlerinin her dediğini
yapmaları ve Islahat Fermanı’nın ilanı Müslüman halkta ve aydınlar arasında
hoşnutsuzluk yarattı. Avrupalı büyük devletlerin baskıları ile ilan edilen Islahat
Fermanı’na en büyük tepkiyi azınlıklar verdi. Yasalar karşısında eşitlik
haklarının verilmesine ve özellikle askerlik görevinin kendilerine de
uygulanmasına büyük tepki gösterdiler. Ülkede ferman hükümlerine karşı
tepkiler oluştu (Türk ve Dünya Tarihi, c.8, 1985 : 2440).
2.4.ABDÜLAZİZ DÖNEMİ (1861 – 1876 ) Sultan Abdülaziz, iç ve dış olayların tırmandığı bir dönemde tahta
geçti. Rus tahrikleri ile Hersek ve Karadağ’da ayaklanma çıktı. Sırbistan
prensliği ile anlaşmazlık baş gösterdi. Mali bunalım arttı.
Abdülaziz Mısır’a ve Avrupa’ya seyahatler yaptı. Sultan Aziz, Mısır’la
ilgili yeni düzenlemelerde bulundu. Mısır valilerine 2 Haziran 1866 gününden
itibaren “hidiv” ünvanı verildi.
18
Bu dönemin önemli olaylarından biri de Girit Ayaklanması’ydı. 23
Ağustos 1866’da başlayan ayaklanmada asiler, Türk hakimiyetini
tanımadıklarını ve Girit’in Yunanistan’a ilhakını ilan ettiler. Rusya bu
ayaklanmayı destekledi. Fransa’da Girit’in Yunanistan’a verilmesine
taraftardı. İngiltere ise Osmanlı Devleti’nden yanaydı. Osmanlı devleti bu
konuyu bir iç mesele olarak kabul ediyor, diğer devletlerin işe karışmasını
mesnetsiz buluyordu.
Osmanlı, Girit isyanını bastırmak üzere İsmail Paşa komutasında bir
ordu gönderdi. Yunanistan’dan yardım gördükçe isyancıların silah
bırakmayacağı anlaşıldı. Bunun üzerine bu sorunu çözmek için Yunanistan’a
ültimatom verildi. Yunanistan bu duruma itiraz etti. 1869 yılında bu konuda
Paris’te bir konferans yapıldı. Bu konferansta Babıâli’nin istekleri haklı
görüldü. Bu mesele böylece kapandı (Karal, 1977 : 20-36).
Rusya’nın Panislavizm politikası Balkanlarda hızla yayılmaya başladı.
1875 yılında Rusya’nın etkisiyle Hersek ayaklanması patlak verdi. Ayaklanma
daha sonra Bosna’ya sıçradı. Ardından Bulgaristan’da büyük bir ayaklanma
patlak verdi.
Devletin başına gelen bu üst üste felaketlerden Sultan Aziz ve
Sadrazam Mahmut Nedim Paşa sorumlu tutuldu. 10 Mayıs 1876 günü; Fatih,
Beyazıt ve Sülaymaniye medresesi öğrencileri şeyhülislam ile sadrazamın
mutlaka azlini istedi. Bunun üzerine 12 Mayıs 1876 Cuma günü sadrazamlığa
Mütercim Rüştü Paşa, şeyhülislamlığa Hasan Hayrullah Efendi, seraskerliğe
Hüseyin Avni Paşa getirildi. Bu devlet ileri gelenleri 30 Mayıs 1876’da
V.Murat’ı tahta geçirdi ve Sultan Aziz’i tahttan indirdi.
Kendi isteğiyle Fer’iye sarayına götürülen Abdülaziz, 4 Haziran 1876
günü bilek damarlarını kesmek suretiyle öldü.
Sultan Aziz’i öldürmekle suçlanan Hüseyin Avni Paşa’ya karşı eski
padişahın yakınları büyük bir kin ve düşmanlık duyuyordu. Bunun üzerine
Sultan Aziz’in üçüncü Kadın Efendisi’nin kardeşi Çerkez Hasan, hükümet
üyelerinin toplandığı sırada Mithat Paşa’nın Beyazıt’taki konağını basarak,
serasker Hüseyin Paşa’yı ve diğer bazı kişileri öldürdü. Bu olaydan sonra
19
Çerkez Hasan güçlükle yakalandı ve idam edildi (Türk ve Dünya Tarihi, c.8,
1985 : 2444).
2.5.V.MURAT DÖNEMİ (1876) 1876 ‘da tahttan indirilen Sultan Aziz’in yerine devrin aydınları
tarafından, meşrutiyet taraftarı olarak bilinen ve çok sevilen V.Murat tahta
çıkarıldı.
V.Murat tahta çıktığı zaman Bulgar ayaklanması bastırılmaktaydı.
Hersek ayaklanması ise bütünüyle bastırılamamıştı. Sırbistan ve Karadağ
Osmanlıya karşı birlikte hareket etme kararı aldı ve Osmanlı Devleti’ne savaş
ilan ettiler. Rusya, Sırplara maddi ve manevi büyük yardımlarda bulundu.
Ancak Sırplar Osmanlı ordusu karşısında sürekli yenilgiye uğradı (Türk ve
Dünya Tarihi, c.8, 1985 : 2446).
V.Murat tahta çıktığı günden itibaren pek çok olay meydan gelmişti.
Abdülaziz’in intiharı, Çerkez Hasan Vakası, Hüseyin Avni Paşanın katledilmesi gibi mühim hadiseler V.Murat’ın ruhi durumunun bozulmasına
yol açtı. Saltanat yükünü taşıyamaz hale gelince, tahta çıktıktan üç ay sonra
kendisini tahta çıkaran kişilerce tahtan indirildi. Yerine, II. Abdülhamit tahta
çıkarıldı. (İslâm Ans., 1988 : 363 – 364).
2.6.II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ (1876 – 1909 ) Abdülhamit’in ilgilendiği ilk sorunlar, Sırbistan ve Karadağ, Bosna –
Hersek ayaklanmaları; bu ayaklanmaların neden olduğu dış baskılar ve
Meşrutiyet’in ilanıydı.
Sırp orduları, Osmanlı Devleti karşısında ağır yenilgilere uğradı. Rus
çarının baskıları üzerine mütareke yapıldı. (1 Kasım 1876)
Büyük devletler “Doğu Sorunu” nu çözmek için bir konferans
düzenlemeye karar verdiler. Bu sırada ise II.Abdülhamit ve bazı devlet
adamları başta Mithat Paşa olmak üzere Meşrutiyet’i ilan etmeye karar
20
vermişti. Mithat Paşanın hazırladığı Anayasa taslağı üzerinde bazı
değişiklikler yapılarak, 119 maddeden oluşan Kanuni Esasî’nin ilanı
kararlaştırıldı.
Büyük devletlerin temsilcilerinin katıldığı “Tersane Konferansı” da
denilen “İstanbul Konferansı” 23 Aralık 1876’da başladı. Aynı gün Kanuni
Esasî ve Meşrutiyeti ilan eden Hattı Hümayun binlerce vatandaşın huzurunda
okundu (Türk ve Dünya Tarihi, c.8, 1985 : 2448).
Bu ilk Anayasa ile :
1. Padişaha nâzırlar heyetini atama ve görevden alma, dış
ülkelerle antlaşma ve barış yapma, savaş ilan etme, meclisi
açma ve kapama yetkileri verildi.
2. Başkanı sadrazam olan nâzırlar heyeti, devlet işlerini
yürütmekle görevliydi. Yalnız aldığı kararlar padişahın onayı
ile yürürlüğe girecekti.
3. Kanun teklif yetkisi nazırlar heyetine, yasama hak ve görevi
Mebuslar Meclisi ile Âyan Meclisine verildi. İki mecliste kabul
edilen kanunlar, padişahın onayından sonra kesinleşecekti.
4. Kanun önünde bütün Osmanlı halkının eşit olduğu kabul
edildi.
5. Herkese şahsi mesken, eğitim, yayın, ortaklık kurma hürriyeti
verildi.
6. Kanunsuz olarak kimseden para alınamayacağı, vergilerin
herkesin gelirine ve gücüne göre hesaplanacağı, müsadere
ve angaryanın yasak olduğu belirtildi (Turan, 1997 : 47).
Bu arada Osmanlı Devleti, konferansta önerilen hususları reddetti. Bu
öneriler Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarını çiğnemesi nedeniyle
reddedilmişti. Bunun üzerine konferans dağıldı.
Balkanlardaki karışıklıklar devam ediyordu. Sırbistan ile barış
imzalanmıştı. Fakat Rus kışkırtmaları sonucu Karadağ karışıklıkları devam
ediyordu.
Rusya büyük devletlerle 31 Mart 1877’de Londra Protokolü’nü
imzaladı. Buna göre; Karadağ’a toprak verilmesi ve barış yapılması,
21
Bulgaristan ve Bosna Hersek’te ıslahat yapılması isteniyordu. Osmanlı
Devleti bu protokolü kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya Osmanlı Devleti’ne
savaş açtı. Böylece “93 Harbi” denilen 1877 – 1878 Türk - Rus savaşı başladı. Tuna ve Kafkas cephelerinde Ruslara karşı çetin bir savaş verildi.
Ancak Ruslar Ayastafanos’a (Yeşilköy) kadar geldi. Doğu’da Erzurum
Rusların eline geçti.
31 Ocak 1878’de Edirne’de mütareke imzalandı. 3 Mart 1878’de ise
Ayastafanos Antlaşması imzalandı. 29 maddeden oluşan anlaşma ile
Karadağ ve Sırbistan’a bağımsızlık verildi, Romanya’nın bağımsızlığı tanındı,
Bulgaristan Osmanlı Devleti’ne vergi veren prenslik haline getirildi. Doğu’da
ise Kars, Ardahan ve Batum Ruslara verildi (Armaoğlu, 1997 : 142 – 162).
Birinci Meşrutiyet dönemi uzun sürmedi. II.Abdülhamit Mebuslar
Meclisi toplantısında Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan ayırdı. Meclisin çok çeşitli
halk tabakalarından oluşması, bazı ülke bütünlüğünü zedeleyici tekliflerin
ortaya atılması, nihayet Rus savaşının ağır bir yenilgiyle kapatılması bu ilk
demokrasi denemesini söndürdü. Abdülhamit, bütün bunları sebep
göstererek, Mebuslar Meclisi’ni dağıttı.
Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) idaresi kuruldu. II.Abdülhamit daha
tahta çıkmadan mali iflas ilan edilmişti. Savaşlar mali durumu daha da bozdu.
1897 yılında Yunanistan ile savaş yapıldı. Yunanistan Girit’in kendisine
bağlanmasını istiyordu. Bu nedenle Osmanlı idaresindeki Rumları
kışkırtmaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı devleti savaş ilan etti. Savaşta
Osmanlı Devleti galip geldi. Yunanistan’ın yenilgisi üzerine büyük devletler
araya girdi ve İstanbul Antlaşması imzalandı. Buna göre Girit Osmanlı
yönetiminde kalacak ancak hıristiyan bir vali tarafından yönetilecekti,
Yunanistan Osmanlı Devleti’ne savaş tazminatı ödeyecekti.
Bu arada II.Abdülhamit’in iç siyasette uyguladığı “istibdat rejimi” ne
karşı başlayan iç muhalefet giderek arttı. Devlet içinde bazı gizli faaliyetler
devam etti, cemiyetler kuruldu. Devletin çökmesini engellemek için meşrutiyet
yönetiminin kurulmasını isteyen aydınlar bu konuda II. Abdülhamit’e baskı
yaptı.
22
Meşrutiyet taraftarları, İttihat ve Terakki adında gizli bir denek kurdu.
Derneğin amacı, gerekirse II.Abdülhamit’e meşrutiyet yönetimini zorla kabul
ettirmekti. Bu amaçla ayaklanmalar çıktı ve II.Abdülhamit ayaklanmanın
genişlemesinden çekindiği için Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koyarak meşrutiyeti
ikinci kez ilan etti. (23 Temmuz 1908)
Bundan sonra seçim yapıldı. Mebuslar Meclisi, büyük bir törenle açıldı.
Anayasada yapılan birtakım değişikliklerle padişahın yetkileri sınırlandırıldı.
Padişah sadrazamı atayacak, nazırları sadrazam seçerek, padişahın onayına
sunacaktı. Nazırlar heyeti yasama meclislerine karşı sorumluydu. Her iki
meclise de kanun teklif etme yetkisi tanındı. Padişahın kanunları veto etmesi
sınırlandırıldı. Toplantı yapma ve dernek kurma hakkı verildi. Basına sansür
konulmayacağı belirtildi. Fakat tüm bunlar, iç karışıklıklar ve savaşlar nedeni
ile gereği gibi uygulanamadı (Turan, 1997 : 48).
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yönetime karşı büyük bir ayaklanma
ortaya çıktı. Rumi takvime göre 31 Mart’ta olan bu ayaklanmaya “31 Mart Olayı” denmiştir. Siyasal istikrarsızlıklar nedeniyle muhalefet, İttihat ve
Terakki’ye karşı ayaklandı. Bu ayaklanmayı, Selanik’ten gelen Harekat
Ordusu bastırdı.
Harekat Ordusu İstanbul’da duruma bütünüyle hakim olduktan sonra;
Mebuslar Meclisi ile Ayan Meclisi, Umum-i Milli denilen meclis binasında
toplandı. (27 Nisan 1909) 240 milletvekili ve 34 ayanın hazır bulunduğu
toplantıya Âyan Reisi Sait Paşa başkanlık etti. Şeyhülislam’dan alınan fetva
ile Abdülhamit’in “halli” ne (tahttan indirilmesi) karar verildi. II. Abdülhamit
tahttan indirilerek Selanik’e gönderildi. 27 Nisan 1909’da tahta V.Mehmet
(Reşat) çıktı. (Türk ve Dünya Tarihi, c.8, 1985 : 2454)
V. Mehmet’in tahta çıkmasıyla, ordu batı düzeyine çıkarılmaya
çalışılmış, kadın hakları genişletilmiş, kapitülasyonların tek yanlı olarak
kaldırıldığı ilan edilmişti. Ancak bu ıslahatlar hızla kan kaybeden Osmanlı
Devleti’nin yıkılışını durduramadı.
Batılı devletlerin, Osmanlı Devleti’ni parçalama idealleri devam
ediyordu. Bu amaçla; önce Trablusgarp Savaşı (1911 - 1912) ile
Trablusgarp elden çıktı, ardından Balkan Savaşları (1912 – 1913 ) ile
23
Balkanlardaki Türk hakimiyeti sona erdi. Bu ağır kayıplar artık Osmanlı
devletinin yıkılışını ortaya koyuyordu. Tüm bunlardan sonra patlak veren I.
Dünya savaşına da katılan Osmanlı Devleti artık geleceğe dair kaderini
çiziyordu. Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Ordusunun üstün gayretleri
sayesinde Osmanlı Devleti tamamen yıkılmaktan kurtuldu. Büyük toprak
kayıpları olsa da 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyet’i kuruldu. Yapılan
anlaşmalarla Türkiye Devleti’nin bugünkü sınırları çizildi.
24
III. BÖLÜM
3.KÜLTÜREL VE İLETİŞİMSEL BELLEĞİN İCRACILARI OZANLARIN DİLİNDEN XIX. YÜZYIL SİYASİ OLAYLARI
3.1.FRANSA’NIN MISIR’I İŞGALİ (1798) Napolyon 1798’de Mısır’ı işgal etti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti,
Fransa’ya savaş ilan etti. İngiltere Osmanlı Devleti’ne müttefik oldu. Gazze ile
Yafa’yı alan Bonaparte, Akka’da Cezzar Ahmet Paşa tarafından durduruldu.
Napolyon Mısır’a bir ordu geldiğini duyunca Paris’e döndü.
O dönemde sadrazam, Koca Yusuf Paşa idi. Bu savaşı destanlaştıran
Lüccetî, Fransız ile Yusuf Paşa’yı karşılıklı konuşturarak duygularını dile
getirir :
Fıransız söyledi Ey Yusuf Paşa
Mısır beldesinde kuram mekânı
Şam'ın illerini bütün alırım
Halep sınırına dikem nişanı
Yusuf Paşa der ki: Fıransız kafir
Hali buldun aldın sen bu meydanı
Mısır' da bu sene otur müsâfir
Görelim ne eyler Yaradan Gani
Fıransız söyledi: Mekr ü fend ettim
Yerlisin köylüsün bana bend ettim
Vermezim Mısır'ı böyle ahd ettim
Korkmazım getirsen halk-ı cihânı
Yusuf Paşa der ki: Be kafir n'oldun
Tâ Cebel-i Cûş'da soluğun aldın
Gecenin nısfında Mısır'ı buldun
Hele sabah olsun kuram divanı
25
Fıransız der: Ben bu yana sapmışım
Mısır'ı ben sizden şikar kapmışım
Ariş'te bir metin kale yapmışım
Üstüme al getir mir-i mîrânı
Yusuf Paşa der ki: Laf etme boşa
Nil yalısın aldım hep baştan başa
Deryayı kesmiştir Hüseyin Paşa
İngiliz’in çoktur nâr-ı sûzânı
Fıransız söyledi: Askerim hezâr
Cenk gününde.ana eyle bir nazar
Bende olan asker on ordu bozar
Zerrece Mısır' dan kesmem gümânı
Yusuf Paşa der ki: Tedbirim saklı
On bin Arnavut var kolu kolçaklı
Askerimin hepsi yalın bıçaklı
Senden akıtırım sel gibi kanı
Fıransız söyledi: Bana noluyor
Balyemez topların ciğer deliyor
Fıransa' dan yüz bin imdat geliyor
Ol zaman seyreyle tozu, dumanı
Yusuf Paşa der ki: Kibr-ile uçtun
Dayanıp sırtıma ateşler saçtın
Salihiye' deki kaleden kaçtın
Hariçte de tutamadın tabanı
Fıransız der: Bir tuzağa girmeyiz
Boş yere düşmana fendi kurmayız
26
Haşr-olur da biz Mısır'ı vermeyiz
Böylece kurmuşuz ahd-ü amanı
Yusuf Paşa der ki: Edelim düğün
Canın kurtulursa bir zaman öğün
Mısır'ın içinde elli yedi gün
Her saat yalvarıp edin amanı
Fıransız söyledi: Yol ver geçeyim
Kendi erliğimle bari göçeyim
Al anahtarlardan bir su içeyim
Ağlayıp Mısır için kılam figanı
Yusuf Paşa der ki: Ederim sena
Bu Mısır'ın halkı gerekmez bana
Neyleyim ki Şeyh'ler eyledi rica
Padişah başıçin kıldım ihsanı
Yusuf Paşa Mısır'a girdi ol dem
Ehl-i İslam oldu şâz ile hurrem
Okundu ezanlar, halk etti kerem
Vezir-i âlişan kesdi kurbanı
Yusuf Paşa der ki: Çeksin yedekçi
Tamam altmış bindir deli tüfekçi
Enderun ağalar serâpâ cenkçi
Seyr-eyle asker-i Âl-i Osman'ı
L'ÜCCETİ medhini eyledi takrir
Dilerim Mevla'dan ola dest-i gir
Var mıdır böyle bir âli-şan vezir
27
Bu devr-i zamanın bir kahramanı (Elçin, 1998 : s.
198 – 200 ).
Bu destanda, Osmanlı Devleti ile Fransa arasında Mısır’da
meydana gelen savaş anlatılmaktadır. Destanın burada haber verme
işlevini görmekteyiz. Çünkü olayın nasıl cereyan ettiği ayrıntılı olarak
naklediliyor. Destanların o dönemde günümüzdeki gazeteciliğin işlevini
yerine getirdiğini görüyoruz. Lücceti’nin bu destanından savaşın elli
yedi gün sürdüğünü, Osmanlı ordusunun altmış bin olduğunu, bunun
on bininin Arnavut olduğunu, Fransızlara destek olmak için Fransa’dan
yüz bin kişilik ordu geldiğini öğreniyoruz. Yine bu destanda
Fransızların kibirli davrandıkları, hile ile Mısır halkını kendilerine
bağladıkları ifade ediliyor. Şair, Yusuf Paşa ve ordusunun başarıları
ile savaşın kazanıldığını ve tüm müslümanların çok sevindiklerini dile
getiriyor.
Özkul Çobanoğlu, “destanların bilinen en eski fonksiyonlarından
birisi orduda askerlerin morallerini yüksek tutmalarını sağlamak
maksadıyla kullanmasıdır” der (Çobanoğlu, 2000 : 12).
Bu destanda bu işlevi de görmekteyiz. Yusuf Paşa’ya devrin
kahramanı, âli-şan vezir diyerek övgüler yağdıran şair, onun ağzından
da askerleri metheder. Burada askerin moral ve motivasyonunu
arttırma hususunda destanların oynadığı önemli rol göze çarpar.
Sadrazam Yusuf Paşa’yı ve onun savaştaki başarılarını Aşık
Said şöyle övmüştür :
Padişahım olsun kılıcın keskin
Görmedim cihanda vezirin dengin
İşitsin alem Haraşova cengin
Mevlam selamet verdi der Yusuf Paşa
Gazaya ferman eyledi Zılluallah
Hazır olduk cümle fi-sebilillah
28
Cümle alem cığrışır nasrün minelallah
Vurun gazilerim der Yusuf Paşa
Haznedarım ile cenge giderim
Din uğruna feda can ile serim
Yaş Bükreş Tamişvar'ı da isterim
Göreyim sizleri der Yusuf Paşa
Beş yüz içağası cümle yayalı
Ağalarım vardır ejder misali
Her biri zamanın Rüstemi Zal'ı
Vurun şahbazlarım der Yusuf Paşa
Yençeri kulların atar tüfengi
Görmemiş cihanda kimse bu cengi
Her bir gazi aldı çifte çelengi
Gazanız mübarek der Yusuf Paşa
Kuruldu cengin pazarı halk şadan
Semada melekler bu cenge hayran
Cennet kapısını açar Hazret Rıdvan
Huriler bekleşir der Yusuf Paşa
Kılıçlar parladı toplar atıldı
İki asker birbirine katıldı
Harşova nezaret birden alındı
Biz de şükredelim der Yusuf Paşa
Gelmemiş cihana böyle bir vezir
Bir elinde altın birinde şemşir
Nemse kıralını etmeğe yesir
Vurun gazilerim der Yusuf Paşa
29
Yusuf Paşa sensin sahib-i umur
Yoktur tedbirinde zerrece kusur
Gayret-ullah şimdi eyledi zuhur
Şükr elhamdü-lillah der Yusuf Paşa
Kılıçlar parlayıp toplar atıldı
İki asker birbirine katıldı
Erişti Hak nusret birden alındı
Şükür Hak Yezdana der Yusuf Paşa
Kurdu cenk pazarın halk oldu şadan
Semada melekler bu cenge hayran
Cennet kapısını açmıştır Rıdvan
Huriler bekleşir der Yusuf Paşa
Bozulup küffarın tedbiri şaştı
On dokuz bin kafır kılıçtan geçti
Çoğu yesir olup vafıri kaçtı
Urun gazilerim der Yusuf Paşa
Bir gaza olmuştur hakka merdane
Beş doğursun böyle doğuran ana
Zaptolundu cümle topla cephane
Müjde padişahım der Yusuf Paşa
AŞIK SAID eyle sıdk ile dua
Canını yolunda eyledi feda
Nice fütuhâtlar göstere Hudâ
Budur hep niyazım der Yusuf Paşa (Kırımhan, 1995
: 460 – 462).
30
Şair, destanına devrin padişahını ve vezirini överek başlar. Daha
sonra da haber verme ve bilgilendirme işlevi doğrultusunda on dokuz bin
kafirin kılıçtan geçtiğini, çoğunun esir düştüğünü, düşmanın cephanesinin ele
geçirildiğini, Haraşova’nın alındığını müjdeler. Yine Osmanlı askerlerinin her
birini zamanın Rüstem-i Zal’ine benzeterek mertliklerini ve yiğitliklerini över.
Yusuf Paşa’nın ağzından “vurun şahbazlarım, beş doğursun böyle doğuran
ana” gibi sözlerle ordunun motivasyon gücünü artırmaya çalışır.
Padişahım olsun kılıcın keskin
İşitsin Hünkarım a'da da cengin
Görmedim cihanda Vezir’in dengin
Urun şahbazlarım der Yusuf Paşa
Gazaya fermanlar etti Zıllu'llah
Alimler çağırır Narün - min - Allah
Cümle hazır olduk fi - sebili'llah
Urun gazilerim der Yusuf Paşa
Amana gel Nemçe, eyleme inat
Gelen Yusuf Paşa, kahraman - sıfat
Avn-i Hak ile bulamazsın necat
Urun yiğitlerim der Yusuf Paşa
Haznedar'ım alsun gönüllülerim
Din uğruna feda can ile serim
Bir gaza-yı ekber sizden isterim
Göreyim sizleri der Yusuf Paşa
Yirmidört gönüllü Haznedar Ağa
Coşup ağlarım misal-i derya
Beşyüz iç ağası cümlesi yaya
Urun gazileriın der Yusuf Paşa
31
Altıyüz tüfenkçi bin elli deli
Kargılı mızraklı tokmak tüfenkli
Kahraman sıfatlı arslan yürekli
Urun şahbazlarım der Yusuf Paşa
Ağalarım vardır derya misali
Hazır ol vaktine Nemçe Kıralı
Devr-i zamanenin Rüstem-i Zal’i
Geldim bak üstüne der Yusuf Paşa
Gelmemiş cihana böyle bir vezir
Nemçe kıralın etmek ister esir
Bir elinde altın, birinde şimşir
Sizlerden isterim der Yusuf Paşa
Sancağ-ı Saadet gelip Vidin'e
Mehadiye Temişvar'a Budin'e
Nusret alemini dikti bu dine
Zafer arzularım der Yusuf Paşa
Çerkes Paşa hemen eyledi ferman
Dini bir uğruna cümlemiz kurban
Böylece düşmana oldular revan
Halka nida edip der Yusuf Paşa
Serasker Paşa’yı edince tayin
Memiş Paşayı da eyledi muin
Düşmanın kanından la’l oldu zemin
Aferin gaziler der Yusuf Paşa
Evvel İç Ağası yürüdü birden
Din uğruna geçti can ile serden
Yusuf Paşa erdi tebdil geriden
32
Urunuz koçlar der Yusuf Paşa
Kılıçlar parlayıp toplar atıldı
İki asker birbirine katıldı
Erişti bak nusret birden alındı
Şükür Hak Yezdan'a der Yusuf Paşa
Yeniçeri kulları atar tüfengi
Görmedi cihanda kimse bu cengi
Herbir gazi aldı çifte çelengi
Gazanız mübarek der Yusuf Paşa
Kurdu cenk pazarı halk oldu şadan
Semada melekler bu cenge hayran
Cennet kapısını açmıştır Rıdvan
Huriler bekleşir der Yusuf Paşa
Bozulur küffarın tedbiri şaştı
Ondokuzbin küffar kılıçtan geçti
Çoğu esir olup vafiri kaçtı
Urun gazilerim der Yusuf Paşa
Bir gaza olmuştur hakka merdane
Beş doğrusun böyle doğuran ana
Zaptolundu cümle topla cebhane
Müjde padişahım der Yusuf Paşa
Yusuf Paşa sensin sahib-i umur
Tedbirinde yoktur zerrece kusur
Gayretu'llah şimdi eyledi zuhur
Şükür hamdil’lillah der Yusuf Paşa
33
Şevketli Padişah sur eyle ferman
Mesrur oladursun cümle cihan yan
Okunsun duada Gazi Hamid Han
Gazisin Hünkarım der Yusuf Paşa
Aşık Said eyle sıdk ile dua
Canını yolunda eyledi feda
Nice fütuhatlar göstere Huda
Budur hep niyazım der Yusuf Paşa (Kırımhan, 1995
: 456 – 459 ).
Aşık Said, destanında savaşın ayrıntılı tasvirini yapar. “Kılıçlar parladı,
toplar atıldı, iki asker birbirine katıldı” sözleri ile savaşın seyrini dile getirir.
Savaşta kargı, mızrak, tokmak, tüfek, top gibi aletlerin kullanıldığını, altı yüz
tüfekçi bulunduğunu ifade eder; ardından da böyle bir savaşın benzerinin
görülmediğini dile getirir.
Destanda askerlerin morallerini ve motivasyonlarını arttırmak için
kahraman, aslan yürekli, şahbazlar gibi sıfatların kullanıldığını görmekteyiz.
Yine “cennet kapısını açmıştır Rıdvan”, “ huriler bekleşir” gibi sözlerle Al-i
İmran suresinin 195. ayetine, Tevbe suresinin 111. ayetine atıfta bulunulur.
Böylece şehitlere cennet vaat edildiği belirterek, askerlerin cesaretleri
arttırılmak istenmiştir.
Fransızların Mısır’daki ilerleyişi Akka’da Cezzar Ahmet Paşa
tarafından durdurulmuştur. Akka kalesindeki bu savaşı Aşık Zihni şöyle
destanlaştırır :
Hazret-i Sultan Abdülmecid Han
Zıll-ı Hudavendi Perverdigarı
Münteha meskendir hümâ-yı kadri
Sidrede beslenir izz ü vekarı
Ata binse o İskender-cenabın
34
Cem inanın tutar Hüsrev rikabın
Eşheb-i lutfunun görse şitabın
Rüstemler olurdu gaşiyedârı
Çünkü ferman etti o şah-ı kişver
Feth-i beriyyetü 'ş-Şam'ı ser-a-ser
Denizden donanma karadan asker
Yürüdü Beyrût’a yemin yesârı
İngilizle maan bizim donanma
Çıktı Akdeniz'e urs alabanda
Çözüldü yelkenler dizildi güya
Bir bir ardı sıra turna katarı
Beyrüt'a bir atım barut attılar
Ertesi Sayda'ya Sûr'a attılar
Akka limanına lenger attılar
Üç alabandalar saçtı şerârı
Şefine-i hûmâyun evvel yanaştı
Kopuz havar gülle sağdı savaştı
Makas salkım birbirine dolaştı
Ateşlere yaktı burc u hisârı
Akka'nın başına çöktü bir duman
Sanki Behram idi felekte kıran
Adünun başına teng oldu cihan
Fark olunmaz oldu Leyl ü nehârı
Ser-asker-i Hazret-i Mustafa Paşa
Gönderdi askeri bunda savaşa
Ya Rab bu ne dava bu ne temaşa
35
Gözler görmüş değil bu kâr ü zârı
Öbüsler döğdüler abûs çehreyi
Sağdı tamam yetmiş beş bin gülleyi
Üç buçuk saatte aldı kal'ayı
Akka'nın göklere çıktı gubarı
Humbara rast geldi yandı cebhâne
Kalmadı teslimden özge bahane
Selim Paşa ile asker yanyana
Girdiler kal'aya yatsı kararı
Akka'nun başına koptu kıyâmet
Mısır askerine oturdu heybet
Sözleri bir anda şehbaz-ı şevket
Kaf-ı şeca'atten aldı şikârı
Kanla yuğrulmuş turâbın Akka
İmarından çok harabın Akka
Kan dökmede vardır şitabın Akka
Hâkin tecellisi hikmet-i Bâri
Toprağın fitneli taşların kanlı
Başın kavgalıdır gözün dumanlı
Çok yiğitler yedin ejder dehânlı
Su'al edenlere bastın inkârı
Hass-ı hasin bir kal'asın güzelden
Sana düşmen zafer bulmaz tez elden
İmarına mıstar çekmiş ezelden
Mirrih sa'atinde ezel mi'mârı
36
Bir metin kal'asın yoktur akranın
Çare-saz olamaz değme düşmanın
Çerdeh Tepesi'nden çoktur ziyânın
Sana havalelik eyler eyler her bârı
Sen bir kal'asın ki kal'a-i hakan
Müstahkem metinsin her medhe şayan
Yoktur senin gibi bir cennet mekan
Çünkü sensin Arabistan kiları
Eğerçi dünyaya çok zararın var
Lakin mu'tebersin ne haberin var
Salih Nebi gibi peygamberin var
Seni kabz ederler Rümun diyarı
Likin fitne sende felaket sende
Kavga-yı kal sende kıyamet sende
Kimse bilmez nedir bu halet sende
Olur üç günde bir gülle bâzârı
Sende çok sakamet emraz-ı şetta
Muhalif ruzigar vehâmed hava
Her milletten adem sende hüveydâ
Türk(ü) yehud (ü) fellah kıbti-i har
Bezzazları her esnaftan ziyade
Şeytana ders verir bey' ü şirada
Terzisi batakçı berberi sâde
Bakkalı kassabı çok hilekarı
Ekmekçibaşının hali mükedder
Buğdası nûr gibi ekmeği esmer
37
Unutmuş Mısır'da bırakmış meğer
Edebi hayayı namüs u ârı
Kassabbaşı meymûn katibi defçi
Hammamcı kahveci hep entipüfçi
Dellal ve kayıkçı hammalı keyfçi
Yük sırtında duman baştan yukarı
Bu sözü söylemiş ezelde pirler
Arslan yatağından bellidir derler
Taht-ı ammâridir bütün bu yerler
Ya'ni Merhüm Ahmed Paşa Cezzarı
Bir cami'-i şerif eylemiş binâ
Ne cami' Akkaca Ka'be-i ulyâ
Ahsen-i takvimde Mescid-i Aksa
Mermer direk medresedir civarı
Kevser ırmağını almış yanına
Selsebil akıtmış şadırvanına
Katresi düştükçe rahmet cânına
Eylemiş tahsi1-i rızâ-yı Bârî
Ez-cümle Abdullah Paşa bahçesi
Susamı sünbülü gülü goncesi
A'la portakalı çok turuncası
Üzümün envâ’ı rüy-ı nigârı
Böyle bağ bahçeli tutar kendini
Karaya deryâya atar kendini
Günde bir âşıka satar kendini
Yüklenir gam yükün hicran katarı
38
Bir havz-ı mu'azzam eylemiş icad
Nâzirini ne Ad gördü ne Şeddâd
Musanna' kasırlar nakşi-i Bihzad
Yaldızlı saksılar havzın kenarı
Şikesteliğin çok burc-ı bedende
Lik şöhretin var Hind üYemen'de
Sultan Abdülmecid nüfüsu sende
Uslu dur taşırma bu itibârı
Reşid Paşa gibi feriki zira
Muhafız göndermiş hıfz eden Huda
Müdebbirû'l-umûr ferik-i yek-tâ
Devlet-i aliyye mehâm-güzârı
Getirmemiş mislin bu çarh- ı gerdûn
Çırağ-ı himmeti haddinden efzûn
Birisi ez-cümle bu kalb-i mahzün
Katib-i divan-i Zihni-i zârı ( Sakaoğlu, 1998 : 105 – 109)
Fransızların Akka’daki yenilgilerini destanlaştıran şair, savaşın ne
kadar çetin geçtiğini anlatmak için kıyamet benzetmesi yapar. Bu kadar
abartılı ifadeler kullanmasının en önemli sebebi halkın duygularını harekete
geçirmektir. Yine şair devrin padişah Abdülmecit’i över. Aşığın yergisi de
övgüsü de önemlidir, çünkü halk üzerinde derin etkiler bırakır. Bu nedenle
padişahlar, aşıkların kendi lehlerinde söylemelerini sağlamaya önem
vermişlerdir. Aşıkların bu konudaki gücü tartışılmaz olarak herkesçe kabul
edilmektedir.
Zihni’nin destanından İngiltere’nin Osmanlı’ya destek verdiğini,
karadan asker denizden donanma ile düşmanın başına dünyanın dar
edildiğini öğreniyoruz. Akka’yı çok yiğit yiyen bir ejderhaya benzeten şair,
toprağın fitneli, taşın kanlı, başın kavgalı, gözün dumanlı diyerek tüm bu
39
savaşların nedeni Akka’ymış gibi öfkesini Akka’ya yöneltir. Ardından ise
Akka’nın güzelliklerini sıralamaya başlar.
3.2.AKKA SAVUNMASI (1799) 1799 yılında Napolyon, Mısır’a oradan da Suriye’ye sefere çıkmıştır.
Napolyon, Mısır’da kalabilmenin şartının Suriye hakimiyeti olduğunu
düşünmüştür. Bu nedenle Akkâ kalesine ateş açmıştır. Bu savaşta Akkâ
kalesinin koruyucusu Cezzar Ahmet Paşa , kaleyi korumada başarılı
olmuştur. Bunda Nizam-ı Cedit askerlerinin de payı büyüktür. Napolyon’un
ordusu bunun üzerine geri dönmek zorunda kalmıştır. Aslen Boşnak olan
Cezzar Ahmet Paşa’nın buradaki başarısını Bursalı Ali şöyle över :
Cezzar Ahmet Paşa'ya Övgü
Evvel salı günü meşveret oldu
Çarşamba günü döğüş kuruldu
Aslan gibi taburlara sarıldı
Vurun keleşlerim, der, Ahmed Paşa
"Şevketlü Hünkarım edesin nazar»
«Dünya düşman olsa eylemem hazer»
«Yedi haccım vardır, mahlasım Cezzar»
Vezirler içinde zor Ahmed Paşa
Yetmiş bin dalkılıç eylemiş hazır
Açılmış cennetler, bize muntazır
İmdada yetişir Hazret-i Hızır
Vurun koçaklarım, der, Ahmed Paşa
Altmış beş gün gece gündüz savaştı
Gidi kafir din-i İslama karıştı
Melekler çığrışıp imdat erişti
Döğün hem döğüşün, der, Ahmed Paşa
40
Topun sadasından doldu felekler
Havfa düşüp bahre kaçtı semekler
Elvan elvan yaptırdığım çelenkler
Size müstehaktır, der, Ahmed Paşa
«Vezir içinde bulamadım vezir»
«Maruftur bu kafir, hem olur rezil»
«Malımı, canımı etmişim bezil»
Dinimin uğruna, der, Ahmed Paşa
Cennetler kapısı bu gün açıldı
Şehitlere türlü hulle biçildi
Önünce Yeniçeriler seçildi
Bu gayret günüdür, der Ahmed Paşa
Kılıncın darbından kan ağlar Firenk
Ömründe görmemiş böyle bir ahenk
Cezzar, der, söylensin ettiğimiz cenk
Bilmeyenler duysun, der, Ahmed Paşa
Cümle din adusu olunca deli
Şüphemiz kalmadı, velisin veli
Cezzar'ı medheder Bursalı Ali
Vezirler içinde koç, Ahmed Paşa (Elçin, 1988 : 201
– 202).
Tarihe kaynaklık eden destanlar, bize tarihsel olaylar hakkında önemli
bilgiler sunar. Bu şiirde de savaş ile önemli bilgiler elde etmekteyiz. Savaşın
Çarşamba günü başladığını ve altmış beş gün sürdüğünü, savaşın oldukça
çetin geçtiğini, top sesinden feleklerin dolduğunu destandan öğreniyoruz.
Yine, “ Cezzar” lakaplı Ahmet Paşa’nın önemli başarılar elde ettiğini de
destandan öğrenmekteyiz. Savaşta askerin motivasyonunu arttırmak için “
41
cennetin kapısı açıldı” diyen şair, destanın motive edici gücünü de
kullanmıştır.
3.3.VEHHABÎ AYAKLANMASI (1802) Vehhabîler isyanı 1802‘de Necid’de başladı. Vehhabîler, yalnız bir
iktidar ve mevki davasında değillerdi. Onlar “medeniyet” adına ithal edilen
Avrupa kültürünün İslam devlet ve toplum ilkeleriyle bağdaşmayacağını ve
getirilen yeniliklerin İslâm toplumunu içten çökerteceğini iddia ediyorlardı.
İslâmiyet’in temel ilkelerini korumak gerekçesiyle, İslâmiyet’in siyasi temsilcisi
ve savunucusu mevkiinde olan Halife’ye yani Osmanlı Padişahı’na karşı
giriştikleri savaş III. Selim ve haleflerinin İslâm dünyasındaki nüfuzlarını
zedelemiştir. Vehhabî isyanı, 1817 – 1818’e kadar aralıklarla devam etmiş ve
asrın sonunda tekrar canlanmıştır.
II. Mahmut, ayaklanmayı bastırması için Mısır Valisi Mehmet Ali
Paşa’yı görevlendirmiştir. Sonunda uzun süren uğraşlar neticesinde
Vehhabîler isyanı bastırılmış ve Hicaz ellerinden alınmıştır. Aşık Reşidi,
aşağıdaki destanında bu olayı anlatmıştır :
Vehhabi’nin vasfın edem Yarana
Akıl ermez bu hikmet-i Mevla'ya
Bunca dem velvele saldı cihana
Hep yazılmış ki gelecek dünyaya
Takdirde yazılmış ne olacağı
Yedi sene Mekke kapanacağı
Vehhabî'nin böyle şan bulacağı
Mehmed Ali ile cenk-ü vegaya
Şeytan igvasiyle hain-i bî-din
Aklınca sen başa çıkarım, dedin
Nice keleşlerin başını yedin
Çok yiğitler kanın döktün sahraya
42
Mehemmed Ali’nin mertliği çoktur
Padişah aslanı, bir eşi yoktur
Cenkte armağanı düşmana oktur
Anın içün çok el açtık senaya
Hamdülillah kabul oldu dilekler
Şad oldular evliyalar, melekler
Sevincinden raksa girdi felekler
Ordusunu uçurdular havaya
Perişan oldukça eyledi firar
Bir yerde eğlenip etmedi karar
Emir padişahın başka bir esrar
Tez yetişir kanda ise âdaya
Vehhabi'nin yurdu asıl Der'iye
İbrahim Paşa'dır çeken beriye
Mısır iskelesi İskenderiye
Bendler ile götürdüler oraya
Giriftar olunca öyle oldu sus
Mehmed Ali Paşa eyledi mahpus
Girince gemiye çehresi abus
Geldiğine pişman oldu dünyaya
Gemide bir eyyam eylediler yas
Gemiye girdiğin duymak için nas
Üç gün müjde etti bu felek-atlas
Ferah bulsun deyü hep fukaraya
İslambol'a dahil günün birinde
Kara yazıların görür serinde
43
Gün olur ki yeller eser yerinde
İnşallah atılır leşi deryaya
Topkapı’dan girdi bir alay ilen
Hain-i din olan bin belâ ilen
Yanınca bu kadar bin yaya ilen
Çifte lale ile geldi saraya
Seyise benzerler üç tane habis
Vehhabi önünce bir sarı iblis
Müftüsü var, hazinedarı......
Bak askere verdiği şu fetvaya
Bu taife böyle ezelden bunda
Asker-i İslâmdan yüzleri döndü
Nüfuz-ı Şah ile ocağı söndü
İşte ukubetle düştü cezaya
Hikmeti bilmemek her işin gücü
Takdire bağlıdır bunun bir ucu
İşte Vehhabi'nin günagûn suçu
Uğrattı başını derd-ü belaya
Rikab ısmarlandı Eski Saraya
Vehhabi'yi götürdüler oraya
Tatar keleşleri kondu pirâya
İhsan' aldı her biri bî-nihaye
Hil'at geyip altın çelenk aldılar
Vehhabi'ler hayretlere daldılar
Her birisin birer yere çaldılar
44
Her birinden başladı kan akmağa
Gazi Sultan Mahmud, bak imdi netti
Cezzarın böyle o tertip etti
Gayrı Vehhabi'nin sohbeti bitti
Halk-ı alem düştü bir temaşaya
Düşmanların Hak'tan Şah'ım sen dile
Elbette tutarlar anı fend ile
Huzuruna gelsin bend ile
Cümlenin niyazı budur Mevla'ya
Daima ricamız budur Settâr'a
Hain-i din olan çekilsin dara
Her kanda var ise düşsün efkara
Anlar da inşallah gelür ortaya
REŞİDİ'yim, hikmetinden agâhım
Ömrün efzun etsin her dem Allah’ım
Her düşmanın böyle olsun ey Şah'ım
Asılsın kılıcın arş-ı alâya ( Öztelli, 1976 : 195 –197
).
Tarihsel bir hadise olan Vehhabiler İsyanı’nı ve bu isyanın
bastırılışını anlatan şair, olayları kendi duygu ve düşünce süzgecinden
geçirerek dile getirir. Vehhabiler’in isyanına karşı tepki gösteren şair, bu
ayaklanmayı bastıran Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’yı ve oğlu İbrahim Paşa’yı
över. Çünkü devletin bekâsı önemlidir, bunu tehlikeye sokacak her durum
halkın ve aşıkların tepkisine yol açmıştır.
Şair Mehmet Ali Paşa’yı padişahın aslanı, mertliği çok, eşi benzeri
yok gibi sıfatlarla metheder ve askeri başarılarını dile getirir. İsyanın
45
bastırılması üzerine duyduğu sevinci ise evliyalar ve melekler şad oldu,
felekler raksa girdi gibi ifadelerle belirtir.
Aşık Esrari, Vehhabî ayaklanmasını Vehhabîler ve Mehmet Paşa’nın
ağzından şöyle anlatır :
Hazır ol vaktına, dayan Vehhabi
Hicaz'ı görmeye arzumanım var
Ol Hakk'ın beytine yüzüm sürmeye
Yaradan'la böyle ahd amanım var
-Vehhabi der ki: gelip de yorulma
Mısır üzerine bir seyranım var.
Deryadan, karadan ordum kurdum
Arabistan üstüne tûfanım var
-Mehmed Paşam der ki: birdir Yaradan
Kapudanlarım var, gelir deryadan
Niçün yorulur gelürsün karadan
Seni yolda yutar kurt, kaplanım var
-Vehhabi der ki: işlerin sezdim
Basra'dan Yemen'e Urban yazdım
Senden evvel Bağdad valisin bozdum
Acem sınırında bir nişanım var
-Mehmed Paşam der ki: uludur Yezdan
Öyle lafı, lufu dinlemezim ben
İki kıral bozdum, üçüncüsü sen
Mısır beylerinden çok kurbanım var
-Vehhabi der: benim, çöllerin şahı
Pençeme girenler çıkmaz bir dahi
Bir Urban'ım zapteyledi Külah’ı
46
Zaloğlu gibi de Şeyh Osman'ım var
-Mehmed Paşam der ki: Hak ile işim
Sen daha yemedin benim ataşım
Şeyh Osman'ı bozdu zor delil-başım
Mustafa Bey gibi kahramanım var
-Vehhabi der ki: ben böyle ederim
Askerin çöllerde susuz keserim
Tuttuğumu mızrak ile delerim
Benim bu çöllerde yüz bin kanım var
-Mehmed Paşam der ki: bilirim seni
Askerim kasaptır, keser insanı
Su bulmazlar ise içerler kanı
Haytalardan bozma çok merdanım var
-Vehhabi de der ki: hele, gel hele
Zaptettim suları, kaleler bile
Vehhabi demesi kolaydır dile
Yer götürmez benim çok askerim var
-Mehmed Paşam der ki: müjdecim geldi
Bonpart yetişti, Medine'ye daldı
Cidde'yi, Mekke'yi Tosun'um aldı
Ahmat Paşa gibi genç aslanım var
-Vehhabi der: beni bilmeyen bilmez
Meydana girmeden yiğitlik olmaz
Pençeme giren bir daha kurtulmaz
Yer götürmez bende çok Urban'ım var
47
-Mehmed Paşam der ki: azim cenk kurun
Yürün bayraktarlar, ileri durun
Topçuyla tüfekçi durmayın vurun
Kelle getirene çok ihsanım var
-Vehhabi der ki: Osmanlı yetişti
Bir ateş püskürdü, çöller tutuştu
Üstüne düşenin bağrını deşti
Ben bilmezdim, böyle zor düşmanım var
-Mehmed Paşam der ki: açıldı nusrat
Vurun gazilerim, vermeyin fırsat
Ünümüzü işitsin ol sahib-devlet
Sultan Mahmud gibi adil Han'ım var
-Vehhabi der ki: ben büyük söyledim
Urbanlar arasında rüsvay oldum
Dört yanım kesildi, çaresiz kaldım
Ne takatım var, ne dermanım var.
-Mehmed Paşam der ki: namus-ı Hünkar
Bu çölleri başına eyledim dar
Mıkdarın bilirim Medine'de yatar
Benim bu çöllerde şah sultanım var
-Vehhabi der ki: ben kanda kaçayım
Kırıldı kanadım, nasıl uçayım
Bana bir tas zehir verin içeyim
Zulmette kaldım ah çok figanım var
-Mehmed Paşam der ki: nasılsın hacı
Basra'dan Yemen'e aldım haracı
48
Şimdi kurtulmanın yoktur ilacı
Cismini kaldırmağa fermanım var
-Vehhabi der ki: çekticeğim çok zahmet
Hakikat Osmanlı'da varmış heybet
Aman İsâ hubbi eyle merhamet
Hakipaye geldim çok amanım var
Güzel medhin ettin AŞIK ESRARİ
Gazi Mehmed Paşa sözünün 'eri
Tarihlere yazın bu cengi bari
Hicaz'ın' fethine bir destanım var (Öztelli, 1976
:190-193 ).
İsyanı bastıran Mehmet Ali Paşa ile Vehhabi’nin karşılıklı
konuşturulması suretiyle savaşın seyri dile getirilir. Bu karşılıklı konuşmada
iki tarafın da birbirine meydan okuduğunu ve göz dağı vermeye çalıştığını
görüyoruz. Bu meydan okuma sırasında her iki taraf da kendi askerini överek
onların moralini ve motivasyonunu arttırmaya çalışır.
Mehmet Ali Paşa, “askerim kasaptır, keser insanı”, “su bulamazlarsa
içerler kanı” diyerek askerinin gücünü, cesaretini ve acımasızlığını dile getirir.
Ayrıca aslan, kaplan, kurt gibi benzetmelerle askerini metheder. Vehhabi de
aynı şekilde “pençeme giren çıkamaz” , “Zaloğlu gibi Şeyh Osman’ım var”
diyerek askerinin gücünü belirtir ve komutanlarını metheder.
Sonuçta ; Mehmet Ali Paşa ve askerlerinin, Vehhabiler’e çölü dar
ettiğini ve Vehebiler’in “Hakikat Osmanlı da varmış heybet” sözü ile
Osmanlı’nın üstünlüğünü kabul ettiğini belirtir. Bu cengi tarihlere yazın
diyerek ve Mehmet Ali Paşa’yı överek şair, destanını bitirir.
3.4.KARA YORGİ AYAKLANMASI (1806) 1806 yılında başlayan Sırp isyanının elebaşı Kara Yorgi’dir.
Avusturyalılardan ve Ruslardan yardım alarak isyan hareketini genişletmiştir.
49
Üzerine Bosna Valisi Bekir Paşa gönderilmiştir. Bekir Paşa, Kaptan Paşa
olarak da anılır. Bekir Paşa başta başarılı olduysa da daha sonra Rusların
gayreti ile Karadağ ve Sırbistan elimizden çıkmıştır.
Aşağıdaki destan Bekir Paşa’nın başarısı sırasında söylenmiştir :
- Dayan Kara Yorgi, gelirim üstüne
Elimde fermanım vardır kasdına
Bayraklar da gelsün beden üstüne
Vurun gazilerim, der Kaptan Paşa
- Kara Yorgi der, dönmezim sözümden
On bin Arnavut da aylık yer benden
Bu kavgaya başladım, geri dönmem
Dönmezim sözümden, der Kara Yorgi
- Kaptan Paşa der ki, sözlerim haktır
Yedi kıral içre akranım yoktur
İpsala üstünde Arnavut çoktur
Vurun gazilerim, der Kaptan Paşa
- Kara Yorgi der ki, karadır gözüm
İsa hakkı için dönmezim sözüm
Şimdiden sonra ben efendinizim
Dönmezim sözümden, der Kara Yorgi
- Kaptan Paşa der, gurur gelmiş kendine
Dahi çatmamışsın sen de dengine
Yedi kıral baksın İslam cengine
Vurun gazilerim, der Kaptan Paşa
- Kara Yorgi der; sonuna bakarım
Gelmeniz üstüme, sizi yakarım
50
Galip gelürseniz lagım atarım
Dönmezim sözümden, der Kara Yorgi
- Gazi bekçileri ateştir sönmez
Arnavut askeri kavgaya gelmez
Küffarın ettiği yanına kalmaz
Vurun gazilerim, der Kaptan Paşa
- Kara Yorgi der ki, kal'a açarım
Nice gemilere yelken açarım
Galip gelürseniz durmaz kaçarım
Dönmezim sözümden, der Kara Yorgi
-Kaptan Paşa der, alkış ettiler beni
Din yoluna feda ettim bu canı
Kuş olsan da uçma, kaçırmam seni
Vurun gazilerim der, Kaptan Paşa
- Kara Yorgi der ki, lagım kazarım
Balyemez topları bir bir dizerim
Şimdi Osmanlı'nın fendin sezerim
Dönmezim sözümden der, Kara Yorgi
-Benim gazilerim zahmet çektiler
Saat on birde de asker döktüler
Bayrakları bedenlere diktiler
Vurun gazilerim der, Kaptan Paşa (Öztelli, 1976 :
198 – 199 ).
Âşıklar, tarihin canlı tanıklarıdır. Destanlarda bu tarihsel olayları dile
getirirler ama burada objektif bir tarih değil subjektif bir tarih karşımıza çıkar.
Çünkü şairin duyguları da işin içine girer.
51
Bu destanda, Sırp İsyanı’nı başlatan Kara Yorgi ile isyanı
bastırmaya çalışan Bekir Paşa karşılıklı konuşturulmuştur. Savaşın seyri
ayrıntılı bir biçimde dile getirilmiş, adeta resmedilmiştir.
Kaptan Paşa’nın konuşturulduğu her dörtlüğün sonunda sistemli
olarak “vurun gazilerim” ifadesi yer almaktadır. Bu ifade ile askerlerdeki
coşkuyu arttırma, savaşma isteğini güçlendirme amaçlanmıştır.
3.5.KABAKÇI MUSTAFA AYAKLANMASI VE ALEMDAR MUSTAFA PAŞA (1808)
III. Selim, askeri başarısızlıkların ana nedenini Yeniçeri Ocağı’nın
bozulmasında görerek, bu ocağı bütünüyle kaldırmayı tasarlayıp, Nizam-ı
Cedit adlı yeni bir ordu kurdu. Bu durumdan hoşnut olmayan yeniçeriler,
Kabakçı Mustafa Paşa önderliğinde ayaklandılar ve III. Selim’i tahttan
indirerek yerine IV. Mustafa’yı getirdiler. Bunun üzerine III. Selim’in ıslahat
hareketlerini destekleyen Alemdar Mustafa Paşa, Topkapı Sarayını bastı.
Tahtı bırakmak istemeyen IV. Mustafa, III. Selim’i boğdurttu. Alemdar
Mustafa Paşa, bu olay üzerine IV. Mustafa’yı tahttan indirdi ve II. Mahmut
tahta geçti. II. Mahmut, Alemdar Mustafa Paşayı sadrazam yaptı.
Alemdar Mustafa Paşa ve adamlarına karşı yeniçerilerin
ayaklanmasını tutan şair, bu konuyla ilgili şöyle bir şiir söylemiştir :
Fıransız kâfiri tuttu bu işi
Ali Efendi'dir fitnenin başı
Cihanda gelmemiş bunun bir eşi
Görün gaziler, der Yeniçeri
Mustafa Paşa fermanlar yazar
Defterdar Efendi tedbirin düzer
Ocaklı kulları hilesin sezer
Yürün keleşlerim, der Yeniçeri
52
Geldi Rumeli'den nice bin çıtak
İslâmbol içinde kanlar akacak
Kadir gecesinde yediler bıçak
Kesin kelleleri, der Yeniçeri
Açıldı bayrakları yürüdü asker
Hacı Bektaş Ocağı kahraman besler
Nizam-ı Cedit'ler bir satır ister
Urun aslanlar, der Yeniçeri
Sahur taamında yediğim yağlı
Dört yanım ateştir, kollarım bağlı
Kara kın içinde kılıçlar zağlı
Kıymayın canıma, der Mustafa Paşa
Alın emaneti, kıyman canıma
Nazlı kölelerim gelsin yanıma
Defterdar Efendi girdi kanıma
Aman gaziler, yazıktır bana
Mustafa Paşa da kaldı arada
Ocaklı da der ki, mühür nerede
Ölmüşse vezir de eğer kule'de
Leşini sürüyün, der Yeniçeri
Kaptan dedikleri bir süflü Tatar
Süleymaniye'ye gülleler atar
Yeniçeri Ağa'sı meydanda yatar
Köpekler de yesin, der Yeniçeri
Hacı Bektaş Ocakları uyandı
Yeniçeri cephaneye dayandı
53
Eğri kılıç al kanlara boyandı
Dayanın gaziler, der Yeniçeri
Ocaklılar cephaneyi bastılar
Yoldaşlar kılıcı arşa astılar
Hacı Ahmed oğlun kıyma kestiler
Kesin gazilerim, der Yeniçeri
Askerin elinde bilenmiş satır
Cephane önünde buryanlar yatır
Nizam-ı Cedid'e iftarlık götür
Götürün gaziler, der Yeniçeri
Nizam-ı Cedid de girdi saraya
Ocaklı kulları aldı araya
Kadı Paşa der ki, emir nereye
Kesin kellesini, der Yeniçeri
Sekbanları tutup azat eyleme
Alıp şobarasın mezat eyleme
Kesin kellesini, cevap söyleme
Varın keleşlerim, der Yeniçeri
Bir Kırım Tatar’ı girdi araya
Çarhacı Ali Paşa düştü oraya
Nazlıdır Kethüda Bey, gelmez buraya
Sürüyüp getirin, der Yeniçeri
Saray kapıları birden açıldı
İslambol içinde ateş saçıldı
Sultan Mustafa'ya, hulle biçildi
Ağlaman gaziler, der Yeniçeri
54
Öksüzler babası dünyadan göçtü
Mektep çocukları duaya geçti
Ocaklı kullara mahzunluk düştü
Onun'çin ağlarım, der Yeniçeri
Yaşa Kul Kethüdası, sen binler yaşa
Yeniçeri kullar çıktılar başa
Üsküdar kışlası yandı, ateşe
Tılısım bu imiş, der Yeniçeri
DERVİŞ OSMAN bunu böyle söyledi
Hızır geldi, bize imdat eyledi
Behiç ile Ramiz firar eyledi
Tutun mel'unları, der Yeniçeri (Öztelli, 1976 : 205 -
208 ).
Yeniçeri ocağının kaldırılmasını istemeyen şair, bu amaçla
ayaklanan yeniçerileri desteklemiştir. Yeniçerilerin çoğunluğu Bektaşi
tarikatına mensuptur. Bu nedenle şair, “Hacı Bektaş Ocağı kahraman besler”
, “Hacı Bektaş Ocakları uyandı” gibi ifadeler kullanmıştır. Yine “Eğri kılıç al
kanlara boyandı” , “İslambol içinde ateş saçıldı” gibi ifadeler bize
ayaklanmanın boyutlarını, çok kanlar döküldüğünü göstermektedir. Şair,
Nizam-ı Cedit ordusu ile Yeniçeriler arasındaki mücadeleyi çeşitli yönleriyle
betimlemiştir.
Şair Nigâri, aşağıdaki şiirinde Kabakçı Mustafa ayaklanmasını dile
getirmiş ve ayaklanmayı övmüştür. Şairin kendisi de ayaklanma yanlısıdır :
Nice vasf- edeyim böyle koçağı
Menendi gelmemiş asla dünyaya
Dilerim ki cennet olsun durağı
Evvel makamı firdevs-i âlâya
55
Artsın eksilmesin böyle koçaklar
Hep o yüzden şeref buldu ocaklar
Çekildi gaipten yeşil sancaklar
Niyet edip asker çıktı gazaya
On dört kal'a yürüyüş etti birden
Gaip erenler erişti geriden
Mert yiğitler şikâr aldı sürüden
Mübarek gazası Halil Ağa'ya
Ara yerde gitti İngiliz Mahmud
İşitip herbiri oldular bihûd.
Şaşırttı onları Cenab-ı Mâbut
Uğradı herbiri gizli sıtmaya
On dört kala bir araya geldiler
Büyük Dere'de kavl-ü karar ettiler
Mustafa'yı şol serasker diktiler
Çekildi bayraklar Asitane'ye
Allah Allah, deyüp yürüdü asker
Böyle istedi ol Celîl-i -Ekber
Erişti geriden Üçler, Yediler
Kırklar da beraber girdi araya
Kireç Burnu, köy başını aştılar
Sağ selamet İstinye'yi geçtiler
Derya-menend dalgalanıp coştular
Gelip dahil oldular Tophane'ye
Her tarafa nidâ eyledi dellâl
Teaccüpte kaldı hep cümle ricâl
56
Muratların hasıl etti Zülcelal
Hakka, doğruymuş özleri Mevla'ya .
Yetmiş idi bu alemin canına
Girmediler hiç kimsenin kanına
Çektiler kazanı Et Meydanı'na
Haber gitti Seğmen Başı Baba'ya
Cem olup bir yere geldi Ocaklı
Hep elleri gürzlü, kolu kolçaklı
Ol yüzü heybetli, beli bıçaklı
Velvele verdiler Asitane'ye
Şeyhislam, Kazasker cümle geldiler
Şer-i şerif üzre fetva verdiler
Allah Allah, deyip gülbenk çektiler
EI kaldırıp başladılar duaya
Herbirini bir tarafta buldular
Hem kolunu, kanadını kırdılar
Bir saatte yedisini aldılar
Yolladılar herbirini bekaya
Tekmil oldu hep anların hepisi
Viran taran oldu gitti yapısı
Çok şükür açıldı cennet kapısı
Asıldı kılıçlar arş-ı alaya
Herbiri bir gûne oldular yeksan
Olmadı bir zerre kimseye ziyan
Def'etti kazayı rahmet-i Yezdan
Nam-u şanı gitti Kızıl Elma'ya
57
Râhına aşk edem bu canı feda
Vücudun hatasız eylesin Hüdâ
Tahta cülûs etti Sultan Mustafa
Önce selamlayup Ayasofya'ya
Evvela fermanlar oldu kıraat
Kurtuldu, sevindi cümle mevcudat
Cenâb-ı Bâri'den oldu inayet
Emroldu, ferman gitti Konya'ya
NİGARİ vasfını etmede hala
İnayet-i Hak'tan buldu tecellâ
Cihanda olmamış böylesi asla
Yazdılar tarihin ilm-i simyâ'ya ( Öztelli, 1976 : 100 – 103 ).
Yeniçeri ayaklanmasını destekleyen şair, bu ayaklanmanın önderi
olan Kabakçı Mustafa’yı destanında metheder. Dünyaya denginin gelmediğini
belirterek, mekanının cennet olmasını diler.
Yeniçerileri elleri gürzlü, kolu kolçaklı, yüzü heybetli, beli bıçaklı gibi
ifadelerle tasvir eden şair, bunların bir yerde toplanarak İstanbul’u velveleye
verdiğini dile getirir. Ayaklanma sırasında yaşananları destanlaştırır.
3.6.BABA PAŞA OLAYI (1810) 1810 yılında, Varna Ruslar tarafından kuşatılmıştır. Baba Paşanın iki
üç bin askerle müdafaa ettiği Hacıoğlu Pazarı düşman eline düşmüş, Baba
Paşa ise tutsak olmuştur. Osmanlı donanmasının gelmesiyle Varna
kuşatmadan kurtulmuştur.
Baba Paşa olarak ünlü olan bu kişinin asıl adı Pehlivan İbrahim
Ağa’dır. Kara Baba ya da Baba Pehlivan olarak da anılır. Aşağıdaki iki
destanda da bu kişiden ve yaptığı savaşlardan bahsedilmiştir :
Urum Eli’nde bir aslan türedi
58
Zatı aslan imiş, kendisi kaplan
Elinde kargısı, göğsünde kalkan
Koç gibi meydanda dön Kara Baba'm
Baba'yı sorarsan İsmail’de nâzır
Kavgaya vardıkta yetişir Hızır
Baba'nın tugları gül diye hazır
Tuglar sana yaraşır koç Kara Baba'm
Top, tüfenkler patlar, balyemez harlar
Kargılar balarır, kılıçlar parlar
Cenkçidir askerim, küffarı zorlar
Zatı kahramandır, koç Kara Baba'm
Harşova Ovası koç yiğit açar
Çıkar mert oğullar al kanlar saçar
Mustafa Efendimiz çarkaya çıkar
Hasmını meydanda seç Kara Baba'm
Allah Allah der de kargısın alır
Biner ata çıkar mert olur, kalır
Nice hayıfların kâfirden alır
Komadı kâfire, koç Kara Baba'm
Denedin mi kendin Moskof Kıralı
Böyle yiğit gördün mü dünya duralı
Kaç bin esir vardır, kaç bin yaralı
Yaradan'a dayan, koç Kara Baba'm
Baba, senin asker istemez silah
Birisi olmuştur kırkına salah
Yanında buzulu bir metin kala
59
O da dengin arar, koç Kara Baba'm
Yiğit olan yiğit beriye gelsin
Muhannet olanlar geriye kalsın
Malda gözüm yoktur, nam bizim olsun
Şehidi, gaziyi seç, Kara Baba'm
Zatı Hamza gibi, kurar fendini
Hazret Ali gibi eder cengini
Fatma şalı sende bulunduğunu
Zatı kahramandır, koç Kara Baba'm
Baba aldı askerin çekti yola
Küffarın topuna göğüsten kala
Kargı oynamazsa hazret-i pala
Taburdan tabura geç, Kara Baba'm
Baba gibi döğüşür, yılmaz hele
Kuzgun'un dolayı çevre kola
Vezire yolladım bin beş yüz kelle
Şad olsun efendim, der Kara Baba'm
Fatma Şah da der ki, asker dereyim
Dereyim de İsmail’i sarayım
Pehlivan Ağa'yı bende alayım
Zatı kahramandır, koç Kara Baba'm
Baba, senin geydiğin telli gaşa
Namın yürüttü dağlar ile taşa
Nice ayanlar çalıştı, çıktı başa
Moskof'u meydanda seç, Kara Baba'm
(Öztelli,1976:331)
60
Âşıkların tarihsel olayları anlatırken öznel bir anlatım sergilediklerini,
işin içine duygu ve düşüncelerin de girdiğini biliyoruz. Bu destanda da şair,
tarihi bir olayı kendi bakış açısıyla dile getirmiştir. Bu destanda hem bilgi
verme hem de askerin moralini yükseltme amacı vardır. Şair, savaşın seyri
hakkında bilgi verir, Baba Paşa’yı ve askerlerini de metheder.
Şair, Baba Paşa’yı aslan, kaplan, koç, kahraman gibi sıfatlarla niteler.
Ardından da “Hazreti Ali gibi savaşır” , “Baba gibi döğüşür” gibi ifadelerle
onun askeri başarısını dile getirir. Yine Baba Paşa’nın, vezire bin beş yüz
kelle yolladığını ifade ederek namının yürüdüğünü belirtir. Şair, Rus kralına
da “böyle bir yiğit gördün mü” diyerek seslenir. Baba Paşa’nın askerlerini de
“senin askerin silah istemez”, “al kanlar saçar” gibi ifadelerle övmüştür.
Aşık Kürşadî, aşağıdaki destanı Baba Paşa’nın ağzından söylemiştir :
İsmimi bilmez var ise alemde
Aslım Bozoklu'dur, ismim Pehlivan
Pederim tarafı Battal Gazi'dir
Validem tarafı Ahmed-i Târan
Ali Paşa kapısında sürdüm devranı
Tersenkli kapısında açtım meydanı
Kendime bendettim Deli Osman'ı
Varup da Kuzgun'a tutmuşum mekan
Darb-ı âlî ile açtım bu dağı
Yiğit için yaptırmıştım konağı
Haramdır tilkiye aslan yatağı
Helal olsun ona gelirse aslan
Bir mahzunluğum oldu, etmem inkâr
Çıkmazdım Kuzgun'dan gelseydi küffar
Pek belimi- büktü ol Gazi Hünkar
61
Bakalım ne suret gösterir devran
Kötüye meyl-etmedim, işim mert ile
Kötüler aradan çıksın dert ile
On yıl yürüttüm koyunu kurt ile
Tecelli eyledi ol ganî Yezdan
Hatt-ı şerif okunur, dinleyen yoktur
Fetvaları dinlemeyenler çoktur
Aleme bir felaket olacaktır
Yazmadan usandı ol Şah-ı devran
Fitnelik edenler bulsun dermanı
Kurtarsın kâfirden Deli Orman'ı.
Yine geldi Padişah'ın fermanı
Benim mâmur dünyam oldu tutrakan
Sinne Boğazı’ndan açmıştım meydan
Çıraklarım vardır etmiştim âyân
Padişah uğruna beslerdim her an
Sayesinde rahat etmişti sıbyan
Dayılarım vardı, aslan yürekli
Belleri kılıçlı, gümüş tüfekli
Yanları çıraklı, önü yedekli
Nice bir beyzade, hep ehl-i irfan
Aldım askerimi, sökün eyledim
Ol kahbe Moskof'a oyun eyledim
Olduğum Kuzgun'u metin eyledim
Bir fitnelik düştü Ulah'a, yaman
62
Havâriç devri gibi gün açıldı
Yiğit olan yanımda kaldı, seçildi
Çok kavgalar oldu, kanlar saçıldı
Yetişip gelince Ordu-yu Osman
Geldi kafir Silistre'yi sardı
Ordu-yu Hümâyun imdada vardı
Yeniçeri, yaya dayandı, durdu
İmdat senden bize, ey gani Yazdan
Nasıl vasfedeyim, uzun hikâyet
Ben görmedim, dostlarımdan rivayet
Düşmandan kurtardığımdı şikâyet
Desturlar yakıptır bu fânî cihan
Usandım âleme ben yaza yaza
Bir gazap var idi görünür göze
Her kaçan ki Moskof geçti bu yüze
Ol vakıt dediler bana, el'aman
Almış idim şu Moskof'un huyunu
Niyet etmiş geçmeğe Turla suyunu
Metanet eyledim Tuna boyunu
Varınca İsmail’e geldi düşman
İsmail'de cengim bilir âlemler
Kafir, ülkesinde çekti elemler
Âcizdir yazmağa bunca kalemler
Söylesin cengimi edenler seyran
İsmail çölünde kanlar çağladı
Kâfir ülkesinde canlar ağladı
63
Hilesinden kâfir sulha bağladı
Tek elinde kalsın Eflak'la Buğdan
Kâfir bu hususta buldu çok ruhsat
Sandı ki Âl-i Osman tutmaz kuvvet
İsmail, İbrail ol iki serhat
Çığrışarak gitti, Baba Pehlivan
Bilmeyenler sandı, kâfir barıştı
Rumeli içine istilâ düştü
Yılık Oğlu geldi Balkan'ı, açtı
Artık benim fırsat dedi bu devran
Dört bin kişiyle Pazarcık'ta nidem
Din-i islam uğruna gayret güdem
Devlet eli ile esir mi gidem
İnayet sendedir ey ulu Subhân
KÜŞÂDÎ çağırır, ey Kara Baba
Din yoluna şu şan olur mu hebâ
İnşallah kurtarır ol cömert Hüda
Destgirin olsun ol Şah-ı Sultan( Öztelli, 1976 :333 -
335 ).
Şair, şiirinin başında Baba Paşa’nın ağzından onun hayatı hakkında
etraflıca bilgi veriyor. Şiirden Baba Paşa’nın aslen Bozoklu olduğunu, isminin
Pehlivan olduğunu, babasının Battal Gazi soyundan, annesinin ise Ahmed-i
Tarvan soyundan geldiğini öğreniyoruz.
Şair, Baba Paşa’nın dört bin kişiyle savunduğu Hacıoğlu Pazarı’nın
düşman eline düşüşünü ve ardından Baba Paşa’nın tutsak olduğunu anlatır.
Osmanlı ordusunun yardıma gelmesiyle şiddetli bir savaşın başladığını ifade
eder ve destanını Baba Paşa için dua ederek bitirir.
64
Halkın şikayetçi olduğu Veliyüddin Paşa’nın üzerine gönderilen Baba
Paşa, Akçadağ’da onu kıstırmış ve öldürmüştür. Aşağıdaki destanda bu olay
anlatılmıştır :
Pehlivan Paşa'nın sırrı bilinmez
Sair vezirlerle kıyas olunmaz
Umur-i devlette dengi bulunmaz
Kim dayanır sahip-kıran önünde
Baba erenlerin himmetin diler
Zuhur etti misli Mehdı dediler
Yardım eder helbet kırklar, yediler
Adl-i adaleti beyan önünde
Baba Paşa bir kahramanın dengi
Düşmanın bağrına urdu hazengi
Karşıladı gören, eyledi cengi
Kurt-pupa namında bir han önünde
Ağcadağ'dır bizim Kûh-i Kaf'ımız
Hünkâr da edemez asla lafımız
Halep bezirganı çeker havfımız
İner bac alırız güran önünde.
Baba geldi Ağcadağlı belle ki
Atar penbe gibi dağları belki
Cem olsa bir yere seksen bin tilki
Hiç durabilir mi aslan önünde
Ağcadağlı der ki, kalmayız geri
Üç beş paşa geldi senden ileri
Hele payımızdır Mâden askeri
Gönderin kırk elli çoban önünde
65
Baba der, sarmışım her bir yanını
Batırırım Ağcadağ'ın şanını
Koparırım inşallah Nuh tufanını
Ova tozar tabı boran önünde
Atlılar bayrağı çektiler dağa
Döktüler üleşi dağdan aşağa
Ferhad, Toska, Deli Emin Ağa
Çok cenk etti Mahmut Kıran önünde
Adl'elinde kargı Pehlivan Paşa
Allah Allah dedi, girdi savaşa
Bozuldu görenler, döküldü taşa
Atlılar perişan yayan önünde
Kırk kurda karşı gelip gülenler
Azrail geliptür anda bilenler
…………murdar ölenler
Kılavuz ulaştır şeytan önünde
Veliyüddin Paşa gel, çık dışarı
Alır Ağcadağ'ı, girer içeri
Verirsin Baba'ya akıbet seri
Okunur hakkında ferman önünde
(Öztelli,1976:241).
Şair, destanına Baba Paşa’nın devlette dengi bulunmayan bir
kahraman olduğunu söyleyerek başlar. Ardından onun önünde hiçbir
düşmanın duramayacağını, dağları bile pamuk gibi atacağını belirtir.
Akçadağ’ı Kaf Dağı’na benzetir.
66
Şair, Baba Paşa’yı aslana, düşmanlarını ise tilkiye benzeterek,
“seksen bin tilki toplansa da aslan önünde durabilir mi?” diye sorar. Baba
Paşa’nın adeta bir Nuh tufanı kopardığını ifade ederek, Veliyyüddin Paşa’ya
“sonunda başını vereceksin” diye seslenir.
3.7.MORA AYAKLANMASI ( 1821 ) Rumlar bağımsızlık için Mora’da ve Buğdan’da ayaklanma başlattılar.
1788 yılından beri Yanya Valiliğini yapan ve gayet sert ve acımasız yönetimi
ile Rumları iyice sindirmiş bulunan Tepedenli Ali Paşa, Rumların faaliyetlerini
yakından izliyor ve bu konuda İstanbul’a rapor gönderiyordu. Valiliği
sırasında da pek çok yaralılıkları olmuştu. Ancak, padişah II. Mahmut’un en
yakın danışmanı Halet Efendi, şahsi kıskançlık ve diğer sebeplerle Ali
Paşa’ya karşı cephe almıştı. Tepedenli Ali Paşa’nın İstanbul ile arası
açılmıştı. Halet Efendinin oyunları ile valilikten azledilen Ali Paşa bu durum
üzerine ayaklandı.
Tepedenli’nin ayaklanması, Rumların üzerinden ağır bir baskıyı
kaldırdı. Tepedenli, Yanya’da Hurşit Paşa kuvvetleri tarafından kuşatılması
üzerine, kendisini kurtarmak için Rumları ayaklanmaya çağırdı. Kısa sürede
ayaklanma bütün Mora’ya ve adalara yayıldı.
Tepedenli Ali Paşa, üzerine gönderilen kuvvetlerce öldürüldü ve başı
kesilerek İstanbul’a gönderildi.
Zamanla Mora ayaklanması Osmanlı Devleti’nin kontrolünden çıktı ve
uluslar arası bir hal aldı.
İbrahim Paşa komutasındaki 16.000 piyade, 800 at, pek çok toptan
meydana gelen Mısır kuvvetleri 60 gemi ile Girit’e oradan da Mora’ya geçti.
Şiddetli çarpışmalar sonucunda İbrahim Paşa kuvvetleri isyanı bastırdı.
Tepedenli Ali Paşa’nın ayaklanması ve Osmanlı Devleti’nin Hurşit
Paşa ve kuvvetlerini yollaması üzerine, Ali Paşa’nın öldürülmesini ve Mora
isyanını Aşık Avni şöyle destanlaştırır :
Vaktına hazır ol sen Ali Paşa
67
Haleb-i Şehba'da burc-u şanım var
Emir padişahtan, dönmezem haşa
Çölden hurûç etmiş er aslanım var
Ali Paşam der ki, sen safa geldin
Üstüme gelmeye ruhsat mı aldın
Arnabut dağların hâlî mi sandın
Ormanlar içinde çok kaplanım var
Hurşid Paşam der ki, sende çok oyun
Ne akıl, devlete sen oldun hayın
Başın kesdirmeye olmuşum tayin
Halife-i Resul şîr yezdanım var
Ali Paşam der ki, bir oğlum Muhtar
Gizli sırrım açtı ol gânı Settâr
Mora kâfirine gönderdim tatar
Benim bunda sana çok tuğyânım var
Hurşid Paşam der ki, eyleme inat
Padişah nüfuzu açtırmaz kanat
Pişman olur, sonra istersin imdat
Yeryüzü hal (i)fesi Mahmud Han'ım var
Ali Paşam der ki, oldu olacak
Kim bilür başa da neler gelecek
Oğlum Muhtar da ordular kuracak
Ateşler saçan nar-ı sûzânım var
Hurşid Paşam der ki, ben ruhsat aldım
Cümle kalelerin yıkmağa geldim
Çok tuğyan olana seyfimi çaldım
68
Senin ile dahi bir meydanım var
Ali Paşam der ki, bildin mi beni
Kuş olsan uçurmam bu gölden seni
Beyhudeye vermem bu tatlı canı
Dahi bunda benim çok umudum var
Hurşid Paşam der ki, nâmeler saldım
Arnabut dağların destime aldım
Himmet-i Şehriyâr olduğun bildim
Gazi Hünkâr gibi bir sultanım var
Ali Paşam der ki, erşed erişti
Adam güherleri cenge girişti
Urumeli, Anadolu karıştı
Acem sınırında bir gümanım var
Hurşid Paşam der ki, Allah'dan korkmaz
Ehl-i islâm olan küffardan ürkmez
Dünyada fitnelik her dayim gitmez
İslâma yardımcı bir Sûbhan'ım var
Ali Paşam der ki, ben bunu sezdim
Rum küffarlarına nâmeler yazdım
Senden de ulu çok düşmanlar bozdum
Vezir evlâdlarım, mirmirânım var
Hurşid Paşam der ki, büyük söyleme
Etraf-ı âleme fitne yollama
Kesdi evlâdların, feryat eyleme
Kardeşlerim vüzerâ-yi izâm var
69
Ali Paşam der ki, her sözün oktur
Bende hesapsız Arnabutlar çoktur
Benim senden asla hiç havfım yoktur
Girer cenge, koç gibi cenk edenim var
Hurşid Paşam der ki, her sözüm haktır
Padişah askeri çevrildi aktır
Her tarafı kesdi, heman sen baktır
Gözün görmez, her yan toz dumanım var.
Ali Paşam der ki, ezel gözledim
Pusulara askerimi gizledim
Çoktan beri ben de seni özledim
Mora'dan gelecek pehlivanım var
Hurşid Paşam der ki, tedbir eyledim
Mora tarafına asker yolladım
Fırsandın düşürdüm, çoktan gürledim
Sıdkile cenk eder kahramanım var
Ali Paşam der ki, lagım atarım
Sağ teslim olmazam, yere batarım
Kendi vücuduma zehir katarım
Leşime basdırmam, pek inadım var
Hurşid Paşam der ki, ey laf vurucu
Aldık mor koluna hem lataracı
Hazır eyle silâhdarım, kılıcı
Başın kesdirmeye ahd-amanım var.
Ali Paşam der ki, kıyma sen bana
Kerem eyle sen, git Mora'dan yana
70
Padişahın verdi de himmet sana
Affettir suçumu, bin amanım var
Hurşid Paşam der ki, eylemem tarif
Rical-i devletin cümlesi arif
Yazıldı katline fetvâ-yı şerif
Şer'a boynum egri, hem fermanım var
Ali Paşam der ki, ben de uçarım
Sıkılırsam gölden yana kaçarım
Etraf-ı aleme fitne saçarım
Haytalar içinde ser-kaplanım var
Hurşid Paşam der kardaşım Çarkçı Paşa
Canım Hasan Paşa sen binler yaşa
Alın iç kalayı siz başdan başa
Mehmed Paşa gibi genç aslanım var.
Ali Paşam der ki, tükendi yaşım
İç kale alındı, şom oldu işim
Kesdi, vermedi aman, dertli başım
Zülkadir Ahmed Bey'den çok figanım var
Hurşid Paşam der ki, Hâlik'a işim
Aslan yüreklidir her delibaş'ım
Koç gibi cenk eder tüfekçi başım
Din yoluna şehit çok kurbanım var
Ali Paşam der ki, her işim bitti
Devletin nimeti gözlerim tuttu
Bu igvâyı bana şeytanlar etti
Gitti, girmez ele çok pişmanım var
71
Hurşid Paşam der ki, yoktur çareler
Vardır haytalarım ateş-pareler
Cellât kavaslarım düşman paralar
İç-ağlar içinde şah-merdanım var
Ali Paşam der" ki, halim yamandır
Aldanman dünyaya, cümle yalandır
Müminlere lâzım olan imandır
Gitti, girmez ele çok pişmanım var
Hurşid Paşam der ki, gitmenin çağı
Padişah nüfuzu eridir dağı
İnşallah Mora'ya kuram otağı
Rum küffarlarından intikamım var
Hurşid Paşam der ki, Mevla'ya şükür olsun
Düşmanlar ağlasun, dostlarım gülsün
Padişahım bana himmetler kılsın
Mora ceziresinde hoş divanım, var
AVNİ, tamam oldu burda destanın
Ömrü uzun olsun Gazi Sultan'ın
Efendim, cümle kör olsun düşmanın
Hakk'a gece gündüz çok niyazım var ( Öztelli,
1976 : 213 – 216 ).
Âşık Avni, destanında isyancı Ali Paşa ile bu isyanı bastırmak üzere
görevlendirilen Hurşit Paşa’yı karşılıklı konuşturur. Bu diyaloglarda Ali Paşa
ile Hurşit Paşa birbirine meydan okur ve birbirine gözdağı verir.
Hurşit Paşa, padişahın emri ile hareket ettiğini ve hain Ali Paşa’nın
başını kesmeye ahdettiğini dile getirir. Padişahın nüfuzu dağı eritir diyerek,
72
devletin ve padişahın gücünü ifade eder. Ali Paşa’nın katline fetva verildiğini
ve bunu gerçekleştireceğini belirtir. Ayrıca askerlerini ateş pare, aslan yürekli
gibi sıfatlarla överek onlara duyduğu güveni gösterir.
Ali Paşa ise, önce Hurşit Paşa’ya meydan okur ve askerlerini över.
Ancak daha sonraki gelişmeler neticesinde pişman olur ve af diler. Neticede,
Ali Paşa öldürülür ve isyan bastırılır.
Yaktı ciğerimizi Mora Yakası diyen Aşık Mahremi, Rum ayaklanmasını
ve nizamın bozulmasını padişaha hitaben şöyle destanlaştırır :
Hünkârım dünyaya eyle bir nazar
Duacı kulların ağlayıp gezer
Urum'u, Acem'i ortaya yazar
Hani erkân, hani yol Padişahım
Şevketlü, askerin erbâbın ara
Eren, evliyalar cengine vara
Serasker başının kalbi de kara
Kişinin aslını sor Padişahım
Kim olursa verme tuğ ile sancak
İşret başın bilir yavanlar ancak
Dünya gitti elden, daha nolacak
Dünyanın nizamın bul Padişahım
Ricallar cümlesi devlete hayın
Gizlice alırlar kâfirden payın
Fukara kullara vermezler tayın
Süflü, sergerdandır kul Padişahım
Bir yiğidin gözü seferden gitmez
Gidenlere kimse itibar etmez
Bin cahil bir aslan yerini tutmaz
73
Aslan gibi vezir bul Padişahım
Temekkün de verme, kâfire ruhsat
Ruhsat verenlerin cümlesi murtat
Meğer Hak'tan olan bize inayet
Ol vakit intikam al Padişahım
Bunca fukaradan (vergi) alınır
Dünyada her işe çare bulunur
Hep koyunlar çobanından sorulur
Bizlere bir çoban bul Padişahım
Rahmet yelleri de kesildi, esmez
Kitab'ın kavline kimesne bakmaz
Din-i İslâm kılıncı niçün kesmez
Eller tutmaz oldu bil Padişahım
İpsara, Çamlıca, Husa adası
Yaktı ciğerimmiz Mora yakası
Dilerim Hak'tan yere de batası
Sen Hak'a tevekkül ol Padişahım
Çeşmeler kurudu, abdest alınmaz
Mescitler kapandı, namaz kılınmaz
Kadir Mevlâm hikmetinden sorulmaz
Mehdi'ye mi kaldı yol Padişahım
Ey Âşık MAHREMİ, dahletme sakın
Kaç yıldır dünyanın haline bakın
Korkarım Deccal'ın çıkması yakın
Kıyamet yakındır bil Padişahım ( Öztelli, 1976
: 210).
74
Dünya nizamının bozulmasından yakınan şair, padişaha seslenerek
sorunlara çözüm bulmasını ister. Sosyal ve siyasi bozuklukları tenkit eder.
Padişaha “koyunlar çobanından sorulur, bizlere bir çoban bul” diyerek
seslenir, iyi bir vezir seçmesini ister. İnsanların dinden uzaklaşmasından
yakınarak, kıyametin yaklaştığına değinir. Mora İsyanı’nın yarattığı üzüntüyü
“Mora yakası ciğerimizi yaktı” diyerek dile getirir. Ardından da “İslam’ın kılıcı
niçin kesemez oldu?” diye sorar. Burada şairin seslendiği padişah
II.Mahmut’tur.
Mora’daki Rum ayaklanmasını destanlaştıran bir başka şair ise ismini
gizlemiştir. Oldukça cüretkar bir üslup kullanan şair, bu durumun başına bela
olabileceğini düşünmüş, bu nedenle ismini gizleme gereği duymuş olmalıdır.
“Uyan Sultan Mahmud” diyebilecek kadar ileri giden şairin destanı şöyledir :
Açıldı bayraklar, yürüdü tuğlar
Bize imdat eyler ağalar, beyler
Buna kavga derler, analar ağlar
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Altun tas içinde kınam ezildi
Gümüş tarak ile zülfüm düzüldü
Şu kafir yanında bağrım üzüldü
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Mora'nın içinde altundan direk
Ağlayan kızlarda kalmadı yürek
Ali Paşa gibi kahraman gerek
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Ak kağıt üstünde kara yazıyım
Gölgede beslenmiş körpe kuzuyum
Mora'nın içinde müftü kızıyım
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
75
Üç kız idik bir kalede basdılar
Elmas küpelerimizi kesdiler
Bizi şu kafire peşkeş çektiler
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Kafir geldi cümle alayın basdı
Camiler kapandı, çokların asdı
Mora'nın askerin haraca kesdi
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Mora da dediğim bir düz ovada
Sabî'ler beşikte, eller duada
Mora'yı aldı derler, ermen murada
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Uyan Sultan Mahmud, kâfir uyandı
Eğri kılıç al kanlara boyandı
Nice din-İslâm canına dayandı
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Şu kâfirin gemileri gelecek
Bize noldu ise Hak'tan olacak
Mora'nın askeri yesir olacak
Evliyalar imdat eylen Mora'ya
Şu kâfirin gemileri bağlandı
Ciğerciğim aşk oduna dağlandı
Gökte melek, yerde insan ağladı
Evliyalar imdat eylen Mora'ya (Öztelli, 1976 :
430-431).
76
Şair, iktidarın icraatlarını okudukça sivri bir dille tenkit eder. “Uyan
Sultan Mahmud, kâfir uyandı” diyerek mevcut sıkıntı ve sorunlardan şikâyet
eder. Burada çözüm getirmekten çok, sorunlar ifade edilmiştir. İsmini
gizleyen şair, Mora için evliyalardan yardım istemektedir. Mora’daki isyanın
yarattığı üzüntüyü “gökte melek, yerde insan ağladı” ifadesiyle belirtir.
Aşık Neş’eti’nin, Mora ayaklanmasını bastırmak üzere görevlendirilen
İbrahim Paşa’nın donanmasında yer aldığı aşağıdaki destanından anlaşılıyor.
Aşık, savaşı şöyle anlatmıştır :
Akdeniz üstüne sefer olanda
Donandı donanma, çıktı ummana
Eş, dost geldi, helallaştık, konuştuk
Cümlemiz sığındık Ganî Yezdan'a
Beşiktaş'tan kalktık Çanakkale'ye
Ferman geldi, tâyin olduk Mora'ya
Teslim olduk hep İbrahim Paşa'ya
Niyetimiz vurmak Urum yabana
Darılmış şevketli Devlet-i Sahip
Küffar çok dayandı, bizlere galip
Okundu buyrultu, kuruldu tertip
Cümlemiz itaat ettik fermana
İngiliz de der ki: Düşme peşime
Kişinin ettiği gelir başına
Dinle nasihati, gel git isine
Ben rica eyledim Mahmud Sultan'a
Tahir Paşa der ki: Kâfir İngiliz,
Kalbinde meramın nedir biliriz
Sağ olursak çok ganimet alırız
77
Hıncımız koymayız biz de düşmana
İngiliz de der ki: Nedir maslahat?
Türk'ü ben severim, sende kabahat
İşittim, vaktına hazırmış millet
Döğüş benim ile merd-i merdane
Tahir Paşa der ki: Aldım haberi ……………………………………
İznim yok, girme limandan içeri
Yakarım seni âteş-i sûzana
İngiliz de der ki: Bekle sahrada
Gemimi gördün mü asla rûyada
Yedi kıral korkar benden deryada
Gör, ne heybet ile girdim limana
Tahir Paşa der ki: Gözet karayı
Vard (ı) ibrahim Paşa, aldı Mora'yı
Gelir yetişirse seyret kavgayı
Deryalar boyansın al kızıl kana
İngiliz de der ki: Sözün hilaftır
Dinlemezim asla hep kuru laftır
Yedi kıral hepsi benden taraftır
Gör, neler işlerim ben Müslüman'a
Tahir Paşa der ki: Dini yok küffar,
Bizlere yardımcı ol Ganî Settâr
Donanmada cenge meydan bizde var
Tâ seni yürüttü Firengistan'a
78
İngiliz de der ki: Gör, günüm doğdu,
Topların dumanı çok insanı boğdu
Gök gibi gürleyip yağmur gibi yağdı
Misket ile gülle küfrü revâne
Tahir Paşa der ki: Gürledi sada
Savletin bu mudur, katir, iptida
Vurun kaptanlarım, yardımcı Hüda
Gökteki melekler dursun seyrana
İngiliz de der ki : Toplar atıldı
Tatlı canlar ucuz yere satıldı
Bir zulmet koptu da güneş tutuldu
Ol zaman başladım ah-u figana
Tahir Paşa der ki: Nedir inadın,
Daha cenk etmeye var mı muradın
Döktüm adamların, kırdım kanadın
Deli Batur yelde benzer aslana
İngiliz de der ki: Edeyim yemin,
Cengin şiddetinden titredi zemin
Bir ateş serptirdim, tutuştu gemin ................................................
(Burada Tahir Paşa'nın sözleri okunamadı)
İngiliz de (de ki): Mihnet yetişir
Bu kadar çektiğim zahmet yetişir
Çok can telef ettik, gayret yetişir
Bir yiğit kırk yılda gelmez meydana
Tahir Paşa der ki:. Yeter, hey yezit
79
Bunda iy(i) kahpelik ettin, kaç da git
Bu kadar yaralı, bu kadar şehit
Yaptıkların ayâ kalır mı sana
İngiliz de der ki: Oldu olacak
Kişi ettiğini elbet bulacak
Dahi başımıza neler gelecek
Yeni duydum, dünya kalmaz insana
NEŞ'ETİ der: Yâ Rab, cûd ile kerem
Bu cengi dâsitan etmeye meram
Sene bin iki yüz kırk üçte tamam
Yazın bu tarihi, kalsın nişane (Öztelli,1976
:433 – 435 ).
Bizzat savaşa katılan şair, savaşın seyrini ayrıntılı bir şekilde dile
getirir. Padişahın fermanına itaat ettiklerini ve onun buyruğu doğrultusunda
hareket ettiklerini ifade eder.
Destanın başında, İbrahim Paşa komutasında Mora’ya sefere
çıkışlarını anlatır. Ardından İngiliz ile Tahir Paşa’yı karşılıklı konuşturur. Bu
konuşmalarda iki taraf birbirine gözdağı verir ve kendi askeri başarılarını
över. Şair, savaşın boyutlarını anlatmak için “cengin şiddetinden titredi
zemin” ifadesini kullanmıştır. İlerleyen dörtlüklerde Tahir Paşa’nın İngilizleri
yenilgiye uğratışı ve İngilizlerin üzüntüsünü belirtmiştir.
3.8.VAKAY-I HAYRİYE (1826) XVII. yy sonlarına doğru iyice yozlaşan ve bir türlü düzeltilemeyen
Yeniçeri Ocağı, II. Mahmut tarafından 1826’da bütünüyle kaldırıldı. Vakay-ı
Hayriye (Hayırlı Olay) adı verilen bu olay halk tarafından çok olumlu
karşılandı. Yeniçeri Ocağı’nın yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” adı
altında yeni bir ocak kuruldu. Ispartalı Seyrânî aşağıdaki destanda Sultan
Mahmut’u ve icraatlarını övmüş ve yeniçeri ocağının kaldırılmasının
nedenlerini anlatmıştır :
80
Bir dâsitan nakledeyim bu sene,
Dehr-i dım içinde ola hikayet.
Döndü latif devran her ehl-i dine,
Hak gani Mevladan lûtf u inayet.
Niyazı kurarım ulu Suphana,
İnşallah eriştik bir hub zamana.
Habîb'in ümmeti ehl-i imana
Hak Taâlâ verir tab ü letafet.
Hazır olsun pirler her civarlardan
Evliya, enbiya, çarıyarlardan.
Şehr-i İstanbul'u kem nazarlardan
Saklasın hatadan Mevlâ her saat.
Okuyalım ismin ulu Mâbudun,
Sadıl müminlere verir maksudun.
Gönlü keder görmez Sultan Mahmud'un,
Mezid etsin ömrün Cenabı Hazret.
Bürc-ü asümanın bu mihr ü mahı,
Bu ruy-ü zeminin hem şehenşahı.
Ümmet-i Resul'ün devlet penahı,
Dualar edelim ol ehl-i cennet.
Dembedem vird eder ulu Mevlâsın,
Gazi Sultan Mahmud okur esmasın.
Şeb içre vahdette gördük safasın,
Güzel mâlûm etti Kuran keramet.
Gelelim bir gûne kelâma tekrar:
81
Padişaha asi oldu bazılar.
Yeniçer Ağasın çağırdı Hünkâr,
Pend verdi gûşuna, etti itaat.
Şaha muti' olur mah-ı mehrular,
İnanmadı yeniçeri bethular.
İndirelim tahttan dedi adular,
Hak taâlâ vermez anlara nusrat.
Şehr-i İstanbul'a düştü vaveylâ,
Münadiler bir bir eyledi nida.
Başladı müminler etmeğe dua,
Sultan Mahmud için çekeriz gayret.
Lânet olsun düşmanların canına,
Doldular cümlesi Et Meydanı'na.
Anların da şeytan girdi kanına,
Taife-i yeniçeri melâmet.
Sultan Mahmud Hakka eyledi kıyam.
Hünkar'ın indinde hem sadrazam.
Verdi fetvasını ol şeyhulislâm,
Böyle kuvvet buldu bab-ı şeriat.
Biraz yeniçeri asi oldular,
Necib Efendi'nin malın aldılar,
Varıp Et Meydanı içre doldular,
Bulsun belasını olan hıyanet.
Ehl-i din bend oldu Sultan Mahmud’a
Dedi: Can verelim din Muhammed'e.
Cümleten vardılar Sultanahmet’e,
82
Açıldı Sancağ-ı Şerif şerafet.
Yeniçeri dedi: Sancak bizimdir.
Dediler: Ezelden elhak bizimdir.
Söylediler: Kadîm ocak bizimdir.
Yandılar nârına olan muhannet.
Padişah, ulema, fuzalâ bile,
Serasker Hüseyin paşa da yele
Boğazdan Mehemmed Paşa da gele,
Hem birlik oldular cemi cemaat
Yeniçeri her illete erdiler,
Al' Osman askerin cem'in gördüler,
Havf eyleyip kışlalara girdiler,
Dediler: Nedir bu bize alâmet?
Topçulara Hünkâr dedi: Gel beri!
Topçubaşı vardı öptü hem yeri.
Dedi: Ateşleyin cümle topları!
Başladılar birden vermeğe şiddet.
Yeniçeri benlik tuttu içerden,
Bir vaveylâ çıkar oldu her yerden.
Anlar belâsını buldular birden,
Geldi başlarına türlü felâket.
Sad oldu ol demde gazi Mahmud Han,
Allah ! Allah! dedi hep ehl-i iman.
Topçu, kumbaracı saçtılar suzan,
Yeniçeri buldu ol dem nedamet.
83
Yeniçeri derdi: El’aman, n'olduk?
Ettiğimiz, başa gelince, bildik:
Padişahım, sana biz âsi olduk,
Koptu başımıza yevm-i kıyamet.
Padişaha yardım eyledi Suphan,
Melekler bu işe oldular hayran,
Deryanın yüzünü bürüdü al kan,
Âsi olan nâr-ı cahîmde vahdet.
Al' Osman askeri din yolunda pâk,
Adil olanları ettiler sad çâk.
Şaha kem bakanlar oldular helâk,
Ettiler, buldular bunca ukubet.
Yeniçeri namı bikarar oldu,
Dahi kışlaları tarumar oldu;
Yeniçeriler inkisar oldu,
Bulamaz adûlar bir dahi şöhret.
Yençeriye sebep oldu bu azap,
Erenlerde olmaz kıyamet hitap,
Bazı takkeler de olundu harap;
Kusuru şeyhlerin çektiği sıklet.
Rabbani yüzünden cihan ola nur,
Hak Taâlâ ede âlemi mâmur.
Muhammed yoluna asker-i mansur
Oluruz dediler yetmiş üç millet.
On sekiz bin âlem Suphana bağlı,
İns ü cin cümleten Kur’ana bağlı.
84
Yedi kıral Al-i Osman'a bağlı,
Çâr kûşe hem yedi iklim, vilâyet.
Mevlâdan atalar Sultan Mahmud'a,
Hayrandır semalar Sultan Mahmud'a,
Dualar, senalar Sultan Mahmud'a,
Verildi ervahta tac-ı saadet.
Şen etsin gönlünü Bari Taâlâ,
Tahtı gülşen olsun gonce-i râna.
Nüfuzu kimyadır hükmünü icra,
Görürsün cihanda adl ü adalet.
Nur yağsın semadan diyar-ı dehre,
Yürüsün adalet iklim ü şehre.
Bin ikiyüz kırkbir senesi içre
Cedid nizam verdi şahımız devlet.
Seyrani! Göründü bu seyranımız,
Hiç keder görmesin Mahmud Hanımız.
Enbiya, evliya, Hak Suphanımız
Şahadet eylesin cümleye himmet ( Kocatürk,
1963 : 294 – 297 ).
II.Mahmut, yaptığı icraatların halk tarafından benimsenmesini
sağlamak amacıyla aşıklardan yararlanmıştır. Çünkü aşıkların bu konudaki
fonksiyonlarını iyi bilmektedir. Aşıklar kahvehanelerde dolaşarak, şiirleriyle
halk üzerinde derin tesirler uyandırırlar. Seyrani de şiirinde, II.Mahmut’u ve
icatlarını över. Bir nevi propaganda yapar. Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması
üzerine Yeniçerilerin isyan çıkarmasını eleştiren şair, yeniçerileri asi olmakla
ve ihanet etmekle suçlar. Yeni kurulan askeri birliği över. Neticede, Yeniçeri
isyanının bastırılması üzerine duyduğu sevinci dile getirir.
85
3.9.TEKKELERİN KAPATILMASI (1826) 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Bektaşi ve
Alevi tekkeleri de kapatılmıştır. Bu da bazı tepkilere yol açmıştır. Yeniçerilik
Hacı Bektaşi Veli’ye bağlıydı. Bir huzursuzluk çıkmasını engellemek amacıyla
bu karar alınmıştı. Fakat korkulan tepkiler alınmayınca, tekkeler yeniden
açıldı. Aşık Hakkı, tekkelerin kapatılması üzerine aşağıdaki şiiri söylemiş,
tepkisini ve kızgınlığını dile getirmiştir :
Kavm-i Yezit yezitliğin bildirdi
Yetiş Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
Sürgün edip her dervişi öldürdü
Yetiş Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
Eridi fakirin yüreği yağı
Arttı münkirlerin kalbi ferahı
Yanmaz oldu türbelerin çerağı
Yetiş Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
Türbelerin yıkıldığın gördüler
Yezidiler ferah edip güldüler
Her dervişi bir diyara sürdüler
Yetiş Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
Dalgalandı gönül, durulmaz oldu
Gitti elden talip, görülmez oldu
Rehber ile mürşit sorulmaz oldu
Yetiş Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
Sene bin iki yüz kırk iki aman
Dünyada bu fesat olmuştur iyan
Şimden sonra sürülmez oldu erkân
86
Yetiş Allah, ya Muhammed, ya Ali
HAKKI' yâ çağırır yaradan ganî
Dertlilerin dertlerinin dermanı
Bundan sonra çok süreriz devranı
Yetiş Allah, yâ Muhammed, yâ Ali ( Öztelli,
1976 : 115 – 116 ).
Şair, türbelerin yıkılmasından ve dervişlerin sürülmesinden duyduğu
üzüntüyü şiirinde dile getirir. Bu durum karşısında Yezidilerin çok sevindiğini
belirterek dünyanın fesatlıkla dolduğundan şikayet eder.
3.10.OSMANLI – RUS SAVAŞI ( 1828 – 1829 ) Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması Osmanlı Rus
münasebetlerini bozmuştu. Padişah II. Mahmut ve halk Rusya’ya karşı büyük
bir kin beslemeye başlamıştı. Osmanlı Devleti’nin bu tutumu Rusya’yı
harekete geçirmiş, Osmanlı Devleti sınırlarına asker yığmaya başlamıştı.
Osmanlı Padişahının tutumunu ve söylediklerini bahane eden Rusya,
26 nisan 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş açtı.
Savaş Tuna ve Kafkas Cephesi olarak iki cephede cereyan etti. Ruslar
için Kafkas cephesi kolay oldu. Kars, Ardahan, Beyazid ve ardından Erzurum
düştü. Ardından Trabzon’a yöneldiler. Tuna cephesinde ise Ruslar Varna ve
Silistre’yi kuşattılar. Varna 3 ay direndi. Ruslar için önemli olan, Balkanların
kapısı demek olan Şumnu’yu ele geçirmekti. Fakat Şumnu’ya yaptıkları
saldırılar püskürtüldü. Bunun üzerine Ruslar Silistre kuşatmasını kaldırarak
Eflak – Boğdan’a geri çekildi.
1829 yılında Ruslar kendilerini toparladılar ve Rus kuvvetleri Şumnu’yu
aldıktan sonra, 1829 Ağustos ayında Balkan Dağlarını aşıp Edirne’ye girdi.
Rusların Balkan dağlarını aşması ilk defa oluyordu.
87
Rusya Osmanlı Devleti’ne barış teklif etti. 14 Eylül 1829’da Edirne
Antlaşması imzalandı. Rusya’nın Tuna cephesinde ele geçirdiği topraklar
Osmanlı Devleti’ne iade edildi. Kafkas cephesinde ise Kars, Erzurum,
Beyazıd Osmanlı Devletine iade edildi. Anapa, Poti, Ahıska, Ahilkelek
Ruslara verildi. Osmanlı Devleti bu antlaşma ile Yunanistan’ın bağımsızlığını
tanıdı. 137 milyon frank savaş tazminatını Rusya’ya ödemeyi kabul etti.
1828 yılında başlayan Osmanlı – Rus savaşını aşağıdaki destanında
anlatan Aşık Ali, Kars’ın kaybından duyduğu üzüntüyü dile getirir.
Acem sınırından bir sada geldi
Arttı derdim, eskisinden ziyade
Arzuhaller yazsam Sultan Mahmud'a
Tebdil ol, cihanı gez, elden gitti
Bunda belli vezirlerin hilesi
Hiç mi gayret yoktur Hak'tan bulası
Yedi kattır derler Kars'ın kalesi
Sattılar Moskof'a, tez elden gitti
Bu sene de baş kaldırdı Uruska
Kimi gülle atar kimisi fiska
Yedi gece cenk eyledi Ahıska
Nice yiğit gelin, kız elden gitti
Eski seferciler sefere gitmez
Nefir-âm askeri yiğitlik etmez
Azap, çoban tutmayan işi bitmez
Çal kılıç askerin, baz elden gitti
Oğlan, uşak maslahata karıştı
Puşt, pezevenk kalmadı sadra geçti
Çürüksu'ya dek de Moskof savuştu
Uyan Sultanım, ırız elden gitti
88
Hacı Bektaş Veli cümlenin pîri
Hanya Hazret Ömer Ocağı deli
Sen yetiş Allah'ın Aslanı Ali
Ağlattık şeksârı, baz elden gitti
ÂŞIK ALİ’m eydür, yürek yaralı
Arttı derdim bu günleri göreli
Kimi şehit düşmüş, kimi yaralı
Şehitler makamı kaz elden gitti (Öztelli, 1976 :
336 – 337 ).
Şair, şiirinde Sultan Mahmut’a seslenerek vezirleri şikayet eder. Kars’ın
Ruslara satıldığından yakınarak duyduğu üzüntüyü dile getirir. Şair, oldukça
sert bir üslup kullanmıştır. “Puşt, pezevenk kalmadı sadra geçti” , “Uyan
sultanım, ırz elden gitti” gibi sivri ifadelere şiirinde yer vermiştir.
Aşağıdaki Ahıska destanı da Osmanlı Rus savaşı neticesinde Kars’ın
düşmesi üzerine söylenmiştir :
Kavgalar kuruldu, günler farıdı
Ahıska üstünü duman bürüdü
Dini İslâm olan bütün kırıldı
Toz duman içinde kalan Ahıska
Pınarlardan abdest alınmaz oldu
Camilerde namaz kılınmaz oldu
Ahıska kızları salınmaz oldu
Kızları da esir giden Ahıska
Meleşir kuzular, bulmaz anayı
Feryadımız aştı arş-ı alayı
Gidi kâfir zapteyledi kalayı
Kalası da esir giden Ahıska
89
Yine de kavuşur ay ile yıldız
Kavgalar kuruldu üç gece gündüz
Defter ile gitti on iki bin kız
Kızları da esir giden Ahıska
Kars kalasın vergi ile verdiler
Ahıska'nın erkeklerin kırdılar
Kız gelin komayıp bütün aldılar
Kızları da esir giden Ahıska
On iki bin kız bir kulede buldular
Altın küpelerin bütün aldılar
Her birisin bir kâfire verdiler
Kızları da esir giden Ahıska
Gidi kâfir durmaz kala yaptırır
Ak ellere kelepçeler döktürür
Dizin dizin ellerini öptürür
Yiğitleri esir giden Ahıska
Gidi kafir putun verir elime
Canım kaynamıyor Urus diline
Günde üç yol teklif eder dinine
Yiğitleri esir giden Ahıska
Issız kaldı Ahıska'nın sazları
Esir gitti gelinleri, kızları
Kör ola Galip Paşa'nın gözleri
Bütün halkı esir düşen Ahıska
Evimizin önü bütün dağıdı
Babam paşa, kardaşlarım bey idi
90
Böyle böyl' olmaktan ölmek yeğ idi
Düşman ellerine geçti Ahıska
Evimizin önü bir keleş yazı
Kimi şehit düştü, kimisi gazi
Kabil Bey oğlunu, gelini, kızı
Hep beraber esir giden Ahıska (Öztelli, 1976 :
338 – 339 )
Şair, Ahıska’nın düşmesi üzerine duyduğu üzüntüyü dile getirir.
Kızların, gelinlerin, yiğitlerin Ruslara esir düştüğünden, kiminin gazi kiminin
şehit olduğundan bahseder. Böyle bir duruma düşmektense ölmenin daha iyi
olduğunu vurgular. İnsanların ibadetlerini yapamadıklarından, feryatların
göğe yükseldiğinden yakınır.
1828 – 1829 yılında meydana gelen Osmanlı Rus savaşının Tuna
cephesindeki gelişmeleri anlatan aşağıdaki destanda Aşık Rûşeni, Hünkarım
uyan diyerek devrin padişahına da seslenir :
Silistire halin beyan edeyim
Çığrışırız gece gündüz el'aman
Hakk'ın emri böyle imiş nideyim
Aleme şay oldu bu da bir zaman
Varımızı verdik Hakk'ın yoluna
Fırsandı vermedi İslâm kuluna
Küffar ordu kurdu Tuna yoluna
İslâmın üstüne çöktü bir duman
Atılan tüfekler top gibi çağlar
Küffar askeriyle bağlandı dağlar
Bütün ehl-i İslâm ah çekip ağlar
Hüdâ imdat senden, halimiz yaman
91
Küffar köprü kurdu Tuna üstüne
Herkes silahını aldı destine
Yürüyüş götürdük küffar üstüne
Bulmadık fırsandı, tez döndük heman
Silistire derler bir küçük kale
İslâmın başına oldu bir bela
Vurun babalarım, dönmeyin hele
Nice sabî, sübyan eyledi figan
Çün dedik: «Efendim çarhalar çıksın
Düşmanın ordusun ateşe yaksın
Küffârın efganı semaya çıksın
İşiten, maşallah desin bir zaman»
«Çıkarmam toplarım, hayvanım yoktur
Baş olmaz, kâfirin askeri çoktur
Vurun babalarım, dinimiz haktır»
O gün cengimizi eyledik ziyan
Çayır Tabyası'ndan oldu yürüyüş
Ceman'da olmamış böyle bir iş
Çok gazâ eyledik, emeğimiz boş
Küffârın darbına eyice dayan
Kiminin sılada kuzusu ağlar
Kimisi döğünüp sinesin dağlar
Kimisinin cerrah yarasın bağlar
Eyle ibadeti, o Hakk'a dayan
Nice yiğit vardı ejder menendi
Beyaz çadırları kana boyandı
92
Kale, burç altına lağım delindi
Çıkardı havaya toz ile duman
Analar akıttı gözünden yaşı
Kalenin kalmadı toprağı taşı
Hendeklere doldu şehit üleşi
Cümlesi oldular «Mevt-i aleyha fan»
Dillere şan ettin bu cengi hoca
Çok azim cenk oldu kırk gün, kırk gece
Hiçbir sorar yoktur halimiz nice
Hemep bir Hazret-i Mevlâ'ya dayan
Küffâr çevremize oldu bir hisar
Cümle İslam sana etti inkisar
Asker dayanmağa kalmadı karar
Hemen zelzeleye verildi cihan
Küffâr galip geldi, çıkılmaz başa
Kalenin içini yaktı ateşe
Hendekler kazdırdı Sert Mahmut Paşa
Kimsenin gönlünde kalmasın güman
Bir taraf Tuna'dır, bir taraf kara
Kâmil cerrah yoktur yaramız sara
Girdaba düşmüşüz, gayrı ne çare
Meskenimiz oldu derya-yi ummân
Sabî, sübyan, bütün İslâm derildi
Medet senden olsun Hüdâ, denildi
Kırk beş gün dayandı, kale verildi
Tefekkür eyle bir, Şevketlüm inan
93
Yasdığım taş oldu, döşeğim hasır
Acaba yakın mı ola ol vakt-ı asır
Âkıbet küffâra biz olduk esir
Cümle ağa, beyler hep düştük yayan
Heman küffâr sürdü (bizi yokuşa)
Çok emekler çektik, hep gitti boşa
Hüdâ insaf vere Hacı Ahmed Paşa
Sebebi sen oldun, billâhi inan
Küffâr girip kale içre düzüldü
Ehl-i İslâm olan çıkıp süzüldü
Defter olup birer birer yazıldı
Komayıp o gece sürdüler heman
O gece geçirdi hemen Tuna'dan
Nice yiğit uzak düştü sıladan
Hakk'a sığınalım büyük belâdan
Olmuşuz bu cihan içre perişan
Güller soldu, mamureler çöl oldu
Rum'a ateş düştü, hepsi kül oldu
İbrail, Silistire, Varna nic'oldu
Sene kırk beş tamam, Hünkârım uyan
Hakk'a emanet ol mühür sahibi
Gözümüzden döktük kan ile âbı
...................................................
Bunda ağlamadık kalmadı bir can
Vekil-i Resul'sün Sultan-ı cihan
94
Ehl-i İslâm sana duâde her an
İnşallah rahata düzülür cihan
RÛŞENÎ eyledi bu cengi ayan (Öztelli, 1976 :
341)
Şair, Rusya’nın Silistire’yi kuşatması üzerine yaşananları dile getirir.
Kafir askerlerinin her yeri kuşattığını anlatarak Allah’tan yardım ister.
Silistire’nin küçük bir kale olduğunu fakat İslam’ın başına bela açtığını dile
getirir. Düşman askerlerinin çokluğundan yakınarak başa çıkamayacağını
belirtir.
Kırk gün, kırk gece süren büyük bir savaşın meydana geldiğini ifade
eden şair, kalenin kırk beşinci günün sonunda düştüğünü söyler. Bu durum
karşısında herkesin göz yaşı döktüğünü belirterek “Hünkarım uyan” diye
padişaha seslenir.
3.11.FES GİYME DEVRİMİ (1829) II. Mahmut devrinde, ordu ve memurlar için serpuş olarak kabul
edilmiş olan fes, Abdülmecit devrinde müslüman olan ve olmayan halk
tarafından kullanılmaya başlanmıştır.( Karal, 1976 : 279)
II. Mahmut devrinde bazı gericiler fese karşı çıkmıştır. Bunun üzerine
II.Mahmut, halk ozanlarından yararlanmış, onlara fes hakkında methiyeler
söylemelerini emretmiştir. Onlar da kahvehanelerde, genel toplantı yerlerinde
ellerinde sazları ile fesi öven şiirler söylemişlerdir. Ondan sonra fes milli bir
başlık olmuştur.( Öztelli, 1976 : s. 117)
Aşık Şem’î fes üzerine şöyle bir şiir söylemiştir:
İftihar-ı Padişahî âkıl-i dânaya fes
Tac-ı rif'attır, gey ki a'lâya fes, ednâya fes
Bâ-husus re's-i Hümâyununda Hünkârın budur
İki alemde aziz olmaklığa sermaye fes
95
Kabza-i şâhâne'ye aldı cihanı top gibi
Bir vücut olsun deyü emr-eyledi ummâna fes
An-karib olsa gerek a'dâdan efendim intikam
İzn-i Hak'la geydirir kavm-i Kızıl-Elma'ya fes
Asker-i Mansûr'e'yi Mevlâ muzaffer eylesin
Gösterir manend-i ejder her birin a'dâya fes
Düzülüp tabur, tüfekler parlayup od yanmadan
Eyler izhâr-ı şecâat ibtidâ kavgaya fes
Lâle renk-âmiz olup şermile buldu itibar
Verdi gül-bû-yi letâfet âlem-i dünyaya fes
Ba-husus ikbâl-i şahaneyle oldu itibar
Geydirirlerdi mukaddem dilber-i rânaya fes
ŞEM'Î, Sultan Mahmud'un ömrün Hüda etsin
mezit
Müjde fermâniyle geldi Konya'yı ihyâya fes
( Öztelli, 1976 : s. 117 – 118 )
Padişahların getirdikleri yenilikleri halka benimsetme hususunda
aşıklardan yararlandıklarını biliyoruz. II.Mahmut da fesi halka benimsetmek
için bu yola başvurmuştur.
Şair, fesi överek insanlara benimsetmeye çalışır. Fesin gül kokusuyla
aleme hoşluk verdiğini, rengiyle itibar bulduğunu belirtir. Fesin iki alemde aziz
olmaya sermaye olduğunu ifade ederek, fesi yücelik tacına benzetir. Aynı
zamanda II.Mahmut’un kurduğu “Askeri Mansure’yi” över ve muzaffer
olmalarını diler.
Aşık Dertli ise Fesi şöyle övmüştür :
96
Al renkler bahş eder ruhsâre-i hûbana fes
Benzemez mi şâh-ı gülde gonca-i handâna fes
Şöyle örter, basdırır perçemleri mahfuz için
Hail olmak maksadı manzûre-i düşmana fes
Kudret-i Mevlâ ile günden güne şöhretlenip
Başların üstünde yer buldu gelip meydana fes
Şâl-i Lahûr istemez müstağni-i meşşâtadır
Başka bir ziynet verir hüsn-i nigâra şâne fes
Kurt ile ağnamı gezdirdi beraber dünyada
Adli, seyfi şayi etti milket-i Osman'a fes
Feth-i a'dâ kılmağa çekti süyûf-ı Haydar'ı
Anın için rengi aloldu, boyandı kana fes
Padişahlıktan murat kanundur ancak âleme
Haşre dek yâd olmağa kanun yeter Sultan'a fes
Nice serden geçtiyi serden geçirdi, tığladı
Dal kılıçlar zümresin daldırdı hep ummâna fes
Bâğıyânın bağların soldurdu bad-ı kahr ile
Hânümânın şöyle kıldı anların virâne fes
Fes değil medhiye-i fesden muradım DERTLİ'yâ
Bir vesiyledir duâ-yi Hüsrev-ü Hakan'a fes (Öztelli,
1976 : s. 119).
97
Şair, fesi gülen goncaya benzeterek, yanaklara al renkler bahşettiğini
belirtir. Perçemleri örtüp, muhafaza ederek düşman bakışlara engel
olduğunu, günden güne şöhretinin arttığını dile getirir. Fesin baş üstünde yer
bulduğunu ve güzel bir ziynet olduğunu ifade eder. Şiirinin sonunda ise
amacının fesi methetmek olmadığını, padişahı övmek için fesin bir vesile
olduğunu söyler. Yani asıl amacı padişahı övmektir.
3.12.CEZAYİR’İN İŞGALİ (1830) 1827 yılında Fransız donanması Cezayir’i abluka etmiş, 1830
senesinde ise General Bourmont kumandasında 36 bin kişilik bir ordu ile
şehri kuşatmıştır. Cezayir’i yöneten vali Hüseyin Paşa teslim olmuş ve esir
edilmiştir. Cezayir, böylece Osmanlı idaresinden çıkmış ve Fransız
hakimiyetine girmiştir. Bu olayları Aşık Nakdî aşağıdaki şiirleriyle dile
getirmiş, üzüntüsünü belirtmiştir :
Yedi kıral düştü senin kasdına
Gaflet uykusundan uyan Cezayir
Donanmalar tayin oldu üstüne
Hazır ol vaktine dayan Cezayir.
Gazilerin ekberleri sendedir
Rüstem'lerin bihterleri sendedir
Koç yiğidin defterleri sendedir
İbn-i filân ibn-i filân Cezayir.
Sensin serhatlerin bâl-i bülendi
Yedi kıral eder sana pesendi
Her bir burcun Rüstem-i Zâl menendi
Her bir topun bir kahraman Cezayir.
Cân u dilden eyledik ahd ü amân
Kat kat oldu kalbimizde din iman
Din uğruna cenk edelim bir zaman
98
Mişvârımız olsun ıyân Cezayir.
Nakdi deryadan umudum üzüldü
Serimize kalem böyle yazıldı
Devir âhir oldu zaman bozuldu
Yardımcımız Ulu Sultan Cezayir
Şair, şiirinde Cezayir’e seslenir ve gaflet uykusundan uyanmasını
ister. Cezayir’in bir burcunu Rüstem-i Zale, her bir topunu kahramana
benzetir. Din uğruna savaşalım diyen şair, ahir zamanının geldiğinden ve
devrin bozulduğundan yakınır. Şair, Cezayir’in Fransız İşgali sırasındaki
durumunu ortaya koyar.
Diğer bir şiiri ise şöyledir :
Mağrib İlleri'nden ey Şah-ı âlem
Sultan Cezayir'den haberin var mı
Sahavet madeni ey cûd u kerem
Sultan Cezayir'den haberin var mı?
Şol tarih- i hicret varmadan yüze
Alaman düşmanı kasdetti bize
Nice vasfedeyim Hünkarım size
Sultan Cezayir'den haberin var mı?
Cenk gemilerine tecavüz yüzden
Mücahid kulların düşürme gözden
Gark oldu görünmez dumandan tozdan
Sultan Cezayir'den haberin var mı?
Elimizde kılıç dilde zikrullah
Muin hafızımız ol ulu Allah
Dört yanımız aldı kafirler billâh
99
Sultan Cezayir'den haberin var mı?
Ey Nakdî gaziler şâd oldu güldü
Şehitler Cennette makamın buldu
İspanyol Portekiz Nemse bir oldu
Sultan Cezayir'den haberin var mı ? ( Boratav,
1943 : 155 – 156 )
Şair, Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesinden ve Cezayir’in Fransa
hakimiyetine girmesinden üzüntü duyar. Tepkisini ise “sultan Cezayir’den
haberin var mı?” diyerek ortaya koyar. Burada iktidara yönelik eleştiri söz
konusudur. Aşık, halkın duygularına da tercüman olmuştur ve halkın ortak
tepkisini dile getirmiştir.
3.13.II. MAHMUT’UN ÖLÜMÜ (1839) II. Mahmut otuz bir yıl tahtta kalmış ve halk tarafından çok sevilmiş bir
padişahtı. İçte ve dışta pek çok zor koşullarla mücadele eden II. Mahmut,
1839 yılında veremden öldü. Bu, halk arasında derin bir üzüntü yarattı. Aşık
Gülzâri; II. Mahmut’un ölümü üzerine aşağıdaki destanı söylemiştir :
Şevketli Mahmude oldi namizaç
Ciğergâh -i sine üryan ağladı
Asla kar etmedi zahmine ilac
Eyüb kimi derd-i giran ağladı
Hasta düştü asla yüzü gülmedi
Ne olduğun kendisi de bilmedi
Aradı derdine derman bulmadı
İptida tabibi Lokman ağladı
Figani erişti arş-ı alâye
Terk etdi serayı çıktı uhraye
100
Mecluni sığındı gani Mevlâya
Kerbela-i ulu meydan ağladı
Dedi evladlarım bana getirin
Hep beyler paşalar gelin oturun
Ben ölciyem menzilime getirin
İşitdi valide sultan ağladı.
Der incitmen fukarayi evlâdım
Ben göçersem kalsın cihanda adım
Asumane çıkdı ah-i feryadım
Yıldız ğemer şems-i rahşan ağladı
Dedi böyle olduğunu bilmezdim
Bu cihane elden gelse gelmezdim
Sanırdım ki ben bu derdi bulmazdım
Ciğer parelendi hicran ağladı
Dedi melek hasret misin yüzüme
Kuduret ateşin saldın özüme
Dört etraftan can serildi dizime
Çezildikçe tenimden can ağladı
Dedi melek nice geldin yanıma
Dedi Al Osmanım yazık şanıma
Akibet pençeni urdun canıma
Damarlar sızladı al kan ağladı
Ah idüb çıkardı başdan dalfesi
Şehler melaikler eyler nefesi
Can bülbülü uçdu kaldı kafesi
Ol cemal -i pâk-i gülşan ağladı
101
Emr-i Hak'dan ecel câmı içildi
Tabud hazırlandı kefen biçildi
Bağ-i cennet konçe güli açıldı
Dağ-i Tuba hur-ü ğılman ağladı
Binikiyüz elli beştde fevt oldu
Kan ile vücudi deruni doldu
Dergehinde olan hep mahzum oldu
Kılıc kaftan taht Süleyman ağladı Öldüğünü etrafından duydular
Zinnet gömleyini gelib soydular
Mevtasını beş çifteye koydular
Hep silkindi bahr i ümman ağladı
Erişmişdi elliyedi yaşına
Felek zehir katdı tatlu aşına
Bir şah iken gör ne geldi başına
Mevla tabur tahtirevan ağladı
Tabud vezir üzareler kolunda
Melekler hu çeker sağ i solunda
Merkat -i şerifi Divanyolu'nda
Hasret imiş kabiristan ağladı
Tutub emrini ol Hakk' ın gittiler
Etrafında yüzbin tevbet ittiler
Varıp mahalline teslim ettiler
Ayrılnca cümle ihvan ağladı.
Bu bir nasihattır diynen kardaşlar
102
Yed iklim çar köşe tağ ile taşlar
Gögde melaıklar semade kuşlar
Duydu Mısır Arabistan ağladı
Kim geru el çekti andan bu fena
Medet senden kerem senden Rabbina
Hafizler okurlar inne fetehna
Zikreyleyib şidin züban ağladı.
Fikronulur Hak emri ile geleni
Mevlâ rahmet etsin böyle öleni
Hatadan saklasın geri kalanı
Dediler hep ehl-i iman ağladı.
Atasının şahi gecdi devleti
Yedi kıral alsın bunun ibreti
Sultan ı Mecid Han'e pirler ümmeti
Alı edüb erbab -i tüvan ağladı.
Dilerim efemdim bey ile paşa
Nüfuzun yürüdsün dağ ile taşa
Ederne kapısı hem Said paşa
Sevgülü damadı canan ağladı
Şehid şuhedelar üçler yediler
Cem olub Eyüb' e kırkları diler
Eyleyüb düvai amin dediler
Tekbirler çekildi kurban ağladı
Kuşandı kılıcı şahler serveri
Nur ile donandı göğü (n) her yeri
Sultan Mecid Han e hak(k)ın enveri
103
Ziyared eyliyen şihan ağladı
Ol şahin hizmetin etdiler eda
Bizler de ederiz sena i duva
Sultan Mecid Hane canımız feda
Böyle dedi cümle insanı ağladı
Beylere bey oldu hem şeh-i paşa
Sadarete geçti pir Hüsrev Paşa
Serasker nasboldu ol Halil Paşa
Cümle rütbedar müşiran ağladı
Yasına girdiler her bay i geda
Peygamber postuna çün oldu heda
Hatan saklasın Hazret-i Hüda
Müminler şaz olub düşman ağladı
Gel ey gözüm hub-i ğafletten uyan
Nafile boş yere gezersin yayan
Sene binkiyüz elli beşde beyan
İden tarhi-i nümayan ağladı.
Gülzâri seyreden daim cihani
Kıyametin ezel budur nişani
Elbetde Hak alır verdiği cani
Baki değil çok kahraman ağladı ( Aktan, 1997 :
97 – 102 ).
Destanların “yas tutturma” fonksiyonu da vardır. Halk tarafından
sevilen bir kişinin ölümünün ardından destanlar söylenir ve duygular dile
getirilir. Ölen kişinin yaptıkları anlatılarak, övgülerde bulunulur.
104
Halk tarafından çok sevilen bir padişah olan II.Mahmut’un
hastalanması ve ardından ölümü de destanlara konu olmuştur. Halkın
duyduğu üzüntü dile getirilmiştir. Verem hastalığına yakalanan II.Mahmut bu
hastalık devresinde büyük acılar çekmiştir. Şiirinde bu konulara değinen Aşık
Gülzari, padişahın yarasına ilaçların fayda etmediğini belirterek, onu çektiği
acılardan dolayı Eyüp peygambere benzetir. Padişahın hastalandığından beri
yüzünün hiç gülmediğinden ve feryatlarının göğe yükseldiğinden yakınır,
ardından mümkün olsa dünyaya hiç gelmemeyi tercih edeceğini belirterek
çektiği acıların büyüklüğünü gösterir. Şair, padişahın 1255’te vefat ettiğini,
bunun üzerine bütün halkın üzüntüye boğulduğunu ve yas tuttuğunu
destanında anlatır. Duyulan üzüntüyü anlatmak için “kılıç, kaftan ağladı” ,
“denizler, okyanuslar ağladı” , “cennetteki huriler, gılmanlar ağladı” , “Mısır,
Arabistan ağladı” , “melekler, kuşlar ağladı” gibi ifadeleri kullanan şair,
II.Mahmut’a rahmet diler ve dualar eder. Ardından tahta çıkan Sultan Mecit’e
de övgülerde bulunur.
3.14.TANZİMAT FERMANI (1839) Sultan Abdülmecit, 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nı ilan etmiştir.
Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın hazırladığı bu ıslahat programı ile
Avrupalı devletlerin desteği kazanıldı. Bu ferman ile ilk kez bir Osmanlı
padişahı kendi yetkileri üzerinde bir kanun gücünün varlığını tanımış
oluyordu.
Aşık Şevki aşağıdaki şiirinde önce döneminden bahsetmiş ve sonra
Tanzimat’tan beklentilerini dile getirerek, halkı Tanzimat Fermanı’na itaat
etmeye çağırmıştır :
Vasf-eden dinleyin zaman halini
Bu cihanın ahir devri yakındır
Cümle naz bir birin zemmine dalmış
Hazer kıl anlardan. kendin sakındır
Sakınır, kendini ala isteyen
Konşuya hiç gitmez en dostu olan
Akl-olan gezer mi samur postınan
105
Ahiri bir top bezden kefen hakkındır.
Kefenle gitti nice evliyalar
Kalmadı dünyada bir doğru söyler
Yıkıldı şehirler, yakıldı köyler
Havf-edin, hüruc-ı Deccal yakındır
Deccal' ın çıkması geldi erişti
Anınçün cihana müsibet üştü
Gark oldu, bahçeler bunca sel düştü
Ref oldu kısmetler, göğe yakındır
Gökten iner idi rahmet ezelden
Yerler ihya olur idi güzelden
Yağınca sel gelir şimdi tez elden
Demez ki, bu bağdır, tarla ekindir
Tarla değil, bostan dahi kalmadı
Fiilimizden odu, rahim kılmadı
Nice nimet verdi, şükür olmadı
Anınçün hayr gitti, şerler yakındır
Şer alamet değil mi şimdi haller
Ne türlü icad oldu lapçin, şallar
Kadınlar belinde püskülün sallar
Entarin kolları yere yakındır
Kolları doğrama sırma harçtandır
Parası kendinin değil, borçtandır
Zenginlere ayıp değil harçtandır
Fakirlerin ev satması yakındır.
106
Satmak olmaz, her şey almak lazımdır
Nasihat dinlemez, kibir azimdir
Değme, bir kimseye tanımaz kimdir
Zan-eder ki, başım göğe yakındır
Göğe dikmiş başın, havada gezer
Amana gelmiştir, hep okur yazar
Mahmuzun vurunca taşları ezer
Görenler zanneder bu bir hakimdir
Hakime, zabite kalmadı rağbet
Hep ayağa düştü şimdiki sohbet
Küçükten büyüğe çok oldu zahmet
Evladı, babasın döğmek yakındır
Döğme, döğülme bir eylik değil
Ettiklerin gelir yoluna sen bil
Farz ile sünnetin terk eyleme, kıl
Havfeyle nardan ki, gayet yakındır
Gayet tebdil oldu zamane halkı
Başı kavuklular dinler çalgı
Yosmalar başına sarılan sarığı
Örtmüştür gözünü, ağza yakındır.
Ağza söğmek şimdi mubah olmuştur
Anınçün cihana zulum doğmuştur
Fukarayı cümle ateş almıştır
İhrak olub büryan olmak yakındır
Büryan oldu ehl-i kamil olanlar
Gayet tuğyan oldu cahil olanlar
107
Hiç yüzü güler mi akıl olanlar
Cihan nısıf gavur olmak yakındır
Gavurla Müslüman seçilmez oldu
Memleketli azdı hep ülke oldu
Haftada bir kadı bir paşa geldi
Bilin ki dünyanın sonu yakındır
Sonudur dünyanın, vakıtlar doldu
Nice kimselerin gül benzi soldu
Asi ve mücrimlik kemali buldu
İnşallah eyi olması yakındır
Ey(i) olmak istersen şaha, vezire
İtaat eylen Tanzimat-ı Hayr’a
Tarihimiz vardı hem altmış bire
ŞEVKİ’nin sözleri kitaba yakındır ( Öztelli,
1976 :128 – 131 ).
Padişahların, yaptıkları yenilikleri halka kabul ettirme hususunda
aşıklardan yararlandığını söylemiştik. Bu destanda da bunu görmekteyiz.
Tazminat’ın getirdiği yenilikleri halka kabul ettirmek için Âşık Şevki, bu
destanı söylemiştir.
Şair, önce zamanın halini vasfeder. Ahir zamanı yaklaştığını
belirterek, nizamın bozulduğunu belirtir. Deccalin çıkması yakındır diyen şair,
insanların doğruluktan ayrıldığını bu yüzden yeryüzünde musibetlerin arttığını
ifade eder. Doğal afetlerin meydana geldiğini, kadınların giyiminin değiştiğini,
kibirli insanların nasihattan anlamadığını, evladın anne-babaya saygı
göstermediğini, insanların dinden uzaklaştığını, gavur ile müslümanın
karıştığını anlatan şair, tüm bunların ardından dünyanın sonu yakındır der.
Devrini etraflıca tasvir ettikten sonra ise insanları Tanzimat-ı Hayr’a itaat
etmeye çağırır. Tanzimat’ın bu bozuklukları düzelteceğine inanır.
108
Aşık Ârifî, aşağıdaki destanında askerliğin uzun sürmesinden yakınmış
ve şikayetini “Gönder Tezkeremiz Abdülmecit Han” dizeleriyle ifade etmiştir :
Geçen günler geçti ömrüm bağından
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Tâ ezel yanmışım aşkın narına
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Tahtında hükümet edip yürüttü
Nüfuzun dağ ile taşı eritti
Gurbet elin kahrı yaktı, çürüttü
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Şems-ü kamer daim kevkeb semada
Gündüz hayali, gece el duada
Diyar-ı gurbette kendim piyade
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Askerlik etmeyen bilmez ne haldır
Sanarlar ki bunun lezzeti baldır
Fermanlı zabite haz dur, selam dur
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Günbegün bu seri duman bürüdü
Gurbet elde civan ömrüm çürüdü
Ecel beratları cana yürüdü
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Zamane bozuldu, neşet kalmadı
Tevarihler doldu, rağbet kalmadı
Aşkın çarkı söndü, derman kalmadı
109
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Ara yerde yüce dağlar daldadır
Ecel peymânesi sağ u soldadır
Fakir validemin gözü yoldadır
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Ol kadar cem etti yüz bin askeri
Kar'a-i şeride geldi çok çeri
Beraber gelmedi vedak teberi
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Redif ile azap cümle yığıldı
Fetholdu muharebe gine dağıldı
Nice anaların canı sağaldı
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Mart geldi. günlerimiz yetişti heman
Askerlik canıma kar etti tamam
Dinimiz aşkına çekip bir zaman
Gönder tezkeremiz Abdulmecid Han
Adalet sultanı Abdülmecid Han
Hakkımıza geldi kur'a-i ferman
................................................
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Bir nefere tayın üç yüz dirhem nan
Emr-i padişahtır vallahi inan
Beş sene dediğin sulhu bir zaman
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
110
Dâima her akşam divan verilir
İşaret tıranpet çorba verilir
Nizam her takımda çavuş bulunur
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Alnıma yazılmış tâ ezel baştan
Irak düştüm yaran ile yoldaştan
Aşkım umman oldu çağlayor baştan
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Padişahımızın ömrü var olsun
Nûfuzu âlemde Zülfikar olsun
Bu cihan durdukça her gün var olsun
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han
Böyle imiş daim feleğin işi
Akıttım gözümden kan ile yaşı
Bu Âşık Ârifî çeker telaşı
Gönder tezkeremiz Abdülmecid Han ( Zelyurt,
1989 : 96 – 97 ).
Destanlar zaman zaman dilekçe işlevi görmüştür. Duygular,
düşünceler, istekler, şikayetler destan ile ifade edilmiştir. Aşık Arifi de,
padişah Abdülmecit’ten isteğini bu destan ile dile getirmiştir. Artık teskere
almak isteyen şair, Abdülmecit Han’a seslenir. Askerliğini piyade olarak
yapan şair, uzun süre gurbette kaldığını, annesinin yolunu gözlediğini ifade
ederek “gönder tezkeremiz Abdülmecid Han’dır”. Uzun süren askerlikten
bıkan şair, bu durumdan şikayet eder, ancak destanını Abdülmecit Han’a
dualar ederek bitirir.
111
3.15.NİZİP SAVAŞI (1839) Mısır meselesi, Kütahya Antlaşması (1833)’na rağmen çözüme
kavuşturulamamıştır. Sultan Abdülmecit, bu sorunu çözümlemek istemiştir.
Bu nedenle, isyan eden Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ile savaş yapılması
kararlaştırılmıştır. Osmanlı ordusunun başında Hafız Paşa, Mısır ordusunun
başında ise Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa bulunmuştur. İbrahim
Paşa savaş konusunda başarılı bir kumandan iken Hafız Paşa o kadar
başarılı değildir. Neticede Osmanlı ordusu savaşı kaybetmiştir.
Aşık Ali, aşağıdaki destanında bu savaşı anlatmıştır :
Hazır ol vaktine dayan İbrahim
İn(i)yor çarhacılar meydan benimdir
Mısır'dan aşağı sürmek muradım
Bin hilâle kadar seyran benimdir
İbrahim Paşa der : dursun varayım
Adûlar türemiş nice durayım
Eğer harp istersen topu kurayım
Havaya çekilen havan benimdir
Hafız Paşa der ki : ordum üç yerde
Bir gece yatarım Yafa'da, Sur'da
Bir darbe vururum komam Mısır'da
Bütün Arabistan, Yemen benimdir
İbrahim Paşa der : vatan ırakta
Yüz bin merm(i) atarım bin oturakta
Çok düşmanı işletirim kürekte
Hem sürgün ederim liman benimdir.
Hafız Paşa der ki : düştüm bu hâle
Sağımdan solumdan kuvvetim gele
112
Nice zorbalara beklettim kal'e
Atarım mahbusa zindan benimdir
İbrahim Paşa der: düzdüm orduyu
Araba çaldırdım çengi, harbiyi
Parmak gibi kıya süngü süngüyü
Koparsan zelzele tufan benimdir
Hafız Paşa der ki: koymuşum seri
Mıs( ı)r elden giderse gelirim beri
Basarım ordunu gece bir yarı
Hem hücum ederim cevlân benimdir
İbra(hi)m Paşa der ki: Humus'a geldim
Hama'nın kuvvetin ikiye böldüm
Mısır'dan vezirin üçünü aldım
Acem, Erzurum, Erzincan benimdir
Hafız Paşa der ki : ya ben nideyim
Başım alıp ne diyara gideyim
Bari verin bana zehir yudayım
Hak-i pâye geldim eman benimdir
Aşık Ali der ki : söylerim dilde
Bin ikiyüz elli beşinci yılda
Çekerler havfını yedi kıral da
Nezib’in üstüne destan benimdir ( Köprülü,
1940 : 513 – 514 ).
Bir çok destanda karşımıza çıkan, rakip tarafların birbiriyle
konuşturulması durumu bu destanda da karşımıza çıkıyor. Şair, şiirinde Nizip
Savaşı’nın tarafları olan İbrahim Paşa ile Hafız Paşa’yı karşılıklı
konuşturuyor. Her iki tarafında bu konuşmalar esnasında birbirine meydan
113
okuduğunu ve kendi askerlerini övdüğünü görüyoruz. Bu tip destanlar her iki
tarafın da psikolojisini, isteklerini gözler önüne serme açısından önemlidir.
Her iki tarafın bakış açısıyla savaş anlatılır.
Nizip savaşı ile ilgili bir başka destanı ise Aşık Rüştü söylemiştir. Bu
savaşı destanlaştırırken İbrahim Paşa ile Hafız Paşa’yı karşılıklı
konuşturmuştur :
Hazır ol vaktına İbrahim Paşa
………Sultan'a benim çok fikrim var
Bozarım ordunu inme Süveyş'e
Mısır Sultanına Şah fermanım var
İbrahim Paşa der ki: gel göreyim
Evel Allah, sonra çok fendlerim var
Adûlar çoğalmış, Hüdâ kerimdir
Nice havan, obüs, çarhalarım var
Hafız Paşa der ki: dinle sözümü
Hayf almamdan halas eyle özünü
Yoksa askerinden kurtulmaz biri
Hep askerlerim Şah'tan, imanım var
İbrahim Paşa der: gelir görürsün
Bir miktar mühimmat sen de verirsin
Mağlup olur cenkle yola gelürsün
Yaman gülle atar topçularım var
Hafız Paşa der ki: gör ki nideyim
Ali cengi gibi savaş ideyim
Cephanen yok ise iste vereyim
Sultan Mahmud gibi Şah Hünkârım var
114
İbrahim Paşa der: esb-süvar olurlar
Yel önünde bulut gibi gelürler
Cephanen, barutun birden alurlar
Bazunu bend eder zırhlılarım var
Hafız Paşa der ki: ferman elimde
Askerim gayet çok, ordum üç yerde
Hiç bırakmam seni Yafa'da, Sur'da
Sudan'a gitmeğe arzumanım var
İbrahim Paşa der: çok söz ettirmem
Metris ardında da ordu gizlemem
Kral dâvasıdır, hille düzemem
Öldür, yüz çevirmez çok merdanım var
Hafız Paşa der ki: dağı, ovayı
Askerim kestirir bahri, karayı
Haram ederim sana düz ovayı
Kökünü keserim, böyle şartım var
İbrahim Paşa der: gezdim Yemen'i
Bize bu tasarrufu Hüdâ verdi
Erenler himmeti sıdk-ile etti
İmdadıma gelür Seyt Bedevî'm var
Hafız Paşa der ki: belî kuvvetli
Ben vekiliyimdir, Ali heybetli
Hüdâ'nın katında duam kudretli
Doğandan fedakâr Mahmud Han'ım var
İbrahim Paşa der: cihanda yektâ
Gelmemiş dünyaya böyle bî-hemtâ
115
Dağlar, taşlar titrer, bunca ova
Mehmed Ali gibi Şah seyrânım var
Hafız Paşa der ki: şahtır cihane
Hak inayet eyler, yoktur bahane
Sahip çıkıvermiş arz-u zemine
Haydar-ı kerrar bir Mahmud Şah'ım var
İbrahim Paşa der: olma muhannet
Çık tabyalardan kırım icra et
Kandın, böyle değil, bir kere fikr-et
Süleyman Paşa gibi ricalim var
Hafız Paşa der ki: tabyalar yaptım
Etraf-u eknaftan yolunu tuttum
Bunca zorca kale de yenilettim
Hem mahpus ederim, hem zindanım var.
İbrahim Paşa der: ordum basıldı
Cümle topçularım aslan kesildi
Etraf-ı eknaftan ateş saçıldı
Ol vakit bildim ki, çok nasibim var
Hafız Paşa der ki: gelin bakalım
İşte düşman geldi, karşı çıkalım
Padişah başıyçün kılıç çalalım
İnşaallah bozarız, gümanım var
İbrahim Paşa der: ey Hafız Paşa
Taburları düzdüm bir baştan başa
Topçum da etseydi gece temaşa
Daha anlar gibi çok merdanım var
116
Hafız Paşa der ki: toplar atıldı
Sadasından aylar, günler tutuldu
Mağlup olup askerlerim bozuldu
Piyade ordumda çok merdanım var
İbrahim Paşa der ki: har uslandım
Muhammed başiyçün kılıç çalalım
Nizib, Malatya hem Tokat alalım
Kanije gitmeğe çok niyetim var
Hafız Paşa der ki: nide ideyim
Paytahtıma ne yüz ile gideyim
Bâri bir zehir verin de içeyim
Başım gider bu dâvada, şartım var.
Fakir RÜŞTÜ gör ki, kaldı ne halde
Nam verdin İbrahim yedi kıralda
Bin iki yüz elli beş senesinde
Nizib'in cengine bir destanım var.( Öztelli,
1976 : 557 – 559 ).
Aşık Rüştü’de de yukarıdaki destanla aynı anlatım biçimini
görüyoruz. Burada da taraflar karşılıklı olarak konuşturuluyor. Savaşın seyri
bu diyaloglarla anlatılıyor. Yine karşılıklı olarak meydan okuma ve gözdağı
verme çabası karşımıza çıkıyor.
Şair, Hafız Paşa’nın savaşta yenilmesi üzerine yaşadığı üzüntüyü
“Pay tahtıma ne yüz ile gideyim, bari bir zehir verin de içeyim” sözleriyle
belirtmiştir. Bu ifadeler savaşta yenilen komutanların psikolojisi hakkında bize
bilgi vermektedir.
117
3.16.GİRİT AYAKLANMASI (1841) Sultan Abdülmecit döneminde Girit’te bazı ihtilal hareketleri ortaya
çıktı. Bunun üzerine Girit ablukaya alındı. Sonuçta askeri müdahaleye gerek
kalmadan ayaklanma bastırıldı. Aşık Selimi, aşağıdaki destanında bu
ayaklanmayı anlatmıştır :
Pâdişah-ı âlem Abdülmecit Hân
Gün-be-gün artmada şâhret-ü şanı
Erişti hamd-ola tevfik-i Yezdan
Nim nigâhla kahreyledi düşmanı
Safa ile dâim olsun demlerde
Tab'ına muvafık hep vezirler de
Pervâne-veş döndü sâdık beyler de
Dilde zikrettiler ulu Subhânı
Niyazımız budur Bari Hüdâ'dan
Zerre dûr etmesin zevk-ü safadan
Hayır dua aldı çok evliyâdan
Bir şahlar şahından tuttu dâmanı
Nitekim var bizde bu din ü kuvvet
Taşları eritir nüfuz-ı devlet
Seni gidi hain hâricî millet
Bildin mi ne imiş Âl-i Osman'ı
Tahir Paşa dedi: «Nasrün minellah»
Zerece düşmana etmez eyvallah
Pâdişah yoluna hasbeten-lillâh
Feda eylemektir maksûdu canı
Seni ben bilirim zâtı ey pelit
118
Ne kadar söylense almazsın öğüt
Bununla yezitlik ettin kaç nöbet
Yine kendin gördün vâfir ziyanı
Tahir Paşa ile çıkılmaz başa
Kurtulursan eğer kaçarsın dışa
Bir yandan saldırdı Mustafa Paşa
Kıyametten gösterdiler nişanı
Bir gün tutuşuldu ceng-ü vegâya
Kâfirlerin aklı hep gitti zâya
Koca başıları düştü ricaya
Bildi kurtulmanın yoktur imkânı
Mustafa Paşa tenbih sana iptidâ
Padişah yoluna can eyle fedâ
Feyziyab olursun bi-izni Hüdâ
Terkeyle gafleti gözet her yanı.
Üstüne yolladım Tahir Paşa'yı
Ona teslim ettim hep donanmayı
Sadakatla eyler cenk-ü vegayı
Odur bu asrın sahib-i zamanı
Hükmünü yürüttü bahr ile berre
Böyle mert gelmemiş bir dahi dehre
İngiliz, Fıransız gelmişti seyre
Aceleyle kaldırdılar tabanı
Asâkir el vurdu birden tüfenge
Bir eşref saatte başlandı cenge
Deryalar boyandı gayrı bir renge
119
Top sadası tuttu ol âsumanı
Düşmanın cisminde eridi yağlar
Bir ateş püskürdü, tutuştu dağlar
Mevla'nın aşkına vurun ağalar
İşte budur cengin yolu, erkânı
Maşallah pek güzel olundu devam
Şimdilik bu kadar olurdu nizam
Bir tarihte yirmi sene bil tamam
Cenk etmiş ol vaktin şah-ı sultânı.
Hele al destine gazâ sengini
Cehd eyle, öğren bu kâfir fendini
Sakın gâfil olma gözet kendini
Hilekârdır bu yerlerin düşmanı
Ben Tahir Paşa'yım kar etmez agyar
Nitekim bende vaf nüfuz-û Hünkâr
Bir günün bin etsin ol perverdigâr
Bana ihsan etti kılıncı, kaftanı
Hüdâ hıfzeylesin her kazalardan
Bir kılınç kuşandı evliyâlardan
İntikam alırız hep a' dâlardan
Kullarına vermiş emr ü fermânı
Çok şükür bir nizam verdi Girid'e
Fethine yazmışlar nice cerîde
Sene bin iki yüz eli yedide
SELİMÎ söyledi böyle destanı ( Elçin, 1988 :
194 – 197 ).
120
Şair, Girit Ayaklanması’nı anlattığı destanına Abdülmecid Han’ı överek
başlar. Ardından Osmanlı Devleti’nin gücünü anlatır. Ayaklanmayı bastırmak
için görevlendirilen komutan Tahir Paşa’yı da över. Ve onun amacının
padişah yolunda can vermek olduğunu söyler. Tahir Paşa ve Mustafa Paşa
gibi komutanlarla başa çıkmanın mümkün olmadığını, düşmanların
korktuklarını ve pişman olduklarını belirtir. Sonuçta şair, Girit’e bir düzen
verildiğini söyleyerek şükreder.
3.17.KIRIM HARBİ ( 1853 – 1856 ) Çar I. Nikola, Ortodokslara haksızlık yapıldığını öne sürerek büyükelçi
Prens Mençikof’u İstanbul’a gönderdi. Ancak Mençikof’un önerileri kabul
edilmedi ve Mençikof Rusya’ya döndü. Bundan sonra iki ülke arasındaki
siyasi münasebetler kesildi. Rusya, savaş ilan etmeksizin Eflak ve Boğdan’ı
işgal etti. Osmanlı Devleti’ne karşı açıkça harekete geçmişti. Bunun üzerine
Bab-ı Ali’de toplanan 163 kişilk meclis, Rusya’ya savaş açılmasına karar
verdi. 4 Ekim 1853’te Rusya’ya savaş ilan edildi.
Rusya, 30 Kasım 1853’te Sinop’a baskın yapıp Osmanlı donanmasını
tahrip etti. 15 Mayıs 1854’te Ruslar Silistre’yi kuşattı fakat başarısız oldu.
Daha sonra savaş Kırım’a geçti. Müttefik devletler Sivastopol’u aldılar.
Kuşatma 11 ay sürmüştü ve şehir tamamen yanmıştı. Sivastopol’da verilen
zaiyat Rusya için savaşa devamı imkansız kılmıştı.
Rusya’nın tek ümidi Kafkas cephesiydi. 1855’de Kars’ı kuşatmaya
başlamışlardı. Kars kuşatmaya 4 ay, 15 gün dayanabildi. Kars’ın düşmesiyle
savaş fiilen sona erdi. Rusya barışa yanaşmıyordu, ancak Avusturya’nın
ültimatomu üzerine bu devletle de savaşmak istemeyen Rusya barışa razı
oldu. 30 Mart 1856’da Paris Antlaşması imzalandı.
İki buçuk yıl süren Kırım Harbi, aşıkların şiirlerine de konu olmuştur.
Aşık Bezmi, bu harbi anlatırken savaşta büyük başarılar gösteren Ömer Paşa
ile Rusyalı’yı konuşturmuş ve Abdülmecid’i övmüştür :
EI-Gazi Sultan Abdülmecid Han'ı
Rusyalı üstüne açtı meydanı
121
İngiliz, Fıransız oldu revanı
Anların söylendi cihanda şanı
Şevket-i cihan bir haber saldı
Asker yürüyüp yolu ele aldı
Dedi: Ömer Paşam bu iş sende kaldı
Buyur gayrı sağ ile sola fermanı
Bir nüfuz eyledim aşk ile sana
Her kanda gidersen yanında Mevlâ
Allahtan sağlık, bizlerden duâ
Hatadan saklasın Rabb-i Yezdanî
Ömer Paşa der: Benim meydan eri
O dağın benim eski emekdarı
Sana feda eyledim canla seri
Hüda sana sağlık etsin ihsanı
Kuruldu tertip, kalmadı İngiliz’e
Mevlâ' dan nusret bu sene bize
Çekildi donanma Karadeniz'e
Bir baştan bir başa tuttu ummânı
Yürüdü donanma, önünde vapur
Vardılar Varna'ya, attılar demir
Bir vakıt yattılar, geldi bir emir
Vakıtlar yanaştı, geldi zamanı
Donanma arş eyledi sağa, sola
Doğrulup vardılar Sivastopol'a.
Nısf-ı Kırım için düştüler yola
Vardı sabahleyin, gördü düşmanı
122
Dizildi gemiler ol dem sıraya
Bir fırtına zuhur etti araya
Bîçare donanma vurdu karaya
Kime şekva edeyim, Hakk'ın tufanı
Düşman görüp kaçtı, çekildi geri
Bir el top attılar gemiden ayrı
Boşalttı Kırım'ı, gitti ileri
Anların söylendi cihanda adı
Kafirin kibrine güç geldi gayet
Bize Hak'tan oldu böyle inâyet
Yapıldı tabyalar, gayrı selâmet
Eğer gelir ise bassın dumanı
- Rusyalı der ki: Geçer isem candan
Alırım Kırım'ı ol zaman senden
Basarsam seyreyle ateşi benden
Gece, gündüz kesmem asla dumanı
- Ömer Paşam der ki: Yaradan Ganî
Hele bir yol bas da seyreyle beni
Gülle, kubur ile ararım seni
Olur âkıbet sonra pişmânî
- Rusyalı da der ki: Çoktur hünerim
Askerim galiptir, yoktur kederim
Kesilmez arası, ateş ederim
Varınca baskına vermem amanı
- Ömer Paşam der: Bastın da ne oldu
123
En ednâ neferim ejderha oldu
Maşatlık arası leş ile doldu
Sel gibi akıttım al kızıl kanı
- Rusyalı der ki: Ben orduyu düzdüm
Tertip yerlerini ben gece gezdim
Yüz pare topu da karşına dizdim
Başladım ateşe, yaktım sükkânı
-Ömer Paşam der ki: Serimi açmam
Ben, bir askerimden asla vazgeçmem
Sen gibi basıp da ben geri kaçmam
Bir kerre basarsam seyret sûzanı
- Rusyalı da der ki: Diz de askeri
Korkup da kaçmadım, vardım ileri
Cephanem tükendi, çekildim geri
Bir dahi gelirsem seyret sûzanı
-Ömer Paşam der ki: Cenge girilsin.
Ol zaman Moskof'un haddi bilinsin
İvmekle işim yok, vakıtlar gelsin
Sana koyveririm bağlı aslanı
- Rusyalı da der: Demezim ben beli
Askerim bozdular katarla fili
Olmasın bu Ömer, Hazret-i Ali
Nerde bastım ise anda mihmânı
- Ömer Paşam der ki: Yakarım oda
Bizim yardımcımız Hazret-i Hüdâ
Birkaç yaralım, birkaç da şühedâ
124
Senden telef ettim nice bin canı
- Rusyalı der ki: Bizlerdedir heybet
Ömer Paşam der ki: Bendedir kuvvet
Bende var Zülfikar, bende var devlet
Bendedir Hamza dengi pehlivanı
- Ömer Paşam der ki: Gelmezim denge
Birkaç kerre vurdum seni mihenge
Sığınıp Hüda'ya başlarım cenge
Gökteki melekler etsin seyrânı
Kırım'ın miftahın göster kandadır
İnşallah zafer, nusret de bizdedir
Seksen üç senedir hüküm sendedir
Sen eyledin müslimine zabtanı.
Bu sözümde hilaf yok asla, sâhî
Yayılsın aleme bu cengin sonu
Yetmiştir bu sene Kırım'ın fethi
Yörüdü içine Han kahramanı
Boş yere sohbeti eyleme candan
Bu sene de haraç alırım senden
Kuş olsan nafile, uçaman benden
Şimden sonra seyret Âl-i Osman'ı
Bir matlubum vardır benim Mevlâ'dan
İzhar et matlubum, koyma ihfâdan
Ölürsem gam yemem, fânî dünyadan
Okuttuk Gazi Abdülmecid Han'ı
125
Efendim, saltanat sendedir hâlâ
Hatadan saklasın Hazret-i Mevlâ
Hikâyeye geldi bu aşık BEZMİYA
Efendim, medhine yaptım destanı. (Öztelli,
1976 : 350 – 353 ).
Kırım Savaşı sırasında, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne
müttefik olduğunu görüyoruz. Şair de şiirinde bu hususa değiniyor. Savaşta
büyük başarılar göstermiş olan Ömer Paşa’yı da destanında övüyor.
Savaşı oldukça ayrıntılı bir şekilde tasvir eden şair, Ömer Paşa ile
Rusyalı’yı konuşturarak devletlerin psikolojisini ortaya koyuyor. Yine Ömer
Paşa’nın ağzından askerlere, motivasyonlarını arttırmak için aslan, ejderha
gibi sıfatlar veriyor. Kırım Savaşı’nda elde edilen başarılar coşkuyla dile
getiriliyor. Şair, devrin padişahını da överek destanını bitiriyor.
Kırım Harbi’ni anlattığı bir diğer destanda Aşık Bezmi yine Ömer
Paşa’nın ağzından konuşmuş ve savaşı tasvir etmiştir :
Zıllullah-ı âlem gösterdi gazâ
Ümmet-i ashaba beyan eyledi
Uyandı gafletten çün enbiyâlar
Çekti sancağını revan eyledi
Gazânın delili Hallak-ı Habib
Hamd-ü senâ olsun, oldu bir nasip
Dini bir uğruna kuruldu tertip
Şevketlim cihana ferman eyledi
Yok idi cihanda böyle nişâne
Şâyi oldu sonradan çarh-ı cihane
Okundu fermanlar ehl-i irfâne
Kamu âlem duyup hayran eyledi
126
Kuruldu tertipler, yürüdü asker
Çıktılar meydana er oğlu erler
Evliya, enbiya, ol büyük pîrler
Anlar da yürüyüp cevlân eyledi
Donanma donandı, oldu hâzıran
Bindiler asâkir, oldular revân
Karadeniz içre çıktılar el'an
Bir vakıt Varna'dan mihman eyledi
Kalktılar Varna'dan, düştüler yola
Katar katar oldu Sivastopol’a
Attılar demiri, ettiler mola
Başladı donanma sûzan eyledi
Donanma nısıf oldu geldi bir emri
Ol mahalden kalkıp ettiler devri
Kırım ülkesinde Gözleve şehri
Vardı sabahleyin seyran eyledi
Aldılar ol mahalli, yaptılar tabya
Cenk etmeden nasip eyledi Mevlâ
Bıraktı kâfiran ol kadar eşya
Aklında o kafir noksan eyledi
Ol vakıt deryanın havası hoş idi
Sonradan mevç vurup coştukça coştu
Bîçare donanma karaya düştü
Hüdâ bir şiddetli tûfan eyledi
Kış idi havalar geldi eyyâmı
Bir gecenin nısfı oldu encâmı
127
Bir sabah vaktında bastı İslâmı
Kendisini kırıp pişman eyledi
Başlandı ateşe ardında siper
Üç hücum eyledi, kalmadı meder
Deryadan donanma, karadan asker
Maşatlık boyunu al kan eyledi
Hüdâ emriyle geldi bir nidâ
Kafiri tarımar eyledi Hûdâ
Fakat Selim Paşa oldu şüheda
Anı Hak cennete gılman eyledi
Rusyalı der ki: çıktım denize
Kıraldan bir haber gelmiştir bize
Gözleve şehrin i bahşettim size
Sıvastopol bana derman eyledi
Ömer- Paşa der ki; gez sağda, solda
Gözleve'yi aldım, gözlerim yolda
Hazır ol vaktına Sivastopol'da
Zira orduların devran eyledi
Rusyalı der ki: ejderha şekli
Benim topçularım gör nasıl cenkli
Dört milyon piyade eli tüfekli
Sivastopol'i içün elhân eyledi
Ömer Paşa der ki: seyreyle nârı
Üç milyon piyade, yüz bin süvari
İngiliz, Fıransa bekler civarı
Sardunya bir milyon her an eyledi,
128
Rusyalı der ki: söyleyim sana
Altı düvel, bir şah gelsin bana
Vermem Sıvastopal'u dünya bir yana
İster ise düşmanım cihan eyledi
Ömer Paşa der ki: sözüme bakın
Sıvastopol şehrin bu gece yakın
Askerim gaflette olmasın sakın
Böylece zabıta divan eyledi
Rusyalı der ki: sözüm âşikâr
Üç bin pare toplar kundakta yatar
Seksen dört senelik metanetim var
İstek olan gelsin, meydan eyledi
Ömer Paşa der ki: dinleyin sözü
Girilsin kavgaya, görsün kör gözü
Dumandan tutuldu şemisin yüzü
Havada figanım rûşan eyledi
Rusyalı der ki: ordumu kurayım
Yek yek çıkın sizi meydanda göreyim
Dört düvele nice karşı durayım
Âkıbet bizleri harman eyledi
Ömer Paşa der ki: söyleyim dilden
Dört milyon piyade aşırdım belden
Sıvastopol şehri gidince elden
Kâfir perişanlık nişan eyledi
Rusyalı der ki: düştüm figana
129
İsâ bakmaz oldu, söyleyin Yuvan'a
Üç bin pâre toplar kaldı düşmana
Aklımı başımda yaman eyledi
Rusyalı der ki: aldın deryayı
Kudüs Şerif içün ettim kavgayı
Ben nerden isterim Ayasofya'yı
Cihanı başıma zindan eyledi
İngiliz, Fıransa devlet emrine
Kuruldu tertipler Azak bahrine
Üç yüz pâre tekne Kiriş şehrine
Ahmet Paşa anda kaptan eyledi
Yürüdü donanma, çektiler seri
Asla yoktur kör Moskof'un haberi
Ol Fener Burnu'ndan girdik içeri
Kâfir Ak Burun'dan duman eyledi
Kafir tabyalardan etti küşaldı
Dubalar karaya döktü imdadı
Bir ateş ettiler, yer gök oynadı.
Sanki gökte Hak boran eyledi
Ol vakıt yılan gibi geriye aktı
Bu kadar eşyayı, malı bıraktı
Kendi cephanesini kendisi yaktı
Hep kırdı topları ziyan eyledi.
Yıktılar kâfirin hep siperini
Ol vakıt çekti Rus askerini
Nasıl tarif edem Kiriş şehrini
130
Yıktılar, büsbütün viran eyledi
Ol Kiriş şehrinin nice oldu hali
Görenlerin gitmez gözünden hayali
İngiliz Fıransa bu kadar malı
Soydular, anadan uryan eyledi
Bir yanda görmedim böyle binayı
Büsbütün yıktılar, ettiler zâyi
Beş buçuk ay yandı hamız buğdayı
Yandıkça ol buğday figan eyledi
Yenikale derler bir metin kal'a
Alınmak ne mümkün böyle bir bina
Hüdâ emriyle alındı amma
Sanki bir bellice gülşan eyledi
Kalenin içinde bir âdem var idi
İsmini beyan edem, sadık yâr idi
Derviş Halil Paşa kumandan idi
Ganî Mevlâ anı merdân eyledi.
Sonradan Kiriş'ten korkuldu sâfi
Düşman zuhur eder dedi ezâfi
Yaptılar istihkâm dört bir tarafı
Dizdiler topları âyan eyledi
Ak Burun sahrası şehirden taşra
Yaptılar tabyayı bir baştan başa
Altı tabur ile y-ek Mehmet Paşa
Söylensin dillerde meskân eyledi
131
Dillerde söylensin nâmın bir zaman
Denizden denize bağlandı el'an
Bundan sonra sende çok asker mihman
Bizlere bir bellice vatan eyledi
Kaleyi yaptılar Tebârekallah
İngiliz, Fıransa dedi eyvallah
Ehl-i İslâm olan yazdı Maşallah
Resmini düvellere ilân eyledi
Kaleyi görenler akıllar şaşa
Söyleyin düşmana gelmesin boşa
Kaleyi yaptıran ol Mehmet Paşa
Çok askere anda ihsan eyledi
Kale hımarını edem beyanı
Bir tabur Ankara oldu insanı
Bir tabur Kengiri şöyle merdanı
Dört tabur Kayseri erkan eyledi
Bunu yazdım, ibtida okunsun halka
Okuyan ehl-i dil eylesin nidâ
Derdiment BEZMÎ'yi söyleten Hüdâ
Böyle kavgaları destan eyledi ( Öztelli, 1976 :
360 – 365 ).
Destanlar, tarihe ışık tutan önemli kaynaklardır. Tarihsel olayların
çeşitli cepheleri hakkında bize bilgi verirler. Aşık Bezmi’nin şiirine de bu
açıdan bakarsak Kırım Savaşı ile ilgili bilgilere ulaşırız.
Şair Kırım’ın Gözleve şehrinde yaşananları anlatır. Savaşa gerek
kalmadan şehrin alındığından, düşmanların eşyalarını bırakarak kaçtığından
söz eder. Yine o günlerde şiddetli bir tufan olduğunu ve bu nedenle
132
donanmanın zarar gördüğünü belirtir. Ardından Selim Paşa’nın şehit
olduğunu ve Sivastapol için verilen mücadeleyi anlatır. Mehmet Paşa, Derviş
Halil Paşa gibi komutanların başarılarından da bahseder. Rusya’nın başına
dünyanın zindan olduğunu belirterek Osmanlı Ordusu’nun başarılarını sıralar.
Bir başka âşık ise savaşla ilgili tüm haberleri gazetelerden aldığını
ifade ederek aşağıdaki destanı söylemiştir :
Hazır ol vaktına Moskof kıralı
Sultan Mecid sefer istiyor senden
Din aşkına hazırlandı gazâya
Sığadı kolların, kalktı yerinden
Fermanlar dağıldı Rum'a, Hicaz'a
Erenler uyandı, durdu niyaza
Şehitler serdarı Hazreti Hamza
Seyyid Battal gibi nice var hezaran
Emirler okundu Mısır'da, Şam'da
Dualar ettiler iki haremda
Hep dediler bu yıl nusret İslâm’da
Böylece umarız Cenâb-ı Hak'tan
Sadrıazam dedi, nasren-minellah
Serasker paşalar kuşandı silâh
Vâdesi yeten fi aman-Allah
Din yolunda ölmek gerek Hüdâ'dan
Tuna Ordusu'nda serdar-ı ekrem
Ömer Paşa sanki Zaloğlu Rüstem
Ününden düşmanlar hep olur sersem
Bir koç yiğit kalmış eski yiğitten
133
Ordu aslanıdır İsmail Paşa
Çalsa iki böler kılıncı taşa
Kavgada kimseler çıkamaz başa
Çok yerde intikam aldı adûdan
- Moskof kıralı der, cengi koyalım
Barışık yapalım, sulha uyalım
Kavganın mayası, masrafı mâlum
Hazneler dökülür iki taraftan.
- Sultan Mecid der ki, sulh şöyle gerek
İslâm’dan aldığın yerleri bırak
Var bak barışık ne kadar ırak
Başının kaydını gör hemen erken
Osmanlı askeri sanma ezelki
On kat ziyadedir kuvveti belki
Başına dar gelir Avrupa mülkü
Irzın yıkılmadan çık o yerlerden
- Moskof kıralı der: Gör, mertlik satarım
Gök yıkılsa sekbe ile tutarım
Yedi kıral baş kaldırsa yenerim
Kaygı çekmem, korkmam asla birinden
- Sultan Mecid der ki: Büyük söyleme
Elinden geleni geriye koyma
………Kırım' dan imdat eyleme
Elli yıllık hayfı alırım senden,
- Moskof Kıralı der: Askerim çoktur
Benim kadar kuvvet kimsede yoktur
134
Her nereye varsam bahtım açıktır
İkbalim işliyor kırk elli yıldan
- Sultan Mecid der ki: Muînim Hak'tır
Öyle boş laflara kulağım toktur
Benim de askerim yıldızdan çoktur
Su yerine içer nicesi kandan
Benlik etme, senin nedir kemâlin
Kemâlini buldun, erdi zevâlin
Ne zorlu mihnet edecek halin
Rezalet akacak böyle yakandan
Deryadan, karadan yığdım askeri
Cezayir'den, Fas'tan, Tunus'tan beri
Kırk bini mızraklı, görsen dilberi
Elli bin süvari Arabistan'dan
Türkçe bilmez, çoğu lisanı bilmez
Cenge başlayınca amanı bilmez
…………………..………………
Çevirmez yüzünü toptan, tüfekten
Selim Paşa yukarda aslan gezer
Nerde cenk eylese bozulmaz, bozar
Barutun tütünün gördüğü gibi kızar
Bunlar Mısırlı'dır korkmaz dumandan
- Moskof Kıralı der: Çekmem kasavet
Deryadan Sinab'a ettim hasaret
Kandili kaldırdım yanlış işaret
Esir ettim bir az sefinelerden
135
- Sultan Mecit der ki: Düşün sen seni
Sinab'ın sekiz kat aldım hayfını
Nasıl firar ettin, fikr eyle, tanı
Tuna yalısında tabıyalardan
Süvari, zaptiye sade bir ordu
Otuz kazak inse yetişür dördü
Bunlar nice kavga, nice ün gördü
Nice……………geçti serinden
İngiliz, Fıransız İslâm’a muîn
Ölmeye geldiler, öptüler zemin
Bilindi sadakat, oldular emin
Çok asker geldi bu iki düvelden
İngiliz devleti merdane kişi
Cehennem misali saçar ateşi
Derya kavgasında bulunmaz eşi
Her millet âcizdir Fıransız'lardan
Fıransız sadıktır Âl-i Osman'a
Yığdı bunca asker, bunca cephane
Geyindi kisbeti, çıktı meydana
Beri gel, karşıma çık, işte meydan
- Moskof Kıralı der: Söylenür ünüm
Cenk ile geçmiştir ezelden günüm
Dağıldı ,dünyaya şöhretim, şanım
......................................................
Mısır kaptanları, bu iki devlet
136
Kıralın sözüne gücendi gayet
Çekti donanmayı, ettiler gayret
Hevüç Bey üstüne bindi deryadan
Sığındılar Hakk'a, kıldılar tapu
Yağlı buçurayı, bastılar topu
Taş taş üstünde kalmadı yapu
Gün görünmez oldu top dumandan
- Moskof kıralı der: Geydim karayı
Açtılar sineme azim yarayı
Eyvah yandı Hevüç Beyin sarayı
Ulu korkum şimdi Sivastopol'dan
- Bu defa kavgamız ..................
Yakıldı taburu kazan kazan
Kesildi kelleler, doldu meydan
Dağlar sada verdi ah-u figandan
- Tuna suyun geçtik bulup sırayı
Meşveretli yaptık bu macerayı
Biz çok döğdük Silistire'yi
Zor ettik almağa dereden, candan
İslâm kuvvetiyle başladık cenge
Gökte de melekler baktı ahenge
Yeşil otlar kandan boyandı renge
Sorma bıraktığın cengi erden
Devlet işi yolsuz, erkânsız olmaz
Bir çanak dökülse yeri mi dolmaz
Bir kavgadır elbet kurbansız olmaz
137
Kırk bizden ise seksen de sizden
- Hileler açığa çıktı sezildik
Karıldiki elden gitti üzüldük
Kaç kere dövüştük, gittik bozulduk
İbret af kırılan askerlerden
- Fıransız, İngiliz Bahr-i Siyah'ı
Zabt ettiler, âsana kurdu râhı
Bu islâm dinidir, sanma billâhi
Alt gitmez, yardım eden Yaradan
Hasan Paşa müştak imiş bu güne
Cenge gider, sanki gider düğüne
Moskof'un askerini kattı önüne
Aşırdı Yerköy'ün bu Tuna suyundan
- Giritli Oğlu der: Gelüp yorulma
Moskof kıralıyım deyü kurulma
Gel teslim ol, inat edüp kırılma
Bir düşman kurtulmaz benim elimden
- İngiliz der: Moskof, arzu çekerim
Aman gel, yoksa seni yakarım
Kimin kırar, kimin suya dökerim
Tahtını başına eylerim zindan
- Fıransız der: Akıl ermez fendime
Sadakatim şevketli Efendime
Kırallığı layık görmem kendime
Hayıf almayınca balıkçılardan
138
Cihanda yok sandın kendi menendin
Ne akla kul oldun, nene güvendin
Sivastopol, Kırım benim mi sandın
Haberin yok muydu Ömer Paşa'dan
- Moskof der ki: Bunlar dan nedir kasdın
Deryanın yüzünden beride gittin
Ezelden beri bendim sadık dostun
Ne bek çevirdiniz çehreyi benden
- Sultan Mecit der ki: Kavga tutulsun
Bir fitilden bin top birden atılsın
Görünce düşmanın bağrı katılsın
Pek kibiri vardı, dönsün sözünden
İngiliz devleti nice hor gördün
Fıransız devleti basmacı derdin
Kırım yalısını ya niçün verdin
Şimdi bildin yiğit var imiş senden
Üç devlet bir oldu, sana muradı
Esdi vücuduna musibet bâdı
Çıkamazsın başa, boşla inadı
Başka çaren yoktur gayrı amandan
- Moskof der: Namusu ayağa vermem
Değme bir halile hem aman demem
Osmanlı'dan kılınç yesem gam yemem
Benim derdim iki çarkacılardan
Bu iş böyle alacağın bilmezdim
139
Bileydim cenk tutup rezil olmazdım
Osmanlı askeri göze almazdım
Meğer ki değişmiş eski tavırdan
Başa çıkar sandım ben bu umudu
Geydim rezaleti baştan aşuru
Razıyım dikseler eski sınuru
………….isteseler temelim yerden
Anlamayıp Tanrı gücendi zora
Ben devletim, derdim kendime göre
Dedi, nüfuzunu battı çamura
Hep çektiği büyük söylediğinden
Yetmiş birdir destanımın senesi
Hep Türkçe söyledim, açık mânası
Kırk sekiz beyitle doldu hanesi
Cem eyledim cümle ceridelerden (Öztelli, 1976
: 354 – 359 ).
Âşıklar, destanlarına konu ettikleri olayları ya bizzat yaşamışlar ya
da bir başkasından dinlemişlerdir. Yukarıdaki destanı yazan âşık ise savaş ile
ilgili bilgileri gazetelerden almıştır. Şair, şiirinde Sultan Mecid ile Rus Kralı’nı
karşılıklı konuşturur, Ömer Paşa’nın başarılarından söz eder iki ülke arasında
savaş sırasında yaşananlar destana konu edilmiştir. Her iki hükümdar da
askerini över, devletinin gücünden bahseder ve birbirine meydan okur.
Moskof Kralı, “askerim çoktur, benim kadar kuvvet kimsede yoktur”
derken, Sultan Mecid “askerim yıldızdan çoktur, su yerine kan içerler”
demektedir. Destan, böyle meydan okumalarla devam etmektedir. Nihayet
Rusya’nın Osmanlı’nın gücünü kabul etmesiyle destan sona erer.
Yine Kırım Harbi’nin konu edildiği bir başka destanda ise Sultan
Abdülmecid ve savaşta kahramanlık gösteren paşalar övülmüştür :
140
Sene bin iki yüz altmış dokuzdan
Evvel fesad Susam ile Sakız'dan
Din, iman, gayret derunu özünden
Ahd veli-yullaha er, padişahım
Sene elli beşde oturdu posta
Ol posta geçeli kulağım sesde
Sıdkıle muradın Mevla'dan iste
Bu sene murada er, padişahım
Görenler şaz olur Sultan Mecid'i
Gene ömrü sıhhat bula vücudu
Şükrün yalan, Hakk'a kılar sücûdu
Cihanda şahlara bir, padişahım
Bir gün elçi geldi şah-ı düşmandan
Dedi, kaç teklifat isterim senden
Dedi, şu teklifat da olsun benden
Olmaz, düşmana karşı dur, padişahım
Buyurdu şevketlim, teklifin nedir
Kudüs iki bölükdür, biri budur
Dedi, bu teklife olamam kadir
Ulu ikram sana bil, padişahım
Dedi elçi, sen hazır ol vaktına
Nice şehirlerden elin çektin...
Kılıç bizde, sen boynunu bükerke
Kavganı al benden, der, padişahım
Dedi şevketlimiz utanmam...
141
İnşallah cümlesin alırım senden
İsterim Allah'dan, kuvvetim dinden
Sen âlâ kılıç çek gir, padişahım
Dedi padişahım, hazır ol cenge
Bir İslam’ın bin kafir sırın denge
Herkes cevahirin versin mihenge
Dünya dadı anda, der, padişahım
Abdülaziz Efendi'miz buyurdu
Meclisini bir söz ile duyurdu
Bu ana dek evliyalar uyurdu
Erenler uyandı, gör, padişahım
Dört köşeye emir, ferman yazıldı
Gani asker, mühimmatlar düzüldü
Gök yüzünde feriştehler süzüldü
Bulunur dertlere car, padişahım
Asker sökün etti Mısır'dan, Şam'dan
Himmet evliyadan, ihsan Hüdâ'm dan
Nice er bulunur her bir âdemden
Hüdâ'm getürmesün cevr, padişahım
Her taraftan. askerimiz yürüdü
Bârek' Allah yer yüzünü bürüdü
Köpek Moskof birden kalktı ürüdü
Bu kadar anları kır, padişahım
Her mahalleye de kuruldu ordu
İçinde bulundu merd oğlu merdi
Çok şükür şevketlim murada erdi
142
Vakıt sâat eşrefdir, padişahım
Evvel Allah dedik, başladık işe
Sene erdi bin iki yüz yetmişe
Aldı dört kalasın koç Selim Paşa
Her birin fethini ver, padişahım
Din hakkına gayret eder paşalar
Asker ile doldu her bir köşeler
Düşman arkasına birden düşeler
Kalsın meydanın hep şaz, padişahım
Ünün çok işittik Hasan Paşa'nın
Verdiler nizamın her bir köşenin
...................................................
Götürmez yüzüne gir, padişahım
Sardı Ömer Paşa Tuna kolundan
Uçan kuşlar kurtulamaz elinden
Ayrı gitmez şeriatin yolundan
Şimdi düşman âh-u zâr, padişahım
Kürt kızları aldı kalanın birin
Er olan sarf eder eldeki varın
Din-ü devlet içün kodular serin
Görür kuduretten sır, padişahım.
Demir-Kapu'dan da kalktı bir duman
Arap, gör Moskof'a vermez el'aman
Hoş haber olunca işimiz tamam
Cihana çok yağdı nur, padişahım
143
Şeyh Şâmil başına dermış ehl -i kâmili
Sever gayet ilmi ile âmili
Çoktan beri ne kavga eder idi
Her köşeye aslan ver, padişahım
Darbile aldılar kalanın beşin
Nice bin kâfirin kesdiler başın
Sökdüler tırnağın, döktüler dişin
Sana kurban olsun ser, padişahım
Tuna yakasına oturdu düşman
Geri geldiğine oldular pişman
İnanmam fendine, yanılup şaşman
Ülkesinden öte sür, padişahım
Ezel fendile çok şehirler aldı
Nice bin ülkeler içinde kaldı
Hallâk kahr eyledi balâsın buldu
Bir saat mühlet verme, padişahım
İsmail, İbrail, Yaş'a, Bükreş'e
Bak, zalım düşmanın ettiği işe
İnşallah bu sefer çıkarız başa
Aklını başına der, padişahım
Şumra'da ol vakıtta yer ile gökte
Harabet çoktur, bakçada, bağda
Hızr ile evliyalar sağda, solda
Ehl-i kamillere sor, padişahım
Bir fendile Tuna çayın geçtiler
Koç yiğitler de meydanın açtılar
144
………………………………..
Gaziye nişanın ver, padişahım
Kova kova arkasından yettiler
Asla görülmedik bir iş ettiler
Cerenen kalbinin beşin tuttular
Nazar kıl aslına gör, pâdişahım
Dedi, gayret günü vezirler, beyler
Sancaklar açılsın, çekilsin tuğlar .
İslâm’ın darbından küffâr kan ağlar
Karşına durması zor, padişahım
Evliyalar, sahabeler uyandı
Enbiyalar arkasına dayandı
…………düşmanın gelmedi fırsandı
İnşallah cümlesin kır, padişahım (Öztelli, 1976
: 346 – 349).
Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaşlar XIX.yüzyıl boyunca
devam etmiştir. Bu da Osmanlı halkının, Ruslara öfke ve kin duymasına
neden olmuştur. Bu öfkenin yansımalarını şiirde de görmekteyiz. Şair “ Köpek
Moskof birden kalktı ürüdü” , “Hallak kahr eyledi, belasın buldu”, “ Nice bin
kafirin kestiler başın” gibi ifadelerle Rusya’ya duyulan kini ortaya koyar.
Kırım savaşı sırasında büyük başarılar elde etmiş Hasan Paşa, Selim
Paşa ve Ömer Paşa’yı şair, şiirinde övmüştür. Elde edilen başarılardan
mutluluk duyan şair, padişahı da metheder.
Kırım Savaşı sırasında Ruslar, Kars’ı kuşatmışlardır. Asker ve halk
Kars’ı üstün düşman kuvvetlerine karşı kahramanca savunmuşlardır, ancak
açlık sebebiyle Kars Ruslara teslim edilmiştir. Bu savunma sırasında Kars’ta
bulunan aşık Şehvârî aşağıdaki destanı söylemiştir:
Ehl-i islam yine nusret ile şâdan oldu
145
Müjde şenlikler edip aleme ilan oldu
Moskof askeri Kars üzre perişan oldu
Düşman ağladı, yâran yine hândan oldu
Gürledi topların âvazı verip müjdeleri
Anadolu Ordusu ser-askeri ol şîr-neri
Moskov'ı kırdığının geldi bu demde haberi
Mâh-ı mâtemde hele katl-i Yezidân oldu
Topuna, taburuna hamle edip şîrâne
Şîr-i pençe gibi sarıldı müslüman cana
Yaka yaka gelip süngü tüfek merdâne
Yine şehinşah-i devran Şah-ı Merdan oldu
Arşa asdı kılıcın Hazret-i Vâsıf Paşa
Görmemiş çeşm-i adû şimdiyedek böyle vega
Anlayıp Rûsiye İslâm ile ne imiş kavga
Göricek cür'et-i İslâmı peşiman oldu
Kars'ı almağa hücum etmiş iken verdi esir
Şîr-i merdân atılıp üstüne mânena-i şîr
Yedi bin lâşesini serdi yere etti hâsır
Üserâsına Şeker Kalesi zindan oldu
Görüp aslan gibi cenk içre Kerim Paşa'yı
Koparıp nâra-i tekbir ile vâveylâyı
Zannedip koptu kıyâmet tabur-u alayı
Bırağup top-u tüfenğini girizân oldu
Bir koyun sürüsüne girdi sanursun kaplan
Korkudan kaçtı Moravyef Ceneral sanki
cevyan
146
Oldu ateşler ile asker-i din havf-efşân
Kabze-i mercan gibi ellerde kılıç kan oldu
Yıldırım gibi vurup düşmanı Vilyam Paşa
Vur edip asker-i İslâm ile dedi: ura
Her taraftan erişir sâika-i kahr-ı Hüdâ
Ceng-i Kars ile Silistire buna burhân oldu
Darb-ı nutkumla açup bu yolu, san'at sattım
Köhne mazmun-u hayalin topunu hep attım
Şehsuvarım bu zeminde nice at oynattım
Nize-i hâmeye Hâlis yine maydan oldu (
Öztelli, 1976 : 372 – 373 ).
Aşık Şehvari, Rus askerlerinin Kars’ta Osmanlı askerleri tarafından
perişan edilmesini şiirinde anlatır.düşmanın ağladığını dostların güldüğünü
belirten şair, Rusya’nın İslam ile kavga etmenin ne demek olduğunu
anladığını belirtir. Rusların yedi bin askerinin öldüğünü, çoğunun esir
düştüğünü, Rus komutanının korkudan kaçtığını ifade eder.
Rusların alınamaz dedikleri Sivastopol, Kırım Harbi sırasında müttefik
devletlerce alınmıştır. Rusya burada çok ağır zaiyat vermiştir ve savaşa
devamı imkansızlaşmıştır. Aşık Râdi, bu konu ile ilgili aşağıdaki destanı
söylemiştir :
Sene bin iki yüz altmış dokuzda
Uyandırdı gaflet Âl-i Osman'ı
Gel, Serdâr-ı Ekrem, ey Ömer Paşa
Cem-eyle askeri, tiğ-ü temranı
Allahümme bârik, bizdedir nusrat
Vakitler tamamdır, kalmadı müddet
Tefsirin kavlince İslam’da kuvvet
147
Lik padişahımın harbi ilânı
Gazi penâhıdır Abdülmecit Han
İki ismi ile fethi nümâyan
Encamı çıkınca kılıçlar kından
Çok insan dökecek hûn-i revânı
Sancağ-ı Çar-ı Yâr ve fethin nasip
İslâm-ı askere yardımcı Habib
Zi-kuvvetîn esedullahi galip
Şeref-i İslâm-ı nûr-i Rahmanî
Ömer Paşa der ki, ey Rusiyeli
Yerinden oynadı dünya temeli
Elime almışım tam dört düveli
Gel rüsvay olmadan haddini tanı
Rusyalı dedi ki, ey Ömer Paşa
Cem-etsen başına asker-i dünya
Kazak inadı var bende evvelâ
Kabul etmem Tanzimat'ı, mizanı
Ömer Paşa der ki, gel etme inat
Kuş olsan da sana açtırmam kanat
Dört düvelden bana hazırdır imdat
Yeniden seyreyle Nuh-ı Tûfan'ı
Rusyalı dediki, at sürmeyin çok
İngiliz’le Fıransa'dan korkum yok
Yıldızda hisap var, askerime yok
Süngü ile durdururum asmânı
148
Ömer Paşa der ki, gelir serine
Edebini takın otur yerine
Beş nefer katarım on neferine
Her biri bu vaktın Rüstem-i Zâl'ı
Rusyalı dedi ki, eylemem beli
Elbet ölür, varsa gelen eceli
Gerek Demirkapı, gerek Rumeli
Asker ile donadırım her yanı
Ömer Paşa der ki, gelme beriye
Beş defa haml'ettin Silistire'ye
Rüsvay oldun kaçtın yine geriye
Arap Tabyasından yedin fişanı
Rusyalı dedi ki, denizce girdim
Uç alabandalı topu çevirdim
Sinop limanına bir ateş verdim
Asumana çıktı tozu, dumanı
Ömer Paşa der ki, kahbelik senden
Lağamla hırsızlık, her işin andan
Yüz bin asker senden, elli bin benden
Kuralım seninle mertçe meydanı
Rusyalı dedi ki, çıksa can tenden
Belki muradımı alamam senden
Bu kadar çalıştın, ne aldın benden
Daha kesilmedi dizim dermanı
Ömer Paşa der ki, işte bu isbat
Şekvetil'de Selim Paşa-yı hayat
149
Gitti elden çatanı ile kalafat
İsmail Paşa'dır cenk kahramanı
Rusyalı dedi ki ,duyuldu elbet
Bir fırsatını düşürürüm akıbet
Ayasofya içre okutmak niyyet
Bucık kırımında Avadirani
Ömer Paşa der ki, pek oldun rüsvâ
Balıklı, Elmalı, Gözleve hattâ
İnkerman, Melekof bendedir hâlâ
İslâm okur camilerde Kur'anı
Rusyalı dedi ki, ne bu macera
Ölünceye kadar etmem mudara
Zencir gerdim, verdim bir dane zahra
Kıllete düşürem o Âsitan'ı
Ömer Paşa der ki, Kadirdir Yezdan
Çok acele etme alırım sizden
Umudun kesildi Karadeniz'den
Vardın bir körfezde ettin iskân'ı
Rusyalı dedi ki, duyuldu adın
Senin benim ile nedir inadın
Çünkü her taraftan gelir imdadın
Şimdi biz anladık yaşi, yamanı
Ömer Paşa der ki, be şaşkın denî
Kuşattım askerle sağ ile solu
Gel ver tatlılıkla Sivastopol'u
Dört düvel üstüne eder cevlânı.
150
Rusyalı dedi ki, ne bu alâmet
Vermem sana kopmayınca kıyamet
Hesapsız top ile verdim metanet
Kuş olsan uçmanın yoktur imkanı
Ömer Paşa der ki, ey kalbi hain
Üç düvel üstüne yeledim tâyin
Bende mertlik vardır, hazır ol yarın
Görelim ne yapar Yazdânî Gâni
Rusyalı dedi ki, işte ben varım
Askerle hınca hınç doludur Kırım
Ne zaman istersen gelin, hazırım
Niçün taşımalı çıkacak canı
Ömer Paşa der ki, yedin mi sille
Yağmur gibi yağdı başına gülle
İngiliz, Fıransız, Sardunya bile
Çevirdi de salkım topu, havanı
Rusyalı dedi ki, vermedin haber
İki taraftan da oldu çok keder
Lağam attım, telef oldu çok asker
Kuş gibi göklerden geldi figanı
Ömer Paşa der ki, nedir niyyetin
Mencikof'la senin eski adetin
Yirmi bir gemidir telefiyetin
Gorçikof deldirdi, ettin ziyanı
Rusyalı dedi ki, bu muydu kasdın
151
Şimdi kılıcını meydana asdın
Kuvvet, metanet verince basdın
Ol zaman binaya verdin sûzânı
Ömer Paşa der ki, gitti kanat, kol
Rüya oldu sana bu Sivastopol
Yaktınsa yaptırdım küçük İstanbol
Su getirir Sultan Mecid zamanı
Rusyalı dedi ki, vardır kuvvetim
Böyle değil idi benim niyyetim
Ondan başka benim çok memleketim
Bir yan yeter, yıkılırsa bir yanı
Ömer Paşa der ki, var mı haberin
Artık bu tarafta kalmadı yerin
Telef oldu şu kadar bin askerin
Kan kesildi Sivastopol limanı
Rusyalı dedi ki, ey Ömer Paşa
Bu kasdınız nedir bu dâvâ
Yorulunca kadar ederim kavga
Kolaylıkla size etmem amanı
Ömer Paşa der ki, ettin kararı
Bu dâvâda çok çekersin zararı
Üç düvel üstüne cenk kumandarı
Omenlikli Ahmed Paşa aslanı
Rusyalı dedi ki, gelme bu yana
Çok can telef olur, söyleyim sana
Kırım kalesine üç alabanda
152
Top dizdim, gözedir gelen düşmanı
Ömer Paşa der ki, ey şaşkın ahmak
Kalmadı kıl kadar sende tutamak
Osmanlı askeri çakmadı çakmak
Tirepol'a dikeceğim nişanı
Rusyalı dedi ki, nedir bu meram
Nedir bu alamet, nedir bu hengâm
İcra olunacak vakitler tamam
Yakamazsam cızladıram ummanı
Ömer Paşa der ki, hiç durmaz dilin
Sivastopol gitti, kırıldı belin
Ne ayağın tutar şimdi ne dilin
Felek orta yerden kırdı urganı
İnşaallah daha ederiz bayram
Şükür bu suretle bulduk ihtişam
Bin iki yüz yetmiş ikide tamam
Râdi, söyledi işbu destanı (Öztelli, 1976 :366–
367 ).
Şair, Kırım Harbi sırasında yaşananları ve Sivastapol’un Ruslardan
alınışını anlatır. Rusya’nın kıyamet kopmadıkça vermem dediği Sivastapol’da
nasıl ağır kayıplar verdiğini ifade eden şair, limanın kan kesildiğini belirtir.
Sivastapol’un alınmasıyla Rusya’nın belinin kırıldığını da ifade eder. Bu
savaşta binlerce Rus askeri ölmüş, onlarca Rus gemisi telef olmuştur. Bu
ağır zaiytlar Rusya’nın savaşa devam etmesini oldukça zorlaştırmıştır.
Kırım Harbi sırasında Ruslar’ın elinden çıkan Sivastopol ile ilgili bir
marş şöyledir :
153
Sivastopol önünde yatar gemiler,
Atar da nizam topunu, yerle gök iniler.
Yardımcıdır bize kırklar yediler
Aman da Kaptan Paşa izin ver bize,
Sılada nişanlımız duacı size...
Sivastopol önünde yıkık minare,
Düşman dedikleri gelmez imana
Erenler geliyor bize imdada,
Aman da Kaptan Paşa izin ver bize,
Sılada nişanlımız duâcı size...
Sivastopol önünde musalla taşı,
Sırma kılıç kuşanmış Arap binbaşı.
Ölürsek şehidiz, kalırsak gazi
Aman da Kaptan Paşa izin ver bize,
Sılada nişanlımız duâcı size...
Bu marş’ın başka sözleri :
Sivastopol önünde yatar gemiler,
Atar da İslâm topunu, yerle gök iniler.
Vâdesi yetişmeden ölen yiğitler,
Aman da Padişahım izin ver bize,
İzin vermez isen dök bizi denize
Sılada nişanlım âh eder size...
Kışlanın önünde sıra söğütler
Oturmuş binbaşı asker öğütler
154
Askere gidiyor baba-yiğitler
Aman da Padişahım izin ver bize,
İzin vermez isen dök bizi denize
Sılada nişanlım âh eder size...
Kışlanın önünde bir dolu desti
Destinin üstüne sam yeli esdi
Analar, babalar ümidi kesdi
Aman da Padişahım izin ver bize,
İzin vermez isen dök bizi denize
Sılada nişanlım âh eder size...( Öztelli, 1976 :
377 – 378 ).
Gerçekten Sivastapol’da oldukça şiddetli çarpışmalar olmuştur. O
sırada savaşta bulunan askerlerin ağzından bu marşlar söylenmiştir. Bu
marşlar savaştaki askerlerin psikolojisini de ortaya koyar.
3.18.İSKAN ÇALIŞMALARI Osmanlı Devleti’nin göçer aşiretleri iskân etme çabası “Tanzimat”
dönemine denk gelir. Göçer aşiretler yerleşik hayata geçmeme konusunda
direnmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı ordusu bu aşiretlerin üzerine Fırka-i
Islahiye adlı birliği göndermiştir. Bu birliğin kumandanı olan Derviş Paşa, bu
ayaklanmaları bastırmış, Dadaloğlu’nun aşiretini Sivas’ta Aziziye ilçesine
naklederek yerleşik hayata mecbur etmiştir. 1865’te Ahmet Cevdet Paşa’nın
görevlendirdiği bir “iskân” ve “yatıştırma” hârekatıyla çok sayıda göçer
yerleştirilmiştir.
Dadaloğlu’nun da dahil olduğu Avşar aşireti bu ayaklanmaya uzun
süre direnmiştir. Bu nedenle Osmanlı birlikleri ile çatışmalar yaşanmıştır.
Dadaloğlu bu çekişmeleri ve yerleşik hayata zorlanmalarını pek çok şiirine
konu etmiştir.
155
İskân çalışmalarından yakınan Dadaloğlu’nun bir şiiri şöyledir :
Yara yara bir kavgaya girmedik
Sağa-sola kılıçları vurmadık
At üstünde döğüşerek ölmedik
Ok değmeden gözlerimiz kör oldu
Birden kapıştılar kulunu, tayı
Kanı garrah oldu yoksulu, bayı
Böyle sağ gezmeden ölmemiz iyi
Mahşerece söylenecek şor oldu
Bütün iskân oldu Avşarlar, Kürtler
Yürrekten mi çıkar ol acı dertler
Mezada döküldü boynuzun atlar
At vermemiz iskânlıktan zor oldu
Öğüt versen öğütlerden almayan
Çağırınca mencilise gelmeyen
Yurtlarının kıymetini bilmeyen
Her birisi bir kötüye kul oldu
Der Dadaloğlu'm da sözün sırası
(Her) yara biter, bitmez dilin yarası
Mağırıbınan maşırığın arası
Size bol da bizim ele dar oldu ( Yağcı, 1996 :
162 ).
Yerleşik hayata zorlanan Avşar aşiretine mensup Dadaloğlu, bu
duruma tepkisini şiirlerde dile getirmiştir. Üzüntüsünü “ böyle sağ
gezmektense ölmek iyi” ifadesiyle belirtir. At vermelerinin iskanlıktan zor
olduğunu ifade ederek, bu acılar yürekten çıkmaz der.
156
Yerleşik hayata geçmeme konusunda direnen Avşar aşiretinin
ayaklanmasını bastırmak üzere gönderilen Derviş Paşa’ya Dadaloğlu şöyle
seslenmiştir :
N’olaydı da Kozanoğlu’m nolaydı
Sen ölmeden bana ecel geleydi
Bir çıkımlık canımı da alaydı
Böyle rüsva olmasaydık cihanda
Neyledik de Hakka büyük söyledik
Ne akılla kahpeleri dinledik
Cahil idik, nettiğimiz bilmedik
Âciz çıktı bak adımız her yanda
Beyim gelir, arkasında bin atlı
Cümlesi de sanki kuştur, kanatlı
Ölürsek derdimiz olur bin katlı
Yâr yetimi kalır mıydı meydanda
Derviş Paşa gayrı kına yakınsın
Böbür böbür dört bir yana bakınsın
Ama bizden gece gündüz sakınsın
Öç alırız ilk fırsatı bulanda
Dadaloğlu’m söyler size adını
Şimden yok bilsin, hasmım, kendini
Bağlasalar parçalarım bendimi
Yatacağım bilsem bile zindanda (Yağcı, 1996
: 149).
Dadaloğlu, Osmanlı Devleti tarafından Avşar aşireti üzerine yollanan
Derviş Paşaéya da büyük öfke duyar. “derviş Paşa gayrı kına yakınsın”
diyen şair, “gece gündüz bizden sakınsın” diyerek de kinini ortaya koyar
157
Dadaloğlu, Osmanlı’ya duyduğu öfkeyi bir başka şiirinde şöyle dile
getirmiştir :
Ilgıt ılgıt seher yeli esiyor
Gâvur dağlarının başı dumanlı
Gönül binmiş aşk atına aşıyor
Bire beyler, cünunluğun zaman mı
Aşağıdan iskân evi gelince
Sararıp da gül benzimiz solunca
Malım mülküm seyfi gözlüm kalınca
Kaypak Osmanlılar size aman mı
Aşağıdan iskân evi geliyor
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor
Kitabın dediği günler geliyor
Yoksa devir döndü âhir zaman mı
Aşağıda akça çığın ötünce
Katar başı mayaların sökünce
Şahtan ferman, Türkmen iye göçünce
Daha da hey Osmanlı’ya aman mı
Dadaloğlu’m sevdası var başımda
Gündüz hayalimde gece düşümde
Alışkan tüfekle dağlar başında
Azrail’den başkasına koman mı ( Yağcı, 1996
: 135).
Destanlarda şairler her türlü duyguyu dile getirmişlerdir. Bazen övgü,
bazen yergi, bazen şikayet, bazen yas destanda karşımıza çıkar.
Dadaloğlu’nun şiirlerinde genelde devletin icraatlarına yergi vardır. Yerleşik
hayata geçmek istemedikleri ve buna zorlandıkları için devlete büyük öfke
158
duyarlar. Dadaloğlu bu şiirinde de öfkesini “ Kaypak Osmanlılar” diyerek
belirtir.
“Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyerek padişahın fermanına karşı
çıkan Dadaloğlu’nun cesareti şu dörtlükte de ortaya çıkıyor :
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice Koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir (Yağcı, 1996 :
137)
Dadaloğlu, iskân çalışmaları nedeniyle yurtlarından ayrılmak zorunda
kaldıkları için padişaha büyük bir öfke duyar. Bu öfkesini bir başka şiirinde
şöyle dile getirir :
Fırsatı ganimet bildi kötüler
Böyle kalmaz padişahın çağları
Eninize, boyunuza eğlenin
Sizin olsun Binboğa'nın dağları
EI kalmamış, Binboğa'ya çıkacak
İp kalmamış salıngaca takacak
Hemen Avşar mıdır başa kakacak
Bir gün olur geri gelir sağları
Padişah tahtında devrim olursa
Hak-adalet er, geç yerin bulursa
Eğer 'bir gün Avşar geri gelirse
159
Kovgun eder sizin gibi beyleri
Dadaloğlu'm, Yetim Ali oldu adın
Ne meskenin kalmış, ne kalmış yadın
Yazıcıoğlu derler harammış sütün
Ben takmıştım taşıdığın tuğları ( Yağcı, 1996 :
130)
“Sizin olsun Bin boğa’nın dağları” diyen Dadaloğlu yaşadıkları
yerlerden sürülmelerine tepki gösterir. Zamanın hep böyle kalmayacağını,
adaletin er-geç yerini bulacağını belirterek, o zaman intikamlarını alacaklarını
dile getirir.
İskân çalışmalarından yakındığı bazı dörtlükler ise şöyledir :
...
Adana’ya divan harbi konunca
On yedi bey o celseye varınca
Derviş Paşa iskân emrin verince
Kozanoğlu beyliğinden düştü mü?
İskân emri oldu aşiret yasta
Kız kadın kalmadı hep oldu hasta
Dadaloğlu’m hapis derler Payas’ta
Kanat takıp sur duvardan uçtu mu?(Yağcı,
1996 : 153)
…
İp kalmadı salıncağa takacak
İt kalmadı Binboğa'ya çıkacak
İskan mıdır başımıza kakacak
Arkasından yetişiyor sağları (Yağcı, 1996 :
245)
160
3.19.HERSEK AYAKLANMASI ( 1875 ) Bosna vilayetinin Hersek sancağındaki Hristiyanlar 1875 yılında
ayaklandılar. Bosna valisi Müşir Derviş Paşa, Bâb-ı Âli’den istediği yardımı
alamadı. Uzun mücadeleler ve çarpışmalar yaşandı. Aşık Dildâri aşağıdaki
destanında bu konuyu ele alır :
Dinle vasfedeyim hâl-i dünyayı
Murad müşkül hali etmek beyana
Hem zikreyleyeyim bay-u gedâyı
İtibar ederler kavm-i nâdâna
Belde-i İstanbul bilâd-ı cesim
İslâm birbiriyle oldu pek hasım
Büyükte küçükte kalmadı tâzim
Gayetle bozuldu şimdi zamane
Utanmak, ar, namus kalktı aradan
Zen rûyi görünmez asla boyadan
Kimse hayâ etmez ana, atadan
Bulunmaz bir asil merd-i merdâne
Hasılı olmakta halimiz zelil
Olduk meydan içre pek mahzun, melil
Yardımcımız olsun Cenâb-ı Celil
Merhametler versin ehl-i imâne
Gittikçe bozulduk, olmadık mâmur
Günden güne düşman etmekte zuhur
Her zaman bizdedir kabahat, kusur
Kendi kendimizi koyduk isyana
Bir yandan Karadağ gösterdi nişan
Ehl-i İşkodru'ya vermeyip aman
161
İslâm din yoluna oluruz kurban
Deyip cenk ettiler can-siperane
Duydu bu ahvali zat-ı Şahane
Yazdı her tarafa gönderdi nâme
Dedi, şimdi gerek gayret bu dine
Böylece bildirdi ehl-i vatana
Duydu bu ahvali Rum ve Anadol
Gönüllü yazılmağa geldi kol kol
Emr-i Padişahı ettiler kabul
Yüzlerin sürdüler anda fermana
Talebe-i ulûm ol ehl-i insaf
Gönüllü bayrağın çektiler saf saf
Etbâ-i ketebe hem dahi esnaf
Terk-i can eyleyip çıktı meydana
Beykoz sahrasına ordu kuruldu
Her bir tedarikler anda görüldü
Gönüllü askere silah verildi
Of merd-i şahbazlar döndü aslana
Padişah aslanı ol Âdil Paşa
Eşkiyaya karşı girdi savaşa
Tuttuğunu vurdu, yaktı ateşe
Çok eziyet etti anda Mervâne
Hersek de bir yandan çıkardı başı
Eşkiya şeklinde verdi telâşı
Voyvo'da Lazar'dır anların başı
Düşmek istediler nâr-ı sûzâna
162
- Derviş Paşa der ki, ey kavm-i küffâr
Sizlere açcak çok işlerim var
Eğer bana fırsat verirse Settâr
Düşürem canınız rûz-i Tufân'a
Ahmet Muhtar Paşa bir yandan girdi
Sentine şehrinde gözüm var, dedi
Kelle getirene çok ihsan verdi
Karamiç altını on beşer tane
- Voyvoda Lazar der, ben laf dinlemem
Setine şehrini hem sana vermem
Çıkmışım meydana geriye dönmem
Bunca kâfir içre ayıptır bana
- Derviş Paşa der ki, gördün mü beni
Askerim avcıdır, vururlar seni
Padişaha râm ol, kurtar kendini
Kimseler dayanmaz Âl-i Osman'a
- Karadağlı der ki, dönmeyiz geri.
Hersek'ten Sırpacak döktük askeri
Bizde her kıralın bulunur eli
Hiç tükenmez bizde silah, cephane
- Derviş Paşa der ki, dağlar yararım
Temelin sökerim, kolun kırarım
Memleketin, malın, milkin yakarım
Bâdehû başlarım kıymağa cana
- Karadağlı der ki, gayrı yoruldum
163
Askerim kırıldı, târümâr oldum
Edip ettiğime çok pişman oldum
Ne çare evveli uydum şeytana
- Derviş Paşa der ki, sözüne kanmam
Dilinle kuş tutsan gayrı inanmam
Döktüğün kanları yanına koymam
Zira sen evvelden kıydın çok cana
- Şimdi Derviş Paşa Hersek'e geldi
Teslim olun deyü haber gönderdi
Size yine beylik vereyim, dedi
Boş yere kıymayın bunca insana
- Ehl-i Hersek der ki, geri dönmeyiz
Biz İslâma asla vergi vermeyiz
Derviş Paşa biz tuzağa girmeyiz
İşittik ettiğin Kozanistan'a
- Derviş Paşa der ki, böyle halt yeme
İnsaf etmem, sonra duymadım deme
Mel'un ikrarından geriye dönme
Karadağlı gibi düşme amana
- Ehl-i Hersek der ki, Sırp'a dayandım
Anların verdiği ikrara kandım
Geri dönmem, dedi, hem senet aldım
Bâdehû ben dahi girdim meydana
- Derviş Paşa der ki, açıldı nusrat
Vurun aslanlarım, vermeyin fırsat
Helaldir yediğiniz nân ile nimet
164
Binlerle yaşasın doğuran ana
- Ehl-i Hersek der ki, Sırp'a gelsene
Sen de kendi başın kaydın görsene
Can-alıcı geldi, karşı dursana
Dağları eritir hükm-i Şahane
- Sırplar der ki, bizde tükenmez asker
Darbile askerim can, ciğer söker
Benim ile acep kim başa çıkar
Gelmemiş emsâlim asla cihana
- Derviş Paşa der ki, ömrün azaldı
Galiba dünyada müddetin doldu
Saf bağladı ordum, ileri durdu
Şimdi aç kurt gibi salarlar cana
- Cernayif der, gayrı bağlandı elim
Askerim kırıldı, lal oldu dilim
Harap oldu artık iklim ve ilim
Duş-oldu canımız bâd-ı hazâna
Derviş Paşa der ki, asker-i İslâm
Su yerine her gün içtikleri kan
Padişahtan bende böyledir ferman
Alıp vilayetin, kılmak virane
- Cernayif de der ki, gayrı el-aman
Âkıbet bende de kalmadı derman
Uğradım bir derde, bulunmaz imkân
Düşmüşüm amana, Şah-ı Cihana.
Derviş Paşa der ki, İslâm böyledir
165
Daima hasmına kanlar ağlatır
Hem çoğunu gelmez yola yollatır
Süründürür encâm toza dumana
Binlerle yaşasın Sultan Hamit Han
Adaletler etsin tahtında müdâm
Yardımcısı olsun Habib-i Subhan
Hem mahşerde kılsın şefâat ana
Yedinci ordudur, alayım da dört
Taburum üçüncü, bölüğüm de dört
Ser-asker Kapısı mahbusunda dert
Mecbur etti beni böyle destana
Gör bana neyledi ol çarkı felek
Mahbus-hanelerde belim bükerek
DİLDÂRİ, gözümden kanlar dökerek
Söyledim destanı hem yana yana ( Öztelli,
1976 : 243 – 248 ).
“Dünya halini vasf edeyim” diyerek şiirine başlayan şair, devrin
bozukluğundan yakınır. Ar ve namusun ortadan kalktığından, insanların
birbirine düşman olduğundan, ana-babaya saygı kalmadığından bahseder.
Ardından isyanın Karadağ’da başladığını söyleyerek, isyanı bastırmaya
gönüllü askerlerin gönderildiğini anlatır.vergi vermemek için ayaklanan
Hersek halkı ile isyanı bastırmak üzere gönderilen Derviş Paşa karşılıklı
konuşturulur Adil Paşa ve Ahmet Muhtar Paşa gibi komutanlardan söz eder
şair, bu kişileri över. İsyanın bastırılması üzerine “İslâm böyledir, daima
hasmına kanlar ağlatır” diyerek memnuniyetini dile getirir. Devrin padişahı
sultan Hamit’i de över ve ona dualar eder.
166
3.20.SULTAN ABDÜLAZİZ’İN ÖLÜMÜ ( 1876 ) Otuz ikinci Osmanlı Padişahı olan Sultan Abdülaziz’in icraatlarını
beğenmeyen yeni Osmanlılar, Abdülaziz’e muhalefete başladılar. İktisadi
durumun giderek bozulması, yapılan haksızlıklar ve devletin kötü yönetimi de
buna eklenince ; Abdülaziz tahttan indirildi. Sultan Abdülaziz, 3 Haziran
1876’da bilek damarlarını keserek intihar etti. Kendisini tahttan indirenler
tarafından öldürüldüğü de iddia edilmektedir. Ancak bu durum açıklığa
kavuşmamıştır ( Türk ve Dünya Tarihi, 1985 : 2441).
On beş yıl kadar tahtta kalan Sultan Aziz, halk tarafından sevilen bir
padişahtı. Ölümü halk arasında büyük üzüntü ile karşılandı.
Aşağıdaki şiirin bir bölümü Sultan Abdülaziz’in ağzından, bir bölümü
ise halkın ağzından söylenmiş ve ölümü üzerine duyulan üzüntü dile
getirilmiştir :
Beni tahtan indirdiler
Dört çifteye bindirdiler
Tersaneye gönderdiler
Uyan Sultan Aziz uyan
Bak ne hale geldi cihan
Kolumda makas yarası
Nedir bu derdin çaresi
Yusuf’um ciğer yaresi
Uyan Sultan Aziz uyan
Kan ağlıyor bütün cihan (Öztelli, 1976 : 135 –
136).
Ölümü oldukça şaibeli olan Sultan Aziz’e duyulan sevgiyi gösteren bu
şiir, halkın duygularını yansıtmaktadır.” Uyan Sultan Aziz, kan ağlıyor bütün
cihan” gibi ifadeler yaşanan acıyı göstermektedir.
167
Sultan Abdülaziz’in kızkardeşi olan Adile Sultan, kardeşinin ölümü
üzerine duyduğu derin üzüntüyü aşağıdaki şiir ile dile getirmiştir :
Nasıl yanmam, kime oldu olanlar Şah-î devrâna
Bilinmez oldu malı, kıydılar ol zıll-ı Yezdân'a
O gitti milk-i ukbâya, firakı geçti tâ câna
Saraya velvele saldı, cihanı koydu efgana
Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han'a
Medet Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana
Hilafet mesnedinde olmuş iken bir muazzam padişah
Dayanıp Hakk'a din-ü milleti eyler idi âgâh
Hulûs ile öpenler pâyini yüz döndürüp nâgâh
Medet-kâr olmadı hiç kimseler ahvâline eyvah
Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han'a
Medet Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana
Buna kim yanmaz, etti terk-i can namus ve gayretle
Bilinmedi, yazıklar ola, kadri hakk-u nısfetle
Amânı bulmadı, zâlim elinde kaldı hayretle
Fedâ etti nihayet âlemi kasd-u irâdetle
Cihan mâtem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han'a
Medet Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana
Duyup bu hâl-i cansûzı dedim «Yârab, muin ol sen»
Refiki hûr ayn olsun dahi cennet ana mesken
168
Edip hem nûr-ı Fahr-ı alem ile kabrini rûşen
Firakı kaldı canlarda, cihanı etti pür-şiven
Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han'a
Medet Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana
Şeci' ve hem halim ve pâk niyyet şah idi, hayfâ
Muvaffak olmadı bir yâr-u sâdık bendeye zira
Figan-u âh çekmez mi sanırsın bî-vefâ dünya
Yerini âhir buldu hak, adalet eyledi amma
Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han'a
Medet Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana
Nasıl hemşiresi bu ÂDİLE, yanmaz o hakana
Ki kıydı bunca zâlimler karındaşı cihan-bâna
Rızâ vermezdi adl-ü şefkati zulm-i müşirâna
Bütün nâr-ı firakı saldı kalb-i ehl-i îmâna
Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han'a
Medet Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana (Öztelli,
1976 : 137 – 138).
Adile Sultan, kardeşi Sultan Aziz’in yaşadığı trajediyi ve bu durum
karşısında çektiği acıyı anlatmıştır. Sultan Aziz’in kıymetinin bilinmediğini,
insanların nankörlük ettiğini dile getirir. Sultan Aziz’in zulme asla müsaade
etmediğini belirten Adile Sultan, ona nasıl kıydıklarını sorar. Mekanın cennet
olmasını diler.
169
Aşık Said’de Sultan Aziz sayesinde insanların rahat ettiğini dile
getirmiş ve o dönemdeki karışıklıkları, Sultan Aziz’in tahttan indirilerek yerine
V. Murat’ın geçişini aşağıdaki şiirle dile getirmiştir :
El evvelini velahiri ahed
Kendi kudreti ile bir nişan oldu
İptida halketti cilve-i samet
Hikmet-i râbbani rayegân oldu
Emri ilâhile cihan bozuldu
Doksan kıtlığında canlar üzüldü
Ervah-ı ezelde böyle yazıldı
Taktiri bilmeyen perişan oldu
Sultan Aziz han yetişti cane
Sayesinde rahat etti çok hane
Mevlâ zeval verme nesli sultana
Etrafı iklime çok ihsan oldu
Vüzera ulema bilmedi işi
Dediler olmadı aziz gidişi
Bir karar gitmiyor felek revişi
Karar ile cümlesi kaiman oldu
Bunda bir iş vardır bir kimse bilmez
Bu gidişle kimse hiç razı olmaz
Çoğaldı arada müfsitle gammaz
Bunların ifsadı daiman oldu
Sırp ve Karadağ açtı yareyi
Sandılar hali bulduk areyi
İkiliğe düştü Hünkâr sarayı
Hakkı hak bilenler müminan oldu
170
İttifakla indi tahtından Hünkâr
İfsat sahipleri eyledi efkar
Dediler bu yolda ölürsekte kar
Diyenin rehberi kör şeytan oldu
Bu işi böyle yaptıran Hüda
Şeyhülislam buna yazmıştır fetva
Hâlık ile hizmeti ettiler eda
Zillullâhı alem Murat han oldu
… (Kırımhan, 1995 : 469 – 470 )
Sultan Aziz’in ihsanlarından söz eden şair,vezirlerin ve ulemanın hata
yaptığından bahseder. Bir takım ara bozucuların ortalığı karıştırdığından ve
bu sırada patlak veren Sırp-Karadağ isyanlarından yakınır ve sarayın ikiliğe
düştüğünü belirtir. Ardından padişahın tahtan indirildiğini ve Murat Han’ın
tahta çıktığını anlatır.
3.21.ÇERKES HASAN VAKASI (15 Haziran 1876) Çerkes Hasan Bey, 26 yaşında genç bir kurmay subayıdır. Ablası
Neş’erek III. Kadın efendi Sultan Aziz’in zevcesi olduğu için, kendisi de
padişahın kayınbiraderi oluyordu. Delilik derecesinde cesur olup, silah
kullanmadaki maharetiyle meşhurdu.
( Öztuna, 1983 : 121)
Mütercim Rüştü Paşa, Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve Hasan
Hayrullah Efendi gibi devlet ileri gelenleri, Sultan Aziz’i hal ederek (tahttan
indirerek) yerine V. Murat’ı tahta geçirdiler. Fer’iye Sarayı’na götürülen
Abdülaziz, 3 Haziran1876 günü bilek damarlarını kesmek suretiyle öldü.
Bunun üzerine Sultan Aziz’i öldürmekle suçlanan Hüseyin Avni Paşa’ya
padişahın yakınları kin ve düşmanlık duymaya başladı.
Çerkes Hasan, hükümet üyelerinin toplandığı Mithat Paşa’nın
Beyazıt’taki konağını basarak, Serasker Hüseyin Paşa’yı öldürdü. Bu arada
171
boğuşma sırasında Hariciye Nazırı Raşit Paşa, Mithat Paşa’nın
adamlarından Muhtedi Ahmet Ağa ve daha bazı kişiler de öldürüldüler. Acı
biçimde sonuçlanan bu olaydan sonra; Çerkes Hasan güçlükle yakalandı ve
idam edildi.( Türk ve Dünya Tarihi, 1985 : 2444)
Sultan Aziz’in intikamını alan Hasan bey, halk arasında milli bir
kahraman olarak görülmüş, ölümünden sonra kendisi için ağıtlar ve şiirler
söylenmiştir. Bunlardan biri şöyledir :
Aksaray'dan kar geliyor
Ben sandım ki yâr geliyor
Çıktım baktım pencereye
Çerkez Hasan can veriyor
Olur mu, böyle olur mu
Evlât babayı vurur mu
Mithat Paşa, Mithat Paşa
Bu dünya sana kalır mı?
Beyazıt'da dut dalında
İp taktılar gerdanına
Siyah siyah urubalar
Dizilmiştir dört yanına
Olur mu, böyle olur mu
Evlat babayı vurur mu
Mithat Paşa, Mithat Paşa
Bu dünya sana kalır mı?
Bayezit'tir meydan yeri
Hanımların seyran yeri
Çerkez Hasanı astılar
Sol yanında ferman yeri
172
Olur mu, böyle olur mu
Evlat babayı vurur mu
Mithat Paşa, Mithat Paşa
Bu dünya sana kalır mı?( Öztelli, 1976 : 140 -
141 ).
Sultan Aziz’in halk tarafından çok sevilen bir padişah olduğunu
söylemiştik. Bu nedenle Sultan Aziz’in intikamını alan Çerkes Hasan da halk
arasında çok sevilmiş ve kahraman olarak ilan edilmiştir. Ancak idamı da bir
o kadar üzüntü yaratmıştır. Bu şiirde, Çerkes Hasan’ın idam edilişi
anlatılmaktadır. Bu durumdan sorumlu tutulan Mithat Paşa’ya öfke duyan
şair, Mithat Paşa’ya “bu dünya sana kalır mı?” diyerek seslenir.
3.22.II. ABDÜLHAMİT DEVRİ ( 1876 – 1909) Aşık Ruhsati, “Bu nasıl hükümet, bu nasıl gidiş” diyerek II. Abdülhamit
devrini eleştiriyor. Ruhsatî bu eleştirilerinden dolayı hapse de atılmıştır.
Fakat kimseden çekincesi yoktur. Hükümetten memnuniyetsizliğini şöyle dile
getirir :
Bu nasıl hükümet, bu nasıl gidiş,
Yarım kıl bütünü soracak Allah.
Semaya çehildi insaf, adâlet,
Bir dahi hükümet kuracak Allah.
Böyle mi gönderdi hükmü kur'anı,
Böyle mi indirdi emrü fermanı,
Böyle mi severler dini, imanı,
Ne züz ile sana vuracak Allah.
Yaratanı hiç aldın mı zikrine,
Devamı var mıdır aceb şükrüne,
Bir kez de ölümü getir fikrine.
Verdiği bu ruhu alacak Allah.
173
Kul eyledi nefis seni şeytana,
Taptırdı liraya, sime, divana,
Soyunup çıkarsın yarın meydana,
Bak ne muâmele kılacak Allah.
Çıkarırsın ardı gelmez riyayı,
Kendine gel tahsil eyle rızayı.
Ruhuna verirler türlü ezayı,
Adâletçe hükmü verecek Allah.
Hazır edüp cehennemi, cenneti,
Kabul etmez beşibirlik minneti,
Adil kullarına verüp rahmeti,
Zâlimi nirana sürecek Allah.
Haram, helâl demez seçmezdin,yerdin,
Elbet kalır sandın mekânın, yurdun.
Zulmile bu kadar devlete erdin.
Hak mizan, terazi kuracak Allah
Hele fikret nere varacak halin,
Gün be gün dolmakta yakın zevalin
Bir top bezden fazla var mıdır malın,
Yarattığın rızkın ,verecek Allah.
Daim yanar gider Ruhsatî sefil,
Sıdkile, divana, ihfaya çekil
Her umuruma eyledim vekil.
Benim davalarım görecek Allah ( Aşkun, 1995
: 102 – 103 ).
Destanların eleştiri ve şikayet amaçlı da kullanıldıklarını biliyoruz.
Şairler zaman zaman bu şiirlerle hükümeti ve onun icraatlarını eleştirirler.
174
Ruhsati, bu şiirinde oldukça cüretkar bir üslup kullanarak duygu ve
düşüncelerini dile getirmiştir. II. Abdülhamit’e hitaben söylediği destanda,
oldukça sivri bir dil kullanmıştır. Şair, adaletin kalmadığından ve zulüm
arttığından yakınarak, padişahın nefsine kul olduğunu söyler.padişahtan, ara
sıra ölümü aklına getirmesini ister ve “malın bir top bezden fazla mıdır” diye
sorar.durumu Allah’a havale ettiğini belirterek, onun adaletine sığınır.
Gerede’li Aşık Figâni ise, II. Abdülhamit devrinden memnuniyetle
bahseder. Devrin güzelliklerini, zenginliklerini sıralayarak, devrin sultanı
Abdülhamit’e övgüler yağdırmıştır :
Şimdi devran ey gönül âkil arafat devridir,
Hazreti Sultan Hamit devri nezâfet devridir.
Kurt ile ağnam müsavi oldu âlem çok şükür,
Arifan meydana çıktı, çok inayet devridir.
Kil nazar şer'i nizam kanun kılı kırk yarmada,
Hem hakaret hem cinayet hem itaat devridir.
Hazreti Sultan Hamid'in baht-ı eşref ahteri,
Sayesinde yetmiş üç millet selamet devridir.
Millet-i Osman ganimetlerle oldu pür ziya,
Gör nice âli hümem ikbal-i devlet devridir.
Saye-i Şahanede destur mükerrem âleme,
Salimen millet yerinde istikamet devridir.
Akl-ı evvel sadık-ı devlet ü millet vükela.
Devlet-i ömr ile sağ olsun dirayet devridir.
Ey figâni nam oğlu nam sıfat bir padişah,
Himmet-ul Al1ah-ı ekberdir adalet devridir
( Alparslan, 1995 : 92)
Ruhsati’nin tersine Aşık Figani, Abdülhamit devrini över.“ Sultan Hamit
devri nezafet devridir” diyerek; devrin iyiliğinden, temizliğinden, adaletinden,
175
doğruluğundan bahseder. ”Koyun ile kurt eşit oldu”,“kanun kılı kırk yarıyor”
diyerek, Sultan Hamit sayesinde yetmiş üç milletin selamet bulduğunu ifade
eder. Sultan Hamit’e dua ederek destanını bitirir.
3.23.OSMANLI-RUS SAVAŞI (1877 -1878) ( 93 HARBİ ) 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı,1875'ten itibaren başlayan Balkan
karışıklıklarının, Avrupa diplomasisinin de işe karışması ile meydana getirdiği
gelişmelerin bir sonucu olmuştur.
Londra protokolünün Babıali tarafından reddedilmesi harp ilanı için
sömürülecek bir bahaneydi. Rusya bu olaydan bir gün sonra genel seferberlik
ilan etti. Prens Korçakof 19 Nisan 1877'de Rusya'nın Babıali'ye karşı harp
kararını bir beyanname ile Avrupa'ya bildirdi. Bu beyannamede harp
sebepleri şöyle gösterilmişti: "Babıali, Avrupa'nın nasihatlerine saygı
göstermemiştir. Hıristiyanların durumunu düzenlemek hususunda kendisine
tavsiye edilmiş olan tedbirleri yerine getireceğine dair artık kendisine emniyet
ve itimat gösterilemez. Balkanlar'daki bu devamlı kargaşalık güvenliği
bozmuş ve Rusya'nın menfaatlerini sarsmıştır. Bu sebeple Rusya, Avrupa
tarafından da takdir edileceğine emin olarak Babıali'ye karşı harp açmıştır.
Böylece "93 Harbi" denen 1877- 1878 Türk-Rus savaşı başlamıştı.
Sultan Abdülhamit, devletin harp gücünün yetersizliği hakkında
endişeleri olmakla beraber harp taraftarlarına iltihak etmek zorunda kalmıştır.
Rus ordularına karşı savunacak askerlerin toplamı 287.000'i
buluyordu. Fakat bunların içinde eğitim görmüş olanlar ancak 150.000
kadardı. Ordunun top, tüfek, mermi, tabanca gibi silahları yeter sayıda
görülmekle beraber taşıt araçları çok noksandı.Hele sağlık personeli ve
levazımı yok gibiydi. Bu noksanlar ordunun hareket kudretini azaltmakta ve
onu hantal bir duruma getirmekteydi.
Balkanlardaki Rus kuvvetleri 250.000, Anadolu'nun doğu-
kuzeyindekiler ise 160.000 kadardı.Balkanlardaki kuvvetlere harbin ilanından
sonra Romanya'nın 60.000'den fazla olan ordusu da katıldığı gibi, Rusların
Pilevne'yi almalarından sonra Sırplar da harbe katılmıştı.Bu sebeple Osmanlı
176
kuvvetleri,sayı ve silah yönünden kendilerine çok üstün kuvvetlerle savaşmak
zorunda kalmışlardır.
Rusya bu savaş ile şunları amaçlıyordu:
1- Balkanlarda Slavlara meskun eyaletleri Osmanlı hakimiyetinden
kurtarmak ve onlar üzerinde kuracağı nüfuz ile İstanbul ve Boğazlara
yaklaşmak,
2- Diğer taraftan da Anadolu'nun doğu-kuzeyinde, Batum limanını
Kars, Ardahan ve Erzurum'u ele geçirmek suretiyle bir taraftan Karadeniz'de
kuvvetlenmek diğer taraftan da İskenderun yönünde bir yayılma imkanı
sağlamak.
Osmanlılar mali olanaksızlıklar içinde olmalarına karşın Ruslar
karşısında çetin bir savaş verdiler. Özellikle Tuna'da Osman Paşa'nın bir
avuç askerle Pilevne'yi savunması askerlik tarihinin kaydettiği önemli
savunma hareketlerinden biri oldu. Ama bu başarılar savaşın kaderini
değiştiremedi. Ruslar Ayastafanos'a (Yeşilköy) kadar geldiler. Doğu'da Kars
Rusların eline geçti. 31 Ocak 1878'te Edirne'de mütareke imzalandı.
3.24.AYASTAFANOS ANTLAŞMASI (3 MART 1878) 29 Maddeden oluşan Ayastafanos Antlaşması 3 Mart 1878'de
imzalanır. Buna göre Karadağ ve Sırbistan'a bağımsızlık verilmektedir.
Romanya'nın bağımsızlığı tanınır. Bulgaristan, Osmanlı Devleti'ne vergi
veren prenslik haline getirilir. Bulgaristan sınırları Ege'den Tuna'ya kadar
uzanır. Doğu'da Kars,Ardahan ve Batum Ruslara verilir. Bu antlaşmanın
görüşmeleri yapılırken Osmanlı tebaası Ermeniler de Ruslardan tıpkı
Bulgaristan için olduğu gibi kendilerine özerklik verilmesini isterler. Ruslar
Ermenilerin hiçbir yerde çoğunlukta olmadıklarını ileri sürerek buna razı
olmazlar. Ama Doğu Anadolu'da Ermeniler lehine düzenlemeler yapılıncaya
kadar Rus işgalinin sürmesi konusunda bir hüküm eklerler. İşte Osmanlı
Devleti'nde ilk kez bu antlaşma ile bir "Ermeni sorunu" çıkmış olur.
Bu antlaşmaya en büyük itiraz Avusturya ve İngiltere’den gelir. Rusya
da zaten bunu beklediği için Avrupa devletleri ile yeniden görüşmeler
yapılabileceğine ilişkin bir madde koymuştur.
177
93 Harbi, Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biri oldu.Yıkılışı
haber veren gerçek bir öncü mahiyetindeydi. Ayastafanos, Karlofça'dan beri
Türklerin imzaladıkları en zararlı ve toprak kaybı bakımından çok mühim olan
bir antlaşmadır.
Bu savaşın yarattığı derin etkiler, acılar ve yıkımlar, dönemin pek çok
halk şairinin şiirine yansımıştır. Kars'ın ve Erzurum'un işgali, insanların
yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda bırakılması, devletin hızla kan
kaybediyor olması şiirlerde ele alınmış , bu konuda halkın çektiği sıkıntı ve
üzüntüler bütün çıplaklığı ile gözler önüne serilmiştir. Bu savaşın yarattığı
sonuçlara bir de halk şairlerinin cephesinden bakmak ve halk üzerindeki
yansımalarını görmek şüphesiz tarihe de ışık tutacaktır.
93 Harbi'nin halk üzerindeki etkisini şiirlerinde bütün yönleri ile gözler
önüne seren şairlerden biri Aşık Sümmani’dir.Bu savaşın ağır sonuçlarını
onun pek çok şiirinde görmekteyiz.Aşağıdaki şiirinde bu savaşı kıyamete
benzetmiş olmasına rağmen büsbütün ümitsiz de değildir:
Doksan üçte koptu yine kıyamet,
Asümana çıktı hep figanımız,
Bozuldu sefalar geldi melâmet,
Ağlama ey gönül,var zamanımız.
Şükrolsun Tanrının inâyetine,
Ağarır tan yeri geçer fırtına,
Ağlayanı vermez ayak altına,
Bir gün gelir yine yücer şanımız,
Alişan sahibi ey yüce Tanrı,
Milletime elbet çektirmez darı
Sümmani ah etme bu dört duvarı,
Kesemez her yandan can düşmanımız (Okay,
1975 : 105).
178
Savaşın halk üzerindeki etkilerini, destanlarda açık olarak görmekteyiz.
Savaşı kıyamete benzeten şair, çığlıklarının göğe yükseldiğini ifade eder.
Ancak “ağarır tan yeri, geçer fırtına” diyerek her şeyin bir gün düzeleceğine
inanmaktadır. Bu konuda Tanrı’ya olan güvenini dile getirmiştir.
Savaşın sarsıcı etkilerini bir başka şiirinde ise şu şekilde dile getirmiştir:
Tersine mi döndü devran biz için,
Firkatli,matemli zamana kaldık,
Bundan böyle ah ü figan biz için,
Hainler elinden amana kaldık.
Her ne yana baksan işler hârâbât,
Var mı dertten anlar sahibi ferhat?
Yetişin imdada,yıkıldı millet,
Büsbütün ten mecruh,hicrana kaldık,
Tanrıdan inayet erişe bilmem,
Memleket derdini görüşe, bilmem,
Düşman birbiriyle vuruşa, bilmem,
Yoksa biz perişan zamana kaldık.
Yaralı sinemiz vatan derdinden,
Gönül parça parça vatan derdinden,
Sümmani, mecnundur vatan derdinden,
Anınçin böylece figana kaldık ( Okay, 1975 :
42).
Sümmani, bu şiirde de savaşın yansımalarını dile getirir ve bizim için
devran tersine döndü der. Tanrı’nın inayetini bekleyen şair, perişan bir
zamana kaldık diye yakınır. Vatan derdinden gönlünün parçalandığını ve
mecnuna döndüğünü belirtir.
179
Âşık Sümmani, Osmanlı-Rus savaşının yarattığı acıyı, hürriyetin elden
gidişini ve devrin bozukluklarını aşağıdaki şiirinde dile getirmiş ve işimiz
tanrıya kaldı diyerek üzüntüsünü ifade etmiştir:
Dinleyin vasfedem devranı demi,
Cihan halkı şimdi hep dara kaldı,
Değilsin müneccim, bulunma zanda,
Neden fehmedersin dildare kaldı.
Milletse ahlaktan hep oldu beri,
Kimsede kalmadı namus eseri,
Bir dahi bozuldu çarhın çemberi,
Düzeltme gökteki hünkara kaldı.
Hanidir hürriyet,hani mürüvvet?
Kimi der adalet,kimi müsavat,
Herkes kendi fikrin eyler rivayet
Akıldâne, kimse kenare kaldı ( Okay, 1975 :
140).
Şair yaşadıkları sıkıntıları ve hürriyetin elden gidişini insanların
ahlaktan uzaklaşmasına bağlar. Kimsede namus kalmadı diyen şair devrin
bozulmasından yakınır. Bu işi ancak Tanrı düzeltebilir diyerek, insanlardan
artık umudunun kalmadığını ifade eder.
Şair bir başka şiirinde ise bu savaş ile ilgili şunları söylemiştir:
Elbet baş gösterir sahibi zaman,
Ta burc-u eflâke dayandı efgan,
Gamdan azat olan sabi ü sıbyan,
Onlar da ağladı hep zâra kaldı.
Âleme bugünler düştü bir fırsat,
180
Hep tarihler doldu, oldu işaret,
Milletin özünden yetişe himmet,
Bizi şâd eylemek settara kaldı.
Sümmanî der: Akar bu çeşmim nemi
Sermaye ettiler millete gamı,
Millete aydınlık derdin erhemi,
Bizi halk eyleyen gaffare kaldı.( Okay, 1975 :
141)
Yaşanan savaş neticesinde halkın çok acılar çektiğini ifade eden şair,
artık bizi tek kurtaracak Allah’tır diyor. Küçük büyük herkesin ağlayıp
inlediğini ve gam içinde olduğunu belirten şair, figanların göğe ulaştığını
belirtir.
93 Harbi sırasında Erzurum ve Kars, Ruslar tarafından işgal edilmiştir.
Bu işgal halk üzerinde derin bir üzüntü yaratmıştır. Karslı Âşık Esmani, 6
Mayıs 1877'de Kağızman'ı Ruslar işgal edince aşağıdaki şiirle üzüntüsünü
dile getirmiştir:
Tarih binikiyüz doksan üç sene,
Nedir senin kaal-makaalin Kağızman.
Koşun çekip Kafir-Urus yörüdü,
Her yandan kesildi yolun Kağızman.
Asker geldi Devebük'e döküldü,
Nice koçyiğidin beli büküldü,
Öndekiler ruhsat aldı çekildi,
Hicret eder ulus , elin Kağızman.
Asker geldi Zuvar-Harkı'nı aşdı,
"Sarı Saldat" Poştalara ulaşdı,
181
"Mujikalar" bahçelere dalaşdı,
Yeni bildim harab halin Kağızman.
Top bağladı Gavur, yaktı ataşa,
Nice mertler girdi kavga,savaşa,
Hasret koydun bizi kavim, kardaşa,
Soldu açmış gonca gülün Kağızman.
Kağızman gibi bir küçük kazada,
Yetişmedi imdâd,kaldık feryada,
Münâfık elinden gittik fesada,
Âsumâna çıktı zulüm Kağızman.
Esmani'yem sığınmışım Sübhân'a,
Ehl-i İslam ağlar hep yana yana,
Hasret çeker kaldın Âl-i Osman'a,
Duadadır daim dilin Kağızman ( Temel, 2005 :
18)
Rus işgali sırasında söyleyen destanların vatan ve millet sevgisini
arttırma, devlete bağlılığı güçlendirme gibi işlevler yüklendiğini görürüz. Şair
bu destanda, Rus işgalinin Kağızman’da yarattığı etkiyi anlatır. Kağızman’a
halin harap diyerek seslenir, ardından zulmün göğe çıktığını ifade eder.
Çekilen çileleri belirttikten sonra Al-i Osmana hasret kaldıklarını söyler.
Esmani, savaşın ve yaşanılan acıların sorumlusu olarak Rus çarı olan
Nikola'yı görmüştür ve ona aşağıdaki şiirle seslenmiştir:
Vasfını eyleyem bilmeyen bile,
Bu güzel Kağızman'ı yıktın Nikola,
Yazık bu milleti perişan ettin,
Ne zamanki tahta çıktın Nikola.
182
Fehmi olanları sürdün Sibir'e
Başladın zulüme , şiddet,cebire,
Kahakhom, Malahan, Dukholor'a,
Komşu ettin bizi çıktın Nikola Nice şen yerleri viran eyledin,
Hali buldun bu yerleri yayladın,
İstediğin yeri böldün payladın,
İslam’a kem gözle baktın Nikola.
Devran böyle kalmaz,dolanır elbet,
Tecelli etmedi olmaz adalet,
Birgün yetişecek ol Hak'tan himmet,
Tükenir mevcudun naktin Nikola.
Devrile devranın yok ola varın,
Kalka üstümüzden fesatın şerin,
Osmanlılar ergeç alırlar yerin,
Karalana ikbal bahtın Nikola.
Esmani'yem sığınmışam Subhan'a,
Ehli İslâm ağlar hep yana yana,
Hasret kaldık bizler Al-Osman'a
Yakacağız tahtın tacın Nikola (Temel, 2005 :
19 - 20 )
Rus Çarı Nikola’yı Kağızman’ı yıkmakla, insanlara zulüm etmekle
suçlayan şair, “devrile devranın, yok ola varın” diyerek kendisine beddua
eder. Osmanlı Devleti’ne güvenen şair, Osmanlı’nın er geç yetişeceğine ve
kendilerini kurtaracağına inanmaktadırlar.
183
Esmani, Kağızman'ın Rus işgaline uğramasından sonra halkın göç
edişini ve yaşanan acıları aşağıdaki şiirinde anlatmış ve Kağızman'ın
düşmana bırakılmasının yarattığı üzüntüyü dile getirmiştir:
Hayrede encamın Cenab'ı Mevlâ,
Sarardı elvanı muhacirlerin,
Hep müsavi olduk beğ ile ağa,
Bozuldu devranı muhacirlerin.
Devranı alemin aksine döndü,
Milyarder haneler mahvolup söndü,
Gonca gülümüze baykuşlar kondu,
Soldu gülistanı muhacirlerin.
Gülistan bağları kaldı ağyara,
Bilir mi kadrini ol yüzü kara?
Bülbüller misali başladı zara,
Sabiyle sübyanı muhacirlerin.
Sabi sübyan ağlar düştü yollara,
Dağıldı herbiri sağa sollara,
Abü dane attı gurbet ellere,
Belirsiz mekânı muhacirlerin.
Nana muhtaç oldu fakir fukara,
Mevla yardım etsin kalmadı çare,
Binde birisinde var üç-beş para,
Yok kuvveti canı muhacirlerin.
Dilde kandan yaşlar döküldü dize,
Analar evladın bıraktı düze,
Dünyada kuruldu omuz omuza,
184
Geçerek Aras'ı muhacirlerin (Temel, 2005 : 20-
21 )
Kağızman halkı, Kağızman’ı düşmana bırakarak yurdundan göç etmek
zorunda kalmıştır. Bu sırada büyük acılar yaşanmıştır. Zengin fakir herkezin
bu göç esnasında eşit olduğunu, herkezin parasız kaldığını yiyecek ekmeğe
muhtaç olduğunu belirten şair, gülistan bağlar düşmana kaldı der.kendi
vatanına gonca güle, düşmanı ise baykuşa benzeterek “gonca gülümüze
baykuşlar kondu” sözleriyle üzüntüsünü dile getirir.
Savaştan sonra Kars'a tekrar dönen Esmani bu şehrin yakılıp
yıkıldığını görmüş ve çok üzülmüştür. Bu üzüntüsünü ise şöyle dile
getirmiştir:
Düşman elinden buldum elimi,
Viran olmuş Gülşen bağlar bulunmaz.
Felek kırdı yedi yerden belimi,
Mor sümbül, marallı dağlar bulunmaz.
Moskof dolmuş, İslâm yâd'a çekilmiş,
Kalasına çaput bayrak dikilmiş,
Âh ü zardan Kars'ın beli bükülmüş,
Derindir yarası, bağlar bulunmaz.
Dağılmış medrese, bozulmuş mescid,
Nice cami, türbe olmuş nâbedid,
Ayaklar altında ezilmiş şehid,
İntikam a1acak sağlar bulunmaz.
Hâr almış bağları, bülbül kalmamış,
Sararmış gülzarı, bir gül kalmamış,
Nar almış dağları, sümbül kalmamış,
Bozulmuş derneği ağlar bulunmaz.
185
Esmani der: Keşke olmaz olaydım,
Diyâr-ı gurbetten gelmez olaydım,
Ah, evvelki vaktin bilmez olaydım,
Yan gönül yan, eski çağlar bulunmaz (Temel,
2005 : 20 – 21 ).
“Felek kırdı yedi yerden belimi” diyen şair, yaşadığı yerlerin düşman
işgalinden sonra harap olmasına çok üzülmüştür.medrese, cami, türbe,
mescit gibi yapıların yok olduğunu, şehitlerin ayaklar altında ezildiğini gören
şair, keşke gelmeseydim ve bu yerleri görmeseydim der.
Âşık Cevlani, Kağızman'ın Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine
üzüntüsünü şöyle ifade etmiştir :
Al-Osman çekildi kaldın Urus'a
Yaktı Ehl-i İslâm’ı nârın Kağızman.
Kara bahtın kem talihin elinden,
Kara geldi yaz baharın Kağızman.
"Aşabek"i yolladılar dağlara,
"Dıragon"u düzdü sola sağlara,
“Kazağı”da teslim etti bağlara,
Gör nasıl bağlandı zârın Kağızman.
Bağların başını Urus bağ eder,
Yığar büyükleri istintağ eder,
Nice bin haneler kül toprak eder,
Yangun gördü nice yerin Kağızman.
Bizler dinlemedik yakın uzağı,
Küffar başımıza kurdu tuzağı,
Karakol bağladı bütün "Kazağ"ı,
Açılmaz bir yana sırrın Kağızman.
186
Ezel baştan Şerif beğler yazıldı,
Orda Mısta Beğ'in rengi bozuldu,
Şenlik ona baktı yola düzüldü,
Yok mu senin hulûskârın Kağızman.
Mısta Beğ dedi ki , korkman göçerik,
Gani Mevlam kanat verir uçarık,
Cahallar meşveret kurdu,kaçarık,
Ya neylesin ihtiyarın Kağızman.
Matuşkalar ayvanlara göçende,
Türlü türlü meyveleri seçende,
İsak kuşlar firkat ile geçende,
Kan yaş döker her puvarın Kağızman.
Yaz olanda iğde çiçeğin açar,
Güzel olan gülü yanağa Sancar,
Hayıf güzelleri çirkinler kucar,
Ne yaman ters dönmüş surun Kağızman.
Gör nice mahzundur bahçeler,bağlar,
Şimdi ölülere yerinir sağlar,
Gökteki melekler âh eder ağlar,
Arşa çıktı-âh ü zarın Kağızman.
Dertli Cevlan yaptı böyle destanı,
Sizler zemmetmeyin dertli olanı,
Ahirinde terk ederdik biz seni,
Hiç yoğumuş itibarın Kağızman ( Temel, 2005
: 15 – 16 – 17 )
187
Şiirinde Kağızman’a seslenen şair, Kağızman’ın Rusların eline geçmiş
olmasından büyük üzüntüduyar. Önce Kağızman’ın güzelliklerinden
bahsetmiş; ardından da bağların bahçelerin mahzunlaştığını, pınarların bile
kanlı yaş aktığını dile getirmiştir. Artık sağların ölülere imrendiğini bu yerden,
göç etmek zorunda kaldıklarını da anlatmıştır.
Aşık Halil de Kağızman'ın kötü talihini ve düşman elinden tarumar
oluşunu şiirinde işlemiştir: …
Tarihten ders almış ağır yarası,
Zulmetmiş ermeni bağlatmış yası,
Kahraman kesilmiş sağı hastası,
Şehitlerin sayılır mı Kağızman.
Minareden eksilmedi ezanın,
Zalim düşman bozamadı düzenin,
Halil bir ferdidir şirin kazanın,
Sana kötü deyilir mi Kağızman ( Temel, 2005 :
50)
“93 Harbi” sırasında Kağızman’da yaşananları anlatan şair, Ermenilerin
zulmünden ve şehitlerin çokluğundan bahseder. Her şeye rağmen düşmanın
düzenini bozamadığını, minarelerden ezan sesinin eksilmediğini belirtir.
Aşık Ruhsati, 93 Harbine bizzat katılmıştır, savaşa ait hatıralarını ve
Kars'ın elden çıkmasındaki nedenleri kendi görüşüne göre şöyle dile getirir:
Her kazaya üç beş atlı dağıldı,
Elediler ince elekten eleyi eleyi.
İlahi zabitler ne diyem size,
Siz mi büyüttünüz yavrularım beleyi beleyi.
Kars'ın üzerini bürüdü tütün,
At ayağı altında kaldık büsbütün,
188
Nice şehit oldu çocuklu hatun,
Ağlar körpe kuzularım meleyi meleyi.
Zâlim üstümüze topu salladı,
Ciğerciğim delik delik dağladı,
Kaptan paşa bunu görüp ağladı
Dedi çocuklarım nedir kolayı kolayı.
Üç beş paşa bir araya geldiler,
Ortalığın ahvalini bildiler,
Kör Moskuftan uruşvatı aldılar,
Elden teslim ettiler Kars'ı kaleyi kaleyi.
Gümrü kalesinden toplar atıldı,
Piyademiz süvariye katıldı,
Her bir nefer on paraya satıldı,
Ölen öldü, sağ kalanlar arzuluyor sılayı sılayı.
Ruhsatî"yim yine ömrüm söküldü,
Gencecik yaşımda belim büküldü,
Koçyiğitler armut gibi döküldü,
Çok gelinler siyah çaldı valayı (Aşkun, 1945 :
103 – 104 ).
Ruhsati, kars kalesinin düşmesinin nedenini paşaların rüşvet almasına
bağlar. Her bir askerin on paraya satıldığını belirtir. “Koç yiğitler armut gibi
döküldü” diğer şair, pek çok şehit verildiğini çocukların öksüz ve yetim
kaldığını dile getirir. Üzüntüsünü “ciğerim delik delik dağlandı” diyerek ifade
eder.
Aşık Şenlik de 93 Harbi'ne tanık olmuş şairlerdendir."Can sağ iken yurt
vermeniz düşmana" diyen şair, bu savaş ile ilgili aşağıdaki koçaklamayı
söylemiştir:
189
Ehli İslâm olan işitsin bilsin,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
İsterse Uruset ne ki var gelsin,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Kurşanın kılıcı giyinin donu,
Kavga bulutları sardı her yanı,
Doğdu koç yiğidin şan alma günü,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Asker olan bölük bölük bölünür,
Sandınız mı Kars kalesi alınır?
Boz atlar üstünde kılıç çalınır,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Kavga günü namert sapa yer arar,
Er olan göğsünü düşmana gerer,
Cemi ervah bizlen meydana girer,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Hele Alosmanın görmemiş zorun,
Din gayreti olan, tedarik görün,
At tepin, baş kesin, Kazağın kırın,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Benesferdir bilin Urusun aslı,
Orman yabanisi balıkçı nesli,
Hınzır sürüsüne dalıp kurt misli,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.
Şenlik ne durursuz atlara binin,
Sıyra kılıç düşman üstüne dönün,
190
Artacaktır şanı bu Alosmanın,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana (Şenlik,
1954 : 9 – 10 )
Osmanlı Devleti’nin gücünü vurgulayan şairin şiirinde, büyük bir coşku
ve kendine güven vardır. Canımız sağ oldukça düşmana yurt vermeyiz
diyerek, Kars kalesinin alınamayacağını dile getirir. Düşmanın Osmanlı
askerinin gücünü henüz görmediğini ifade eder; askere yönelik “at tepin, baş
kesin, kazağın kırın” gibi talimatlar verir. Kavga bulutlarının her yanı sardığını
söyleyen şair, düşmana karşı durmanın zamanı gelmiştir der.
Aşık Şenlik, Kars'ın Rus işgalinden sonra düştüğü içler acısı
hali şöyle dile getirmiştir:
Yetiğ ol general vasfedem hali,
Fikri behri gama dalıptır Kars'ın.
Zalim zindanında ziri destetdi,
Zevk i zulumata dönüptür Kars'ın.
Belâya müsehher kavgalı başı,
Zulumnan hasıl oldu toprağı taşı,
Yevmil kıyamete teşbihtir işi,
Devri ahrı şer'e geliftir Kars'ın.
Urus kabristanı eder tarımar,
Ziyaret, türbeler çeker ahuzar,
Şehitlerin intizarı hem figanı var,
Kahrına beddua kılıftır Kars'ın.
Urus ta topları indirdi düze,
Geçti Gümrü'den indi Tiflis'e,
Alosman devleti görünmez göze,
Etrafını Moskov alıftır Kars'ın.
191
Cumadan cumaya zikr vadesi,
Daha gelmez heç tekbir sedası,
Camiler verirdi mezün nidası,
Tevdili Allah edecek hayır,
Sünger tabyalıydı elvenli dağlar,
Yirmi dört cami melül kan ağlar,
Ekibatı huş yakar sekileri bağlar,
Kahrına beddua kılıftır Kars'ın.
Urus şeraiti eyledi naçar,
Vekili avukat zagona kaçar,
Selama "drasti"der başını açar,
Sualini seleste Salıfter Kars'ın.
Bu destanı Erzurum'a kayır,
Öyle vilayeti hünkâra duyur,
Engamını Allah edecek hayır,
İşi ol Allah'a kalıftır Kars'ın.
Sevda aşk ateşi gam cezasında,
Üybe üy cismimin var azasında,
Kul Şenlik 93 de yol caddesinde,
Böyle ehvalini biliftir Kars'ın ( Şenlik, 1954 :
19).
Kars’ın işi Allah’a kaldı diyen Şenlik, Rus’ların Kars’ta yaptıklarını
anlatır. Kabristanların, türbelerin, ziyaretlerin tarumar edildiğini, camilerin kan
ağladığını, müezzin sesinin duyulmadığını dile getirir. Kars’ın etrafını Ruslar
sardı diyerek sesini padişaha duyurmaya çalışır. İçinde bulundukları durumu
kıyamete benzeten şair, şehitlerin intizar ettiklerini ifade eder.
192
Aşık Ervahi de 93 savaşının acılarını yaşamış bir halk şairidir.Bu savaş
sonucu göç edenler arasında kendisi de bulunmaktadır ve yaşanılan acıları
şöyle dile getirir:
Âhir şerdir, zahir oldu alâmet,
Alâmetten beyan oldu kıyamet,
Çekildi şeriat, din-ü diyanet,
Müslümanlık gitti, dâmana düştü.
Tarih Doksan Üç'de Rusiye geldi,
Kahirle her yanı zaptına aldı,
Otuz altı kaza muhacir oldu,
Dağıldı her biri bir yana düştü.
Ağlıyor analar, ne gelir elden
Ah çeker muhacir derun-i dilden,
Hak bizi kurtarsın bu kal mekalden,
Bin yıllık mülkümüz düşmana düştü.
Irgalandı cümle ülke, uyandı.
Ağlaşuban kanlı yaşa boyandı.
Ah-u figan çıktı,arşa dayandı,
Nice canlar yandı, hicrana düştü.
Kâfir Urus geldi her yanı aldı,
İslâm’ın yerine Kazaklar doldu,
Yalancı dünyanın âhiri geldi,
Ümmet-i Muhammet yamana düştü.
Dünyanın tutarı gitti, kalmadı.
İslam olanların yüzü gülmedi,
Çok kimseler muradını almadı,
Yanıp ol ateş-i suzana düştü.
193
Dağıldı perişan cümle-i millet,
Kalmadı saltanat,gitti adalet,
Bıraktı ateşe o nâr-ı hicret,
Aktı göz yaşları ummana düştü.
Muhacir hakkında ferman yazıldı,
İşiten adamın bağrı ezildi,
Âhir zaman oldu,devran bozuldu,
Muhacirlik cümle cihana düştü.
İki yol açıldı sol ile sağlı,
Ümmet-i Muhammet ciğeri dağlı,
Sanarsın bend olmuş kolları bağlı,
Küffârın elinden amana düştü.
Bakıp da sılamda murada erem,
Yüzüm toprağıma taşıma sürem,
Eba-ü ceddimin mezarın görem,
Kabirde mevtalar şivana düştü.
İslâm olanlardan gitmedi merak,
Çektiğimiz dâim ah ile firak,
Cümle fukaranın yolları ırak,
Her yandan fikr ile efgana düştü.
Yüklendi göçleri, gitti, çekildi,
Fukaralar düz ovaya döküldü,
Terk etti sılasın, boynu büküldü,
Bilinmez bu yollar ne yana düştü.
Unutturdu sıla kavim, kardaşı,
194
Dökerler gözünden kan ile yaşı,
Ağlıyor vatanın toprağı taşı
Esir kaldı, o da zindana düştü.
Yedi düvel meşvereti kurdular,
Cümlesi birlikte karşı durdular,
Anadol, Balkan'ı yad'a verdiler,
Sultan Hamit sade bir tane düştü.
Yazıldı destanı, bakın yaraya,
Arzuhallar İstanbol'a yürüye,
Versin hazineden altın geriye,
Millet olan yaman tufana düştü.
Dilerim Tanrı'dan kem ola bahtı,
Devrile başına Urus'un tahtı,
Zulm edip ülkede ne varsa yıktı,
Şen yer kalmadı, hep virana düştü.
Eksik olmaz ,çıkar bir sahip- kıran,
Livana'da kurar bir yeni divan,
Hiç kimse bulunmaz önüne duran,
Bize imdat gine Subhan'a düştü.
Seyreyle Ervâhi cümle cihanı,
Çıkarma yürekten âh-ü figanı,
Yakın bilmez iken âhir zamanı,
Şimdiki çağı âhır zamana düştü ( Öztelli, 1976
: 379 – 381 ).
Tarih doksan üçte Ruslar geldi diyen Ervahi, kıyamet alametlerinin
belirdiğini söyler. Rusların gelmesiyle otuz altı kazanın muhacir olduğunu, bin
yıllık yurtlarının düşmana kaldığını ifade eder. Müslümanların yüzünün
195
gülmediğinden, bütün milletin perişan olduğundan yakınan şair, göz
yaşlarının ummana dönüştüğünü belirtir. Vatanın toprağı taş ağlıyor diyen
aşık, bu yerlerin düşmana esir düştüğünü söyler. “Urus’un tahtı başına
yıkılsın” diye beddua eden şair, sesini İstanbul ‘a duyurmaya çalışır.
93 Harbi'nin yarattığı derin acıyı Aşık Sefili de aşağıdaki destan ile dile
getirmiş ve bu savaş sonucunda Ruslara bırakılan Ardahan'a şöyle
seslenmiştir:
Doksan üç savaşı kopdu abrilde
Bulandı ırmağın, gölün Ardahan.
Tedariksiz girdi Osmanlı cenge,
Alkış duadadır dilin Ardahan.
Açıldı baharı, yeşerdi dağlar,
Yatıyor şehidi, döğüşür sağlar,
Kal'anın etrafı al,yeşil bağlar,
Gonca iken soldu gülün Ardahan.
Kafir Urus geçdi sınırdan beri
Kordonda askerin almaz haberi
Görüldü ovada,tuttu her yeri,
Durdu cenge ulus, elin Ardahan.
Ehl-i İslâm düşdü din gayretine,
Kaldı hainlerin merhametine,
Yetmeden takatın nihayetine.
Tez devridi, gelmez dalın Ardahan.
İkindi meheli kavga kuruldu
Toz dumanda nice saflar yarıldı
Gün batmadan iki tabyan verildi
Kırıldı kanadın, kolun Ardahan
196
Kahraman Kaptan der, çekmeyin acı
Çok merd-ü merdâne çaldı kılıcı
Bir yanından Kazak, bir yandan Gürcü
Kesdi dört tarafdan yolun Ardahan.
Karşı tepelerde bayrak diktiler
Yahşi, yaman bir araya çektiler
Ne zaman ki Emiroğlu'n sökdüler.
O zaman kırıldı belin Ardahan.
Urus geldi, kılıçları yağladı,
Onu gören çoluk çocuk ağladı
Attı topu, ciğerleri dağladı
Pek müşküle vardı halin Ardahan.
Topla-perçem oğlanları tuttular
Üç beş vezir Ardahan'ı satdılar
Askerlerin kayalardan atdılar
Kür yüzünü tutdu salın Ardahan.
Kazak ayak ayak ileri geldi
Saat on ikide kal'ayı aldı
Yedi bin askerin yaralı kaldı
Kara geydin,noldu al’ın Ardahan.
Dağıldı oymağın,bozuldu binan
Ne tez oldun bir gün içinde viran
Söndü şen ocağın, kalmadı yanan
Savurdular göğe külün Ardahan.
Müzeyyen çarşılar virane kaldı
Kalmadı şenliğin tarumar oldu
197
Dil bilmez saldatlar içine daldı
Yağma oldu devlet, malın Ardahan
Sultan Hamit bizzat gafletten uyan
Ortada ezildi çok sabî sıbyan
Satıldı vilayet ayan-be-ayan
Şikâyete yetmez dilin Ardahan.
Biz de eylemiştik Hüda'ya kusur
Haber olsun sana İstambol, Mısır
Selatin camiler kaldılar asir
Durmaz akar kan-yaş selin Ardahan.
Eli bağlı şenlik boyun bükerler
Pınarlar gözünden kan-yaş dökerler
Okunmaz ezanlar, yaslı minberler
Figan eder bülbül dilin Ardahan.
Kimsede kalmadı asla diyânet
Vezir-ü vüzera oldu hiyanet
Urus çekip verdi toplara ziynet
Sefilî vasfetti halin Ardahan ( Öztelli, 1976 :
388 – 390 ).
Osmanlı’nın savaşa tedariksiz girdiğini ifade eden şair, Ardahan’ın
düşmesinden büyük üzüntü duyar. “Üç beş vezir Ardahan’ı sattılar” diyen
Sefili, Ardahan’ın Ruslara düşmesini buna bağlar. Saat on ikide kalenin
alındığını, yedi bin askerin yaralı kaldığını belirterek Sultan Hamit’e seslenir.
Padişaha uyan diyen şair, vilayetin alenen satıldığını haykırır; insanların çok
acı çektiğini dile getirir. İnsanların dinden uzaklaştığından vezirlerin ihanet
içinde olduğundan yakınır.
198
Aşık Gül Halim de 93 Harbi'ne katılmış ve bu savaşı anlatan bir destan söylemiştir:
Halık-ı lemyezel emretti bilin
Dikkat edin okunan fermanımıza
Yahudi din babıdır gücenmen gelin
Melekler tecelli oldu fermanımıza.
Üstadım Hüda'dır çekmedim zahmet
Kur'an sana indi Habibim Ahmet
Ümmetini darda koymaz Muhammed
Kimse kılıç asmaz üst yanımıza.
Derviş Paşam ordu kurdu oturdu
Ordu hücum etti ünün artırdı
Ma'lum olsun kan gövdeyi götürdü
Döküldü kelleler meydanımıza
Çağrışır gaziler dönmeyiz geri
Hasan Paşa ordusunu çekti ileri
Böyle harp olmadı dünya duralı
Boyandı kılıçlar al kanımıza
Derviş Paşam der ki gezdim bağların
Yağma ettim malların yıktım evlerin
Bütün esir ettim Sırp'ın beylerin
Bir bir getirdiler divanımıza
Belgırat kalesi evvel ifade
Karma karış oldu şehit şüheda
Çok şükür aldık emretti Hüda
Yazı ile bildirek hünkârımıza
199
Şevketli hünkarım bastı süpürün
Derviş Paşam der ki toplar kurun
Üç hücumda kırdık seksen taburun
Maşallah yazdılar askerimize
Hasan Paşam der ki çok ettin kavga
Ruz-ı mahşerde ederim dava
Şehitlere açıktır cennet-i ala
Seyir eyle huri kılmanımıza
Gül Baba Halim'i ayırma imandan
Doksan dörtte kurtuluruz gümandan
Mabudum ihsan umarım senden
Nazar kıl padişahım destanımıza (Oğuz, 1996
: 78 – 80 ).
Savaş “kan gövdeyi götürdü”, “kelleler meydana döküldü”, “kılıçlar al
kana boyandı” gibi ifadelerle tasvir eden şair, yaşananları ortaya koyar. Böyle
bir savaşın eşinin benzerinin olmadığını belirterek, Derviş Paşa ile Hasan
Paşa’yı konuşturur. Onların ağzından üç hücumla seksen taburun kırıldığını,
Sırp beylerinin esir edildiğini, evlerin yıkıldığını, malların yağmalandığını
anlatır ve Osmanlı ordusunun başarılarından bahseder.
Aşık Deli Boran, Osman Paşa ile ilgili şu şiiri söylemiştir:
Osman Paşa der ki,vardık beriden
Bize kuvvet verdi Mevlâm yaradan
Gözledim bir imdat gelmez geriden
Tükendi cephanem, gittim yesire
Uyurdum, rüyamda girdi düşüme
On iki çoban geldi, durdu karşıma
Seksen bin evladı verdim boşuna
200
Kalkmadım geri, gittim yesire
Kıble tarafından bir top atıldı
Her bir nefer bin altına satıldı
Plevne'de büyük kavga tutuldu
Ahd-ettim feleğe,gittim yesire
Bir taburda çevirdiler tuttular
Hesapsız neferim mahvettiler
Beş taburu bir vapura kattılar
Yedi sancak içeri gittim yesire
Edirne kapusu hem Gelibolu
Tuna boyundadır Moskof'un yolu
Boşuna elden gitti bu Rumeli
Bozuldu ittifak, gittim yesire
Deli Boran bunu böyle söyledi
İndi aşkın deryasını boyladı
Moskof yesirini Mehmed neyledi
Çok iltifat eder Moskof yesire (Öztelli, 1976 :
400).
Şair, “93 Harbi” sırasında Plevne savaşında yaşananları Osman
Paşa’nın ağzından anlatır. Osman Paşa’nın oldukça başarılı bir savunma
yapmasına rağmen, Osmanlı’dan yardım alamaması nedeniyle esir
düştüğünü ve Plevne’nin kaybedildiğini dile getirir. Osman Paşa’ya takviye
kuvvet gelmemesini komutanların ihanetine bağlar ve “ her nefer bin altına
satıldı” diyerek seksen bin evladın boşuna öldüğünü ifade eder.
Aşık Hilmi, Plevne savaşı: Allah Allah deyü asker-i İslâm
Pusudan çıktılar yoktur hiç kelâm
201
Birbiri ardınca hücum başladı
Karıştık küffâra cevlânımız var
Başıbozuk asker birden yürüdü
Başları Nuh'tan tufan bürüdü
Kâfire galip gelip imdat verildi
Bin yaşasın Osman paşa ünvanımız var
Sabahtan akşama kavgalar olup
Laşe-yi küffârdan dereler dolup
Asker-i İslâm geriye dönüp
Velakin pek çok şehidimiz var
Lâşe ile doldu dereler dağlar
Hüyük oldu bahçeler bağlar
Asker-i İslâm’ı her gören ağlar
Lâşe-yi küffârdan nefretimiz var
Annesi babası olan ağladı
Çoluk çocukları efgan eyledi
Çoğu muradına erip gülmedi
Kan içinde pek yarelimiz var
Rusların bunda beli kırıldı
Bu işler aleme ilan olundu
Vezir Osman'a rütbe verildi
Padişahtan bir de kılıcımız var
Dünya kurulalı böyle bir hünkam
Husule gelmemiş söylerler müdam
Şükür olsun Allah'a eyledi müdam
Osman Paşa gibi serdarımız var
202
Yeter Hilmi Plevne'nin olayı
Kalbe vurdun hiç silinmez kaleyi
Dillere destan olup söylesin
Kanlı Plevne'nin olayı ( Oğuz, 1994 : 90 – 91 ).
Plevne savaşının anlatıldığı bu destanda, Osman Paşa methedilmiştir.
Düşmana galip gelindiğini anlatan şair, kafir leşlerinden derelerin ve dağların
dolduğunu ifade eder. Ancak bizimde pek çok şehidimiz ve yaralımız
bulunduğunu belirtir. Aşık Hilmi, İslam askerini her gören ağlar diyerek
ordunun gücünü dile getirir. Rusların belini büken Osman Paşa’ya rütbe
verildiğini de sözlerine ekler.
Aşık Hilmi'nin diğer Plevne şiiri:
Yağmur suyu dolmuş çukur içine
Kimse bakmaz içindeki pisine
Akıl idrak etmez Hakk'ın işine
Ala karışık alıp içeriz.
Ölen şehitlerin urbasın soyduk
Soğuktan bunları arkaya giydik
Mevtaları başımıza yastık ettik
Sabah kendimiz kan içinde bulduk
Yesirler bir araya derildi
Açlıktan askerler kırıldı
Etrafımız mevta ile doldu
Def olunmaz acep neyleriz
Bir yandan titreşip can verir asker
Karda yatar kalkar bi-çare asker
203
Herkes ölmesini vaktini ister
Ölmeye kalmadan terhisin ister
Ne kadar yaralı varsa orada
Sızlaşı sızlaşı yatıyor karda
Ahd u amanımız var bu karda
Aman Allah sana dava eyleriz
On bine yakın hasta mecruhlar
Süngüledi bütün Bulgarlar Ruslar
Acep felek daha gör neler işler
Koyun kurban gibi kan ağlar
Eyvah bunların da ana babası
Vardır elbet çoluk çocuk karısı
Hak'tan böyle tahrir olunmuş yazısı
Yazılan yazıyı görmez neylesin
Davarı arkaca yatırmış gibi
Kimi ölmüş kimi yarı canlı
Her konak yerinde yüz elli kişi
Dondu kaldı sizden imdat isteriz
Vakti yok kalem söyleme yalan
Hak'tan vergi bizlere kan ile âlem
Söz uzatma hasıl-ı kelâm
Leyl ü nehar eyleriz Hakk'a dua
Kalemim kırıldı yazamadım
Şu yalan dünyayı hiç gezemedim
Üç gün oldu daha bir şey yiyemedim
204
Yeter Hilmi derdimi yazamadım ( Oğuz, 1994 :
92 – 93 ).
Aşık Hilmi’nin Plevne savaşını anlattığı bu destanı oldukça çarpıcıdır.
Şair, savaş şartlarının zorluğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer.
Soğuk nedeniyle şehitlerin kıyafetlerini soyup kendi üstlerine giymeleri, ölüleri
başlarına yastık etmelerini, çaresiz askerlerin soğuktan ve açlıktan ölmelerini
yaşanan trajediyi açıkça ortaya koyar. Üç gündür hiçbir şey yemediğini
belirten şair, gece gündüz dua ettiklerini dile getirir.on bine yakın hasta ve
yaralı olduğunu, Bulgar ve Rus askerlerinin bunları süngülediğini anlatan şair,
artık herkesin ölümünü istediğini ifade eder.
Aşık Fakiri de Osmanlı - Rus savaşına katılmış ve Vidin destanını söylemiştir:
Gidi Vidin senin başın kavgalı
Balyemez topların altın halkalı
Böyle cenk olmamış dünya duralı
Ahrete kalmıştır işi Vidin'in
Vidin'in etrafı dolanı sazlar
Üstünde uçarlar turnalar, kazlar
Şehit oldu nice gelinler, kızlar
Kanlara bulandı taşı Vidin'in
Vidin'in içinde çoktur erenler
Hadd-ü hesapsızdır cenge girenler
Kumbarayla seksen kişi kıranlar
Ah eyleyip düştü başı Vidin'in
Atılan gülleler hiç vermez ara
Kadı ile müftü verdiler vire
Ulah bekler imiş böyle bir sıra
Kan ağlayıp aktı yaşı Vidin'in
205
Cümle istihkâmlar buldu metanet
İzzet Paşa etti bir nice gayret
Şükr- olsun İslâmlar buldu selâmet
Hamd-ü senâ oldu işi Vidin'in
Vidin'in etrafı yüksek kayalar
Baş başa vurmuştur ağlar analar
Bayrağını çekip gitti yayalar
Kan ile yuğruldu aşı Vidin'in
O Vidin şehrinin yüksek kalesi
Bizim çektiğimiz mürted belâsı
Kabul oldu sabi,sübyan duası
Ahrete kalmıştır işi Vidin'in
Vidin dedikleri bir düz ovada
Sabi , sübyanların eli duada
Yavrucuklar öksüz kaldı yuvada
Kanlara bulandı taşı Vidin'in
Fethi Baba derler, kalenin başı
Gülleyle yıkıldı duvarı, taşı
Kuru peksimettir cümlenin aşı
Zâr eyledi, düştü başı Vidin'in
Vidin'de olanlar mahzenler kurdu
Attı Ulah, gülle üstüne vurdu
Kimin deldi, kimin yanında durdu
Kan ağlayıp aktı yaşı Vidin'in
Zengin, fakir girdi yerler altına
206
Vidin kaldı şimdi kara bahtına
Arzuhal tapşursam Hünkâr tahtına
Hamd-ü senâ oldu işi Vidin'in
Karıştı bilcümle cihan-ü âlem
Denizler mürekkep ağaçlar kalem
Vasfını yazamaz hâfız-ı kelâm
Kan ile yuğruldu aşı Vidin'in
Hasmımız karşıdan çağlayıp akar
Vidinli yalıda imdada bakar
Ulah galip geldi, durmaz top atar
Ahrete kalmıştır işi Vidin'in
Murat Baba, diyen murada erdi
Kale kapısından gülleler girdi
Kimin şehit etti, kimin vurdu
Kanlara bulandı taşı Vidin'in
Medhini eyleyim garip kulların
Mevlâm fırsat verip açsa yolların
El'aman, düşmanın gördük hallerin
Var mıdır cihanda eşi Vidin'in
Bir Tuna'dan bir Tuna'ya bağladı
Gülle ile kurşun ciğer dağladı
Bir Ulah köpeği bunu eyledi
Bağlandı Hüda'ya başı Vidin'in
Ahali sancağı çekip yürüdü
Hak erenler içimizde var idi
On iki gün muhasara sürdü
207
Ah eyleyip düştü başı Vidin'in
Asâkir , ahali de çıktı burca
EI attı cümlesi birden kılınca
Perşembe günüydü, hafta gelince
Kan ağlayıp aktı yaşı Vidin'in
Sultan Abdülhamit, sen binler yaşa
Üç tuğa müstehak bu İzzet Paşa
Görülmeyen işler hep geldi başa
Kalmadı yolu, yoldaşı Vidin'in
İzzet Paşa idi ordunun başı
Tuna'ya karıştı gözünün yaşı
Hem asilzadedir, bulunmaz eşi
Hamd-ü sena oldu işi Vidin'in
On iki günde biz bulduk selâmet
Bize erenlerden oldu himmet
Bunca cephane ile bunca mühimmat
Kan ile yuğruldu aşı Vidin'in
Bize Hak'tan oldu bu işler heman
Böyle cenk olmamış çoktur zaman
Atıldı nice top, nice bin havan
Hakk'a yarar geldi işi Vidin'in
Fakiri, bu cengin destanın yazar
Kâfirin derdinden olmuştur bîzâr
Kulların hak etsin affa sezâvar
Vasfını edemez kişi Vidin'in ( Öztelli, 1976 :
384 – 387 ).
208
Şair, destanında Vidin’de emsali görülmemiş bir savaş yaşandığını dile
getirmek; Vidin’in taşının toprağının kanlara boyandığını ifade eder. Aşık
Fakiri güllerin ara vermeden atıldığını, kadınların-kızların şehit edildiğini
anlatır, ardından İzzet Paşa’nın gayretlerinden söz eder. Kuşatmanın on iki
gün sürdüğünden bahseden şair,Vidin’in kanla yoğrulduğunu anlatır.
Şüphesiz bu ifade savaşın şiddetini ortaya koymaktadır.sultan Abdülhamit’e
dua eden şair, İzzet Paşa’nın başarılarından dolayı üç tuğu hakkettiğini
belirtir.
Osmanlı - Rus savaşının Plevne cephesini ve Osman Paşa’nın
kahramanlıklarını anlatan aşağıdaki destanın şairi bilinmemektedir :
Plevne’den toplar atıldı
İslâm Bulgara katıldı
Haberin olsun Sultan Hamid
Rumeli’ler satıldı
Çadırımız mavi, beyaz
Bu sene geldi mi yaz
Aman kâtip haller yaman
Beni başka deftere yaz
Karadeniz dalgalandı
Orta yeri halkalandı
Kör olası Damad Paşa
Moskof ile ne laflaştı
Karadeniz akmam, dedi
Ben Tuna'ya bakmam, dedi
Yüz bin kazak gelmiş olsa
Osman Paşa, korkmak, dedi
Kara kazan coştu,. derler
209
Dalga boydan aştı derler
Osman Paşa'nın asker;
Gece burdan geçti, derler
Kılıcımı çaldım taşa
Taş yarıldı baştan başa
Ünü büyük Osman Paşa
Askerinle binler yaşa (Öztelli,1976 : 398 -
399).
Sultan Hamid’e seslenen şair, Rumeliler’in satıldığını dile getiriyor.
Osman Paşa ve askerinin cesaretini övdükten sonra Rusya ile Damant
Paşa’nın görüşmesinden duyduğu hoşnutsuzluğu da ifade ediyor.
Osmanlı – Rus savaşının Plevne cephesinin anlatıldığı aşağıdaki
destan, Aşık Hıfzı’ya aittir :
Ey vâhib-ül vahhab ey zât-ı ezel
Cümlenin mâbudu Hak, keremkânı
Ey vâcib-ül vücut, ferd-i lemyezel
Kahhâr ismin ile kahr-et düşmanı
Dünya var olmadan yarattı akdem
Zuhûra getirdi nûr-i mukaddem
Ziya verdi bezme basınca kadem
Tulûğ etti dehre mihr-i rahşanı
Server-i enbiya, sırr-ı hafâyâb
Anın içün oldu arz-u semâvât
Şefâat bahrine mihr-i kâinât
Halâs eyle gamdan ehl-i imânı
Şeriat şehrine sahip Şehinşah
210
Âl-i Osman oldu bu sırra âgah
Peygamber vekili zıll-ı Padişah
Uyandır yerinden bahr-i Osman'ı
Hakk'ın hikmetinden olunmaz sual
Sultan Aziz'i dâvet kıldı Zülcelâl
Dünyadan bekaya etti intikal
Anda mekân tuttu bağ-ı cinanı
Sultan Murad Han'a erince nüfûz
Şâdan oldu ümmet, uyandı nüfûs
Sultan Hamid tahta eyledi cülûs
Çağırdı yanına mîr-ü mîrânı
Adalet tahtında Sultan Hamid Han
Saltanatın daim eyleye Yezdan
Kâinat mührüne oldu Süleyman
Bu heft-i kişverin sâhib-zamanı
Evvela bu harbi istedi millet
Hak'tan emir böyle ne yapsın devlet
Böylece yazmıştır kâtib-i kudret
Kimden kime şekva edelim anı
İslam’ın kasdına yürüdü kâfir
Her biri birgünâ oldular zahir
Yardımcımız olsun yaradan Kadir
Hak'ın böyle imiş emr-ü fermanı
Bulgaristan içre koptu vâveylâ
Kumatalar (?) saldı dehre uvelâ (?)
Karadağ harp eder, Arap hâkeza
211
Erişe Mevlâ'nın lütf-ü ihsanı
Osman Paşa oldu vekil-i devlet
Pehlivan Hamza sahib-i vilâyet
……..sadakat ol o dest-i kudret
Rah-ı hakikatta merd-ü merdânı
Pilevne'ye……..muhkem tuttu
Düşman gördü anı kendin unuttu
Nice bin kâfirin kanın kuruttu
Çıkarır destine tig-i uryânı
- Osman Paşa der ki: Gördün mü beni
İdrak et de kâfir, tanı haddini
Din uğuruna koymuşum tenimi
İnşallah alırım ahd-ü amânı
- Rusiyeli der ki: Gel dinle cevap
Nafile kendine çektirme azap
Geçirdim ordularım onulmaz hesap
Askerle doldurdum dağı, ormanı
- Osman Paşa der ki: Yoktur hazerim
Sanma ki Pilevne'yi teslim ederim
Sana asker vermiş, bana Hak kerim
Getirmem gönlüme mülk-i cihanı
- Rusiyeli der ki: Ey aklı zâyiî
Aldanıp boş yere etme dâvayı
Nasıl bir fend ile geçtim Tuna'yı
Emrime geçirdim Bulgaristan'ı
212
- Osman Paşa der ki: Vermezem ara
Eğer Mansur gibi çekseler dâra
Nasıl geçtiğini bildim, ne çare
Sanma ki mertlikle aldın bu yeri
- Rusiyeli der ki: Çekilsin ordu
Kuşattım etrafın………..kurdu
Taraf taraf oldu kavgaya durdu
Asumâna çıktı darb-ı nâlânı
Osman Paşa der ki: Ey komu (?) düşman
Erişse semaya nale vü efgân
Bir ateş ettiler, titredi cihan
Misali gördüler âhir zamanı
Rusiyeli der ki: Vermeyin arâm
Ummazdım ki bunca telefat verem
O nasıl mert imiş, gelsin bir görem
Getirdin yanıma ol kahramanı
- Osman Paşa der ki: Benim er kişi
Düşmanın serine döker ateşi
Sahralar doldurdu kâfirin leşi
Akıttı çöllerde kan-u revânı
- Rusiyeli der ki: Lofça'yı aldım
Erzak yolun kesdim, asker dönderdim
Orhani'ye Sofya'ya kul ettim
Kesdim yollarını, her bir yanı
- Osman Paşa der ki: Çoktur yaramız
Tükendi cephane, yoktur çaremiz
213
Bu gün içün doğurmuştur anamız
Getürmeyin gönlünüze gümânı
Ol Osman Paşa'dır dinin serveri
Karalar bağladı duyan ol eri
Böyle cenk olmadı adem'den beri
Felek aksine döndürdü devrânı
Osman Paşa halin olunca âgâh
Kan ağladı semâ, ol şems ile mâh
Ne kara günlere kaldık yâ ilâh
Harap etti felek ol gülüstanı
Kahbe felek zerre vermedi rahat
Çölden çöle düştü bu kadar ümmet
Kimisi nûş etti cam-ı şehâdet
Başımıza koptu Nuh'la Tufân'ı
Başımıza zindan oldu bu cihan
Evladın bıraktı, almadı cevher can
Oldu mahşer günü, kuruldu mîzan
Döktüler dîdeden yaş-u hicranı
Kimisi bıraktı mal-ü melâli
Kimisinin esir kaldı ayâli
Kimse görmemişdi böyle ahvâli
Her biri bir yerde tuttu mekânı
Lisana almadık böyle ezkârı
Ferâmuş eyledik sırr-ı Settâr'ı
Anda Hak verir bize belâ-kârı
Kişinin çektiği kendi noksanı
214
Biz günahkâr kuluz, isyan bizdedir
Cefalara lâyık noksan bizdedir
Affeylesin Mevlâ, el'an bizdedir
Deffedelim kalbimizden Şeytan'ı
Bir usra, yusera olsa gerektir
Düşman ettiğini bulsa gerektir
Ehl-i İslâm ahdin olsa gerektir
Gün geçer, Hak geçmez, vardır zamanı
Aksine döndürdü devranı felek
Eğer düşünürsen dayanmaz yürek
Osman Paşa vasfın senâ ederek
Getirmem aynıma mülk-i cihanı
Vekil-i enbiya oldur ümmete
Hak zeval vermesin din-ü devlete
Serdâr-ı ekremdir her bir millete
Mihr-i kâinatın ol Süleyman'ı
Sene bin iki yüzde tahrîr ola
Doksan dörtte oldu bu ibreti
Belde-i Sofya'da Âşık Hıfzı'ya
Nazım ile söyledi bu destanı (Öztelli, 1976 :
393 – 397 ).
Sultan Hamit’in tahta çıkışını anlattıktan sonra onu öven şair, ardından
Plevne savaşını anlatır. Osman Paşa ile Rusyalı’yı karşılıklı konuşturur.
Cephanenin tükenmesi üzerine Osman Paşa’nın çaresiz kaldığını ama
savunmadan vazgeçmediğini anlatan Hıfzı, Rusya’nın Osman Paşa gibi mert
bir askeri çok merak ettiğini ve onun kahramanlığını kabul ettiğini dile getirir.
215
3.25. ERMENİ AYAKLANMASI (1883) Aşık Ruhsatî, 1883 yılında Ermenilerin beylik sevdasıyla ayaklanması
üzerine aşağıdaki destanı söylemiştir. Ruhsatî İngilizlerin etkisiyle ayaklanan
Ermenileri şöyle eleştirmiştir : Tarih üç on iki de şeriatten geldi ses
Ermeniler ayaklandı ganimetten geldi ses,
Düşüp beylik sevdasına postu verdiler bütün.
Çoluk, çocuk, oğul, uşak masibetten geldi ses.
Kimisi can feda kıldı İngiliz yolunda,
Kimini verdi komitaya horuzattan geldi ses,
Kiminin yellendi burunu ırakının (rakının)
zoruyla,
Tahta hücum eylediler gururattan geldi ses.
Malûm oldu bunların gidişi gidiş değil.
Gözü baktı dili durdu hakıykatten geldi ses.
Murat aldı cana geldi ervahı embiyanın.
Hamdolsun elinin sahibi Muhammetten geldi ses
İnkâr etmediler haşa dediler suç bizimdir.
Müslümana sözümüz yok nasihattan geldi ses.
Şevketlimiz kadim olsun âfvetti kusurların
İâne, erzak buyurdu hükümetten geldi ses
Atalardan kalma cevap kul azar gelir kaza,
Bu sözlere iman eden tarikatten geldi ses.
İncil, Tevrat, Zeburda var mı beylik dâvası,
Zannım var Kur'an da da yok şeriatten geldi ses.
216
Gerek beylik, gerek paşa âhirete faydası yok,
Fakirle etti muhabbet nur Ahmetten geldi ses
Herkes kendin ıslah eder sen karışma Ruhsati,
Kendi düşen ağlamaz hiç teb'ıyyetten geldi ses
( Aşkun, 1945 : 97 ).
İngilizlere güvenerek isyan eden Ermeniler’i “bunların gidişi gidiş değil”
diyerek yeren şair, pek çok Ermeni’nin İngiliz yolunda can verdiğini dile
getirir. Ancak “kul azar, gelir kaza” atasözünü hatırlatarak bunu hakkettiklerini
belirtir. Neticede yaptıklarından pişman olan Ermeniler’i hükümetin affettiğini
ve kendilerine erzak yolladığını ifade eden şair, beylik-paşalık gibi sevdaların
ahirete faydası olmadığını söyler. “Kendi düşen ağlamaz” diyen Ruhsati,
“herkes kendini ıslah eder” diyerek en iyisinin hiç karışmamak olduğunu
vurgular.
Ermenilerle ilgili Dülger Muharrem Usta’nın destanı ise şöyledir :
Sene bin ikiyüz çün doksan altı
Topladı kafirler yazdılar şirket
Leşker sevkettiler gecenin katı
Yapıştı yaftalar şadoldu millet.
Milleti Ermeni açtı bir alay
Aslı ham demirdir tutar mı kalay
Diktiler onbaşı, çavuş, miralay
Paşaları büyük şeytandan eşet
Eşet ahaliye bır ağı saçtı
Tehlikede durum orta karıştı
Kimi tevkif oldu kimisi kaçtı
Merhameti büyük affetti devlet.
Devletsiz servetsiz divana varın
Keşiş derki üç günecek sağalın
217
Varın İngilizden bir beylik alın
Eğer verirlerse büyük müstenet.
Müstenet şiştiniz hem şımardınız
Bu sırada tutmaz oldu ardınız
İngilize şikâyete vardınız
İngiliz der bu ne hal bu keyfiyet
Keyfiyet kırdılar bizi meydansız
Kimi kanat kırdı kimisi cansız
Bin batman pastırma gitti çamansız
Sizgıt oldu çömleklere mücerret.
Mücerret vurdular bi garazına
Ahir uğrattılar zilmarazına
Duçar olduk derdin onulmazına
Etmediler zerre kadar merhamet
Merhamet etmezler gayri bir zaman
Paşa bakmaz halimize pek yaman
Üç gün kaldık ki kilisede perişan
Eğer alır isek bir büyük ibret.
İbret yarelere gelir merhemler
Turaba göl oldu dökülen demler
Aslı nesli belli biraz ademler
Yüzümüzden çekti haylice zahmet.
Zahmet çekip sonra oldular pişman
Gösterin gidelim bize bir mekan
Mallarımız yağma haneler viran
Baykuşlar ötüyor saat bu saat.
218
Saat bu sözleri bilenleri çok
Uyur yılan uslu duranlardan kork
Gavur bastı diye çaldılar bir...
Böyle vermiş mürşitler icazet.
İcazet alanlar oldu çöl beği
Ölenlerin tükenmiştir kepeği
Öldürene sürüdürler köpeği
Bu bir darbimesel söylenir elbet.
Elbet Osmanlıda sahip kıran çok
Çoluk çocuk kaldı hep boynu buruk
Biz ettik biz bulduk bahanemiz yok
Hele şükür cüz’i oldu sahamet.
Sahamet çok oldu mecruhlar yatır
Ne ülfet muhabbet ne kaldı hatır
Ellerinde kama sapı kör satır
Bundan kurtulanlar gayri selamet.
Selâmet yasını biz kırk gün tuttuk
Alış veriş kari kisbi unuttuk
Laf ilâzim değil biz hapı yuttuk
Nasip imiş geldi buldu bu kısmet.
Kısmet bizim imiş size ne oldu
Ferik Liva paşa arayı buldu
Büyük, küçük hacı hoca yoruldu
Allah razı olsun ettiler gayret.
Gayret ilaç olur viranlar mamur
Efendide kerem kuldolur kusur
219
Cümlenin kusurun affeder Gafur
1313 de bitti bu sohbet.(Kalkan,1988 : 57-58 ).
Ermeniler’in ayaklanması üzerine yaşanan olayları anlatan şair, tüm
bunlara rağmen merhameti büyük olan devletin kendilerini affettiğini anlatır.
İngiliz kışkırtmasıyla şımaran Ermeniler’e gidin beyliğinizi İngilizler’den alın
diyerek seslenir. Sonuçta Ermeniler’in “biz ettik, biz bulduk” diyerek pişman
olduklarını, olayların böylece yatıştığını ifade eder.
3.26.TÜRK – YUNAN SAVAŞI (1897) Girit adasını almak isteyen Yunanlılar, buradaki Rumları sürekli
kışkırtıyorlardı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 17 Nisan 1897’de
Yunanistan’a savaş ilan etti. Osmanlı ordusunun kumandanı Müşir Ethem
Paşa’ydı. Balkanlarda Yunanlılar, Osmanlıları epey uğraştırdı. Şiddetli
muharebeler sonunda Osmanlı Devleti galip geldi. Neticede İstanbul
antlaşması imzalandı. Aşık Mehmet işte bu savaşla ilgili şu destanı söylemiştir :
Camide okunur Kuran-ı Kerim
Deyip Bismillâhürrahmanürrahim
İşin âsan eder Vallahülâzim
Her kim evvel ana ismi Hüdayı
Dinleyin ehibba edeyim beyan
Dillerde daima söylensin heman
Bin üç yüz on dörtte bilin ki tamam
Yunaniler ile olan kavgayı
Daim kahbelikle çıkar meydana
Eşkiyadır diye eder bahane
Kadın erkek demez kasdeder cana
Hiç mi düşünmezler gani Mevlâyı
220
İptida Giride bir parmak vurdu
Miralay Vasoyu kumandan koydu
Cezire usatı bunlara uydu
Şüphesiz anlar da bulur belâyı
Devletlere hemen haber erişti
Cümlesi hep birden telaşa düştü
Harb sefineleri çabuk yetişti
Abluka ettiler hemen adayı
Toplandı adaya hep ecnebiler
Kanı akmasın diye çok cehdettiler
Vasoya buradan çık git dediler.
Arttırdı bilâkis o da kavgayı
Vasoya nasihat hiç kâr etmedi
Fenalıklarından hiç vazgeçmedi
Henüz oradadır çıkıp gitmedi
Lakin kaptırmazlar hazır lokmayı
Yunaniler kat'an karar verdiler
Hayır yok Giritten bize dediler
Hudut boylarına yüz çevirdiler
Bak şimdi yediler tatlı helvayı
Hududu boş sandı bu serseriler
Açlık susuzluktan canları inler
Görsünler vahşilik anları neyler
Taciz eylediler bütün dünyayı
Giriştiler hudut tecavüzüne
221
Cesur görünmeye halkın gözüne
Nasıl çıkacaklar dünya yüzüne
Şiddetli gördüler müdafaayı
Pek çok tecavüze cüret ettiler
Hayli leş bırakıp geri gittiler
Kaçarken birbirin sürüp ittiler
İslâmlar arkadan çekti yuhayı
Hüdayı lemyezel haksız iş yapmaz
Mazlumların ahın yerde bırakmaz
Yakında gösterir pek çok uzatmaz
Bir anda mahveder kavmi a'dayı
Padişah tahtında çok sabır etti
Elbette bu sabrın vadesi gitti
Umum kumandana irade gitti
Görsünler düşmanlar şimdi kavgayı
Çün asker işitti emrü fermanı
İradei halifei zişanı
Cümlemiz oluruz onun kurbanı.
Diyerek ömrüne etti duayı
Beş Rumi Nisanda harb ilân oldu
Düşmanların yüzü sararıp soldu
Yunan askerleri acep ne oldu
Firar edip terk ettiler ovayı.
Ol saat çalındı hücum borusu
Osmanlı askeri arslan yavrusu
Eğer isterseniz sözün doğrusu
222
Bunlara lâyıktır demek fedai
Her taraftan girişildi kavgaya
Otuz altı saat sırtı sıraya
Top tüfenk sesleri çıktı semaya
Zâbitler kesmedi hiç kumandayı
Ethem paşa geldi meydanı harbe
Askere buyurdu korkmayın asla
İstirahat edin var asker burda
Teneffüs ediniz biraz havayı
Asker dedi Paşam rica ederiz
Biz cengü cidalde rahat ederiz
Ölür isek dahi helâl ederiz
Bizler almalıyız iş bu tabyayı
Gelirken anamız, eyledi nida
Iyallerinize edin elveda
Yavrularınızı gözetsin Hüda
Allah açık etsin sizlere rahı
Ömrümüz var ise yine geliriz
İnşaallah sizi hep sağ buluruz
Ya şehit veyahut gazi oluruz
Hemen biz bu yolda olduk fedaî
Babalarımızın öptük elini
Kimimiz bıraktık taze gelini
Bu devlet uğrunda verip serini
Canlar atıp geldik bizler burayı
223
Böyle söyleyerek, hep vedalaştık
Hududa gelince bunca dağ aştık
Düşman kurşununa sînemiz açtık
Biz hiç düşünmeyiz artık dünyayı
Yaşasınlar şeci arslan askerler
Cessur kahramanlar eroğlu erler
Şecaatlerinden titriyor yerler
Edelim onlara hayır duayı
Hayri paşa eder haydi ileri
Gün bugün evlatlar kalmayın geri
Memnun eyleyelim Hak Peygamberi
O emir kılmıştır bize kazayı
Bir taraftan Neset paşa fırkası
Bulunduğu mevki hudut ortası
Göründü karşıdan düşman noktası
Verelim düşmana şimdi cezayı
Memduh paşanın da çoktur gayreti
Görenlerin mutlak artar hayreti
Bir başka kuvvettir Hak din kuvveti
Tarumar ettirir bütün a'dayı
Hakkı paşa daim gözetir hakkı
Hatırdan çıkarmaz Cenabı Hakkı
Yedirir askere güzel erzakı
Gayreti tuttu kubbei minayi
Haydar paşa dahi veziri sadık
İsmi müsemmaya hem de mutabık
224
Askeri kendin düşmüş muvafık
Hatırdan çıkarmaz Ulu Mevlâyı
Gazi Osman paşa hem Ethem paşa
Nüfuzları geçer dağlarla taşa
Korkmaz bu arslanlar salar ateşe
Memnun eylediler bütün dünyayı
Erkânı harbler de hep gider önde
Fenni harble çektik düşmana perde
Sıkıştırdı asker hem üç dört yerde
Aldık ellerinden biz Tırnavayı
İleride bütün süvari kolları
Muayene etti bütün yolları
Dehşete gelirdi gören bunları
Toz duman ettiler bütün ovayı
Az uzak durdular Yenişehirden
Piyadeler dahi geldi geriden
Arş ileri etti cümlesi birden
Kaçtı Yunaniler bıraktı orayı
İstikbale çıktı ordaki Türkler
Birlikte Rumlarla hem Yahudiler
"Buyrun buyrun" diye davet ettiler
Çok ettiler Yunaniden şekvayı
İnayeti Rahman yetişti bize
Üçlerle yediler hem kırklar bile
Birlikte girdiler Yenişehire
Şükür fetheyleyip diktik bayrağı
225
Mehmet acizleri söyledim yani
Lisanı acz ile işbu destanı
Kusurum bilirim çoktur noksanı
Görünüz fakiri affe sezayi (Bayrı,1956 :49- 54).
Yunanlıların, Osmanlı sınırlarını sürekli taciz ettiğini ve her seferinde
arkasında pek çok leş bırakarak kaçtığını ifade eden şair, Osmanlı
padişahının artık sanrının kalmadığını ve savaş kararı aldığını belirtir. 1897
yılının Nisan ayında savaş başlar. Osmanlı ordusunun korkusuzca
savaştığını dile getiren şair, savaşta önemli başarılar elde etmiş olan Hayri,
Neşet, Memduh, Hakkı, Haydar, Ethem gibi paşaları över. Osmanlı
Devlet’inin galibiyeti ile savaşın sonuçlandığını dile getirerek destanını bitirir.
226
IV. BÖLÜM
4.KÜLTÜREL VE İLETİŞİMSEL BELLEĞİN İCRACILARI OZANLARIN DİLİNDEN XIX. YÜZYIL SOSYAL OLAYLARI
Halk şairleri devirlerindeki sosyal bozuklukları her yönüyle ele almışlar
ve bu durumu eleştirmişlerdir. Bu açıdan devirlerine ayna tutan şairlerin
tespitleri mühimdir.
4.1. Devri Eleştiren Şiirler Aşık Zehrî de devrindeki insanları eleştirmiş, zamanın bozulduğuna
değinmiştir. Aşık Zehrî, devrini anlatırken yüzsüz insanların çoğaldığını,
zengin insanların merhamet etmediğini belirterek; bereketin kalmadığını,
rahmetin kesildiğini dile getirmiştir. Zamanın bozukluğundan şikayet etmiş,
kötülerin çoğaldığını, iyilerin ise azaldığını, insanların dinden uzaklaştığını
anlatmıştır :
…
Huda hıfzeyle çoğaldı yüz-süz
Sefil çok can hem yetim öksüz
Merhamet yok bayde şeker etmez müflüs
Ümidin giderme ilâcın ara
Halkı alem düştü dağ ile taşa
Sıbyanlar yatsunlar bakmaz kumaşa
Yardım et yarep dini İslâm şaşa
Almazsın bizleri bir an nazara
Eskiden söylenür vermesün kıymet
Kalmadı bereket kesildi rahmet
Yer yüzünden kalktı yoktur muhabbet
İtibar kalmadı okur yazara
…
227
Anlarda kendinin kadrini bilmez
Bizim ulemaya cühelâ gelmez
Düşkün kişilerin hiç yüzü gülmez
Mevlâm bizi selâmete çıkara
Kimseler görmemiş böyle bir sene
Çok gelmiş böyle olmamış yine
Bozuldu zemane aksine döne
Çok metahlar çıktı mutlak pazara
…
Neden geçmez oldu yarabbi niyaz
Çoğaldı kötüler zannım iyi az
Abdest almak bilmez ne kılar namaz
Suratı çoğalttı bâtıl kefere
Fıkaranın yoktur ekmeği aşı
Yer oldular otu toprağı taşı
Binikiyüz altmışbir sene başı
Yaklaşdı bin altmış ikiye vara
…. (Akca, 1940 : 96 - 98)
Acaip bir zaman içinde kaldık diyen Aşık Zeminî, yaşadığı devirde,
insanların dinden uzaklaştığını bu nedenle hiçbir şeyde bereket kalmadığını
belirtmiştir:
Bir acaip zaman içinde kaldık
Belâ sitem gelir hep ive ive
Züğürtlük dert ile hayıra daldık
Biz dilenci olduk paralar civa
Ekserisi terk eyledi namazı
İbadet itaat naz u niyazı
Ekmek tavşan oldu biz olduk tazı
Yorulduk yoşulduk hep kova kova
228
Hak sahibi gelir başa derilir
Yaka paça mahkemeye varılır
Ne matlubat biter ne borç verilir
İş böyle giderse com kara deve
Eski bereketler bilmem ne oldu
Cemi-i mahsulat sarardı soldu
Kahve şeker tütün bahasın buldu
Zeminî muhtaçtır bir çakım kava (Oğuz, 1994
: 161-162)
Devrindeki bozukluklardan şikayet eden bir diğer aşık ise Aşık
Gedaî’dir. Halkın canından bıktığını, her yanın münafık dolduğunu, evladın
babasına itaat etmediğini, insanların dinden uzaklaştığını, insanî değerlerin
azaldığını belirten Gedaî,aşağıdaki destanıyla devrini çok güzel betimlemiştir
:
Vasf-ı İstanbul
Hayrola her yandan şerler uyandı
Gayri şad olmanın zamanı geçti
Bütün ha1k-ı cihan candan usandı
Herkes sağlığından kesti gümanı
Rical ü kibardan kalktı inayet
Evlat babasına etmez itaat
Galiba yakındır ruz-ı kıyamet
Her taraftan zahir oldu nişanı
Günden güne halk-ı cihan bozuldu
Nefs-i emmareye cümle kul oldu
Türlü musibetlik kemalin buldu
Mevla ıslah etsin gafil insanı
229
Gittikçe çoğaldı münkir münafık
Akıbet oldular lanete layık
Kan ağlar hep âlem diyen yok yazık
Zalimler zulm ile yıktı cihanı
Kani din sahibi ol Müslümanlık
Kande kaldı ol evvelki insanlık
Zahir oldu nice nice isyanlık
Yalın ayak kaçırdılar şeytanı
Lut kavmine okuyalım lanetler
Nice zahir oldu bu alametler
Yalınız evlerde kaldı avretler
Bütün halk-ı cihan sever oğlanı
Havas da havai ayş ü işrette
Gezerler daima zevk ü sohbette
Bırakmış işini herkes gıybette
Derki şöyle yapmış falan filanı
Kimi yankesici kimi kumarbaz
Şimdi doğru adam kaldı azdan az
Tuttukları İşler Hakk'a yaramaz
Bıraktı cümlesi rah-ı Rahman'ı
Asi olup günden güne azarlar
Şeriatın ahkamını bozarlar
Bütün Fransızca okur yazarlar
Kimse lisanına almaz Kuran'ı
Dam-ı tezvir oldu bab-ı şeriat
230
Kande kaldı ol ahkâm-ı hakikat
Cümlesi kanuna eyledi biat
Geri kaldı Hakk'ın emr ü fermanı
Herkes endamına verir ziyneti
Baştan çıkardılar bütün milleti
Batırdılar gitti din ü devleti
Bozuldu Resulün yolu erkânı
Muhtac oldu âlem bir lokma nana
İş kaldı Mehdi-i sahip Kuran'a
Ön alınmaz gayri çıktı meydana
Bir alay süfeha din kalpazanı
Kande etsin haklı hakkını dava
Rüşvetsiz hiçbir iş görülmez asla
Ayaklar altında kaldı fukara
Asûmana çıktı ah ü figanı
Kimse bilmez bu ne haldir ne esrar
Bir amel işleyen yok Hakk'a yarar
Hızır'ın başından külahın kapar
Şimdi halkın para dini imanı
Bakmaz oldu fukaraya ağniya
Acımaz yüreği can gözü ama
Bütün sadra geçti cahil cühela
Sen kimden umarsın lutf u ihsanı
Nazar kıl alemden ibret al ey can
Çevirir çarkını aksine devran
Gürcü tüccar oldu dellal bezirgân
231
Hâr meskeni oldu deri bostanı
…
Ya mani ya şarkı okur geçenler
Kimi tambur çalar beste heceler
Bir saz alıp şair oldu niceler
İmtihana çeker sahip-divanı
Kimi derviş olur başında kûlah
Tarikat sırrına değildir âgâh
Bulursa bir dergâh uğrarsa nagâh
Keramet gösterir basar yalanı
Kalmadı hiç şimdi mürşid-i kâmil
Hep ehl-i masiva ziynete mail
Hak rızası için el açan sail
Kande ola bulur bir lokma nanı
Şeyhler harir kaplı giyerler samur
Terk-i dünya olan böyle mi olur
Halka-yı tevhide gör nice alur
On beş yaşındaki taze civanı
Şimdiki dervişlik cümlesi taklid
Sim ü zer içindir çektikleri vird
Âlemi kaydından eyleyip resid
Hak'la hak olanlar ararlar kanı
Âlimler ilmiyle eylemez amel
Hiç yıkılan bina tutar mı temel
Âlemde söylenir bu darbımesel
Ölecek hastanın olmaz dermanı
232
Gerçi bu dünyanın revişi hoştur
Gelip geçer ömrün hilesi boştur
Can kafesten uçar sanki bir kuştur
Akıbet terk eyler bu can insanı
Sana cani dünya baki mi kalur
Bir gün emanetin sahibi alur
Ruh bedenden çıkar ten türab olur
Bir zaman beklersin hâk-ı yeksanı
Vakit tamam olur kopar kıyamet
Cihan ıssız kalır haylice müddet
İsrafil Sur'unu üfler nihayet
Kurulur bir azim mahşer divanı
Cemmolur bir yere hep halk-ı cihan
Anda nadim olur eyleyen isyan
Yaz binde birini çekemez mizan
Süreler cahime ehl-i isyanı
Zamane melekler elinde zincir
Takar asilerin boynuna bir bir
Nar-ı cehennemde kalırlar esir
Sorma ah eyleyip kan ağlayanı
Hakk'ın divanında şefiülmahşer
Yaz sürap dergâha ümmetin ister
Elbet mücrimlere şefaat eyler
Affeder Mevla'nın çoktur ihsanı
Gelir mümin olan Resul katına
Ezel tabı imiş tahiyyatına
233
Livaülhamd sancağının altına
Cemmolup ederler şükr-i mennanı
Eyleme pirsin sen dünyaya heves
Ahrete tedarik etmekte herkes
Bırakma dilinden Hakk'ı bir nefes
Hak yoldaş eylesin sana imanı
Akil ol terk eyle bu dehri fani
Ecel sefinesi açtı yelkeni
Hayr ile yad etsin Gedai seni
Okuyup dinleyenler bu destanı (Zelyurt, 1989:
84-87 )
Yaşadığı devrin bozukluklarını oldukça çarpıcı bir şekilde dile getiren
bir başka şair ise Aşık Sümmani’dir. İnsanların ahlaktan uzaklaştığını,
kimsede namus kalmadığını belirten şair; bu işi ancak “gökteki Hünkâr” yani
Allah düzeltebilir demiştir :
Dinleyin vasfedem devranı demi
Cihan halkı şimdi hep dara kaldı
Değilsin müneccim bulunma zanda
Neden fehmedersin dildare kaldı
Milletse ahlaktan hep oldu beri
Kimsede kalmadı namus eseri
Bir dahi bozuldu çarhın çenberi
Düzeltmek gökteki hünkara kaldı .
Hanidir hürriyet hani mürüvvet
Kimi der adalet kimi müsavat
Herkes kendi fikrin eyler rivayet
234
Akıldana kimse kenara kaldı
Elbet baş gösterir sahib-i zaman
Ta burc u eflaka dayandı efgan
Camdan azat olan sabi vü sıbyan
Onlar da ağladı hep zara kaldı
Âleme bu günler düştü bir fırsat
Hep tarihler doldu oldu işaret
Milletin özünden yetişe himmet
Bizi şad eylemek Settar'a kaldı
Sümmani der akar bu çeşmim nemi
Sermaye ettiler millete gamı
Millete aydınlık derdin merhemi
Bizi halk eyleyen Gaffar'a kaldı (Zelyurt, 1989 :
100)
Zamane insanlarının kurnazlığından, hilekarlığından yakınan Tokatlı
Nuri, insanları yolunacak kaz gibi gören bu insanlara kanılmamasını salık
vermiştir :
Zamane hubuna meylini verme
Kışın zemheride yaz eder seni
Hakikatlı sanıp sakın inanma
Ganilik vaktinde hazzeder seni
Merhaba demeden eksik buyurur
Senden alır gayrilerin doyurur
Yahşi yahşi sim û zerden ayırır
Sanki yolunacak kaz eder seni
Nuri sen söylesen fakirliğini
Zira hiç anlamaz tıkırlığını
235
Eğer fark ederse cıbırlığını
Her gün eğlenecek saz eder seni (Zelyurt,
1989 : 281)
Biraz bahsedeyim ehl-i zamandan diyen aşık Seyranî, devrindeki
çarpıklıklara değinerek; iyilerin değer kaybettiğini, kötülerin ise rağbet
kazandığını ifade etmiştir. Devrinden şikayet eden aşık, insanlarda ar namus
kalmadığını, sarhoşların çoğaldığını belirtmiş, “hep sadra geçti köpekler”
ifadesiyle sadrazamları da sivri bir dille eleştirmiştir :
Asırda acaip işler çoğaldı
Bilmem bu işleri kimler ediyor
Dünyayı hep rezil köpekler aldı
Gelen ümeraya karşı gidiyor
Biraz bahsedeyim ehl-i zamandan
Yahşiler aşağı düştü yamandan
Aralık itleri olmuş kumandan
Uyuz it kurtlara kumand(a) ediyor
Buğday unu beğenmiyor köpekler
İplikten aşağı düştü ipekler
Hep sadıra geçti itler köpekler
Hanedan ayakta hizmet ediyor
Koltuk kılı fark olmuyor sakaldan
Tüccarlar aşağı indi bakkaldan
Aslanlara çoban düşmüş çakaldan
Şimdi aslanları çakal güdüyor
Mekteple medrese ortadan kalktı
Meyhane kerhane ortaya çıktı
Ar namus denen şey ortadan kalktı
236
Şimdi kişi bildiğine gidiyor
Sarhoşlar çoğaldı kalmadı ayık
Bu asra böylece haller de layık
Müzevirin, adı muhbir-i sadık
Şimdi kişi bildiğine gidiyor
İsimlerin tebdil etsem satılmaz
Cisimlerin tahvil etsem zat olmaz
Altın eğer vursan eşek at olmaz
Şimdi kişi bildiğine gidiyor
Şahinler yurdunu tuttu yarasa
Baklava yerine geçti pırasa
Şimdi rağbet deyyus ile terese
Zamane bunlara rağbet ediyor
Boy kürkünü beğenmiyor köçekler
Babasına akl öğretir cücükler
Yumurtadan burnu çıkan çocuklar
Horoz oldum diye cık cık ediyor
Küçükler büyüğe çorap giydirir
Tatlıyı insana acı yedirir
Seyrani zamane böyle dedirir
Şimdi kişi bildiğine gidiyor (Zelyurt, 1985:.297-
298 )
Öyle bir zamana geldik ki diyerek, yaşadığı zamandan şikayet eden
Aşık Yahya, insanlar arasındaki yaşayış farkını dile getirmiştir. Kiminin çok
zengin olduğu ve refah içinde yaşadığını, kiminin ise fakirlikten perişan
237
olduğunu, yiyecek ekmek bulamadığını ifade eden şair, böyle bir ortamda
yaşanmaz demiştir :
Öyle bir zamana geldik ki şimdi
Her biri bir güna halin içinde
Kimisi bahçede safayı sürer
Kimi koyun güder çölün içinde
Kimisi dünyanın zevkini bilmez
Kimi fukaralıktan bir şey görmez
Kimi ekmek parasını bulamaz
Kimi boy(u)na kadar malın içinde
Kimisi alemin sözüne kanmış
Kimisi merhamet çok olur sanmış
Kimi rençberlikte sıcaktan yanmış
Kimi has bahçede gülün içinde
Na çare böyleymiş bizim de kader
Dünyanın ahvali hep böyle gider
Kimisi köylerde çerçilik eder
Kimisi yağ ile balın içinde
Kimisi Allah'ın emrini tutar
Kimi kaygusunu üstünden atar
Kimi muhtekirdir biri bin satar
Yaşanmaz böylesi halkın içinde
Destisin koysun da pınardan dolsun
Aşık Yahya sözün burada kalsın
Dünyanın malları hep onun olsun
Bir gün çıplak gider salın içinde (Zelyurt, 1989
: 323)
238
Ahir zamanın geldiğini belirten Aşık Ruhsati, bu devirde merhametin
kalmadığını, adaletin yerini ise zulmün aldığını ifade etmiştir. Dünya ıslah
olmuyor, fukaranın yüzü gülmüyor diyen âşık bu durumdan duyduğu
üzüntüyü dile getirmiştir :
Bir vakta erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil dert belli değil
Fark eyledik âhir vaktin yittiğin
Merhamet çekilip göğe gittiğin
Gücü yeten soyar gücü yettiğin
Papak belli değil börk belli değil
Adalet kalmadı hep zulüm oldu
Geçti su baharın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acayip oldu
Koyun belli değil kurt belli değil
Başım ayık değil kederden yastan
Ah ettikçe duman çıkıyor festen
Harâba yüz tuttu bezm-i gülistan
Yayla belli değil yurt belli değil
Çarh bozulmuş dünya ıslah olmuyor
Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor
Ruhsatî’de dediğini bilmiyor
Yazı belli değil hat belli değil (Behram, 2001:
79)
239
Dünyanın çürümüşlüğünden yakınan Dadaloğlu, zulmün arttığını,
alimlerin bile bozulduğunu dile getirmiştir :
Yedi iklim dört köşeyi dolandım
Meğer dünya her tarafta bir imiş
Ben dünyayı Al'Osman'ın sanırdım
Meğer dünya dört sultanlık yer imiş
İrili ufaklı insan piç oldu
Onlar doğdu geçinmesi güç oldu
Altı arap atlı şahbaz nic'oldu
Mamur sandım yalan dünya çürümüş
Okuttuğun tutmaz oldu alimler
Kalktı da kitaptan arttı zulümler
Terlemeden mal kazanan zalimler
Can verirken soluması zor imiş
Dadaloğlu'm der ki sözüm vasiyet
Benim sözümü dinleyene nasihat
Besmelesiz kazanılmış piç evlat
O da dünyada ziyankar imiş.( Yağcı, 1996 :
204)
Dünyada muhabbetin kalmadığını, kimsenin garibanın halinden
anlamadığını belirten Kâmili, düşküne itibar eden yok diyerek kimsenin
dengini bulamadığından yakmıştır :
Muhabbet kalkmış dârı dünyada
Garibin halinden bilen yoğimiş
Kimsem yok halim edem ifade
Göz yaşımı burda silen yoğimiş
240
Candan muhabbetlim der bak şaşkına
Kaydoldum gelmeğe yılda beş güne
İtibar yok imiş asla düşküne
Şimdi yâr olana ölen yoğimiş!
Dost yoluna koymuş iken serini
Düştü deyu terkeder mi yârini
Şu dünyada herkes kafadarını
Arasa da bir dem bulan yoğimiş
Kâmilî der dost bağında güllenen
Kokulatmaz şu cihanda dillenen
Hiç bulunmaz hali ile hallenen
Ya ağlayıp yahut gülen yoğimiş ( Güney, 1958
: 56)
Aşık Kâmili, bir diğer şiirinde yine devrindeki insanlardan yakınmış ve
dünyada merhametin kalmadığını, haram ile helâlin birbirine karıştığını, her
geçen gün sıkıntıların arttığını belirtmiştir :
Eflâtun sağ olsa Lokman dirilse
Derdimize derman bulunmaz oldu
Çektiğimiz belalardan sorulsa
Saymağa da zaman bulunmaz oldu
Vurdu felek bu sineme bir neyze
Cefa ile geçti vah ömrümüze
Hükmile bir çare bulmağa bize
Bir âdil Süleyman bulunmaz oldu
Bilmem ezel böyle midir irade
Kendini kayıran yoktur karada
241
Haline bakıp da dârı dünyada
Rahmeder bir insan bulunmaz oldu
Tükendi kalmadı «öteberi»n de
Merhamet yok ne ağda ne «bey» de
«El’aman, bir lokma, öldüm!» desen de
Bir sahibi ihsan bulunmaz oldu
Kamilî'm!. Artıyor gün güne melâl
Doldururlar küpe haram ü helâl
Allaha halimiz işte arzuhal
Dertlilerle nâlân bulunmaz oldu (Güney, 1958 :
57)
Günden güne zamanın bozulduğunu ifade eden Aşık Lütfî, bunu
devrin insanlarından anlamanın mümkün olduğunu dile getirmiştir. Fesatlığın
arttığını, alemin yoldan çıktığını belirten şair, “çeşme baştan bulanık
vaktimizin şah u sultanına bak” diyerek yönetimi de sert bir üslûpla
eleştirmiştir :
Ey gönül bu pende kulak ver hele
Üstadı kâmilin erkanına bak.
Sakın Gillûgışi getirme dile
Yalınız ârifin irfanına bak
Evvelâ mecaze olunca mail
Sonra hakikate olursun nail
Var ise başında zerrece akil
Erenlerin merdü merdanına bak
Bulmak ister isen bu derde ilâç
Erbabı kemali eylersin sertaç
Gafil olma hemen can gözünü aç
242
İbret ile çerhin devranına bak
Sular gibi nehri hebaya akma
Gerdanına bendi alâmı takma
Nasın istediği a'male bakma
Başın kurtarmanın imkânına bak
Halkın mabeyninde ülfet kalmadı
Bezmi sefasında sohbet kalmadı
Kimseden kimseye şefkat kalmadı
Vaktiyle derdinin dermanına bak
Hak indinde birdir bahr ile sahil
Kimini şah eyler kimini sail
Kimin mecnun etti kimini âkil
Allahın kudreti fermanına bak
Evvel bu hasaret etmezdi zuhur
Yine bizden zuhur etmede kusur
Halkı âlem oldu fitnei fücur
Seyreyle âdemin seyranına bak
Ayinei âlem manzurumuzdur
Hem amellerimiz mazmurumuzdur
Çektiğimiz kendi kusurumuzdur
Kamu halkın cürmü isyanına bak
Nahnü kasemnayi bilip inansa
Kısmete rızayla Hakka dayansa
Bir âdem ziyade giyse kuşansa
Derler şu teresin unvanına bak
243
Bazı âdem var ki ziyade tezvir
Her ne işitirse etmede ta'zir
Hasud olma Mevlâ sana da verir
Tevekkül ol Hakkın ihsanına bak
Hepimize kuyu kazılmaktadır
Hayrü şer cümlesi yazılmaktadır
Günden güne devran bozulmaktadır
Fikreyle zamanın insanına bak
Kimin etti cahil kimin ülema
Kimin etti gani kimin fıkara
Kimin fasik kimin etti süleha
İncil, Zebur Tevrat, Furkanına bak
Hak ruzi cezayi edince ızhar
Bayü geda olur anda aşikâr
Gani fakir cümle beyana çıkar
Hakkın sıratına mizanına bak
Fısku fesat cari olup akmada
Gittikçe bu âlem yoldan çıkmada
Seri kârda olan bina yıkmada
Vücuhi beldenin âyânına bak
İlme amel eden ülema yoktur
Belâya sabreden fıkara yoktur
Başımızda âdil vüzera yoktur
Asrımızın mirimiranına bak
Bağıban gafletten olsa uyanık
Elin uzatamaz bahçeye sarik
244
Meşhur sözdür çeşme baştan bulanık
Vaktimizin şahü su1tanına bak
Lütfîya destanın görecek gözler
Bir kere işiten bir daha özler
Sana lazım değil bu gûna sözler
Çekil bir köşye seyranına bak (Bayrı, 1956 :
46 – 48)
Asrın insanlarını eleştiren Erzurumlu Emrah, gelecek kuşaklara öğüt
vermiştir. Merhametin ve insanlığın kalmadığını belirten şair, bilgili insanların
köşeye çekilmesinden ve örnek alınacak kimsenin kalmamasından
yakınmıştır :
Hileye yüz tuttu asırda insan
Mürüvvet merhamet hürmet kalmadı
Fısk ile âlûde oldu âbidan
Cihanda bir temiz tıynet kalmadı
Herkes mail oldu süse ziynete
Erenler çekildi künc-i vahdete
Bir ehil gelmiyor sadr-ı devlete
Feyz alacak sahib-himmet kalmadı
Bu pendim uşşaka olsun yâdigâr
Dâim fitne fesad oldu âşikâr
Cümlemiz hıfz etsin ol perverdigâr
Pâk-i dâmen ehl-i iffet kalmadı
Gafletle geçirme ömrünü Emrah
Kime arzedersin halini Emrah
Hâle tebdil eyle kalini Emrah
245
Seni gûş edecek şefkat kalmadı (Ural, 1984 :
63 – 64)
Devrin insanlarını ve kötü yönetimini eleştiren Ruhsati, insanların
dünya hayatına ilgi gösterdiklerini ve dinden uzaklaştıklarını, kadıların ve
müftülerin işlerini iyi yapmadıklarını dile getirmiştir:
Zamanenin mahlukatı
Bütün dünyaya düşmüşler.
Ederler dinini yağma,
Mülkü davaya düşmüşler.
Nisalar (bayanlar) açık gezerler,
Cehennemden od üzerler,
Melekler günah yazarlar,
Âkiller zâbe düşmüşler,
Kadı işi yarım görür,
Hükümetler baştan savür,
Bazı müftü fetva verir.
Kuru fetvaya düşmüşler.
Kitaptan kaçan ürkekler,
Cehennem yolu bekler,
Müminim deyu erkekler,
Acep sevdaya düşmüşler.
Ruhsat bu ne dolaşıklar,
Karardı yanan ışıklar,
Bu derdi çekmez âşıklar,
Varup Mevlaya düşmüşler ( Aşkun, 1945 : 98)
Ruhsatî, yaşadığı devrin ahir zaman olduğunu belirtmiş, artık
Mehdi’nin zamanı geldi demiştir. Musibetlik, fesatlık gibi fenalıkların arttığını,
246
hiç kimsede din iman kalmadığını ifade etmiş, dünyanın tadının kalmadığını
dile getirmiştir :
Erişti nevbahar oldu,
Şeyda bülbül figanda hep
Deli gönül cuş eyledi,
Dağlar başı dumanda hep
Şaşırdık haftayı, ayı
Doldurduk biz de çileyi,
Yarabbi bir sahip iyi
Bütün âlem gümanda hep.
Mürtekip aldı cihanı,
Kimde arıyon imanı,
Ehli hakkın yanar canı,
Geda olan amanda hep.
Fesat kazanları kaynar,
Allah Allah yer, gök oynar,
Sabreyle gör hudâ neyler,
Melekler de gümanda hep.
Mehdinin zamanı geldi,
Musibetlik kemal buldu,
Yetmiş iki millet doldu,
Bihakkın yer tufanda hep.
Sürüye çoban kalmadı,
Damarda hiç kan kalmadı,
Din garip, iman kalmadı,
Yazılmıştır kur' anda hep.
247
Doğru söylemiyor nâip,
Herkes zamaneye tâlip,
Eğer bulunmazsa sâhip,
Lezzet bulmam cihanda hep.
Sen ne ararsın Ruhsatî,
Geçirme elden fırsatı,
Kıyâmetin alâmeti,
Yarın görün divanda hep( Aşkun, 1945 : 100 –
101 ).
Sosyal konulara çok duyarlı olan Aşık Ruhsatî, yine bir diğer şiirinde
dünyanın temeli yitti demiş, zamanın bozukluklarını anlatmıştır. Ardından
geçinmenin zorlaştığını, kadınlarda şeref kalmadığını belirterek “yana yana
tütün oldum” demiştir :
Dünyanın temeli yitti
Geçinmesi çetin oldu
Fukaraya gün kalmadı
Mürtekipler metîn oldu.
Kime edersin riayet
Ne derman kaldı ne takat
Nisalarda yok şerafet
Elekçiler hatun oldu.
Aksine yazmam hattı,
Böyledir dünyamız zatı,
Bu derdi çekemez Ruhsatî
Yana yana tütün (duman) oldu ( Aşkun, 1945 :
106).
248
Ruhsatî bir diğer şiirinde yine ahir zamanın geldiğini ifade etmiş, bütün
alâmetlerin göründüğünü belirtmiştir. Ardından nerdesin ey Mehdî diyerek
artık Mehdî’nin gelmesini istemiştir :
Ey gönül âyanı devlet içre himmet kalmadı,
Kimden umarsın vefa ehli mürüvvet kalmadı.
Nefsi nefsi oldu alem her kişi hayrettedir,
Kimseden kimseye dermanü takat kalmadı.
Ey diriga lutfu ihsanın kapısın yaktılar,
Zikri hayrolsun denir ehli saâdet kalmadı,
Gel zuhur et kandesin ey mehdii âhir zaman,
Kim cihanda zahir olmadık alâmet kalmadı.
Câhilü nâdan olagör diler isen mertebe,
Kim kemal ehline Ruhsat şimdi rağbet kalmadı
( Aşkun, 1945 : 105).
Aşık Şenlik, yaşadığı devri anlatırken, dostun dosta itibarı kalmadı
demiştir. İnsanlara güvenilmeyeceğini ifade ederek,bu durumdan yakınmıştır
:
Tarih binüçyüz on dokuz dedi,
Zuhur etti alemeti dünyanın.
Dostun dosta ihtibarı kalmadı,
Kalktı bugün kerameti dünyanın (Şenlik,1954 : 20)
Zamanındaki bozukluklardan şikayet eden bir diğer şair ise Âşık
Figanî’dir. Şimdi fitne devridir diyen şair, kadir kıymet kalmadığını belirterek
“hepimize tövbe istiğfar gerektir” demiştir :
Kalmamış âlemde kadr-i haysiyct ülfet medet
249
Şimdiki âdemde uymaz sûrete sîret medet
Şimdi âlem fitne devri sîm ü zer eyyâmıdır
Fitne-i ahir zamanda böyle bir hikmet medet
Bilmedik biz şükrümüz bây ü gedâ bir haldeyiz
Tövbe istiğfar gerektir bizlere elbet medet
Pâdişah-ı âlemi biz abdestle yad etmedik
Affeder isyânımız çok hazret-i şevket medet
Kıl teşekkür çekme gamâciz FİGANİ âkil ol
Hak desûIü Kibriyâdan merhamet şefkat
medet ( İvgin, 1994 :131)
Devrindeki sosyal bozuklukları çok iyi tasvir eden Seyranî, aşağıdaki
destanında yine oldukça başarılı bir üslupla devrini eleştirmiştir. Sanatçı
duyarlılığı ile devrine bakan şair, devrinin portresini çizmiştir. Cahilden vefa
ummanın, zehirden şifa ummaya benzediğini ifade ederek, akıllı insanların
düşünmesini istemiştir. Ardından da hükümeti sert bir üslûpla eleştirmiştir :
Edelim nazmile hoş bir destan
Dinlesin talib-i destan olanlar
Verirse de nazmım cahile sıklet
Kadrim bilir sahib-i irfan olanlar
Görmüş yok cihanda cahilden vefa
Vefa umup etme kendine cefa
Olur mu insana zehirden şifa
Fikr-etsin gönülden ihvan olanlar
250
Sultan isen koyma boynunda vebal
Her işin sonunda var elbet zeval
Bir mezaristana git, eyle sual
Kimdir o hâk ile yeksan olanlar
Niçin garip oldu hükm-i şeriat
Kadı’nın, müftünün yediği rüşvet
İçkiden zinadan cahile nevbet
Vermiyor hafız-ı Kur’an olanlar
Küçük lokma ile dolmaz avurdu
Ne yaman insanı kasdı kavurdu
Cihanın külünü göğe savurdu
Geçti sadarete hayvan olanlar
Bizleri bu ateş haşredek yakar
Sanma şimdi sular engine akar
Borcunu zannetme gırtlağa çıkar
Ecelden kalbine ferman olanlar
Alırsın rengini yeşilli, morlu
İlletin yok iken olursun çorlu
Kılıç vuran düşman olursa zorlu
Kurtulmaz sahib-i kalkan olanlar
Kimsenin kimseye yoktur sayesi
Katıldı sütlere cehlin mayesi
Tilkiye verildi aslan payesi
Tilki gölgesinde aslan olanlar
Herkes belasını azdı da buldu
İnsanda evvelki sadakat n'oldu
251
Eski sarayları beğenmez oldu
Yere sığmaz oldu sultan olanlar
Çarh-ı felek daim dönüp öğünmez
Dönerse de dahi eyliğe dönmez
Yedi derya suyu dökülse sönmez
Bu zulmün nârından suzan olanlar
Seyranî, kâmiller tanın eylesin
Cahiller nutkun zemmin söylesin
Bundan âlâ destan yapıp neylesin
Sairlikte merd-i meydan olanlar ( Aktan, 1997 :
274 – 276 )
Asrın şerrinden Allah’a sığınan Aşık Cemal, bu devrin insanlarından
fayda umulmayacağını dile getirmiştir. Herkesin kendi açtığı kuyuya yine
kendisinin düşeceğini belirterek, “her ne istersen Allah’tan iste kul kapısından
hayır gelmez” demiştir :
Bine üçyüz yetmiş üç oldu tarih,
Bu asrın şerrinden sığın Allah'a,
Kimseden meymenet umulmaz artık,
Umduğun arzeyle ulu dergaha.
Bülbül figanını gül kapısından,
Harami vaz geçmez bal kapısından,
Kula vefa gelmez, kul kapısından,
Dileğin var ise arz eyle Şaha.
Der ki CEMAL sırrın kimseye açma,
Çekil inzivaya nasa kanşma,
Kimseye hor bakıp, kuyusun eşme,
252
Eşen düşer birgün eştiği çaha (Aslan,1978:
113)
Yine Aşık Cemal, bir başka şiirinde zamane insanlarından şikayet
etmiştir. Rüşvet alan, insanlara hakaret eden, maaşına kanaat etmeyen,
anasını babasını beğenmeyen memurları eleştirmiştir :
Zemana halkından şikayetim var,
Gönül ferah olmaz baksam ne yana.
Bir çok mazlumlardan gelir intizar,
Bazı zalimlerden zulm eder cana.
Ufak bir memurluk takanlar kola,
Gelir olur halkın başına bela,
Döver söver seni alırsa ele
Baksan hareketi tam Nemrutane.
Serden sarhoşluğu halden anlamaz,
Çeker ifadeye ama dinlemez
Derde reşit olmaz, yazığı bilmez,
Gözü kızar döner bir kahramana.
Aldığı maaşa etmez kanaat,
Keratanın düşüncesi hep rüşvet,
Vatandaşlarına kılar hakaret,
Çengel takar çalar o yan bu yana.
Bulamaz bu derde bir çare güya,
Her zevkten kalmıştır kenara güya.
Çalışır çabalar biçare güya,
Yine yoksulluktan gelir amana.
Bazı sütsüz varki olursa memur,
253
Suçluyu suçsuzu dinlemez vurur,
Kızar kızar olur bir kızgın demir,
Kızgınlığı kaynak verir kazana.
Sanki sultan olmuş görür davayı,
Beş paraya almaz bayı, kadıyı,
Ölümü düşünmez ağzı havayı,
Kendini benzetir bedir arslana.
Memur olur babasını beğenmez,
Künyesinde dedesini beğenmez,
Aslı bozuk ebesini beğenmez,
Sütü bozuk adam neden utana ( Aslan, 1978 :
114)
Dünyanın tadının tuzunun kalmadığından yakınan Aşık Musa, ahir
zamanın geldiğini söylemiştir:
Duaya çıktık da kabul olmadı
Çok nefes arzettik yerin bulmadı
Şu dünyanın tadı tuzu kalmadı
Ölene imrenir sağlar yareden !
Bize ibret oldu bu bir alamet
Bilmem ahir vakit, bilmem kıyamet
Kışın kar yağmadı, yazın da rahmet,
Sarardı bahçeler, bağlar Yareden!
Musa der ki : Fani dünya çürüdü,
Gözümüze bir görünür varıdı,
Ekinler kavruldu, otlar kurudu
Yerler, gökler bir hoş oldu Yareden! (
Kırımhan, 1995 : 268)
254
Devrinden yakınan bir diğer aşık ise; Aşık İlhami’dir. İnsanların dinden
uzaklaştığını, her yerin fitnelikle dolduğunu, paraya itibarın arttığını, evlatların
anne babalarına saygı göstermediğini belirten şair, ahir vaktin geldiğini
söylemiştir. Devrin mollalarını, alimlerini, memurlarını eleştirerek
ikiyüzlülükten yakınmıştır :
Ahir vakta kaldı neüzübillah
Halkı alem bütün fetnekar şimdi
Devalar görülmez hasbeten-lillah
Sim ile zerredir itibar şimdi
Ne savm ile salat kaldı geda-da
Ne haç ile zekat var ağniyada
Biliniz bir Kur’an kaldı arada
Şeriatın dilde adı var şimdi
Ezanlar okunur gelmez cemaat
Cihanı büsbütün kapladı bidat
Çalgıcı gelirse ederler rağbet
Saz ile santura itibar şimdi
Emanet verilen sağlam alınmaz
Değme nasta dini bütün bulunmaz
Hırkada gezenin kadri bilinmez
Kürk ile şalvara itibar şimdi
Na-ehil olanlar hep büyük işde
Nüfuz da kalmadı beylerde
Faili mefulü bilmeyen softa
Ayetten hadisten vazeder şimdi
Kimisi abdestli kimisi çitli
Kimisi kürklüdür kimisi bitli
255
Medreseler boştur odalar kitli
Zevk-u sefadadır mollalar şimdi
Alimler ilmiyle etmez ameli
Demez hiç kimseler hak söze beli
Nasihat eylesen derler bu deli
Puşt ile deyyusa itibar şimdi
Katı müşkül oldu istinkah hali
Niceler boş yere alır vebali
Fakir fukaranın sorulmaz hali
Güzele zengine itibar şimdi
Hoşnut değil şimdi herkes halinden
Nefret eder ayalinden malınden
Dinimiz düşmanın adüv elinden
Nice din kardeşi hakisar şimdi
Ak sakallı pirler hep dine söver
Evlatlar anasın babasın döver
Bağzı münâfıklar kendin över
Cihanı lut kavmi hep aldı şimdi
Amirin kani memurun sultanı
Deli hafız derler fakirin şanı
Delilik yolunda tariki ami
İsteyen kimseler vazgeçer şimdi
İlhami şeyhinden sen iste beyan
Ettiğin günaha gel ol peşiman
Evvel âhir haktır ölmeyip kalan
Cümle masivâdan geç gönül şimdi (Kırımhan,
256
1995 : 465)
Aşık Hakkı, dünyanın eski düzeninin kalmadığından yakınmış ve
devranın tersine döndüğünü belirtmiştir. Devrin insanlarını eleştiren şair,
artık Mehdi’nin gelme zamanı diyerek ahir vaktin yaklaştığını ifade etmiştir.
Herkesin para pul derdine düştüğünü, kimsede şeref, şan kalmadığını, artık
sadakatin de dostluğun da bulunmadığını vurgulamıştır :
Nizam-ı âlemde eski istikamet kalmadı
Gayrının hakkına hürmet ve riâyet kalmadı
Eyliyor şimdi felek devranı mutâd aksine
Cevr-i hûbu arz eder ehl-i şikayet kalmadı
Takrir etmekte gelen hep âsârını selefin
Meclis içre söylenir özge hikâyet kalmadı
Eyledi teşbih felek devrânını ezmânına
Tebdil oldu cümlesi eski zenâat kalmadı
Her bir insan san'atıyla rızk için meşgul olur
Rızkına kani olur sahip-kanâat kalmadı
Sim ü zer kaydına düştü bay gedâ cümle
adem
Hanedanlık saltanat şöhret şerâfet kalmadı
Kalmadı her bir umurunda dünyanın lezzeti
Âhir oldu Mehdi'den başka alamet kalmadı.
Âşıkım diye lisânen söyler ammâ aslı yok
Kavli kalbine uyar ehl-i sadâkat kalmadı
257
Yok ise de şimdilik kalbi sadık üftâde hiç
Tab'-ı hûbanlarda da asla nezâket kalmadı
Andelibi söyleten vâkt-i seherde goncadır
Virdini zahir görüp dilde rekaket kalmadı
Veçhini tenha kalınca arz eder meftûnuna
Hakkıyâ şimdi güzellerde dirâyet kalmadı
(Ercan, 1998 : 323 – 324 )
Aşık Kaşif, devrin insanlarındaki değişiklikleri anlatırken, bu durumdan
şikayet etmiştir. Zamane insanlarına akıl ermediğini belirten şair, bu gidişi
eleştirmiştir. Başların açılmasından, kaşların incelmesinden, saçların
kısalmasından yakınmıştır :
Eğer eflatun-u cihan da olsa
Şimdiki zamana aklı eremez
Öyle bir gidiş var görseniz eğer
Bir hoca bu derse mânâ veremez.
Türkçe yazmak Türkçe okumak yele
Verilip savruldu rüzgar ile
Eski bildiğimiz karıştı sele
Gitti ama, bir çukura giremez.
Nerde kaldı bizim ebced, Elifba
Ortadan kaybolup oldular heba
Varmı şimdi selam ile merhaba
Şu hal bilmem ama, pek çok süremez.
Evvelki aslına gelse de şu hal
Çokları anlamaz bundan bir meal
Geçtikçe haftalar uzadıkça sal
258
Açık defterleri kimse düremez.
Çöp gibi inceldi o kumral kaşlar
Kesildi bellerden aşağı saçlar
Kulakta küpeler, açıldı başlar
Böyle vakıayı gözler göremez. ( Kalkan, 1988 :
68 – 69 )
4.2. Rüşveti Eleştiren Şiirler Halk şairlerinin sıkça üzerinde durduğu ve eleştirdiği sosyal
bozukluklardan bir de rüşvettir. Bu konuda Seyrani’nin söylediği aşağıdaki şiir
oldukça çarpıcıdır. Rüşvetin yarattığı adaletsizliği ve toplumsal kurumlardaki
çürümüşlüğü oldukça etkileyici bir şekilde gözler önüne seren Seyranî şöyle
demiştir :
Mahkeme meclisi icat olduğu
Çeşme-i rüşvetin akmaklığından
Kaza bela ile alem dolduğu
Kazların kadıya uçmaklığından
Selefin rüşvetle hüccet yazması
Halefin anlayıp hükmün bozması
Yıkılan binanın birden tozması
Asıl sermayenin topraklığından
Asıl sermayeyi niyabetleri
Emval-i eytamdır ticaretleri
Davet-i rüşvete icabetleri
Sıdk ile gönlünün alçaklığından
Bülbülün aşkıdır dalda öttüğü
Çobanın sütedir koyun güttüğü
Toprağın Habil’i kabul ettiği
259
Şüphesiz yüzünün yum(u)şaklığından
Dünyadan ahrete gidip gelmemek
Olması iktiza eder ölmemek
Balık baştan kokar bunu bilmemek
Seyrani gafilin ahmaklığından (Behram, 2001 :
74)
Seyranî, bir başka şiirinde yine rüşvet konusuna değinmiş ve bu
durumu eleştirmiştir. İnsanların dinden uzaklaştığını da belirten şair, er geç
adaletin yerini bulacağını ve haklının haksızdan hakkını alacağını ifade
etmiştir :
Eyvah fukaranın beli büküldü
Medet ticaretin gücüne kaldık
Eyiler âlemden göçtü çekildi
Bizler zamanenin piçine kaldık
Rüşvet ile yazar hâkim hücceti
Hüccet ile alır kadı rüşveti
Kimse bilmez oldu sözü sohbeti
Bozuldu sikkenin tuncuna kaldık
Zaman gelip insanoğlu azacak
İngiliz okuyup Frenk yazacak
Evlat babasına mezar kazacak
İnanın insanın acına kaldık.
Sene bin iki yüz altmış beş tamam
Okunur ezanlar bos bekler imam
Seyranî bu nutkun sonu vesselam
İnanın dünyanın ucuna kaldık.
260
Seyranî bu işin sonu n’olacak
Haklılar haksızdan hakkın alacak
Herkes ettiğini er geç bulacak
Darılman zâlimin hıncına kaldık (İslamoğlu,
2002 : 232)
Aşık Cemal’de rüşvet alan insanları ağır bir dille eleştirmiş, bu kişilerin
vatana ihanet ettiğini söyleyerek, “Kemal Atatürk’ten utanın” diye
seslenmiştir. Ardından bu kişilere beddua eden şair, bunların ailelerine de
yüklenmiştir :
Be hey rüşvet yiyen domuz
Bak horluyor cihan seni
Niçin gittin o mektebe
Okuttu it baban seni.
Haramdan kapar hissesin
Alır doldurur kesesin
Nasıl tohumdur esasın
Kimden aldı anan seni.
Beşikte yattın uyudun
Şimdi ne isen oyudun
Büyümeseydin büyüdün
Büyüttü bu vatan seni.
Memur olunca neyledin
Doğruyum diye söyledin
Güya ki yemin eyledin
Çırpındıra Kur’an seni
Rüşvet aldığın o naçar,
Fırsat bulsa kanın içer,
261
Görünce tükürüp kaçar,
Her namuslu bayan seni.
Yiyersin yaştan kurudan
Kahrede seni yaratan
Niyazım ulu Tanrı’dan
Kaldırsın aradan seni.
Yine başladın itliğe,
Vatandaşan namertliğe,
Bu düşer mi milletliğe,
Lanet eder gören seni.
Hain bakma bu ülkeye
İşin düşer mahkemeye
Salarlar yüz numaraya
Ederler batlağan seni.
Sen yemesen bu rüşvetden,
Ahır iyi gelmez öten,
Kemal Atatürk’ten utan,
Güya bildi insan seni ( Aslan, 1978 :
170 – 171)
Rüşvet almanın Türk’lüğe uymayacağını belirten Aşık Cemal, bu
durumun vatana leke vurduğunu belirtmiştir :
Böyle kötü haller Türklüğe uymaz,
Sadık Türk olanlar millete kıymaz,
Asılsız aldığı maaştan doymaz,
Rüşvet yiyip leke vurur vatana ( Aslan, 1978 :
114)
Rüşvet konusuna değinen bir diğer halk şairi ise; Hilmi Dede’dir.
262
Dünya hırsı ile hareket eden, kanaatsız insanları eleştiren şair, vefasızlıktan
da yakınmıştır :
Hırsı dünya ile melufe kanaat mı olur
Malı karun ile melufe kanaat mı olur .
Göz diküp malına halkın gözedirken rüşvet
Böyle cah ehline davayı adalet mi olur .
Kizbü gaybet ile telvisi dihan eyliyerek
Hazreti hakka o ağız ile ibadet mi olur .
Kişinin maye'i zatında yoğısa irfan
Bozma , düzme söz ile ehli keramet mi olur
Amil olmazsa eğer ilmi ile bir alim
Bundan edna dahi dünyada dalâlet mi olur,
Hak bilürken kişinin zahirini , batınını
Halka kendisini öğmekte şerafet mi olur .
Hep emanet olarak arzu hukukı insan
Söğmeğe , döğmeğe dünyada cesaret mi olur.
Mescidü zaviyede cümle riyâkaranın
Mezhebü dini mûbininde metanet mi olur.
Serfüru halka eder halika etmez secde
Bundan edna dahi İslâma habaset mi olur
Gılzati lafzile erbabı hulusa karşu
Dil uzatmak gibi alemde rezalet mi olur .
Bazılar kendisini cümleden âlâ görmüş
Böyle hulya gibi insana denaat mi olur .
Zatını gayriye nisbet ile akıl sanmak
Buna benzer bu şifahanede cinnet mi olur
Kalmadı zerre kadar şimdi vefayi insan
Bi vefa dosta sadakat gibi mihnet mi olur .
Uzlet et halkile beyhude savaşma HİLMİ
Kendi halinde bulunmak gibi rahat mı olur
( Aşkun, 1937 : 72 – 73 )
263
Aşık Mırık, şiirinde rüşvet alan bir köy muhtarını mizahi bir üslûpla
eleştirmiştir. Muhtarın halktan para topladığını, ama karşılığında köye hiçbir
şey yapmadığını belirten şair, muhtara fakirleri de düşün diye seslenmiştir :
Yedin mi tavuğu kazı
Azalara kaldı azı
Vallahi kandırdın bizi
Demek köyün muhtarısın
Ne kadar yedin yumurta
Boğazını yırta yırta
Çenemize dürte dürte
Demek köyün muhtarısın
Para aldın lazım diye
Garibleri soya soya
Hani ne yaptın ki köye
Demek köyün muhtarısın
Yol yaptıracağım dedin
Toplanan parayı yedin
Günah olur mu demedin
Demek köyün muhtarısın
Ücretini aldın peşin
Bıyığını büktün kışın
Fakir olanı da düşün
Demek köyün muhtarısın
Az demedin çok demedin
Baldan aşağı yemedin
Kazıdın tekne komadın .
Demek köyün muhtarısın
264
Yine geldi bir çil horoz
Sanki biz görmedik körüz
Fadime'ye de ver biraz
Demek köyün muhtarısın ( Ercan, 1998 : 320 –
321 )
4.3. Riyakâr Dindarları Eleştiren Şiirler Halk şairlerinin yakındığı bir diğer konu riyakar sofulardır. Riya ile
yapılan ibadetlerden, dinin kötüye kullanılmasından, samimiyetsizlikten
şikayet eden şairler, bunu şiirlerine zaman zaman konu etmişlerdir.
İbadete riya karışmasından yakınan Aşık Pesendî, bu tip insanlara
şöyle seslenmiştir :
Bir fasikin iki tane oğlu var
Zencir taksan haşre kadar uslanmaz
Sanki Firavun'dan gelme kolu var
Hakikatın kucağına yaslanmaz
Birisi fitnedir birisi şeytan
Birisi Yezid'dir birisi Mervan
Arş ü Kürsi, Levh ü Kalem, asüman
Ay gün yere düşer onlar paslanmaz
Birisi varlıdır, birisi yoklu
Birisi azlıdır, birisi çoklu
Darbımesel: Çıkmaz domuzdan toklu
Bir gölge ki suya düşer ıslanmaz
Merhamet cebinin dibidir delik
Var git riya torbasının dibin dik
Riya ile namaz kılma eşek .......
Şeriat tarikat ile süslenmez
265
İptida mektebe gider bir uşak
Şeriatten bağlar beline kuşak
Kendini alim mi sandın daltaşak
Her mecliste ulemalık taslanmaz ( Zelyurt,
1989 : 289)
Aşık Huzurî de, riyakar sofulardan yakınmıştır. Bu insanların kalbi
kararmış diyen şair, temizlenecek hamam bulamazlar diyerek şikayet
etmiştir:
Riyakâr sofunun kalbi kararmış
Temizlenmek İçin hamam bulamaz
Gussasız günahsız adam ararmış
Ahlakına uygun imam bulamaz
Dervişim diyende olur mu gurur
Kendini beğenir ele taş vurur
Eteği belinde Mekke'ye yürür
Girse Beytullah'a İslam bulamaz
Nifakı içinde zehri dışında
Nedir bu alaka halkın içinde
Herkes iyi bir nam bulmak peşinde
Huzurî kendinden bednam bulamaz ( Zelyurt,
1989 : 315)
Riya ile yapılan ibadetin faydasız olduğunu belirten Harabî, duvara
karşı yatıp kalkmakla Allah’ın bulunamayacağını belirtmiş, bu insanları
eleştirmiştir :
Zihd ü riya ile olan ibadet
Hatadır Hazret-ı Settar'a karşı
Böyle namaz ile olamaz ümmet
Hiç kimse Ahmet-i Muhtar'a karşı
Tarikatsız mümin olamaz kimse
266
Nur-ı nubüvvetle dolamaz kimse
Hakk'ı Peygamberi bulamaz kimse
Yatıp kalkmak ile duvara karşı
Allah gözlerine çekmiş bir perde
Yok dersin Allah'ı gökte ve yerde
Gösterelim gel de gör Hakk'ı nerde
Secde eyleyesin didara karşı
Ebsem ol Harabi nasıl edersin
Halli müşkil böyle sözler söylersin
İçtinap et belki hata edersin
Haydar-ı Kerrar'a, Hünkâr’a karşı ( Zelyurt,
1989 : 316)
Kütahyalı Aşık Pesendî, yine dindar geçinen samimiyetsiz insanları
oldukça keskin bir üslûpla eleştirmiştir. Dünya malını, imana tercih eden bu
insanları hain olmakla ve sahte dindarlıkla suçlamıştır :
Bir alay hergele çıkıp aleme
Ademin hayvanı samansızları
Geyüp elbiseyi dönüp âdeme
Kırların gömleksiz yorgansızları
Halık'ı unutup her biri sapmış
Cah-ı dünya için kapular yapmış
Vatan sürgünleri hep külah kapmış
Her biri bir yerin mekânsızları
Çıktılar etrafa âdemiz diye
Geceleri kalpak gündüz fes geye
Belimiz büküldü baş eğe eğe
Mert oldu yabanın tabansızları
267
Görülmemiş bunlar gibi uğursuz
Hayasız edepsiz ustasız pirsiz
Zadegânlık satar nesli belirsiz
Çingenenin donsuz tumansızları
Ehl-i din zulm ile ateşe yanmış
Ne diyara gitsen her yer kuşanmış
Değil illa darülşşifa boşanmış
Şimşek delilerin fermansızları
Atıp tutup gide seninki gene
Söz kavafı çene değil makine
Cehlinden kul 'olmuş kibr ile kine
Yapma beyzadenin ihsansızları
Tamam dirhemleri meydana asar
Dara-mara derken yarısın kasar
Ondalık satarken çoğunu çalar
Esnafın hak saymaz mizansızları
Yalan firar etti çevirdi avcı
Acarın seçtiler hocayla hacı
Cerideci katip hekim saatçi
Dellale verdiler pek cansızları
Buldu bela şükretmeyen haline
Aldandı feleğin reng û aline
Değişti imanı dünya malına
Şeytanın yularsız çobansızları
Yeryüzünde sofu gayet haindir
268
Şeytan maskarası çarpıcı cindir
Daveti duyarsa salar şahindir
Ziyafetler bekler sahansızları
Geçirmiş bir takım cahil hakkını
Dervişan kılıklı hep iş kaçkını
Esrara şaraba vermiş aşkını
Namazsız niyazsız erkânsızları ( Zelyurt, 1989
: 318 – 319 )
İmanın sadece sözde değil, kalpte de yaşanması gerektiğini belirten
Agahî, Hacı Bektaş yoluna girmenin önemine de değinmiştir. Şekilde kalan
ibadetin bir işe yaramayacağını anlatan şair, gönlün önemini vurgulamıştır :
Sofu sen kendini arif sanırsın
Benden özge arif yok yok diyerek
Suret-i zahirde kafa sallarsın
Oturur kalkarsın Hak Hak diyerek
Guş eyle pendini ey sofuzade
Sen bu gönül ile kalırsın dağda
Senin gibi gezer leylek havada
Geçirir ömrünü lak lak diyerek
Onda körsün bunda eğer kör isen
Rah-ı erenlerden bî-haber isen
Yarın Hakkın divanına varırsan
Kovarlar dışarı çık çık diyerek
Agâhi’nin bu sözünde durmazsan
Ebedi kör kal meydan görmezsen
Hacı Bektaş tarikine girmezsen
269
Sonra canın çıkar hık mık diyerek ( Zelyurt,
1989 : 319)
Aşık Zülali, işini doğru yapmayan imamlardan ve onların
riyakarlıklarından alaylı bir dille söz etmiştir. Mizahi bir üslûpla yaptığı bu
yergi oldukça çarpıcıdır. Bir gün bir köye imam olduğunu belirten şair,
başından geçenleri şöyle anlatmıştır :
Bir aralık bir köye imam oldum
Ne bilem takdiri neler olacak
Başıma bir bela aradım buldum
Meğer çekilecek çile dolacak
Başladı ölüler üçer hem beşer
Günde talihime yüz lira düşer
Savımdan selattan kırkar ellişer
Yığıldı bankınot oldu bir kucak
Hastacılar geldi ayağa kalktım
Üzerlik toplattım muskalar yazdım
Dediler nolacak talihe baktım
Dedim ya ölür ya ölmez kalacak
O gün bize geldi yine bir hasta
Cebinde bankınot olmuştu deste
On beş lira aldım yüz daha üste
Köyün muhtarıyle olduk bacanak
Kaza bu ya bir gün öldü bir fakır
Kefen parası yok evi tamtakır
Aldık ıskatını hep tıkır tıkır
Çocuklarına kalmadı kapkacak
270
Bir sabah kalkınca dedim: Ya fettah
Bu gün bir cenaze yok mu bir nikâh
İkisini birden halk etti Allah
Dünyada sevindim bir gündür ancak
Biri bir gün dedi: Davete gidek
Gidelim hocam ki vardır çok yemek
Güllaç baklavalar yağlıca börek
Helva kadayıflar gayet yumuşak
Gittik yedik sıra duaya geldi
Dedim biraz daha kırk lokma kaldı
Mide buldu bağırsaklar kabardı
Öleyazdım şükür kırıldı kuşak
Artık köy içinde dinlenir sözüm
Yırtıldı perdesi utanmaz yüzüm
Bir gün bir kadına düşsün mü gözüm
Az kaldı ki yedik bir tatlı dayak
Dedim gel Zülali bu meslekten sap
Nasip kısmetini özge yerden kap
Neylersin imamlık şairliğin yap
Böyle riyakarlık senden çok ırak (Zelyurt, 1989
: 324 – 325)
Aşık Demanî de, bu konudaki eleştirisini müftü fetvayı ters yazdı
diyerek dile getirmiştir. Aman Allah diyen şair, bu riyakar dindarları her
yönüyle ortaya koymaktan ve eleştirmekten çekinmemiştir :
Ne hikmettir aman Allah
Aman Allah aman Allah
Müftü fetvayı ters yazdı
Aman Allah aman Allah
271
İşine gider yorulmaz
Zahirde camiye gelmez
Tarikatta niyaz bilmez
Aman Allah aman Allah
Mezhep kalmadı karıştı
Mahluk birbirine düştü
……………………….
Aman Allah aman Allah
Kışın olur ceme gelir
Yukarıdan bir yer alır
Yaz gelince neler olur
Aman Allah aman Allah
Müminim der gözün süzer
Böyle kuldan Hak da bezer
Kalbinde iblislik düzer
Aman Allah aman Allah
İşte âhir zaman oldu
Sene üçyüz yeri geldi
Dedeler tayının aldı
Aman Allah aman Allah
Geri döner evladım der
Helal haram lokmayı yer
Yolun doğrusu bu mu gör
Aman Allah aman Allah
Erenlerin vardır cehdi
272
Talip irehbere baktı
Dedeler dünyayı yıktı
Aman Allah aman Allah
DEMANÎ der tecellim yok
Fark ey1e sen özüne bak
Mahlukun gözünde hak yok
Aman Allah aman Allah (Atalay, 1982 :16 -17)
Göstermelik, samimiyetsiz dindarları eleştiren Gufrani, sarık sarmakla
dindar olunmayacağını belirtmiştir:
…
Kadim yalan söyler, kendisi sarik
Ayıp değilmiş o zanparalık
Dinden çıktım sanır, çıkınca sarık
Ne diyelim; siz, bu nikbete bakın.
Cübbesi var, kavuğu var başında
Hiç olurmu müslümanlık dışında
Cennete çok gider gelir düşünde
Gönlünden umduğu izzete bakın.
Bin hıristiyandan papazı belli
Bizim beş kişide müftü şüpheli
Hocayı değili bizde bilmedi
Alamet ne yolda kısvete bakın.
Zaman fasiddi gördüğümüze
Sevindim şu vakta erdiğimize
Bütün gün azabda durduğumuza
(GUFRANI) farzetti cennete bakın ( Gülcan,
1992 :15 – 16)
273
Kibirden ve riyadan sakınan Aşık Cemal, dindar görünen ama kalbinde
bin bir kötülük besleyen insanları eleştirmiştir. Dini toplum içinde itibar
kazanmak için kullanan, şekilde dindar olan özde ise dinle alakası
bulunmayan bu kişileri şöyle yermiştir :
Aldanma riyâkar sofuya sakın,
Böylesinden ehli iman sakınır,
Her bir hareketi şeytana yakın,
Şerrinden kaç , müslüman hep sakınır.
Yalandan hu çeker bildirir nasa,
Şeytanlıkta yoldaş olmuş iplise,
Kalbinde var nice yüzbin vesvese,
Hilekârı herbir gören sakınır.
Tulu emel tutmuş dünyaya tapar,
Sofuluğu etmiş kendine siper,
Esnai sohbette saçmalar saçar,
Değer bana diye, deman sakınır.
Kendinden bi haber güleç yüzü var,
Hoş görünür herkes kılsın itibar,
Fırsat bulsa seni kılar tarumar,
Oturup durduğu mekân sakınır.
Namaza duranda gören imrenir,
Rukuda secdede gayet direnir,
Nasa karşı ayı gibi gümrenir,
El zanneder huftan canını sakınır,
Halbuki kalbinde fitnelik düzer,
Gördüğü yerleri beyabır eder,
Gizli fesatlığı elbi el sezer,
274
Bu şerardan insan hayvan sakınır.
Yarab bizi sakla kibru riyadan,
Bu darı dünyada insan yaldadan,
Şerli sofu geçer iki sahradan,
Dağlardaki kara duman sakınır.
Saç sakalı elde etmiş darende,
Hürmet bula meclislere varanda,
Böyle sufatları bakıp görende,
Nerde olsa CEMAL TURHAN sakınır ( Aslan,
1978 : 129 – 130 )
Ey Sofi diyerek, dindar görünen ama samimiyetsiz olan insanlara
seslenen Aşık Kaşif, “sadece kendinizi akıllı sanmayın biz birçok akıllıya taş
çıkartırız” demiş ve kendi din anlayışını ifade etmiştir :
Ey sofi zannetme sen bizi câhil
Alemin kıçına parmak attık biz
Sade sen kendini gösterme âkil
Çok akıllılara taş çıkarttık biz.
Biz tamah bilmeyiz toktur karnımız
Halka karşı daim açık alnımız
Kerimdir. rahimdir büyük tanrımız
Günahı sevaba karıp kattık biz.
Aşkın libasını giydik vücuda
Beş vakit namazda vardık sücûda
Gözümüz yok elmas ile incide
Başımıza sevda tacın taktık biz,
Bütün sizin olsun dünya ve uhra
275
Hûri gılman ne var cennet ü mev'a
Biz isteriz ancak rıza i mevla
Lâ degil, illâya cevap attık biz.
Kâinat helvası bizlerin aşı
Köşkü, sarayıdır toprağı taşı
Erenler bezmine serdik firaşı
Yastıksız, yorgansız öyle yattık biz.
Yüzeriz bu aşkın bahrine girip
Tarıka-ı Haktan maksada erip
Ar ile namusu tellala verip
İflas edip KAŞİF işte battık biz ( Kalkan, 1998 :
69).
4.4. Salgın Hastalık Konulu Şiirler Oldukça tehlikeli bir hastalık olan koleranın, 1893 yılında Tarsus’ta
ortaya çıkması üzerine Aşık İmdadi, aşağıdaki destanı söylemiştir. Hastalığın
yarattığı sonuçları tasvir eden şair, yaşanan acıları da gözler önüne sermiştir.
Bir günde yüz on kişinin ölmesi üzerine yaşanan paniği, insanların ibadete
yönelmesini anlatmıştır. Ardından Allah’ın yardımı ile hastalıktan
kurtulduklarını dile getirmiştir:
…
Kolera başladı, alem uyandı,
Tutulanın çeşmi kana boyandı.
Ecel sefinesi geldi dayandı,
Açtı yelkeni duyuldu figanı.
Bir fırtına oldu, tuttu etrafı,
Gün günden artmakta ölümün lâfı.
Girdi aramıza bir can kavafı,
Nicenin tutuldu bunda zebanı.
276
İşledi insanda nâr-ı ihtirak,
Çoklarını sardı bir gizli merak.
Otuz kuruş oldu bir şişe konyak,
İçip yolda düştü öyle sekranı.
Tarsus'un içine düştü bir figan,
Çığrıştı ahali: Ya Rab, el'aman!
Bir günde gidince birden yüz on can
Herkes sağlığından kesti gümanı.
Ziya Bey kaymakam dedi: Bu ne iş!
Tel çekti, üç günde geldi müfettiş.
İlletin def'ine eyledi teftiş,
Yetişti Eflâtun, dehrin Lokmanı.
Hakkın hikmetine gönüllü uyan,
Vadesi yetene olur mu derman?
Tabipler seğirtti atlı ve yayan,
Gördüler ah edip kan ağlıyanı.
Sağ olan evinden bir yana sapsın,
Arasın ilâcı Lokman'dan kapsın.
Vadesi yetene doktor ne yapsın,
Ölecek hastanın olmaz dermanı.
…
Takdir böyle imiş hükm-ü kazada,
Ölen gitti, sağı kaldı belâda.
Çok evler kapandı bu fırtınada,
Melil mahzun kaldı hep hanümanı.
Devlete halimiz olunca beyan
Emreyledi: olsun Tarsus'a ihsan.
277
Cihana gelmemiş böyle âdil Han,
Sehavet gencidir, merhamet kânı.
Kolera illeti bize bulaştı,
Niceler canından usandı, şaştı.
Ermeni milleti dağlara kaçtı,
Gece düştü yola, tuttu revanı.
Pek çoğunda vardır mevtin yarası,
Zenginlerin çıktı küflü parası.
Yetmiş kuruş oldu Namrun kirası,
Vakitsiz yüklerler dilsiz hayvanı.
Katolikler şaştı, oldu divane,
Bavuliyle kaçtı, Kâfiristan'e
Tarsus'dan dağıldı iki bin hane,
Çok konaklar oldu harap, virani.
…
Gerçektir sözlerim, serverler tacı!
Alındı bizlerden canların bacı
Ne bezirgân kaldı ne de sebzeci,
Kapandı Tarsus'un beş yüz dükkânı
Beynamazlar kılar oldu namazı,
Asümana çıktı bunda avazı.
Mümin olan etti Hakka niyazı,
O demde biz kıldık şükr-ü Yezdanı.
Beynamaz namaza pek etti devam,
Senede dört defa görmezdi imam.
Sure-i Mülk ile doldu top makam,
Vâızla okuduk aziz Kuran’ı.
278
Adana’ya eyvah! dedi İstanbul,
Şam' dan haber aldı Bağdad, Anadol.
Fransa'dan tel gitti, duydu Tirpol,
Haberi doldurdu bütün cihanı.
Bu derde giriftar olalı solduk,
Kusurumuz çoktur, hep onu bulduk.
Gaffar-üz-Zünub var, ucuz kurtulduk,
Bırakma dilinden vird-i Mennan'ı.
Bin üçyüz onbirde oldu kolera.
Def'’etti sineden Hazreti Mevlâ.
Hayr ile yad etsin İmdadi geda
Okuyup dinliyen bu dasitanı ( Kocatürk, 1963 :
442 – 445 )
Halk arasında yanıkara olarak bilinen şarbon hastalığının 1904 yılının
Mayıs ayında Karaman’da bir salgına dönüşmesi sonucu pek çok insan
hastalanmış, pek çoğu da ölmüştür. Bunun üzerine Aşık Gufrani, aşağıdaki
destanı söylemiştir. Hastalığın seyrini, sonuçlarını, halkın hastalığa şifa
olarak yaptığı uygulamaları da belirten şairin destanı şöyledir :
Bin üçyüz yirmi iki senesi
Nisan sonu, mayıs bidâyetleri
Batıl oldu başkışlanın havası
Anlatayım sana hikâyetleri.
İllet-i azime zuhura geldi
Hasta olmadık ferd beşde bir kaldı
Hasta başlarında sağlar bunaldı
Oldu velhasıl sirâyetleri.
279
Sağlar usandılar hem hastasından
Kediler de bezdi çorba tasından
Hasta feryadından, mevta yasından
Gördü ehalimiz felâketleri.
Bakarsın bir kişi rengini atar.
İptida belinden. başında tutar
Bir şey vücudunda hem çıkar hem batar
Budur bu illetin alametleri.
Verası döğülmüş gibi beredir.
Sağrının üstünde sıra sıradır.
Bilmediler meğer yanıkaradır.
Bilenlerden aldık işaretleri
Bu emrazı adesiye ne dimek
Yâni onun devasıdır mercimek
Öğrenesin, kusur değil bilmemek
Var hem bu devanın ihâfetleri.
Mercimeği hem sararlar beline
Yirmi dört saat yatır haline
Bâkisini ayağına, eline
Saranlar buldular ifâkatları.
Hem hastalar bu sargıda durdular
Hoş olmazsa kara tavuk sardılar
Elhasını üçyüz tavuk kırdılar
Sen hiç işittin mi bu hâletleri.
Eğer tavuktan olmazsa çâre
Bir koyun katledip deriye gire
280
Görülmedik bir dert, bataydı yire
Her divâne yaptı nihayetleri.
Yukarıda görülen virmezse vefa
Bir sığır bul hem boğazla ba'dezâ
Andan da olmazsa derdine şifa
Gelir sana çifte arap atları
Kimi onbeş gün diyince uyanır
Yirmide yasdıklara dayanır
Otuzunda esvabını giyinir
Kırk deyince atar kasavetleri.
Elli deyince doğrulur aşa
Altmış günde sürer elini işe
Kaçmak olmaz bundan, gelir her başa
Arar bulur ehli semâvatları.
Kimi eli üzre gezer, apalar
Kimi köşelerde bayılır dalar
Yüzülür vücudun derisi ular
Ne derman kalır ne takatları.
Şişer dili parça parça yarılır
Ciğerine ağrı düşer, daralır
Balgam gelir, bir hararet dirilir
Artar günden güne melâletleri.
Kahi yanar kahi soğur bedeni
Dalar; bilmez hem geleni. gideni
Ayık olmaz mualece yutanı
Amel gelse, bulur selâmetleri.
281
Titrer azaları, gelir burudet
Tutulunca bile kesilir ülfet
Anın için değil hem nan ü nimet
Bozulur birgünde kıyafetleri
Haktan gelir herbir dertlere deva
Görmedik bu gibi taun-u veba.
Bir hânede vuku buldu üç mevta
Mahvoldu şenliğin cemaatları…
Bu imiş takdirde hakkın muradı
Anasıyla bile iki evladı
Birgünde gömüldü, yoktur isnadı
Arttı ehalinin mehafetleri.
Boş bırakmaz herbir şahsa dokunur
Sağ, sayruya varmasından çekinir
Üçdört yerde yedi yâsin okunur
Her hastaya nefes, var adetleri.
“İzacae ecelühüm” nassı var
“Layeste birune saaten” ey yar:
“Vela yestakdimun” buyurdu gaffar
Okudunmu Gufrani bu ayetleri ( Gülcan, 1992 :
34 -36 )
1827 yılında ortaya çıkan veba salgınının yarattığı sonuçları, çarpıcı
bir üslupla tasvir eden şair Aşık Hasan, umutsuz olduğunu da belirtmiştir.
Azrail’i insan taciri olarak betimlemesi de oldukça ilginçtir :
Gelin ağalar bir tarih eyleyek
Bin iki yüz kırk üç oldu bu sene
282
Medet Allah, insanın devri döndü
Cümle âlem ağlaşurlar bu sene
Felek benim dört yanımdan taşladı
Gelin, kızdan, koç yiğitten başladı
Kadir Mevlâm hak emrini işledi
Hidâyet Mevla'dan geldi bu sene
Emir Mevlâ'dandır, evler yıkıldı
Nice ana, baba beli büküldü
Koç yiğitler katar ile çekildi
Şehitler bayrağın çekti bu sene
Gitti koç yiğitler, ağlar anası
İş Mevlâ'dan geldi, nedir çaresi
Sağ-u sol yanında veba yarası
Kudret hançerini vurdu bu sene
Umudum kalmadı oğlana, kıza
Okundu da defteri çıktı yüze
Vuralım kardaşlar yumruğu göze
Ala gözden yaşlar aktı bu sene
Ecel oku cümlemizin başında
Gündüz hayalimde gece düşümde.
Bir ben değil, cümle alem başında
Âleme bir ateş düştü bu sene
Kadir Mevlâm, durmayup insan alur
Kimi hasta düşmüş, kimi de ölür
Hidayet Mevla'dan elden ne gelür
Çok mamurlar viran kaldı bu sene
283
Kimi de gelmiş ah çeküp oturur
Sevgili olanlar yârın göçürür
Kimi yuvasından yavru uçurur
Çok mâsumlar viran kaldı bu sene
HASAN'ım der, kendi kendin şaşırır
Göz yaşıyla deryaları taşırır
İnsanın taciri gelmiş deşirir
Cümle veresiye alır bu sene ( Öztelli, 1976
:649-650 )
4.5. Deprem Konulu Şiirler 1890 yılında Tortum ilçesinin Hınzörük köyü yakınında Deve dağı
aniden kayma yapmıştır. Köyden 160 kişi toprak altında kalarak ölmüştür. Bu
olayı hem Aşık Sümmani, hem de Aşık Celâli destanlaştırmıştır. Aşık
Sümmanî destanında yaşanan olayları tasvir etmiş, bölgenin viraneye
döndüğünü anlatmıştır :
Kaza-i Tortum'da oldu vukuat,
Gören gözler düştü âh-ü figana,
Bin üç yüz dokuzda ettik rivayet,
Bunu destan edip saldık her yana.
Bu gama müşterek ölüler sağlar,
Görenler ah edüp yürekten ağlar,
Sarsıldı dereler, söküldü bağlar,
Her taraf boğuldu toza, dumana.
Bozuldu devranı, geldi zevali,
Görünmez hiç göze cihanın malı,
Dediler terk edin, malı, melâli,
Ah-ü zâr erişti şimdi her yana.
284
Görünmez bir hışım geldi, ulaştı.
Vak'ayı anlatan diller dolaştı,
Analar, çocuğun bıraktı, kaçtı,
Bakanlar olmadı sabi sıbyana.
Bunca sabi sıbyan, bu kadar kişi,
Cenabı lemyezel işledi işi,
Ezildi binlerce insanın başı,
Bütün gark oldular, al, kızıl kana.
Meleşir düzlerde malı, hayvanı,
Kim sahiplik etsin bu kadar canı,
Hani sahiplerin, çobanın hani?
Kara haberlerin gitsin her yana.
Bu can esrarını görenler yandı,
Can kafesten çıkıp tenden usandı,
Bu hikâye padişaha dayandı,
Gazete yaydırdı cümle cihana.
Hınzorığın gam efkârı yelindi,
İşitenin bağrı, gönlü delindi,
Hinzorık, kütükten ismin silindi,
Sanarsın aslından olmuş virâne.
Budur son alamet bozuldu devran,
Biçare Sümmanî eylesin figan,
Tahammül yok kazâ, buna bir destan,
Bir eser bıraka cümle cihana ( Okay, 1975 :
139-140 )
285
Aşık Celalî ise, Tortum Destanı’nda dağın nasıl yerinden
koptuğunu ve insanların dağın altında kalarak nasıl can verdiklerini
anlatmıştır. Toprak altında bir tane canlı bulamadıklarını, herkesin bir
tarafa gittiğini dile getirmiştir :
Cilvesi tükenmez perverdigârın,
Yahşi günlerimiz yamana gitti.
Çekti Kûh-i Kaf' dan Tortum damarın,
Yüzaltmış nüfusla kaç hane gitti.
Kûh-i cebel destur aldı pîrinden,
Kudret tığı değdi koptu yerinden,
Bilmem cân-ı cânan hep birbirinden,
Ayrı düştü, yoksa yanyana gitti.
Sefer etti bize cebeli billâh,
Okudu kâmiller fazl-ı Bismillâh,
Halaik çığrışır el’aman Allah,
Sanki Nuh devridir tufana gitti.
Cuma' dan çıkınca kavim kardaşlar,
Horasan döşeli binalar taşlar,
Kuzu büryaniyle baharlı aşlar,
Bir anda hâk'ile yeksana gitti.
Medrese mescitler Beyt-i binalar,
Nice serv-i kamet meleksimalar
Davudî sedalar şirin edalar,
Herbiri bellisiz bir yana gitti
Yıkıldı Hınzörük toprağı kanlı,
Aradık bulmadık bir tane canlı,
286
Nevreste gelinler taze nişanlı,
Kanlı duvağiyle divâna gitti.
Celâli bu dertten ziyâdemiz var,
Ehl-i aşk olana ifademiz var,
Yirmidört nefer de piyademiz var,
Bilmeyiz onlarda ne yana gitti (Haşlak, 1963 :
34 – 35 )
Aşık Halit, 1894 yılında meydana gelen İstanbul depremi ile ilgili
aşağıdaki destanı söylemiştir. Bu depremde İstanbul’da pek çok yapı
yıkılmış, birçok insan hayatını kaybetmiştir. Şair de, bu depremin oluşunu ve
sonuçlarını dile getirmiştir. Deprem sırasında Fatih Rüştiyesinde ders
görmekte olduğunu söyleyen şair, kendilerini zor dışarı attıklarını ifade
etmiştir. Deprem sonrasında yangın çıktığını, Edirnekapı minaresinin
yıkıldığını, pek çok hanenin yerle bir olduğunu, yabancı devletlerden yardım
geldiğini anlatmıştır :
Dinleyin ahvâli baştan, iptida
İstanbul şehrinde olan kazâyı
Karalar geymekte ahâli hâlâ
Nice babayiğit gitti ziyâne
Muharrem ayında, bir salı günü
Saat da hemen geçmişti dördü
Ahâli heman bir zulüm gördü
Cihan bulanmıştı toz ve dumana
Fâtih Rüştiyesi'nde ders okurduk
Hareket başladı, cümlemiz durduk
Şiddeti artırdı, hepimiz korktuk
Allah, diye bağrıştık ulu Yezdân'a
287
Zâbitler der ki: « Bu ne felaket,
Var mı bizim için cây-i selâmet
Olur ise ancak Mevlâ'dan hidâyet
Cümlenin halleri düştü yamana
Kurtulduk mektepten, çok şükür ettik
Kimsede hal kalmadı, cümlemiz bittik
Peder, maderimizi görmeye gittik
Hazır olduk emr-ü fermana
Kimisi bıraktı hep kitaplarını
Kurtarmak için hem canlarını
Koştular görmeye hep hânelerini
Hepsinin göz yaşları oldu revâne
Teneffüshane baştan başa yıkıldı
Şakirdan, zabit sokaklara döküldü
Çok şükür Tanrı'ya hepsi kurtuldu
Koç kurban kesildi Rabb-ül Suphan'a
Zelzelenin akabinde başladı harik
Yıkıldı dıvarlar, kapandı târik
Ahâli mallarından oldular farik
Hepsinin dîdesi oldu hicrâne
Zalim Çırçırlılar yangına geldi
Pervane misâli ateşe daldı
Kurtardı çok yerleri, kurbanlar aldı
Çok şükür ettiler emr-ül Suphâne
Sandıklar gelmişti karşı taraftan
Ateş sardı hanı her bir taraftan
288
Kurtardı cümlesin Barı yaradan
Lütfundan gösterdi gayret insana
Yıkıldı cümle haneler, hanlar
Kalmadı asla sağlam duvarlar
Ahâlinin göz yaşı sel gibi damlar
Çok dua ettiler ganî Yezdân'a
Ne çare bozulmaz takdir-i Hüdâ
Heman yardım etsin cümleye Mevlâ
Yıkıldı Fâtih'in alemi hâlâ
Çıkamaz oldu müezzin ezâna
Yıkıldı Edirnekapı minaresi
Harap olmuştu cıvarlar kalesi
Kurtulmanın yoktu gayrı çâresi
Herkes dökülmüştü bağ ve bostana
Yıkıldı cümle kârgir binalar
Çatladı karakol, kışla, duvarlar
Harap oldu cümle hanlar, hamamlar
Bu da ibret oldu, böyle cihana
Yıkıldı Yenicâmi'nin külâhı
Billah söylemem asla hilâfı
Ey Keremkâni, Cenâb-ı Bâri
Yazık değil miydi bunca insana
Zelzeleden çarşı olmuştu harap
Dökülmüş cümle taş ile türap
Burada ezilenler gayet bî-hesap
Leşleri serdiler cümle meydana
289
Bir kimesne var idi hanın içinde
O da kalmıştı bu zulmün dibinde
Çıkardılar toz, toprak içinde
Yazık, elif kaddi döndü kemâne
Anı kurtardılar toprak içinden
Tuttular hemen iki kolundan
Verdi bir sedâ ol derunundan
Çehresi benzerdi bir kahramana
Allah din-ü devlete vermesin zeval
Cümlesi buldu keyfinde kemâl
Ehl-i servet yardımda etmedi ihmal
Rahmet ettiler de ehl-i islâm'a
Her bir devletten iane geldi
Takdir böyle imiş, yerini buldu
Nice canlar gül gibi soldu
Kara haber gitti bunca cihana
Nasıl hareket desem, bu bir zulümdür
Söz, laf anlamaz, böyle bir zâlimdir
Kimi «babacığım», kimi «evlâdım» der
Yeniden gelmişti sanki cihana
Sene bin üç yüz on iki tamam
Takdir bu hali eyledim beyan
Söylesem çoktur, hasıl-ı kelâm
Gayret et HALİT, işbu destana ( Öztelli, 1976 :
571 -574 )
290
4.6. Kuraklık Konulu Şiirler Günümüzün en büyük problemlerinden biri olan kuraklığın, XIX.
yüzyılda da yaşandığını aşağıdaki destanlardan öğreniyoruz. 1887 yılında
Orta Anadolu’da meydana gelen kuraklığı, Aşık Serdârî destanlaştırır.
Yaşanan sıkıntıları dile getiren şair; kimsenin kendilerini görmediğinden
yakınmıştır :
Nesini söyleyim, benim efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Garip bülbül gibi feryat ederim
Açılmadan soldu gülümüz bizim
Sefil irençberlerin tebdili şaştı
Borç kemâli buldu, boynundan aştı
İntikal parası binleri geçti
Dahi doğrulamaz belimiz bizim
Sefil irençberin yüzü soğuktur
Yıl perhizi tutmuş, içi kovuktur
İneği, koyunu, iki tavuktur
Bundan gayrı yoktur malımız bizim.
Evlâtlar babanın sözünü tutmuyor
Acım, diye çift sürmeye gitmiyor
Çocuklar büyüdü, ekmek yetmiyor
Başımıza belâ dölümüz bizim
Şu yalan dünyada hoş olamadım
Borçludan bir kere baş alamadım
Şu küçük öküze eş bulamadım
Söylemeden âciz dilimiz bizim
Bir aşka geldik de biz bunu dedik
291
Üç yüz dört senesi bir sille yedik
Her nereye varsan sahipsiz gedik
Kime arzolacak halimiz bizim.
Sekiz ay kışımız, dört ay yazımız
Açlığından telef olur bazımız
Kasım demeden buz tutar özümüz
Mayısda çözülür gölümüz bizim
Açılmadı ikbalimiz, bahtımız
Şen olsun İstanbul paytahtımız
Tevellüt ellidir, geçti vaktımız
Nöbetin gözlüyor halimiz bizim
Tahsildarlar çıkmış köyleri gezer
Fukara haline eden yok nazar
Örtüsü, döşeği mezatda gezer
Hasırdan örülür malımız bizim
SERDÂRÎ, sen gel de bu işi boşla
Çekil bir tekkeye, tekbire başla
Vilâyetim Sivas, yerim Şarkışla
Düşmez İstanbul’a yolumuz bizim ( Öztelli,
1976 : 624 – 625 ).
1873 – 74 yılları arası yaşanan ve uzun bir süre devam eden
kuraklığın yarattığı sonuçları, Aşık Kararî destanında dile getirmiştir.
Kuraklığın zenginleri etkilemediğini, yine sıkıntıyı çekenin fakirler olduğunu
belirten şair; hayvanların açlıktan toprağı yaladığını, insanların perişan
olduğunu ifade etmiştir. Ardından da insanların dinden uzaklaşmasını
eleştirmiş ve hükümete de yardım etmesi için seslenmiştir :
Sene doksan oldu, kurudu otlar
292
Savruldu toprağı, kumlar perişan
Kendini söyleyen nice yiğitler
Kül ufak yetimi kullar perişan
Rahmet yerine her gün yel eser
Ekini olan da yok deyü kısar
Fukara hep acından köpük kusar
Eksik-etek olan kullar perişan
Yerin göğün yüzünü duman bürüdü
Çayır, çimen, yeşil ekin kurudu
Türk, Türkmen göçüp hep Kürtler yürüdü
Göçler elinden yollar perişan.
Zahranın yolunda yoruldu gölük
Yemedi bahardan, eridi ilik
Semeri sırtında, çürüdü alık
Yarıldı tırnağı, nallar perişan
Daima Hak'tan ederdim hazer
Gayrı şu Keskin canından bezer
Cümle fukaralar ayrık kazar
Ağrıdı bileği, eller perişan
Ot bulunmaz, hayvanlar toprak yalar
Arkasında tüyü kel gibi solar
Sahibi de vurmuş başına yular
İletirler pazara, mallar perişan
Kasaplar hayvanı meydana yıkar
Çenesinden tutup boynunu büker
Çalınca bıçağı al kanlar saçar
293
Malların sırtında gönler perişan
Zengin olana olur mu hiç kıtlık
Fukara olanın evleri satlık
Reçber olanın da malları etlik
Sen bilirsin Mevlâm, mallar perişan
Kesildi ilâcı, fukara ağlar
Yıkıldı siyeci, virandır bağlar
Tütmez bacalar, melüldür evler
Boş kaldı samanlık, damlar perişan
Halk etti dünyayı Cenâb-ı Bârî
Bilmeyen kullar hep ekti darı
Bitmedi çiçeği, söyündü arı
Boş kaldı peteği, ballar perişan
Takdirde yazılan hep gelir başa
Keskin düştü böyle yangın ataşa
Simsiyah oldu da dağdaki meşe
Döküldü gazeli; dallar perişan
Şu cihanda kalmadı asla doğru
Sabıştı cümle, hep oldular uğru
Zâhirde müslüman, kalpleri eğri
Zayıf oldu iman, dinler perişan
Kadir kıymet, büyük küçük bilinmez
Câmiler kapandı, cuma kılınmaz
Cemaat bulunsa imam bulunmaz
Dayım eder niyazı müminler perişan
294
Hiç görülmez oldu dâvâlar asıldı.
Çift sürülmez oldu, sapan yasıldı
Su bulunmaz oldu, pınar kesildi
Kurudu ayağı, göller perişan
Fukara koyundur, valiler sağar
Halini arzetse başından savar
Derdini söylese yanından kovar
Böyle bir müşküldür, haller perişan
Nice köylerde harman savurulmaz
Nice evlerde hamur yuğurulmaz
Gayrı şu Keskin'in beli doğrulmaz
Eğildi yay gibi beller perişan
Hânedan olanlar odayı yakmaz
Gelen miskinlerin yüzüne bakmaz
Boğaz tokluğuna hizmetkâr tutmaz
Hizmetkâr tuttuğu günler perişan
Cümle insan düştü «vay nefsim» deyi
Hiç birbirine bakmaz yeğen, dayı
Girince kapıdan dürer sofrayı
Lal olur söylemez, diller perişan
Acından cihanın sarardı benzi
Yarıldı dudağı, tutuldu genzi
Taş çeke çeke de kırıldı omzu
Söküldü küreği, eller perişan
Çok adam da böyle arada sürter
Gittikçe hıntanın bahası artar
295
Hak, canımızı al, ya bizi kurtar
Sen bilirsin Mevlâm, kullar perişan
Teaccüp ederim gördüğüm düşe
Çok adam kırılır ererse kışa
Yetiş imdada tez, sen Derviş Paşa
Mevlâm halkettiği kullar perişan
Dağıldı da Keskin, cümlesi göçtü
EI etek kesik konağa da düştü
Görünce hökümet, cümle ağlaştı
Dîdelerden akan seller perişan
Hökümet de buna çok gayret etti
Ahali bil-cümle mazbata etti
Acından fukara can telef etti
Ne yapsın hökümet, kullar perişan
Ne yaman kadir oldu şu Keskin’e
Birbiri ardınca kıtlık üç sene
Böylece nihayet erdi doksana
Hey vaktın Müşiri, kullar perişan
Padişah tahtından gelirse kendi
Söyünmez alafı şu Keskin yandı
Halimizi sen bil Padişah Efendi
Keskin'de de olan kullar perişan
KARARÎ der, devlet versin idare
Selman, Kamber deyü çekerler dâre
Hak verirse veririm, etmem mudara
296
Gayri «Ey Hak» diyen kullar perişan ( Öztelli,
1976 : 616 – 619 )
Aşık Salih, aşağıdaki destanında 1845 yılında Kayseri’de meydana
gelen kuraklığı dile getirmiştir. Kuraklık neticesinde oluşan kıtlığın insanları
çok zor bir durumda bıraktığından yakınan şair, bir an önce tövbekar olalım,
dua edelim demiştir. Destanını on dakikada tamamladığını ifade etmiş,
yeterince özenmediği için meramını iyi anlatamadığını belirtmiştir :
Şehr-i Kayseri'ye düştü bir figan
Gelmemiş bu gibi kıtlık zamanı
Hâs-ü âm çağırdı üç gün el-aman
Çare yok bozulmaz Hüdâ fermanı
Çün kahıt erişti bu sene gayet
Kalmadı kimsede zerrece takat
Nefs-i nefis oldu, aynı kıyamet
Kesildi cümlesinin tâb-ı dermanı
Erdi bu kıtlığa nice çok diyar
Cümlesinden ehven oldu bu civar
Bütün bütün harap oldu âşikâr
Kullarına imdat ede Suphân'ı
Varalım Kapı'ya edelim niyaz
Tövbekâr olalım, bu bizlere az
Kalmazdı bir can, olmasa Sıvas
Çok şükür Hüdâ'ya etti ihsanı
Kalmadı kimsede hiç mal-ü eşya
Bütün ekmekçiler oldular ihya
Fukara onlara etti vaveylâ
Fukaranın semaya çıktı efganı
297
Muktedir mel'unlar buldular fırsat
Una bin ziyade koydular kıymet
Dediler onlar “Bu bir ganimet”
Ol vakıt unuttular dini, imanı.
Çok kişi-zadeden ref oldu hicap
Feryada başladı çok alî-cenap
Dediler:- «Hûn oldu, ciğerler kebap»
Âh-ü vah doldurdu bütün cihanı
Nice yetimlerin gül benzi soldu
Her bir şey bahada nihayet buldu
İlleki fukara en zebun oldu
Onlara merhamet kıla Rahmânî
Bu sene fitnekâr gayetle arttı
Nice insafsızlar una taş kattı
Nice bin naz ile metaın sattı
Âkıbet on sekze verdi batmanı
Nice gafil serden geçmek istedi
Mevtin şerbetinden içmek istedi
Altı aylık çocuk ekmek istedi
Acayip ah ile etti giryanı
Gel inat eyleme, kusurlar bizde
Beynamaz çoğaldı, hem beldemizde
Doğru zat kalmadı on binde birde
Hak islâh eyleye âsi insanı
Kalktı bereket bütün eşyadan
298
Cümle gafil oldu hep akrabadan
Rahat mı istersin gayrı dünyadan
Yakın Kitap'daki âhir zamanı
Gelin, kendimize dönelim bizler
Çok zuhur ediyor bu gibi işler
Haniya o bolca olan yemişler
Hüda affeyleye bizden isyanı
Takdir böyle diye çalınmış kalem
Dilediğin işler ol Şah-ı Âlem
Buna , razı ol, gel çekme elem
Hüdâ göndermeye başka tûfanı
Bazılar demişler: Salih Efendi,
Acep bu destanı düzdü mü kendi»
Ben de bu kelâmı işittim şimdi
Mârifet değildir düzmek destanı
Hamd-olsun Hüdâ'ya nice sad-hezar
Beyit düzmek ile etmem iftihar
İndimde güç değil, pek kolay bu kâr
Şekk-ü şüphe edip etme gümanı
On dakkada destan hem oldu temam
Dileğime uygun düşmedi meram
Sıdk ile etmedim ona ihtimam
Azıcık kelâmla ettim beyanı
Ey Rabbim, kalbimi sen eyle güşad
Cahilden şahidi sen eyle berbad
Ol aşk-ı pâkimi sen eyle ziyad
299
Ben senden umarım aşk-ı Osmanî
Tarih bin iki yüz altmış ikide
Zuhur etti kıtlık çün Kayseri'de
SALİH' im, dediğim yâ Rabbî dilde
Bir dahi gösterme böyle tûfanı ( Öztelli, 1976 :
613 – 615 )
1835 yılındaki kıtlığı dile getiren şair Aşık Şeyh Efendi, bu kıtlığın
nedenini insanların dinden uzaklaşmasına bağlamıştır :
Dostlar el çekelim fena dünyadan
Medet, şimden sonra âhir şer oldu
..........................................
..........................................
Hayır sahipleri hayrın batırdı
Nice kimseler imanın yitirdi
Mevlam yerden berekâtın kaldırdı
Medet, şimden sonra âhir şer oldu
Âlimler de hiç bir ilmini gütmez
Kadılar da rüşvetsiz işi tutmaz
Ekincinin ekdiği harcına yetmez
Medet, şimden sonra âhir şer oldu
Mescitlerde namaz kılınmaz oldu
Değme köyde imam bulunmaz oldu
Çok köylerde ezan okunmaz oldu
Medet, şimden sonra âhir şer oldu
Hep dişiler erkeklere karıştı
Yerler kurak olup yandı, tutuştu
300
Sene bin iki yüz elli bire kavuştu
Medet, şimden sonra ahir şer oldu
ŞEYH EFENDİ bunu böyle söyledi
Kitabın önüne koyup ağladı
Analar dururken oğul söyledi
Medet, şimden sonra ahir şer oldu ( Öztelli,
1976 : 611)
Aşık Abdi, 1873 – 1874 yıllarında meydana gelen kuraklığın
sonuçlarını çeşitli yönleriyle tasvir etmiş ve böyle bir kuraklığın şimdiye kadar
hiç görülmediğini belirtmiştir. Bunu âhir zamanın âlameti olarak gören şair,
Allah’ın inâyetine sığınmıştır :
Sene bin iki yüz doksan okundu
Bozuldu revnakı fâni cihanın
Çarkı felek gene aksine döndü
Pek düştü telâşa halkı zamanın
Esti bâd-ı sâmı muhalif yeller
Yandı ekin, otlar, çayır, çimenler
Kurudu çeşmeler, âb-ı revan çaylar
Bu yıl böyle imiş emri Hüdâ'nın
Ot bitmedi, yandı gitti ovalar
Aç kaldı koyunlar, atlar, develer
Ot yerine yaprak yedi mayalar
Zebun oldu, tüyü döndü hayvanın
Bazı mahalde su bulunmaz oldu
Gusul, taharet, abdest alınmaz oldu
Değirmen dönmez, un öğünmez oldu
Rızkına hasaret düştü insanın
301
Tarik-i diyar oldu il, aşiret
Sebepsiz ihtiyar olur mu gurbet
Sâil oldu çok ümmet-i Muhammed
Geçimi güce vardı fukaranın
Zenginler tamahı artırdı gayet
Ağalık gitti, kalmadı sahavet
Fukaraya Hak'tan ola inâyet
Doğdu alâmeti âhir zamanın
Yaz gitti, güz gitti, kara kış geldi
Mal sahiplerini kasavet aldı
Çok davar, sığır açlıktan bunaldı
Çeteni bir altına çıktı samanın
Seksen, doksan, yüz yaşında bir kişi
Görmüş değil böyle yaz ile kışı
Pek güce vardı fukaranın işi
Derdi, meşakkati arttı zamanın
Zemheri çıkınca erişti şubat
Şifa galip oldu bu ayda gayet
Davara, sığıra düştü hasaret
Nicesi değneği attı çobanın
Yolcular bunaldı, sergerdan oldu
Düştüğü hanede eğlendi kaldı
Kimisi dağda, ovada telef oldu
Kimi içinde kaldı kara-yurd'un
Fukara gayet daraldı bu sene
Ağalar, beyler arandı bu sene
302
İltifat yok misafire, mihmane
Kapısı kapandı çok hânedanın
Varlıkta hasiyyet vardır ağalar
Yedirin, içirin, alın dualar
Yoktan hasıl olur size devalar
Tutun yakasını yâdın, akrabanın
Dahi beterinden saklaya ilâh
Sen kerem-kânısın, kulda çok günah
Bu yılın şitâsı artar mah be-mah
Sabra takatı kalmadı insanın
Ey ABDİ, sabreyle, bu gün de geçer
Hak sebep halk eyler, kapılar açar
Nice âhar yaz gün, kış gelir geçer
Durdukça devranı döner dünyanın ( Öztelli,
1976 : 621 – 623 )
1838 yılı Mayıs ayında meydana gelen kuraklık için, Aşık Hüseyin
aşağıdaki destanı söylemiştir. Kuraklığın getirdiği sıkıntılardan Allah’a
sığınan şair, “ne olacak halimiz ?” diye sormuştur. Kuraklık neticesinde
derelerin, çeşmelerin kuruduğunu, hem insanların hem de hayvanların aç
kaldığını belirtmiştir :
Elli dört senesi mayıs ayında
Hep kurudu derelerin suları
Telaş aldı şehirleri, köyleri
Aman Allah ne olacak halimiz
Yüreğime düştü bir ince sızı
Allah'ım bol eyle ekmeği, tuzu
Kimseden fayda yok, sen kayır bizi
Aman Allah ne olacak halimiz
303
Karnı doymaz davarların, malların
Çeşmesi kurudu işlek yolların
Sana yalvarıyor âciz kulların
Aman Allah ne olacak halimiz
Güneş vurur yeşil ekin sararır
Sulu araziler durmaz moralır
Hep milletin gözü birden daralır
Aman Allah ne olacak halimiz
İki tarlam vardır orakla ektim
Tohum bile çıkmaz, elimi çektim
Kalbim mahzun oldu, boynumu büktüm
Aman Allah ne olacak halimiz
Aşık HÜSEYN söyler destanı, sözü
Kanlı yaş döküyor hem iki gözü
Açlıktan terbiye eyleme bizi
Aman Allah ne olacak halimiz ( Öztelli, 1976 :
612)
Aşık Seyfi Kılıç, devrinde meydana gelen kuraklığı anlatırken “şimdi
ağlaşacak zamana kaldık” demiştir. Şükür etmedikleri için böyle bir durumla
karşılaştıklarını belirten şair, zamanında beğenmedikleri şeylere şimdi
muhtaç olduklarını anlatmıştır :
Tırpan çalsan düşer asla dirilmez
Ol Huda'nın hikmetinden sorulmaz
Umut etme bir ekine girilmez
Şimdi ağlaşacak günlere kaldık
Boğazlardan kesip tohum ekildi
304
Yine ireşberin beli büküldü
Yeryüzünden bereketler çekildi
Oruçsuz namazsız canlara kaldık
Aman hey gardaşlar nedir bu hallar
Mahvolup kalmıştır bayırlar çöller
Saman olmaz ise kırılır mallar
Gidiyor hayvanlar gönlere kaldık
Çavdar diye ambarlara komazdık
Nimet-i Hüda'ya şükür demezdik
Kaba çörek yağsız diye yemezdik
Burçaktan yapılmış nanlara kaldık
Seyfi Kılıç nasihatım uymadın
Çok pend ettim kulağına komadın
Beğenip de ip şalvarı giymedin
Telisten yapılmış donlara kaldık ( Yıldız, 2003
:783 )
Ruhsatî de, 1874 yılında meydana gelen bir kuraklıktan bahsetmiştir.
Bu kuraklık nedeniyle insanların ve hayvanların çektiği sıkıntıyı sıralayan şair,
bu sene cihan bir acayip oldu demiştir. İnsanların dinden uzaklaşmasından
da yakınan şair, hiçbir şeyde bereketin kalmadığını dile getirmiştir :
Hâllâki alemin irfanı çoktur
İflah olacagımız güman bu sene
Suç kimsenin degil benim eksanım
Yazi görecegimiz güman bu sene
Koyun da kalmadı kırıldı kuzu,
Fırtına doldurdu dereyi, düzü,
Ne yaman dar oldu insanın gözü,
Çogu terkeyledi iman bu sene
305
İcazet kalmadı dağda, ovada
Bereket kalmadı tasta, tavada
Ragbet kalmadı atta, devede
Yas görünüyor saman bu sene
Unut deli gönül kaymağı unut!
Yogurda selam ver, peyniri kurut,
Çirinen pekmezde kaldı bir umut
Göklere çekildi ayran bu sene
Ruhsat'ım kusurun görmez kör oldu
Dünya muhannete fazla dar oldu
Tarih geldi işte (91) oldu
Ne acayip oldu cihan bu sene ( Aşkun, 1945 :
97)
4.7. Yangın Konulu Şiirler 1826 yılında İstanbul’da meydana gelen büyük bir yangın ile ilgili
olarak Aşık Cüdâî aşağıdaki destanı söylemiştir. Rüzgâr nedeniyle yangının
büyüdüğünü ve geniş bir alana yayıldığını belirten şair, yangına maruz kalan
semtleri sıralar ve yangından gördükleri zararı belirtmiştir :
Bir ateş zuhur oldu Hocapaşa'dan
Nerde kaldı sende ziynet İstanbol
Üstüne bakanlar geçer dünyadan
Etmezler seninle ülfet İstanbol
Ruzigâr önüne çün düştü ateş
Zarbından kapandı gökteki güneş
Her yandan zabitler, nice bin serkeş
Çığrışıp ederler medet İstanbol
Çifte Saraylar'ı sarınca bir yol
306
Herkesde kırıldı kanat ile kol
Almış ateş gider, bakmaz sağ-u sol
Hak'tan olan bir inayet İstanbol
Bir kıvılcım düştü Tavukpazarı
Başladı yanmaya çarşı civarı
Çarşıya girince halkın medârı
Kalmadı, n'işlesin gayrı İstanbol
Doldu bezestenler, hanlar mal ile
Âlem dedi, yanmaz değme hal ile
Taşları eğritti hesbe haliyle
Hanlarda başladı zulmet İstanbol
Nice canlar yandı Vezir Hanı'nda
Çuhacı Hanı'nda herbir yanında
Nur-Osmaniye'nin âsûmânında
Yandı minareler, hikmet İstanbol
Sadrazam Bey der kim, bu nice zulüm
Hak'tan gazap imiş oldu, ne mâlûm
Fakir, fukaraya bu imiş zulüm
Meğer Mevlâ etsin imdat İstanbol
Mehmed Paşa, ister kessin önünü
Yangın geymiş al yeşilli donunu
Âlem sandı sanki Mahşer gününü
Gayrı sana olmaz rağbet İstanbol
Şaşırıp kaldılar tulumbacılar
Yangın dürgerleri yıkar bacalar
Gündüz tuttu, kim der idi geceler
307
Kalmadı kimsede kuvvet İstanbol
Aslan gibi döner Hüseyin Paşa
Rûzigâr şiddetli, n'işlesin boşa
Dürgerler dağıttı bir baştan başa
İsten bulsun tek selamet Istanbol
Ateş yayılınca dört yana heman
Döğünüp durdular râya, Müslüman
Ticaret mülkünü eyledi ziyan
Pek dipten eyledi sünnet, İstanbol
Aman Sultan Mahmud, senden bir imdat
Sabi, sıbyan ağlar, ederler feryat
Hesapsız kulların oldu nâ-murat
Nazar eyle, kıl merhamet İstanbol
Bahçekapı, Ahırkapı, Çatladı
Kumkapı'dan Yenikapı atladı
Davud Paşa, Samatya'yı sakladı
Yedikule çekmez sıklet İstanbol
Silivrikapısı durmuş bir yana
Mevlana Kapısı bakar mı ana
Topkapı kendini atmaz meydana
Edirne Kapısı senet İstanbol
Eğrikapı, Ayvansaray, Balad'ı
Fener, Oymakapı korkup yaladı
Yenikapı, Cibali'yi, Balad'ı
Unkapanı sakla gözet istanbol
Ayazma Kapısı, Odun Kapısı
308
Biri birinden de güzel yapısı
Zından Kapısı'nda bitti hepisi
Yirmi dört kapındır hacet İstanbol
Bahçekapısı'na bir ucu endi
Fazlı Paşa Gedik Paşa'ya döndü
Gitti Kumkapı'dan, Langa'da söndü
Pek kül oldu iki millet İstanbol
Nettilerse mümkün çare olmadı
Zabitler kolayın asla bulmadı
Rical, kibar yalıları kalmadı
Tamam yandı otuz saat İstanbol
Taaccüpte kalır baktıkça âdem
Seyr-ü temaşadan kan ağlar dîdem
Nice ki bu ateş sendedir madem
Bir pul etmez olsa cennet İstanbol
CÜDÂİ, inanma dünya maline
Günde bin şükür et herbir haline
Yangın tarikine, arz-ı haline
Hıfz et ki bulasın şöhret İstanbol ( Öztelli, 1976
: 635 – 638 )
4.8. Sel Konulu Şiirler 1876 yılında meydana gelen bir sel olayını Aşık İcadi, aşağıdaki
destanında anlatmıştır. Selin yol açtığı yıkımı, pek çok insanın hayatını
kaybetmesini, yaşanan acıları dile getiren şair, bu olayı Allah’ın gazabı olarak
nitelendirmiştir :
309
Sene bin iki yüz doksan üç tamam
Recebin beşinde sel revan eyledi
Gükreyüp hışm ile gelince heman
Nice mâmureyi viran eyledi
Kimseden kimseye olmadı imdat
Şaşırdı da halk, bulamadı irşat
Dakkada bin kapı eyledi küşat
Girip evler içre cevlan eyledi
Bir yandan girdi de bir yandan çıktı
Nice fakirlerin evlerin yıktı
Mekânsız kaldı halk, canından bıktı
Baykuşlar viranı mekân eyledi
Kimi der, gitti yavrum, kimi yavrum
Ana-baba günü oldu bu gün halim
Nice canları boğdu bu tûfan zalim
Yıktı yuvasın, sâbiyi uryan eyledi
Yoktu bir yer barınsın fisebillah
Elest bezminde dedik ila-Allah
Büyük küçük çağrışıp dedikçe Allah
Döktürüp göz yaşını umman eyledi
Çığrışan insana yürek dayanmaz
Boğulmuş beşikte mâsumlar, uyanmaz
Selle giden canlar ateşe yanmaz
Gördü göz yaşını figan eyledi.
Nedir Yârab kulun bunca günahı
Rahmet değil bu gazab-ı ilâhî
310
Sabi sıbyanda kalmadı penâhı
Dinmedi sular subha dek ceryan eyledi
Rabb’ın hikmetine akıllar ermez
Kulun tedbiri de bir pula değmez
Ferman kendinindir kimseler bilmez
Yanık İCADÎ böyle destan eyledi ( Öztelli,
1976 : 655 – 656 )
4.9. Devlet Yönetimini Eleştiren Şiirler Halk şairlerimiz zaman zaman devlet yöneticilerini de eleştirmişlerdir.
Onların çalışmalarında gördükleri eksiklikleri ya da yaptıkları başarılı
çalışmaları dile getirmişlerdir. Bazen övgü bazen yergi yaparak halkın
hislerine tercüman olmuşlardır. Aşık Ruhsatî’de devrinin yöneticilerini
eleştirmiş ve padişaha seslenerek ortalığa bir düzen vermesini istemiştir :
Şevketlü bir, defa tebdili kıyafet,
Gezmek vecibe'i zimmetinizdir.
Memleketin bir tutarı kalmadı,
Düzmek vecibe 'i zimmetinizdir.
Sormadan verirsin rütbe, nişanı,
Görelim içinde var mı imanı,
Vezirlerin islahına fermanı,
Yazmak vecibe'i zimmetinizdir.
Dize çıktı musibetlik harmanı
Ancak senden olur olsa dermanı,
Haberin yok batırdılar devranı,
Süzmek vecibe'i zimmetinizdir.
Furumaye çıktı sadra oturdu,
311
Fakir, fukaraya verir patırdı
Mürtekipler ortalığı batırdı,
Sezmek vecibe' i zimmetinizdir ( Aşkun, 1945 :
106)
Devlet yöneticilerini oldukça sivri bir dille eleştiren Aşık Şemsi, işimiz
Tanrı’ya kaldı diyerek ümitsizliğini de dile getirmiştir. Sultan Mahmud devrini
eleştiren şair, cihanı zulmün kuşattığını belirterek sadra geçenleri cahillikle
suçlamıştır :
Düştü cihana yine bir gulgule
Meğer nusret erşe Mevlâ'dan bize
Ol dinimiz, devlet-i Sultan Mahmud
Basiret versün Allah, etsün ian’e
İhata eyledi zulüm cihanı
Göklere dek ağdı insanın âhı
Ağlayup gözlerden dökelim kanı
Mülk başladı bil-cümle figana
Cihanda kalmadı sahib-adâlet
Kapladı dünyayı cümle cehalet
Haller niye varır bilmem âkıbet
Derûndan yalvaralım ulu Subhân'a
Duhûl etti nâs içre dürlü adâvet
Bir kimsede yoktur asla itâat
Eğer Hûda'dan olmazsa inâyet
Yıkılıpdur cihan, yoktur bahane
Perişan olupdur ahvâl-i bâd
Kalmadı nâsda birgünâ takat
Ol zaif-ü mâsum dahi mâsûmat
Çıkupdur zârları heft âsumâna
312
Çar köşede zuhur etti adûlar
Derûnumuz doldu dürlü kaygular
Gelürse başa bunca korkular
Hayif olur cümle ehl-i imâna
Dua-yi tazarruğ idelüm Gaffâr'a
Yanıpdır âlem şöyle bir nâra
Satarlar dinini verirsen para
Muhalif, fi'limiz hükm-ü Yezdân'a
Geçdi sadarete bir herif cahil
Tutulmaz oldu kelam-ı fâzıl
Kanı bunca mazlûm, insan-ı kâmil
Durup tevekkül ettiler Rahman'a
Recâli devlette yoktur sadâkat
Sefahat dedikleri oldu zarâfet
Bu resme mahv-olursa bunca kâinât
İşaret var bunda âhir zamana
İşlenmez oldu emr-i İlâhi
Dünyayı tuttu hep cümle menâhı
Rûz-u şeb bulmada cihan fenâyî
Olunmaz iktidâ ehl-i irfana
ŞEMSİ'yâ zikr eyle Mevlâ'yı her an
Kıl anın yoluna canını kurban
Versün sana lütfundan bağ-ı cinân
Gafil olma, duruş ders-i Kur'an'a ( Öztelli, 1976
: 588 – 589 )
313
Aşık Mırık da görevini kötüye kullanan köy muhtarlarını şiirlerinde
eleştirmiştir :
Bulgur koyduk camiye
Yük olurdu gemiye
Muhtar, hoca bölüştü
Beyliğinki hanı ya
Ho derim öküz gitmez
Bu işe aklım yatmaz
Bunların ettiğini
Köyün sıçanı etmez
Ağ dağın başı duman
Komşular bu iş yaman
Beylik malı yiyende
Ne din olur ne iman
Bunların işi çürük
Bana kalırsa Mırık
Hepisine vurmalı
Eyisinden bir sırık ( Ercan, 1998 : 317 )
Aynı konuyu ele aldığı bir başka şiiri ise şöyledir :
Asker için köylüden
Çamaşır topladılar
Köylünün verdi'ğini
Eşeğe yüklediler
Muhtar yürüdü önden
Hoca ırmadı ondan
Azalâr dört bir yandan
314
İşi yedeklediler
Az verene bağırıp
Hısımları kayırıp
Eyileri ayırıp
Sandığa sakladılar
Mırık duyanlar şaşsın
Başlarına taş düşsün
Hepsinin karnı şişsin
Hayırı bokladılar (Ercan, 1998 : 317 – 318 )
Aşık Mahremî, devrinin padişahını eleştirir. Padişaha “dünyaya bir bak
nizam bozuldu” dedikten sonra, kendisinden iyi bir vezir bulmasını da
istemiştir :
Hünkârım dünyaya eyle bir nazar
Duacı kulların ağlayıp gezer
Urum'u Acem'i ortaya yazar
Hani erkan hani yol Padişahım
Şevketlü askerin erbabın ara
Eren evliyalar cengine vara
Serasker başının kalbi de kara
Kişinin aslını sor Padişahım
Kim olursa verme tuğ ile sancak
İşret başın bilir yavanlar ancak
Dünya gitti elden daha nolacak
Dünyanın nizamın bul Padişahım
Ricallar cümesi devlete hayın
Gizlice alırlar kâfirden payın
315
Fukara kullara vermezler tayın
Sülfü sergerdandır kul Padişahım
Bir yiğidin gözü seferden gitmez
Gidenlere kimse itibar etmez
Bin cahil bir aslan yerini tutmaz
Aslan gibi vezir bul Padişahım
… ( Zelyurt, 1989 : 291)
4.10. Devlet Yönetimini Öven Şiirler Aşık Selimi, devrin padişahı Abdülmecit Han’ı ve icraatlarını övmüştür.
Her geçen gün şöhretinin arttığını belirttikten sonra, düşmanları kahrettiğini
belirtmiştir :
Padişah-ı âlem Abdülmecit Han
Gün-be-gün artmada şöhret-ü şanı
Erişti hamd-ola tevfik-i Yezdan
Nim nigâhla kahreyledi düşmanı
Safa ile dâim olsun demlerde
Tab'ına muvafık hep vezirler de
Pervâne-veş döndü sâdık beyler de
Dilde zikrettiler ulu Subhânı
Niyazımız budur Bârî Hüda'dan
Zerre dûr etmesin zevk-ü safadan
Hayır dua aldı çok evliyâdan
Bir şahlar şahından tuttu dâmanı
Nitekim var bizde bu din-ü kuvvet
316
Taşları eritir nüfuz-ı devlet
Seni gidi hain hârici millet .
Bildin mi ne imiş Âl-i Osman'ı ( Öztelli, 1976 :
309)
Aşık Fahri’nin, kaymakam beyin icraatlarına övgüsü ise şöyledir :
Musâ-yı Kâzım nâm kaymakam begün
Zâmân-ı adlinde olundu inşa
Mahall-i hükümet mektep medrese
Lutf-ı himmetiyle mükemmel bina
Binnefs şu ribâdan oldu i'ânet
Sa'y u gayret etti erkân-ı kafa
Tarihi bin üç yüzüç senesinde
Tamam oldu Fahrî nakşın et imlâ ( Turan,
1995 : 308)
4.11. Fakir ile Zengin Arasındaki Adaletsizliği Eleştiren Şiirler Halk şairlerimizin eleştirdiği bir başka konu ise, insanlara paralarına
göre değer verilmesi ve paranın her şeyden üstün tutulmasıdır :
Aşık Huzurî, her şeyin para olduğunu, eğer paran yoksa hiçbir yerde
itibar görmeyeceğini dile getirmiştir :
Kesende yok ise köprüden geçme
Tezden tutulursun bir yana kaçma
Parasız hükümet kapısın açma
Kadı müftü emr ü ferman paradır.
Fakir olan her dem gider engine
Parasız bellidir baksan rengine
Her mecliste buyur derler zengine
Yaran ahbab lutf ü ihsan paradır
317
Ya hunun cevabı kuru eyvalah
Parasız çok ümittir inşallah
Parasız bir molla demez bismillah
Kitap mezhep din ü iman paradır
Fakir suya düşse çıkamaz kirden
Zengin arabasın aşırır kırdan
Topal zengin iyi sağlam fakirden
Her şeyden evvela noksan paradır
Yad görünür pulsuz gelse daderin
Zengin mihman olsa olmaz kederin
Kimse sormaz ne kişidir pederin
Asıl nesil şöhret ü şan paradır ( Zelyurt, 1989 :
320)
Aşık Ali, malı olmayanı ahmak ederler diyerek insanların paralarına
göre değerlendirilmelerini eleştirmiştir :
Niderler de bu dünyayı niderler
Doğruyu koyup da sarpa giderler
Malı olmayanı ahmak ederler
İsterse bildiğim alem bilmesin ( Kalkan, 1988 :
28)
Aşık Serdari, bu olaya biraz mizahi bir üslupla yaklaşmıştır. Zenginin
her dediğine evet dendiğini, fakirin ise doğruyu da söylese deli olarak
nitelendirildiğini belirterek, eleştirisini dile getirmiştir :
Zenginin sözüne beli diyorlar
Fukara söylese deli diyorlar
Zamane şeyhine veli diyorlar
318
Gittikçe çoğalır delimiz bizim ( Zelyurt, 1989 :
89)
Aşık Feryadi, fakir insanlara kimsenin değer vermediğini belirtmiş,
zengin için ise herkes canını verir demiştir. Bu adaletsizlikten yakınan şair, bu
durumu şöyle eleştirmiştir :
Elbise yırtılır ip ile sırır
Bulunmaz ayranı dudağı kurur
Zenginlere herkes canını verir
Hiç kimseye geçmez sözü fakirin
Fakir olanları rast gelen döğer
Varıp zenginlere boynunu eğer
İçeriye koymaz mala göz değer
Mal görmedik olur gözü fakirin ( Zelyurt, 1989 :
292)
Aşık Figani de malı olmayanın dostu bulunmaz demiş, aynı konu
hakkındaki eleştirisini ifade etmiştir :
Şu kahpe felekten murat alınmaz
Yalancı dünyada ebet kalınmaz
Malı olmayanın dostu bulunmaz
Çaylar denizlere akar demişler (İvgin, 1994 :
39)
Gufrani, zengin ile fakir arasındaki sosyal adaletsizlikten bahsetmiş ve
bu durumu şöyle dile getirmiştir :
Zengine yağlı börek çekilir
Zügürd arpa, darı, yulaf bulamaz.
Zenginin yoluna olurlar tûrap
Zügürd nereye varsa halleri harap.
319
Zenginin demi kaynayıp coşar
Zügürd damarında kan da bulamaz
Zengin zemherinde terler oturur
Zügürd ağustosda gün de bulamaz
Zenginin geydiği kundura çorap
Zügürd ayağına gön de bulamaz.
Zengin helvasmı yağda pişirir.
Zügürd helvasına un da bulamaz.
Zenginin urbası dokuz kat olur
Zügürd bacağına don da bulamaz
Zenginin kefeni beş kat olur
Zügürd göynek ile yen de bulamaz (Gülcan,
1992 : 64).
4.12. Cehaleti Eleştiren Şiirler
Cehaletin kötülüğünden de yakınan aşıklarımız, ilmin önemini, bilginin
faziletini dile getirmişler; cahilliğin nelere yol açtığını şiirlerinde belirtmişlerdir.
Aşık Zülalî bilginin önemine değinerek, halkın cahilliğinden yakınmıştır.
Bu duygularını şöyle dile getirmiştir :
Şu Kars'ta yok mu bir kimse, bulunsun bu himayette.
Neden bir dar ül enam yok, kocaman bir vilayette.
Bütün Ermeni, Rumlar okur Türkçe, Rusça'yı
Yazık değilmi Türk evlâdı kalsın her esarette
Ki Kars'ın köylerin derler yazan yok bir satır Türkçe,
320
Acep Türk hattı çıktı da gezermi şol semavette.
Diğer milletlere göre ne denli geride kaldık.
Aman kardaş ne fark vardır bizim ile camadatda.
Şu Posof medresesinden dilenciler çıkarmakla,
Der Zülâli kurtulurmu vatan kalmış cehalette (Aslan,
1978 : 107)
Aşık Said de, cahil insanlardan vefa görülmeyeceğini belirtmiş,
cehaletin kötülüğünü dile getirmiştir :
Görmüş yok cihanda cahilden vefa
Vefa umup etme kendine cefa.
Olur mu insana zehirden şifa
Fikretsin gönülden ıhvan olanlar ( Kırımhan,
1995 : 466)
Aşık Deruni, cahil insanların hiçbir işte başarılı olamayacağını dile
getirimiş ve “cahili imam etseler cemaatı olmaz” diyerek eleştirisini ifade
etmiştir :
Cahili camie imam etseler
Anın ardı sıra cemaat olmaz
Kibirli kimseye üç tuğ verseler
Anda bir merhamet inayet olmaz ( Zelyurt,
1989 : 288)
Sefil Selimi, cehaleti ortadan kaldırmak için mücadele ettiğini dile
getirmiştir :
Düşenleri kaldırmaya
Ağlayanı güldürmeye
Cehaleti öldürmeye
Yana yana ben arıyom ( Makal, 1978 : 166).
321
SONUÇ
Halk şairlerimizin şiirlerinde XIX.yüzyıl sosyal ve siyasi olaylarının
nasıl ele alındığını inceledik. Bu şiirlerin tarihe ışık tuttuğunu ve devri
anlamamızı kolaylaştırdığını göstermeye çalıştık. Tarihi yeniden kurma
kuramına göre, tarihin bilinmeyen yönlerini aydınlatmada halk bilimi
ürünlerinden yararlanılabilir. Bu doğrultuda, tespit ettiğimiz halk şiirlerinin
tarih için önemli kaynaklar olduğunu ortaya koyduk. Şiirlerde pek çok tarihsel
hadisenin bulunduğunu gösterdik.
Sözlü tarihin konusunu teşkil eden bu destanlar, devrin olaylarını
bütün ayrıntıları ile gözler önüne sermektedir. Bu şiirlerle, aynı olayın farklı
cephelerdeki yansımaları da ortaya konmuştur. Devrine ayna tutan bu
şiirlerde ele alınan konular, henüz aşığın belleğinde tazeliğini korurken
destanlaştırılmıştır. Bu açıdan da tarih için büyük önem taşır. Ona zengin bir
malzeme sunar.
Bu yüzyılda, devletin gidişatına ters bir profil çizen aşık edebiyatı en
parlak dönemini yaşamıştır. Devletin yıkılma sürecine girmesi nedeniyle pek
çok sosyal ve siyasi olay olmuş, aşıklar da bu olaylara kayıtsız kalmamıştır
ve bu olaylarla ilgili destanlar söylemişlerdir. Destanlar, o dönemde
günümüzdeki gazetelerin işlevini görmüştür. Halkı bilgilendirmişler, olaylar
hakkında haberler vermişlerdir. Zaferler övülmüş, yenilgiler sertçe eleştirilmiş,
haksızlıklara cesurca itiraz edilmiştir. Zaman zaman padişahlar ve yaptıkları
yenilikler övülmüş; deprem, sel, yangın gibi felaketlerin açtığı yaralar tasvir
edilmiştir. Bazen de sosyal bozukluklar, hükümetin yanlış icraatları
hicvedilmiştir.
Halkın psikolojisi, düşüncesi, duyguları, yaşayışı gözler önüne
serilmiştir. Bu açıdan sosyal tarihe kaynaklık etmişlerdir.
Kültürel ve iletişimsel belleğin taşıyıcıları olan aşıkların ağzından
anlatılan olaylar, onların destanları ile geleceğe taşınmıştır.
Geçmiş hiçbir bellekte olduğu gibi kalmaz. Sürekli yeniden örgütlenir.
Bu nedenle bu şiirleri birer tarihi belge olarak görmemek gerekir. Bu şiirler
tarih değildir ama tarihe kaynaklık eder. Toplumların tarihsel olayları ve
322
kendilerini nasıl algıladıklarını ortaya koyar. İletişimsel bellek ile yakın
geçmiş, kültürel bellek ile geçmişin belli noktaları gün yüzüne çıkar.
Bu şiirler, geçmişin karanlık noktalarını aydınlatabilme açısından
tarihçiler için de önemli malzeme teşkil etmektedir. Geçmişi geleceğe taşıyan
aşıklarımız sayesinde birçok soru işareti zamanla yok olacak, birçok hususu
anlamamız kolaylaşacaktır.
323
KAYNAKÇA
AKCA, Kemal; Sille’nin Halk Şairleri, Konya, Haşim Basımevi 1940.
AKTAN, Müge Ercan; 19.Yüzyılda İstanbul’da Aşıklık Geleneği ve Aşıklar, Ankara, Yüksek Lisans Tezi, 1997.
ALKAN, Nuran Aynacı; XIX. Yüzyıl Halk Şiirinde Gelenek ve Göreneklerimizle İlgili Sistematik Bir Değerlendirme, Ankara, Yüksek
Lisans Tezi, 1998.
ALOVA, Erdal; Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul, Alfa Yayınları,
2002.
ALPARSLAN, Cevat; Bolu’nun Kültürel Değerleri, Âşık Dertli, Aşık Figanî ve Köroğlu, Ankara, 1995.
ARISOY, Sunullah; Türk Halk Şiiri Antolojisi, Ankara, Bilgi Yayınevi,
195.
ARMAOĞLU, Fahir; 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yay, 1997.
ARTUN, Erman; Aşıklık Geleneği ve Aşık Edebiyatı, Ankara, Akçay
Yay, 2001
ARTUN, Erman; Osmanlı-Türk Kültüründe Âşık Şiirinin Belirleyici Rolü, Adana Halk Kültürü Araştırmaları, Adana, Epsilon Ofset, 2000
ASLAN, Ensar; Doğu Anadolu Saz Şairleri, Erzurum, Atatürk
Üniversitesi Basımevi, 1978.
ASSMANN, Jan; Kültürel Bellek, çev. Ayşe Tekin, İstanbul, Ayrıntı Yay,
2001.
AŞIK, Şenlik; Şiirleri, Ankara, Yeni Matbaa, 1954.
ÂŞIKOĞLU, İsmail; Âşık Şenlik, İzmir, 1964.
AŞKUN, Vehbi Cem; Aşık Ruhsatî, Sivas, Kâmil Basımevi, 1945.
AŞKUN, Vehbi Cem; Merzifon Şairleri, Merzifon, Utku Basımevi, 1937.
ATALAY, Adil Ali; Âşık Demanî Baba Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, Can
Yay, 1982.
ATALAY, Adil Ali; Erzurumlu Halk Ozanı Noksanî Baba, İstanbul, Can
Yay, 1995.
324
AYVERDİ, Samiha; Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, 3.cilt, İstanbul,
Damla Yay, 1976.
BAŞGÖZ, İlhan; Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul, Nurgök
Matbaası, 1956.
BAYRAK, Kemal; Aşık Zülalî Hayatı ve Şiirleri, Erzurum, Lisans Tezi,
1973.
BAYRI, Halit; 19.Yüzyıl Halk Şiiri, İstanbul, Ekin Basımevi, 1956.
BEHRAM, Nihat; Türk Halk ve Dünya Edebiyatından Başkaldırı Şiirleri Antolojisi, İstanbul, Alfa Yayınları, 2001.
BORATAV, Pertev Naili; Folklor ve Edebiyat II, İstanbul, 1991.
BORATAV, Pertev Naili; İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Ankara, Maarif Mat.,
1943.
CAN, Sıtkı; Ordu’lu Şair Tıflı’nın Hayatı ve Eserleri, Ordu, Köy
Basımevi, 1938.
ÇOBANOĞLU, Özkul; Aşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü,
Ankara, Akçağ Yay, 2000.
ÇOBANOĞLU, Özkul; Halkbilimi Kuramları ve Araştırmaları Yöntemleri Tarihine Giriş, Akçağ yay., Ankara, 2002.
DAĞLI, Muhtar Yahya; Tokatlı Gedayî, İstanbul, Maarif Kitaphanesi,
1958.
DANİŞMEND, İsmail Hami; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 4.cilt,
İstanbul, Türkiye Yay, 1972.
DURBİLMEZ, Bayram; Âşık Meydanî, Kayseri, Laçin Yay, 2000.
ELÇİN, Şükrü; Akdeniz’de ve Cezayir’de Türk Halk Şairleri, Ankara,
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay, 1988.
ERCAN, Abdullah; 14.Yüzyıldan Günümüze Çorumlu Şairler, İstanbul,
Çorum Eğitim ve Kültür Vakfı, 1998.
ERGUN, Sadettin Nüzhet; Hengâmî, İstanbul, 1933.
ERGUN, Sadettin Nüzhet; Silleli Sürûrî, İstanbul, Suhulet Kütüphanesi,
1933.
ERGUN, Sadettin Nüzhet; Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul, 1928.
FINDIKOĞLU, Ziyaeddin Fahri; Bayburtlu Zihni, İstanbul, 1953.
325
GÖZÜKIZIL, Ömer; Âşık Zülalî’den Âşık Zülalî, Ankara, Kültür Bakanlığı
Yay., 2000.
GÜLCAN, Ali; Karaman’lı Halk Ozanlarından Gufranî ve Kenzi, Karaman, 1992.
GÜLOĞLU, Faruk; Seyranî, İstanbul, 1953.
GÜNEY, Eflatun Cem; Âşık Kâmili Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, Maarif
Kitaphanesi, 1958.
GÜNEY, Eflatun Cem; Âşık Meslekî, İstanbul, Maarif Kitaphanesi, 1953.
GÜNEY, Eflatun Cem; Âşık Ruhsatî Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, 1953.
GÜVEMLİ, Zahir; 19. Asırdan Bugüne Kahramanlık Şiirleri, İstanbul,
Akbaba Yay., 1943.
HAŞLAK, Salim; Bayburtlu Celali, Ankara, Dernek Yay., 1963.
İslâm Ansiklopedisi, c.12, İstanbul, MEB Yay., 1988.
İSLAMOĞLU, Mustafa; Seyranî, İstanbul, Denge Yay., 2002.
İVGİN, Hayrettin; Geredeli Âşık Figanî, Ankara, Kültür Bak.Yay.,1994
KAHRAMAN, Mehmet; Tokat’ta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ceyhunî, Ankara, Yüksek Lisans Tezi, 1996.
KALKAN, Emir; Çağlar Boyunca Kayseri Şairleri, Kayseri, Kayseri
Belediyesi Birliği Yay., 1988.
KARAHAN, Abdulkadir; Urfalı Mehmet Şevket ve Şiirleri, Ankara,
Semih Mat., 1991.
KARAL, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi, 7.cilt, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yay., 1977.
KARDEŞ, Mehmet; Meşhur Saz Şairi Âşık Sümmanî, İstanbul, 1963.
KAYA, Doğan; Aşık Minhacî, Sivas, Dilet Mat., 1994.
KIRIMHAN, Nazan; 19.Yüzyılda Yaşamış Kırşehirli Âşıklar ve Âşık Said, Doktora Tezi, Ankara, 1995.
KIZAN, Ali – Doğanay, Namık Kemal; Âşık Remzânî, 1987.
KOCATÜRK, Vasfi Mahir; Saz Şiiri Antolojisi, Ankara, Ayyıldız Mat.,
1963.
KOZ, Sabri; Aşık Edebiyatında Destan ve Destan Konuları, Türk Halk
Edebiyatı ve Folklorunda Yeni Görüşler 2, Konya, 1985
326
KÖMÜRCÜOĞLU, Sabahattin; Gümüşhaneli Ozanlar, İstanbul, 1987.
KÖPRÜLÜ, Mehmet Fuad; Türk Saz Şairleri, Ankara, Milli Kültür Yay.,
1962.
KÖPRÜLÜ, Mehmet Fuad; 19. Asır Saz Şairleri, IX – X. cilt, Kanaat
Kitabevi, İstanbul, 1940.
KÖPRÜLÜ, Mehmet Fuad; Edebiyat Araştırmaları I, İstanbul, 1989.
MAKAL, Tahir Kutsi; Türk Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul, Toker Yay.,
1978.
MUTLUAY, Rauf; Türk Halk Şiirleri Antolojisi, İstanbul, AD Yay., 1997.
OĞUZ, M. Öcal; Yozgat’ta Halk Şairliğinin Dünü ve Bugünü, Ankara,
Kültür Bak. Yay., 1994.
OKAY, Haşim Nezihi; Aşık Dertli Divanı, İstanbul, Maarif Kitaphanesi ve
Mat., 1958.
OKAY, Haşim Nezihi; Âşık Sümmanî Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, Maarif
Kitaphanesi, 1975.
OKAY, Haşim Nezihi; Seyranî, İstanbul, 1953.
OZANOĞLU, İhsan; XIX.Asır Saz Şairlerinden Kalecikli Mirati, Kastamonu, Şenkıral Basımevi, 1940.
ÖZDEMİR, Ahmet; Şarkışlalı Âşık Serdarî ve Yöre Halk Şairleri, İstanbul, Şarkışla Kültür Sanat ve Sosyal Dayanışma Der. Yay., 1997.
ÖZDEMİR, Fuat; Anadolu Destanlarının Biçimleri ve Çeşitli Temaları, Anadolu Destanları, Ankara, 1991.
ÖZKAN, Âşık Ali İzzet; Şiirleri, Adana, Yurt Mat., 1947.
ÖZTELLİ, Cahit; Uyan Padişahım, İstanbul, Milliyet Yay., 1976.
ÖZTUNA, Yılmaz; Türk Tarihinden Portreler, İstanbul, Ötüken Yay.,
1998.
ÖZTUNA, Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi, 7.Cilt, İstanbul, Ötüken Yay.,
1983.
ÖZYALÇIN, Kadri; Darendeli Remzi, Sivas, Kâmil Basımev., 1940.
PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali; Türk Halk Şiiri Antolojisi, Ankara, 1975.
SAKAOĞLU, Saim; Türk Dünyası El Kitabı, c.3, Türk Saz Şiiri, Ankara,
1992.
327
SAKAOĞLU, Saim; Bayburtlu Zihni, İstanbul, 1988.
SAKAOĞLU, Saim; Dadaloğlu, Ankara, 1986.
SEVENGİL, Ahmet; Yüzyıllar Boyunca Halk Şairleri, İstanbul, Tan
Gazetesi ve Matbaası, 1965.
TALAT, Ahmet; Aşık Tokat’lı Nuri, Çankırı, Çankırı Mat., 1933.
TANPINAR, Ahmet Hamdi; 19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul,
1982.
TEMEL, Nurettin; Kağızmanlı Halk Şairleri ve Âşıkları, MEB Yay.,
İstanbul, 2005.
THOMPSON, Paul ; Geçmişin Sesi, çev. Şehnaz Layıkel, Tarih Vakfı
Yurt yay., İstanbul 1999.
TOROS, Taha; XIX.Asır Çukurova Saz Şairi, Adana, 1940.
TURAN, Mustafa; Kağızmanlı Aşık Hıfzı, İstanbul, Meb.Yay., 1990.
TURAN, Ahsen; XIX. Yüzyılda Ankaralı Âşıklar ve Ayaşlı Ahmet Fahri, Ankara, Doktora Tezi, 1995.
Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi, C.8, İstanbul, Gelişim Yay., 1985.
Türkler Ansiklopedisi, C.12, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002.
URAL, Orhan; Erzurumlu Emrah Yaşamı ve Şiirleri, İstanbul, Özgür
Yay., 1984.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi, Ankara, 1988.
YAĞCI, Öner; Dadaloğlu ve Şiirleri, İstanbul, Gün Yay., 1996.
YAMAN, Talat Mümtaz; Aşık Kemalî, Kastamonu, Vilayet Mat., 1935.
YANBEĞ, Mahmut Kemal; Bayburtlu Celalî Hayatı ve Şiirleri, İstanbul,
Bayburt Kül.ve Yar. Cemiyeti Yay., 1963.
YETİŞ, Kazım; Destan, TDV İslam Ansiklopedisi, c.6, İstanbul, 1994.
YILDIZ, Alim; Sivaslı Şairler Antolojisi, İstanbul, Sivaslılar Vakfı, 2003.
YILDIRIM, Dursun; Türk Bitiği, Ankara, Akçağ yay., 1998.
ZELYURT, Rıza; Halk Şiirinde Başkaldırı, İstanbul, Sosyal Yay., 1989.
ZEYREK, Yunus; Posoflu Âşık Zülalî, Meb Yay., İstanbul, 1990.
328
ÖZET
XIX. Yüzyıl Sosyal ve Siyasi Olayların Aşık Edebiyatına Yansımaları.
Hazırlayan; Demet ÇORUK, Danışman; F. Ahsen TURHAN, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ( Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi ),
Ankara 2007.
Bu çalışmada, XIX. yüzyıl sosyal ve siyasi olaylarının halk şairlerinin
şiirlerinde nasıl ele alındığını incelemek. Bu amaçla öncelikle dönemin sosyal
ve siyasi olaylarını tespit ettik. Adından da bu olayların konu edildiği şiirleri
belirledik. Devrine ayna tutan bu şairlerin, hem halkın ortak psikolojisini
ortaya koyma açısından önemini vurguladık. Olayların, halk üzerinde yarattığı
etkiyi de şiirlerden hareketle ortaya koyduk.
Böylece çalışmamızda, birebir olaylara şahit olmuş kişilerce söylenmiş
bu şiirlerin tarihe kaynaklık edebileceğini göstermeye çalıştık.
Anahtar Sözcükler
1. XIX. Yüzyıl
2. Halk şiiri
3. Sosyal
4. Siyasi
5. Tarih
329
ABSTRACT Reflections of the social and political events of the 19 th century to the
folk literature. Preparer; Demet ÇORUK, Adviser; F. Ahsen TURAN, Gazi
University The Institute for Social Sciences ( Unpublished higher license
thesis ), Ankara 2007.
In this study, we have examined how the social and political events of
the 19 th century are carried out in the folk poets ‘ poems. For this aim, hirstly
we have determined the social and political events of the period. After wards,
we have described the poems of wicf these events are considered as a
subject matter. We have also emphasized the poems that enlightered their
era, have both revealed the shared psychology of the folk and the unknown
points of the past. We have revealed the effect that the events created on the
folk with the help of the poems.
In this way, we have tried to show in our study that the poems which
have been uttered by the people who witnessed the events can testify to the
history.
Key Words
1. 19 th century
2. Folk Poem
3. Social
4. Political
5. History