TEVEKKÜL Vakfı İslam...Cevziyye’ye göre İslâm âlimleri tevekkülün sebeplere başvurmaya...
1361
TEVEKKÜL Vakfı İslam...Cevziyye’ye göre İslâm âlimleri tevekkülün sebeplere başvurmaya aykırı olmadığı noktasında görüş birliği içindedir. İbn Kayyim, Sehl
41 (Tevekkül)Allah’a güvenip dayanma anlamnda terim.
Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamndaki vekl kökünden türeyen
tevekkül “birinin iini üstüne alma, birine güvence verme; birine
iini havale etme, ona güvenme” mânasna gelir. Birine güvenip
dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekîl denir. Kaynaklarda
çounlukla vekil kelimesi kefille e anlaml gösterilmise de Râgb
el-sfahânî’ye göre vekil kefilden daha geneldir; her vekil
kefildir, fakat her kefil vekil deildir. Tevekkül dinî ve tasavvufî
bir terim olarak “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi,
rzknda ve ilerinde Allah’ kefil bilip sadece O’na güvenmesi”
eklinde tanmlanmaktadr (el-Müfredât, “vkl” md.; Lisânü’l-Arab,
“vkl” md.; Tâcü’l-arûs, “vkl” md.; Gazzâlî, IV, 259). bn Teymiyye
tevekkülün “kalbin yalnz Allah’a güvenmesi” anlamna geldiini
belirterek bunun sebeplere bavurma ve mal biriktirmeye aykr olmadn
söyler (et-Tufetü’l- Irâyye, s. 185). Tasavvuf kaynaklarnda
tevekkül hakknda deiik tanmlar yaplmtr (Kelâbâzî, s. 101-102;
Kueyrî, I, 467-478; bn Kayyim el-Cevziyye, II, 119-122). Teslim
(birine boyun eme, hükmüne rza gösterme) ve tefviz de (ii birinin
tasarrufuna brakma) tevekküle yakn mânada kullanlmakla birlikte baz
âlimler tefvizin tevekkülden daha geni kapsaml olduunu belirtir (bn
Kayyim el-Cevziyye, II, 143-144).
Kur’ân- Kerîm’de tevekkül kavram krk âyette deiik fiil kalplarnda,
dört âyette mütevekkil eklinde yer almakta, vekil kelimesi çou
Allah’n sfat eklinde yirmi dört yerde geçmektedir. Baz âyetlerde
peygamberlerin inkârclara kefil olmad, onlarn yaptklarndan sorumlu
tutulmayaca, dört âyette de inkârclarn âhirette kendilerini
savunacak bir vekillerinin bulunmayaca belirtilmitir. Bir âyette
Allah tarafndan inkârc Kurey kabilesinin yerine inkâra sapmayan
baka bir topluluun getirilmesi, dier bir âyette ölüm meleine can
alma görevinin verilmesi “tevkîl” kavramyla ifade edilmitir (M. F.
Abdülbâk, el-Mucem, “vkl” md.). Bu âyetlerde insanlarn neticede
Allah’a snaca bildirilmekte, hükmün yalnz O’na varaca (Yûsuf
12/67), Allah’n bir topluluu helâk etmek istemesi durumunda onlara
hiç kimsenin yardm edemeyecei (Âl-i mrân 3/160), inanarak Allah’a
snanlar üzerinde eytann etkisinin bulunmad (en-Nahl 16/99), Allah’a
snanlar için baka bir snaa ihtiyaç kalmayaca (et-Talâk 65/3), çünkü
Allah’tan baka bir tanr olmad (et- Tevbe 9/129; et-Tegbün 64/13)
ifade edilmektedir. Bu arada baz peygamberlerin inançlarndaki
kararllklar ve tevekkülleri örnek gösterilmektedir (meselâ bk.
Yûnus 10/71; Hûd 11/56, 88; Yûsuf 12/67). Bir âyette (Âl-i mrân
3/159) Resûl-i Ekrem’e kamu ilerinde çevresindekilerle istiare
etmesi öütlenmi ve ardndan, “Kararn kesinleince artk Allah’a
tevekkül et, Allah kendisine tevekkül edenleri sever” buyurulmutur.
Talâk sûresinin balarnda Allah’a tevekkül eden kimseye O’nun kâfi
gelecei ve Allah’n mutlaka emrini yerine getirecei bildirilmi, bu
açklamalar tevekkül düüncesinin meydana gelmesinde belirleyici
olmutur. Taberî’nin kaydettiine göre Abdullah b. Mes‘ûd tevekkülle
ilgili bu âyet için, “i Allah’a havale etme hususunda Kur’an’n en
önemli âyeti” demitir (Câmiu’l-beyân, XII, 132).
Tevekkül ve ayn kökten türeyen çeitli kelimeler hadislerde de
geçmektedir. Tirmizî (“Zühd”, 33) ve bn Mâce’nin (“Zühd”, 14)
es-Sünen’lerinde tevekkül konusuna iki bab ayrlmtr. Hz.
Peygamber’in, “Devemi baladktan sonra m tevekkül edeyim yoksa
balamadan m?” diye soran bir sahâbîye, “Önce bala, sonra tevekkül
et” yolundaki cevab (Tirmizî, “yâme”, 60) ilgili kaynaklarda
tevekkülden önce tedbir almann gerekliliine delil saylmtr.
Hadislerde bildirildiine göre Allah, aç karna sabahlayp akama tok
ulaan kular doyurduu gibi kendisine tam bir teslimiyetle tevekkül
edenlere de rzklarn verecektir (Müsned, I, 30, 52; bn Mâce, “Zühd”,
14; Tirmizî, “Zühd”, 14). Bir i için evinden çkan kimse,
“Bismillâh, Allah’a inandm, O’na dayandm, O’na tevekkül ettim; güç
kuvvet yalnz O’nundur” derse Allah onu en hayrl ekilde rzklandracak
ve kötülüklerden koruyacaktr (Müsned, I, 66; benzer ifadeler için
bk. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; bn Mâce, “Duâ”, 18). Resûlullah’n
teheccüd namaz srasnda yapt uzunca bir duada u ifadeler yer alr:
“Allahm! Sana teslim oldum, sana inandm, sana tevekkül ettim, sana
yöneldim” (Buhârî, “Teheccüd”, 1; Müslim, “Müsâfirîn”, 199; Ebû
Dâvûd, “alât”, 119). Dier bir hadiste Allah’a tevekkül edip
üfürükçülük, uur-uursuzluk, dalama eklindeki Câhiliye kalnts
uygulamalardan uzak duranlarn sorgusuz cennete girecei müjdesi
verilmitir (Buhârî, “b”, 17, 42; Müslim, “Îmân”, 273). Kelâbâzî bu
hadisi “Allah’a duyulan güven, tevekkül ve honutluktan dolay
sebepleri terketmek” diye açklamtr. Ancak Kelâbâzî kiinin
tevekkülünü zedelemedii, dinine zarar vermedii sürece zenaat,
ticaret, ziraat gibi ilerle uramay sûfîlerin mubah gördüünü
belirtir (et- Taarruf li-mehebi ehli’t-taavvuf, s. 24, 85). Hz.
Peygamber’in güçlü müminin zayf müminden daha deerli ve Allah’n
sevgisine daha lâyk olduunu ifade ederek kiinin tam bir azimle
faydal olan elde etmeye çalmasn, güç bir durumla karlalmas halinde
Allah’n takdirine rza göstermesini öütlemesi ve yaknmann eytann
etkisine kap açaca uyarsnda bulunmas (bn Mâce, “Zühd”, 14) tedbir
ve çalmayla tevekkül ve takdiri birlikte gözetmek gerektiini ortaya
koymaktadr.
Kur’ân- Kerîm’de ve hadislerde tevekkül, müminlere ait temel bir
sfat eklinde ele alnp mütevekkillerden övgüyle söz edildiinden
slâm’n ana ilkeleri arasnda kabul edilmi, baz sûfîlerin tevekkül
anlayn iddetle eletiren bnü’l-Cevzî, Takyyüddin bn Teymiyye ve bn
Kayyim el-Cevziyye gibi Selef âlimleri de bu düünceyi benimsemitir.
Ebû Hanîfe el-Fhü’l- ekber’inde müminlerin iman ve tevhidde eit,
amellerde ise derece derece
olduunu belirttikten sonra imann muhtevasn tekil eden mârifetullah
ve Allah sevgisi gibi unsurlar yannda müminlerin tevekkül yönünden
de birbirine eit sayldklarn, bunun ötesinde ise derece farkllklarnn
olacan belirtirken tevekkülün inanç boyutuna dikkat çeker (mâm-
Azam’n Be Eseri, s. 75). Allah’a inananlarn O’na tevekkül etmesi
gerektiine dair âyetler tevekkülün imanla alâkasn, müminlerin
Allah’a tevekkül ederek inkârclardan gelen basklara kar direnmesini
isteyen, bu hususta peygamberlerden örnekler veren âyetler de
kavramn amelle ilikisini göstermektedir. yâü ulûmi’d-dîn’in otuz
beinci bölümünü tevhid ve tevekkül konularna ayran Gazzâlî’ye göre
tevekkül derin bir bilgi ve zorlu bir amel iidir. Tevekkülün asl
imandr; tevekkül var olan her eyin gerçek yapcs ve yaratcsnn Allah
olduu inancna dayanr (yâ, IV, 243, 245, 247). ehâbeddin
es-Sühreverdî de on makamdan biri olarak ele ald tevekkülün
derecesinin Allah hakkndaki bilginin derecesine göre deitiini
söyler; bu bilgi ne kadar tamsa tevekkül de o ölçüde güçlü olur
(Avârifü’l-maârif, s. 238).
Kiinin, kendini her durumda Allah’n irade ve takdirine teslim
ederek O’ndan gelene rza göstermesi tevekkülün özünü meydana
getirir. Hasan- Basrî, “Tevekkül rzadan ibarettir” der (Ebû Tâlib
el- Mekkî, II, 8). Allah’n takdirine rza ve teslimiyeti tamamen
pasif bir hayat anlay, her türlü tedbirin
terkedilmesi eklinde anlayan mutasavvflar olmusa da çounluk amelî
planda sebeplere bavurmay tevekküle aykr görmemitir. Tevekkülün
“gassâl önünde meyyit” benzetmesiyle açklanmas tasavvuf
literatüründe geni kabul görmü, Gazzâlî de bunu tevekkülün en
yüksek derecesi diye nitelemitir (yâ, IV, 261). Ancak Gazzâlî, söz
konusu ifadeyi tasavvuf literatüründeki yaygn anlaytan farkl ekilde
yorumlam ve bunu hiçbir durumda Allah’n kudret, irade, ilim gibi
sfatlarnn etkisi dna çklamayaca yönünde bir uur hali olarak
açklamtr. Bu uurla çalmak ve tedbir almak tevekküle aykr deildir.
Tevekkülün i görmeyi ve tedbir almay terketme biçiminde yorumlanmas
cahillerin kuruntusudur ve dinen haram saylmtr. Bu yanl telakki
sünnetullah bilmemekten kaynaklanr (a.g.e., IV, 262, 265). Dier baz
âlimler de naklî deliller yannda kulun iradesini tamamyla ortadan
kaldrma sonucunu douraca, sorumsuzlua ve karmaaya yol açaca,
insanlar din ve dünya ilerinde tembellie sevkedecei gibi aklî
delillere dayanarak gassâl önünde meyyit benzetmesini çalmay ve
tedbiri büsbütün elden brakma diye yorumlamay reddetmilerdir. bn
Teymiyye böyle bir anlayn i ve çalma düzenini bozacan, doru-yanl,
iyi-kötü gibi kavramlar yok edeceini ve bilgiyi faydasz hale
getireceini söyler (et- Tufetü’l-Irâyye, s. 191-192). Tevekkül,
yerine getirilmesi emredilen sebeplere bavurmay gereksiz klmaz; bu
durumda, Allah’n emrettii eyleri yapmadan kendisi hakknda mutluluk
veya mutsuzluk olarak takdir edilen eye rza gösterme eklindeki bir
anlaya götürür. Yemeden içmeden Allah’n kendisini doyuracan
söyleyen kimse ahmak, sebepleri terkeden kimse âcizdir (et-
Tevekkül, s. 13-14, 16-17). bnü’l-Cevzî, tevekkülün kulun kendi
gücünü aan hususlarda iin sonunu Allah’a havale etmesi olduunu
söyler. Nitekim Sehl et-Tüsterî tevekkülü eletirenin iman, çalmay
eletirenin sünneti eletirmi olacan söyler (Telbîsü blîs, s.
341-344). bn Kayyim el- Cevziyye’ye göre slâm âlimleri tevekkülün
sebeplere bavurmaya aykr olmad noktasnda görü birlii içindedir. bn
Kayyim, Sehl et-Tüsterî’nin, “Tevekkül Peygamber’in hali, kesb de
sünnetidir; onun halini yaamak isteyen sünnetini terketmez”
eklindeki sözünü de (Kueyrî, I, 471) nakleder (Medâricü’s-sâlikîn,
II, 121).
slâm âlimlerinin tevekkülle iman ve tevhid arasndaki ilikiye dikkat
çekmeleri önemlidir. Çünkü tevekkül, her eyden önce kulun Allah’a
olan derin inanç ve güveninin bir ifadesidir. Doru anlamyla Allah’a
tevekkül eden kul, bir ii baarmak için sahip olduu imkân ve
frsatlar Allah’n bahettiine ve bunlarn kullanlmas için yaratldna
inanr; bu açdan bakldnda sebepleri ihmal etmenin onlarn mânasz yere
yaratld fikrini douracan düünür. Ayrca insann amelî hayatyla ilgili
pek çok âyet ve hadis bulunmakta olup tevekkülü bunlarn meydana
getirdii sistem bütünlüünden kopararak sebeplere kar ilgisizlik
yönünde yorumlamak, bu temel kaynaklardaki amelî hayata dair
buyruklarn ve açklamalarn anlamsz olduu sonucuna götürür. u halde
tevekkülü, Allah’n varlk ve olaylar dünyasnda sebep-sonuç ilikisi
eklinde kurduu genel düzenle Kur’an’da ortaya koyduu emirler
sistemi çerçevesinde düünmek gerekir. Tevekkül, bütün sebeplerin ve
tedbirlerin üzerinde nihaî belirleyici irade ve gücün Allah’a ait
olduu yönündeki uur ve inancn zorunlu bir sonucudur. Bu uur ve
inanç sayesinde kul, gerekli sebeplere ve tedbirlere bavurmasna
ramen sonucun umduu ekilde çkmamas halinde ilâhî takdirin öyle
tecelli ettiini bilerek kendisini veya sebepleri suçlamaktan kaçnr;
iyimser ruh halini korumay, moral çöküntüsünden kurtulmay baarr.
Kur’ân- Kerîm’de, olu Yûsuf’un kaybolmasndan dolay derin bir üzüntü
hali yaayan Hz. Ya‘kb’un buna ramen Allah’a tevekkülünü dile
getirerek yüksek bir metanetle ümidini koruduu anlatlr (Yûsuf
12/18, 67, 83, 86-87). Tecrübeler de inançl ve mütevekkil insanlarn
baarszlklar karsnda daha metanetli ve ümitli davrandn göstermekte,
bu tesbit psikoloji ve pedagojide büyük önem tamaktadr.
bn Ebü’d-Dünyâ et-Tevekkül alellh adl eserinde tevekküle dair baz
âyetlerle hadis ve haberleri derlemitir (nr. Câsim Süleyman
ed-Devserî, Beyrut 1987; Türkçe’si: Hüseyin Kaya, Hadislerde
Tevekkül, stanbul 2007). bn Teymiyye’nin tevekküle dair
fetvalarndan oluan bir derleme Ebü’l- Mecd Harek tarafndan
et-Tevekkül alellh ve’l-a bi’l-esbâb balyla yaymlanmtr (bk. bibl.).
Yûsuf el-Kardâvî e-arî ilallh: et-Tevekkül (Kahire 1995), Mirza
Tokpnar, Hangi Doru Tevekkül: Hadisler Inda Yeni Bir Tanm (Ankara
2009) adl birer kitap; Hasan Karahasanolu, Kur’an’da Tevekkül
Kavram (1998, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Rabiye Solmaz, Din
Eitimi Açsndan Kur’an ve Sünnette Tevekkül Kavram (2006, MÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsü) isimli birer yüksek lisans tezi
hazrlamtr.
BBLYOGRAFYA
Wensinck, el-Mucem, “vkl” md.; Müsned, I, 30, 52, 66; mâm- Azam’n
Be Eseri (nr. M. Zâhid Kevserî, trc. Mustafa Öz), stanbul 1992, s.
75; Taberî, Câmiu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, III, 497; XII, 132;
Kelâbâzî, et-Taarruf li-mehebi ehli’t-taavvuf, Beyrut 1407/1986, s.
24, 85, 101-102; Ebû Tâlib el-Mekkî, tü’l-ulûb, Kahire 1310, II,
2-38; Kueyrî, er-Risâle, I, 464-487; Gazzâlî, yâ, IV, 243-247,
259-293; Ebü’l-Ferec bnü’l-Cevzî, Telbîsü blîs, Beyrut 1414/1994,
s. 340-352; ehâbeddin es-Sühreverdî, Avârifü’l-maârif (Gazzâlî, yâ,
IV içinde), s. 238; Takyyüddin bn Teymiyye, et-Tevekkül alellh
ve’l-a bi’l-esbâb (nr. Ebü’l-Mecd Harek), Kahire 1413/1992; a.mlf.,
et-Tufetü’l-Irâyye fi’l-amâli’l-albiyye (nr. Yahyâ b. Muhammed
el-Hüneydî), Riyad 1421/2000, s. 185-194; bn Kayyim el-Cevziyye,
Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, II, 116-148; L. Lewisohn,
“Tawakkul”, EI² (ng.), X, 403-405. Mustafa Çarc
Tasavvuf.
Tevekkül tasavvufta bir makam ve hal olarak kabul edilir. Sûfîler
tevekkülün birçok çeidi ve mertebesinden bahsetmilerdir. Onlarn
tevekküle dair tanmlar bu çeit ve mertebelerle ilgilidir. Cüneyd-i
Badâdî’nin, “Tevekkül kalbin Allah Teâlâ’ya itimat etmesidir”
eklindeki ifadesi tevekkülün genel bir tarifidir (Serrâc, s. 79).
Ebû Nasr es-Serrâc ve Hâce Abdullah- Herevî gibi sûfîler tevekkülün
biri bütün müminleri kapsayan (avam), dieri müminlerden özel bir
zümreyle ilgili olan (havas), üçüncüsü çok özel bir zümreye özgü
bulunan (ehassü’l-havas) üç mertebesinden söz eder. “Müminler
Allah’a tevekkül etsinler” meâlindeki âyet (el-Mâide 5/11) birinci,
“Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etsinler” âyeti (brâhîm 14/12)
ikinci, “Kim Allah’a tevekkül ederse O ona kâfidir” âyeti (et-Talâk
65/3) üçüncü mertebedeki tevekkülle ilgilidir. Birinci mertebede
kulun kulluun gereklerini yerine getirmeye gayret etmesi, kalbini
rabbine balamas, Allah’n kendisine yeterli olduuna inanmas,
verdiine ükredip vermediine sabretmesi esastr (a.g.e., s. 78).
Zünnûn el-Msrî’nin, “Tevekkül nefsin ald tedbiri terketmek, güç ve
kuvvetten soyutlanmaktr” eklindeki
tanm tevekkülün bu mertebesiyle ilgilidir. “Tedbiri alan Allah’tr”
(Yûnus 10/3, 31; er-Ra‘d 13/2; es-Secde 32/5). Kulun kendi
tedbirini terkedip Allah’n tedbiriyle yetinmesi rabbine güvenmesi
anlamna gelir. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” sözü tevekkül
bahis konusu olunca kulun gücünü ve kuvvetini terketmesi
demektir.
Havas veya ârif denilen müminlerin tevekkülü Allah için Allah ile
ve Allah’a tevekküldür. Bu tevekkülde dünya ve âhiret menfaatleri,
bunlarla ilgili sebepler dikkate alnmaz. Ârifin nefsi bu mertebede
gassâlin önündeki ölüye benzetilmitir (a.g.e., s. 79; Gazzâlî, yâ,
IV, 255). Bu mertebede sûfînin biri Hakk’a, dieri halka bakan iki
yönü yoktur; onun tek yönü vardr, sadece Hakk’a bakar.
Ehassü’l-havas (sûfîlerin en seçkinleri) Allah’a kaytsz artsz
tevekkül eder, tevekküllerinde fâni olur, tevekküllerini görmezler.
bnü’l-Cellâ’nn, “Tevekkül her hâlükârda sadece Allah’n civarnda
olmaktr” ifadesi bu mertebeyle ilgilidir. Bu mertebede talep, dua
ve niyazdan söz edilmez. Nemrûd tarafndan atee atlaca zaman
Cebrâil, Hz. brâhim’e kurtulu için dua etmesini söyleyince onun,
“Allah’n halimi bilmesi duama ihtiyaç brakmyor” demesi buna
örnektir (Gazzâlî, yâ, IV, 258). Bu tevekkülün en mükemmel
mertebesidir. Serrâc bu mertebeye ulaabilenlerin çok az olduunu
söyler (el-Lüma, s. 79). Gazzâlî bu halin devam etmediini, korku
sebebiyle bir kiinin benzinin sararmas gibi gelip geçici olduunu
belirtir (yâ, IV, 255). Hamdûn el-Kassâr tevekkülün bu derecesine
eremediini, Ebû Süleyman ed-Dârânî bu tür bir tevekkülün kokusunu
bile alamadn söylemitir.
Sûfîler, içinde bulunduklar hal ve makamlara göre tevekkül
konusunda farkl yorumlarda bulunmutur. Allah’n bütün canllara
rzklarn verecei vaadine dayanan (el-Mâide 5/114) baz sûfîler
tevekkülü rzk kaygs tamama biçiminde anlamtr. akk- Belhî
tevvekkülü, “Elinde avucunda olandan çok Allah’n vaadine
güvenmendir” eklinde tarif ederken rzk kastetmektedir. Ebû Ali
ed-Dekkk da, “Tevekkül günlük rzkla yetinmek ve yarnn kaygsn
tamamaktr” der. Baz sûfîlerin yanlarna azk almadan çöllerde
yolculuk yapmalar da rzk tevekkül konusu olarak gördüklerini
gösterir (a.g.e., IV, 260). Bununla beraber insann faydaland veya
zarar gördüü her ey, bütün hal ve davranlar geni anlamda tevekkülün
konusunu oluturur. Fidan diken bahçvan, tohumu eken çiftçi Allah’a
tevekkül ettii gibi yolculuk yapanlar da Allah’a tevekkül eder. Baz
sûfîlere göre tevekkül ilim ve mârifettir; kulun Allah’n kendisine
kâfi olduunu bilmesidir (en-Nisâ 4/6, 45, 70, 79, 81, 132, 166,
171; ez-Zümer 39/36). Baz sûfîler ise, “Tevekkül kazâya rzadr,
kaderin tecellilerini gönül holuuyla kabullenmektir” demitir. Yahyâ
b. Muâz er-Râzî’ye göre tevekkül insann kendisi için Allah’n vekil
olduuna rza göstermesidir. Sehl et-Tüsterî’ye göre tevekkül kulun
Allah’n iradesiyle Allah’la bulunmas halidir. Bu durumda
iradesinden fâni olan kul Allah’n iradesiyle bâki olur.
Tevekkülü iman kapsamnda gören ve tevhid bahsinde inceleyen
Gazzâlî’ye göre dier tasavvufî kavramlarda olduu gibi ilim, hal ve
amel tevekkülün özünü oluturur. Ona göre tevekkülde temel unsur
ilimdir. lim temel, amel netice, hal ise tevekkülün kendisidir.
limden maksat kalbin tasdikinden ibaret olan imandr; bu ilim
kuvvetli ve kesin olursa “yakn” adn alr. Bundan dolay tevhid
anlamna gelen tevekkülün temeli yakndir. Tevekkül kalbin tam olarak
vekile itimat etmesidir (a.g.e., IV, 240, 253). Sûfîler, tevekkülü
iman ve tevhidin yan sra muhabbet ve takvâ ile alâkal bir konu
olarak da görürler. “Mümin iseniz Allah’a tevekkül ediniz”
(el-Mâide 5/23); “Allah’n huzurunda takvâ sahibi olun ve müminler
yalnzca Allah’a tevekkül etsinler” (el-Mâide 5/11) meâlindeki
âyetlerde bu hususlara iaret edildiine dikkat çekerler. Tevfik
(baar) ve sabr gibi
kavramlar da tevekkülle balantldr (Hûd 11/88; en-Nahl 16/42;
el-Ankebût 29/59; e-ûrâ 42/10). Tevekkül ahlâk ilkesinin ve
faziletin temeli, baarl olmann artdr. Mümin hayrl veya mubah bir ie
Allah’a tevekkül ederek azimli ve kararl bir ekilde giriir.
Teebbüsüne zafiyet veren vehim, vesvese, üphe ve tereddütten onu
tevekkül kurtarr. “Allah’a tevekkül ettim” diyen bir mümin giritii
ii kararl biçimde sürdürür. akk- Belhî tevekkülün dört türünden
(mala, nefse, halka ve Hakk’a güvenmek) bahseder. Mümin malndan,
nefsinden ve halktan ziyade Hakk’a tevekkül etmekle yükümlüdür. Bu
anlamda tevekkül bütün müminlerin gönülden benimsemeleri gereken
genel ve temel bir kuraldr. Bu mertebede sebep ve vastalar dikkate
alnr. Allah’a güvenmek artyla sebep ve vastalara sarlmak tevekkülün
bir parçasdr.
Tevekkül sika, tefvîz, teslim-istislâm kavramlaryla yakndan
ilgilidir (Herevî, Menâzil, s. 18, 19). Bunlarn arasnda anlam
farklar olmakla beraber kalbin Allah’a güvenmesi hepsinde esastr.
Ebû Ali ed-Dekkk’a göre tevekkül ilk, teslimiyet orta, tefvîz ise
son haldir. Tevekkül ehli Hakk’n vaadiyle, teslim ehli ilmiyle
sükûn ve huzur bulur; tefvîz ehli ise Hakk’n hükmüne raz olur.
Tevekkül bütün müminlerin, teslim evliyann, tefvîz tevhid ehlinin
halidir. Teslimiyeti Hz. brâhim’in, tefvîzi Hz. Muhammed’in nitelii
olarak gösterenler de vardr. Öte yandan sûfîler tevekkül edilecek
zaman konusunda çeitli görüler ileri sürmütür. Herevî’ye göre bir i
için tedbir alp teebbüse geçmeden önce, teebbüs ve faaliyet
esnasnda ve sonrasnda tevekkül gereklidir. Sebebe sarlp tedbir
aldktan sonra Allah’a güvenme haline tevekkül diyen Herevî sebepten
önceki ve sonraki güven haline tefvîz adn verir. Ona göre tefvîz
tevekkülden daha genel bir haldir. Sebebe sarlmadan ve tedbir
almadan evvel de sonra da teebbüs ve faaliyet esnasnda tevekkül
gereklidir (a.g.e., s. 18).
Tevekkülle çalp kazanma arasndaki iliki öteden beri tartlagelmitir.
Sûfîler Allah’a tevekkülle sebeplere sarlma,
tedbir alma arasnda zt bir durumun olmadn, aksine tevekkülün çalma
ve i hayatn daha verimli ve bereketli hale getirdiini söyler.
Tevekkül kalbî, çalma bedenî bir eylemdir. Kul her eyin Allah’n
takdiriyle olduu kanaatini tad sürece kalpteki tevekkül hali beden
ve organlarla faaliyette bulunmaya aykr dümez. Tevekkül Hz.
Peygamber’in hali, çalp kazanmak ise sünnetidir. Onun hali üzere
olan sünnetini terketmez. Çalmay kötüleyen sünneti kötülemi,
tevekkülü kötüleyen de iman kötülemi olur. Kueyrî, brâhim
el-Havvâs’n tevekkül konusundaki hassasiyetine ramen yola çktnda
yannda matara, ine, iplik, makas bulundurduunu ve bu durumun
tevekküle aykr olmadn belirttiini nakleder. Serrâc da baz
zümrelerin çalmay kötülediklerini, bir köeye çekilip kendilerine
gelecek sadakay beklediklerini anlatr ve bunlar eletirir (el-Lüma,
s. 524). Gazzâlî, tekke ve zâviyelerde oturup çalmay terkeden ve
vakf malyla geçinenlerin bu halini tevekküle aykr bulur (yâ, IV,
262). Sûfîler tevekkülü anlatrken sebepleri kesip atmaktan ve
tedbiri terketmekten söz ederken ameli, ibadeti, çalp kazanmay
brakmaktan asla bahsetmemi, bunlarn gerekliliini vurgulamlardr.
nsan bir ie giriirken ya Allah’a veya nefsine (malna, gücüne,
nüfuzuna, sanatna, ilmine) güvenir. Nefsine güvenen kii bir ii
baardnda bunu kendisinden ve ald tedbirden bilir. Sûfîlerin
kaçndklar bu tür bir güven duygusudur. Bu durum bazan sebeplerin
ilâhlatrlmasna kadar gider ki buna tasavvufta “irk-i esbâb”
denilmitir. Tabiatçlarn her eyi tabiat kanunlarna ve tabii
sebeplere balamalar böyledir.
nsann iradesini kullanmadan her eyi Allah’tan beklemesini tevekkül
diye yorumlayan anlay tam bir çlgnlk diye niteleyen Gazzâlî
insanlarn tevekkül karsndaki davranlarn üç durumda inceler
(a.g.e., IV, 259). Belli bir sebebin belli bir netice vermesi açk
ve kesin olur. Bu sünnetullahtr, ilâhî bir düzendir. Bu durumda
mümin ilim ve hal olarak Allah’a tevekkül eder, ald gday Allah’tan
bilir, kalbi de Allah’a itimat halinde olur. kinci durumda büyük
bir ihtimalle o sebep o neticeyi meydana getirir. Üçüncü durumda
ise o sebebin o neticeyi meydana getirmesi zayf bir ihtimaldir. Bu
durumda tedbir almak ve sebebe sarlmak sünnetullahn gereidir.
Bundan dolay yolcularn yanlarna azk almalar gelenek olmutur.
Yolcunun yolda yiyecek bulmas da yanna ald az kaybetmesi de
muhtemeldir ve alnan tedbirin istenen sonucu vermesi kesin deildir.
Yola çkan kimsenin yanna ald aza deil Allah’a, sebebe deil
sebepleri yaratana güvenmesi gerekir. Üçüncü durumda zayf sebepler
ve çok düük ihtimaller üzerinde gereinden fazla durulmas hrs ve
tamahla açklanr, bunun tevekkülle ilgisi yoktur. Tevekkülün bir
faydas da insan ihtirastan korumasdr. Gazzâlî sradan müminlerin,
evliyann ve âriflerin sebebe sarlma ve tedbir alma bakmndan farkl
durumlar bulunduuna dikkat çeker. Allah’n fiillerinin tecellisini
temaa eden baz sûfîler, “O’ndan baka fâil yoktur” derler. Bu hali
yaayan sûfî ne tedbiri ne de herhangi bir sebebi görür, hatta
kendini ve tedbirini bile göremez. Ancak bu hal geçtikten sonra
sebepler ve vesileler âleminde yaadn dikkate alr (a.g.e., IV,
240-256). Ebû Tâlib el-Mekkî ve Gazzâlî gibi müellifler Allah’a
tevekkül esas olmak artyla ailenin geçimini salamann, dilenmemek
için mubah bir geçim yolu bulmann, zarardan saknmann, tehlikeden
kaçnmann, mallar koruma altna almann, tedavi olmann, ihtiyaç
duyulan besin maddelerini ve dier malzemeleri mâkul oranda
depolamann câiz olduunu belirtmiler, cevaz veya fazilet durumlarn
da ayrntl biçimde açklamlardr.
BBLYOGRAFYA
Muhâsibî, el-Rzu’l-elâl ve aatü’t-tevekkül alellh (nr. M. Osman
el-Hut), Kahire 1984; a.mlf., el-Mekâsib (nr. Abdülkdir Ahmed Atâ),
Beyrut 1407/1987; bn Ebü’d-Dünyâ, et-Tevekkül alellh (nr. Câsim
el-Füheyd ed-Devserî), Beyrut 1407/1987; Serrâc, el-Lüma, s. 78-79,
524; Kelâbâzî, et-Taarruf, s. 151; Ebû Tâlib el-Mekkî, tü’l-ulûb,
Kahire 1961, II, 3-76; Sülemî, abat, s. 556; Kueyrî, Risâle
(Uluda), s. 257-268; Herevî, Menâzil, s. 18, 19; a.mlf., abat, s.
723; Gazzâlî, yâü ulûmi’d-dîn, Kahire 1358/1939, IV, 238-286;
a.mlf., el-Maadü’l-esnâ, Kahire 1322, s. 93; Ahmed-i Câmî,
Miftâu’n-necât (nr. Ali Fâzl), Tahran 1347 h., s. 155-171; Ebû
Mansûr el-Abbâdî, ûfînâme (nr. Gulâm Hüseyin Yûsufî), Tahran 1347,
s. 110-114, 118; ehâbeddin es-Sühreverdi, Avârifü’l-maârif, Beyrut
1966, s. 499; Muhyiddin bnü’l-Arabî, el- Fütûâtü’l-Mekkiyye, Kahire
1293, II, 264-268; Mevlânâ, Mesnevî, I, 89-93; II, 52, 199; III,
204; V, 129, 196, 233; bn Atâullah el-skenderî, et-Tenvîr fî
isti’t-tedbîr, Kahire 1973; bn Teymiyye, et- Tevekkül alellh ve’l-a
bi’l-esbâb (nr. Ebü’l-Mecd Harek), Kahire 1413/1992; Abdülkerîm el-
Cîlî, el-nsânü’l-kâmil, stanbul 1300, II, 111-116; Câmî,
Nefeâtü’l-üns (nr. Mahmûd Abîdî), Tahran 1370 h., s. 1025; brâhim
Hakk Erzurûmî, Ma‘rifetnâme, stanbul 1310, s. 354-370; Seyyid Sâdk-
Gûherîn, er-i Ilâât- Taavvuf, Tahran 1368, III, 81, 93, 163-167,
306-337; Asgar Dâdbih-Ali Refîî, “Tevekkül”, DMT, V, 153-155;
Mâlikî Hüseynî v.dr., “Tevekkül”, Dâninâme-i Cihân- slâm, Tahran
1383/2004, VIII, 586-594. Süleyman Uluda
TEVELLÎ ( )
(bk. TEBERRÎ).
Bitki ve hayvanlarn birbirinden ya da cansz maddelerden
kendiliinden oluumu için kullanlan felsefe terimi.
Sözlükte “dourmak” anlamndaki vilâd (vilâdet) kökünden türeyen
tevellüd “domak, ortaya çkmak, meydana gelmek” demektir. Terim
olarak bitki ve hayvanlarn erkek ve diisinin bir araya gelmesiyle
üremeyi (tevâlüd) deil, erkek-dii ilikisi olmadan birbirinden
(biogenèse) ya da cansz maddelerden meydana gelmeyi ifade eder
(et-Tarîfât, “Tevellüd” md.; Salîbâ, I, 367). Canllarn embriyolojik
bir süreç dnda dorudan cansz maddelerden oluabilecei düüncesi slâm
öncesi Grekler’e kadar gitmektedir. Aristo’ya göre dört unsur
(hava, su, ate, toprak), uygun artlar altnda kendiliinden
mineraller yannda bitkileri ve hayvanlar da tekil edebilir. Yine
canllar bir anne babadan üreyebildikleri gibi -böceklerde görüldüü
üzere-topraktan ve çürümü bitkiden ya da hayvanlarn iç organlarndan
üreyebilir. Aristo ar, sinek, balk ve salyangoz türünden canllarn
her iki ekilde de teekkül edebileceini söyler. Aristo’nun bu
fikirleri Ortaça slâm düüncesini türlü biçimlerde etkilemise de
(Kruk, XXXV/2 [1990], s. 270, 278), slâm düünürleri doum, ölüm,
olu, bozulu gibi doal olaylarn ilâhî ilim, irade ve kudretle
meydana geldiini, dolaysyla bunlarn temelde Allah’n fiilleri
olduunu kabul ederek Aristo’nun ilâhî tesiri dlayan kendiliinden
üreme (generatio spontanea) fikrine katlmamlardr. Bu sebeple
müslüman düünürlerin normal fiziksel ve biyolojik süreçler
yaanmadan bitki veya hayvanlarn üreyebilecei yolundaki tevellüd
düüncelerini daima ilâhî fiille birlikte anlamak gerekir.
slâm düüncesinde tevellüd fikrine dair ilk bilgilere, konuyu daha
çok eletirel bir tarzda ele alan Câhiz’de rastlanmaktadr. Câhiz’in
anlattna göre baz kiiler farelerin Ktûl nehrinin çamurundan meydana
geldii iddiasn reddetmi, normal artlar altnda canllardan oluan bir
varln cansz bir maddeden olumasn mümkün görmemilerdir. Bu zümre,
görülerini bitki ve hayvanlara göre daha alt seviyede bulunan
madenlere kadar geniletip insanlarn müdahalesiyle bakrn altna,
civann gümüe dönümesini de kabul etmemitir. Çiftleerek üreyen
canllarn kendiliinden teekkül edebilecei iddiasna Câhiz de katlmaz
(Kitâbü’l-ayevân, V, 348-351); kirlenmi insan bedeninden bitin
douunu mümkün görürse de (a.g.e., V, 371-375) balklarn ve
kurbaalarn yamurdan veya buluttan olutuu iddiasn da reddeder. Ona
göre bu canllar hava, su ve toprak özelliklerinin belirli oranda
karm sonucu Allah tarafndan yaratlmaktadr (a.g.e., I, 156).
Tevellüd meselesini ele alanlardan biri de bn Vahiyye’dir. Ona göre
bitkiler, hayvanlar ve madenler farkl süreçler içinde tevellüd
yoluyla meydana gelebilir; meselâ fesleenden akrepler, hardal
yapraklarnn çürümesinden böcekler, aaç dallarndan ipek böcei
oluabilir, bir hayvan bir baka hayvann cüzlerinden teekkül
edebilir. bn Vahiyye, bitki ve hayvanlarla benzer özelliklere sahip
bulunduundan insann cansz maddeden teekkülünü de mümkün görmektedir
(el-Filâatü’n- Nabaiyye, II, 1312-1324). Câbir b. Hayyân da canl
varlklarn yapay süreçler sonucunda inorganik maddelerden çeitli
tekniklerle meydana getirilebileceini savunmutur. Ona göre ayn
yöntemle deerli metaller de elde edilebilir (Mutâru resâil, s.
341-346). bn Tufeyl’in mehur romannn kahraman Hay b. Yakzân, dört
unsura ait niteliklerin (scaklk, soukluk, kuruluk, yalk)
dengeli
biçimde olutuu ortamda mayalanan organik özelliklere sahip çamurun
ruhla birleip canllk kazanmasyla meydana gelmitir (ay b. Yaân, s.
26-27). Benzer bir süreç bnü’n-Nefîs’in kahraman Kâmil’in
tevellüdünde de söz konusudur (er-Risâletü’l-Kâmiliyye, s.
151-153). Ancak bn Tufeyl’in Hay b. Yakzân’ ve bnü’n-Nefîs’in
Kâmil’i birer roman kahraman olup ilgili eserleri yaratma teorisi
yönünden deil metafizik ve ahlâkî açdan deerlendirmek
gerekir.
Tevellüde örnek olarak genelde sürüngen ve haerat türünden
hayvanlar göstermi; fare, sçan ve ylan gibi canllarn çiftleme
yoluyla üreyebildii gibi çiftleme olmadan organik maddelerden de
meydana gelebilecei ileri sürülmütür. Bîrûnî’ye göre birçok hayvan
ilk oluum aamasnda bitkilerden veya birbirinden türeyebilmekte ve
ardndan hayatna tenâsül yoluyla devam etmektedir (el-Âârü’l-bâye,
s. 228). Tevellüdü kabul edenler bir canlnn baka bir canlnn
cüzlerinden teekkülünü de mümkün görmülerdir (meselâ bk. bn Sînâ,
s. 76; bn Tufeyl, s. 26-27). Bu tür bir oluum küçük canllar yannda
deve gibi büyük hayvanlar için de söz konusudur. hvân- Safâ’nn
kanaatine göre teekkülünü tamamlayan dii ve erkek canllarn tamam
temelde cansz maddeden meydana gelmi, daha sonra varlklarn tenâsül
yoluyla sürdürmütür. Ekvatorun altnda maddenin her türlü ekli
almaya hazr bulunduu, gece ve gündüzün birbirine eit olduu, iklimin
daima rutubetli ve lman seyrettii bir bölge vardr. Hz. Âdem ile
Havvâ burada vücuda gelmi, ardndan onlarn çiftlemesiyle insanlar
domutur (Resâil, II, 181-182). Cansz maddeden canl organizmalarn
oluunu, basitten karmaa doru bir seyir izlemek üzere bn Miskeveyh
tarafndan da kabul edilir. Buna göre ilk unsurlarn birbiriyle karm
neticesinde dünyada ortaya çkan ilk bitki canszlk snrna en yakn
olan otlardr (el-Fevzü’l-aar, s. 113-114). Bu görü Aristo’nun
belirttii, her doann cisimlerden hayvana doru aama aama ilerledii
tezine uygundur (Parts of Animals, IV/5, s. 333-335).
Öte yandan ayn türlerin hem çiftleme hem oluum yoluyla meydana
gelip gelmeyecei hususunda ihtilâf edilmitir. bn Sînâ, Horasan’da
saanak halinde yaan yamurlarn ardndan çok sayda ipekböceinin ortaya
çktn ve bunlarn kozalar örerek kelebeklerin oluumunu saladn ileri
sürer. Ona göre insanlar canl türlerinin tükenmesine yol açtklarnda
çiftleerek üremesi mümkün görülmeyen türlerin tevellüd yoluyla
varlklarn sürdürmesi söz konusudur (e-ifâ, s. 384). Tevellüdü
-ceninin anne karnndan, bitkilerin topraktan meydana geliinde olduu
gibi-bir cismin dierinin barndan teekkülünü ifade eden bir kavram
olarak açklayan Gazzâlî, cisim ve cevherlerin aksine arazlar
konusunda bu durumu imkânsz görmektedir (el-tiâd, s. 96). Fahreddin
er-Râzî, yeryüzündeki canl hayatn kesintiye uratan tûfanlardan
sonra türler bozulduu için bitki ve hayvanlarn tevellüd suretiyle
meydana geliini mümkün görmektedir. Buna göre incir ve fesleenden
akrep, suya atlan saçlardan ylan, çamurdan fare ve yamurdan kurbaa
oluabilir; çiftleerek üreyen birçok hayvan tevellüd yoluyla da
meydana gelebilir. nsan bedeninin cansz maddeden tevellüdü dahi
mümkündür. Çünkü insan bedeni cüzlerinde bulunan çeitli unsurlarn
özel biçimde karmndan oluur (el-Mebâiü’l-meriyye, s.
226-227).
Tevellüdün imkânyla ilgili yukardaki görüler, o çalarn tabiat
bilimlerindeki snrl bilgi imkânlar ve yüzeysel gözlem artlar
dikkate alnarak deerlendirilmelidir. Ayrca slâm âlimlerinin cansz
maddeden canl organizmann teekkülünü mümkün görmelerinde Kur’an’da
yer alan insann çamurdan (es-Secde 32/7-9; Sâd 38/71-72), canllarn
sudan (el-Enbiyâ 21/30; en-Nûr 24/45) yaratldna dair bilgilerin
etkili olduu söylenebilir. Bu sebeple söz konusu âlimler tevellüd
düüncesinin Allah’n yaratma sfatyla çelimediini düünmülerdir. Zira
maddeyi ve canllar
tevellüde imkân verecek nitelikte yaratan Allah’tr. Yaayan
organizmalarn meydana gelii, ister normal üreme ve oluuma uramadan
cansz maddeden yaratlsn isterse birbirinden olsun her durumda
Allah’n yaratma fiili söz konusudur. Canllarn oluumunu salayan
fiziksel-biyolojik süreçleri, kendi dönemlerinin snrl bilgileri ve
gözlem imkânlar ölçüsünde doal terimlerle anlatan slâm âlimleri
bunun kaynan ilâhî yaratmaya balamakta, böylece Aristo’nun
“spontanea generatio” görüünü ilâhî ilim, irade ve kudretle
irtibatl ekilde ortaya koymaktadr.
BBLYOGRAFYA
Aristotle [Aristo], Generation of Animals (trc. A. L. Peck),
Cambridge 2000, XIII, 137, 171-173, 333, 357; a.mlf., History of
Animals (trc. A. L. Peck), Cambridge 2000, XI/5, s. 97-103; a.mlf.,
Parts of Animals (trc. A. L. Peck), London 1961, IV/5, s. 333-335;
bn Vahiyye, el-Filâatü’n-Nabaiyye (nr. Tevfîk Fehd), Dmak 1995, II,
1312-1324; Câbir b. Hayyân, Mutâru resâil (nr. P. Kraus), Kahire
1354/1935, s. 341-346; Câhiz, Kitâbü’l-ayevân, I, 156; V, 348-351,
371-375; hvân- Safâ, Resâil, Beyrut 1376-77/1957, II, 181-182; bn
Miskeveyh, el-Fevzü’l-aar (nr. Sâlih Uzeyme), Tunus 1987, s.
113-114; bn Sînâ, e-ifâ e-abîiyyât (8), s. 67, 76, 384-386, 390;
Bîrûnî, el- Âârü’l-bâye ani’l-urûni’l-âliye (nr. C. E. Sachau),
Leipzig 1923, s. 228 vd.; Gazzâlî, el- tiâd fi’l-itid (nr. brahim
Agâh Çubukçu-Hüseyin Atay), Ankara 1962, s. 95-96; a.mlf., el-
Manûn bihî alâ ayri ehlih (Mecmûatü resâili’l-mâm azzâlî içinde),
Beyrut 1406/1986, s. 140- 141; bn Tufeyl, ay b. Yaân (nr. Albert
Nasrî Nâdir), Beyrut 1993, s. 26-27, 29-32; Fahreddin er-Râzî,
el-Mebâiü’l-meriyye
(nr. Muhammed el-Mu‘tasm-Billâh el-Badâdî), Beyrut 1410/1990, s.
226-227; bnü’n-Nefîs, er- Risâletü’l-Kâmiliyye
fi’s-sîreti’n-nebeviyye (nr. Abdülmün‘im M. Ömer), Kahire 1987, s.
151-153; Sami S. Hawi, Islamic Naturalism and Mysticism, Leiden
1974, s. 110-113; Cemîl Salîbâ, el- Mucemü’l-felsefî, Beyrut 1982,
I, 367; R. Kruk, “A Frothy Bubble: Spontaneous Generation in the
Medieval Islamic Tradition”, JSS, XXXV/2 (1990), s. 265-282;
a.mlf., “Tawallud”, EI² (ng.), X, 378-379.
Osman Demir
TEVESSÜL ( )
Sâlih amelleri veya baz kiileri vesile edinerek Allah’a yakn olmaya
çalmak, O’ndan dilekte bulunmak anlamnda terim.
Sözlükte “bir arac vastasyla maddî veya mânevî derecesi yüksek
birine yaklamay arzu etmek; iyi amellerle Allah’a yaklamay ummak”
anlamndaki vesl kökünden türeyen tevessül bir müslümann iledii
sâlih amelleri, Hz. Peygamber’i yahut velîleri vesile yaparak
Allah’a yakn olmaya çalmasn ifade eder. Vesîle üstün konumdaki
birine yaklamaya arac olaca umulan ey veya kimsedir. “Yardm
istemek” anlamndaki istiâne, istigse ve istimdâd da ayn mânada
kullanlr. Kur’ân- Kerîm’de tevessül kelimesi geçmez. Vesilenin yer
ald iki âyetten birinde Cenâb- Hak, müminlere kendisine yakn olmaya
vasta aramalarn ve kurtulua ermek için O’nun yolunda bütün
güçlerini harcamalarn emretmekte (el-Mâide 5/35), dierinde ilâh
diye taplan ve dua edilen varlklarn da rablerine yakn olmak için
bir vasta aradklar belirtilmektedir (el-srâ 17/57). Ebû Mansûr
el-Mâtürîdî bu âyette sözü edilen varlklar içinde meleklerin de yer
alabileceini söyler, zira meleklere ve gözle görülmeyen dier baz
varlklara da yaratlmlk üstü konum tanyanlar olmutur
(Tevîlâtü’l-urân, VIII, 299-302). Allah’a yakn olmak amacyla vesile
aramann mahiyeti “ilim ve ibadetle O’nun yoluna girme, slâmî
erdemlerle nitelenme” eklinde açklanmtr (Râgb el-sfahânî,
el-Müfredât, “vsl” md.). Farkl görüler bulunmakla birlikte
müfessirler vesileye “müslüman Allah’n rzasna ulatran her türlü
ilim ve amel” mânasn vermiler, nâfile ibadetleri de bunun kapsam
içinde deerlendirmilerdir (Taberî, Câmiu’l-beyân, VIII, 405; bn
Teymiyye, ide, s. 48). Hadislerde vesile ve tevessül kelimeleri yer
almaktadr. Çeitli rivayetlerde belirtildiine göre kuraklk
dönemlerinde ashap Hz. Peygamber’le tevessülde bulunarak Allah’a
dua ediyor ve dualar kabul görüyordu. Onun vefatndan sonra amcas
Abbas ile tevessülde bulunulmutur (Buhârî, “stis”, 3; “Feâilü
aâbi’n-nebî”, 11). Resûl-i Ekrem, gözleri görmeyen bir sahâbîye
kendisiyle tevessülde bulunarak Allah’a dua etmesini söylemi,
sahâbî yapt duadan sonra görmeye balamtr (Tirmizî, “Daavât”, 119;
ayrca bk. Müsned, II, 168; III, 83; Müslim, “alât”, 11).
bn Cerîr et-Taberî, müslümanlar arasnda vuku bulan ihtilâflar
balamnda Resûlullah’tan sonra Allah’n hücceti saylan dinî
liderlerin bulunup bulunmad meselesinin tartldn belirtir; ayrca
Allah’a dua ederken “peygamber ve velîler hakk için” ifadesini
kullanp tevessülde bulunmann câiz olmadna ilikin bir görüü Ebû
Hanîfe’ye nisbet eder (et-Tebîr, s. 156; kr. M. Nesîb er-Rifâî, s.
26). Bu tür nakillerden hareketle tevessül konusuna ilikin
tartmalarn II. (VIII.) yüzyln ilk yarsnda ortaya çktn söylemek
mümkündür. Daha sonra Mâlik b. Enes’e atfedilen baz görülerin yan
sra hadis mecmualarnda zayf kabul edilen bir ksm rivayetlerin yer
almasndan da bu meselenin erken dönemlerde gündeme geldii
anlalmaktadr. Konu, tasavvuf ve tarikatlarn yaygnlamasnn ardndan bn
Teymiyye’den itibaren Selef âlimleriyle dier Sünnî âlimleri arasnda
önemli bir ihtilâf mevzuu haline gelmitir. Tevessülün çeitlerini ve
bunlarla ilgili görüleri öylece özetlemek mümkündür:
1. Allah’n zât, isimleri ve sfatlaryla tevessül. Kur’an’da Allah’a
en güzel isimleriyle dua edilmesi ve O’nun övülüp yüceltilmesi
emredilmi (el-A‘râf 7/180; Kf 50/39-40), Hz. Peygamber
dualarnda
Allah’n kendi zâtna verdii isimlerle O’na niyazda bulunmu ve
ashabna da bunu öretmitir (Müsned, I, 391, 452; Tirmizî, “Daavât”,
92). Kur’an okuduktan sonra dua etmek de Allah’n sfatlaryla
tevessülde bulunma olarak kabul edilmitir, çünkü Kur’an Allah
kelâmdr, O’nun kelâm ise sfatdr. Bu tür tevessülün bid‘at saylmad
hususunda ittifak vardr (M. Nesîb er-Rifâî, s. 25- 51; Himyerî, s.
39).
2. Hz. Peygamber’le tevessül. Bütün âlimler Hz.Peygamber’le
tevessülde bulunmay câiz görmü, ancak onunla tevessülde bulunmann
anlam konusunda farkl görüler ileri sürülmütür. a) Resûlullah ile
tevessül etmek onun Allah nezdindeki makam ve derecesinin hakk için
deil hayatta iken ondan dua etmesini istemek ve Allah’tan onu
kendisine efaatçi klmasn talep etmek anlamna gelir. Böyle bir
tevessül câizdir. Buna ramen huzurunda, gyabnda veya ölümünden
sonra zatyla tevessülde bulunmak câiz deildir. Nitekim bir kuraklk
ylnda Hz. Ömer’in hayatta olmayan Resûl-i Ekrem yerine Abbas b.
Abdülmuttalib ile tevessülde bulunmas tevessülün bir kimseden dua
istemek mânasna geldiini gösterir. Resûlullah ile tevessülün bir
baka anlam da kendisine itaat etmek, onun gösterdii yola uyduunu
belirterek Allah’tan talepte bulunmaktr. Zatyla tevessülü ve
kabrinin yannda yaplan duann mescidlerde yaplan dualardan üstün
olduunu ifade eden rivayetler zayftr. bn Teymiyye, Muhammed Abduh,
M. Reîd Rzâ gibi Selefî âlimler bu görütedir (bn Teymiyye, ide, s.
57-75, 113-114, 140-141; bn Ebü’l-z, I, 298-299; Reîd Rzâ, VI,
371-377). b) Hz. Peygamber’le tevessülde bulunmak dünyaya gelmeden
önce, hayatta iken ve ölümünden sonra onun zat ve Allah katndaki
derecesiyle Allah’tan talepte bulunmak anlamna gelir. Kur’an’da
müminlere Allah’a yakn olmak için vesile aramalar (el-Mâide 5/35),
Allah’ sevenlerin peygamberine itaat etmeleri emredilmi ve ona
uyanlar Cenâb- Hakk’n sevecei bildirilmitir (Âl-i mrân 3/31-32).
Allah’a yaklama vesilelerinin banda Resûl-i Ekrem gelir; ayrca
sevgi ve itaat ancak Resûlullah’n zatna yönelik olabilir. Ashaptan
itibaren fkh, kelâm ve tasavvuf âlimlerinin Hz. Peygamber’in zatyla
tevessülde bulunmay câiz görmeleri de bu konuda bir delil tekil
eder. bn Teymiyye’ye kadar bu hususta âlimler arasnda herhangi bir
ihtilâf çkmamtr (Resûlullah’n zatyla tevessülde bulunmann onun
henüz dünyaya gelmeden önce baladna dair telakkiler için bk.
Müsned, IV, 138; Himyerî, s. 303-318). Hz. Ömer’in Abbas ile
tevessülde bulunmas sonuçta Resûl-i Ekrem’le tevessül etmek anlamna
gelir. mam Mâlik, Resûlullah’n kabrine yönelerek tevessülde
bulunmakta bir saknca görmemitir (Sübkî, s. 134-143; Âlûsî, VI,
128; Kevserî, s. 11-12). Sünnî âlimlerin çounluu bu
görütedir.
3. Amel-i sâlihle tevessül. man ve itaatten sonra Allah’tan mafiret
dilemeyi ifade eden âyetlerin yan sra (el-Bakara
2/285; Âl-i mrân 3/193-194) Fâtiha sûresinde yer alan, “Sadece sana
tapar ve yalnzca senden yardm dileriz” (1/5-6) cümlesinin ardndan
hidayete eritirme niyaznda bulunmaya dair âyet amel-i sâlihle
tevessülde bulunmaya iaret eder. Bir maarada mahsur kalan
müminlerin kurtuluunu haber veren rivayetlerde belirtildii gibi
(Müsned, II, 116; Buhârî, “Edeb”, 5) amel-i sâlihle tevessülde
bulunarak yaplan dualarn makbul olduu yolunda bilgiler mevcuttur.
bn Mes‘ûd’un teheccüd namaz kldktan sonra, “Allahm, emrettin itaat
ettim, davet ettin icabet ettim, beni bala!” eklindeki duas ashabn
bu tür tevessüle bavurduunu kantlayc niteliktedir. Âlimlerin tamam
bunu câiz görmütür (Âlûsî, VI, 127; M. Nesîb er-Rifâî, s.
111-134).
4. Müttaki ve sâlih müminlerin duasyla tevessül. Âlimler bunu da
ittifakla kabul etmitir. Esasen
müminlerin duasn istemek Kur’an ve Sünnet’te tevik edilmitir.
Nitekim Resûl-i Ekrem umreye giden Hz. Ömer’den kendisi için dua
etmesini istemitir. Sahâbîler de skntlarnn giderilmesi için
Resûlullah’n duasna bavurup tevessülde bulunmutur (bn Teymiyye,
ide, s. 66-69; M. Nesîb er-Rifâî, s. 141-163).
5. Hayatta olan velîler ve sâlih müminlerin zatyla tevessül. Bu
konuda iki yaklam mevcuttur. a) Bu tevessülü câiz görenler, bunun
Kur’an’da Allah’a yaklatran vesileler aramay emreden âyetin (el-
Mâide 5/35) alanna dolayl biçimde girdiini söylemitir. Nitekim
melekler Âdem’e secde ederek Allah’a yaknlk salam, iyi kullarn
ilâhî rahmetin tecelli ettii hayr sahipleri olduu belirtilmi ve
müminlere iyilerle birlikte ölmeyi dilemeleri öretilmitir (Kevserî,
s. 2-15; Ebü’l-Fazl, s. 17-18; Himyerî, s. 139-142, 181-182).
Hadislerde Resûlullah ile tevessülde bulunmann tavsiye edilmesi ona
tâbi olan ve bunu tevik eden velîler ve sâlihlerle tevessülü de
câiz klar. Hz. Ömer’in Abbas b. Abdülmuttalib ile tevessül etmesi
de bu konunun bir delilini tekil eder (Sübkî, s. 143-144; Kevserî,
s. 18). Sâlih amellerle tevessülde bulunmann merû kabul edilmesi bu
amelleri yapanlarla tevessülü de merû hale getirir. Zira zat asl,
zata ait fiil fer‘îdir, fer‘î ile tevessül câiz ise aslla tevessül
de câizdir (Himyerî, s. 43-44, 71-72, 126). Allah’n yaratmadaki
sünneti (âdet-i ilâhiyye) baz vasta ve sebeplerle fiilleri
gerçekletirmesi eklinde tecelli eder. O’nun hasta olan birine ilâç
vastasyla ifa vermesi gibi mânevî hastalklara müptelâ olan birine
velî ve sâlih kullar vastasyla ifa vermesi de sünnetine uygundur
(Muhammed el-Burhânî, s. 3-8; Himyerî, s. 22-23, 55-56). Müctehid
âlimlerin velîlerle tevessülü câiz görüp uyguladna dair rivayetler
bu fiilin meruiyetine ilikin dier bir delil konumundadr. mam
âfiî’nin Ehl-i beyt’in yan sra Ebû Hanîfe ile, Ahmed b. Hanbel’in
de âfiî ile tevessül ettiine dair rivayetler sahih kaynaklarda
mevcuttur. Fahreddin er-Râzî, Tâceddin es-Sübkî, Teftâzânî, Seyyid
erîf el-Cürcânî gibi âlimler bu tevessülü merû kabul edenlerden
bazlardr. Burada velîler, kendilerinden kaynaklanan bir güce sahip
kiiler olarak deil Allah’n bir sonucu yaratmasnn sebebi olarak
görülmektedir (Kevserî, s. 3-4; Himyerî, s. 18-19, 265-266, 420-
425). E‘arî ve Mâtürîdîler’in çounluu bu görütedir. b) Velîler ve
sâlih müminlerin zatyla tevessül câiz deildir, çünkü bu Allah’a
yaplan tâzime benzer. Bu görüü savunanlar tevessülle
ilikilendirilen âyetlerde zatla tevessüle dair bir iaret bulunmadn,
bu âyetlerin müminleri sâlih amel yapmaya tevik ettiini söyler.
Onlara göre ilgili âyetlerden hareketle ortaya konulan görüler ar
bir yorumdan ibarettir. Bata Hz. Âdem’in tevessülü olmak üzere
Resûlullah’a nisbet edilen rivayetler de zayftr. Ashap, tâbiîn ve
müctehid âlimlere izâfe edilebilecek böyle bir uygulama sahih
rivayetlerle nakledilmemitir. Selef âlimleri bu görütedir (bn
Teymiyye, ide, s. 66, 133; Âlûsî, VI, 127-128).
6. Peygamberler, velîler ve sâlihlerin zatyla Allah’a yemin ederek
tevessülde bulunmak. Bata Ebû Hanîfe olmak üzere âlimlerin büyük
çounluu, “Filân velînin veya sâlih kulun hakk için senden unu niyaz
ederim” eklinde yemin mânasna gelebilecek ifadelerle tevessülün
câiz görülmedii yahut tahrîmen mekruh olduu görüünde birlemitir.
ster nebî ister velî veya Kâbe gibi mukaddes bir mekân olsun
Allah’n adndan bakasyla yemin etmek merû deildir. Selef âlimlerine
göre ise bu tür bir tevessül irke götürür. Tasavvuf mensuplar bu
tür tevessülü câiz görmütür (bn Teymiyye, ide, s. 50-51, 114-115;
Âlûsî, VI, 128; Reîd Rzâ, VI, 372-375).
7. Peygamberler, velîler ve sâlih kullarla ölümlerinden sonra
tevessülde bulunmak. Bunu câiz görenlerle Selef âlimleri arasnda
önemli görü ayrlklar bulunmaktadr. E‘ariyye, Mâtürîdiyye ve
Sûfiyye’ye mensup âlimlere göre ölümlerinden sonra da Allah’n iyi
kullaryla tevessül edilebilir.
Çünkü tevessülle elde edilen sonucu yaratan Allah’tr ve sâlih kulun
diri veya ölü olmas durumu deitirmez. yi kullarla tevessülün sebebi
onlarn Allah nezdindeki dereceleridir. Dünyada eksik ruhlar
tamamlama görevini yerine getiren iyi kullar bu fonksiyonlarn
öldükten sonra da sürdürebilir. Kur’an’da kâfirlerin ölen
yaknlarndan ümit kestiinin (el-Mümtehine 60/13), ayrca ölenlerin de
nimet veya azap içinde bulunduunun belirtilmesi (bk. KABR) bunu
kantlar niteliktedir. Ölülere selâm verilmesi onlarn da ruhen buna
mukabele etmesini gerektirir. Temiz ruhlarn, kabirlerini ziyarete
gelenlerin ruhlaryla iliki kurmas, onlar hayra yöneltmesi ve
nurlandrmas mümkündür. Nitekim âfiî Ebû Hanîfe’nin, bn Huzeyme Ali
er-Rzâ’nn, Ebû Ali el-Hallâl Mûsâ el- Kâzm’n kabrine gidip
tevessülde bulunmutur. Fahreddin er-Râzî, Teftâzânî, Seyyid erîf
el- Cürcânî gibi âlimlerin bu tevessülü câiz görmesi ashaptan
itibaren müslümanlarn uygulad bu fiilin merûluunu gösterir
(el-Meâlibü’l-âliye, VII, 275-277; eru’l-Mad, II, 43; Kevserî, s.
5-9). bn Teymiyye’den itibaren bu tevessülü câiz kabul etmeyen
Selef âlimlerine göre tarihte putperestlik ölen sâlih kiilerden
yardm dilemekle balamtr. Önce ölülerden Allah’a arac olmalar
istenmi, ardndan sâlihlerin putlar yaplarak bunlara taplmtr. slâm
dininde ölüye hitap ederek ondan dua isteme eklinde bir uygulama
mevcut deildir. Eer ölülerle tevessül câiz olsayd Hz. Ömer,
Resûlullah’n amcas Abbas’la deil Peygamber’le tevessül ederdi.
Resûl-i Ekrem’le sahâbîlerden intikal eden uygulama müminlerin
kabirlerini ziyaret edip onlara selâm vermek ve dua etmekten
ibarettir. Ölülerden yardm istemek hristiyanlarn âdetidir, ayrca bu
fiil kabirleri tapnak haline getirmeye yol açabilir. Ölülerden
yardm istemek ilâhî sünnetin yan sra Resûl-i Ekrem’in tebli ettii
dinin ilkelerine de aykrdr. Bu tür tevessülle ilgili rivayetler
uydurma olabilecei gibi yanlma ve eytan aldatmasnn ürünü de
olabilir (bn Teymiyye, ide, s. 16-19, 142-171; bn Kayyim el-
Cevziyye, I, 375; Reîd Rzâ, VI, 371-377; VIII, 20, 146-147).
Sonuç olarak sâlih amellerin yan sra hayatta olan iyi kullarn
duasyla tevessülde
bulunmann câiz görüldüü hususunda ihtilâf yoktur. Hayatta iken ve
ölümlerinden sonra Hz. Peygamber’in, velîlerin ve sâlih kullarn
zatyla tevessülde bulunmay irk saymak ise isabetli görünmemektedir.
Zatla tevessül konusunda kesin bir delil bulunmamakta, bu tevessül
vesile âyetinin yorumuna dayanmaktadr. Konuyla ilgili hadisler ise
âhad niteliinde olup zayf kabul edilmitir. Hz. Peygamber’in
dualarnda baz tesbih lafzlarn zikrettikten sonra, “Ruhun (Cibrîl)
ve meleklerin rabbi olan Allahm!” diye niyaz edip Allah katnda
yüksek makam sahiplerini zikretmesi ise dikkat çekici bir
uygulamadr (Müslim, “alât”, 223; Ebû Dâvûd, “alât”, 147). Dier bir
husus da Sünnî akîdeye göre peygamberler ve Resûl-i Ekrem’in
kendilerini ismen cennetle müjdeledii sahâbîler dnda hiç kimsenin
“sâlih” diye nitelendirilip tevessül vastas kabul edilemeyiidir.
Kii olarak sâlih kullarn kimler olduu belirlemek mümkün deildir;
sadece Allah’n emirlerine ballk dikkate alnarak onlar hakknda
hüsnüzanda bulunulabilir. Dolaysyla iyi kiilerin zatyla tevessül
etmek hüsnüzanna dayal olup zaman içinde ortaya çkan bir
uygulamadr. Tevessülü irke dönütüren hususlarn banda Allah’tan
bakasna dua etmek, böyle bir kiiye ulûhiyyet nitelii atfetmek,
kendisiyle tevessül edilen kimseye ar sayg göstermek gelir.
Tevessüle dair çeitli eserler kaleme alnmtr: bn Merzûk el-Hatîb,
et-Tevessül (Süleymaniye Ktp., Efgnî eyh Ali Haydar Efendi, nr.
70); Muhammed Mekkî stanbûlî, Tevessül: Kasîde-i Bürde erhi
(Süleymaniye Ktp., Düümlü Baba, nr. 393); Muhammed b. Ahmed
ed-Dimyâtî, el-aîdetü’d- Dimyâiyye fi’t-tevessül
bi-esmâillâhi’l-üsnâ (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1588); Ahmed
el- Menînî, âtimetü istinzâli’n-nar bi’t-tevessül bi-ühedâi Uud
ve’l-Bedr (Kahire 1281);
Abdülkdir b. Ahmed el-Fâkihî, üsnü’t-tevessül fî ziyâreti
efali’r-rusül (Süleymaniye Ktp., Tâhir Aa, nr. 79); bn Kemal,
Risâle fi’t-tevessül (Süleymaniye Ktp., Trnoval, nr. 1850); Ebû
Abdullah Muhammed b. Mûsâ et-Tilimsânî, Mibâu’-alâm fi’l-müstaîn
bi-ayri’l-enâm (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr.
264); Ali Ahmed et-Tahtâvî, el-bdâât fî meârri’l-ibtidâât
bidau’n-nüûr ve’-ebâi ve’t-tevessül ve’d-duâ ve’l-ilf bi-ayrillâh
(Beyrut 1421/2000); Ahmed b. Zeynî Dahlân, Risâle fî-mâ yetealla
bi-edilleti cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (stanbul 1996); Ali Ataç,
Kelâm ve Tasavvuf Açsndan Tevessül (1993, doktora tezi, MÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsü); Sdk ez-Zehâvî, er-Red alâ münkiri’t-tevessül
ve’l-kerâmât ve’l-avâri (stanbul 2001); Alevî b. Ahmed el-Haddâd,
Mibâu’l-enâm cilâü’-alâm (stanbul 1996); Mûsâ Muhammed Ali,
aatü’t-tevessül ve’l-vesîle alâ avi’l-Kitâb ve’s-Sünne (Beyrut
1985); Ebü’l- Fazl bnü’s-Sddîk, rmü’l-mübtedii’l-abî
bi-cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (Amman 1992); Nâsrüddin el-Elbânî,
et-Tevessül akâmühû ve envâuhû (Beyrut 1986, 1990); evkânî, ed-
Dürrü’n-naîd fî ilâ kelimeti’t-tevîd (Beyrut 1932).
BBLYOGRAFYA
Lisânü’l-Arab, “vsl” md.; Müsned, I, 391; II, 116, 168; III, 83;
IV, 138; Taberî, Câmiu’l-beyân (nr. Abdullah b. Abdülmuhsin
et-Türkî), Riyad 1424/2003, VIII, 405; a.mlf., et-Tebîr fî
meâlimi’d-dîn (nr. Abdülazîz b. Ali e-ibl), Riyad 1425/2004, s.
156; Mâtürîdî, Tevîlâtü’l- urân (nr. Halil brahim Kaçar), stanbul
2006, VIII, 299-302; Fahreddin er-Râzî, el-Meâlibü’l- âliye (nr.
Ahmed Hicâzî es-Sekk), Beyrut 1407/1987, VII, 275-277; Takyyüddin
bn Teymiyye, Mecmûatü’r-resâil (nr. M. Reîd Rzâ), [bask yeri ve
tarihi yok] (Lecnetü’t-türâsi’l-Arabî), I, 10- 31; a.mlf., ide
celîle fi’t-tevessül ve’l-vesîle, Beyrut, ts.
(Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye); bn Kayyim el-Cevziyye,
Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, I, 375; Takyyüddin es-Sübkî,
ifâü’s-sem fî ziyâreti ayri’l-enâm, Bulak 1318, s. 133-195;
Teftâzânî, eru’l-Mad, stanbul 1305, II, 43; bn Ebü’l-z,
eru’l-Adeti’-aâviyye (nr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-uayb
el-Arnaût), Beyrut 1408/1987, I, 294-299; Hsnî, Defu übehi men
ebbehe ve temerrede (nr. Abdülvâhid Mustafa), Leiden 1424/2003, s.
200-201, 391, 394, 403-414, 420-430, 450, 572-573; Emîr es-
San‘ânî, Tahîrü’l-itid an edrâni’l-ilâd (nr. Abdullah b. Yûsuf),
Küveyt 1404/1984, s. 22-23, 31; Âlûsî, Rûu’l-meânî, VI, 127-128; M.
Osman Abduh el-Burhânî, ntiâru evliyâi’r-ramân alâ evliyâi’-eyân,
Kahire 1318/1900, s. 3-24; Reîd Rzâ, Tefsîrü’l-menâr, tür.yer.;
Elmall, Hak Dini, II, 1669-1670; M. Zâhid Kevserî, Mau’t-teavvül fî
meseleti’t-tevessül, Kahire 1369, s. 2- 18; Ebü’l-Fazl bnü’s-Sddîk,
tâfü’l-ekiyâ bi-cevâzi’t-tevessül bi’l-enbiyâ ve’l-evliyâ, Beyrut
1405/1984, s. 7-12, 17-18, 28-50; M. Îd el-Abbâsî, et-Tevessül
envâuh ve akâmüh, Beyrut 1986, s. 9-16, 32-36, 41, 50-56; M. Nesîb
er-Rifâî, et-Tevaul ilâ aati’t-tevessül, Halep, ts., tür.yer.;
Dilaver Selvi v.dr., Kur’an ve Sünnet Inda Râbta ve Tevessül,
stanbul 1994, s. 67; Îsâ b. Abdullah b. Muhammed b. Mâni‘
el-Himyerî, et-Teemmül fî aati’t-tevessül, Beyrut 2001, tür.yer.;
Bekir Topalolu-lyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüü, stanbul 2010,
s. 316-317, 337- 338; Zekeriya Güler, “Vesîle ve Tevessül
Hadislerinin Kaynak Deeri”, Tasavvuf, sy. 10, Ankara 2003, s.
45-92. Yusuf evki Yavuz
TEVFÎK ( )
Allah’n hayrl ilerde kiiyi baarl klmas anlamnda kelâm terimi.
Sözlükte “istee uygun olmak; istee uygun bulmak” anlamndaki vefk
kökünden türeyen tevfîk “farkl eyleri ortak bir ilgi araclyla bir
araya getirmek; bartrmak” mânasna gelir (Kmus Tercümesi, III,
1031-1033; el-Mucemü’l-vasî, “vf” md.). Terim olarak “Allah’n
kullarn fiillerini sevdii ve raz olduu eye uygun klmas” demektir
(et-Tarîfât, “vf” md.). Benzer anlamlar tayan inâyet, nusret ve
lutf kelimeleri gibi tevfîk de hayr ve iyilie yönelik davranlara
özgü klnmtr (Râgb el-sfahânî, el-Müfredât, “vf” md.). Tevfîk
“Allah’n isyankâr kullarndan yardmn kesmesi” anlamndaki hzlânn
kartdr. Kur’ân- Kerîm’de vefk kavram dört yerde sözlük anlamyla
geçmektedir. Hz. uayb kendi ümmetine peygamberlik görevini ve
sorumluluklarn anlatrken baarsnn (tevfîk) ancak Allah’n yardmyla
gerçekleebileceini söylemitir (Hûd 11/88; bk. M. F. Abdülbâk,
el-Mucem, “vf” md.). Vefk kavramnn Kütüb-i Sitte’nin yan sra Ahmed
b. Hanbel’in el-Müsned’inde ve dier hadis kaynaklarnda yer ald
görülmektedir (Wensinck, el-Mucem, “vf” md.). Namazda okunan
Fâtiha’nn sonunda imamla birlikte “âmin” diyen kimsenin bu fiili
meleklerin söyleyiine denk geldii takdirde (muvâfakat) geçmi
günahlarnn affedileceine dair hadis birçok kaynakta yer almaktadr.
Bir hadiste Cenâb- Hakk’n hayr murat ettii kulunu ölmeden önce
sâlih amel ilemeye muvaffak kld bildirilmektedir (Müsned, III, 106,
120, 230; Tirmizî, “ader”, 8). Hadislerde ayrca, “Baar sadece
Allah’tandr” (ve billâhi’t-tevfîk); “Baary salayan Allah’tr” (Allhü
veliyyü’t-tevfîk) gibi dua cümleleri bulunmaktadr (Nesâî, “Eribe”,
25, 48; “Fey”, 1). Resûl-i Ekrem’in hilâli gördüü zaman yeni ay
süresince Allah’n rzasn kazanmasnn nasip edilmesi yolunda dua ettii
nakledilmektedir (Dârimî, “avm”, 3).
Kelâm ilminde erken devirlerden itibaren kader ve insan fiilleri,
hidayet ve dalâlet gibi konular balamnda tevfîk kavram da ele
alnmaya balanmtr. Kelâm âlimleri, filozoflarn inâyet teorisine
Allah’n iradesine yeterli derecede vurgu yapmad gerekçesiyle kar
çkp tevfîk kavramn tercih etmilerdir. nsana ihtiyarî
fiillerinde yaratma gücü nisbet eden ve lutuf kavramna özel bir yer
veren Mu’tezile tevfîki de bu anlay çerçevesinde açklamaktadr. Buna
göre Allah’n tevfîki inanan kimseye verilen mükâfat veya kiinin
baarl olduuna Allah’n hükmetmesidir, dolaysyla kâfirin baarl klnmas
söz konusu deildir. Ca‘fer b. Harb’e göre tevfîk ve “tesdîd”
Allah’n iki lutfudur, ancak bunlar herkes için tecelli etmez. Ebû
Ali el-Cübbâî’ye göre ise tevfîk Allah tarafndan bilinen bir
lutuftur, O bu lutufta bulunduu zaman kii iman etmeye muvaffak olur
(E‘arî, Malât, s. 262-263). Kdî Abdülcebbâr, tevfîkin sevap veya
mükâfat ya da ilâhî hüküm olduu biçimindeki yorumu isabetli görmez.
Ona göre sorumluluk tayan insann itaati seçmesi halinde lutuf
kavram tevfîk diye isimlendirilir (Müteâbihü’l-urân, s. 735).
Mu’tezile’ye ait bu görüler dorultusunda tevfîk, Cenâb- Hakk’n
insana dinî gerçekleri görüp anlama ve iradesiyle onlar benimseme
kabiliyeti vermesi, ayrca söz konusu gerçekleri önceden açklamas ve
kesin delillerini ortaya koymasdr (ehristânî, s. 411). nsanlarn
iradî fiillerini ilâhî bir müdahale olmadan meydana getirme gücüne
sahip bulunmadn kabul eden E‘arî kelâmclarna göre tevfîk kula Allah
tarafndan fiil annda verilir ve sadece hayr
yönünde kullanlabilir, kötülüe dönüemez. Dier bir ifadeyle Allah’n
tevfîki O’nun insanlarda hayra yönelmeye elverili kudreti
yaratmasdr (a.g.e., s. 412); dolaysyla tevfîk iman etmeleri
konusunda Allah’n müminlere bir lutfu olup sadece onlar kapsar
(E‘arî, el-bâne, s. 68; bn Fûrek, s. 123). Tevfîki hayr ilemesi
için kula verilen güç eklinde açklayan bn Hazm hidayetin bir ksmnn
ayn anlam tadn, buna “te’yîd” ve “ismet” de denildiini belirtir
(el-Fal, III, 42, 56, 65). Fiile ilikin kudretin hayr ve er olarak
iki yönde kullanlabildiini söyleyen Hanefî ve Mâtürîdîler’e göre
tevfîk Allah’n insanlarda hayrl amelle onu yapabilme gücünü bir
araya getirmesidir. Allah müminin hayra olan isteini ve yöneliini
bildiinden onu bu yönde davranmaya muvaffak klar, bir anlamda onu
sevkeder (Mâtürîdî, Tevîlâtü’l-urân, VII, 223; IX, 166). Nitekim
Beyâzîzâde Ahmed Efendi tevfîkin insanlar için yardm ve kolaylatrma
demek olduunu kaydeder (ârâtü’l-merâm, s. 233). Kelâm âlimleri
tevfîk kavramn hidayet ve kader konularyla ilikilendirmi, ilâhî
ilim, kudret ve irade sfatlarn açklarken bunun yannda kulun
sorumluluunu temellendirmeye çalm, onun iradî fiillerdeki rolünün
snryla ilgili farkl yaklamlar ortaya koymutur. Ancak slâm âlimleri,
kiinin dünyada ve âhiretteki baarsnn ilâhî lutuf ve tevfîkten bamsz
ekilde gerçekleemeyecei hususu ile iyilie yönelenlerin seçtikleri
fiili ileme gücünü Allah’tan aldklar konusunda görü birliine
varmtr. Bu durumda insana düen görev, iyi ve güzel olana yönelerek
bu yolda gayret göstermek ve hayrl sonucun gerçeklemesini Allah’tan
beklemektir; tevfîk de bu beklentinin yerine gelmesi
demektir.
BBLYOGRAFYA
Tehânevî, Keâf, II, 1501; Kmus Tercümesi, III, 1031-1033; Müsned,
III, 106, 120, 230; E‘arî, el- bâne, Beyrut 1418/1998, s. 68;
a.mlf., Malât (Ritter), s. 262-263; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevîd (nr.
Bekir Topalolu-Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 420-427;
a.mlf., Tevîlâtü’l-urân (nr. Hatice Boynukaln), VII, 223; (nr.
Murat Sülün), IX, 166; bn Fûrek, Mücerredü’l-Malât, s. 36, 106,
109, 123; Kdî Abdülcebbâr, el-Munî, XIII, 11-14; a.mlf.,
eru’l-Uûli’l-amse, s. 519, 780; a.mlf., Müteâbihü’l-urân (nr. Adnân
M. Zerzûr), Kahire 1969, s. 184, 735; bn Hazm, el-Fal (Umeyre),
III, 42, 56, 65; Cüveynî, el-râd (Temîm), s. 223-224; ehristânî,
Nihâyetü’l-idâm (nr. A. Guillaume), London 1984, s. 411-414;
Beyâzîzâde Ahmed Efendi, ârâtü’l-merâm min ibârâti’l- mâm (nr.
Yûsuf Abdürrezzâk), Kahire 1368/1949, s. 233, 266, 303; “Tawf”, EI²
(ng.), X, 386; lyas Çelebi, “Hzlân”, DA, XVII, 419-420; a.mlf.,
“Lutuf”, a.e., XXVII, 239-241; Meryem Kiyânî Ferîd, “Tevfî”,
Dâninâme-i Cihân-i slâm, Tahran 1383/2004, VIII, 553-557. Hülya
Alper
TEVFK FKRET (1867-1915)
Edebiyât- Cedîde airi.
24 Aralk 1867’de stanbul Aksaray’da dodu. Asl ad Mehmed Tevfik’tir.
Babas Hâriciye Kalemi’nde memurluk ve çeitli vilâyetlerde
mutasarrflk yapan Çankrl Hüseyin Efendi, annesi Sakz adas
Rumlar’ndan mühtedî Hüsrev Bey’in kz Hatice Refîa Hanm’dr.
Örenimine Aksaray’da Mahmudiye Vâlide Rüdiyesi’nde balayan Mehmed
Tevfik, mektebin Doksanüç Harbi’nin ardndan Rumeli’den gelen
muhacirlere tahsis edilmesi üzerine Mektebi Sultânî’ye
(Galatasaray) gönderildi. Bu mektebin onun ahsiyeti üzerinde büyük
etkisi vardr. Hacca giden annesi bir kolera salgnnda Hicaz’da
öldüünden (1879) Tevfik’in gençlik yllar büyükannesinin yannda
geçti. Örencilik yllarnda disiplini, çalkanl ve kiiliiyle hocalarnn
dikkatini çekerken bir yandan da mektep arkadalarnn sevgisini
kazand. Galatasaray’da devrin tannm hocalarndan Muallim Feyzi,
Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’den ders gördü. Edebiyata ve
özellikle iire kar yetenei bu yllarda ortaya çkt. Hocalarnn
tevikiyle yazd eski tarzdaki ilk iirleri Muallim Feyzi vastasyla
Tercümân- Hakîkat’ta yaymland (1884-1885).
1888’de Mektebi Sultânî’yi birincilikle bitirdikten sonra ayn yl
Bâbâli Hâriciye Odas’nda çalmaya balad. Buradaki görevinden
holanmad için Sadâret Mektubî Kalemi’ne geçti; ancak verilen maa az
bularak eski memuriyetine döndü (1889). 1890’da daysnn kz Nâzme
Hanm’la evlendi. 1891’de smâil Safâ’nn nerettii Mirsad dergisinin
açt tevhîd ve sitâyi-i hazret-i pâdiâhî yarmalarnda birinci
seçildi. 1892 ylna kadar devam eden memuriyeti srasnda
Gedikpaa’daki Ticaret Mektebi’nde Franszca ve hüsn-i hat dersleri
de verdi. 1894’te arkadalar Hüseyin Kâzm Kadri ve Ali Ekrem’le
(Bolayr) birlikte Ma‘lûmât dergisini çkard; burada baz iirleriyle
tercümeleri yaymland. Ayn yl Mektebi Sultânî’de açlan Türkçe
muallimlii imtihann kazanarak bu okula tayin edildi. Ancak
hükümetin memur maalarnda kesintiye gitmesi üzerine istifa etti.
Ardndan hayatnn sonuna kadar sürdürecei Robert College’da Türkçe
hocalna balad.
1896 yl balarnda edebiyatta yenilik yapmaya hevesli gençlerle yeni
bir edebî topluluk kurmay arzu eden Recâizâde Mahmud Ekrem,
örencisi Ahmed hsan’ (Tokgöz) yaymlamakta olduu Servet dergisini
Serveti Fünûn adyla edebî bir dergi haline getirmeye ve ardndan
Tevfik Fikret’i bu derginin bana geçmeye ikna etti. Serveti Fünûn
böylece Tevfik Fikret’in yönetiminde ubat 1896 tarihli 256.
saysndan itibaren edebiyatta ve özellikle iirde yenilik yapmak
isteyen gençlerin topland bir edebiyat mahfili durumuna geldi.
Toplulua katlanlardan Cenab ahabeddin, Hâlid Ziya (Uaklgil), Mehmed
Rauf, Hüseyin Cahid (Yalçn), Hüseyin Suad, H. Nâzm (Ahmet Reit
Rey), A. Nâdir (Ali Ekrem Bolayr), Ahmed uayb, brâhim Cehdî
(Süleyman Nazif), Süleyman Nesib, Fâik Âlî (Ozansoy) ve smâil
Safâ’nn yan sra Sâmipaazâde Sezâi ile Recâizâde Mahmud Ekrem ve
Abdülhak Hâmid Serveti Fünûncular destekledi.
Türk edebiyat tarihinde birinci ve ikinci Tanzimat neslinden sonra
edebiyatta Batl anlamda asl yenilikleri gerçekletiren
Serveti Fünûn (Edebiyât- Cedîde) topluluunun bütün faaliyeti büyük
ölçüde Tevfik Fikret’in yönetimindeki bu dergi etrafnda gerçekleti.
Ancak bir süre sonra babasnn görevle Hama’ya bir nevi sürgüne
gönderilmesi, 1898’de smâil Safâ’nn evinde yaptklar bir toplant
sebebiyle birkaç gün tutuklanmas mizac ar derecede hassas olan
Tevfik Fikret’i büsbütün tedirgin etti. Bata kendisi olmak üzere
istibdat idaresinden ikâyetçi olan Serveti Fünûncular, Yeni
Zelanda’ya göç ederek orada daha rahat yaama hayaline kapldlar;
fakat hayallerini fiilen gerçekletiremeyeceklerini anlayp bu
teebbüsten vazgeçtiler. Bu defa Hüseyin Kâzm’n Manisa civarnda
Sarçam köyündeki çiftliine gitmeyi düündülerse de bu tasavvurlarn
da gerçekletiremediler. Fikret’in “Bir Mersiye” ve “Yeil Yurt” adl
iirleri hayalini kurduu bu kaçma düüncesiyle ilgilidir.
1900 ylnda ngiltere’nin Güney Afrika’da Boerler’i malûp etmesi
üzerine bu galibiyeti tebrik etmek, bu vesileyle ülkede hüküm süren
istibdat idaresine kar ngiltere’nin bask uygulamasn salamak amacyla
hazrlanp ngiliz sefâretine verilen bildiride Tevfik Firket’in
imzasnn da bulunmas dolaysyla bir süre Mâbeyin Dairesi’nde
sorguland. Tedirginliini büsbütün arttran bu olaylarn arkasndan bir
süre toplumdan uzaklat ve sadece iirle urat. Ayn yl, ilk iirleri
dnda büyük ölçüde Serveti Fünûn döneminde yazd iirlerden meydana
gelen Rübâb- ikeste’yi yaymlad. Eser ilgi görünce hemen ikinci
basks yapld. Ancak bütün bunlar onun huzursuzluunu gidermeye
yetmedi. Ayn günlerde, topluluk mensuplarndan Ali Ekrem’in bata
Cenab ahabeddin olmak üzere dier Serveti Fünûn airlerini ar bir
dille eletirdii “iirimiz” adl makalesini baz deiikliklerle Serveti
Fünûn’da neretti ve bu davran büyük bir tepkiyle karland. Tevfik
Fikret’in makalede deiiklik yapmasna öfkelenen Ali Ekrem yaznn asln
Baba Tâhir’in Musavver Ma‘lûmât dergisinde yaymlaynca topluluk
içinde ilk çözülme balad. H. Nâzm, Sâmipaazâde Sezâi ve
Menemenlizâde Tâhir, Ali Ekrem’i destekleyip Serveti Fünûn’dan
ayrldlar. Bir süre sonra idarî bir mesele yüzünden Ahmed hsan’la
aralar açlnca Tevfik Fikret de mecmuay terketti (1901). Hüseyin
Cahid’in Franszca’dan çevirdii Fransz htilâli’ne dair “Edebiyat ve
Hukuk” adl yazs yüzünden dergi hükümet tarafndan kapatld; böylece
topluluk fiilen dalm oldu.
Tevfik Fikret 1905 ylnda ksa aralklarla babasn ve kz kardeini
kaybetti. Görünürde bir sebep yokken babasnn Anadolu’ya sürgün
edilmesi ve orada ölmesi, Müftüolu Ahmed Hikmet’in kardei Refik
Bey’le evli olan kz kardeinin ackl ölümü Tevfik Fikret’in
straplarnn daha da artmasna yol açt. Ayn yl Aksaray’daki konaklarn
satp Rumelihisar’nda Robert College yaknlarnda planlarn kendisinin
çizdii ve Âiyan adn verdii evi ina ettirerek burada bir nevi
inzivaya çekildi. 23 Austos 1908’de Tanin’de yaymlanan bir yazsnda
heyecanl bir dille anlatt Robert College’da edindii yeni çevre
Fikret için bir snak olmutu. Özellikle Âiyan’a yerletikten sonra
gerek istibdat rejimine gerekse içinde yaad çevreye kar giderek
artan bir kin ve nefret duymaya balad. Ülkede yaanan siyasal ve
sosyal olaylar uzaktan takip ettii bu günlerde II. Merutiyet’in
ilânna kadar elden ele dolaan “Sis” (1902), “Sabah Olursa” (1905),
“Târîh-i Kadîm” (1905), “Mâzî-Âtî” ile (1906) II. Abdülhamid’e
bombal suikast hazrlayan Ermeni komitaclarn alklad “Bir Lahza-i
Teahhur” (1906) gibi manzumelerini yazd. Bunlar arasnda özellikle
II. Abdülhamid dönemi stanbul’una lânetler yadran üslûbuyla “Sis”
edebî çevrelerde geni yanklar uyandrd. “Sabah Olursa”da olu
Halûk’un ahsnda gelecek nesillerin kurtuluu ümidini besler.
“Mâzî-Âti”de ayn fikir gelitirilirken dorudan doruya geçmile
gelecein mukayesesi yaplr. Bu yllarn en çok yank uyandran ve tenkit
edilen baka bir iiri de “Bir Lahza-i Teahhur”dur. 21 Temmuz 1905
günü cuma namaznn ardndan Ermeni komitaclarnn II. Abdülhamid’e kar
giritii suikastn
baarszlkla sonuçlanmas üzerine bu iiri yazan Fikret’in burada hain
emeller peindeki Ermeniler’i alklamas hem o yllarda hem bu iirin
yaymland II. Merutiyet sonrasnda çok eletirilmitir.
24 Temmuz 1908’de II. Merutiyet’in ilân üzerine büyük bir sevinçle
inzivadan çkan Fikret “Millet arks” adl manzumeyi kaleme ald. Daha
önce dargn olduu bir ksm arkadalaryla bart ve yeni bir fikir
hamlesine giriti. Eski arkadalar Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kâzm’la
birlikte adn kendisinin koyduu Tanin gazetesini yaymlamaya balad.
Ksa zamanda devlet yönetimini ele geçiren ttihat ve Terakkî
Cemiyeti, Tevfik Fikret’i maarif nâzr yapmak istediyse de o bunu
kabul etmedi. Bir ksm örencileri ve yakn çevresinin srar ile
Galatasaray Mektebi Sultânîsi’ne müdür oldu (28 Aralk 1908). Ayn
zamanda Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’de ders verdi. Mektebi
Sultânî’de o döneme göre modern eitim sistemi için disipline dayal
yeni bir düzen kurdu. Yapt yenilikler dolaysyla hakknda çkan
dedikodularn artmas yüzünden dört ay sonra müdürlükten istifa etti
ve Robert College’daki hocalna döndü. Bu münasebetle Hüseyin
Cahid’e yazd mektupta geçen, “Bugün sa‘y ü irfânm tebdîl-i
tâbiiyyet etti” ifadesi ve bir süredir genel anlamda din karsnda
olumsuz bir tavr taknmas devrin muhafazakâr çevreleri tarafndan
aleyhinde bir kampanyann balatlmasna yol açt. Tanin’in ttihat ve
Terakkî Cemiyeti’nin yayn organ haline gelmesi üzerine 1910’da
gazete ile bütün ilikisini kesti; ayn yl Dârülfünun ve
Dârülmuallimîn’deki görevlerini de brakt. 1912’de Meclisi Meb‘ûsan
kapatlnca “Doksan Bee Doru” ve ttihatçlar aleyhine “Hân- Yamâ” gibi
manzumelerini kaleme ald.
Mühendislik tahsili yapmak üzere 1909’da skoçya’ya gönderdii olu
Halûk için
yazd iirleri Halûk’un Defteri adyla yaymlad (1911).