Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI
ULUS İNŞASINDA ZORUNLU GÖÇ UNSURU: TEK PARTİ DÖNEMİ (1923-19445) İSKAN KANUNLARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan Hayriye YÜKSEL
Tez Danışmanı Prof. Dr. Türel YILMAZ
Ankara-2007
i
ÖNSÖZ
Yaşadığınız şehrin sokaklarına şöyle bir göz attığınızda göreceksiniz
ki; gençlerin hemen hemen hepsi düşük bel pantolon ve Converse
ayakkabılar giymekte, saç şekillerinde asimetrik kesimleri tercih etmekte ve
IPOD/MP3 vasıtasıyla bol gürültülü müzikleri dinlemektedir. Aslında sayılan
benzerlikleri sadece yaşanılan şehirle sınırlandırmak doğru değildir. Nitekim
dünya genelindeki gençlerin durumu da aynıdır. Benzerliklerin bu kadar fazla
olmasının nedenini tek bir kelimeyle açıklamak mümkün: Küreselleşme.
Herkes, her meta aynı tornadan çıkacak, en doğruyu “büyük birader” bilecek
ve mevcut süreci tersine çevirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecek.
Oysa insan içgüdüsel olarak kendini ortaya koyacak bir varlık arayışı
içerisindedir. Diğerlerinden farkıyla kendini kanıtlamaya çalışmakta ve bu
farklılıkla yeni birlikler oluşturmaktadır. Konun hem en güzel hem en basit
örneği ise; “hemşericilik” anlayışı ile kurulan Ankaralılar, Gölbaşılılar ve
Oğulbeyliler dernekleridir. Dolayısıyla küreselleşme hem bireyleri
aynılaştırmakta, hem de kendi varlıklarını kanıtlama çabası ile farklılıkları
vurgulama arayışına iterek ayrıştırmaktadır.
“Küreselleşmenin ekonomik alanda yeni yeni oluşmaya başladığı,
dolayısıyla kişilerin kimliklerinde etkisinin hissedilmediği, hatta insan
haklarıyla birlikte ortaya çıkan bireyin bilinçlenmesinin dahi söz konusu
olmadığı bir döneminde “ulus” nasıl ortaya çıkabilmiştir?” sorusu ile ise bu
tezin yazım süreci başlamıştır.
Ulus inşasının, yönetici elitin müdahalesiyle gerçekleşmesi nedeniyle
konu kapsamı tek parti dönemi ile sınırlandırılmış ve çalışmanın sadece bir
yüksek lisans tezi olmasından dolayı ulus inşasında kullanılan diğer araçlar
(eğitim süreçleri, tek dil ve tarih anlayışı oluşturulması…vb.) göz ardı edilerek
“zorunlu göç” uzmanlaşma alanı olarak belirlenmiştir.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ i
İÇİNDEKİLER ii
KISALTMALAR v
TABLOLAR vi
GİRİŞ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRK-YUNAN ZORUNLU NÜFUS MÜBADELESİ
I. LAUSANNE BARIŞ KONFERANSI ÖNCESİ TÜRKİYE 17
II. LAUSANNE BARIŞ KONFERANSI ÖNCESİ YUNANİSTAN 21
III. LAUSANNE BARIŞ KONFERANSI’NDA MÜBADELE 23
IV. TÜRK VE YUNAN HALKLARININ MÜBADELESİNE İLİŞKİN
SÖZLEŞME VE PROTOKOL 29
V. LAUSANNE’DA VARILAN ANTLAŞMA SONRASI HUKUKİ
GELİŞMELER 32
VI. TÜRKİYE’DE MÜBADELE 36
A. Mübadele İmar ve İskan Vekaleti ve Mübadele İmar ve
İskan Kanunu 37
B. Mübadele Öncesinde Yapılan Hazırlıklar 39
C. Rumların Türkiye’den Ayrılışı 41
D. Türkiye’ye İlk Gelişler 43
VII. YUNANİSTAN’DA MÜBADELE
A. Mübadele Öncesi Yunanistan’da Gerçekleştirilen Hazırlıklar 56
B. Türklerin Yunanistan’dan Ayrılışı 59
C. Yunanistan’a İlk Gelişler ve Yerleşim 60
iii
D. Yunanistan’da Ekonominin Gelişimi ve Mübadillerin Üreticiye
Dönüştürülmesi 64
VIII. MÜBADELEDEN FARKLI BİR ÖRNEK: GİRİT VE KAPADOKYA
MÜBADİLLERİ 65
IX. MÜBADELEYE İLİŞKİN GENEL SONUÇ 66
A. Demografik Yapı ve Yerleşim Açısından 66
B. Ekonomi Açısından 69
C. Siyasi etkiler acısından 71
D. Sosyo-Kültürel Etkiler Açısından 72
İKİNCİ BÖLÜM
İSYANLAR SONRASI KÜRTLERİN İSKANI
I. İSKAN AŞAMALARI 74
II. OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE KÜRTLER 75
A. Türk-Kürt İttifakının Başlangıcı 75
B. İlk Kürt İsyanları 82
C. İlk Kürt Örgütlenmeleri 83
III. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE (1919-1922) KÜRTLER 85
A. Kürtler İle Uzlaşma 88
B. Milli Mücadele Döneminde Kürt İsyanları 89
IV. ANAYASAL METİNLERDE KÜRTLER: 1921 VE 1924
ANAYASALARI 89
V. TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (1923-1938) KÜRT
İSYANLARI 91
VI. KÜRT İSYANLARI SONRASI İZLENİLEN POLİTİKALAR 100
A. Raporlar ve Çözüm Önerileri 100
B. Kürt Sorunu Konusunda Umumi Müfettişlik Uygulaması 106
C. Kürt Sorunu Konusunda İskan Kanunu 107
iv
VII. İSKAN KANUNU’NUN DEĞERLENDİRMESİ 116
SONUÇ 120
KAYNAKÇA 124
EKLER 130
ÖZET 164
ABSTRACT 166
v
KISALTMALAR
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e. :Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
bkz. : Bakınız
BM : Birleşmiş Milletler
CHF : Cumhuriyet Halk Fırkası
CHP : Cumhuriyet Halk Partisi
Der. : Derleyen
Haz. : Hazırlayan
MC : Milletler Cemiyeti
s. : Sayfa
ss. : Sayfa sayıları
vi
TABLOLAR Tablo-1: 1923-1925 yılları itibariyle Türkiye’ye gelen göçmenler 7 Tablo-2: Mübadillerin yerleşim alanları 6 Tablo-3: 1923-1928 yılları arasında iller bazında yerleştirilen göçmen miktarı 47-48 Tablo-4: Yunanistan’ın etnik nüfus dağılımı 68 Tablo-5: 1800’lü yıllar Kürt isyanları 82 Tablo-6: Osmanlı’da ilk Kürt örgütlenmeleri 84 Tablo-7: Türkiye’de Kürt isyanları 92
ULUS İNŞASINDA ZORUNLU GÖÇ UNSURU: TEK PARTİ DÖNEMİ (1923-1945) İSKAN KANUNLARI
GİRİŞ Her sosyal bilimci (ki pozitif bilimlerin aksine, bilim olmanın koşulu
sayılan nesnel, genel geçer, ampirik verilere ya da kurallara sahip değildir)
için tezi öncesinde zihinde bir soru ve sorunun da ötesinde bir cevap
mevcuttur. İşte bu cevap aslında tezdir ve soru da cevabı kanıtlamaya
yöneliktir.
“Ulus İnşasında Zorunlu Göç Unsuru: Tek Parti Dönemi (1923-1945)
İskan Kanunları” isimli tez de yukarıdaki sosyal bilimci açmazına uygun
olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre zihinde var olan cevaplar;
1. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet olarak kurulmasında homojen
ulusun varlığı birincil koşuldur.
2. Cumhuriyet Halk Partisi (Tek Parti) döneminde uygulanan ulusu
homojenleştirme çalışmalarında kullanılan araçlardan biri de “zorunlu göç”
tür.
3. 1923-1945 yılları arasında zorunlu göç Rum asıllı ve Türk
kültüründen olmayan Kürt asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına
uygulanmıştır.
4. Zorunlu göçün, Rum ve Kürtlere uygulanmış olması her iki grubun
birlikte ele alınması gerektiği anlamına gelmemelidir. Bunun birinci nedeni;
Rum ve Türk ahalinin mübadelesinin, uluslararası ilişkileri ilgilendiren bir
konu, Anadolu’da çıkan isyanlar sonrası Doğu’da bulunan Kürt nüfusun,
ülkenin Batı bölgelerinde iskan ettirilmesinin ise ülke içi bir sorun olmasıdır.
2
İkinci neden ise; mübadele anlayışında, farklı olandan ebediyen kurtulmanın;
Kürtlerin iskanında, iskanla birlikte ıslaha da dönüşmesidir.
5. Farklı gibi görünen iki iskan örneğinin ortak noktaları; uygulanan
göçün zorunlu olması, göç öncesinde yapılan planlamaların yetersizliği,
düzensizliği ve savaş\isyanlar sonrası Rum ve Kürtlerin ulusal varlığı
açısından sakıncalı unsurlar olarak görülmeleridir.
Sayılanlara uygun olarak tez, “Türk-Yunan Ahali Mübadelesi” ve
“İsyanlar Sonrası Kürtlerin İskanı” isimli iki ana başlık adı altında incelenmiş,
incelemeler Tek Parti dönemi ile sınırlandırılarak iskanların ulus inşasında
kullanılan doğru/faydalı bir araç olup olmadığı irdelenmiştir.
Tez için belirlenen zaman aralığı, Tek Parti iktidarının 1950 yılında
sona ermiş olmasına rağmen, 1923-1945 yılları arasıdır. Bu sınırlama ile ilk
çok partili seçimler (1946) öncesinde meydana gelen politika değişiklikleri tez
kapsamı dışında tutulmaya çalışılmıştır.
Tez konusu içerisine “zorunlu göç” unsuru taşımamalarından ötürü
Anadolu’ya Balkanlardan özellikle Bulgaristan ve Yugoslavya’dan
gerçekleşen göç hareketleri ile Kafkasya’dan gerçekleşen Çerkez-Çeçen
göçleri dahil edilmemiştir. Nitekim bu göçler, devletlerin değil her göç gibi
koşulların zorlaması ile meydana gelmiş ve geri dönüşü mümkün göç
hadiseleri olarak değerlendirilmiştir.
Tez kapsamının ne olduğu ya da okuyucunun ne anlatılmak istendiğini
anlamasının ilk koşulu neyin anlatılmayacağının önceden bilinmesidir. Bu
kapsamda tanımlanması gereken ilk kavramlar ulus-devlet ve tek parti
döneminde uygulanan politikaların amacı olarak görülen ulus inşasıdır.
3
Ulus-devletler ortaya çıkışları dikkate alındığında üç tür
sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Bunlar: Avrupa ve Avrupa yakın çevresi
merkezli ulus-devletler, Amerika kıtasında yerli halkın ortadan kaldırılması ve
yerine göçmen bir nüfusun getirilmesi ile oluşan ulus-devletler ve 20. yüzyılın
ikinci yarısından sonra sömürgecilikten sıyrılma olarak ortaya çıkan ulus-
devletlerdir.1
Ulus-devlet kurumsallaşmış siyasi iktidarın belli bir tarihsel aşamada
büründüğü yapısal bir biçim; ulus bu yapılanmanın meşruiyet kaynağı olan
kurgu; ulusçuluk da, bu meşruiyet kaynağını tek geçerli değer olarak kabul
etmeyi hedefleyen bir siyasi akımdır.2
Ulus-devlet içerisinde, ulus ve devletin tüm unsurları ile birlikte
mükemmel bir türdeşliğe sahip olduğu kabul edilir. Ancak bu ulus devlette ne
başlangıçta ne de sonrasında tam olarak sağlanabilmiş değildir ve devlet,
bunu sağlamak için uluslaştırma araçlarına sürekli olarak başvurmaktadır.3
Uluslaştırma yani ulus inşa etme aşamalarında, devletin yararlandığı
öğeler, ulusun içsel (din, dil, soy-kültür-tarih birliği) ve dışsal (düşman imajı)
unsurlarıdır.4
Hem Osmanlı devletinin halefi olması hem de yeni devleti kuran elit
kesimin köklü bir devlet geleneğinden gelmesi göz önünde
bulundurulduğunda Türkiye Cumhuriyeti için devlet inşasının, ulus inşasından
daha önce gerçekleştiği tespitinde bulunmak yanlış olmasa gerektir. Devlet
inşasında rol oynayan elit kesim ulus inşasında da etkili olmuş ve Hroch’un,
ulusal hareketlerin üç aşamadan oluştuğu tezini destekler bir konumda yer
almıştır. Bu ulusal hareketlerden ilki; entelektüel seçkinlerin, bir halk
grubunun dilsel, kültürel, toplumsal ve tarihsel niteliklerini araştırması, ikincisi; 1 Ozan Erözden, Ulus-Devlet, Ankara, Dost Kitabevi, 1997, ss. 8-9. 2 Erözden, a.g.e., s.47 3 Erözden, a.g.e., s.10 4 Erözden, a.g.e., s.106
4
siyasallaşmış aydın kesimin, ilk entelektüel çıkışı toparlayarak kitlelerin ulusal
bilincini uyandırmaya çalışması ve son evrede kitlesel bir ulusal hareketin
oluşmasıdır.5
Ulus İnşası ise, devletlerin ulus yaratma çabalarının tümüne ulus
inşası adı verilmektedir. Bir ulus-devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti
de, ulusu yurttaşlık temelinde oluşmuş bir siyasal topluluk olarak görmüş6,
tek, homojen bir dil, kültür ve kimlik yaratıp, bunu ülkede yaşayan tüm
insanlara ulusal dil, kültür ve kimlik olarak benimsetmek suretiyle kendi
ulusunu yaratmayı amaçlamıştır.7
Devletlerin ulus inşa etme politikalarının en önemli araçları; kamusal
eğitim sistemi ve ulusal dil olarak kabul edilmektedir. Ancak devlet tarafından
yaratılan ulusal dil, kültür ve kimlik yoktan var edilmemiş, baskın ya da
egemen olan etno kültüre dayalı olarak ortaya çıkarılmıştır.8 Türkiye
Cumhuriyeti de kuruluşunda bünyesinde Rum, Ermeni, Yahudi, Kürt…vb.
unsurlar barındırmış olmasına rağmen, ulus inşasında baskın olan Türk
kültür ve dilini esas almış, bu kültür ve dili egemen kılabilmek için içerisinde
zorunlu göçün de yer aldığı çeşitli politikaları uygulamıştır.
Tek parti yönetimi ulus inşasında ülke planlama ilkelerinden
yararlanmıştır. Ülke planlaması, ülkenin sahip olduğu mekanı ile sosyo-
ekonomik verileri arasında, seçilen sosyo-ekonomik hedeflere yönelik
planlamadır.9 Ülke planlaması esnasında göz önünde bulundurulan genel
ilkeler: Ülkenin bütün bölgelerinde, sağlık koşulları uygun yaşama ve çalışma
olanakları yaratmak, sosyal, ekonomik, kültürel yönlerden dengeli bir dağılım
5 Hroch, “From National Movement to the Fully-Formed Nation-The Nation-Building Process in Europe”, New Left Review, Sayı: 198 (Mart-Nisan 1993), ss.6-7. 6 Nuri Bilgin, “Cumhuriyetçi Yurttaşlık Modeli ve Yeni Meydan Okuyuşlar”, Demokrasi Platformu, Yıl:2, Sayı:5, Kış 2006, s.3. 7 Nafiz Tok, “Çokkültürcülüğe Bir Yanıt Olarak Tekkültürcülük ve Çokkültürcülük”, Demokrasi Platformu, Yıl:2, Sayı:5, Kış 2006, s.21. 8 Tok, a.g.e., s.21. 9 Orhan Göçer, Ülke Planlama İlkeleri, İstanbul, Yıldız Üniversitesi Matbaası, 1990, s.1.
5
sağlamak, ülkede ulaşım ve altyapı ağını geliştirmek, yaşam koşulları bütünü
ile ülke ortalamasının altında bulunan bölgelerde sosyo-ekonomik ilişkiler ve
kültürel donatımları düzeltmek, tarımsal alanlar ve orman alanlarının verimini
arttıracak önlemler almak, kırsal bölgelerde, uygun nüfus yoğunluğunun
homojen dağılımını sağlamak, uygun ve yeterli sayıda işyerleri temin etmek,
bu iş yerlerinde çalışacak işgücünün yetişmesini desteklemek, şehirlerde
sağlıklı yaşam koşullarının bozulmasını engellemek, ekonomik ve sosyal
dokunun dengeli dağılımını sağlamak, çevre koruması için gerekli önlemlerin
alınmasını sağlamak, milli varlığı korumak ve genel karakteri desteklemek
amacıyla: tarihsel gelenekler, örf ve adetleri korunmak, askeri savunma için
gerekli donatımları düşünmektir.10
Ulus inşasında uygulanan araçlardan ilki göçtür. Türkçe’de fiil olarak
göç(mek) iki anlamda kullanılmaktadır. Birincisi; bir yerden başka bir yere
gitmek yani göç etmek, ikincisi de; binanın yıkılması anlamında göçmek yani
yıkılmak ve bozulmaktır. Bu iki tanımlamayı birleştiren duygusal tanımlama
ise Ege üniversitesinde göç üzerine yapılan bir sempozyumda Ayla Kut
tarafından yapılmıştır: “Göç, eksilmektir, göç etmenin insanı eksiltmesidir.”11
Bir yerleşim biriminden, bir siyasi sınırı olan toprak parçasından başka
birine doğru, fert grup veya kitle halinde gerçekleşen hareket olan göçü,
toplumdaki öteki yer değiştirmelerden ayıran başlıca ölçüt, göç edenin eski
toplumsal ilişkilerini değiştirmesi, yeni yerleşim yerinde yeni toplumsal ilişkiler
kurmasıdır. Bu nedenle kısa süreli ve mevsimlik yer değiştirmeler göç
sayılmamakta, bir yer değiştirmenin göç sayılabilmesi için süresinin en az bir
yıl olması ön koşulu aranmaktadır. 12
Göçe sebep olan faktörler: Kültürel hayranlık, macera arzusu, farklı bir
hayat kurma isteği, güçlü bir devletin mensubu olma, yurtdışında daha iyi
10 Göçer, a.g.e., ss.8-9. 11 Samim Akgönül ,“Göçmenliğe Dair Kelimeler,” Virgül, Mayıs 2006, s.67. 12 Ana Britanica, Cilt-9, s.570.
6
sağlık, konut ve eğitim hizmetleri, ekonomik avantajlar, ucuz toprak temin
etme ve zorunlu göçün de sebepleri sayılan; işkence, şiddet, etnik
çatışmalar, dini ve siyasi hürriyetlerin kısıtlanması, istenmeyen kişilerin
yurtlarından uzaklaştırılıp başka mekanlara sürülmesi olarak
sıralanmaktadır.13
Yaşadığı ülkeyi, sosyal, ekonomik ve/veya siyasi sebeplerden dolayı
terk etmek mecburiyetinde kalıp, başka bir ülkeye yerleşen veya yerleşmek
isteyen göçmenler14 , yurt dışına giden (emigration) ve yurda gelenler
(immigration) olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.15 Göçmen ile sık sık
karıştırılan göçebe (nomad) ise; belirli bir mekanda sabit bir meskende
ikamet etmeleri için, yurt içinde çadır, hayvan, binek ve diğer vasıtalarla
mevsim ve iklimlere göre yer değiştiren insan topluluğudur.16
Türkiye Cumhuriyeti’ne 1923-1945 yılları itibariyle gelen mübadil,
mülteci ve göçmen miktarının hane sayısı, nüfus ve her sene için devlet
tarafından harcanan para miktarının dağılımı şöyledir: 17
13 Ali Seyyar , Sosyal Siyaset Terimleri-Ansiklopedik Sözlük, İstanbul, Beta Basım, 2002, ss.194-195. 14 Ali Seyyar, a.g.e., s.195. 15 Okan Gümüş, Aziz Sevi, Ansiklopedik Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Ankara, Polat Yayınları, 1991, s.239. 16 Seyyar, a.g.e.,s.195. 17 Nüfus Hareketleri İstatistiği, Ankara, Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, 1948, s.279.
7
Tablo-1: 1923-1945 yılları itibariyle Türkiye’ye gelen göçmen miktarı.
YILLAR HANE SAYISI NÜFUS SARFİYAT (1000 LİRA)
1923 50.529 196.420 6.095
1924 52.221 208.886 5.286
1925 9.815 39.634 2.906
1926 8.201 32.850 892
1927 6.805 27.172 2.124
1928 10.143 40.570 748
1929 4.785 19.133 974
1930 3.490 13.964 175
1931 2.945 11.648 76
1932 2.905 11.603 259
1933 6.167 25.656 293
1934 9.282 34.057 750
1935 13.002 50.719 2.568
1936 8.512 33.074 2.774
1937 7.008 26.752 4.957
1938 8.734 29.678 2.866
1939 5.728 21.458 1.570
1940 3.499 11.216 1.635
1941 - 12.063 1.497
1942 - 4.261 1.165
1943 - 2.316 1.396
1944 - 681 1.400
1945 - 2.755 655
TOPLAM 213.771 856.566 48.018
8
1923-1933 yılları arasında göçmenlerin geldikleri ülkelere göre
dağılımı; Bulgaristan’dan 101.507 (%16.3), Romanya’dan 33.852 (%5.4),
Yugoslavya’dan 108.179 (17.2), Yunanistan’dan 384.000 (%61.1) kişidir.18
Ancak veriler, Balkan/Kafkas göçleri ve dönemin savaş/savaş sonrası
koşulları düşünüldüğünde, yaklaşık rakamlar olarak değerlendirilmektedir.
Doğru verilere ise 1952 yılından itibaren Türkiye’ye giren yabancı sayımının
Emniyet Genel Müdürlüğü’nce yapılması sonucu ulaşılabilinmiştir.19
Yerinden olma/edilme olarak da adlandırılan zorunlu göç ise,20
nüfusun, bir coğrafi bölgeden, diğer bir bölgeye, içinde yaşanılan iktisadi,
sosyal, siyasi durum imkansızlığı (şiddet, iç savaş, etnik çatışmalar, anti-
demokratik dayatmalar, baskıcı otorite …vb.) sebebiyle yer değiştirmesidir.
Türk-Yunan nüfus mübadelesi zorunlu olması açısından dünya
tarihinde bir ilktir. Nüfus mübadelesinin benzeri niteliğindeki diğer
uygulamalar ise, II. Dünya Savaşı esnasında Almanya ile Estonya, Letonya,
Sovyetler Birliği, Romanya, İtalya ve Hırvatistan tarafından gönüllü nüfus
naklini içeren antlaşmalardır. Ayrıca 8 Nisan 1950 tarihinde Hindistan ve
Pakistan arasında gönüllü mübadeleyi içeren Yeni Delhi Antlaşması da
zorunlu göçe örnek teşkil etmektedir.21 Antlaşma öncesinde Ağustos 1947 ile
Mart 1948 tarihleri arasında 4.500.000 Hindu ve Sih Batı Pakistan’dan
Hindistan’a, 6.000.000 Müslüman da Hindistan’dan Pakistan’a göç etmiş ve
bu göç esnasında 200.000 kişi hayatını kaybetmiştir.22
18 Cevat Geray, Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler ve Göçmenlerin İskanı, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Enstitüsü, s.11. 19 Haluk Cillav, Nüfus İstatistikleri ve Demografinin Genel Esasları, İstanbul, İ.Ü İktisat Fakültesi Yayını, 1960, s.396. 20 Güvensizlik Mirasının Aşılması: Devlet ve Yerinden Edinilmiş Kişiler Arasında Toplumsal Mutabakata Doğru, İstanbul, TESEV, 2006, s.5. 21 Michael Barutcıskı, “Lozan’a Yeniden Bir Bakış: Uluslararası Hukuk ve Siyasette Nüfus Mübadeleleri”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.35-40. 22 Ayhan Aktar, “Nüfusun Homojenleştirilmesi ve Ekonominin Türkleştirilmesi Sürecinde Bir Aşama”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.133.
9
Ulus inşasında kullanılan araçlardan biri de iskandır. İskan, kelime
anlamı olarak; yurtlandırma,23 barınma, yerleşme, yerleştirilmedir.24 Hukuk
terimi olarak ise; Türkiye’de yerleşmek maksadıyla dışarıdan toplu olarak
gelmek isteyen Türk soyundan meskun veya göçebe fertler ve aşiretlerin ile
Türk kültürüne bağlı kimselerin (göçmenlerin) mevzuata göre dahile
yerleştirilmeleri siyasetidir.25
Lausanne Barış Konferansı sırasında mübadele kapsamında yer
alacak kitlenin kapsamı konusunda azınlık (ekalliyet) ve mülteci (sığınmacı)
kavramları gündeme gelmiştir. Eski dilde ekalliyet, günümüzde ise popüler
terim olan “azınlık” ın uluslararası hukukta genel kabul gören bir tanımı
olmamasına rağmen, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komisyonu
Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu Raportörü
Francesco Capatorti’nin 1978’de önerdiği ve geçerli kabul edilen tanıma göre
azınlık; bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısal olarak az olan,
egemen olmayan konumda bulunan, üyeleri o ülkenin vatandaşları olarak
etnik, dilsel ya da dinsel açıdan nüfusun geri kalanından ayrılan özellikler
taşıyan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini korumak amacıyla
üstü örtülü bir dayanışma duygusu gösteren gruptur.26
Azınlık terimi ile sık sık karıştırılan mülteci (sığınmacı) ise; 1951 tarihli
ve mültecilerin statüsü ile ilgili BM sözleşmesinde tanımlandığı biçimi ile; ırkı,
dini, milliyeti veya belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti ya da siyasal görüşü
nedeniyle zulme uğrayacağı yolunda haklı bir korku taşıyan ve vatandaşı
olduğu ülkenin dışında bulunan ve o ülkenin korumasından yararlanmayan
ya da aynı korku yüzünden yararlanmak istemeyen kişidir.27
23 Türkçe Sözlük, Ankara, Dil Derneği, 1991,s.281. 24 Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü, Ankara, Seçkin Kitabevi, 1985, s. 374. 25 Türk Hukuk Lügatı, Ankara, Başbakanlık Yayınları, 1991, s.166. 26 Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2004, s.16. 27 Dünya Mültecilerinin Durumu “Bir İnsanlık Sorunu”, BMMYK, Oxford University Press, 1999, s. 23.
10
İskan Kanunu’na göre mülteci; Türkiye’de yerleşmek maksadı ile
olmayıp bir zaruret icrasıyla muvakkat (geçici) oturmak üzere sığınan
kimseler olarak tanımlanmıştır.28
Laussanne Barış Konferansı Türk ve Yunan halkları arasında nüfusun
mübadelesi ile sonuçlanmıştır. Mübadele, bir mal veya hizmetin diğer bir mal,
hizmet veya para ile değiştirilmesiyken, ahali mübadelesi; siyasal mahiyette
bir uyrukluk iktisabı yoluyla, bir devlete mensup, bir kısım ahalinin diğer bir
devlete mensup ahali ile karşılıklı olarak değiştirilmesidir.29
Mübadele fiilinin öznesi olan mübadil ise, Arapça “bdl” kökünden
gelmekte ve “bedel” kelimesi ile eş anlamda kullanılmaktadır.30 Fiilin öznesi
olmasına rağmen Türkiye’de bulunan mübadiller için kullanılan terim kökü
“hcr”, Arapça bir yerden bir yere gitmek olan “hicret”tir. Muhacir kelimesinin
benzeri olan hicret kelimesinden farkı; herhangi bir şekilde gitmek değil “acı
duyarak ayrılmak” anlamını da içerisinde barındırmasıdır.31
İskan Kanunu’na göre ise muhacir; Türkiye’ye yerleşmek maksadı ile
dışarıdan, münferiden veya müçtemian (toplu halde), gelmek isteyen Türk
soyundan meskun veya göçebe fertler ve aşiretler ve Türk kültürüne bağlı
meskun kimselerdir.32 Tezin yazımında Türk-Yunan halkları arasında
meydana gelen zorunlu göçün özneleri için mübadil terimi kullanılacaktır.
Mübadillerin iskanında karşılaşılan sorunlardan ilki boşalan Rum
evlerinin fuzuli işgalidir. Fuzuli işgal, 1923 tarihli mübadele antlaşması
öncesinde ve sonrasında göç eden Rumlara ait taşınmazların, kimi fırsatçılar
28 Adnan Güriz, Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, İstanbul, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları, 1975, s.163. 29 Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü, Ankara, 1985, Seçkin Kitabevi, s.17. 30 Akgönül, a.g.m., s.67. 31 Akgönül, a.g.m., s.67. 32 Güriz, a.g.e., s.163.
11
tarafından yağmalanmak üzere tasarruflarına geçirilmesi eylemidir.33Fuzuli
işgallerin bir kısmı Anadolu’da bulunan ve felaketzedeler/herikzedeler olarak
adlandırılan kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Felaketzede, 1919-1923
yılları arasında Türk-Yunan savaşlarından her ne biçimde olursa olsun, zarar
görmüş bütün kesimler için kullanılan genel bir deyimdir, herikzede deyimi
ise, evi yanarak savaştan zarar görmüş kesimi diğer zarar görenlerden
ayırmak için kullanılmıştır.34
Mübadele sonrası karşılaşılan ve Türk ve Yunan tarafları arsında uzun
süre çözülemeyen meselelerden ilki etabli sorunudur. Sakin bulunan, sakin
tutulmuş olan, yerleşik, yerleşmiş anlamındaki etabli, 1923 tarihli Türk-Yunan
Ahali Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’de; 30 Ekim 1918’den önce
İstanbul belediye sınırları içerisine yerleşmiş (etabli) bulunan Rumlar için
kullanılmıştır.35 Türk ve Yunan tarafları arasında nüfus mübadelesine ilşkin
ikinci sorun ise; Anadolu’dan ayrılan Rumlardan kalan terkedilmiş ev, dükkan,
mağaza, fabrika, değirmen, tarla, bağ, bahçe ve paraca kıymetli her türlü
taşınabilir mal için kullanılan emval-i metrukedir. 36
Devletin ulus inşasında zorunlu göçe tabii tuttuğu kitlelerden ilkini
Türk-Yunan Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol
kapsamında Türkiye’ye gelen mübadiller oluşturuken, ikinci kitle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da çıkan isyanlar sonucunda Türkiye’nin Batı
bölgelerine yerleştirilen Türk kültürü nüfuz etmemiş kişilerden meydana
gelmiştir. İsyan (ayaklanma); halkın tamamının ya da bir kısmının mevcut
devlet düzenine baş kaldırması ya da şiddet kullanarak karşı koymasıyken,37
isyan kavramı ile sıklıkla karıştırılan “iğtişaş” kavramı ise; devlet kuvvetleri
33 Kemal Arı, Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003, s.10. 34 Arı, a.g.e., ss.8-9. 35 Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, İstanbul, Alkım Yayınevi, s.325. 36 Kemal Arı, “Yunan İşgalinden Sonra İzmir’de Emval-i Metruke ve Fuzuli İşgal Sorunu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 15, Temmuz 1998, s.692. 37 Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü, Ankara, Seçkin Kitabevi, 1985, s.71.
12
aleyhine değil, ahalinin birbiri ardına silahlanarak mukateleye kalkışmaları
suretiyle vücuda gelen mevzii bir fiildir. 38
Türkiye Cumhuriyeti’nin iskan uygulamalarından önce Osmanlı
devletinin kuruluşundan yıkılışına kadar gerçekleştirmiş olduğu iskan
politikalarını da değinmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nin iskan politikası;
kuruluşunda ordunun ardında ya da onlarla birlikte fetih hareketlerine katılan
dervişler, ıssız yerlerde tekke ve zaviyeler inşa edilmesini sağlayarak, ilk
iskanların gerçekletirilmesidir. Dervişlerin önderliğinde başlayan ilk iskan
hareketlerinde yeni alınmış yerlere ahali sürgün edilmiş, muhtelif yerlerde
vakıflar kurulmuş ve müstakil derbend (boğaz, dar geçit, sınır) tesislerine
ahali yerleştirilmesi suretiyle iskan politikası gerçekleştirilmiştir.39
Osmanlı devlet sistemi içerisinde nüfusun devlet kararı ile zorunlu
iskanı üç farklı nedene dayandırılarak gerçekleştirilmiştir.40 Bunlardan
birincisi: İmparatorluğun yeni topraklarında hakimiyeti sürekli kılmak
maksadıyla Anadolu’dan Müslüman nüfusun yeni alınan topraklara ve yeni
alınan topraklardaki Müslüman olmayan nüfusun Anadolu’ya
yerleştirilmesidir.
İkinci nedeni: Nüfusun azaldığı, ekonominin çöktüğü yerlerde hem
kentlere hem de kırsal alana yeni nüfus yerleştirilerek o yörelerin
şenlendirilmesi ve imarı üçüncü neden de güvenlik ve düzenin sağlanması
maksadıyla konar göçer gruplardan olup yerleşik gruplara baskı yapan
grupların belirli alanlara yerleştirilmesiyle yol güvenliğinin ve derbent köylerin
iskanının sağlanması ve ayrıca yerel güç elde etmiş beylerin merkezi otoriteyi
zayıflatıcı tutumları karşısında merkezi otoriteyi yeniden hakim kılmaktır.
38 Türk Hukuk Lügatı, Ankara, Başbakanlık Yayınları, 1991, s.173. 39 Yusuf Halaçoğlu, 18.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1991, ss.2-3. 40İlhan Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu”, Toplum ve Bilim, Sayı: 50, Yaz 1990, s.51.
13
Osmanlı Devleti’nde yukarıda sayılan nedenlere dayanarak
gerçekleştirilen zorunlu iskanlara “sürgün” adı verilmiştir. Merkezden kadılara
gönderilen hükümler çerçevesinde uygulanan sürgünlerde karar, belirlenen
yörenin belirli bir oranına (1/10 ya da 1/5) uygulanmış, sürgüne uğrayanların
hayvanlarını ve her türlü üretim araçlarını birlikte götürmeleri istenmiş ve
götüremeyecekleri üretim araçları da defterlere kaydedilmiştir. Sürgün kararı
uygulananların taşınmaz malları müzayede ile satılmış, sürgün esnasında
yoldan kaçanlar ise cezalandırılmıştır. 41 Sürgün edilenler yerleştirildikleri
alanda her türlü angarya ve vergiden muaf olarak iki yıl geçirme
mecburiyetine tabii tutulmuşlardır.42 Örneğin Rumeli’de iskan ettirilecek
kişilere yurtluk, toprak, tımar gibi imtiyazlar tanınarak göç teşvik edilmeye
çalışılmıştır.43
Duraklama döneminde, fetihlerin sona ermesi ile birlikte yeni
topraklara sahip olma ve zorunlu iskan uygulaması son bulmuştur. Ayrıca,
Celali ayaklanmaları nedeniyle köyler yollardan uzak vadi içlerine ve dağlık
alanlara çekilmiştir. Bu durumda iskan sorunu; verimli ovalardaki köylerin
yeniden “şenlendirilmesi” ve yol sisteminin güvenliğini sağlayan derbent
köylerinin yeniden canlandırılması olarak değişim göstermiştir. Rumeli’deki
verimli alanların kaybedilmesi sonrası Anadolu’daki tarımsal alanların
önemini daha da artırmış ve iskan faaliyetleri Anadolu’nun verimli
topraklarında yoğunlaşmıştır.44
18. yüzyılda; konar-göçer aşiretlerin iskanı yoğunluk kazanmış,
yerleştirilmeye çalışılan aşiretler Anadolu’da batıdan doğuya doğru Yörük,
Türkmen ve Kürt aşiretleri, Anadolu’nun güneyinde ise Arap aşiretleri olarak
sıralanmıştır. 45
41 Tekeli, a.g.m., s.51. 42Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt:13, Yıl: 1951-1952, ss.67-68. 43 Halaçoğlu, a.g.e., s.4. 44 Tekeli, a.g.m., s.53. 45 Tekeli, a.g.m., s.53.
14
Konar-göçer halkın iskanına hükümet tarafından ağırlık verilmesinin
sebepleri: Konar-göçer ahalinin merkeziyetçi devlet ile bağdaşmayan hayat
tarzları yüzünden yerli halka büyük zarar vermesinin engellenmek istenmesi,
harap ve boş kalan yerleri imar ederek, yeniden ziraata açmak, büyük zarar
meydana getiren göçebe gruplara karşı yerli ahaliyi, ekili topraklarını ve
hayvanlarını muhafaza etmektir.46
Aşiretlerin iskanında geliştirilen yöntem; sancak beyi ya da valinin
başkanlığında bir iskan komisyonu oluşturulması ile yerleştirilen aşiretler ve
nasıl yerleştirildikleri konusunda düzenlenen defterlerin İstanbul’a
gönderilmesidir. Buna göre; iskan faaliyetlerinin yoğunlaştığı belirli yerler;
Kütahya-Aydın, Konya-Karaman, Silifke-Antalya, Ankara-Nevşehir, Sivas-
Erzurum, Çukurova, Diyarbakır, Malatya, Rakka, Halep, Hama-Humus
yöreleri ve Kıbrıs’tır.47
İskan sonrası konar göçer aşiretlerin yerleşik yaşama uymalarında
sorunlar yaşanmış, yerleştikleri alanların bataklık olması sebebiyle
yakalanılan sıtmadan büyük kayıplar verilmiştir. Yerleşilen yerlerde toprağın
verimli olmaması ya da toprağı işlemede yeterli bilgiye sahip olunamaması
yerleşilen yerleri terk etme eğilimini başlatmış, devlet yolları tutarak zorunlu
iskanı gerçekleştirmiştir. 48
Köy ve kasabaları terk ederek İstanbul, Edirne, Bursa çevresine
yığılan Müslüman ve Müslüman olmayan nüfusun eski yerlerine gönderilmesi
döneme ilişkin bir başka iskan problemi olmuştur.49 Ancak, sayılan iskanların
gelişi güzel gerçekleştirildiğini söylemek de güçtür. Nitekim yerleşik ahalinin
yerlerini terk ederek başka yerlere gitmeleri kanunnameler ile belirlenmiş,
46 Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskanı, İstanbul, Eren Yayıncılık, 1987, ss.39-48. 47 Orhonlu, a.g.e., s.53. 48 Orhonlu, a.g.e., s.53. 49 Orhonlu, a.g.e., ss.53-54.
15
aksi şekilde hareket edenler takip edilerek eski yerlerine iade edilmişlerdir.
Yerlerini terk edip başka yerlere giden kimseler ise gittikleri yerlerde 10 yıldan
fazla kalmışlardır.50
19. yüzyılda devletin genelinde ortaya çıkan değişim ile birlikte iskan
hareketlerinde de farklılıklar meydana gelmiştir. Bu dönemde aşiret reislerine
bulundukları eyalet valisi tarafından birer mühür verilmiş, böylece aşiret
mensubu hiçbir şahsın izinsiz olarak başka bir yere gitmemesi sağlanmıştır.
Ayrıca, 1842’de alınan bir kararla, aşiretlerin bulundukları kaza ve sancak
topraklarından dışarı yaylak ve kışlağa gitmeleri de önlenmiştir. Böylelikle
ordunun kuvvet kaynağı olarak her an başvurabileceği aşiretler kontrol altına
alınmıştır.51
Döneme ilişkin iskan siyaseti sadece aşiretler ile sınırlı kalmamış bazı
bölgelerde derebeyi şeklinde bulunup, devlet emirlerini dinlemeyen grupların
ıslahı ve iskanları yapılarak, bulundukları bölgelerden uzak bölgelere
nakledilmeleri sağlanmıştır.52
Anadolu’da aşiretlerin iskanı ile meşgul olan devlet, uluslaşma
süreciyle, imparatorluk içerisinden çıkan yeni ulus devletlerin Türk-Müslüman
kitleler üzerinde baskılar uygulayarak kitlesel göç hareketlerini başlatması
sorunu ile karşı karşıya gelmiştir.
İmparatorluk topraklarına gerçekleşen göçe ilişkin rakamlar: 1859-
1878 yılları arasında Kafkasya’dan 2.000.000, Büyük Balkan göçlerinde
1.500.000 kişi şeklindedir. Osmanlı topraklarına göç etmiş, bu kişilerden
yaklaşık 800.000’i göçler esnasında yaşamını yitirmiştir.53 Muhaceret
meselesi karşısında 1860 yılında muhacirlerin iskanı ve onların çeşitli
meseleleriyle meşgul olmak üzere “İskan-ı Muhacirin Komisyonu” 50 Halaçoğlu, a.g.e., s.5. 51 Halaçoğlu, a.g.e., s.8. 52 Halaçoğlu, a.g.e., s.8. 53 Tekeli, a.g.m., ss.54-56.
16
kurulmuştur.54 Dolayısıyla 19. yüzyıl iskan politikası 18.yüzyılın aksine daha
planlı ve örgütlü yürütülmüştür.
20. yüzyılda iskan siyaseti imparatorluğun küçülen topraklarına doğru
gerçekleştirilen göçlere paralel olarak şekillenmiştir. 1912-1913 yılları
arasında Balkanlardan imparatorluk topraklarına 640.000 kadar Müslüman
Türk göç etmiştir.55 Göçler sonrası, 1914 yılında “Aşair ve Muhacirin
Müdüriyeti Umumisi” kurulmuş ve örgütlenme gerçekleştirilmiştir. Kuruluş
tarafından, Balkanlardan göç eden göçmenler Trakya’daki boş topraklara
yerleştirilmiştir. Bu politikanın izlenmesinde; göçmenlerin alıştıkları iklime
uygun bölgelerde iskan edilmeleri ve sınır bölgelerinde Türk-Müslüman
yoğunluklu tampon bölgeleri oluşturmak gibi kaygılar rol oynamıştır. Ancak
göçmenlerin yerleştirildiği yerlerde daha önce bulunan nüfusla eşit oranda
olmaları da göz önünde bulundurulmuştur. Özellikle Çerkezlerin
yerleştirilmesinde; grupların küçük yerleşim yerlerine dağıtılmalarına ve
önderlerinin ayrı yerlere gönderilmelerine özel ihtimam gösterilmiştir.56
Balkan Savaşları sonrası nüfus hareketlerinin yoğunluğu ilk nüfus
mübadelesi antlaşmalarının, bu savaşlar sonrasında yapılmasına neden
olmuştur. Nitekim 1913 yılında Bulgaristan ile imzalanan Edirne
Antlaşması’na göre Türk-Bulgar sınırında 15’er kilometre mesafedeki Bulgar
ve Müslümanların “gönüllü” nüfus değişimi kararlaştırılmıştır. Buna göre
Bulgaristan’dan gelenlerin sayısı 48.570, Bulgaristan’a gidenlerin sayısı ise
46.764 olarak tespit edilmiştir.
Balkan savaşları sonrasında imzalanan diğer antlaşma; İzmir ve
Balıkesir’de oturan Rumların Yunanistan’a göç etmeye başlaması ve İngiliz
gazeteci Doktor Dilion’un araya girmesi nedeniyle Osmanlı ve Yunan
hükümet yetkilileri arasında 1914 yılında İzmir’de imzalanan antlaşmadır.
54 Halaçoğlu, a.g.e., s.9. 55 Tekeli, a.g.m., s.56. 56 Tekeli, a.g.m., s.57.
17
Antlaşmaya göre; Doğu Trakya’daki ve Ege sahillerindeki 30 km.’lik
alanlardaki Rumlarla, Makedonya Türklerinin ve onlara ait malların değişimi
kabul edilmiştir.57 Ancak I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile söz konusu
antlaşma uygulanamamıştır.
Tezin konusunu oluşturan iskan politikasına geçmeden önce,
değinilmesi gereken konulardan biri de iskan konusunda etkili olan Tek Parti
dönemi nüfus politikalarına değinmek zaruridir. Nitekim, Cumhuriyet rejiminin
kuruluşundan 1960’lı yıllara kadar genel eğilim ülke nüfusunu artırmaya
yönelikti. ve bu politikada; kalkınma modelinin bir parçası olarak görülen
geniş aile anlayışı ile kalabalık nüfuslu bir toplum yaratma amacı etkili
olmuştur. 58
Nüfus sorunu ilk kez Gazi Mustafa Kemal’in 1920’li yıllardaki
söylemlerinde; Türkiye nüfusunun artması, ulusal sağlık sorunlarının
çözülmesi, ölümlerin azaltılması ve kişilerin üretim için yetenekli bir biçimde
yetiştirilmesi olarak yer almıştır. Tek parti yönetimi için “büyük millet” olmanın
koşulu kalabalık bir nüfusa sahip olmak olarak tanımlanmıştır.59
Balkanlar’dan Anadolu’ya gerçekleşen göçü teşvik etmek ve
Türkiye’nin nüfusunu arttırmak Gazi Mustafa Kemal’in demeçlerinde de yer
bulmuştur:
“Memleketin nüfusu şayan-ı teessüf bir derecededir. Zannederim ki bütün Anadolu
halkı sekiz milyonu geçmez…Şimdi biz bunu telafi etmek istiyoruz…hudud-ı milliye haricinde kalan aynı ırk ve harstan olan anasırı da getirmek ve onları da müreffeh bir halde yaşatmak nüfusumuzu teyzid etmek lazımdır…bence Makedonya’dan ve Garbi Trakya’dan gelen kamilen Türkleri buraya nakletmek lazımdır.”60
57 Halaçoğlu, a.g.e., s.60. 58 Arı, “Cumhuriyet’in Nüfus Politikası”, Toplumsal Tarih, Sayı:191, Kasım 2003, s.28. 59 Arı, a.g.m., s.29. 60 H.Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanlar’ın Makus Tarihi:Göç, İstanbul, Kum Saati Yayınları, 2001, ss.275-276.
18
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Üçüncü Büyük Kongresi’nde belirlenen
programda “Nüfusumuzu artıracak tedbirleri ehemmiyetle takip edeciğiz”
ifadesi yer almış,61 Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Yönetim Kurulu, 1932
yılında nüfus sorununu incelemek ve bu konuda alınması gereken tedbirleri
belirlemek amacıyla bir komisyon kurulmasını kararlaştırmıştır. Komisyonun
görevi; memleket dahilinde izdivacın çoğalmasına engel olan iktisadi, sıhhi,
içtimai ve diğer sebepleri arayarak, nüfusun çoğalması için kanuni, idari ne
gibi tedbirlerin alınması gerektiğini ve bekarlar vergisinin fayda ve zararlarını
raporla bildirmek olarak belirtilmiştir.62
1935 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi 4’üncü kurultayında kabul edilen
nüfus politikası ile ilgili belli başlı ilkeler ise, Türk sosyal hayatında ailenin
esas olması, nüfusun arttırılarak gelecek neslin sağlam ve gürbüz
yetiştirilmesi, nüfusun artırılması kapsamında yurtdışından gelecek Türklere
imkanı olan her yardım ve kolaylığın gösterilmesidir.63
Nüfus artışının öncelikli hedef olarak görülmesindeki nedenler; uzun
savaş yılları nedeniyle nüfusun gittikçe azalmış olması, geniş yurt
topraklarının ekonomik, sosyal, siyasal olarak değerlendirilmesi gerekliliği ve
asker temini noktasında özellikle erkek nüfus azlığından ordunun olumsuz
etkilenmesidir.
Kemal Arı’ya göre ise bahse konu nüfus artırma politikasının
arkasındaki neden: Türkiye’nin benimsediği çağdaş ve özgün ilkelerin,
siyasal-sosyal politikaların ve kültürel atılımın, nüfusun bir yandan ulusal ve
türdeş (homojen), bir yandan da artmış olması ile olanaklı olduğu
düşüncesidir. 64
61 Güriz, a.g.e., s.245. 62 Güriz, a.g.e., s.248. 63 Güriz, a.g.e., s.246. 64 Kemal Arı, “Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart 1992, s.410.
19
“Çok nüfus, tok nüfus, şen ve zengin nüfus” düsturu ile hareket eden
Tek Parti yöneticileri nüfusun artırılmasında iki ana stratejiyi benimsemiştir.
Birincisi doğum oranını arttırıcı, ölümleri engelleyici tedbirlerin alınması,
ikincisi ise; dışarıdan gerçekleşecek göçler ile ülke nüfusunun artırılmasıdır.
Hükümet, doğum oranını arttırmak ve ölümleri engelliyici önlemleri
almak için, salgın hastalıklarla mücadeleyi birincil hedef olarak belirlemiş,
aynı zamanda yasalarla, çocuk düşürmeyi/düşürtmeyi, çocuk yapmaya engel
nitelikteki fiil ve hareketleri ağır cezayı gerektirecek yaptırımlar olarak görmüş
ve 11.06.1936 tarih ve 3038 sayılı yasayla, bu nitelikteki eylemi, “ırkın
tümlüğü ve sağlığı aleyhine cürümler” olarak nitelendirmiştir.65
1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile ise 6 ve daha
fazla çocuk sahibi olanların para ya da madalya ile ödüllendirilmeleri
kararlaştırılmıştır.66 Sayılanlar kapsamında nüfusu artırma yönündeki bu
önlemleri alma görevi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na verilmiştir.67
Yurtdışından gerçekleştirilecek göçlerle göçü teşvike yönelik önlemler
alınmış ve göç edenlere başta yerleşim yeri verilmesi olmak üzere çeşitli
kolaylıklar sağlanmıştır. *İzlenen politikalar sonrası 1923 yılında 12.339.093
olan Türkiye Cumhuriyeti nüfusu, 1945 yılında 18.790.174’e yükselmiştir.68
65 Kemal Arı, “Cumhuriyet’in Nüfus Politikası”, s.30. 66 Arı, “Cumhuriyet’in Nüfus Politikası”, .s.30. 67Arı, a.g.m., s.31. * Bu konuya zorunlu göç kapsamında değinilecektir. 68 Geray. a.g.m, s.28.
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRK-YUNAN ZORUNLU NÜFUS MÜBADELESİ I. LAUSANNE BARIŞ KONFERANSI ÖNCESİ TÜRKİYE Mübadele fikrinin Lausanne Barış Konferansı öncesi Türkiye
bakımından ideolojik altyapısı Mahmut Esat Bozkurt’un 18 Kasım 1920 tarihli
konuşmasında mevcuttur:
“Belki Osmanlı Mebusan Meclisinde Hıristiyanlar aleyhinde söylemek doğru olmazdı.
Fakat kendimi eski manada Osmanlı Mebusan Meclisinde farz etmiyorum ve memlekette Hıristiyan tabakasının hiçbir hakkı olmadığına inanmış bir adam sıfatıyla söylüyorum…Onlar emperyalizmin çocuklarıdır ve vatanın hain çocuklarıdır. Onların bu mecliste işi yoktur.” 1
1830’da Yunanistan kurulalı beri bir asır geçmiştir ve Milli Mücadele
sonrası Rumlar ile birlikte yaşamak imkansız hale gelmiştir. Ülkeyi homojen
bir nüfusa kavuşturmak, siyasi istikrarın ön koşulu olarak görülmektedir. Bu
ortamda mübadele, kanlı bir savaş yaşamış iki komşu devlet arasında sulh
yapmanın daha kanlı ve daha kötü bir yaşayıştan kurtulmanın tek yoludur.
Ankara tarafından mübadelenin ilk kez gündeme getirilişi, Hariciye
Vekili Yusuf Kemal (Tengirşek)’in, Büyük Taarruz’dan yaklaşık altı ay kadar
önce, 22 Mart 1922’de Paris’te yapılacak konferans öncesinde Avrupa
ülkelerinde gerçekleştirdiği temaslar esnasındadır. Temaslara dair 4 Nisan
1922 tarihinde TBMM gizli oturumunda şu açıklamalar yapılmıştır:
“Avrupa’da bizim aleyhimize düşmanların kullanabileceği en büyük silah bu
ekalliyetler silahıdır. Binaenaleyh ben ikinci gün kendisine (yani Lord Curzon’a) gittim ve ilk evvel kendisine ekalliyetlerden bahsettim ve bunu ikiye ayırdık. Rum ekalliyetler için mübadele esasını teklif ettim ve dedim ki: Biz, devamlı bir sulh istiyoruz ve bunun için bu suretle bizi onlardan, onları bizden emin kılmaktır. Bundan sonra bize kalacak Rumlarda Harici bir fikir vardır. Bir gün Türkiye’yi parçalayacağız, burayı oraya (Yunanistan’a) raptedeceğiz. Buraların Türkiye’de kaldığı sabit olmalıdır ki, birbirimizin elini tutalım. Birbirimizle iyi geçinelim. Bundan iyisi ise onları rahat yaşayabilecekleri yerlere göndermek ve Müslümanları da rahat yaşayabilecekleri bir yere celbetmek lazımdır. Binaenaleyh bu
1 Rıdvan Akın, “TBMM’nin Lausanne Siyaseti ve Heyet-i Murahhasanın Karşılaştığı Belli Başlı Sorunlar”, Belgelerle Türk Tarihi, Sayı 41, Haziran 2000, s.36.
18
suretle bu meseleyi cezri (kesin) bir surette halletmek demektir. Emin bir esas koymaktır veŞarkta (bundan) böyle Hıristiyan ve Müslümanların münasebeti iyi olur dedim. Biz, bunu diğer bir şey olarak teklif etmiyoruz. Nitekim, Yunanlılar, Bulgarlarla bu bapta bir muahede yapmışlar ve biz de vaktiyle Venizelos’la bir mukavele akdetmişizdir ve bunun için İzmir taraflarında Muhtar Bey’in riyaseti alanında bir komisyon teşekkül etmişti. İşte bunun sureti halli için size ilk teklifimiz budur. Bunun üzerine dediler ki; Türkiye’de bulunan Hıristiyanları kaldırıp Yunanistan’a göndermek pek güçtür. Ben de dedim ki: fakat evvelemirde (öncelikle) İzmir civarında bulunan Rumlarla yapalım ve diğer aksamı memalikte (ülkenin diğer kısımlarında) kalacak Hıristiyanlar ise, biz açık söylüyoruz; İtilaf devletlerinin yekdiğeriyle veyahut muhasımlarıyla kabul edilmiş olan (azınlıkların korunması ile ilgili) esasları biz de kabul ederiz. Bu da onlara teminat olsun (dedim).”2
Yusuf Kemal Bey’in, Yunanistan ve Bulgaristan arasında yapıldığını
belirttiği antlaşma 27 Kasım 1919 tarihli Neuilly-Sur-Seine Antlaşması’dır.
Antlaşmanın 56. maddesine göre; Bulgar ve Yunan tarafları arasında etnik,
dini ve anadil bakımında azınlık olanların karşılıklı olarak fakat isteğe bağlı bir
biçimde mübadelesi öngörülmüştür. Antlaşma uyarınca; 30.000 Yunanlı,
Bulgaristan’dan Yunanistan’a göç etmiş, 53.000 Bulgar da, Yunanistan’dan
ayrılıp Bulgaristan’a yerleşmiştir. İsteğe bağlı göçü öngörmesinden dolayı,
1930 yılındaki Yunanistan resmi rakamlarına göre; 82.000 Bulgar,
Yunanistan’dan ayrılmayarak Batı Makedonya’da kalmıştır.3 Antlaşma
mübadele edilecekleri belirlemede geniş kapsamlı olması ve isteğe bağlı
göçü öngörmesi noktalarında Türk-Yunan nüfus mübadelesinden farklıdır,
ancak Lausanne’da Milletler Cemiyeti Komiseri Dr.Nansen∗ tarafından Türk
ve Yunan taraflarına emsal olarak gösterilmiştir.
Yusuf Kemal Bey’in görüşmelerinde gündeme gelen ikinci bir husus
ise, İzmir civarındaki Rumlar ile Selanik civarındaki Türklerin yer
değiştirmesidir. Bu konuda Osmanlı devletinin Atina temsilcisi Galip Kemali
(Söylemezoğlu) Bey ile Venizelos arasında bir antlaşma imzalanmış ve İzmir
civarındaki (Aydın vilayeti dahilindeki) Rumlarla, Makedonya’daki 2 TBMM Gizli Celse Zabıtları, 4 Nisan 1922, Devre I,c.3. Ankara, İş Bankası Yayınları, 1985, s.176. 3 Ayhan Aktar, “Türk Yunan Nüfus Mübadelesi’nin İlk Yılı; Eylül 1922-Eylül 1923”, Der: Müfide Pekin, Yeniden Kurulan Yaşamlar-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.42-44. ∗ F.Nansen: Norveçli kaşif, 1921 yılında MC tarafından MC Sığınmacılar Yüksek Komiseri olarak atanmıştır. Ölümü üzerine 1930 yılında , MC bünyesinde Sığınmacılar İçin Uluslararası Nansen Ofisi adını taşıyan bir organ kurulmuştur. Bu konuda bkz. Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri -II.Kitap, Turhan Kitabevi, 1999, s.203.
19
Müslümanların “zorunlu olmayan bir biçimde” mübadelesi için ilk sözlü
antlaşma sağlanmıştır. Ancak I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkması ile
mübadele projesi hayata geçirilememiştir.4
Başkomutanlık Meydan Muharebesinin hemen öncesinde mübadele
konusu tekrar Ankara Hükümeti’nin gündemine gelmiştir. Büyük Taarruz
öncesi müttefiklerin dikkatini dağıtmak için Londra’ya bir gezi düzenleyen
Fethi (Okyar) Bey’in, Gazi Mustafa Kemal’e çektiği telgrafta yer alan ifade şu
şeklindedir ve daha İzmir’e girmeden mübadele konusu zihinlerde yer
etmiştir: “İngiltere acele mütareke istiyor. Fransa ve İtalya Yunanlılara yardım
etmeyecektir. Trakya’nın alınması, azınlıkların değiştirilmesi, harp tazminatı
ve ülkede yapılan tahribatın tamiri istenmelidir” 5
Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması öncesindeki diplomatik temaslar
esnasında mübadele konusu yeniden gündeme gelmiştir. 18 Eylül 1922’de
diplomatik temaslar için Türkiye’ye gelen Fransa Yüksek Komiseri General
Pelle, Dahiliye vekili Fethi Bey ile görüşmüş, görüşmeden; mübadeleye
Türkiye’nin olumlu baktığı ve Amerikalıların bu konuda aracılık yapması
fikrine de sıcak yaklaştığı sonuçları çıkmıştır.6
Aynı günlerde, aynı konuda görüşmeler gerçekleştiren iki farklı isim
daha vardır. Bunlar; Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol ve Ankara
Hükümeti’nin İstanbul’daki temsilcisi Kızılay Başkanı Hamit (Hasancan)
Bey’dir. Amiral Bristol’un anlatımına göre görüşmenin özeti şu şekildedir:
“Hamit Bey Türk tarafından Anadolu’dan bütün Rum ve Ermenilerin çıkarılmasını
arzu ettiğini belirtir. (Buna karşılık) Amiral Bristol bu durumun Anadolu’nun ekonomik şartlarını olumsuz olarak etkileyeceğini belirtir. Hamit Bey de bu istenmeyen unsurlarla birlikte gelecek refah ve zenginlik yerine, daha düşük refah seviyesini tercih ettiklerini vurgular.” 7
4 Aktar, a.g.m., s. 45. 5 Aktar, a.g.m., s.46. 6 Aktar, a.g.m., s. 47. 7 Akın, a.g.m., s.48.
20
Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması, Anadolu topraklarında
bulunan Rumlar arasında büyük paniğe yol açarken İstanbul ve Yunanistan’a
doğru bir göç hareketini de başlatmıştır.
TBMM’de yapılan oturumlarda ise; Anadolu’dan kaçanların Trakya’ya
yerleştirilerek bölgede çoğunluk oluşturulacağı endişesi dile getirilmiş ve
BMM ordusunun İstanbul’u almak için harekata başlaması durumunda
40.000 Rum’un ordu kurma teşebbüsü içerisinde olduğu spekülasyonları
yapılmıştır. Mecliste yapılan bazı konuşmalar BMM Hükümetinin Rumlara
bakışını özetler niteliktedir.
Burdur Mebusu Soysallıoğlu İsmail Suphi Bey, “Rumlar ve Patrikhane
vatana ihanet etmektedir, bu suçu işleyen bir azınlık artık vatandaşlık
hukukunu ileri süremez”, Aydın Mebusu Tahsin Bey ise; “Yerli Rumların
vapur vapur kaçmalarına izin verilmemeli, garnizonlarda rehin tutulmalılar ve
bir siyasi koz olarak kullanılmalılar”8 beyanlarında bulunarak Anadolu ve
Trakya’da bulunan Rum ekalliyetin durumunun belirsizliğine işaret etmiştir.
Lausanne Barış Konferansı öncesinde azınlıklar konusunda BMM’de
gerçekleştirilen görüşmeler ve Lausanne’a gönderilecek heyete verilen
talimatlardan azınlıkların “dış mihraklarca” kullanıma müsait ve egemenliği
altında bulunduğu devlete her an ihanet edebilecek unsurlar olarak
görüldükleri açıktır. Nitekim, Rize Mebusu Ziya Hurşit Bey’in beyanı da bunu
kanıtlar niteliktedir:
“Memleket dahilinde yaşayacak olan bazı Hıristiyan unsurlar bulunacaktır. Bu anasır için, Yüksek Meclis, Türk milletinin ve İslamın öteden beri vasıflandırdığı bulundurdukları hareketi daima göstereceklerdir. Fakat bunun bir haddi vardır. Bütün cihan, mesela Lehistan, kendi dahilinde kalan bir Alman, bir Slovak azınlık için ne kadar bir hukuk veriyorsa biz de o kadar vereceğiz.”9
8 Akın, a.g.m., s.36. 9 Cengiz Kürşat, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Lausanne Murahhas Heyeti’ne Verilen Talimatlar”, Belgelerle Türk Tarihi, Sayı:18, Temmuz 1998, s.22.
21
BMM tarafından, Lausanne’a giden heyete verilen talimatlar
incelendiğinde de mübadele konusu ile karşılaşılır. Nitekim, verilen
talimatların 9.maddesi: “Ekalliyetler, esas mübadeledir.” ifadesini içerir.10
Ancak Lausanne’a gönderilen heyetin gündeminde sadece Rum ekalliyetler
yoktur, Ermeni ekalliyetleri de içine alacak şekilde mübadelenin
gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Örneğin, Başvekil Hüseyin Rauf
(Orbay)’un Lausanne’a yolladığı 4 Aralık 1922 tarihli talimatta, “Yerli
Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle mübadelesi”nin gerçekleştirilmesi
istenmektedir.11 6 Aralık 1922 tarihli Lausanne’dan Ankara’ya çekilen cevabi
telgrafta ise; Ermeni mübadelesini konuşacak muhatap olmadığı ve elde
edilmiş diplomatik kazanımlardan vazgeçmemek adına Ermeni nüfusun
mübadelesinin gündeme getirilmediği belirtilmiştir.12
II LAUSANNE BARIŞ KONFERANSI ÖNCESİ YUNANİSTAN Kuruluşundan Balkan Savaşlarına kadar geçen zaman içerisinde
Yunanistan homojen bir ulus haline gelmiş, ancak bu bütünlük Trakya’nın
Yunanistan’a katılması ile bozulmuştur. 1913 sonrası Makedonya, Girit, Epir
ve Ege adalarının da Yunanistan’a katılması ile ülkedeki Türk, Ulah, Slav ve
Arnavutların sayısı artmış ve yabancıların sayısı toplam nüfusun %20’sine
ulaşmıştır.13
Yunanistan I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında tarafsız kalmış, 1917
Haziran ortasında Yunanistan Kralı’nın tahttan feragati üzerine başbakan
olan Venizelos, İngiltere ve Fransa’nın yanında yer alarak Yunanistan’ı
savaşa sürüklemiştir. 1919 Paris konferansında Venizelos, itilaf devletlerinin
10 Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Cilt 3, İstanbul, Altındağ Yayınevi, 1968, s.982. 11 Bilal Şimşir, Lausanne Telgrafları: Türk Diplomatik Belgelerinde Lausanne Barış Konferansı (Kasım 1922-Şubat 1923), Cilt:1, Ankara TTK, 1990, s.163. 12 Şimşir, a.g.e., s.172. 13 Seçil AKGÜN, “Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu”, 3. Askeri Tarih Semineri, Türk-Yunan İlişkileri, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 1986, s.242.
22
yanında savaşa girmiş olmanın bahşettiği kayırmacılığı Batılı devletlerden
fazlasıyla görmüştür. Örneğin Lloyd George, Venizelos için “Perikles’ten∗
sonra Yunanistan’ın yetiştirdiği en büyük devlet adamı” derken, Lausanne’da
Yunanistan’ın isteklerini incelemekten sorumlu komisyon başkanı Harold
Nicholson da Venizelos için “Avrupa’da Lenin ile birlikte yegane büyük adam
Venizelos’tur” açıklamasını yapmıştır.14
I. Dünya Savaşı sonrası Yunanistan’ın İstanbul merkezli olarak
Türkiye’deki faaliyeti; Yunan hükümetinin finanse ettiği ve İstanbul’daki İngiliz
Yüksek Komiserliği’nin de desteklediği özel bir komisyon aracılığı ile I. Dünya
Savaşı sırasında Türk ordusunu kumanda eden Alman General Liman Von
Sanders’in tavsiyesi üzerine İtilaf devletlerine gizlice yardım etmelerini
önlemek için Anadolu’nun iç taraflarına yerleştirilen Hıristiyan nüfusun, eski
yerlerine getirilmesidir.15
Venizelos, Lausanne’da arkasındaki tüm desteğe rağmen savaştan
yenik çıkmış bir temsilcidir ve 15 Aralık 1922 tarihi itibariyle toplam 890.000
Anadolu ve Trakya Rum’unun Yunanistan’da büyük şehirlere ve Ege
adalarına yığıldığının farkındadır.16 Yunanistan’da nüfusunun dörtte birini
oluşturan bu kitleyi ekonomik ve sosyal açıdan denetim altına alacak bir
hükümet de yoktur.
Kurtuluş savaşında yenilmesinin ardından Sakız ve Midilli adalarına
sığınan Yunan askeri birlikleri, İhtilal Komitesi’nin önderliğinde 10-23 Eylül
1923 tarihleri arasında baş kaldırmış ve 26 Eylül 1923’te iktidarı ele
geçirmiştir. İktidarı ele geçiriş kralın tahttan çekilmesi ile gerçekleşmesine
∗ Perikles: MÖ. 495-MÖ.429 yılları arasında yaşamış Atinalı asker ve devlet adamı. Demokrasiyi tam anlamı ile uygulayarak aristokrasiyi savunan siyasi partilere karşı çıkmış, halkın yüksek devlet kademelerine gelmesini sağlamıştır. Aralarında Aisyklos, Sophokles, Eupides ve Sokrates’in de bulunduğu şair, tiyatro yazarı ve düşünürlerin içerisinde yer almıştır. Bu konuda bkz. Büyük Kültür Ansiklopedisi, Cilt: 10, s.3817. 14 Nejat Göyünç, “Sevres’ten Lausanne’a”, Belleten, Sayı:183, Temmuz 1982, s.551. 15 Alexander Arastasius Pallis, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915-1922), çev. Orhan Azizoğlu, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1997, s.104. 16 Aktar, a.g.m., s.62.
23
rağmen halk “Kralcılar” ve “Venizeloscular” olarak ikiye ayrılmış ve bu durum
yıllarca sürerek siyasal iktidarsızlığa yol açmıştır.17
Lausanne Barış Konferansı öncesinde Yunan heyetinin
belirlenmesinde konferansın diğer katılımcı devletlerinden farklı bir yöntem
izlenmiş, İhtilal Komitesi, Paris’te hiçbir resmi görevle yükümlü olmaksızın
bulunan Venizelos’tan Lausanne’da Yunan heyetini temsil etmesini
istemiştir.18
Yunanistan’ı temsil eden Venizelos ve Caclamanos, diğer heyetlerden
farklı olarak, ellerindeki yetkiyi her hangi bir “ad referandum” kaydına bağlı
olmaksızın kullanmıştır. Yani konferanstaki herhangi bir belgeyi Yunan
hükümetine danışmadan imzalama yetkisine sahip olmuşlardır.19 Kısacası,
Lausanne’de Yunanistan’ın siyasi iktidar zayıflığı Venizelos’un sahip olduğu
güçlü yetkiler ile giderilmiştir.
III. LAUSANNE BARIŞ KONFERANSI’NDA MÜBADELE Ahali mübadelesinin ilk ortaya çıkışı, ABD Hükümetinin, Lausanne
Barış Konferansına iştirak eden itilaf devletleri hükümetlerine gönderdiği 30
Ekim 1922 tarihli muhtıradır. Muhtıranın 5.maddesinde; “Problemin en olumlu
çözümü, Küçük Asya ile Yunanistan’daki Hıristiyan ve Müslüman azınlıkların
mübadelesi olabilecektir” ifadesi yer almaktadır.20
Lausanne’da heyetler arası görüşmelerde ahali mübadelesinin
gündeme gelişi ise, Türk heyetinden Rıza Nur’un anlatımına göre, 1 Aralık
1922 günü İngiliz delegasyonu başkanı Lord Curzon’un Türk ve Yunan
17 Melek Fırat, “1913-1923 Yunanistan’la ilişkiler”, Ed.Baskın ORAN, Türk Dış Politikası, Cilt:I, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s.326. 18 a.g.e., s.326. 19 Yusuf Hikmet Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, Ankara, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1995, s.121. 20 Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1986, s.407.
24
tarafları arasında harp esirleri ve ahali mübadelesi meselelerinin hallini teklif
etmesi ile gerçekleşmiştir. Lord Curzon bu meseleye bir an önce çözüm
bulunmasını istemiş, buna gerekçe olarak da ekonomisi tarıma dayalı olan
her iki ülke için de gelecek yılın ürününü elde etmenin yüksek derecede
öneme haiz olmasını göstermiştir. Lord Curzon’un teklifinin ardından
Nansen’in bu konuda hazırlamış olduğu rapor okunmuş ve delegelerin
fikirlerini bildirmeleri istenmiştir.21
Türk delegasyonunda bulunan ve Azınlık Komisyonu’nda Türkiye
adına yer alan Rıza Nur’un hatıralarından öğrenildiğine göre ahali
mübadelesinin gündeme geleceğinden Türk heyeti haberdar değildir. Rıza
Nur durumu şöyle anlatır: “Hayrette kaldım. Bu mübadele benim Türkçülük
noktasında özel emelim idi; fakat böyle tarihte görülmemiş bir şeyi nasıl teklif
edeceğim diye öteden beri düşünüp duruyordum. Şimdi kendi kendine ortaya
geldi. Yani gökten düşmüş minkudret oldu.”22
Türk heyeti başkanı İsmet İnönü de, mübadele konusunun oturum
gündemine alınmış olmasına hayret etmiş, Türkiye ile Milletler Cemiyeti (MC)
arasında resmi bir ilişki bulunmadığından rapor kişisel nitelikte bir nitelikte bir
çalışma olarak tanımlanmış Türk yetkililer ile yapıldığı iddia edilen temasların
kişisel görüşme noktasından ileri götürülemediğine işaret etmiştir.23 Oysa
Nansen, Türkiye’de kalmış tetkikler yapmış ve yaptığı resmi görüşmelere
dayanarak hazırladığı raporunda şöyle demiştir:
“Türk ve Rum’un mübadelesi için fikrimi komisyona bildirmeye Lord Curzon beni davet etti. Bu mesele iki aydan beri mütalaa ve tetkik edilmektedir. Bizzat yaptığım araştırmalar ahali mübadelesinin yakın şarkta sulh ve ekonomi istikrarı için zaruri bir şey olduğunu göstermiştir. Cemiyet-i Akvam beni siyasi mültecilere yardım için göndermişti. İstanbul’da dört büyük devletin (İngiltere, Fransa, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri) mümessilleri, Türk ve Rum azınlıkların mübadelesi için bu iki hükümet nezdinde derhal icrası için teşebbüste bulunmamı söylediler. Bu iki hükümetle de temas ettim. Yunan
21 Rıza Nur, Joseph C. Grew, Lausanne Barış Konferansı’nın Perde Arkası, İstanbul, Örgün Yayınevi, 2003, s.124. 22 Rıza Nur, Joseph C. Grew, a.g.e., s.124. 23 Seha L. Meray, Lausanne Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler, İstanbul, YKY, 2001, s.122-123.
25
hükümetinin resmen rızasını aldım. Ankara hükümeti ile müzakerem de epeyce ilerlemişti. Bu mesele vahim bir ekonomik meseledir. Mübadele tam ve aceleyle yapılmalıdır.”24
Rıza Nur ve İsmet İnönü’ün aksine Nansen, Türk hükümeti ile de
görüşüldüğünü belirtmiştir. Anlaşılan odur ki Lausanne’a gönderilen heyet bu
konuda bilgilendirilmemiştir. Ancak Rıza Nur’un teklife ilişkin değerlendirmesi
şöyledir:
“Türkiye’yi asırlardan beri kendisine zaaf sebebi olan, isyanlar yapan, ecnebi devletlere alet olan unsurlardan kurtarmak, yeknesak Türk yapmak en mühim şeydi. Keza benim fikrimi işgal eden şeylerin de en mühimi idi; fakat nasıl teklif edeceğimi düşünüyordum. Ağır ve emsalsiz iş. Kabul ettirilmesi, hatta teklifi bile çok güçtü. Allah’tan onlar teklif ettiler.”25
Türk heyeti nüfus mübadelesi teklifinden gayet memnundur. Türk
heyetinin değerlendirmesi; Nansen’in bu teklifte bulunmaya İngilizler
tarafından sevkedildiği şeklindedir. Yunanistan’ın teklifi kabul etme nedeni ise
Anadolu’da Rumların imha edilmesi korkusu olarak yorumlanmıştır.26
Nansen, raporunda; Rumların bıraktıkları bakımlı toprakları işletmek
için gereken nüfusun hemen ve iyi koşullar altında Türkiye’ye sığınacaklarına
ve Yunanistan’ın çeşitli şehir ve kasabalarına sığınarak oralarda toplanmış
göçmenlerin kendi ihtiyaçlarını kendi başlarına sağlama olanağını elde
edeceklerine yer vermiştir. Bunun için mübadelenin hiç olmazsa Şubat
sonundan önce yani üç ay içerisinde gerçekleşmesi öngörülmüştür.27
Nansen, yapmış olduğu konuşmada taraflarca sanılanın aksine,
mübadeleye ilişkin görüşmelerin uzun ve güç olmayacağı ve Bulgar-Yunan
Hükümetleri arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesinden
yararlanılacağını vurgulamış, bahse konu antlaşmanın tarafların oluru ile iki
hafta içerisinde imza edilebileceği tahmin edilmiştir.28
24 Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, ss.1040-1041. 25 R.Nur-C.Grew, a.g.e., s.124. 26 R.Nur-C.Grew, a.g.e., ss. 126. 27 Seha L. Meray, a.g.e., s.121. 28 Seha L. Meray, a.g.e., s.121.
26
Raporun okunması sonrasında Türk heyeti, konunun azınlıklar
meselesi ile birlikte ele alınmasını istemiş, Yunanistan ise, Nansen’in teklif
ettiği ilkeleri kabul ederek mümkün olduğu kadar çabuk bir çözüm
bulunmasından yana olduğunu belirtmiştir.29 Böylece konuya ilişkin bir alt
komisyon kurulması kararlaştırılmış ve Lord Curzon, konferans çağrısında
bulunan üç büyü devletin temsilcisi, Yunanistan ve Türkiye’nin birer
temsilcisinin katılacağı küçük bir alt komisyonun kurulmasını hemen teklif
etmiştir. Komisyonun görev kapsamına ilişkin olarak kabul ettiği karar:
“Savaş tutsakları ile rehinelerin geri verilmesini içine almak üzere, Yunanistan ile Türkiye arasında nüfus mübadelesi sorununun, konferansa çağıran üç büyük devletle, Türkiye ve Yunanistan devletlerinin birer temsilcisinden kurulu ve bir İtalyan temsilcisinin başkanlığını yapacağı bir alt komisyonun incelemesine havale edilmesine ve alt komisyonun bu soruna ilişkin olarak Dr. Nansen’i dinlemesine ve yararlı göreceği tanıkları toplamasıdır.”30
Ancak taraflar arasında antlaşmaya varılmadan önce bazı sorunlar
ortaya çıkmıştır, bunlar: Mübadelenin zorunlu ya da isteğe bağlı olup
olmayacağının kesinleşmemesi, antlaşmanın her iki ülke için de kapsamının
belirsizliği, mübadeleyi uygulayacak Karma Komisyon ya da başka bir
organın niteliğidir.
Nansen, mübadeleyi uygulayacak komisyon konusunda Yunan-Bulgar
Nüfus Mübadelesi Antlaşması’nın uygulanmasını denetleyen Karma
Komisyon’u örnek göstermiş ve Türk-Yunan nüfus mübadelesinde de ilgili
hükümetlerin birer temsilcisi ve MC Meclisi’nce atanmış iki temsilcinin yer
alacağı Karma Komisyon kurulmasını önermiştir.31
Komisyonun kurulmasının ardından yaşanan ikinci sorun;
mübadelenin zorunlu mu isteğe bağlı mı olacağı konusudur. Venizelos, Türk
nüfusun Yunanistan’dan zorla ayrılmamasını istemiş, ayrıca binlerce Rum’un
29 Seha L. Meray, a.g.e., ss.123-124. 30 Seha L. Meray, a.g.e., s.128-129. 31 Seha L. Meray, a.g.e., ss.121-122.
27
İstanbul’dan ayrılmak zorunda bırakılmasını da kabul etmemiştir. Türk heyeti
ise, mübadelenin İstanbul’u da kapsayacak şekilde zorunlu olmasından yana
tavır takınmıştır.
Lord Curzon, herkesin iç güdüsüyle isteğe bağlı mübadeleden yana
olacağını, ancak kurulacak alt komisyonda bu konunun karara
bağlanabileceğini belirtmiştir. Ayrıca, Lord Curzon isteğe bağlı mübadelenin
uygulanmasının aylar alabilme olasılığının, mübadelenin nedeni olan bir an
önce toprağın işlenmesi ve Yunanistan’a yığılan göçmenlerin yerleşim
sorunun mümkün olan en kısa zamanda çözülmesi gerekliliğine de
değinmiştir.32 Sonuçta komisyon mübadelenin zorunlu olmasını karara
bağlamıştır.
Üçüncü sorun mübadelenin kapsamına ilişkindir. Türk heyeti savaşın
yeni bitimi ve İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun henüz
gerçekleşmesi nedeniyle ülkelerinde bulunan Rum sayısı hakkında ellerinde
sağlıklı verilerin olmadığını belirtmiş, Yunan heyeti ise Yunanistan’da bulunan
Türk nüfusun 450.000-480.000 arası olarak tahmin edildiğini açıklamıştır.
Ancak Konferans sırasındaki en şaşırtıcı rakam, Hilal-i Ahmer Cemiyeti Reisi
Hamit Bey’in, Dr. Nansen’e verdiği ve Doğu Trakya Rumlarının nüfusunun
320.000 olarak gösterildiği rakam olmuştur, nitekim bu rakam Yunan heyeti
tarafından Doğu Trakya için verilen 300.000 rakamından bile büyüktür.33
Lord Curzon, Küçük Asya’da 500.000, İstanbul’da ise 15.000 Rum
yaşadığını belirtmiştir. Curzon İstanbul’da yaşayan Rum azınlığın, Türkiye’nin
ticari hayatındaki etkinliğine komisyon toplantılarında sık sık değinerek
İstanbul’un mübadele kapsamı dışında bırakılması ve 124.000 kişi olarak
tahmin edilen Batı Trakya Türk nüfusunun da aynı kapsamda
değerlendirilmesini istemiştir.34 Sonuçta Türk heyeti İstanbul Rumlarının
32 Seha L. Meray, a.g.e., s.126. 33 Seha L. Meray, a.g.e., s.126. 34 Seha L. Meray, a.g.e., s.127.
28
mübadele dışı bırakılmasını kabul etmiş, ancak şu şartların varlığında ısrarcı
olmuştur.
1. Türk uyruğu olmayan bütün Rumlar ile İstanbul doğumlu olmayan
Türk uyruğu Rumların İstanbul’dan çıkarılması.
2. Son üç yıl içinde Türkiye’ye karşı düşmanca davranışlar içinde
bulunan Rum derneklerinin ve birliklerinin İstanbul’dan çıkartılması.
3. İstanbul Rumlarına tanınan ayrıcalıktan yalnızca Beyoğlu, İstanbul
ve Üsküdar Rumlarının yararlanması.
4. Evrensel patrikliğin bütün kurulları ve organları ile birlikte
İstanbul’dan uzaklaştırılması.35
Uzun süren çalışmalar sonrası Türkiye son koşul hariç diğerlerinden
vazgeçmiş, patrikhane konusu Lausanne’da oluşturulan I. Komisyon’a
bırakılmış ve İstanbul Rumları da mübadele dışı sayılmıştır.
Mübadele konusu Azınlıklar Komisyonu’nda görüşülmüş, Türk heyeti
adına Rıza Nur, Yunanistan adına ise Venizelos ve Caclamanos
müzakereleri yürütmüştür. Ahali mübadelesi alt komisyonda 13 oturumu işgal
etmiş ve 27 Ocak 1923 günü sonuçlanmıştır. Türk ve Yunan Ahalisinin
Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol, Lausanne Konferansı
kesintiye uğramadan önce 30 Ocak 1923 günü Türk ve Yunan taraflarınca
imza edilmiştir. Sözleşme, Lausanne Barış Antlaşmasının tasdiki tarihinde
yürürlüğe gireceğinden, Türkiye tasdik formalitesini Yunanistan’dan daha geç
sonuçlandırmış ve sözleşme, 23 Ağustos 1923 tarihinde yürürlüğe
girebilmiştir.36 Türk heyetinden R.Nur; mübadele kararının anlamını şöyle
açıklamıştır: “Vatanımızda başka ırkta, başka dilde, başka dinde adam
bırakmamak en esaslı, en adil, en hayati iştir. Bu sebepledir ki, zaten ben
Türkçülüğe, şiddetli Türk nasyonalistliğine çok yıllardan beri dökülmüşüm.”37
35 Fırat, a.g.m., s.332. 36 Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1986, s.407. 37 Seha L. Meray, a.g.e., s. 129.
29
Ayrıca, Lausanne Antlaşmasında statülerinin belli olmaması nedeniyle
Batı Trakya, Gökçeada ve Bozcaada mübadele antlaşmasının kapsamı
dışında bırakılmıştır. Mübadeleye ilişkin protokol sonrasında kesinleşen
Lausanne antlaşmasının 14. maddesine göre ise; Gökçeada ve Bozcaada
mübadele dışında bırakılmıştır. 1920 tarihinde iki adada yaklaşık 9.000 Rum
yaşamaktadır.38
IV. TÜRK VE YUNAN HALKLARININ MÜBADELESİNE İLİŞKİN SÖZLEŞME VE PROTOKOL Türk heyeti adına Mustafa İsmet, Rıza Nur ve Hasan (Saka), Yunan
heyeti adına ise Venizelos ve Caclamanos imzalarını taşıyan Türk ve Rum
Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol, 30 Ocak 1923 tarihinde
imza edilmiştir.39
Sözleşmenin 1. maddesine göre mübadele, Türkiye’de oturan Rum
Ortodoks dininden Türk uyruklular ile Yunanistan’da oturan Müslüman
dininden Yunan uyruklular arasında gerçekleşecektir.
Sözleşmenin 2. maddesine göre ise; mübadele kapsamına İstanbul’da
oturan Rumlar ve Batı Trakya’da oturan Müslümanlar dahil edilmemiştir.
Sözleşmeye göre; İstanbul’da oturan Rumlar; 1912 yasası ile sınırlandığı
biçimde İstanbul belediye sınırları içinde 30 Ekim 1918 tarihinden önce
yerleşmiş tüm Rumlardır. Mübadele kapsamının dışında tutulan Batı Trakya
Müslümanları ise; 1913 Bükreş Antlaşması’nın saptamış olduğu sınır
çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş olan Müslümanlardır.
38 Baskın ORAN, “Kalanların Öyküsü” , Der. Renee Hirschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.167. 39 İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), Cilt I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1983, ss.177-183.
30
Yunanistan’a ilk gönderilecek olanlar sözleşmenin 4. maddesinde
sayılmış, buna göre; aileleri Türk ülkesini daha önce bırakıp gitmiş olup da
kendileri Türkiye’de alıkonulmuş bulunan Rum halkından vücutça sağlam
erkekler bu kapsamda değerlendirilmiştir. Mübadele kapsamında yer
alanların gidişine kesinlikle engel olunmayacaktır, ancak 6. maddede
belirtildiği üzere; göçmenin kesinleşmiş bir hapis cezası bulunduğu, henüz
kesinleşmemiş bir cezaya çarptırıldığı ya da kendisine karşı ceza
kovuşturması yürütüldüğü durumlarda, söz konusu göçmen cezasını çekmek
ya da yargılanmak üzere, kendisine karşı kovuşturmada bulunan ülkenin
makamlarınca, gideceği ülkenin makamlarına teslim edilecektir. Mübadillerin
uyrukluklarının değişimi için herhangi bir işlem yapılmasına gerek
görülmemiştir. 7. maddeye göre; göçmenler vardıkları ülkenin topraklarına
ayak bastıkları anda bu ülkenin uyrukluğunu edinmiş sayılmışlardır.
Mübadiller her türlü taşınır mallarını yanlarında götürme hakkına sahip
olmuştur. Ancak yanlarında götüremeyecekleri malları bulundukları yerde
bırakacaklardır ve 8. maddeye göre; yerel makamlar bırakılan taşınır malların
dökümünü ve değerini malları bırakan göçmenin gözleri önünde saptayacak,
malların dökümünü gösterir tutanaklar dört örnek olarak düzenlenecek ve
bunlardan birincisi yerel makamlarca saklanacak, ikincisi karma Komisyon’a
sunulacak, üçüncüsü göç edilecek ülkenin hükümetine, dördüncüsü de
göçmene verilecektir.
Sözleşmenin işleyişinden sorumlu olarak 11. maddede öngörüldüğü
üzere Karma Komisyon’un kurulması kararlaştırmış. Buna göre; bağıtlı
yüksek tarafların her birinden (Türkiye ve Yunanistan) dört ve I. Dünya
Savaşı’na katılmış devletlerin uyrukları arasından MC Konseyi’nin seçeceği
üç üyeden oluşan ve Türkiye’de ya da Yunanistan’da toplanacak olan bir
Karma Komisyon kurulacaktır. Karma Komisyon gerekli gördüğü durumlarda
kendisine bağlı olarak alt komisyonlar da kurabilecektir.
31
Karma Komisyon’un merkezi 8 Ekim 1923’ten 21 Haziran 1924’e
kadar Yunanistan’ın Atina şehri olmuş, bu tarihten sonra Komisyon merkezini
İstanbul’a taşınmış ve 1928 yılında tasfiye edilene kadar da İstanbul’da
kalmıştır.40 Karma Komisyon’un görevleri 12.maddede sıralanmıştır, buna
göre; komisyon, göçü denetleyecek, kolaylaştıracak, taşınır ve taşınmaz
malların tasfiyesini gerçekleştirecek, tüm bu işlemleri gerçekleştirirken
sözleşmenin uygulanmasında gerekli gördüğü tüm önlemleri almaya ve tüm
sorunları karara bağlamaya da tam yetkili olacaktır. Karma Komisyon yine
aynı maddede belirtildiği üzere kararlarını oy çokluğu ile alacak ve tasfiye
edilecek mallar, haklar ve çıkarlara ilişkin tüm itirazlar Karma Komisyon
tarafından kesin olarak karara bağlanacaktır.
Karma Komisyon’un malların tasfiyesi konusundaki görevi ayrıca 14.
maddede düzenlenmiş olup, Komisyon’un ilgili mal sahibine bıraktığı mallar
için borçlu kalınan para tutarını belirten bir açıklama belgesi vereceği, bu
belgeye göre malların bırakıldığı ülke ile hükümetinin, göçmenin bağlı olduğu
hükümete karşı borcu olacağı kabul edilmiştir. Göçmenin gittiği ülkede,
bıraktığı malların karşılığında mal alması öngörülmüştür.
Sözleşmenin tarafları, mübadele kapsamında yer alan kişilerin
gidecekleri ülkede hangi limanlara çıkacakları gibi konuları Karma Komisyon
vasıtası ile görüşülmüş, mübadele edilecek halklara, gidecekleri günden önce
baskıda bulunmamayı ve giden/gidecek göçmenleri hiçbir vergi ya da resme
bağlı kılmamayı da yükümlenmişlerdir.
40 Mihri BELLİ, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi-Ekonomik Açıdan Bir Bakış, İstanbul, Belge Yayınları, 2006, s.28.
32
V. LAUSANNE’DA VARILAN ANTLAŞMA SONRASI HUKUKİ GELİŞMELER Nüfus mübadelesine ilişkin hususlar Lausanne’da imza edilmesine
rağmen konu tam anlamı ile çözülememiş, 21 Haziran 1925’te Ankara’da ve
1 Aralık 1925’te Atina’da imza edilen antlaşmalar kriz havasını yumuşatmakla
birlikte nihai çözüme 10 Haziran 1930 yılında “Mübadelei Ahaliye Müteadair
Lausanne Muahedenamesine Atina İtilafnamesi’nin Tatbikatından Mütevellit
Mesailin Sureti Katiyede Halli Hakkında Mukavelename” ile ulaşılabilinmiştir.
Söz konusu antlaşmaları Türk ve Yunan Halklarının Mübadelesine
İlişkin Sözleşme ve Protokol’ün 2. Maddesinden kaynaklanan “etabli” sorunu
belirlemiştir. Bahse konu maddede İstanbul Rumlarının tanımı yapılmış;
“1912 kanunuyla sınırlandırıldığı biçimde, İstanbul Şehremaneti daireleri
(belediye sınırları) içinde, 30 Ekim 1918 tarihinden önce yerleşmiş bulunan
bütün Rumlar İstanbul Rumu sayılacaktır” ifadesi yer almıştır.
Mübadelenin başlaması ile birlikte sözleşmeyi, taraf olan devletlerin
her ikisinin de farklı yorumladığı ortaya çıkmış, Yunanistan söz konusu
maddeyi antlaşmanın ruhuna uygun olarak yorumlamış ve İstanbul’a gelmiş
olan Rumlarda yerleşme niyetinin olup olmamasının esas alınıp alınmaması
gerektiğini ileri sürmüştür. Türkiye ise 1918’den önce İstanbul’a gelen
Rumların Türk resmi belgelerine göre belirlenmesinden yana olmuştur.41
Hukuki bir anlaşmazlık gibi görünmesine rağmen, sorun devletlerin
çıkar çatışmasından ibarettir. Türkiye, homojen bir ulus devlet kurarak
Rumlardan boşalacak mülklere ve ticari sektöre Türkleri yerleştirmek
isterken, Yunanistan, hem İstanbul’da var olacak Rumlar aracılığıyla Megali
İdea’ya zemin hazırlamaya, hem de Türk resmi kayıtlarında yer almayan
41 Fırat, a.g.m., s.339.
33
4.500 Rum’un Yunanistan’da yerleştirilmesi sorunundan kurtulmaya
çalışmıştır.
Çözüm için başvurulan ilk merci Karma Komisyon olmuş, netice
alınamaması üzerine 19 Kasım 1924’te “ms” sözcüğünün anlamı ve “İstanbul
Rum ahalisi” sayılabilmenin koşulları hakkında MC Genel Sekreterliği’ne
başvurularak danışma görüşü istenmiştir. Uluslararası Adalet Divanı, 21
Şubat 1924’te görüşünü bildirmiş, yerleşik deyiminin süreklilik taşıyan bir
oturma eylemi olduğu ve İstanbul Rum ahalisinin sözleşmede belirtildiği
üzere 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’a gelmeleri gerektiği belirtilmiştir. 42
Sorunun, Karma Komisyon, Milletler Cemiyeti ve Uluslararası Sürekli
Adalet Divanı tarafından çözülememesi neticesinde Yunan hükümeti Batı
Trakya’da bulunan Müslümanların mallarına el koymuş ve Türkiye de çok
geçmeden aynı tavrı İstanbul’da bulunan Ortodokslara karşı sergilemiştir. 21
Haziran 1925 tarihli antlaşma uyarınca; Türkiye 30 Ekim 1918’den önce
Türkiye’de bulunan tüm Rumlara yerleşme niyetlerinin olup olmadığına
bakılmaksızın yerleşik sıfatı vermiş, bu sıfat kapsamında yer alan, yasal
pasaportu olmaksızın ülkesini terk edenler hariç, Batı Trakya Türkleri ve
İstanbul Rumlarına ülkelerine serbestçe dönebilme hakkı tanımıştır.43
01 Aralık 1926 tarihli Atina Antalaşması’na göre; Yunanistan’da
bulunan ve Türklere ait olan emlak, karma bir komisyon tarafından belirlenen
fiyat üzerinden Yunan Hükümeti’nce satın alınmış, Türkiye’de bulunan ve
1912 yılından önce ülkeyi terk eden Rumlarla, mübadele kapsamında yer
alan Rumlara malları, geri verilmiş, İstanbul Rumları ise bu hüküm dışında
bırakılmıştır.44
42 Fırat, a.g.m., s.339. 43 Fırat, a.g.m., s.343. 44 Arı, a.g.e., s.161.
34
30 Kasım 1930’da sorun, patrikhane meselesiyle birlikte çözümlenmiş,
antlaşma uyarınca; İstanbul’un Avrupa yakasında Sarıyer-Yenimahalle’den
Yeşilköy’e uzanan sahil şeridi ile Anadolu yakasında Beykoz’dan Bostancı
köprüsü’ne uzanan sahil şeridi ve adaları kapsayan belediye sınırlarının
dışında kalan, Avrupa yakasında Kilyos, Kemerburgaz, Çekmece, Mimar
Sinan, Anadolu yakasında Alemdağ, Yakacık, Büyük Bakkalköy, Pendik,
Kartal, Maltepe, Küçükyalı gibi yerleşim birimlerinde yaşayan Rumlar göç
etmek zorunda kalmışlardır. 45
1930 tarihli antlaşma ilk olarak “etabli” sorununu çözmüş, antlaşmanın
10. maddesine göre; “Etabli, İstanbul’a geldikleri tarih ve doğdukları yer ne
olursa olsun değişimden ayrık tutulmuş olan İstanbul bölgesinde bugün hazır
bulunan Türk uyruğundaki tüm Ortodoks Rumlar” olarak tanımlanmıştır.
Antlaşmada sahip olunan mallar beş kategoride düzenlenmiştir:46
1. Mübadillerin Malları: Terk edilen taşınır ve taşınmaz mallar terk
edilen ülke hükümetine geçecek, bankalarda bırakılan mallar sahiplerine iade
edilecektir.
2. Türk Uyrukluların Malları: Yunanistan’da bırakılan mallar Yunan
hükümetine bırakılacaktır.
3. Yunan Uyrukluların Malları: Yunan uyrukluların İstanbul bölgesi
dışında bırakılan malları Türk hükümetine geçecektir.
4. İstanbul Yerleşiklerinin Malları: İstanbul’da bulunan yerleşik
Rumların malları üzerindeki mülkiyet hakları kaldırılmayacaktır.
5. Batı Trakya Yerleşiklerinin Malları: Yerleşik kabul edilen
Müslümanların mülkiyet hakları varlığını devam ettirelecektir, el koyma ve
haciz durumları da kaldırılacaktır.
45 Orhan Türker, “Ahali Mübadelesinin 75. Yılı”, Tarih ve Toplum, sayı 172, Nisan 1998, , s.234. 46 Fırat, a.g.m., ss.346-347.
35
Antlaşmaya göre, Yunan hükümeti 425.000 İngiliz Lirasını Karma
Komisyon emrine vermiş, bu paranın 150.000’er Lirası Rumların Türk
hükümetine geçen İstanbul dışındaki mallarının ve yerleşik Müslümanların
Yunan hükümetine geçen mallarının tazmini için kullanılmıştır. Kalan 125.000
Lira ise Karma Komisyon tarafından 3 defada Türk hükümetine verilmiştir.47
9 Aralık 1933 tarihli “Türk-Rum Ahali Mübadelesi Muhtelit
Komisyonunun İlgasına Mütedair Mukavelename” ile Karma Komisyon’un
görevine son verme amacı güdülmesine rağmen, Türklerin sahip olduğu
haklara ilişkin olarak 10 Haziran 1930’dan önce Yunan hükümetince fiilen
işgal edilmemiş mallar konusunda her hangi bir sınırlayıcı işlem
yapılmayacağı öngörülmüştür.48
Çözüme geç ulaşılmasında Yunanistan’da siyasi iktidarın sık sık el
değiştirmesinin etkisi büyük olmuştur. Nüfus mübadelesi sözleşmesinin, iki
ülke meclislerinden geçirilmesi sırasında da sorunlar yaşanmış, özellikle
Yunan meclisinde bulunan Kralcılar gayri memnun tavır takınmışlardır.
Venizelos ise yaptığı konuşmada Kralcılara şu cevabı vermiştir:
“Yunan Ordusunun Anadolu’da verdiği kurbanları unutarak Ankara’ya gitmiş olmakla itham edildim. Fakat efendiler, her iki taraf da bu vakıaları unutmak kararını vermedikçe, el ele vermek ve hakiki bir dostluğu temin ve tesis etmek kabil olur muydu? Haydarpaşa’yı Ankara Yaylası’ndan ayıran mesafeyi kat etmek cesaretini gösterdiğimden dolayı muaheze edildim. Fakat şurasını hatırlatmak isterim ki Türkiye bunları unutmaya bizden ziyade muhtaçtır. Zira bütün bu yaylalar harp meydanı olmuş ve bütün harp meydanları gibi tahribata uğramıştır. Binaenaleyh halihazırda dostumuz bulunan Türkler, saldırgan olarak yaptığımız bütün bu tahribatı unuttularsa, benim katlandığımız fedakarlıkları unutmamalığıma ne sebep vardır.”
Ayrıca Venizelos “Megola idea”ya ihanet edildiği söylemlerine karşılık
olarak Türkiye’de milyonlarca Rum’un bulunduğu sırada gerçekleştirilememiş
iken, Lausanne mübadelesinden sonraki vaziyette bu gayeye bağlanmanın
cinnet olacağını belirtmiştir.
47 Fırat, a.g.m., s.346-347. 48 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri-II.Kitap, Ankara, Turhan Kitabevi, 1999, 199-200.
36
VI. TÜRKİYE’DE MÜBADELE
Savaş sonrası yaşanan karmaşa ortamında Türk hükümeti,
mübadeleden önce, Rumlar tarafından Anadolu’da terk edilmiş mallar ve
fuzuli işgal sorunu ile karşılaşmıştır. Nitekim Yunanistan’dan gelen
mübadillerin, Rumlar tarafından terk edilmiş evlere yerleştirilmesi
gerekmektedir, ancak bu evler ya Türkiye’de bulunan herikzedeler tarafından
işgal edilmiş, ya fuzuli işgale uğramış ya da Ege’de yaşanan büyük yangın
sonrası kullanılmaz hale getirilmiştir.
Rumlar tarafından terk edilmiş mallar, üç grupta incelenmektedir:
Hiçbir kurum ya da kişinin sorumlu olmadığı, TBMM Hükümeti’nin otoriteyi
sağlamaya çalıştığı dönemde işgal edilmiş taşınmazlar;. Maliye Vekaleti’nin
sorumluluğu üstlendiği andan, Lausane’da imzalanan sözleşmenin yürürlüğe
girdiği ana kadar tasarruf yetkisinin uyguladığı taşınmazlar ve resmi
kurumlarca ve özellikle de “askeriye” tarafından el konulmuş mallar.49
Mübadele ile terk edilmiş Rum evlerinin kaydedilmesi gereği duyulmuş
ve Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey, Emval-i Metruke Komisyonu’nu
kurmuştur. Komisyon, terk edilen ev, dükkan, mağaza kayıtlarının yanı sıra
Rumların yanlarında götüremedikleri sandalye ve masa gibi taşınır malların
da dökümünü yapmıştır.50 Döküm sonrasında göçmenlerin iskanına uygun
olduğu değerlendirilen ev ve taşınmazlar, Muhacirin Komisyonu’na terk
edilmiş, uygun olmayanlar ise açık artırma yoluyla satılmış ya da Sükna
Kanunu gereğince subay ve memurlara, Maliye Vekaleti adına kiraya
verilmiştir.51
49 Arı, a.g.e., s.15. 50 Arı, a.g.e., s.11. 51 Arı, a.g.e., s.11.
37
A. Mübadele İmar ve İskan Vekaleti ve Mübadele İmar ve İskan Kanunu Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da yaşanan iç göçte, göçmenlerin
yerleştirilmesi ile Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti’ne bağlı Muhacirin
Müdüriyeti ilgilenmiştir. Bu yetki, Yunanistan’dan gelecek göçmenlerin iskanı
sorununda Tunalı Hilmi Bey ve 132 arkadaşının verdiği önergeyle 13 Ekim
1923 tarihinden itibaren yeni kurulan Mübadele, İmar ve İskan vekaletine
devredilmiştir ve yeni vekalete vekil olarak İzmir Mebusu Mustafa Necati Bey
(Uğural) atanmıştır.52
Mustafa Necati Bey, ilk iş olarak diğer ülkelerdeki (Belçika, Almanya
ve Fransa) imar ve iskan ile ilgili mevzuatı incelemiş ve 1 Kasım 1923 tarihli
366 nolu yasa ile Vekalet’in merkezdeki teşkilat yapısını belirlemiştir. Buna
göre Vekalet, ortak müsteşarlığı olan iki genel müdürlüğe ayrılmış ve şu
şekilde teşkilatlandırılmıştır: 53
1. Mübadele ve İskan Müdüriyet-i Umumiyesi
a. Sevkiyat ve Nakliyat Şubesi
b. Muhacirin Şubesi
c. İaşe Şubesi
ç. İskan ve Emakin Şubesi
2. İmar Müdüriyet-i Umumiyesi
a. Muamelat Şubesi
b. İnşaat ve Tamirat Şubesi
c. Heyet-i Fenniye Şubesi
3. Hukuk Müşavirliği
4. Heyet-i Teftişiye
5. Muhasebe Şubesi Müdüriyeti 52 Arı, a.g.e., s.28. 53 Ali Cengizkıran, “Türkiye’de Mübadele Konut ve Yerleşim Politikası”, Der. Müfide Pekin, Yeniden Kurulan Yaşamlar-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.308.
38
6. İhsaiyet ve Memurin Şubesi Müdüriyeti
7. Evrak ve Muhaberat Şubesi Müdüriyeti
8. Hıfzısıhha Mütehassıslığı
Vekaletin kurulmasının ardından 8 Kasım1923 tarihinde Mübadele
İmar ve İskan Kanunu kabul edilmiştir. Yasaya göre; Vekalet, ahalinin
taşınma, beslenme, barınma ve yerleşmesinden sorumlu olacaktır. Ayrıca
Vekalet, sayılan işleri gerçekleştirirken mülki ve askeri araç gereçlerden ve
devlete ait diğer olanaklardan yararlanmaya da yetkili kılınmıştır.
Kabul edilen kanun çerçevesinde Vekalet’e; mübadele suretiyle
geleceklerin nakil ve iskanları, beslenmeleri, 1912 yılından beri iskan
edilmemiş muhacir, mülteci, aşiretler ve evleri yıkılan ya da yakılan kişilerin
iskanı ve memlekette harap olan mahallelerin imarı ile ilgilenme görevi
verilmiştir.54
1925 tarihinde yayınlanan bir kararname uyarınca, muhacirlerin sevki,
beslenmesi, iskan ettirilecek konutların tamiri, inşası ve adiyen iskanların
gerçekleştirilmesi en büyük mülki memurun onayı ile iskan müdür veya
memurları tarafından gerçekleştirilmiştir. Ortaya çıkan anlaşmazlıklar en
büyük mülki memurun başkanlığında, defterdar, iskan, ziraat ve tapu müdür
veya memurlarından oluşacak komisyon tarafından çözümlenmiştir. İcra
muameleleri de iskan müdür veya memurlarının başkanlığında tapu-emlak
müdür veya memurlarından oluşan komisyon tarafından gerçekleştirilmiştir.55
Vekaletin 1924 yılında çıkardığı yönetmelik ve genelgeler ile sağlıklı
bir iskan politikası uygulamasının temelleri atılmıştır. Bunlardan en önemlileri
“Yangından Zarar Görenlere Yapılacak Yardım Hakkında Yönetmelik”,
“Savaş Dolayısıyla Yakılan ve Tahrip Olan Evlerin Tamiri ve Yeniden İnşası
Konusundaki Yönetmelik” ve “Mübadeleye Tabii Kişilerin İskan Edileceği
54 İskan Tarihçesi, İstanbul, Hamit Matbaası, 1932, ss.13-14. 55 İskan Tarihçesi, ss.57-58.
39
Bölgelerdeki Terk Edilmiş Mülkte Yapılacak Küçük Tamiratlar Hakkındaki
Yönetmelik”tir.
Yunanistan’dan gelecek göçmenlerin sayısının azalması ve
Vekalet’teyolsuzluk yapıldığına dair eleştirilerin artması sonucu, 11 Aralık
1924 tarihinde kabul edilen 529 nolu yasa ile Mübadele İmar ve İskan
Vekaleti kaldırılmış, yürütmesi gereken görevler Dahiliye Vekaleti’ne bağlı
olarak kurulan İskan Müdiriyet-i Umumisi’ne devredilmiştir.
B. Mübadele Öncesinde Yapılan Hazırlıklar Mübadillerin tahliye işlemleri için belirlenen genel plan çerçevesinde
her bir coğrafi bölge için bir tahliye tarihi belirlenmiş, tahliyeler, Karma
Komisyon’un belirlediği limanlardan yapılmış ve hem Yunanistan hem de
Türkiye tarafı tahliye işlemi için yeterli sayıda gemiyi Karma Komisyonu’nun
kullanımına vermeyi kabul etmiştir.
Yunanistan’da bulunan göçmenlerin Anadolu’ya taşınmasında, deniz
yolu tercih edilmiş, bu tercihte göçmenlerin Yunanistan’ın çeşitli limanlarına
sığınmış olmaları etkili olmuştur. Taşımayı gerçekleştirmek için Sevkiyat
Müdüriyeti tarafından ihale açılmış, ihale kapsamında: Yunanistan’dan
getirilecek olan göçmenlerin, Selanik’ten Tekfurdağı’na; Kalikratya’dan
İstanbul ve Mudanya’ya; Kavala’dan İstanbul, Zonguldak, Sinop, Samsun,
Ordu, Giresun, İzmit, Tekfurdağı, Gelibolu, Bandırma ve Burhaniye’ye; Girit
ve Kandiye’den Mersin, Silifke, Marmaris, Bodrum, Gökabad, Göllük, Ayvalık,
Çanakkale ve Erdek iskelelerine boşaltılması, taşıma ücretini mübadilin
kendisinin vermesi, ücreti ödeyemeyecek derecede fakir olanların parasının
hükümetçe karşılanması, yapılan taşımalarda insan, eşya ve hayvan için ayrı
ayrı tutarlarda para alınması, taşıma esnasında mübadillerin dinlenmesinin
dikkate alınması, vapurlara tatlı su depoları konulması, elde edilecek gelirin
% 20’sinin Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne bağışlanması, 8 yaşından küçük
40
çocuklardan para alınmaması ve nüfus başına 100 kg. kadar eşyanın
ücretsiz taşınması şartları aranmıştır.56
Şartlar uyarınca ihale açılmış ve ihaleyi İtalyan Lloyd Tristino Vapur
Kumpanyası kazanmıştır. Ancak ulusal sermayenin bu yolla ülke dışına
çıkacağı kaygısı ve yabancı bir şirketin taşıma işlemini gerçekleştirmesinin
gurur meselesi yapılmasının etkisiyle ihale 57iptal edilmiş ve mübadilleri
taşıma görevi Seyr-i Sefarin İdaresi ile Türk Vapurcular Birliği’ne verilmiştir.58
Sınırlı olanaklarına rağmen taşıma işlemini gerçekleştirecek olan yerli
vapurlarda kamaralar; hasta, hamile, yaşlı ve çocuklara ayrılmıştır. Ayrıca
Hilal-i Ahmer Cemiyeti de, her gemide birisi doktor olmak üzere iki sağlık
memuru görevlendirmiş ve taşıma süresince ordunun menzil teşkilatlarından
yararlanılması sağlanmıştır.59
Türk vapurları sadece Müslüman mübadilleri taşımamış, Yunanistan’a
gitmesi gereken Rumları da taşımıştır. Göçmenleri Türkiye’ye getiren
vapurlar için Tuzla, İznik, Samsun, İzmir, Antalya ve Mersin iskeleleri
belirlenmiş, Çeşme, Erdek ve Ayvalık iskeleleri de gereksinim oldukça
kullanılmıştır.60
Mübadele İmar ve İskan Vekaleti ile Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti
arasında, 6 Mart 1924 tarihinde imza edilen itilafname uyarınca; mübadele ile
gelen göçmenlerin sağlık durumları ile yakından ilgilenme görevi Hilal-i
Ahmer şube ve kuruluşlarına verilmiştir.61 Bu doğrultuda gelen mübadillerde
görülen salgın hastalıkların tedavileri ile ilgilenmek üzere, Selanik, Hanya,
Drama, Kandiye ve Kavala’da, İmdad-ı Sıhhi Heyetleri kurulmuştur.62Bahse
56 Arı, a.g.e., s.38. 57 Arı, a.g.e., s.87. 58 Arı, a.g.e., ss.38-41. 59 Arı, a.g.e., s.43. 60 Arı, a.g.e., s.85. 61 Arı, a.g.e., s.46. 62 Arı, a.g.e., s.46.
41
konu kurullar, göçmenlerin sağlık durumları ile ilgilenmiş, bulaşıcı hastalıkları
önlemek amacıyla çiçek, dizanteri ve veba aşıları63 yapılmış ve mübadillerin
taşınma işlemi gerçekleşinceye kadar açıkta kalmalarına engel olmak için
barınacak yerler inşa etmiştir.
Mübadillerin gelişi ile birlikte 28 Kasım 1923’te “Misafirhaneler
Talimatnamesi” hazırlanmış, buna göre; indirme ve boşaltma iskelelerinde
“tahaffuzhane” adı verilen yerler inşa edilmiştir. Tahaffuzhaneler, mübadillerin
karaya çıktıklarında temizlik denetiminden geçirilmesi ve göçmenler için
hazırlanmış misafirhanelerden oluşturulmuştur.64 Misafirhanelerde kalan
mübadillere, İskan müdüriyeti tarafından çay, ekmek, zeytin ve çorba
yardımında bulunulmuş ve mübadelenin başlangıcından Ağustos 1924
tarihine kadar 458.000 kişinin iaşesi sağlanmıştır.65
Misafirhaneler, ihraç iskelelerinde, konak yerlerinde ve iskan
mıntıkalarında kurulmuş, elverişli binalardan yararlanılmış, hiç kimsenin taş
ve toprak üzerinde kalmaması için askeri kurumlardan yatak ve yorgan temin
edilmiş ve ihraç iskelelerinde bulunan misafirhanelerde 10’ar yataklı revirler
kurulmuştur.66
C. Rumların Türkiye’den Ayrılışı Balkan Savaşları öncesi Rum Patrikhanesinin istatistiklerine göre;
1912 yılında Anadolu’da (İstanbul’un Anadolu yakası dahil); 1.782.582 Rum
bulunmaktadır. 1910 yılına ait Türk resmi rakamları ise aynı alanda
1.777.146 Rum’un yaşadığını belirtmişlertir.67
63 TBMM Zabıtları, Devre:2, içtima:2, Cilt:9,s.58. 64 TBMM Zabıt , Devre:2, İçtima:;2, Cilt:9, s.58 65 Arı, a.g.e., s.99. 66 İskan Tarihçesi, s.19. 67 Justin McCarthy, Muslims and Minorities: The Population of Otoman Anatolia and the End of the Empire, New York, New York University Pres, 1983, ss.90-91.
42
Anadolu’dan ilk örgütlü Rum göçü İzmir’in Yunan ordusundan alınması
ile başlamış, hatta bunu hızlandırıcı nedenlerden biri olarak, bir Türk uçağı
tarafından İzmir şehrinin üzerinde dağıtılan bildirilerde Yunan askerleri ve
Rumların en geç bir ay içerisinde şehri terk etmeleri gerektiği belirtilen yazılar
gösterilmiştir..68
Türk halkı Rumların bir an önce Anadolu’dan ayrılmasından yana
olmuş, Lausanne’da imzalanan sözleşme sonrası Ağustos 1924 tarihinde
hükümetin Rumlar lehine bir antlaşma yapacağı haberi Türk mübadiller
arasında tepkiye neden olmuş ve İstanbul’da bir protesto mitingi
düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. 17 Ağustos 1924 tarihinde Sultanahmet
Meydanı’nda Mübadele Cemiyeti organizesinde söz konusu miting
düzenlenmiştir. Mitingde yapılan konuşmalarda mübadillerin çektiği sıkıntılar
vurgulanmış, etabli olmayan Rumların bir an önce Yunanistan’a gönderilmesi
istenmiş ve alınan kararlar bir telgrafla başbakan İsmet İnönü’ye iletilmiştir.69
1923 tarihli Türk ve Yunan halklarının Mübadelesine ilişkin
sözleşmenin imzalanmasından sonra Rumların mübadelesine ilk olarak
Niğde ve Kayseri’de başlanmış, ancak sorun İstanbul’da bulunan Rumların
mübadelesinde yaşanmıştır. Yunanistan Muhtelit Mübadele Komisyonu’na bir
nota vererek “etabli” sorununun bir an önce çözülmesini istemiştir.
Mübadele kapsamına dahil edilmemek için Türkiye’de yaşayan Rumlar
Türk hükümetine başvurarak, ülkenin güney bölgelerinde yaşayan Rumların
Fener Rum Patrikhanesi’ne değil, Antakya ve Kudüs Patriklerine bağlı
olduklarını ileri sürmüşlerdir. Rumların bir kısmı ise Arnavut asıllı olduklarını
iddia etmiş, ancak mübadele kapsamında olmaktan kurtulamamışlardır.70
Türkiye tarafından tehdit olarak görülmeyen Katolik Rumlar ve Kurtuluş
68 Ağanoğlu, a.g.e., s.280. 69 M.Çağatay Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, ss.9-11. 70 Okutan, a.g.e., s.29.
43
Savaşı sırasındaki yardımları nedeniyle Keskin Piskopos Vekili Papa Eftim
mübadeleye dahil edilmemiştir.71
Mübadele kapsamına dahil edilmeyen İstanbul Rumlarının sayısı 1923
yılı polis müdüriyeti kayıtlarına göre; 10.000 civarındadır, ancak gerçek
rakamlar bu sayının 25.000 olduğu doğrultusundadır.72 Ayrıca nüfus
mübadelesi kapsamı içerisine, mübadele sözleşmesi öncesinde
Müslümanlığı kabul edip evlilik yapmış olanlar ile Kurtuluş Savaşı sırasında
Türkiye lehine casusluk yaparak yardımda bulunanlar dahil edilmemiştir.73
D. Türkiye’ye İlk Gelişler Türkiye’ye ulaşan mübadillere yönelik olarak ilk aşamada Muhtelit
Mübadele Komisyonu tarafından verilen “hüviyet vesikaları”nın kontrolü
gerçekleştirilmiş, mübadiller arasında; anarşist, casus ve cani olanlarla,
Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılarla çalışıp Yunanistan’a kaçarak mübadeleyi
fırsat bilip sığınanlar, geldikleri yere geri gönderilmeleri için yerel hükümet
kurumlarına teslim edilmişlerdir.74
Kimlik tespitlerinin yapılmasının ardından mübadiller, iskanları
yapılıncaya kadar misafirhanelerde tutulmuşlar, bu dönemde mübadele
kapsamına girmeyen Sırbistan ve Arnavutluk’tan gelen göçmenler de,
mübadillere sağlanan olanaklardan yararlanabilmişlerdir.75
Yıllar itibariyle Türkiye’ye gelen mübadillerin sayısı Kemal Arı’ya göre;
1923 yılında 61.318 mübadil, 1924 yılında 370.000 mübadil ve toplamda
1925 yılına kadar 456.720 mübadildir. Ayrıca Türkiye’ye gelen 50.000’e yakın
71 Engin Berber, “Mübadeleye Bugünden Bakmak”, www.siyasitarih.com. 72 Mehmet Ali Gökçatı, “Mübadillerin Protesto Mitingi”, Tarih ve Toplum, Ocak 2003, Sayı 229, s.9. 73 Okutan, a.g.e., s.230. 74 İskan Tarihçesi, s.21. 75 Arı, a.g.e., s.91.
44
sığınmacı ve göçmen de bu rakama eklendiğinde bu sayı 500.000’i
aşmaktadır.76
Mihri Belli’nin, Karma Komisyon’un, 1923-1926 yılları arasında
Yunanistan’dan Anadolu’ya gelen Türkler’ in sayısına dayanarak verdiği
istatistikler ise; 1923-1924 yılları arasında Selanik’ten 109.577, Resmo
(Hanya)’dan 8.142, Drama’dan 76.047, Kavala’dan 45.527, Kozana’dan
26.623, Kayalar’dan 30.780, 1925 yılında Kozana ve Kayalar’dan 34.653,
1924-1926 yılları arasında Gumenitza (Epir)’dan 2.989, Midilli adasından
7.500, toplamda 355.635 kişidir.77
Genel kanı ise Türkiye’ye gelen mübadillerin sayısının 380.000 ila
460.000 arasında olduğu şeklindedir. Mübadiller Türkiye’ye, Kasım 1923 ve
Şubat 1925 tarihleri arasında gelmişler ve bu zaman zarfı içerisinde hava ve
taşıma koşulları nedeniyle mübadiller arasında ölümler meydana gelmiştir.
Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti’ne ikinci vekil olarak getirilmiş Refet Bey’in
(Canıtez)’ in verdiği bilgiye göre; taşıma sırasında yolda 269, vapurdan
misafirhaneye götürülüş esnasında 9, misafirhanelerde 870 ve toplamda
3.819 kişi hayatını kaybetmiştir.78
Yunanistan’dan Türkiye’ye gelişleri hava koşulları ve ulaşım
olanaklarının güçlüğünden ötürü zor geçen mübadilleri bekleyen yeni sorun,
yerleşim alanlarının belirlenmesi olmuştur. Savaştan yeni çıkmış ülkenin
koşullarını en iyi Mahmut Celal Bey’in şu sözleri yansıtmaktadır: “Adaya
koyamayız, yanık yere koyamayız. Baştan aşağıya memleket yanık ve
haraptır. Nereye koyacağız?”79
Mübadillerin yerleştirilmesi için 6 Eylül 1923 tarihinde ülkenin 7
yerleşim bölgesine ayrılması kararlaştırılmış, Yunanistan’dan gelen 76 Arı, a.g.e., s.92. 77 Belli, a.g.e., 2006, ss.32-33 78 TBMM Zabıt, Devre:2, içtima:2, cilt:9, s.58. 79 TBMM Zabıt, Devre:2, içtima:2, cilt:9, s.100.
45
göçmenlerin Türkiye’ye gelmeden önce hangi mesleklerle iştigal olduklarına
ve Yunanistan’da hangi bölgelerde ikamet ettiklerine göre, Türkiye’de de aynı
orantıda düzenlemeler yapılmış ve mübadillerin Yunanistan ile benzer iklim
koşullarına sahip bölgelere yerleştirilmeleri sağlanmıştır. Buna göre genel
olarak tütün üretimi ile geçimlerini sağlayan, Drama, Kavala, Girit ve
adalardan gelecek mübadillerin, kıyı Ege ve Tekirdağ çevresine, Selanik
göçmenlerinin ise, Karadeniz’in kıyı şeridine yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır.
Ancak meslek ve iklim kollarına uygun yerleşimlerin yapılabilmesi için
bazı tespitlerin önceden yapılması zaruri görülmüş, buna yönelik olarak İmar
ve İskan Vekili Mustafa Necati Bey tarafından vilayetlere gönderilen
yazılarda; mıntıkada ne tür tarımla uğraşıldığı, ne kadar emval-i metruke
bulunduğu, kaç emval-i metruke hanesinin boş olduğu ve ne kadarının
boşaltılabileceği sorularının yanıtlanması istenmiştir.80
Anadolu’da yapılan tespitler de yeterli görülmemiş ve Atina’da bulunan
Muhtelit Mübadele Komisyonu’nda görev yapan Türk heyetine de bir yazı
gönderilerek hangi kazadan, ne kadar ahali geleceği ile vaziyetleri ve
uğraşlarının neler olduğunun öğrenilmesi istenmiştir. 81
Sonuçta Yunanistan ve Türkiye’de sorulan sorulara gelen yanıtlardan
ayrıntılı cetveller düzenlenmiş ve Vekalet mübadillerin yerleşim alanları ve
kapsamlarını Tablo-2’de şu şekilde yer almıştır.
80 Arı, a.g.e., s.50. 81 Arı, a.g.e., s.51.
46
Tablo-2: Mübadillerin yerleşim alanları.
Yerleşim Alanı İllerin İsimleri
Birinci Alan: Sinop, Samsun, Ordu, Giresun,
Trabzon, Gümüşhane, Amasya,
Tokat, Çorum
İkinci Alan: Edirne, Tekfurdağı, Gelibolu,
Kırkkilise, Çanakkale
Üçüncü Alan: Balıkesir
Dördüncü Alan: İzmir, Manisa, Aydın, Menteşe, Afyon
Beşinci Alan: Bursa
Altıncı Alan: İstanbul, Çatalca, Zonguldak
Yedinci Alan: İzmit, Bolu, Bilecik, Eskişehir,
Kütahya
Sekizinci Alan: Antalya, Isparta, Burdur
Dokuzuncu Alan: Konya, Niğde, Kayseri, Aksaray,
Kırşehir
Onuncu Alan: Adana, Mersin, Silifke, Kozan,
Ayntab, Maraş
Gelen göçmenlerin %38’i Doğu Trakya’nın dört iline (İstanbul,
Kırklareli, Edirne Tekirdağ), %42’si Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Çanakkale,
İzmir, Aydın,Manisa ve Muğla’ya, %10’u ise Antalya, İçel, Mersin, Adana ve
Samsun’a yerleştirilmiştir.82 1921-1928 yılları arasında iller bazında
yerleştirilen göçmen sayıları (mübadiller ve Yugoslavya, Romanya,
Bulgaristan ve SSCB’nden gelenler dahil) Mihri Belli’ye Tablo-3’te şöyledir:
82 Akgün, a.g.e., s.275.
47
Tablo-3: 1921-1928 yılları arasında iller bazında yerleştirilen göçmen miktarı.
İLLER GÖÇMEN MİKTARI
Adana 8.440
Afyon 1.045
Aksaray 3.286
Amasya 3.844
Ankara 1.651
Antalya 4.920
Artvin 46
Aydın 6.630
Balıkesir 37.174
Bayazıt 2.856
Bilecik 4.461
Bitlis 3.360
Bolu 194
Burdur 448
Bursa 34.543
C. Bereket 2.994
Çanakkale 11.638
Çorum 1.570
Denizli 2.728
Diyarbakır 484
Elaziz 2.124
Edirne 49.441
Erzurum 1.095
Eskişehir 2.567
Giresun 623
Gümüşhane 811
Hakkari 310
Erzincan 116
Isparta 1.175
48
İLLER GÖÇMEN MİKTARI
İçel 1.037
İstanbul 36.487
İzmir 31.502
Kars 2.512
Kastamonu 842
Kayseri 7.280
Kırşehir 193
Kırklareli 33.119
Kocaeli 27687
Konya 5.549
Kütahya 1.881
Manisa 13.881
Mardin 200
Maraş 1.143
Mersin 3.330
Muğla 4.968
Niğde 15.702
Ordu 1.248
Samsun 22.668
Sinop 1.189
Sivas 7.539
Ş.Karahisar 5.879
Tekirdağ 33.728
Trabzon 404
Urfa 290
Van 275
Yozgat 1.635
Zonguldak 1.285
TOPLAM 463.534
49
Ayrıca, mübadiller geldikleri yöreye göre tütüncü, çiftçi, bağcı ve
zeytinci olarak da gruplandırılmıştır. Buna göre;
1. Drama ve Kavala’dan gelen 30.000 tütüncü, Samsun ve çevresine,
2. Serez’den gelen 20.000 tütüncü, 15.000 çiftçi ve bağcı ile 5.000
zeytinci, Adana ve çevresine,
3. Kozana, Girebene, Nasçil ve Kesriye ahalisinden 2.500 tütüncü,
15.000 çiftçi ve bağcı ile 5.000 zeytinci, Malatya ve çevresine,
4. Kayalar, Karafeyye, Vodine, Katerin, Alasonya, Langaza,
Demirhisar, Gevgilinin’in bazı köyleri, Yenice, Vardar ve Karacaabat
ahalisinden 3.000 tütüncü, 25.000 çiftçi ve bağcı ile 15.000 zeytinci, Amasya,
Tokat ve Sivas’a,
5. Zeytinci, Drama, Kavala, Selanik ve ahalisinden 20.000 tütüncü,
55.000 çiftçi ve bağcı ile 15.000 zeytinci, Çatalca, Tekirdağ, karaman, Niğde
ve çevresine,
6. Preveze ve Yanya ahalisinden 15.000 zeytinci, 40.000 çiftçi ve
bağcı, Antalya ve Silifke çevresine,
7. Midilli, Girit ve adalar ahalisinden 30.000 çiftçi ve bağcı ile 20.000
zeytinci, Ayvalık, Edremit ve Mersin çevresine yerleştirilmiştir.83
Mübadillerin yerleşimi için düşünülen ilk yerler, Rumların yaşadığı ve
terk ettiği yerlerdir. Ancak daha önce de değinildiği gibi bu yerleşim yerlerinin
çoğu yıkılmış ve kullanılamaz hale getirilmiştir. Kasım 1923’te Mübadele İmar
83 İskan Tarihçesi, s.18.
50
ve İskan Vekaleti, onarım işlerinin başlaması için İskan Komisyonları’na
gerekli emirleri vermiş ve ilk onarımlara Samsun, İzmir, İstanbul ve Trakya’da
başlanmıştır.84
Mübadillerin yerleşimin ivedilikle halledilmesi gereken bir sorundur ve
Vekalet için hızlı ve ucuz ev elde etme öncelikli hedeftir. Bu kapsamda;
Vekalet tarafından, kolay taşınabilen baraka ve huğ (kamış) türünde konutlar
yaptırarak ya da satın alarak geçici mahalleler kurulmuş, Samsun ve İzmir
civarında kurulan barakalar ilk aşamada geçici yerleşim yeri olarak
görülmesine rağmen daha sonra kalıcı hale getirilmiştir. Huğ’larda yerleşim
ise Adana’nın Kozan-Taylan bölgesinde 8 ev olarak gerçekleşmiştir.85
Ucuz ve hızlı ev inşa etmenin ikinci aşamasını iktisadi evler
oluşturmuştur. Bu ev tipi, tek çatı altında, ikişer odalı, dört konut birimini
içerisinde barındıran yapılanmalardır.
Onarımı imkansız alanların varlığı ve Köy Kanunu’nda yer alan “ideal
köy” tipinin uygulanmak istenmesi, mübadiller için “Numune Köyler”in
yapılmasını gündeme getirmiş, İzmir çevresi, Eskişehir-Ankara çizgisi,
Samsun ve çevresi örnek köylerin yapımı için uygun yerler olarak
belirlenmiştir.86
Yerleşim birimlerinin saptanmasında kağıt üzerinde; demiryoluna
yakınlık, çevrede su ve tarımsal arazi bulunması gibi kriterler etkili olmuş,
daha sonra alana gönderilen müfettişler ve uzman kişiler tarafından yerleşim
yerleri araştırması yapılarak karara bağlanmıştır. Belirlemenin ardından
kurulacak numune köyler genelde Bayındırlık Müdürlüğü mühendisleri
tarafından tasarlanmış, köylerin ortasında meydan niteliği taşıyan bir arazi
bırakılmış, cami, çeşme, mezarlık, pazar yeri, mektep, yerleri de hazırlanarak
84 Arı, a.g.e., s.61. 85 İskan Tarihçesi, s.137. 86 İskan Tarihçesi, s.65.
51
eksiltme ya da emanet usulü devlet tarafından evler yaptırılmıştır. Ülke
çapındaki 69 numune köy, Antalya, Samsun, İzmir, Bilecik, Cebelibereket,
Mersin, Ankara ve Manisa’da inşa edilmiştir.87
Mübadillerin yerleşimi için yeni evler inşa edilmesinin yanı sıra emval-i
metrukelerde gerekli onarımlar yapılarak mübadillere dağıtımını
gerçekleştirilmiştir. Ancak 12 Nisan 1924 tarihli İskan Vekili Mahmut Celal
Bey imzalı bir yazı ile Ermeni emval-i metrukesinin mübadiller için
kullanılmaması kararlaştırılmıştır. Dağıtımı yapılan emval-i metrukeler sadece
Rum malları ile sınırlı kalmamış, Tehcir sonucu Anadolu’dan ayrılan
Ermenilerin malları da bu kapsam içerisinde yer almıştır. 88
Yerleşim planı çerçevesinde; vekalete bağlı iskan komisyonlarınca
dağıtılan ev sayısı: 88.700, sığınmacılara dağıtılan ev sayısı 20.797,
Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Sovyetler Birliği’nden gelen ve
Ermeni/Rum evlerine yerleştirilen göçmenlerin sayısı 172.029, terk edilmiş
Rum ve Ermeni evlerine yerleştirilen herikzede sayısı 14.312, sığınmacı
sayısı 35.936, felaketzede sayısı 18.340 ve Doğu vilayetlerinden gelen
göçmen sayısı 2.774’tür.89Ayrıca tamirat ve inşaat işleri kapsamında;19.279
emval-i metruke tamir ettirilmiş, 4.567 hane yeniden inşa edilmiş ve 69
numune köy kurulmuştur.90
Mübadiller Türkiye’ye geliş tarihleri olan 10 Kasım 1923 tarihinden
itibaren, misafirhanelerde belirli bir süre tutulmuş ardından İskan
Komisyonu’nun kararına uygun olarak daha önceden belirlenmiş evlere iskan
memurları tarafından yerleştirilmişlerdir. Ancak iskan memurlarının, iskan
sırasında yolsuzluk yaptığı iddiaları ve iskan edilecek evlerin henüz gerekli
87 İskan Tarihçesi, s.140. 88 Ali Cengizkıran, “Türkiye’de Mübadele Konut ve Yerleşim Politikası”, Der. Müfide PEKİN, Yeniden Kurulan Yaşamlar-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.330. 89 İskan Tarihçesi, s.137. 90İskan Tarihçesi, s.140.
52
tamirata uğramaması ve yeni kurulacak köylerin kurulmamış olması iskanı
zorlaştırmıştır. 91
Vekalet, terkedilmiş evlere yerleşimin yapılmasında önceliği
mübadillere vermiş, ancak terkedilmiş evlerin savaş sonrasında işgal edilmiş
ve Anadolu’dan ayrılan Rumlar tarafından ucuz fiyata bölgede bulunan
fırsatçılara satılmış olması yerleşimi olanaksız kılmıştır.
Maliye Vekaleti durum karşısında Emval-i Metruke Komisyonu’nu
oluşturmuş, hükümet bu fiili durumdan kamu yararı sağlamak düşüncesiyle
evleri işgal edenlerden kira almak yoluna gitmiş ya da açık artırma ile evleri
satmıştır. İmar ve İskan Vekili Mustafa Necati Bey’in verdiği rakamlara göre;
Rumlardan 100.000 civarında ev kalmış, ancak bunlardan sadece 25.000
kadarı hükümetin eline geçebilmiştir.92 Felaketzedeler tarafından işgal edilen
evlerin boşaltılmasında sorun yaşanmazken, subay ve diğer memurların
evleri boşaltmasında güçlükler yaşanmış ve bu evlerin boşaltılması
gerçekleştirilememiştir.93
Bütün bu karışıklık ve yaşanan güçlükler sonrasında Mübadele İmar
ve İskan Vekaleti, 17 Ocak 1924’te yayınladığı bir genelge ile İskan
Kanunu’nun kapsamı içine giren zümreleri belirlemiştir. Bunlar: 1913 yılından
sonra göç edip de iskan işlemi görmemiş göçmenler, ulusal sınırlar dışında
kalan yerlerden gelip kayıtları yapılan sığınmacılar, savaş ve işgal nedeniyle
evleri yakıp yıkılan istilazedeler, doğu vilayetleri göçmenlerinden olup, kendi
çabalarıyla geçimini sağlayamayacak derecede yoksul olanlar, devlet
hazinesinden 800 kuruştan aşağı maaş alan asli veya 40 liradan düşük ücret
ve yevmiye alan muhacir, mülteci ve istilazede memur ve müstahdemlerdir.94
91 Arı, a.g.e., s.115. 92 Arı, a.g.e., ss.12-14. 93 Arı, a.g.e., s.117. 94 İskan Tarihçesi, ss.35-36.
53
İskanlar esnasında Anadolu Rumlarının bırakmış oldukları malları,
felaketzedelere yardım olarak verilmemiş, bunun yerine felaketzedelerin
emval-i metrukelerine yerleştirilmeleri öngörülmüştür. Ancak Ermeni
taşınmazları felaketzedelerin ihtiyaçlarını karşılayamadığından Rumların terk
ettiği evlere de yerleşim yapılması kararlaştırılmıştır.95
Göçmenlerin iskanı çerçevesinde karşılaşılan diğer bir güçlük
akrabalarının yanında iskan edilmek isteyen mübadillerdir. Mübadillerin
akrabalarının yanına gitmesi için, gitmek istenilen yerde akrabasının
bulunması ve adi iskan hakkından feragat ettiğine dair taahhüt senedini
imzalaması şartları getirilmiştir.96
Yeni iskan yerlerinde geçim sıkıntısı içerisinde olan mübadiller,
bulundukları yerleri terk ederek bir iç göç hareketi başlatmışlardır. Bu durum
karşısında Vekalet, 17 Ocak 1924 tarihinde çıkardığı genelge ile;
mübadillerin terk ettikleri yerlere tekrar geri dönerek iskan edilemeyeceklerini
ve yardıma bile muhtaç olsalar kendilerine yardım edilmeyeceğini karara
bağlamıştır. Ancak iç göç ve toplumsal karışıklığın önüne geçilememesi 28
Ekim 1925 tarihli Mecburi İkamet Kanunu’nun çıkarılmasını gerekli kılmış ve
bütün mübadillere, yerleştikleri yerlerde 5 yıl boyunca oturmaları zorunluluğu
getirilmiştir.97
Mübadillerin bulundukları yeri terk etmelerinin tek nedeni geçim
sıkıntısı değildir. Türkiye’ye gelişte yaşanılan karmaşa ortamı kimi ailelerin
parçalanmasına neden olmuş ve mübadiller akrabalarının yanına doğru bir iç
göç hareketi başlatmışlardır.
İskanlar esnasında karşılaşılan güçlüklerle birlikte yaşanan
yolsuzluklar Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin faaliyetlerinin Meclis
95 İskan Tarihçesi, s.37. 96 Arı, a.g.e.,s.37. 97 Arı, a.g.e., ss.65-66.
54
araştırması olarak gündeme gelmesini sağlamış, 07 Ekim-08 Kasım 1924
tarihleri arasında konu TBMM’de tartışılmış ve vekaletin kuruluşundan
itibaren bakanlık yapmış üç mebus (Mustafa Necati, Mahmut Celal Bey ve
Refet Bey), kendilerini ve Vekaletin gerçekleştirdiği faaliyetleri
savunmuşlardır.
Mübadillerin iskanının ardından yaşanan sorun, mübadelenin
amacında da belirtildiği gibi, mübadillerin üretici duruma getirilmeleri ve
toprağın bir an önce işletilmesini sağlamaktır. Yunanistan’dan gelmeden
önce mübadillerin hangi işi yaptıkları ve nereye yerleştirilecekleri
belirlenmiştir, ancak göçün büyük kitleler halinde gerçekleşmesi bu
planlamaların dışına çıkılmasına neden olmuştur.
Gelen mübadillerin çoğu çiftçidir ve buna yönelik olarak 6 Temmuz
1924 tarihli “Emval-i Gayrimenkule-i Metrukenin Kanunen Hakk-ı İskan-ı Haiz
Muhacirine Tevziini Mübeyyin Talimatnamenin Mer’iyete Vazına Dair
Talimatname yayınlanmıştır. Talimatnameye göre terk edilmiş malların
mübadillere “adiyen” yani karşı önlemleri alarak temkini elden bırakmadan
dağıtımı kararlaştırılmıştır.98
Aile nüfusunun 5 kişiden az olması durumunda, noksan her nüfus için
sayılan oranların yarısı ölçüsünde ağaç ve arazi verilmesi planlanmıştır.
Ancak mal dağıtım işi sanıldığı kadar kolay gerçekleşmemiş,
göçmenlerin Yunanistan’da bıraktığı malların kayıtlarının eksik olması ve
Anadolu’da bulunan terk edilmiş Rum mallarının savaş sonrasında işgale
uğraması toprak dağıtımını güçleştirmiştir. Verilen arazi miktarında da
usulsüzlükler meydana gelmiş, 30 dönüm diye verilen arazilerin 15-20 dönüm
olduğu daha sonra ortaya çıkmıştır. Mübadiller yapılan yolsuzlukların
farkında olmalarına rağmen haksızlıklar karşısında dil bilmeme, yabancı bir
98 TBMM Zabıt, Devre:2, İçtima:1, Cilt:3, s.171.
55
memlekette olmanın getirdiği çekingenlik ve korku hallerinden dolayı
haklarını arayamamışlardır. 99
Arazi dağıtımının ardından mübadillerin üretici duruma getirilmeleri için
tarım araçları ve çift hayvanları dağıtılmıştır. Yapılan bu yardım karşılığında
mübadil ailelerden borç senetleri alınmış ve mübadillerden, verilen paranın, 5
yıl içinde 10 taksit olarak ödenmesi istenmiştir. Mübadillere tarım aracı, çift
hayvanı ve tohumluk verilmesine “terfih” denilmiş ve bu iş için her yerleşim
bölgesine bir tarım uzmanı gönderilmiştir.100
Mübadele sözleşmesi kapsamında gerçekleştirilen iskanlarda 88.700
hane, 5.000.000 arazi, bağ, bahçe, 4.300.000 zeytin ve incir ağacı
mübadillere dağıtılmıştır. Ayrıca çoğunluğu çiftçi olan mübadillere, üretimi
artırmak amacıyla, 7.618.000 kilo tohumluk, 27.501 adet pulluk, 41.253
muhtelif ziraat aleti, 12 adet traktör, 19.070 kg. kükürt ve göztaşı, 22.994 adet
çift hayvanı ve 15.258 lira sermaye verilmiştir.101
Her ne kadar mübadillerin çoğunluğu çiftçi olsa da az sayıdaki
zanaatkar mübadile yönelik olarak 30 Nisan 1924 tarihinde Hükümet
tarafından bir genelge yayınlanmıştır. Genelgeye göre; sanatkarlara
mesleklerini icra için kira alınmaksızın dükkan bulunması ve gerekli araç
gerecin sağlanması kararlaştırılmıştır. Yapılan yardımlar dikkate alındığında
en fazla ihtiyaç duyulan zanaatkarlar: Kayıkçı, balıkçı, demirci, dökmeci,
kunduracı, aşçı, kasap, marangoz, doğramacı, ağaç modelcisi, oymacı,
araba yapımcısı/tamircisi, dokumacı, tornacı, tesfiyeci, makineci ve
eczacıdır.102 Zanaatkar mübadiller de kendilerine yapılan yardımı taksitle üç
sene içerisinde ödemekle mükellef kılınmıştır.
99 Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları, İstanbul, Doğan Kitap, 1999, s.188. 100 Arı, a.g.e., s.146. 101 İskan Tarihçesi, ss.138-139. 102 Arı, a.g.e., s.146.
56
Mübadillerin Türkiye’ye getirilmesi ve yerleştirilmesinde harcanan para
1923-1929 yılları arasında 28.018.352 liradır ve bu paranın harcanabilir
kısmını 16.831.876 lira oluşturmuştur. Paranın yıllara göre dağılımı ise;
1923’te 5.228.415, 1924’te 5.199.390, 1925’te 2.808.695, 1926’da 889.930,
1927’de 1.008.713, 1928’de 725.949, 1929’da 970.784 liradır.103
Genel olarak Yunanistan’dan gelen mübadillerin büyük bir kısmı
bıraktıkları mallardan daha azına Türkiye de razı olmuş, mübadillerin bir
kısmı da tasfiye belgelerinde sahtekarlık yaparak haksız kazanç
sağlamışlardır. Sonuçta göçmenler yerleştirildikleri yerlerde kendilerinden
beklenilen verimi ilk yıllarda gösterilemememmiş, bu durumdan hem kendileri
hem de sorumlu oldukları bağlar ve zeytinlikler zarar görmüşlerdir.104
VII. YUNANİSTAN’DA MÜBADELE A. Mübadele Öncesi Yunanistan’da Gerçekleştirilen Hazırlıklar 1922 yılında Anadolu’da bulunan Rumların kitleler halinde
Yunanistan’a göç etmesi, Yunanistan’da paniğe neden olmuş ve aynı yıllarda
İstanbul’daki Rus Mültecilerin Milletler Cemiyeti Yüksek Komiseri olan Fritjof
Nansen, Yunanistan’ın durumunu Milletler Cemiyeti’nin dikkatine sunarak acil
yardımın gerekli olduğunu belirtmiştir. Milletler Cemiyeti Konseyi de acil
ihtiyaç fonundan 100.000 İsveç Frangını Dr.Nansen’in kullanımına ayırmıştır.
Nansen, sorunun geçici tedbirlerle çözülemeyeceğini Milletler Cemiyeti’ne
beyan etmiş ve uluslararası borç kredisi bulma girişimlerine başlamıştır. Bu
kapsamda Amerikan Kızıl Haç’ı ve Amarican Near East Relief (Amerikan
Yakın Doğu Yardımı)’ten katkı sağlamıştır.105
103 İskan Tarihçesi, s.135. 104 Arı, a.g.e., s.153. 105 Belli, a.g.e., ss.56-58.
57
Diğer taraftan Milletler Cemiyeti de konunun ciddiyetine binaen bir alt
komite oluşturmuş, komite, Yunanlı göçmenlerin yerleşim planıyla ilgili
Milletler Cemiyeti Konseyi’ne bir protokol ve tüzük sunmuştur. Milletler
Cemiyeti Konseyi tarafından onaylanan bu protokol ve tüzüğe göre; Yunan
hükümeti, bir Göçmen İskan Komisyonu’nu kurmakla yükümlü kılınmıştır.
Yunanistan, Göçmen İskan Komisyonu’nu ilk olarak 11 Kasım 1923’te
kurmuş ve göçmenlerin iskan ettirilmesi işini sürdürmekle yetinmiştir.106
Mübadele işlemlerinin gerçekleştirilmesinden sorumlu kurumun Karma
Komisyon olması mübadeleye ait hazırlıkların da bu komisyon tarafından
yapılmasını zorunlu kılmıştır. Komisyon’un yetkilerini kullanma tarihi sadece
1923 ile sınırlı değildir, Komisyon, 1912 Balkan Savaşı’ndan başlayarak
Yunanistan’dan Türkiye’ye ve Türkiye’den Yunanistan’a göç etmiş tüm
göçmenlerin mal varlıkları ile ilgilenmiştir. Komisyon tarafından 7 Ekim 1923
tarihinden sonra el konulan tüm malların sahiplerine geri verilmesi istenmiş
ve bu tarihten sonra her iki hükümet tarafından el konulan malların tazmin
edilmesi kararlaştırılmıştır. Mallara el konulması karşılığında Yunan
Hükümeti, Türkiye’ye 1.018.019.400 drahmi ödemiştir. 107
Mübadele gerçekleşmeden önce Yunanistan’da bulunan Müslümanlar,
yola çıkmadan önce mallarının kayıtlarını yaptırmış ve dört nüsha halinde
mal bildirim beyannameleri düzenlenmiştir. Beyannameler kapsamında
taşınır mallar; üzerinde bulundukları taşınmaz mülke taşınması durumunda
zarar vermeyecek mallar olarak tanımlanmış, ayrıca mübadillerin altınlarını,
banka hesaplarını ve kasada saklanan paralarını da ayrıldıkları ülkeden
dışarıya çıkarmalarına izin verilmiştir. 108
Yanmış binalara ait malların taşınır mal olup olmadıkları soruna neden
olmuş, Komisyon tarafından verilen kararda bahse konu mallar taşınır mal
106 Belli, a.g.e., s.58-59. 107Belli, a.g.e., s.38. 108 İskan Tarihçesi, s.72.
58
olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Giritli göçmenler, mezar taşlarının da taşınır
mal kabul edilerek mübadele kapsamında yer almasını istemiş, ancak
Komisyon bu konuda olumsuz karar almıştır.109
Mübadillerin geride bıraktıkları malların, Karma Komisyon tarafından
tasfiye edilmesi ve mal sahiplerine altın esas alınarak ödeme yapılması
kararlaştırılmıştır. Ancak Karma Komisyon, sözleşmede belirtildiği üzere altını
değil, Türk altın lirasını esas alarak ödemeleri gerçekleştirmiştir. Tasfiye
işleminden sonra mübadillerin doldurması kararlaştırılan beyannameler de
düzenli bir şekilde doldurulamamış, bu durumun meydana gelmesinde;
beyannamelerin doğrudan mübadiller tarafından doldurulmaması ve
mübadele ortamının aciliyet arz etmesinden ötürü resmi makamlarca gerekli
kontroller yapılmaksızın beyannamelerin onaylanmasının etkisi olmuştur.
Yunanistan’ın savaş sonrası ülkesinde bulunan Müslümanlara baskı
uygulamasından dolayı çoğu mübadil, beyanname vermeksizin Yunanistan’ı
terk etmiş ve beyanname verenlerin sayısı 120.000 ile sınırlı kalmıştır.110
Mübadele işinden sorumlu olan Karma Komisyon, işlemleri
gerçekleştirebilmek için alt komisyonlar kurmuş, iş yüküne ve çalışan
personel sayısına göre komisyon bütçeleri değişiklik göstermiştir. 1924 yılı
itibariyle Komisyon bütçesinde yer alan gider toplamı: 546.436$’dır. Daha
sonraki yıllarda göçün tamamlandığı gerekçesiyle Karma Komisyon’un alt
komisyonları kaldırılmış, 1930 yılında Komisyon’un iş yoğunluğu en alt
seviyeye inmiş, kurulduğu tarih olan 1923’ten kaldırıldığı 1932 yılına kadar
Karma Komisyon toplam 4.000.000 $ harcama gerçekleştirmiştir.111
Karma Komisyon’a Sözleşme uyarınca; göçün yönetimi, mübadele
kapsamında kişilere ait malların takdiri ve malların tasfiyesi görevi verilmiştir.
Mihri Belli’ye göre; “Karma Komisyon, üslendiği işin önemsiz denebilecek
109 Belli, a.g.e., s. 40. 110 İskan Tarihçesi, s.74. 111 Belli, a.g.e., ss.50-53.
59
kadar az bir bölümünde başarılı olmuş, dolayısıyla bu komisyonun varlığı
Yunanistan ve Türkiye halkları için pahalı ve savurganca bir lüksten öte
olamamıştır.”112
B. Türklerin Yunanistan’dan Ayrılışı Sözleşmede geçen “Yunan uyruklu Müslümanlar” ifadesi bazı Türk
olmayan Müslümanların da Türkiye’ye girmesini sağlamış, bu kapsamda;
Arnavut kökenli, Epir bölgesinde yaşayan ve “Tsamides” olarak adlandırılan
Müslümanlar, Rumca konuşan Kıptiler ve Makedonya’da dağınık halde
yaşayan bazı gruplar da mübadeleye dahil olmuştur.113
Türk olmayan kişilerin Anadolu’ya getirilmesi mecliste muhalefet ile
karşılaşmış, Mübadele Vekaleti itirazlara karşı; mübadele ile gelenlerin Türk
olduğu cevabını vermiştir. Sonuçta mübadele başlangıcında esas alınan din
kriteri yerine içerisinde etnisiteyi de barındıran bir oluşum halini almıştır.
Mübadele sonrasında Yunanistan’da kalmayı kabul eden Müslümanlar;
Lausanne Antlaşması gereği Trakya’da kalacak 110.000 Müslüman, Epir
bölgesinde yaşayan ve “Tsamides” olarak adlandırılan 22.000 Müslüman,
genellikle Makedonya bölgesinde yaşayan müftüler ve Arnavutluk’tan
aldıkları belgelerle kendilerini Arnavut kökenli gösteren 2.000 kişiden
oluşmuştur.114
Yunanistan’dan ayrılanların hepsinin Mübadele Sözleşmesi
kapsamında yer alan kişilerden oluştuğunu söylemek de hayli güçtür.
Türkiye’nin tüm göçebelere bedava toprak dağıtacağına dair haberin
yayılması ile bir çok Yugoslavya Müslümanı da Selanik’e gelerek Türkiye’ye
112 Belli, a.g.e., s.54. 113Konstantinos Tsitselkis, “1923’ten önce Yunanistan’da Müslüman Cemaatler-Yasal Süreklilikler ve İdeolojik Tutarsızlıklar”, Der. Müfide Pekin, Yeniden Kurulan Yaşamlar-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.349. 114 Ağanoğlu, a.g.e., s.349.
60
göç etmiştir. Durumun karmaşıklığı Karma Komisyon’un işini daha da
güçleştirmiş ve gemi kaptanlarına bu kişileri taşımamaları emredilmiştir.115
Batı Trakya’da bulunan Müslümanların mübadele öncesi ve
sonrasındaki sayıları incelendiğinde; Batı Trakya’da 1920 yılına ait nüfus
sayımında 86.793 Müslüman, 1928 yılı sayımında 103.175 Müslüman
yaşamış, bunların 85.535’nin Türkçe konuştuğu, 16.740’ının Pomak ve
850’sinin ise Roman olduğu tespit edilmiştir.116
C. Yunanistan’a İlk Gelişler ve Yerleşim Mihri Belli’nin Türkiye’den ayrılan ve 1923-1926 yılları arasında
Yunanistan’a gelen Rumlarla ilgili olarak Karma Komisyon’un istatistiklerine
dayanarak verdiği rakamlar; 1924-1926 yılları arasından İstanbul’dan 97.951,
1924 yılında Samsun’dan 58.164, 1924-1925 yılları arasında Mersin’den
50.124, 1923-1924 yılları arasında İzmir’den 2.500, 1924’te Kırklareli’den;
1.177 kişinin Yunanistan’a göç ettiği şeklindedir.117
Nevşehir’den Yunanistan’a göç eden Anna Georgiade’nin
anlatımına göre; Yunanistan, Rumlar tarafından merak edilen ve sevilen bir
ülke olmakla birlikte yerleşilmek istenilen bir ülke olmamış ve bir kaç yıl orada
kaldıktan sonra geri dönüleceği düşüncesi içerisinde olunmuştur.118
Türkiye’ye gelen mübadiller ile ilgili gelişmelerin benzerleri
Yunanistan’da da yaşanmıştır. Uluağaç göçmeni Sofia Metalleiduo’un
anlatımına göre; Yunanistan’a ulaşılması ile birlikte mübadiller hastalık
115 Belli, a.g.e., s.34. 116Alexis Alexandiris, “Din ve Etnisite: Yunanistan ve Türkiye’deki Azınlıkların Kimlik meselesi”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.193. 117 Belli, a.g.e., s.31. 118 Bilge Umar, Yunanlılar ve Anadolu Rumlarının Anlatımıyla İzmir Savaşı, İstanbul, İnkılap, 2002, s.178.
61
olduğundan kuşku duyularak karantinaya alınmış, yaşam koşulların güçlüğü
açlık, yoksulluk ve hastalık ölümleri de beraberinde getirmiştir. 119
Yunanistan hükümeti ilk iş olarak gelen göçmenlerin kırsal alanlara
yerleştirilmesi ile uğraşmış, Türkiye’ye giden Müslümanların çoğunluğunun,
Makedonya’dan göç etmesi üzerine yerleşim planlarında Makedonya ve Batı
Trakya’ya ağırlık verilmiştir. Makedonya’ya 87.084, Batı Trakya’ya ise 41.828
aile120 yerleştirerek kuzeydoğu sınırını garanti altına almaya çalışan Yunan
hükümeti yeni bir burjuva sınıfını yaratmayı da hedef edinmiştir. Toprağın
yeniden dağıtılması ile bu hedef gerçekleşebilmiş, 1923 yılında yapılan
kamulaştırma sonrasında topraklar, mültecilere ve topraksız köylülere
dağıtılmıştır. Göçmen İskan Komisyonu tarafından göçmenlere dağıtılan
topraklar üç kategoride incelenmektedir: Yunanistan devletine ait topraklar,
mübadele sözleşmesi sonucu Yunanistan’dan ayrılan Müslümanların
boşalttıkları topraklar ve 3 Ekim 1924’te çıkartılan Tarım Reformu yasası
gereğince istimlak edilen topraklar.121
1 Ağustos 1930 tarihine kadar Göçmen ve İskan Komisyonu’nun
göçmenlere dağıttığı toprak miktarı Makedonya’da; 378.100 hektar,
Trakya’da; 13.500 hektar, diğer bölgelerde; 19.747 hektar ve toplamda;
411.347 hektardır.122
1923’te kırsal yerleşim konusunda yazılan bir raporda başarılı bir iskan
politikası için; tek aileye mensup kişilerin ya da bir aile çevresinin aynı yere
iskan edilmesi, daha önce Türkiye’de bir arada yaşayan toplulukların bir
119 Umar, a.g.e., s.182. 120 Vassilis Colonas, “1923’ten Önce ve Sonra Küçük Asya Rumlarının Konut Sorunu ve Mimari Tarzı”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.257. 121 Elisabeth Kontoiorgi, “Makedonya’nın Yunanistan’a Ait olan Kısmına Mülteci Yerleşiminin Ekonomik sonuçları, 1923-1932”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.92. 122 Umar, a.g.e., s.69.
62
araya gelmesi ve göçmenlerin alıştıkları doğal coğrafyaya yani Türkiye’de
terk ettikleri yerlerin benzerlerine yerleştirilmesi önerilmiştir.123
Göçmen İskan Komisyonu, 1924 yılında 62.583 kırsal yerleşim
gerçekleştirmiş, 11.359 ev inşa etmiş ve göçmen ailelere hayvan, tohumluk,
yük arabası ile saban dağıtmıştır.124
Yunanistan’da yapılan yerleşim ağırlıklı olarak kırsal kesimde
gerçekleştirilmesine rağmen Türkiye’den gelen mübadiller kent kökenlidir,
bunun en büyük kanıtı, 1920 yılında Yunanistan’da şehirde yaşayan nüfusun,
toplam nüfusun %22.9’unun, 1928’de %31.1’ini ve 1940’da %32.8’ini
oluşturmasıdır.125
Kentlere yerleşim çerçevesinde; Atina, Pire, Patlas ve Selanik gibi
büyük yerleşim yerlerinde yeni yapılaşmaya gidilmiş ve göçmenlerin bu
şehirlerde toplanması teşvik edilmiştir. Söz konusu teşvikin nedeni; şehirlerde
var olan işsizliği gidermek ve Makedonya ile Batı Trakya’da yoğunlaşan
yerleşimin kır-kent dengesini sağlamak amaçlıdır. Kentsel yerleşimlerde yeni
göçmen mahalleleri oluşturulmuş, harap durumdaki evler tamir edilmiş, ev ve
dükkanlar uygun koşullarda göçmenlere kiralanmış ve yeni iş kuracaklara
uygun krediler verilmiştir.126
Mübadillerin iskanı esnasında kullanılan evler; Yunan uyruklu
Müslümanların terk ettiği ve 1922-1924 yılları arasında Yunanistan hükümeti
tarafından inşa edilmiş evlerdir. 1929 yılı sonunda Makedonya ve Batı
Trakya’da inşa ettirilen evlerin toplam sayısı; 111.292, yine aynı bölgede
123 Vassilis Colonas, a.g.m., s.259. 124Argiris Petronadis, Hacıustalar-Akmağdeni’nden Aridea’ya Bir Mübadele Öyküsü, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2004, s.66. 125Alexandra Yerolympos, “Yunanistan’da İki Savaş Arası Dönemde Şehir Planlama ve Mülteciler Sorunu: Geçici Çözümler ve Uzun Vadeli Zararlar”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.213. 126Belli, a.g.e., s.66.
63
bulunan ailelerin sayısı ise; 130.000’dir.127 1930 yılına kadar Göçmen ve
İskan Komisyonu tarafından Müslümanlar da bırakılan ve devlet tarafından
yaptırılan toplam 77.500 eve 52.000 ev daha eklenmiştir.128
Kurulan yeni yerleşim yerlerinde geleneksel yaşam biçimi yerine
modern yerleşim birimleri kurulmuş, yerleşime tabi tutulanların kooperatifler
halinde örgütlenmesi teşvik edilerek zorunlu tarım reformu getirilmiştir.
Özellikle İngiliz şehir planlamacıları tarafından tasarlanan şehirlerde bahçeli
banliyöler, kamu ve belediye binaları ve özel araziler için ortak mekanlar
tasarlanmış ve 1923’te Planlama Yasası kabul edilmiştir. Ancak yoğun
mübadil akınıyla ortaya çıkan acil ihtiyaçlara cevap verme gereksinimi
yasanın uygulanmasını engellemiştir.129
1927 yılında Göçmen ve İskan Komisyonu, kırsal alana 551.468 kişi,
şehirlere ise; 72.230 kişi yerleştirmiştir.130 Dağıtılan toprak miktarı tıpkı
Türkiye’de olduğu gibi Yunanistan’da da aile içerisinde bulunan fert miktarına
ve yapılacak tarımın türüne göre değişiklik göstermiştir.
1928 yılında gerçekleştirilen iskana ilişkin Komisyon tarafından
yayınlanan raporda yerleşim üç sınıfa ayrılmıştır. Bunlar: “Zengin
Yerleşimler” olarak adlandırılan, yerleşimlerin %35’ini oluşturan ve daha fazla
yatırıma ihtiyaç duymayan yerler; “Donanımları Tam Olmayan Yerleşimler”
olarak ikinci sırada yer alan, daha fazla desteğe ihtiyaç duyan ve
yerleşimlerin %40’ını oluşturan yerler, ve son olarak göçmenlerin, yerleşim
yerlerine uyum sağlayamadığı ve açlığın yaşandığı “Başarısız Yerleşim
Yerleri”dir.131
127 Belli, a.g.e., s.73. 128Vassilis Colonas, “1923’ten Önce ve Sonra Küçük Asya Rumlarının Konut Sorunu Ve Mimari Tarzı”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.261. 129 Alexandra Yerolympos, a.g.m., ss.215-224. 130 Belli, a.g.e., s.70. 131 Belli, a.g.e., s.72.
64
Mübadele sonrası parçalanmış aileler problemi ile Yunanistan’da da
karşılaşılmış, göçmen kitlesinin büyüklüğü ve göçün belirli bir programa göre
yapılmaması ailelerin parçalanmasına neden olmuştur. Konuya ilişkin en
ilginç örnek; birbirlerini kaybeden kişilerin 1960 yılına kadar Atina radyosu
tarafından anons edilmesidir. 132
D. Yunanistan’da Ekonominin Gelişimi ve Mübadillerin Üreticiye Dönüştürülmesi
Yunanistan’a gelen mübadillerin çoğu tahıl ve tütün üreticisidir, 1924
yılında 50.096.125 kg. olan tütün üretimi 1929 yılında 85.944.990’a
çıkmıştır.133 Ayrıca mübadiller, Yunanistan’a gelişlerinde beraberlerinde
üzüm yetiştiriciliğini de getirerek bağcılığın gelişmesine katkı sağlamışlardır.
Gelen mübadillerle birlikte Yunanistan’da daha önce hiç yetiştirilmemiş
yonca ve şeker pancarı gibi ürünler yetiştirilmiş, yeni tarımsal yöntemlerle
toprak daha yoğun ve yaygın olarak kullanılabilinmiştir. 1923 yılında
Yunanistan’ın toplam tarım alanı 12.690.281 strematta iken bu rakam 1928
yılında 15.901.486 ya çıkmış, böylece %25 oranında bir artış sağlanmıştır.
Tahıl üretimi de 1922 yılında 624.211 ton iken, 1928 yılında 1.000.000 ton
üzerine çıkmıştır.134
Yunan hükümeti zanaat sahibi göçmenleri desteklemek amacıyla
12.320 sterlinlik kaynak ayırmıştır. Bu kapsamda; Çanakkale ve diğer Batı
Anadolu yerleşimlerinden gelen çömlekçilikte usta Rumlara, Karadeniz’den
gelen ve Pontos diye adlandırılan bakır ustalarına yardımda
bulunulmuştur.135 Yunanistan’da ipek böcekçiliği ve halıcılık da Türkiye’den
giden mübadillerin sayesinde kurulabilmiş, Yunan hükümeti halıcılığın
gelişmesi için Türkiye’den ithal edilen yün ipliklerden vergi almayarak sektörü 132 Argiris Petronadis, a.g.e., s.12. 133 Belli, a.g.e., s.80. 134 Belli, a.g.e., s.79. 135 Belli, a.g.e., s.82.
65
desteklemiştir. Böylece Yunanistan, dış pazarda Türkiye ile rekabet edebilir
hale gelmiştir.136
VIII. MÜBADELEDEN FARKLI BİR ÖRNEK: GİRİT VE KAPADOKYA MÜBADİLLERİ Mübadelenin yoğun olarak gerçekleştirildiği bölgeler Yunanistan
açısından Makedonya, Türkiye açısından ise Ege kıyılarıdır, ancak yaşanılan
süreçte Girit ve Kapadokya mübadillerinin özel bir yeri vardır. Çünkü Girit’te
yaşayan Müslümanlar ve Kapadokya’da yaşayan Ortodoks Rumlar
bulundukları yerin dilini konuşan, gelenek ve göreneklerini dinlerine göre
muhafaza edememiş, kısacası entegre olmuş kitlelerdir.
1919 yılında Kapadokya nüfusu 12.000 Türk ve 7.000 Rum’dan
meydana gelmiş, Kapadokya’da bulunan Ortodoks Rumlar günlük
yaşantılarında aralarında Türkçe konuşmuş Yunanca’yı ise sadece dini
ayinlerde kullanmışlardır. Mübadele antlaşması gereği 1924 yılında
Kapadokya’nın da içerisinde bulunduğu Niğde, Nevşehir ve Kayseri
vilayetlerinden, yaşadıkları topluma entegre olmuş toplam 44.432 Ortodoks
Rum Türkiye’den Yunanistan’a göç etmiştir.
Mübadelenin diğer tarafını oluşturan Giritli Müslümanlar, adanın
Hanya, Resmo, Kandiye, Kastro ve Lasithi vilayetlerinde yaşamış, 1881
yılında adadaki sayıları 75.000’e ulaşmış, (Hıristiyanların sayısı ise
200.000’dir) ve mübadele sırasında 23.000-40.000 arasında nüfusa sahip
olduğu düşünülen bir kitle Türkiye’ye göç etmiştir.137
Büyük Taarruzun kazanılmasını Girit’te yaşayan Müslümanlar sevinçle
karşılamış, ancak bu sevinç belli edilmekten çekinilmiştir. Müslümanlar, Rum 136 Arı, a.g.e., s.178. 137 Sophia Koufopoulou, “Türkiye’de Müslüman Giritliler” Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.317.
66
göçmenlerin Girit’e gelmeleri ile evlerini ve camilerini kaybetmelerine rağmen
tepkisiz kalmıştır. Mübadele haberi geldiğinde iki tarafta da şaşkınlık ortaya
çıkmış, bu durum P.Prevvalekis tarafından şöyle yorumlanmıştır; “Her iki
taraf da haberin inanılmaz olduğunu savunuyor ve kendilerini kavga etmiş,
ama tam kavgayı unuttukları sırada karşısında onları boşayan papazı bulan
bir evli çift gibi hissediyorlardı.” 138.
Cunda adasına yerleştirilen Girit Müslümanları, planlı iskana tabi
tutulmamış, bir anlatıma göre; boş evin kapısına bir mendil asan o eve
yerleşmiştir.139 Giritli mübadiller, Cunda’da Hıristiyan ahalinin apar topar
bırakıp gittiği zeytin üretimi için gerekli altyapıyı hazır bulmuşlar, bütün ticari
ilişkileri yeniden kurarak Ortodoks Rumların kaldığı yerden devam
etmişlerdir. Ticari ilişkilerin yeniden canlanmasında Rumca ve Türkçe’ye
hakim oluş, Cunda’nın coğrafi özellikleri nedeniyle Türk-Yunan sınırında
kaçakçılığa elverişli olması ve Giritli Müslümanların Yunanistan ile olan
bağlarının tamamen kopmaması etkili olmuştur.140
IX. MÜBADELEYE İLİŞKİN GENEL SONUÇ A. Demografik Yapı ve Yerleşim Açısından
Mübadele ile homojen nüfus yaratma çabası sadece Türkiye ile sınırlı
değildi. Nitekim mübadeleye ilişkin sorunları sonlandıran Ankara
antlaşmasından hemen sonra 1930 yılında Venizelos tarafından yapılan bir
konuşma aynı amacın Yunanistan tarafından da gerçekleştirilmeye
çalışıldığının göstergesidir:
“Türkiye’nin bizzat kendisi Osmanlı imparatorluğu fikrinin en büyük düşmanıdır. Yani Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu hakkında tek bir şeyi dahi duymak istememektedir.
138 Belli, a.g.e., s.52. 139 Feride Çiçekoğlu, Suyun Öte Yanı, İstanbul, Can Yayınları, 1992, s.51. 140 Sophia Koufopoulou, “Türkiye’de Müslüman Giritliler” Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.327.
67
Cumhuriyet Türkiyesi homojen bir Türk devletini kurmaya çalışmaktadır. 1922’de yaşadığımız Küçük Asya felaketinden sonra ve neredeyse Türkiye’deki bütün milletdaşlarımızın Yunan topraklarına gelmesi sonucunda, biz de zaten benzeri bir iş ile uğraşıyoruz.”141
İskan, Türkiye’ye göre Yunanistan’da daha düzenli gerçekleşmiştir.
Bunun nedeni Yunanistan’ın uluslararası yardım alması ve İngiltere ile
MC’nin desteğidir. Uluslararası yardımda bulunan devletlerden biri de
ABD’dir. ABD’nin tarafından, Türk Ordusunun İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922’den
24 Temmuz 1923 gününe kadar, Türkiye’deki Rum nüfusa yardım etmek
amacıyla, 1 milyon doları ABD’deki Yunanlılardan, 1 milyonu Amerikan
Kadınlar Hastahanesi’nden, 3 milyonu Amerikan Kızılhaçından olmak üzere
toplam 8 milyon dolar harcamada bulunulmuştur. Parasal yardımın yanı sıra
Yunanistan’da bulunan göçmenlere gıda dağıtımı, kalacak çadırların
kurulması, yetimhane ve hastahane açılması faaliyetleri de
gerçekleştirilmiştir.142
Yunanistan’a göç eden kişi sayısının Türkiye’ye göç edenlerden daha
fazla olması ve göçmen miktarının Yunan nüfusunun 1/3’ü ya da 1/4’üne
tekabül etmesi bahse konu uluslararası desteğe imkan sağlamıştır.
Yunanistan’ın etnik nüfus dağılımı Tablo-4’te şu şekilde verilmiştir. 143
141 Ayhan Aktar, “Nüfusun Homojenleştirilmesi ve Ekonominin Türkleştirilmesi Sürecinde Bir Aşama”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.116. 142 Akgün, a.g.e., s.255 143 D.Mounton Pentzopoulos, Balkan Exchange of Minorities and It’s İmpact Upon Greece, Paris, 1962, s.182.
68
Tablo-4: Yunanistan’ın etnik nüfus dağılımı.
YILLAR ETNİSİTE NÜFUS MİKTARI TOPLAM NÜFUSA ORANI (%)
Yunan 4.176.000 86
Türk 370.000 7.68
Bulgar 104.000 2.15
Arnavut 25.000 0.52
Yahudi 70.000 1.46
1913
Ermeni ve diğerleri 75.000 1.56
Yunan 4.470.000 80.75
Türk 770.000 13.91
Bulgar 139.000 2.51
Arnavut 18.000 0.32
Yahudi 65.000 1.17
1920
Ermeni ve diğerleri 74.000 1.34
Yunan 5.8220.000 93.83
Türk 103.000 1.66
Bulgar 82.000 1.32
Arnavut 20.000 0.32
Yahudi 70.000 1.13
1928
Ermeni ve diğerleri 108.000 1.74
Mübadele başladığında Yunanistan’ın nüfusu; 6 milyondur. Yunanistan’da yapılan 1926 tarihli nüfus sayımına göre; 1923 öncesi ve
sonrasında, Anadolu’dan 626.954, Doğu Karadeniz’den 182.169,
İstanbul’dan 38.458 ve Doğu Trakya’dan 256.635, kişi olmak üzere toplam
1.142.674 kişi Yunanistan’a göç etmiştir.144 Bunlardan sadece 186.189’u
144 Pentzopoulos, a.g.e., s.99.
69
1923 tarihli sözleşme ve protokol uyarınca Yunanistan’a gelen
mübadillerdir.145
Mübadillerin Makedonya ve Trakya’ya yerleştirilmesi ile bu bölgelerin
homojen nüfusa sahip olmaları hedeflenmiş ve başarıya da ulaşılmıştır.
Mübadele öncesinde Makedonya’da bulunan Yunan nüfus oranı (1912);
%42.6 iken mübadele sonrasında (1926) %88.8’dir.146
Mübadele sona erdiğinde 1927 yılında Türkiye’de yapılan nüfus
sayımında 13.269.000 olarak saptanan nüfus içinde ana dili Türkçe olanlar
11.777.000, Rumca olanlar ise 120.000 kişi olarak tespit edilmiştir.147
Mübadelede din farklılığının esas alınması, Anadolu’da bulunan kimi
Rumların din değiştirerek evlerinde kalmalarını sağlamış, 148 benzeri durum
Müslüman mübadiller için de ortaya çıkmış, özellikle Girit’te kimi Müslümanlar
din değiştirmiştir.
B. Ekonomi Açısından
Türkiye ve Yunanistan için mübadele ekonomik kayıp ve kazançları da
beraberinde getirmiştir. Türkiye açısından Rumların ülkeden ayrılışı ile kimi
sektörlerde boşluklar ortaya çıkmış ve Müslüman tüccarların söz konusu
alanlara girmesine ortam hazırlanarak ekonomi ulusal bir niteliğe
büründürülmüştür.
Giden Rumların yarattığı fırsatlardan yararlanmanın yanı sıra gelen
göçmenlerin de ülke ekonomisine katkıları gerçekleşmiş, Yunanistan’dan
gelen Türkler yeni tarım tekniklerini, patates ve tütün ekiminde farklı
yöntemleri Türkiye’ye aktarmışlar ve tütün ile pamuğun üretim miktarının 145 Ağanoğlu, a.g.e., s.306. 146 Ağanoğlu, a.g.e., s.134. 147 Tekeli, a.g.e., ss.63-64. 148 Ağanoğlu, a.g.e., s.302.
70
artmasında etkili olmuşlardır. Buna karşılık Rumların geride bıraktığı ekilebilir
tarla, bağ, bahçe ve zeytinlikler bakımsızlık ve gelen mübadillerin bilgisizliği,
yaşanan işgücü kaybı nedenleriyle harabolmuş, incir, zeytin ve kuru üzüm
üretiminde düşüş yaşanmıştır.149
Mübadele ile birlikte ticaretle ilgilenen Rumların çoğunluğu
Anadolu’dan göç etmiş böylece üretici ile yabancı ithalatçı arasında iletişim
ortadan kalkmış ve dış ticaret faaliyetlerinde daralma meydana gelmiştir. Bu
konudaki en somut örnek; İzmir’den tarım ürünlerini ithal etmek isteyen bir
üretici ile İngiltere’nin Bristol limanındaki ithalatçı ile bağlantı kuracak
kimsenin bulunmamasıdır.150
Nüfus mübadelesi, toplam üretimde Türk ekonomisi için bir şok,
Yunanistan için ise, dış yardımlara bağımlı bir hükümet anlamına gelmiştir.
Yunanistan’daki mültecilerin hem köylere hem de şehirlere yerleştirilmesi
hükümet üzerinde büyük giderlere yol açmış, hükümet dış borçlanma yolunu
tercih ederek, yüksek faiz oranlarında kredi almıştır. Mültecilerin
yerleştirilmesi sırasında harcanılan 10.000.000 Sterlin Yunan hazinesini yılda
2.888.000 Sterlin borç-faiz yükünün altında bırakmıştır.151 Dış yardımlar
Yunanistan’ı hem dış müdahalelere açık hale getirmiş, hem de siyasi alanda
istikrarsızlaştırmıştır.152
Demografik olarak sağlanan homojenleşme, ekonominin de
türdeşleşmesini sağlamış, her iki ülkede ulusal sermaye oluşmuş, kısa
vadede zararlı çıkılmış gibi görünse de uzun vadede mübadeleden ekonomik
manada kazançlı çıkılmıştır.
149 Arı, a.g.e., s.182. 150Ayhan Aktar, “Nüfusun Homojenleştirilmesi ve Ekonominin Türkleştirilmesi Sürecinde Bir Aşama”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.143. 151Aktar, a.g.m., s.115. 152Renee Hırschon, “Lozan Sözleşmesi’nin Sonuçları: Genel Bir Bakış”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.22-23.
71
C. Siyasi Etkiler Açısından
Yunanistan tarafından uygulanan iskan politikasında mübadiller,
Makedonya ve Batı Trakya’ya yerleştirilmiş, hedeflenen homojenleştirme
sağlanmış ve bahse konu yerler Yunanlaştırılmıştır, ancak bu durum
beraberinde şehirlerin farklı kesimlere ayrılmasına ve gettoların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Mübadillerin siyasi tercihlerini komünistlerden
yana kullanmaları 1930’lu yılların başında Komünistleri iktidara taşımış,
bölünmüşlük 1949 yılına kadar süren iç savaşta da kendisini göstermiştir.153
Mübadele ile Rumların Türkiye’den ayrılmasının, Türk siyasal hayatı
üzerinde de etkisi olmuş, ekonomik olduğu kadar siyasal hayatın da elit bir
kısmını oluşturan Rumların yerine yeni bir bürokrasinin kurulması
gerekmiştir.154
Nüfus mübadelesi ile ülkenin ekonomik yönden en gelişmiş kitlesi göç
etmiş, onların yerlerini dolduran Müslüman iş adamları söz konusu fırsatın
devletin almış olduğu mübadele kararından kaynaklandığı düşüncesi ile
devlete daha da bağımlı hale gelmiştir. Dış güçlerin desteğini, etnik
mensubiyetlerinin farklı olmaması nedeniyle, elde edememiş olan bu kitle
devlete muhalif politik örgütlenmeler içerisinde de yer almamıştır. 155
Mübadil kitlenin toplam nüfusa göre Yunanistan’da daha kalabalık,
Türkiye’de ise az olması ekonomik, demografik ve siyasi açıdan mübadele
etkisinin Yunanistan’da daha fazla hissedilmesine neden olmuştur. Bu
farklılığın en belirgin olduğu alan da muhalif siyasi akımlarla karşılaşılmasını
sağlayan Yunanistan’daki mübadil örgütlenmesi olmuştur.
153Renee Hırschon, a.g.m., ss.23-24. 154Renee Hırschon, a.g.m., s.24. 155 Çağlar Keyder, “Nüfus Mübadelesinin Türkiye Açısından Sonuçları”, Der: Renee Hırschon, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.63-64.
72
Ç. Sosyo-Kültürel Etkiler Açısından Kültürel alanda mübadele unutulmuş kültürlerin ortaya çıkartılmasına
yardımcı olmuş, mübadele ile birlikte Yunanistan’da resim, heykel ve
oymacılıkta Bizans gelenekleri yeniden ortaya çıkarılarak Ortodoks Hıristiyan
ilahiyatı canlandırılmıştır. Anadolu’dan gelen mübadiller ile birlikte Yunan
müziği, folkloru ve edebiyatı çeşitlenerek zenginleşmiştir.
Türkiye’de ise mübadeleye ilişkin edebi yapılar ve farklı unsurları
barındıran müzik eserlerine 1990 yılından itibaren rastlanmıştır. Burada
mübadil kitlenin Yunanistan’a gidenlere oranla daha az olması ve Türkiye’ye
gelen mübadiller arasında örgütlülüğün daha geç tarihlerde gerçekleşmesinin
etkisi büyüktür.156
Mübadiller, göç ettikleri yere kendi kimliklerini de götürmüşler ve ilk iş
olarak terk ettikleri memleketlerinin adını, önlerine “yeni” sözcüğü getirerek
geldikleri yerlerde de kullanmışlardır.157 Bunun en iyi örneklerinden birini de
Kapadokya’nın Karvali bölgesinden Yunanistan’da deniz kenarında boş bir
araziye yerleştirilen ve yerleştikleri araziye Nea Karvali adını veren 300
mübadil aile oluşturmaktadır.158 Yunanistan hükümeti ise 1926 yılında aldığı
bir karar ile ülkesinde bulunan Türkçe yerleşim yerlerinin adlarını
değiştirmiştir.159
İsim değişiminin de ötesinde Yunanistan ve Türkiye’de başkalarının
kendileri için inşa ettikleri evlerde yaşamak zorunda kalan mübadiller,
otonomi duygularını yitirdiklerinden kilise, camilere ya da cemaat yaşamına
156 Hırschon, a.g.m., s.25. 157 Vasso Stelaku, “Alan, Mekan ve Kimlik: Kapadokyalı İki Rum Grubunun Yerleşiminde Bellek ve Din”, Der: Renee Hırschon,Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.272-273 158 Stelaku, a.g.m., s.277-282. 159 Sefer Güvenç, “80. Yılında Mübadele ve Güncel Sorunlar”, Der. Müfide Pekin, Yeniden Kurulan Yaşamlar-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.448.
73
aşırı bir kimlik duygusu yükleyerek aidiyet duygusunu yeniden kazanma
arayışına girmişlerdir.
Mübadelenin ilk yıllarında göç edilen ülke halkı ile mübadiller
arasındaki ilişkiler mesafeli seyretmiş, ilk 10 yıl “kızı yerliye verirsek, burada
kalır” anlayışı ile evlilikler bile gerçekleştirilmemiştir.160
Kuşkusuz mübadelenin en sancılı geçen bölümünü sosyo-kültürel
uyum sorunları oluşturmuş ve göç edilen ülke halkları tarafından, mübadiller
“Yarı Gavur” ve “Türk Dölü” olarak adlandırılmıştır. Yaşanan sorunlar,
mübadelenin ilk kuşağı ile sınırlı kalmış, çocuk ya da torunlar için dede ya da
ninelerin anlattığı anılardan ve boyunlarda taşınılan Anadolu toprağından
öteye gidilememiştir. Kısacası sosyo-kültürel açıdan mübadele her iki halk
için de kayıpların en büyüğü olmuştur.
160 Yalçın, a.g.e., s. 220.
İKİNCİ BÖLÜM
İSYANLAR SONRASI KÜRTLERİN İSKANI I. İSKAN AŞAMALARI Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulus inşası sürecinin ilk aşaması
nüfusun niceliksel olarak Türk-Müslüman olmasını sağlamaktır. İkinci aşama
ise, farklı kültürlere sahip insanların aynı kültüre mensup olmasını sağlayarak
hem ulus oluşumuna katkıda bulunmak hem de devletin geleceğini garanti
altına almaktır.
Söz konusu süreçlerden ilki tek parti döneminde nüfus mübadelesi ile
gerçekleştirilmiş ve ulus nüfus olarak Türkleştirilmiş/Müslümanlaştırılmıştır.
İkinci süreç ise; İskan Kanunu ile Türk kültürüne mensup olmayan halkın
Türk ulusu haline getirilmesidir.
Çalışmanın bu bölümünde öncelikle Osmanlı devletinin Doğu Anadolu
politikası incelenmiştir. İncelemenin ikinci bölümünde; Milli Mücadele dönemi
ve Cumhuriyetin ilanı ile birlikte gerçekleştirilen devrimlere tepki niteliğinde
ortaya çıkan Kürt isyanları, isyan sebeplerinin rejim karşıtlığı ya da etnik/dini
temeli sorgulanmaksızın, ele alınmıştır. Üçüncü bölümde isyanlar sonrası
uygulanan politikalar, döneme ait raporlar, parti söylemleri, anayasal metinler
ve İskan Kanunu açılarından sıralanmıştır. Son bölümde ise İskan
Kanununun “ulus inşası” amacına hizmet edip etmediği değerlendirilmiştir.
75
II. OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE KÜRTLER
A. Türk-Kürt İlişkilerinin Başlangıcı
Türk-Kürt ilişkisinin başlangıcı, “Kürt” ya da “Kürdistan” teriminin ilk
ortaya çıkışı ile paraleldir. Kürtler konusundaki uzmanlığı ile tanınan
Minorsky’e göre; Selçuklular zamanında kullanılan bu terimler, 11.yüzyılda
Kürdistan, İran’da, başkent Hemedan olmak üzere, Emir Çoban isimli Oğuz
Beyi liderliğinde kurulan Kürdistan eyaletinden gelmektedir.1 Ancak iki unsur
arasındaki ilişkilerin başlangıcı esas olarak Osmanlı Devleti dönemindedir.
1501’de Akkoyunlu devletinin yıkılması ile Şii Safevi egemenliğine
giren Sünni Kürtlerden bir kısmı, Sünni Osmanlı devletinin egemenliğine
girmek için Doğu Anadolu’ya göç ederken Anadolu’daki Alevi Türkmen
aşiretlerinin bir kısmı da, Şii İran egemenliğine girmek için İran’a göç etmiştir.
Bu göçlerin en büyük yansıması 1514 tarihli Çaldıran Savaşı sırasında
yaşanmış ve Safevilerden rahatsız olan Sünni Kürt ve Türkmen beyleri
Osmanlı devletinin savaşı galip olarak bitirmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Kürt aşiret beyleri Osmanlı’ya sığınma nedenlerini “ariza” isimli metinde şöyle
ifade etmişlerdir:
“Can ü gönülden İslam sultanına biat eyledik, ilhadları (dinden çıkışları) zahir olan Kızılbaşlardan teberi eyledik…Cihada gayret gösterdik ve İslam Padişanı’nın yollarını bekledik…Hepimizin arzusu şudur ki; bu muhlis ve size itaat eden beldelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler (dinden çıkmışlar), bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. Sadece İslam Sultanı’na muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zalimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inayetleriniz olması, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız. Zira Kürtler ayrı ayrı kabile ve aşiret tarzında yaşamaktadırlar. Sadece Allah’ı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak ederiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Sünnetullah (Alalh’ın kanunu) böyle cari olmuştur.ancak ümit varız ki, Padişah’tan yardım olursa, Arap ve Acem Irak’ı ile Azerbaycan’dan o zalimlerin elleri kesilir.”2
1 Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, Yanlış Giden Neydi, Bundan Sonra Nereye? İstanbul, Doğan Kitap, 2006, s.24. 2 Akyol, a.g.e. ss. 28-31.
76
Türk-Kürt uzlaşması, Anadolu’nun Osmanlı hakimiyetine geçmesine
de katkı sağlamıştır. Şah İsmail, Maraş ve Sivas’taki Türkmenleri etkilemeye
çalışırken I. Selim de İdris Bitlisi yardımı ile bölgenin aşiret beylerine
fermanlar göndererek güvence vermiştir. 17 bayrak ve 500 adet değerli
hediye ile Kürdistan seferine çıkan İdris Bitlisi, sadece padişah tuğrası
bulunan boş fermanları aşiretler arasında dağıtarak, “Bu fermanlardan
dilediği kadar alınsın. Üzerini de kendi yazıp, bölgenin beylerine, emirlerine,
aşiret ağalarına dağıtılsın. Din için, devlet için, ülkenin sıhhat ve selameti için
kanunlara uyup, bir savaş zamanı asker toplayarak orduya dahil olmalarını
sağlayasın” 3 emrini yerine getirmeye çalışmıştır. Fermanlar sayesinde
beyler, aşiretler “Mir Aşiretliği” unvanını almış ve padişahtan başka hiç
kimseye karşı sorumluluk kabul etmeyen “otonomi” statüsünü elde
etmişlerdir. 4
Akkoyunlular ve Safeviler’in, büyük Kürt ailelerinin güçlerini dağıtma
politikası güderek Kürt yöneticilerinin yerlerine Şii-Türk yöneticilerini
yerleştirmeleri Kürtlerin, bu devletlere olan bağlılığının azalmasına ve
Osmanlı devleti yanında yer almasına neden olmuştur. 1514-1517 yılları
arasında Osmanlı yönetimde kurulan Kürt bölgeleri; Van Gölünün batısından,
Diyarbekir’i de içine alan bölgede “Diyarbekir” bölgesi, Urfa ve Suriye’nin
Rakka kentini içeren refah seviyesi yüksek “Rakka” bölgesi, “Süryani” bölgesi
ve şimdiki Irak Kuzeyi’ne tekabül eden “Musul” bölgesidir.5
Osmanlı yönetimi, Anadolu’daki hakimiyetin sağlanması ile birlikte I.
Süleyman zamanında eyalet sistemi uygulamasına geçmiş ve, Kürtlerin
yaşadığı bölgelerde yönetimin babadan oğla geçtiği 16 hükümet
kurdurmuştur. Bu hükümetler; Cizre, Hazro, Eğil, Palu, Kiğı, Genç, Bitlis,
Hizan, Hakkari, Mahmudi, Şehrizor, Mihrivana, Amadiye, Asti, Tercil ve
3 Hasan Yıldız, 20.Yüzyıl Başlarında Kürt Siyasası ve Modernizim, İstanbul, Nüjen Yayınları, 1996, s.14. 4 Akyol, a.g.e., s.34. 5 Martin Van Bruinessen, Ağa, Şeyh ve Devlet, Ankara, Özge Yayınları, Bila Tarih, s. 191.
77
Mihriban’dır. 6 Hükümetler aynı zamanda sancaklara da ayrılmıştır. Bölge
yirmi sancağa bölünmüş ve merkezden atanan sancak beyleri tarafından
yönetilmiştir. Bu sancaklarda merkezi hükümet müdahale yetkisine sahip
olmuş, ancak bölgede yaşayan Kürt beyleri kısmen de olsa egemenliklerini
muhafaza etmiştir. Merkezi hükümet yönetici seçimine müdahale etmemiş,
yöneticilik babadan oğla geçmiş, merkezi otoriteye toprak vergisi ödenmemiş
ve düzenli orduya asker yollanmamıştır.7
Evliya Çelebi “Seyahatname”sinde Kürtlerin yaşadığı bölge koruyucu
bir tampon bölge olarak tanımlamış, Kürt aşiret ve beyliklerinin nispeten
bağımsız oldukları belirtilmiştir.8 Kürt beylerinin egemenliklerini devam
ettirdikleri bu durum, 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile birlikte
değişmeye başlamış, Osmanlı devleti, yeni idari yapılanmasına uygun olarak
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde de ayan tipi örgütlenmeyi
benimsemiştir. Buna göre bölgelerde bulunan belli başlı emirlikler; Botan,
Bedinan, Hakkari, Baban ve Soran’dır. Bu beylikler “Müstakil Kürt Emirlikleri”
ya da “Müstakil Kürt Hükümetleri” olarak takdim edilmişlerdir.9
Kürt beylerinin egemenliğini kısıtlayan bir başka gelişme de Sultan
Abdülmecit dönemindeki Toprak Yasası’dır. Toprak yasasıyla birlikte, vakıf
topraklarının az bir bölümü dışındaki toprak mülkiyetinin, devlete ait olduğu
ilan edilmiş ve toprağın zilyetliğinin bireylere bağışlanmasının özel bir devlet
kurumu aracılığıyla gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Yasa, küçük bir
bahşiş karşılığında topraktaki hakkı ifade eden bir belge verilmesi ve bütün
ekilebilir toprakların özel kişiler adına kaydedilmesini öngörmüştür. Yasa
uyarınca; bir köyün ya da kasabanın toprağının bütün olarak halka ya da
halktan birkaç kişiye bağışlanmaması, ayrı ayrı toprak parçaları halinde
herkese verilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece aşiretlerin bölünmesi ve aşiret 6 Yıldız, a.g.e., s. 16. 7 Van Bruinessen, a.g.e., s.191. 8 Martin Van Bruinessen, “16. ve 17. Yüzyıllarda Kürdistan”, Toplumsal Tarih, Sayı: 155, Aralık 2006, s.27. 9 Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ankara 1996, s.282.
78
liderleri dışında halktan kimselerin de toprak sahibi olması amaçlanmıştır.
Toprak kanunun diğer bir özelliği de göçebelerin toprağa yerleşimini
sağlamaktır. Sayılan amaçlar doğrultusunda toprak reformu hemen
başlatılmış, ancak reformun başlaması ile birlikte Kürdistan’da büyük
topraklara sahip olan kişiler zamanla hakimiyetlerini ilan etmeye
başlamışlardır.10
Osmanlı devletinin, bünyesinde barındırdığı Kürtlere ilişkin bir başka
uygulaması da II. Abdülhamit’in emriyle, 1890 tarihinde Doğu Anadolu’da
Ermeni ve Ruslara karşı savaşması amacıyla kurdurulan Hamidiye
Alaylarıdır. Amaç; düzenli orduda askerlik görevini yerine getirmeyen
Kürtlerden faydalanmaktır.
Hamidiye Alayları, 1909 yılında “Aşiret Alayları”, 1912’de ise “Aşiret
Süvari Fırkaları” olarak yeniden isimlendirilmiştir. Bahsi geçen alaylar Balkan
Savaşları, I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında yer almışlardır.11 Ayrıca,
Hamidiye alaylarının oluşturulmasından sonra Kürt beylerinin devlete
bağlılığını sağlamak maksadıyla beylerin çocuklarını eğitmek üzere 1892’de
İstanbul’da bir Aşiret Mektebi açılmıştır.12
I. Dünya Savaşının başlaması ile birlikte İttihat ve Terakki hükümeti
aşiretler üzerinde olumlu tesir yaratmak amacıyla Sivas, Ankara ve Bitlis
hapishanelerinde bulunan Kürtleri affederek serbest bırakmış ve Kürt
aşiretlerinin hükümete bağlılıklarını sağlamak maksadıyla Nakşibendi
şeyhlerine vaazlar verdirtmiştir. İttihat ve Terakki yöneticileri 1915 tarihinde
Ermeni Tehciri ile başlayan iskan politikaları kapsamında, Mardin ve
10 Van Bruinessen, a.g.e., ss.224-225. 11 Akyol, a.g.e., s.46. 12 Malmisanij, Kürt Milliyetçiliği ve Dr. Abdullah Cevdet, Jina Nu Yayınları, 1986, ss.10-11.
79
Midyat’ta Ermenilerden boşalan köy ve kazalara aşiret süvari alaylarına
mensup muhacirler yerleştirilmesidir. 13
I. Dünya Savaşı sırasında Rusların saldırılarına karşı korunmak
amacıyla Orta ve Batı Anadolu’ya gönderilen Kürtlerin sayısı Muhacirin
Dairesi’nin resmi kayıtlarına göre 700.000’dir. Babanzade Muşlu Hilmi
Yıldırım’ın iddiasına göre I.Dünya Savaşı başlar başlamaz 3700 Kürt ailesi
Rumeli ve Anadolu’ya göç ettirilmiştir. Muhacirin Müdiriyet-i Umumiyesi
tarafından göçmenlerin yerleştirilmesi hakkında basılıp yayınlanmış olan
talimatnamenin ilk iki maddesi ise şöyledir:
“Kürtler ufak ufak kafilelere ayrılıp, silahlardan arındırılarak değişik bölgelere gönderilecek, orada genel nüfusun %5’ini geçmeyecektir ve Kürt mültecileri yerlerine geri gönderilmeyecektir. Yozgat ve Ankara’ya Kürt reisleriyle, molla ve nüfuz sahibi kişiler ilkin diğer kişiler ile birlikte sevk olunacak ve orada bulunanlar diğer kişiler ile ilişkide bulunmayacak şekilde ayrılacak ve hükümet gözetimi altında bulundurulacaktır.”14
Rusların Osmanlı topraklarına girişi ile birlikte Kürtlerin iskanında yeni
bir dönem başlamış, Van, Bitlis ve Erzurum’dan gelen ve çoğunluğunu
Kürtlerin oluşturduğu Müslüman göçer nüfus, 1916 baharından itibaren
ülkenin diğer bölgelerine sevk edilmiştir. İlk aşamada Kürtlerin Batı
Anadolu’ya müteferrikan iskanı planlanmış, öncellikle batı illerinde daha
önceki yıllarda iskan edilmiş olan Kürtlerin miktarı, yerli Türk ahali ile
münasebetleri, kendi aralarında hangi dilleri konuştukları, Türkçe’ye aşina
olup olmadıkları ile adet ve lisanlarını muhafaza dereceleri hakkında bilgiler
gerekmiştir. Bilgileri öğrenmek maksadıyla 26 Ocak 1916 tarihinde Talat
Paşa, Konya, Kastamonu, Ankara, Sivas, Adana, Aydın ve Trabzon
vilayetleri ile Kayseri, Canik, Eskişehir, Karahisar ve Niğde mutasarrıflıklarına
şu telgrafı çekmiştir:
13 Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskan Politikası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, ss.138-139 14 Malmisanij, a.g.e., ss.64-65.
80
“Ahval-i harbiye dolayısıyla dahile iltica eden Kürtlerin Anadolu vilayet-i garbiyesine
sevkleri ile müteferrikan iskanları mutasavvır ise de evvel emirde dahil-i vilayet/livada Kürdler
ve Kürd köyleri hakkında tafsilatlı malumat alma icab ettiğinden: Nerede ne kadar Kürt
vardır? Nüfusları miktarı nedir? Lisan ve adet-i asliyelerini muhafaza ediyorlar mı? Türk
köylüsü ve köyleriyle münasebetleri ne derecededir? Serian tahkikat icrasıyla mufassalan ve
ilave-i mütealalarıyla birlikte inbası.”15
Talat Paşa imzasını taşıyan, Kürtlerin sevk ve iskanı ile ilgili netleşmiş
ifadeleri barındıran ve Diyarbakır vilayetine çekilen 2 Mayıs 1916 tarihli
telgrafta; Doğu vilayetlerinden gelen Kürt mültecilerin, Kürt ve Araplardan
oluşan yerlerde iskanı sakıncalı görülmüş, bunların “harp mıntıkasından
Anadolu içlerine” sevk ve iskan edilmeleri gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca lider
ve şeyhlerin kafilelerden koparılarak kasabalarda ve geri kalanlarının da
köylerde iskan edilmelerine ilişkin talimatname hazırlanmıştır.16
Kürt mültecilerin iskan edileceği tüm vilayetlere gönderilen başka bir
telgrafta ise; harp mıntıkalarından gelen Kürt mültecilerin reis, imam ve
şeyhlerden ayrı ve yerli ahalinin %5 oranının geçmeyecek surette Anadolu
içlerine iskan edilmesi istenmiştir.17
1917 yılında Rus işgalinin ilerlemesi ile birlikte Urfa ve Diyarbakır’da
mülteci izdihamı yaşanmıştır. Kürt mültecilerin Batı Anadolu’ya
taşınmalarında ana toplanma yeri olarak Konya belirlenmiş, Konya’nın
doğusundaki iller ve işgal bölgesine yakın yerlerde genellikle Türkler iskan
edilmiş, Batı bölgelerinde ise Kürtlerin iskan edilmesi planlanmıştır. 4 Haziran
1917 tarihinde Konya’da biriken büyük kitlelerin diğer illere dağıtımına
yeniden başlanmış ve mültecilerin memleket, lisan ve meslekleriyle kaç evde
kaç nüfusun bulundurulduğunun araştırılması istenmiştir. Talat Paşa’nın
15 Dündar, a.g.e., s.140. 16 Dündar, a.g.e., s.141-142. 17 Dündar, a.g.e., ss.143-144.
81
istifası ile ise; yeni kurulan hükümet , tüm mültecilerin Türk ya da Kürt
ayırmaksızın memleketlerine iade edilmesi gerektiği yönünde karar almıştır.18
Rus ordusundan kaçıp Urfa, Maraş, Diyarbakır gibi yakın vilayetlere
sığınan Kürtlerin Batı Anadolu’ya sevkiyatları kolay gerçekleşmemiş, iklim
koşulları ve bazı mültecilerin Diyarbakır gibi memleketlerine yakın illerde
kalmayı sürdürmek istemesi iskanı güçleştirmiştir. Osmanlı ordusunun Muş
ve Bitlis’i geri alması, Ankara, Sivas, Konya ve Diyarbakır illeriyle İçel, Teke,
Karahisar-ı Sahib, Kayseri ve Niğde livalarında hükümetten izinsiz geri
dönüşlerin yaşanmasına sebep olmuştur.19
Batıya doğru yayılmayı hedefleyen Osmanlı devleti için Kürtlerin
bulunduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun, iki nedenden dolayı devlet
hizmetlerinden faydalanma açısından geri plana itildiği ve bölgede bulunan
bey/ağa/şeyhlere yarı bağımsız bir statü tanındığı değerlendirilmektedir.
Birincisi, bu topraklarda kendileri gibi Müslüman bir halk yaşamaktadır ve
gaza inancı ile hareket edip bölgeye tamamıyla sahip olmaya gerek yoktur.
İkincisi ise, bu toprakları kontrol altına almak için önemli miktarda askeri gücü
seferber etmek gerekmektedir, bölgede bulunan Kürtler ise hem Şii İran’a
hem de Ermenilere karşı koyarak Osmanlı yönetimi ile işbirliği içerisinde
olarak tampon bölge işlevi görmüştür.
18 Dündar, a.g.e., s.155 19 Dündar, a.g.e., ss.147-148.
82
B. Kürt İsyanları
1800’lü yıllarda ortaya çıkan Kürt isyanları Tablo-1’de şu şekilde yer
almıştır: 20
Tablo-5: 1800’lü Yılar Kürt İsyanları.
İSYAN TARİHİ İSYANIN ADI
1806-1808 Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı
1812 Babanzadelerden Ahmet Paşa İsyanı
1830-1834 Kör Mehmet Paşa İsyanı
1830 Garzan Kürtlerinin ayaklanması
1830-1833 arasında Yezidi İsyanı
1831-1845 Bedirhanoğulları İsyanı
1834 Şerif Ahmet Han İsyanı
1860 Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı
1877 Bedirhanilerden Osman ve Hüseyin Paşa İsyanı
1880 Şehy Ubeydullah İsyanı
1881 Abdullah Paşa Harekatı
1889 Bedirhanilerden Emir Alp İsyanı
Kürt isyanları 19. yüzyılda Osmanlı devlet teşkilatında meydana gelen
değişimler ile birlikte ortaya çıkmıştır. İlk büyük çaplı Kürt isyanı, Babanzade
Abdurrahman Paşanın 1806-1808 yılları arasında, bölgeye atanan valiye
itiraz ederek ayaklanmasıdır.21
Döneme ilişkin olarak ikinci derecede önemli addedilebilecek isyan,
II.Mahmut döneminde Yeniçeri ocağının kaldırılmasına karşı çıkan Bedirhan
20Abdülhadi Toplu, Tarih İçinde Anadolu Sakinleri ve İsyanlar-Ayaklanmalar, Ankara, Ocak Yayınları, 1996. ss.328-329. 21 Çay, a.g.e., s. 84.
83
aşiretinin ayaklanmasıdır. 1880 tarihli Şeyh Ubeydullah ayaklanması ise;
Cumhuriyet dönemi isyanlarının esin kaynağıdır ve Kürtçü yazarlar tarafından
ilk Kürt başkaldırısı olarak değerlendirilmektedir.
1800’lü yıllarda meydana gelen Kürt isyanları aşiret çıkarlarının
sağlanmasından öte bir amaç taşımamış, aşiretlerin bölgede kendi
egemenliklerini kurmak istemeleri, Osmanlı yönetiminin vergi ve yeni
kurulacak ordu için asker toplamak istemesi üzerine ayaklanmalar meydana
gelmiş ve geniş kapsama ulaşamadan merkezi otorite tarafından
bastırılmıştır.22
C. İlk Kürt Örgütlenmeleri
Ulusçuluk akımının yayılması ile birlikte Osmanlı devleti içerisinde yer
alan etnik unsurların tümü örgütlenmeye başlamıştır, Kürtler tarafından
kurulan örgütler Tablo-2’de şu şekilde sıralanmıştır: 23
22Hıdır Göktaş, Kürtler, İsyan, Tenkil, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1991, s.50. 23Rohat Alakom, “Kürt Örgütlenme Tarihi”, Tarih ve Toplum, Ocak 2001, Sayı 205, ss. 19-21.
84
Tablo-6: Osmanlı’da İlk Kürt Örgütlenmeleri.
KURULUŞ TARİHİ ÖRGÜTLENMELERİN İSİMLERİ
1900’lerin başı Kürdistan Azm-i Kavi Cemiyeti
1908 Kürdistan Teavün ve Terakki Cemiyeti
1910 Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti
1912 Kürdistan Muhiban Cemiyeti
1912 Hevi Kürd Talebe Cemiyeti (Hevi)
1912 Kürdistan Teşrik-i Mesai Cemiyeti
1918 Kürdistan Teali Cemiyeti
- Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti
- Kürt Millet Fırkası
1919 Kürt Kadınları Teali Cemiyeti
1919 Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti
1923 Azadi
Kürt örgütlenmeleri, Osmanlı’dan ayrılarak Kürdistan’ın kurulması
anlayışını benimsememiş, bu anlayış Milli Mücadele döneminde de devam
etmiştir. 1919 yılında Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri, Kürdistan’ın
bağımsızlığının ilan edilmesini ve Türk askerleri de dahil bütün yabancı
askerlerin Kürdistan’dan sürülmesini gündeme getirmiş, ancak Cemiyet
başkanı Seyit Abdülkadir, Türklerin zorda olduğu bir dönemde, onlara karşı
çıkmanın Kürt hareketinin yararına olmayacağı görüşünü savunarak bu
öneriye karşı çıkmıştır.24
İstanbul’da faaliyet gösteren Kürtçü dernekler, Şeyh Sait isyanı
sonrası yurtdışına çıkmışlar, 1927 yılında Suriye’de bulunan Hoybun
Cemiyetine katılarak Ermeni Taşnak Cemiyeti ile ilişki içerisinde
bulunmuşlardır. Hoybun Cemiyeti’nin amacı cemiyete ait beyannamede;
24 Haz. Celile Celil, M.S. Lazarev, O.D.İ.Jagalina, M.A.Gasaratyan, Ş.Mihoyan, Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, İstanbul, Peri Yayınları, Bilatarih, s.110.
85
“Türkiye boyunduruğu altında bulunan Kürdistan ve Kürtlerin tahlisi ve
hududu tabiiye ve milliyesi dahilinde bir Kürdistan devleti müstakilliyesinin
teşkilidir.” olarak belirtilmiştir.25
III. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE (1919-1922) KÜRTLER A. Kürtler İle Uzlaşma 1916 yılında Diyarbakır’da 16. Kolordu’da görev yapan Gazi Mustafa
Kemal, Milli Mücadele’de Kürtlerden faydalanılması gerekliğinden hareketle
Kurtuluş Savaşı başlar başlamaz bir çok Kürt aşiret lideri ile irtibata geçmiş
ve Anadolu’da Milli Mücadeleyi başlatmadan önce Kürt aşiret liderlerine
yolladığı telgraflarla onların desteğini talep etmiştir. 26
Türk ve Kürtlerin ayrılmaz unsurlar olduklarının vurgulanmasının
ardından Doğu ve Güneydoğu’da bulunan aşiretlerce, Kurtuluş Savaşında
Gazi Mustafa Kemal’in yanında yer alacaklarını belirten telgraflar çekilmiştir.
Telgraflarda: “…biz Kürtlerin, Türk kardeşlerimiz ile birlikte Halifemizin
etrafında birleşmekten ve dünyanın sonuna kadar beraber yaşamaktan
başka bir dileğimiz yoktur.” ifadesi yer almıştır.27
13 Aralık 1918 tarihli Vilayeti Şarkiye Müdafai Hukuku Milliye
Cemiyeti’nin ilk toplantı kararı da Kürtlerin, Kuruluş Savaşında yer almasına
yönelik olmuştur. Karar: “Doğu Vilayetleri’nde Türk ve Kürdün tarihi ve ırki
hukukunun (Osmanlılık) milliyeti altında toplanması ve her iki ırkın
25 “150’likler ve Hoybun Cemiyeti”, Toplumsal Tarih, Şubat 1999, s.51. 26 Akyol, a.g.e.,s.65. 27İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu’nun Düzeni Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temelleri, Ankara, Yurt Kitap-Yayın, 1992, s.381.
86
menfaatinin uzlaştırılmasının -biri diğerinin hakkına tecavüz etmeksizin- kabul
olduğu…” şeklindedir.28
Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti ile Osmanlı hükümeti
arasında imzalanan 18 Ekim 1919 tarihli Amasya Protokolü’nde de Kürtlere
yer verilerek, Osmanlı ülkesi, Türk ve Kürtlerin yurdu olarak tanımlanmıştır.
Ayrıca Kürtlerin Osmanlı milletinin ayrılmaz bir unsuru olduğu ve Kürtlerin
etnik-toplumsal örflerinin tanınacağı vurgulanmıştır.29
Türk-Kürt uzlaşmasının ilk işareti kendisini 1919’da Erzurum
Kongresi’nde göstermiş ve Kongrenin 56 delegesinden 22’sini Kürtler
oluşturmuştur. İslam ve Osmanlı yurtseverliği Kürtler ve diğer delegeler
arasında önemli bir bağ kurmuş, Kürtlerin Heyet-i Temsiliye’de yer alması
sağlanmıştır.30
Mart 1920’de İslami dayanışmayı ve Kürtlerle Türkleri ayırma
çabalarına muhalefeti vurgulayan bir bildirge, 22 Kürt aşiretinin reisi
tarafından imzalanarak kamuoyuna duyurulmuş ve ilk mecliste Kürtler 74
milletvekili ile temsil edilmiştir.31
Mart 1920 tarihli Kürt bildirgesine Gazi Mustafa Kemal, 01 Mayıs 1920
tarihli Meclis oturumunda milletin “İslam Unsurlarından” oluştuğunu, milletin
unsurları arasında herhangi bir etnik sınıflandırmanın bulunmadığını
belirterek şu karşılığı vermiştir:
“Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (oluşan) anasır-ı İslamiye’dir, samimi ve mecmuadır. Binaenaleyh bu heyeti aliyenin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-u İslam’a münhasır değildir.
28Doğu Perinçek, Kurtuluş Savaşında Kürt Politikası, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2000, s.332. 29 Mesut Yeğen, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İstanbul,İletişim Yayınları, 2006, s.116. 30 Kemal Kirişçi-Gareth M.Wınrow, Kürt Sorunu-Kökeni ve Gelişimi, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002, s. 83. 31 Kirişçi-Wınrow, a.g.e., ss.84-85.
87
Anasır-ı İslamiye’den mürekkep bir kütleye aittir…Bu mecmuayı teşkil eden her unsur-u İslam, bizim kendimiz ve menfii (menfaatleri) tamamıyla müşterek olan vatandaşlarımızdır ve yine kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslamiye ki vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmeti mütekabile ile riayetkardırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukunun, ırkı, içtimai, coğrafi hukukuna daima riayetkardırlar.”32 Milli Mücadeleye destek verme noktasında Kürtler arasında farklı bir
politika izleyen kesim Dersim (Tunceli) Kürtleri olmuştur. Dersim’de bulunan
Kürtler tarafından 25 Aralık 1920 tarihinde B.M.M.’ne çekilen telgrafta:
“Sevres muahedesi mucibince; Diyarbakir, Elaziz, Van ve Bitlis vilayetlerinde
müstakil bir Küdristan teşekkül etmesi lazım geliyor, binaenaleyh bu teşkil
edilmelidir, aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur
kalacağımızı beyan ederiz.” ifadeleri yer almıştır.33
Ancak Ankara Hükümeti, Diyap Ağa, Meço Ağa, Kango oğlu Ahmet
Remzi ve Binbaşı Hayri’nin Dersim mebusu olarak meclise girmelerini
sağlamış ve Dersim Kürtleri’nin bağımsızlık yolundaki çalışmalarına darbe
indirmiştir.34
Kürtlerin milli mücadeleye verdiği desteğin bir başka göstergesi de
uluslararası arenada Türk hükümetinin yanında yer almasıdır. Paris
Konferansı öncesinde Kürt Şerif Paşa, 20 Aralık 1920 tarihinde Ermeni
Boğos Paşa ile bir antlaşma imzalamış ve Doğu Anadolu topraklarının
paylaşılması Barış Konferansı’nın iyi niyet ile adalet duygularına bırakılmıştır.
Antlaşmayı tepki ile karşılayan Osmanlı Kürtleri, Erzincan’dan Fransız
Yüksek Komiserliğine gönderdikleri telgrafta Şerif Paşa’yı protesto etmişler
ve “Türkler ile Kürtlerin soy ve din olarak kardeş olduklarını” belirtmişlerdir.35
Sağlanan uzlaşı karşılığında Kürtlerin özerk bir yapıya ve Osmanlı
devleti dönemindekine benzer bir konuma sahip olmalarını sağlamak için
32 Akyol, a.g.e.,s.68. 33 Göktaş, a.g.e., s.38. 34 Göktaş, a.g.e., s.s.38-39. 35 Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması (1919-1925), Ankara, Um:Ag, 2005, ss.3-4.
88
1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununda nahiyeler ile vilayetlerin şuralarla
yönetilmesi ve kazaların da tüzel kişiliğe sahip olması kabul edilmiştir. 36
B. Milli Mücadele Döneminde Kürt İsyanları
Milli Mücadele döneminde gerçekleşen Kürt isyanlarından ilki
İngilizlerin teşviki ile Kürt devleti kurmaya amaçlayan 11 Mayıs–18 Haziran
1919 tarihli Ali Batı isyanı, ikincisi ise, Kürt Teali ve Teavün Cemiyeti ile ilişki
içine girmiş Cemil Çeto’nun 20 Mayıs-07 Haziran 1920 tarihli isyanıdır. Her iki
isyan da büyük çaplı bir nitelik arz etmemiş ve kısa sürede bastırılmıştır.37
BMM’nin karşılaştığı ve kayda değer nitelikteki ilk isyan, Koçgiri
isyanıdır. Erzurum, Sivas ve Amasya kongrelerinde Kürt ve Türklerin ortak
parlamentosu olarak ifade edilen Meclis’te kendi milletvekillerinin yer
almadığını düşünen Kürtler arasında kıpırdanmalar başlamış ve durumun
ehemmiyetine binaen Gazi Mustafa Kemal, Koçgiri aşireti reisi Alişan Bey ile
özel bir görüşme gerçekleştirmiştir. Görüşmede; Alişan Bey, Wilson
prensiplerinde öngörüldüğü üzere Kürtlere “özerklik” verilmesi gerektiği fikrini
dile getirmiş, Gazi Mustafa Kemal’in, bu fikri kesin bir dille reddetmesi üzerine
Koçgiri ve Dersim aşiretleri, Kuvayı Milliye hareketi ile yollarını ayırmış ve
Temmuz 1920’de Koçgiri ayaklanmasını başlatmıştır.38
1920 isyanının büyüklüğünün kanıtı; Nurettin Paşa ve yer yer Topal
Osman’ın desteğiyle 27 Nisan-24 Mayıs tarihleri arasında bölgede meydana
gelen onbeşten fazla çatışmada beşyüz isyancının öldürülmesi ve isyanın
yaklaşık 9 ayda bastırılmasıdır.39
Türkleri ve Kürtleri Kurtuluş Savaşı’nda yan yana getiren unsurlar:
İslam’ın birleştirici etkisi ve Doğu Anadolu’ya yönelik Ermeni tehdidi olmuştur. 36 Perinçek, a.g.e., ss.265-266. 37 Çay, a.g.e., s.316. 38 Bulut, a.g.e. ss.87-88. 39 Bulut, a.g.e., s.320.
89
Ancak Koçgiri ayaklanması bu birleştirici unsurların dışında kalmıştır. Bunun
iki nedeni vardır: Birincisi; İslam söyleminden Koçgiri ve çevresi Sünni değil
Alevi mezhebe mensup olması nedeniyle etkilenmemiş olması, ikincisi ise;
Doğu Anadolu’ya yönelik olan Ermeni tehdidinin daha Batı’da yer alan Koçgiri
için söz konusu olmamasıdır.40 Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Kürt isyanlarının
hem sayısı artacak hem de niteliği farklılaşacaktır.
IV. ANAYASAL METİNLERDE KÜRTLER: 1921 VE 1924 ANAYASALARI
Ulus inşasında temel olarak kabul edilebilecek metinlerin başlıcası
devlet-vatandaş ilişkilerini düzenleyen anayasa metinleridir. Bu konuda
dikkatleri üzerinde toplayan anayasa metinlerinden ilki 1921 tarihli Teşkilat-ı
Esasiye Kanunudur. Kanunun ulus inşası ile ilgili maddeleri şunlardır:
Madde 11: Vilayet mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti
haizdir. Harici ve dahili siyaset, şeri, adli ve askeri umur, beynelmilel iktisadi
münasebat ve hükümetin umumi tekalifi ve menafi birden ziyade vilayata
şamil hususat müstesna olmak üzere Büyük millet Meclisince vaz edilecek
kavanin mucibince Evkaf, Medaris, maarif, Sıhhiye, iktisat, Ziraat, Nafia ve
Muaveneti içtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilayet şuralarının salahiyeti
dahilindedir.
Madde 12: Vilayet şuraları vilayetler halkınca müntehap azadan
mürekkeptir. Vilayet şuralarının içtima devresi iki senedir. İçtima müddeti
senede iki aydır.
Madde 14: Vilayette Büyük Millet Meclisinin vekili ve mümessili olmak
üzere vali bulunur. Vali, Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından tayin
olunup vazifesi devletin umumi vemüşterek vazaifini rüyet etmektir. Vali
40 Akyol, a.g.e., s.71.
90
yalnız devletin umumi vazaifi ile mahalli vazaif arasında tearuz müdahale
eder.41
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile vilayetlere mahalli işlerde manevi
şahsiyet ve özerklik verilmiş, dış ve iç siyaset, şeri, askeri ve adli işler,
uluslararası iktisadi ilişkiler ile hükümetin genel vergileri ile birden fazla
vilayeti ilgilendiren hususlar istisna olmak üzere, vakıflar, medreseler, eğitim,
sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve
idaresi vilayet şuralarına bırakılmıştır.
Vilayet Şuraları, vilayet halkınca seçilen üyelerden oluşmuş, böylece
halkın doğrudan yönetime katılması sağlanmıştır. Valinin yetkileri ise devletin
genel görevleri ile mahalli görevler arasında çatışma durumunda müdahale
ile sınırlandırılmıştır.
Konuya ilişkin ikinci metin 1924 anayasasıdır. 1924 anayasasının
gerekçe kısmında devlette Türkten başka millet olmadığı şu şekilde ifade
edilmiştir: “Devletimiz bir devleti milliyedir. Beynelmilel veyahut fevkalmilel bir
devlet değildir. Devlet, Türkten başka millet tanımaz. Memleket dahilinde
hukuku mütesaviyeyi haiz başka ırktan kimseler bulunduğundan bunların ırki
mübaneyetlerini manii milliyet tanımak caiz olamaz. Kezalik hürriyeti vicdan
musaddak olduğundan ihtilafı din de manii milliyet addedilmiştir.”42 1924
anayasasında konuya ilişkin olarak yer alan ifadeler şunlardır:
Madde 10: Yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçme
hakkına haizdir.
Madde 11: Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçilir.
41 Suna Kili, A.Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bilatarih, s.92. 42 Yeğen, a.g.e., s.118.
91
Madde 12: Ecnebi hizmeti resmiyesinde bulunanlar, mücazatı terhibiye
veya sirkat, sahtekarlık, dolandırıcılık, emniyeti suistimal, hileli iflas
cürümlerinden biriyle mahkum olanlar, mahçurlar tabiiyeti ecnebiye
iddiasında bulunanlar, hukuku medeniyetten ıskat edilmiş olanlar, Türkçe
okuyup yazmak bilmeyenler mebus intihap olunamazlar.
Madde 88: Türkiye ahalisine din ve ırk farklı olmaksızın vatandaşlık
itibariyle (Türk) itlak olunur.
Türkiye’de veya hariçte bir Türk babanın sulbünden doğan veyahut
Türkiye’de doğup da memleket dahilinde ikamet ve sini rüşvet vusulünden
resmen Türklüğü ihtiyar eden veyahut vatandaşlık kanunu mucibince
Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür.
Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izae edilir.43
1924 anayasasında mebus seçme ve seçilmenin kaideleri de
düzenlenmiş, yaş sınırının yanı sıra “Türk” olma koşulu da getirilmiştir. Bu
koşulun vatandaşlık tanımında bulunan ifadesi ile hukuki bir tanım olduğu ileri
sürülmektedir.
1924 anayasasının 1921 anayasasından farkı “Türk” teriminin ilk kez
bilinçli olarak tanımlanmaya çalışılmasıdır. 1924 anayasasında ulus
oluşturulmasında ırk ya da din ayrımı gözetilmeksizin hukuki bir vatandaşlık
tanımı geliştirilmiştir.
V. TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (1923-1938) KÜRT İSYANLARI
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ile birlikte ortaya çıkan isyanlar Tablo-3’te
sırasıyla şu şekilde yer almıştır: 44
43 Kili, Gözübüyük, a.g.e., s.112-128. 44 T.C’de Ayaklanmalar (1924-1938), Ankara, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, 1972
92
Tablo-7: Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürt İsyanları.
İSYAN TARİHLERİ İSYANIN ADI
12-28 Eylül 1924 Nasturi İsyanı
13 Şubat-31 Mayıs 1925 Şeyh Sait İsyanı
09-12 Ağustos 1925 Roçkotan ve Raman Harekatı
1925-1937 Sason İsyanı
16 Mayıs-17 Haziran 1926 I. Ağrı Harekatı
07 Ekim-30 Ekim 1926 Koçuşağı İsyanı
26 Mayıs-25 Ağustos 1927 Mutki İsyanı
13-20 Eylül 1927 II. Ağrı Harekatı
07 Ekim-17 Kasım 1927 Bicar Tenkil Harekatı
22 Mayıs-03 Ağustos 1929 Asi Resul İsyanı
04-27 Eylül 1929 Tendürek Harekatı
20 Mayıs-09 Haziran 1930 Savur Tenkil Harekatı
20 Haziran-Eylül 1930 Zeylan İsyanı
16 Temmuz-10 Ekim 1930 Omar İsyanı
17-14 Eylül 1930 III. Ağrı Harekatı
18 Ekim-14 Kasım 1930 Pülümür Harekatı
1937-1938 Tunceli (Dersim) Harekatı
Bu isyanlardan, büyük çaplı ve hükümeti daha fazla önlemler almaya
sevk edenleri: Şeyh Sait ve Dersim İsyanlarıdır.
Şeyh Sait İsyanı, 3 Mart 1924 yılında halifeliğin kaldırılması Kürt
aşiretler arasında tepki ile karşılanmış, 1924 yazında Erzurum’da bir araya
gelen Şeyh Sait, Cibranlı Halit ve Muşlu Musa Bey, “bu dinsiz düzene boyun
eğmeme ve karşı koyma” kararlarını almışlardır.45 Ayaklanmaya hazırlık
kapsamında Şeyh Sait imzalı bildiriler dağıtılmaya başlanmıştır. Bunlardan
birinde yer alan ifadeler şöyledir:
45 Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması (1919-1925), Ankara, Um:Ag, 2005, s.44.
93
“Kurulduğu günden beri İslam dininin temellerini yıkmaya çalışan Türkiye
Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal ile arkadaşlarının, Kur’an ahkamına aykırı hareket ederek
Allah ve Peygamber’i inkar ettikleri ve İslam halifesini sürdükleri için gayrimeşru olan bu
idarenin yıkılmasının bütün İslamların üzerinde farz olduğu…” 46
İsyan, planlanan 21 Mart tarihinden önce, Jandarma ile girilen bir
çatışma sonrası, 13 Şubat 1925 tarihinde başlamış ve 17 şubat 1925’te Fethi
Bey hükümeti, Doğu illerinde sıkı yönetim ilan etme kararı almıştır. Aynı gün
Hıyanet-i Vataniye Yasası’nda yapılan bir değişiklikle, dince kutsal kavramları
kullanmak için örgüt kurma suçu, vatana ihanet olarak tanımlanmış ve bu
suçu işlemenin karşılığı idam cezası olarak belirlenmiştir. 47
Hükümetin iskana karşı aldığı önlemlere muhalefette yer alan
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası destek vermiş, 24 Şubat 1925’te Şeyh Sait
isyanının hemen sonrasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası reisi Kazım
Karabekir, başvekil Fethi Bey ile yaptığı görüşmede şu hususları gündeme
getirmiştir:
“…İster Kürt ister irtica olsun fıkramız beyannamesinde dahi ilan vehicle Hükümete yardım vazifemizdir…Bizim teklifimiz şudur: Kürt ihtilali Hükümet iradesizliği yüzünden çıkmış ve büyümüştür. Elbirliği ile bu hususta bulunuruz, ve fıkra şubelerine Kürt isyanına karşı Hükümetle birlikte aldığımızı, Hükümeti mahalliyelerine yardım etmelerini temin ederiz. Kürt ihtimalidir. Bunu irtica şeklinde tamamıyla tehlikeyi başka mıntıkada sardırmayınız.” 48
Muhalefetin desteğine rağmen Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)
yöneticiler arasında Kürt hareketinin bastırılması konusunda farklılıklar ortaya
çıkmıştır. CHF, isyana karşı alınacak önlemler konusunda üç gruba ayrılıştır:
Ilımlılar, aşırı milliyetçiler ve sol kesim. Fethi Bey ılımlıların, İsmet Paşa aşırı
milliyetçilerin, Mahmut Esat sol radikallerin başını çekmiştir. Parti
yönetiminde çoğunluğu oluşturan aşırı milliyetçiler, ılımlıları hükümetten
46 Mumcu, a.g.e., s. 49. 47 Mumcu, a.g.e., ss.57-59. 48 Haz. Faruk Özerengin, Kürt Meselesi, Kazım Karabekir, İstanbul, Emre Yayınların, 2006, ss. 15-16.
94
uzaklaştırmak için fırsat kollamışlar ve aradıkları fırsatı Şeyh Sait isyanındaki
tutumundan dolayı Fethi Bey’i eleştirerek bulmuşlardır. 49
Şeyh Sait ayaklanmasının başlamasının ardından 21 Şubat 1925
tarihinde Heybeli Adada istirahat eden İsmet Paşa Anakara’ya çağırılmış ve
Çankaya köşkünde Gazi Mustafa Kemal, Başbakan Fethi Bey ve Meclis
Başkanı Kazım (Özalp) Bey ile birlikte yapılan toplantıya katılmıştır. Toplantı
sonrası meclis başkanlığına “sıkıyönetim” ilanı için şu yazı yazılmıştır:
“Ergani vilayetinin bir kısmında devletin silahlı kuvvetlerine karşı meydana gelen isyan Diyarbakır, Elazığ, Genç vilayetlerine de geçmiş ve genişlemeye müsait görünmüş olduğundan Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari vilayetleriyle, Erzurum vilayetinin Kiğı ve Hınıs kazalarında bir ay müddetle örfi idare ilan edilmiştir.”50
Ancak alınan tedbirler yeterli olmamış, Fethi Bey hükümeti istifa etmiş,
03 Mart 1925’te İsmet Paşa hükümeti kurulmuş ve hükümet programına
uygun olarak 04 Mart 1925’te 122 kabul 22 ret oyu ile Takrir-i Sükun Kanunu
kabul edilmiştir. Takrir-i Sükun yasa tasarısına ilişkin ilk sözü Dersim Mebusu
Feridun Fikri Bey almış ve tasarının, anayasayı denetim altına almasından ve
hükümete anayasaya aykırı yetkiler sağlamasından endişe duyduğunu
belirterek şu açıklamaları yapmıştır.
“Hükümet, istediğinde belirsiz bazı deyimlerle herhangi bir kavramı irtica sözcüğü kapsamına sokamaz mı? Herhangi bir kavramı da isyan sözcüğü kapsamı içine sokamaz mı? Memleketin sosyal düzeni kavramından daha belirsiz, sınırı çizilmemiş ne vardır?...Baskıcı hükümetler, sosyal düzen ilkesi altında hep kendi isteklerini ileri sürmüşlerdir. Cumhuriyetimizde böyle bir maddeye yer olmamalıdır. Cumhuriyet ve ulusal egemenlik yönetimindeki amaç, bütün yurttaşların güven ve huzurudur. Bu gibi konularda hükümetin takdir hakkını kullanması, herkesin yararına güvenmesi demektir. Çünkü dünyada sükun ve huzur deyimi kadar geniş bir deyim yoktur. Bu deyime neler girmez ki?… Dünyadaki keyfi yönetime dayanan bütün hükümetler, bütün yanlış işlerini bu kapıdan içeri sokmuşlardır.
49 Hasretyan, Ahmad, 1925 Kürt Ayaklanması, istanbul, Medya Güneşi Yayınları, 1992, s.23. 50 Göktaş, a.g.e., ss. 61-62.
95
Bir de güvenlik sözcüğü var. Bu sözcüğü hükümetin eline vererek insanların çabalarını, kuruluş, kışkırtıcılık, bozgunculuk yayayım diye sınırlamak doğru değildir. Öyle bir sınır ki insanların uslarından geçenleri bile bu kapsama sokmak mümkündür. Bu nedenlerle bu yasayı Cumhuriyet ve ulusal egemenlik ruhuna, Anayasaya aykırı görüyorum.”51
Takrir-i Sükun Kanununun ardından Hükümetin icraatı birisi Ankara’da
diğeri Diyarbakır’da olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi’nin kurulması
olmuştur. Ankara’da kurulan ve yetkileri sınırlı olan mahkemenin, idam
kararlarını TBMM’nin onayına sunması şartı getirilmiş, Doğu illerinden
sorumlu Diyarbakır merkezli mahkeme ise, sınırsız yetkilere ve herhangi bir
kurumun izniolmaksızın idam kararı verebilmeye muktedir kılınmıştır.52 Bu
durum karşısında muhalefeti temsilen Kazım Karabekir, Meclis kürsüsünden
şu açıklamayı yapmıştır:
“Muhterem arkadaşlar…Evvelce bu kürsüden söylediğim vehicle hadise isyan zuhur
eden mıntıkada hükümetimizin her türlü kanuni icraatına taraftarız. Ve bunu bir daha tekrar ediyorum. Fakat bu muayyen hadise karşısında milletin hukuki tabiyesini tazyike matuf olacak icraata kesinlikle taraftar değiliz. Huzuru alinize getirilen kanun gayri vazıf ve elastikidir. Eğer bu kabul edilirse ve buna istinaden teşkilatı esasiyemizin ruhundan doğan siyasi taazzuvlar ve bunların faaliyetini tahdide veyahut matbuatı tazyike teşebbüs edilirse halk hakimiyeti tenkis edilecek demektir. Çünkü artık milletvekillerinin sedaları dahi bu kubbe altında harice çıkamayacaktır. Bu kanunu kabul etmek Cumhuriyet tarihi için bir şeref değildir. İstiklal mahkemelerine gelince: İstiklal mahkemeleri, isminin medlulü ve vehicle İstiklal Harplerimiz esnasında yapılmış ve yapılması lazım gelen bir mahkeme idi. Binaenaleyh bunların tarihe karıştırılması da Meclisi aliniz için tarihi bir şereftir. İsmet Paşa Hazretleri fikren istiklal mahkemelerine ıslahat aleti zannediyorlarsa pek ziyade yanılıyorlar.” 53
Mart 1925 sonunda General Kemalettin Sami Paşa Ordu
Komutanlığına getirilmiş hükümetin aldığı önlemlere ilaveten Kürt isyanları ile
ilgili olarak hükümete şu önerileri sunmuştur: Ayaklanmaya karşı kanlı ve
acımasız bir bastırma harekatı gereklidir, hedeflere göre genel saldırı Nisan
başında gerçekleştirilebilir, ayaklanmaya katılsın ya da katılmasın bütün
Kürtlerin silahsızlandırılmalıdır, Kürtlerin ülkenin diğer yörelerine çoğunluğu
51 TBMM Zabıtları, Devre:II, İçtima:II, Cilt:15 Yıl:1924, s.134. 52 Hasretyan, Ahmad, 1925 Kürt Ayaklanması, İstanbul, Medya Güneşi Yayınları, 1992, s.28. 53 TBMM Zabıtları, Devre:II, İçtima:II, Cilt:15 Yıl:1924, ss.134-135.
96
oluşturmayacak bir biçimde dağıtılması ve Türklerin Kürt yörelerine
yerleştirilmesi gereklidir.54
Şeyh Sait İsyanı, Mayıs 1925’te bastırılmış, isyanın ele başları
yakalanmış, yargılanmış, bir ay kadar süren duruşmalar 28 Haziran 1925’te
sonuçlandırılarak, Şeyh Sait’in de aralarında bulunduğu 46 sanık idama
mahkum edilmiştir. İnfazlar, ipleri cellatların çekmesi yerine toplumun çeşitli
kesimlerinden-bakkal, kasap gibi kişilerin-cellatların yerini alması suretiyle
gerçekleştirilmiştir.55
İsyanın bastırılması sonrası bölgede sakıncalı olarak görülen kişi grup
ve aşiretlerin Batı’ya, yerleştirilmesi kararlaştırılmış, bu uygulamalar 20 Nisan
1925 tarih ve 134 sayılı Heyet-i Umumiye kararına dayanarak
gerçekleştirilmiş, ancak asıl kanun 19 Haziran 1927 tarihinde 1097 sayılı
“Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garp Vilayetlerine Nakline Dair Kanun”
adıyla çıkartılmıştır. İsyanının bastırılması sonrasında hükümet, sıkıyönetimin
kaldırılmasını öngörmüş ancak bölgede oluşacak boşluğu doldurmak için 26
Haziran 1927 tarihinde 1164 sayılı “ Umumi Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun”
çıkartılmıştır.56
Şeyh Sait İsyanı sonucu verilen kayıplara ilişkin her hangi bir kayıt
bulunmamakla birlikte Kürt kaynaklarında yer alan rakamlara göre isyan
sonucunda; 206 köy yıkılmış, 8752 ev yakılmış, 15.206 kadın, erkek ve çocuk
öldürülmüştür. Süreyya Bedirhan’ın iddiasına göre ise; Türk hükümeti
tarafından öldürülen ya da göçe zorlanan Kürtlerin sayısı 1 milyondur.
Konuya ilişkin diğer rakamlar tarihçi Chirguh tarafından verilmiştir. Buna göre;
1925–1926, 1926–1927 ve 1927–1928 kışları boyunca 500.000’den fazla kişi
göç ettirilmiş ve bunlardan 200.000’i Batı Anadolu’ya zorunlu göç esnasında
hayatlarını kaybetmiştir. Ayrıca çatışmalarda 2.400 Kürt ve 50.000 Türk 54 Hasretyan, Ahmad, a.g.e., s.30. 55Osman Köker, “Kürt İsyanlarının Liderleri Nasıl Yargılandı, Nasıl Asıldı?”, Toplumsal Tarih, Temmuz 1999, s.6 56 Göktaş, a.g.e., ss. 78-90.
97
ölmüştür. Harekâtın Türk hazinesine maliyeti ise 60.000.0000 Türk lirası
olmuştur.57
Şeyh Sait’in torunu A.Melik Fırat’ın iddiasına göre ise; 1925 Şeyh Sait
ayaklanması esnasında 8.758 ev harap olmuş ve 15.206 kişi hayatını
kaybetmiştir. Ayrıca isyan sırasında bölge halkı, 200-250 km. yol kat ederek
İran, Irak ve Suriye’nin sınır köylerine sığınmıştır.58
Dersim ve çevresi hem Osmanlı devleti hem de Türkiye Cumhuriyeti
için sorunlu bir bölge olmuş ve çözüm önerileri içeren çeşitli raporlar
hazırlanmıştır. Devletin Dersim ile ilgilenmeye başlaması Tanzimat
Fermanı’nın ilanı ile birlikte gerçekleşmiş ve bu ilginin sebebi şu iki nedene
dayandırılmıştır. Birincisi; yoksullaşmaya başlayan devlet için hiç vergi
ödememiş Dersim, mali bir kaynaktır. İkincisi ise; Dersim gençlerinin yeni
düzenlenmiş orduya katılması, ordunun asker gereksinimini karşılamasına
katkı sağlayacaktır.59
Dersim hakkındaki raporların ilki, Dersim’e Vali olarak atanan Arif
Paşa’ya aittir. Bunu 1896’da Anadolu Müfettiş-i Umumisi ve Dördüncü Ordu
Komutanı Zeki Paşa’nın raporu ve 1916-1918 tarihli Kazım Karabekir
tarafından hazırlanan raporlar izlemiştir. Cumhuriyet tarihinin raporları ise;
Diyarbakır Valisi Cemal Bey, Hamdi Bey, İbrahim Tali Bey ve İçişleri Bakanı
Şükrü Kaya’ya aittir. Raporlarda Dersim’e dair yer alan ortak ifadeler
şunlardır:
- Dersim’in coğrafi ve toplumsal yapısı çapulculuk ve isyana teşvik
eder niteliktedir. Halk bundan dolayı vergi vermemektedir ve askerlik
hizmetini yerine getirmemektedir.
- Toprağın tarıma elverişli olmaması halkı çapulculuğa yöneltmektedir.
57 Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri ve Gelişimi, İstanbul, İletişim Yayınları, 1999, s.398-399. 58Ferzende Kaya, Mezopotamya Sürgünü-Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü-, İstanbul, Anka Yayınları, 2003, 46. 59 Faik Bulut, Dersim Raporları, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2005, s.65.
98
- Halkın gerçek efendileri şeyh, seyit, dede, ağa ve beydir. Dersim’in
mutlaka devletin egemenliğine girmesi gerekir.
- Bölgede sadece asker ve jandarma bulundurularak itaat sağlanamaz,
tedip ve korkutmanın yanı sıra ıslahat da gereklidir.
- Dersim halkı aslında Türkmendir, sonradan Kürtleşmişlerdir, Türk
köklerine dönmeleri için kışlaların yanında okullar yapılmalıdır.
- Her durumda Dersimli önderlere karşı yumuşak davranılmamalı, seyit
ve ağalar bölgeden sürgün edilmelidir.
- Dersim olaylarının tekrar etmemesi için evler ve köyler yakılmalı, halk
topluca ülkenin başka yerlerinde iskan edilmelidir.60
Dersim yöresine ait bir başka çalışmada Ziya Gökalp, yöre halkının
“ıslah edilebilmesi”, yani “göçebelikten kurtarılıp yerleşik hale getirilmesi”
gerekliliğini belirtmiştir. Ziya Gökalp’e göre; bölge halkı, dağlık bir bölgede
yaşamaktadır, bölgelerde ziraat mümkün olmadığından halkın düz arazilerde
iskan edilmesi gerekmektedir, Kürtler uzak yerlere gidip askerlik yapmak
istememektedirler, bölgede mahalli taburlar teşkil edilerek arzu edenlerin
imalat ve inşaatta istihdam edilmeleri sağlanabilecektir ve böylelikle Kürtlerin
göç ederek askerlikten kurtulma yolunu seçmeleri engellenecektir.61
Müfettiş İbrahim Tali Bey, Dersim’i 1928 yılında gezmiş ve 1930
yılında İçişleri Bakanlığı için bölgeye ilişkinsunduğu raporda; Dersim’in dışarı
ile ilişkilerini keserek saldırılar ve ticarete engel olunması, her tarafı
kapattıktan sonra kuşatma çemberini daraltarak fenalıklardan dolayı
yakalananların derhal Dersim’den çıkarılması ve Batı’ya serpiştirilmesi, seyit,
reis ve halifelerin Dersim’den çıkartılarak Batı’ya gönderilmesi, toprakların
köylülere verilmesi, Adliyece aranan suçluların yakalanması, eski ve yeni
vergilerin alınması, topraksız ve şuna buna kul olmuş fukaranın yine Batı’ya
nakil edilerek buralara yerleştirilmesi ve dağ başlarında ve hakim
60 Bulut, a.g.e. ss.71-73. 61 Haz:Şevket Baysanoğlu, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Ziya Gökalp, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1992, ss.49-50.
99
noktalardaki münferit evler ve köyleri yakılarak yerleşimin dağlık olmayan
yerlerde gerçekleştirilmesi hususları yer almıştır.62
Ayrıca İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Batı illerinde iskan edilmesi gereken
ağaları belirlemiş ve 347 ailenin adının yer aldığı listeyi rapora ek olarak
sunmuştur. Rapor uyarınca Tekirdağ iline 76, Edirne iline 38, Kırklareli’ne 56,
Balıkesir’e 65, Manisa’ya 73, İzmir’e 34 aile olmak üzere 3470 kişi için, 3000
TL ödenek ayrılarak sürgün kararı alınmıştır.63
1937’de yeni rejimin uygulamalarından rahatsız olan Dersim’de Seyit
Ali Rıza liderliğinde isyan başlamış ve 1938 yılında gerçekleştirilen harekat
ile isyan bastırılmıştır. Dersim Harekatı sırasında hayatını kaybedenlere
ilişkin resmi rakamlar bulunmamakla birlikte, W.Jwaideh’e göre askeri
birliklerden 33 kişi hayatını kaybetmiş, 60 kişi yaralanmış, isyancılardan ise
163 kişi ölmüş ve 866 kişi yaralanmıştır. Yakılan köy sayısı 60’tır.64 Dersim
İsyanı sırasında hayatını kaybeden kişi sayısı başka bir kaynakta 40.000 kişi
olarak verilmiştir.65
Ağrı İsyanı ve Dersim Harekatı sırasında Meclis’te hiç tartışma
gerçekleşmemiş, Tunceli Kanunu’nu “kabul edenler, etmeyenler” şeklinde
onaylanmış ve muhalefet etkisi söz konusu olmamıştır.66
62 Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Ankara, Um:Ag, 2005, ss. 31-33. 63 Mumcu, a.g.e., ss. 47-51. 64 Göktaş, a.g.e., s.140. 65 Jwaideh, a.g.e., s.419. 66 Göktaş, a.g.e., s.9.
100
VI. KÜRT İSYANLARI SONRASI İZLENİLEN POLİTİKALAR
A. Raporlar ve Çözüm Önerileri Kürt isyanları ile birlikte devlet katında çözüm önerileri içeren raporlar
hazırlanmıştır. Bunlardan ilki Kemalettin Sami Paşa Raporu’dur. 1925 yılında
Şeyh Sait İsyana karşı Türk askerini komuta eden Kemalettin Sami Paşa’nın
Kürt sorunu konusundaki çözüm önerileri: Ayaklanma kanlı ve acımasızca
bastırılması, ayaklanmaya katılıp katılmamalarına bakılmaksızın bütün
Kürtler silahsızlandırılması, hiçbir yerde çoğunluk oluşturmamaları için
Kürtlerin, ülkenin değişik bölgelerine iskanı ve ayrıca Kürt bölgelerine
Türklerin yerleştirilmesidir.67
Kürt isyanları ile ilgili ikinci çözüm önerisi Şark Islahat Planı’dır. 1925
sonrasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya ilişkin olarak pek çok rapor
hazırlanmış ve neticede bu raporları ortak bir rapor haline dönüştürmek
maksadıyla İçişleri Bakanı Cemil Uybadın, Adalet Bakanı Mahmut Esat
Bozkurt, Çankırı Mebusu Abdulhalik (Renda) ve Genelkurmay İkinci Başkanı
Kazım Orbay’dan oluşan “Şark Islahat Encümeni” isimli heyet, Bakanlar
Kuruluna sunulmak üzere “Şark Islahat Planı”nı hazırlamıştır. Planda Şarkın
ıslahı için öngörülenler: Sıkıyönetim uygulamasının sürekli hale getirilmesi,
Türkiye’nin, Umumi Müfettişlik bölgelerine ayrılması, Umumi Müfettişlik
içerisinde; Hakkari, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Genç, Diyarbakır, Mardin, Urfa,
Siverek, Elaziz, Dersim, Malatya, Ergani, Beyazıt, Pülümür, Kiğı ve Hınıs’ın
bulunması, bölgede bulunan sivil ya da askeri mahkemelerde yerli halkın
bulunmaması, Van ile Midyat arasındaki hattın batısında Ermenilerin
boşalttığı bölgelere Türk göçmenlerini yerleştirilmesi, ayrıca Rize, Trabzon ve
Erzurum’un kuzeydoğusunda yaşayanların da (Lazlar ve Gürcüler) eğer
isterlerse göçmenlere tanınan haklardan yararlanması, Hınıs Çayı, Murat
Vadisi ve Van Gölü’ne nakledilmesi, Ermenilerden kalan topraklara yerleşen
67 Haz. C. Celil, M. Lazarev, O.D.İ.Jagalina, M.A.Gasaratyan, Ş.Mihoyan, a.g.e., ss. 156-157.
101
Kürtlerin, buradan alınarak eski yerlerine gönderilmesi, isteyenlerin ise Batı
bölgelerine nakledilmesi, bürokrasinin Kürt kökenlerinden arındırılması,
Malatya, Elaziz, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş,
Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişkezek, Ovacık, Hısnı Mansur,
Behisni, Arga, Hekimhan, Birecik ve Çermik vilayetleri ile kaza
merkezlerinde, hükümet/belediye daireleri ile diğer idari şubelerde, okullarda,
çarşı ve pazarlarda Türkçe’den başka dil kullananların, hükümet ve belediye
emirlerine karşı gelmek suçundan cezalandırılması, aslen Türk olan fakat
Kürtlük ya da Araplığa asimile olmak üzere olan bölgelerde Türk ocakları ve
okulları açılması, Fırat’ın Batısındaki illerin bazılarında dağınık olarak
bulunan Kürtlerin Kürtçe konuşmalarının yasaklanmasıdır.68
Kürt isyanlarının çözümünde gündeme gelen diğer bir öneri Umumi
Müfettişler Konferansı’nda Abidin Özmen’in sunduğu tebliğidir.
Aralık 1937 tarihli Umumi Müfettişler Konferansı’nda Dahiliye Müfettişi
Abidin Özmen’in, Kürtçülük akımının önlenmesi için önerdiği çözüm yolu,
“asimilasyon”dur. Bu kapsamda: Doğu illeri; Van Gölü çevresi, Muş Ovası,
Bulanık ve Malazgirt ilçeleri ile, trenlerin ve şoselerin uğradığı yerlere Türk
göçmenleri yerleştirilmesi, Kürtlere Türkçe öğretilecek, bunun için de köy
çocuklarının okuyacağı köy okulları kurulması, “Asimilasyonu” sağlamak için
“Türklük Merkezleri” kurulması, devlet dairelerinde Kürtçe konuşmaya izin
verilmemesi, Kürtçe konuşan memurların uyarılması, bir ileriki aşamada ise
maaşlarında kesinti uygulanması, Kürtler üzerindeki ağa egemenliğinin
engellenmesi, bölgede yol yapımına hız verilmesi ve gerekirse askerlik
çağına gelenlerin “Amele Taburları”nda görevlendirilmesidir. 69
1939-1940 yılları arasında hazırlandığı tahmin edilen ve CHP Genel
Sekreterliğine sunulan yazarı belirsiz raporda ise şu hususlar yer almaktadır:
68 Ahmet Yıldız, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, ss.246-247. 69 Mumcu, Kürt Dosyası, ss.99-100.
102
“…Türkiye Cumhuriyeti bünyesi tam bir “Milli Devlet” vasfını taşımaktadır. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı imparatorluğundan en esaslı vasıfta ayrılmakta olduğundan Milliyet esasını ilk plana almıştır. Bu ülkede müstakil bir devlet olarak yaşayabilmek de ancak milliyet davasının ilk plana alınması ile mümkündür. Nitekim çok sağlam esaslarla kurulmuş olan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, derin bir sağ duyu ile bu esası, prensiplerinin başına almış ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile tespit etmiştir. Osmanlı imparatorluğunun şarkta Volga nehrine, garpta Viyana önlerine, cenupta Basra körfezine, Afrika’da Fas hudutlarına dayanarak kuvvetinin en yüksek haddine vardığı 16. asırda olduğu gibi bu imparatorluğun en zayıf zamanı olan II.Abdülhamit devrinde de Türk unsuru, devletin en ağır yüklerini omuzlarında taşımakla beraber, bu ülkede ekseriyeti teşkil etmiyordu. Bugünkü Türkiye Cumhuriyetinde ise mesele bu bakından da berraktır. Yani bugünkü milli hudutlarımız içinde yaşayan insanların en az %85’inin dili Türkçe’dir. Geri kalan %15’i ise Türkçe’den başka bir anadiliyle konuşmaktadır. Bu durum karşısında tek vazifemiz bu vatan üstünde anadili bakımından “Birlik bir millet” meydana getirmektir.” 70
1935 istatistiklerinde nüfusun %15’ine yakınının Türkçe’den başka
dilleri konuştuğunun hatırlatılmasının ardından aynı raporda durumun
gelecek için tehlike teşkil edeceği “tek millet” yaratılması gerektiği şöyle ifade
edilmiştir:
“ Coğrafi mevkisi nazik, fakir bir memlekette bu nisbet, daima uyanık bulunmayı gerekli kılmaktadır. Bunun için Osmanlı imparatorluğundan kalan bu muhtelif unsurları bir pota içinde kaynatarak kısa bir zamanda (Birlik bir millet) meydana getirmek, bugünkü neslin esas vazifesidir. Bu vazifeyi hakkıyla yapabilmek için de sistemli bir milliyet politikasının esaslarını tespit ederek tatbik etmek lazımdır…”71
Türk milliyetçiliğinin devlet dahilindeki hedefi şu şekilde açıklanmıştır:
“Tek bir dil konuşan; kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı bulunan yurttaşlardan mürekkep siyasi ve içtimai bir bütün meydana getirmek yani vatan içinde anadili tek, ülküsü tek birlik bir millet yaratmaktır. Dar ırk ve dar coğrafi fikirlere bağlanarak ayıran ve azaltan bir Türkçülük değil, dil, dilek ve kültür biriliğini daima göz önünde tutan çoğaltıcı bir millet prensibi gütmek ve bunun murakibi olmak Parti bakımından vazifemizdir.”
Bu hedefe ulaşmak için izlenecek yollar; birleşik millet anlayışının
partiye benimsetilmesi, Memleketteki her türlü şerefin Türkçe ve kendisini
70 Faik Bulut, Kürt Sorununa Çözüm Arayışları-Devlet ve Parti Raporlarlı, Yerli ve Yabancı Öneriler (1920-1997), İstanbul, Ozan Yayıncılık, 1998, ss. 168-169. 71 Bulut, a.g.e., ss. 169-170.
103
Türk hissederek Türkçülükten başka bir kavmiyete bağlılık göstermeyenlere
has olduğunun zihinlere işlenmesi,72 şeklinde sıralanmıştır.
Tek bir dil konuşan, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı yurttaşlar
yaratmanın yolları; yurttaş olarak yaratılmak istenilen milletin coğrafyasının
parçalanması ve bu suretle topluluğun bozulması, iktisaden bağımlı hale
getirilmesi, ulusal kültürünün yaygınlaştırılması, topluluğu bozulmuş azınlıkla
akrabalıklar tesis edilmesi, uygulamalar esnasında adaletin göz önünde
bulundurularak sevgi ve saygı telkin edilmesi 73 olarak sıralanmıştır.
Raporun Kürtler başlığı adı altında “Türkiye’de en mühim milliyet
meselesi Kürt meselesidir” denildikten sonra şunlar belirtilmiştir:
“Irkları eski milliyetleri ne olursa olsun bunlarla aramızda milli birliğin en esaslı amili olan dil birliği yoktur. Bu realiteyi açık ve sarih olarak görmek lazımdır. “Dağ Türkü, Yayla Kürdü” tabirlerle hakikatı kendi gözlerimizden saklamak zarardan başka bir şey getirmeyeceği gibi, bunların Türk olduğuna da mazileri ne olursa olsun bugün ne kendilerini ne de başka bir kimseyi inandıramayız. Bunun için memleketin büyük bir kısmında yabancı bir unsurun toplu olarak yaşadığını bilmek ve itiraf etmek ve buna göre tedbirler almak zaruridir. Bu unsurun toplu bir halde hudut üzerinde oturması ve her vakit dışarının iğvasına (kandırmasına) maruz bulunması bu husustaki uyanıklığımızı en yüksek dereceye çıkarmaktadır. Bağlı haritaya bakılacak olursa Ağrı, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Tunceli, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Urfa vilayetlerinde Kürtler nüfusun %60’ından fazlasını teşkil etmekte ve muayyen bir memleket parçasında ekseriyet halinde bulunmaktadırlar. Bugün Kürt kavminin yazılmış bir tarihi, bir edebiyatı, ilim dili ve bunlar kadar mühim olan bir istiklal gelenekleri bulunmamakla beraber, yerleştikleri yerin ehemmiyeti ve her vakit haricin iğvasına maruz bulunmaları ve daima büyük devletlerden yardım görmeleri bunların herhangi bir zamanda istiklal hareketine geçmelerini mümkün kılabilir.”74 Rapora göre; sayılan nedenden ötürü acilen hususi tedbirler almak
gerekmektedir, ancak burada alınacak tedbirler Çerkes, Arnavut, Gürcü gibi
küçük azınlıklar için alınan önlemlerden daha kapsamlı olmalıdır. Bunlardan
ilki “Her Türk için Türkiye’de uzaklık ve yakınlık mefhumu ancak hududun
ötesinden başlayacak bir mefhum olduğunu, yoksa Ankara’ya veya İstanbul’a
olan mesafenin vatan bakımından bir ölçüt olmadığını bilmek ve zihniyetini
72 Bulut, a.g.e., s. 174. 73 Bulut, a.g.e., s. 175. 74 Bulut, a.g.e., s. 173.
104
buna uydurmak Türk devleti teşkilatında iş alan her adamın vazifesidir.”75
olarak tanımlanan vazifelerin yerine getirilişi esnasında fedakarlıktan
kaçınmamaktır.
İkinci tedbir iskan tedbiridir ve Kürtlerin bulundukları yerlerde Türklerin
iskan edilmesi gerektiği şöyle anlatılmıştır:
“Kürtlerin yoğunlukta oturdukları memleket parçasını tabii harita üzerinde ve nüfus haritasıyla mukayese edersek bu parçanın şarktan garba doğru uzayan silsileler arasında büyük nehirlerle sulanan vadilerde memleketin ortasına kadar uzayıp gittiğini görürüz. Bu sahada oturan ve ekseriyeti çoban ve kısmen göçebe olarak yaşayan bu kavmin, memleketin en cenup mıntıkasından başlayarak bir taraftan Palandöken dağlarının güney eğimine, diğer taraftan Kars vilayetinin göle kazasına ve garpta Birecik, Behisni, Akçadağ, Hekimhan hattına kadar uzayan kısmında keşif ve tam bir arazi irtibatı dahilinde oturmakta olduğunu görürüz. Bu tevazu şekline bakınca ilk hatra gelen şey, arazinin de tabiyatına uyarak bu havalide muayyen yerlerde kesif Türk kitlelerini iskan etmektir.” 76
Rapor, 1934 tarihli İskan Kanunu’na yönelik yorumlar da getirmiş,
kanunun, yürürlüğe girdiği günden itibaren içeriğine uygun tatbik edilmediği,
idare amirlerinin isteklerine alet olduğu ve bir çok ahvalde de yalnız hariçten
gelenlerin şöyle böyle iskanına hizmet ettiği belirtilmiştir.
İskanın başarıya ulaşması için Türk nüfusunun miktarının buralarda
oturan Kürt nüfusa tekabül etmesi ve medeni seviye itibariyle de Kürt’e üstün
olması öngörülmüştür. Bu noktada yapılması gerekenler: İlk öğretimin devlet
yardımıyla gerçekleştirilmesi, öncelikle Kürt olan köylerde okul açılmayarak
nüfusu karışık olan köylerde okul açılması, Kürt olan köylerin çocukları için
bölgede yatılı ilkokulların tesisine başlanması, maarif teşkilatında çalışacak
öğretmenlerin ana dillerinin Kürtçe olmamasına dikkat edilmesi, seçilecek
öğretmenlerin kendi başlarına bırakılmayarak enstitüye bağlanması,
öğretmen okulları ile köy enstitülerine ana dili Kürtçe olanların alınmaması,
öğretmen okulları ve enstitülerinin kendilerine ayrılan bölgedeki ilkokulların
75 Bulut, a.g.e., s. 184. 76 Bulut, a.g.e., s. 184.
105
öğretmenlerinden, her sene üçte birini kendi müesseselerine celbederek en
az altı hafta bunlarla çalışmasıdır.77
Tek parti döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da CHP’nin parti
teşkilatlanması düşük bir seviyede olmuş, hatta bölgeye ait 13 ilde bulunan
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri de kapatılmıştır. Bölgeye parti teşkilatı kurmaya
gerek duyulmamış ve Halk Evleri de açılmamıştır. Bölgeden milletvekili
belirlenmiş, ancak halk CHP’nin katılım sistemi içerisinde yer alamamıştır.78
1936 yılında CHP’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesine ilişkin olarak
parti teşkilatı sadece üç ilden oluşmaktadır. Bu iller 10.497 üye sayısı ile
Maraş, 4.463 üye sayısı ile Malatya ve 1.575 üye sayısı ile Gaziantep’tir.79
CHP’nin ulus inşası ve bu ulus içerisinde Türk kültürüne yaptığı vurgu
1927 tarihli parti programında da yer almıştır. 1927 programında CHP,
vatandaşlar arasında en kuvvetli rabıtanın dil birliği, his birliği, fikir birliği
olduğuna kani olarak Türk dilini ve kültürünü bihakkın yaymak ve inkişaf
ettirmeyi esas kabul etmiştir.80
Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’un 17 Eylül 1930 tarihli bir
konuşması da parti fikirlerini yansıtır niteliktedir: “Cumhuriyet Halk
fırkasındayım. Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile, esasen önemli olan
Türk milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da
düşman da bilsin ki bu memleketin efendisi Türk’tük. Öz Türk olmayanların
Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.” 81
77 Bulut, a.g.e., s. 190. 78 Akyol, a.g.e., s.122. 79 Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt-1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.161. 80 İsmail Beşikçi, CHF Tüzüğü (1927) ve Kürt Sorunu, Ankara, Yurt Kitap Yayın, 1990, s.81. 81 Akyol, a.g.e. s.126.
106
1931 tarihli CHF programında da; “Türk dilinin milli, mükemmel ve
mazbut bir dil haline gelmesi hakkındaki ciddi teşebbüse devam olunacaktır.”
ifadesi yer almıştır.82
B. Kürt Sorunu Konusu Umumi Müfettişlik Uygulaması 1927 yılında Doğu ve Güneydoğuya yönelik sıkıyönetim
uygulamasının kaldırılmasının ardından 26 Haziran 1927 tarih ve 1164
numaralı Umumi Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun ilan edilmiş ve Türkiye dört
genel müfettişliğe ayrılmıştır. Genel Müfettişliklerin kuruluşunun nedeni 5
maddelik kanunun 1 ve 3. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Buna göre temel
amaç, idare ve işbirliğini tesis etmek ve emniyet, asayiş ile idare amirleri
arasında çalışma birliğini sağlamaktır.83 1947’de kaldırılan bu uygulamanın,
ilk Umumi Müfettişi İbrahim Tali Öngören’dir.84
Umumi Müfettişliklerden ilki, Elazığ, Urfa, Bitlis, Van, Hakkari,
Diyarbakır, Siirt ve Mardin vilayetlerini içine almak üzere Birinci Umumi
Müfettişlik adıyla Diyarbakır merkezli olarak 1 Ocak 1928’de faaliyete
geçirilmiştir. Bu müfettişliğe daha sonra Ağrı vilayeti de ilave edilmiş, böylece
Umumi Müfettişlik kapsamındaki vilayet sayısı 9’a yükseltilmiştir. 1929 yılında
1509 sayılı kanunla Bitlis vilayeti lağvedilmiş, onun yerine Muş vilayeti
kurulmuştur. Bitlis de kaza halinde Muş’a bağlanmıştır.
20 Haziran 1927 tarihli ve 1164 sayılı kanun gereğince, 19 Şubat
1934’te Trakya bölgesi İkinci Genel Müfettişlik olarak kurulmuştur. İkinci
Genel Müfettişlik, Kırklareli, Tekirdağ, Edirne, Çanakkale illerini içine almış,
merkez olarak ise Edirne’yi belirlemiştir.
82 İsmail Beşikçi, CHF’nın Programı (1931) ve Kürt Sorunu, Ankara, Belge Yayınları, 1990, s.19 83 İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Ankara, Yurt Kitap Yayın, 1992, s.46. 84 Yıldız, a.g.e., s.257.
107
Yine aynı kanun gereği olarak 6 Eylül 1935’te merkezi Erzurum olmak
üzere üçüncü Genel Müfettişlik kurulmuş, Üçüncü Genel Müfettişlik Ağrı
(birinci Genel Müfettişlikten alınarak) Erzurum, Erzincan, Kars, Rize,
Trabzon, Gümüşhane illerini içine almıştır.
20 Haziran 1927 tarihli ve 1164 sayılı kanun gereğince Birinci Genel
Müfettişlik bölgesi içinde yer alan Tunceli, Bingöl ve Elazığ vilayetleri
Dördüncü Genel Müfettişlik olarak teşkil edilmiştir.85 Genel Müfettişlik
uygulaması 1947 yılında kaldırılmıştır.
Genel Müfettişlik uygulaması sıkıyönetim uygulamasının yerini almış,
bölge vali ya da Jandarma komutanının yerine genel müfettiş tarafından
idare olunmuştur.
C. Kürt Sorunu Konusunda İskan Kanunu
1927 tarih ve 1097 sayılı yasa ile “İdari, askeri ve içtimai sebeplere
binaen Şark örfi idare mıntıkası ile Beyazıt vilayetlerinden 1400 kadar şahsın
ve işbu eşhas aileleri ile 80 asi ailesinin ve bu sebepten ağır ceza
mahkumlarının garp vilayetlerine nakli için hükümete mezuniyet verilmiştir.”86
Yasa gerekçesinde İsmet İnönü, Cumhuriyet döneminde “hükümet içinde
hükümet şeklinde icrayı hüküm ve bu yüzden menfaat temin eden
mütügallibe” diye tanımladığı bu kişileri, yerinden alınıp Batı illerine
sürülmedikçe “aydınlanma ve ilerleme olmayacağı” nı belirtmiştir.87 Yasa
gereğince Kürtlerin yaşadığı bölgelere yönelik olarak Cumhuriyet rejimi ilk
zorunlu göç uygulamasını gerçekleştirmiştir.
85 Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, ss.42-43. 86 Beşikçi, Doğu Anadolu’nun Düzeni Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller, Ankara, Yurt Kitap-Yayın, 1992, s.434. 87 Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, s.53.
108
İskan Kanunu’nun gerekçesinde kanunun amacı şu şekilde
belirtilmiştir:
“Türk bayrağına gönül bağlamamış iken Türk yurttaşlığını, kanunun ona verdiği her türlü hakları kullanmakta olanları Türkiye Cumhuriyeti uygun göremezdi. Bunun içindir ki bu gibileri Türk kültüründe eritmek ve onları Türk oldukları için daha sağlam yurda bağlamak yollarını bu kanun göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti devletinde, Türküm diyen herkesin bu Türklüğü devlet için belli ve açık olmalıdır”88
İkinci zorunlu göç uygulaması 1934 tarihli İskan Kanunu olmuştur.
İskan Kanunu’na ilişkin kanun tasarısı TBMM’ne 2 Mayıs 1932 tarihinde
sunulmuş, tasarının kanunlaşması 1934 tarihine kadar uzamıştır. İskan
kanunun sunuluş gerekçesinde; Yavuz Sultan Selim devrinde hilafetin
Osmanlı hanedanlığına geçmesi ile birlikte, fetih yolu ile ele geçirilen
ülkelerde Türklüğün temsiline engel olunduğu belirtilerek Tanzimat
döneminde yaratılan yapay Osmanlıcılığın “milli temsil siyaseti”ni engellediği
vurgulanmıştır. 89
Kanuna ilişkin gerekçede Osmanlı devletinin Kürt aşiretler için izlediği
özel siyasete ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:
“Aşiretleri kendi hallerine bırakmak, hatta reisler ve ağaların aşiret üzerlerindeki nüfuzlarını artırmak ve onları ağalar ve beyler aracılığı ile Hükümete bağlamak, gerek birbirleriyle gerek yerleşen halk ile aralarındaki uyuşmazlık ve çelişkileri beklemek mutlak yönetimin başlıca siyasetiydi. Eski ve yeni Osmanlı yönetiminin bütün yasaları, fermanları ve fetvaları, aşiret ağalığı, beyliği, tıpkı aramızda bir komün idaresi özerkliği ve belediye başkanlığı şeklinde görmüş ve tanımıştır. Meşrutiyet’in ilanından ve Balkan Savaşı’ndan sonra İçişleri Bakanlığı’na bağlı göçmenlerin yönetiminin faaliyetleri arttı. 1914 yılında aşiretlerin yönetimi de göçmenlerin yönetimi kapsamı içine alındı.” 90
Yasanın; ağa, şeyh ve beylere verilen tüm ayrıcalıkları kaldırmayı ve
Kürt feodal yönetimlerinin yok edilmesini hedefleyen amacı ise şöyle
anlatılmıştır:
“Milli üretimi artırmak ve kıymetlendirmek için mevcut nüfusumuzu hem dışarıdan gelecek ırkdaşlarımızla artırmaya, hem de içeride üreyip türemek imkanının kalmadığı dar 88 TBMM Zabıt, 4.Dönem, Cilt:23-24, s.8. 89 Mumcu, a.g.e., s.55. 90 Mumcu, a.g.e., s.56.
109
gelirli çevrelerden kurtararak arazileri geniş yerlerde ırkı kuvvetlendirecek, vatandaşlar arasında fazla doğurganlık ve sağlık koşulları uygunsuz olan yerlerden elverişli yerlere kaldırarak nüfus kütleleri arasında ölümlerin azalmasıyla ve topraksız halkın toprak edinmesiyle gelişmeye ihtiyaç vardı.”91
27.04.1934 tarihli İskan Kanunu Muvakkat Encümeni Mazbatası’nda
“Bu kanun niçin yapıldı?” sorusunun cevabı şu şekilde yer almıştır:
“...Yalnız muhacir getirerek yerleştirmek düşüncesi bu kanunda yer tutmuş değildir. Burada en canlı ve köklü düşünce yapılacak iş, yerleştirmenin bilgi yolunda yapılmış olması ile beraber binlerce yıldan beri dönüp dolaşan dağınık Türkleri toparlayarak artık bu göçebe yaşayışına bir son vermek ve kültür işini kökünden kesmek için buraya açık ve kestirme kurallar konmuştur. Öteden beri Türk kültürüne uzak kalmış olanların ülkede yerleşerek onlara Türk kültürünü benimsetmek için devletin yapacağı işler, bu kanunda açıkça gösterilmiştir. Türk bayrağına gönül bağlamışken, Türk yurttaşlığını, kanunun ona verdiği her türlü hakları kullanmakta olanları Türkiye Cumhuriyeti uygun göremezdi. Bunun içindir ki, bu gibileri Türk kültüründe eritmek ve onları Türk oldukları için daha sağlam yurda bağlamak yollarını bu kanun göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti devletinde Türk’üm diyen her kesin bu Türklüğü devlet için belli ve açık olmalıdır. Burada devlet, hiçbir Türk’ün Türklüğünden bir soluk işkillenmek istemez. Yalnız, devletin kanunlarından her türlü koruyuculuğu ve yararlılığı görerek, her Türk gibi, yurdun bütün iyiliklerini kazançlarını verimlerini bol bol almakla beraber, Türk duygusunu taşımaz gibi durmak işini bu kanun kökünden kesip atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bütün bunların nereden geldiğini araştırarak bu kanunla uygunsuzlukların hepsini ortadan kaldırmıştır. Bunları Türk Büyük Benliğinde yerleşip eriterek, bir kardeş yurttaş varlığı yaratmak istemiştir. Bunun için de kanunun temeli ne gelişigüzele, ne de bana göreler üzerine kurulmuş değildir. Burada en sarsılmaz temel kökünü yaşamak bilgisinden alarak kurulmuş olan Yurt bilgisidir. Ve kanun bunun üzerine kurulmak istemiştir. Bunun içindir ki, devletin düşüncesi yalnız muhacir getirip yerleştirmek olmadığını başlangıçta anlatmıştır.”92 Yasanın TBMM’nde gerçekleşen görüşmelerinde İçişleri Bakanı Şükrü
Kaya, yasanın göçebelerin iskanını da kapsayacağını belirterek şu hususlara
değinmiştir:
“Kendilerine (göçmenlere) Cumhuriyet nimetleri henüz yetiştirilememiştir. Aralarında ne yargıç vardır, ne hekim ne öğretmen. Bunların, böyle rüzgara kapılmış yapraklar gibi oradan oraya sürüklendiğini görmek çok acıdır. Ben bir bakan, bir milletvekili olarak bunları görmekten çok üzülüyorum. Sizin de üzüntülerinizi dile getiriyorum. Bu yurttaşları da uygar ve iktisadi bir halde oturtmak için bu yasa içinde maddeler vardır.”
Yasa sadece iskan konusunu ihtiva etmemekte aynı zamanda
uygarlaşmayı da öngörmektedir. Ancak aynı Bakan konuşmasının
devamında asıl amacın ne olduğu şu sözler ile ifade edilmiştir: “Bazı yerlerde
91 Mumcu, a.g.e., s.57. 92 İsmail BEŞİKÇİ, Kürtlerin Mecburi İskanı, ss. 134-135)
110
niçin temiz Türkçe konuşulmuyor? Bu yasa tek dille konuşan, bir düşünen,
aynı duyguyu taşıyan bir memleket yapacaktır. 93
İskan Kanunu’nun, ulus inşası kapsamında değerlendirilebilecek
maddelerinden ilki kanunun ikinci maddesidir∗. Bu madde ile Türkiye üç iskan
bölgesine ayrılmıştır. Birinci bölge Türk kültürünün yayılması istenilen ve
ülkenin Doğu bölgesi olarak tespit edildiği değerlendirilen illerden oluşmuş ve
ikinci bölge; Türk kültüründen olmayan nüfusun bu kültüre asimile olması için
tasarlanan, yoğun Türk nüfusun bulunduğu ve ülkenin Batı bölgesi olarak
tespit edildiği değerlendirilen illeri kapsamıştır. Üçüncü bölge ise; iskanın
yasak olduğu, boşaltılması istenilen ve yine ülkenin Doğu bölgesi olduğu
değerlendirilen illerden meydana gelmiştir.
Konuyla ilgili ikinci madde İskan Kanunu’nun 4. maddesidir. ∗∗ Kanuna
göre; Türk kültürüne bağlı olduğu düşünülen Türk soyundan muhacirlerin 1
numaralı mıntıkalara yerleştirilmesi planlanmış, ancak anarşistler, casuslar
ve çingeneler muhacir olarak değerlendirilmediğinden iskana tabi tutulmaları
uygun görülmemiştir.
93 TBMM Zabıt, Yıl:1934, Cilt:23, Devre:4, s.141. ∗ Madde 2.Dahiliye Vekilliğince yapılıp İcra Vekilleri Heyetince tasdik olunacak haritaya göre Türkiye, iskan bakımından üç nevi mıntıkaya ayrılır. 1 numaralı mıntıkalar:Türk kültürlü nüfusunun tekasüfü istenilen yerlerdir. 2 numaralı mıntıkalar: Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerlerdir. 3 numaralı mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri boşaltılması istenilen ve iskan ve ikamet yasak edilen yelerdir. ∗∗ Madde 4. A: Türk kültürüne bağlı olmayanlar, B: Anarşistler, C: Casuslar, Ç: Göçebe çingeneler, D: Memleket dışına çıkarılmış olanlar Türkiye’ye muhacir olarak alınmazlar, Bulaşık hastalıklar doğrudan doğruya Hükümet hastanelerine gönderilip orada parasız tedavi olunurlar.
111
İskan Kanununun çifte standart taşıdığının ve planlanan iskan
politikalarının başarıya ulaşmasını zorlaştıran ilk işaret kanunun 7.
maddesidir.∗ Maddeye göre; Doğu bölgelerine iskanı planlanan “muhacirlere”
yerleşim bölgelerini belirlemede getirilen zorunluluk derecesi ile Batı
bölgelerine iskanı planlanan Türk kültüründen uzak halkın yerleşiminde
getirilen zorunluluk derecesi farklı değerlerde olmuştur.
İskan Kanunu’nun 10. maddesi∗∗ uyarınca ise, şeyhlik, beylik gibi
uygulamaların kaldırılması ve bu kişilere ait olan arazilerin topraksız köylülere
dağıtılması öngörülmüş, bu ise yasanın devrim niteliği taşıdığına ilişkin
yorumların yapılmasına neden olmuştur.∗∗ Ancak unvanların kaldırılması ve
Türk kültürüne bağlı olmayan aşiret fertlerinin 2 numaralı mıntıkalara
yerleşmesi çözüm olmamış, bölgeden ayrılan aşiret liderlerin yerini yeni
ağalar, şeyhler ve beyler doldurmuş, topraksız köylüye dağıtılması planlanan
araziler usulsüzlükler ile belli kişilerin elinde toplanmış ve siyasi iktidarların,
∗ Madde 7. Türk ırkından olup Hükümetten iskan yardımı istememeyi yazı ile bildiren muhacirler ve mülteciler Türkiye içinde istedikleri yerde yerleşmeğe serbest bırakılırlar. Hükümetten iskan yardımı isteyenler Hükümetin göstereceği yerlere gitmeğe mecburdurlar. Türk ırkından olmayanlar, Hükümetten yardım istemeseler bile, Hükümetin göstereceği yerde yurt tutmağa ve Hükümetin izni olmadıkça buralarda kalmağa mecburdurlar. İzinsiz başka yere gidenler ilk defasında yerlerine çevrilirler. Tekerrürü halinde İcra Vekilleri Heyeti kararı ile, vatandaşlıktan düşürülürler. ∗∗ Madde 10: Kanun aşirete hükmi şahsiyet tanımaz. Bu hususta herhangi bir hüküm, vesika ve ilana müstenit de olma tanınmış haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği ve bunların herhangi bir vesikaya veya görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taazzuvları kaldırılmıştır. Bu kanunun neşrinden önce herhangi bir hüküm veya vesika ile veya örf ve adetle aşiretlerin şahsiyetlerine veya onlara izafetle reis, bey, ağa ve şeyhlerine ait olarak tanınmış, kayıtlı, kayıtsız, bütün gayrimenkullar devlete geçer. Bu kanun hükümlerine ve devletçe tutulan usullere göre bu gayrimenkullar muhacirlere, mültecilere, göçebeler, naklolunanlara, topraksız veya az topraklı yerli çiftçilere dağıtılıp tapuya bağlanır. Bu gayrimenkulların aidiyeti tapu sicillerindeki kayıtlara göre tespit olunur. Tapu sicillerinde aidiyete dair bir kayıt yoksa veyahut kayıtlar yalnız şahıslar namına olup da halk arasında bunların aşirete ait olduğu şayi bunuyor ve aşiret fertleri de bu gayrimenkullardan başkasına sahip bulunmuyorlarsa aidiyet, tahkikat üzerine, o yerin idare heyeti kararı ile hallolur; idare heyetlerinin valilerce tasdik edilen bu kararı kat’idir. Türk tebaasında olup da Türk kültürüne bağlı bulunmayan aşiretler fertlerinin dağınık olarak 2 numaralı mıntıkalara, Türk tabiiyetli ve Türk kültürlü göçebe aşiretler fertlerini sıhhat ve yaşama şartları elverişli yerlere nakledip yerleştirmeğe; Türk tebaası olmayan ve Türk kültürüne bağlı bulunmayan göçebe aşiretle fertlerini icaba göre Türkiye dışarısına çıkarmağa Dahiliye Vekili salahiyetlidir.
112
eskisinden farklı olmayan bu uygulamalara verdiği destek ile İskan Kanunu
devrim niteliği taşımayamamıştır.
Kanunun 11. maddesi∗, Türk kültüründen olmayan vatandaşların
örgütlü hale gelerek her an bir ayaklanma başlatılmasından duyulan
endişeye işaret etmiştir. Gayrimüslimlere yönelik olarak getirilen bu hükmün
yorumu; kanunun yürürlüğe girmesinin hemen ardından kaleme alınan “İskan
ve Muhaceret” isimli kitapta, bazı iş kollarında egemen oldukları iddia edilen
azınlıkların bu hakimiyetine son verme gayreti olarak yer almıştır.94
Hangi mıntıkalara kimlerin yerleştirileceği 12. ve 13. maddelerde
sıralanmıştır.∗ Buna göre; Türk kültürüne mensup olmayanlar ülkenin Batı
∗ Madde 11: Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin köyü, bir mahalleyi, bir işi veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaktır. Kasabalarda ve şehirlerde yerleşen ecnebilerin tutarı belediye sınırı içindeki bütün nüfus tutarının yüzde onunu geçemez ve ayrı mahalle kuramazlar. 94 H.Nuri, İskan ve Muhaceret, İstanbul,Tecelli Matbaası, 1934, ss.19-20. ∗∗ Madde 12:1 numaralı mıntıkalara: Yeniden hiçbir aşiretin veya göçebenin sokulmasına, Türk kültürüne bağlı olmayan hiçbir ferdin yeniden yerleşmesine ve bu mıntıkaların eski yerlilerinden olsa bile Türk kültürüne bağlı olmayan hiçbir kimsenin avdet etmesine izin verilemez. Bu mıntıkalarda soyca Türk olup dilini unutmuş veya ihmal etmiş bulunan köyler ve aşiretler efradı, ahalisi Türk kültürüne bağlı köyler ile nahiye, kaza ve vilayet merkezleri civarına yerleştirirler. Bu mıntıkalarda, 1914’den önce, yerleşip ana dili Türkçe olan ve umumi veya milli savaşta mıntıka dışarısındaki vilayetlere gelmiş ve bu kanunun mer’iyetine kadar hiçbir iskan yardımı görmemiş bulunanların eski yurtlarına gelmeleri ve yerleşmeleri temin olunur. Dışarıdan gelecek Türk kültürlü muhacirler, iklim ve yaşayış şartlarına uygunluğu göz önünde tutularak, mıntıkalara alınıp yerleştirirler. 3 numaralı mıntıkalar halkından veya 1 numaralı mıntıkalar dışında yerleşmiş olanlardan Türk kültürlü vatandaşlar, aileleri ile birlikte, iklim ve yaşayış şartlarına uygun olmak üzere, 1 numaralı mıntıkalara alınıp iskan edilirler. 1 numaralı mıntıkalar haricindeki vilayetler ahalisinden bu mıntıkalara, aileleri ile birlikte gelip yerleşmek isteyen Türk ırk ve kültürlü asker ve mülkiye mütekaitleri, yine bu vilayetler halkından ve Türk ırkından olduğu halde bu mıntıkalarda askerlik etmiş olup terhislerinde ailelerini getirerek ve bekar olanlar da evlenerek, yerleşmek isteyenler, 17’inci maddeye göre, iskan edilirler. Madde 13. 2 numaralı mıntıkada: Aşağıda yazılanlar Dahiliye Vekilliğinin münasip göreceği yerlerde iskan edilirler: A: Dışarıdan gelen muhacirler ve mülteciler; B: Bu mıntıkadaki aşiretler; C: 1 ve3 numaralı mıntıkalardan naklolunanlar;
113
bölgeleri olan 2 numaralı mıntıkalara, Türk kültürüne mensup çoğunluğu
muhacir kitle ise ülkenin Doğu bölgelerine yerleştirilecektir. Amaç; planlı bir
iskan sağlamak ya da göçebelerin yerleşik hale getirilmesini sağlamaktan
ziyade ulus inşasını Türk kültürü üzerine inşa etmektir.
1 numaralı mıntıkalara iskanın zorunluluk açısından daha yumuşak
kurallar ihtiva etmesi, hükümeti iskana teşvik için kurallar koymaya zorlamış
ve buralarda iskan edecek Türk kültürüne mensup şahıslara iskan
kanununun 20’nci maddesi uyarınca∗ daha fazla toprak verilerek Doğu
Anadolu cazip hale getirilmeye çalışılmıştır.
İskan Kanunun çifte standarda sahip olduğunun ikinci işareti 29.
maddedir.∗∗ Madde uyarınca 1 numaralı mıntıkalarda iskan edilenlerin
bulundukları bölgede oturma zorunluluğu 10 yıl olarak tespit edilmişken, aynı
kuralın uygulanması 2 numaralı mıntıkalarda İcra Vekilleri Heyeti’nin iznine
Ç: 1 ve 3 numaralı mıntıkalar halkından olup bu mıntıkalarda askerliğini bitirmiş olanlardan evlenerek kalmak isteyenler; D: 1 numaralı mıntıkalardan Türk ırkından olmayanlardan bu mıntıkaya gelip yerleşmek isteyenler. Aşağıda yazılanlar, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile, nakil ve iskan edilebilirler: A: Topraksız veya az topraklı çiftçiler; B: Heyelan ve seylap gibi afete uğrayan kimseler; C: Verimsiz veya azmaklık ve bataklık veya tehlikeli veya askerlikçe yasak topraklardaki insanlar; Ç: Harsi, siyasi, idari, içtimai, askeri, iktisadi sebeplerle nakline lüzum görülenler. Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba ve şehirlere iskanları mecburidir. ∗ Madde 20: 1 numaralı mıntıkalara iskan edilenlere, değeri peşin verilmek üzere iskan derecesinin iki katı, 1914 veya daha önceki yılların tapu ve yoksa vergi kıymetleri üzeriden, toprak verilir. Vergi veya tapu kıymeti olmayanları, emsaline bakılarak, o yerin idare heyetinin takdir edeceği kıymet üzerinden vermek caizdir. ∗∗ Madde 29: Hükümetçe iskan edilen muhacirler, mülteciler, göçebeler ve 1 numaralı mıntıkada hükümetçe yerleştirilen kimseler yerleştirildikleri yerde en az 10 yıl oturmağı mecburdurlar. Bunlar Dahiliye vekilliğinin izni olmadıkça başka yerlerde yurt tutamazlar. Başka yerlere izinsiz gidip yurt tutanlar ve tutmak isteyenler yerleştirildikleri yere döndürülürler. 1 ve 3 numaralı mıntıkalardan 2 numaralı mıntıkaya naklolunan ve 2 numaralı mıntıkada 9, 10 ve11 ‘inci maddelere göre bir yeden başka yere nakledilenler on yıl sonra dahi, İcra Vekilleri Heyeti kararı olmadıkça, başka yerlere gidip yurt tutamazlar.
114
tabii tutulmuştur. Türk kültüründen olmayan unsurların iskan edildikleri
bölgeden Türk kültürüne sahip olmadan dönmelerine izin verilmemiştir.
İskan kanunu kapsamında İçişleri Bakanlığına verilen diğer yetkiler:
Toprağı az, bataklık, ormanlık, dağlık ve taşlık olan geçim vasıtalarından
mahrum bulunan köyler halkını, meskun veya göçebe bulunan mıntıkalar
halkını ve evleri dağınık köyler halkını, yaşayış ve sıhhat itibariyle elverişli
yerlere nakil ve dağınık köyler halkını da daha uygun merkezlere toplamaktır.
Ayrıca Bakanlık, Türk kültürüne bağlı olmayan çingeneler ve
göçebeleri, toplu olmamak üzere kasabalara serpiştirme suretiyle Türk
kültürlü köylere dağıtıp yerleştirecektir. Bunlar içerisinde casusluğu tespit
edilen kişiler ise sınır dışı edilecektir.95
İskana yasaklanan 3 numaralı mıntıkalar ise öyle dağlık ve kayalık
alanları içine almıştır ki fiziksel yapıları dolayısıyla, bu alanlarda sadece
buralarda doğanlar oturabilmiştir. Türk kültürüne mensup kitlenin, bu
bölgelere yerleştirilmesi durumunda, kısa bir süre içinde buralarda ölecekleri
kesindir, o halde bu kişilerin 3 numaralı mıntıkalara nakledilmesi mümkün
değildir, ama yine de bu bölgelerin boşaltılması gerekmektedir, çünkü askeri
operasyonlar sırasında, Türk birlikleri bu bölgelerde büyük kayıplara maruz
kalmışlardır. 96
Celadet Ali Bedirhan’a göre; İskan Kanunu kapsamında ülkenin Batı
vilayetlerinde iskan edilmiş bir kişinin, kat etmesi gereken mesafe yaklaşık
1750 km.dir ve 1750 km.yi kat etmek için her kişiye dönemin koşullarına
göre, 600 frank harcamak gerekmiştir. 97
95 Nuri, a.g.e., ss.9-10. 96 Bedirhan, a.g.e., ss.26-27. 97 Bedirhan, a.g.e., ss. 30-31.
115
Türk kültürüne mensup göçmenlerin, ülkenin Doğu’suna yerleşmek
istemelerini düşünmek güçtür. Girit göçmenleriyle 1902’de benzeri bir
deneme yapılmış, ancak iklimin sert olması ve yabancılara karşı
misafirperver tavırla yaklaşılmaması nedeniyle başarıya ulaşılamamıştır.
Nitekim, 1934 yılında çıkarılan İskan Kanunu sonrasında Türkiye’ye
dışarıdan gelen göçmenler de bu kanun kapsamında iskana tabi tutulmuştur.
Türk soyundan ve Türk kültürüne sahip olan bu göçmenlerden iskan yardımı
istemeyenler istedikleri yere yerleştirilebilecekken, iskan yardımı isteyenler
devletin gösterdiği yerlere yerleştirilmiştir. Türkiye’ye dışarıdan gelen ve
İskan Kanunu’na tabii tutulan kişilerden çoğunluğu iskan yardımından
yararlanmayı istememiştir. 1923-1933 yılları arasında 157.736 aileye, aile
başına ortalama 39,6 dekar olmak üzere toplam 6.258.928 dekar toprak
dağıtılmış, 1934-1949 yılları arasında ise,62.849 aileye, aile başına 46,6
dekar olmak üzere toplam 2.866.685 dekar toprak verilmiştir.98 İskan
politikası doğrultusunda Diyarbakır’da yeni kurulan 17 köye, 8 bin Balkan
göçmeni yerleştirilmiş, ancak 1943 yılına gelindiğinde bunlardan sadece
3560’i yerleştirildikleri bölgede kalmıştır.99
İskan Kanunu’nun uygulanmasına göre; Tunceli, Erzincan, Bitlis, Siirt,
Van, Bingöl, Diyarbakır, Ağrı, Muş, Erzurum, Elazığ, Kars, Malatya, Mardin,
Çoruh illerinden 5.074 hanede 25.831 nüfus Batı Anadolu’ya nakledilmiştir.
1947 yılında çıkarılan 5098 sayılı yasa ile zorunlu iskana tabi tutulan kişilerin
nakledildikleri yerde oturma zorunluluğu kaldırılmış, 4.128 hanede 22.516 kişi
Doğu Anadolu’daki eski yererline dönmüştür. 1948 yılında çıkarılan 5227
sayılı yasa ile muhtaç durumda olanlara eski yerlerine dönmeleri halinde
Batıda verilen iskan hakları tanınınca 917 hanede 4607 nüfus Doğu
Anadolu’ya dönmüştür. 5826 sayılı yasa ile de Tunceli, Van, Siirt, Bitlis, Ağrı
ve Kars’ta yasak bölge ilan edilen yerler yerleşime açılmış ve tapuya bağlı
olarak devlete geçmiş olan taşınmazlar eski sahiplerine geri verilmiştir.100
98 Okutan, a.g.e., s.63. 99 Yıldız, a.g.e., s.147. 100 Okutan, a.g.e., s.64.
116
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki nüfus dengesini
sağlamak maksadıyla başka bölgelerden buraya yerleştirilmeye çalışılan
göçmenlere karşı halk arasında kin duygusu gelişmiş, Türk kültürünün hakim
olmadığı kişileri Batı Anadolu’ya gönderme politikası ise ekonomik ve
psikolojik yıkım anlamına geldiğinden hoşnutsuzluk yaratmıştır.101
VII. İSKAN KANUNU’NUN DEĞERLENDİRMESİ
Yaşadıkları bölgenin dağlık ve sert iklim koşullarına sahip olması,
Kürtlerin merkezi otorite tarafından kontrol edilmelerini güçleştirmiş ve Kürtler
ödedikleri az miktar vergi karşılığında kısmi bir özerkliğe sahip olmuşlardır.
Kürtler, Osmanlı döneminde sahip olunan bu özerkliğin, devletin
yıkılması sonrasında da devam edeceğini düşünerek Milli Mücadele
hareketine destek vermişlerdir. Cumhuriyet kadrolarının niyeti de ilk aşamada
şu şekilde olmuştur. Bu niyet ifadesini 16-17 Ocak 1923 tarihli İzmit basın
toplantısında bulmuştur. Vakit gazetesinin başyazarı Ahmet Emin Bey ile
Gazi Mustafa Kemal arasında geçen sohbet şu şekildedir:
“Ahmet Emin Bey: Kürt meselesine temas buyurmuştunuz, Kürtlük meselesi nedir? Dahili bir mesele olarak temas buyurursanız çok iyi olur. Gazi Mustafa Kemal: Kürt meselesi, bizim yani Türklerin menfaatine olarak da katiyen mevzubahis olamaz. Çünkü malumaliniz bizim hudud-u milliyemiz dahilinde mevcut Kürt anasır o surette tevattun etmiştir ki pek mahdut yerlerde hali kesafettir. Fakat kesafetlerini kaybede ede ve Türk anasırının içine gire gire öyle bir hudut hasıl olmuştur ki Kürtlük namına bir hudut çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. Faraza, Erzurum’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir hudut aramak lazımdır. Ve hatta Konya çöllerinde Kürt aşiretlerini de nazar-ı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Binaenaleyh başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise bizim Teşkilatı-ı Esasiye Kanunu’nu mucibince zaten bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı mevzuubahs olurken, onları da beraber ifade lazımdır. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait mesele ihdas etmeleri daima variddir. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin sahib-i selahiyet vekillerinden mürekkeptir ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını tevhid 101 Akyol, a.g.e., s.109.
117
etmiştir. Yani onlar bilirler ki müşterek bir şeydir. Ayrı bir hudut çizmeye kalkışmak doğru olmaz.”102
Ancak, Cumhuriyet rejimi uygulamaları Kürtlere kısmi bir özerlik
verilmekten yana olmamış ve 1924 anayasası vilayetlerin sahip olduğu
göreceli özerkliği kaldırılmıştır. Tüm bunların yanı sıra birleştirici unsur olarak
addedilebilecek hilafetin kaldırılması Kürt topluluklar tarafından tepkiyle
karşılanmış ve yeni rejimin uygulamalarına karşı isyanlar başlamıştır. 1924-
1938 yılları arasında gerçekleşen 18 isyanın 17’si Doğu Anadolu’da meydana
gelmiş ve bunlardan 16’sına Kürtler katılmıştır.103
Cumhuriyet döneminde Kürt isyanları, sayısal olarak artmasının yanı
sıra niteliksel bir değişme de yaşamıştır. Kürt isyanları aşiret çıkarlarını
savunmaktan ziyade zamanla önce dini sonra da etnik bir karaktere
bürünmüştür. İsyanların, etnik karaktere bürünmesi, Kürtlerin, Çerkez, Laz,
Abaza, Arap, Azeri ve Boşnak gruplar gibi Türk ulusuna katılmalarını
güçleştirmiştir. Mevcut durum karşısında devlet, sayılan etnik gruplara
uygulanandan farklı ulus inşası yöntemlerini ele almıştır, bu yöntemlerden en
önemlisi 1934 tarihli İskan Kanunu’dur.
İskan Kanunu, 1925 tarihinde başlayan Kürt isyanlarının sonucu olarak
ortaya çıkmamıştır. Nitekim, isyanlar öncesinde de Doğu ve Güneydoğu’ya
yönelik olarak raporlar hazırlanmış ve Kürtlerin, ülkenin Batı bölgelerine iskan
ettirilmeleri bir çözüm yöntemi olarak öne sürülmüştür. Ancak 1934 tarihli
İskan Kanunu’nun, önceki iskan planlamalarından farkı; Türk kültürüne
mensup halkın, bu kültüre yabancı Doğu Anadolu bölgesinde iskanını da
içermesi olmuştur.
Ülkenin Doğusundan Batısına zorunlu göçle iskan ettirilen nüfus
rakamlar kesin olmamakla birlikte 25.000 kişidir. Batıdan Doğuya
102 Perinçek, a.g.e., ss.357-359. 103 Kirişçi, Wınrow, a.g.e., s.105.
118
gerçekleştirilen iskanlar ise göçlerin isteğe bağlı ve geri dönüşü mümkün
kılmasından ötürü kalıcı olmamış ve kayda değer bir nitelik taşıyamamıştır.
Zorunlu iskan uygulamasının 1947 yılında sona ermesi ile birlikte
Batı’da bulunan Türk kültürüne yabancı unsurlar geldikleri yerlere geri
dönmüşler ve “Türk ulus inşası” başarıya ulaşamamıştır.
İskan Kanunu’nun tam anlamıyla başarıya ulaşmamasının ve ulus
inşasının tamamlanamamasının öncelikli nedeni; kanun hükümlerinin ihtiva
ettiği zorunluluk uygulamasının, ülkenin Batısına ve Doğusuna iskan
ettirilecek topluluklar için farklılık arz etmesidir. Doğu’da iskana tabi tutulan
Türk kültüründen topluluk, zorunluluk uygulaması bulunmadığından tüm
teşviklere rağmen eski yerleşimlerine geri dönmüştür.
Ülkenin Doğusundan Batısına göç ettirilen Türk kültürüne mensup
olmayan topluluk ise, zorunlulu iskan uygulamasının yürürlükten kalkması ile
önceki iskan yerlerine geri dönmüş ve yaşamlarına kaldıkları yerden devam
edebilmiştir. Batı’da zorunlu iskana tabi tutulan toplulukların yaşamlarına
kaldıkları yerden devam edebilmelerinde, İskan Kanunu ile kararlaştırılan ağa
ve şeyhlere ait olan toprakların köylülere dağıtılmaması ve ağaların kendi
yerlerine geri dönmeleri ile birlikte toprakların kendilerine iade edilmesi etkili
olmuştur.104
İskan Kanunlarının, ülkenin Doğu bölgelerinde başarıya
ulaşamamasının bir diğer nedeni ise; ulus inşasında kullanılan ekonomik
kalkınma ve entegrasyon ile bölgenin eğitimine yapılacak katkılara gereken
önemin verilmemesidir. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan
Kürtler, ulus-devlet anlayışının öncesinde olduğu gibi İran, Irak ve Suriye ile
sınır ticaretini devam etmiş, bölgeye yönelik olarak herhangi bir kalkınma
104 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, I.Cilt (1884-1938), Ankara, Remzi Kitabevi, 2001, ss.314-315.
119
projesi uygulanmamış ve Kazım Karabekir’in ziraat projesi de göz ardı
edilmiştir.105
İskan Kanun, “tek bir lisan konuşan, aynı düşünen ve hisseden bir
memleket yaratmayı” yani “Türk ulus inşasını” amaçlamış, ancak sadece
ülkenin bir kısmını, tek bir yöntemle inşa etmeyi amaçlayan bu uygulama
başarısız olmuştur.
105 Akyol, a.g.e., s.110.
SONUÇ
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yönetici elit tarafından, ulusun
içsel unsurları, Hroch’un sınıflandırmasında yer alan ilk iki aşama (ulus
niteliklerinin araştırılması ve ulus bilincinin yaratılması) için kullanılırken,
ulusun dışsal unsuru, ulusun ortaya çıkmasının son aşaması olan kitlesel bir
hareketin oluşmasında etkili olmuştur.
Ulusun içsel öğelerinden din, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus inşasında
göz önünde bulundurulan ilk kriter olmuş ve devlet-ulus benzeşmesinde,
“Müslüman devlet ulusunun da Müslüman olması” kriteri benimsenmiştir.
Kuşkusuz bu anlayışın benimsenmesinde; Hıristiyan işgal güçlerine karşı
verilen Milli Mücadele, Osmanlı devletinin yıkılma süreci içerisine girmesi ile
işgal kuvvetleri ile birlikte hareket eden gayrimüslim tebaa ve yeni kurulan
devletin nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olması ile Osmanlı
devletine nazaran daha homojen bir yapı ihtiva etmesinin etkisi büyüktür.
Ancak esas sebep, ulus-devlet kurgusunun sağlam olması idealidir.
Müslüman vatandaşlara sahip olma anlayışı ya da ulus inşasının ilk
aşaması, devletin kuruluşu ile eş zamanlıdır: Lausanne Barış Antlaşması.
Antlaşma göstermiştir ki homojen ulusun varlığı ile sağlam ulus-devlete sahip
olma anlayışı sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından benimsememektedir ve
Yunanistan da aynı amacı gerçekleştirme peşindedir. Sonuçta Lausanne
Barış Antlaşmasına ek bir protokol ile Türk ve Yunan halklarının mübadelesi
kararlaştırılmış ve 1924-1926 yılları arasında nüfus mübadelesi
gerçekleştirilmiştir. Aslında mübadele 1922 Eylül ayında Yunan orduları ile
birlikte Anadolu Rumlarının Yunanistan’a kaçışı ile başlamış ve
Yunanistan’da bulunan Türklerin Türkiye’ye zorunlu göçü ile yasal hale
bürünmüştür. 1922-1926 yılları arasında yaklaşık 2.000.000 insanın yer
değiştirdiği bu zorunlu göç uygulaması dünyadaki ilk ve tek uygulamadır.
121
Sonuçta mübadele amacına ulaşabilmiş ve homojen bir ulus inşa
edilebilmiş midir? Her iki devlet için de bu sorunun cevabı kısmen evet,
kısmen hayırdır. Sorunun cevabı evettir, çünkü her iki devlette de nüfusun
büyük çoğunluğu Türk veya Yunandır. Sorunun cevabı hayırdır, çünkü
ulusların diğerine tahammül edemeyerek daha kötü felaketlere
sürüklenmesini engellemek için yapılan mübadele tam tersi bir netice
yaratmış ve içindeki az miktar azınlıktan (Türk/Rum) rahatsız olunur hatta bu
azınlıkların “kin state” lerine karşı bile kadim nefretler beslenir hale
gelinmiştir.
Mübadeleden öte ulus inşasının ilk aşamasında din kriterinin esas
alındığını gösteren bir başka örnek de Türk etnisitesine mensup olmasına
rağmen Müslüman olmadıkları için Türkiye’ye yerleşmelerine izin verilmeyen
Gagavuz Türkleridir.
İçteki faklılıkları dışarı atan, dıştaki benzerlerini de içeri alan Türkiye
Cumhuriyeti için ulus inşasının ikinci aşamasını, ulusun bir diğer içsel öğesi
dil oluşturmuştur. Ülkenin farklı bölgelerinde farklı bir dil konuşan, farklı etnik
kökenden geldiklerine inan ve daha da önemlisi devlet/rejim aleyhtarı
ayaklanma çıkaran halka, Türk kültürüne ait olduğunun hatırlatılması
gerekmiştir.
1927 yılında 13.6 milyonluk nüfusun %9’u anadilini Kürtçe olarak ifade
etmiş, aynı oran 1935 nüfus sayımına göre 16.598.037 olan toplam nüfusta
da değişiklik göstermemiştir.1 Bu oranlar yönetici elitte kaygıya neden olmuş
ve Türk kültürüne sahip olmayan unsurlar ile Türk kültürüne sahip ulusun yer
değiştirmesini öngören 1934 tarihli İskan Kanunu’nun uygulanmasına
geçilmiştir.
1 Ali Erman Özsoy, İsmet Koç, Aykut Toros, “Türkiye’nin Etnik Yapısının Ana Dil Sorunlarına Göre Analizi”, Nüfus Bilim Dergisi, Yıl: 1992, Say: 14., ss.109-110.
122
1934 tarihli İskan Kanunu amacına ulaşmış ve homojen bir ulus inşa
edilmesi kapsamında tek hakim kültürün Türk kültürü olmasını sağlayabilmiş
midir? Bu sorunun cevabı 1945 nüfus sayımına göre evet olabilir, nitekim
1945 nüfus sayımına göre 18.790.174 toplam nüfusa sahip Türkiye’de
anadilini ve ikinci dilini Kürtçe olarak belirten kişi sayısı: 1.137.532’dir yani
nüfusun %6’sıdır ve bu rakam 10 yıl öncesine göre %3’lük bir azalışa işaret
etmektedir.2
Ancak sorunun cevabı kesinlikle hayırdır, çünkü İskan Kanunu, tek
taraflı işleyen bir mekanizmayı öngörerek Türk kültürüne mensup kişilerin, bu
kültürün hakim olmadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da iskanını zorunlu
kılmamış, dolayısıyla bu yerler Türk kültürünün bir parçası olamamıştır. Bunu
kanıtlamanın en iyi yolu da yine bir nüfus sayımına ilişkin rakamlardır. 1990
yılına ait nüfus sayımında anadil sorusu yer almamasına rağmen, 1965 yılı
rakamlarına atıfta bulunularak projeksiyon yöntemiyle yapılan tahmine göre;
anadilini Kürtçe olarak belirten kişilerin sayısı %6’dır ve bu rakam, İskan
Kanunu uygulamasının hemen ardından gerçekleştirilen nüfus sayımı verileri
ile aynıdır.3 Nüfus sayımının ötesinde Türkiye’de bulunan Kürtlerin anadilde
eğitim, Kürtçe televizyon/radyo yayını gibi talepleri de İskan Kanununun
amacına ulaşamadığının en güncel kanıtlarıdır.
Devlet inşası, ulus inşasından önce gerçekleşebildiği gibi ortak bir
sadakat ve bağlılık duygusu ile ulusal kültür olmadan da varolabilir. Ulus
inşası ise; etnik, ırksal, sınıfsal ayrılıklar bir devletin birliğini, meşruluğunu ve
varlığını tehdit etmeye devam ettiği sürece tamamlanamayacaktır. Devlet, bu
noktada yeni tedbirler alma gereğini duyacak ve ulus-devlet inşa etmek için
içerisinde zorunlu göçün de yer aldığı yeni arayışlar içerisine girecektir.
Osmanlı devletinde, imparatorluğun gelirini artırmak, “reaya”yı en
verimli sahalarda ve rasyonel bir şekilde çalıştırmak, yeni fethedilen
2 Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü Kayıtları, Ankara, 1950, s.108. 3 Özsoy, Koç, Toros, a.g.e., s.110.
123
memleketi şenlendirmek, askeri sevkiyatı ve erzak tedarikini kolaylaştıracak
şekilde yollar boyunca köyler ve kasabalar kurarak nakliyat ve seyahati
teşkilatlandırmak ve nihayetinde yabancı bir memlekette diğer düşman
unsurlar arasında yerleştirilecek Türk ve Müslüman muhacirler ile siyasi ve
askeri emniyeti sağlamak gibi gayeler ile iskan politikasının bir parçası haline
getirilen “zorunlu göç” uygulaması4, “ulus inşasında” kullanılabilir bir araç
değildir.
Ne Türk-Yunan nüfus mübadelesinde, ne de 1934 tarihli İskan Kanunu
uygulamasında “zorunlu göç” yöntemiyle ulus inşası amacına ulaşabilmiştir.
Hatta homojenleştirme amacı farklı etnik mensubiyetlerin birbirlerini algılayış
tarzlarını radikalleştirerek sorunun günümüze kadar gelmesine menfi
anlamda katkı sağlamıştır.
4 Ömer Lütfi Barkan, “Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt:13, Yıl:1951-1952, ss.57-58.
124
KAYNAKÇA
“150’likler ve Hoybun Cemiyeti”, Toplumsal Tarih, Şubat 1999, s.51. AĞANOĞLU, H.Yıldırım, Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanlar’ın Makus Tarihi:Göç, İstanbul, Kum Saati Yayınları, 2001. AKGÖNÜL, Samim ,“Göçmenliğe Dair Kelimeler,” Virgül, Mayıs 2006, ss.58-71. AKGÜN, Seçil, “Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu”, 3. Askeri Tarih Semineri-Türk-Yunan İlişkileri, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 1986. AKIN, Rıdvan, “TBMM’nin Lausanne Siyaseti ve Heyet-i Murahhasa’nın Karşılaştığı Belli Başlı Sorunlar”, Belgelerle Türk Tarihi, Haziran 2000, Sayı:41, ss.32-47. AKTAR,Ayhan, “Nüfusun Homojenleştirilmesi ve Ekonominin Türkleştirilmesi Sürecinde Bir Aşama”, Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.111-161. -----------------, “Türk Yunan Nüfus Mübadelesinin İlk Yılı: Eylül 1922-Eylül 1923”, Der.Müfide PEKİN, Yeniden Kurulan Yaşamlar: 1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.41-75. AKYOL, Mustafa, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, Yanlış Giden Neydi, Bundan Sonra Nereye? İstanbul,Doğan Kitap, 2006. ALAKOM, Rohat, “Kürt Örgütlenme Tarihi”, Tarih ve Toplum, Ocak 2001, Sayı 205, ss.19-21. ALEXANDİRİS, Alexis, “Din ve Etnisite: Yunanistan ve Türkiye’deki Azınlıkların Kimlik meselesi”, Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss. 185-209. Ana Britanica, Cilt-9. Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü, Ankara, Seçkin Kitabevi, 1985. ARI, Kemal, Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003.
125
-----------------, “Yunan İşgalinden Sonra İzmir’de Emval-i Metruke ve Fuzuli İşgal Sorunu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 15, Temmuz 1998, ss.678-694. -----------------, “Cumhuriyet’in Nüfus Politikası”, Toplumsal Tarih, Kasım 2003, ss.28-31. -----------------, “Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart 1992, s.406-412. ARMAOĞLU, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, İstanbul, Alkım Yayınevi. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam, I.Cilt (1884-1938), Ankara, Remzi Kitabevi, 2001. BARKAN, Ömer Lütfi, “Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt:13, Yıl:1951-1952, ss.42-70. BARUTCISKI, Michael, “Lozan’a Yeniden Bir Bakış: Uluslararası Hukuk ve Siyasette Nüfus Mübadeleleri”, Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.31-54. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü Kayıtları, Ankara, 1950, s.108. BAYSANOĞLU, Şevket (Haz.), Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler-Ziya Gökalp, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1992. BAYUR, Yusuf Hikmet, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1995. BEDİRHAN, Celadet Ali, Kürt Sorunu Üzerine, Avesta, 1997. BELLİ, Mihri, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi-Ekonomik Açıdan Bir Bakış, İstanbul, Belge Yayınları, 2006. BEŞİKÇİ, İsmail, Doğu Anadolu’nun Düzeni Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temelleri, Ankara, Yurt Kitap-Yayın, 1990. --------------, CHF Tüzüğü (1927) ve Kürt Sorunu, Ankara, Yurt Kitap Yayın, 1990. --------------, CHF’nın Programı (1931) ve Kürt Sorunu, Ankara, Belge Yayınları, 1990.
126
--------------, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Ankara, Yurt Kitap Yayın, 1992. BİLGİN, Nuri, “Cumhuriyetçi Yurttaşlık Modeli ve Yeni Meydan Okuyuşlar,” Demokrasi Platformu, Yıl:2, Sayı:5, Kış 2006, ss.1-18. BULUT, Faik, Dersim Raporları, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2005. --------------, Kürt Sorununa Çözüm Arayışları-Devlet ve Parti Raporlarlı, Yerli ve Yabancı Öneriler (1920-1997), İstanbul, Ozan Yayıncılık, 1998. Büyük Kültür Ansiklopedisi, Cilt: 10. CENGİZKIRAN, Ali, “Türkiye’de Mübadele Konut ve Yerleşim Politikası”, Der. Müfide PEKİN, Yeniden Kurulan Yaşamlar-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss.285-337. CİLLAV, Haluk, Nüfus İstatistikleri ve Demografinin Genel Esasları, İstanbul, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını, 1960. COLONAS, Vassilis, “1923’ten Önce ve Sonra Küçük Asya Rumlarının Konut Sorunu ve Mimari Tarzı”, Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss.249-270. ÇAY, Abdülhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, Turan Kültür Vakfı Yayınları, 1996. CELİL, Celile, M.S. LAZAREV, O.D.İ.JAGALİNA, M.A.GASARATYAN, Ş.MİHOYAN, Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, İstanbul, Peri Yayınları, bilatarih. ÇİÇEKOĞLU, Feride, Suyun Öte Yanı, İstanbul, Can Yayınları, 1992. DÜNDAR, Fuat, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskan Politikası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001. Dünya Mültecilerinin Durumu “Bir İnsanlık Sorunu, BMMYK, Oxford University Press, 1999. ERÖZDEN, Ozan, Ulus-Devlet, Ankara, Dost Kitabevi, 1997. FIRAT, Melek, “1913-1923 Yunanistan’la ilişkiler”, Ed.Baskın ORAN Türk Dış Politikası, Cilt:I, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001,ss.178-238.
127
GERAY, Cevat, Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler ve Göçmenlerin İskanı,SBF Maliye Enstitüsü Dergisi, 1962, ss.1-34. GÖÇER, Orhan, Ülke Planlama İlkeleri, İstanbul, Yıldız Üniversitesi Matbaası, 1990. GÖKTAŞ, Hıdır, Kürtler, İsyan, Tenkil, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1991. GÜMÜŞ, Okan, Aziz SEVİ, Ansiklopedik Uluslararası İlişkiler Sözlüğü Ankara, Polat Yayınları, 1991. GÜRİZ, Adnan, Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, İstanbul, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları, 1975. GÜRÜN, Kamuran, Savaşan Dünya ve Türkiye, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1986. Güvensizlik Mirasının Aşılması: Devlet ve Yerinden Edinilmiş Kişiler Arasında Toplumsal Mutabakata Doğru, İstanbul, TESEV, 2006. HALAÇOĞLU, Yusuf, 18.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1991. HASRETYAN, M.A., AHMAD, K.M., 1925 Kürt Ayaklanması, Medya Güneşi Yayınları, 1992. HIRSCHON, Renee, “Lozan Sözleşmesi’nin Sonuçları: Genel Bir Bakış”, Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.17-30. HROCH, “From National Movement to the Fully-Formed Nation-The Nation-Building Process in Europe”, New Left Review, Sayı:198 (Mart-Nisan 1993), ss.3-20. JWAİDEH, Wadie, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri ve Gelişimi, İstanbul, İletişim Yayınları, 1999. KAYA, Ferzende, Mezopotamya Sürgünü-Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü-, İstanbul, Anka Yayınları, 2003. KİLİ, Suna, GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref, Türk Anayasa Metinleri, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bilatarih. KİRİŞÇİ, Kemal, M.WINROW, Gareth, Kürt Sorunu-Kökeni ve Gelişimi, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002.
128
KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt-1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003. KONTOİORGİ, Elisabeth, “Makedonya’nın Yunanistan’a Ait olan Kısmına Mülteci Yerleşiminin Ekonomik sonuçları, 1923-1932”, Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.89-110. KOUFOPOULOU, Sophia, “Türkiye’de Müslüman Giritliler” Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.313-328. KÖKER, Osman, “Kürt İsyanlarının Liderleri Nasıl Yargılandı, Nasıl Asıldı?”, Toplumsal Tarih, Temmuz 1999.ss. 1-8. KURUBAŞ, Erol, Asimilasyondan Tanınmaya Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2004. KÜRŞAT, Cengiz, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Lausanne Murahhas Heyeti’ne Verilen Talimatlar”, Belgelerle Türk Tarihi, Temmuz 1998, Sayı:18, ss.1-26. Malmisanij, Kürt Milliyetçiliği ve Dr. Abdullah Cevdet, Jina Nu Yayınları, 1986. MERAY, Seha L., Lausanne Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler, İstanbul, YKY, 2001. MUMCU, Uğur, Kürt-İslam Ayaklanması (1919-1925), Ankara, Um:Ag, 2005. --------------, Kürt Dosyası, Ankara, Um:Ag, 2005. NUR, Rıza, Hayat ve Hatıratım, Cilt 3, İstanbul, Altındağ Yayınevi,1968. NUR, Rıza, GREW, Joseph C., Lausanne Barış Konferansı’nın Perde Arkası, İstanbul, Örgün Yayınevi, 2003. NURİ H., İskan ve Muhaceret, İstanbul, Tecelli Matbaası, 1934. Nüfus Hareketleri İstatistiği, Ankara, Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, 1948. ORAN, Baskın, “Kalanların Öyküsü”, Der. Renee HİRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.161-164.
129
ORHONLU, Cengiz, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskanı, İstanbul, Eren Yayıncılık, 1987. ÖZERENGİN, Faruk (Haz.), Kürt Meselesi-Kazım Karabekir, İstanbul, Emre Yayınların, 2006. ÖZSOY, Ali Erman, İsmet KOÇ, Aykut TOROS, “Türkiye’nin Etnik Yapısının Ana Dil Sorunlarına Göre Analizi”, Nüfus Bilim Dergisi, Yıl 1992, Sayı 14, ss.95-117. PALLİS, Alexander Arastasius, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915-1922), Çev. Orhan AZİZOĞLU, İstanbul, YKY, 1997. PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri -II.Kitap, Ankara, Turhan Kitabevi, 1999. PENTZOPOULOS, D. Mounton, Balkan Exchange of Minorities and It’s İmpact Upon Greece, Paris, 1962, ss.165-185. PERİNÇEK, Doğu, Kurtuluş Savaşında Kürt Politikası, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2000. PETRONADİS, Argiris, Hacıustalar-Akmağdeni’nden Aridea’ya Bir Mübadele Öyküsü, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2004. SEYYAR, Ali, Sosyal Siyaset Terimleri-Ansiklopedik Sözlük, İstanbul, Beta Basım, 2002. SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), Cilt I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1983. ŞİMŞİR, Bilal, Lausanne Telgrafları: Türk Diplomatik Belgelerinde Lausanne Barış Konferansı (Kasım 1922-Şubat 1923), c.1, Ankara TTK, 1990. TEKELİ, İlhan, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu”, Toplum ve Bilim, Sayı: 50, Yaz 1990, ss. 49-71. TOK, Nafiz, “Çokkültürcülüğe Bir Yanıt Olarak Tekkültürcülük ve Çokkültürcülük,” Demokrasi Platformu, Yıl:2, Sayı:5, Kış 2006, ss. 19-35. TOPLU, Abdülhadi, Tarih İçinde Anadolu Sakinleri ve İsyanlar-Ayaklanmalar, Ocak Yayınları, Ankara, 1996. TSİTSELKİS, Konstantinos, “1923’ten Önce Yunanistan’da Müslüman Cemaatler-Yasal Süreklilikler ve İdeolojik Tutarsızlıklar”, Der. Müfide PEKİN,
130
Yeniden Kurulan Yaşamlar-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss. 341-356. Türk Hukuk Lügatı, Ankara, Başbakanlık Yayınları, 1991. Türkçe Sözlük, Ankara, Dil Derneği, 1991. TÜRKER, Orhan, “Ahali Mübadelesinin 75. Yılı”, Tarih ve Toplum, Nisan 1998, sayı 172, ss. 323-348. Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara, 1972. TBMM Gizli Celse Zabıtları, 4 Nisan 1922, Devre I, Cilt.3. Ankara, İş Bankası Yayınları, 1985. TBMM Zabıtları, Devre:II, içtima:II, Cilt:9, 25 Şubat 1925. TBMM Zabıtları, Devre:II, içtima:II, Cilt:9, 27 Ekim 1924. TBMM Zabıtları, Devre:II, İçtima:II, Cilt:15, 4 Mart 1925. TBMM Zabıtları, Devre:IV, Cilt:23-24, 6 Haziran 1934. TBMM Zabıtları, Devre:IV, Cilt:23, 7 Haziran 1934. UMAR, Bilge, Yunanlılar ve Anadolu Rumlarının Anlatımıyla İzmir Savaşı, Ankara, İnkılap, 2002. VAN BRUİNESSEN, Martin, Ağa, Şeyh ve Devlet, Ankara, Özge Yayınları, Bila tarih. YALÇIN, Kemal, Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları, İstanbul, Doğan Kitap, 1999. YEĞEN, Mesut, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006. YEROLYMPOS, Alexandra, “Yunanistan’da İki Savaş Arası Dönemde Şehir Planlama ve Mülteciler Sorunu: Geçici Çözümler ve Uzun Vadeli Zararlar”, Der: Renee HIRSCHON, Ege’yi Geçerken-1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, ss.209-224. YILDIZ, Ahmet, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene”: Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001.
131
YILDIZ, Hasan, 20.Yüzyıl Başlarında Kürt Siyasası ve Modernizim, İstanbul, Nüjen Yayınları, 1996.
130
TÜRK VE RUM NÜFUS MÜBALESİNE İLİŞKİN SÖZLEME VE PROTOKOL İmza tarihi 30 Ocak 1923
Madde 1. Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden
Türk uyrukları ile, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan
uyrukların, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine
girişilecektir.
Bu kimselerden hiçbiri, Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye ya
da Yunan hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada
yerleşmeyecektir.
Madde 2. Birinci maddede öngörülen mübadele:
a) İstanbul’da oturan Rumlar,
b) Batı Trakya’da oturan Müslümanları kapsamayacaktır.
1912 Yasası ile sınırlandırıldığı biçimde İstanbul Belediye sınırları
içinde 30 Ekim 1918 gününden önce yerleşmiş bulunan tüm Rumlar,
İstanbul’da oturan Rumlar sayılacaktır.
1913 Bükreş Antlaşmasının saptamış olduğu sınır çizgisinin
doğusundaki bölgeye yerleşmiş tüm Müslümanlar, Batı Trakya’da oturan
Müslümanlar sayılacaklardır.
Madde 3. Karşılıklı olarak, üzerindeki Rum ve Türk nüfusu
mübadele edilecek olan toprakları 18 Ekim 1912 tarihinde sonra bırakıp
gitmiş olan Rumlar ve Müslümanlar 1. maddede öngörülen mübadelenin
kapsamına girer sayılacaklardır.
İşbu Sözleşmede kullanılan “göçmen” terimi, 18 Ekim 1912 tarihinden
sonra göç etmesi gereken ya da göç etmiş bulunan tüm gerçek ya da tüzel
kişileri kapsamaktadır.
131
Madde 4. Aileleri Türk ülkesini daha önce bırakıp gitmiş olup da
kendileri Türkiye’de alıkonulmuş bulunan Rum halkından vücutça sağlam
erkekler, işbu Sözleşme uyarınca, Yunanistan’a gönderilecek ilk kafileyi
oluşturacaktır.
Madde 5. İşbu Sözleşmenin 9. ve 10. maddelerindeki çekinceler
saklı kalmak üzere, bu Sözleşme uyarınca yapılacak mübadele yüzünden,
Türkiye’deki Rumların ya da Yunanistan’da Türklerin mülkiyet haklarına ve
alacaklarına hiçbir zarar verilmeyecektir.
Madde 6. Mübadele edilecek halklara mensup bir kimsenin, hangi
nedenle olursa olsun, gidişine hiçbir engel çıkartılmayacaktır. Bir göçmeni,
kesinleşmiş bir hapis cezası bulunduğu, henüz kesinleşmemiş bir cezaya
çarptırıldığı, ya da kendisine karşı ceza kovuşturması yürütüldüğü durularda,
söz konusu göçmen, cezasını çekmek ya da yargılanmak üzere, kendisine
karşı kovuşturmada ulunan ülkenin makamlarınca, gideceği ülkenin
makamlarına teslim edilecektir.
Madde 7. Göçmenler, bırakıp gideceği ülkenin uyrukluğuna
yitirecekler ve vardıkları ülkenin topraklarına ayak bastıkları anda, bu ülkenin
uyrukluğunu edinmiş sayılacaklardır.
İki ülkeden birini yada ötekini daha önce bırakıp gitmiş olan ve henüz
yeni bir uyrukluk edinmemiş bulunan göçmenler, bu yeni uyrukluğu, işbu
Sözleşmenin imzası gününde edinmiş olacaklardır.
Madde 8. Göçmenler her çeşit taşınır mallarını yanlarında
götürmekte ya da bunları taştırmakta serbest olacaklardır. Bu yüzden
kendilerinden çıkış ya da giriş resmi ya da herhangi başka bir resim
alınmayacaktır.
Bunu gibi, işbu Sözleşme uyarınca bağıtlı devletlerden birinin ülkesini
bırakıp gidecek her topluluk üyesinin (camiler, tekkeler, medreseler, kiliseler,
manastırlar, okullar, hastaneler, dernekler, birlikler ve tüzel kişiler, ya da ne
132
çeşit olursa olsun, başkaca tesisler personelini de kapsamak üter) kendi
topluluklarının taşınır mallarını yanlarında serbestçe götürmeğe ya da
taşıttırmağa haklı olacaktır.
11. maddede öngörülen Karma Komisyonun tavsiyesi üzerine, her iki
ülke makamlarınca, taşım işlerinde en geniş kolaylıklar sağlanacaktır.
Taşınır mallarının tümünü ya da bir ölümünü yanlarında
götüremeyecek olan göçmenler, bunları oldukları yerde bırakabileceklerdir
Bu durumda, yerel makalar, bırakılan taşınır malların dökümünü ve değerini,
ilgili göçmenin gözleri önünde saptamakla görevli olacaklardır. Göçmenin
bırakacağı taşınır malların dökümünü ve değerini gösteren tutanakla dört
örnek olarak düzenlenecek ve bunlardan biri yerel makamlarca saklanacak,
ikinci 9. maddede öngörülen arıtım işlemine temel alınmak üzere, 11.
maddede öngörülen Karma Komisyonuna sunulacak, üçüncüsü göç edilecek
ülkenin Hükümetine, dördüncü de göçmene verilecektir.
Madde 9. 8. maddede söz konusu olan göçmenlerin ve
toplulukların, kent ya da köylerdeki taşınmaz malları ile bu göçmenlerin ya da
topluların bırakmış oldukları taşınır mallar, 11. maddede öngörülen Karma
Komisyonca, aşağıdaki hükümler uyarınca arıtılacaktır:
Zorunlu mübadele uygulanacak bölgelerde bulunup mübadele
uygulanmayacak bir bölgede yerleşmiş toplulukların di ya da yardım
kurumlarının malları da, ödeş koşullar içine, arıtılacaktır.
Madde 10. Bağıtlı Yüksek Tarafların ülkelerin daha önceden bırakıp
gitmiş olan ve işbu Sözleşmenin 3. maddesi uyarınca nüfus mübadelesinin
kapsamına girer sayılan kimselerin taşınır ya da taşınmaz mallarının arıtımı,
9. madde uyarınca ve Türkiye ile Yunanistan’da, 18 Ekim 1912 gününden bu
yana yürürlüğe konulmuş yasalara ve her çeşit yönetmeliklere göre, ya da
başka herhangi bir zoralım, zorla satın alım vb. gibi, işbu mallar üzerindeki
mülkiyet hakkını her hangi bir yolan kısıtlayıcı nitelikte hiçbir önleme konu
olmaksızın, yürütülecektir. İşbu maddede ve 9. maddede söz konusu mallar,
133
bu çeşit bir önleme konu olursa, bu mallara 11. maddede öngörülen
Komisyonca, bu önlemler uygulanmamışçasına, değer biçilecektir.
Kamulaştırılmış mallara gelince, Karma Komisyon, her iki ülkede
mübadele kapsamına girecek kimlerin olup da mübadele uygulanacak
toplada bulunan ve 18 Ekim 1912’den sonra kamulaştırılmış olan bu mallara
yeniden değer biçecektir. Komisyon, bir zarar verilmiş olduğunu görürse,
bunun onarılması için mal sahiplerinin alacak hesabına ve kamulaştırılan
taşınmaz malın bulunduğu ülke Hükümetin borcuna geçilecektir
8. ve 9. maddelerde söz konusu kimlere, şu yada bu yoldan
yararlanmaktan yoksun bırakıldıkları malların gelirlerini elde edememişlerse,
bu gelirlerin tutarının kendilerine geri verilmesi, Savaş öncesi ortalama gelir
temel alınarak ve Karma Komisyonunca saptanacak yöntemler uyarınca,
sağlanacaktır.
Yunanistan’daki Vakıf mallarının ve bunlardan doğan hak ve çıkarların
ve Türkiye’de Rumların benzer tesislerin arıtımına girişirken, 11. maddede
öngörülen Karma Komisyon, bu tesislerin ve bunlarla ilgili bulunan özel
kişilerin haklarını ve çıkarlarını bütünüyle korumak amacıyla, daha önce
yapılmış antlaşmalarda kabul edilen ilkelerden esinlenecektir.
11. maddede öngörülen Komisyon, bu hükümleri uygulamakla görevli
olacaktır.
Madde 11. İşbu Sözleşmenin yürürlüğe girişinden başlayarak bir aylık
süre içinde, Bağıtlı Yüksek Taraflardan her birinden dört ve 1914-1918
Savaşına katılmamış devletlerin uyrukları arasından Milletler Cemiyeti
Konseyi’nin seçeceği üç üyeden oluşan ve Türkiye’de ya da Yunanistan’da
toplanacak olan, bir Karma Komisyon kurulacaktır. Komisyonun Başkanlığını,
tarafsız üç üyeden her biri sıra ile yapacaktır.
Karma Komisyon, gerekli göreceği yerlerde her biri bir Türk ve bir
Yunanlı üye ile Karma Komisyonca atanacak tarafsız bir Başkandan
oluşacak ve Karma Komisyona bağlı kalarak çalışacak Alt-Komisyonlar
kurmağa yetkili olacaktır. Karma Komisyon, Alt-Komisyonlara verilecek
yetkileri kendisi saptayacaktır.
134
Madde 12. Karma Komisyon, işbu Sözleşmede öngörülen taşınır ve
taşınmaz malların tasfiyesine girişmekle yetkili olacaktır.
Karma Komisyon, göçün ve yukarıda belirtilen arıtım işinin
yöntemlerini saptayacaktır.
Karma Komisyon, genel olarak, işbu Sözleşmenin uygulanmasında
gerekli göreceği önlemleri almağa ve bu Sözleşme yüzünden ortaya
çıkabilecek tüm sorunları karara bağlamağa tam yetkili olacaktır.
Karma Komisyonunun kararları oy çokluluğu ile alınacaktır.
Tasfiye edilecek mallara, haklara ve çıkarlara ilişin tüm itirazla Karma
Komisyonunca kesin olarak karara bağlanacaktır.
Madde 13. Karma Komisyon, ilgilileri dinledikten ya da dinlemeğe
yöntemi uyarınca çağırdıktan sonra, işbu Sözleşme uyarınca arıtılması
gereken taşınmaz mallara değer biçtirme işlemine girişmek için tam yetkili
olacaktır.
Arıtılacak mallara değer biçilmesinde, bu malların altın para ile olan
değeri temel sayılacaktır.
Madde 14. Komisyon, ilgili mal sahibine, elinden alınan ve ulunduğu
ülkenin Hükümeti emrinde kalacak olan mallar için borçlu kalınan para
tutarını belirten bir açıklama belgesi verilecektir.
Bu açıklama belgeleri temel sayılarak borçlu kalınan para tutarları,
arıtımın yapılacağı ülke ile Hükümetinin, göçmenin bağlı olduğu Hükümete
karşı bir borcu olacaktır.Göçmenin, ilke olarak göç ettiği ülkede, kendisine
borçlu bulunulan paraların karşılığında, ayrıldığı ülkede bırakmış olacağı
mallarla eşdeğerde ve nitelikte, mal alması gerekecektir.
Her altı ayda bir, yukarıda belirtilen biçimde açıklama belgeleri temeli
üzerinden, her iki Hükümetçe ödenmesi gereken paraların hesabı
çıkartılacaktır.
Arıtım işlemi bütünlediği zaman, karşılıklı borçlar birbirine eşit çıkarsa,
bunlarla ilgili hesaplar denkleştirilmiş ve kapatılmış olacaktır. Bu denkleştirme
135
işleminden sonra, Hükümetlerden biri ötesine borçlu kalırsa, bu borç peşin
para ile ödenecektir. Borçlu Hükümet, bu ödeme için süre tanınmasını
isterse, Komisyon, yıllık en çok üç taksitle ödenmesi koşulu ile bu süreyi ona
tanıyabilecektir. Komisyon, bu üre içinde ödenmesi gereken faizleri de
saptayacaktır.
Ödenecek para oldukça önemli ve daha uzun sürelerin tanınmasını
gerektirmekteyse, borçlu Hükümet, borçlu olduğu paranın yüzde yirmisine
dek, Karma Komisyonca saptanacak bir parayı peşin olarak ödeyecek, geri
kalan borç için de, Karma Komisyonca saptanacak oranda faizli ve yirmi yıllık
bir süre içinde ödenmesi gereken borç senetleri çıkarabilecektir. Borçlu
Hükümet, bu borç için Komisyonca kabul edilecek sağlancalar gösterecektir.
Bu sağlancalar, Yunanistan’da Uluslar arası Komisyonca, İstanbul’da Düyun-
u Umumiye Meclisince işletilecek ve bunların gelirleri toplanacaktır. Bu
sağlancalar konusunda anlaşmaya varılmazsa, Milletler Cemiyeti Konseyi
bunların neler olacağını saptamaya yetkili olacaktır.
Madde 15. Göçü kolaylaştırmak amacıyla, ilgili devletlerce, Karma
Komisyonun saptayacağı koşullarla, Komisyona öndelik olarak ödemede
bulunacaktır.
Madde 16. Türkiye ve Yunanistan hükümetleri, işbu Sözleşme
uyarınca, ülkelerini bırakıp gidecek olan kimseler ile bu kimselerin gidecekleri
ülkelere götürülmek üzere varacakları limanlara yapılacak bildirilere ilişkin
tüm sorunlar üterinde, 11. maddede öngörülen Karma Komisyonu ile
anlaşacaklardır.
Bağıtlı Yüksek Taraflara, mübadele edilecek haklara, gidişleri için
saptanmış günden önce yurtlarını bırakıp gitmelerine yol açmak, ya da
mallarını ellerinden çıkartmak üzere, doğrudan ya da dolaylı hiçbir baskıda
bulunmamayı, karşılıklı olarak yükümlenirler.Bağıtlı Yüksek Taraflar, ülkeyi
bırakıp giden ya da gidecek olan göçmenleri hiçbir vergiye ya da olağanüstü
bir resme bağlamamayı da yükümlenirler.
136
2. madde uyarınca mübadele dışında bırakılacak bölgelerde
oturanların, bu bölgelerde kalma ya da oranlara yeniden dönmek hakları ile
Türkiye ve Yunanistan’da özgürlüklerinden ve mülkiyet haklarından serbestçe
yararlanmalarına hiçbir engel çıkartılmayacaktır.Bu hüküm,mübadele dışı
bırakılacak söz konusu bölgelerde oturanların mallarını başkalarına
serbestçe geçirmelerini ve bu kimselerden Türkiye’yi ya da Yunanistan’ı
kendi istekleriyle bırakıp gitmek isteyeceklerin gidişini engelleme nedeni
olarak öne sürülmeyecektir.
Madde 17. Karma Komisyonun ve kolların çalışmaları ve işlerinin
yürütülmesi için gerekli giderler, Komisyonca saptanacak oranlara göre, ilgili
hükümetlerce karşılanacaktır.
Madde 18. Bağıtlı Yüksek Taraflar, işbu Sözleşmenin
uygulanmasının ağlamak üzere, yasalarında gerekli değişiklikleri yapmayı
yükümlenirler.
Madde 19. İşbu Sözleşme, Bağıtlı Yüksek Taraflar bakımından,
Türkiye ile yapılacak Barış Antlaşmasının bir parçasıymış gibi özdeş güçte ve
değerde sayılacaktır. İşbu Sözleşme, söz konusu Antlaşma Bağıtlı Yüksek
Tarafların her ikisince onaylanır onaylanmaz yürürlüğe girecektir.
Bu hükümetlere olan inançla, her birinin yetki belgelerinin yöntemine
uygun olduğu görülen aşağıdaki imzaların sahipleri yetkili Temsilciler işbu
Sözleşmeyi imzalamışlardır.
Lozan’a, 30 Ocak 1923 günü üç örnek olarak düzenlenmiştir. Bu
örneklerden biri Yunanistan Hükümetine, biri Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümetine verilecek, üçüncüsü de, aslına uygun olan birer örneğini Türkiye
ile yapılmış arış Antlaşmasının imzalayan devletlere yollayacak olan Fransa
Cumhuriyeti Hükümetine, bu devletin arşivlerine konulmak üzere
sunulacaktır.
137
İSKAN KANUNU Kanun no: 2510
Kabul tarihi: 14 Haziran 1934
Madde 1. Türkiye’de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfus
oturuş ve yayılışının, bu kanuna uygun olarak, İcra Vekillerince yapılacak bir
programa göre, düzetilmesi Dahiliye Vekilliğine verilmiştir.
Madde 2. Dahiliye Vekilliğince yapılıp İcra Vekilleri Heyetince tasdik
olunacak haritaya göre Türkiye, iskan bakımından üç nevi mıntıkaya ayrılır.
1 numaralı mıntıkalar:Türk kültürlü nüfusunun tekasüfü istenilen
yerlerdir.
2 numaralı mıntıkalar: Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve
iskanına ayrılan yerlerdir.
3 numaralı mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve
inzibat sebepleri boşaltılması istenilen ve iskan ve ikamet yasak edilen
yelerdir.
Yukarıda yazılan iskan mıntıkaların tasdikli haritasında, zamanla
ortaya çıkacak ihtiyaca göre değişiklikler yapılması Dahiliye vekilliğinin teklifi
üzerine İcra Vekilleri Heyeti kararına bağlıdır.
Fasıl: I Madde 3. Türkiye’de yerleşmek maksadıyla dışarıdan, münferiden
veya müçtemian, gelmek isteyen Türk soyundan meskun veya göçebe fertler
ve aşiretler ve Türk kültürüne bağlı meskun kimseler, işbu kanunun
hükümlerine göre Dahiliye Vekilliğinin emirle kabul olunurlar. Bunlara
(muhacir) denir. Kimlerin ve hangi memleketler halkının Türk kültürüne bağlı
sayılacağı İcra Vekilleri Heyeti kararı ile tespit olunur.
Türkiye’ye yerleşmek maksadı ile olmayıp bir zaruret ilcasile muvakkat
oturmak üzere sığınanlara (mülteci) denir. 4’üncü maddede yazılı sebepler
138
bulunmayan mülteciler, Türkiye’de yerleşme isterler ve bunu yazıl ile
bulundukları yerin Hükümetine ildirirle ise muhacir muamelesi görürler. Öbür
mülteciler için Vatandaşlık Kanunu hükümleri tatbik olunur.
Dahiliye Vekilliği muhacirlerin ve mültecilerin alınma yollarını gösterir
bir talimatname hazırlar.
Madde 4. A: Türk kültürüne bağlı olmayanlar,
B: Anarşistler,
C: Casuslar,
Ç: Göçebe çingeneler,
D: Memleket dışına çıkarılmış olanlar Türkiye’ye muhacir olarak
alınmazlar, Bulaşık hastalıklar doğrudan doğruya Hükümet hastanelerine
gönderilip orada parasız tedavi olunurlar.
Madde 5. Hususi bir ahit dolayısıyla Türkiye’ye mecburi olarak
gelenler yapılan muahede hükümlerine ve Hükümetçe verilen kararlara göre
alınırlar.
Madde 6. A: Muhacirler sınırlardan girdikleri veya nakil
vasıtalarından çıktıkları yerin en büyük mülkiye memuruna kendilerini ve
ailesi fertlerini yazdırıp bir “muhacir kağıdı” almağa ve bir vatandaşlığa girme
beyannamesi imzalamağa mecburdurlar. Muhacir kağıdı muvakkat doğum
kağıdı yerine geçer ve bir yıl muteber tutulur.
B: Muhacir olarak alınanlar, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile, hemen
vatandaşlığa alınırlar. Küçükler baba ve analarına veya hısımlarına bağlı
tutulurlar. Kimsesiz gelen –küçükler, yaşına bakılmaksızın, vatandaşlığımıza
geçirilirler.
Madde 7. A: Türk ırkından olup Hükümetten ikan yardımı
istememeyi yazı ile bildiren muhacirler ve mülteciler Türkiye içinde istedikleri
139
yerde yerleşmeğe serbest bırakılırlar. Hükümetten iskan yardımı isteyenler
Hükümetin göstereceği yerlere gitmeğe mecburdurlar.
B: Türk ırkından olmayanlar, Hükümetten yardım istemeseler bile,
Hükümetin göstereceği yerde yurt tutmağa ve Hükümetin izni olmadıkça
buralarda kalmağa mecburdurlar. İzinsiz başka yere gideler ilk defasında
yerlerine çevrilirler. Tekerrürü halinde İcra Vekilleri Heyeti kararı ile,
vatandaşlıktan düşürülürler.
C: Türkiye’ye geldikleri tarihten itibaren iki yıl içinde iskan
istemeyen muhacir ve mültecilere iskan yardımı yapılmaz.
Fasıl:II Madde 8. Türkiye içinde toprağı dar veya azmaklık, bataklık,
ormanlık, dağlık ve taşlık olan yerlerde bulunan ve geçim vasıtasından
mahrum olan köyleri, gerek meskun gerek göçebe bulunsun üç numaralı
mıntıkalar halkını yaşayış ve sıhhat şartları elverişli olan yerlere nakletmeğe;
evleri dağınık köyleri daha uygun merkezlere toplamağa; huğları, obaları ve
komları söyler içine kaldırmağa ve yenilerinin yapılmasını yasak etmeğe
Dahiliye Vekili salahiyetlidir.
Madde 9. Türkiye tabiiyetinde bulunan gezginci çingeneleri ve
Türk kültürüne bağlı olmayan göçebeleri, toplu olmamak üzere kabalara ve
serpiştirme suretiyle Türk kültürlü köylere dağıtıp yerleştirmeğe,: casuslukları
sezilenleri sınır boylarından uzaklaştırmağa ecnebi tebaası gezginci
çingeneleri ve Türk kültürüne bağlı olmayan göçebeleri milli sınırlar dışına
çıkarmağa Dahiliye Vekili salahiyetlidir.
Madde 10. A: kanun aşirete hükmi şahsiyet tanımaz. Bu hususta
herhangi bir hüküm, vesika ve ilana müstenit de olma tanınmış haklar
kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği ve bunların herhangi
bir vesikaya veya görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taazzuvları
kaldırılmıştır.
140
B: Bu kanunun neşrinden önce herhangi bir hüküm veya vesika ile
veya örf ve adetle aşiretlerin şahsiyetlerine veya onlara izafetle Reis, Bey,
Ağa ve şeyhlerine ait olarak tanınmış, kayıtlı, yatısız, bütün gayrimenkullar
devlete geçer. Bu kanun hükümlerine ve devletçe tutulan usullere göre bu
gayrimenkullar muhacirlere, mültecilere, göçebeler, naklolunanlara, topraksız
veya az topraklı yerli çiftçilere dağıtılıp tapuya bağlanır. Bu gayrimenkulların
aidiyeti tapu sicillerindeki kayıtlara göre tespit olunur. Tapu sicillerinde
aidiyete dair bir kayıt yoksa veyahut kayıtlar yalnız şahıslar namına olupta
halk arasında bunların aşirete ait olduğu şayi bunuyor ve aşiret fertleri de bu
gayrimenkullardan başkasına sahip bulunmuyorlarsa aidiyet, tahkikat
üzerine, o yerin idare heyeti kararı ile hallolur; idare heyetlerinin valilerce
tasdik edilen bu kararı kat’idir.
C: Bu kanunun neşrinden önce aşiretlere reislik, beylik, ağalık,
şeyhlik yapmış olanları ve yapmak isteyenleri ve sınırlar boyunda
oturmasında emniyet ve asayiş bakımından mahzur bulunanları, aileleri ile
birlikte, münasip yerlere naklettirip yerleştirmeğe İcra Vekilleri Heyeti karı ile,
Dahiliye Vekilli salahiyetlidir.
Ç: Türk tebaasında olupta Türk kültürüne bağlı bulunmayan
aşiretler fertlerinin dağınık olarak 2 numaralı mıntıkalara, Türk tabiiyetli öve
Türk kültürlü göçebe aşiretler fertlerini sıhhat ve yaşama şartları elverişli
yerlere nakledip yerleştirmeğe; Türk tebaası olmayan ve Türk kültürüne bağlı
bulunmayan göçebe aşiretle fertlerini icaba göre Türkiye dışarısına
çıkarmağa Dahiliye Vekili salahiyetlidir.
Madde 11. A: Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere
yeniden köy ve mahalle , işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi
kimselerin köyü, bir mahalleyi, bir işi veya bir sanatı kendi soydaşlarına
inhisar ettirmeleri yasaktır.
B: Türk kültürüne bağlı olmayanlar veya Türk kültürüne bağlı
olupta Türkçe’den başka dil konuşanlar hakkında harsi, askeri, siyasi, içtimai
ve inzibatı sebeplerle, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile, Dahiliye Vekili lüzumlu
141
görülen tedbirleri almağa mecburdur. Toptan olmak şartıyla başka yerlere
nakil ve vatandaşlıktan iskat etmek de bu tedbirler içindedir.
C: Kasabalarda ve şehirlerde yerleşen ecnebilerin tutarı belediye
sınırı içindeki bütün nüfus tutarının yüzde onunu geçemez ve ayrı mahalle
kuramazlar.
Fasıl: III Madde 12. 1 numaralı mıntıkalara:
A: Yeniden hiçbir aşiretin veya göçebenin sokulmasına, Türk
kültürüne bağlı olmayan hiçbir ferdin yeniden yerleşmesine ve bu mıntıkaların
eski yerlilerinden olsa bile Türk kültürüne bağlı olmayan hiçbir kimsenin avdet
etmesine izin verilemez.
B: Bu mıntıkalarda soyca Türk olup dilini unutmuş veya ihmal
etmiş bulunan köyler ve aşiretler efradı, ahalisi Türk kültürüne bağlı köyler ile
nahiye, kaza ve vilayet merkezleri civarına yerleştirirler.
C: Bu mıntıkalarda, 1914’den önce, yerleşip ana dili Türkçe olan
ve umumi veya milli savaşta mıntıka dışarısındaki vilayetlere gelmiş ve bu
kanunun mer’iyetine kadar hiçbir iskan yardımı görmemiş bulunanların eski
yurtlarına gelmeleri ve yerleşmeleri temin olunur.
Ç: Dışarıdan gelece Türk kültürlü muhacirler, iklim ve yaşayış
şartlarına uygunluğu göz önünde tutularak, mıntıkalara alınıp yerleştirirler.
D: 3 numaralı mıntıkalar halkından veya 1 numaralı mıntıkalar
dışında yerleşmiş olanlardan Türk kültürlü vatandaşlar, aileleri ile birlikte,
iklim ve yaşayış şartlarına uygun olmak üzere, 1 numaralı mıntıkalara alınıp
iskan edilirler.
E: 1 numaralı mıntıkalar haricindeki vilayetler ahalisinden bu
mıntıkalara, aileleri ile birlikte gelip erleşmek isteyen Türk ırk ve kültürlü asker
ve mülkiye mütekaitleri, yine bu vilayetler hakkından ve Türk ırkından olduğu
halde bu mıntıkalarda askerlik etmiş olup terhislerinde ailelerini getirerek ve
142
bekar olanlar da evlenerek, yerleşmek isteyenler, 17’inci maddeye göre, ikan
edilirler.
Madde 13. 2 numaralı mıntıkada:
1- Aşağıda yazılanlar Dahiliye Vekilliğinin münasip göreceği
yerlede iskan edilirler:
A: Dışarıdan gelen muhacirler ve mülteciler;
B: Bu mıntıkadaki aşiretler;
C: 1 ve3 numaralı mıntıkalardan naklolunanlar;
Ç: 1 ve 3 numaralı mıntıkalar halkından olup bu mıntıkalarda
askerliğini bitirmiş olanlardan evlenerek kalmak isteyenler;
D: 1 numaralı mıntıkalardan Türk ırkından olmayanlardan bu
mıntıkaya gelip yerleşmek isteyenler.
2- Aşağıda yazılanlar, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile, nakil ve iskan
edilebilirler:
A: Topraksız veya az topraklı çiftçiler;
B: Heyelan ve seylap gibi afete uğrayan kimseler;
C: Verimsiz veya azmaklık ve bataklık veya tehlikeli veya
askerlikçe yasak topraklardaki insanlar;
Ç: Harsi, siyasi, idari, içtimai, askeri, iktisadi sebeplerle nakline
lüzum görülenler.
3- Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı
mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba ve şehirlere iskanları
mecburidir.
Madde 14. Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat
sebepleriyle Hükümetçe iskan ve ikamet yasa edilip boşaltılması istenilen üç
numaralı mıntıkalar halkı, iklime, yayış şartlarına ve bu kanunda yazılı
kayıtlara göre 1 veya 2 numaralı mıntıkalara nakil ve iskan edilirler.
Madde 15.
143
1- devlet kara ve deniz nakil vasıtaları muhacirleri, mültecileri,
gümrükten muaf bütün eşyalarının ve hayvanlarını, Hükümetçe
naklolunanları ve eşya ve hayvanlarını yerleşecekleri yere, yerleşecekleri yer
yolları üzerine değilse en yakın istasyon veya limana kadar parasız
naklederler.
İmtiyazlı nakliye ve tahmil ve tahliye şirketleri bu kimseler ve eşyaları
ve hayvanları hakkında asgari tariflerini tatbika mecburdurlar.
2- 8,9,10,11,12,13 VE 14’üncü maddelerde yazılı dahilde bir
yerden diğer yere naklolunanlardan ve dışarıdan kendi kendine gelen
muhacir ve mültecilerden ihtiyaçlı olanlar:
A: İskana tabi tutulurlar,
B: Kendilerinin, zat, ev, sanat ve ticaret eşyalarının, alet ve
edevatının, yiyeceklerinin, tohumluklarının, koşum ve damızlık hayvanlarının
ve gümrükten muaf bütün eşyalarının kalktıkları yerden veya sınırdan
yerleşecekleri yere kadar nakliye masrafları hükümetçe verilir.
C: Bunların kaldırıldıkları veya sınırlarımızdan içeriye girdikleri
günden iskan edildikleri güne kadar geçen zaman zarfında ve iskanlarından
itibaren bir yıl içinde yatacakları, yiyecekleri, yakacakları ve tedavileri
Hükümetçe meccanen temin olunur.
Ç: Bunlardan çok fakir olanlarına, bir defalık, giyecek de
Hükümetçe verilebilir.
3- Hükümetçe naklolunanlardan ve kendi kendine gelen muhacir
ve mültecilerden ihtiyaçsız olanlara ve serbest iskan isteyen bütün muhacir
ve mültecilere Hükümetçe masraf yapılamaz. Ancak imkan olan yerlerden
bunlara toprak, ev yeri bağ ve meyvelik yeri verilir.
Masrafları kendi tarafından ödenmek şartıyla, nakil vasıtaları, yatacak
yer, yiyecek, içecek ve yakacak Hükümetçe temin ve tanzim olunabilir.
4- Hükümet kararı ile getirilen muhacirlerden ihtiyaçlı ihtiyaçsız
aranmayarak hepsi bu maddenin ikinci beni tamamen tatbik olunur ve
kalktıkları yerden sınırlarıma kadar ikinci bendin B fıkrasındaki bütün nakliye,
yatacak yer, yiyecek yakacak ve tedavi masrafları Hükümet tarafından verilir.
144
5- İskan yerlerini bırakarak serbest iskan isteyenlere, verilmiş olan
yapılar ve topraklar ve yapılan masraflar peşin olarak geri alınmak şartıyla,
Dahiliye Vekilliğince serbest iskana izin verilebilir.
6- İhtiyaçlıları ve ihtiyaçsızları ayırmağa yarayan bir “ihtiyaç derece
cetveli” Dahiliye Vekilliğince yapılır.
Madde 16. A: Karı ve koca bir aile olarak iskan edilir;
B: Evlenmemiş çocuklar, çocuksuz erkek ve kadın dullar, ana ve
baba ile veya bunlardan sağ olanı ile birlikte iskan görürler;
C: anasız ve babasız torunlar dede ve büyük analar ile veya
bunlardan sağ olan ile birlikte iskan edilirler. Ancak torunların hisseleri tapuda
kendi adlarına yazılır;
Ç: Anasız ve babasız çocuklar birlikte bulunduğu veya yaşadığı
kan, civar ve sihri hısımları ile birlikte yerleştirirler. Bunların küçüklerine
ayrıca vasi tayin ettirilir.
E: Evli çocuklar ve evli torunlar, başlı başına bir aile olarak iskan
görürler,
F: C fıkrasındaki torunların, Ç ve D fıkrasındaki çocukların, üvey
çocukların ve evlatlıkların hisseleri evleninceye kadar hiçbir suretle
satılamaz, bağışlanamaz ve hacız olunamaz,
G: Türk muhacir ve mülteciler hısım ve akrabalarının bulundukları
yerde iskan olurlar.
Madde 17. iskan bir aileye, nüfus ve ihtiyacına göre oturacak ev
veya ev yeri, sanatkarlara ve tüccarlara ayrıca geçim getirecek dükkan veya
mağaza yahut bu gibi yapı veya yeri ve mütedavil sermaye, çiftçilere de
ayrıca kafi toprakla çift hayvanı, alat ve edevatı, tohumluk, ahır ve samanlık
veya yeri vermekle yapılır.
Köylerde, kasabalarda sanatkarlara dükkandan ayrı yarım istihkak
miktarı toprak da verilir.
145
Madde 18. İskanda Hükümetçe verilen talimata göre yapı yapılması
için malzeme veya para verilebilir. Yapı yapmakta kendileri de çalışabilirler.
İskan için devlet ormanlarından parasız kereste vermek ve bu yapıları
yapmada asker,. Devlet memur ve müstahdemlerini ve vasıtalarını kullanmak
caizdir.
Madde 19. Yeniden kurulan veya canlandırılan köylere, orta malı
olarak mevcut nüfusun ortak ihtiyacına yetişen mektep, cami, köy odası,
karakol, Pazar, harman ve mezarlık yerleri, otlak, suvat, orman kanunu
hükümleri içinde baltalık ve başka ortak ihtiyaçlara lazım yerler parasız
bırakılır.
Mektep odası, çeşme, su yolları, kuyu, sarnıç ve sulama tertibatı da
hükümetçe yapılabilir veya tamir edilebilir. Bu işlerde buraya yerleştirenleri
işletmeğe hükümet salahiyetlidir.
Madde 20. 1 numaralı mıntıkalara iskan edilenlere, değir peşin
verilmek üzere iskan derecesinin iki katı, 1914 veya daha önceki yılların tapu
ve yoksa vergi kıymetleri üzeriden, toprak verilir.
Vergi veya tapu kıymeti olmayanları, emsaline bakılara, o yerin idare
heyetinin takdir edeceği kıymet üzerinden vermek caizdir.
Madde 21. İskan edilen muhacir, mülteci, göçebe ve naklolunan
çiftçilere ve sanatkarla aşağıda yazılı topraklardan dağıtılır.
A: Menşei ve nevi ne olursa olsun bütün milli topraklardan;
B: Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları içinde bulunan mera
bataklık ve fundalık gibi orta malı olup hükümetçe ihtiyaçtan fazla görülen
topaklardan;
C: Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları dışında kalan ve orman
olmayan baş yerlerden;
Ç: Devletçe görülecek lüzum ve zaruret üzerine bazı ormanlarda,
İcra Vekilleri Heyeti kararı ile, muvafık görülen yerlerden;
146
D: Hükümetçe satın alınacak veya istimlak olunacak çiftlikler ve
topraklardan;
Madde 22. Muhacirlerin, mültecilerin, göçebelerin ve naklolunanların
yerleştirilmelerine ayılan veya bunlara verilen yapılar ve topraklar kimin işgali
altında olursa olusun vali veya kaymakamın yazılı emirle zabıtaca boşaltılır
ve kendilerine teslim olunur. bunlara vuku bulacak tecavüzlerde de vali ve
kaymakamlar zabıta marifeti ile tahliyeye salahiyetlidirler.
Madde 23. Bu kanun hükümlerine göre muhacirlere, mülteciler,
göçebeler, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine
vali ve kaymakamlar salahiyetlidirler. Dağıtış defter veya kararların altı vali
veya kaymakamlarca tasdik edilmesi, temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya
kararlardaki miktarlar muteberdir.
Madde 24. Muhacirleri ve mültecileri ve naklolanları kendilerine ev
yapıncaya veya hükümetçe yaptırılıncaya kadar yerleşecekleri yerde veya
civarda mevcut hükümete veya halka ait münasip binalarda barındırma ve bu
binaları vali veya kaymakamın yazıl emriyle zabıtaca hemen boşaltmak
caizdir. Ancak bu boşatmanın ev ve bina sahiplerinin yaşamlarını ve
barınmalarını imkansız kılacak yolda olmaması ve bir yıldan fazla sürmemesi
şarttır.Bu yolda binası boşaltılanlara hükümetçe münasip kira verilir.
Muhacirlerin, mültecilerin ve naklolunanların geçtikleri yerlerde muvakkat
konaklamak üzere bir haftana fazla bir müddet için bina boşaltılmasına izin
verilemez. Bu maddenin hükümlerini tatbik için Dahiliye Vekilliğince talimat
yapılır.
Madde 25. Muhacirlerin, mültecilerin, naklolunanların ve göçebelerin
yurtlandırıldıklarından başlayarak iki yıl içinde, görülecek hakiki lüzum
üzerine, aynı mıntıkalarda iskan yerlerini değiştirmeğe ve düzenlemeğe
Dahiliye Vekili salahiyetlidir.
147
Fasıl IV
Madde 26. 3 numaralı mıntıkalardan mecburi nakledilenler menkul
mallarının birlikte görülebilirler. Bunların bıraktıkları gayri menkullerin
mülkiyeti tam olarak devlete geçer. Tasarruf vesikasına bağlı olanların,
sahiplerine 1914 veya daha önceki yıllar vergi, yoksa tapu değerlerinin dört
katı üzerinden tapu ve vergi değerleri olmayanların emsalinin vergi veya tapu
değerlerine akarak o yerin idare heyetince takdir edilecek değer üzerinden
birer “istihkak mazbatası” verilir.
Madde27. Bu kanun hükümlerine göre hükümetçe naklettirilenler
veya isteklerini ile göç edenler bir yıl içinde eski yerlerindeki menkul ve gayri
menkul mallarını tasfiye etmeğe mecburdurlar. Bu müddet içinde tasfiye
etmeyenlerin menkul ve gayrimenkul malları devletçe tasfiye olunur.
Unlardan isteyenler 26 ncı maddeye göre gayri menkullerine karşılık
hükümetten istihkak mazbatası alabilirler. Bu takdirde mu gayri menkullerin
mülkiyeti tam olarak devlete geçer.
Madde 28. istihkak mazbataları önce sahiplerine gittikleri yerde
iskan için verilen menkul ve gayrimenkul mallara mahsup edilir. Bakiyeleri
yerleştikleri vilayet içinde hazinenin mülk ve toprak artırmalarında nakil olarak
kabul olunur. Şu kadar var ki bir aileye istihkam mazbatası karşılığı olarak
iskan haddinin iki katından fazla toprak verilemez.
İstihkak mazbataları, sahiplerinin adlarına yazılı olup, ancak noterlikler
vasıtasıyla başkalarına ciro edilebilir.
Bunların mirasçılarına intikali umumi hükümlere bağlıdır.
Madde 29. A: Hükümetçe iskan edilen muhacirler, mülteciler,
göçebeler ve 1 numaralı mıntıkada hükümetçe yerleştirilen kimseler
yerleştirildikleri yerde en an yıl oturmağı mecburdurlar. Bunlar Dahiliye
vekilliğinin ini olmadıkça başka yerlerde yut tutamazlar.Başka yerlere izinsiz
gidip yurt tutanlar ve tutmak isteyenler yerleştirildikleri yere döndürülürler.
148
B: 1 ve 3 numaralı mıntıkalardan 2 numaralı mıntıkaya naklolunan
ve 2 numaralı mıntıkada 9,10 ve11 ‘inci maddelere göre bir yeden başka yere
nakledilenler on yıl sonra dahi, İcra Vekilleri Heyeti kararı olmadıkça, başka
yerlere gidip yurt tutamazlar.
Madde 30. 1 ve 2 numaralı mıntıkalara yerleşenlere borçlu ve
borçsuz iskan yolu ile verilen gayri menkuller on yıl müddetle hiç suretle
satılama, bağışlamaz, terhin edilemez, haciz olunamaz. Tapularına o yolda
kayıt düşülür.
Hükümetin izni ile Ziraat Bankası’na terhin caizdir.
Fasıl V Madde 31. Bu kanunun hükümlerine göre alınan muhacirlerle
dışarıdan gelen mülteci ve aşiret fertlerinin birlikte getirdikleri aşağıda
gösterilen kendi eşyaları, malları ve hayvanları gümrük resmile, bir defaya
mahsus olmak üzere sair bütün teklif ve resimlerden muaftır.
1. Bir aile için:
A: Zat ve ev eşyası kamilen
B: Meslek ve meşgale eşyası aşağıdaki kayitlerle:
Çiftçi ise: Çift hayvanları, arabaları, araba ve koşum takımları,
çiftçiliğe mahsus her türlü alet ve edevat ve makineleri, damızlık hayvanları,
tohumluk ve yiyecek zahireleri ve aşlıkları kamilen ve ödene beri beledikleri
büyük ve küçük hayvanlarla zirai mahsullerinden değeri altı bin liraya kadar
olan miktarı.
Sanatkarlar ise: Hür türlü sanat alet ve edevatı ve makineleri,
söküp getirecekleri fabrikaları, alet ve edevatı kamilen ve fabrikalar
masnuatından ve iptidai maddelerinden değeri altı bin liraya kadar olan
miktarları (trikotaj fabrikası makineleri ve kauçuk sanatları mamulatından
dolan ayakkabıları hariçtir. Ancak zata mahsus ve kullanılmış küçük trikotaj
makineleri muafiyetten istifade eder.)
149
2. Bir cemaat için (bir köy ve mahalle veya cemaate ait kullanılmış
eşya):
A: Bütün mektep eşyası
B: Bütün cami eşyası
C: Vakıflara ait eşya ve mahsuller;
Ç: Köy ve mahalle odası eşyası, hatıralar ve cemaate yadigar
eşya;
D: Köyün ve mahallenin harman, ortak makinesi ve traktör gibi
ortak zirai makine ve aletleri, köy değirmeni ve un fabrikası gibi müşterek
sanat fabrika ve makineleri,
Madde 32. Muhacirler ve mülteciler 31’nci madde haricinde menkul
ve gayrimenkul malların bedeli veya ellerinde bulunan nakitleri karşılığı
Türkiye’de yapacakları sanat veya ticaret veya ziraat eşyası getirebilirler. Bu
yolda getirilecek eşya gümrük ve sair resimlere tabidir. Ancak bu eşyanın
şeker, benzin, petrol, koza, ipek ve ipeklilerden ve Türkiye’de inhisara bağlı
maddelerle trikotaj makineleri ve kauçuk sanayii mahsullerinden olan
ayakkabılardan olmaması şarttır.
Madde 33 Hükümetçe memleket iktisadiyatını korumak üzere alınan
ve alınacak olan tedbirler 31’inci ve 32’inci maddelere göre hariçten
getirebilecek eşya hakkında tatbik edilemez.
Madde 34 31 ve 32’inci maddelerdeki muafiyetleri kazanabilmek,
Türk vatandaşlığına girmek için beyanname verip karşılığında bir kağıt
almağa ve getirilen malaların,muhacirlerin ve mültecilerin kendi malları
olmasına vabestedir.
Sınırlarda elli kapılardan başka yollardan girmeğe mecbur kalmış olan
muhacirler ve mülteciler getirecekleri mallar için bir beyanname verirler; aksi
sabit oluncaya kadar bu beyannameler muafiyet için muteber olur.
Kapılardan gelecek muhacirlerin ve mültecilerin nizamnamesinde şekil ve
150
mahiyetleri gösterilecek bir vesika göstermeleri veyahut yalnız veya toplu bir
beyanname vermeleri kafidir.
Türk vatandaşlığına girmekten vazgeçen veya giremeyen veya
getirdikleri malların kendi malları olmadığı anlaşılanlardan 31’inci maddeye
göre affedilmiş olan teklif ve resimler tam olarak hasıl olunur. 32’inci
maddeye göre geçirilmiş eşya için bu teklif ve resimler iki kat alınır.
Muhacirlere ve mültecilere ait olmadığı halde bu kanunun
hükümlerinden istifade edilerek geçirilecek gerek eşya ve hayvanlar ve gerek
sahipleri 1918 numaralı kaçakçılık kanunu hükümlerine tabi tutulur.
Madde 35 Muhacirlerin ve mültecilerin gümrüksüz olarak
sokacakları malların değeri gümrükten geçtiği yerin piyasasındaki toptan
fiyata göre tayin olunur.
2. Vergi ve resim muafiyeti
Madde 36 A: Hariçten gelecek muhacirlerle mültecilere
pasaport vize ve eşya vesikası pulsuz, parasız verilir.
B: Muhacirlerin, mültecilerin verecekleri veya kendilerine verilecek
beyanname, vesika ve sair evrak her türlü damga ve pul resminden muaftır.
Madde 37. Muhacirler, mülteciler, 12’inci maddeye göre 1 numaralı
mıntıkada iskan edilenler, bir yerde yurtlandırılan göçebeler ve mıntıkadan
öteki mıntıkaya Hükümetçe naklolunup iskan edilenler aşağıdaki
muafiyetlerden istifade ederler
1. Vergi muafiyeti: A: 1 numaralı mıntıkaya iskan edilenler yerleştirildikleri yıl
sonundan başlayarak üç yıl toprak, yapı, kazanç ve yol vergilerinden
muaf tutulurlar. Yeni yapılar Bina Vergisi Kanunu muafiyetlerine
tabidir.
B: Bu kanun hükümlerine göre Hükümetçe temlik edilen toprak ve
yalılardan bu temlik dolayısıyla veraset ve İntikal Vergisi ve ferağ harcı ve
resmi alınmaz.
151
C: Noterlerce yapılacak borçlanma senetleri ve pula ve harç ve
ücrete tabi değildir.
2. Tapu Muafiyeti: Bu kanuna göre gerek parasız ve gerek borçlu ve gerek peşin paralı olarak
verilen bütün yapı ve topraklar harçsız, pulsuz tapuya bağlanarak senedi
verilir. Temlik ve tefiz, kıymet takdiri, borçlanma ve ipotek konup kaldırma
muameleleri hiçbir harca, masrafa ve pula tabi tutulamaz.
3. Askerlik Muafiyeti: Madde 38. A: Muhacirlerin askerlik çağlarının başlangıcı
geldikleri yıla nüfus kütüklerine geçen yaşlarına ve bu esasa göre hesap
olunur. Nüfus doğum kağıtlarında doğumlarının ay ve günü yazılı
olmayanların doğum günleri yılın temmuzunun binci günü sayılır.
B: Geldikleri yıl ikinci kanunun birinde 22 yaşını bitirmiş olanlar
muvazzaf hizmete tabi tutulmayıp yaşıtları efrat arasına ihtiyata geçirilirler.
Bu gibilerin, her ne sebeple olursa olsun, nüfus kütüğüne yazılmalarının
gecikmiş olması, geldikleri zaman ve yaşıtlarına göre aşlayacak olan askerlik
çağlarının geciktiremez.Bunlar, nüfus kütüğüne yazıldıkları tarihten
başlayarak iki yıl geçmedikçe talim manevra ve baka iş için silah altına
çağrılmazlar.
Geldikleri yıl ikinci kanunun birinde 22 yaşını bitirmemiş olanlar
muvazzaf hizmetini yapmağa mecbur tutulurlar. Ancak bunlardan geldikleri
tarihte (16-22 dahil) yaşında olupta Hükümetçe iskan edilenlerin ve
Hükümetin gösterdiği yerde yurt tutanların muvazzaflık hizmetleri, nüfus
kütüğüne kaydolundukları tarihten başlayarak, iki yıl geciktirilirler. Bu
hizmetleri, en yakın piyade kıtalarında yaptırılmak üzere altı aya indirilir.
Hükümetçe iskan edilmeyenler veya hükümetin gösterdiği yerde yurt tutmak
istemeyenler yalnız iki yıllık geciktirme hakkında istifade ederler.
C: Memleketlerindeki tahsilleri ihtiyat zabiti yetişecek derecede
olupta, geldikleri tarihte, 22 yaşını bitirmemiş bulunanlardan ihtiyat zabiti
olmak isteyenler ve geldikleri tarihte, 22 yaşını bitirmemiş ve memleketlerinde
152
askerlik etmemmiş olanlar iki yıl geciktirme hizmetinden sonra 1076 numaralı
kanun hükümlerine tabi tutulurlar.
Ç: Muhacirler arasında önce tabi oldukları hükümet ordusunda
ihtiyat veya muvazzaf zabit olanlardan lazım olan evsafı taşıyanlalar, staja
tabi tutularak, ihtiyat zabitliğine geçirilirler.
D: Umumi seferberlikte muafiyet yoktur. Ancak nüfus kütüğüne
kaydolundukları tarihten başlayarak üç geçmemiş olanların silah altına
alınmaları üç ayın sonuna bırakılır.
E: Bir yıl içinde nüfus kütüğüne kayıtlarını yaptırmayanlar
yukarıdaki muafiyetten istifade edemezler.
F: Eski memleketlerinde askerlik ettiklerini veya bunun yerine
bedel verdiklerinin tevsik enler tekrar muvazzaf hizmete tabi tutulmayıp
yaşıtları yerli efrat ile ihtiyata geçirilirler.
G: Türkiye içinde bir iskan mıntıkasından diğer bir iskan
mıntıkasına hükümetçe naklolunarak yerleştirilen vatandaşlardan muvazzaf
hizmete tabi olupta bunu henüz yapmamış olanların bu hizmetleri,
yerleşecekleri yere vardıkları tarihten başlayarak, iki yıl geciktirilir ve en yakın
piyade kıtalarında yaptırılmak üzere altı aya indirilir.
H: Kanunen muhacir tanınmayan mülteciler ve ecnebililerden Türk
vatandaşlığına girenler, vatandaşlığa alındıkları tarihte hangi yaşta iseler o
yaştaki yerli efrat gibi askerliklerini yaparlar.
Fasıl VI
Madde 39.1: 1 ve 2 numaralı mıntıkalarda 12 ve 13’üncü maddelere
mutabık olarak hükümetçe iskan edilmiş veya edilecek muhacirlere,
mültecilere göçebelere ve naklolunanlara 885 numaralı kanun hükümlerine
göre verilmiş veya bu kanun hükümlerine göre verilecek olan iskan haddi
dahilindeki mütedavil sermaye, sanat ve ziraat alet ve edevatı, hayvanlar,
koşum ve araba takımları, tohumluklar ve 1 numaralı mıntıkalardakilere iskan
haddi içinde verilmiş veya verilecek toprak ve yapılar parasızdır. Bunlardan
153
önce borçlanmış olanlardan tahsil edilmeyen taksitler tahsil olunmaz ve tahsil
edilenler de geri verilmez.
II: 2 numaralı mıntıkada 885 numaralı kanun hükümlerine göre
iskan edilmiş veya bu kanun hükümlerine göre iskan edilecek muhacirlere,
mültecilere, göçebelere ve naklolunanlara verilmiş veya verilecek yapılar ve
topraklar borçlanmağa tabidir.
Borçlanma: İskanın sekizinci yılının eylülünden başlamak ve yirmi
yılda ve kırk müsavi taksitte ödenmek üzere yapılır. Borç yirmi sekizinci yıl
sonunda tamamen tahsil edilmiş olur.
Peşin verenlerin borçlarının yarısı affolunur.
Bu kanundan önce iskan edilmiş olan muhacirlere, mültecilere,
nakledilenlere ve göçebelere borçla iskan haddi içinde verilmiş olan topraklar
ve yapıların bedeli iskan edildikleri tarihten sonra sekizinci yılın eylülünden
başlamak üzere yirmi yılda kırk müsavi taksitte tahsil olunur.
Madde 40. İskan ameliyat ve inşaatı için, her yılın tahakkuk edecek
miktarı o yıl bütçesinden verilmek üzere, gelecek yıllara sari taahhütler
yapmağa hükümet salahiyetlidir.
Madde 41. Her yıl, Dahiliye Vekaleti bütçesine ayrı bir fasıl halinde,
bu kanunda yazılan işleri görmeğe kafi miktarda tahsisat konulur.
Fasıl VII Madde 42. Dahiliye Vekilliğinde Vekilin veya tevkil edeceği zatın
reisliği altında Dahiliye, Milli Müdafaa, Hariciye,Maliye, Maarif, İktisat, Ziraat,
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliklerince ve Ziraat Bankasınca seçilecek
zatlardan ve vukuf ve ihtisaslarından istifade edilmek üzere Dahiliye
Vekaletince hariçten alınacak en çok üç zattan müteşekkil merkezi iskan
komisyonu bulunur.
Merkezi iskan komisyonu başlıca Türkiye’ye gelecek muhacirlerin veya
Türkiye’de naklolunacak vatandaşların iktisadi, içtimai, sıhhi vasıflara ve
154
şartlara gere mürettep yerlerini tetkik etmek, 1 ve 2 numaralı iskan mıntıkaları
ve programları hakkında tetkiklerde bulunmak, iskana yarayacak toprak ve
yapıları araştırıp bulmak, muhacirlerin sevk şartlarını mütalaa eylemek, iskan
tahsisatının sarf yerleri hakkında mütalaada bulunmak, hariçten ve dahilden
yeni yurtlarına yerleşecek olanların sevkleri ve müstahsil hale girinceye kadar
bakımları ile alakadar olan devlet daireleri şubelerinin muzaheretlerini ve
çalışma birliğini yapmağa yarayan tedbirleri düşünmek gibi vazifelerle
mükelleftir. Kararı istişari mahiyeti haizdir.
Merkez iskan komisyonunun çalışma tarzsı Dahiliye Vekaletince
tanzim ve İcra Vekilleri Heyeti tarafından tasdik edilecek bir talimatname ile
tespit olunur.
Fasıl VIII Madde 43. Muhacirlere, mültecilere, göçebelere ve naklolunanlara,
yerleşecekleri kazaya eriştikleri günden başlayarak en çok üç ay içinde
istihkakları olan eldeki yapıların veya yerlerin ve toprakların tam olarak
dağıtılıp teslim ve tevzi defterlerinin tapuya tevdi edilmiş ve tapuca da
tescilleri yapılarak tapuları kendilerine verilmiş olması mecburidir. Çok
miktarda birden toplu muhacir gelen kazalarda Dahiliye Vekili bu müddeti altı
ay daha uzatabilir.
Tahsisat verilen yerlerde istihsal vasıtaların veya bedellerinin tam
olarak veya tahsisat miktarına göre kısmen üç ay içinde verilmiş bulunması
mecburidir.
Zaruri hallerde idarei hususiyelerden, belediyelerden, köy
sandıklarından ve imeci suretiyle halktan yardımlar temin olunabilir.
Bütün hükümet memurları her şeyden önce bu madde hükümlerini
yapmağa mecburdurlar.
Madde 44. Muhacirlerin, mültecilerin, göçebelerin ve naklolunanların
iskan edilmesinden, istihkaklarının eksiksiz olarak vaktinde dağıtılıp teslim
155
olunmasından ve müstahsil hale getirilmesinden vali ve kaymakamlar
mesuldürler.
Vilayet ve kazada iskan teşkilatı varsa, bunlar vali ve kaymakamın
emrinde bu işleri görürler. İskan teşkilatı olmayan veya olupta yetmeyen
yerlerde vali ve kaymakamlar kendi vilayet ve kazaları devlet, idarei hussiye
ve belediye memurlarından münasip gördüklerini muhacirleri,mültecileri,
göçebeleri ve naklolunanları yerleştirmek, bunara verilecek yerleri ölçmek ve
dağıtmak ve inşaata bakmak gibi muhacir ve iskan ve nakil işlerine memur
etmeğe salahiyetidirler. Bu memurlar her şeyden önce bu işleri yapmağa
mecburdurlar.
Madde 45. Valiler, kaymakamlar bu kanun hükümlerini, İcra Vekilleri
Heyetince veya Dahiliye Vekilliğince verilecek talimat ve emirleri dikkat ve
ehemmiyetle tatbik ve takip etmeğe, nahiye müdürleri, emniyet memurları ve
jandarma bu emir ve talimatlara istinaden vali ve kaymakamlarca verilecek
emirleri dikkat ve ehemmiyetle ve azami süratle yapmağa mecburdurlar.
Yapmayan veya yapamayan veya yaptıramayan veya bunda
dikkatsizlik ve gevşeklik gösterenler vazifeden çıkarılırlar.
Madde 46. 43,44 ve 45’inci maddelerdeki mecburiyetleri yapmayan,
bu maddelere muhalif hareket eden e iskan işlerinde gevşeklik gösteren
memurlar hakkında kaymakamlar onbeş günlüğe ve aliler bir aylığa kadar
para cezası kesmeğe salahiyetlidirler.
Madde 47. Umumi müfettişlik teşkilatı olan mıntıkalarda umumi
müfettişler muhacirlerin, mültecilerin, naklolunanların ve göçebelerin
muayyen müddetlerde iskan ettirilip müstahsil hale gelmelerinden birince
derecede mesuldürler.
Fasıl IX
156
Madde 48. 18 Teşrinievvel 1912 tarihinden bu kanunun neşri
tarihine kadar Trakya da iskan edilip tapusu verilmiş olan gayrimenkul
sahiplerinden boş kalmış yerlere yeniden Hükümetçe iskan edilmiş olanların
namına tapu senedi verilir ve bunların eski kayıtları terkin olunur.
Bu gayrimenkulların sahipleri zuhur eder ve başka bir yere iskan
edilmediği de anlaşılırsa kendilerine yeni muhacir gibi toprak ve yapı verilir.
Madde 49. Bu kanunun icra sureti nizamname ve talimatnamelerle
tayin olunur. Muhacirlerin, mültecilerin ve bu kanun hükümlerine göre 1 veya
2 numaralı mıntıkalardan naklolunup yerleştirilenlerin bu kanundaki
muafiyetlerden istifade etmek üzere ne yolda hareket edecekleri bu
nizamnamelerde gösterilir.
Madde 50. 31 Mayıs 1926 tarih ve 885 numaralı, 3-IV-1933 tarih ve
2263 numaralı, mahalli iskanlarının bilamezuniyet tebdil eden muhacir ve
mültecilerle aşair hakkında 28 ikinciteşrin 1341 tarih ve 675 numaralı
kanunlar, 22-III-1934 tarih ve 2396 numaralı muhacir ve mültecilerin gümrük
muafiyeti hakkındaki kanunun muvakkat maddesinden maadaki maddeleri, 2
Haziran 1929 tarih ve 1507 numaralı askerlik mükellefiyeti kanununun
muaddel ikinci maddesinin bu kanunun 38’inci maddesine mugayir hükümleri
ve bu kanuna muvafık olmayan bütün hükümleri kaldırılmıştır.
Madde 51. Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 52. Bu kanunun hükümlerine icraya İcra Vekilleri Heyeti
memurdur.
157
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NCA DERSİM’DEN SÜRÜLECEKLER LİSTESİNE ALINAN AĞALAR İLE BU AĞALARIN SÜRÜLECEKLERİ YERLER
Kırklareli’ne; Laçin Aşireti reisleri Hekimoğlu Yusuf, İbrahim, Hüseyin,Havlo,
Mogomutlu Rıza, Haydar, Hasan, Topal Yusuf
Lüleburgaz’a; Aşağı Karaballı Aşireti reisleri Kangozade Mehmet, Ali oğulları
Veysi, Murtazazade İsmail Ağa, Mikailzade Koçağa ve oğulları Hızır ve
Süleyman, Yaşil Ağa, Temur Ağa oğulları Yusuf, Hasan, Adil Koç Ağa’nın
kardeşleri Yeys, Seyit Han İbrahim, Hüseyn, Sabri Cemil
Bandırma’ya; Yukarı Karaballı Aşireti reisi Hüseyin Ağa oğlu Mehmet
Kırklareli’ne; İksor Aşireti Reisleri Şadilli seyit Rıza ve Topal Hamdi
Manisa’ya; Ferhat Uşağı Aşireti reisleri Kahramanzade Diyap Ağa oğulları
Vali, Süleyman,Hüseyin Mahmut, Çemşit-Zenci (oğlu Doğan),
Kahramanzade Seyit Han, Havişelli Küçük Ağa oğlu Mahmut, Ani Hatun oğlu
İsmail, İncik Ağa
Tekirdağ’a Gilabi Aşireti’nden İbrahimzade Hüseyin, Gona Hasan Ağa Gelap
ve Haydar Ağalar,Kolik Aşireti(nden) Muhtar Ağa ve Süleyman Efendi,
Koçgiri Aşireti(nden) Alişan Bey, Haydar Bey, Sadoğlu Paşa Ağa, Hasan
ağa, Süleyman Ağa, Zeynel Ağa, Ağa oğlu Memil Ağa, Kırganlı Aşireti’nden
Şad Oğlu Süleyman ve Memeli Ağa
Bergama’ya Aşağı Abbas Uşağı aşireti(nden) Zeynozade Mustafa Meçi
oğulları İbrahim Ağa, torunu Ahmet, Zeynel Ağa’nın yeğeni Mustafa, oğulları
Yusuf Ali, Hüseyin, Ebubekir Beyler, Küçük Ağa’nın oğulları İsmail, Alişan,
eski milletvekili Miço Mustafa, Koç Ağa
158
Hayrabolu’ya; Bozunkanlu Keçel Uşağı aşireti(nden) Munzur Ağa, Pir oğlu,
Yusuf Efendi, Ali Şevki Efendi, Muzurzade Nuri, Liko, Seyid, Mahli, Şah
Cihan, Pir Hasan Ağa, Veli Ağa, Kahramanzade Mehmet Ağa, Hayır olu
Eyup Ağa
Akhisar’a; Birmanlı Aşireti Reisi Hilorik Hüseyin Ağa, Baluşağı Aşireti Reisi
Paşa Temur, Seycan, Eyup Ağa, Seyit Han, Hır oğlu, Eyüp Ağa, Asuranlı
Aşireti Reisi İbrahim Ağa,. Yukarı Abbas Uşağı Aşireti Reisi Seyit Rıza
Kırkavaklı Seyit Ali oğlu, Hüseyin, Seyid Ağa, Seyid Rıza’nın oğulları Baba,
İbrahim, Seyid Hasan Hüseyin, Hamamlı Aşiret Reisi Süleyman Efendi
Bandırma’ya; Perihan Aşireti Reisi Hayıroğulları
Salihli’ye; Beyit Uşağı Aşireti Reisi Süleyman oğlu Zeynel, Sol Hasanlı
Mahmut, Hasan, Hüseyin Ağa, Kerim oğlu Ali Molla Mehmetzade Dursun
Efendi, İsmailzade Zeynel, Süleymanoğlu Halil, Zeynel’in kardeşi Hasan,
aslanlı Uşağı Aşireti Reisi Pülümürlü Seyid, Hüseyin Ağa, Hafidi Ağa,. Gedikli
Koçluca Kabile reisi Hasan Meko, Mest Uşağı Reisi Nur Ali
Kırklareli’ne; Bergevir ve Bazgar Aşiretleri Reisleri Topuzoğlu İbrahim,
Süleyman ve Mahmut
Keşan’a; Topuz aşireti Reisleri Alişar Ağazade Veli Dolu, oğlu, Mahmat Ağa,
Kara Ali oğlu Kego Ağa
Kozluca’ya; Koç Uşağı Aşireti Çemişkezek Reisleri Hezeride Kopu,
Hezeride Dursun Ali, Abdükte Ahmet oğlu Ağa, Brade Hüseyin Ağa ve Hozat
Reisleri
159
Balıkesir’in Balya İlçesine; Kör Seyid Han, Maksud oğlu İdare namı ile
İbrahim, Timur oğlu Hüseyin, Kerim oğlu, Beko, Mahmut, Seyid Ali Ağa, İdare
İbrahim oğlu Seyit Han
Turgutlu’ya; Maksut Uşağı aşireti Reisi Kasım oğlu Munzur Ağa, Aydın,
Mustafa, Süleyman, Mahmut, Kahraman, Abbas Ağalar, Ferhat Uşağı Reisi
Aydın oğlu Kahraman, Bazik uşağı Reisi Abdal Hıdır
Babaeski’ye; Rasik Uşağı Aşireti Reisi Oshihte Zeynel Ağa, Kamil Ağa’nın
oğlu Halil İbrahim, Abbas oğlu, Abbas, Şam Uşağı Aşireti Reisleri Şeyh
Hasan, Nuri Ağa, Karakaşta Süleyman Çavuş, Lilo Ağa, Ali İbrahim, Şeyh
Cihan, Munzur oğlu İbiş
Uzunköprü’ye; Karsanlı Aşireti’nden Ali, Hasan, Murtaza Ağalar, Hakesli
Keko, Yertal oğlu Ali Ağa, Mehmet Onbaşı, İlermanlı Musa Ağa, kardeşleri
İbrahim ve Ali Ağalar
Bayındır’a; Selamlı Aşireti’nden Pülümür’de Dursun Ağa’nın oğulları Hasan,
Musa Ağalar, Nazimiye ve çevre Sof mezrasından Rıza Efendi ile kardeşleri
Fazlı, Resul, amcazadeleri Ali ve Süleyman, Ahmet Ağazade Resul Efendi
Uzunköprü’ye, Botanlı Aşireti’nden Ahmet, Orumlu Yusuf, Kelabi Aşo,
torunu Mehmet Haydar ve Alişan Ağa
Babaeski’ye; Zerkanlı Aşireti’nden Pülümür’de Mustafa
Çorlu’ya; Çerikli Aşireti’nden Şeyh Hüzeyin Beyzade Mustafa ve Hasan
Beyler
Keşan’a; Yusufanlı Aşireti’nden Hüseyin Mehmet ve Kamer Ağalar, Hüseyin
Ağa’nın oğlu Keğo, Peşte Zano Ağa, Murtaza oğlu Mehmet, İzoli Aşireti’nden
160
Gedikoğlu Mehmet, Yusuf, aziz, Pişitte Hakkı Efendi, Beyhanlı Aşireti’nden
Mir Seyitli Hasan
Çorum’a; Kısmorlu Aşireti’nden Hasan Efendi, Sür Uşağı Aşireti’nden
Hasan, Sürzade eyüp Ağa, Güllübizade Timur ağa, yeğenleri İsmail ve
Hasan Ağalar, Haydarzade Haşo Müdür Ağa, Maykiritli Gebanlılar Reisi
Hasan Ağa
Susurluk’a; Haydaranlı aşireti Reisleri Büşnekte Mehmet Ağa oğlu, Kamer,
Hızır Hocan Köyünde Ali oğlu Hızır, Umum Reisleri Kelman Hüseyin,
amcaoğulları Hüseyin, Musa, Süleyman, Ali, Süleyman Kabilesi Reisi
Rostaklı Kamer Ağa
Keşan’a; Şeyh Mmehmetli-Modanlı aşireti Reisleri Hişto Köyünde Hızır Nur
oğlu Ali, Bako, Nazimiye’nin Yukarı Harik’te Keko, Harikli Kihto oğulları
Kamer, Hüseyin
Malkara’ya; Hormekli-Horik Aşireti Reisleri Mehmet efendi, Süleyman,
Mustafa, Pertal-Battal Ağa, Giverikli Süleyman Ağa, Oğulları Bertal, Ali,
Hasan, Süleyman Ağa’nın kardeşleri Beral Efendi, Hüseyin Hasan Süleyman
ve Ali Ağalar
Bandırma’ya; Bemedanlı Aşireti Reisleri Kamer, Cebrail, Hasan ve Cibozer
Malkara’ya; Zerkanik Aşireti Reisi Timkin Ağa, Pilvenk Aşireti Perisleri Zilanlı
Süleyman, kardeşi Hasan, Köş oğlu Hacı Mustafa, Halifanlı Reisi Seyid
İbrahim oğlu Süleyman
Kula’ya; Beritanlı Aşireti Reisleri İbrahim, Zülfü Paşa, Ali Ağa, Seyhan Aşireti
Reisleri Hüseyin Seyid Ağa, Ciki Ali Kiro
Alaşehir’e; Kodan Aşireti Reisleri Hasan efendi ve Dilo Kiro
161
Çorlu’ya; Balabanlı Aşireti Reisleri Halil Ağazade Paşo, Mehmet ve Kamer
Ağalar
Alaşehir’e; Derviş Cemal Evladı aşiret Reisi Erzurumlu Şeyhozade, Ali
Abbas evladı Aşireti Reisleri Kirtinli Ağazade ve Terlikuklu Ali Ağa
Bandırma’ya; Şadilli Aşireti Reisleri Oho Ağası Necip Ağazade Hasan Ağa,
Umum Reis Mustafa Ağa, Mehmet Efendi, Adil Bey, Rıfat Hüseyin Ağa,
Zülfiş, Mehmet Efendi oğulları Seyid ve Ali
Kırklareli’ne;Kaz Aşireti Reisi Osman Bey
Ödemiş’e; Garanson Aşireti’nden Hacı Didi Bey, Garabas Aşireti’nden Abdal
Ağa, Sultan Munzur Aşireti’nden Seyid oğlu Süleyman, Seyid Emin, Baba
Mansur Aşireti Reisleri Mazgirt’li Seyid ve Pülümür’lü Seyid İsmail, Avucan
aşireti reisleri Kababallı Seyid Hıdır, Seyid İsmail
Saray’a; Kureyşan’lı Aşireti’nden ali Çavuş’un Hasan efendi, Seyit Mahmut
Mahallaş Ağa, Derviş İbrahim, Zeynel Çavuşaro, Seydo Ali Ağa, Havr
Köyünden Rehber, Köresipi Köyünden Keki Ali, Bert Törüşmekte Hasan
Efendi, Tarla Köyünden Dibo Ağa, Kiği’nin Sitir Köyünden Casus İbrahim,
Nazimiye’de Renen Köyünden Hamdiş, Gülik Köyünden Hasan, Şeyh
Mahmut Çavuş, Zine Köyünden Aligah, Kalman Köyünden Süleyman,
Çamuret Köyünden Zeynel Ağa, Kiği’nin Sis Köyünden İbrahim Ağa
Uzunköprü’ye; Şükranlı Aşireti Reisi Ali Ağa
Alaşehir’e; Şeyh Mehmet Dede Evladı Aşireti’nden Doğan Dede evladı, Pir
Sultan Evladı Aşireti, Sebelanlı Aşireti Reisleri Mustafa ve Rıza Ağalar ile
Hüsnü Bey a
162
Kırklareli’ne; Cibanlı ayireti’nden Şeyh Said’in kayınbiraderi Ahmet Bey
Bala’ya; Abdalalanlı Aşireti’nden Pülümürlü Nur oğlu Mustafa ve Tercan’da
Laz Hüseyin Efendi
Balıkesir’e; Arilli Aşireti Reisleri Kirisli Yusuf Ağa, kardeşleri İsmail, Hüseyin,
Ferhat, amcçazadeleri Alık-Muhik, Türk Mehmet Ağa torunu Hüseyin Ağa
oğlu Yusuf Ağa, Mahdudan Kabilesi Reisi Ramazanlı Dursun Ağa, Şekolan
Kabilesi Reisleri Hazmiyeli Hüseyin, Miro Ağa, Dirizli İsmail, Nazimiye’de
Battal oğlu Musa, Keşkovaroda Keko, Ferhadan Reisi Diyikli Deli oğlu
Hüseyin
Pınarhisar’a; Hiranlı Aşireti reisleri Mustafa, Mehmet ali, Hüseyin, Kiriniste
Mustafa Ağalar, İbi Mahmut Köyünden M.Ali, Sindam Köyünde Ali Dest oğlu
Mehmet Ağa, Polan Köyünde Hüseyin Efendi
Kula’ya; Bütikanlı Aşireti’nden Hüseyin Ağazade İbrahim, Zeynel ve Ali
Ağalar
Uzunköprü’ye; Çambelli Aşireti’nden Hasa Ağa
Pınarhisar’a; Şadilli Aşireti’nden Mahmut ve Abdurrahman Beyler, Biles
Aşireti’nden Milli Halil Bey, Veli Bey
Vize’ye; Kubanlı Aşireti’nden Muti, Mala Aşireti’nden Mola Ahmet, Yelçi
Aşireti’nden İskender ağa
Akhisar’a; Şertlik Aşireti’nden Necip Efendi
Vize’ye, Kumsur Aşireti’nden Resul Ağa Puğ-Puhar Aşireti’nden Hasan Ağa
Akhisar’a; Az Aşireti’nden Mehmet Ağa, ;Atmalı Aşireti’nden Battal oğlu
Mehmet Efendi
163
Vize’ye; Hitsor Aşireti’nden Kahraman Bey, Eşref Aşireti’nden Mehmet Ağa,
Hakun Aşiretinden Mehmet Ağa
Malkara’ya; Sinamilli Aşireti’nden Hacı Hasan Ağa
Malkara’ya; Malhas-Al Hasan Aşireti’nden İbil Ağa, Buyan Aşireti’nden
İyores ve Hasan Ağalar (Bkz. Dersim ek s:1-14)
(71) Dersim, s: 15-19
164
ÖZET (YÜKSEL, Hayriye, Ulus İnşasında Zorunlu Göç Unsuru: Tek Parti Dönemi (1923-1945) İskan Kanunları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.)
“Ulus İnşasında Zorunlu Göç Unsuru: Tek Parti Dönemi (1923-1945)
İskan Kanunları” isimli tez çalışmasında, devlet inşasını tamamlamış Türkiye
Cumhuriyeti’nin, ulus inşasının neden, nasıl, ne zaman, nerede ve kimler
tarafından gerçekleştirildiği incelenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ulusun nasıl oluşturulduğu öncesinde
Osmanlı İmparatorluğunda iskanın ne maksatla gerçekleştirildiğine değinmek
gerekmiştir. Buna göre; Osmanlı İmparatorluğunda iskan, bir ulus inşa
etmekten ya da etnik unsurları birbiri ile kaynaştırmaktan öte, toprağın verimli
kılınmasına ve devlet için gelir kaynağı haline getirilmesine yönelik olarak bir
“şenlendirme” eylemdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ulus inşasının ilk aşaması olarak, devletin
kurucu belgesi Lausanne Antlaşması temel alınmış ve antlaşma kapsamında
imzalanan 1923 tarihli Türk-Yunan Halklarının Mübadelesi Protokolü ile hem
Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın homojen ulus yaratma amacını taşıdığı
vurgulanmıştır. Her iki devlet için de “ulus” ta bulunması gereken yegane
kriter aynı dinden olma ölçütü olmuştur. Türk-Yunan halklarının
mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol kapsamında aralarında ana dili
Türkçe olan Hıristiyan Kapadokya Rumları ve ana dili Rumca olan Giritli
Müslümanların da yer aldığı yaklaşık 2 milyon kişi zorunlu göçe maruz
kalmıştır.
Ulus inşasının ikinci aşamasında 1934 tarihli İskan Kanunu
incelenmiş. Kanuna göre; ulus olma kriterine aynı dinden olmanın yanı sıra
aynı kültürden olan kriteri de eklenmiştir. Aynı kültürden olmanın en belirgin
Türkçe konuşmak olmuş ve hakim kültür de Türk kültürü olarak
tanımlanmıştır.
165
Türk kültüründen olmalarına rağmen zamanla bu özelliklerini
kaybeden ve Kürtleştikleri iddia edilen kitlelerin, mevcut yönetimin idari
alanda gerçekleştirdiği ıslahatlara karşı ayaklanması sonucunda yönetici elit,
isyan bölgelerine yönelik olarak kalıcı önlemler alma arayışına girmiş ve 1934
tarihli İskan Kanunu’nu çıkarmıştır. Kanun uyarınca Türk kültürünün hakim
olduğu halkın ülkenin Doğu bölgelerine, Türk kültürüne sahip olmayan halkın
da ülkenin Batı bölgelerine zorunlu göçü öngörülmüştür.
Hem Türk ve Yunan halklarının mübadelesi hem de 1934 tarihli İskan
Kanunu vasıtasıyla ulus inşa edilmeye çalışılmış, bu aşamada Müslüman ve
Türk kültürüne mensup ulusun ortaya çıkarılmasında kullanılan araçlardan
biri de zorunlu göç unsuru olmuştur.
Anahtar Sözcükler: 1. Zorunlu Göç
2. Nüfus Mübadelesi
3. İskan
4. Kürt
5. Ulus İnşası
166
ABSTRACT
(YÜKSEL, Hayriye, Forced Emigration Element In The Nation Building Process: Single Party Era (1923-1945) Law of Settlement, Master Thesis, Ankara, 2007.)
The dissertation named “Forced Emigration Element In The Nation
Building Process: Single Party Era (1923-1945) Law of Settlement” analyses
the question of “By whom, why, how, when and where the nation building has
been realized in the Republic of Turkey which had already accomplished the
state building process?”
Before analyzing how the nation was established in the Republic of
Turkey it is necessary to deal with aim of the settlement project. In this
regard, settlement aimed at efficient utilization of the land in order to use it as
a source of income for the government rather than nation building or merging
the ethnic elements with each other.
The Lausanne Treaty was the fundamental and initial phase of nation
building in the Republic of Turkey and in this regard the 1923 Protocol on the
Population Exchange of Turkish-Greek People emphasized that both Turkey
and Greece had the objective of creating a homogeneous nation. The sole
criteria for both nations were to have a common religion.
Through the execution of the treaty around 2 million people were
exposed to forced emigration sending the Turkish speaking Christian Greeks
of Kapadokia to Greece and Greek speaking Muslims of Crete to Turkey.
In the second phase of the nation building the Law of Settlement was
analyzed. Through the settlement law to share the same culture was also
included as criteria along with the common religion element.
167
As a result of reactive rebellions by masses that allegedly became
gradually Kurdish by passage of time despite once they were from the
Turkish culture, against the reforms of existing administration, the ruling elite
enacted the Law of Settlement dated 1934 in search for a durable
precautions. This law foresaw the forced emigration of people who possess
Turkish culture to the east part of the country and those who do not to the
west part vice versa.
Through the population exchange of Turkish and Greek people as well
as 1934 Law of Settlement nation building was aimed and forced emigration
appeared as a tool to create a Muslim nation with Turkish culture.
Key Words: 1. Forced Emigration
2. Population Exchange
3. Settlement
4. Kurdish
5. Nation Building