Upload
trandieu
View
241
Download
9
Embed Size (px)
Citation preview
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
KÖPEKLERDE AKCİĞER HASTALIKLARININ TANISINDA
BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ VE TORASİK RADYOGRAFİ
BULGULARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Deva Başak BOZTOK ÖZGERMEN
CERRAHİ ANABİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. Ali BUMİN
2014 – ANKARA
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
KÖPEKLERDE AKCİĞER HASTALIKLARININ TANISINDA
BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ VE TORASİK RADYOGRAFİ
BULGULARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Deva Başak BOZTOK ÖZGERMEN
CERRAHİ ANABİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. Ali BUMİN
Bu tez, Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Müdürlüğü tarafından 13 B
333 80 03 proje numarası ile desteklenmiştir.
2014 - ANKARA
Ankara Universitesi Saglik Bilimleri EnstlttistiCerrahi Anabilim Doktora Programi
(^erfevesinde yuriitiilmus. olan bu falisma, a§ agidaki jtiri tarafmdanDoktora Tezi olarak kabul edilmistir.
Tez Savunma Tarihi : 17.06.2014
Prof.Dr. BahattinAnkara UniversitesiVeteriner Fakiiltesi
Juri Ba§kam
Prof.Dr. All BUMINAnkara UniversitesiVeteriner Fakiiltesi
(Damsmam)
Prof.Dr. Asian KALINBACAnkara UniversitesiVeteriner Fakiiltesi
AK
Prof.Dr. M. Doga TEMZSOYLUMehmet Akif Ersoy Universitesi
Veteriner Fakiiltesi
Yrd.Do9.Dr. Mehmet SAGLAMAnkara UniversitesiVeteriner Fakiiltesi
ii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
No
Kabul ve Onay i
İçindekiler ii
Önsöz vii
Simgeler ve Kısaltmalar ix
Çizelgeler xi
Şekiller xii
1. GİRİŞ 1
1.1. Solunum Yolu ve Akciğer Hastalıkları 1
1.1.1. Solunum Yolu ve Akciğer Hastalıklarına Yaklaşım 1
1.1.2. Hastanın Anamnezi 1
1.1.3. Fiziksel Muayene 3
1.1.4. Solunum Yolu Hastalıkları 6
1.1.4.1. Trakea 6
1.1.4.1.1. Non-enfeksiyoz Trakeitis 9
1.1.4.1.2. Enfeksiyoz Trakeobronşitis 9
1.1.4.1.3. Trakeal Kollaps 10
1.1.4.2. Köpek Kronik Bronşitis 12
1.1.5. Akciğer Parankimine Ait Hastalıklar 13
1.1.5.1. Pulmoner Parankim Hastalıklarının Klinik Belirtileri 14
1.1.5.2. Solid Pulmoner Tümörler 15
1.1.5.3. Metastatik Akciğer Hastalıkları 18
1.1.6. Alveoler Akciğer Hastalıkları 20
1.1.6.1. Atelektazi 21
1.1.6.2. Pulmoner Ödem 24
1.1.6.3. Boğulma - Dumana Maruz Kalma 27
1.1.6.4. Pneumoni 28
iii
1.1.7. Pleural Boşluğa Ait Hastalıklar 33
1.1.7.1. Radyografik Anatomi 33
1.1.7.2. Pleural Efüzyon 35
1.1.7.2.1. Efüzyonun Nedenleri 35
1.1.7.3. Pneumotoraks 39
1.1.7.3.1. Pneumotoraksın Türleri 40
1.1.8. Toraks Duvarına Ait Hastalıklar 42
1.1.8.1. Kosta Kırığı 42
1.2. Toraks Radyografisi ve Radyolojisinin Temelleri 43
1.2.1. Temel Torasik Radyografi 44
1.2.1.1. Endikasyonlar 44
1.2.2. Radyografide Teknik 46
1.2.2.1. Film 46
1.2.2.2. Çekim Süresi (Exposure) 46
1.2.2.3. Standart Radyografik Pozisyonlar 48
1.2.3. Toraks Radyografilerinde Sistemik İnceleme 51
1.2.3.1. Anatomik İnceleme 52
1.2.3.2. Topografik İnceleme 52
1.2.3.3. Radyografik Anatomideki Çeşitlilikler 53
1.2.3.3.1. Irk, Yaş, Cinsiyet ve Vücut Kondisyonu 53
1.3. Toraksın Ultrasonografi ile Görüntülenmesinde Temel
Bilgiler
60
1.3.1. Genel Toraks Ultrasonografisi 60
1.3.1.1. Endikasyonlar 60
1.3.1.2. Teknik 60
1.3.1.3. Ekipman 61
1.3.1.4. Muayene Yöntemi 61
1.3.1.5. Toraks Duvarı, Pleural Yüzey ve Akciğer Yüzeyi 61
1.3.1.6. Mediastinum 62
iv
1.3.1.7. Diyafram 63
1.3.1.8. İnce İğne Aspirasyonu ve Biyopsi 63
1.4. Toraksın Bilgisayarlı Tomografi ile Görüntülenmesinde
Temel Bilgiler
65
1.4.1. Endikasyonlar 65
1.4.2. Toraks Duvarı 65
1.4.3. Pleural Boşluk 66
1.4.4. Kalp, Büyük Damarlar ve Mediastinum 66
1.4.5. Solunum Yolları ve Akciğerler 67
1.4.6. Hastanın Sabitlenmesi ve Hazırlanması 67
1.4.7. Teknik 70
1.4.8. Bilgisayarlı Tomografi Eşliğinde İnce İğne Aspirasyonu 71
1.5. Toraksın Manyetik Rezonans ile Görüntülenmesinde Temel
Bilgiler
72
1.5.1. Endikasyonlar 72
1.5.2. Toraks Duvarı 73
1.5.3. Pleural Boşluk 73
1.5.4. Kalp, Büyük Damarlar ve Mediastinum 73
1.5.5. Solunum Yolları ve Akciğerler 74
1.5.6. Sınırlamalar ve Bilgisayarlı Tomografi ile Karşılaştırma 74
1.5.7. Hastanın Sabitlenmesi ve Hazırlanması 75
1.5.8. Teknik 76
1.6. Bilgisayarlı Tomografi Cihazlarıyla İlgili Temel Bilgiler 77
1.6.1. Bilgisayarlı Tomografi Cihazların Temel Yapısı 78
1.6.2. Bilgisayarlı Tomografi Cihazının Bölümleri 79
1.6.3. Bilgisayarlı Tomografide Görüntü Kalitesini Etkileyen
Faktörler
84
1.6.4. Bilgisayarlı Tomografide Görüntü Eldesi 88
1.6.4.1. Bilgisayarlı Tomografide Resim Elemanları 88
1.6.4.2. Görüntüleme Alanı (Field of View) 88
v
1.6.4.3. Pencereler 87
1.6.4.4. Ölçümler 89
1.6.4.5. Rekonstrüksiyon (Reformasyon) 89
1.6.4.6. Çözümleme Gücü (Rezolüsyon) 90
1.6.4.7. Filtrasyon (Görüntü İyileştirme) 92
1.7. Bilgisayarlı Tomografi Görüntü Yorumlanmasında Temel
İlkeler
93
1.7.1. Bilgisayarlı Tomografide Temel Tanımlama Terminolojisi 93
1.7.1.1. Yer terminolojisi 93
1.7.1.2. Tarama Düzlemleri 93
1.7.2. Bilgisayarlı Tomografide Dokuların Birbirinden Ayırt
Edilmesi
95
2. GEREÇ VE YÖNTEM 98
2.1. Gereç 98
2.1.1. Çalışma Gerecini Oluşturan Olgular 98
2.1.2. Çalışmada Kullanılan Cihazlar 101
2.2. Yöntem 101
2.2.1. Tez Olgularının Değerlendirme Protokolü 101
2.2.1.1. Anamnez Alınması 101
2.2.1.2. Radyografik Değerlendirme 102
2.2.1.3. Bilgisayarlı Tomografi ile Görüntüleme 103
2.2.1.4. Bilgisayarlı Tomografi Görüntülerinin Yorumlanması 106
3. BULGULAR 107
3.1. Tez Olgularını Oluşturan Irkların Dağılımı 107
3.2. Tez Olgularının Cinsiyet ve Yaşa Göre Dağılımı 108
3.3. Tez Olgularını Oluşturan Hastaların Anamnezleri 109
3.4. Tez Olgularının Radyografik Muayene Sonuçları 109
3.5. Tez Olgularının Bilgisayarlı Tomografi Muayene Sonuçları 124
4. TARTIŞMA 145
vi
5. SONUÇ VE ÖNERİLER 157
Özet 161
Summary 162
Kaynaklar 163
Ekler 167
Ek-1 167
Özgeçmiş 168
vii
ÖNSÖZ
Köpeklerde akciğer hastalıkları ile ilgili şikayetler son zamanlarda gittikçe
artmaktadır. Bundan dolayı bu hastalıklarının kesin tanısı konularak, doğru bir
sağaltım protokolü uygulanması gerekmektedir. Hastalıkların doğru şekilde sağaltımı
ile hem ekonomik olarak hem de hasta sağlığı açısından kazanç sağlanmaktadır.
Akciğerlerde şekillenen hastalıklar denildiğinde alveollerden başlayıp tüm akciğeri
oluşturan anatomik yapılarda primer ya da sekonder olarak şekillenen birçok
hastalığa rastlanılmaktadır. Ayrıca; akciğerlerin yerleştiği göğüs boşluğunda bulunan
diğer yapılarda da değişik hastalıklara rastlanılmaktadır. Bunlar ya tek başına ya da
akciğerlerle ilişkili olarak şekillenmektedir.
Akciğer hastalıklarının değerlendirilmesinde radyografi, en önemli ve en sık
kullanılan tanı yöntemlerinden birisidir. Radyografi ile intratorasik yapıların
incelenmesi ve pulmoner hastalıkların değerlendirilmesi yapılabilir. Radyografik
muayene bulguları ile bazı hastalıkların tanısı tam olarak konulabildiği gibi çoğu
hastalıkta radyografik bulgular yetersiz ya da şüphelidir. Elde edilen bulguların
tanıya etkisi pleural sıvı varlığında ya da torasik bölgede birden çok lezyon olması
durumunda sınırlanmaktadır. Radyografik muayene ile ancak hastalığın ilerlediği
dönemde tanı konulabilmektedir. Ayrıca birçok akciğer hastalığında radyografik
muayenede süperpozisyondan dolayı yanlış tanı da konulabilmektedir. Bu nedenle,
Bilgisayarlı Tomografi ile görüntüleme yapılarak hastalıkların erken dönemde tanısı
konulabilir; çünkü tomografik muayene ile alınan kesit grafilerde çok küçük olan
lezyonlar bile tanımlanabilmekte ve radyografide görülen süperpozisyonlar bu tanı
yönteminde şekillenmemektedir. Bu açıdan bu çalışma akciğere ait hastalıklarda
radyografik ve Bilgisayarlı Tomografik görüntüleme yöntemlerinin akciğer
hastalıklarının değerlendirilmesinde birbiriyle olan uyumunun ve farklı hastalıklarda
birbirlerine olan üstünlüklerinin ortaya konulması ve hastalığın prognozu hakkında
hekime bilgi vermesi yönünden büyük önem taşımaktadır. Günümüzde akciğer
hastalıklarının tanısında klinik, radyografik, ultrasonografik, bronkoskopik,
sintigrafik, Manyetik Rezonans (MR), Bilgisayarlı Tomografi (BT) gibi farklı tanı
yöntemleri kullanılmaktadır.
Toraksın ultrasonografik muayenesinde genellikle pleural efüzyon varlığı ve
kapsamı, mediastinal kitlelerin tanısı koyulabilir. Ultrasonografi eşliğinde efüzyonun
ince iğne ile aspirasyonu ya da kitlesel yapıların biyopsisinin yapılması mümkündür.
Ultrason dalgaları, hava içeren akciğerleri geçemediği için rutin toraks
görüntülemesinde ultrasonografinin kullanım alanı bulamamaktadır ya da belli başlı
lezyonların tanısında kullanılmaktadır.
viii
Üstün yumuşak doku kontrastı ve her düzlemde görüntü alınabildiği için
toraks cerrahisi planlaması için MR değerli bir kaynaktır. MR ile toraks duvarındaki
kitleleri tanısı koyulabilir, diğer görüntüleme yöntemleri ile nedeni belirlenemeyen
pleural efüzyonların da kaynağı tespit edilebilir. BT ile karşılaştırıldığında, akciğer
görüntülenmesinde akciğerlerden düşük sinyal alınması ve artefaktlar nedeniyle MR
ender olarak kullanılmaktadır.
İnsanlarda Bilgisayarlı Tomografi bronşial, akciğer ve mediastinal
hastalıkların değerlendirilmesinde rutin olarak kullanılmaktadır. BT ile insanlarda
tümör evreleme de yapılabilmektedir. Küçük hayvanlarda BT; beyin, burun boşluğu,
orbita, vertebralar ve abdominal yapıların incelenmesinde kullanılmaktadır; ancak
geçmişte hayvanlarda toraks BT’si sınırlı olarak kullanılmaktaydı. Spiral BT
yaygınlaştıkça insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da toraks hastalıklarının tanısında
bu yöntemin kullanılması artmaktadır.
Akciğerler patolojilerinin incelenmesinde, hastalığın altında yatan neden,
kapsamı ve şiddeti konularında radyografik bulguların yetersiz olduğu durumlarda,
BT mükemmel bir görüntüleme tekniğidir. Küçük hayvanlarda, pulmoner kitlelerin
erken dönemde saptanması, kanser evreleme, metastatik akciğer lezyonlarının
görüntülenmesi, bronşial tıkanıklık ve hastalıklar, yineleyen pneumotoraks
durumlarında hastalığın nedenin belirlenmesi amacı ile BT kullanılmaktadır.
1990’lı yılların sonlarına doğru Veteriner Hekimlikte de kullanılmaya
başlanan BT ile ilgili ülkemizde yapılan çalışmalar sınırlı düzeydedir. Bunun en
önemli nedenlerinden birisi Veteriner Fakültelerinde BT cihazının olmaması, bu
amaçla beşeri görüntüleme merkezlerinin kullanılmasıdır. Toraks hastalıklarının
görüntülenmesinde rutinde kullanılan radyografi, çoğu olguda yetersiz kalmakta ve
hastalara kesin tanı konulamayıp, sağaltımlar yetersiz kalmaktadır.
Bu araştırma, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi bünyesinde faaliyete
geçen Bilgisayarlı Tomografi ünitesi kullanılarak gerçekleştirilen ilk bilimsel çalışma
olması nedeniyle, ünitenin rutinde kullanımı ve ileride yapılacak çalışmalara bilimsel
yönden katkıda bulunması da ilke olarak benimsenmiştir.
Doktora eğitimim süresince bilgi ve deneyimleri ile yetişmemde emekleri
bulunan, başta danışmanım Sayın Prof. Dr. Ali BUMİN olmak üzere Cerrahi
Anabilim Dalı öğretim üyelerine, birlikte çalıştığım ve tez çalışmamda emeği geçen
Cerrahi kliniğindeki tüm arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim.
Hayatımın her aşamasında beni sevgi ve sabırla destekleyip yol gösteren,
engeller karşısında asla vazgeçmememi öğütleyen ve hiçbir zaman bana olan
inançlarını ve güvenlerini kaybetmeyen değerli aileme, her zaman yanımda oldukları
için teşekkür ederim.
Son olarak; en zor zamanlarda bile elimi tutan, her zorluğun üstesinden
birlikte gelindiğini bana hep kanıtlayan, desteğini hiçbir zaman benden esirgemeyen
ve her durumda yanımda olan sevgili eşime teşekkür ederim.
Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Müdürlüğü’ne projeye
sağladıkları destek nedeniyle teşekkürlerimi sunarım.
ix
SİMGELER VE KISALTMALAR
BT Bilgisayarlı Tomografi
CdVD Kaudal Vena Kava
cm Santimetre
CrVC Kranial Vena Kava
D/V Dorsoventral
EKG Elektrokardiyografi
FOV Görüntüleme Alanı (Field of view)
G Gauge
g Gram
HU Hounsfield units
HRCT Yüksek Rezolüsyonlu BT
i.v. İntravenöz
kg Kilogram
kV Kilo Voltaj
l Litre
L Sol
L/L Laterolateral
mA Miliamper
mAs Miliamper saniye
mg Miligram
MHz Megahertz
mm Milimetre
ml Mililitre
MR Manyetik Rezonans
no Numara
R Sağ
sn Saniye
v. Vena
x
V/D Ventrodorsal
WL Pencere Seviyesi
WW Pencere Genişliği
% Yüzde
3D Üç Boyutlu
xi
ÇİZELGELER
Çizelge 1.1. Alveoler akciğer hastalıklarının görülme ve sağaltım sonrası
iyileşmesi için gereken zaman.
21
Çizelge 1.2. Toraks radyografisinin endikasyonları. 45
Çizelge 1.3. Köpeklerde inspirasyon ve ekspirasyonda görülen
radyografik özellikler.
55
Çizelge 1.4. Sol lateral ve sağ lateral yönlü radyografilerin arasında
görülen farklılıklar.
57
Çizelge 1.5. Torakstaki anatomik yapılar V/D ve D/V radyografilerde
farklı görünür.
59
Çizelge 1.6. BT ve MR karşılaştırılması. 75
Çizelge 1.7. X-ışını yöntemlerinin ayırabildiği dokular. 97
Çizelge 2.1. Çalışma materyalini oluşturan olgulara ait bilgiler. 99
Çizelge 3.1. Olguların ırk dağılımı grafiği. 107
Çizelge 3.2. Olguların cinsiyetlerine göre dağılım grafiği. 108
Çizelge 3.3. Olguların yaşlarına göre dağılım grafiği. 108
xii
ŞEKİLLER
Şekil 1.1. Sağlıklı bir köpeğe ait toraks radyografisi. Ok: 5. interkostal
aralıkta trakea sonlanarak bronşlara ayrılır.
6
Şekil 1.2. 14 yaşında Pomeranian cinsi köpeğe ait laterolateral grafi.
Ok: Servikal trakeadaki daralma.
11
Şekil 1.3. Sağlıklı bir köpeğe ait sol lateral yatış pozisyonunda elde
edilen radyografi. AC: Akciğer, Ao: Aort, K: Kalp, T:
Trakea, D: Diyafram, KVC: Kaudal Vena Cava, S: Sternum.
13
Şekil 1.4. Sağlıklı bir köpeğe ait V/D pozisyonda elde edilen
radyografi ve anatomik yapılar.
14
Şekil 1.5. 12 yaşındaki melez ırk bir köpeğe ait sol lateral radyografi.
Ok: Sağ orta akciğer lobunda yumuşak doku opasitesi
gösteren soliter nodül görülüyor.
16
Şekil 1.6. 12 yaşındaki bir alman çoban köpeğine ait BT görüntüsü.
Yıldız: Sol hemitoraksta yumuşak doku ile izodens
pulmoner karsinoma dikkati çekiyor.
18
Şekil 1.7. Greyhound ırkı bir köpeğe ait D/V toraks radyografisi.
Travma sonucu oluşan pneumotoraks sonucunda akciğer
loblarında pasif kollaps oluşmuş. Ok işaretleri: Akciğer
lobları yapılarını koruyarak boyutlarını küçültmüşler.
Akciğer loblarının opasitesindeki artış dikkati çekiyor.
22
Şekil 1.8. 8 yaşında, melez ırk bir köpeğin aksesor akciğer lobu
seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. A) Hasta genel
anestezi altında, oksijen takviyesi alıyor. Dorsal yatış
pozisyonunda olduğu için, dorsal akciğer lobları kollabe
olmuş ve metastaz yönünden değerlendirilemiyor. Yıldız:
gaz ve sıvı ile dolu özefagus. B) Hasta sternal yatış
pozisyonuna alındıktan sonra aynı bölgeden alınan transvers
BT görüntüsü. Hareketsiz yatış pozisyonu ve oksijen
xiii
desteğinin olması rezorpsiyon atelektazisi ile sonuçlanmış.
Pozisyonun değiştirilmesiyle atelektazi de normale dönüyor.
23
Şekil 1.9. Parakvat zehirlenmesi şüphesi olan bir köpeğe ait transvers
BT görüntüsü. Oklar: Özellikle kaudoventral akciğer
alanlarında alveolar boşlukların sıvı ile dolduğu görülüyor.
26
Şekil 1.10. Yangından kurtarılmış, 6 aylık alman çoban köpeğine ait
lateral torasik radyografi. Oklar: Dumana maruz kalma
nedeniyle özellikle kaudodorsal akciğer alanlarında alveoler
patern görülüyor.
28
Şekil 1.11. Bronşiektazi ve bronkopneumoni tanısı koyulan bir köpeğe
ait L/L radyografi. Oklar: Çok sayıda, düzgün olmayan,
duvar kalınlığı artmış bronşial halkalar ve etrafındaki
akciğer dokusunda opasite artışı görülüyor.
30
Şekil 1.12. 12 yaşındaki minyatür Dachshund ırkı köpeğe ait, kranial
akciğer loblarının transvers BT görüntüsü. Oklar: Sağ
kranial akciğer lobunda parsiyel konsolidasyon özellikle
ventral alanda görülüyor.
30
Şekil 1.13. Mikoplazmal pneumonisi olan, 9 yaşında melez ırk köpeğe
ait L/L toraks radyografisi. Oklar: Akciğer genelinde
bronkointerstisyel akciğer paterni görülüyor.
31
Şekil 1.14. 2 yaşındaki Rottweiler ırkı, pulmoner coccidioidomycosis
görülen bir köpeğe ait L/L toraks radyografisi. Akciğer
loblarında diffuz olarak yayılmış, sınırları belirsiz nodüller
ve perihilar lenfadenopati nedeniyle dorsale deviye olmuş
kaudal trakea görülüyor.
32
Şekil 1.15. Pleural tabakanın dorsal düzlemde görüntüsü. kostal,
mediastinal ve diyafragmatik parietal pleuranın devamlılığı
dikkati çekiyor. Sağ tarafta ise transvers düzlemdeki
görüntü. H: Kalp, L: Akciğer, T:Trakea.
33
Şekil 1.16. Bir köpekte serbest pleural efüzyon görüntüsü. Oklar: Yer
çekimi ile birlikte sıvının ventralde toplandığı görülüyor.
39
xiv
Şekil 1.17. Sağ orta akciğer lobu, torsiyonu sonucunda sağ kaudal loba
baskı yapıyor. Yıldız: Sol dorsal bölgede pneumotoraks
görülüyor.
41
Şekil 1.18. L/L grafide hayvanın yatırılış pozisyonu ve kollimasyon
sırasında seçilecek toraks alanı.
50
Şekil 1.19. a) D/V grafide hayvanın yatırılış pozisyonu, b) V/D grafide
hayvanın yatırılış pozisyonu.
51
Şekil 1.20. (a) Sağ lateral ve (b) sol lateral toraks radyografileri.
Karaciğer loblarının görünümdeki değişiklik dikkat
çekmektedir (karaciğer sağ lob: pembe çizgi; karaciğer sol
lob: mavi çizgi). Sağ lateral pozisyonda birbirlerine paralel
görünümde iken, sol lateral pozisyonda “Y” şeklinde
görünmektedir. Yeşil çizgi ile gösterilen kaudal vena kava
diyaframdan geçtiği için karaciğerin sağ lobu ile birleşmiş
şekilde görünmektedir. Bu birleşme, sağ lateral pozisyonda
daha kranialde, sol lateral pozisyonda ise daha kaudalde
gerçekleşir. (c) Sağ lateral pozisyonda organların
şematizasyonu. (d) Sol lateral pozisyonda organların
şematizasyonu.
58
Şekil 1.21. BT ile toraks incelemesi yapılan 4 yaşındaki bir St. Bernard
köpeğe ait görüntü.
68
Şekil 1.22. Transvers düzlem için kullanılan terminoloji. Cd: Kaudal;
Cr: Kranial; Di: Distal; Pr: Proksimal; R: Rostral.
94
Şekil 1.23. Dorsal (mavi ve yeşil) ile frontal (sarı ve kahverengi)
düzlemler için kullanılan terminoloji. Cd: Kaudal; Cr:
Kranial; D: Dorsal; Pa: Palmar; Pl: Plantar; V: Ventral.
94
Şekil 1.24. Toraks BT’nin dorsal görüntülenmesinde yönler. 94
Şekil 1.25. Sagittal BT görüntülenmesinde yönler. 95
Şekil 1.26. Toraks BT’nin transversal görüntülenmesinde yönler. 95
Şekil 2.1. BT muayenesi için hastanın pozisyonlandırılması. 103
xv
Şekil 2.2. 3 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. R: Sağ, L: Sol, H:
Baş, F: Ayak.
104
Şekil 2.3. 10 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. P: Dorsal, A:
Ventral, H: Baş, F: Ayak.
105
Şekil 3.1. 1 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Akciğer
parankiminde diffuz tarzda yayılmış yumuşak doku opasitesi
veren kitlesel lezyonlar görüldü.
112
Şekil 3.2. 1 no’lu olguya ait V/D radyografi. Oklar: Akciğer
parankiminde sağ ve sol hemitoraksta diffuz tarzda yayılmış
kitlesel lezyonlar görüldü. R: Sağ.
112
Şekil 3.3. 2 no’lu olguya ait L/L radyografi. Kalbin sternumdan
uzaklaştığı izleniyor. Oklar: Serbest hava.
113
Şekil 3.4. 2 no’lu olguya ait V/D radyografi. Oklar: Kollabe olmuş
akciğer lobları.
113
Şekil 3.5. 2 no’lu olguda torakosentez ile serbest hava boşaltıldıktan
hemen sonraki kontrol amaçlı alınan L/L radyografi. Oklar:
Serbest havanın azaldığı görülüyor.
114
Şekil 3.6. 4 no’lu olguya ait L/L radyografi. Ventralde sıvı varlığı
nedeniyle kalp silüeti kaybolmuş.
114
Şekil 3.7. 4 no’lu olguya ait torakosentez yapıldıktan hemen sonra
alınan kontrol amaçlı L/L radyografi. Yıldız: Serbest sıvının
aspirasyonu sonucunda tekrar genişleyip hava ile dolan
akciğer lobları.
115
Şekil 3.8. 5 no’lu olguya ait L/L radyografi. Ok: Kitle şüpheli lezyon. 115
Şekil 3.9. 5 no’lu olguya ait V/D radyografi. Ok: Kitle şüpheli lezyon. 116
Şekil 3.10. 5 no’lu olguya ait sağ scapulanın A/P ve L/L radyografisi.
xvi
Ok: Kemikteki tümöral oluşum. 116
Şekil 3.11. 7 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: 8. torakal vertebra
hizasında yumuşak doku opasitesi veren kitle şüpheli lezyon
saptandı.
117
Şekil 3.12. 7 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: 8. torakal vertebra
hizasında yumuşak doku opasitesi veren kitle şüpheli lezyon
saptandı.
117
Şekil 3.13. 8 no’lu olguya ait L/L radyografi. Akciğerde diffuz opasite
artışı bronkopneumoni şüphesi oluşturdu.
118
Şekil 3.14 8 no’lu olguya ait V/D radyografi. Bilateral akciğer
loblarındaki diffuz opasite artışı bronkopneumoni şüphesi
oluşturdu.
118
Şekil 3.15. 10 no’lu olguya ait L/L radyografi. 119
Şekil 3.16. 10 no’lu olguya V/D radyografi. 119
Şekil 3.17. 10 no’lu olguya detaylı V/D radyografi. Ok: Kalsifiye
alanlar.
120
Şekil 3.18. 12 no’lu olguya ait L/L radyografi. Şiddetli pleural efüzyon
nedeniyle toraksa ait hiçbir anatomik yapı görülemiyor.
120
Şekil 3.19. 12 no’lu olguya ait V/D radyografi. Şiddetli pleural efüzyon
nedeniyle toraksa ait hiçbir anatomik yapı görülemiyor.
121
Şekil 3.20. 12 no’lu olgunun efüzyon aspire edildikten 1 hafta sonraki
kontrol L/L radyografisi.
121
Şekil 3.21. 12 no’lu olgunun efüzyon aspire edildikten 1 hafta sonraki
kontrol V/D radyografisi. Oklar: Sıvının boşaltılması
sonrasında tekrar hava ile şişen akciğer görüntüsü.
122
Şekil 3.22. 14 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Kitlesel lezyon. 122
xvii
Şekil 3.23. 17 no’lu olguya ait V/D radyografi. Oklar: Kalsifiye alanlar. 123
Şekil 3.24. 17 no’lu olguya ait L/L radyografi. 123
Şekil 3.25. 18 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Ventral ve dorsal
akciğer loblarında yumuşak doku opasitesinde kitle şüpheli
lezyon.
124
Şekil 3.26. 1 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Akciğerde diffuz
olarak yayılmış kitlelerin varlığı dikkat çekiyor. R: Sağ, L:
Sol, H: Baş, F: Ayak. Beyaz kesik çizgi: Transvers
görüntünün alındığı 3. torakal vertebra seviyesi.
128
Şekil 3.27. 1 no’lu olguya ait 3. torakal vertebra hizasından alınan
transvers BT görüntüsü. Trakeanın bifurkasyon bölgesinde
sol tarafta 24,61 x 35,49 mm boyutlarında intraparankimal
kitle. Sağ hemitoraksta toraks duvarına yakın bölgede 5,97 x
5,52 mm boyutlarında nodül. R: Sağ, L: Sol, A: Dorsal, P:
Ventral. Ao: Aort, B: Bronş, K: Kalp, S: Sternum, Ko:
Kosta, AC: Akciğer, V: Torakal Vertebra.
128
Şekil 3.28. 2 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Sağ ve sol
hemitoraksta serbest gaz ve akciğerlerde atelektazi
görülüyor. R: Sağ, L: Sol, H: Baş, F: Ayak. Beyaz kesik
çizgi: Transvers görüntünün alındığı 7. torakal vertebra
seviyesi.
129
Şekil 3.29. 2 no’lu olguya ait 7. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Yıldız: Serbest gazın olduğu
alanlar. R: Sağ, L: Sol, A: Dorsal, P: Ventral. Ao: Aort, D:
Diyafram, Ko: Kosta, AC: Akciğer, V: Torakal Vertebra.
129
Şekil 3.30. 3 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Toraksın ventralinde
sıvı nedeniyle kalp silüeti kaybolmuş. H: Baş, F: Ayak, A:
Ventral, P: Dorsal. Beyaz kesik çizgi: Transvers görüntünün
xviii
alındığı 5. torakal vertebra seviyesi. 130
Şekil 3.31. 3 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Siyah oklar: Ventralde sıvı ile
izodens alanlar pleural efüzyonu gösteriyor. Akciğer
penceresi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. B: Bronş,
Ko: Kosta, AC: Akciğer, V: Torakal Vertebra.
130
Şekil 3.32. 3 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Siyah oklar: Ventralde sıvı ile
izodens alanlar pleural efüzyonu gösteriyor. Mediastinum
penceresi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. B: Bronş,
AC: Akciğer, K: Kalp.
131
Şekil 3.33. 4 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Ventralde sıvı
birikimi nedeniyle kalp silüeti kaybolmuş. Siyah ok: Serbest
sıvı. H: Baş, F: Ayak, A: Ventral, P: Dorsal. Beyaz kesik
çizgi: Transvers görüntünün alındığı 1. torakal vertebra
seviyesi.
132
Şekil 3.34. 4 no’lu olguya ait 1. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Yıldız: Sol hemitoraksın dorsalinde
pneumotoraks. Siyah oklar: Toraksın ventralinde bilateral
pleural efüzyon görüntüsü. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea.
132
Şekil 3.35. 5 no’lu olguya ait 4. torakal vertebra transvers BT
görüntüsü. Siyah yıldız: Sol toraks duvarı ile ilişkili; 30,32 x
18,56 mm boyutlarında nodül. Sağ toraks duvarı yakınında
8,83 x 7,14 mm boyutlarında nodül. Akciğer penceresi. R:
Sağ, L: Sol, A: Vental, P: Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea,
Ö: Özefagus.
133
Şekil 3.36. 5 no’lu olguya ait 4. torakal vertebra transvers BT
görüntüsü. Siyah yıldız: Mediastinum penceresi ile
xix
incelendiğinde nodülün toraks duvarı ile ilişkili olduğu
görülüyor. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC:
Akciğer, T: Trakea, Ö: Özefagus.
133
Şekil 3.37. 5 no’lu olguya ait 7. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Sol toraks duvarı ile ilişkili 55,73 x
82,38 mm boyutlarında kitle. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K: Kalp, T: Trakea, Ö:
Özefagus.
134
Şekil 3.38. 7 no’lu olguya ait 8. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Sağ kaudal ve aksesor akciğer
lobunda kitle görüldü. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal.
AC: Akciğer, Ao: Aort, D: Diyafram.
135
Şekil 3.39. 7 no’lu olguya ait 3 ay sonraki kontrolde alınan 9. torakal
vertebra seviyesinde transvers BT görüntüsü. Sağ kaudal ve
aksesor akciğer lobundaki kitlelerin boyutlarında önemli
değişme görülmedi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal.
AC: Akciğer, D: Diyafram.
135
Şekil 3.40. 8 no’lu olguya ait 3. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Boyutları 3,26 mm kadar küçük
olan nodüller dahi tespit edilebildi. R: Sağ, L: Sol, A:
Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea.
136
Şekil 3.41. 8 no’lu olguya ait 6. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Sağ ve sol akciğer loblarında
parankimine diffuz tarzda yayılmış kitlesel odaklar tespit
edildi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer,
Ao: Aort, B: Bronş, K: Kalp.
136
Şekil 3.42. 11 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Siyah oklar:
Travmaya bağlı oluşmuş 5, 6 ve 7. kostalarda kırık tespit
edildi. R: Sağ, L: Sol, H: Baş, F: Ayak. Beyaz kesik çizgi:
xx
Transvers görüntünün alındığı 5. torakal vertebra seviyesi. 137
Şekil 3.43. 11 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Siyah oklar: Sağ ve sol
hemitoraksta pleural efüzyon. Akciğer penceresi. R: Sağ, L:
Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, K: Kalp.
137
Şekil 3.44. 11 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Siyah ve beyaz oklar: Sağ ve sol
hemitoraksta pleural efüzyon. Mediastinum penceresi. R:
Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, K: Kalp.
138
Şekil 3.45. 13 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Siyah oklar:
Akciğer parankiminde kitle şüpheli alanlar. H: Baş, F:
Ayak, A: Ventral, P: Dorsal. Beyaz kesik çizgi: Transvers
görüntünün alındığı 6. torakal vertebra seviyesi.
139
Şekil 3.46. 13 no’lu olguya ait 6. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Sağ orta akciğer lobunda boyutları 1
cm’ye yakın olan hipodens kalsifiye odaklar izlendi. R: Sağ,
L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K:
Kalp, Ö: Özefagus, V: Vertebra.
139
Şekil 3.47. 13 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Siyah oklar: Sol kraniyal ve sol orta
akciğer lobunda hipodens kalsifiye odaklar izlendi. R: Sağ,
L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, Ao: Aort, B:
Bronş, K: Kalp.
140
Şekil 3.48. 14 no’lu olguya ait 6. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Sağ orta akciğer lobunda boyutları 1
cm’den küçük, yumuşak doku ile izodens nodül tespit edildi.
R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, B:
Bronş, K: Kalp.
140
xxi
Şekil 3.49. 14 no’lu olguya ait 8. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Sol kaudal akciğer lobunda
boyutları 1 cm civarında, yumuşak doku ile izodens 2 adet
kitle tespit edildi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC:
Akciğer, K: Kalp.
141
Şekil 3.50. 14 no’lu olguya ait 10. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Sol kaudal akciğer lobunda 17,7 x
19,19 mm boyutlarında; sağ kaudal akciğer lobunda ise
20,65 x 12,86 mm boyutlarına sahip, yumuşak doku ile
izodens nodüller tespit edildi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, K: Kalp.
141
Şekil 3.51. 16 no’lu olguya ait toraks girişi seviyesinde alınan transvers
BT görüntüsü. Trakeanın dorsalinde yumuşak doku ile
izodens; 12,27 x 5,71 mm boyutlarında kitlesel lezyon
nedeniyle oluştuğu düşünülen trakeal kollaps tespit edildi.
Beyaz ok: Endotrakeal tüp. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. T: Trakea.
142
Şekil 3.52. 18 no’lu olguya ait trakeal birfurkasyon seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Oklar: Sağ hemitoraksı kaplayan ve
sağ hemitoraksta dorsalde akciğer parankimi dışında tüm
alanı kaplayan yumuşak doku ile izodens kitle tespit edildi.
Mediastinum penceresi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K: Kalp.
143
Şekil 3.53. 18 no’lu olguya ait 8. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Oklar: Sağ ve sol hemitoraksın
ventralinde yerleşen kitle, kalbi dorsale doğru yer
değiştirmesine neden olmuş. Akciğer parankimi yalnızca
dorsal loblarda görülüyor. Akciğer penceresi. R: Sağ, L: Sol,
A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K: Kalp.
143
xxii
Şekil 3.54. 20 no’lu olguya ait 3. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü. Yıldız: Hiperdens olarak izlenen, içi
hava ile dolu, genişlemiş özefagus yapısının görülmesi ile
megaözefagus tespit edildi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea.
144
1
1. GİRİŞ
1.1. Solunum Yolu ve Akciğer Hastalıkları
1.1.1. Solunum Yolu ve Akciğer Hastalıklarına Yaklaşım
Solunum yolu hastalıklarının tanısı klinisyenleri oldukça zorlamaktadır. Solunum
sistemi, vücutta yaşamsal önem taşıyan dört sistemden birisidir. Hayvanlarda
solunum fonksiyonunun bozulması yaşamı riske sokup, anında girişimde
bulunulmadığında ölümle sonuçlanabilir. Solunum fonksiyonlarının kontrolü
genellikle hastanın genel durumuna göre yapılır. Ciddi solunum sıkıntısı olan
hastalarda geçici bir tanı ve ön sağaltım planı yapıldıktan sonra anamnez ve fiziksel
muayene bulguları değerlendirilip, kesin tanı için görüntüleme yöntemlerine
başvurulur. Yanlızca anamnez ya da klinik bulgular ile tanı konulması neredeyse
olanaksızdır. Solunum yolu hastalıklarında yardımcı tanı yöntemlerinin kullanılması
her zaman gereklidir (Burk ve Feeney, 2003; Farrow, 2003; Ettinger ve Feldman,
2010).
1.1.2. Hastanın Anamnezi
Hastanın ayrıntılı anamnezinin alınması olası hastalıklarda önemli ipuçları sağlar.
Hastanın ne zamandan beri sahibi ile birlikte olduğunun bilinmesi önemlidir.
Örneğin, hasta yavru iken mi sahiplenilmiş, yoksa erişkin yaşta iken mi? Yavru iken
sahiplenilmiş hastaların geçmişine ait bilgiler daha detaylı olarak öğrenilebilir.
Hastanın yolculuk geçmişinin olup olmadığı öğrenilerek endemik hastalıklara maruz
kalma riski öğrenilmiş olur (Schwarz ve Johnson, 2008; Kealy ve Mcallister, 2011).
2
Hastanın yaşadığı çevre hakkında bilgi edinmek akciğer hastalığı
oluşturabilecek potansiyel enfeksiyon ya da toksinlere maruz kalıp kalmadığının
anlaşılmasında klinisyenlere fikir verebilir. Serbest dolaşan ve izlenmeyen hayvanlar
bazı tehlikelere karşılaşabilir. Bu şekilde yaşayan hayvanlarda anti-koagulan
rodentisit zehirlenmeleriyle oluşabilen pulmoner hemoraji sonucu solunum güçlüğü
ile karşılaşılabilir. Evde sürekli dumanlı ortamda yaşayan hayvanlarda ise öksürük
gibi hafif seyirli klinik belirtilerden, ciddi üst solunum yolu tıkanması ya da ileri
derecede alveolar hastalıklarla karşılaşılabilir (Liptak ve ark., 2004; Ettinger ve
Feldman, 2010).
Hastaya ait aşı geçmişinin bilinmesi de önemlidir. Hastanın rutin aşılarının
yapılıp, yapılmadığı bilgilerinin kaydedilmesi gereklidir. Eğer hasta Dirofilaria
immitis’in endemik olduğu bir bölgede yaşıyor ise bu hastalığa karşı aşısının yapılıp,
yapılmadığı önemlidir (Burk ve Feeney, 2003; MacPhail, 2007).
Hastanın içinde yaşadığı çevrede başka hayvanların bulunması da
araştırılması gereken bir durumdur. Diğer hayvanlarda, hastada görülen benzer
belirtiler görülüyor ise hayvanların barındırıldıkları ortamda enfeksiyöz hastalık
varlığı ya da toksin bulunması olasılığı düşünülebilir. Benzer şekilde, hasta sahipleri
ya da ailelerinden herhangi birinin riketsiyal ya da fungal hastalıklar, leishmania gibi
zoonotik hastalık geçirmiş ya da geçiriyor olması da göz önünde bulundurulması
gereken bir durumdur (Mannion, 2006; Ettinger ve Feldman, 2010).
Hastanın ilaçlara, bazı yiyeceklere ya da alerjenlere karşı duyarlı olduğunun
bilinmesi, alerjik reaksiyonlara karşı hem tanısal hem de sağaltım yönünden fayda
sağlar (Schwarz ve Johnson, 2008).
3
Hastanın daha önce travmaya alıp almadığının bilinmesi gerekmektedir.
Geçmişteki akciğer travması sonucunda oluşan bulla oluşumu zaman içinde açılarak
pneumotoraks oluşturabilir (Miller, 2007; Schwarz ve Saunders, 2011).
Hastanın daha önce gördüğü ve karşılaştığı solunum sistemi rahatsızlıklarında
tanının ne olduğu ve yapılan sağaltımın içeriği bilinmelidir. Yapılan sağaltım
sonucunda hastalık belirtilerinin azalıp azalmadığı anamnez için önemlidir (Miller,
2007; Ettinger ve Feldman, 2010).
Hastanın hangi şikayetler nedeniyle muayeneye getirildiği hasta sahibine
sorulmalıdır. Solunum sistemi hastalığı olan birçok hastada hapşırma, burun akıntısı,
burun kanaması, nefes darlığı, öksürük veya egzersiz intolerans görülür. Daha az
görülen belirtiler ise respiratuar senkop, regürjitasyon, disfaji veya kaşeksidir
(Prather ve ark., 2005; Miller, 2007; Parry ve Lamb, 2012).
1.1.3. Fiziksel Muayene
Akciğer hastalıklarının tanısının konulmasında, hastanın ayrıntılı klinik
muayenesinin yapılması önem taşır. Hastanın anamnezi ve klinik muayene
bulgularının birlikte değerlendirilmesi, hastalığın tanısı için hangi görüntüleme
yönteminin kullanılacağı konusunda klinisyene yol gösterir (Reinero ve Cohn, 2007;
Schwarz ve Johnson, 2008).
Nazal sorunları olan hastalarda genellikle hapşırma, burun akıntısı, solunum
sırasında burun boşluğundan hırıltılı solunum sesleri gelmesi ve burun tıkanıklığına
bağlı gelişen açık ağızla solunum görülür. Nazal boşlukların üst kısmına palpasyonda
ağrı, asimetri, proliferatif ya da destruktif hastalıklar sonucunda bu bölgede şekil
değişikliği görülebilir. Purulent karakterde burun akıntısı görülmesi primer ya da
sekonder bakteriyel enfeksiyonları işaret eder. Unilateral akıntı diş kökü apsesi, kist
4
ya da hematom, oronazal fistül, yabancı cisim ya da neoplazi sonucunda görülebilir.
Bilateral akıntı ise neoplaziler sonucunda, enfeksiyöz nedenlerle ya da nazal
septumun kaudalinde oluşan her türlü hastalık süreci ile şekillenebilir (Miller, 2007;
Ettinger ve Feldman, 2010).
Üst solunum yolları hastalıkları (farinks, larinks ve trakea) steteskopla
dinlemeye gerek kalmadan duyulan hırıltılı solunum sesleri ile fark edilir. Toraks dışı
dinamik solunum yolu hastalıkları tipik olarak inspirasyonda, intratorasik dinamik
solunum yolu hastalıkları ise tipik olarak ekspirasyonda daha fazla gürültüye neden
olur; ancak hastalıklı bölgenin anatomik olarak belirlenmesi güçtür. Oskültasyon ile
lezyonun tam olarak bulunduğu yerde seslerin arttığı fark edilir. Faringeal
hastalıklar; apse, kist ya da hematom, neoplaziler, yabancı cisim, nasofaringeal polip
ve genişlemiş lenf nodülleri olabilir. Bu durumlarda faringeal bölgenin fiziksel
muayenesi sırasında ya da genel anestezi altında direkt olarak görülmesi sorunların
kaynağının anlaşılmasında yardımcı olabilir (Reinero ve Cohn, 2007; Ettinger ve
Feldman, 2010).
Trakeal hastalıklar, özellikle hastanın egzersiz yaptığı veya heyecanlandığı
durumlarda artan hırıltı ve öksürük ile kendisini gösterir. Trakeada olası bir yangı
varlığında trakeal palpasyon sırasında öksürük görülebilir. Orta dereceden ciddi
dereceye kadar değişebilen dispne gözlenebilir. En sık görülen trakeal anormallikler;
enfeksiyoz trakeobronşitis (kennel cough), trakeal kollaps, neoplaziler, yabancı
cisim, travma ya da parazitlerdir (Miller, 2007; Reetz ve ark., 2011).
Alt solunum yolu ve alveolar hastalıkların tanısının konulması klinisyenleri
zorlamaktadır. Oskültasyon ile elde edilen bulgular; solunum güçlüğü, öksürük ve
hırıltı sesleridir. Artmış solunum seslerinin yerinin tam olarak belirlenmesi bu
seslerin kaynağını oluşturan hastalığın tanısının konulmasında yardımcı olur.
Kranioventral ya da sağ orta akciğer lobunda artmış solunum sesleri aspirasyon
5
pneumonisini akla getirir. Peri hilar bölgede artmış solunum sesleri ve
oskültasyonda duyulan anormal kalp sesleri kardiyojenik pulmoner ödemi
düşündürür (Reinero ve Cohn, 2007; Schwarz ve Johnson, 2008). Kafa travması,
elektrik çarpması, boğulma, nöbet veya üst solunum yolu tıkanıklığı geçirmiş
hastalarda akciğerlerin kaudodorsal bölgelerinde artmış solunum seslerinin
duyulması ise nörojenik pulmoner ödemi düşündürür. Belirgin solunum sıkıntısı
olmayan; ancak tüm toraksta diffuz, zayıf çıtırtı sesleri duyulan hastalarda kronik ya
da yavaş seyirli, pulmoner fibrozis ya da metastatik neoplazi gibi pulmoner parankim
hastalıklarından kuşkulanılır. Diğer alt solunum yolu ve pulmoner parankim
hastalıkları ise; pulmoner tromboembolizm, pulmoner kontüzyonlar, pulmoner
hemoraji, akut solunum güçlüğü sendromu, Dirofilaria immitis, alerjik bronşitis,
duman ve bazı toksinlerin inhalasyonu olabilir (Saunders ve Vanbree, 2003; Ettinger
ve Feldman, 2010).
Pleural boşluk hastalıkları; sıvı, yumuşak doku ya da abdominal organların
pleural boşluğa girmesiyle oluşabilir. Pleural boşluk hastalığı olan hayvanlarda kısa,
yüzlek solunum, taşipne ve derin soluk alma çabası görülür. Genellikle
oskültasyonda solunum seslerinin azaldığı fark edilir. Toraksın ventralinde azalan
solunum sesleri sıvı varlığını düşündürürken; dorsalde azalan solunum sesleri hava
toplanmasını işaret eder (Ettinger ve Feldman, 2010). Tek taraflı pleural efüzyon ya
da pneumotoraks olabileceği gibi, genellikle kedi ve köpeklerde pleural efüzyon ve
pneumotoraks bilateral olarak şekillenir. Nadiren, hernia diafragmatikada karaciğerin
pleural boşluğa geçmesiyle göğsün her iki tarafında da önemli derecede sıvı birikimi
görülür (Saunders ve ark., 2002; Schwarz ve Johnson, 2008).
Primer klinik bulgular solunum yolu hastalığı varlığını işaret etse de, hastanın
tüm fiziksel muayenesinin yapılması gerekmektedir. Hasta vücudunun başka bir
bölgesinde karşılaşılan bulgular mevcut solunum hastalığının altında yatan
etkenlerden birisi olabilir. Kilo kaybı ve kaşeksi kronik sistemik hastalıkların
varlığını düşündürür, örneğin; akciğere metastaz yapan bir neoplazi solunum güçlüğü
6
ile kendisini gösterebilir. Buna ek olarak vücudun herhangi bir yerinde bulunan
kitleler, primer neoplaziyi düşündürür (Schwarz ve Johnson, 2008; Ettinger ve
Feldman, 2010).
Özetlemek gerekirse, hayvanın genel durumu, hastalığın geçmişi, klinik
bulgular ve fiziksel muayene, ileri tanı yöntemlerinin belirlenmesinde önem taşır.
Hastalara en doğru şekilde sağaltım yapılmasını sağlamak amacıyla kullanılan birçok
tanı yöntemi bulunmaktadır. Klinisyenlere düşen görev; hastaya ait tüm klinik
bulguların değerlendirilip, uygun tanı yöntemi ya da yöntemlerinin belirlenmesi ile
hastalığın kesin tanısının konması ve uygun sağaltımın yapılmasıdır (Schwarz ve
Tidwell, 1999; Miller, 2007; Schwarz ve Johnson, 2008).
1.1.4. Solunum Yolu Hastalıkları
1.1.4.1.Trakea
Trakea, yarı-sert, tübüler yapıda bir organ olup, larinksi bronşial sisteme bağlar.
Trakea, 4. veya 5. interkostal aralıkta bifurkasyon adı verilen bölgede iki ana bronşa
ayrılır (Şekil 1.1) (Ettinger ve Feldman, 2010).
Şekil 1.1. Sağlıklı bir köpeğe ait toraks radyografisi. Ok: 5. interkostal aralıkta trakea sonlanarak
bronşlara ayrılır (Schwarz ve Johnson, 2008).
7
Trakea duvarı C şeklinde kıkırdaklardan oluşur ve trakeal ligamentleri
solunum mukozasına bağlar. Trakeada görülen değişiklikler genellikle mevcut
hastalığa spesifik değildir. İrritasyona karşı trakeal mukozanın ilk tepkisi mukus
sekresyonu olur. Etkenle devamlı karşılaşma sonucunda epitelyal hücrelerde
deskuamasyon meydana gelir ve goblet hücresi hiperplazisi oluşur. Trakeal
mukozadaki yüzeysel defektler, 2 saat gibi kısa bir zaman içinde iyileşmeye başlar
(Miller, 2007; Seiler ve ark., 2008).
Trakeobronşial hastalıklarda en sık karşılaşılan klinik belirtiler; öksürük,
hırıltılı inspirasyon sesleri, ıslık şeklinde ekspirasyon sesleri, pulmoner ödem ve
siyanozdur. Solunum yolu tıkanıklıklarının nedenleri trakeal patolojiler, dinamik
solunum yolu kollapsı, trakeal kollaps, trakeomalazi veya trakeal parazitler olabilir
(Schwarz ve Johnson, 2008, Ettinger ve Feldman, 2010; Swinbourn ve ark., 2011).
Trakeaya ait hastalıkların tanısında öncelikle radyografik muayene kullanılır.
Radyografik olarak trakeanın laterolateral, ventrodorsal ya da dorsoventral olmak
üzere iki yönlü görüntüsünün alınması gereklidir. Lateral radyografi sırasında başın
normal anatomik pozisyonda olmasına dikkat edilmelidir. Yanlış
pozisyonlandırmadan kaynaklanan artefaktlar radyografinin yanlış yorumlanmasına
neden olabilir (Thrall, 2002; Johnson ve Wisner, 2007).
İntratorasik trakeanın dorsale deviasyonunun nedenleri; kardiyak genişleme,
pleural efüzyonlar ve mediastinal kitleler olabilir. Ventrale deviasyonu ise özefagus
dilatasyonu ya da dorsal mediastinumdaki diğer hastalıklardır (Yoon ve ark., 2004;
Miller, 2007).
Ventrodorsal ya da dorsoventral grafiler ise trakeanın seyrinin incelenmesi
için gereklidir. Persiste sağ aortik ark olan köpeklerde kalbin kranial sınırında
8
trakeanın karakteristik olarak sola deviasyonu dikkati çeker (Ettinger ve Feldman,
2010).
Trakeal radyografilerde, lümene ait dolma defektleri, çapı, servikal ve torasik
bölgelerde yerleşimi de incelenmelidir. Yaşlanmaya bağlı olarak trakeal halkalarda
mineralizasyon şekillenebilir, bu durum patolojik değildir (Schwarz ve Johnson,
2008).
Trakeanın çapı larinksten toraks girişine doğru biraz daralsa da toraksa
girdikten sonra tekrar genişler. Sağlıklı hayvanda 3. kosta seviyesindeki trakeanın
çapı, 3. kostanın genişliğinin üç katı olmalıdır (Ettinger ve Feldman, 2010; Sirois ve
ark., 2010).
Klinik bronşial hastalıklar her zaman radyografik bulgu göstermez. Belirgin
bronşial hastalığı olan kedi ve köpeklere ait radyografilerde trakeanın görünümü
genellikle normaldir. Radyografide görünür hale gelen bronşial yapılar, bronşial
duvardaki kalınlaşmayı gösterir. Bronşial duvarlarda mineralizasyon meydana
gelebileceği gibi, genellikle karşılaşılan bulgular; bronşial duvar kalınlaşması,
mukozal kalınlaşma ve peribronşial infiltrasyondur. Bu bulguları solunum yollarında
oluşan boyut ve şekilsel değişiklikler takip eder (Johnson ve Wisner, 2007; Ettinger
ve Feldman, 2010).
Trakea ve üst solunum yollarının endoskopik muayenesi patolojik durum
hakkında önemli bilgiler verir. Küçük hayvanlarda genel anestezi altında yapılan bu
tanı yöntemi sayesinde direkt olarak görüntülenen dokuda yangı, ülserasyon ve
ödemin varlığı tespit edilebilir. Trakeoskopi veya bronkoskopi, kitle ve tümörlerin
direkt olarak görüntülenmesi ile biyopsi alınmasına olanak sağlar (Thrall, 2002;
Reinero ve Cohn, 2007; Schultz ve ark., 2009).
9
1.1.4.1.1. Non-enfeksiyoz Trakeitis
Trakeanın epitel yapısındaki yangı, trakeitis olarak adlandırılır. Bu yangısal cevap
enfeksiyoz ya da non enfeksiyoz; primer ya da sekonder olabilir. Non-enfeksiyoz
trakeitis uzun süreli havlama, trakeal kollaps, kronik kardiyak hastalıklar ve
orofarinkse ait hastalıklarda sekonder olarak meydana gelir. Alerjik alt solunum yolu
hastalıkları da sekonder trakeitis oluşumunu tetikler (Miller, 2007; Kealy ve
Mcallister, 2011).
Trakeitis genellikle hastalarda öksürük ve geğirme dışında asemptomatik
seyreder. Fiziksel muayenede her şey normal görünümde olup ateş bulunmaz
(Ettinger ve Feldman, 2010).
Primer trakeitis spesifik radyografik bulgulara neden olmaz. Akut trakeitis,
mukozada ödem oluşturarak lümenin daralmasına neden olabilir (Reinero ve Cohn,
2007).
1.1.4.1.2. Enfeksiyoz Trakeobronşitis
Köpek solunum hastalığı kompleksi ya da kennel cough olarak da bilinen enfeksiyoz
trakeobronşitis; tek bir hastalık olmayıp, klinik hastalık sendromudur. Etiyolojisinde
virüs, bakteri, mikoplazma, mantar ve parazitler gibi enfeksiyoz etkenler rol oynar
(Johnson ve Wisner, 2007).
Köpek enfeksiyoz trakeobronşitis, yüksek bulaşıcılığa sahiptir ve genellikle
köpeklerin grup halinde barındırıldıkları ortamlarda meydana gelir. Hastalık etkenine
maruz kaldıktan 3 - 5 gün sonra klinik belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Kuru öksürük
en sık görülen belirtidir. Buna ek olarak purulent karakterde burun akıntısı da
karşılaşılan bulgular arasındadır (Miller, 2007; Ettinger ve Feldman, 2010).
10
Hastalığın tanısı için yalnızca kuru öksürüğün varlığı yeterli değildir. Akciğer
oskültasyonu, toraks radyografileri ile hemogramlar birlikte değerlendirilmelidir
(Thrall, 2002; Ettinger ve Feldman, 2010).
1.1.4.1.3. Trakeal Kollaps
Trakeal kollaps, orta yaşlı ya da yaşlı köpeklerde trakeal halkalarda görülen,
ilerleyici, dejeneratif bir hastalıktır. Trakeal kollapsın iki çeşidi bulunmaktadır:
dorsoventral ve lateral. Lateral kollaps sık görülmemektedir. Dorsoventral kollaps,
sık karşılaşılan bir durum olup, dorsal trakeal membranın lümen içerisine prolapsusu
ile görülür (Schwarz ve Johnson, 2008; Ettinger ve Feldman, 2010).
Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu, sonradan şekillenen bir
hastalık olup genellikle orta yaş ve yaşlı köpeklerde ortaya çıkar. Hastalarda
glikoprotein ve glikozaminoglikan eksikliği ya da yokluğu nedeniyle, trakeal
kıkırdakta organik matriksin azalması hastalığın temel nedenidir (Schwarz ve
Tidwell, 1999).
Trakeal kollaps genellikle servikal bölgede gerçekleşir; ancak bazen buna ek
olarak torasik bölgede de kollaps görülebilir (Şekil 1.2). Problemin nedeni ne olursa
olsun, artan solunum yükü nedeniyle dorsal trakeal membranın trakeal lümene
dinamik kollapsı artar. Bu durum daha sonra mukozal membranlarda yangıya neden
olur (Johnson ve Wisner, 2007).
11
Şekil 1.2. 14 yaşında Pomeranian cinsi köpeğe ait laterolateral grafi. Ok: Servikal trakeadaki daralma
(Thrall, 2002).
Trakeal kollaps, solunum stresi sendromuna neden olur. Hastalık kendisini
uzun süren öksürük ile gösterir. Hastalık, genellikle Chihuahua, Pomeranian, Toy
Poodle, Shih Tzus ve Yorkshire Terrier gibi küçük ırk köpeklerde sık görülür
(Johnson ve Wisner, 2007; Reinero ve Cohn, 2007).
Klinik bulgularda kollapsın derecesine göre hastada siyanoz belirtileri ve
öksürük görülür. İleri derecede solunum sıkıntısı olan hastalarda ajitasyon ile birlikte
seyreder (Gough, 2007).
Hastalığın tanısı için radyografi, fluoroskopi ve BT kullanılabilir. Trakeal
lümenin değerlendirilmesinde lateral görüntüler kullanılır. Fluoroskopi ile trakeada
inspirasyon ve ekspirasyon fazında meydana gelen dinamik değişiklikler izlenebilir.
BT ile lezyona ait kesit görüntüler alınarak detaylı inceleme yapılabilir (Gough,
2007; Johnson ve Wisner, 2007).
12
1.1.4.2. Köpek Kronik Bronşitis
Kronik bronşitis, solunum yollarına ait yangısal bir hastalıktır. Kronik bronşitiste
mukozada nötrofilik ya da eozinofilik infiltrasyon görülür. Düz kas katmanında
kalınlaşma, fibrozis ve lamina propriada skar dokusu ile artmış goblet ve glandular
hücre sayısı ve miktarı tespit edilir. Bronşial dokunun kalınlaşması ve mukoz
bezlerden aşırı salgı oluşması sonucunda özellikle bronşların terminal kısımlarında
olmak üzere, solunum yollarında daralma şekillenir (Farrow, 2003; Ettinger ve
Feldman, 2010).
Hastalarda genellikle 2 aydan fazla süredir devam eden, kronik kuru öksürük
ve egzersiz intolerans görülür. Klinik muayenede palpasyonda trakeada duyarlılık
görülebilir. Oskültasyonda ise inspirasyonda hırıltı, ekspirasyonda ise ıslık sesleri
duyulur (Reinero ve Cohn, 2007).
Hastalık tam olarak iyileştirilemese de, medikal sağaltım, kilo kaybı
sağlanması ve hastanın yaşadığı ortamın iyileştirilmesi ile kontrol altına alınabilir.
Bronşitis sağaltımı yapılmadığında, geri dönüşü olmayan bronşiektazi ve hatta
pulmoner hipertansiyona neden olabilir (Schwarz ve Johnson, 2008; Ettinger ve
Feldman, 2010).
Hastalığın radyografik tanısında; bronşial paternin görünür hale gelmesi,
kalınlaşmış ve görünür hale gelmiş bronşial duvarlar önemli bulgular arasındadır
(Johnson ve Wisner, 2007).
Hastalığın BT bulguları arasında; bronşial yapıların görünürlüğünün artması
ve kalınlaşmış bronşial duvarlar bulunur (Miller, 2007; Schwarz ve Saunders, 2011).
13
Bronşitise ait kesin tanı; genel anestezi altındaki hastanın bronkoskopik
muayene sırasında trakea ve alt solunum yollarının direkt olarak görüntülenmesi ile
koyulur. Trakeal ya da bronşial lavaj ile elde edilen örneklerde non-dejeneratif
nötrofil, eozinofil ve mukus görülmesi hastalığa ait spesifik bulgulardır (Farrow,
2003; Reinero ve Cohn, 2007; Ettinger ve Feldman, 2010).
1.1.5. Akciğer Parankimine Ait Hastalıklar
Pulmoner parankim yapısı akciğerin primer fonksiyonu olan gaz alışverişine olanak
sağlar (Ettinger ve Feldman, 2010). Akciğer, yoğun bir kapillar ağ ile çevrelenmiş
milyonlarca alveolar hava boşluğu içerir. Alveollerin epitelyum katmanı ile etrafını
saran kapillar ağa ait vasküler endotelyum arasında ince bir destek katmanı olan
interstisyel doku bulunur. Bu interstisyel dokular, daha büyük çaptaki pulmoner arter
ve venleri barındırır. Parankimal hastalıklar; alveolar, pulmoner mikrodolaşım ya da
geniş solunum yolları ve pleural boşluk hariç diğer interstisyel dokuların
hastalıklarından oluşur (Al-Hyani, 2011; Fina ve ark., 2014). Aşağıda sağlıklı bir
hayvana ait radyografik görüntülerde anatomik yapılar gösterilmiştir (Şekil 1.3 ve
1.4).
Şekil 1.3. Sağlıklı bir köpeğe ait sol lateral yatış pozisyonunda elde edilen radyografi. AC: Akciğer,
Ao: Aort, K: Kalp, T: Trakea, D: Diyafram, KVC: Kaudal Vena Cava, S: Sternum (Sirois ve ark.,
2010).
14
Şekil 1.4. Sağlıklı bir köpeğe ait V/D pozisyonda elde edilen radyografi ve anatomik yapılar. L: Sol
(Sirois ve ark., 2010).
1.1.5.1. Pulmoner Parankim Hastalıklarının Klinik Belirtileri
Pulmoner parankim hastalığı olan kedi ve köpekler hem solunum sıkıntısı hem de
sistemik hastalıkla ilişkili çeşitli klinik bulgular gösterirler. Pulmoner hastalıkların
varlığında, hayvanlarda klinik belirtiler ve fiziksel muayene anormallikleri genellikle
solunum yolu, mediastinal ya da pleural boşluk hastalıklarındaki bulgular ile
benzerlik gösterir. İlaveten solunum sistemi ile ilişkili olmayan hastalıklar da
(örneğin; nöromuskuler hastalık, anemi, asidoz) solunum yolu hastalıklarını taklit
eden bulgulara neden olabilir (Reinero ve Cohn, 2007). Pulmoner parankim
hastalıklarının ortak belirtileri; öksürük, egzersiz intolerans, taşipne, aşırı solunum ve
artmış solunum çabası ya da solunum stresidir. Çoğu zaman, pulmoner parankim
hastalıkları nedeniyle oluşan solunum stresi, inspirasyon ve ekspirasyonda zorlanma
ile kendini gösterir (Diana ve ark., 2006; Ettinger ve Feldman, 2010).
15
1.1.5.2. Solid Pulmoner Tümörler
Pulmoner kitle; sıvı, yumuşak doku ya da mineralize yapıda, akciğerin hava ile dolu
olan bölümünü kaplayan bir oluşumdur. Klinik bulgulara bakılarak kitlenin benign
ya da malign karakterde olduğunu belirlemek oldukça güçtür (Liptak ve ark., 2004).
Yalnızca görüntüleme yöntemleri kullanılarak birçok farklı türe sahip kitleler
arasında kesin tanı koyulması zordur; ancak hastanın yaşı, ırkı, yaşadığı ve seyahat
ettiği coğrafik bölgelerin bilinmesi, ileri görüntüleme yöntemleri kullanılarak ayırıcı
tanı konulabilir (Dennirs ve ark., 1998; Dhumeaux ve Haudiquet, 2009).
Toraks radyografisi genellikle birincil tanı yöntemi olarak tercih edilir.
Radyografik muayenede, pulmoner kitleler opasite artışı ve etrafını çevreleyen
akciğer dokusunun daha radyolüsent olması ile dikkat çeker (Johnson ve ark., 2004).
Birçok pulmoner kitle yayılma gösterse de, genellikle bronşlar gibi solunum
yollarına invaze olmaz. Pulmoner kitlelerin çok küçük bir bölümü infiltratif özellikte
olup, bronşları tıkayabilir. Her iki türdeki akciğer kitlesi de bronşları tıkayarak
pulmoner atelektazi, sekonder hemoraji ya da enfeksiyon oluşturabilir (Ettinger ve
Feldman, 2010).
Radyografik bulgular incelenirken; boyutları 3 cm’ye kadar olan lezyonlara
nodül, 3 cm’den fazla olanlara ise kitle adı verilir (Schwarz ve Johnson, 2008). Şekil
olarak genellikle yuvarlak ve her yöne eşit şekilde büyüyen görünümdedirler; ancak
akciğer sınırlarında farklı şekiller gösteren kitleler de görülebilir. Akciğerdeki
kitleler akciğer parankiminden daha radyoopak olarak görülürler, bazıları ise
mineralizasyona bağlı olarak radyoopak görülebilir (Şekil 1.5). Kedilerde pulmoner
neoplazilerin ortasında mineralizasyon sıklıkla görülürken, köpeklerde bu durum
nadirdir. Yer olarak çeşitli bölgelerde yerleşebilirler, bu durum kitlenin karakteri ile
yakından ilgilidir. Sayıları tek (soliter) ya da birden fazla (multiple) olabilir (Diana
ve ark., 2006; Dhumeaux ve Haudiquet, 2009).
16
Şekil 1.5. 12 yaşındaki melez ırk bir köpeğe ait sol lateral radyografi. Ok: Sağ orta akciğer lobunda
yumuşak doku opasitesi gösteren soliter nodül görülüyor (Schwarz ve Johnson, 2008).
Neoplazi: Primer pulmoner neoplaziler tipik olarak soliter nodül ya da kitleler
şeklinde görülür. Buna ek olarak daha küçük lezyonların da görmesi, primer
neoplaziden metastazların olduğunu kanıtlar. Bazı durumlarda, kranial mediastinal
lenfadenopati ya da pleural efüzyon da radyografik muayenede tespit edilebilir
(Liptak ve ark., 2004).
Küçük pulmoner neoplazilerin metastatik ya da primer neoplazi olma şansı
eşittir; ancak nodülün boyutları büyüdükçe primer neoplazi olma ihtimali artar
(Johnson ve ark., 2004).
17
Akciğer tümörleri yuvarlak görünümlü olup genellikle mineralizasyon
göstermez. Kitlelerin radyografik görünümü ile histolojileri arasında henüz anlamlı
bir bağlantı bulunamamıştır (Dhumeaux ve Haudiquet, 2009).
Pulmoner kitlelerin tanısı genellikle radyografik muayene ile koyulur; ancak
kitle ve toraks duvarı arasında hava ile dolu akciğer yapısı yoksa kitlenin
incelenmesinde ultrasonografi de kullanılabilir. Torasik kitlelerin ultrasonografik
muayenesi; kitlenin akciğer kaynaklı olduğunun anlaşılmasında, yumuşak doku ya da
sıvı ile dolu olup olmadığına karar verilmesinde, sitolojik inceleme için ince iğne
aspirasyonu yapılması faydalı olabilir. Neoplaziler ultrasonografik muayenede;
yuvarlak yapıda, hipoekoik görünümdedirler; ancak merkezinde nekroz, kavitasyon
ya da gaz bulunması durumunda görünümleri farklı olabilir. Genellikle
interstisyumdan köken alıp etraflarındaki akciğer dokusunun yerini aldıkları için,
kitle içerisinde bronşial yapılar ya da damarlanmalar görülmez. Yangısal ve infiltratif
lezyonlarda içi sıvı dolu bronşlar ve dallanmalar gösteren damarlaşmalar dikkati
çeker. Apseler içi boşluklu, duvarları kalın ve sınırları düzgün olmayan yapılar
şeklinde görülür. İçerikleri anekoik, hipoekoik ya da ekojenik olabilir (Reinero ve
Cohn, 2007). Yer çekimi doğrultusunda içindeki sıvının hareket ettiği izlenebilir.
İçerisinde bulunan sıvıya ek olarak gaz içermesi, yakınındaki bronşla ilişkili
olduğunu ya da anaerobik enfeksiyon varlığını gösterir. Apseden şüphelenilen
durumlarda, yabancı cismin buna neden olabileceği her zaman düşünülmelidir.
Ultrasonografik muayenede kitle içinde bulunan yabancı cisimlerin çoğu akustik
gölge artefaktı oluşturur (Otoni ve ark., 2010; Kealy ve Mcallister, 2011).
Radyografilerde tespit edilen pulmoner kitlelerin kesin tanısı, kapsamı ve
özellikle cerrahi girişim düşünülüyor ise etraftaki dokularla ilişkili olup olmadığının
belirlenmesinde BT en önemli tanı yöntemidir (Schwarz ve Saunders, 2011).
Radyografide süperpozisyon nedeniyle gizlenmiş olan kitlelerin tanısında BT değerli
bir görüntüleme yöntemidir (Şekil 1.6). BT ile radyografik olarak görünebilen
nodüllerin daha küçük boyutlu olanları da tespit edilebilir, buna ek olarak
18
radyografik olarak görülmeyen, metastatik hastalıklar ya da lenfadenopati gibi başka
lezyonların varlığı da kanıtlanabilir (Johnson ve ark., 2004).
Şekil 1.6. 12 yaşındaki bir alman çoban köpeğine ait BT görüntüsü. Yıldız: Sol hemitoraksta yumuşak
doku ile izodens pulmoner karsinoma dikkati çekiyor (Schwarz ve Johnson, 2008).
Veteriner hekimlikte akciğer kitleleri ile ilgili yapılan çalışmaların çok azında
MR kullanımı tanımlanmıştır. Beşeri hekimlikte ise tek nefes tutumunda 5 mm’ye
kadar olan nodüllerin MR ile tespit edilebildiği bildirilmektedir (Johnson ve ark.,
2005; Otoni ve ark., 2010).
1.1.5.3. Metastatik Akciğer Hastalıkları
Primer neoplazilerin varlığında ya da varlığından şüphelenilen durumlarda
radyografi ilk başvurulan görüntüleme yöntemidir. Radyografinin ucuz, kolay ve
hızlı bir yöntem olması nedeniyle neoplazi riski düşük olan hastaların rutin
görüntülenmesinde karmaşık, zaman alıcı ve pahalı tanısal testlerin kullanımı çoğu
zaman tercih edilmemektedir (Otoni ve ark., 2010). Çoğu pulmoner metastaz,
akciğer nodülü görünümündedir. Bu lezyonların benign nodüler lezyonlardan ve
damarların sonlandığı alanların görüntülerinden ayırt edilmesi gerekmektedir
(Ettinger ve Feldman, 2010).
19
Pulmoner metastazların incelenmesinde toraks radyografisinin duyarlılığı
düşüktür. Pulmoner yumuşak doku nodülünün radyografik olarak görülebilmesi için
boyutlarının en az 5 - 8 mm olması gerekir (Schwarz ve Johnson, 2008). Bundan
daha küçük boyutlara sahip nodüllerin görülebilmesi için birkaç tanesinin bir araya
gelmesi ya da mineralize olması gerekir. Pulmoner metastazlar genellikle mineralize
olmazlar (Johnson ve Wisner, 2007; Dhumeaux ve Haudiquet, 2009).
Nodüllerin görülebilmesi için etrafında hava ile şişmiş radyolüsent akciğer
alanlarının olması gerekir. Bu amaçla, alınan radyografilerin inspirasyon fazında ve
her iki lateral yönde olması gerekir. Bazen lateral yönlü filmlerde görülen nodüller
V/D ya da D/V grafilerde görülemeyebilir. Bu gibi durumlarda lezyonun var
olmadığını düşünmek yanlıştır (Johnson ve ark., 2004).
Pulmoner metastatik hastalıkların en karakteristik radyografik bulgusu;
yumuşak doku opasitesinde, sınırları iyi belirlenmiş nodüllerin akciğer loblarında
görülmesidir. Metastatik hastalıkların diğer görünümleri ise; infiltratif lezyon
varlığında akciğer konsolidasyonu, 2 - 3 mm çapında küçük nodüllerin milier yapıda
akciğerde yaygın olarak görülmesidir (Thrall, 2002; Kealy ve Mcallister, 2011).
Ultrasonografik olarak görünümleri pulmoner metastazlarınkine benzer.
Periferal metastatik nodüllerin görüntülenmesi ve lezyondan ultrason eşliğinde örnek
alınması mümkündür (Burk ve Feeney, 2003; Johnson ve Wisner, 2007).
Beşeri hekimlikte pulmoner metastazların tanısında BT tercih edilen bir
görüntüleme yöntemidir. Pulmoner metastatik neoplazilerin görüntülenmesinde daha
duyarlı bir yöntem olarak kabul edilir (Schwarz ve Saunders, 2011). Standart
teknikle 3 - 6 mm boyutlarındaki nodüller rahatlıkla tespit edilirken; yüksek
20
rezolüsyonlu BT ile 1 - 2 mm boyutlarındakiler bile görüntülenebilir (Cipone ve ark.,
2003).
Metastazların periferal akciğer, subpleural bölge gibi yerlerde konumlanması
lezyonların radyografik olarak tespit edilmesini zorlaştırırken, BT ile görüntülemede
bu bölgelerde olması damarlardan ayırt edilmesini kolaylaştırır (Schwarz ve
Saunders, 2011). Vasküler yapılar ilerleyen kesit görüntülerde devamlı olarak
görülebilirken nodüllerin görülmemesi ile damarsal yapılar nodüllerden ayırt
edilebilir. Peribronşial infiltasyon, artmış opasiteli parankim, subpleural interstisyel
kalınlaşma gibi radyografik olarak diğer lezyonları gizleyen anormal durumlarda bile
BT ile metastatik nodüllerin tanısı koyulabilir (Otoni ve ark., 2010; Goggs ve ark.,
2014).
1.1.6. Alveoler Akciğer Hastalıkları
Alveoler akciğer paterninin en sık karşılaşılan radyografik bulgu olduğu hastalıklara
alveoler hastalık adı verilir. Çoğu alveoler hastalık akciğerin interstisyum ve bronşlar
gibi diğer bölgelerini de etkilediğinden ve farklı alveoler hastalıklarda radyografik
olarak karşılaşılan bulgular birbirine benzediğinden, alveoler akciğer hastalıklarının
tanısı zordur (Cipone ve ark., 2003).
Alveoler akciğer hastalıklara tanısal açıdan yaklaşımda; hastanın anamnezi ve
diğer tanısal testlerin sonuçları, hastalığın oluşum zamanı ve patolojinin görüldüğü
bölgenin iyi tanımlanması gerekir (Çizelge 1.1).
21
Çizelge 1.1. Alveoler akciğer hastalıklarının görülme ve sağaltım sonrası iyileşmesi için gereken
zaman (Schwarz ve Johnson, 2008)
Hastalık Görülme Zamanı Sağaltım Sonrasında
İyileşme Zamanı
Akut Alveoler Hastalıklar
Ödem Saat Saat
Hemoraji Dakika Gün
Pneumoni Saat- Gün Gün-Hafta
Aspirasyon Dakika Gün-Hafta
Kronik Alveoler Hastalıklar
Pneumoni Gün Hafta- Ay
Granülomatoz hastalıklar Hafta Ay- İyileşmeme
Neoplazi Hafta Hafta - İyileşmeme
1.1.6.1. Atelektazi
Pulmoner atelektazi, doğmasal ya da edinilmiş olarak akciğerin akut ya da kronik
olarak hava ile şişmemesi anlamına gelir (Ettinger ve Feldman, 2010). Akciğer
kollapsı ile aynı anlamda kullanılabilir (Johnson ve ark., 2005).
Normal akciğerde, yüzey surfaktanı akciğerin stabilitesini sağlar. Negatif
pleural basınç ve surfaktan, gerilmeyi azaltarak akciğer lobunun kollabe olmasını
engeller. Bu iki etkenden bir tanesi kaybolursa akciğer kollabe olabilir. Atelektazi
birincil bir hastalık değil, bir hastalığın sonucu olarak sekonder olarak ortaya çıkar
(Cipone ve ark., 2003; Farrow, 2003).
22
Atelektazinin farklı tipleri bulunur:
Pasif atelektazi: Alveol dışı basınç orta şiddette değiştiğinde meydana
gelir. Durum tıkanıklık oluşturmaz, eğer basınç düzelirse, akciğerin
tekrar şişmesi mümkündür. En sık görülen çeşidi hipostatik kollapstır.
Bu durumda kalp gibi yapıların akciğere yaptığı baskı sonucu, baskı
altındaki akciğer bölümü kollabe olur ve akciğer kapasitesi tam olarak
kullanılamaz (Şekil 1.7). Orta şiddetteki pleural efüzyon ya da
pneumotoraks ile özellikle anestezi altındaki hayvanların uzun süre
aynı pozisyonda yatması nedeniyle görülebilir (Johnson ve ark.,
2005).
Şekil 1.7. Greyhound ırkı bir köpeğe ait D/V toraks radyografisi. Travma sonucu oluşan
pneumotoraks sonucunda akciğer loblarında pasif kollaps oluşmuş. Ok işaretleri: Akciğer lobları
yapılarını koruyarak boyutlarını küçültmüşler. Akciğer loblarının opasitesindeki artış dikkati çekiyor
(Schwarz ve Johnson, 2008).
Kompresyon atelektazi: Alveol dışı basıncın atmosferik basınçtan
fazla olması durumunda ortaya çıkar. Basınç normale dönerse,
akciğerin tekrar şişmesi mümkündür. Akciğerin hacminin ciddi bir
23
bölümü kaybedilir. Bu duruma örnek olarak gerilme pneumotoraksı,
geniş boyuttaki pleural efüzyonlar ve büyük torasik kitleler
gösterilebilir (Ettinger ve Feldman, 2010).
Rezorpsiyon atelektazi: Alveollere giren gazın oranının çıkan gazın
oranından az olmasıdır. Obstruktif ya da non-obstruktif olabilir. Non-
obstruktif tipte inhalasyon yolu ile oksijen takviyesi yapılan hastalarda
baskın alveoler gaz olan oksijen nitrojenin yerini alır. Dolaşıma daha
hızlı geçen oksijen alveoler hacmin azalmasına neden olur. Bu
fizyolojik bir durumdur (Şekil 1.8). Obstruktif tipte ise bronşial
yabancı cisimler, kitle ve plaklar gibi total bronşial obstrüksiyon
nedeniyle alveoler gaz rezorbe olur (Johnson ve ark., 2005).
Şekil 1.8. 8 yaşında, melez ırk bir köpeğin aksesor akciğer lobu seviyesinde alınan transvers BT
görüntüsü. a) Hasta genel anestezi altında, oksijen takviyesi alıyor. Dorsal yatış pozisyonunda olduğu
için, dorsal akciğer lobları kollabe olmuş ve metastaz yönünden değerlendirilemiyor. Yıldız: gaz ve
sıvı ile dolu özefagus. b) Hasta sternal yatış pozisyonuna alındıktan sonra aynı bölgeden alınan
transvers BT görüntüsü. Hareketsiz yatış pozisyonu ve oksijen desteğinin olması rezorpsiyon
atelektazisi ile sonuçlanmış. Pozisyonun değiştirilmesiyle atelektazi de normale dönüyor (Schwarz,
2008).
24
Adeziv atelektazi: Surfaktan azlığı ya da yokluğu nedeniyle ortaya
çıkar. Sağlıklı bireylerde surfaktan, yüzey gerilimini azaltarak
alveollerin hava ile dolmasını sağlar. Non-obstruktiftir, büyük
solunum yolları açıktır. Örnek olarak; konjental atelektazi, pneumoni
ve akut solunum stresi sendromu gösterilebilir (Ettinger ve Feldman,
2010).
1.1.6.2. Pulmoner Ödem
Pulmoner ödem, pulmoner damarlardan kaynaklanan patolojik ekstravasküler sıvının
akciğerlerde toplanmasıdır (Reinero ve Cohn, 2007). İnterstisyel sıvı üretimi,
pulmoner lenfatik drenajdan daha fazla olduğunda ödem görülebilir. Artan sıvı
öncelikle interstisyum daha sonra ise alveoler boşluklarda birikir (Schwarz ve
Tidwell, 1999; Ettinger ve Feldman, 2010).
Ödem oluşumunun 4 temel mekanizması bulunur:
Permeabilite ödem: Alveoler ya da kapiller duvardaki zedelenme
sonucu artmış vasküler permeabilite, ödem sıvısının fazla miktarda
protein içermesi sonucu oluşabilir (Cipone ve ark., 2003).
Hidrostatik ödem: Mikrovasküler basınç artışı, ödem sıvısının protein
miktarının az olması, sol kalp yetmezliği, anürik böbrek yetmezliği,
fazla miktarda intravenöz sıvı replasmanı yapılması
(hiperhidratasyon) gibi pulmoner vasküler hacmi artıran durumlarda
meydana gelebilir (Ettinger ve Feldman, 2010).
Kapiller plazma onkotik basıncının azalması: Ciddi
hipoalbuminemiler (<10 g/l) , ödem sıvısının protein içeriğinin az
olması sonucunda meydana gelir (Ettinger ve Feldman, 2010).
25
Çoğu hastalıkta bu mekanizmalar birlikte görülebilir. Klinik bulgulara
bakıldığında pulmoner ödem kardiyojenik ya da non-kardiyojenik olarak ikiye
ayrılır.
a) Kardiyojenik pulmoner ödem (konjestif kalp yetmezliği): Öncelikle hidrostatik
ödem görülür. Bu durum sol kalp yetmezliğinin patolojik sonuçlarından birisidir.
Mitral kapak regürjitasyonu sonucunda sol ventrikül ve sol atriumda kan basıncı
artar. Artan sol atrial basınç, pulmoner venlerde basınç artışına neden olur. Lenfatik
drenaj kapasitesi aşıldığında, interstisyel sıvı üretimindeki artış pulmoner ödem ile
sonuçlanır (Ettinger ve Feldman, 2010).
Hastalığın etiyolojisinde mitral kapak hastalığı, kardiyomiyopatiler, patent
duktus arteriosus ve ventriküler septal defektler gibi sağ – sol şantlar yer alır
(Schwarz ve Johnson, 2008).
Radyografik bulgular arasında artmış alveoler patern, kardiyojenik ödem
durumunda sol taraflı kardiyomegali, normal kalp boyutlarına sahip hastalarda mitral
kapak prolapsusu olabilir. Sağ kaudal akciğer lobu diğerlerine göre daha fazla
etkilenmektedir. Hayvanın pozisyonu değiştirildiğinde ödemin yeri de değişebilir
(Burk ve Feeney, 2003; Farrow, 2003).
Kullanılabilecek diğer görüntüleme yöntemleri arasında ekokardiyografi
bulunur. Bu yöntemle kalp hastalıklarının nedeni ve kardiyak fonksiyonun
değerlendirilmesinde kullanılır (Schwarz ve Tidwell, 1999; Burk ve Feeney, 2003).
b) Non-kardiyojenik pulmoner ödem: Bu durum öncelikle permeabilite ödemidir.
Kedi ve köpeklerde çok sık rastlanmaz. Nörojenik pulmoner ödem; kafa travması ya
26
da diğer nedenlerle oluşan intrakranial basınç artışı, nöbetler ve genç köpeklerde
görülen elektrik kablolarının ısırılması ile oluşan elektrik çarpmaları durumlarında
görülür. Azalmış interstisyel doku basıncında sekonder olarak gelişen pulmoner
ödem; laringeal tıkanıklık ya da kompresyonlar sonucu şekillenen sekeller, pleural
sıvı ya da havanın hızla boşaltılması nedeniyle tekrar genişlemeye bağlı pulmoner
ödem sekeli durumlarında görülür (Reinero ve Cohn, 2007). Kapiller endotel ve
alveoler epitelyum üzerinde direkt toksik etki nedeniyle oluşan pulmoner ödem;
ciddi viral ya da bakteriyel enfeksiyonlar, duman, sülfür dioksit ve toksik gazların
inhalasyonu, yılan zehri, endotoksinler gibi vasküler toksinlerle kinin, prostaglandin,
alerjenler gibi vazoaktif maddeler, akciğer travması durumlarında görülür (Şekil 1.9)
(Ettinger ve Feldman, 2010).
Radyografik bulgular arasında; artmış akciğer opasitesi ve alveolar patern
görülebilir. Yayılımı; kaudodorsal akciğer alanları, ciddi durumlarda diffuz yayılım,
erken veya orta dönemdeki olgularda akciğer periferinde görülür. Sağ akciğer
genellikle daha çok etkilenir. Üst solunum yolu obstrüksiyonlarında, intratorasik
trakeada dilatasyon görülebilir (Thrall, 2002; Ballegeer ve ark., 2010).
Şekil 1.9. Parakvat zehirlenmesi şüphesi olan bir köpeğe ait transvers BT görüntüsü. Oklar: Özellikle
kaudoventral akciğer alanlarında alveolar boşlukların sıvı ile dolduğu görülüyor (Schwarz ve
Saunders, 2011).
27
Nörolojik bulguları olan hastalarda BT ya da MR ile görüntüleme faydalı
olabilir (Johnson ve Wisner, 2007). MR’nin yumuşak doku kontrastı sayesinde
nöbetlere neden olan kitleler görülebilir. Baş travmasında kemik kırıkları, serbest
havanın tespit edilmesi için BT en iyi görüntüleme yöntemidir. Başın BT ile
incelenmesi, MR incelemesinden daha hızlı olduğu için genel anestezinin
kontrendike olduğu olgularda BT kullanılabilir (Schwarz ve Saunders, 2011).
1.1.6.3. Boğulma - Dumana Maruz Kalma
Evcil hayvanlarda duman inhalasyon hasarı hakkında sınırlı bilgiler vardır. Duman
inhalasyonu her zaman yangın ve dumana maruz kalma sonunda görülmez; ancak
dumanın inhalasyonu genellikle ciddi solunum hastalıkları ile sonuçlanır (Schwarz
ve Johnson, 2008; Ettinger ve Feldman, 2010).
Boğulmaya ilgili radyografide; özellikle kaudal loblarda artmış akciğer
opasitesi, diffuz interstisyel patern ya da tamamen konsolidasyon görülebilir.
Pulmoner konsolidasyon, gaz yerine sıvı içeren alveoler boşluk anlamında kullanılan
radyolojik bir terimdir. Bu sıvı pulmoner ödem, yangısal eksudatlar ya da kan
olabilir. Akciğerdeki konsolidasyonlar, radyografi ya da BT’de alttan geçen
pulmoner ve vasküler yapıları gizleyen opasite veya dansite artışları şeklinde görülür.
Benzer şekilde pulmoner konsolidasyon ile ortaya çıkabilecek birçok patoloji söz
konusudur. En yaygın neden pneumoni olmakla birlikte, lenfoma, infarktüs,
bronkoalveoler karsinoma ve boğulma ya da duman inhalasyonu gibi enfeksiyon dışı
nedenler de pulmoner konsolidasyon şeklinde ortaya çıkabilir (Schwarz ve Johnson,
2008). Sağ akciğer genellikle daha fazla etkilenir. Dumana maruz kalan hastaların
%25’inde radyografik anormallik görülmediği rapor edilmiştir. Radyografik
değişiklikler olaydan 16 - 24 saat sonra ortaya çıkar. Köpeklerde alveoler patern en
sık karşılaşılan görüntüdür (Şekil 1.10). Kedilerde ise kranial ya da orta loblarda
diffuz interstisyel patern ya da fokal alveoler opasite artışı izlenir (Johnson ve
Wisner, 2007; Parry ve Lamb, 2012).
28
Şekil 1.10. Yangından kurtarılmış, 6 aylık alman çoban köpeğine ait lateral torasik radyografi. Oklar:
Dumana maruz kalma nedeniyle özellikle kaudodorsal akciğer alanlarında alveoler patern görülüyor
(Schwarz ve Tidwell, 1999).
1.1.6.4. Pneumoni
Pneumoni, alveoler parankimin yangısı olarak tanımlanır (Ettinger ve Feldman,
2010; Kealy ve Mcallister, 2011). Pneumoni terimi akut ve eksudatif yangıyı
tanımlamak için kullanılırken; pneumonitis kronik proliferatif lezyonları tanımlar.
Etiyolojileri farklı olmasına rağmen, pneumoni olgularına ait radyografi bulgular
birbiriyle benzerlik gösterir (Schwarz ve Tidwell, 1999).
Bronkopneumoni; bronkoalveoler birleşim yerinden köken alır. Akut olarak
ortaya çıkar ve enfeksiyon kökenlidir. En önemli oluşum nedeni bakteriyeldir.
Akciğer travmasına bağlı olarak sekonder gelişebilir ve supuratif pneumoni olarak
sonlanır (Schwarz ve Johnson, 2008; Ettinger ve Feldman, 2010).
Lobar pneumoni; tüm akciğer lobunun etkilendiği durumdur. Genellikle
aniden gelişen bronkopneumoniye bağlı meydana gelir, nadiren trakeobronşial
yabancı cisim kaynaklıdır (MacPhail, 2007).
29
İnterstisyel pneumoni; viral enfeksiyon ve kronik yangısal hastalıklar
nedeniyle görülür (Ettinger ve Feldman, 2010).
a) Köpek non-spesifik bakteriyel pneumoni
Pneumonilerin en sık görülen nedenidir, primer akciğer hastalıklarında sekonder
enfeksiyon bazen gelişebilir. Bronkopneumoni en sık görülen patoloji olup, aerojen
enfeksiyonlar nedeniyle oluştuğu düşünülmektedir. Hematojen enfeksiyonlarda
kaudal akciğer lobları daha fazla etkileniyor olsa da genellikle yer çekimi nedeniyle
kranial ve orta loblar fazlaca etkilenir (Ettinger ve Feldman, 2010). Klinik bulgular
arasında; yumuşak öksürük ve solunum çabası vardır. Anoreksi ve letarji görülebilir.
Bazı durumlarda ateş görülebilir (MacPhail, 2007; Lee ve ark., 2014).
Radyografik bulgular erken dönemlerde normal görünebileceği gibi lezyonlar
lobların uç kısmında başlar. Radyografik bulgular arasında; tüm lobun etkilendiği
alveoler patern görünümü dikkati çeker. Genellikle ventral loblarda yerleşir. Kranial
ve orta loblar daha çok etkilenir. Asimetrik dağılım sıklıkla karşılaşılan bir
durumdur. Hematojen enfeksiyonlarda sekonder olarak gelişen bakteriyel
pneumonide generalize milier tarzda ya da nodüler görünümde karşılaşılabilir (Şekil
1.11). Şiddetli olgularda az miktarda pleural sıvı ya da pleural kalınlaşma görülebilir.
Akciğerde nekroz oluşması durumunda spontan pneumotoraks gelişebilir (Miller,
2007; Schwarz ve Johnson, 2008).
30
Şekil 1.11. Bronşiektazi ve bronkopneumoni tanısı koyulan bir köpeğe ait L/L radyografi. Oklar: Çok
sayıda, düzgün olmayan, duvar kalınlığı artmış bronşial halkalar ve etrafındaki akciğer dokusunda
opasite artışı görülüyor (Schwarz ve Johnson, 2008).
Olguların BT ile incelenmesinde akciğerde opasite artışı görülür (Şekil 1.12)
(Johnson ve Wisner, 2007).
Şekil 1.12. 12 yaşındaki minyatür Dachshund ırkı köpeğe ait, kranial akciğer loblarının transvers BT
görüntüsü. Oklar: Sağ kranial akciğer lobunda parsiyel konsolidasyon özellikle ventral alanda
görülüyor (Schwarz ve Johnson, 2008).
31
b) Mikoplazmal pneumoni
Mycoplasma spp. köpek ve kedilerde normal ağız florasında bulunan bir bakteridir.
Akciğerlerde, mikoplazma alt solunum yolları ve akciğer hastalıkları ile ilişkilidir.
İmmun yetmezliği ya da baskılanması olan hayvanlar, mikoplazmal hastalıklara karşı
duyarlıdır. Radyografik olarak diffuz bronkointerstisyel patern görülür (Şekil 1.13)
(Prather ve ark., 2005; Ettinger ve Feldman, 2010).
c) Viral pneumoni
Kedilerde Feline Calicivirus; köpeklerde ise Canine Distemper Virüs, Canine
Adenovirus 2 ve Canine Parainfluenza pneumoniye neden olan virüsler arasındadır.
Genç, aşılanmamış ve immun sistemi baskılanmış olan hayvanlar en fazla
etkilenenlerdir. Klinik bulgular arasında; ateş, öksürük, oküler ve nazal akıntı
bulunur (Schwarz ve Johnson, 2008; Ettinger ve Feldman, 2010).
Şekil 1.13. Mikoplazmal pneumonisi olan, 9 yaşında melez ırk köpeğe ait L/L toraks radyografisi.
Oklar: Akciğer genelinde bronkointerstisyel akciğer paterni görülüyor (Schwarz ve Tidwell, 1999).
32
Radyografik bulgular normal olabileceği gibi, çoğunlukla kaudodorsal
akciğer loblarında orta derecede diffuz interstisyel patern görülür. Şiddetli olgularda
alveoler akciğer paterni görülür (Ettinger ve Feldman, 2010).
d) Fungal pneumoni: Histoplasma capsulatum, Blastomyces dermatitidis,
Coccidioides immitis gibi dimorfik mantarlar özel büyüme şartları nedeni ile belirli
coğrafik bölgelerde yayılım gösterirler (Schwarz ve Johnson, 2008).
Cryptococcus neoformans gibi maya türleri dünya genelinde yaygın olarak
görülür. Enfeksiyon genellikle fungal partiküllerin inhalasyon ile alınması sonucu
gerçekleşir. Dimorfik fungus vücut ısısında parazitik faza geçer ve akciğerde ya da
mediastinal lenf nodlarında primer enfeksiyona yol açar. İmmun sistemdeki herhangi
bir yetersizlik sonucunda hastalık yayılabilir (Burk ve Feeney, 2003; Farrow, 2003).
Fungal hastalıkların torasik radyografik bulguları incelendiğinde; akciğer
loblarında multiple nodül ya da küçük kitleler görülür (Şekil 1.14). Akciğer
konsolidasyonu ve pleural efüzyon olması mümkündür (Ettinger ve Feldman, 2010).
Şekil 1.14. 2 yaşındaki Rottweiler ırkı, pulmoner coccidioidomycosis görülen bir köpeğe ait L/L
toraks radyografisi. Akciğer loblarında diffuz olarak yayılmış, sınırları belirsiz nodüller ve perihilar
lenfadenopati nedeniyle dorsale deviye olmuş kaudal trakea görülüyor (Schwarz ve Johnson, 2008).
33
1.1.7. Pleural Boşluğa Ait Hastalıklar
1.1.7.1. Radyografik Anatomi
Pleural membran, kan ve lenf damarlarını içeren bağ doku tabakasını örten,
yassılaştırılmış tek katlı bir mezotel hücre tabakasından oluşur. 2 çeşit pleura vardır.
Bunlar; parietal ve viseral pleuradır (Ettinger ve Feldman, 2010).
Parietal pleura, toraks duvarı ve diyaframın iç yüzeyini kaplar. Kalp, büyük
damarlar ve özefagus dahil olmak üzere mediastinumu oluşturmak için tüm torasik
organları çevreler (Şekil 1.15). Parietal pleura kendi içinde; kostal, diyaframatik ve
mediastinal olmak üzere üçe ayrılır. Viseral pleura, akciğer yüzeyini sararak
pulmoner ligamentleri oluşturur (Schwarz ve Johnson, 2008).
Şekil 1.15. Pleural tabakanın dorsal düzlemde görüntüsü. Kostal, mediastinal ve diyaframatik parietal
pleuranın devamlılığı dikkati çekiyor. Sağ tarafta ise transvers düzlemdeki görüntü. H: Kalp, L:
Akciğer, T: Trakea (Schwarz ve Johnson, 2008).
34
Parietal ve viseral pleura, pleural boşluk ile birbirinden ayrılmıştır. Bu boşluk,
1 mm’den az kalınlığa sahiptir. Pleural boşluk, yaklaşık 2 - 3 ml hacminde, solunum
sırasında sürtünmeyi minimize etmek için kayganlaştırıcı olarak görev alan sıvıyı
içerir. Pleural sıvının yüzey gerilimi, akciğeri torasik duvarla birlikte tutar. Pleural
boşluktaki negatif basınç, akciğerlerin kollabe olmasını engelleyerek onları hava ile
dolu tutar, böylelikle ekspirasyon sonunda bile akciğerlerin az miktarda şişirilmesini
sağlar. Ayrıca, negatif basınç inspirasyon sırasında kıkırdak tarafından
desteklenmeyen küçük solunum yollarının da genişlemesini korumada önemli rol
oynar. Normal ve hastalıklı durumlarda devamlı ve yüksek hacimde bir pleural sıvı
vardır. İnsanlarda, 24 saatte pleural boşluktan 5 - 10 litre sıvı geçer (Ettinger ve
Feldman, 2010; Parry ve Lamb, 2012).
Parietal pleura, sistemik dolaşımdaki interkostal ve bölgesel arterler ile
desteklenir. Kedi ve köpekte viseral pleura, pulmoner dolaşım ile desteklenir ve
direne edilir. Bu durum pleural sıvının, parietal ve viseral pleura arasında devamlı
hareketini sağlar. Viseral ve diyaframatik pleuranın lenf damarları, pleural kaviteyi
direne eder. Pleural sıvı; parietal pleuranın kapiller damarları boyunca hareket ederek
pleural boşluğa taşınır ve burada viseral pleuranın kapiller damarları ve lenfleri ile
absorbe edilir. Viseral pleuraya ait lenfler, pleural sıvının sirkülasyonunda önemli rol
oynar. Lenf damarları aynı zamanda, proteinlerin ve kırmızı kan hücrelerinin de
vasküler sisteme dönmesini sağlar (Schwarz ve Johnson, 2008; Ettinger ve Feldman,
2010).
Genel bir kural olarak, pleura normal bir kedide ya da köpekte torasik
radyografide gözle görülmeyecek kadar ince bir yapıdır; ancak normal pleuranın da
ince bir hat şeklinde görüldüğü durumlar vardır. Bu durumlara örnek olarak; V/D ya
da D/V radyografilerde sol tarafta, kalbin apeksinden diyaframa doğru uzanan keskin
bir çizgi şeklinde, aksesor ve sol kaudal lob arasında uzanan mediastinal pleuranın
katı görülebilir; ancak bu durum genellikle kardiyofrenik ligament olarak yanlış
35
yorumlanır. Yine yaşlı hayvanlarda, pleuranın kalsifikasyonu ya da kalınlaşması da
bu membranları radyografik olarak görünür hale getirir (Schwarz ve Tidwell, 1999).
1.1.7.2. Pleural Efüzyon
Pleural efüzyon, herhangi bir sıvının pleural boşlukta birikmesi durumudur
(Rodriguez-Panadero ve ark., 2006). Küçük hacimli veya yavaş biriken büyük
hacimli sıvı varlığı, primer klinik bulgular görülmeden de tolere edilebilir. Kedilerde
stres durumu olmadıkça veya hasta ölüme yaklaşmadıkça klinik bulgular görülmez.
Klinik muayenede taşipne ve dispne görülebilir. Büyük hacimlerde efüzyonlarda;
kalp seslerinin alınamaması, apikal kalp atımın palpe edilememesi, özelikle ventralde
azalmış solunum sesleri ve perküsyonda donuk sesler ortaya çıkar. İlave klinik
bulgular, efüzyonun nedenine bağlıdır. Pleural efüzyonlu hayvanlarda radyografik
muayene; efüzyon varlığının kanıtlanması; klinik muayenede görülmeyen, küçük
hacimde sıvının görülmesi ve efüzyonun primer nedeninin tanımlanması amacıyla
endikedir (Schwarz ve Johnson, 2008; Salcı ve ark., 2009).
Radyografiden önce hastanın stabilize edilmesinin önemli olduğu
unutulmamalıdır. Bu durum, torakosentezi de içerebilir (Rodriguez-Panadero ve ark.,
2006).
1.1.7.2.1. Efüzyonun Nedenleri:
Pleural efüzyon, pleural sıvının normalden fazla üretilmesinden ya da oluşan sıvının
viseral pleura kapillarından emilmemesinden kaynaklanır (Şen, 2011).
a) Hidrotoraks
Hidrotoraks, transudat ya da modifiye transudat karakterdeki sıvı birikimidir. Gerçek
transudat, hipoproteinemi (serum albümin seviyesinin 15 g/l’nin altında olması)
36
nedeniyle gerçekleşir; protein kaybına neden olan enteropatiler ve nefropatiler,
kronik karaciğer hastalıkları ya da şiddetli malnütrisyonda sekonder olarak
gelişebilir. Gerçek transudat bile pleural irritasyona neden olur ve zamanla modifiye
hale gelir (Rodriguez-Panadero ve ark., 2006; Ettinger ve Feldman, 2010).
Modifiye transudat, yangısal olmayan hücrelerin varlığı ile değişime uğramış
transudattır. Modifiye transudat; sağ kalp yetmezliğine bağlı sistemik hipertansiyon,
kranial mediastinal kitleler nedeniyle pleural lenfatik ya da venöz drenajın azalması,
kronik hernia diafragmatikada karaciğer sıkışmasına bağlı olarak protein kaçağı
olması, akciğer lobu kollapsı ya da tekrar şişmeyi engelleyen durumlarda pleural
hidrostatik basıncın artması nedeniyle oluşabilir (Schwarz ve Johnson, 2008; Reetz
ve ark., 2011).
Eksudatlar yangısal efüzyonlar olup, pleural yüzey hastalıkları ile ilişkilidir.
Eksudat steril ya da septik olabilir. Steril eksudatlar; pneumoni, pulmoner ya da
pleural neoplazi, eksudatif pleuritis (Feline Infectious Peritonitis - FIP), otoimmun
bozukluklar (örneğin, sistemik lupus erytematozus – SLE, romatoid arthritis,
immun-aracılı hemolitik anemi) ve pulmoner granülomatoz bozukluklar nedeniyle
oluşur (Schwarz ve Johnson, 2008).
b) Piyotoraks
Torasik empiyem ya da piyotoraks septik eksudat olup, birçok farklı etkenin
kontaminasyonu sonucunda meydana gelir. En sık görülen etkenler; kedilerde
Pasteurella multocida, Bacteroides ve Fusobacterium; köpeklerde ise Nocardia ve
Actinomyces’dir (MacPhail, 2007). Etkenin girişi; ısırık ya da penetrasyona neden
olan yaralanmalar sonucu direkt travma, deri yüzeyi, özefagus ya da solunum
yolundan giren yabancı cisimlerin migrasyonu, uzak septik odaktan hematojen ya da
lenfatik yolla yayılma, özefagus gibi mediastinal yapıların rupturu, apse ya da
pneumoni gibi akciğer lezyonlarının direkt uzantısı olarak ya da cerrahi girişim veya
37
torakosentez sırasında iatrojenik olarak gerçekleşir (Prather ve ark., 2005; Swinbourn
ve ark., 2011).
c) Hemotoraks
Hemotoraks, pleural boşlukta kan birikimi olup; torasik damarların ya da
hemangiosarkoma gibi intratorasik kitlelerin rupturu, pıhtılaşma bozuklukları,
akciğer lob torsiyonu sonucunda görülebilir (Ettinger ve Feldman, 2010).
d) Şilotoraks
Şilotoraks, lenfatik kanalın konjenital ya da travma nedeniyle bütünlüğünün
bozulması; kardiyomyopati, perikardiyal efüzyon gibi kalp hastalıkları; kalp kurdu;
kranial mediastinal kitleler; kranial vena kava trombozu sonucu pleural boşlukta lenf
sıvısının toplanmasıdır (Salcı ve ark., 2009).
Pleural efüzyonların radyografik bulguları arasında; pleural boşlukta yumuşak
doku opasitesinin varlığı, ventral akciğer sınırının dorsale doğru itilmesi, akciğer
loblarının kollabe olması bulunur. Akut efüzyonlarda akciğer sınırları keskin
görünümde olabilir (Schwarz ve Johnson, 2008; Ettinger ve Feldman, 2010).
Radyografik olarak tanımlanabilecek sıvı hacmi; küçük köpekler ve kediler
için 50 ml, orta boyuttaki köpekler içinse 100 ml’dir. Radyografik görüntülerde her
zaman tüm sıvı varlığı görülemez. Sıvı olduğunda az görülür. Opasitelerine bakılarak
sıvının karakteri hakkında yorum yapılamaz. Sıvının bulunduğu alanlarda yumuşak
doku kitleleri, akciğer lezyonları gibi lezyonlar hakkında değerlendirme yapılamaz.
Peritoneal efüzyon olmadığı sürece diyafram sınırı görülebilir (Burk ve Feeney,
2003; Farrow, 2003).
38
Radyografiler değerlendirilirken öncelikle efüzyonun nedeni araştırılmalıdır.
Eğer kalp büyümesi, mediastinal kitle gibi durumlardan şüpheleniliyorsa V/D
pozisyonda kardiyak silüet ve kranial mediastinum daha rahat görülebilir. D/V
pozisyon ise solunum güçlüğü olan hastalarda her zaman daha güvenli olup, kaudal
lobar pulmoner damarların değerlendirilmesinde daha iyidir. Akciğer kollapsı, lob
torsiyonu gibi sekonder değişiklikler gözden kaçırılmamalıdır (Farrow, 2003).
Kronik ya da reaktif pleural efüzyonlarda; pleural kalınlaşma ya da pleuritis
mevcut olup, piyotoraks, şilotoraks ya da hemotoraks gibi bazı reaktiflerin de
etkisiyle daha hızlı şekillenir. Radyografik bulgular arasında; akciğer sınırlarının
düzensizliği, küçük loblar ve büyük lobların periferinde akciğer kollapsı dikkati
çeker (Thrall, 2002).
Ultrasonografik muayene, primer nedenin belirlenmesi ve atelektaziler gibi
sekonder değişikliklerin değerlendirilesinde faydalı bir yöntemdir. Az hacimdeki sıvı
varlığında, ultrasonografi eşliğinde sıvının yerinin tespit edilmesi, dren
yerleştirilmesi ya da ince iğne aspirasyonu ile sıvının uzaklaştırılması mümkündür.
Fazla hacimde efüzyonun olduğu durumlarda interkostal aralıktan ultrasonografik
muayene yapılabilir. Efüzyon varlığı, mediastinal yağ, damarlar, özefagus gibi
intratorasik yapıların görünürlüğünü artırarak klinisyene kolaylık sağlar. Sıvının
karakteri, ekojenitesini de etkiler. Örneğin; eksudat, hemoraji ve karsinomatozisler
daha ekojenik görünümdedir. Kronik olgularda fibrin oluşumu lineer ekojenik
iplikler şeklinde görünür (Thrall, 2002; Burk ve Feeney, 2003; Ettinger ve Feldman,
2010).
Bilgisayarlı Tomografi ile inceleme sırasında, efüzyonun altında yatan
nedenler ya da kitle, akciğer lob torsiyonu ya da diyaframdaki hasarlar gibi efüzyonla
birlikte seyreden lezyonlar ortaya çıkarılabilir. İnceleme sırasında hastanın pozisyonu
sternal ya da dorsal yatış pozisyonu olarak değiştirilerek sıvının hareketi izlenebilir
39
(Şekil 1.16). Yüksek çözünürlüklü görüntüler ile pulmoner parankim
değerlendirilebilir (Schultz ve ark., 2009).
Şekil 1.16. Bir köpekte serbest pleural efüzyon görüntüsü. Oklar: Yer çekimi ile birlikte sıvının
ventralde toplandığı görülüyor (Schwarz ve Saunders, 2011).
1.1.7.3. Pneumotoraks
Pneumotoraks, pleural boşlukta gaz birikimidir ve birçok şekilde oluşabilir.
Pneumotoraksa ait klinik bulgular hafif ya da ağır seyredebilir. Genellikle
karşılaşılan bulgular; yüzeysel solunumdan açık ağızla solunuma kadar değişkenlik
gösterebilir. Eğer hava birikimi yavaş gerçekleşirse, solunum güçlüğünün erken
belirtileri inspirasyonda ortaya çıkabilir. Az miktardaki pneumotoraksın klinik olarak
tespit edilmesi mümkün değildir. Radyografik muayene ile hastalığın altında yatan
neden tespit edilebilir (Farrow, 2003; Schwarz ve Johnson, 2008).
40
1.1.7.3.1. Pneumotoraksın Türleri
a) Travmatik: Açık ya da kapalı olabilir. Açık pneumotoraksta göğüs duvarının
bütünlüğü bozulmuştur, dış ortamdaki gaz pleural boşluğa girmektedir. Kapalı
pneumotoraksta toraks duvarı zarar görmemiştir. Hayvanın akciğerinde bulunması
gereken hava akciğerden çıkarak pleural boşluğa dolar. En sık karşılaşılan
pneumotoraks çeşidi, kapalı pneumotorakstır. Genellikle trafik kazaları gibi künt
travmalarda sekonder olarak gelişir. Açık travmatik pneumotoraks toraks duvarı
zedelenmelerinde ortaya çıkar. Örnek olarak, ateşli silahla yaralanma, ısırık ya da
bıçaklanma yarası gösterilebilir. İnspirasyon sırasında yara bölgesinden hızla giren
hava, pleural ve atmosferik basıncın eşitlenmesine neden olur (Burk ve Feeney,
2003; Ettinger ve Feldman, 2010).
Çok sık olmamakla birlikte iatrojenik olarak da pneumotoraks gelişebilir.
Torakosentez ya da perikardiyosentez sırasında pleural boşluğa hava girişi
gerçekleşebilir (MacPhail, 2007).
b) Spontan: Spontan durumlarda oluşan pneumotoraks, travmatik ya da iatrojenik
nedenlerle oluşmaz. Primer olarak bullaların kendiliğinden açılması ya da akciğer
patolojilerinde sekonder olarak geliştiği düşünülmektedir (Diana ve ark., 2006).
Primer pneumotoraks genellikle derin göğüslü ırklarda meydana gelir.
Cinsiyet predispozisyonu bulunmaz; ancak orta yaşlı hayvanların daha çok
etkilendiği bilinmektedir. Sekonder pneumotoraks daha sık karşılaşılan bir durum
olup amfizem, neoplazi, pneumoni, pulmoner apse ya da parazitlerin neden olduğu
akciğer hastalıklarında görüldüğü belirtilmektedir (Ettinger ve Feldman, 2010; Fina
ve ark., 2014).
41
c) Gerilme: Pleural gaz basıncı atmosferik basıncı geçtiği zaman gerilme
pneumotoraksı görülür. İnspirasyon ile pleural boşluğa dolan hava ekspirasyon ile
bulunduğu yerden dışarıya çıkamadığında pleural boşlukta pozitif basınç artar. Her
nefesle basınç artacağı için kısa süre içinde durum hayati tehlike arz eder. Akciğer ve
damarların kollabe olması, ventilasyon ve kardiyak outputta azalma ile sonuçlanır
(Ettinger ve Feldman, 2010).
Radyografik bulgular; akciğer sınırları toraks duvarı, diyafram ve
vertebralardan uzaklaşmış görünümdedir. Kollabe akciğer lobları etrafını çevreleyen
gaz nedeniyle rahatça fark edilir. Kollabe akciğer loblarında opasite artışı görülür.
Kardiyak silüet sternumdan uzaklaşmış görünümdedir (Burk ve Feeney, 2003).
BT ile görüntülemede radyografik olarak görülemeyen; az miktardaki pleural
gaz ya da efüzyon rahatlıkla tespit edilebilir (Şekil 1.17). Spontan pneumotoraksın
altında yatan nedenlerden olan bullaların varlığı tespit edilebilir ve cerrahi girişim
için yol gösterici bir yöntem olarak tercih edilebilir (Johnson ve Wisner, 2007;
Schwarz ve Saunders, 2011).
Şekil 1.17. Sağ orta akciğer lobu, torsiyonu sonucunda sağ kaudal loba baskı yapıyor. Yıldız: Sol
dorsal bölgede pneumotoraks görülüyor (Schwarz ve Saunders, 2011).
42
1.1.8. Toraks Duvarına Ait Hastalıklar
1.1.8.1. Kosta Kırığı
Genellikle kosta kırıklarının nedeni travmadır. Travmatik bulgular genellikle
transvers, oblik ya da segmental olup tek ya da birden çok olabilir. Yer değiştiren
kırık uçları penetrasyon yaraları, açık ya da kapalı pneumotoraksa neden olabilir.
Bilinen bir travma geçmişi varsa kosta kırıkları ile birlikte komşu akciğer bölgesinde
travma varlığı düşünülmelidir. Akciğer kontüzyonunun radyografik bulguları
yaralanma meydana geldikten 6 saat sonra görünür hale gelebilir. Bu gibi durumlarda
bir seri radyografik muayene yapılması tavsiye edilir (Ettinger ve Feldman, 2010).
Kosta kırıkları ve toraks duvarındaki hasarlar çok acı verici olabilir ve düzgün
ventilasyonu engelleyerek hipoksiye neden olabilir. Kırık uçlarının yer
değiştirmediği durumlarda konservatif sağaltım önerilmektedir; ancak kırık uçlarının
yer değiştirmesi sonucunda cerrahi redüksiyon ve stabilizasyon şarttır (Thrall, 2002;
Miller, 2007).
Travma dışında patolojik kosta kırıklarının da nadir olmadığı akılda
tutulmalıdır. Kemik yapısının zayıflamasına neden olan durumlar sonucunda kırıklar
görülebilir. Patolojik kırık bulguları; kronik malunion ya da non-union kırıklar,
çoğunlukla birden fazla kostada görülür ve genellikle ağrısızdır. Travma sonucunda
gerçekleşmemiş kosta kırıklarında altta yatan osteopenik, osteolitik ya da solunum
hastalıkları değerlendirilmelidir. Patolojik kırıkların nedeni olabilecek bazı
hastalıklar; kedilerde kronik renal hastalıklar ya da hiperparatirodizme neden olan
diğer hastalıklar, kosta neoplazileri, kedi astımı, köpek kronik bronşial hastalığı,
lobar amfizemdir (Burk ve Feeney, 2003; Liptak ve ark., 2004).
43
Torakstaki solunum hareketleri nedeniyle sürekli yer değiştiren kırık uçlarının
iyileşme oranı düşüktür ve non-union ya da malunion görülme sıklığı fazladır
(Thrall, 2002).
Radyografik bulgular; kostaların kortikal sınırının kesintiye uğraması, kırık
uçlarının üst üste geldiği bölgelerde radyoopasitenin artması, kostaların yönü ve
konumunun değişmesi şeklinde görülür. Travmatik kırıklarda, travmanın geldiği
yönde lezyon görülür. Metabolik nedenlerden kaynaklanan kırıklar genellikle kaudal
ve dorsal yönde konumlanmıştır (Lee ve ark., 2014). Kırık sınırlarının net olması
yeni oluşmuş travmatik bir lezyonu işaret ederken; yapılanmaya başlamış kırık
bölgesi, olgunun kronik olduğunu gösterir. Net olarak görülmeyen ve yapılanmaya
başlamamış lezyonlarda ise osteolitik sürecin başladığından şüphe edilmelidir (Parry
ve Lamb, 2012).
1.2. Toraks Radyografisi ve Radyolojisinin Temelleri
Toraks radyografisi, torasik ve sistemik hastalıkların nedeninin araştırılmasında ve
tanısının konulmasında önemli bir tanı tekniğidir (Schwarz ve Johnson, 2008).
Radyografi, zaman ve maliyet yönünden etkin olması, kullanımının kolay olması,
genellikle genel anestezi gerektirmemesi, radyografi çekimi sırasında hastanın aldığı
radyasyon dışında girişimsel bir işlem gerektirmediği ve hasta üzerinde az stres
oluşturduğu için toraks hastalıklarının tanısı amacıyla en sık kullanılan görüntüleme
yöntemdir. Bu özellikleriyle diğer görüntüleme yöntemlerine göre daha üstündür
(Burk ve Feeney, 2003; Farrow, 2003; Parry ve Lamb, 2012).
44
Radyografik muayene her ne kadar uygulanması kolay bir yöntem olsa da,
yüksek kaliteli filmlerin elde edilmesi için tekniğine uygun radyografi alınmalıdır
(Diana ve ark., 2006). Doğru bir tanı için bu çok önemlidir. Eğer kaliteli radyografi
alınmamış ise elde edilen radyografide oluşan düşük görüntü kalitesi yanlış tanıya
neden olabilir (Schwarz ve Johnson, 2008).
Tekniğine uyulduğu sürece torasik radyografiler kolayca elde
edilebilmektedir; ancak torakal bölge radyografilerinin yorumlanması oldukça zordur
(Schwarz ve Tidwell, 1999; Burk ve Feeney, 2003). Bunun nedenleri:
Süperpozisyonun etkileri
Normal anatomik yapıların ve fizyolojinin ırklar arasında çeşitlilik göstermesi
Fizyolojik ve patolojik süreçlerin radyografik özellikleri çok geç değiştirmesi
Farklı hastalıklar için benzer görüntülerin elde edilmesi
Diğer non-invaziv yöntemlerle doğrulama imkanının az olmasıdır (Thrall,
2002).
Bu durum klinisyenleri ikilemde bırakmaktadır; radyografi kolay kullanımı
ile çok tercih edilmekle birlikte, yorumlaması güç olan bir görüntüleme yöntemdir
(Otoni ve ark., 2010).
1.2. 1. Temel Torasik Radyografi
1.2.1.1. Endikasyonlar
Torasik radyografi için çok çeşitli endikasyonlar bulunmakla birlikte bunlar 2 ana
grup altında toplanmaktadır. Birincisi intratorasik bir hastalığın değerlendirilmesi,
ikincisi genel sistemik bir hastalığın tarama ve değerlendirmesidir (Çizelge 1.2)
(Schwarz ve Johnson, 2008). Genel anlamda torasik radyografi ile hastalığın
varlığını, hastalığın yerini, lezyonun tipini, lezyonun genişliğini belirlenir. Olası tanı
veya ayırıcı tanı için bir hastalık listesi oluşturulmasını sağlanır (Burk ve Feeney,
45
2003). Ultrasonografi, Bilgisayarlı Tomografi gibi tanı yöntemlerinin yapılmasından
önce yol göstericidir. Ayrıca var olan bir lezyonun gelişim durumunun takibi
yapılabilir (Farrow, 2003, Nemanic ve ark., 2006).
Çizelge 1.2. Toraks radyografisinin endikasyonları (Schwarz ve Johnson, 2008).
Endikasyon Neden
Öksürük Akut/ kronik bronşitis
Bronkopneumoni
Alerjik akciğer hastalıkları
Bronşiektazi
Sol kalp yetmezliği (pulmoner konjesyon ve ödem)
Solunum yoluyla alınmış yabancı cisimler
Solunum yollarında baskı (genişlemiş sol artium,
pulmoner neoplaziler)
Pulmoner apse ve granüloma
Dispne Pleura ve mediastinal bozukluklar
o Pleural efüzyon
o Pneumotoraks
o Hernia diafragmatika
o Mediastinal kitleler (± pleura sıvısı)
Pulmoner bozukluklar
o Pulmoner ödem (akut veya kronik sol taraflı
kalp yetmezliği)
o Pulmoner kanama (pıhtılaşma bozuklukları
veya travma)
o Bronkopneumoni
o Yaygın pulmoner neoplazi (miliyer metastaz)
o Parakvat zehirlenmesi
o Pulmoner amfizem
o Dirofilaria immitis
Havayolu obstrüksiyonu
o Trakeal yabancı cisim
o İntraluminar trakeal/bronşial tümör
Kardiyovasküler
hastalıklar
Genç köpeklerde üfürüm
Yetişkinlerde dolaşım bozukluğu ile ilişkili üfürüm
Konjestif kalp yetmezliği
Kalp hızı veya ritminde açıklanamayan değişiklik
46
Çizelge 1.2. Devamı.
Endikasyon Neden
Toraks travması Pneumotoraks ya da pneumomediastinum
Pulmoner hemoraji ya da kontüzyon
Hemotoraks
Hernia diafragmatika
Kosta kırığı
Neoplazi Primer torasik ve çok merkezli tümörlerin
değerlendirilmesi
Pulmoner metastazların değerlendirilmesi
Göğüs duvarı lezyonları Kosta tümörleri
Subkutan amfizem
Toraks deformitesi
1.2.2. Radyografide Teknik
1.2.2.1. Film
Çoğu filmde fotosensitif özelliğe sahip olan emülsiyon tabakası filmin her iki
yüzeyinde de bulunur. Emülsiyon tabakası ışığa duyarlı gümüş bromür ve gümüş
iyodür kristalleri içerir, bu kristallerin boyutu filmin hızını ve ışığa olan duyarlılığını
etkiler (Thrall, 2002).
1.2.2.2. Çekim Süresi (Exposure)
Torasik radyografide genel prensip olarak;
Yüksek kilovoltaj (kV)
Düşük miliamper saniye (mAs)
o Yüksek mA
o Kısa çekim süresi kullanılır (Thrall, 2002).
47
kV; fotonun enerjisini yani x ışının kalitesini belirlerken, mAs; gönderilen
fotonların sayısını yani ışındaki x ışını fotonlarının sayısını belirler (Burk ve Feeney,
2003). Torasik radyografide yüksek kV kullanılmasının nedeni düşük kontrasta sahip
olan görüntüye grinin çok çeşitli tonları kazandırılarak akciğerlerin detayı arttırılarak
değerlendirilmesinde kolaylık sağlamasıdır (Farrow, 2003).
Hem kV hem de mAs filmin siyahlaşmasına neden olur. Yüksek kV
kullanıldığında düşük mAs kullanılarak dengeleme sağlanır. mAs’ın düşük
tutulmasının önemli nedenlerinden bir tanesi de çekim süresini kısaltarak solunum
hareketlerine bağlı şekillenebilecek olan detay kaybını ve artefaktları gidermektir
(Thrall, 2002).
Radyografi çekimi genellikle inspirasyon fazının sonunda ya da
inspirasyonun pik olduğu dönemde akciğerler tamamen hava ile şiştiğinde
yapılmalıdır (Farrow, 2003). Ekspirasyon sonunda alınan radyografilerde ortaya
çıkan pulmoner opasite artışı patolojik infiltrasyonu düşündürebilir. Bu da yanlış
tanıya neden olabilir (Gough, 2007). Akciğer ve trakeadaki dinamik değişikliklerin
değerlendirilmesinde hem inspirasyon hem de ekspirasyon fazında alınan
radyografik görüntüler birlikte kullanılmalıdır (Burk ve Feeney, 2003; Schwarz ve
Johnson, 2008).
Eğer hayvanda az miktarda pleural sıvı ve pneumotoraks olduğu
düşünülüyorsa, bunun tanısının konulmasında radyografinin ekspirasyon sonunda
alınması tavsiye edilir (Farrow, 2003). Örneğin; pulmoner fibrozisin tanısı,
solunumun inspirasyon ve ekspirasyon döneminde alınan görüntülerinde akciğer
genişlemesinin karşılaştırılmasıyla konulabilir (Schwarz ve Johnson, 2008).
48
1.2.2.3. Standart Radyografik Pozisyonlar
Radyografik pozisyonlar, x ışının hasta vücuduna girdiği ve hasta vücudundan çıktığı
noktalar esas alınarak belirlenir. Örneğin; ‘ventrodorsal’ terimi; x ışınlarının hastanın
vücuduna ventral bölgeden girdiğini ve dorsal bölgeden çıktığını tanımlamaktadır.
Örneğin; hayvan sola yatırılmışken elde edilen lateral görüntü ‘sol lateral’ görüntü
olarak tanımlanır (Burk ve Feeney, 2003; Sioris ve ark., 2010; Kealy ve Mcallister,
2011).
Tüm torasik organların (özellikle akciğerlerin) radyografik değerlendirilmesi
için üç yönlü: iki lateral yönlü ve bir ventrodorsal (V/D) ya da dorsoventral (D/V)
yönlü görüntü elde edilmelidir. Rutin toraks incelemesinde en az 2 yönlü radyografi
alınması gereklidir (Parry ve Lamb, 2012). Tek yönlü radyografik görüntü alınması
iki veya üç yönlü grafilere göre daha az bilgi sağlamaktadır; ancak hastanın klinik
durumu incelemenin kısa olmasını gerektiriyorsa tek yönlü radyografi de yeterli
olabilir (Farrow, 2003). Radyografinin bir görüntüleme yöntemi olduğu her zaman
akılda tutulmalıdır. Bilinen bir durum için tek yönlü radyografi alınması,
beklenmeyen başka patolojilerin gözden kaçırılmasına neden olabilir (Farrow, 2003;
Schwarz ve Johnson, 2008).
Farklı klinik bulgulara göre toraks radyografisi alınacağı zaman asgari
düzeyde görüntüler alınmalıdır. Eğer hastanın kardiyak görüntülemesi isteniyor ise
sağ lateral ve D/V, akciğerde şekillenen patolojiler için sağ lateral ve V/D, pulmoner
metastazlardan şüpheleniliyor ise sol lateral, sağ lateral ve V/D pozisyonlarda
radyografi alınmalıdır (Burk ve Feeney, 2003; Schwarz ve Johnson, 2008).
a) Lateral görüntüler: Sağ ve sol lateral pozisyonda alınan lateral radyografik
görüntüler farklı olduğu için, toraksa ait farklı bilgiler sağlamaktadır. Bu nedenle her
ikisinin de elde edilmesi gereklidir. Eğer yalnızca lateral yönde alınan bir
radyografiye göre inceleme yapılacak ise bu durumda sağ lateral pozisyonda
49
radyografik görüntü alınması her zaman tercih edilmelidir (Schwarz ve Johnson,
2008). Sağ lateral pozisyonda alınan radyografilerde; diyafram akciğerin kaudodorsal
alanını daha az gizler; sağ akciğerlerin kalp çentiği nedeniyle kalp daha tutarlı bir
konumdadır; göğüs şişirilmiş durumdayken sağ orta akciğer lobu, kalp ve sternum
arasında kendisini saklayacağı için kardiyak detaylar daha iyi görünür; sternal lenf
nodunda olası bir genişleme daha kolay tanımlanır (Thrall, 2002; Sirois ve ark.,
2010).
Lateral Grafide Kullanılan Teknikler
1. Hayvan sağ ve ya sol lateral pozisyonda yatırılır.
2. Hayvanın başı öne doğru gerilir ve gerekli durumlarda buraya sabitleme için
kum torbaları yerleştirilebilir.
3. Ön bacaklar öne doğru gerdirilerek triseps kaslarının kranial akciğer loblarını
süperpoze etmemesi sağlanır.
4. İkinci kum torbası kalçaya ya da arka ayaklara koyularak hayvanın
sabitlenmesi sağlanır.
5. Strenum ve vertebraların aynı seviyede olmalarına dikkat edilir. Bunu
sağlamak amacıyla sternumun altına köpük materyal koyularak yukarıya
doğru kaldırılması sağlanabilir.
6. Işınlar skapulanın kaudalini ve 2/3 oranında göğüs kafesini içine almalıdır.
7. Kollimasyon toraks girişini ve karaciğerin bir bölümü de dahil olmak üzere
tüm diyaframı içerecek şekilde ayarlanmalıdır (Şekil 1.18).
8. Hastanın sağ veya sol lateral yatışta olduğunu belirlemek için sağ/sol işareti
koyulmalıdır (Schwarz ve Johnson, 2008).
50
Şekil 1.18. L/L grafide hayvanın yatırılış pozisyonu ve kollimasyon sırasında seçilecek toraks alanı
(Schwarz ve Johnson, 2008).
b) Dorsoventral ve ventrodorsal görüntüler: Her zaman hem D/V hem de V/D
radyografilere aynı zamanda ihtiyaç duyulmayabilir; ancak her pozisyonun
birbirlerine karşı bazı avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. D/V görüntülerde
kalp silüeti standart görünümdedir, daha az büyümüştür yani magnifikasyon azdır.
Kaudal pulmoner arter ve venler daha rahat tespit edilebilmektedir. Bu nedenle kalp
rahatsızlığı olan hastalarda D/V görüntüler tercih edilmektedir (Schwarz ve Johnson,
2008). V/D görüntüler sıklıkla pulmoner parankimin değerlendirilmesinde tercih
edilmektedir. Hem D/V hem de V/D görüntüler elde edilirken dikkat edilmesi
gereken en önemli teknik detay; hastanın tamamen düz olarak
pozisyonlandırılmasıdır. Sedasyondaki hastalarda D/V görüntü elde etmek için
hastaya özel pozisyon vermeye çalışmaya gerek kalmaz; çünkü hasta doğal sternal
yatış pozisyonundadır; ancak bazı derin göğüslü hayvan ırklarında V/D yatışta daha
düzgün görüntüler elde edilebilir (Şekil 1.19a). Solunum stresi olan hastalarda D/V
görüntülerin tercih edilmesi önemlidir (Gough, 2007). Bu pozisyonda; göğüs
kafesinin inspirasyon sırasında tamamen genişlemesi, ön ayakların torakstan
ayrılarak uzaklaştırılması, boyunun gerdirilerek trakeaya hava akışında zorluk
yaşanmaması görüntü kalitesinin iyileştirilmesine fayda sağlar (Schwarz ve Tidwell,
1999; Thrall, 2002).
51
V/D Grafide Kullanılan Teknikler
1. Hasta sırtüstü pozisyonda yatırılır.
2. Ön ayaklar gerdirilerek kum torbaları ile sabitlenir.
3. Arka ayaklar serbest (kurbağa bacağı) pozisyonda bırakılır.
4. Vertebra ve sternumun aynı hizada olması sağlanır.
5. Işınlar, sternumu ortalayacak şekilde ayarlanır.
6. Kollimasyon toraks girişi, diyafram ve kranial abdomen ile toraksın lateralini
içermelidir (Şekil 1.19b).
7. Hastanın sağ veya sol tarafını belirleme için işaret koyulmalıdır (Schwarz ve
Johnson, 2008).
Şekil 1.19. a) D/V grafide hayvanın yatırılış pozisyonu, b) V/D grafide hayvanın yatırılış pozisyonu
(Schwarz ve Johnson, 2008).
1.2.3. Toraks Radyografilerinde Sistemik İnceleme
Radyografilerin incelenmesi konusunda birçok uygun teknik mevcuttur. Bazı
uzmanlar anatomik yapılar veya alanları belirli bir sırada incelemeyi uygun görürken,
bazıları ise filmi soldan sağa, yukarıdan aşağıya, ortadan kenarlara doğru
değerlendirmeyi tercih eder (Thrall, 2002).
Klinik ortamında radyografiler değerlendirilirken çoğu zaman uzman,
hastanın anamnezini aklında tutarak filmi değerlendirmektedir (Gough, 2007). Bazı
durumlarda hastanın anamnezi hakkında bir fikri olmayan bir uzman ile filmi
değerlendirmek daha faydalı olabilir. Böylesi bir durumda olası hastalıklara
52
odaklanmaktansa gözden kaçabilecek başka patolojiler de tespit edilebilir (Burk ve
Feeney, 2003).
1.2.3.1. Anatomik İnceleme
Aşağıda verilen liste toraks radyografisi değerlendirilirken kullanılabilecek bir yol
olması açısından önemlidir. Bu listedeki her yapıda görülen anormallik ya da
değişiklikler not edilmelidir.
Çevredeki yumuşak doku
Kranial abdomen ve diyafram
Boyun
Tüm kemikler
Pleural boşluk
Mediastinum
Trakea
Bronşlar
Kardiyak silüet
Aort, kaudal vena kava ve pulmoner damarlar
Akciğerler (Farrow, 2003).
1.2.3.2. Topografik İnceleme
Alternatif olarak, film üzerindeki görüntüyü farklı alanlara bölüp bu alanları adım
adım incelemek faydalı olabilir. Kranialden kaudale ya da merkezden perifere doğru
tüm film incelenebilir. Topografik inceleme yönteminin avantajı her alanın kendi
anatomik yapısı ile değerlendirilmesi nedeniyle uzman taraflı ya da önyargılı bir
değerlendirme yapmaktan kaçınmış olacaktır (Schwarz ve Johnson, 2008). Bu
yöntemin dezavantajı ise; bazı önemli torasik yapıların (pleural boşluk, mediastinum
gibi) normalde görünmemesi nedeniyle tüm yapıların birbiriyle uyumlu şekilde
değerlendirilememesi ve bunun sonucunda anlamlı bir tanı konulamamasıdır (Gough,
2007).
53
1.2.3.3. Radyografik Anatomideki Çeşitlilikler
Özellikle köpeklere ait normal radyografilerde çok çeşitli farklılıklar görülmektedir.
Filmler değerlendirilirken bu değişken faktörlerin varlığının her zaman akılda
tutulması gerekmektedir. Hastadan kaynaklanan bazı özellikler (yaş, ırk gibi)
görüntülerde farklılıklar oluşturup yanlış tanı koyulmasına neden olabilir (Farrow,
2003).
1.2.3.3.1. Irk, Yaş, Cinsiyet ve Vücut Kondisyonu
a) Irk: Özellikle köpeklere ait toraks radyografilerinde bu faktör büyük önem arz
etmektedir. Köpekler için temel olarak üç vücut tipi vardır:
Derin, dar göğüs kafesine sahip ırklar: İrlanda Seteri, Greyhound gibi
Ortalama göğüs kafesine sahip ırklar: Alman Çoban Köpeği, Boxer, Retriever
gibi
Geniş, yüzlek yapıda göğüs kafesine sahip ırklar: Boston Terrier, Bulldog
gibi (Schwarz ve Johnson, 2008).
Bu yapısal farklılıklar mediastinum ve kardiyak silüetin değerlendirilmesinde
önem taşır. Buna ek olarak ırkla ilişkili omurga anomalileri (Fransız Bulldoglarda
kama ya da kelebek şeklinde vertebralar) kifoz, skolyoz ve lordoza neden olabilir.
Pectus excavatum gibi sternal anomaliler de toraksın radyografik incelemesini
etkilemektedir (Farrow, 2003). Kondrodistrofik ırklar (özellikle Basset Hound) farklı
yapıda kostal kıkırdağa ve yumru şeklinde kostokondral birleşime sahiptir, film
üzerinde bu yapılar akciğer alanları üzerine denk geldiğinde şüpheli alan görüntüsü
oluşturabilir (Gough, 2007).
b) Yaş: Genç hayvanlara ait radyografilerde toraksın kranial kısmında fark edilir
boyuttaki timus dikkati çeker. Timus, hayvan 4 aylıkken en büyük boyutlara ulaşır ve
daha sonra hızla küçülerek radyografik olarak görünmez hale gelir ve hayvan
54
yaklaşık 6 aylık olduğunda görünmez. Hayvanın yaşına bağlı olarak büyüme plakları
da açık olarak görülebilir. Birçok yaşlı köpekte spondilitis deformans, dejeneratif
sternal değişiklikler, kostokondral birleşme bölgelerinde, bronşial ve trakeal
halkalarda mineralizasyon, pulmoner osteoma görülmektedir. Yaşlı hayvanlarda ise
pleural kalınlaşma radyografik olarak görülebilir (Parry ve Lamb, 2012).
c) Cinsiyet: Özellikle gebe, östrusta ya da daha önce doğum yapmış yaşlı dişi
hayvanlarda dikkati çeken meme uçları akciğer bölgeleriyle süperpoze olduğunda
pulmoner nodüller ile karıştırılabilir (Gough, 2007).
d) Vücut Kondisyonu: Obezite birçok torasik yapıların yorumlanmasını
etkilemektedir. Fazla miktardaki yağ kardiyomegaliyi taklit ederek kardiyak silüetin
görünümünü değiştirir, kranial mediastinumu genişletir, akciğer loblarının
opasitesinde genel bir artışa neden olur ve pleural efüzyonu taklit ederek akciğerin
ucunu toraks duvarından ayırabilir. Bu durumdaki hayvanların radyografisi elde
edilirken değişik radyografik pozisyonda çekim yapılarak, çekimlerin sayısı
artırılmalıdır (Schwarz ve Johnson, 2008).
Çok zayıf hayvanlarda akciğer alanları hiperlüsent görünümde olacağından,
kaliteli radyografiler alınması için radyografik çekimlerin süresi azaltılmalıdır
(Gough, 2007). Benzer vücut yapısına sahip hayvanlarda vena azygous gibi yapılar
da görünür hale gelebilir. Bu durum daha çok dar göğüs yapılı Greyhound ırkı
köpeklerde görülür. Aşırı zayıflama mikrokardiya (kalp silüetinin küçük olması) ile
sonuçlanabilir (Farrow, 2003).
e) Solunum Fazı: Hastanın solunumunun tam inspirasyon veya ekspirasyon fazı
sırasında alınan radyografiler arasında farklılıklar olacağı unutulmamalıdır (Burk ve
Feeney, 2003). Detaylı bilgi aşağıdaki çizelgede verilmiştir (Çizelge 1.3.).
55
Çizelge 1.3. Köpeklerde inspirasyon ve ekspirasyonda görülen radyografik özellikler (Schwarz ve
Johnson, 2008).
Radyografik Özellikler İnspirasyon Ekspirasyon
Generalize Pulmoner
Radyolüsensi
Artmış radyolüsensi
Vasküler yapılar,
bronşial duvarlar ve kalp
ile yüksek kontrast yaratır
Azalmış
radyolüsensi
Vasküler ve
bronşial duvarlar ile düşük
kontrast yaratır, bronşial
lümen görülebilir
Lateral Radyografi
Retrosternal radyolüsensi
(kranial lobların
bulunduğu alan)
Kalbin sağ
ventriküler sınırı
sternumdan hafifçe
uzaklaşmıştır
Retrosternal alanda
radyolüsent görüntü
artmıştır
Kalbin sağ
ventriküler sınırı sternum
tamamen temas etmektedir
Kranial vena kava
(CrVC) ventral duvarı
rahatlıkla görünür
Kalbin kaudal sınırı,
ventral diyafram ve
kaudal vena kava (CdVD)
arasındaki post kardiyak
üçgen (aksesor lob alanı)
Kalp ve diyafram
arasında temas azalmıştır/
kaybolmuştur
Aksesor lob alanı
radyolüsent ve büyük
Diyafram
düzleşmiştir
Kalbin ventrikül
sınırı ile diyafram temas
eder
Aksesor lob alanı
radyoopak ve küçük
Diyafram
yuvarlaklaşmıştır
Göreceli ve mutlak kalp
boyutu
Azalır (örnek: toraks
boyutlarına göre daha
küçük kalp boyutu)
Artar (örnek: toraks
boyutlarına göre daha
büyük kalp boyutu)
56
Çizelge 1.3. Devamı.
Radyografik Özellikler İnspirasyon Ekspirasyon
Dorsoventral Radyografi
Kaudal torakstaki
değişiklikler (solunuma
bağlı olarak kranial toraks
belirgin şekilde değişir ya
da hiç değişmez)
Kaudal toraks
genişler ve uzar
Diyafram eğrisi T8
- T10 seviyesindedir
Kaudal toraks
daralır ve kısalır
Diyafram eğrisi T7
- T8 seviyesindedir
Kalp boyutları
Ekspirasyon da
olduğundan göreceli ve
mutlak olarak daha küçük
İnspirasyonda olduğundan
göreceli ve mutlak olarak
daha büyük
f) Vücut pozisyonu: Toraksın D/V, V/D, sağ ve sol lateral yönde alınan
radyografilerinde görüntülerde farklılıklar bulunmaktadır (Şekil 1.20) (Gough,
2007). Bazen yalnızca film üzerinde görünen anatomik yapılardaki bazı
değişikliklerin tespit edilmesiyle bile radyografinin hangi pozisyonda alındığı tahmin
edilebilir. Bu temel prensipler aşağıda detaylandırılmıştır (Çizelge 1.4 ve 1.5). Bu
farklılıklar büyük ırk köpeklerde, küçük ırklara ve kedilere göre daha rahat ayırt
edilebilmektedir (Schwarz ve Johnson, 2008).
57
Çizelge 1.4. Sol lateral ve sağ lateral yönlü radyografilerin arasında görülen farklılıklar (Schwarz ve
Johnson, 2008).
Yapı Sağ Lateral Sol Lateral
Diyafram Eğimi paralel görünümdedir Eğim ‘Y’ şeklindedir
Gastrik gaz Gaz fundustadır Gaz pilorik antrumda
ventralde yer alır
Kaudal vena kava Diyaframın sağ eğimi ile iç
içe geçmiştir
Diyaframın sol eğimini
geçmiş, sağ eğimi ile iç içe
geçmiştir
Akciğer Sol akciğer daha iyi görünür Sağ akciğer daha iyi görünür
Kardiyak silüet Oval ya da yumurta şeklinde Daha yuvarlak, apeks
sternumun dorsaline kaymış
olarak görünebilir
Kranial pulmoner
arter ve venler
Damarlar üst üste gelerek sağ
ve sol kranial lobar
damarların birbirinden
ayrılmasını zorlaştırır
Sağ ve sol kranial lobar
damarları birbirinden
ayırmak kolaydır
Sternal lenf nodu Ortalama uzunluğu 30 mm
olup normal bir bulgu olarak
görülebilir.
Sıklıkla görülmez
58
Şekil 1.20. (a) Sağ lateral ve (b) sol lateral toraks radyografileri. Karaciğer loblarının görünümdeki
değişiklik dikkat çekmektedir (karaciğer sağ lob: Pembe çizgi; karaciğer sol lob: Mavi çizgi). Sağ
lateral pozisyonda birbirlerine paralel görünümde iken, sol lateral pozisyonda “Y” şeklinde
görünmektedir. Yeşil çizgi ile gösterilen kaudal vena kava diyaframdan geçtiği için karaciğerin sağ
lobu ile birleşmiş şekilde görünmektedir. Bu birleşme, sağ lateral pozisyonda daha kranialde, sol
lateral pozisyonda ise daha kaudalde gerçekleşir. (c) Sağ lateral pozisyonda organların şematizasyonu.
(d) Sol lateral pozisyonda organların şematizasyonu (Schwarz ve Johnson, 2008).
59
Çizelge 1.5. Torakstaki anatomik yapılar V/D ve D/V radyografilerde farklı görünür. Radyografi
doğru yorumlamak ve hatayı önlemek için, bu farklılıkların ayrıt etmek önemlidir (Schwarz ve
Johnson, 2008).
Yapı Ventrodorsal Dorsoventral
Diyafram Kubbe yapısı 3 tepecikli
görünümdedir.
Kubbe yapısı düzgün olarak
seçilir.
Gastrik gaz Gaz merkezde mide
gövdesinde ve pilorik
antrumda yer alır ve sağ
tarafta görülür.
Gaz sol tarafta fundustadır.
Aorta ve büyük
damarlar
Boyut değişiklikleri
şüphelidir. D/V görünümde
kaudal vena kava daha
uzundur.
Boyuttaki değişiklikler
kolaylıkla görülmez.
Akciğer Genellikle ventral akciğer
alanları en iyi şekilde görülür.
Kalp kraniale yönlendiği için
aksesor lob daha iyi görünür.
Genellikle dorsal akciğer
alanları en iyi şekilde
görülür.
Kaudal pulmoner
arter ve venler
D/V görüntülerde olduğu
kadar kolay
görünmemektedir.
Çevredeki akciğer
dokusunun hava ile dolması
ve büyütme (magnifikasyon)
etkisi ile rahatlıkla
görülebilir.
Kardiyak silüet Uzamış, normal bir varyasyon
olarak ana pulmoner arter
şişkin olarak görülmektedir.
Daha dik bir pozisyon
olması nedeniyle kardiyak
silüet oval görünümdedir.
60
1.3. Toraksın Ultrasonografi ile Görüntülenmesinde Temel Bilgiler
1.3.1. Genel Toraks Ultrasonografisi
1.3.1.1. Endikasyonlar
Kalp dışı toraks ultrasonografisinin veteriner hekimlikte kullanımı her geçen gün
artmaktadır (Kealy ve Mcallister, 2011). Her ne kadar ultrason dalgaları hava içeren
akciğerleri geçemese de, toraksın görüntülenmesinde ultrasonografinin kullanım
alanı bulunmaktadır. Başlangıçta bir seri toraks radyografisi elde edildikten sonra
ultrasonografi ile incelenecek bölgeye karar verilmelidir (Thrall, 2002). Toraks
ultrasonografisinin endikasyonları:
Toraks ve mediastinumdaki yapıların görünmesini engelleyen pleural
efüzyonlar
Mediastinal kitle şüpheli durumlar
Akciğer konsolidasyonu
Toraks duvarı ya da pleural kitleler
Hernia diafragmatika şüphesi
Akciğer lob torsiyonu şüphesi
Tanısal amaçlı ince iğne aspirasyonu ya da biyopsisi
Sağaltım amaçlı pleural sıvının uzaklaştırılması olarak özetlenebilir (Farrow,
2003).
1.3.1.2. Teknik
Kalp dışı toraks ultrasonografisinde; toraks radyografisi ile karar verilen incelenecek
bölgeye odaklı inceleme yapılmalıdır. Şüpheli lezyonun yerleşimine bağlı olarak;
mediastinum, toraks duvarı, pulmoner parankim gibi farklı pencere alanları
kullanılmalıdır. Bu pencereler; interkostal, parasternal, subkostal, transhepatik ya da
toraks girişi şeklinde seçilebilir (Burk ve Feeney, 2003). Bununla ilgili bazı öneriler
aşağıda belirtilmiştir.
61
1.3.1.3. Ekipman
Sektör, mikro konveks problar
Lineer problar kostaların neden olabileceği artefaktları önleyerek kaliteli
görüntü alınmasını sağlar (Mannion, 2006).
Prob frekansı olabildiğince yüksek olmalı; ancak yeterli derinliğe
ulaşabilmelidir:
o Küçük köpekler, kediler: 7.5- 10 MHz
o Büyük ırk köpekler 3.5- 5 MHz prob kullanılmalıdır (Thrall, 2002).
1.3.1.4. Muayene Yöntemi
Her interkostal alan inceleme penceresi olarak kullanılarak, dorsal ve transversal
düzlemde radyografi ile önceden belirlenen toraks bölgesi incelenmelidir (Burk ve
Feeney, 2003). Hava alan akciğerler izin verdiği ölçüde interkostal boşlukta
olabildiğince dorsale çıkılarak muayene yapılır. Her iki tarafta rutin olarak muayene
edilmelidir. Aşağıda belirtilen yapıların tanımlanmasına çalışılır (Schwarz ve
Johnson, 2008).
1.3.1.5. Toraks Duvarı, Pleural Yüzey ve Akciğer Yüzeyi
Sağlıklı hayvanlara ait kostalar kısa eksen görüntülemede yuvarlak olup, uzun eksen
görüntülemede lineer yapılar şeklinde izlenmektedir ve distal akustik gölge
oluştururlar. Kostaların yüzeyi düzgündür ve hiperekoiktirler (Burk ve Feeney,
2003). Kortekste görülen herhangi bir kesinti kosta kırığı ya da lizisin habercisidir.
Toraks duvarı en iyi lineer prob kullanılarak incelenir (Farrow, 2003).
Pleural yüzey parlak hiperekoik çizgi görünümünde olup tüm akciğer
loblarını kaplar. Küçük hayvanlarda iki tabaka ayrı ayrı görülmez, yalnızca akciğerin
viseral pleural yüzeyi parlak, düzgün ve sürekli hiperekoik çizgi şekilde görülebilir
(Burk ve Feeney, 2003). Ultrasonografik muayene sırasında viseral pleural yüzeyin
62
hareketlerini takip etmek önemlidir, sağlıklı hayvanlarda solunum sırasında viseral
pleura göğüs duvarında rahatlıkla kayar (Mannion, 2006).
Akciğer yüzeyinde yumuşak doku gaz ara yüzü nedeniyle neredeyse tüm
ultrason dalgaları yansır bu nedenle distal akustik gölge artefaktı oluşur. Hava alan
akciğer dokusunun güçlü bir şekilde yansıttığı ultrason dalgaları reverberasyon
(yankılanma) artefaktı oluşturur (Kealy ve Mcallister, 2011). Oluşan çok sayıdaki
reverberasyon artefaktı nedeniyle gölgelenme heterojen (dağınık) görünümdedir,
akciğer yüzeyine derinlemesine ve paralel görünümde ekojenik lineer çizgiler
görülebilir (Burk ve Feeney, 2003). Normal olarak beklenen bu dağınık çizgilerin
kesintiye uğraması, yoğun miktarda küçük lineer artefaktların görülmesi fokal hava
almayan akciğer dokusu ya da olası benign pulmoner osteoma bağlı periferal
mineralizasyonları işaret eder. Daha büyük konsolidasyon ya da nodüller hipoekoik
alanlar olarak izlenir ve normal hiperekoik pulmoner yapının bozulduğu görülür
(Schwarz ve Tidwell, 1999).
1.3.1.6. Mediastinum
Kranial, kardiyak ve kaudal mediastinum olmak üzere üç farklı bölüm
ultrasonografik muayenede ayrıt edilebilir. Dorsal mediastinumun etrafı hava alan
akciğerler ile sarılı olduğundan ultrasonografik inceleme sadece ventral kısımla
sınırlı kalır (Thrall, 2002).
Kaudal mediastinum oldukça ince yapıda olup, kaudal vena kava, özefagus ve
aksesor akciğer lobuna ev sahipliği yapar. Bu yapılar en iyi subkostal yaklaşımla
diyafram - karaciğer sınırından görülebilir (Kealy ve Mcallister, 2011). Kaudal
mediastinumun en dorsal kısmı aort ve vena azygosu içerir; ancak bu bölgeye
ultrasonografik olarak ulaşılamaz (Burk ve Feeney, 2003). Kaudal mediastinum bol
miktarda yağ dokusu içerir, pleural efüzyonun varlığında dalgalanan ince bir
hiperekoik yapı halinde görülebilir (Schwarz ve Tidwell, 1999).
63
Normal sternal ya da mediastinal lenf nodülleri etrafını saran mediastinal
yağdan ayırt edilemez. Mediastinal yağ; kalın, homojen yapıda olup ultrason
dalgalarını az geçirir (Kealy ve Mcallister, 2011). Özellikle brahisefalik ırklar ve
obez hayvanlarda mediastinumda fazla miktarda yağ görülebilir ve bunun
mediastinal kitleler ile karıştırılmaması gerekmektedir. Çoğu mediastinal kitle ya da
anormal lenf nodülü hipoekoik ya da heterojen görünümde yuvarlak olarak kolay ve
iyi bir şekilde tanımlanmaktadır (Farrow, 2003).
Genç hayvanlarda kalbin kranialinde timus bulunur, özellikle sol lateralden
rahatlıkla görülebilir. Timus; granüler, homojen yapıdadır ve bol miktarda kan
damarı içerir (Mannion, 2006).
1.3.1.7. Diyafram
Normal yapıdaki bir diyafram bağımsız bir yapı olarak görülmez (Burk ve Feeney,
2003). Fazla yansıtıcı hiperekoik akciğer ara yüzü diyafram ile birlikte görünür.
Yalnızca pleural ya da peritoneal efüzyon durumlarında diyafram tam kalınlığı ile
görülebilir. Normal diyafram düzgün yapıda, eğimli ve süreklilik gösteren bir yüzeye
sahiptir (Schwarz ve Johnson, 2008). Diyaframın incelenmesinde en iyi yaklaşım
subkostal olandır. Probun göğüs kafesinin hemen altına yerleştirilmesi ve sagittal,
dorsal ve transversal düzlemde diyaframın incelenmesi gerekir. Pleural efüzyon
varlığında, interkostal aralık kullanılarak diyaframın kranial yüzeyi incelenebilir.
Ultrasonografik inceleme sırasında konsolide akciğer lobu ya da perikardial yağ
dokusu ile diyafragmatik hernianın karıştırılmaması gerekmektedir (Thrall, 2002).
1.3.1.8. İnce İğne Aspirasyonu ve Biyopsi
a) İnce iğne aspirasyonu
Farklı uzunluktaki 22 G (gauge) iğneler kullanılarak tanı amaçlı pleural sıvı
aspirasyonu yapılabilir. Çok ekojenik görülen efüzyonlarda daha büyük gauge’lık
64
iğneler kullanılabilir. Bu girişim için genellikle sedasyona gerek yoktur (Parry ve
Lamb, 2012).
Eğer efüzyon belirli bir alanda toplanmış ve toraks drenajı için iğnenin
spesifik bir yere yönlendirilmesi gerekiyorsa, sağaltım amaçlı pleural sıvı
aspirasyonu ultrason eşliğinde yapılmalıdır (Burk ve Feeney, 2003). Hastanın boyutu
ve sıvının yapısına bağlı olarak seçilecek olan 16 - 22 G iğnelere serum seti
bağlanmalı ve serum setinin uç kısmına 3 yollu musluk takılarak kullanılmalıdır.
Kalbin kranial ya da kaudalinde yerleşmiş olan büyük sıvı birikimi tespit edilerek,
akciğer yapısına zarar gelmemesi için iğnenin girişinden prosedürün sonuna kadar
ultrason eşliğinde takip edilir (Mannion, 2006).
b) Biyopsi
Kitlesel lezyonların biyopsisi genel anestezi altında yapılmalıdır. Biyopsi sırasında
solunum hareketlerinin kontrol edilmesi gereklidir. Girişim öncesinde hastanın
koagülasyon parametreleri mutlaka kontrol edilmelidir (Parry ve Lamb, 2012). 14 -
18 G otomatik ya da yarı otomatik biyopsi aletleri kullanılabilir. Biyopsi alınacak
bölge aseptik olarak hazırlanır, bistüri ile deri üzerine küçük bir ensizyon yapılır.
Lezyonun derinliği ve biyopsi aletlerinin boyutu önceden ölçülmelidir. Biyopsi
yapılacak alanda büyük damarların varlığını göstermek amacıyla renkli Doppler
ultrasonografi ile biyopsi alınacak dokunun genel kanlanması değerlendirilmelidir
(Thrall, 2002).
c) Komplikasyonlar
Pulmoner lezyonlardan ince iğne aspirasyonları ya da biyopsileri sırasında veya
sonrasında pneumotoraks şekillenebilir (Kealy ve Mcallister, 2011). Şekillenebilecek
pneumotoraks; girişim sırasında veya sonrasında göğüs duvarının hemen altında,
ultrasonografik muayenede geniş hiperekoik alanın oluşmasıyla anında fark edilebilir
65
(Burk ve Feeney, 2003). Bu görüntü normal akciğer yapısının görüntüsüne benzer;
ancak solunum hareketleri ile uyumlu şekilde hareket etmez (Schwarz ve Tidwell,
1999). Pneumotoraksın ve akciğer kollapsının durumu en iyi radyografi ile anlaşılır.
Pneumotoraks nadiren karşılaşılan bir durum olsa dahi, girişim sırasında sağaltım
amaçlı torakosentez yapılması gereken durumlara karşı önlem önceden alınmalıdır
(Mannion, 2006).
Toraks girişimlerinde hemoraji sıklıkla karşılaşılan bir durum değildir.
Genellikle minimal düzeyde meydana gelir ve herhangi bir müdahale gerektirmez
(Schwarz ve Tidwell, 1999).
1.4. Toraksın Bilgisayarlı Tomografi ile Görüntülenmesinde Temel Bilgiler
1.4.1. Endikasyonlar
Kedi ve köpeklerde akciğer hastalıklarından şüphelenildiği durumlarda radyografi,
ultrasonografi gibi diğer görüntüleme yöntemleri ile hastalığın nedeni ve boyutları
anlaşılamıyor ise Bilgisayarlı Tomografi (BT) kullanımının kesin endikasyonu vardır
(Schwarz ve Saunders, 2011; Tsai ve ark., 2012).
1.4.2. Toraks Duvarı
Toraks duvarında palpe edilebilen kitlelerin boyutunun kesin bilinmesi cerrahi
müdahalenin planlanması için önemlidir. Kitlenin boyutunun kesin belirlenmesi her
zaman radyografik olarak tam olarak konamaz (Rivero ve ark., 2005; Tsai ve ark.,
2012). Örnek olarak; aşıya bağlı olarak şekillenen kedi fibrosarkomaları ya da
66
boyutları bilinmeyen kosta tümörlerinin toraks boşluğuna invazyonu BT ile
gösterilebilir (Farrow, 2003; Reid ve ark., 2012).
1.4.3. Pleural Boşluk
Tekrarlayan pneumotoraks olgularında sürekli gaz kaçağının kaynağı eğer
radyografik olarak bulunamıyorsa, BT ile subpleural kabarcık ve pulmoner bullalar
tespit edilebilir (Schwarz ve Saunders, 2011). Yine pleural efüzyon ve kitleler, BT ile
yumuşak doku kitlelerini sıvı olan yapılardan ayrılabilir (Prather ve ark., 2005).
Ayrıca kollabe veya konsolide olmuş akciğer loblarının ayrılmasını kolay bir şekilde
BT ile sağlanmaktadır (Cardoso ve ark., 2007).
1.4.4. Kalp, Büyük Damarlar ve Mediastinum
Şüpheli lezyonlar radyografi ya da ultrasonografi ile kesin olarak tespit edilemiyor
ise BT bu durumda mükemmel bir görüntüleme yöntemidir (Prather ve ark., 2005).
Veteriner hekimlikte kardiyovasküler sistemin BT ile değerlendirilmesi henüz çok
ilerlemiş durumda değildir. Bundan dolayı da çok az sayıda klinik uygulama
bulunmaktadır (Schwarz ve Saunders, 2011).
BT aşağıdaki durumlarda faydalı olabilir:
Sternal, kranial mediastinal ve trakeobronşial lenfadenopati, özelikle orta
dereceli olgularda, onkolojik evreleme ve cerrahi öncesi planlama
Kranial ve kaudal mediastinal kitleler ve kistler
Özefageal kitleler (spiroserkozis, neoplazi)
Aortik mineralizasyon, anevrizma ve parazitik enfeksiyonlar (spiroserkozis)
Perikardiyal ruptur ve kardiyal herni
Caval tromboz ve tıkanma (Budd-Chiari sendromu)
Kalp bazisindeki tümörler
Pneumomediastinum (Schwarz ve Johnson, 2008).
67
1.4.5. Solunum Yolları ve Akciğerler
Patoloji şüphesi olan solunum yolları ve akciğerlerin incelenmesinde, hastalığın
altında yatan neden, hastalığın kapsamı ve şiddeti ile radyografik bulguların non-
spesifik olduğu durumlarda, BT mükemmel bir görüntüleme tekniğidir (Prather ve
ark., 2005; Reid ve ark., 2012). BT’nin özellikle endikasyonu olduğu durumlar:
Trakeal kollaps, tıkanıklık ve ruptur
Bronşial tıkanıklık, ruptur ve kalınlaşma, peribronşial infiltrasyon
Onkolojik evreleme ve cerrahi öncesi planlama açısından metastatik akciğer
lezyonlarının görüntülenmesi
Tüm interstisyel akciğer hastalıkları
Pulmoner kitle ve bullaların kesin konumu, tabiatı ve yayılımı
Pulmoner tromboembolizm
Akciğer lob torsiyonları
Kollabe ya da konsolide olmuş akciğer loblarının ayırıcı tanısıdır (Tsai ve
ark., 2012).
1.4.6. Hastanın Sabitlenmesi ve Hazırlanması
Çoğu hastanın toraks BT incelemesinde genel anesteziye ihtiyaç vardır (Tsai ve ark.,
2012). Eğer çok kesitli (multi-slice) BT kullanılıyor ise tek nefes tutumunda tüm
toraks incelenebilir ve o zaman genel anesteziye gerek duyulmaz. Toraks BT için
inhalasyon anestezisi zorunlu olup, yalnızca trakeal BT yapılacağı zaman
endotrakeal tüp tanıyı zorlaştırabileceğinden şüphelenilen lezyonun konumuna göre
endotrakeal tüpün servikal trakeaya kadar ilerletilmesi inceleme için yeterli olabilir
(Rivero ve ark., 2005; Cardoso ve ark., 2007).
Anestezi ve monitörizasyon cihazının yerleştirilmesine özen gösterilmelidir,
öyle ki büyük artefaktlar oluşturan anestezi cihazına ait tüp ve borular ile
monitörizasyon için kullanılan kabloların gantriye girmemesi gerekmektedir (Prather
ve ark., 2005). ‘Önce baş’ pozisyonu, anestezi cihazının BT cihazının arkasına
68
koyulması gerektiği anlamına gelirken, ‘önce kuyruk’ pozisyonu anestezi cihazının
BT’nin önüne koyulması gerektiği anlamına gelmektedir. Pozisyon ne şekilde olursa
olsun bağlantı kabloları ve tüplerin tarama sırasında harekete izin verecek uzunluk ve
yapıda olması gerekmektedir (Schwarz ve Saunders, 2011).
BT, röntgen cihazının değiştirilmiş bir tekniği olup yüksek seviyede iyonizan
radyasyon yaymaktadır. Bu nedenle inceleme süresi birkaç dakika veya daha kısa
bile olsa personelin BT odasının bulunmaması gerekmektedir. Bunun için de
hastanın sabitlenmesi gerekmektedir (Cardoso ve ark., 2007). Bu amaçla hastanın BT
masasına sabitleyici bantlar ya da BT’de kullanımı uygun olan benzer araç gereçlerle
sabitlenmesi gerekmektedir. Radyografide kullanılan kum torbaları ve benzer
radyoopak sabitleme araçları majör artefakt oluşturmaları nedeniyle BT için uygun
olmamaktadır (Cipone ve ark., 2003; Schwarz ve Johnson, 2008).
Özellikle solunum sıkıntısı olan hastalarda sabitleme için kullanılan yardımcı
araçların solunumu baskılamayacak şekilde seçilmesine özen gösterilmelidir (Şekil
1.21). Yapışkan flasterler de genel anestezi altındaki hastaların sabitlenmesinde
kullanılabilir; ancak BT masası hareketli olduğundan flasterlerin hasta ile birlikte
hareket eden, harekeli bölümüme sabitlenmesi gerekmektedir (Schwarz ve Tidwell,
1999).
Şekil 1.21. BT ile toraks incelemesi yapılan 4 yaşındaki bir St. Bernard köpeğe ait görüntü (Schwarz
ve Saunders, 2011).
69
Hastaya verilecek pozisyon incelenecek alana göre farklılık göstermektedir:
Genellikle toraks duvarı, pleura, mediastinum, kardiyovasküler yapılar ve
solunum yolları incelenirken ventral pozisyonda yatış tercih edilmektedir
(Reetz ve ark., 2011).
Torakal vertebralara yakın lezyonlar incelenirken, solunum hareketlerinden
vertebraların etkilenmemesi için dorsal pozisyonda yatış tercih edilmektedir
(Tsai ve ark., 2012).
Akciğer parankimi incelenirken anestezi sırasında fizyolojik hipostatik
akciğer kollapsı gelişebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin,
ventral akciğer loblarında lezyon şüphesi varsa ve eğer hasta tarafından bu
durum tolere edilebiliyor ise hastanın dorsal yatış pozisyonunda olması tercih
edilmektedir (Diana ve ark., 2006). Bu durumda incelenecek bölgede
atelektazi oluşumu engellenmiş olacaktır (Reetz ve ark., 2011). Eğer BT
görüntülerindeki akciğer değişiklikleri atelektazi ile uyumlu ise hastaya
yeniden pozisyon verilip hava almayan akciğer lobları serbestleştirilmelidir.
Hipostatik atelektazi durumunda etkilenen akciğer lobu pozisyon değişimi
sonrasında tekrar eski haline dönerken patoloji mevcut ise atelektazi devam
edecektir (Prather ve ark., 2005).
Eğer BT eşliğinde biyopsi alınması planlanıyor ise hasta pozisyonu biyopsi
alanı yukarıda kalacak şekilde olmalıdır (Tsai ve ark., 2012).
Ön ayaklar öne doğru uzatılmalı ve servikal vertebralara paralel olarak
konumlandırılmalıdır. Ayakların uzatılması flaster yardımıyla olabilir.
Metalik monitörizasyon aletleri (EKG probları gibi) taranacak alanın dışında
tutulmalıdır (Rivero ve ark., 2005; Schwarz ve Saunders, 2011).
Tanı amaçlı BT incelemelerinde solunum kontrolü çok önemlidir (Reetz ve
ark., 2011). Her BT görüntüsü için çekim süresinin nispeten uzun olması nedeniyle,
solunum hareketlerine bağlı olarak inceleme sonunda hastalık tanısının
konulamayacağı bir hale gelir (Cardoso ve ark., 2007). Bu sorun aşağıdaki önerileri
yaparak çözülebilir:
70
Spontan solunum sonunda görüntüleme. Her çekim ekspirasyon sonunda
solunum durduğunda manuel olarak yapılabilir. Bu yöntem en kolay ve bazı
durumlarda tanı amaçlı görüntü elde edilmesi için tek yol olabilmektedir;
ancak devamlı yüksek görüntü kalitesi elde edilemez. Bu şekilde görüntüleme
Helikal BT taramalarında kullanılamamaktadır (Schwarz ve Johnson, 2008).
İndüklenmiş solunum sonunda görüntüleme. Hasta tarama başlayana kadar
birkaç dakika boyunca ritmik olarak hiperventile edilmelidir (Tsai ve ark.,
2012). Çoğu hasta hiperventilasyonu takiben 30 - 60 saniye kadar spontan
ventilasyon yapmamaktadır, bu süre çoğu BT taramasının yapılması için
yeterli olmaktadır. Solunum başladığında tarama durdurulmakta ve işlem
tekrarlanmaktadır (Reetz ve ark., 2011). Hayvanlarda helikal toraks BT
incelemeleri için en yaygın kullanılan yöntem olarak tercih edilmektedir.
Hiperventilasyon sağlayacak özellikli anestezi cihazları olmadan uzatılmış
apne oluşturulması oldukça güçtür. Ayrıca hiperventilasyon yapılması
güvenli olmadıkça uygulanmamalıdır (Prather ve ark., 2005).
İnspirasyon sonunda nefes tutma ile görüntüleme. İnsan akciğer BT
görüntüleme için standart olarak uygulanmakta olup, hayvanlarda kullanımı
bulunmamaktadır (Reid ve ark., 2012).
1.4.7. Teknik
Toraks BT’de kullanılacak olan teknik, incelenecek organa göre değişiklik
göstermektedir (Tsai ve ark., 2012). Tek bir hayvanda; pulmoner parankim,
mediastinal yapılar, kostalar ve toraks duvarının incelenmesi amacıyla farklı
görüntüleme teknikleri kullanılmaktadır (Farrow, 2003; Rivero ve ark., 2005).
Mediastinal ve diğer yumuşak doku yapıları için 5 mm gibi fazla kesit
kalınlığı olmalı ve pencere genişliği 180 - 300 Hounsfield units (HU),
pencere seviyesi 50 - 100 HU olan dar pencere kullanılmalıdır. Eğer kontrast
çalışma yapılacak ise de bu kurallar geçerlidir (Smallwood ve George, 1993;
Cardoso ve ark., 2007).
71
Yüksek çözünürlükte akciğer parankimi görüntülemesi için dar 1 mm kesit
kalınlığı, kVp ve mA yüksek, yüksek çözünürlük rekonstrüksiyon
algoritmaları ve küçük görüntüleme alanı seçilmelidir. Akciğer parankimi için
pencere seviyesi 1500 - 3000 HU, pencere seviyesi -800 ile -400 HU olan
geniş pencere kullanılmalıdır (Cipone ve ark., 2003; Schwarz ve Saunders,
2011).
Metastatik pulmoner hastalıkların görüntülenmesinde 1 mm kesit kalınlığı ve
pitch değeri 2 olan yüksek çözünürlük tekniği kullanılarak olası akciğer
kitlelerinin tespit edilmesi sağlanabilmektedir (Tsai ve ark., 2012). Fakat bu
teknik tüp soğutulması ile ilgili sorunlar meydana getirebilir ve tarama
süresini uzatır. Eğer hekim yeterli görürse 5 mm ve pitch değeri 1,4 olan
kalın kesitlerle de yeterli detaylara ulaşılabilir. Bunun ile birlikte henüz kitle
büyüklüğüne göre seçilmesi gereken tam değerler henüz saptanmamıştır
(Reetz ve ark., 2011).
Toraks incelemelerinde hareketin olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla tüp
rotasyon süresi genellikle 1 saniye gibi en az süreye indirilmelidir (Prather ve
ark., 2005).
Transvers görüntülerde tespit edilen lezyonların detaylı incelenmesi için
sagittal ve dorsal rekonstrüksiyonların elde edilmesi faydalı olmaktadır.
Görüntü kalitesi, ortogonal (birbirine dik) rekonstrüksiyonlarda kesit kalınlığı
ve aralığına (helikal BT’ler için pitch değeri) bağlıdır ve çok kesitli BT
kullanıldığında diğer yöntemlere göre çok üstündür (Reetz ve ark., 2011).
1.4.8. BT Eşliğinde İnce İğne Aspirasyonu
Ultrasonografi eşliğindeki teknikler kullanılarak etrafı havalanan akciğer ile sarılmış
lezyonlardan örnek elde edilemediği durumlarda BT eşliğinde ince iğne aspirasyonu
değerli bir tanı yöntemidir (Schwarz ve Saunders, 2011). Ancak ultrasonografi
eşliğindeki ince iğne aspirasyonu ile karşılaştırıldığında örnek alımı gerçek zamanlı
görüntüleme ile yapılamaz ve hazırlık aşaması daha fazla zaman almaktadır. Manuel
olarak yapılan teknik aşağıdaki bazı basmakları içerir:
72
1. Lezyon BT ile tespit edilir ve lezyona yakın tarafta göğüs duvarı cerrahi
kurallara göre uygun olarak hazırlanır.
2. Enjektör iğnesi hastanın aksiyal düzleminde sabitlenir ve subkutan olarak
uygulanır. Gantrideki lazer ışığı, iğne ile aksiyal düzlem arasında çizgi
oluşturmak amacıyla kullanılır.
3. Anestezi altındaki hastaya BT tarama yapılarak ilk önce uygulanmış iğnenin
yeri belirlenir.
4. Yaşamsal organlardan korunarak, BT görüntüsü üzerinde hedef lezyona olan
açı ve yaklaşık derinlik hesaplanır.
5. Akciğer yaralanmalarını engellemek amacıyla girişim öncesi hastayı
hiperventile etmek ve sonrasında solumu durdurmak faydalı olabilir.
6. Direkt BT görüntüsü olmadan iğne ilerletilerek planlandığı üzere örnek
toplanır.
7. Herhangi bir kanama, pneumotoraks gibi komplikasyon oluşumunu kontrol
etmek için girişimden sonra BT ile kontrol görüntüsü alınmalıdır (Cipone ve
ark., 2003; Reetz ve ark., 2011).
Gelişmiş BT merkezlerinde otomatik biyopsi eşliği için robot kollar
kullanılarak gerçek zamanlı görüntüleme altında hassas örnekleme yapılabilmektedir;
ancak bu teknikle biyopsi alınması çoğu uzman tarafından önerilmemektedir
(Smallwood ve George, 1993; Tsai ve ark., 2012).
1.5. Toraksın Manyetik Rezonans ile Görüntülenmesinde Temel Bilgiler
1.5.1. Endikasyonlar
Küçük hayvanlarda toraksın Manyetik Rezonans görüntüleme MR ile
görüntülenmesinin esas amacı toraks kitlelerinin değerlendirilmesidir. Mükemmel
73
yumuşak doku kontrastı ve her düzlemde görüntü alınabildiği için cerrahi girişim
öncesi planlama için MR değerli bir kaynaktır (Farrow, 2003).
1.5.2. Toraks Duvarı
Toraks duvarındaki kitlelerin incelenmesinde ve cerrahi girişimin sınırlarını
belirlemek için MR’nin endikasyonu vardır (Thrall, 2002). Eğer toraks duvarında,
göğüs duvarı rezeksiyonu gibi kapsamlı bir cerrahi girişim öncesi MR alınan
görüntüler çok değerlidir (Schwarz ve Johnson, 2008).
1.5.3. Pleural Boşluk
Klasik görüntüleme yöntemleri ile tanı konulamamış ise pleural efüzyonun
nedenlerinin incelenmesi için MR kullanılabilir (Farrow, 2003).
1.5.4. Kalp, Büyük Damarlar ve Mediastinum
Mediastinal kitlelerin varlığında, lezyon boyutları ve bunların büyük toraks
yapılarına dahil olup olmadığının anlaşılması, ekokardiyografi ile tanı konulamayan
karmaşık kardiyak anomaliler ile vasküler anomaliler, kalp ve büyük damarlar ile
mediastinumun MR ile incelenmesinin endikasyonlarını oluşturmaktadır (Schwarz ve
Tidwell, 1999).
Küçük hayvanlarda kalp fonksiyonlarının değerlendirilmesinde MR kullanımı
deneysel çalışmalarda rapor edilmiş olup veteriner hekimlikte 2000’li yılların
başlarında klinik olarak henüz rutin kullanıma geçmediği bildirilmiştir (Farrow,
2003). Günümüzde ise kontrast madde kullanımına gerek olmadan kalp ve kalbin
bazisinden köken alan tümörlerin tanısında kullanılmaktadır (Mai ve ark., 2010).
Kardiyak hacim ve fonksiyonun ölçülmesinde ekokardiyografiye göre MR’nin daha
kesin sonuç vermesiyle birlikte pahalı bir yöntem olması kullanımını sınırlamaktadır.
74
Yine kan damarlarının MR anjiyografi ile değerlendirilmesi de mümkündür
(Schwarz ve Johnson, 2008).
1.5.5. Solunum Yolları ve Akciğerler
BT ile karşılaştırıldığında, akciğer görüntülenmesinde akciğerlerden düşük sinyal
alınması ve artefaktlar nedeniyle MR daha nadir kullanılmaktadır (Farrow, 2003).
1.5.6. Sınırlamalar ve BT ile Karşılaştırma
Küçük hayvanda MR taraması için genel anesteziye ihtiyaç duyulduğu için ciddi
derecede kalp ve solunum hastalıklarında kullanımı sınırlıdır (Thrall, 2002).
MR her ne kadar non-invaziv olsa da teknik ile ilgili bazı riskler
bulunmaktadır. Görüntüleme alanı yakınında veya içinde olan hastaya ait metalik
implantlar hareket edebilir ya da ısınabilir ve artefakt oluşturabilmektedir (Diana ve
ark., 2006). Yüksek gücü olan MR birimlerinde bu durum önem arz etmektedir.
Kalça protezi ve kemik implantları toraks MR için sorun yaratabilir. Vücudunda
potansiyel olarak hareket edebilecek metal parçaları (yabancı cisimler, ateşli silah
yaralanmaları) bulunan hayvanlar MR öncesi mutlaka radyografi ile taranmalıdır
(Farrow, 2003). Kalp pili olan hastalarda pilin MR ile uyumlu olup olmadığı
bilinmeden hasta MR’ye alınmamalıdır. Mikroçipler artefakt oluşumuna neden
olabilir ve bu sebeple yakın bölgelerde görüntünün bozulmasına yol açabilir.
Torasik MR için kalp ve solunum hareketlerine bağlı artefaktlar kısıtlayıcı faktör
olmaktadır (Schwarz ve Tidwell, 1999).
Tesla değeri 0.5 den düşük ve orta tesla sisteme sahip MR cihazları toraks
kitlelerinin değerlendirilmesinde kullanılabilir; ancak bu cihazların kardiyovasküler
75
görüntülemede kapasiteleri düşüktür (Schwarz ve Johnson, 2008). BT ve MR’ye ait
karşılaştırma çizelgesi aşağıda verilmiştir (Çizelge 1.6).
Çizelge 1.6. BT ve MR karşılaştırılması (Schwarz ve Johnson, 2008).
Helikal BT MR
Yumuşak doku detayı Orta Mükemmel
Görüntü düzlemi seçimi Sınırlı Sınırsız
Görüntü elde etme zamanı Saniyeler Dakikalar
Maliyet Yüksek Daha yüksek
Görüntülenecek organ Akciğer, solunum yolları,
kemik
Yumuşak doku kitleleri,
kalp
1.5.7. Hastanın Sabitlenmesi ve Hazırlanması
Harekete bağlı artefaktların önlenmesi amacıyla MR incelemelerinde genel anestezi
gerekmektedir (Farrow, 2003). Genel anestezi ve hastanın sabitlenmesi ile ilgili bazı
zorunluluklar bulunmaktadır:
MR ile uyumlu (demir içermeyen) monitörizasyon ve anestezi cihazları
Kontrast madde verilmesi için periferal venöz kateter yerleştirilmesi
İnceleme odasına girmeden önce tüm metalik cisimlerin özenle
uzaklaştırılması
Hasta pozisyonuna göre yeterli olacak uzunlukta anestezik tüp ve
monitörizasyon cihazlarının sağlanması gerekmektedir (Schwarz ve Johnson,
2008).
Genellikle, toraks MR için tercih edilen pozisyon ‘önce kuyruk’ ve sternal
yatış pozisyonudur (Schwarz ve Tidwell, 1999).
76
Göğüs duvarındaki lezyonların incelenmesi için, solunum hareketlerinin
oluşturacağı artefaktlar nedeniyle hasta kitlenin bulunduğu bölgeye aşağıda kalacak
şekilde lateral yatış pozisyonuna alınmalıdır (Thrall, 2002). Böylelikle üstte kalan
yapılar solunum hareketlerinden etkilenirken kitlenin bulunduğu bölge daha
hareketsiz kalacaktır. Great Dane, Irish Wolfhound gibi derin göğüslü köpekleri
tarayıcıya sığdırılmak için genellikle lateral yatış pozisyonuna alınmalıdır. Hastanın
düz konumda olması ve dönmemesi gerekmektedir (Farrow, 2003).
1.5.8. Teknik
İlk önce üç düzlemli yerleştirme taraması yapılır. Eğer bu durumda hasta
pozisyonlandırması iyi değil ise hastanın tekrar pozisyonlandırılması ve taramanın
tekrarlanması gerekmektedir. Görüntüler dorsal, sagittal ve transvers olmak üzere üç
düzlemde elde edilmelidir (Thrall, 2002).
Çalışmanın amacına göre sekans seçimi belirlenmektedir:
Toraks kitlelerinin değerlendirilmesinde standart T1 ve T2 ağırlıklı hızlı spin
eko sekansları kullanılmaktadır. En fazla yumuşak doku kontrastı için T2
ağrılıklı görüntüler birçok durumda kullanılmaktadır (Diana ve ark., 2006).
Anatomik görüntüleme ve intravenöz kontrast madde verildiği durumlarda
kitlelerin sınırlarının belirlenmesi ve damarlaşma bulunan yapıların
incelenmesi amacıyla T1 ağırlıklı görüntüler kullanılmaktadır (Schwarz ve
Johnson, 2008).
Kesit kalınlığı ve görüntüleme alanı incelenecek bölge alanı ve hastanın
boyutuna bağlı olarak değişmektedir. Görüntüleme alanının çapı vücut çapından
biraz fazla olmalıdır.
Genellikle 4 - 5 mm kalınlıktaki kesitler kedi ve köpekler için uygundur.
77
Göğüs kafesi ve mediastinal hastalıklarda hastanın uzun ekseni temel alınarak
üç düzlemde görüntü alınmalıdır.
Kardiyak inceleme için, kesitler kalp temel alınarak uzun veya kısa eksen
görüntüleri elde edilmelidir.
Kosta sayılarının belirlenmesi önemli ise sayma işlemi sagittal ve transversal
görüntülerde zor olabilir. Bu durumda dorsal düzlem görüntüsü alınarak
doğru kosta sayısı belirlenebilir (Diana ve ark., 2006).
MR kontrast madde ile veya kontrast madde olmadan yapılabilmektedir. MR
ile kontrast çalışma daha kullanışlı olup, iyi kalitede anjiyogramlar elde edilebilir
(Schwarz ve Johnson, 2008).
1.6. BT Cihazlarıyla İlgili Temel Bilgiler
Tomografi vücuttan kesit şeklinde görüntü alma işlemini tanımlar. Kelime anlamı
olarak TOMOS (kesit) ve GRAPHY (şekil, resim, görüntü) şeklinde iki eski
Yunanca kelimenin birleşiminden oluşur. Bilgisayarlı Tomografide kesitsel görüntü
bilgisayarlar yardımı ile elde edilir. Bilgisayarların görüntü oluşturmak için
gereksindiği bilgiler, BT’de x ışınları ile elde edilir (Cipone ve ark., 2003; Hsieh,
2009; Schwarz ve Saunders, 2011).
X ışınları Wilhelm Conrad Röntgen tarafından 1895 yılında Würzburg
Üniversitesi’nde keşfedildi. Bu ışınlar fotoğraf plağında şekil oluşturabilmekte ve
kağıt, tahta, bazı metaller ve en önemlisi canlı doku içinden geçebilmekteydiler. Bu
olay tarihte cerrahi araç kullanmadan insan vücudunun içinin ilk defa görülmesini
sağladı (Johnson ve Wisner, 2007; Hsieh, 2009).
78
BT’nin düşünsel ve matematiksel temelleri 1950 - 1960’lı yıllara kadar
uzanmaktadır. BT, 1972 yılında İngiliz mühendis ‘Sir’ Godfrey Hounsfield
tarafından icat edildi. Hounsfield, İngiliz iş bilgisayarının yaratıldığı EMI dizayn
grubunda çalışıyordu. Çalışmada; aynı bölgenin çok çeşitli açılardan röntgen
görüntülerini alıyorlardı. Bu görüntüler ile kendi ürettikleri bilgisayarın kapasitesini
denemek üzerine kurulmuş bir çalışma yaparken BT’yi icat etti (Schwarz ve
Saunders, 2011).
1.6.1. BT Cihazların Temel Yapısı
Bilgisayarlı Tomografi, radyolojinin iyonizan enerji kullanan bir yöntemdir.
Bilgisayarlı Tomografide temel olarak, x ışını üreten bir tüp ve hastadan geçen x
ışınlarını saptayarak elektriksel sinyallere dönüştüren bir dedektör takımı vardır
(Romans, 2011). Bu dedektör takımının sayısı, yerleşim yeri ve hareket açıları,
BT’nin gelişim jenerasyonlarına bağlı olarak değişiklik göstermiştir. İlk ortaya
çıktığında tek dedektörle çok yavaş görüntüler oluşturabilen BT, artık bir saniyede
birden fazla görüntü oluşturabilecek kapasitelere gelmiştir (Scrivani ve ark., 2012).
Bilgisayarlı Tomografi üç boyutlu vücut bölümlerinden iki boyutlu kesitsel
görüntüler oluşturan bir sistemdir. Üç boyutlu bir yapının iki boyutlu görüntüsü
oluşturulurken rekonstrüksiyon olarak adlandırılan matematiksel teknikler kullanır
(Romans, 2011). Görüntüler genellikle aksiyal (transvers) düzlemlerden elde edilir.
Hastaya pozisyon verilerek koronal kesitler de elde edilebilir. Multidedektör BT
sistemlerinde tek plandan elde edilen görüntüler, reformat tekniklerle, belirgin netlik
ve keskinlik kaybı olmaksızın farklı düzlemlere dönüştürülebilmektedir (Johnson ve
Wisner, 2007; Schwarz ve Saunders, 2011).
Bir BT ünitesi, hastanın incelendiği oda; bilgisayar ve jeneratörün yer aldığı
cihaz odası, çekim ve diagnostik görüntüleme konsollarının yer aldığı operatör odası
olmak üzere başlıca 3 ana bölümden oluşmaktadır (Romans, 2011).
79
İnceleme odası hastanın incelemeye alındığı, BT cihazının masa ve tarayıcı
(gantry) bölümünün bulunduğu yerdir. Gantry; kollimator ve filtreleriyle birlikte x
ışın tüpü, dedektör, analog verilerin dijital verilere dönüşümünü sağlayan elemanları
içerir (Hsieh, 2009; Romans, 2011). Cihaz odası; bilgisayarlar, kayıt araçları ve
jeneratörün bulunduğu yerdir. Operatör odası çekim için gerekli parametrelerin
seçildiği, komutların verildiği, çekim sonrası bilgisayarda elde edilen ve sayılardan
oluşan verilerin, görüntüye dönüştürüldüğü ve filme aktarıldığı bölümdür. Konsol,
BT ünitesinin kumanda panelidir. Monitör ile birlikte hastanın tetkike hazırlanması,
elde edilecek kesit düzeylerinin belirlenmesi, inceleme alanı genişliği, doz, kesit
kalınlığı, kesit aralığı, filtrasyon gibi teknik parametrelerin girilmesine imkan tanıyan
bu bölüm radyolog ya da BT teknisyeni tarafından yönlendirilmektedir (Scrivani ve
ark., 2012).
1.6.2. BT Cihazının Bölümleri
BT cihazında; tarayıcı, bilgisayar ve görüntüleme ünitesi olmak üzere 3 bölüm
vardır. Tarayıcı hasta masası ve gantriden oluşur. Gantri içerisinde tüp ve dedektör
sistemi bulunur. Masa gantri boşluğu içerisine girip çıkabilir. Her kesit alma
işleminden sonra masa bir miktar hareket ettirilir. Bu şekilde hastanın incelenen
bölgesinden ardışık kesitler alınabilir (Hsieh, 2009). BT kesit alma esasına dayanan
bir görüntüleme yöntemi olduğu için, istediğimiz kesit kalınlığına eşit kalınlıkta bir x
ışını demeti yeterli olacaktır. Bu nedenle tüpten çıkan x ışınları kollime edilerek
yelpaze şeklinde bir demet haline getirilir. Işın demetinin kalınlığı operatör
tarafından belirlenir. Hasta vücudundan geçirilen bu x ışını demeti diğer uçta x
ışınlarına hassas bir dedektör zincirine ulaşır. Dedektörlere ulaşan x ışınları hasta
vücudundan geçerken vücudun değişik dokularında değişen oranlarda zayıflamaya
uğrar (Romans, 2011). Dedektörlerde saptanan bu zayıflama miktarı bilgisayarlarla
değerlendirilir. Birçok matematiksel işlem içeren bir süreç sonucu, x ışınlarının
taradığı alanın her bir noktasının x ışınını zayıflatma değeri hesaplanır. Bu değerlerin
saptanmasından sonra görüntüyü oluşturmak oldukça basit bir işlemdir (Hofer,
2007).
80
Daha sonra bu işlemlerden elde edilen sonuçlar, tarama alanını temsil edecek,
sayılardan oluşmuş bir haritaya dönüştürülür. Bu işleme rekonstrüksiyon adı verilir
(Romans, 2011). Harita cihaz üreticilerinin belirledikleri sayıda eleman içerir ve
haritanın eleman sayısı örneğin 520 x 520 gibi ifade edilir. Bu ifade bize haritada alt
alta sıralanan 520 çizgi, her bir çizgide 520 eleman olduğunu gösterir. Tarama
sonucu elde edilen bilgiler, işte bu eleman sayısı kadar değeri hesaplamak amacı ile
kullanılır. Yapılan birçok matematiksel işlemden sonra artık bilgisayarın belleğinde
organizmanın belli bir kesitine ait harita eleman sayısı kadar değer vardır. Bu
elemanlardan herhangi birinin sahip olduğu değer, o elemanın organizmada temsil
ettiği odağın x ışınlarını zayıflatma gücüne eşittir. Organizmadaki bu odağın, kesit
düzlemine paralel x birim uzunluğunda ve y birim genişliğinde iki boyutu vardır
(Hsieh, 2009). Bunun yanı sıra x ışını demet kalınlığına eşit derinlik boyutu da
olacaktır. Bu durumda, noktasal odağımızı hacim boyutunda ele almamız
gerekmektedir. Bu hacime voksel (voxel) adı verilir ve hacim elemanı anlamına
gelen İngilizce (volume element) sözcüklerinin kısaltmasından oluşur (Schwarz ve
Saunders, 2011).
İlk BT cihazlarında, tek bir kesit oluşturabilmek için gerekli verileri toplamak
5 dakika gibi uzun bir süre gerektirmekteydi. Bu kadar uzun sürelerde tetkik alımı ve
yüksek dozlardaki radyasyona maruz kalınma BT'nin kullanılmasını engellemiş ve
geciktirmiştir. Belirli süre bu dezavantaj nedeniyle BT uygulaması sadece beyin
incelemesiyle sınırlandırılmıştır. Sürenin uzunluğu dolayısı ile solunum, intestinal
peristaltik gibi sınırlamalar BT’nin toraks, batın gibi uygulama alanlarında da
kullanılmasını geciktirmiştir (Hsieh, 2009). BT cihazları, geliştirilme ve rutinde
kullanılma aşamalarında bir dizi evrim geçirmiş ve bu gibi dezavantajlarından
arındırılmıştır. Geçirdikleri evrime göre BT cihazları 5 jenerasyon altında
toplanmaktadır (Scrivani ve ark., 2012).
1. Birinci Jenerasyon Cihazlar: Pencil - Beam (kalem ışıması) x ışını ve karşısında
tek bir dedektörün bulunduğu bu tür cihazlar çevirme - döndürme (translate - rotate)
81
prensibi ile çalışmaktadır. İncelenecek olan obje, lineer bir doğrultuda, bir uçtan bir
uca tarandıktan sonra tüp 1 derecelik açı ile dönüş hareketi yapmakta ve obje tekrar
lineer olarak taranmaktadır. Bu işlem tüp ve dedektör 180 derece dönene kadar
tekrarlanmaktaydı. Bu 180 derecelik tek bir dönüşün tamamlanması yaklaşık 4,5
dakika almaktaydı. İlk jenerasyon cihazlarda kesit alım süresi bu nedenle oldukça
uzundur (Hofer, 2007).
2. İkinci Jenerasyon Cihazlar: Bu cihazlarda tek dedektör yerine lineer dizilmiş
birden fazla dedektör kullanılmış ve x ışını hüzmesi de pencil- beam yerine dedektör
genişliğine göre yelpaze biçiminde genişletilmiştir. İkinci jenerasyon cihazlarda
birinci jenerasyonda olduğu gibi çevirme - döndürme (translate - rotate) tekniği söz
konusudur. Daha kısa tarama zamanı elde etmenin yanı sıra aynı anatominin birden
fazla dedektörce izlenmesi sayesinde ayrıntıda artış sağlanmıştır (Hsieh, 2009).
3. Üçüncü Jenerasyon Cihazlar: Bir ve ikinci jenerasyon cihazlardan sonra,
döndürme - döndürme (rotate - rotate) prensibi ile çalışan üçüncü jenerasyon aygıtlar
geliştirilmiştir. Bu cihazlar x ışını kaynağı ve bu kaynağın karşısına yerleştirilmiş,
konveks dedektörlerden oluşturulmuştur. X ışını demeti, karşısına denk gelen
dedektörlerin tümünü içine alacak şekilde yelpaze biçimindedir. X ışını tüpü ve
dedektörler, incelenecek olan obje etrafında birbirleri ile koordineli biçimde hareket
ederek, birinci ve ikinci jenerasyon cihazlarla gerçekleştirilemeyen 360 derecelik
dönüş gerçekleştirilmiştir. 3. jenerasyon cihazların tıp teknolojisine getirmiş olduğu
bir diğer yenilik ise, gantrinin tek bir dönüşünde birden fazla kesit görüntü
alınabilmesidir (Romans, 2011).
4. Dördüncü Jenerasyon Cihazlar: Döndürme - sabit (Rotate - stationary) tekniği
olarak da adlandırılan sistemde sadece x ışını kaynağı hareketlidir. Tek bir x ışını
kaynağı incelenecek obje etrafında 360 derecelik bir dönüş hareketi
gerçekleştirirken, dedektörler gantry boyunca dizilmiş ve sabitlenmiştir. Böylelikle
82
kesit alım süresi 1 - 2 saniye düzeylerine indirgenmiştir (Schwarz ve Saunders,
2011).
5. Beşinci Jenerasyon Cihazlar: Son derece hızlı (Ultrafast) BT olarak da
tanımlanmaktadır. Dönüş hareketi yapan x ışını tüpü ve gantry, yerini yüksek güçlü 4
tungsten hedef anotlu elektron ışınına bırakmıştır. Cihazda hareketli unsurlar
bulunmadığından ve x ışını çok odaklı elektron demeti şeklinde uygulandığından
kesit alım süresi saniyenin altına indirgenmiş ya da aynı sürede birkaç kesit elde
etme imkanı yaratılmıştır. Beşinci jenerasyon cihazlarda düşük ve yüksek rezolüsyon
olmak üzere iki ayrı çalışma modu mevcut olup düşük rezolüsyon modu
kullanıldığında saniyenin yarısı kadar sürede masa hareketi sağlanmaksızın sekiz
adet ardışık kesit alma olanağı mevcuttur. Buna karşın yüksek rezolüsyon modu
seçildiğinde tek bir kesit 0,1 - 0,4 saniye gibi çok daha kısa sürede
tamamlanabilmektedir. Beşinci jenerasyon cihazlarda kullanılan dedektör sistemi,
dördüncü jenerasyon da olduğu gibi gantry boşluğu içine çepeçevre yerleştirilmiş
durumdadır. Günümüzde henüz yaygın kullanıma girmemiş beşinci jenerasyon
cihazlar halihazırda geliştirilme aşamasındadır (Johnson ve Wisner, 2007; Hsieh,
2009).
Teknik gelişiminin yanı sıra kullanım alanı açısından BT temel olarak dört
ana grupta toplanabilir:
a) Yüksek Rezolüsyonlu BT (HRCT)
b) Spiral veya multislice (çok kesitli/ çok dedektörlü) tomografi
c) Toraks anjiyo BT
d) Dinamik BT (Romans, 2011).
83
a) Yüksek Rezolüsyonlu BT
Yüksek uzaysal rezolüsyon algoritma ile (cihazda sağlanan bir özellik) 1 mm kesit
kalınlığıyla görüntü alıp 10 mm kesit aralığı (boşluk) vererek ve her defada nefes
tutulup, kesit alarak çekilen bir yöntemdir (Hofer, 2007).
b) Spiral (Helikal) BT
Spiral BT, BT teknolojisindeki en önemli gelişmelerden biri olarak kabul
edilmektedir. Spiral BT’nin klinik kullanımı ilk kez Kalender ve arkadaşları
tarafından 1980’lerin sonunda gerçekleşmiştir. Spiral BT’de x ışını kaynağı ve
dedektörlerin sürekli rotasyonu esnasında, hastanın eş zamanlı olarak sabit bir hızla
gantry içine doğru hareketi ile incelemesi söz konusudur. Bunun sonucu olarak
hastanın taranması ve aynı esnada BT verilerinin sürekli olarak elde edilebilmesi
mümkündür. Kesitler arası bekleme olmadığı için daha kısa sürede gerçek bir
hacimsel tarama yapılmış olmaktadır. Torakal veya abdominal bölgenin taranması
tek bir nefes tutma ile gerçekleşebilmektedir. Bütün bu gelişmelerin arkasında yatan
teknik yenilikler slip-ring gantrinin geliştirilmesi, artmış dedektör etkinliği ve tüp
soğutma kapasitesidir (Hsieh, 2009; Schwarz ve Saunders, 2011).
Spiral BT sayesinde, özellikle toraks ve abdomen gibi solunum ve hareket
artefaktlarından etkilenen bölgelerde, tek bir nefes tutma sırasında alınan kesit
sayısındaki artış nedeniyle, solunuma bağlı küçük lezyonların gözden kaçması en aza
indirgenmiş, lezyonların saptanması için gerekli kontrast madde miktarında belirgin
azalma sağlanmaktadır (Hofer, 2007). Eğer çalışma istasyonlarında yazılım mevcut
ise üç boyutlu görüntüleme de yapılabilir. Aslında üç boyutlu görüntülemenin aksiyel
görüntüye büyük bir katkısı olmamakla birlikte anatominin daha iyi anlaşılması
açısından yararlıdır. Pulmoner arterler, trakea ve bronş sistemi, değişik varyasyonlar
ve patolojiler üç boyutlu olarak daha iyi gösterilebilir. Yine benzer mekanizma ile
trakea ve bronş içinde uçarak (fly through) sanal bronkoskopi yapılabilir (Schwarz ve
Saunders, 2011).
84
c) Toraks Anjiyo BT
Burada fark daha yoğun kontrast madde vererek daha ince kesitler almaktır. Kesit
kalınlığı 1 - 3 mm arasında değişir. Çekim endikasyonları arasında pulmoner emboli,
santral akciğer kanseri evrelemesi, aorta ve pulmoner arterin patolojileri yer
almaktadır. Kısaca damarsal lezyonlarda ya da damar invazyonu düşünülen tüm
lezyonlarda Anjiyo BT seçilebilir (Romans, 2011).
d) Dinamik BT
Bu tetkik özellikle soliter pulmoner nodüllerin değerlendirilmesinde kullanılan ve
ülkemizde özellikle PET olmayan yerlerde kullanılması gereken hatta PET olan
yerlerde de PET öncesi çekilmesi gereken bir yöntemdir. Daha önceden
lokalizasyonu bilinen nodüle kontrastsız kesitler ile ince tarama yapılır. Sonra
kontrast verilip 1, 2, 3 ve 4. dakikalarda tekrar aynı şekilde taranıp nodül dansitesi
ölçülür. Bu yöntem ile nodüllerin malignite durumu değerlendirilebilir (Schwarz ve
Saunders, 2011).
Gri skala amplifikasyonu için seçilen BT sayıları aralığı pencere genişliği
(WW) olarak adlandırılır ve genellikle tarayıcılarda 1’den tüm skalaya kadar değer
verilebilir (1 verilirse tüm pikseller ya siyah veya beyazdır). Skalanın merkezini
tanımlayan pozisyon pencere seviyesi (WL) olarak adlandırılır (Hofer, 2007).
1.6.3. BT’de Görüntü Kalitesini Etkileyen Faktörler
Bilgisayarlı Tomografi kesitlerinde görüntü kalitesi, uzaysal rezolüsyon ve kontrast
rezolüsyonuna bağlı olarak değişmektedir (Hsieh, 2009). Uzaysal rezolüsyon,
birbirine komşu iki yapının ayırt edilebilme gücünü gösteren bir parametredir.
Görüntüyü oluşturan piksel boyutları ile yakından ilgilidir. Piksel boyutlarının
küçültülmesi, görüntünün daha fazla sayıda noktadan oluşmasına yol açacağından,
daha küçük oluşumların birbirlerinden ayırımı sağlanacak ve uzaysal rezolüsyon
85
artacaktır. BT’de uzaysal rezolüsyon, tüpün fokal spot boyutu, görüntüleme alanı
(field of view) ve kesit kalınlığı ile ters orantılıdır (Cipone ve ark., 2003; Scrivani ve
ark., 2012).
Kontrast rezolüsyonu, film üzerindeki farklı yoğunlukları ayırt edebilme
yeteneği olarak ifade edilebilir. Başlıca x ışını intensitesi ve dozuna bağlıdır. BT
cihazında hastaya uygulanacak x ışını dozu; kilo voltaj (kV) düzeyi, mA değerleri ve
ekspozür süresi (sn) ile ayarlanmaktadır. Miliamper değeri artırıldıkça daha yüksek
oranda x ışını enerjisi oluşmakta ve bununla birlikte tüpe daha fazla yük binmektedir.
Seçilen kesit kalınlığı artırıldıkça kontrast rezolüsyonu artar. Yüksek intrinsik
kontrast düzeylerinden dolayı toraks BT tetkiklerinde ve sinüs, bronş gibi hava
içeren yapıların görüntülenmesinde uygulanacak dozun düşürülmesi görüntü
kalitesini fazla etkilemez (Hofer, 2007; Hsieh, 2009).
İmaj gürültü oranı (noise), görüntüyü oluşturan foton miktarı ile ilişkilidir. kV
değerinin, kesit kalınlığının veya tüp akımının artırılması gürültü oranını düşürür.
Gürültüyü yarıya indirebilmek için x ışını dozu 4 kat artırılmalıdır. Vücut kalınlığı
fazla olan hastalarda foton geçişi daha az olduğu için gürültü oranı yüksektir. Bir
lezyonun görüntülenebilmesi için, lezyonun görüntü kontrastının, görüntü kalitesinde
kayba neden olan gürültüden daha yüksek düzeyde olması gerekmektedir (Johnson
ve Wisner, 2007; Romans, 2011).
Elde edilen görüntü kalitesi ile hastaya uygulanan radyasyon dozu arasında
kompleks bir ilişki mevcuttur ve BT’ye bağlı teknik faktörlere göre değişir (Hsieh,
2009). Radyasyon dozu tüp voltajı (kV), tüp akımı (mA) ve ekspozür süresi (sn) ile
doğru, pitch değeri ile ters orantı gösterir. Hastaya verilen dozu azaltmaya yönelik
spiral BT tetkikinde ultra - fast seramik dedektör kullanımı veya beam - doz
modülasyonu uygulanması gibi birçok çalışma da yapılmıştır. Ancak pratikte, bu
86
metotların her biri doz azaltılmasında sadece %10 - 30 oranında etkilidir (Hsieh,
2009; Schwarz ve Saunders, 2011).
Bilgisayarlı Tomografi görüntülerinde ve diğer dijital görüntüleme
tekniklerinde kullanılan yüksek radyasyon dozu, konvansiyonel filmlerde olduğu gibi
filmlerin görüntü kalitesinin düşmesine (film kararması) sebep oluşturmadığı gibi
görüntü kalitesini artırır. Bu durum gerekenden yüksek hasta dozu kullanmaya olan
eğilimi artırır. Görüntü kalitesi için üst sınır limitlerini belirlemek kolay değildir
(Scrivani ve ark., 2012).
1.6.4. BT’de Görüntü Eldesi
1.6.4.1. BT’de Resim Elemanları
BT görüntüleri piksel adı verilen resim elemanlarının oluşturduğu bir matriksten
ibarettir (Hofer, 2007). Matriks boyutu BT cihazlarının teknolojik gelişimine paralel
olarak 256 x 256, 512 x 512 veya 1024 x 1024 olabilir. Pikseller seçilen kesit
kalınlığına bağlı olarak voksel adı verilen bir hacime sahiptir ve voksel organizmayı
geçen x ışınının atenüasyonunu (x ışınları fotonlarının sayısı) gösteren sayısal bir
değer taşır. Bu değer "Hounsfield units (HU)" olarak adlandırılır ve +1000 ila -1000
arasındaki değerleri kapsar. Bu değerin ortasındaki 0 sayısı genel olarak suyu temsil
ederken yağ dokusu ve hava skalanın negatif, yumuşak dokular, kan ve kompakt
kemik pozitif yönünde yer alır (Johnson ve Wisner, 2007; Hsieh, 2009).
1.6.4.2. Görüntüleme Alanı (Field of View)
BT kesitini oluşturan görüntü alanının genişliğini gösteren bir parametredir.
İncelenecek olan objenin boyutuna göre seçilir. Field of View (FOV) büyütüldükçe,
sabit olan matriks içindeki piksellerin boyutları genişleyeceğinden görüntünün
87
geometrik çözümleme (rezolüsyonu) azalacaktır. Matriks sayısını değiştirmeden
geometrik rezolüsyonun azalmasını önlemeye yönelik odaklama (zooming) ya da
hedefleme (targeting) adı verilen incelenecek objenin bir bölümüne yönelik
netleştirme (fokuslama) uygulaması denenir (Hsieh, 2009; Romans, 2011).
Odaklama (zooming) işlemi, daha büyük bir FOV ile elde edilmiş görüntü üzerinden,
ilgilenilen bir bölgenin seçilerek büyütülmesi işleminden farklı bir uygulamadır.
Aksi takdirde bu işlem fotoğrafik büyütmeden başka bir anlam ifade etmeyecek ve
geometrik çözünürlük azalacaktır. Odaklama (zooming) işlemi rekonstrüksiyon
odaklama ve interpolatif odaklama olmak üzere iki farklı biçimde
gerçekleştirilebilmektedir. Bunlardan; Rekonstrüksiyon Odaklama kesit
parametreleri büyük FOV'a göre elde edilmiş görüntülerin, bilgisayarın belleğinde,
dedektörlerden geldiği biçimiyle durması halinde gerçekleştirilebilen ve görüntü
üzerinde işaretlenen bölgenin yeniden değerlendirilerek oluşturulması işlemidir. Bu
tip odaklamada görüntünün rezolüsyonu artırılabilmektedir (Rivero ve ark., 2005;
Hofer, 2007). Interpolatif odaklamada ise görüntünün bilgisayar hafızasında sayısal
olarak rekonstrükte edilmiş şekli bulunduğunda odaklama gerçekleştirilebilmektedir.
Büyütülmesi istenilen alan işaretlendikten sonra, bu alanın tüm pikselleri bilgisayar
tarafından genişletilmekte, komşu piksel aralıkları da çevre piksel değerlerinin
aritmetik ortalaması alınarak tamamlanmaktadır. Bu işlem ile görüntüde büyüme
gerçekleşmekle beraber detay kalitesinde, büyütülen görüntüye oranla bir farklılık
bulunmamaktadır. Odaklama işlemine tabi tutulacak olan alan “curser” ile
işaretlendikten sonra bilgisayarlar tarafından aynı matriks sayısı ile yeniden
şekillendirilir (Cipone ve ark., 2003; Schwarz ve Saunders, 2011).
1.6.4.3. Pencereler
a) Pencere Genişliği (Window Width)
Monitörde ince1enecek yapının, diğer yapılardan optimum ayrımı amacı ile gri ton
başına düşen doku yoğunluğu sayısının değiştirilmesine yönelik elektronik bir
ayardır. Monitör ve her bir BT kesitinde +1000 ila -1000 arasındaki değişen gri
skalada seçilen sıklık (density) aralığının üst ve alt sınırını işaret eder (Hofer, 2007;
88
Hsieh, 2009). Pencere genişliği daraltıldıkça, gri ton başına düşen absorpsiyon
farklılığı yani doku sayısı azalmakta ve görüntülerde yüksek kontrast sağlamaktadır.
Bununla beraber dar pencere seçimi, pencere alanı dışında kalan oluşumların yetersiz
değerlendirilmesi ya da gözden kaçırılması açısından tehlikelidir. Geniş pencere
genişliği seçildiğinde, gri ton başına düşen doku sayısı artacağından inceleme alanı
oldukça homojen görülecektir. Buna bağlı olarak küçük sıklık (density)
değişikliklerinin saptanması zorlaşacak dolayısı ile de rezolüsyonu azalacaktır
(Cipone ve ark., 2003; Romans, 2011).
b) Pencere Seviyesi (Window Level)
Pencere genişliğinde seçilen sıklık (density) aralığının orta noktasını ifade eden bir
parametredir. Bu parametre vasıtasıyla görüntüler listelenir ve öncelik sırasına
koyulurlar. Pencere seviyesi görüntülerin daha iyi algılanmasını sağlayarak ileri
düzey görüntülemenin kapısını açar (Johnson ve Wisner, 2007; Schwarz ve
Saunders, 2011).
c) Pitch değeri
Helikal BT’de hasta gantri içinden geçerken gantri parçaları hasta etrafında
dönmektedir. Böylelikle helikal (spiral) şekilde taranan tüm alanın devamlı verileri
alınmaktadır. Gantrideki tam bir tur sırasında masanın hareketi ile kesit kalınlığı
arasındaki ilişki pitch değeri olarak ifade edilir ve bu değerin herhangi bir birimi
yoktur. Pitch değeri direkt olarak görüntü bulanıklığına etki eder, yani yüksek pitch
değeri olan bir taramada görüntüler bulanıklaşır. Tek kesitli BT’de kollimasyon ve
kesit kalınlığı aynı anlama gelmektedir. Bunun tersine çok kesitli BT’de pitch değeri
masa ilerlemesinin tüm dedektörlerin kesit kalınlığına olan oranı olarak ifade edilir
(Rivero ve ark., 2005; Schwarz ve Johnson, 2008).
89
Tek kesitli BT’de en uygun pitch değeri 1,4 olarak belirlenmiştir. Eğer daha
detaylı bir görüntü elde edilmek isteniyorsa pitch değeri 1 olarak seçilebilir. Tek
kesitli BT için en yüksek pitch değeri 2 olarak belirlenmiştir, bunun üzerindeki
değerler kullanıldığı zaman görüntü bulanıklaşmaktadır (Johnson ve Wisner, 2007;
Hofer, 2007).
1.6.4.4. Ölçümler
BT görüntülerinin sayısal veriler üzerinden işlenerek yaratılmış olması, elde edilmiş
imaj üzerinde farklı değerlendirme ve ölçümlerin yapılmasına imkan tanımaktadır.
Elde edilmiş görüntüler üzerinde sıklık (density), boyut, sıklık (density) profili,
reformasyon, toplama, çıkarma, histogram gibi ölçümler içinde rutinde en sık
gerçekleştirilenleri sıklık (density) ve boyutsal ölçümlerdir. Boyut ölçümlerinde iki
nokta arasındaki mesafe tayin edilirken, sıklık (density) ölçümünde, değişik
genişlikteki kare - dikdörtgen ya da yuvarlak - oval şekilli bir “curser” ile ilgili alan
içindeki piksellerin yoğunluğu belirlenebilir. Cihaz bu son işlem sırasında, seçilen
bölgedeki piksellerin toplam HU değerlerini, piksel sayısına bölerek ortalama bir
sıklık (density) değeri saptamaktadır. Sıklığı (density) ölçülecek alanın gerçeğe en
yakın bir şekilde değerlendirilmesi açısından örnekleme alanının olabildiğince
homojen ve gerektiğinden daha büyük olmamasına dikkat edilmelidir (Hsieh, 2009;
Romans, 2011).
1.6.4.5. Rekonstrüksiyon (Reformasyon)
Gantri boşluğunun sınırlandırmasına bağlı olarak BT cihazları ile genellikle aksiyal
düzlemde kesitler alınabilmektedir. Çok sınırlı olmakla birlikte bazı vücut
bölümlerinden koronal ya da sagital düzlemden de inceleme yapılabilmektedir
(Örneğin hipofiz bezinin, temporomandibuler eklemlerin, paranazal sinüslerin
görüntülenmesinde olduğu gibi). Her ne kadar genelde sadece aksiyal düzlemden
kesitler alınmış da olsa, bilgisayar teknolojisinin sağladığı imkanlarla görüntülerin
aksiyal kesitler üzerinden farklı düzlemlere dönüştürülmesi mümkün olabilmektedir.
90
Bu işlem bilgisayar belleğindeki özel bir program tarafından sağlanmaktadır (Hsieh,
2009). Bilgisayarın hafızasında yer alan, kesitleri üst üste yerleştirerek sıralar ve
daha sonra istenilen düzlemdeki resim elemanlarını yeni görüntüyü oluşturacak
şekilde birleştirir. Mevcut plandaki kesitlerin, istenilen bir başka planda yeniden
yaratılması işlemlerine reformasyon veya rekonstrüksiyon adı verilmektedir. Mevcut
reformasyon görüntüsünün çözünürlüğü (rezolüsyonu) temel olarak, işleme tabi
tutulan görüntülerdeki kesit kalınlığı ve kesitler arasında bırakılan boşluğa bağlıdır.
Reformasyona tabi tutulan temel görüntülerin kesit kalınlığı ne kadar birbirine eşit ve
küçük, kesitler arası mesafe ne kadar dar ve aralıksızsa, reformasyon görüntüsü de o
ölçüde yüksek rezolüsyonda elde edilecektir. Ancak ne kadar ideal ölçülerde
gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin reformasyon görüntüleri, tam anlamıyla ilk alınan
ana görüntülerin rezolüsyonuna erişemez. Son yıllarda geliştirilen yeni bilgisayar
programları ile ileri algoritmalar kullanılarak mevcut görüntüler üzerinden üç
boyutlu (3D) rekonstrüksiyonlar da gerçekleştirilebilmektedir (Hofer, 2007). Bu
işlemlerin bir örneği, yüzey rekonstrüksiyonu (surface reconstruction) adı verilen bir
uygulamadır. Aksiyal planda alınan kesitler üst üste konarak yerleştirildikten sonra
belirli sınırlar içinde bir HU değeri belirlenmekte, bu seçilen değer doğrultusunda
bilgisayar, tüm görüntülerde o değerler içinde kalan pikselleri saptayıp bir araya
getirerek birleştirmektedir. Birleştirilen pikseller ise değişik planlardan 3D olarak
reformasyona tabi tutulmaktadır. Elde edilen görüntüler, yine bilgisayarlardaki
mevcut programlar çerçevesinde değişik yönlere çevrilerek de incelenebilmektedir
(Cipone ve ark., 2003; Schwarz ve Saunders, 2011).
1.6.4.6. Çözümleme Gücü (Rezolüsyon)
Birbirinden ayrılabilen iki yapı arasındaki minimum aralık olup, geometrik
çözümleme, obje kontrastı, gürültü (noise) ve kontrast çözümlemeye bağlı olarak
değişmektedir. Bu değer santimetrede 5 - 20 çizgi şifti arasında değişmektedir
(Hsieh, 2009). BT üreticisi firmalar cihazlarının etkinliği açısından daha ziyade
çözümleme gücü değerini vermektedirler. Sonuç olarak; BT'de kesit kalınlığı
azaltıldıkça parsiyal volüm etkisi azalacak ve geometrik rezolüsyon artacaktır. Buna
91
karşın x ışını dozu ve dolayısı ile gürültü (noise) azalacağından kontrast rezolüsyonu
düşecektir (Romans, 2011; Schwarz ve Saunders, 2011).
a) Geometrik Çözümleme (Spatial Rezolüsyon)
İncelenecek bir nokta, çizgi ya da kenarın bulanıklaşmasının ölçüsüdür. Bir diğer
ifade ile birbirine komşu iki yapının ayırt edilebilme gücünü gösteren bir
parametredir. Geometrik çözümleme, görüntüyü oluşturan piksel boyutları ile
yakından ilgilidir. Piksel boyutlarının küçültülmesi, görüntünün daha fazla sayıda
noktadan oluşmasına yol açacağından, daha küçük oluşumların birbirlerinden ayrımı
sağlanacak ve spatial çözümleme artacaktır. BT’de geometrik çözümleme tüpün
fokal spot boyutu, FOV ve kesit kalınlığı ile ters orantılıdır. Tüpün fokal spot boyutu,
FOV ve kesit kalınlığı arttıkça geometrik çözümleme gücü azalmaktadır. BT'nin
geometrik çözümleme gücü, konvansiyonel radyografiden daha düşüktür (Hofer,
2007; Romans, 2011).
b) Kontrast Çözümleme (Kontrast Rezolüsyon)
Film üzerindeki farklı yoğunlukları ayırt edebilme yeteneğidir. BT'de konvansiyonel
röntgen'den daha yüksektir. Kontrast çözümleme gücü başlıca x ışını şiddeti
(intensty) ve dozuna bağlı bir kavramdır. BT sistemlerinde hastaya gönderilecek x
ışını dozu kV, mA değerleri ve ışınlama (ekspozür) süresi (sn) ile ayarlanmaktadır
(Hofer, 2007). Birçok sistemde kV değeri genelde sabit olup x ışını yoğunluğu 150
mA'dan başlamak üzere 200, 250, 300, 500'e kadar yükseltilebilen mA seçenekleri
ile artırılabilmektedir. Ancak yeni teknoloji ile üreti1en BT cihazlarında kV
parametresi de değiştirilebilmektedir. Mevcut x ışını yoğunluğu, ışınlama (ekspozür)
süresi de uzatılarak artırılabilmektedir. Miliamper değeri artırıldıkça daha yüksek
oranda x ışını enerjisi oluşmakta, bununla birlikte tüp daha fazla yüklenmektedir.
Kesit alım süresi (sn) artırıldıkça hareket artefaktları fazlalaşmaktadır. Kontrast
çözümleme gücü, gürültü (noise) ve kesit kalınlığı ile birlikte değerlendirilmektedir.
İncelenen objenin homojenitesinden kaynaklanan deviasyonlar olup ortalama 2 - 4
92
HU değerindedir. Gürültüyü yarıya indirmek için x ışını dozu 4 kat artırılmalıdır.
Seçilen kesit kalınlığı artırıldıkça kontrast çözümleme gücü artar (Romans, 2011;
Schwarz ve Saunders, 2011).
1.6.4.7. Filtrasyon (Görüntü İyileştirme)
BT'de filtreler, görüntülerin optimizasyonuna yönelik gürültüyü (noise) önleyen,
görüntü netliğini ve kenar keskinliğini düzenleyen mekanizmalardır. BT'de primer ve
sekonder olmak üzere 2 tip filtrasyon mevcuttur. Görüntülerin ilk oluşturulduğu
aşamada, program içinde tanımlanan, incelenecek alana göre seçilen ve dijital
verilerin rekonstrüksiyonu sırasında gerçekleştirilen filtrasyon, primer filtrasyon
adını almaktadır. Primer filtrasyon ile elde edilmiş görüntüler tekrar filtrasyona tabi
tutulabilir. Bu amaçla, yumuşak dokulara yönelik yumuşak (soft), kemik dokulara
yönelik keskin (sharp) filtreler kullanılmaktadır. Mevcut filtrasyonlu görüntüler
üzerinde gerçek1eştirilen bu ikinci filtrasyon işlemine sekonder filtrasyon adı
verilmektedir (Romans, 2011).
a) Soft (pürüzsüz) Filtreler: Kontrast rezolüsyonu artırmak amacı ile
kullanılmaktadır. Daha çok yumuşak doku incelemelerinde yararlanılmaktadır.
b) Sharp (Edge enhance) Filtreler: Geometrik rezolüsyonu artırmaya yönelik
kullanılmaktadır. Kemik yapıların incelenmesinde uygulama alanı bulmaktadır
(Hofer, 2007).
93
1.7. BT Görüntü Yorumlanmasında Temel İlkeler
1.7.1. BT’de Temel Tanımlama Terminolojisi
1.7.1.1. Yer Terminolojisi
Kranial: Baş kısmına doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir. Aksiyel
iskelet (baş, boyun, omurga ve pelvis), toraks, abdomen için kullanılan bir
terimdir.
Kaudal: Kuyruk kısmına doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Aksiyel iskelet, toraks, abdomen için kullanılan bir terimdir.
Distal: Vücuttan uzağa doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Appendiküler iskelet için kullanılan bir terimdir.
Dorsal: Aksiyel iskelet, toraks, abdomen için arka tarafa doğru
yönlendirilmiş, appendiküler iskeletin distal kısmı için baş tarafına doğru
yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Lateral: Median hattan uzak, yanlara doğru yönlendirilmiş anlamına
gelmektedir.
Sol: Vücudun sol tarafına doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Medial: Median hatta (orta çizgi) doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Palmar/Plantar: Kuyruğa doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Proksimal: Vücuda doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Sağ: Vücudun sağ tarafına doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Rostral: Buruna doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
Ventral: Bel bölümüne doğru yönlendirilmiş anlamına gelmektedir.
1.7.1.2. Tarama Düzlemleri
Tarama ve rekonstrüksiyon için kullanılan standart düzlemler aşağıdaki gibidir:
Transvers düzlem (Şekil 1.22, 1.26)
Dorsal düzlem: Aksiyal iskelet, toraks ve abdomende (Şekil 1.23, 1.24)
94
Sagittal düzlem (Şekil 1.25)
Frontal düzlem: Appendiküler iskelet görüntülemesinde.
Şekil 1.22. Transvers düzlem için kullanılan
terminoloji. Cd: Kaudal; Cr: Kranial; Di: Distal;
Pr: Proksimal; R: Rostral (Schwarz ve Saunders,
2011).
Şekil 1.23. Dorsal (mavi ve yeşil) ile frontal (sarı
ve kahverengi) düzlemler için kullanılan
terminoloji. Cd: Kaudal; Cr: Kranial; D: Dorsal;
Pa: Palmar; Pl: Plantar; V: Ventral (Schwarz ve
Saunders, 2011).
Şekil 1.24. Toraks BT’nin dorsal görüntülenmesinde yönler (Schwarz ve Saunders, 2011).
95
Şekil 1.25. Sagittal BT görüntülenmesinde yönler (Schwarz ve Saunders, 2011).
Şekil 1.26. Toraks BT’nin transversal görüntülenmesinde yönler (Schwarz ve Saunders, 2011).
1.7.2. BT’de Dokuların Birbirinden Ayırt Edilmesi
Radyografide benzer yoğunlukta izlenen sıvı ve yumuşak dokular, BT kesitlerinde
birbirinden ayrılabilir. Kist, ödem ve hematom BT’de ayrı yoğunluklarda
görüntülenir. Karaciğer ve dalağın yoğunlukları da birbirinden farklıdır. Kontrast
madde kullanılarak küçük lezyonlar görünür hale getirilebilir (Johnson ve Wisner,
2007; Schwarz ve Saunders, 2011).
Yağ düşük yoğunluğu ile özellikle abdominal organlar için doğal bir kontrast
oluşturur. Şişman hastaların abdominal incelemelerinde görüntü, abdomen içinde yağ
dokusu çok az olan yavrulara göre daha kalitelidir. Bu nedenle diğer radyolojik tanı
96
yöntemleri için görüntüyü bozan bir faktör olan şişmanlık, BT için bir avantaj
olabilmektedir (Cipone ve ark., 2003; Schwarz ve Johnson, 2008).
X ışını kullanıldığı için BT görüntülerdeki yoğunluk farklılıkları radyografide
olduğu gibi yorumlanmaktadır. Bir BT kesitinde yoğunluğu göreceli olarak yüksek
olan, radyoopak bölgeler x ışınını fazla tutan yerleri gösterir. Yoğunluğu düşük olan,
radyolüsent bölgeler ise x ışınını daha fazla geçiren yapıları temsil eder (Çizelge 1.7)
(Burk ve Feeney, 2003; Johnson ve Wisner, 2007).
BT’de radyoopak (beyaza yakın) bölgeler hiperdens, radyolüsent (siyaha
yakın) bölgeler hipodens, yoğunluğu eşit olan bölgeler ise izodens olarak
tanımlanmaktadır. İzodens terimi mutlaka referans bir doku ile birlikte
kullanılmalıdır (Örneğin: karaciğerle izodens, kemik doku ile izodens) (Romans,
2011; Schwarz ve Saunders, 2011).
97
Çizelge 1.7. X ışını yöntemlerinin ayırabildiği dokular (Schwarz ve Saunders, 2011).
Radyografi Gri Ölçek BT
Metal Metal
Kemik
Kalsifikasyon
Kemik
Kalsifikasyon
Hematom
Sıvı
(Yumuşak Dokular)
Dalak
Karaciğer
Ödem
Sıvı
Yağ Yağ
Hava Hava
Bu çalışmada, akciğer hastalığı bulunan köpeklerde anamnez alındıktan sonra;
köpeklerin direkt toraks grafisi alınarak akciğer hastalıklarının radyografik
muayenesi yapılacaktır. Radyografik muayene sonunda akciğer hastalıklarına ait elde
edilen bulgular; yetersiz, şüpheli veya tanısı tam olarak konulacaktır. Daha sonra bu
olguların ileri görüntüleme yöntemi olan BT ile değerlendirilmesi yapılacaktır.
Böylece herhangi bir patoloji varlığı, konumu ve kapsamı ile ilgili Bilgisayarlı
Tomografi kullanılarak elde edilen bulgular değerlendirilerek, radyografik tanıyı
doğrulayıp doğrulamadığı, ayırıcı tanıya olan etkisi ve iki yöntemin birbirine olan
üstünlükleri incelenerek, akciğer hastalıklarının değerlendirilmesinde radyografik
muayene ve BT bulgularının karşılaştırılması ile hastalıkların kesin tanısının
konulması amaçlanmıştır.
98
2. GEREÇ VE YÖNTEM
2.1. Gereç
2.1.1. Çalışma Gerecini Oluşturan Olgular
Çalışmamıza Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Küçük Hayvan
Kliniği’nden 9, Doğum ve Jinekoloji Küçük Hayvan Kliniği’nden 5 ile Cerrahi
Küçük Hayvan Kliniği'nden 6 adet akciğer hastalığı şüphesi ile Radyodiagnostik
ünitesine gönderilen ve akciğer grafisi istenen çeşitli ırk, cinsiyet, ağırlık ve yaştaki
20 köpek dahil edildi. (Çizelge 2.1).
99
Çizelge 2.1. Çalışma materyalini oluşturan olgulara ait bilgiler.
Olgu
No Irk Yaş Cinsiyet
Canlı
Ağırlık
Gönderen
Klinik Anamnez
1 Terrier 14 Dişi 12 kg Cerrahi 2 haftadır devam eden solunum güçlüğü, egzersiz intolerans, son 3 gündür
disfaji. Meme tümörü metastazı şüpheli.
2 Melez 1 Dişi 5,5 kg Cerrahi Trafik kazası.
3 Melez 8 Dişi 18 kg Doğum Meme tümörü, 1 aydır devam eden dispne.
4 Setter 9 Dişi 16 kg İç hastalıklar Soğuk ve yağmurlu havada dışarıda kalma, şiddetli abdominal solunum,
dispne.
5 Rottweiler 5 Erkek 22 kg Ortopedi Sağ ön bacakta osteosarkom şüpheli kitle, akciğere metastaz şüphesi var.
6 Kangal 1 Erkek 10 kg İç hastalıklar Solunum güçlüğü.
7 Labrador 9 Erkek 23,5 kg İç hastalıklar Kalp hastası (aritmi), 1 yıl önce radyografi sırasında akciğerde kitle
saptanmış, kontrole getirilmiş.
8 Doberman 8,5 Dişi 21 kg İç hastalıklar
Meme tümörü nedeniyle 4 yıl önce mastektomi yapılmış, tekrarlamış. 2
haftadır solunum güçlüğü. Burundan kanlı akıntı geliyor. Anoreksi, kilo
kaybı.
9 Alman
çoban 8 Dişi 27 kg Doğum
Abdominal loblarda meme tümörü var, barınaktan alınmış, ovariektomi
yapılmış, yalancı gebelik geçirmiş.
9
9
100
Olgu
No Irk Yaş Cinsiyet
Canlı
Ağırlık
Gönderen
Klinik Anamnez
10 Golden 3 Dişi 24 kg İç hastalıklar Sokaktan alınmış, 10 gündür vaginal kanama, Transmissible venereal tümör
(TVT). Operasyon öncesi kontrol için geldi.
11 Melez 1 Erkek 4,5 kg Cerrahi Yüksekten düşme, dispne.
12 Rottweiler 9 Erkek 21 kg İç hastalıklar 1 aydır solunum güçlüğü, iştahsızlık.
13 Rottweiler 6 Erkek 24 kg İç hastalıklar Lenfoma şüpheli, akciğere metastaz yönünden inceleme için geldi.
14 Terrier 18 Erkek 11 kg Cerrahi Sırt, sternal ve perianal bölgede kitleler var, daha önce opere edilmiş.
Akciğere metastaz yönünden inceleme için geldi.
15 Terrier 13 Dişi 14 kg Doğum 3. ve 4. meme loblarda tümör var, akciğere metastaz yönünden inceleme için
geldi.
16 Chihuahua 13 Dişi 7 kg Cerrahi Brahisefalik sendrom, dispne, egzersiz intolerans, hırıltılı solunum.
17 Terrier 13 Dişi 14 kg Doğum Meme tümörü, akciğere metastaz yönünden inceleme için getirilmiş.
18 Golden 7 Dişi 15 kg İç hastalıklar Son 1 ayda artmış egzersiz intolerans, taşipne, iştahsızlık.
19 Terrier 12 Dişi 11 kg İç hastalıklar Herhangi bir sorunu yok, rutin kontrole geldi.
20 Alman
Çoban 6 Erkek 20 kg İç hastalıklar Megaözefagus, timoma şüphesi, solunum güçlüğü.
1
00
101
Bu çalışma, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Hayvan Deneyleri Yerel Etik
Kurulu 14/03/2012 tarih, 2012-6 toplantı no, 2012-31 dosya no ve 2012-6-44 sayılı
kararı ile onaylanmıştır (Ek 1).
2.1.2. Çalışmada Kullanılan Cihazlar
Torasik bölgenin radyografisi için Innomed marka, TOP-X HF model iki tüplü
röntgen cihazı kullanıldı. Hayvanın boyutuna göre değişmekle birlikte, küçük ırk
köpekler için 18 x 24, orta boy ırk köpekler için 24 x 30 ve büyük ırklar için 30 x 40
cm Kodak marka röntgen kasetleri kullanıldı.
Bilgisayarlı Tomografi için General Electric (GE Medical Systems,
Milwaukee, WI) Marka, 2119734-2 model, spiral (tek kesitli) BT cihazı kullanıldı.
BT çekimi sırasında genel anestezi için AMS Junior 620 V otomatik ventilatörlü
anestezi cihazı ve Shei marka Sevoflurane vaporizatörü kullanıldı. BT görüntülerinin
bilgisayardan CD’lere aktarılması amacıyla Rimage marka 2000i 2 - serisi CD robot
kullanıldı.
2.2. Yöntem
2.2.1. Tez Olgularının Değerlendirme Protokolü
2.2.1.1. Anamnez Alınması
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Radyodiagnostik
ünitesine akciğer hastalığı şüphesi ile gönderilen hastaların öncelikle anamnezi
alınarak şikayetlerin ne olduğu, ne kadar süredir devam ettiği ve varsa daha önceki
yapılmış sağaltımlar, cerrahi girişimler kayıt altına alındı. Anamnezi kaydedilen
102
hastaların sahipleri bilgilendirilmiş ve kendilerine sunulan aydınlatılmış onam formu
ile yazılı onayları alındı. Çalışmaya dahil edilen hastalar radyografi çekimi için
yönlendirildi.
2.2.1.2. Radyografik Değerlendirme
Solunum stresi olmayan hastalarda radyografi sırasında hastanın hareketsizliğini
sağlamak amacıyla Propofol (Propofol %1, 20 ml, Fresenius Kabi, İsveç) v.
cephalica antebrachii’ye 6 mg/kg dozunda uygulandı. Ciddi solunum stresi olan ya
da travması olan hastalarda anestezi uygulanmadan gerekli radyasyondan koruyucu
önlemler alınarak hasta sahibinin yardımı ile hastaların radyografisi elde edildi.
İncelenecek bölgeye ve hastanın durumuna bağlı olarak sağ laterolateral,
ventrodorsal veya dorsoventral pozisyonlarda hastaların radyografileri alındı.
Laterolateral radyografide akciğer parankimini daha detaylı incelenebildiği için sağ
laterolateral pozisyon tercih edildi. Bunun için hastanın sağ tarafı röntgen kasetine
tam olarak değecek şekilde, hayvanın başı ve ön ayakları öne doğru, arka ayakları ise
geriye doğru gerdirildi. Sternum ve vertebraların aynı seviyede olmasına dikkat
edildi. Skapulanın kaudalinden başlanarak karaciğerin bir bölümü de dahil olmak
üzere tüm diyaframı içerecek şekilde ayarlandı. Kollimasyon da bu şekilde
ayarlanarak, 54 kV, 20 mAs dozunda ışınlama yapıldı. Akciğer parankiminin daha
kolay incelenebilmesi için hastanın durumuna göre dorsoventral pozisyon tercih
edildi. Dorsoventral pozisyon için hasta sırtüstü pozisyonda yatırıldı, ön ayaklar
gerdirilerek kum torbaları ile sabitlendi ve arka ayaklar serbest pozisyonda bırakıldı.
Görüntülerin simetrik olması önem taşıdığından vertebra ve sternumun aynı düzyyde
olmasına özen gösterildi. Kollimasyon toraks girişi, diyafram ve kranial abdomen ile
toraksın lateralini içerecek şekilde ayarlandı. Hastanın sağ tarafını belirlemek için
kaset üzerine işaretleyici konuldu. Pulmoner yapıların daha iyi değerlendirilebilmesi
için radyografi inspirasyonun pik olduğu anda alındı.
103
Olguların radyografik değerlendirmesi danışman ile birlikte yapıldı. Trakea,
akciğer parankimi, mediastinum, pleurada ve diğer torasik yapıların sistematik
incelemesi yapılıp, şüpheli alan saptanan olgular ya da ayrıntılı inceleme yapılacak
olan hastalar, Bilgisayarlı Tomografi’ye yönlendirildi.
2.2.1.3. BT ile Görüntüleme
Bilgisayarlı Tomografi sırasındaki hareketsizliğin sağlanması için hasta genel
anesteziye alındığından, hasta sahipleri bilgilendirilerek BT çekiminden 12 saat önce
hastalar aç bırakıldı. Anestezi indüksiyonu için v. cephalica antebrachii’ye damar
çapına göre 22 G ya da 20 G intraket (Beybi A. Ş., Türkiye) yerleştirilip sabitlenerek,
6 mg/kg dozunda Propofol intravenöz yolla uygulandı. İndüksiyonu tamamlanan
hasta oro-trakeal yolla entübe edildi. Hasta BT masası üzerinde kuyruk gantriye
yakın olacak şekilde, sternal yatış pozisyonuna alınarak, otomatik ventilasyonlu
anestezi cihazına bağlandı ve anestezi Sevoflurane (Sevorane likid 250 ml, Aesica,
İngiltere) ile sürdürüldü. Kesit görüntü alındığı sırada harekete bağlı artefakt
oluşumunu önlemek amacı ile anestezi derinleştirilerek, hastanın spontan
ventilasyonu baskılandı. Anestezi süresince hastaların vital bulguları izlendi.
Masanın hareketini engellemeyecek şekilde hasta flasterler ve bantlar ile uygun
pozisyon verilerek sabitlendi (Şekil 2.1).
Şekil 2.1. BT muayenesi için hastanın pozisyonlandırılması.
104
BT ile akciğer taraması kaudalden kraniale doğru yapıldı. Kesit kalınlığı
hastanın büyüklüğü ve incelenecek bölgeye göre değişmekle birlikte 1 - 3 mm
arasında olacak şekilde ayarlandı. Küçük boyutlu şüpheli lezyonların incelenmesinde
veya detaylı inceleme gerektiğinde 1 mm kesit kalınlığı seçilirken, daha büyük
kitleler ve daha az detay gerektiren incelemelerde 3 mm’lik kalınlık tercih edildi.
Işınlama zamanı incelenecek bölgenin büyüklüğüne göre 40 - 60 saniye, 120 kV,
100 - 150 mAs, pencere seviyesi (window level) -100 HU, pencere genişliği
(window width) 2000 HU ve pitch değeri 1 olarak ayarlandı.
BT ile kesit görüntüler alınmaya başlamadan önce “scout” adı verilen ön
izleme ile hasta vücudu tamamen tarandı (Şekil 2.3 ve 2.4). Scout görüntünün elde
edilmesini takiben kesit görüntü alınacak bölgeler bilgisayar ekranı üzerinde seçilip
işaretlenerek akciğer taraması başlatıldı. Hipoksiyi engellemek amacıyla, görüntü
alınmadan önce ve alındıktan hemen sonra hastaya hiperventilasyon yaptırıldı.
Şekil 2.2. 3 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. R: Sağ, L: Sol, H: Baş, F: Ayak.
105
Şekil 2.3. 10 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. P: Dorsal, A: Ventral, H: Baş, F: Ayak.
Radyasyon riskine karşı, çekim sırasında BT cihazının bulunduğu odaya giriş
engellendi. Işınlama süresince kurşun ile kaplı olan gözetleme camından hastanın
vital bulguları izlendi.
Çekim tamamlandıktan hemen sonra anestezi sonlandırılıp hastaya yalnızca
oksijen verilerek, hastanın spontan solunuma başlaması beklendi. Spontan solunuma
başlayan hasta anestezi cihazından ayrılıp, yutkunma refleksinin gelmesiyle birlikte
ekstübe edildi. Hastanın anesteziden tam olarak uyanması beklenip yürüyecek
duruma gelene kadar gözlem altında tutuldu.
Elde edilen BT görüntülerinin bilgisayardan CD’lere aktarılması amacıyla
Rimage marka 2000i 2 - serisi CD Robot kullanıldı ve görüntüler CD’ler ile
arşivlendi.
106
2.2.1.4. BT Görüntülerinin Yorumlanması
BT görüntüleri pneumotoraks, bronşial kollaps, bronşitis, bronşiektazi, atelektazi,
pulmoner enfeksiyon ve yangı, granülomatöz akciğer hastalıkları ve apseler, post-
travmatik pulmoner lezyonlar, pulmoner fibrozis, pulmoner ödem ve neoplazilerin
varlığı ile derecesi şeklinde değerlendirilip, elde edilen BT bulguları daha sonra
radyografik bulgular ile karşılaştırıldı; kesin tanı, ayırıcı tanı ve ayrıntı konusunda iki
radyodiagnostik yöntemin çeşitli hastalıklarda birbirlerine olan üstünlükleri belirtildi.
107
3. BULGULAR
3.1. Tez Olgularını Oluşturan Irkların Dağılımı
Tez olgularını 5 Terrier (Olgu no: 1, 14, 15, 17, 19), 1 Setter (Olgu no: 4), 3
Rottweiler (Olgu no: 5, 12, 13), 1 Kangal (Olgu no: 6), 1 Labrador retriever (Olgu
no: 7), 1 Doberman (Olgu no: 8), 1 Chihuahua (Olgu no: 16), 2 Alman çoban (Olgu
no: 9, 20), 2 Golden retriever (Olgu no: 10, 18) ve 3 melez ırk (Olgu no: 2, 3, 11)
olmak üzere 10 farklı ırka ait toplam 20 köpek oluşturdu (Çizelge 3.1).
Çizelge 3.1. Olguların ırk dağılımı grafiği.
0
1
2
3
4
5
Olgu Sayısı
Olgu Sayısı
108
3.2. Tez Olgularının Cinsiyet ve Yaşa Göre Dağılımı
Tez olgularını oluşturan köpeklerin 12’sinin (% 60) dişi (Olgu no: 1, 2, 3, 4, 8, 9, 10,
15, 16, 17, 18, 19), 8’inin (% 40) erkek (Olgu no: 5, 6, 7, 11, 12, 13, 14, 20) olduğu
belirlendi (Çizelge 3.2). Buna ek olarak, olguların yaşlarının 1 ile 18 arasında
(ortalama 8,2 yaş) olduğu belirlendi (Çizelge 3.3).
Çizelge 3.2. Olguların cinsiyetlerine göre dağılım grafiği.
60%
40%
Cinsiyet
Dişi
Erkek
Çizelge 3. 3. Olguların yaşlarına göre dağılım grafiği.
14
1
8 95
1
9 8 8
31
96
18
13 13 13
7
12
6
Yaş (ort. 8,2)
Yaş (yıl)
109
3.3. Tez Olgularını Oluşturan Hastaların Anamnezleri
Çalışma materyalini oluşturan 20 adet köpeğe ait hasta sahiplerinden alınan
anamnezlerde; 10 olguda (Olgu no: 1, 2, 3, 6, 8, 11, 12, 16, 18, 20) solunum güçlüğü
(dispne), 5 olguda (Olgu no: 1, 7, 16, 18, 19) egzersiz intolerans, 1 olguda (Olgu no:
4) abdominal solunum, 1 olguda (Olgu no: 8) burun akıntısı, 6 olguda (Olgu no: 1, 8,
12, 13, 18, 20) disfaji, 1 olguda (Olgu no: 8) anoreksi, 2 olguda (Olgu no: 8, 20) kilo
kaybı varlığı belirlendi.
Tez olgularını oluşturan köpeklerin 6’sında (Olgu no: 1, 3, 8, 9, 15, 17) meme
tümörü saptandı. Bu 6 olgudan yalnızca 1’inde (Olgu no: 8) daha önce mastektomi
yapıldığı söylendi. 1 olguda (Olgu no: 5) sağ ön bacakta osteosarkoma kuşkulu kitle
gözlendi, 1 olguda (Olgu no: 7) 1 yıl önce radyografi ile akciğer parankiminde kitle
tespit edildiği söylendi. 1 olguda ise (Olgu no: 14) sırt, sternal ve perianal bölgede
kitleler görüldü. 1 olgu (Olgu no: 2) trafik kazası geçirmiştir, 1 olgu ise (Olgu no: 11)
yüksekten düşme şikayetiyle Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Kliniklerine
başvurarak, radyografi istemi ile Radyodiagnostik bölümüne sevk edilmiştir (Çizelge
2.1).
3.4. Tez Olgularının Radyografik Muayene Sonuçları
Çalışma materyalini oluşturan 20 adet köpeğe ait toraksın radyografik muayene
sonuçları değerlendirildiğinde 1 olguda (Olgu no: 1) akciğer parankiminde yumuşak
doku opasitesi veren en büyüğünün çapı yaklaşık 5 cm olan, sağ ve sol hemitoraksta
diffuz şekilde akciğer parankimine yayılmış multiple kitleler gözlendi (Şekil 3.1 ve
3.2).
5 olguda (Olgu no: 3, 4, 6, 11, 12) akciğer loblarında detay kaybı ile sıvı
görünümünde pleural efüzyon şüpheli alanlar dikkati çekti. 3 no’lu olguda ventral
akciğer loblarında detay kaybı ve kalp silüetinin kaybolduğu görüldü. 4 no’lu olguda
110
kalp çevresinde görülen efüzyon nedeniyle kalp silüeti tam olarak gözlenemedi
(Şekil 3.6 ve 3.7). 6 no’lu olguda V/D grafilerde kranial akciğer lobları hava ile dolu
şekilde görülürken, kaudal loblar sıvı nedeniyle net olarak değerlendirilemedi. 11
no’lu olguda L/L grafilerde ventral akciğer loblarında sıvı birikimi nedeniyle kalp ve
diğer torasik yapılar gözlenemezken, yine aynı olguya ait V/D grafide sağ 7, 8, 9.
kostaların orta bölgeden kırık olduğu ve özellikle bu bölgede efüzyon saptandı. 12
no’lu olguya ait L/L grafide ise pleural efüzyonun şiddeti nedeniyle hiçbir torasik
yapı değerlendirilemedi (Şekil 3.18). Aynı olguya ait V/D grafi incelendiğinde
efüzyonun özellikle sağ tarafta daha fazla miktarda biriktiği dikkat çekti (Şekil 3.19,
3.20 ve 3.21).
4 olguda (Olgu no: 7, 14, 15, 18) akciğerde yumuşak doku opasitesi veren
kitle şüpheli odaklar gözlendi. 7 no’lu olguya ait L/L grafiler incelendiğinde 8.
interkostal aralıkta yaklaşık 1,5 cm boyutlarında bir adet nodül tespit edildi (Şekil
3.11). Aynı olguya ait V/D grafide ise tespit edilen nodülün median hatta yakın
bölgede olduğu görüldü (Şekil 3.12). 14 no’lu olguda ise 7 ve 8. torakal vertebra
seviyesinde yaklaşık 2 cm boyutlarında yumuşak doku opasitesi veren kitle şüpheli
odak tespit edildi (Şekil 3.22). 15 no’lu olguda 5. interkostal aralıkta büyüklüğü
yaklaşık 1 cm olan kitlesel lezyon gözlendi. 18 no’lu olguya ait L/L grafiler
incelendiğinde kranioventral ve kraniodorsal akciğer loblarında, yumuşak doku
opasitesi veren kitle şüpheli büyük lezyonların varlığı gözlendi, kalp silüeti
görülebiliyordu (Şekil 3.25).
1 olguda (Olgu no: 2) L/L grafiler incelendiğinde, kalbin sternumdan
uzaklaştığı ve toraksta serbest gaz alanları şeklinde görülen pneumotoraks varlığı
dikkati çekti. Aynı olguya ait V/D grafiler incelendiği zaman sağ ve sol olmak üzere
her iki hemitoraksta serbest gaz alanları görüldü (Şekil 3.3, 3.4 ve 3.5).
111
5 olguda (Olgu no: 9, 10, 13, 17, 19) akciğer parankiminde radyoopasite
gösteren çok küçük boyutlarda kalsifiye odaklar izlendi. 9 no’lu olguda V/D grafiler
incelendiğinde, özellikle 6. interkostal aralıkta hem sağ hem de solda olmak üzere
birden fazla kalsifiye alan gözlendi. 10 no’lu olguda ise V/D grafiler solda 6, 7 ve 10.
interkostal aralıkta; sağda ise 7 ve 8. interkostal aralıkta kalsifikasyon varlığını
gösterdi (Şekil 3.15, 3.16 ve 3.17). 17 no’lu olguda ise 7. kosta seviyesinde sağ
hemitoraksta kalsifiye alanlar dikkati çekti (Şekil 3.23 ve 3.24). 19 no’lu olguya ait
L/L grafilerde ise hastanın dorsal akciğer loblarında kalsifiye alanların varlığı
gözlendi.
1 olguda (Olgu no: 8) ise bu milier tarzdaki odakların opasitesi neredeyse
kemik ile eş radyoopasitede olduğu ve akciğerin bütün loblarına diffuz olarak
yayılması pneumoni varlığını düşündürdü (Şekil 3.13 ve 3.14).
1 olguya (Olgu no: 16) ait L/L grafide; trakea halkalarında herhangi bir
opasite artışı görülmezken; toraks girişinde, özellikle 1. torakal omur düzeyinde
trakeanın ventrodorsal yönde daralması ile karakterize trakeal kollaps saptandı.
Ön bacağında tümör oluşumu bulunan (Şekil 3.10) 1 olguya (Olgu no: 5) ait
L/L radyografide 7. interkostal aralıkta kaudoventral akciğer lobunda metastaz
şüpheli alan gözlendi (Şekil 3.8). Aynı olguya ait V/D grafi incelendiğinde şüpheli
alanın sol hemitoraksta yer aldığı ve boyutlarının yaklaşık 1 cm civarında olduğu
anlaşıldı (Şekil 3.9).
L/L toraks radyografisi incelenen 1 olguda (Olgu no: 20) akciğer parankimi
normal olarak değerlendirilirken, trakeanın sınırları net olarak görülememiş, trakea
seyrinde detay kaybı izlendi.
112
Şekil 3.1. 1 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Akciğer parankiminde çok sayıda yumuşak doku
opasitesi veren kitlesel lezyonlar.
Şekil 3.2. 1 no’lu olguya ait V/D radyografi. Oklar: Akciğer parankiminde sağ ve sol hemitoraksta
çok sayıda kitlesel lezyonlar. R: Sağ.
113
Şekil 3.3. 2 no’lu olguya ait L/L radyografi. Kalbin apeksinin sternumdan uzaklaştığı izleniyor. Oklar:
Radyolüsent bant görünümü.
Şekil 3.4. 2 no’lu olguya ait V/D radyografi. Oklar: Kollabe olmuş akciğer lobları.
114
Şekil 3.5. 2 no’lu olguda torakosentez ile serbest hava boşaltıldıktan hemen sonraki kontrol amaçlı
alınan L/L radyografi. Oklar: Radyolüsent bantın azaldığı görülüyor.
Şekil 3.6. 4 no’lu olguya ait L/L radyografi. Ventralde sıvı varlığı nedeniyle kalp silüeti
gözlenemiyor.
115
Şekil 3.7. 4 no’lu olguya ait torakosentez yapıldıktan hemen sonra alınan kontrol amaçlı L/L
radyografi. Yıldız: Serbest sıvının aspirasyonu sonucunda tekrar genişleyip hava ile dolan akciğer
lobları.
Şekil 3.8. 5 no’lu olguya ait L/L radyografi. Ok: Kitle şüpheli lezyon.
116
Şekil 3.9. 5 no’lu olguya ait V/D radyografi. Ok: Kitle şüpheli lezyon.
Şekil 3.10. 5 no’lu olguya ait sağ scapulanın A/P ve L/L radyografisi. Ok: Kemikteki tümöral oluşum.
117
Şekil 3.11. 7 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: 8. torakal vertebra hizasında yumuşak doku
opasitesi veren kitle şüpheli lezyon.
Şekil 3.12. 7 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: 8. torakal vertebra seviyesinde yumuşak doku
opasitesi veren kitle şüpheli lezyon.
118
Şekil 3.13. 8 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Akciğerde milier tarzda, diffuz opasite artışı.
Şekil 3.14. 8 no’lu olguya ait V/D radyografi. Oklar: Akciğerde milier tarzda, diffuz opasite artışı.
119
Şekil 3.15. 10 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Kalsifiye alanlar.
Şekil 3.16. 10 no’lu olguya V/D radyografi. Oklar: Kalsifiye alanlar.
120
Şekil 3.17. 10 no’lu olguya ait yakın görüntülü V/D radyografi. Oklar: Kalsifiye alanlar.
Şekil 3.18. 12 no’lu olguya ait L/L radyografi. Şiddetli pleural efüzyon nedeniyle toraksa ait hiçbir
anatomik yapı değerlendirilemiyor.
R
121
Şekil 3.19. 12 no’lu olguya ait V/D radyografi. Şiddetli pleural efüzyon nedeniyle toraksa ait hiçbir
anatomik yapı değerlendirilemiyor.
Şekil 3.20. 12 no’lu olgunun efüzyon aspire edildikten 1 hafta sonraki kontrol L/L radyografisi.
R
122
Şekil 3.21.12 no’lu olgunun efüzyon aspire edildikten 1 hafta sonraki kontrol V/D radyografisi. Oklar:
Sıvının boşaltılması sonrasında tekrar hava ile şişen akciğer görüntüsü.
Şekil 3.22. 14 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Kitlesel lezyon.
123
Şekil 3.23. 17 no’lu olguya ait V/D radyografi. Oklar: Kalsifiye alanlar.
Şekil 3.24. 17 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Kalsifiye alanlar.
R
124
Şekil 3.25. 18 no’lu olguya ait L/L radyografi. Oklar: Ventral ve dorsal akciğer loblarında yumuşak
doku opasitesinde kitle şüpheli lezyon.
3.5. Tez Olgularının BT Muayene Sonuçları
Tez olgularını oluşturan 20 adet köpeğe ait Bilgisayarlı Tomografi bulguları
incelendiğinde 7 olguda (Olgu no: 1, 5, 7, 8, 10, 14, 15) akciğer parankiminde kitle
saptandı. 1 no’lu olguda tüm kranial, kaudal ve aksesor akciğer loblarında en küçüğü
yaklaşık 5 mm çapında olan çok sayıda nodül tespit edildi (Şekil 3.26 ve 3.27). 10
no’lu olguda ise sağ hemitoraksta, kaudal akciğer lobunun ventralinde, 7-8.
interkostal aralıkta, boyutları 1,8 x 1,8 cm olan hiperdens nodül görüldü. 5 no’lu
olguya ait BT görüntüleri incelendiğinde, 4. torakal vertebra seviyesinde sol toraks
duvarı ile ilişkili; 30,32 x 18,56 mm boyutlarında yumuşak doku ile izodens nodül
gözlenirken; sağ toraks duvarı yakınında 8,83 x 7,14 mm boyutlarında nodül görüldü
(Şekil 3.35 ve 3.36). Aynı olguya ait 7. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers
BT görüntüsünde sol toraks duvarı ile ilişkili 55,73 x 82,38 mm boyutlarında
hiperdens kitle saptandı (Şekil 3.37). 7 no’lu olguya ait 8. torakal vertebra
seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü incelendiğinde, sağ kaudal ve aksesor
akciğer loblarında hiperdens kitle görüldü (Şekil 3.38 ve 3.39). 8 no’lu olguya ait 3.
torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsünde, boyutları 3,26 mm
kadar küçük olan nodüller tespit edildi (Şekil 3.40). Aynı olguya ait 6. torakal
vertebra seviyesinde alınan BT görüntüsünde ise sağ ve sol akciğer parankimine
125
diffuz tarzda yayılmış, hiperdens kitlesel odaklar saptnadı (Şekil 3.41). 14 no’lu
olguya ait BT görüntüleri incelendiğinde, sol kaudal akciğer lobunda 17,7 x 19,19
mm boyutlarında; sağ kaudal akciğer lobunda ise 20,65 x 12,86 mm boyutlarına
sahip, yumuşak doku ile izodens nodüller gözlendi (Şekil 3.48, 3.49 ve 3.50). 15
no’lu olguda ise 4. torakal vertebra seviyesinde, sağ orta akciğer lobunda 6 x 4 mm
boyutlarında nodül saptandı.
2 olguda (Olgu no: 2, 4) toraksta hava ile izodens, serbest gaz birikimi ile
karakterize pneumotoraks görüldü. 2 no’lu olguda hem sağ hem de sol toraksın
dorsalinde gaz birikimi görüldü, buna bağlı olarak akciğer loblarının da kollabe
olduğu dikkati çekti (Şekil 3.28 ve 3.29). 4 no’lu olguda ise 1. torakal vertebra
seviyesinde alınan transvers BT görüntülerinde sol hemitoraksın dorsalinde hava ile
izodens pneumotoraks alanı izlendi (Şekil 3.33 ve 3.34).
Olguların 3’ünde (Olgu no: 3, 4, 12) serbest sıvı görünümünde yumuşak
dokuya göre hipodens alanlar görülerek pleural efüzyon varlığı gözlendi. 3 no’lu
olguda hem sağ hem de sol olmak üzere toraksın kranioventralinde serbest sıvı
görüntüsü veren hipodens alanlar akciğer penceresi ile bakıldığında görüldü (Şekil
3.30 ve 3.31). Aynı olguda mediastinum penceresinden inceleme yapıldığında
ventralde toplanan efüzyon saptandı (Şekil 3.32). 4 no’lu olguya ait BT görüntüleri
incelendiğinde ise bilateral ventral toraksta pleural efüzyon varlığı tespit edildi. 1.
kosta seviyesinde, sol hemitoraksta, bu duruma pneumotoraksın da eşlik ettiği
görüldü (Şekil 3.33 ve 3.34). 12 no’lu olguda, sağ ve sol olmak üzere her iki
hemitoraksta da, özellikle kranioventral bölgede şiddetli pleural efüzyon nedeniyle
akciğer loblarının dorsale doğru itildiği görüldü.
3 olguda (Olgu no: 13, 17, 19) kemiksel yapılar ile izodens kalsifikasyon
odakları görüldü. 13 no’lu olguya ait BT görüntüleri incelendiğinde, 2. torakal
vertebra seviyesinde, sağ ve sol akciğer parankiminde boyutları 1 cm’den büyük
126
olmayan kalsifiye alanlar görülürken; 4. torakal vertebra seviyesinde sağ kranial
akciğer lobunun dorsalinde, 5. torakal vertebra seviyesinde sol kaudal akciğer
lobunda ve 7. torakal vertebra seviyesinde sol kaudal akciğer lobunda kalsifiye
alanlar gözlendi (Şekil 3.45, 3.46 ve 3.47). 17 no’lu olguda ise 7. torakal vertebra
seviyesinde sağ kaudal akciğer lobunda 4 adet, solda ise 1 adet kalsifiye alan
görüldü. 19 no’lu olgunun 4 ve 6. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT
görüntülerinde ise sağ ve sol akciğer loblarında kalsifiye alanlar görüldü.
2 olguda (Olgu no: 6, 11) ventral akciğer loblarında izlenen hipodens alanlar
pulmoner ödem varlığını kanıtladı. 6 no’lu olguya ait radyografide pleural efüzyon
benzeri olarak görülen şüpheli alanların BT ile incelenmesi sonucunda mevcut
sıvının toraksta serbest olmadığı, akciğer parankiminde yerleştiği görüldü. Travma
sonucunda kosta kırığı bulunan 11 no’lu olguda ise, kırıkların bulunduğu bölgedeki
sağ akciğer loblarında ödem görüntüsü izlendi (Şekil 3.42, 3.43 ve 3.44).
9 no’lu olguya ait toraks radyografilerinde rastlanan kalsifiye alanların varlığı
nedeniyle oluşan kitle şüphesi, BT görüntüleri değerlendirilmesi ile negatif olarak
sonuçlandı. Hastaya ait 6. interkostal aralık seviyesinde alınan transvers BT
görüntüleri incelendiğinde hem sağ hem de sol hemitoraksta boyutları 3 mm
civarında birkaç kalsifiye alanların varlığı tespit edilirken, herhangi bir kitlesel
lezyon görülmedi.
16 no’lu olguya ait radyografide toraks girişinde tespit edilen trakeal
kollapsın nedeni BT ile incelendiğinde, 1. torakal vertebra hizasında, trakeanın
dorsalinde, yumuşak doku ile izodens görünümde kitlesel lezyon tespit edildi.
Lezyonun yeri nedeniyle büyümüş bir lenf nodülü olabileceği düşünüldü (Şekil
3.51).
127
Toraks radyografisinde kranioventral ve kraniodorsal akciğer loblarında,
yumuşak doku opasitesi veren kitle şüpheli büyük lezyonların varlığı tespit edilen 18
no’lu olguya ait BT görüntüleri incelendiğinde, trakeal birfurkasyon seviyesine kadar
sağ ve sol hemitoraksta kitlesel yapının akciğer parankimi ile yer değiştirdiği
görüldü. Birfurkasyon seviyesinde alınan transvers BT görüntülerinde, yumuşak
doku ile izodens kitlenin sağ hemitoraksı tamamen kapladığı; sol hemitoraksta ise
yalnızca dorsal akciğer lobu görüldü. 8. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers
görüntülerde ise kitle nedeniyle kalbi sternumdan uzaklaştığı ve dorsale deviye
olduğu görüldü (Şekil 3.52 ve 3.53).
Toraks radyografisinde trakea seyrinde detay kaybı görülen 1 olgunun (Olgu
no: 20) BT ile muayenesi sonucunda, trakeanın dorsalinde seyreden özefagus gaz ile
dolu olup, lümeni hava ile izodens görüldü. Özefagusta oluşan anormal
genişlemenin, sağ hemitoraksta kranial akciğer loblarına basınç yaptığı da görülerek
hastaya megaözefagus tanısı konuldu (Şekil 5.54).
128
Şekil 3.26. 1 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Akciğerde diffuz olarak yayılmış kitlelerin varlığı
dikkat çekiyor. R: Sağ, L: Sol, H: Baş, F: Ayak. Beyaz kesik çizgi: Transvers görüntünün alındığı 3.
torakal vertebra seviyesi.
Şekil 3.27. 1 no’lu olguya ait 3. torakal vertebra hizasından alınan transvers BT görüntüsü. Trakeanın
bifurkasyon bölgesinde sol tarafta 24,61 x 35,49 mm boyutlarında parankimde kitle. Sağ hemitoraksta
toraks duvarına yakın bölgede 5,97 x 5,52 mm boyutlarında nodül. R: Sağ, L: Sol, A: Dorsal, P:
Ventral. Ao: Aort, B: Bronş, K: Kalp, S: Sternum, Ko: Kosta, AC: Akciğer, V: Torakal Vertebra.
129
Şekil 3.28. 2 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Sağ ve sol hemitoraksta serbest gaz ve akciğerlerde
atelektazi görülüyor. R: Sağ, L: Sol, H: Baş, F: Ayak. Beyaz kesik çizgi: Transvers görüntünün
alındığı 7. torakal vertebra seviyesi.
Şekil 3.29. 2 no’lu olguya ait 7. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Yıldız:
Serbest gazın olduğu alanlar. R: Sağ, L: Sol, A: Dorsal, P: Ventral. Ao: Aort, D: Diyafram, Ko: Kosta,
AC: Akciğer, V: Torakal Vertebra.
130
Şekil 3.30. 3 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Toraksın ventralinde sıvı nedeniyle kalp silüeti
görülemiyor. H: Baş, F: Ayak, A: Ventral, P: Dorsal. Beyaz kesik çizgi: Transvers görüntünün
alındığı 5. torakal vertebra seviyesi.
Şekil 3.31. 3 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Siyah
oklar: Ventralde sıvı ile izodens alanlar pleural efüzyonu gösteriyor. Akciğer penceresi. R: Sağ, L:
Sol, A: Ventral, P: Dorsal. B: Bronş, Ko: Kosta, AC: Akciğer, V: Torakal Vertebra.
131
Şekil 3.32. 3 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Siyah
oklar: Ventralde sıvı ile izodens alanlar pleural efüzyonu gösteriyor. Mediastinum penceresi. R: Sağ,
L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. B: Bronş, AC: Akciğer, K: Kalp.
132
Şekil 3.33. 4 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Ventralde sıvı birikimi nedeniyle kalp silüeti
kaybolmuş. Siyah ok: Serbest sıvı. H: Baş, F: Ayak, A: Ventral, P: Dorsal. Beyaz kesik çizgi:
Transvers görüntünün alındığı 1. torakal vertebra seviyesi.
Şekil 3.34. 4 no’lu olguya ait 1. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Yıldız:
Sol hemitoraksın dorsalinde pneumotoraks. Siyah oklar: Toraksın ventralinde bilateral pleural efüzyon
görüntüsü. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea.
133
Şekil 3.35. 5 no’lu olguya ait 4. torakal vertebra transvers BT görüntüsü. Siyah yıldız: Sol toraks
duvarı ile ilişkili; 30,32 x 18,56 mm boyutlarında nodül. Sağ toraks duvarı yakınında 8,83 x 7,14 mm
boyutlarında nodül. Akciğer penceresi. R: Sağ, L: Sol, A: Vental, P: Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea,
Ö: Özefagus.
Şekil 3.36. 5 no’lu olguya ait 4. torakal vertebra transvers BT görüntüsü. Siyah yıldız: Mediastinum
penceresi ile incelendiğinde nodülün toraks duvarı ile ilişkili olduğu görülüyor. R: Sağ, L: Sol, A:
Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea, Ö: Özefagus.
134
Şekil 3.37. 5 no’lu olguya ait 7. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Sol toraks
duvarı ile ilişkili 55,73 x 82,38 mm boyutlarında kitle. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC:
Akciğer, B: Bronş, K: Kalp, T: Trakea, Ö: Özefagus.
135
Şekil 3.38. 7 no’lu olguya ait 8. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Sağ
kaudal ve aksesor akciğer lobunda kitle görüldü. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer,
Ao: Aort, D: Diyafram.
Şekil 3.39. 7 no’lu olguya ait 3 ay sonraki kontrolde alınan 9. torakal vertebra seviyesinde transvers
BT görüntüsü. Sağ kaudal ve aksesor akciğer lobundaki kitlelerin boyutlarında önemli değişme
görülmedi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, D: Diyafram.
136
Şekil 3.40. 8 no’lu olguya ait 3. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Boyutları
3,26 mm kadar küçük olan nodüller dahi tespit edilebildi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC:
Akciğer, T: Trakea.
Şekil 3.41. 8 no’lu olguya ait 6. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Sağ ve
sol akciğer loblarında parankimine diffuz tarzda yayılmış kitlesel odaklar tespit edildi. R: Sağ, L: Sol,
A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, Ao: Aort, B: Bronş, K: Kalp.
137
Şekil 3.42. 11 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Siyah oklar: Travmaya bağlı oluşmuş 5, 6 ve 7.
kostalarda kırık tespit edildi. R: Sağ, L: Sol, H: Baş, F: Ayak. Beyaz kesik çizgi: Transvers
görüntünün alındığı 5. torakal vertebra seviyesi.
Şekil 3.43. 11 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Siyah
oklar: Sağ ve sol hemitoraksta pleural efüzyon. Akciğer penceresi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, K: Kalp.
138
Şekil 3.44. 11 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Siyah ve
beyaz oklar: Sağ ve sol hemitoraksta pleural efüzyon. Mediastinum penceresi. R: Sağ, L: Sol, A:
Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, K: Kalp.
139
Şekil 3.45. 13 no’lu olguya ait BT Scout görüntüsü. Siyah oklar: Akciğer parankiminde kitle şüpheli
alanlar. H: Baş, F: Ayak, A: Ventral, P: Dorsal. Beyaz kesik çizgi: Transvers görüntünün alındığı 6.
torakal vertebra seviyesi.
Şekil 3.46. 13 no’lu olguya ait 6. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Sağ orta
akciğer lobunda boyutları 1 cm’ye yakın olan hipodens kalsifiye odaklar izlendi. R: Sağ, L: Sol, A:
Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K: Kalp, Ö: Özefagus, V: Vertebra.
140
Şekil 3.47. 13 no’lu olguya ait 5. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Siyah
oklar: Sol kraniyal ve sol orta akciğer lobunda hipodens kalsifiye odaklar izlendi. R: Sağ, L: Sol, A:
Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, Ao: Aort, B: Bronş, K: Kalp.
Şekil 3.48. 14 no’lu olguya ait 6. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Sağ orta
akciğer lobunda boyutları 1 cm’den küçük, yumuşak doku ile izodens nodül tespit edildi. R: Sağ, L:
Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K: Kalp.
141
Şekil 3.49. 14 no’lu olguya ait 8. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Sol
kaudal akciğer lobunda boyutları 1 cm civarında, yumuşak doku ile izodens 2 adet kitle görülüyor. R:
Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, K: Kalp.
Şekil 3.50. 14 no’lu olguya ait 10. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Sol
kaudal akciğer lobunda 17,7 x 19,19 mm boyutlarında; sağ kaudal akciğer lobunda ise 20,65 x 12,86
mm boyutlarına sahip, yumuşak doku ile izodens nodül görülüyor. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, K: Kalp.
142
Şekil 3.51. 16 no’lu olguya ait toraks girişi seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Trakeanın
dorsalinde yumuşak doku ile izodens; 12,27 x 5,71 mm boyutlarında kitlesel lezyon nedeniyle
oluştuğu düşünülen trakeal kollaps görülüyor. Beyaz ok: Endotrakeal tüp. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral,
P: Dorsal. T: Trakea.
143
Şekil 3.52. 18 no’lu olguya ait trakeal birfurkasyon seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Oklar:
Sağ hemitoraksı kaplayan ve sağ hemitoraksta dorsalde akciğer parankimi dışında tüm alanı kaplayan
yumuşak doku ile izodens kitle görülüyor. Mediastinum penceresi. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P:
Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K: Kalp.
Şekil 3.53. 18 no’lu olguya ait 8. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Oklar:
Sağ ve sol hemitoraksın ventralinde yerleşen hiperdens kitle, kalbin dorsale doğru yer değiştirmesine
neden olmuş. Akciğer parankimi yalnızca dorsal loblarda görülüyor. Akciğer penceresi. R: Sağ, L:
Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, B: Bronş, K: Kalp.
144
Şekil 3.54. 20 no’lu olguya ait 3. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntüsü. Yıldız:
Hiperdens olarak izlenen, içi hava ile dolu, genişlemiş özefagus yapısının görülmesi ile megaözefagus
saptandı. R: Sağ, L: Sol, A: Ventral, P: Dorsal. AC: Akciğer, T: Trakea.
145
4. TARTIŞMA
Evcil hayvanlarda solunum yolu hastalıkları ile sıklıkla karşılaşılmakta; ancak
hastalıkların kesin tanısının konulmasında klinisyenler çok zorlanmaktadır. Vücutta
hayati önem taşıyan sistemlerden birisi olan solunum sistemi, hastalıkları nedeniyle
solunum fonksiyonunun bozulması hastanın hayatını riske sokar ve zamanında doğru
tanısı ve sağaltım yapılmazsa hastanın ölümüyle sonuçlanabilmektedir (Schwarz ve
Johnson, 2008; Ettinger ve Feldman, 2010).
Hastanın ayrıntılı anamnezinin alınması olası hastalıklar hakkında önemli
ipuçları sağlamaktadır. Anamnez ve klinik bulguların birlikte değerlendirilmesi
sonucunda, kullanılması gereken tanısal yöntemin seçimi için de yol gösterici
olmaktadır (Ettinger ve Feldman, 2010; Scrivani ve ark., 2011). Solunum sistemi
hastalığı olan birçok hastada hapşırma, burun akıntısı, burun kanaması, dispne,
öksürük veya egzersiz intolerans görülmektedir. Daha az görülen belirtiler ise
senkop, regürjitasyon, disfaji veya kaşeksi olarak bildirilmektedir (Miller, 2007;
Ettinger ve Feldman, 2010). Çalışmayı oluşturan olguların anamnezleri alındığında;
dispne görülen olgulardan 4’ünde (Olgu no: 1, 4, 6, 8) 2 haftadır, 5’inde (Olgu no:
3, 12, 16, 18, 20) 1 aydır solunum güçlüğünün devam ettiği, 1 olguda ise (Olgu no:
11) travmaya bağlı aniden gelişen dispne olduğu hasta sahiplerinden öğrenildi.
Egzersiz intolerans anamnezi olan 5 olgudan 4’ünde (Olgu no: 7, 16, 18, 19) son 1
aydır koşma ve merdiven çıkma sırasında zorlanmanın dikkati çektiği, 1 olguda ise
(Olgu no: 1) bu şikayetlerin 2 haftadır olduğu hasta sahipleri tarafından bildirildi. 1
olguda (Olgu no: 8) 2 haftadır devam eden çift taraflı, seröz karakterde burun akıntısı
olduğu öğrenildi. 6 olguda (Olgu no: 1, 8, 12, 13, 18, 20) son 1 haftadır disfaji
görüldüğü hasta sahipleri tarafından bildirildi. 1 olguda ise (Olgu no: 8) disfaji ile
birlikte anoreksi olduğu tespit edildi. 2 olguda (Olgu no: 8, 20) kaşeksi varlığı
belirlenerek, olgulara ait bulguların literatür bulgularıyla uyumlu olduğu anlaşıldı.
146
Miller’ın (2007) yaptığı çalışmada rapor edilen anamnez ve klinik bulgulara ek
olarak, çalışmaya dahil edilen 4 no’lu olguda abdominal solunum görüldü. Parry ve
Lamb (2012) travmalı hastalarda yaptıkları çalışma sonucunda, abdominal
solunumun genellikle hernia diafragmatika ve pneumotoraks olgularında
görüldüğünü bildirilmektedir. Bu olguda herhangi bir travma varlığı anamnezde
bildirilmedi; ancak hastanın soğuk ve yağmurlu havada dışarıda kaldığı hasta
sahipleri tarafından belirtildi.
Kedi ve köpek gibi küçük hayvanlarda, toraks ve pulmoner hastalıkların
incelenmesinde ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi radyografidir (Schwarz ve
Johnson, 2008; Tsai ve ark., 2012). Radyografinin kısa süren bir işlem olması, diğer
tanı yöntemlerine göre maliyetinin düşük olması, genellikle genel anestezi
gerektirmemesi gibi avantajlarının yanı sıra; süperpozisyon nedeniyle bazı
lezyonların tanımlanamaması, radyografik bulguların bazı hastalıklarda geç dönemde
ortaya çıkması gibi dezavantajların da olduğu belirtilmektedir (Thrall, 2002; Diana
ve ark., 2006).
Radyografi, kolay kullanımı ile çok tercih edilen bir görüntüleme yöntemi
olmakla birlikte, torasik radyografilerin yorumlanması oldukça zordur. Bunun
başlıca nedenleri arasında, farklı ırklara ait torasik organların normal anatomik
pozisyonlarının farklı olması, farklı hastalıklarda radyografik görüntülerin birbiri ile
benzerlik göstermesi olarak rapor edilmektedir (Saunders 2003; Otoni ve ark.,
2010).
Pleural boşluk içerisine, her çeşit sıvının anormal derecede birikmesi pleural
efüzyon olarak adlandırılmaktadır (Ettinger ve Feldman, 2010). Radyografi, pleural
efüzyonun tanısı için en çok kullanılan görüntüleme yöntemi olup efüzyonun şiddeti
hakkında bilgi sağlar; ancak efüzyonun altında yatan nedenin radyografi ile
belirlenmesinin güç olduğu bildirilmektedir (Schultz ve ark., 2009). Radyografik
147
muayenede pleural efüzyon varlığı torasik boşlukta yer alan organların
görüntülenmesini engelleyerek tanıyı ve hastalığın altında yatan nedenin
anlaşılmasını zorlaştırdığı bildirilmektedirler (Rodriguez-Panadero ve ark., 2006;
Rademacher ve ark., 2014). Prather ve ark.’nın 2005’te yaptıkları bir çalışmaya göre;
pleural efüzyonla ilgili en önemli radyografik bulgular, özellikle ventral akciğer
loblarında ve diyafram ile kalp silüetinde detay kaybı görülmesi olarak
tanımlanmaktadır. Efüzyonun özellikle ventralde toplanması yer çekimi ile
açıklanmaktadır. Bu bulgulara ek olarak, akciğer lobunun dorsale itilmiş olması da
önemli bulgulardan biri olarak belirtilmektedir (Burk ve Feeney, 2003; Parry ve
Lamb, 2012). Bu değişikliklerin sıvının karakterine bağlı olmaksızın her efüzyon
tipinde aynı olduğu rapor edilmektedir (Farrow, 2003).
Bu çalışmada, radyografik muayenede akciğer loblarında detay kaybı ve sıvı
görünümünde pleural efüzyon şüpheli alanlar tespit edilen 5 olgudan (Olgu no: 3, 4,
6, 11, 12) 2’sinde (Olgu no: 3, 4) ventral akciğer loblarında detay kaybı ve kalp
silüetinin kaybolduğu saptandı. 6 no’lu olguda V/D grafilerde kranial akciğer lobları
hava ile dolu şekilde görülürken, kaudal loblarda sıvı nedeniyle detay kaybı görüldü.
11 no’lu olguda L/L grafilerde ventral akciğer loblarında sıvı birikimi nedeniyle kalp
ve diğer torasik yapılar görülemezken, yine aynı olguya ait V/D grafide sağ 7, 8, 9.
kostaların orta bölgeden kırık olduğu ve özellikle bu bölgede efüzyon varlığı tespit
edildi. 12 no’lu olguya ait radyografide pleural efüzyonun şiddeti nedeniyle hiçbir
torasik yapı görülemedi. Aynı olguya ait V/D grafi incelendiğinde efüzyonun
özellikle sağ tarafta daha fazla miktarda biriktiği görülerek mevcut bulguların
literatürle uyumlu olduğu anlaşıldı.
Rademacher ve ark. (2014) toraksın alternatif yöntemlerle görüntülenmesini
içeren çalışmalarında; ultrasonografi, BT, MR gibi alternatif görüntüleme teknikleri
kullanılarak radyografi ile elde edilen bilgilerden daha fazlası sağlanabildiğini
savunmaktadırlar. Bu yöntemler kullanılarak, akciğer ve etrafındaki torasik yapıların
detaylı incelenmesi yapılarak, kompleks hastalıkların tanısının koyulabildiği, cerrahi
148
işlemler için planlama yapılabileceği belirtilmektedir (Mannion, 2006). Schwarz ve
Johnson (2008) pleural boşluğun ultrasonografik muayenesinde anekoik yapıların
kist, hiperekoik yapıların ise efüzyonu gösterdiğini belirtmektedir.
Çalışmada 3 no’lu olguda toraks ultrasonografisi yapılarak kalbin kranialinde
hiperekoik görünümde efüzyon varlığı belirlendi. Efüzyonun yerleşiminin kalbe çok
yakın olması nedeniyle içerik aspire edilmeyerek medikal sağaltım yapıldı.
12 no’lu olguda hiperekoik görünümde, heterojen yapıda şiddetli pleural
efüzyon varlığı tespit edildi. Aynı olguda kalpte 1. derece mitral kapak prolapsusu ve
kardiyak tamponad görüldü. Laboratuar sonuçlarına göre eksudat karakterde olan
efüzyon, aspirasyonla boşaltıldı.
Johnson ve Wisner (2007), radyografi ile tanısı koyulabilen pleural efüzyonlu
olgularda, efüzyonun nedeninin anlaşılabilmesi için BT kullanımının endikasyonu
olduğunu rapor etmektedir. Neoplazik efüzyonlar, primer veya metastazik
neoplazilerle ilişkilidir. Lenfosarkoma, pulmoner karsinoma, metastazik karsinoma
ve hemanjiosarkoma, neoplazik efüzyona en sık neden olan neoplazi türleridir.
Efüzyonun intratorasik kaynağının kitlesel lezyonlar, hemangiosarkom olması
durumunda, BT’nin sağaltıma yönelik yol gösterici olabileceği belirtilmektedir (Fina
ve ark., 2014).
Radyografik muayenelerinde pleural efüzyon varlığı tespit edilen olguların
(Olgu no: 3, 4, 6, 11, 12) BT görüntüleri incelendiğinde 3 no’lu olguda hem sağ hem
de sol olmak üzere toraksın kranio-ventralinde serbest sıvı görüntüsü veren hipodens
alanlar görüldü. 4 no’lu olguda ise bilateral ventral toraksta pleural efüzyon varlığı
tespit edildi. 1. kosta seviyesinde, sol hemitoraksta, bu duruma pneumotoraksın da
eşlik ettiği görüldü.
149
12 no’lu olguya ait BT görüntüleri incelendiğinde, sağ ve sol olmak üzere her
iki hemitoraksta da, özellikle kranioventral bölgede şiddetli pleural efüzyon
nedeniyle akciğer loblarının dorsale doğru itildiği görüldü. Hiçbir olguda BT
bulguları pleural efüzyon nedeninin anlaşılmasında ek bilgi sağlamadı; ancak
efüzyonun yeri, miktarı ve akciğer loblarının durumlarının değerlendirilmesinde
faydalı olduğu kanısında varıldı. Çalışmada BT’nin pleural efüzyonlu olgularda
ayırıcı tanıya fazla katkısının olmaması efüzyon nedenlerinin kitlesel yapılardan
kaynaklanmaması ile açıklandı.
Schwarz ve Saunders (2011) kardiyojenik pulmoner ödemin, kalp
hastalıklarına bağlı bir sekel olarak kedi ve köpeklerde görülmesine rağmen, non
kardiyojenik ödem oluşumuna sık rastlanmadığını belirtmektedir. Pleural efüzyon ile
pulmoner ödeme ait radyografik bulguların birbirine benzemesi nedeniyle, BT’nin
ayrıcı tanıda önemli bir etkisinin olduğu rapor edilmektedir (Rivero ve ark., 2005;
Goggs ve ark., 2014). Pulmoner ödeme ait BT bulguları; akciğer parankiminde
yamalı alanlar görünümde yumuşak doku infiltrasyonlarının varlığı ve kardiyojenik
ödem varlığında genişlemiş pulmoner venlerin görülmesi olarak tanımlanmaktadır
(Jung ve ark., 2010; Beukers ve ark., 2013).
2 olguda (Olgu no: 6, 11) ventral akciğer loblarında izlenen hipodens alanlar
pulmoner ödem varlığını kanıtladı. 6 no’lu olguya ait radyografide pleural efüzyon
benzeri olarak görülen şüpheli alanların BT ile incelenmesi sonucunda mevcut
sıvının toraksta serbest olmadığı, akciğer parankiminde yerleştiği görüldü.
Travma sonucunda kosta kırığı bulunan 11 no’lu olguda ise, kırıkların
bulunduğu bölgedeki sağ akciğer loblarında ödem görüntüsü izlendi. Çalışmada,
radyografik olarak benzer bulgular gösteren pleural efüzyon ve pulmoner ödemin
ayırıcı tanısında literatürle de uyumlu olarak BT’nin etkili olduğu sonucuna varıldı.
Nemanic ve ark. (2006) pulmoner kitleleri olan köpeklerde radyografi ve BT
bulgularının karşılaştırılması konulu çalışmalarında; pulmoner nodüllerin
150
radyografide görülebilmesi için en az 7 - 8 mm boyutlarında olması gerekirken, BT
ile 1 mm boyutlarına sahip nodüllerin bile tespit edilebildiğini rapor edilmektedir.
1 no’lu olguya ait radyografi değerlendirildiğinde; akciğer parankiminde
yumuşak doku opasitesi veren, farklı boyutlara sahip ve en büyüğünün çapı yaklaşık
5 cm olan, sağ ve sol hemitoraksta diffuz şekilde akciğer parankimine yayılmış
multiple kitleler tespit edildi. Aynı olgunun BT ile elde edilen transvers görüntüleri
incelendiği zaman; her iki hemitoraksta kranial, kaudal akciğer lobları ve sağ aksesor
akciğer lobunda en küçüğü yaklaşık 5 mm çapında olan, yumuşak doku ile izodens
çok sayıda kitle tespit edildi. Meme tümörü de olan bu hastaya akciğer metastazı
tanısı koyuldu.
Sağ ön scapulada kitlesi bulunan 5 no’lu olguya ait radyografik muayenede
sol hemitoraksta 7. interkostal aralıkta kaudoventral akciğer lobunda metastaz
şüpheli alan dikkati çekti. Aynı olguya ait 4. torakal vertebra seviyesinde alınan
transvers BT görüntüsü incelendiğinde sağ toraks duvarı yakınında 8,83 x 7,14 mm
boyutlarında nodül ve 7. torakal vertebra seviyesinde ise sol toraks duvarı ile ilişkili
55,73 x 82,38 mm boyutlarında kitle tespit edildi. Nodülün radyografik muayenede
görülmemesi; ancak BT görüntülerinde tespit edilmesi; BT ile transversal düzlemde
kesit görüntü alması nedeniyle radyografide karşılaşılan süperpozisyonun BT’de
olmaması ile açıklandı.
Radyografik bulguları incelendiğinde radyoopak görünümde, milier tarzda
diffuz olarak yayılmış akciğer lezyonlarının varlığı nedeni ile pneumoniyi
düşündüren; ancak nazal lavaj yapıldığında örneğin mikrobiyolojik yönden negatif
sonuç verdiği 8 no’lu olguya ait 3. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT
görüntüsünde, boyutları 3,26 mm kadar küçük olan nodüller tespit edildi. Aynı
olguya ait 2. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT görüntülerinde, sol
hemitoraksta, sternuma yakın, 3 mm çapında; 5 – 6. torakal vertebra seviyesinde,
151
kostaya yakın 4,5 mm çapında yumuşak doku ile izodens nodüller tespit edildi.
Meme tümörü de olan bu hastaya akciğer metastazı tanısı koyuldu.
Nemanic ve ark. (2006) tarafından pulmoner kitleleri olan köpeklerin
radyografik ve BT muayenesi sonucunda BT ile tespit edilen kitlelerin yalnızca %
9’unun toraks radyografilerinde görülebildiği bildirilmektedir.
Çalışmada 2 olguda (Olgu no: 7, 14) radyografi ile yalnızca bir adet kitle
şüpheli lezyon tespit edilirken; aynı olgulara ait BT görüntüleri incelendiğinde
radyografi ile tespit edilen nodüllerin dışında da değişik sayı ve boyutta nodüllerin
varlığı gösterildi.
1 yıl önce yapılmış olan radyografik muayenede akciğerde kitle şüpheli alan
tespit edilen 7 no’lu olguya ait radyografiler incelendiğinde 8. interkostal aralıkta,
median hatta yakın bölgede yaklaşık 1,5 cm boyutlarında bir adet nodülün varlığı
tespit edildi. Aynı olguya ait 8. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers BT
görüntüsünde, sağ kaudal akciğer lobunda 23,23 x 25,99 mm ve aksesor lobda 18,93
x 16,27 mm boyutlarında nodül görüldü. Radyografik olarak görülebilir boyutlara
sahip olan ikinci kitlenin, radyografik muayene sırasında oluşan süperpozisyona
bağlı olarak gözden kaçtığı düşünüldü.
Sırt, sternal ve perianal bölgesinde kitleleri olan 14 no’lu olguya ait
radyografik muayenede 7 ve 8. torakal vertebra seviyesinde yaklaşık 2 cm
boyutlarında yumuşak doku opasitesi veren kitle şüpheli odak belirlendi. Bu olgunun
BT görüntüleri incelendiğinde, 6. torakal vertebra seviyesinde sağ orta akciğer
lobunda 6,8 mm boyutlarına sahip; 10. torakal vertebra seviyesinde sol kaudodorsal
akciğer lobunda 17,7 x 19,19 mm boyutlarında; sağ kaudodorsal akciğer lobunda ise
20,65 x 12,86 mm boyutlarına sahip, yumuşak doku ile izodens nodüller tespit edildi.
152
Hastaya akciğer metastazı tanısı koyuldu. Bu olguda 7 - 8 mm’den küçük olan sağ
orta akciğer lobundaki nodülün radyografik olarak tespit edilebilecek boyutlarda
olmaması, sol kaudodorsal akciğer lobundaki nodülün ise süperpozisyon nedeniyle
tespit edilemediği kanısına varıldı.
Meme kanseri olan hastalarda en sık görülen metastaz bölgelerinin akciğer ve
lenf olduğu bildirilmektedir (Saunders ve ark., 2002; Ballegeer ve ark., 2010).
Akciğere metastazdan şüphelenilen olgularda kitlesel yapıların en iyi görüntüleme
yönteminin BT olduğu araştırmacılar tarafından rapor edilmektedir (Reetz ve ark.,
2011; Schwarz ve Saunders, 2011; Secrest, 2014) 3. ve 4. meme loblarında kitleler
bulunan 15 no’lu olguda radyografik muayene sonucunda 5. interkostal aralıkta
büyüklüğü yaklaşık 1 cm olan kitlesel lezyon tespit edildi. Aynı olguya ait elde
edilen transvers BT kesitleri incelendiğinde 4. torakal vertebra seviyesinde, sağ orta
akciğer lobunda 6 x 4 mm boyutlarındaki kitle detaylı olarak görüldü. Bu olguda BT
ile elde edilen görüntüler daha küçük boyutlarda ya da radyografik olarak
görülemeyen nodül veya kitlelerin tespit edilmesinde avantaj sağlamadı. Kitlenin tek
olması ve boyutlarının yaklaşık 1 cm olması söz konusu kitlenin radyografi ile tespit
edilmesini sağladı; ancak BT ile muayene sonucunda kitlenin yeri tam olarak tespit
edildi.
Solunum güçlüğü ve egzersiz intolerans şikayeti ile kliniğe başvuran 18 no’lu
olguya ait L/L grafiler incelendiğinde kranioventral ve kraniodorsal akciğer
loblarında, yumuşak doku opasitesi veren kitle şüpheli büyük lezyonların varlığı
belirlendi, ancak efüzyon olgularından farklı olarak bu olgu da kalp silüeti
görülebiliyordu. Opasite artışının olduğu alanlar ve konumu göz önüne alındığında
hastalığın efüzyon değil, kitlesel lezyon olabileceği düşünüldü. Bu olguya ait BT
görüntüleri incelendiğinde, trakeal birfurkasyon seviyesine kadar sağ ve sol
hemitoraksta kitlesel yapının akciğer parankimi ile yer değiştirdiği görüldü.
Birfurkasyon seviyesinde alınan transvers BT görüntülerinde, yumuşak doku ile
izodens kitlenin sağ hemitoraksı tamamen kapladığı; sol hemitoraksta ise yalnızca
153
dorsal akciğer lobu görüldü. 8. torakal vertebra seviyesinde alınan transvers
görüntülerde ise kitle nedeniyle kalbin sternumdan uzaklaştığı ve dorsale deviye
olduğu görüldü. Opere edilen hastaya ait kitlenin timoma olduğu anlaşıldı. Timoma,
timusa ait epitelyal hücrelerden köken alan tümörlere verilen isimdir (Ettinger ve
Feldman, 2010). Timoma olgularında tanısal amaçla ilk kullanılan yöntem BT’dir
(Schwarz ve Saunders, 2011). Bu olguda kitlenin ana yerleşiminin kranial toraksta
olması timoma ihtimalini düşündürdü; ancak kesin tanı için biyopsi alınması
gerekliydi. Operasyon yapılan hastadan alınan doku örneği incelendiğinde kesin tanı
konuldu.
Pulmoner kalsifikasyonlar, yaşa bağlı olarak gelişen akciğer parankiminde
kalsiyum kristallerinin birikimi ile karakterize, radyoopak yapıdaki lezyonlar olarak
tanımlanmaktadır (Saunders ve ark., 2002; Farrow, 2003; Beukers ve ark., 2013).
Meme tümörü olan 9 no’lu olguya ait radyografiler incelendiğinde 6. interkostal
aralıkta sağ ve sol hemitoraksta, boyutları oldukça küçük, radyoopak yapıdaki
kalsifiye alanların varlığı dikkati çekti. 10 no’lu olguda V/D grafiler solda 6, 7 ve 10.
interkostal aralıkta; sağda ise 7 ve 8. interkostal aralıkta radyoopak yapıdaki birden
fazla kalsifikasyon varlığını gösterdi. 13 no’lu olguda ise radyografik muayenede 6
ve 7. interkostal aralıkta boyutları oldukça küçük, radyoopak yapıdaki kalsifiye
alanların varlığı dikkati çekti. Meme tümörü olan 17 no’lu olguya ait radyografiler
incelendiğinde 7. kosta seviyesinde sağ hemitoraksta kalsifiye alan varlığı dikkati
çekti.
Saunders ve ark. (2003) köpeklerde nazal aspergillozisin BT ile tanısını konu
alan çalışmalarında; akciğer patolojisinden şüphelenilen hastalarda, hastalığın altında
yatan neden, hastalığın kapsamı ve şiddeti ile radyografik bulguların non-spesifik
olduğu durumlarda, BT’nin mükemmel bir görüntüleme tekniği olduğunu
belirtilmektedir.
Toraks radyografilerinde rastlanan kalsifiye alanlar nedeniyle kitle şüphesi
olan 9 no’lu olguda kalsifiye alanların bulunduğu bölgeden elde edilen BT
154
görüntülerinin değerlendirilmesi ile kitle şüphesi olmadığı anlaşıldı. Hastaya ait 6.
interkostal aralık seviyesinde alınan transvers BT görüntüleri incelendiğinde hem sağ
hem de sol hemitoraksta boyutları 0,3 mm civarında, kemik ile izodens, birkaç
kalsifiye alanların varlığı tespit edilirken, herhangi bir kitlesel lezyon görülmedi.
Kitlesel lezyonlardaki mineralizasyona bağlı opasite artışı bazen kalsifikasyonlar ile
karıştırılabilmektedir (Rivero ve ark., 2005; Ballegeer ve ark., 2010). Bu olguda
radyografide kalsifikasyon olarak tanımlanan alanların BT ile incelenmesi
sonucunda, kitlesel yapıda olmadıkları anlaşıldı.
10 no’lu olguya ait BT görüntüleri incelendiğinde, sağ hemitoraksta, kaudal
akciğer lobunun ventralinde, 7 - 8. interkostal aralıkta, boyutları 1,8 x 1,8 cm olan
yumuşak doku ile izodens nodül görüldü. Nodülün mineralizasyonu nedeniyle
radyografik olarak kalsifikasyon şeklinde değerlendirilmiş; ancak BT ile kesin
tanısının konuldu.
13 no’lu olguya ait BT görüntüleri incelendiğinde, 2. torakal vertebra
seviyesinde, sağ ve sol akciğer parankiminde boyutları 1 cm’den büyük olmayan
kalsifiye alanlar görüldü. Bu olguda 4. torakal vertebra seviyesinde sağ kranial
akciğer lobunun dorsalinde, 5. torakal vertebra seviyesinde sol kaudal akciğer
lobunda ve 7. torakal vertebra seviyesinde sol kaudal akciğer lobunda kalsifiye
alanlar tespit edildi. 17 no’lu olguda ise 7. torakal vertebra seviyesinde sağ kaudal
akciğer lobunda 4 adet, solda ise 1 adet, boyutları 3 mm’den küçük, kalsifiye alanlar
belirlendi. Bu iki olguda radyografik bulguların, BT bulguları ile uyumlu olduğu
görüldü.
Pneumotoraks, pleural boşlukta gaz birikimidir ve travma kaynaklı ya da
spontan şekilde oluşabilir (Rivero ve ark., 2005; Schwarz ve Saunders, 2011).
Radyografik incelemede; akciğer sınırları toraks duvarı, diyafram ve vertebralardan
uzaklaşmış görünümde olduğu, kollabe akciğer lobları etrafını çevreleyen gaz
155
nedeniyle rahatça fark edildiği, kollabe akciğer loblarında opasite artışı görüldüğü ve
kardiyak silüetin sternumdan uzaklaştığı rapor edilmektedir (Miller, 2007; Schwarz
ve Johnson, 2008; Kealy ve Mcallister, 2011). 1 olguda (Olgu no: 2) L/L grafiler
incelendiğinde, kalbin sternumdan uzaklaştığı ve toraksta radyolüsent serbest gaz
alanları şeklinde görülen pneumotoraks varlığı dikkati çekti. Aynı olguya ait V/D
grafiler incelendiği zaman sağ ve sol olmak üzere her iki hemitoraksta serbest gaz
alanları görüldü. BT x ışınlarının dokularda tutulumu prensibiyle çalışmaktadır.
Dolayısı ile radyografide radyolüsent olarak görülen alanlar BT’de de aynı şekilde
görülür (Gough, 2007; Hofer, 2007; Schwarz ve Saunders, 2011). Radyografik
olarak pneumotoraks tanısı konulan 2 no’lu olgunun BT ile incelenmesi sonucunda
hem sağ hem de sol toraksın dorsalinde pleural boşlukta serbest gaz birikimi görüldü.
Pneumotoraks tanısının radyografik olarak konulabildiği daha önceki çalışmalarda
bildirmektedirler (Miller, 2007; Schwarz ve Johnson, 2008; Kealy ve Mcallister,
2011). Pneumotoraks’ın şiddeti, akciğer parankimini nasıl etkilediği ve kaynağının
belirlenmesi için BT’nin iyi bir tanı yöntemi olduğu belirtilmektedir (Schwarz ve
Tidwell, 1999; Schwarz ve Saunders, 2011). Bu olguda literatürle uyumlu olarak
hastalığın tanısı radyografi ile konulmuş olup, BT ile detaylı incelemede
pneumotoraksa bağlı olarak akciğer loblarının kollabe olduğu dikkati çekti.
Trakeal kollaps, orta yaşlı ya da yaşlı köpeklerde trakeal halkalarda görülen,
progresif, dejeneratif bir hastalıktır (Ettinger ve Feldman, 2010). Trakeaya ait
hastalıkların tanısında öncelikle radyografi kullanılır (Thrall, 2002; Kealy ve
Mcallister, 2011). 16. olguya ait L/L grafide; trakea halkalarında herhangi bir opasite
artışı görülmemekle birlikte; toraks girişinde, özellikle 1. torakal omur hizasında
trakeanın ventrodorsal yönde daralması ile karakterize trakeal kollaps tespit edildi.
Transversal düzlemde görüntü alınabilmesi, elde edilen görüntülerin bilgisayar
yazılımları kullanılarak 3 boyutlu hale getirilebilmesi ile BT’nin, trakea, bronşlar
gibi boşluklu organların görüntülenmesinde kullanıldığı bildirilmektedir (Schwarz ve
Saunders, 2011). Radyografide toraks girişinde tespit edilen trakeal kollapsın nedeni
BT ile incelenen bu olguda, 1. torakal vertebra hizasında, trakeanın dorsalinde,
yumuşak doku ile izodens görünümde kitlesel lezyon tespit edildi. Lezyonun yeri
156
nedeniyle büyümüş bir lenf nodülü olabileceği düşünüldü. Trakeal kollaps tanısı
konulan bu olguda radyografik görüntüler tanı için yeterliydi. Trakeal kollaps
genellikle servikal bölgede gerçekleşir; ancak bazen buna ek olarak torasik bölgede
de kollaps görülebilir (Parry ve Lamb, 2012). Çalışmada, bu olgudaki kollapsın
toraks girişinde olduğu saptandı. Kitlesel lezyonların kollapsa neden olabileceği
düşünülerek BT ile inceleme yapıldı. Bu inceleme sonucunda elde edilen transvers
görüntüler sayesinde kollapsın dorsalde, büyüyen bir lenf nodülünden
kaynaklanabileceği kanısına varıldı.
L/L toraks radyografisi incelenen 1 olguda (Olgu no: 20) akciğer parankimi
normal olarak değerlendirilirken, trakeanın sınırları net olarak görülememiş, trakea
seyrinde detay kaybı olduğu belirlendi. Detay kaybının görüldüğü alanlar trakea ve
özefagusun geçtiği bölgeler olduğundan herhangi bir patoloji olabileceği
düşünülerek, hastanın BT ile muayenesi yapıldı. BT ile muayenesi sonucunda,
trakeanın dorsalinde seyreden özefagusun gaz ile dolu olduğu ve lümeninin hava ile
izodens olduğu görüldü. Özefagusta oluşan bu anormal genişlemenin, sağ
hemitoraksta kranial akciğer loblarına basınç yaptığı görüldü. Megaözefagus,
özefagusun hipomotilitesiyle seyreden hastalıkların komplikasyonu olarak ortaya
çıktığı bilinmektedir. Bu hastalıklar konjenital olabileceği gibi idiyopatik veya
primer başka hastalıklara bağlı sekonder olarak şekillenebilir (Ettinger ve Feldman,
2010). Sağlıklı hayvanlara ait radyografilerde özefagus görülmez (Thrall, 2002;
Burk ve Feeney, 2003, Schwarz ve Johnson, 2008). Radyografik olarak
megaözefagus tanısının kontrast madde kullanılarak yapıldığı belirtilmekte; ancak
özefagusta herhangi bir defekt olması kontrast madde kullanımını sınırlamaktadır
(Schwarz ve Tidwell, 1999; Farrow, 2003). Özefagustaki bir defekt nedeniyle
radyografik muayene yapılamayan olgularda BT kullanılabilir (Schwarz ve Saunders,
2011). Çalışmadaki bu olguda özefagusta herhangi bir travma ya da defekt varlığı
bilinmiyordu. Radyografideki detay kaybı nedeniyle yapılan BT muayenesi
sonucunda, trakeanın dorsalinde, içinde hava ile izodens yoğunluk görülen anormal
şekilde genişlemiş özefagus görülerek, olguya megaözefagus tanısı koyuldu.
157
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu çalışmada, değişik solunum sistemi hastalığı şikayeti ile gelen köpeklerin
anamnezleri alındı. Akciğerlerin önce radyografik muayeneleri yapıldı. Daha sonra
bu olguların BT ile değerlendirilmesi yapılarak elde edilen bulguların, radyografik
tanıyı doğrulayıp doğrulamadığı, ayırıcı tanıya olan etkisi ve iki yöntemin birbirine
olan üstünlükleri incelenerek, akciğer hastalıklarının değerlendirilmesinde
radyografik muayene ve BT bulgularının karşılaştırılması ile hastalıkların kesin
tanısının konulması amaçlandı.
Çalışmaya dahil edilen 20 köpekte anamnez ve klinik bulguların önemli
olduğu kanısına varıldı. Çalışmada en sık karşılaşılan klinik bulgular; burun akıntısı,
burun kanaması, dispne, öksürük ve egzersiz intoleranstır. Bunlara ek olarak disfaji
ve kaşeksi de bazı olgularda karşılaşılan klinik bulgulardandır.
Kedi ve köpek gibi küçük hayvanlarda, toraks ve pulmoner hastalıkların
incelenmesinde ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi radyografidir. Radyografi,
kolay kullanımı ile tercih edilen bir görüntüleme yöntemi olmakla birlikte,
süperpozisyon nedeniyle bazı lezyonların tanımlanamaması, radyografik bulguların
bazı hastalıklarda geç dönemde ortaya çıkması, küçük boyutlardaki lezyonların tespit
edilememesi gibi dezavantajları da bulunur.
Kedi ve köpeklerde akciğer hastalıklarından kuşkulanıldığında radyografi,
ultrasonografi gibi diğer görüntüleme yöntemleri ile hastalığın nedeni ve boyutları
anlaşılamıyor ise BT kullanımının endikasyonu vardır.
158
Radyografi ile tanısı konulabilen pleural efüzyonlu olgularda, efüzyonun
nedeninin anlaşılabilmesi için BT kullanımı ön plana çıkar. Efüzyonun intratorasik
kaynağının kitlesel lezyonlar ya da hemangiosarkom olması durumunda, BT’nin
sağaltıma yönelik yol gösterici olabileceği literatürde belirtilmektedir. Çalışmada,
bunlar dışındaki nedenlerden kaynaklanan efüzyonlu olgularda BT ile muayene,
hastalığın nedeninden çok, şiddeti ve yeri konusunda ayrıntılı bilgi verdi. Aynı
şekilde radyografik olarak varlığı tespit edilen pneumotorakslara ait detaylı tanısal
bilgi de BT muayenesi sonucunda elde edildi.
Radyografik bulguları pleural efüzyona benzer olan pulmoner ödem
olgularının BT ile muayenesi sonucunda tanısı konuldu. BT’nin ayırıcı tanıya
yardımcı olduğu sonucuna varıldı.
Trakeal kollapslar radyografik olarak çoğu zaman tespit edilebilmektedir.
Kollapsın nedenlerinin anlaşılması ise yalnızca radyografik muayene ile
yapılamamaktadır. BT’nin kesit görüntü sağlama avantajı ile trakeaya komşuluk
eden yapıların değerlendirilmesi ve böylelikle kollapsın nedeninin lümen içerisinde
şekillenen bir patoloji mi yoksa etraftaki dokuların yaptığı baskı mı olduğu ya da
kitle varlığının olup olmadığı tespit edildi.
Özefagusun görüntülenmesi için kontrastlı radyografi, endoskopi gibi
görüntüleme yöntemleri kullanılmaktadır. Trakea gibi boşluklu bir organ olan
özefagusa ait patolojilerin belirlenmesinde, kontrastlı radyografinin kontrendike
olduğu durumlarda BT kullanılarak patolojiler tespit edilmektedir.
İnsanlarda akciğer tümörlerinin varlığının tespitinde, metastazların
değerlendirilmesinde ve kanser evrelemesinde kullanılan toraks BT, en iyi akciğer
parankimi görüntüleme yöntemi olarak kabul edilmektedir. Çalışmada, kitle ya da
159
nodüllerin radyografik olarak tespit edilebilmesi için boyutlarının en az 8 - 9 mm
olması gerektiği görüldü. Bu boyutlara ulaşan lezyonların birçoğu için sağaltım
seçenekleri sınırlıdır. Lezyonların erken tespiti ile cerrahi sağaltım ya da kemoterapi
düşünülebilir. İşte bu nedenle pulmoner nodüllerin tespitinde duyarlılığı çok yüksek
olan BT ile boyutları 3 mm kadar küçük olan nodüller bile tespit edildi. Çalışmada
radyografik olarak tespit edilen nodül ya da kitlelerin haricinde, BT muayenesi ile
boyutları küçük olan ve radyografide süperpozisyon nedeniyle tespit edilemeyen
lezyonlar da rahatlıkla görüldü.
Vücutta akciğer dokusu dışındaki dokularda oluşan primer kitlelerin
metastazları BT ile saptandı. Özellikle meme tümörü görülen olgularda BT ile
torasik görüntüleme yapıldığında, olguların birçoğunda radyografik olarak
gözlenemeyen nodüller izlendi.
BT inceleme sırasında hastanın aldığı radyasyon miktarı radyografiye göre
daha fazladır. Ancak elde edilen bilgiler sonunda hastalığın tanısı kesin
konulduğunda radyasyonun önemi ikinci sıraya gerilemektedir.
Sonuç olarak; köpeklerde akciğer hastalıklarının tanısında sıklıkla kullanılan
bir görüntüleme yöntemi olan radyografinin özellikle kitlesel yapıların ve tümör
metastazlarının değerlendirilmesinde yetersiz olduğu anlaşıldı. BT ile elde edilen
transversal düzlemde alınan görüntülerle, en küçük boyuttaki lezyonlar bile
kolaylıkla değerlendirildi. Efüzyon, pneumotoraks gibi hastalıklarda hastalığın
tanısının konulmasında yeterli bulunan radyografi, lezyonların yerinin
belirlenmesinde ve şiddetlerinin değerlendirilmesinde ise yetersiz kaldı. Kesit
görüntü olanağı sağlayan BT sayesinde hastalığın şiddeti ve yerleşimi rahatlıkla
değerlendirildi. Trakea, özefagus gibi boşluklu organlara ait lezyonlarda
süperpozisyonun da etkisiyle radyografik muayenenin ayrıntılı bilgi sağlayamadığı
kanısında varıldı. Boşluklu organların kesit görüntülerinin alınması sonucunda
160
lezyonların lümene ya da çevresel organlarla olan ilişkisi açığa kavuşturuldu. BT’nin
kesit görüntü sağlama özelliği ile radyografiye olan üstünlüğü ortaya kondu; ancak
akciğer hastalıklarının tespitinde ilk görüntüleme yöntemi olarak kullanılan
radyografinin de tanı konulmasında sağladığı yararların da yadsınamayacağı
gözlendi. Hastaların anamnez ve klinik muayenelerini takiben öncelikle radyografik
inceleme yapılması, akciğer parankimi ve çevredeki organların detaylı
değerlendirilmesi içinse BT kullanılması önerildi.
Bu çalışma ile veteriner hekimlikte ilk defa BT kullanımı ile akciğer
hastalıklarının tanısı konulmuş ve konvansiyonel radyografik bulgular ile BT
bulgularının birbirine olan üstünlükleri gösterilmiştir. Gelecekte yapılacak olan
çalışmalarda hastalıkların BT ile ayrıntılı değerlendirilmesi yapılarak, tanı
konulmasından bir adım ileri gidilerek, hastalığa neden olan etkenlerin belirlenmesi
ve sağaltıma katkıda bulunulması önerildi.
163
KAYNAKLAR
AL-HYANI, O. H. (2011). A comparative study for lung biopsy in dogs. Iraqi Journal of
Veterinary Sciences, 25: 35-40.
BALLEGEER, E. A., ADAMS, W. M., DUBIELZIG, R. R., PAOLONI, M. C., KLAUER,
J. M., KEULER, N. S. (2010). Computed tomography characteristics of canine
Tracheobronchial lymph node metastasis. Veterinary Radiology & Ultrasound, 51:
397–403.
BEUKERS, M., GROSSO, F. V., VOORHOUT, G. (2013). Computed tomographic
characteristics of presumed normal canine abdominal lymph nodes. Veterinary
Radiology & Ultrasound, 54: 610–617.
BURK, R. L., FEENEY, D. A. (2003). Small Animal Radiology and Ultrasonography. ABD:
Saunders. Chapter: 2.
CARDOSO, L., GIL, F., RAMIREZ, G., TEIXEIRA, M. A., AGUT, A., RIVERO, M. A.,
ARENCIBIA, A., VAZQUEZ, M. J. (2007). Computed Tomography (CT) of the
Lungs of the Dog Using a Helical CT Scanner, Intravenous Iodine Contrast Medium
and Different CT Windows. Anatomia, Histologia, Embryologia, 36: 328–331.
CIPONE, M., DIANA, A., GANDINI, G., FAVA, D., TRENTI, F. (2003). Use of Computed
Tomography in Thoracic Diseases of Small Animals. Veterinary Research
Communications, 27: 381–384.
DENNIRS, S., SELLON, R. K., THRALL, D. E., BOSTIAN, A. E., BOSTON, G.T. (1998).
Computed Tomographic Diagnosis: Use of Computed Tomography to Distinguish A
Pulmonary Mass from Alveolar Disease. Veterinary Radiology & Ultrasound, 39:
532-535.
DHUMEAUX, M. P., HAUDIQUET, P. R. (2009). Primary pulmonary osteosarcoma treated
by thoracoscopy-assisted lung resection in a dog. Canadian Veterinary Journal, 50:
755–758.
DIANA, A. , PIVETTA, M., CIPONE, M. (2006). Imaging Evaluation of the Small Animal
Mediastinum. Veterinary Research Communications, 30: 145–151.
ETTINGER, S. J., FELDMAN, E.C. (2010). Textbook of Veterinary Internal Medicine, 7th
Edition, USA: Saunders. Page: 10-150.
FARROW, C. S. (2003). Veterinary Diagnostic Imaging: The Dog and Cat. ABD: Mosby.
Chapter 36.
FINA, C., VIGNOLI, M., TERRAGNI, R., ROSSI, F., WISNER, E., SAUNDERS, J. H.
(2014). Computed tomographic characteristics of eosinophilic pulmonary
granulomatosis in five dogs. Veterinary Radiology & Ultrasound, 55: 16–22.
GOGGS, R., CHAN, D. L., BENIGNI, L., HIRST, C., KELLETT-GREGORY, L.,
FUENTES, V. L. (2014). Comparison of computed tomography pulmonary
angiography andpoint-of-care tests for pulmonary thromboembolism diagnosis in
dogs. Journal of Small Animal Practice, 55: 190–197.
GOUGH A. (2007). Differential Diagnosis İn Small Animal Medicine. İngiltere: Blackwell
Science. Page: 193-214.
HOFER, M. (2007). CT Teaching Manual. Almanya: Thieme. Page: 74-99.
164
HSIEH, J. (2009). Computed Tomography: Principles, Design, Artifacts, and Recent
Advances. ABD: Spie.
JOHNSON, E. G., WISNER E. R. (2007). Advances in Respiratory Imaging. Veterinary
Clinics of North America: Small Animal Practice, 37: 879–900.
JOHNSON, V. S., CORCORAN, B. M., WOTTON, P. R., SCHWARZ, T., SULLIVAN, M.
(2005). Thoracic High-Resolution Computed Tomographic Findings in Dogs with
Canine Idiopathic Pulmonary Fibrosis. Journal of Small Animal Practice, 46: 381–
388.
JOHNSON, V. S., RAMSEY, I. K., THOMPSON, H., CAVE, T. A., BARR, F. J.,
RUDORF, H., WILLIAMS, A., SULLIVAN, M. (2004) Thoracic High-Resolution
Computed Tomography in the Diagnosis of Metastatic Carcinoma. Journal of Small
Animal Practice, 45: 134–143.
JUNG, J., CHANG, J., OH, S., YOON, J., CHOI, M. (2010). Computed tomography
angiography for evaluation of pulmonary embolism in an experimental model and
heartworm infested dogs. Veterinary Radiology & Ultrasound, 51: 288–293.
KEALY, J. K., MCALLISTER, H. (2011). Diagnostic Radiology and Ultrasonography of
The Dog and Cat. ABD: Saunders. Page:149-192.
LEE, C. M., KIM, J. H., KANG, M. H., EOM, K. D., PARK, H. M. (2014). Unusual
congenital pulmonary anomaly with presumed left lung hypoplasia in a young dog.
Journal of Small Animal Practice, 55: 247-277.
LIPTAK, J. M., MONNET, E., DERNELL, W. S., WITHROW, S. J. (2004). Pulmonary
metastatectomy in the management of four dogs with hypertrophic osteopathy.
Veterinary and Comparative Oncology, 2: 1–12.
MACPHAIL, C. M. (2007). Medical and Surgical Management of Pyothorax. Veterinary
Clinics of North America: Small Animal Practice, 37: 975–988.
MAI, W., WEISSE, C., SLEEPER, M. M. (2010). Cardiac Magnetic Resonance Imaging in
Normal Dogs and Two Dogs with Heart Base Tumor. Veterinary Radiology &
Ultrasound, 51: 428-435.
MANNION, P. (2006). Diagnostic Ultrasound in Small Animal Practice. İngiltere:
Blackwell Science. Page: 170-186.
MILLER, C. J. (2007). Approach to the Respiratory Patient. Veterinary Clinics of North
America: Small Animal Practice, 37: 861–878.
NEMANIC, S., LONDON, C. A., WISNER, E. R. (2006). Comparison of Thoracic
Radiographs and Single Breath-Hold Helical CT for Detection of Pulmonary Nodules
in Dogs with Metastatic Neoplasia. Journal of Veterinary Internal Medicine, 20: 508–
515.
OTONI, C. C, RAHAL, S. C, VULCANO, L. C, RIBEIRO, S. HETTE, M, GIORDANO,
K., T., DOICHE, D. P, AMORIM, R. L. (2010). Survey Radiography and
Computerized Tomography Imaging of the Thorax in Female Dogs with Mammary
Tumors. Acta Veterinaria Scandinavica, 52: 20.
PARRY, A., LAMB, C. (2012). Radiology of Thoracic Trauma in the Dog and Cat. In
Practice, 32: 238-246.
PRATHER, A. B., BERRY, C. R., THRALL, D. E. (2005). Use Of Radiography in
Combination with Computed Tomography for the Assessment of Noncardiac Thoracic
Disease in the Dog and Cat. Veterinary Radiology & Ultrasound, 46: 114-121.
165
RADEMACHER, N., PARIAUT, R., PATE, J., SAELINGER, C., KEARNEY, M. T.,
GASCHEN L. (2014). Transthoracic lung ultrasound in normal dogs and dogs with
cardiogenic pulmonary edema: a pilot study. Erişim:
[http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/vru.12151/abstract]. Erişim tarihi:
27.05.2014.
REID, L. E., DILLON, A. R., HATHCOCK, J. T., BROWN, L. A., TILLSON, M.,
WOOLDRIDGE, A. A. (2012). High-Resolution Computed Tomography Bronchial
Lumen To Pulmonary Artery Diameter Ratio In Anesthetized Ventilated Cats with
Normal Lungs. Veterinary Radiology & Ultrasound,53: 34–37.
REINERO, C. R., COHN L. A. (2007). Interstitial Lung Diseases. Veterinary Clinics of
North America: Small Animal Practice, 37: 937–947.
REETZ, J. A., BUZA, E. L., KRICK, E. L. (2011). CT Features of Pleural Masses and
Nodules. Veterinary Radiology & Ultrasound, 1: 1–7.
RIVERO, M. A., RAMIREZ, J. A., VAZQUEZ, J. M., GIL, F., RAMIREZ, G.,
ARENCIBIA, A. (2005). Normal Anatomical Imaging of the Thorax in Three Dogs:
Computed Tomography and Macroscopic Cross Sections with Vascular Injection.
Anatomia, Histologia, Embryologia, 34: 215–219.
RODRIGUEZ-PANADERO, F., JANSSEN, J. P., ASTOUL, P. (2006). Thoracoscopy:
general overview and place in the diagnosis and management of pleural effusion.
European Respiratory Journal, 28: 409– 421.
ROMANS, L. E. (2011). Computed Tomography for Technologists. ABD: Williams &
Wilkins. Page: 3-12, 267-281.
SALCI, H., YILMAZ, Z., BAYRAM, A. S., YALCIN, E., KAYA M. (2009). Medical and
Surgical Treatment of Chylothorax in a Dog with Right-Sided Heart Failure. Turkish
Journal of Veterinary and Animal Sciences, 33: 165-170.
SAUNDERS, J. H., VANBREE, H. (2003). Comparison of radiography and computed
tomography for the diagnosis of canine nasal aspergillosis. Veterinary Radiology &
Ultrasound, 44: 414-419.
SAUNDERS, J. H., VANBREE, H, GIELEN, I. (2003). Diagnostic value of computed
tomography in dogs with Chronic nasal disease. Veterinary Radiology & Ultrasound,
44: 409-413.
SAUNDERS, J. H., ZONDERLAND, J., CLERCX, C., GIELEN, I., SNAPS, F. R.,
SULLIVAN, M., VANBREE, H., DONDELINGER, R. F. (2002). Computed
tomographic findings in 35 dogs with Nasal aspergillosis. Veterinary Radiology &
Ultrasound, 43: 5-9.
SCHULTZ, R. M., PETERSY, J., ZWINGENBERGER, A. (2009). Radiography, Computed
Tomography and Virtual Bronchoscopy in Four Dogs and Two Cats with Lung Lobe
Torsion. Journal of Small Animal Practice, 50: 360–363.
SCHWARZ, T., JOHNSON, V. (2008). BSAVA Manual of Canine and Feline Thoracic
Imaging. İngiltere: BSAVA Publishing. Page: 5-72.
SCHWARZ, T., SAUNDERS, J. (2011). Veterinary Computed Tomography. İngiltere:
Wiley-Blackwell. Chapter 1, 6.
SCHWARZ, L. A., TIDWELL A. S. (1999). Alternative Imaging of the Lung. Clinical
Techniques in Small Animal Practice, 14: 187-206.
166
SCRIVANI, P. V., THOMPSON, M. S., DYKES, N. L., HOLMES, N. L., SOUTHARD, T.
L., GERDIN, J. A., BEZUIDENHOUT, A. (2012). Relationships Among Subgross
Anatomy, Computed Tomography, and Histologic Findings in Dogs with Disease
Localized to the Pulmonary Acini. Veterinary Radiology & Ultrasound, 53: 1–10.
SECREST, S., SAKAMOTO, K. (2014). Halo and reverse halo signs in canine pulmonary
computed Tomography. Erişim: [http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/24417646].
Erişim tarihi: 27.05.2014.
SEILER, G., SCHWARZ, T., VIGNOLI, M., RODRIGUEZ, D. (2008). Computed
Tomographic Features of Lung Lobe Torsion. Veterinary Radiology & Ultrasound,
49: 504–508.
SIROIS, M., MAURAGIS, D., ANTHONY, E. (2010). Handbook of Radiographic
Positioning for Veterinary Technicians. ABD: Delmar. Sayfa 11-13.
SMALLWOOD, J. E., GEORGE, T. F. (1993). Anatomic Atlas for Computed Tomography
in the Mesaticephalic Dog: Thorax and Cranial Abdomen. Veterinary Radiology &
Ultrasound, 34: 65-84.
SWINBOURN,E F., BAINES, E. A., BAINES, S. J., HALFACREE, Z. J. (2011). Computed
tomographic findings in canine pyothorax and correlation with findings at exploratory
thoracotomy. Journal of Small Animal Practice, 52: 203–208.
ŞEN, Y. (2011). Kedi ve Köpeklerde Pleural Efüzyonun Tanısal Değerlendirilmesinde
Radyografik, Ultrasonografik ve Torakoskopik Yaklaşım. Ankara Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Sayfa: 10.
THRALL, D. E. (2002). Textbook of Veterinary Diagnostic Radiology. ABD: Elsevier.
Chapter 5.
TSAI, S., SUTHERLAND-SMITH, J., BURGESS, K., RUTHAZER, R., SATO, A. (2012).
Imaging Characteristics of Intrathoracic Histiocytic Sarcoma in Dogs. Veterinary
Radiology & Ultrasound, 53: 21- 27.
YOON, J., FEENEY, D. A., CRONK, D. E., ANDERSON, K. L., ZIEGLER, L. E. (2004).
Computed Tomographic Evaluation of Canine and Feline Mediastinal Masses in 14
Patients. Veterinary Radiology & Ultrasound,45: 542–546.