1361

TEVEKKÜL Vakfı İslam...Cevziyye’ye göre İslâm âlimleri tevekkülün sebeplere başvurmaya aykırı olmadığı noktasında görüş birliği içindedir. İbn Kayyim, Sehl

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

41 (Tevekkül)Allah’a güvenip dayanma anlamnda terim.
Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamndaki vekl kökünden türeyen tevekkül “birinin iini üstüne alma, birine güvence verme; birine iini havale etme, ona güvenme” mânasna gelir. Birine güvenip dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekîl denir. Kaynaklarda çounlukla vekil kelimesi kefille e anlaml gösterilmise de Râgb el-sfahânî’ye göre vekil kefilden daha geneldir; her vekil kefildir, fakat her kefil vekil deildir. Tevekkül dinî ve tasavvufî bir terim olarak “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rzknda ve ilerinde Allah’ kefil bilip sadece O’na güvenmesi” eklinde tanmlanmaktadr (el-Müfredât, “vkl” md.; Lisânü’l-Arab, “vkl” md.; Tâcü’l-arûs, “vkl” md.; Gazzâlî, IV, 259). bn Teymiyye tevekkülün “kalbin yalnz Allah’a güvenmesi” anlamna geldiini belirterek bunun sebeplere bavurma ve mal biriktirmeye aykr olmadn söyler (et-Tufetü’l- Irâyye, s. 185). Tasavvuf kaynaklarnda tevekkül hakknda deiik tanmlar yaplmtr (Kelâbâzî, s. 101-102; Kueyrî, I, 467-478; bn Kayyim el-Cevziyye, II, 119-122). Teslim (birine boyun eme, hükmüne rza gösterme) ve tefviz de (ii birinin tasarrufuna brakma) tevekküle yakn mânada kullanlmakla birlikte baz âlimler tefvizin tevekkülden daha geni kapsaml olduunu belirtir (bn Kayyim el-Cevziyye, II, 143-144).
Kur’ân- Kerîm’de tevekkül kavram krk âyette deiik fiil kalplarnda, dört âyette mütevekkil eklinde yer almakta, vekil kelimesi çou Allah’n sfat eklinde yirmi dört yerde geçmektedir. Baz âyetlerde peygamberlerin inkârclara kefil olmad, onlarn yaptklarndan sorumlu tutulmayaca, dört âyette de inkârclarn âhirette kendilerini savunacak bir vekillerinin bulunmayaca belirtilmitir. Bir âyette Allah tarafndan inkârc Kurey kabilesinin yerine inkâra sapmayan baka bir topluluun getirilmesi, dier bir âyette ölüm meleine can alma görevinin verilmesi “tevkîl” kavramyla ifade edilmitir (M. F. Abdülbâk, el-Mucem, “vkl” md.). Bu âyetlerde insanlarn neticede Allah’a snaca bildirilmekte, hükmün yalnz O’na varaca (Yûsuf 12/67), Allah’n bir topluluu helâk etmek istemesi durumunda onlara hiç kimsenin yardm edemeyecei (Âl-i mrân 3/160), inanarak Allah’a snanlar üzerinde eytann etkisinin bulunmad (en-Nahl 16/99), Allah’a snanlar için baka bir snaa ihtiyaç kalmayaca (et-Talâk 65/3), çünkü Allah’tan baka bir tanr olmad (et- Tevbe 9/129; et-Tegbün 64/13) ifade edilmektedir. Bu arada baz peygamberlerin inançlarndaki kararllklar ve tevekkülleri örnek gösterilmektedir (meselâ bk. Yûnus 10/71; Hûd 11/56, 88; Yûsuf 12/67). Bir âyette (Âl-i mrân 3/159) Resûl-i Ekrem’e kamu ilerinde çevresindekilerle istiare etmesi öütlenmi ve ardndan, “Kararn kesinleince artk Allah’a tevekkül et, Allah kendisine tevekkül edenleri sever” buyurulmutur. Talâk sûresinin balarnda Allah’a tevekkül eden kimseye O’nun kâfi gelecei ve Allah’n mutlaka emrini yerine getirecei bildirilmi, bu açklamalar tevekkül düüncesinin meydana gelmesinde belirleyici olmutur. Taberî’nin kaydettiine göre Abdullah b. Mes‘ûd tevekkülle ilgili bu âyet için, “i Allah’a havale etme hususunda Kur’an’n en önemli âyeti” demitir (Câmiu’l-beyân, XII, 132).
Tevekkül ve ayn kökten türeyen çeitli kelimeler hadislerde de geçmektedir. Tirmizî (“Zühd”, 33) ve bn Mâce’nin (“Zühd”, 14) es-Sünen’lerinde tevekkül konusuna iki bab ayrlmtr. Hz.
Peygamber’in, “Devemi baladktan sonra m tevekkül edeyim yoksa balamadan m?” diye soran bir sahâbîye, “Önce bala, sonra tevekkül et” yolundaki cevab (Tirmizî, “yâme”, 60) ilgili kaynaklarda tevekkülden önce tedbir almann gerekliliine delil saylmtr. Hadislerde bildirildiine göre Allah, aç karna sabahlayp akama tok ulaan kular doyurduu gibi kendisine tam bir teslimiyetle tevekkül edenlere de rzklarn verecektir (Müsned, I, 30, 52; bn Mâce, “Zühd”, 14; Tirmizî, “Zühd”, 14). Bir i için evinden çkan kimse, “Bismillâh, Allah’a inandm, O’na dayandm, O’na tevekkül ettim; güç kuvvet yalnz O’nundur” derse Allah onu en hayrl ekilde rzklandracak ve kötülüklerden koruyacaktr (Müsned, I, 66; benzer ifadeler için bk. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; bn Mâce, “Duâ”, 18). Resûlullah’n teheccüd namaz srasnda yapt uzunca bir duada u ifadeler yer alr: “Allahm! Sana teslim oldum, sana inandm, sana tevekkül ettim, sana yöneldim” (Buhârî, “Teheccüd”, 1; Müslim, “Müsâfirîn”, 199; Ebû Dâvûd, “alât”, 119). Dier bir hadiste Allah’a tevekkül edip üfürükçülük, uur-uursuzluk, dalama eklindeki Câhiliye kalnts uygulamalardan uzak duranlarn sorgusuz cennete girecei müjdesi verilmitir (Buhârî, “b”, 17, 42; Müslim, “Îmân”, 273). Kelâbâzî bu hadisi “Allah’a duyulan güven, tevekkül ve honutluktan dolay sebepleri terketmek” diye açklamtr. Ancak Kelâbâzî kiinin tevekkülünü zedelemedii, dinine zarar vermedii sürece zenaat, ticaret, ziraat gibi ilerle uramay sûfîlerin mubah gördüünü belirtir (et- Taarruf li-mehebi ehli’t-taavvuf, s. 24, 85). Hz. Peygamber’in güçlü müminin zayf müminden daha deerli ve Allah’n sevgisine daha lâyk olduunu ifade ederek kiinin tam bir azimle faydal olan elde etmeye çalmasn, güç bir durumla karlalmas halinde Allah’n takdirine rza göstermesini öütlemesi ve yaknmann eytann etkisine kap açaca uyarsnda bulunmas (bn Mâce, “Zühd”, 14) tedbir ve çalmayla tevekkül ve takdiri birlikte gözetmek gerektiini ortaya koymaktadr.
Kur’ân- Kerîm’de ve hadislerde tevekkül, müminlere ait temel bir sfat eklinde ele alnp mütevekkillerden övgüyle söz edildiinden slâm’n ana ilkeleri arasnda kabul edilmi, baz sûfîlerin tevekkül anlayn iddetle eletiren bnü’l-Cevzî, Takyyüddin bn Teymiyye ve bn Kayyim el-Cevziyye gibi Selef âlimleri de bu düünceyi benimsemitir. Ebû Hanîfe el-Fhü’l- ekber’inde müminlerin iman ve tevhidde eit, amellerde ise derece derece
olduunu belirttikten sonra imann muhtevasn tekil eden mârifetullah ve Allah sevgisi gibi unsurlar yannda müminlerin tevekkül yönünden de birbirine eit sayldklarn, bunun ötesinde ise derece farkllklarnn olacan belirtirken tevekkülün inanç boyutuna dikkat çeker (mâm- Azam’n Be Eseri, s. 75). Allah’a inananlarn O’na tevekkül etmesi gerektiine dair âyetler tevekkülün imanla alâkasn, müminlerin Allah’a tevekkül ederek inkârclardan gelen basklara kar direnmesini isteyen, bu hususta peygamberlerden örnekler veren âyetler de kavramn amelle ilikisini göstermektedir. yâü ulûmi’d-dîn’in otuz beinci bölümünü tevhid ve tevekkül konularna ayran Gazzâlî’ye göre tevekkül derin bir bilgi ve zorlu bir amel iidir. Tevekkülün asl imandr; tevekkül var olan her eyin gerçek yapcs ve yaratcsnn Allah olduu inancna dayanr (yâ, IV, 243, 245, 247). ehâbeddin es-Sühreverdî de on makamdan biri olarak ele ald tevekkülün derecesinin Allah hakkndaki bilginin derecesine göre deitiini söyler; bu bilgi ne kadar tamsa tevekkül de o ölçüde güçlü olur (Avârifü’l-maârif, s. 238).
Kiinin, kendini her durumda Allah’n irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rza göstermesi tevekkülün özünü meydana getirir. Hasan- Basrî, “Tevekkül rzadan ibarettir” der (Ebû Tâlib el- Mekkî, II, 8). Allah’n takdirine rza ve teslimiyeti tamamen pasif bir hayat anlay, her türlü tedbirin
terkedilmesi eklinde anlayan mutasavvflar olmusa da çounluk amelî planda sebeplere bavurmay tevekküle aykr görmemitir. Tevekkülün “gassâl önünde meyyit” benzetmesiyle açklanmas tasavvuf literatüründe geni kabul görmü, Gazzâlî de bunu tevekkülün en yüksek derecesi diye nitelemitir (yâ, IV, 261). Ancak Gazzâlî, söz konusu ifadeyi tasavvuf literatüründeki yaygn anlaytan farkl ekilde yorumlam ve bunu hiçbir durumda Allah’n kudret, irade, ilim gibi sfatlarnn etkisi dna çklamayaca yönünde bir uur hali olarak açklamtr. Bu uurla çalmak ve tedbir almak tevekküle aykr deildir. Tevekkülün i görmeyi ve tedbir almay terketme biçiminde yorumlanmas cahillerin kuruntusudur ve dinen haram saylmtr. Bu yanl telakki sünnetullah bilmemekten kaynaklanr (a.g.e., IV, 262, 265). Dier baz âlimler de naklî deliller yannda kulun iradesini tamamyla ortadan kaldrma sonucunu douraca, sorumsuzlua ve karmaaya yol açaca, insanlar din ve dünya ilerinde tembellie sevkedecei gibi aklî delillere dayanarak gassâl önünde meyyit benzetmesini çalmay ve tedbiri büsbütün elden brakma diye yorumlamay reddetmilerdir. bn Teymiyye böyle bir anlayn i ve çalma düzenini bozacan, doru-yanl, iyi-kötü gibi kavramlar yok edeceini ve bilgiyi faydasz hale getireceini söyler (et- Tufetü’l-Irâyye, s. 191-192). Tevekkül, yerine getirilmesi emredilen sebeplere bavurmay gereksiz klmaz; bu durumda, Allah’n emrettii eyleri yapmadan kendisi hakknda mutluluk veya mutsuzluk olarak takdir edilen eye rza gösterme eklindeki bir anlaya götürür. Yemeden içmeden Allah’n kendisini doyuracan söyleyen kimse ahmak, sebepleri terkeden kimse âcizdir (et- Tevekkül, s. 13-14, 16-17). bnü’l-Cevzî, tevekkülün kulun kendi gücünü aan hususlarda iin sonunu Allah’a havale etmesi olduunu söyler. Nitekim Sehl et-Tüsterî tevekkülü eletirenin iman, çalmay eletirenin sünneti eletirmi olacan söyler (Telbîsü blîs, s. 341-344). bn Kayyim el- Cevziyye’ye göre slâm âlimleri tevekkülün sebeplere bavurmaya aykr olmad noktasnda görü birlii içindedir. bn Kayyim, Sehl et-Tüsterî’nin, “Tevekkül Peygamber’in hali, kesb de sünnetidir; onun halini yaamak isteyen sünnetini terketmez” eklindeki sözünü de (Kueyrî, I, 471) nakleder (Medâricü’s-sâlikîn, II, 121).
slâm âlimlerinin tevekkülle iman ve tevhid arasndaki ilikiye dikkat çekmeleri önemlidir. Çünkü tevekkül, her eyden önce kulun Allah’a olan derin inanç ve güveninin bir ifadesidir. Doru anlamyla Allah’a tevekkül eden kul, bir ii baarmak için sahip olduu imkân ve frsatlar Allah’n bahettiine ve bunlarn kullanlmas için yaratldna inanr; bu açdan bakldnda sebepleri ihmal etmenin onlarn mânasz yere yaratld fikrini douracan düünür. Ayrca insann amelî hayatyla ilgili pek çok âyet ve hadis bulunmakta olup tevekkülü bunlarn meydana getirdii sistem bütünlüünden kopararak sebeplere kar ilgisizlik yönünde yorumlamak, bu temel kaynaklardaki amelî hayata dair buyruklarn ve açklamalarn anlamsz olduu sonucuna götürür. u halde tevekkülü, Allah’n varlk ve olaylar dünyasnda sebep-sonuç ilikisi eklinde kurduu genel düzenle Kur’an’da ortaya koyduu emirler sistemi çerçevesinde düünmek gerekir. Tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihaî belirleyici irade ve gücün Allah’a ait olduu yönündeki uur ve inancn zorunlu bir sonucudur. Bu uur ve inanç sayesinde kul, gerekli sebeplere ve tedbirlere bavurmasna ramen sonucun umduu ekilde çkmamas halinde ilâhî takdirin öyle tecelli ettiini bilerek kendisini veya sebepleri suçlamaktan kaçnr; iyimser ruh halini korumay, moral çöküntüsünden kurtulmay baarr. Kur’ân- Kerîm’de, olu Yûsuf’un kaybolmasndan dolay derin bir üzüntü hali yaayan Hz. Ya‘kb’un buna ramen Allah’a tevekkülünü dile getirerek yüksek bir metanetle ümidini koruduu anlatlr (Yûsuf 12/18, 67, 83, 86-87). Tecrübeler de inançl ve mütevekkil insanlarn baarszlklar karsnda daha metanetli ve ümitli davrandn göstermekte, bu tesbit psikoloji ve pedagojide büyük önem tamaktadr.
bn Ebü’d-Dünyâ et-Tevekkül alellh adl eserinde tevekküle dair baz âyetlerle hadis ve haberleri derlemitir (nr. Câsim Süleyman ed-Devserî, Beyrut 1987; Türkçe’si: Hüseyin Kaya, Hadislerde Tevekkül, stanbul 2007). bn Teymiyye’nin tevekküle dair fetvalarndan oluan bir derleme Ebü’l- Mecd Harek tarafndan et-Tevekkül alellh ve’l-a bi’l-esbâb balyla yaymlanmtr (bk. bibl.). Yûsuf el-Kardâvî e-arî ilallh: et-Tevekkül (Kahire 1995), Mirza Tokpnar, Hangi Doru Tevekkül: Hadisler Inda Yeni Bir Tanm (Ankara 2009) adl birer kitap; Hasan Karahasanolu, Kur’an’da Tevekkül Kavram (1998, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Rabiye Solmaz, Din Eitimi Açsndan Kur’an ve Sünnette Tevekkül Kavram (2006, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) isimli birer yüksek lisans tezi hazrlamtr.
BBLYOGRAFYA
Wensinck, el-Mucem, “vkl” md.; Müsned, I, 30, 52, 66; mâm- Azam’n Be Eseri (nr. M. Zâhid Kevserî, trc. Mustafa Öz), stanbul 1992, s. 75; Taberî, Câmiu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, III, 497; XII, 132; Kelâbâzî, et-Taarruf li-mehebi ehli’t-taavvuf, Beyrut 1407/1986, s. 24, 85, 101-102; Ebû Tâlib el-Mekkî, tü’l-ulûb, Kahire 1310, II, 2-38; Kueyrî, er-Risâle, I, 464-487; Gazzâlî, yâ, IV, 243-247, 259-293; Ebü’l-Ferec bnü’l-Cevzî, Telbîsü blîs, Beyrut 1414/1994, s. 340-352; ehâbeddin es-Sühreverdî, Avârifü’l-maârif (Gazzâlî, yâ, IV içinde), s. 238; Takyyüddin bn Teymiyye, et-Tevekkül alellh ve’l-a bi’l-esbâb (nr. Ebü’l-Mecd Harek), Kahire 1413/1992; a.mlf., et-Tufetü’l-Irâyye fi’l-amâli’l-albiyye (nr. Yahyâ b. Muhammed el-Hüneydî), Riyad 1421/2000, s. 185-194; bn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, II, 116-148; L. Lewisohn, “Tawakkul”, EI² (ng.), X, 403-405. Mustafa Çarc
Tasavvuf.
Tevekkül tasavvufta bir makam ve hal olarak kabul edilir. Sûfîler tevekkülün birçok çeidi ve mertebesinden bahsetmilerdir. Onlarn tevekküle dair tanmlar bu çeit ve mertebelerle ilgilidir. Cüneyd-i Badâdî’nin, “Tevekkül kalbin Allah Teâlâ’ya itimat etmesidir” eklindeki ifadesi tevekkülün genel bir tarifidir (Serrâc, s. 79). Ebû Nasr es-Serrâc ve Hâce Abdullah- Herevî gibi sûfîler tevekkülün biri bütün müminleri kapsayan (avam), dieri müminlerden özel bir zümreyle ilgili olan (havas), üçüncüsü çok özel bir zümreye özgü bulunan (ehassü’l-havas) üç mertebesinden söz eder. “Müminler Allah’a tevekkül etsinler” meâlindeki âyet (el-Mâide 5/11) birinci, “Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etsinler” âyeti (brâhîm 14/12) ikinci, “Kim Allah’a tevekkül ederse O ona kâfidir” âyeti (et-Talâk 65/3) üçüncü mertebedeki tevekkülle ilgilidir. Birinci mertebede kulun kulluun gereklerini yerine getirmeye gayret etmesi, kalbini rabbine balamas, Allah’n kendisine yeterli olduuna inanmas, verdiine ükredip vermediine sabretmesi esastr (a.g.e., s. 78). Zünnûn el-Msrî’nin, “Tevekkül nefsin ald tedbiri terketmek, güç ve kuvvetten soyutlanmaktr” eklindeki
tanm tevekkülün bu mertebesiyle ilgilidir. “Tedbiri alan Allah’tr” (Yûnus 10/3, 31; er-Ra‘d 13/2; es-Secde 32/5). Kulun kendi tedbirini terkedip Allah’n tedbiriyle yetinmesi rabbine güvenmesi anlamna gelir. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” sözü tevekkül bahis konusu olunca kulun gücünü ve kuvvetini terketmesi demektir.
Havas veya ârif denilen müminlerin tevekkülü Allah için Allah ile ve Allah’a tevekküldür. Bu tevekkülde dünya ve âhiret menfaatleri, bunlarla ilgili sebepler dikkate alnmaz. Ârifin nefsi bu mertebede gassâlin önündeki ölüye benzetilmitir (a.g.e., s. 79; Gazzâlî, yâ, IV, 255). Bu mertebede sûfînin biri Hakk’a, dieri halka bakan iki yönü yoktur; onun tek yönü vardr, sadece Hakk’a bakar. Ehassü’l-havas (sûfîlerin en seçkinleri) Allah’a kaytsz artsz tevekkül eder, tevekküllerinde fâni olur, tevekküllerini görmezler. bnü’l-Cellâ’nn, “Tevekkül her hâlükârda sadece Allah’n civarnda olmaktr” ifadesi bu mertebeyle ilgilidir. Bu mertebede talep, dua ve niyazdan söz edilmez. Nemrûd tarafndan atee atlaca zaman Cebrâil, Hz. brâhim’e kurtulu için dua etmesini söyleyince onun, “Allah’n halimi bilmesi duama ihtiyaç brakmyor” demesi buna örnektir (Gazzâlî, yâ, IV, 258). Bu tevekkülün en mükemmel mertebesidir. Serrâc bu mertebeye ulaabilenlerin çok az olduunu söyler (el-Lüma, s. 79). Gazzâlî bu halin devam etmediini, korku sebebiyle bir kiinin benzinin sararmas gibi gelip geçici olduunu belirtir (yâ, IV, 255). Hamdûn el-Kassâr tevekkülün bu derecesine eremediini, Ebû Süleyman ed-Dârânî bu tür bir tevekkülün kokusunu bile alamadn söylemitir.
Sûfîler, içinde bulunduklar hal ve makamlara göre tevekkül konusunda farkl yorumlarda bulunmutur. Allah’n bütün canllara rzklarn verecei vaadine dayanan (el-Mâide 5/114) baz sûfîler tevekkülü rzk kaygs tamama biçiminde anlamtr. akk- Belhî tevvekkülü, “Elinde avucunda olandan çok Allah’n vaadine güvenmendir” eklinde tarif ederken rzk kastetmektedir. Ebû Ali ed-Dekkk da, “Tevekkül günlük rzkla yetinmek ve yarnn kaygsn tamamaktr” der. Baz sûfîlerin yanlarna azk almadan çöllerde yolculuk yapmalar da rzk tevekkül konusu olarak gördüklerini gösterir (a.g.e., IV, 260). Bununla beraber insann faydaland veya zarar gördüü her ey, bütün hal ve davranlar geni anlamda tevekkülün konusunu oluturur. Fidan diken bahçvan, tohumu eken çiftçi Allah’a tevekkül ettii gibi yolculuk yapanlar da Allah’a tevekkül eder. Baz sûfîlere göre tevekkül ilim ve mârifettir; kulun Allah’n kendisine kâfi olduunu bilmesidir (en-Nisâ 4/6, 45, 70, 79, 81, 132, 166, 171; ez-Zümer 39/36). Baz sûfîler ise, “Tevekkül kazâya rzadr, kaderin tecellilerini gönül holuuyla kabullenmektir” demitir. Yahyâ b. Muâz er-Râzî’ye göre tevekkül insann kendisi için Allah’n vekil olduuna rza göstermesidir. Sehl et-Tüsterî’ye göre tevekkül kulun Allah’n iradesiyle Allah’la bulunmas halidir. Bu durumda iradesinden fâni olan kul Allah’n iradesiyle bâki olur.
Tevekkülü iman kapsamnda gören ve tevhid bahsinde inceleyen Gazzâlî’ye göre dier tasavvufî kavramlarda olduu gibi ilim, hal ve amel tevekkülün özünü oluturur. Ona göre tevekkülde temel unsur ilimdir. lim temel, amel netice, hal ise tevekkülün kendisidir. limden maksat kalbin tasdikinden ibaret olan imandr; bu ilim kuvvetli ve kesin olursa “yakn” adn alr. Bundan dolay tevhid anlamna gelen tevekkülün temeli yakndir. Tevekkül kalbin tam olarak vekile itimat etmesidir (a.g.e., IV, 240, 253). Sûfîler, tevekkülü iman ve tevhidin yan sra muhabbet ve takvâ ile alâkal bir konu olarak da görürler. “Mümin iseniz Allah’a tevekkül ediniz” (el-Mâide 5/23); “Allah’n huzurunda takvâ sahibi olun ve müminler yalnzca Allah’a tevekkül etsinler” (el-Mâide 5/11) meâlindeki âyetlerde bu hususlara iaret edildiine dikkat çekerler. Tevfik (baar) ve sabr gibi
kavramlar da tevekkülle balantldr (Hûd 11/88; en-Nahl 16/42; el-Ankebût 29/59; e-ûrâ 42/10). Tevekkül ahlâk ilkesinin ve faziletin temeli, baarl olmann artdr. Mümin hayrl veya mubah bir ie Allah’a tevekkül ederek azimli ve kararl bir ekilde giriir. Teebbüsüne zafiyet veren vehim, vesvese, üphe ve tereddütten onu tevekkül kurtarr. “Allah’a tevekkül ettim” diyen bir mümin giritii ii kararl biçimde sürdürür. akk- Belhî tevekkülün dört türünden (mala, nefse, halka ve Hakk’a güvenmek) bahseder. Mümin malndan, nefsinden ve halktan ziyade Hakk’a tevekkül etmekle yükümlüdür. Bu anlamda tevekkül bütün müminlerin gönülden benimsemeleri gereken genel ve temel bir kuraldr. Bu mertebede sebep ve vastalar dikkate alnr. Allah’a güvenmek artyla sebep ve vastalara sarlmak tevekkülün bir parçasdr.
Tevekkül sika, tefvîz, teslim-istislâm kavramlaryla yakndan ilgilidir (Herevî, Menâzil, s. 18, 19). Bunlarn arasnda anlam farklar olmakla beraber kalbin Allah’a güvenmesi hepsinde esastr. Ebû Ali ed-Dekkk’a göre tevekkül ilk, teslimiyet orta, tefvîz ise son haldir. Tevekkül ehli Hakk’n vaadiyle, teslim ehli ilmiyle sükûn ve huzur bulur; tefvîz ehli ise Hakk’n hükmüne raz olur. Tevekkül bütün müminlerin, teslim evliyann, tefvîz tevhid ehlinin halidir. Teslimiyeti Hz. brâhim’in, tefvîzi Hz. Muhammed’in nitelii olarak gösterenler de vardr. Öte yandan sûfîler tevekkül edilecek zaman konusunda çeitli görüler ileri sürmütür. Herevî’ye göre bir i için tedbir alp teebbüse geçmeden önce, teebbüs ve faaliyet esnasnda ve sonrasnda tevekkül gereklidir. Sebebe sarlp tedbir aldktan sonra Allah’a güvenme haline tevekkül diyen Herevî sebepten önceki ve sonraki güven haline tefvîz adn verir. Ona göre tefvîz tevekkülden daha genel bir haldir. Sebebe sarlmadan ve tedbir almadan evvel de sonra da teebbüs ve faaliyet esnasnda tevekkül gereklidir (a.g.e., s. 18).
Tevekkülle çalp kazanma arasndaki iliki öteden beri tartlagelmitir. Sûfîler Allah’a tevekkülle sebeplere sarlma,
tedbir alma arasnda zt bir durumun olmadn, aksine tevekkülün çalma ve i hayatn daha verimli ve bereketli hale getirdiini söyler. Tevekkül kalbî, çalma bedenî bir eylemdir. Kul her eyin Allah’n takdiriyle olduu kanaatini tad sürece kalpteki tevekkül hali beden ve organlarla faaliyette bulunmaya aykr dümez. Tevekkül Hz. Peygamber’in hali, çalp kazanmak ise sünnetidir. Onun hali üzere olan sünnetini terketmez. Çalmay kötüleyen sünneti kötülemi, tevekkülü kötüleyen de iman kötülemi olur. Kueyrî, brâhim el-Havvâs’n tevekkül konusundaki hassasiyetine ramen yola çktnda yannda matara, ine, iplik, makas bulundurduunu ve bu durumun tevekküle aykr olmadn belirttiini nakleder. Serrâc da baz zümrelerin çalmay kötülediklerini, bir köeye çekilip kendilerine gelecek sadakay beklediklerini anlatr ve bunlar eletirir (el-Lüma, s. 524). Gazzâlî, tekke ve zâviyelerde oturup çalmay terkeden ve vakf malyla geçinenlerin bu halini tevekküle aykr bulur (yâ, IV, 262). Sûfîler tevekkülü anlatrken sebepleri kesip atmaktan ve tedbiri terketmekten söz ederken ameli, ibadeti, çalp kazanmay brakmaktan asla bahsetmemi, bunlarn gerekliliini vurgulamlardr. nsan bir ie giriirken ya Allah’a veya nefsine (malna, gücüne, nüfuzuna, sanatna, ilmine) güvenir. Nefsine güvenen kii bir ii baardnda bunu kendisinden ve ald tedbirden bilir. Sûfîlerin kaçndklar bu tür bir güven duygusudur. Bu durum bazan sebeplerin ilâhlatrlmasna kadar gider ki buna tasavvufta “irk-i esbâb” denilmitir. Tabiatçlarn her eyi tabiat kanunlarna ve tabii sebeplere balamalar böyledir.
nsann iradesini kullanmadan her eyi Allah’tan beklemesini tevekkül diye yorumlayan anlay tam bir çlgnlk diye niteleyen Gazzâlî insanlarn tevekkül karsndaki davranlarn üç durumda inceler
(a.g.e., IV, 259). Belli bir sebebin belli bir netice vermesi açk ve kesin olur. Bu sünnetullahtr, ilâhî bir düzendir. Bu durumda mümin ilim ve hal olarak Allah’a tevekkül eder, ald gday Allah’tan bilir, kalbi de Allah’a itimat halinde olur. kinci durumda büyük bir ihtimalle o sebep o neticeyi meydana getirir. Üçüncü durumda ise o sebebin o neticeyi meydana getirmesi zayf bir ihtimaldir. Bu durumda tedbir almak ve sebebe sarlmak sünnetullahn gereidir. Bundan dolay yolcularn yanlarna azk almalar gelenek olmutur. Yolcunun yolda yiyecek bulmas da yanna ald az kaybetmesi de muhtemeldir ve alnan tedbirin istenen sonucu vermesi kesin deildir. Yola çkan kimsenin yanna ald aza deil Allah’a, sebebe deil sebepleri yaratana güvenmesi gerekir. Üçüncü durumda zayf sebepler ve çok düük ihtimaller üzerinde gereinden fazla durulmas hrs ve tamahla açklanr, bunun tevekkülle ilgisi yoktur. Tevekkülün bir faydas da insan ihtirastan korumasdr. Gazzâlî sradan müminlerin, evliyann ve âriflerin sebebe sarlma ve tedbir alma bakmndan farkl durumlar bulunduuna dikkat çeker. Allah’n fiillerinin tecellisini temaa eden baz sûfîler, “O’ndan baka fâil yoktur” derler. Bu hali yaayan sûfî ne tedbiri ne de herhangi bir sebebi görür, hatta kendini ve tedbirini bile göremez. Ancak bu hal geçtikten sonra sebepler ve vesileler âleminde yaadn dikkate alr (a.g.e., IV, 240-256). Ebû Tâlib el-Mekkî ve Gazzâlî gibi müellifler Allah’a tevekkül esas olmak artyla ailenin geçimini salamann, dilenmemek için mubah bir geçim yolu bulmann, zarardan saknmann, tehlikeden kaçnmann, mallar koruma altna almann, tedavi olmann, ihtiyaç duyulan besin maddelerini ve dier malzemeleri mâkul oranda depolamann câiz olduunu belirtmiler, cevaz veya fazilet durumlarn da ayrntl biçimde açklamlardr.
BBLYOGRAFYA
Muhâsibî, el-Rzu’l-elâl ve aatü’t-tevekkül alellh (nr. M. Osman el-Hut), Kahire 1984; a.mlf., el-Mekâsib (nr. Abdülkdir Ahmed Atâ), Beyrut 1407/1987; bn Ebü’d-Dünyâ, et-Tevekkül alellh (nr. Câsim el-Füheyd ed-Devserî), Beyrut 1407/1987; Serrâc, el-Lüma, s. 78-79, 524; Kelâbâzî, et-Taarruf, s. 151; Ebû Tâlib el-Mekkî, tü’l-ulûb, Kahire 1961, II, 3-76; Sülemî, abat, s. 556; Kueyrî, Risâle (Uluda), s. 257-268; Herevî, Menâzil, s. 18, 19; a.mlf., abat, s. 723; Gazzâlî, yâü ulûmi’d-dîn, Kahire 1358/1939, IV, 238-286; a.mlf., el-Maadü’l-esnâ, Kahire 1322, s. 93; Ahmed-i Câmî, Miftâu’n-necât (nr. Ali Fâzl), Tahran 1347 h., s. 155-171; Ebû Mansûr el-Abbâdî, ûfînâme (nr. Gulâm Hüseyin Yûsufî), Tahran 1347, s. 110-114, 118; ehâbeddin es-Sühreverdi, Avârifü’l-maârif, Beyrut 1966, s. 499; Muhyiddin bnü’l-Arabî, el- Fütûâtü’l-Mekkiyye, Kahire 1293, II, 264-268; Mevlânâ, Mesnevî, I, 89-93; II, 52, 199; III, 204; V, 129, 196, 233; bn Atâullah el-skenderî, et-Tenvîr fî isti’t-tedbîr, Kahire 1973; bn Teymiyye, et- Tevekkül alellh ve’l-a bi’l-esbâb (nr. Ebü’l-Mecd Harek), Kahire 1413/1992; Abdülkerîm el- Cîlî, el-nsânü’l-kâmil, stanbul 1300, II, 111-116; Câmî, Nefeâtü’l-üns (nr. Mahmûd Abîdî), Tahran 1370 h., s. 1025; brâhim Hakk Erzurûmî, Ma‘rifetnâme, stanbul 1310, s. 354-370; Seyyid Sâdk- Gûherîn, er-i Ilâât- Taavvuf, Tahran 1368, III, 81, 93, 163-167, 306-337; Asgar Dâdbih-Ali Refîî, “Tevekkül”, DMT, V, 153-155; Mâlikî Hüseynî v.dr., “Tevekkül”, Dâninâme-i Cihân- slâm, Tahran 1383/2004, VIII, 586-594. Süleyman Uluda
TEVELLÎ ( )
(bk. TEBERRÎ).
Bitki ve hayvanlarn birbirinden ya da cansz maddelerden kendiliinden oluumu için kullanlan felsefe terimi.
Sözlükte “dourmak” anlamndaki vilâd (vilâdet) kökünden türeyen tevellüd “domak, ortaya çkmak, meydana gelmek” demektir. Terim olarak bitki ve hayvanlarn erkek ve diisinin bir araya gelmesiyle üremeyi (tevâlüd) deil, erkek-dii ilikisi olmadan birbirinden (biogenèse) ya da cansz maddelerden meydana gelmeyi ifade eder (et-Tarîfât, “Tevellüd” md.; Salîbâ, I, 367). Canllarn embriyolojik bir süreç dnda dorudan cansz maddelerden oluabilecei düüncesi slâm öncesi Grekler’e kadar gitmektedir. Aristo’ya göre dört unsur (hava, su, ate, toprak), uygun artlar altnda kendiliinden mineraller yannda bitkileri ve hayvanlar da tekil edebilir. Yine canllar bir anne babadan üreyebildikleri gibi -böceklerde görüldüü üzere-topraktan ve çürümü bitkiden ya da hayvanlarn iç organlarndan üreyebilir. Aristo ar, sinek, balk ve salyangoz türünden canllarn her iki ekilde de teekkül edebileceini söyler. Aristo’nun bu fikirleri Ortaça slâm düüncesini türlü biçimlerde etkilemise de (Kruk, XXXV/2 [1990], s. 270, 278), slâm düünürleri doum, ölüm, olu, bozulu gibi doal olaylarn ilâhî ilim, irade ve kudretle meydana geldiini, dolaysyla bunlarn temelde Allah’n fiilleri olduunu kabul ederek Aristo’nun ilâhî tesiri dlayan kendiliinden üreme (generatio spontanea) fikrine katlmamlardr. Bu sebeple müslüman düünürlerin normal fiziksel ve biyolojik süreçler yaanmadan bitki veya hayvanlarn üreyebilecei yolundaki tevellüd düüncelerini daima ilâhî fiille birlikte anlamak gerekir.
slâm düüncesinde tevellüd fikrine dair ilk bilgilere, konuyu daha çok eletirel bir tarzda ele alan Câhiz’de rastlanmaktadr. Câhiz’in anlattna göre baz kiiler farelerin Ktûl nehrinin çamurundan meydana geldii iddiasn reddetmi, normal artlar altnda canllardan oluan bir varln cansz bir maddeden olumasn mümkün görmemilerdir. Bu zümre, görülerini bitki ve hayvanlara göre daha alt seviyede bulunan madenlere kadar geniletip insanlarn müdahalesiyle bakrn altna, civann gümüe dönümesini de kabul etmemitir. Çiftleerek üreyen canllarn kendiliinden teekkül edebilecei iddiasna Câhiz de katlmaz (Kitâbü’l-ayevân, V, 348-351); kirlenmi insan bedeninden bitin douunu mümkün görürse de (a.g.e., V, 371-375) balklarn ve kurbaalarn yamurdan veya buluttan olutuu iddiasn da reddeder. Ona göre bu canllar hava, su ve toprak özelliklerinin belirli oranda karm sonucu Allah tarafndan yaratlmaktadr (a.g.e., I, 156).
Tevellüd meselesini ele alanlardan biri de bn Vahiyye’dir. Ona göre bitkiler, hayvanlar ve madenler farkl süreçler içinde tevellüd yoluyla meydana gelebilir; meselâ fesleenden akrepler, hardal yapraklarnn çürümesinden böcekler, aaç dallarndan ipek böcei oluabilir, bir hayvan bir baka hayvann cüzlerinden teekkül edebilir. bn Vahiyye, bitki ve hayvanlarla benzer özelliklere sahip bulunduundan insann cansz maddeden teekkülünü de mümkün görmektedir (el-Filâatü’n- Nabaiyye, II, 1312-1324). Câbir b. Hayyân da canl varlklarn yapay süreçler sonucunda inorganik maddelerden çeitli tekniklerle meydana getirilebileceini savunmutur. Ona göre ayn yöntemle deerli metaller de elde edilebilir (Mutâru resâil, s. 341-346). bn Tufeyl’in mehur romannn kahraman Hay b. Yakzân, dört unsura ait niteliklerin (scaklk, soukluk, kuruluk, yalk) dengeli
biçimde olutuu ortamda mayalanan organik özelliklere sahip çamurun ruhla birleip canllk kazanmasyla meydana gelmitir (ay b. Yaân, s. 26-27). Benzer bir süreç bnü’n-Nefîs’in kahraman Kâmil’in tevellüdünde de söz konusudur (er-Risâletü’l-Kâmiliyye, s. 151-153). Ancak bn Tufeyl’in Hay b. Yakzân’ ve bnü’n-Nefîs’in Kâmil’i birer roman kahraman olup ilgili eserleri yaratma teorisi yönünden deil metafizik ve ahlâkî açdan deerlendirmek gerekir.
Tevellüde örnek olarak genelde sürüngen ve haerat türünden hayvanlar göstermi; fare, sçan ve ylan gibi canllarn çiftleme yoluyla üreyebildii gibi çiftleme olmadan organik maddelerden de meydana gelebilecei ileri sürülmütür. Bîrûnî’ye göre birçok hayvan ilk oluum aamasnda bitkilerden veya birbirinden türeyebilmekte ve ardndan hayatna tenâsül yoluyla devam etmektedir (el-Âârü’l-bâye, s. 228). Tevellüdü kabul edenler bir canlnn baka bir canlnn cüzlerinden teekkülünü de mümkün görmülerdir (meselâ bk. bn Sînâ, s. 76; bn Tufeyl, s. 26-27). Bu tür bir oluum küçük canllar yannda deve gibi büyük hayvanlar için de söz konusudur. hvân- Safâ’nn kanaatine göre teekkülünü tamamlayan dii ve erkek canllarn tamam temelde cansz maddeden meydana gelmi, daha sonra varlklarn tenâsül yoluyla sürdürmütür. Ekvatorun altnda maddenin her türlü ekli almaya hazr bulunduu, gece ve gündüzün birbirine eit olduu, iklimin daima rutubetli ve lman seyrettii bir bölge vardr. Hz. Âdem ile Havvâ burada vücuda gelmi, ardndan onlarn çiftlemesiyle insanlar domutur (Resâil, II, 181-182). Cansz maddeden canl organizmalarn oluunu, basitten karmaa doru bir seyir izlemek üzere bn Miskeveyh tarafndan da kabul edilir. Buna göre ilk unsurlarn birbiriyle karm neticesinde dünyada ortaya çkan ilk bitki canszlk snrna en yakn olan otlardr (el-Fevzü’l-aar, s. 113-114). Bu görü Aristo’nun belirttii, her doann cisimlerden hayvana doru aama aama ilerledii tezine uygundur (Parts of Animals, IV/5, s. 333-335).
Öte yandan ayn türlerin hem çiftleme hem oluum yoluyla meydana gelip gelmeyecei hususunda ihtilâf edilmitir. bn Sînâ, Horasan’da saanak halinde yaan yamurlarn ardndan çok sayda ipekböceinin ortaya çktn ve bunlarn kozalar örerek kelebeklerin oluumunu saladn ileri sürer. Ona göre insanlar canl türlerinin tükenmesine yol açtklarnda çiftleerek üremesi mümkün görülmeyen türlerin tevellüd yoluyla varlklarn sürdürmesi söz konusudur (e-ifâ, s. 384). Tevellüdü -ceninin anne karnndan, bitkilerin topraktan meydana geliinde olduu gibi-bir cismin dierinin barndan teekkülünü ifade eden bir kavram olarak açklayan Gazzâlî, cisim ve cevherlerin aksine arazlar konusunda bu durumu imkânsz görmektedir (el-tiâd, s. 96). Fahreddin er-Râzî, yeryüzündeki canl hayatn kesintiye uratan tûfanlardan sonra türler bozulduu için bitki ve hayvanlarn tevellüd suretiyle meydana geliini mümkün görmektedir. Buna göre incir ve fesleenden akrep, suya atlan saçlardan ylan, çamurdan fare ve yamurdan kurbaa oluabilir; çiftleerek üreyen birçok hayvan tevellüd yoluyla da meydana gelebilir. nsan bedeninin cansz maddeden tevellüdü dahi mümkündür. Çünkü insan bedeni cüzlerinde bulunan çeitli unsurlarn özel biçimde karmndan oluur (el-Mebâiü’l-meriyye, s. 226-227).
Tevellüdün imkânyla ilgili yukardaki görüler, o çalarn tabiat bilimlerindeki snrl bilgi imkânlar ve yüzeysel gözlem artlar dikkate alnarak deerlendirilmelidir. Ayrca slâm âlimlerinin cansz maddeden canl organizmann teekkülünü mümkün görmelerinde Kur’an’da yer alan insann çamurdan (es-Secde 32/7-9; Sâd 38/71-72), canllarn sudan (el-Enbiyâ 21/30; en-Nûr 24/45) yaratldna dair bilgilerin etkili olduu söylenebilir. Bu sebeple söz konusu âlimler tevellüd düüncesinin Allah’n yaratma sfatyla çelimediini düünmülerdir. Zira maddeyi ve canllar
tevellüde imkân verecek nitelikte yaratan Allah’tr. Yaayan organizmalarn meydana gelii, ister normal üreme ve oluuma uramadan cansz maddeden yaratlsn isterse birbirinden olsun her durumda Allah’n yaratma fiili söz konusudur. Canllarn oluumunu salayan fiziksel-biyolojik süreçleri, kendi dönemlerinin snrl bilgileri ve gözlem imkânlar ölçüsünde doal terimlerle anlatan slâm âlimleri bunun kaynan ilâhî yaratmaya balamakta, böylece Aristo’nun “spontanea generatio” görüünü ilâhî ilim, irade ve kudretle irtibatl ekilde ortaya koymaktadr.
BBLYOGRAFYA
Aristotle [Aristo], Generation of Animals (trc. A. L. Peck), Cambridge 2000, XIII, 137, 171-173, 333, 357; a.mlf., History of Animals (trc. A. L. Peck), Cambridge 2000, XI/5, s. 97-103; a.mlf., Parts of Animals (trc. A. L. Peck), London 1961, IV/5, s. 333-335; bn Vahiyye, el-Filâatü’n-Nabaiyye (nr. Tevfîk Fehd), Dmak 1995, II, 1312-1324; Câbir b. Hayyân, Mutâru resâil (nr. P. Kraus), Kahire 1354/1935, s. 341-346; Câhiz, Kitâbü’l-ayevân, I, 156; V, 348-351, 371-375; hvân- Safâ, Resâil, Beyrut 1376-77/1957, II, 181-182; bn Miskeveyh, el-Fevzü’l-aar (nr. Sâlih Uzeyme), Tunus 1987, s. 113-114; bn Sînâ, e-ifâ e-abîiyyât (8), s. 67, 76, 384-386, 390; Bîrûnî, el- Âârü’l-bâye ani’l-urûni’l-âliye (nr. C. E. Sachau), Leipzig 1923, s. 228 vd.; Gazzâlî, el- tiâd fi’l-itid (nr. brahim Agâh Çubukçu-Hüseyin Atay), Ankara 1962, s. 95-96; a.mlf., el- Manûn bihî alâ ayri ehlih (Mecmûatü resâili’l-mâm azzâlî içinde), Beyrut 1406/1986, s. 140- 141; bn Tufeyl, ay b. Yaân (nr. Albert Nasrî Nâdir), Beyrut 1993, s. 26-27, 29-32; Fahreddin er-Râzî, el-Mebâiü’l-meriyye
(nr. Muhammed el-Mu‘tasm-Billâh el-Badâdî), Beyrut 1410/1990, s. 226-227; bnü’n-Nefîs, er- Risâletü’l-Kâmiliyye fi’s-sîreti’n-nebeviyye (nr. Abdülmün‘im M. Ömer), Kahire 1987, s. 151-153; Sami S. Hawi, Islamic Naturalism and Mysticism, Leiden 1974, s. 110-113; Cemîl Salîbâ, el- Mucemü’l-felsefî, Beyrut 1982, I, 367; R. Kruk, “A Frothy Bubble: Spontaneous Generation in the Medieval Islamic Tradition”, JSS, XXXV/2 (1990), s. 265-282; a.mlf., “Tawallud”, EI² (ng.), X, 378-379.
Osman Demir
TEVESSÜL ( )
Sâlih amelleri veya baz kiileri vesile edinerek Allah’a yakn olmaya çalmak, O’ndan dilekte bulunmak anlamnda terim.
Sözlükte “bir arac vastasyla maddî veya mânevî derecesi yüksek birine yaklamay arzu etmek; iyi amellerle Allah’a yaklamay ummak” anlamndaki vesl kökünden türeyen tevessül bir müslümann iledii sâlih amelleri, Hz. Peygamber’i yahut velîleri vesile yaparak Allah’a yakn olmaya çalmasn ifade eder. Vesîle üstün konumdaki birine yaklamaya arac olaca umulan ey veya kimsedir. “Yardm istemek” anlamndaki istiâne, istigse ve istimdâd da ayn mânada kullanlr. Kur’ân- Kerîm’de tevessül kelimesi geçmez. Vesilenin yer ald iki âyetten birinde Cenâb- Hak, müminlere kendisine yakn olmaya vasta aramalarn ve kurtulua ermek için O’nun yolunda bütün güçlerini harcamalarn emretmekte (el-Mâide 5/35), dierinde ilâh diye taplan ve dua edilen varlklarn da rablerine yakn olmak için bir vasta aradklar belirtilmektedir (el-srâ 17/57). Ebû Mansûr el-Mâtürîdî bu âyette sözü edilen varlklar içinde meleklerin de yer alabileceini söyler, zira meleklere ve gözle görülmeyen dier baz varlklara da yaratlmlk üstü konum tanyanlar olmutur (Tevîlâtü’l-urân, VIII, 299-302). Allah’a yakn olmak amacyla vesile aramann mahiyeti “ilim ve ibadetle O’nun yoluna girme, slâmî erdemlerle nitelenme” eklinde açklanmtr (Râgb el-sfahânî, el-Müfredât, “vsl” md.). Farkl görüler bulunmakla birlikte müfessirler vesileye “müslüman Allah’n rzasna ulatran her türlü ilim ve amel” mânasn vermiler, nâfile ibadetleri de bunun kapsam içinde deerlendirmilerdir (Taberî, Câmiu’l-beyân, VIII, 405; bn Teymiyye, ide, s. 48). Hadislerde vesile ve tevessül kelimeleri yer almaktadr. Çeitli rivayetlerde belirtildiine göre kuraklk dönemlerinde ashap Hz. Peygamber’le tevessülde bulunarak Allah’a dua ediyor ve dualar kabul görüyordu. Onun vefatndan sonra amcas Abbas ile tevessülde bulunulmutur (Buhârî, “stis”, 3; “Feâilü aâbi’n-nebî”, 11). Resûl-i Ekrem, gözleri görmeyen bir sahâbîye kendisiyle tevessülde bulunarak Allah’a dua etmesini söylemi, sahâbî yapt duadan sonra görmeye balamtr (Tirmizî, “Daavât”, 119; ayrca bk. Müsned, II, 168; III, 83; Müslim, “alât”, 11).
bn Cerîr et-Taberî, müslümanlar arasnda vuku bulan ihtilâflar balamnda Resûlullah’tan sonra Allah’n hücceti saylan dinî liderlerin bulunup bulunmad meselesinin tartldn belirtir; ayrca Allah’a dua ederken “peygamber ve velîler hakk için” ifadesini kullanp tevessülde bulunmann câiz olmadna ilikin bir görüü Ebû Hanîfe’ye nisbet eder (et-Tebîr, s. 156; kr. M. Nesîb er-Rifâî, s. 26). Bu tür nakillerden hareketle tevessül konusuna ilikin tartmalarn II. (VIII.) yüzyln ilk yarsnda ortaya çktn söylemek mümkündür. Daha sonra Mâlik b. Enes’e atfedilen baz görülerin yan sra hadis mecmualarnda zayf kabul edilen bir ksm rivayetlerin yer almasndan da bu meselenin erken dönemlerde gündeme geldii anlalmaktadr. Konu, tasavvuf ve tarikatlarn yaygnlamasnn ardndan bn Teymiyye’den itibaren Selef âlimleriyle dier Sünnî âlimleri arasnda önemli bir ihtilâf mevzuu haline gelmitir. Tevessülün çeitlerini ve bunlarla ilgili görüleri öylece özetlemek mümkündür:
1. Allah’n zât, isimleri ve sfatlaryla tevessül. Kur’an’da Allah’a en güzel isimleriyle dua edilmesi ve O’nun övülüp yüceltilmesi emredilmi (el-A‘râf 7/180; Kf 50/39-40), Hz. Peygamber dualarnda
Allah’n kendi zâtna verdii isimlerle O’na niyazda bulunmu ve ashabna da bunu öretmitir (Müsned, I, 391, 452; Tirmizî, “Daavât”, 92). Kur’an okuduktan sonra dua etmek de Allah’n sfatlaryla tevessülde bulunma olarak kabul edilmitir, çünkü Kur’an Allah kelâmdr, O’nun kelâm ise sfatdr. Bu tür tevessülün bid‘at saylmad hususunda ittifak vardr (M. Nesîb er-Rifâî, s. 25- 51; Himyerî, s. 39).
2. Hz. Peygamber’le tevessül. Bütün âlimler Hz.Peygamber’le tevessülde bulunmay câiz görmü, ancak onunla tevessülde bulunmann anlam konusunda farkl görüler ileri sürülmütür. a) Resûlullah ile tevessül etmek onun Allah nezdindeki makam ve derecesinin hakk için deil hayatta iken ondan dua etmesini istemek ve Allah’tan onu kendisine efaatçi klmasn talep etmek anlamna gelir. Böyle bir tevessül câizdir. Buna ramen huzurunda, gyabnda veya ölümünden sonra zatyla tevessülde bulunmak câiz deildir. Nitekim bir kuraklk ylnda Hz. Ömer’in hayatta olmayan Resûl-i Ekrem yerine Abbas b. Abdülmuttalib ile tevessülde bulunmas tevessülün bir kimseden dua istemek mânasna geldiini gösterir. Resûlullah ile tevessülün bir baka anlam da kendisine itaat etmek, onun gösterdii yola uyduunu belirterek Allah’tan talepte bulunmaktr. Zatyla tevessülü ve kabrinin yannda yaplan duann mescidlerde yaplan dualardan üstün olduunu ifade eden rivayetler zayftr. bn Teymiyye, Muhammed Abduh, M. Reîd Rzâ gibi Selefî âlimler bu görütedir (bn Teymiyye, ide, s. 57-75, 113-114, 140-141; bn Ebü’l-z, I, 298-299; Reîd Rzâ, VI, 371-377). b) Hz. Peygamber’le tevessülde bulunmak dünyaya gelmeden önce, hayatta iken ve ölümünden sonra onun zat ve Allah katndaki derecesiyle Allah’tan talepte bulunmak anlamna gelir. Kur’an’da müminlere Allah’a yakn olmak için vesile aramalar (el-Mâide 5/35), Allah’ sevenlerin peygamberine itaat etmeleri emredilmi ve ona uyanlar Cenâb- Hakk’n sevecei bildirilmitir (Âl-i mrân 3/31-32). Allah’a yaklama vesilelerinin banda Resûl-i Ekrem gelir; ayrca sevgi ve itaat ancak Resûlullah’n zatna yönelik olabilir. Ashaptan itibaren fkh, kelâm ve tasavvuf âlimlerinin Hz. Peygamber’in zatyla tevessülde bulunmay câiz görmeleri de bu konuda bir delil tekil eder. bn Teymiyye’ye kadar bu hususta âlimler arasnda herhangi bir ihtilâf çkmamtr (Resûlullah’n zatyla tevessülde bulunmann onun henüz dünyaya gelmeden önce baladna dair telakkiler için bk. Müsned, IV, 138; Himyerî, s. 303-318). Hz. Ömer’in Abbas ile tevessülde bulunmas sonuçta Resûl-i Ekrem’le tevessül etmek anlamna gelir. mam Mâlik, Resûlullah’n kabrine yönelerek tevessülde bulunmakta bir saknca görmemitir (Sübkî, s. 134-143; Âlûsî, VI, 128; Kevserî, s. 11-12). Sünnî âlimlerin çounluu bu görütedir.
3. Amel-i sâlihle tevessül. man ve itaatten sonra Allah’tan mafiret dilemeyi ifade eden âyetlerin yan sra (el-Bakara
2/285; Âl-i mrân 3/193-194) Fâtiha sûresinde yer alan, “Sadece sana tapar ve yalnzca senden yardm dileriz” (1/5-6) cümlesinin ardndan hidayete eritirme niyaznda bulunmaya dair âyet amel-i sâlihle tevessülde bulunmaya iaret eder. Bir maarada mahsur kalan müminlerin kurtuluunu haber veren rivayetlerde belirtildii gibi (Müsned, II, 116; Buhârî, “Edeb”, 5) amel-i sâlihle tevessülde bulunarak yaplan dualarn makbul olduu yolunda bilgiler mevcuttur. bn Mes‘ûd’un teheccüd namaz kldktan sonra, “Allahm, emrettin itaat ettim, davet ettin icabet ettim, beni bala!” eklindeki duas ashabn bu tür tevessüle bavurduunu kantlayc niteliktedir. Âlimlerin tamam bunu câiz görmütür (Âlûsî, VI, 127; M. Nesîb er-Rifâî, s. 111-134).
4. Müttaki ve sâlih müminlerin duasyla tevessül. Âlimler bunu da ittifakla kabul etmitir. Esasen
müminlerin duasn istemek Kur’an ve Sünnet’te tevik edilmitir. Nitekim Resûl-i Ekrem umreye giden Hz. Ömer’den kendisi için dua etmesini istemitir. Sahâbîler de skntlarnn giderilmesi için Resûlullah’n duasna bavurup tevessülde bulunmutur (bn Teymiyye, ide, s. 66-69; M. Nesîb er-Rifâî, s. 141-163).
5. Hayatta olan velîler ve sâlih müminlerin zatyla tevessül. Bu konuda iki yaklam mevcuttur. a) Bu tevessülü câiz görenler, bunun Kur’an’da Allah’a yaklatran vesileler aramay emreden âyetin (el- Mâide 5/35) alanna dolayl biçimde girdiini söylemitir. Nitekim melekler Âdem’e secde ederek Allah’a yaknlk salam, iyi kullarn ilâhî rahmetin tecelli ettii hayr sahipleri olduu belirtilmi ve müminlere iyilerle birlikte ölmeyi dilemeleri öretilmitir (Kevserî, s. 2-15; Ebü’l-Fazl, s. 17-18; Himyerî, s. 139-142, 181-182). Hadislerde Resûlullah ile tevessülde bulunmann tavsiye edilmesi ona tâbi olan ve bunu tevik eden velîler ve sâlihlerle tevessülü de câiz klar. Hz. Ömer’in Abbas b. Abdülmuttalib ile tevessül etmesi de bu konunun bir delilini tekil eder (Sübkî, s. 143-144; Kevserî, s. 18). Sâlih amellerle tevessülde bulunmann merû kabul edilmesi bu amelleri yapanlarla tevessülü de merû hale getirir. Zira zat asl, zata ait fiil fer‘îdir, fer‘î ile tevessül câiz ise aslla tevessül de câizdir (Himyerî, s. 43-44, 71-72, 126). Allah’n yaratmadaki sünneti (âdet-i ilâhiyye) baz vasta ve sebeplerle fiilleri gerçekletirmesi eklinde tecelli eder. O’nun hasta olan birine ilâç vastasyla ifa vermesi gibi mânevî hastalklara müptelâ olan birine velî ve sâlih kullar vastasyla ifa vermesi de sünnetine uygundur (Muhammed el-Burhânî, s. 3-8; Himyerî, s. 22-23, 55-56). Müctehid âlimlerin velîlerle tevessülü câiz görüp uyguladna dair rivayetler bu fiilin meruiyetine ilikin dier bir delil konumundadr. mam âfiî’nin Ehl-i beyt’in yan sra Ebû Hanîfe ile, Ahmed b. Hanbel’in de âfiî ile tevessül ettiine dair rivayetler sahih kaynaklarda mevcuttur. Fahreddin er-Râzî, Tâceddin es-Sübkî, Teftâzânî, Seyyid erîf el-Cürcânî gibi âlimler bu tevessülü merû kabul edenlerden bazlardr. Burada velîler, kendilerinden kaynaklanan bir güce sahip kiiler olarak deil Allah’n bir sonucu yaratmasnn sebebi olarak görülmektedir (Kevserî, s. 3-4; Himyerî, s. 18-19, 265-266, 420- 425). E‘arî ve Mâtürîdîler’in çounluu bu görütedir. b) Velîler ve sâlih müminlerin zatyla tevessül câiz deildir, çünkü bu Allah’a yaplan tâzime benzer. Bu görüü savunanlar tevessülle ilikilendirilen âyetlerde zatla tevessüle dair bir iaret bulunmadn, bu âyetlerin müminleri sâlih amel yapmaya tevik ettiini söyler. Onlara göre ilgili âyetlerden hareketle ortaya konulan görüler ar bir yorumdan ibarettir. Bata Hz. Âdem’in tevessülü olmak üzere Resûlullah’a nisbet edilen rivayetler de zayftr. Ashap, tâbiîn ve müctehid âlimlere izâfe edilebilecek böyle bir uygulama sahih rivayetlerle nakledilmemitir. Selef âlimleri bu görütedir (bn Teymiyye, ide, s. 66, 133; Âlûsî, VI, 127-128).
6. Peygamberler, velîler ve sâlihlerin zatyla Allah’a yemin ederek tevessülde bulunmak. Bata Ebû Hanîfe olmak üzere âlimlerin büyük çounluu, “Filân velînin veya sâlih kulun hakk için senden unu niyaz ederim” eklinde yemin mânasna gelebilecek ifadelerle tevessülün câiz görülmedii yahut tahrîmen mekruh olduu görüünde birlemitir. ster nebî ister velî veya Kâbe gibi mukaddes bir mekân olsun Allah’n adndan bakasyla yemin etmek merû deildir. Selef âlimlerine göre ise bu tür bir tevessül irke götürür. Tasavvuf mensuplar bu tür tevessülü câiz görmütür (bn Teymiyye, ide, s. 50-51, 114-115; Âlûsî, VI, 128; Reîd Rzâ, VI, 372-375).
7. Peygamberler, velîler ve sâlih kullarla ölümlerinden sonra tevessülde bulunmak. Bunu câiz görenlerle Selef âlimleri arasnda önemli görü ayrlklar bulunmaktadr. E‘ariyye, Mâtürîdiyye ve Sûfiyye’ye mensup âlimlere göre ölümlerinden sonra da Allah’n iyi kullaryla tevessül edilebilir.
Çünkü tevessülle elde edilen sonucu yaratan Allah’tr ve sâlih kulun diri veya ölü olmas durumu deitirmez. yi kullarla tevessülün sebebi onlarn Allah nezdindeki dereceleridir. Dünyada eksik ruhlar tamamlama görevini yerine getiren iyi kullar bu fonksiyonlarn öldükten sonra da sürdürebilir. Kur’an’da kâfirlerin ölen yaknlarndan ümit kestiinin (el-Mümtehine 60/13), ayrca ölenlerin de nimet veya azap içinde bulunduunun belirtilmesi (bk. KABR) bunu kantlar niteliktedir. Ölülere selâm verilmesi onlarn da ruhen buna mukabele etmesini gerektirir. Temiz ruhlarn, kabirlerini ziyarete gelenlerin ruhlaryla iliki kurmas, onlar hayra yöneltmesi ve nurlandrmas mümkündür. Nitekim âfiî Ebû Hanîfe’nin, bn Huzeyme Ali er-Rzâ’nn, Ebû Ali el-Hallâl Mûsâ el- Kâzm’n kabrine gidip tevessülde bulunmutur. Fahreddin er-Râzî, Teftâzânî, Seyyid erîf el- Cürcânî gibi âlimlerin bu tevessülü câiz görmesi ashaptan itibaren müslümanlarn uygulad bu fiilin merûluunu gösterir (el-Meâlibü’l-âliye, VII, 275-277; eru’l-Mad, II, 43; Kevserî, s. 5-9). bn Teymiyye’den itibaren bu tevessülü câiz kabul etmeyen Selef âlimlerine göre tarihte putperestlik ölen sâlih kiilerden yardm dilemekle balamtr. Önce ölülerden Allah’a arac olmalar istenmi, ardndan sâlihlerin putlar yaplarak bunlara taplmtr. slâm dininde ölüye hitap ederek ondan dua isteme eklinde bir uygulama mevcut deildir. Eer ölülerle tevessül câiz olsayd Hz. Ömer, Resûlullah’n amcas Abbas’la deil Peygamber’le tevessül ederdi. Resûl-i Ekrem’le sahâbîlerden intikal eden uygulama müminlerin kabirlerini ziyaret edip onlara selâm vermek ve dua etmekten ibarettir. Ölülerden yardm istemek hristiyanlarn âdetidir, ayrca bu fiil kabirleri tapnak haline getirmeye yol açabilir. Ölülerden yardm istemek ilâhî sünnetin yan sra Resûl-i Ekrem’in tebli ettii dinin ilkelerine de aykrdr. Bu tür tevessülle ilgili rivayetler uydurma olabilecei gibi yanlma ve eytan aldatmasnn ürünü de olabilir (bn Teymiyye, ide, s. 16-19, 142-171; bn Kayyim el- Cevziyye, I, 375; Reîd Rzâ, VI, 371-377; VIII, 20, 146-147).
Sonuç olarak sâlih amellerin yan sra hayatta olan iyi kullarn duasyla tevessülde
bulunmann câiz görüldüü hususunda ihtilâf yoktur. Hayatta iken ve ölümlerinden sonra Hz. Peygamber’in, velîlerin ve sâlih kullarn zatyla tevessülde bulunmay irk saymak ise isabetli görünmemektedir. Zatla tevessül konusunda kesin bir delil bulunmamakta, bu tevessül vesile âyetinin yorumuna dayanmaktadr. Konuyla ilgili hadisler ise âhad niteliinde olup zayf kabul edilmitir. Hz. Peygamber’in dualarnda baz tesbih lafzlarn zikrettikten sonra, “Ruhun (Cibrîl) ve meleklerin rabbi olan Allahm!” diye niyaz edip Allah katnda yüksek makam sahiplerini zikretmesi ise dikkat çekici bir uygulamadr (Müslim, “alât”, 223; Ebû Dâvûd, “alât”, 147). Dier bir husus da Sünnî akîdeye göre peygamberler ve Resûl-i Ekrem’in kendilerini ismen cennetle müjdeledii sahâbîler dnda hiç kimsenin “sâlih” diye nitelendirilip tevessül vastas kabul edilemeyiidir. Kii olarak sâlih kullarn kimler olduu belirlemek mümkün deildir; sadece Allah’n emirlerine ballk dikkate alnarak onlar hakknda hüsnüzanda bulunulabilir. Dolaysyla iyi kiilerin zatyla tevessül etmek hüsnüzanna dayal olup zaman içinde ortaya çkan bir uygulamadr. Tevessülü irke dönütüren hususlarn banda Allah’tan bakasna dua etmek, böyle bir kiiye ulûhiyyet nitelii atfetmek, kendisiyle tevessül edilen kimseye ar sayg göstermek gelir.
Tevessüle dair çeitli eserler kaleme alnmtr: bn Merzûk el-Hatîb, et-Tevessül (Süleymaniye Ktp., Efgnî eyh Ali Haydar Efendi, nr. 70); Muhammed Mekkî stanbûlî, Tevessül: Kasîde-i Bürde erhi (Süleymaniye Ktp., Düümlü Baba, nr. 393); Muhammed b. Ahmed ed-Dimyâtî, el-aîdetü’d- Dimyâiyye fi’t-tevessül bi-esmâillâhi’l-üsnâ (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1588); Ahmed el- Menînî, âtimetü istinzâli’n-nar bi’t-tevessül bi-ühedâi Uud ve’l-Bedr (Kahire 1281);
Abdülkdir b. Ahmed el-Fâkihî, üsnü’t-tevessül fî ziyâreti efali’r-rusül (Süleymaniye Ktp., Tâhir Aa, nr. 79); bn Kemal, Risâle fi’t-tevessül (Süleymaniye Ktp., Trnoval, nr. 1850); Ebû Abdullah Muhammed b. Mûsâ et-Tilimsânî, Mibâu’-alâm fi’l-müstaîn bi-ayri’l-enâm (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 264); Ali Ahmed et-Tahtâvî, el-bdâât fî meârri’l-ibtidâât bidau’n-nüûr ve’-ebâi ve’t-tevessül ve’d-duâ ve’l-ilf bi-ayrillâh (Beyrut 1421/2000); Ahmed b. Zeynî Dahlân, Risâle fî-mâ yetealla bi-edilleti cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (stanbul 1996); Ali Ataç, Kelâm ve Tasavvuf Açsndan Tevessül (1993, doktora tezi, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Sdk ez-Zehâvî, er-Red alâ münkiri’t-tevessül ve’l-kerâmât ve’l-avâri (stanbul 2001); Alevî b. Ahmed el-Haddâd, Mibâu’l-enâm cilâü’-alâm (stanbul 1996); Mûsâ Muhammed Ali, aatü’t-tevessül ve’l-vesîle alâ avi’l-Kitâb ve’s-Sünne (Beyrut 1985); Ebü’l- Fazl bnü’s-Sddîk, rmü’l-mübtedii’l-abî bi-cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (Amman 1992); Nâsrüddin el-Elbânî, et-Tevessül akâmühû ve envâuhû (Beyrut 1986, 1990); evkânî, ed- Dürrü’n-naîd fî ilâ kelimeti’t-tevîd (Beyrut 1932).
BBLYOGRAFYA
Lisânü’l-Arab, “vsl” md.; Müsned, I, 391; II, 116, 168; III, 83; IV, 138; Taberî, Câmiu’l-beyân (nr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Riyad 1424/2003, VIII, 405; a.mlf., et-Tebîr fî meâlimi’d-dîn (nr. Abdülazîz b. Ali e-ibl), Riyad 1425/2004, s. 156; Mâtürîdî, Tevîlâtü’l- urân (nr. Halil brahim Kaçar), stanbul 2006, VIII, 299-302; Fahreddin er-Râzî, el-Meâlibü’l- âliye (nr. Ahmed Hicâzî es-Sekk), Beyrut 1407/1987, VII, 275-277; Takyyüddin bn Teymiyye, Mecmûatü’r-resâil (nr. M. Reîd Rzâ), [bask yeri ve tarihi yok] (Lecnetü’t-türâsi’l-Arabî), I, 10- 31; a.mlf., ide celîle fi’t-tevessül ve’l-vesîle, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye); bn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, I, 375; Takyyüddin es-Sübkî, ifâü’s-sem fî ziyâreti ayri’l-enâm, Bulak 1318, s. 133-195; Teftâzânî, eru’l-Mad, stanbul 1305, II, 43; bn Ebü’l-z, eru’l-Adeti’-aâviyye (nr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-uayb el-Arnaût), Beyrut 1408/1987, I, 294-299; Hsnî, Defu übehi men ebbehe ve temerrede (nr. Abdülvâhid Mustafa), Leiden 1424/2003, s. 200-201, 391, 394, 403-414, 420-430, 450, 572-573; Emîr es- San‘ânî, Tahîrü’l-itid an edrâni’l-ilâd (nr. Abdullah b. Yûsuf), Küveyt 1404/1984, s. 22-23, 31; Âlûsî, Rûu’l-meânî, VI, 127-128; M. Osman Abduh el-Burhânî, ntiâru evliyâi’r-ramân alâ evliyâi’-eyân, Kahire 1318/1900, s. 3-24; Reîd Rzâ, Tefsîrü’l-menâr, tür.yer.; Elmall, Hak Dini, II, 1669-1670; M. Zâhid Kevserî, Mau’t-teavvül fî meseleti’t-tevessül, Kahire 1369, s. 2- 18; Ebü’l-Fazl bnü’s-Sddîk, tâfü’l-ekiyâ bi-cevâzi’t-tevessül bi’l-enbiyâ ve’l-evliyâ, Beyrut 1405/1984, s. 7-12, 17-18, 28-50; M. Îd el-Abbâsî, et-Tevessül envâuh ve akâmüh, Beyrut 1986, s. 9-16, 32-36, 41, 50-56; M. Nesîb er-Rifâî, et-Tevaul ilâ aati’t-tevessül, Halep, ts., tür.yer.; Dilaver Selvi v.dr., Kur’an ve Sünnet Inda Râbta ve Tevessül, stanbul 1994, s. 67; Îsâ b. Abdullah b. Muhammed b. Mâni‘ el-Himyerî, et-Teemmül fî aati’t-tevessül, Beyrut 2001, tür.yer.; Bekir Topalolu-lyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüü, stanbul 2010, s. 316-317, 337- 338; Zekeriya Güler, “Vesîle ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Deeri”, Tasavvuf, sy. 10, Ankara 2003, s. 45-92. Yusuf evki Yavuz
TEVFÎK ( )
Allah’n hayrl ilerde kiiyi baarl klmas anlamnda kelâm terimi.
Sözlükte “istee uygun olmak; istee uygun bulmak” anlamndaki vefk kökünden türeyen tevfîk “farkl eyleri ortak bir ilgi araclyla bir araya getirmek; bartrmak” mânasna gelir (Kmus Tercümesi, III, 1031-1033; el-Mucemü’l-vasî, “vf” md.). Terim olarak “Allah’n kullarn fiillerini sevdii ve raz olduu eye uygun klmas” demektir (et-Tarîfât, “vf” md.). Benzer anlamlar tayan inâyet, nusret ve lutf kelimeleri gibi tevfîk de hayr ve iyilie yönelik davranlara özgü klnmtr (Râgb el-sfahânî, el-Müfredât, “vf” md.). Tevfîk “Allah’n isyankâr kullarndan yardmn kesmesi” anlamndaki hzlânn kartdr. Kur’ân- Kerîm’de vefk kavram dört yerde sözlük anlamyla geçmektedir. Hz. uayb kendi ümmetine peygamberlik görevini ve sorumluluklarn anlatrken baarsnn (tevfîk) ancak Allah’n yardmyla gerçekleebileceini söylemitir (Hûd 11/88; bk. M. F. Abdülbâk, el-Mucem, “vf” md.). Vefk kavramnn Kütüb-i Sitte’nin yan sra Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde ve dier hadis kaynaklarnda yer ald görülmektedir (Wensinck, el-Mucem, “vf” md.). Namazda okunan Fâtiha’nn sonunda imamla birlikte “âmin” diyen kimsenin bu fiili meleklerin söyleyiine denk geldii takdirde (muvâfakat) geçmi günahlarnn affedileceine dair hadis birçok kaynakta yer almaktadr. Bir hadiste Cenâb- Hakk’n hayr murat ettii kulunu ölmeden önce sâlih amel ilemeye muvaffak kld bildirilmektedir (Müsned, III, 106, 120, 230; Tirmizî, “ader”, 8). Hadislerde ayrca, “Baar sadece Allah’tandr” (ve billâhi’t-tevfîk); “Baary salayan Allah’tr” (Allhü veliyyü’t-tevfîk) gibi dua cümleleri bulunmaktadr (Nesâî, “Eribe”, 25, 48; “Fey”, 1). Resûl-i Ekrem’in hilâli gördüü zaman yeni ay süresince Allah’n rzasn kazanmasnn nasip edilmesi yolunda dua ettii nakledilmektedir (Dârimî, “avm”, 3).
Kelâm ilminde erken devirlerden itibaren kader ve insan fiilleri, hidayet ve dalâlet gibi konular balamnda tevfîk kavram da ele alnmaya balanmtr. Kelâm âlimleri, filozoflarn inâyet teorisine Allah’n iradesine yeterli derecede vurgu yapmad gerekçesiyle kar çkp tevfîk kavramn tercih etmilerdir. nsana ihtiyarî
fiillerinde yaratma gücü nisbet eden ve lutuf kavramna özel bir yer veren Mu’tezile tevfîki de bu anlay çerçevesinde açklamaktadr. Buna göre Allah’n tevfîki inanan kimseye verilen mükâfat veya kiinin baarl olduuna Allah’n hükmetmesidir, dolaysyla kâfirin baarl klnmas söz konusu deildir. Ca‘fer b. Harb’e göre tevfîk ve “tesdîd” Allah’n iki lutfudur, ancak bunlar herkes için tecelli etmez. Ebû Ali el-Cübbâî’ye göre ise tevfîk Allah tarafndan bilinen bir lutuftur, O bu lutufta bulunduu zaman kii iman etmeye muvaffak olur (E‘arî, Malât, s. 262-263). Kdî Abdülcebbâr, tevfîkin sevap veya mükâfat ya da ilâhî hüküm olduu biçimindeki yorumu isabetli görmez. Ona göre sorumluluk tayan insann itaati seçmesi halinde lutuf kavram tevfîk diye isimlendirilir (Müteâbihü’l-urân, s. 735). Mu’tezile’ye ait bu görüler dorultusunda tevfîk, Cenâb- Hakk’n insana dinî gerçekleri görüp anlama ve iradesiyle onlar benimseme kabiliyeti vermesi, ayrca söz konusu gerçekleri önceden açklamas ve kesin delillerini ortaya koymasdr (ehristânî, s. 411). nsanlarn iradî fiillerini ilâhî bir müdahale olmadan meydana getirme gücüne sahip bulunmadn kabul eden E‘arî kelâmclarna göre tevfîk kula Allah tarafndan fiil annda verilir ve sadece hayr
yönünde kullanlabilir, kötülüe dönüemez. Dier bir ifadeyle Allah’n tevfîki O’nun insanlarda hayra yönelmeye elverili kudreti yaratmasdr (a.g.e., s. 412); dolaysyla tevfîk iman etmeleri konusunda Allah’n müminlere bir lutfu olup sadece onlar kapsar (E‘arî, el-bâne, s. 68; bn Fûrek, s. 123). Tevfîki hayr ilemesi için kula verilen güç eklinde açklayan bn Hazm hidayetin bir ksmnn ayn anlam tadn, buna “te’yîd” ve “ismet” de denildiini belirtir (el-Fal, III, 42, 56, 65). Fiile ilikin kudretin hayr ve er olarak iki yönde kullanlabildiini söyleyen Hanefî ve Mâtürîdîler’e göre tevfîk Allah’n insanlarda hayrl amelle onu yapabilme gücünü bir araya getirmesidir. Allah müminin hayra olan isteini ve yöneliini bildiinden onu bu yönde davranmaya muvaffak klar, bir anlamda onu sevkeder (Mâtürîdî, Tevîlâtü’l-urân, VII, 223; IX, 166). Nitekim Beyâzîzâde Ahmed Efendi tevfîkin insanlar için yardm ve kolaylatrma demek olduunu kaydeder (ârâtü’l-merâm, s. 233). Kelâm âlimleri tevfîk kavramn hidayet ve kader konularyla ilikilendirmi, ilâhî ilim, kudret ve irade sfatlarn açklarken bunun yannda kulun sorumluluunu temellendirmeye çalm, onun iradî fiillerdeki rolünün snryla ilgili farkl yaklamlar ortaya koymutur. Ancak slâm âlimleri, kiinin dünyada ve âhiretteki baarsnn ilâhî lutuf ve tevfîkten bamsz ekilde gerçekleemeyecei hususu ile iyilie yönelenlerin seçtikleri fiili ileme gücünü Allah’tan aldklar konusunda görü birliine varmtr. Bu durumda insana düen görev, iyi ve güzel olana yönelerek bu yolda gayret göstermek ve hayrl sonucun gerçeklemesini Allah’tan beklemektir; tevfîk de bu beklentinin yerine gelmesi demektir.
BBLYOGRAFYA
Tehânevî, Keâf, II, 1501; Kmus Tercümesi, III, 1031-1033; Müsned, III, 106, 120, 230; E‘arî, el- bâne, Beyrut 1418/1998, s. 68; a.mlf., Malât (Ritter), s. 262-263; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevîd (nr. Bekir Topalolu-Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 420-427; a.mlf., Tevîlâtü’l-urân (nr. Hatice Boynukaln), VII, 223; (nr. Murat Sülün), IX, 166; bn Fûrek, Mücerredü’l-Malât, s. 36, 106, 109, 123; Kdî Abdülcebbâr, el-Munî, XIII, 11-14; a.mlf., eru’l-Uûli’l-amse, s. 519, 780; a.mlf., Müteâbihü’l-urân (nr. Adnân M. Zerzûr), Kahire 1969, s. 184, 735; bn Hazm, el-Fal (Umeyre), III, 42, 56, 65; Cüveynî, el-râd (Temîm), s. 223-224; ehristânî, Nihâyetü’l-idâm (nr. A. Guillaume), London 1984, s. 411-414; Beyâzîzâde Ahmed Efendi, ârâtü’l-merâm min ibârâti’l- mâm (nr. Yûsuf Abdürrezzâk), Kahire 1368/1949, s. 233, 266, 303; “Tawf”, EI² (ng.), X, 386; lyas Çelebi, “Hzlân”, DA, XVII, 419-420; a.mlf., “Lutuf”, a.e., XXVII, 239-241; Meryem Kiyânî Ferîd, “Tevfî”, Dâninâme-i Cihân-i slâm, Tahran 1383/2004, VIII, 553-557. Hülya Alper
TEVFK FKRET (1867-1915)
Edebiyât- Cedîde airi.
24 Aralk 1867’de stanbul Aksaray’da dodu. Asl ad Mehmed Tevfik’tir. Babas Hâriciye Kalemi’nde memurluk ve çeitli vilâyetlerde mutasarrflk yapan Çankrl Hüseyin Efendi, annesi Sakz adas Rumlar’ndan mühtedî Hüsrev Bey’in kz Hatice Refîa Hanm’dr. Örenimine Aksaray’da Mahmudiye Vâlide Rüdiyesi’nde balayan Mehmed Tevfik, mektebin Doksanüç Harbi’nin ardndan Rumeli’den gelen muhacirlere tahsis edilmesi üzerine Mektebi Sultânî’ye (Galatasaray) gönderildi. Bu mektebin onun ahsiyeti üzerinde büyük etkisi vardr. Hacca giden annesi bir kolera salgnnda Hicaz’da öldüünden (1879) Tevfik’in gençlik yllar büyükannesinin yannda geçti. Örencilik yllarnda disiplini, çalkanl ve kiiliiyle hocalarnn dikkatini çekerken bir yandan da mektep arkadalarnn sevgisini kazand. Galatasaray’da devrin tannm hocalarndan Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’den ders gördü. Edebiyata ve özellikle iire kar yetenei bu yllarda ortaya çkt. Hocalarnn tevikiyle yazd eski tarzdaki ilk iirleri Muallim Feyzi vastasyla Tercümân- Hakîkat’ta yaymland (1884-1885).
1888’de Mektebi Sultânî’yi birincilikle bitirdikten sonra ayn yl Bâbâli Hâriciye Odas’nda çalmaya balad. Buradaki görevinden holanmad için Sadâret Mektubî Kalemi’ne geçti; ancak verilen maa az bularak eski memuriyetine döndü (1889). 1890’da daysnn kz Nâzme Hanm’la evlendi. 1891’de smâil Safâ’nn nerettii Mirsad dergisinin açt tevhîd ve sitâyi-i hazret-i pâdiâhî yarmalarnda birinci seçildi. 1892 ylna kadar devam eden memuriyeti srasnda Gedikpaa’daki Ticaret Mektebi’nde Franszca ve hüsn-i hat dersleri de verdi. 1894’te arkadalar Hüseyin Kâzm Kadri ve Ali Ekrem’le (Bolayr) birlikte Ma‘lûmât dergisini çkard; burada baz iirleriyle tercümeleri yaymland. Ayn yl Mektebi Sultânî’de açlan Türkçe muallimlii imtihann kazanarak bu okula tayin edildi. Ancak hükümetin memur maalarnda kesintiye gitmesi üzerine istifa etti. Ardndan hayatnn sonuna kadar sürdürecei Robert College’da Türkçe hocalna balad.
1896 yl balarnda edebiyatta yenilik yapmaya hevesli gençlerle yeni bir edebî topluluk kurmay arzu eden Recâizâde Mahmud Ekrem, örencisi Ahmed hsan’ (Tokgöz) yaymlamakta olduu Servet dergisini Serveti Fünûn adyla edebî bir dergi haline getirmeye ve ardndan Tevfik Fikret’i bu derginin bana geçmeye ikna etti. Serveti Fünûn böylece Tevfik Fikret’in yönetiminde ubat 1896 tarihli 256. saysndan itibaren edebiyatta ve özellikle iirde yenilik yapmak isteyen gençlerin topland bir edebiyat mahfili durumuna geldi. Toplulua katlanlardan Cenab ahabeddin, Hâlid Ziya (Uaklgil), Mehmed Rauf, Hüseyin Cahid (Yalçn), Hüseyin Suad, H. Nâzm (Ahmet Reit Rey), A. Nâdir (Ali Ekrem Bolayr), Ahmed uayb, brâhim Cehdî (Süleyman Nazif), Süleyman Nesib, Fâik Âlî (Ozansoy) ve smâil Safâ’nn yan sra Sâmipaazâde Sezâi ile Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid Serveti Fünûncular destekledi.
Türk edebiyat tarihinde birinci ve ikinci Tanzimat neslinden sonra edebiyatta Batl anlamda asl yenilikleri gerçekletiren
Serveti Fünûn (Edebiyât- Cedîde) topluluunun bütün faaliyeti büyük ölçüde Tevfik Fikret’in yönetimindeki bu dergi etrafnda gerçekleti. Ancak bir süre sonra babasnn görevle Hama’ya bir nevi sürgüne gönderilmesi, 1898’de smâil Safâ’nn evinde yaptklar bir toplant sebebiyle birkaç gün tutuklanmas mizac ar derecede hassas olan Tevfik Fikret’i büsbütün tedirgin etti. Bata kendisi olmak üzere istibdat idaresinden ikâyetçi olan Serveti Fünûncular, Yeni Zelanda’ya göç ederek orada daha rahat yaama hayaline kapldlar; fakat hayallerini fiilen gerçekletiremeyeceklerini anlayp bu teebbüsten vazgeçtiler. Bu defa Hüseyin Kâzm’n Manisa civarnda Sarçam köyündeki çiftliine gitmeyi düündülerse de bu tasavvurlarn da gerçekletiremediler. Fikret’in “Bir Mersiye” ve “Yeil Yurt” adl iirleri hayalini kurduu bu kaçma düüncesiyle ilgilidir.
1900 ylnda ngiltere’nin Güney Afrika’da Boerler’i malûp etmesi üzerine bu galibiyeti tebrik etmek, bu vesileyle ülkede hüküm süren istibdat idaresine kar ngiltere’nin bask uygulamasn salamak amacyla hazrlanp ngiliz sefâretine verilen bildiride Tevfik Firket’in imzasnn da bulunmas dolaysyla bir süre Mâbeyin Dairesi’nde sorguland. Tedirginliini büsbütün arttran bu olaylarn arkasndan bir süre toplumdan uzaklat ve sadece iirle urat. Ayn yl, ilk iirleri dnda büyük ölçüde Serveti Fünûn döneminde yazd iirlerden meydana gelen Rübâb- ikeste’yi yaymlad. Eser ilgi görünce hemen ikinci basks yapld. Ancak bütün bunlar onun huzursuzluunu gidermeye yetmedi. Ayn günlerde, topluluk mensuplarndan Ali Ekrem’in bata Cenab ahabeddin olmak üzere dier Serveti Fünûn airlerini ar bir dille eletirdii “iirimiz” adl makalesini baz deiikliklerle Serveti Fünûn’da neretti ve bu davran büyük bir tepkiyle karland. Tevfik Fikret’in makalede deiiklik yapmasna öfkelenen Ali Ekrem yaznn asln Baba Tâhir’in Musavver Ma‘lûmât dergisinde yaymlaynca topluluk içinde ilk çözülme balad. H. Nâzm, Sâmipaazâde Sezâi ve Menemenlizâde Tâhir, Ali Ekrem’i destekleyip Serveti Fünûn’dan ayrldlar. Bir süre sonra idarî bir mesele yüzünden Ahmed hsan’la aralar açlnca Tevfik Fikret de mecmuay terketti (1901). Hüseyin Cahid’in Franszca’dan çevirdii Fransz htilâli’ne dair “Edebiyat ve Hukuk” adl yazs yüzünden dergi hükümet tarafndan kapatld; böylece topluluk fiilen dalm oldu.
Tevfik Fikret 1905 ylnda ksa aralklarla babasn ve kz kardeini kaybetti. Görünürde bir sebep yokken babasnn Anadolu’ya sürgün edilmesi ve orada ölmesi, Müftüolu Ahmed Hikmet’in kardei Refik Bey’le evli olan kz kardeinin ackl ölümü Tevfik Fikret’in straplarnn daha da artmasna yol açt. Ayn yl Aksaray’daki konaklarn satp Rumelihisar’nda Robert College yaknlarnda planlarn kendisinin çizdii ve Âiyan adn verdii evi ina ettirerek burada bir nevi inzivaya çekildi. 23 Austos 1908’de Tanin’de yaymlanan bir yazsnda heyecanl bir dille anlatt Robert College’da edindii yeni çevre Fikret için bir snak olmutu. Özellikle Âiyan’a yerletikten sonra gerek istibdat rejimine gerekse içinde yaad çevreye kar giderek artan bir kin ve nefret duymaya balad. Ülkede yaanan siyasal ve sosyal olaylar uzaktan takip ettii bu günlerde II. Merutiyet’in ilânna kadar elden ele dolaan “Sis” (1902), “Sabah Olursa” (1905), “Târîh-i Kadîm” (1905), “Mâzî-Âtî” ile (1906) II. Abdülhamid’e bombal suikast hazrlayan Ermeni komitaclarn alklad “Bir Lahza-i Teahhur” (1906) gibi manzumelerini yazd. Bunlar arasnda özellikle II. Abdülhamid dönemi stanbul’una lânetler yadran üslûbuyla “Sis” edebî çevrelerde geni yanklar uyandrd. “Sabah Olursa”da olu Halûk’un ahsnda gelecek nesillerin kurtuluu ümidini besler. “Mâzî-Âti”de ayn fikir gelitirilirken dorudan doruya geçmile gelecein mukayesesi yaplr. Bu yllarn en çok yank uyandran ve tenkit edilen baka bir iiri de “Bir Lahza-i Teahhur”dur. 21 Temmuz 1905 günü cuma namaznn ardndan Ermeni komitaclarnn II. Abdülhamid’e kar giritii suikastn
baarszlkla sonuçlanmas üzerine bu iiri yazan Fikret’in burada hain emeller peindeki Ermeniler’i alklamas hem o yllarda hem bu iirin yaymland II. Merutiyet sonrasnda çok eletirilmitir.
24 Temmuz 1908’de II. Merutiyet’in ilân üzerine büyük bir sevinçle inzivadan çkan Fikret “Millet arks” adl manzumeyi kaleme ald. Daha önce dargn olduu bir ksm arkadalaryla bart ve yeni bir fikir hamlesine giriti. Eski arkadalar Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kâzm’la birlikte adn kendisinin koyduu Tanin gazetesini yaymlamaya balad. Ksa zamanda devlet yönetimini ele geçiren ttihat ve Terakkî Cemiyeti, Tevfik Fikret’i maarif nâzr yapmak istediyse de o bunu kabul etmedi. Bir ksm örencileri ve yakn çevresinin srar ile Galatasaray Mektebi Sultânîsi’ne müdür oldu (28 Aralk 1908). Ayn zamanda Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’de ders verdi. Mektebi Sultânî’de o döneme göre modern eitim sistemi için disipline dayal yeni bir düzen kurdu. Yapt yenilikler dolaysyla hakknda çkan dedikodularn artmas yüzünden dört ay sonra müdürlükten istifa etti ve Robert College’daki hocalna döndü. Bu münasebetle Hüseyin Cahid’e yazd mektupta geçen, “Bugün sa‘y ü irfânm tebdîl-i tâbiiyyet etti” ifadesi ve bir süredir genel anlamda din karsnda olumsuz bir tavr taknmas devrin muhafazakâr çevreleri tarafndan aleyhinde bir kampanyann balatlmasna yol açt. Tanin’in ttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin yayn organ haline gelmesi üzerine 1910’da gazete ile bütün ilikisini kesti; ayn yl Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’deki görevlerini de brakt. 1912’de Meclisi Meb‘ûsan kapatlnca “Doksan Bee Doru” ve ttihatçlar aleyhine “Hân- Yamâ” gibi manzumelerini kaleme ald.
Mühendislik tahsili yapmak üzere 1909’da skoçya’ya gönderdii olu Halûk için
yazd iirleri Halûk’un Defteri adyla yaymlad (1911).