147
T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİM DALI SOSYAL DEVLET ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİKLİKLERİN TÜRKİYE’ DE UYGULANAN İSTİHDAM POLİTİKALARINA ETKİSİ MASTER TEZİ Hazırlayan Elçin Deniz ELA Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Aydın BAŞBUĞ Ankara–2007

T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/... · 2018-07-26 · t.c. gazİ Ünİversİtesİ sosyal bİlİmler enstİtÜsÜ ÇaliŞma ekonomİsİ

  • Upload
    others

  • View
    14

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ

    SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİM DALI

    SOSYAL DEVLET ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİKLİKLERİN TÜRKİYE’ DE UYGULANAN İSTİHDAM POLİTİKALARINA ETKİSİ

    MASTER TEZİ

    Hazırlayan Elçin Deniz ELA

    Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Aydın BAŞBUĞ

    Ankara–2007

  • ii

  • iii

  • İÇİNDEKİLER

    İçindekiler…………………………………………………………………………….i

    Kısaltmalar Cetveli………………………………………………………………… v

    Tablolar Cetveli …………………………………………………………………….vi

    Şekiller Cetveli ………………………………………………………………...…..vii

    Giriş …………………………………………………………………………..……..1

    BİRİNCİ BÖLÜM GENEL OLARAK SOSYAL DEVLET VE İSTİHDAM POLİTİKALARI

    I. SOSYAL DEVLET KAVRAMI………………………………………..……..…3 II. SOSYAL DEVLET ANLAYIŞININ GELİŞİM SÜRECİ……………..……....5

    1. Sanayi Devrimi ile Gerçekleşen Dönüşüm……………..…….……….6

    1.1. Endüstri Toplumu ve Serbest Piyasa Ekonomisinin

    Benimsenmesi…………………………………………………... …………………6

    1.2. Sınıflı Toplum Yapısı ve Toplumsal Çatışmalar…………………8

    2. Devletin Ekonomiye Müdahalesinin Gerekliliği ve Sosyal Devletin

    Yükselişi……………………………………………………………………………..9

    2.1. Kolektivist Hareketler………….……………….....……………….10

    2.2. I. Dünya Savaşı Sonrası Süreç…………………………………..11

    2.2.1. 1929 Ekonomik Krizi ve Piyasa Ekonomisinin

    Çıkmazları………………………………………….………………………………12

    2.2.2. Keynesyen İktisadın Kabulü ve Etkileri………..……………14

    2.3. II. Dünya Savaşı Sonrası Süreç………………………………….16

    3. Küreselleşme Sürecinde Sosyal Devletin Yeniden Yapılanmasını

    Sağlayan Faktörler………………………………………………………………..20

    3.1. Neoliberal Politikaların Tercih Edilmesi………………………….23

    3.2. Artan Kamu Açıkları………..…………………………………...…28

    3.3. İşgücü Piyasasındaki Değişim………..…………………………..31

  • ii

    III. SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI İÇİNDE İSTİHDAM POLİTİKALARI...…..33 1. İstihdam Politikaları…………….……………………………………....34

    1.1. İstihdam Politikalarının Türleri………...…………………………..35

    1.1.1. Aktif İstihdam Politikaları………………..…………...………..35

    1.1.1.1. Emek Arzını Değiştirmeye Yönelik Politikalar…………..36

    1.1.1.2. Emek Talebini Değiştirmeye Yönelik Politikalar………..37

    1.1.2. Pasif İstihdam Politikaları………………..…………………….38

    1.1.2.1. İşsizlik Sigortası……………………..……..………………39

    1.1.2.2. İşsizlik Yardımı………………………….………………….40

    1.2. İstihdam Politikalarının Amaçları………………..………………..41

    2. İstihdam Politikalarının Sosyal Devlet Anlayışı İçindeki Yeri ve

    Önemi ……………………………………………………………………………...42

    İKİNCİ BÖLÜM

    TÜRKİYE’DE SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI I. TÜRKİYE’DE SOSYAL DEVLET ANLAYIŞININ GELİŞİM SÜRECİ.…....45

    1.Devletin Ekonomiye Müdahalesinin Temel Dinamikleri………..…...46

    1.1. Devlet Öncülüğünde Sanayileşme Modeli………….…………...47

    1.2. İthal İkameci Sanayileşme Modeli ………………………………50

    1.3. İhracata Dayalı Sanayileşme Modeli……………….…………...54

    2. Sanayileşme Süreci……………….…………………………………...59

    2.1. Sanayileşme Sorunu…………….………………………………...59

    2.2. Sektörel Gelişim………………….………………………………...62

    3. Demokratikleşme Sorunu ve Sendikal Hareket……………………..67

    II. TÜRKİYE’DE SOSYAL DEVLET UYGULAMALARINA ETKİ EDEN FAKTÖRLER……………………………………………...………………………70

    1. Devlet Müdahaleciliği ve Toplumsal Yapı……………………………70

    2. Piyasa Ekonomisini Ekseninde Devletin Değişen Rolü…………….74

    3. Demografik Yapı ve İşsizlik……………………………………………78

  • iii

    III. DÜNYADAKİ DEĞİŞİMLERİN TÜRKİYE’ DE SOSYAL DEVLET UYGULAMALARINA ETKİLERİ…………………………………………..……83

    1. İşgücü Piyasalarındaki Değişimin Etkileri……………………………84

    2. Üretim Teknolojilerindeki Değişimlerin Etkileri……………………...86

    3. Rekabet ve Verimliliğin Öneminin Artmasının Etkileri………….…..89

    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE İSTİHDAM POLİTİKALARI VE SOSYAL DEVLET ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİKLİKLERİN UYGULANAN İSTİHDAM

    POLİTİKALARINA ETKİSİ I. TÜRKİYE’DE İSTİHDAM POLİTİKALARI.................................................92

    1. Devletin İşveren Rolü………….……………………………………….93

    2. Aktif İstihdam Politikaları……….…………………………………...…95

    2.1. Mesleki Eğitim ve Yeniden Eğitim………………………………..95

    2.2. İstihdamın Teşviki ……………..………………………………….98

    3.Pasif İstihdam Politikaları………….………………………………....101

    3.1. İşsizlik Sigortası ve İşsizlik Yardımları…...…………………….101

    3.2. Kıdem Tazminatı ve İhbar Tazminatı……………….………….103

    3.3. İş Kaybı Tazminatı…..……………………………………………104

    II. SOSYAL DEVLET ANLAYIŞINDA YAŞANAN DEĞİŞİKLİKLERİN UYGULANAN İSTİHDAM POLİTİKALARINA ETKİLERİ………………….105

    1. Kamu Kesiminin Sınırlandırılması Ve Özelleştirmeler…….……...105

    2. Düşük Ücret Politikalarının Uygulanması………………….…….…109

    3. Yasal Düzenlemelerde Esnekleşme……………………….……….110

    4. Yeni İstihdam Türlerinin Yaygınlaşması…………………….……...117

    5. Aktif İstihdam Politikalarına Öncelik Verilmesi ……………….…...118

    6. Sendikaların Etkinliğinin Azalması…………………………….……120

  • iv

    Sonuç ve Değerlendirme…………………………………………………….….124

    Kaynakça…………………………………………………………………………128

    Özet……………………………………………………………………………….136

    Abstract …………………………………………………………………………..137

  • v

    KISALTMALAR CETVELİ

    AB : Avrupa Birliği

    ABD : Amerika Birleşik Devletleri

    AİS : Avrupa İstihdam Stratejisi

    a.g.e. : Adı Geçen Eser

    a.g.m. : Adı Geçen Makale

    a.g.t. : Adı Geçen Tez

    BM : Birleşmiş Milletler

    Çev : Çeviren

    Der : Derleyen

    DP : Demokrat Parti

    DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

    GATT : General Agreement on Tariffs and Trade

    GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

    GSYİH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

    ILO : International Labour Organization

    IMF : International Monetary Fund

    İŞKUR : Türkiye İş Kurumu

    KİT : Kamu İktisadi Teşebbüsü

    KOSGEB : Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme

    İdaresi Başkanlığı

    No : Numara

    OECD : Organization for Economic Cooperation and Development

    OPEC : Organization of the Petroleum Exporting Countries

    ÖSDP : Özelleştirme Sosyal Destek Projesi

    TESEV : Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı

    TYÇP : Toplum Yararına Çalışma Programları

    TÜRK-İŞ : Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu

    yy : Yüzyıl

  • vi

    TABLOLAR CETVELİ

    Tablo 1 : 1960 ve 1970’ li Yıllarda OECD Ülkelerinde Sosyal Refah Harcamaları

    Tablo 2 : 1960–1985 Yılları Arasında Bazı Ülkelerde Vergi Yükü

    Tablo 3 : Türkiye’ de Seçilmiş Yıllarda İşgücünün Sektörel Dağılımı

    Tablo 4 : Türkiye Nüfusu

    Tablo 5 : Türkiye’ de Seçilmiş Yıllarda İşgücü İstatistikleri

    Tablo 6 : İşgücü Eğitim Kursları

    Tablo 7 : Türkiye’de Sendikalaşma Oranları

  • vii

    ŞEKİLLER CETVELİ

    Şekil 1 : OECD Ülkelerinde GSYİH İçinde Toplam Kamu Harcamaları

    Şekil 2 : 24 Ocak 1980 İstikrar Programının Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri

  • GİRİŞ

    Sanayi devriminin gerçekleşmesinin ardından serbest piyasa

    ekonomisi uygulama alanı bulmuştur. İnsanı sadece ekonomik bir varlık

    olarak gören bu iktisadi sistemin muhalif hareketlerle karşılaşması ise geç

    olmamıştır. Gerek ilk kolektivist hareketler gerekse 1929 yılında yaşanan

    ekonomik kriz, piyasa ekonomisini var olmak adına yeni arayışlara itmiş,

    kapitalist sistemin sosyal yaşamda yarattığı tahribatı en aza indirmek ve

    sistemin varlığını tehdit eden unsurları ortadan kaldırmak amacıyla devletin

    ekonomiye müdahalesi meşru hale gelmiştir. Öyle ki bu müdahale, bir

    yandan işleyişi bozmamayı taahhüt etmeli, diğer yandan devletin sosyal

    yaşamı düzenleyici bir rol üstlenmesini ve sosyal barışı sağlama görevi

    görmesini gerektirmektedir.

    Ancak süreç içinde sosyal devletin yöneldiği kitle ve kapsamı öylesine

    genişlemiştir ki; sosyal devlet anlayışı gereği yapılan harcamalar devletin

    sırtında bir yük olarak algılanmaya başlamış ve bu bakış açısı küreselleşme

    süreciyle de bütünleşince, sosyal devlet anlayışında bir geriye gidiş

    başlamıştır.

    İktisadi ve siyasi olaylara paralel yaşanan değişikliklerin sosyal politika

    araçlarına etkisi ise kaçınılmaz hale gelmiştir. Ekonomik alanda istikrarı

    sağlamak adına özne olarak insana yönelen istihdam politikaları konusunda

    doğru değerlendirmeler yapabilmek için sosyal devlet anlayışında yaşanan

    değişimi incelemek gerekmektedir.

    Bu çalışmada sosyal devlet anlayışının içeriği ve ortaya çıkış süreci

    değerlendirildikten sonra, bu anlayışın dünyada ve ülkemizde nasıl bir

    değişim geçirdiğine değinilerek bu sürecin istihdam politikalarına etkisi

    araştırılacaktır.

  • 2

    İlk bölümde sosyal devlet ve istihdam politikalarına dair genel bilgi

    verildikten sonra, ikinci bölümde ülkemizdeki sosyal devlet anlayışının genel

    durumu, gelişimi ve bugün bulunduğu nokta incelenecektir. Üçüncü bölümde

    sosyal devlet anlayışının geçirdiği değişimin ülkemizde uygulanan istihdam

    politikalarına etkisi araştırılacak ve istihdam politikaları konusunda bugün

    gelinen noktayla ilgili çeşitli değerlendirmeler yapılacaktır.

  • BİRİNCİ BÖLÜM GENEL OLARAK SOSYAL DEVLET VE İSTİHDAM POLİTİKALARI

    Sosyal devlet kavramına bir açıklık getirmeden sosyal devlet anlayışı

    içinde istihdam politikalarının nasıl biçimlendiğini değerlendirmek mümkün

    değildir. Bu amaçla ilk olarak sosyal devlet kavramının içeriği farklı bakış

    açılarına göre açıklanacaktır. Daha sonra istihdam politikalarının türleri,

    sosyal devlet anlayışı içindeki yeri ve önemine değinilerek bu iki dinamiğin

    etkileşim süreci incelenecektir.

    I. SOSYAL DEVLET KAVRAMI

    Kapitalist toplumlarda gelişen sınıflı yapı ve bu yapının oluşturduğu

    süreçteki sınıf çatışmalarının endüstri devriminden günümüze dek yaşanan

    toplumsal değişime etkisi büyüktür. Sınıfsal baskıların değişik alanlarda pek

    çok sonuç doğurduğu bilinmektedir. 1880’li yıllarda Bismarck’ın sosyal

    güvenlik tasarısı, 1911 yılındaki Lloyd George’un işsizlik sigortası bunlara

    örnek verilebilir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası süreçte devletin ekonomi

    ve sosyal politika alanındaki rolünün genişlemesiyle, sermaye sahipleri ve

    işçi kesiminin beklentilerini uzlaştırmak ve bu yönde politika üretmek zorunda

    kalışı müdahaleci devlet anlayışının benimsenmesini sağlamıştır.

    Bu sonuca göre iki farklı bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Bunlardan

    ilkine göre sosyal devlet, ekonomik istikrarı sağlamak, refah düzeyini

    etkileyebilecek potansiyel tehlikeleri ortadan kaldırmak ve sermayenin

    ihtiyaçlarını korumak amacıyla hükümetlerin üstlendiği zorunluluklarla ortaya

    çıkmıştır. İkinci bakış açısına göre ise sosyal devlet, işçi sınıfının

  • 4

    mücadeleleri ve baskısı sonucu hükümetlerin istemeden verdiği imtiyazlardan

    oluşmuştur1.

    Çok geniş bir kavram olmasına rağmen en basit tanımıyla sosyal

    devlet; bireylere asgari (insan haysiyetine yaraşır) bir yaşam standardı temin

    etmeyi amaçlayan ve onların sosyal durumlarıyla ilgilenen devlettir2.

    Toplumsal sorumluluk kaygısıyla hareket eden sosyal devlet, ekonomik ve

    sosyal kalkınmanın gerçekleşebilmesi için toplumsal altyapıyı iyileştirmenin

    ve bireylere fırsat eşitliği sağlamanın yollarını aramaktadır. Böyle bir yaşam

    düzeyinin sağlanabilmesi için bireylere çalışma, adil ücret, sosyal güvenlik,

    konut, sağlık ve eğitim haklarının tanınması gerekir. Bu nedenle sosyal

    devlet, sosyal politikalar ve ekonomi politikalarını birlikte düşünmektedir3.

    Anayasal düzenle vatandaşların hak ve özgürlüklerini topluma ve

    devlete karşı koruma amacında olan hukuk devletinin temel ilkesi bireyin

    kendisini korumak amacıyla devleti sınırlandırmaktır. Bu yönüyle hukuk

    devleti, bireysel özgürlüklerin korunması açısından devlet müdahalesini

    engelleyen bir anlayışa sahiptir. Sanayileşme sürecinde hukuk devletinin tek

    başına sorunlara çözüm bulamadığı ve pek çok sosyal sorunun doğduğu

    görülmüştür. Sosyal devlet, sanayi toplumunun oluşumuyla ortaya çıkan

    sorunların çözülmesi için devlet müdahalesinin gerekli olduğunu düşünen bir

    yapıdadır. Tarihsel süreç içinde sosyal devlet, özellikle sanayi toplumunda

    hukuk devletinin sorunları çözmede yetersiz kalmasıyla ortaya çıkmıştır.

    Toplumdaki tüm bireylere insan haysiyetine yaraşır bir yaşam

    standardı temin etmeyi amaçlayan sosyal devletin, yatay ve dikey olmak

    üzere iki fonksiyonu bulunmaktadır. Yatay fonksiyonuyla sosyal devlet,

    kişilerin sosyal riskler karşısında asgari yaşam standardının altına düşmesini

    1ÇALKAVUR, Tayfun: “Sosyal Devlet Anlayışı: Sosyal Devletin Uygulama ve İdeolojisi”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002, 19. 2SOYSAL, Mümtaz: 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınları, İstanbul 1986, 224. 3KORAY, Meryem: Sosyal Politika, İmge Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2005, 95.

  • 5

    önlemeye çalışır. Bu anlamda yatay fonksiyon, önleyici fonksiyon olarak da

    adlandırılabilir. Yani yatay fonksiyonuyla sosyal devlet, sosyal riskin meydana

    gelmemesi için önlemler almaktadır. Bu önlemler gerekli yasal mevzuatın

    oluşturulması ve denetim mekanizmalarının kurularak bunların işlerliğinin

    sağlanmasıdır. Dikey fonksiyonu ile ise sosyal devlet, kişilerin sosyal risklerle

    karşılaştıklarında maruz kaldıkları zararların giderilmesine yönelik

    düzenlemeler yapmaktadır. Bu amacına ise sosyal güvenlik yolu ile

    ulaşmaktadır. Sosyal sigortalar, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler bu

    kapsamda değerlendirilmektedir.

    Tüm bu anlatılanlara göre “sosyal devlet”4 sosyal adaletsizlikler

    karşısında mağdur olan bireylere görece eşitlik sağlayıcı bir gelir temin

    etmektedir. Bahsi geçen asgari düzeyin sağlanması, sosyal devletin temel

    politikalarından biri olduğu ve somut açıdan gelirin yeniden dağılımını

    gerektirdiği için çok tartışmalı bir konu haline gelmektedir. Bu konudaki

    görüşlerin taraflar ve ülkelere göre farklılık göstermesi kaçınılmazdır.

    Dolayısıyla bu farlılıkların doğmasına sebep olan tarihsel sürecin

    incelenmesi, hem sosyal devlet anlayışının hem de bu anlayışın doğurduğu

    politikaların nasıl şekillendiğinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

    II. SOSYAL DEVLET ANLAYIŞININ GELİŞİM SÜRECİ Aydınlanma çağı sonrası Fransız devrimi aracılığıyla yayılan rasyonel düşünce 18. yy’ın bilimsel buluşları ve sanayi devriminin teknolojik

    gelişmelerine kaynak olmuştur. Buhar gücünün bulunması ve üretime

    aktarılması ile başlayan makinalaşma çağının ilk etkileri dönemin iktisadi ve

    4Terim olarak ilk kez İngiltere’de Archbishop Temple tarafından “Welfare State” olarak kullanılan sosyal devletin tam karşılığı aslında “Refah Devleti” dir. Ancak refah devletinin 1883 yılında Bismarck’ın sosyal sigorta sistemini kurmasıyla 1920’lerde Almanya’da gündeme gelmesi bu konuda bir çelişki yaratmaktadır. Refah devleti teriminin yalnızca ekonomik gelişimini tamamlamış ülkelerde kullanılabileceğini söyleyen yazarlar olduğu gibi, sosyal devlet ve refah devleti kavramlarının aynı anlamlarda kullanılabileceğini söyleyen yazarlar da vardır. Çalışma boyunca sosyal devlet kavramı kullanılacaktır.

  • 6

    mali merkezi sayılabilecek İngiltere’ de gerçekleşmiştir. Sosyal devlet

    kavramının ilk kez İngiltere’de ortaya çıkması da buna bağlı görülebilir.

    Sanayi devriminin ortaya çıkmasının pek çok sebebi olduğu gibi sonucu da

    vardır. Sosyal devlet anlayışının nasıl geliştiğini görebilmek için bu sonuçların

    neler olduğu incelenmelidir.

    1. Sanayi Devrimi ile Gerçekleşen Dönüşüm

    18. yy sonlarında gelişmeye başlayan sanayi devrimi ekonomik ve

    sosyal alanlarda pek çok değişikliğin yaşanmasına sebep olmuştur. Bunların

    başında makinaların üretime hâkim olması ile değişen çalışma koşulları ve

    üretim anlayışı gelmektedir. Atölye tipi üretim tarzının yerine, büyük

    makinaların sığdırılabileceği ve pek çok işçinin istihdam edilebileceği fabrika

    tarzı üretim sistemi geçmiştir. Bu sistem çalışanların evlerinde ya da küçük

    atölyelerde kalmalarına imkân vermediğinden, çalışanların kitleler halinde

    fabrikalara akmalarına sebep olmuş ve yeni üretim sürecine uyum

    sağlamalarını zorunlu kılmıştır. Yeni bir toplum düzeni, yeni bir ahlaki sistem

    ve fazlalıkla sermaye birikimi yaratarak modernleşmeye geçişi sağlamaya

    çalışan bu yeni sistem, avantajları olduğu kadar pek çok dezavantajı da

    beraberinde getirmiştir. Endüstri toplumu adı verilecek olan bu yeni toplumun

    çalışma koşulları, ihtiyaçları, zorunlulukları ve talepleri bir sonraki yüzyıla

    damgasını vuracaktır.

    1.1. Endüstri Toplumu ve Serbest Piyasa Ekonomisinin Benimsenmesi 1768 yılında James Watt’ın buharla çalışan makinayı icadı, sanayi devriminin başlangıcı sayılmaktaysa da bu konuda tam bir uzlaşma

  • 7

    bulunmamaktadır5. Daha sonra buharlı makinanın gemilere ve lokomotiflere

    uygulanmasıyla başlayan teknolojik gelişmeler tüm hızıyla sürmüş ve yeni bir

    üretim sürecine geçişin başlangıcını oluşturmuştur.

    Teknolojik gelişmelere paralel olarak Avrupa’nın nüfusu hızla artmakta

    ve bu nüfusun yaşam düzeyi yükselmekteydi. Sömürgecilik anlayışıyla yeni

    koloniler bulan ve bunlardan getirdikleri hammaddeleri sanayide kullanmaya

    başlayan Avrupalılar ürünlerini yine bu kolonilere satmak istemekteydiler.

    Burjuvazi gelişmekte, orta sınıfın zenginleşmeye başlaması ile kapital birikimi

    artmaktaydı. Yeni yatırım alanları aranmaya başlanmıştı. Bu gibi sebeplere

    teknolojik gelişmelerin de eklenmesiyle sanayi devriminin yaşanması

    kaçınılmaz hale gelmiştir.

    Sanayi devriminin temel özelliği makina kullanımının yaygınlaşmasıyla

    büyük fabrikaların ortaya çıkmasıdır. Ayrıca tarımda yaşanan gelişmeler bu

    sektördeki nüfus ihtiyacını azalttığından fabrikalarda çalışmak isteyen işçiler

    kentlere göç etmeye başlamış, tarım işçileri toplumundan fabrikalarda üretim

    yapan bir işçi toplumuna doğru düzenli bir değişim yaşanmıştır.

    Sanayi devrimi ile başlayan gelişmeler İngiltere’de ortaya çıktıktan

    sonra tüm Avrupa’da yayılmaya başlamıştır. Sanayi kapitalizminden önce

    Avrupa’ da hâkim görüş olan “merkantilizm”6 , üretim olanaklarının değişmesi

    ve sanayinin gelişmesi sonucunda oluşan endüstri toplumunun oluşmasına

    müsait bir ortam hazırlamıştır. Ekonomik alandaki düşünceleri bir tutarsızlık

    aşamasından çıkararak ekonomiyi bir bilim haline getiren Adam Smith’in

    ardından düşüncelerini tamamlayan David Ricardo ve T. Robert Malthus

    liberal düşünceye bir okul niteliği kazandırmışlardır7. Tüm bu gelişmelere

    paralel olarak ekonomide serbest girişimciliğe geçilmesi ve rekabetin 5ŞENKAL, Abdülkadir: Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika, Alfa Yayınları, 1. Basım, İstanbul 2005, 15. 6Merkantilizm: Devletlerin zenginleşmek ve ellerindeki değerli madenleri artırmak üzere uluslararası ihracatı teşvik edip, ithalatı kıstıkları ve üretim faaliyetlerini bu amaçlara göre düzenledikleri koyu bir devlet müdahaleciliğine dayalı sistem. 7TALAS, Cahit: Ekonomik Sistemler, İmge Kitabevi Yayınları, 5. Baskı, Ankara 1999, 68.

  • 8

    artmasının yanında ulaşım imkânlarının da gelişmesi ticaretin gelişiminde

    büyük rol oynamıştır. Toplum içinde ekonomik kuvvet kazanan kapitalistler

    daha önce ekonomik faaliyetlerini kısıtlayan merkantilist devlet

    müdahalelerine karşı çıkmışlar ve bu müdahalelerin asgari seviyeye

    indirilmesini sağlamışlardır. Bu sebeplerle 19. yy başlarındaki kapitalizme

    “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesi hâkimdir. İktisadi ve siyasi

    kudretin daha geniş ve demokratik bir kitleyi teşkil eden burjuva sınıfına

    atfedilmesi açısından 19. yy kapitalizmi özgürlükçü ve liberal bir akım

    özelliğinde görülmüştür8.

    1.2. Sınıflı Toplum Yapısı ve Toplumsal Çatışmalar

    Sanayi devriminin sonuçlarının sadece teknolojik ve ekonomik açıdan

    incelenmesi doğru olmaz. Çünkü sanayi devriminin en önemli sonuçları

    toplumsal niteliklidir. Sanayi devrimi, süregelen ekonomik ve sosyal hayatı

    düzenleyen sistemin tamamen değişmesine ve yeni kuralların ortaya

    çıkmasına yol açmıştır. Kırsal kesimden kentlere göç eden işçiler yaşamlarını

    değiştirmek ve işgücü piyasasının bir parçası haline gelmek zorunda

    kalmışlardır.

    Ortaya çıkan yeni üretim teknikleri, yeni bir işletme anlayışıyla birlikte

    kitle üretiminin de doğmasına sebep olmuştur. Sosyal açıdan yeni sınıfların

    ortaya çıkması, bu sınıfların yeni sisteme adapte olması sorununu da

    beraberinde getirmiştir. Lonca tipi üretimin sona ermesi ile şehirlere akın

    etmeye başlayanlar, işçi sınıfının büyümesine yol açmıştır. Bu dönemde

    çalışma hayatı ile ilgili olarak ortaya çıkan belli başlı sorunlar; çalışma

    sürelerinin uzun, ücretlerin ise çok düşük olması, kadınların ve hatta

    çocukların kötü çalışma koşullarına maruz kalması, iş güvenliği ile ilgili

    önlemlerin alınmaması ve bu sebeple iş kazalarının artmasıdır. Bir yandan

    8HİÇ, Mükerrem: Kapitalizm, Sosyalizm, Karma Ekonomi ve Türkiye, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1979, 6.

  • 9

    ekonomik büyüme ve refah artışı sağlayan sanayi devrimi, diğer yandan

    çalışan kesimi ağır çalışma koşullarıyla karşı karşıya bırakmıştır9.

    Makinalaşma çağı içinde para, kapitalist sistemin gittikçe önem taşıyan

    bir öğesi olarak belirmiştir. Makinalaşmayla gelişen büyük fabrika sistemi, 1.

    Dünya Savaşı yaklaşırken yeni sosyal sorunların doğmasına sebep olmuştur.

    Zengin bir kapitalist sınıfın karşısında emeğini satarak hayatını sürdürmek

    zorunda olan bir işçi sınıfının doğmasıyla bu iki sınıf arasındaki çıkar

    savaşları, sınıf kavgaları ve siyasal iktidarı ele geçirme çabaları zamanla

    sarih bir nitelik kazanmıştır10.

    Endüstri toplumu, gelişmiş bir endüstri sektörüne, geniş bir ücretli

    çalışan kitlesine, yoğun bir sermaye birikimine ve sınıflı bir toplum yapısına

    sahiptir11. Piyasanın serbest işleyişi, çalışanlar ve sermaye sahipleri

    arasındaki farkın daha da açılmasına sebep olmuş, oluşan iki kutuplu yapı

    sosyal adaletsizliklerin artmasına yol açarken ortaya çıkan toplumsal

    çatışmaların giderilmesi ihtiyacı doğmuştur.

    2. Devletin Ekonomiye Müdahalesinin Gerekliliği ve Sosyal Devlet Anlayışının Yükselişi İşçiler arasında kötü çalışma koşullarına bağlı olarak başlayan ilk örgütlenmeler önceleri kendiliğinden bir araya gelme biçiminde ve geçici bir

    nitelik gösterirken zamanla daha kararlı ve sürekli hale dönüşmüştür.

    Sendikal hareketler, kapitalist sistemin yarattığı gelir dağılımı adaletsizliğini

    azaltmak ve emeğin sermaye tarafından sömürülmesini önlemek gibi

    amaçlarla düşünülmüş ve uygulanmıştır.

    9ŞENKAL, Abdülkadir: a.g.e., 20. 10TALAS, Cahit: a.g.e., 117. 11KORAY, Meryem: a.g.e.,69.

  • 10

    2.1. Kolektivist Hareketler İlk kolektivist hareketler sanayileşmenin başladığı İngiltere’de ortaya çıkmıştır. İşçiler ilk kez 1792 yılında “Londra Yazışma Derneği” adını taşıyan

    bir dernek altında toplanmışlardır. Ancak bu dernek, yayılma eğilimi

    göstermesi sonucu 1799 yılında kapatılsa da örgütlenmeler ve işi bırakma

    eylemleri durmamıştır. 1780’de çıkarılan yasa ile her türlü örgütlenmeye

    getirilen yasak, uzun savaşımlar sonunda kaldırılmış, 1824 yılında İngiltere’

    de işçilere sendikalaşma hakkı tanınmıştır. Ayrıca Robert Owen’ın çabaları

    ile 1801 yılından itibaren sanayide çalışan çocuklar hakkında koruyucu bir

    mevzuat oluşturulmaya başlanmıştır12. Sanayileşmenin başladığı ve işçilerin

    ağır çalışma koşullarına maruz kaldığı her toplumda sendikacılık doğmuş ve

    benzer koşullar altında gelişmiştir. ABD’ de 1842, Almanya’da 1869 ve

    Fransa’da 1884 yıllarında sendikaların kurulması yasal bir dayanağa

    kavuşmuştur13.

    Örgütlü hale gelen işçilerin ekonomik ve sosyal hayattaki etkinliğinin

    artması kaçınılmazdır. Özellikle emeğe yakın siyasi partilerle yaptıkları ittifak

    sonucu konumunu güçlendiren işçi sınıfı, toplumda bir baskı unsuru olarak

    varlık kazanmaya başlamıştır. Sanayi devriminin ilk dönemlerinde büyüyen

    ve güçlenen işçi sınıfının haklarını aramaya başlaması ile yaşanan toplumsal

    çözülmeler, işçi sınıfı ve yoksullar üzerine odaklanan sosyal politikalara

    duyulan ihtiyacı artırmış ve sınıflar arasında toplumsal uzlaşmayı sağlama

    gereği doğmuştur.

    19. yy’ın ikinci yarısına yaklaşırken yayılmaya devam eden sosyalist

    doktrinin etkisiyle de işçileri korumayı öngören sosyal mevzuat gittikçe

    yayılmış olsa bile, devletlerin ekonomik politikalarında hâkim olan görüş

    liberalizmdir. 19. yy’ın sonları ve 20. yy’ın başlarından itibaren yaşanan

    gelişmeler “bırakınız yapsınlarcı” klasik ekonomik liberalizm anlayışının

    12TALAS, Cahit: a.g.e., 119. 13KORAY, Meryem: a.g.e.,79.

  • 11

    yeniden sorgulanmasına yol açmıştır. Liberaller arasında devlet

    müdahalesinin toplumsal ve ekonomik eşitliği sağlamak için gerekli olduğu

    anlayışı yaygınlaşmıştır. Giderek genişleyen ve örgütlenen işçi sınıfı, hesaba

    katılması gereken bir gerçek haline gelmiştir. Sosyal, reformcu, eşitlikçi ve

    modern bir liberalizm anlayışı benimsenmiştir. Daha çok insana daha çok

    mutluluk getirmenin, onlara insan haysiyetine yaraşır bir yaşam sağlamakla

    mümkün olduğu inancının doğmasıyla, devletin bireylerin refahını düşünmek,

    geliştirmek ve onlara asgari bir yaşam seviyesi sağlamak adına piyasaya

    müdahalelerde bulunması gerektiği anlayışı yerleşmiştir14.

    2.2. I. Dünya Savaşı Sonrası Süreç

    I. Dünya Savaşı 1914 yılında başladığı zaman savaşı yürütmenin

    hazırlığına giren hükümetlerin ekonomik ve sosyal yaşantıya karışımları

    artmıştı. Örneğin; son derece liberal bir anlayışı benimseyen İngiliz hükümeti

    savaş boyunca devam etmek üzere kömür sanayii ve demiryollarının

    kontrolünü üstlenmiş, yaşamsal önemdeki sanayileri kamu mülkiyetine

    almıştı15. Ortaya çıkan sıkıntı ve zorlukların yarattığı finansal gereksinimlerin

    karşılanması için vergiler ve borçlanma olanakları geniş ölçüde

    kullanılmaktaydı. Savaşa katılan ülkelerin tümü ekonomik yönden büyük

    yıkımlarla karşı karşıya kalmıştı. 1920 yılında hem sanayi hem de tarım

    alanında 1913 yılındaki üretim düzeyinin çok altında bulunuluyordu16. Savaş

    sonunda yıkılan yerlerin yeniden yapılması, ortaya çıkan savaş borçları,

    Rusya’nın yeni bir ekonomik sistemi benimsemesi gibi sebepler pek çok

    ülkenin yeni bir düzen arayışına girmesinin başlangıç koşullarını

    oluşturmuştur.

    14SALLAN, Songül: “ Yeni Liberalizmde Piyasa- Refah Devleti Anlayışı: İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye Örnekleri”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1999, 38- 41. 15SHUTT, Harry: Kapitalizmle Derdim Var, Kitap Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2004, 18. 16TALAS, Cahit: a.g.e., 120.

  • 12

    I. Dünya Savaşı, hükümetlerin, kamu çıkarı bakımından hayati önem

    arz eden sektörlerin idaresinin toplumsal sınıfların tümünün çıkarları göz

    önünde bulundurularak yapılması gerektiği yönündeki görüşleri

    benimsemesini sağlamıştır. Öyle ki bundan sonra, sadece savaş değil barış

    dönemlerinde dahi üretim ve istihdam açısından optimum hedeflere

    ulaşılmasını ifade eden ulusal ekonomi politikalarına gereksinim olduğu kabul

    edilmiştir17.

    Savaş sonrasında refaha kavuşmak isteyen toplumun moralinin, son

    derece yüksek tutulması gerekmektedir. Ayrıca merkezi planlama esasına

    dayalı rejimler batılı ülkeleri tehdit eden bir unsur haline gelmiştir. Batının bu

    gelişmeler sonucunda yeni arayışlara girmek zorunda olması sosyal

    politikanın gelişimine de katkıda bulunmuştur.

    2.2.1. 1929 Ekonomik Krizi ve Piyasa Ekonomisinin Çıkmazları 1929 ekonomik krizi, I. Dünya Savaşı’ndan Avrupa ülkelerinin aksine güçlenerek çıkan ABD’ de New York borsasının çökmesiyle ortaya çıkmıştır.

    Henüz savaşın yaraları sarılmadan 1929 Ekiminde küresel bir etki yaratan

    finansal kriz 1930’larda yaygınlık kazandığında klasik ekonomik görüşler ile

    yeni ekonomik görüşler arasında önemli ayrılıklar belirmeye başlamıştır.

    Bunalımın yaygın, derin ve süreklilik arz eden bir nitelikte olması ekonominin

    kendiliğinden dengeye gelemeyeceğini göstermiştir. Bu gelişmenin en önemli

    kaynağı piyasa ekonomisinin kendi kurallarına göre işleyişinin yıpranmasıdır.

    Mali piyasalarda baş gösteren paniğin kısa bir zamanda reel sektöre

    yansımasıyla yaklaşık on yıl süreyle etkisini gösterecek bir kriz dönemi

    başlamıştır. Amerika ekonomisinde 1920’ler, teknoloji ve üretimde sürekli

    yeni buluşların hayat bulduğu en yaratıcı ve üretici yıllardır. Sanayicilerin yeni

    17SHUTT, Harry: a.g.e., 18.

  • 13

    yatırımlara yöneldikleri, ücretlerin ve tüketimin arttığı, borsanın sürekli

    yükseliş halinde olduğu bu dönemde iyimser bir bakış açısı oluşmuştur. I.

    Dünya Savaşı’nın yaralarının sarılmaya başlandığı bu dönemde, genel olarak

    geleceğe güvenle bakılmaktadır.

    1923–1929 döneminde ise günde neredeyse iki banka batmaya

    başlamış ve borsadaki yükselişin anormal olduğu yönünde görüşler ortaya

    çıkmıştır. Ancak bu görüşler ekonominin kendi seyrine bırakılmasına engel

    olmamış ve 1929 Ekiminde likidite gereksinimiyle satışa sunulan hisse senedi

    ve tahvillerin satılamaması sonucu birbiri ile bağlantılı pek çok iflas

    gerçekleşmiş, düşen kurlar yüzünden yaşanan çöküş ekonomik buhranı

    başlatmıştır18. Amerika’da bankaların, fabrikaların, aracı kurumların batışıyla

    pek çok insanın işsiz kalmasının yanında açlık ve sefalete yol açan kriz

    zamanla tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Örneğin; Almanya’da 1929’dan

    itibaren artan işsiz sayısı 1932 yılının sonunda 6 milyonu bulmuştur. Ulusal

    sanayilerini korumak için gümrük duvarlarını yükselten ülkeler uluslararası

    ticaretin azalmasına sebep olmuş ve iç talep yetersizliği sonucu sıkıntıya

    giren üreticilerin dışarıya da satış yapamamaları nedeniyle malları ellerinde

    kalmıştır.

    1929 krizi daha önce de pek çok bunalım atlatan kapitalist sistemin

    tarihi boyunca yaşadıkları arasında en şiddetlisidir. Kapitalist sistemin

    bugüne kadar ortaya koyduğu iktisadi akımların görmezden geldiği çelişkiler

    bu kez sistemin devamlılığının sağlanmasını tehdit etmektedir. Yaşanan

    durgunluk ve gerileme sonucu “görünmeyen el” in yerini hükümetlerin

    düzenleyici önlemleri almıştır.

    1929 krizi, liberal kapitalizmden müdahaleci kapitalizme geçilmesinin

    en önemli sebeplerinden biri olmuştur. Bu gelişmeler klasik Marksist

    yaklaşımın öngörüsü olan kapitalistler ile işçi sınıfı arasındaki aşırı

    18TALAS, Cahit: a.g.e., 131.

  • 14

    kutuplaşmanın yerini uzlaşmanın almasına da olanak sağlamıştır. Böylece

    kapitalizmin egemen ideolojisi olan liberalizm yaşayabilmek adına daha

    paylaşımcı ve eşitlikçi bir çizgiye doğru ilerlemiştir. Bu dönemde ileri sürülen

    tezlerden de etkilenen John Maynard Keynes 1936 tarihli “İstihdam, Faiz ve

    Paranın Genel Teorisi” isimli eserinde, piyasanın dengeye gelebilmesi için

    klasik liberal anlayış yerine müdahaleci bir devlet anlayışına gereksinim

    olduğu yönündeki görüşlerini savunmuştur19. Keynesyen iktisat, ekonomik

    düşünceler alanında yeni bir çığır açarak sosyal devlet anlayışının

    gelişiminde de yeni ve ileri bir aşamaya geçilmesini sağlamıştır.

    2.2.2. Keynesyen İktisadın Kabulü ve Etkileri J. M. Keynes’ in genel kuramı “bırakınız yapsınlar” düşüncesini kabul etmemektedir. Bu yüzden pek çok kimse tarafından kapitalist sistemi tehdit

    ettiği düşünülen Keynes aslında kapitalist sisteme inanan ve onun temel

    kurumlarını kendi düşünce sistemi içinde açıklamaya çalışan bir ekonomisttir.

    Marksist kuramı reddeden Keynes, kapitalist sistemin esaslarının devam

    edebileceğine inanmış ancak yararlı reformların zamanında yapılması

    gerektiğini öngörmüştür. 1929 bunalımından sonra görülen haliyle sürekli bir

    işsizliğin kapitalist sistem için en büyük tehlikeyi oluşturduğunu

    düşündüğünden tam istihdamı ve piyasa dengesini sürdürecek önlemler ileri

    sürmüştür. Her hükümetin hareketsizlikten kurtularak kendi koşulları içinde

    bilimsel temelleri olan ekonomi politikaları üretmek ve bu yüzden piyasaya

    müdahale etmek durumunda olduğunu savunmuştur.

    Klasik iktisatçıların düşüncelerine göre, piyasa mekanizmasına yapılan

    müdahaleler ücretlerin tam esnekliğini bozmaktadır. J.B. Say’in mahreçler

    yasasına göre her arzın kendi talebini yarattığı savıyla, ekonomiye müdahale

    edilmemesi halinde piyasa kendiliğinden dengeye ulaşacaktır. Bu durumda,

    19SALLAN, Songül: a.g.t., 184.

  • 15

    piyasada üretilen her mal satılacak ve yetersiz talepten kaynaklanan bir

    işsizlik de bulunmayacaktır20. Ancak özellikle 1929 krizinden sonra bu

    önerilerin artık geçerli olamayacağı anlaşılmıştır.

    Keynes’in genel kuramına göre21;

    • Mal ve faktör piyasalarında tam rekabet koşulları vardır.

    • Üreticiler karlarını maksimize etme çabasındadırlar.

    • Ekonomide sermaye stoku veri olarak kabul edilmiştir.

    • Üretim ve istihdam aynı yönlerde değişmektedir.

    Keynes’in ekonomik kuramı, makro ekonomi esasına göre hareket

    etmektedir. Buna göre, ekonomik yaşantıyı oluşturan unsurlar; toplam arz,

    toplam istihdam, toplam ulusal hasıla ve toplam taleptir. Kuram içinde toplam

    talebe özel bir önem verilmiştir. Keynesci düşünce içinde tam istihdam

    zorunlu bir dengeyi ifade etmemektedir. Ekonomi eksik istihdam düzeyinde

    de dengede olabilmektedir. Eksik istihdam düzeyinde oluşan eksik talep ve

    eksik üretim durumlarının ise devlet müdahalesi yoluyla önüne geçilebilir.

    Devlet bu müdahaleyi maliye politikaları aracılığıyla yapmalıdır.

    J. M. Keynes’ten sonra Batı ülkeleri içerideki buhranı ve işsizliği

    önlemeyi, tam istihdamı sağlamayı ve bu amaçlara ulaşmak için ne gibi

    maliye ve para politikası önlemleri almaları gerektiğini öğrenmişlerdir.

    Zamanla güçlenen işçi sendikaları sayesinde işçi ücretleri yükseltilmiş ve

    işçilerin gelirinin artması yoluyla toplam talep ve toplam harcamalar artmıştır.

    Ücretlerin yükseltilmesinin maliyetleri artırmak suretiyle üretimi ve istihdamı

    azaltacağı yönündeki endişeler fiilen gerçekleşmemiş tam tersi yatırımlar

    teşvik edilmiş ve gelişme hızı artmıştır22.

    20LORDOĞLU, Kuvvet ve Nurcan ÖZKAPLAN: Çalışma İktisadı, Der Yayınları, İstanbul 2003, 403. 21HESAPÇIOĞLU, Muhsin: İnsan Kaynakları Yönetimi ve Ekonomisi, Beta Yayınları, İstanbul 1994, 314. 22HİÇ, Mükerrem: a.g.e., 32.

  • 16

    Keynesyen ekonomik kuram kısa dönemsel tahlillere dayanmakta ve

    bunun sonucunda saptadığı ekonomi politikalarıyla kısa dönemli önlemler

    öngörmektedir. Fakat Keynesyen okul mensupları uzun dönemli analizlerinde

    de Keynesci doktrinden ayrılmamışlardır. İki dünya savaşı arası dönemin asıl

    önemi 1914 öncesi egemen görüşün aksine bu dönemde ekonominin kilit

    sektörlerinin yönlendirilmesi ve sosyal uyumun sürdürülmesi için gereken

    asgari refahın sağlanması amacıyla devletin ekonomiye müdahalesinin

    kurumsallaşmasıdır23. Yine de Keynesci düşüncenin uygulamadaki rolü

    özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra görülmektedir.

    2.3. II. Dünya Savaşı Sonrası Süreç 1929 ekonomik krizinin etkileri atlatılmadan yaşanan II. Dünya Savaşı, savaşa katılan ülkelerin tümünde büyük tahribata yol açmıştır. Kamuoyunun

    da desteğini alan liderlerin bundan sonraki amaçları, bu felaketlerin bir daha

    yaşanmamasını sağlamak adına asgari ekonomik bir güvenlik sağlayarak

    uluslararası işbirliklerini güçlendirmektir.

    II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa ülkelerinin bir kısmında ABD’nin

    de desteğiyle süratli bir kalkınma yaşanırken, bir kısmında da -özellikle Batı

    Avrupa ülkeleri- milliyetçilik ve siyasi bağımsızlık akımları gelişmekteydi.

    Rusya’nın komünizmi yayma çabalarının da yoğunlaşmakta olduğu bu

    dönemde, Batılı devletler komünizmin potansiyel taraftarları olması muhtemel

    olan işçi sınıfının sosyo-ekonomik durumunu iyileştirmek durumundaydılar.

    Böylelikle 1940 ve 1950’li yıllar büyük buhranın ardından yayılmaya başlayan

    Keynesyen ekonomi politikalarının altın yılları olmuştur.

    II. Dünya Savaşı sonrasında ulus devletlerin bağımsızlıklarının kabul

    edilmesi ile “vatandaş” kavramı öne çıkmış sosyal devlet anlayışı,

    23SHUTT, Harry: a.g.e., 24.

  • 17

    vatandaşların belirli bir yaşam seviyesinin altına düşmeden yaşayabilmeleri

    için sosyal ve ekonomik yönden desteklenmeleri temeline dayalı olarak

    şekillenmiştir24. Yine de Keynesyen model, sosyal devlet uygulamalarının

    sürdürülmesi için tek ve gerekli model değildir.

    Keynesyen politikaların devleti baş aktör olarak ekonominin merkezine

    oturtmasıyla bu ilkelerin benimsendiği tüm ülkelerde devletin yatırımlardaki

    payı yükselmiş ve kamu harcamalarındaki sosyal harcamaların payı artmıştır.

    Sosyal devlet anlayışı gereği olarak eğitim, sosyal refah, konut ve kamu

    ulaşımı gibi alanlarda gittikçe genişleyen bir hizmet sağlanmaya başlamıştır.

    Örneğin; liberal anlayışa sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen 1947–1948

    yıllarında İngiltere’ de kamu harcamaları GSYİH’nın %30’ una kadar

    yükselmiş ve bir sonraki refah döneminde azalma gösterse bile, bir daha

    savaş öncesi düzeyine inmemiştir25.

    Şekil 1: OECD Ülkelerinde GSYİH İçinde Toplam Kamu Harcamaları (%)

    05

    101520253035404550

    1870 1913 1920 1937 1960 1980

    toplam kamuharcamaları

    Kaynak: World Bank, World Development Report 1997.

    24SALLAN, Songül: a.g.t., 186. 25SHUTT, Harry: a.g.e., 27.

  • 18

    1957’de kamu harcamalarının GSYİH içindeki payı İngiltere’ de %35,

    Fransa’ da %31, Batı Almanya’ da %27, ABD’ de %26 olmuş ve bu oranlar

    ilerleyen yıllarda da artarak devam etmiştir26. Kamu harcamaları içinde eğitim

    ve sağlık gibi alanlardaki sosyal harcamaların da arttığı görülmektedir.

    Tablo 1:

    1960 ve 1970’li Yıllarda OECD Ülkelerinde Sosyal Refah Harcamalarının Ulusal Gelir İçindeki Yeri (%)

    Eğitim

    Gelir Aktarımı

    Sağlık

    Toplam Refah Harcamaları

    Ülkeler

    1960 başları

    1970 ortaları

    1960

    1970

    1960

    1970

    1960

    1970

    Avustralya 2.4 3.8 4.7 4.0 2.5 5.0 9.6 12.8 Avusturya 2.6 4.0 14.1 15.3 2.9 3.7 19.6 23.0

    Belçika 3.8 4.9 11.7 14.1 3.1 4.2 18.6 23.2 Kanada 3.5 6.5 5.4 7.3 2.5 5.1 11.4 18.9

    Danimarka 4.0 7.0 6.5 9.9 3.7 6.5 14.2 23.4 Finlandiya 4.8 5.6 6.7 9.9 2.5 5.5 14.0 21.0

    Fransa 2.1 3.2 11.8 12.4 3.1 5.3 17.0 20.9 B.Almanya 2.1 3.0 11.9 12.4 2.5 5.2 16.5 20.6 Yunanistan 1.7 2.3 6.0 7.1 1.8 2.3 9.5 11.7 İrlanda 3.0 4.9 5.3 6.4 2.8 5.4 11.1 16.7 İtalya 3.2 4.0 7.5 10.4 2.9 5.2 13.6 19.6

    Japonya 3.0 2.6 2.1 2.8 1.9 3.5 7.0 8.9 Hollanda 2.8 5.9 8.6 9.1 2.8 5.1 14.2 29.1 Norveç 4.1 4.9 5.1 9.8 2.5 5.3 11.7 20.0 İsveç 4.0 5.9 6.0 9.3 3.6 6.7 13.6 21.9

    İngiltere 3.7 4.4 4.4 7.7 3.2 4.6 12.6 16.7 ABD 3.6 5.3 5.5 7.4 1.2 3.0 10.3 15.6

    OECD 3.2 4.9 7.3 9.5 2.7 4.9 13.2 18.8 Kaynak: P. Mach, “Selected Issues on Health and Employment”, International Labour Review(1979)’ den aktaran Meryem KORAY,a.g.e., 74. Tablo 1’deki verilere dayanarak 1960–1970 yılları arasında OECD

    ülkelerinde, toplam refah harcamaları ortalamasının yaklaşık %44’lik bir artış

    gösterdiği söylenebilmektedir. Ayrıca sağlık harcamalarındaki ortalama artış

    oranı %80, eğitim harcamalarında ise %54’ tür.

    Savaş sonrası dönemde Keynesyen politikaların etkisiyle 1950 ve

    1973 yılları arasında OECD üyesi olan ülkelerde kişi başına düşen ortalama

    26KORAY, Meryem: a.g.e.,73.

  • 19

    reel gelir yaklaşık %160’ın üzerinde artmıştır. Bu gelişme sanayi devriminden

    bu yana gerçekleşen büyüme hızlarının neredeyse iki katına denk

    gelmektedir27.

    II. Dünya Savaşı sonrasında küresel ticari ve parasal ilişkilerin

    yönetimiyle ilgili olarak uluslararası kuralları benimseyecek ve bunların

    uygulanmasından sorumlu olacak işbirliği kurumlarının oluşturulması

    gerekmekteydi. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasını destekleyecek

    mekanizmaların oluşturulması da büyük önem arz etmekteydi. 1947–1952

    yılları arasında ABD tarafından uygulanmaya başlanan Marshall Planı buna

    örnek verilebilir. 1943 yılında İngiltere’de yoksulluğun engellenmesi ve sosyal

    güvenliğin sağlanması amacıyla oluşturulan Beveridge Raporu’nda bireylerin

    işsizlik, hastalık gibi sorunlarla baş etmesi için devletin yardımına ihtiyaç

    duyduğu belirtilmiştir. Aynı düşüncelerle 1946 yılında Uluslararası Para Fonu

    ve Dünya Bankası kurulmuş, 1947 yılında ise Gümrük Tarifeleri ve Ticaret

    Genel Anlaşması imzalanmıştır. Bu dönemde Birleşmiş Milletler, Milletler

    Cemiyeti’nin yerini almış ve bu örgüt bünyesinde, amacı çalışma yasalarıyla

    ilgili uygulamalarda standartlar geliştirmek olan Uluslararası Çalışma Örgütü

    kurulmuştur28.

    Sosyal reformlardaki gelişim süreci 1970’lere kadar tartışmasız olarak

    devam etmiştir. Sosyal devlet, en aktif olduğu ve en çok taraftar bulduğu

    aşamadan bu dönemde geçmiştir. Müdahaleci kapitalizmi benimseyen

    devletler, birbirleriyle yakın işbirliği içinde bulunmuşlar ve uyum içinde

    çalışmışlardır. Kapitalizm, sosyalist olmaksızın sosyal bir oluşum içine

    girmiştir. Demokratik rejimin yayılmasıyla işçiler, esnaf, zanaatkârlar ve

    meslek sahipleri siyasal iktidara ortak olmuş, bunun sağladığı denge sosyal

    adalete yönelik politikaların ön plana çıkmasını sağlamıştır29.

    27SHUTT, Harry: a.g.e., 32. 28SHUTT, Harry: a.g.e., 31. 29TALAS, Cahit: a.g.e.,143.

  • 20

    Sosyal devlet 1960’ların sonuna kadar hem ideolojik hem de pratik

    anlamda en verimli çağını yaşamıştır. Genel olarak kamu harcamalarındaki

    büyük artış ve gerçekleşmesi beklenen ekonomik durgunluk korkuları

    yüzünden kendisine muhalif hareketlerin ortaya çıkması ise gecikmemiştir.

    1970’lerin başlarında birçok ülkede yaşanan yüksek enflasyon ve düşük

    büyüme eğilimleri 1973 yılı sonunda yaşanmaya başlayan petrol kriziyle de

    birleşince sosyal devlet anlayışına yöneltilen eleştiriler artmış ve yeni bir

    döneme girilmiştir.

    3. Küreselleşme Sürecinde Sosyal Devletin Yeniden Yapılanmasını Sağlayan Faktörler 1970’lere kadar ulus devlet anlayışını benimseyen dünya ülkeleri, sanayi üretimini ulusallaştırmış ve Fordist büyüme modelini uygulamışlardır.

    II. Dünya Savaşı sonrası kapitalist düzenin küresel anlamda bir ekonomik

    gelişme sağlaması olumsuz eleştirilerin önemsenmemesi eğilimine yol

    açmıştır. Ancak hızlı büyümenin dinamiklerinin zamanla oluşan rahatlık

    ortamını bozması kaçınılmaz hale gelmiştir. Ulusal hükümetlerin büyüme ve

    istihdam hedeflerine ulaşmak için içeride giderek daha müdahaleci bir

    yaklaşımı benimsemeleri, küresel ekonomik ilişkilerde kontrolsüz ve

    koordinasyonsuz bir dönemin yaşanmasına sebep olmuştur. Sömürgeciliğin

    sona ermesiyle ortaya çıkan çok sayıda bağımsız ülkenin ayrı ayrı ticari

    ilişkilere girmesi ve az gelişmiş ülkelerin sorunları dünya ekonomisinin uzun

    dönemde kontrol edilebilirliği açısından ciddi sorunlar doğurmuştur. Küresel

    ekonominin gidişatını etkileyen çokuluslu şirketlerin ortaya çıkması, bu

    şirketlerin gelişiminin denetlenmesi zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.

    1970’lerin başında dünya ekonomisi uzun süredir görülmeyen

    dalgalanmalarla tekrar sarsılmıştır. 1973 yılında önce Orta Doğu’da petrol

    üretiminin millileştirilmesi ve fiyatlarının artması, ardından Petrol İhraç Eden

    Ülkeler Örgütü’ nün ham petrolün dünya fiyatlarını artırması sonucu ortaya

  • 21

    çıkan petrol krizi hızlı büyümenin çöküşünü başlatırken resesyona sebep

    olmuştur. Sanayileşmiş ülkelerde yavaşlayan nüfus artışına rağmen artan

    talep, bu piyasalara mal ve hizmet sunan şirketleri büyüyebilmek adına yeni

    ürünlere yönelmek zorunda bırakmıştır. Ancak gelişen yeni tüketici piyasaları

    da mevcut piyasaların doymuş olmasından kaynaklanan etkiyi gidermeye

    yetmemiştir. Tüketici talebindeki yavaşlayan artış şirketlerin pazar payı için

    daha fazla rekabet etmesini gerektirmiştir. Böylelikle maliyetlerin düşürülmesi

    zorunluluğu karşısında satın alma gücü düşmüştür. Talebin yapay olarak

    uyarılması sebebiyle ortaya çıkan enflasyon ve yüksek işsizlik sosyal ve

    ekonomik alanda müdahaleci olmayan bir döneme doğru yönelimi

    özendirmiştir. Bu anlamda meydana gelen değişim Keynesyen modelin

    neoliberal modele uyarlanmasını gerektirmiştir.

    Küreselleşme kavramı günümüzde her türlü siyasi görüş için gündemi

    yakalama sözcüğü haline gelmiştir30. Bu kavram her alanda, hem dünyanın

    giderek küçülen niteliğinin bir simgesi hem de toplumsal ilişkilerin kurucu bir

    unsuru olarak kullanılmaktadır. Küreselleşme kavramına dayandırılan

    söylemin temelinde yatan olgular; siyasi düzlemde liberal demokrasi (çok

    partili demokratik sistem, insan hakları ve hukukun üstünlüğü), iktisadi

    düzlemde piyasa ekonomisi (korumacılığın bırakılması, mal ve sermaye

    hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması ve ticaretin serbestleştirilmesi)

    ve kültürel düzlemde post-modernizmdir (farklı kültür, inanç ve düşüncelerin

    birbirine düşmanlık beslemeden kaynaşması). Bu olguların evrensel boyutlar

    kazanması sonucunda küresel bir toplum oluşmuştur31.

    Küreselleşme özet olarak siyasi ve ekonomik etkilerin birleşiminden

    doğan bir dizi karmaşık süreçten meydana gelmektedir. İletişimin gelişmesi

    ve bilgi teknolojilerinin yaygınlaşması da küreselleşme süreçleriyle yakından

    ilişkilidir. Küreselleşmeden kendiliğinden ortaya çıkan bir güç gibi bahsetmek 30HIRST, Paul ve G. THOMPSON: Küreselleşme Sorgulanıyor, Çev. Çağla ERDEM, Elif YÜCEL, Dost Kitabevi Yayınları, 1. Basım, Ankara 1998, 26. 31AYDIN, M.Kemal: “Neoliberal Dalga ya da Küreselleşme”, http://www.bilgi.8k.com/2000/aydin.pdf

    http://www.bilgi.8k.com/2000/aydin.pdf

  • 22

    yanlış olacaktır. Ülkeler, devletler, iş çevreleri ve sosyal gruplar küreselleşme

    olgusunun gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Küreselleşme sürecine

    paralel olarak ulus devlet yapısının bir değişim içine girdiği gerçektir. Ancak

    ulus devletlerin hayali bir olgu konumuna geldiği ve yönetimlerinin varlıklarını

    yitirdiği de söylenemez32. Küresel ve bölgesel bütünleşmelere dayanan

    uluslararasılaşmış bir iktisadi düzlemde dış ticaret ilişkileri ve yabancı

    yatırımlar gelişmekte fakat ekonomi ulus devlet tarafından

    yönlendirilmektedir. Giddens küreselleşmeyi dört boyutta ele almaktadır33:

    • Dünya kapitalist ekonomisi

    • Ulus devlet sistemi

    • Dünya askeri düzeni

    • Endüstriyel gelişme ve işgücünün uluslararası ayrımlaşması

    Modern endüstri işgücünün kendine özgü bir biçimde ayrımlaşmasına

    dayanmaktadır. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra küresel bağımlılığın

    artması, işgücünün ayrımlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu sebeple

    kapitalist ülkelerin ekonomilerini daha önceki kadar kolay idare edebilmeleri

    zorlaştırmıştır. Bu durum Keynesyen ekonomi politikalarının azalan ivmesinin

    bir sonucudur.

    Bu yaklaşımlar sosyal devlet anlayışı gereği ortaya çıkan

    uygulamalarda bir geriye gidiş süreci başlatmıştır. Bu süreci etkileyen

    neoliberal politikaların sebeplerinin ve sonuçlarının incelenmesi sosyal devlet

    anlayışındaki değişimin de anlaşılmasını sağlayacaktır.

    32GIDDENS, Anthony: Üçüncü Yol Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi, Çev. Mehmet ÖZAY, Birey Yayıncılık, 1. Basım, İstanbul 2000, 42-44. 33A. Giddens, “ The Globalizing of Modernity” The Global Transformations Reader (2003)’ten aktaran ZENGİNGÖNÜL, Oğul: Yoksulluk, Gelişmişlik ve İşgücü Piyasaları Ekseninde Küreselleşme, Adres Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2004, 6–7.

  • 23

    3.1. Neoliberal Politikaların Tercih Edilmesi Neoliberalizm ile liberalizm arasındaki özde çok büyük olmayan fark, ortaya çıktıkları tarihsel dönemlerdeki koşulların aynı olmamasından

    kaynaklanmaktadır. Devletin asgari fonksiyonlarla sınırlı kalmasını isteyerek

    kamu kesiminin büyümesine karşı olan liberalizmin muhafazakâr bir yapısı

    vardır. Oysa neoliberalizm, devletin Batılı toplumlarda sosyal devlet niteliğini

    kazanmış olduğu ve sosyal yaşamda ağırlıklı bir rol kazandığı bir dönemde

    ortaya çıktığı için bu yöndeki birikimlere ve kazanımlara karşı çıkmaktadır. Bu

    nedenle neoliberalizm muhafazakâr olmayan fakat muhalif bir nitelik

    sergilemektedir34.

    Uygulanan para ve maliye politikaları 1973 sonunda gerçekleşen

    yüksek enflasyon karşısında başarı sağlayamamıştır. 1973–1979 döneminde

    OECD ülkelerinde GSYİH’nin yıllık ortalama büyüme oranı %3’ün altında

    gerçekleşmiştir. Sanayileşmiş ülkelerde 1965–1973 döneminde %5’in altında

    olan enflasyon oranları, 1973–1979 döneminde ortalama olarak %10’un

    üzerine çıkmıştır35. Nitekim büyüme ve istihdamın sürdürülememesinden

    kaynaklanan enflasyon, 1970’li yıllar boyunca sorun olmaya devam etmiştir.

    Hükümetlerin fiyat ve ücret kontrolleriyle enflasyonu düşürememeleri

    Keynesyen modele karşıt görüşlerin ortaya çıkmasının en önemli nedenidir.

    Bu dönemde, kamu kesimi açıkları ve borçlanma sebebiyle artık refah

    harcamalarının artırılmasının mümkün olmadığı görüşü yaygınlık

    kazanmıştır.

    Sosyal devlet anlayışına ve devlet müdahaleciliğine yapılan eleştiriler

    genel olarak sosyal refah programlarının işgücü piyasasına ve kamu

    34IŞIKLI, Alpaslan: “Kamu Kesimi ve Siyasi Rejimin Demokratikleşmesi”, http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/html/eng/ceko/isikli_kamukesimi.htm 35SHUTT, Harry: a.g.e.,47.

    http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/html/eng/ceko/isikli_kamukesimi.htm

  • 24

    kesimine haddinden fazla yük getirmesinden kaynaklanmaktadır36. Devlet

    tarafından sağlanan sosyal yardımların giderek artmasıyla bu yardımların

    sosyal bağımlılık getirmesine bağlı olarak sorunlar ortaya çıkmaya

    başlamıştır. Özellikle yavaş büyüme ve demografik şartların değişmesi gibi

    etkenler sosyal devleti tehdit eder hale gelmiştir. Sosyal devlet anlayışının

    yarattığı sorunların toplumun çeşitli kesimlerince kavranmasında neoliberal

    eleştirilerin önemi de yadsınamaz. Refah hizmetlerinin büyük ölçüde devlet

    tarafından finanse edilmesi, hükümetlerin bütçeleri üzerinde önemli

    bunalımlara sebep olmuştur. Refah hizmetlerinin vergi gelirleriyle

    karşılanması sebebiyle birçok ülkede kamu kesimi, yüksek düzeyde

    borçlanmak zorunda kalmıştır.

    Toplumsal refahı artırmaya yönelik uygulamaların gelir dağılımını

    işgücü lehine değiştirmesiyle özellikle 1970’li yıllardan sonra işletmelerin kar

    oranları düşmüş, diğer taraftan daha önceki dönemlere göre verimlilik

    artışları yavaşlamıştır. Verimlilik oranlarındaki artışta ortaya çıkan düşmeye

    bağlı olarak gelirin yeniden dağıtılması ile ilgili politikaların sürdürülmesi

    zorlaşmış, neoliberal politikaların uygulanmaya girmesi talep edilir hale

    gelmiştir.

    Neoliberal doktrin, baş temsilcisi olan Milton Friedman’ın sosyal

    yaşamda devletin rolünün sınırlandırılması ve kamu kesiminin ağırlığının

    azaltılması yönündeki görüşleri ile tanımlanmaktadır. Kamu kesiminin

    genişletilmesinin kaçınılmaz olarak kollektivist diktaya yol açacağını düşünen

    F. A. Hayek de, neoliberal akımın en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul

    edilmektedir37.

    36BİLEN, Mahmut: “Piyasa Ekonomisinde Devletin Değişen Rolü: Refah Devleti Ekseninde Bir Analiz”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002, 126. 37IŞIKLI, Alpaslan: a.g.m.

  • 25

    Hayek’e göre; sosyal bilimler pozitif bilimlerden farklıdır ve sosyal

    bilimlerde nesnel bir değer yargısı mevcut değildir38. Bir özgür toplumun ortak

    refahı veya kamunun iyiliği kavramları asla bilinen belirli sonuçların toplamı

    olarak tanımlanamaz. Piyasa düzenine herhangi bir doğrudan müdahalenin

    dolaysız sonuçları çoğu durumda yalın ve açıkça görülebilir olacak, oysa

    daha dolaylı ve uzak etkileri bilinmeyecek ve bu sebeple ihmal edilecektir. Bu

    gibi müdahalelerle belirli sonuçları elde etmenin bütün maliyetlerinin hiçbir

    zaman farkında olunamaz39. Hayek sosyal devlet anlayışına, üretken

    toplumdan transfer toplumuna doğru bir eğilim ortaya çıkardığı düşüncesiyle

    karşı çıkar. Ona göre özgür bir toplumda sosyal adalet kavramı anlamsız ve

    boştur. Çünkü insanlar arasındaki farklılıkları “adil” ve “adil olmayan” şeklinde

    ayırmak anlamlı değildir. Adalet bir toplumda mevcut iktisadi değerlerin tekrar

    dağıtılması ile değil, toplumsal kuralların adil olması ile sağlanabilir. Bu

    yüzden devletin piyasa ekonomisine müdahalesi mümkün olduğu ölçüde

    azaltılmalıdır. Devletin görevi piyasaya müdahale etmek yerine hukukun

    uygulanmasını sağlamaktır40.

    Hayek aşırı devlet müdahalesine karşı olsa da “bırakınız yapsınlarcı”

    bir liberal olarak tanımlanamaz. Liberal düşüncenin devletin görev yapması

    gereken alanlar olarak kabul ettiği adalet, iç güvenlik ve ülke savunmasına ek

    olarak Hayek; devletin eğitim ve sağlık alanlarında da bazı görevler

    üstlenmesini gerekli bulmaktadır. Sağlık hizmetleri, yol yapımı ve korunması,

    belediyeler tarafından sağlanan hizmetler gibi ücretleri bunlardan yararlanan

    bireylere ödetilemeyecek ve özel teşebbüsün de üretmeyeceği hizmetler

    konusunda devletin faaliyette bulunması gerektiğini düşünmektedir. Bu

    düşünceleriyle Hayek, liberalizmin tekrar siyaset ve ekonomi sahasına

    çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.

    38HAYEK, F.A: “Liberal Bir Sosyal Düzenin İlkeleri”, Çev. Atilla YAYLA, Sosyal ve Siyasal Teori, Der. Atilla Yayla, Siyasal Kitabevi Yayınları, Ankara 2000, 125. 39HAYEK, F.A: Kanun, Yasama Faaliyeti ve Özgürlük, Çev. Atilla YAYLA, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1994, 87. 40HAYEK, F.A: ”Liberal Bir Sosyal Düzenin İlkeleri”, 132.

  • 26

    Özellikle 1980’li yıllarda neoliberal iktisadi düşünce giderek yaygınlık

    kazanmıştır. Ekonominin çeşitli alanlarında devlet müdahalesinin uygulandığı

    sanayileşmiş bir ülke olan Japonya bile ekonomisini uluslararası sermaye

    güçlerine açmıştır. Avrupa ülkelerinde de mali piyasa düzenlemelerinin

    kaldırılması ve sermaye ihracının serbestleştirilmesi yönünde önemli adımlar

    atılmıştır. Küresel bir ekonominin yaratılmasına dair uygulamaların

    yaygınlaştığı bu dönemde sermayenin uluslararası hareketi üzerindeki

    sınırlamalar ülkeden ülkeye değişen bir şekilde azaltılmış ya da tamamen

    ortadan kaldırılmıştır. Uluslararası ticaret gelişmiş ve rekabetçi baskılar

    artmıştır. Devletin piyasadan çekilmesi artık tamamen mümkün değilse de,

    eskisi gibi genişleyen bir sosyal devlet anlayışının varlığı da sürdürülemez

    hale gelmiştir.

    Neoliberal tenkitler sonrasında piyasa ekonomisine işlerlik

    kazandırılması öngörüsüyle kamunun girişimci olarak mal ve hizmet

    piyasasından çekilmesinin gerektiği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Böylelikle

    gündeme gelen özelleştirme uygulamaları kabul görmeye başlamıştır.

    Özelleştirme 1980 sonrası pek çok ülkede temel bir iktisat politikası aracı

    haline gelmiştir41. İktidara geldiği 1979 yılından itibaren, tavizsiz tutumuyla

    bilinen İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher ve dönemin ABD Başkanı

    Ronald Reagan neoliberal politikaların yerleşmesine büyük katkıda

    bulunmuşlardır. Neoliberalizmin temel değeri olan rekabet, Thatcher’ın

    öğretisinin de temelini oluşturmuştur. Çünkü rekabet her türlü kaynağın en

    etkin biçimde kullanılmasını sağlayacak olan sihirli bir güçtür. Rekabetin

    etkinliğinin sağlanması ise kar yarışına katılımın ve pazar paylaşımının temel

    yasalarına uymayan kamu kesiminin küçültülmesine bağlıdır. Bu amaçlarla

    yaygınlık kazanan özelleştirme politikaları İngiltere’de sendikaları en örgütlü

    oldukları kamu sektöründe zayıflatarak, kamu kesiminde yitirilen iş sayısını

    %20’lere varan oranlarda artırmıştır. İngiltere’de pek çoğu daha önceleri kar

    etmekte olan kamu kuruluşlarından hazineye aktarılan paylar, özel sektördeki

    41SHUTT, Harry: a.g.e., 56.

  • 27

    hissedarların eline geçmiş, ayrıca özelleştirilen kuruluşlardaki hizmet kalitesi

    de düşmüştür.

    Bu dönemde ayrıca işgücü piyasasında işsizliği teşvik eder bir

    görünüm olduğu gerekçesiyle piyasa şartlarının egemen olduğu yeni bir

    yapılandırma başlamıştır. Amaç, büyük ölçüde artan işsizliği düşürmek ve

    yeterince esnek olmayan ücret sistemini değiştirmektir. Bu nedenle ücretlerin

    içinde yer alan sosyal yardımların oranında çeşitli indirimlere gidilmiş, asgari

    ücretler ortalama ücretlerin altına düşürülmüştür. Neoliberal politikaların

    yapısal bir sonucu olarak sermaye ödüllendirilmiş, emek cezalandırılmış ve

    servet toplumun tabanından tavanına aktarılmıştır.

    Neoliberal politikaların etkinlik kazanması ve küreselleşme sürecinin

    hızlanmasıyla ciddi eleştiriler almaya başlayan sosyal devlet anlayışında bu

    etkilerle bir takım değişiklikler olması kaçınılmazdır. Bunun yanında dünyanın

    pek çok ülkesinde sosyal politikaların ihmal edilmesi tepkilere neden

    olmuştur.

    Talep farklılaşması, ürün çeşitlenmesi ve değişen üretim ilişkileri

    sebebiyle iş hayatında ortaya çıkan esneklik ihtiyacı; kısmi süreli çalışma, iş

    paylaşımı, evde çalışma, çağrı üzerine çalışma gibi çalışma şekillerinin

    ortaya çıkmasına yol açmıştır. Atipik istihdam türleri kimileri tarafından

    istihdamı artırmaya yönelik birer mucize olarak görülürken, kimilerine göre

    kazanılmış sosyal hakların törpülenmesine yol açmaktadır. Özellikle devletin

    düzenleyicini etkisini azaltması ile işgücü piyasasında başlayan esnekleşme,

    yeni istihdam türlerinin yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Ayrıca sosyal

    politika alanında ulusal düzenlemeler yerine, uluslar üstü bir sosyal diyalog

    oluşturulması şeklinde bir anlayış doğmuştur.

    Özellikle 1970’lerden sonra sanayileşmiş Batı ülkelerinde yapısal

    işsizliğin artmasıyla aktif istihdam politikaları önem kazanmış, pasif istihdam

    politikalarında bir geriye gidiş süreci başlamıştır. Bilgi ve iletişim

  • 28

    teknolojilerindeki gelişmeler, işgücünün büyük bir kısmını vasıfsız, yanlış

    vasıflı ya da yeniden eğitilmesi mümkün olmayan gruplara dönüştürmüştür.

    Bilgi toplumu yeni bir işçi kavramını da gündeme getirmiştir. Böylece

    1990’lardan itibaren istihdam politikaları, yeni işgücü talebine uymayan bu

    işgücünün vasıflarının yükseltilmesini zorunlu kılmıştır42. Aktif istihdam

    politikalarının kazandığı önem bu şekilde de açıklanabilir.

    Neoliberal politikalar devletin ekonomideki payının daraltılması ve

    piyasanın etkinleştirilmesi öngörüsüyle hareket etse de devletin ekonomideki

    rolü azaltılamamış, 1990’lı yıllara kadar kamu harcamalarının toplam

    harcamalar içindeki payı artmaya devam etmiştir. Liberal politikalar

    benimsenmesine rağmen, sosyal devlet uygulamalarından faydalanan

    gruplar kazanılmış haklarına sahip çıkmaya çalışarak bu dönüşüme direnç

    göstermişlerdir43. Düşük ücret politikaları uygulanması sonucu artan

    eşitsizlikler ve küreselleşme süreciyle entegre olarak ortaya çıkan yoksulluk

    sorunu, neoliberal politikaların en önemli başarısızlıklarındandır.

    3.2. Artan Kamu Açıkları Sosyal devletin amaçlarından hızlı ekonomik büyüme, düşük işsizlik ve enflasyon oranları ile ilgili parametrelerin tersine dönmeye başlamasıyla

    Keynesyen iktisadın maliye politikaları ve sosyal refah önlemlerine yönelik

    eleştiriler en üst noktaya çıkmıştır. 1980’li yıllara gelirken devletin bütçe

    açıkları işsizliğin artmasını engelleyememekte ve fiyatların yükselmesini

    durduramamaktadır. Varolan durumda enflasyonu ve ekonomik durgunluğu

    birlikte engelleyecek politikaların önerilememesi, zaten yüksek olan kamu

    açıklarının daha da artacağı korkusundan kaynaklanmaktadır.

    42EKİN, Nusret: a.g.e., 59. 43BİLEN, Mahmut: a.g.t, 240.

  • 29

    Kamu harcamalarının artması pek çok ülkede vergi yükünün de önemli

    ölçüde artmasına sebep olmuştur. Çünkü sosyal politika gereği emeklilik,

    sağlık, eğitim, işsizlik yardımları için yapılan harcamalar uygulamaya yüksek

    düzeyde vergi konulmasını gerektirmektedir. Sosyal hizmetlerin maliyetleri

    enflasyondan çok daha hızlı artarken pek çok ülke büyümekte olan bütçesel

    bir baskı karşı karşıya kalmıştır. Vergi oranlarında sürekli hale gelen artış

    ekonomideki tasarruf ve yatırımların gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir.

    II. Dünya Savaşı sonrasında birer mali devlet haline gelen ülkeler vergi

    olarak toplayabilecekleri ya da borç olarak alabilecekleri miktarların ekonomik

    sınırlarını düşünmemekteydiler. Ancak değişen koşullar bu durumun

    değişmesini gerektiriyordu. İşte sosyal devlet anlayışını geriye götüren süreç,

    kamu tasarruflarının devletin yüklendiği hizmetleri yerine getirmeye

    yetmemesi ile başlamıştır44.

    44BİLEN, Mahmut: a.g.t, 133.

  • 30

    Tablo 2: 1960-1985 Yılları Arasında Bazı Ülkelerde Vergi Yükü(%)

    Ülkeler

    1960

    1970

    1978

    1985

    Avusturya 23.5 24.5 27.3 30.3

    Belçika 30.5 35.7 41.4 42.5

    Danimarka 25.4 40.4 43.4 49.2

    Finlandiya 27.7 31.6 35.3 37.3

    Fransa - 35.6 39.5 45.6

    Almanya 31.3 32.9 37.9 37.8

    Yunanistan - 24.3 27.9 35.1

    İtalya 34.0 24.2 27.1 34.7

    Japonya 18.2 19.7 24.0 28.0

    Hollanda 30.1 37.6 44.6 45.0

    İspanya - 17.2 22.9 28.8

    Türkiye 11.1 17.7 21.3 16.1

    İngiltere 28.5 37.1 33.1 38.1

    ABD 26.6 29.2 29.0 29.2

    Kaynak: AKTAN, Can: Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat, Ankara1994, 77.

    Kamu kesiminin açıklarının artmasında sosyal güvenlik ile ilgili

    harcamaların önemli bir payı vardır. Buna rağmen kamusal olarak topluma

    sunulması istenen sosyal hizmetler, toplumsal beklentilerin azalmasını

    sağlamamaktadır. Kamunun sağlamış olduğu hizmetlerde başarısız

    olmasının nedenleri, bu hizmetlerin homojen olmaması ve toplumun

    ihtiyaçlarının belirlenmesinin zorluğudur.

    Bu dönemde baş gösteren durgunluğun asıl sebebi enflasyon olsa da,

    artık enflasyonu durdurmak ve büyüme hızlarını artırmak için kamu

    harcamalarının sürdürülmesine izin vermenin imkânsızlığı ortaya çıkmıştır.

    Üretimin ve sermayenin karlılık oranlarının düşmesi kamu finansman

    açıklarına ve işgücü piyasalarındaki katılıklara karşı bir tepki doğmasına

    neden olmuştur. Küresel rekabet karşısında başarı sağlamanın piyasa

  • 31

    mekanizmasına daha fazla işlerlik kazandırılmasıyla mümkün olabileceği

    düşüncesi kabul görmüştür. Bu sebeple toplumun pek çok kesimine fayda

    sağlamasına rağmen, kamu açıklarını artırarak özel teşebbüsü sıkıntıya

    sokan sosyal hizmetler karşısında bir tavır sergilenmiştir. Bu etki sosyal

    devlet anlayışının gerektirdiği uygulamalarda geriye gidiş sürecini başlatan

    değişkenlerden biridir.

    3.3. İşgücü Piyasasındaki Değişim Neoliberal politikaların uygulanmasının yanında özellikle 1980’den sonra yaşanan hızlı teknolojik gelişmeler ve ekonominin küreselleşmesi,

    üretim ilişkilerini toplumsal ve küresel düzeyde önemli bir değişikliğe

    uğratmıştır. Bu gelişmelerin istihdam yapısını değiştirirken işsizliğe neden

    olmasının yanında işgücünün parçalanması ve farklılaşmasını artırdığı da

    açıktır45.

    Küreselleşmenin emek piyasaları üzerindeki etkileri konusunda olumlu

    ve olumsuz yaklaşımlar bulunmaktadır. Olumlu yaklaşımlara göre,

    küreselleşmenin ekonomik büyümeye yaptığı katkı yapısal işgücü piyasası

    düzenlemeleri ile desteklenirse, hem gelir eşitsizliği düzelecek hem de yeni iş

    olanakları yaratılacaktır. Olumsuz yaklaşımlara göre ise küreselleşme,

    işgücünün haklarını daraltıcı ve azaltıcıdır. Bu görüşlere göre işletmeler,

    niteliksiz işgücünün kullanıldığı üretim aşamalarını düşük ücretli, çalışma

    standartlarının tam olarak uygulanmadığı az gelişmiş ya da gelişmekte olan

    ülkelere aktararak maliyetlerini düşürmektedirler. Ayrıca uluslararası sermaye

    hareketleri işgücünün sendikal örgütlenmesini de yıpratmaktadır46. Böylece

    toplu pazarlık gücü zayıflamakta, koruyucu önlemler ve standartlar yerine

    esnek uygulamalara gidilmektedir. Bu durum sendikalaşma oranının

    45KORAY, Meryem: a.g.e.,117. 46ZENGİNGÖNÜL, Oğul: a.g.e., 179–185.

  • 32

    düşmesini kaçınılmaz hale getirmekte ve ücretler konusunda adaletsizliklerin

    ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

    İşgücünün vasıflı-vasıfsız, örgütlü-örgütsüz, kadın-erkek gibi ayrımlara

    tabi tutulması genel olarak emeğin toplumsal ve siyasal gücünü

    zayıflatmaktadır. Bunun yanında Fordist kitlesel üretim modelinden farklı

    olarak küreselleşen işgücü piyasalarında artık esnek bir üretim modeli

    geçerlidir. Değişikliklere karşı sistemin her yönüyle uyarlanmasının

    kastedildiği esnek üretim tipinde işçiler tek bir işten sorumlu olmamakta,

    üretim sürecindeki kontrolleri artmaktadır. Böylece atipik istihdam biçimleri

    gündeme gelmekte, “çekirdek” ve “çevre” işgücü olarak bir ayrım daha ortaya

    çıkmaktadır. Dual işgücü piyasası olarak tanımlanan bu piyasada “çekirdek”

    işgücü yüksek teknolojiyi kullanarak üretim sistemin merkezinde yer alan,

    “çevre” işgücü ise piyasa koşullarına göre işe alınıp geçici sürelerle istihdam

    edilen emeği tanımlamaktadır. Bu farklılaşma işgücünün bölünmesini

    hızlandırmakta örgütlemenin güçlenmesini ise zorlaştırmaktadır47.

    1990’lı yılların sonlarına doğru pek çok ülkede zayıflayan sosyal

    koruma sistemleri ve sendikalaşma, piyasalardaki güç dengesinin işverenler

    lehine değişmesini sağlamıştır. Şüphesiz Keynesyen iktisadın talep yönlü

    politikaları ile geliştirilen uygulamaların ve işgücü lehine kazanımların

    tamamen terk edilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak küresel

    ekonominin gerekleri ve yüksek teknolojik gelişme, işgücü piyasasında

    sosyal devlet anlayışı gereği oluşturulan şartların sermaye lehinde

    yumuşatılması yönünde talepler doğurmuştur. 20. yy’ın geleneksel endüstri

    ilişkilerinde yaşanması zorunlu bir değişim başlamıştır.

    Küreselleşen işgücü piyasalarındaki bu gelişmeler sosyal devletin

    arkasındaki toplumsal ve siyasal desteğin azaldığının bir göstergesidir.

    Kazandığı boyutlar nedeniyle sosyal devlet anlayışına bağlılık konusundaki

    47ZENGİNGÖNÜL, Oğul: a.g.e., 194.

  • 33

    baskılar değişen koşullardan kaynaklanmaktadır. Öte yandan küreselleşme

    sürecine paralel olarak ortaya çıkan sorunlar ve sorunların çözümü için

    devletlerin müdahalesinin ve ulusal piyasalarını korumalarının gerekliliği

    kendisiyle çelişen bir durum ortaya çıkarmaktadır. Özellikle küreselleşmeyi

    izleyen ekonomik ve parasal bütünleşme ülkelerin sosyal politikaları hakkında

    yoğun tartışmaların yapılmasına yol açmıştır. Bu tartışmaların uzun dönemde

    küresel işgücü piyasasının koşulları ve sosyal devlet anlayışı arasında bir

    uzlaşma sağlanması bakımından önem arz ettiği ortadadır. Ancak liberal

    sentezde bu uzlaşmanın farklı öğeler içereceği ve çalışma eksenli

    Keynesyen politikalar yerine, rekabet eksenli politikaların benimseneceği de

    açıktır48.

    Sanayi devriminin ardından bir deneyim kazanma süreci geçiren

    sosyal devlet anlayışı, iki dünya savaşı arası dönemde toplumsal güçlerin de

    isteği ve desteğiyle kendisini sağlamlaştırmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra

    hızlı bir büyümeye giren bu anlayış 1970’li yıllara kadar yaygınlık kazanmış,

    yüksek bir istihdam düzeyinin sağlanmasında, ücretlerin ve çalışma

    koşullarının iyileştirilmesinde etkili olmuştur. Ancak sosyal devlet anlayışı

    lehine görülen bu gelişmeler, 1980’lere gelindiğinde bazı kısıtlamalarla

    karşılaşmış bir sorgulanma dönemine girilmiştir. Sosyal devlet ve

    uygulamaları hakkındaki tartışmalar bugün hala devem etmektedir.

    III. SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI İÇİNDE İSTİHDAM POLİTİKALARI

    Sosyal devlet anlayışı, sanayi devriminin doğurduğu endüstri toplumunun bir ürünüdür. Endüstri toplumunun meydana getirdiği sosyal

    sınıflar ve bu sınıflar arasındaki çatışmaların uzlaştırılması gerekliliği sonucu

    olarak ortaya çıkan sosyal politikalar içinde istihdam politikaları ise, sosyal

    tarafları doğrudan etkileyen bir faktör olarak fazlasıyla önem teşkil

    48KORAY, Meryem: a.g.e.,118.

  • 34

    etmektedir. Sosyal devlet anlayışında yaşanan değişimin çalışma ve

    çalıştırma ile ilgili politikaları nasıl etkilediğinin anlaşılabilmesi için öncelikle

    istihdam politikalarının tanımlanması ve öneminin belirtilmesi gerekmektedir.

    1. İstihdam Politikaları Günümüz toplumlarında yüksek bir büyüme hızının enflasyonsuz bir ortamda sağlanmasının yanında çalışan nüfusa üretken ve milli gelire katkı

    yapacak istihdam fırsatlarının yaratılması en önemli konulardandır49. Ancak

    bu şekilde sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirilerek yaşam koşulları

    sürekli iyileştirilebilir.

    İstihdam, doğrudan bireylerin yaşam şartlarını belirlemesi sebebiyle sosyal politikaya konu teşkil etmektedir. Ayrıca ekonomik kalkınmanın en

    önemli unsurlarından biri olan işgücünü ilgilendirmesi ve işgücünün hızla

    gelişen dünyada rekabetin en önemli dinamiklerinden biri olması sebebiyle

    de iktisat biliminin öncelikli konularından biri haline gelmiştir.

    Türkiye’nin de üyesi olduğu ILO, amaç ve hedeflerine ilişkin

    Philadelphia Bildirgesi’nde tam istihdamın sağlanması, hayat seviyesinin

    yükseltilmesi, işçilerin becerilerini ve bilgilerini geliştirebilecekleri işlerde

    çalıştırılarak ortak refaha katkıda bulunmalarının sağlanması amaçlarıyla

    uygulanacak programlarda tüm ülkelere destek olmayı bir yükümlülük olarak

    kabul etmiştir50.

    Her insan hayatını idame ettirebilecek bir gelir elde etmek ve toplumda

    yer edinebilmek adına özgürce çalışma hakkına sahip olmalı, bilgi ve

    yeteneğini topluma aktararak kendini geliştirebilme imkânından yoksun 49ARABACI, Sadi Güvenç: “Küreselleşme, İstihdam ve Emek Piyasaları”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002, 50. 50Declaration Concerning The Aims and Purposes Of The International Labour Organisation (1944).

  • 35

    bırakılmamalıdır. Çünkü işsizlik ekonomik olduğu kadar sosyal sorunlara da

    yol açan bir olgudur. İstihdam politikaları, işsizlik ile mücadele edilebilmesi,

    işgücünün çalışmak istediği ve verimli olabileceği alanlara kanalize edilerek

    üretime katılabilmesi yoluyla sosyal refahın ve ekonomik kalkınmanın

    sağlanması amaçlarına hizmet etmektedir.

    Politikalar yaratılırken göz önüne alınan değişkenler ve bunlar yoluyla

    yaratılmak istenen etkilerin çeşitli olması sebebiyle istihdam politikalarının da

    türleri ve bu türleri sebebiyle uygulamada farklılıkları bulunmaktadır.

    1.1. İstihdam Politikalarının Türleri

    İstihdam politikaları aktif istihdam politikaları ve pasif istihdam

    politikaları olmak üzere ikiye ayrılmaktadırlar.

    1.1.1. Aktif İstihdam Politikaları İşgücü piyasalarının yapısal problemleri ile savaşarak özellikle uzun dönemli işsizlerin istihdam edilebilirliklerini sağlamaya çalışan işgücü

    piyasası düzenlemelerine aktif istihdam politikaları denilmektedir51. Aktif

    istihdam politikaları katılımcıların verimliliklerini yükselterek daha etkili bir

    şekilde iş aramalarına yardımcı olmaktadır. Kısaca bu politikalar, işgücü

    piyasalarını düzenleyici, piyasada dengeyi sağlayıcı tedbirlerden

    oluşmaktadır52. Ayrıca bu politikalar işverenlerin bilhassa piyasadan uzak

    kalan uzun dönemli işsizler ve piyasaya yeni girecek olan genç işsizlere karşı

    takındıkları tutumu değiştirmeye yöneliktir. Kapsadığı grupların niteliklerini

    yükselten aktif istihdam politikaları, verimliliğin ve ücretlerin düşük olduğu 51BİÇERLİ, M. Kemal: Çalışma Ekonomisi, Genişletilmiş 3. Bası, Beta Yayınları, İstanbul 2005, 486. 52ZAİM, Sabahattin: Çalışma Ekonomisi, Yenilenmiş ve Genişletilmiş 10. Baskı, Filiz Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997,71.

  • 36

    sektörlerden yüksek olduğu sektörlere doğru bir hareket sağlamaktadır.

    Ancak genelde aktif istihdam politikaları oluşturulurken işsizlerin tümünün

    değil, belirli dezavantajlı grupların hedeflenmesi bu politikaların etkinliğinin

    kaybolmasına neden olabilmektedir.

    Aktif istihdam politikaları pek çok şekilde tasnif edilmektedir. Fakat

    genel olarak emek arzını ve emek talebini değiştirmeye yönelik politikalar

    olarak ayrılmaktadırlar.

    1.1.1.1. Emek Arzını Değiştirmeye Yönelik Politikalar Bu politikalar işgücünün niteliğinin artırılmasına ve emek piyasasına kazandırılmasına yönelik politikalardır. Emek arzı ve talebi arasındaki

    dengesizliğin önemli bir sebebi emek arzının bünyesinin emek talebine

    uymamasıdır53.

    Bu politikaların başında mesleki eğitim gelmektedir. Mesleki eğitim,

    yeniden eğitim ya da mesleğe yöneltme programları işsizlerin ve işsiz kalma

    riski olanların becerilerinin yükseltilerek istihdam edilebilirliklerinin

    artırılmasını amaçlar. Çünkü işgücünün eğitim düzeyinin yükseltilmesi yapısal

    işsizlikle mücadelenin temel araçlarından biridir. Uzun vadede mesleki eğitim

    okullarının kurulmasını gerektiren bu uygulama, kısa vadede mesleki eğitim

    programları düzenlenmesi şeklinde yürütülmektedir.

    Mesleki eğitim programları sadece işsizlerin değil, teknolojik gelişme

    karşısında yetersiz kalan bireylerin de eğitilmesini kapsamaktadır. Eğitim

    yoluyla becerileri yükselen ve bir işe yerleştirilen bireyler, toplam üretimin

    artmasının yanında işsizlere yönelik sosyal harcamaların azalmasını da

    53 SERTER, Nur: Genel Olarak ve Türkiye Açısından İstihdam ve Gelişme, İstanbul Üniversitesi Yayınları, Yayın No:3697, İstanbul 1993, 125.

  • 37

    sağlamaktadır. Ancak bu programlar, aktif istihdam politikaları içinde maliyeti

    en yüksek olan programlardır.

    Emek arzını değiştirmeye yönelik programlardan bir diğeri bireylere

    kendi işlerini kurma imkânının sağlanmasıdır. Bu uygulama genellikle

    bölgesel esaslı kredilendirmeye dayanmaktadır. Bireylerin işsizlikten

    kurtulmalarını sağlayan bu programlar girişimcilik kültürünün gelişmesine

    katkı sağlamaktadır. Bu programlardan faydalananlar kalite ve ücret düzeyine

    bakmaksızın kendilerine sunulan işleri kabul etmektense, kendi işlerini

    kurabilmektedirler. Böylece düşük kaliteli ve düşük ücretli istihdam da

    önlenmektedir. Ancak girişimcilik kültüründen uzak olan bu bireylerin başarılı

    olabilmeleri için sonrasında danışmanlık hizmetleriyle de desteklenmesi

    gerekebilmektedir. Kendi işlerini kuracaklara yönelik eğitim, teşvik ve

    danışmanlık hizmetleri istihdamın artmasını sağlamaktadır.

    1.1.1.2. Emek Talebini Değiştirmeye Yönelik Politikalar Bu politikalar işgücünün piyasaya girebilmesi için işgücü sahiplerinin ve firmaların bilgilendirilmesi ya da desteklenmesi ile ilgilidir. Bunların

    başında kamu tarafından sağlanan danışmalık hizmetleri vasıtasıyla işgücü

    piyasalarındaki bilgi eksikliklerinin giderilmesi ve işçi-işveren eşleştirilmesinin

    sağlanması gelmektedir54. İŞKUR gibi istihdam danışmanlığı hizme