23
TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE ELEŞTİREL DÜŞÜNCE DERGİSİ 26 Şubat 2021 SAYI 257 FİYATI 5 TL Bilişimin geleceğini kim şekillendirdi? ERDAL MUSOĞLU Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre COVID-19 yolsuzluğu da tetikliyor NEVZAT SAYGILIOĞLU Prof. Dr. Kaya Kılıç’ı anıyoruz LARA MELTEM BİLİKMEN- TÜRKER KILIÇ Şeffaf ahşap geliyor! Mamut DNA’sından evrimleri ortaya çıkarıldı! Tıka basa yiyip yine de kilo almayacağınız besinler neler? Darwin’in çalınan not defteri HALUK ERTAN Pandemi kaynaklı yalnızlığın sesi: Clubhouse GABRİELA OANA OLARU Aşılardan maksimum yarar mı sağlamak istiyorsunuz? ÖZLEM KAYIM YILDIZ Bilişsel yanlılıklar. Dost mu düşman mı? DOĞAN KUBAN İletişim çağının bizden istediği... TANOL TÜRKOĞLU Doğan Cüceloğlu’nun ardından... MÜFİT AKYOS Kovboy bilim silahını çekti MUSTAFA ÇETİNER Eğitim ve COVID- 19 İnsanlık Mars’ı kuşattı!

TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

  • Upload
    others

  • View
    16

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE ELEŞTİREL DÜŞÜNCE DERGİSİ 26 Şubat 2021 SAYI 257 FİYATI 5 TL

Bilişimin geleceğini kim şekillendirdi?ERDAL MUSOĞLU

Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre COVID-19 yolsuzluğu da tetikliyorNEVZAT SAYGILIOĞLU

Prof. Dr. Kaya Kılıç’ı anıyoruzLARA MELTEM BİLİKMEN- TÜRKER KILIÇ

Şeffaf ahşap geliyor!

Mamut DNA’sından evrimleri ortaya çıkarıldı!Tıka basa yiyip yine de kilo almayacağınız besinler neler?

Darwin’in çalınan not defteri HALUK ERTAN

Pandemi kaynaklı yalnızlığın sesi: Clubhouse GABRİELA OANA OLARU

Aşılardan maksimum yarar mı sağlamak istiyorsunuz?

ÖZLEM KAYIM YILDIZBilişsel yanlılıklar. Dost mu düşman mı?DOĞAN KUBANİletişim çağının bizden istediği...

TANOL TÜRKOĞLUDoğan Cüceloğlu’nun ardından...MÜFİT AKYOSKovboy bilim silahını çekti

MUSTAFA ÇETİNEREğitim ve COVID- 19

İnsanlık Mars’ı kuşattı!

Page 2: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

2HBT Sayı 257 26 Şubat 2021

HERKESE BİLİM TEKNOLOJİTürkiye’nin Haftalık Bilim Haberleri ve Kültürü Dergisi

Sayı: 257 26 Şubat 2021

İmtiyaz sahibi: HBT Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.Yayın Danışmanı: Orhan BursalıYayın Yönetmeni: Özlem Yüzak

Sorumlu Müdür ve Yayın Sahibi Temsilcisi: Reyhan OksayGörsel Yönetmen: Tüles Hasdemir

Yayın Türü: Yerel Süreli YayınYayın yönetimi, yayınlama kararı aldığı yazıları özüne

dokunmadan kısaltma hakkını saklı tutar.

Yayımlayan: HBT YayıncılıkAdres: Osmanağa Mah. Halitağa Cad. Ekşioğlu İş Hanı

16/85 K.3 Kadıköy İstanbulTel: 0216 449 99 42

E-posta: [email protected]

Dijital dergi abonelik banka hesap bilgisi:HBT Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.Alternatif Bank, Şişli Şubesi

IBAN: TR 42 0012 4000 0056 1729 3000 01

Basılı dergi abonelik banka hesap bilgisi:HBT Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.Alternatif Bank, Şişli Şubesi

IBAN: TR 04 0012 4000 0056 1729 3000 06

Katkılarıyla hazırlanmıştır:Bahçeşehir Üniversitesi

Bilim, Kültür ve Eğitim: İstanbul Kültür Üniversitesi23. sayfa: Atılım Üniversitesi

Reklam Yönetimi: Marjinal Porter NovelliBaskı: İhlas Gazetecilik A.Ş.

Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş.Herkese Bilim Teknoloji dergisinde yer alan haber, yazı ve fotoğrafların

yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak basın kanunu gereğince hukuki ve cezai

yaptırıma tabidir.

‘ Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır!’“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir ka-lıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayış-ları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur... Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya ça-lıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”

Mustafa KemalMilli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in sorusuna Mustafa Kemal’in yanıtı. Kaynak: İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İ.Ü. Hukuk Fak.Yayınları

Koronavirüs ile mücadele de aşılama dönemi içindeyiz. Ve ne yazık ki ‘aşı adaletsizliği’ ile birlikte.. Dünyada yak-laşık 180 milyon aşı yapıldı. Bu, ne yazık ki aşı olan her-kesin bağışıklık kazanacağı anlamına gelmiyor. Kaldı ki ba-ğışıklık oluşmuş olsa dahi bunun ne kadar güçlü olacağı, kaç gün içinde gelişeceği, ne kadar süreceği bazı faktörle-re bağlı; uyku kalitesi, aşı günündeki stres düzeyi gibi fak-törlerden bazılarının kontrolü elimizde; yaş, cinsiyet, gibi faktörler ise kontrolümüz dışında.

Peki küçük davranış değişiklikleriyle, COVID-19 aşısın-dan maksimum yarar sağlamanın elinizde olduğunu bili-yor muydunuz? Bilim insanları bu değişikliklerin çok önem-li olduğunu, bunları dikkate almadığınız takdirde aşılama-nın beklenilen yararı sağlayamayacağını ileri sürüyor. Peki bunlar neler? Reyhan Oksay hazırladı. Ve yine koronavirüs ile ilgili son gelişmeler: Aşılar arasında uyum var mı? Yoksa koronavirüs donmuş gıdalardan mı çıktı? Mustafa Çetiner eğitimi koronavirüs ekseninde değerlendirdi.

Bu ay Mars’ı kuşattık! Çin ve BAE’nin uzay ajanslarının ardından NASA da Mars

yolculuğunu tamamladı. Her birinin görev amacı ve ti-pi farklı ama hepsi aslında ortak bir amaca hizmet ediyor; Mars’ın keşfi ! Mars yüzeyine inen Perseverance gezgininin en büyük hedefi ise yaşam izi arayışı ve gelecek görevler için çeşitli atmosfer testleri. Gönderilen aracın donanımını ve görevin detaylarını inceledik. Batuhan Sarıcan derledi.

“Ben Doğan Cüceloğlu”: Kitapları ile hepimizin haya-tına bir şekilde dokunan biriydi Doğan Cüceloğlu. Kaybı önemli bir boşluk yarattı. Tanol Türkoğlu 30 yıllık dostu-nun ardından duygu yüklü bir yazı kaleme aldı. Kendisini rahmetle anıyoruz. Doğan Cüceloğlu, ilk zamanlardaki ki-taplarının yazılarını, 90’lı yıllarda, parça parça bizim ön-cülümüz Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisinde yayın-lamıştı. O kitaplarında CBT’yi ve derginin yayın yönetmeni Orhan Bursalı’yı anıyordu.

Orhan Bursalı, saygın zamanlar geçirdiklerini belirtir-ken, dinlediği bir öyküyü şöyle anlatıyor ve yorumunu ya-pıyordu: ABD’den döndüğünde Hacettepe’de odasının ka-pısında Prof. Dr. vb gibi plaketler asıldığını gördükten bir zaman sonra, ben unvansız Doğan Cüceloğlu olarak bir hiç miyim diyerek üniversiteden ayrılmış ve bilmediği bir ala-na geçerek kum ticaretine soyunmuştu. Tabii ifl as etmiş ve yeniden ABD’ye dönmüştü; orada yaşaması zordu ve Türki-ye’ye bu kez yeni bir Cüceloğlu olarak döndü. Edindiği bil-gileri kendi deneyimleriyle birlikte Türkiye’ye uyarlama-da ve halka sunmakta büyük bir başarı gösterdi. Bu yönüy-le yenilikçiydi. Çok üzüntü verici kaybı...

Doğan Kuban hoca ‘İletişim çağının bizden istediği’ baş-lıklı yazısında ‘Sanayi Çağının ikinci aşamasına geldik. Bu iletişim çağıdır. Artık insanların İstanbul ve Ankara gibi hantal arsa ve yapı spekülasyonu kentlerine üşüşmesi ge-rekmiyor. Ününü geçmişinden alan İstanbul’da Cumhuri-yet Türkiye’si sanayi, eğitim ve kültürünü kurdu. Bugünün İstanbul’unda ise dünyaya övünerek göstereceğimiz yapı, kentsel düzenleme, yeşil alan yok. Bilim ve sanat da yok. Neden?’ diye soruyor.

Sizce Bilişimin geleceğini kim şekillendirdi? Birçok in-san Google ya da Apple diye yanıt verecektir. Erdal Mu-soğlu ise Amazon diyor. ‘Amazon bir eTicaret fi rmasından çok ötede ve gelirinin de çoğunu AWS (Amazon WEB Servi-

ces - Amazon WEB Hizmetleri) ya-ni bilişim bölümünden sağlıyor’ di-yor ve Amazon’un bilişim dünyası-nı ve geleceğimizi nasıl değiştirdi-ğini anlatıyor.

Kovboy’un bilim silahıÖzlem Kayım Yıldız’ın yazısı bilişsel yanlılıklar üzerine.

Dost mu, düşman mı, diye soruyor. Konu önemli çünkü bi-lişsel yanlılıklar kararlarımızda da politik seçim süreçlerin de ve daha bir çok konuda da etkili. Ve yazıdan öğrenece-ğimiz çok şey var.

Mamut DNA’sı bu artık nesli tükenmiş hayvanın evrimi-ni ortaya çıkardı. Nature’da yayınlanan ve aralarında OD-TÜ’den Mehmet Somel, Ekin Sağlıcan, Fatma Rabia Fi-dan’ın da bulunduğu çok uluslu bir araştırma, Sibirya’da donmuş toprak altından çıkartılan bir dişten elde edilen DNA, mamutların soyağacında yeni dallar açıyor. Müfi t Ak-yos ‘Kovboy bilim silahını çekti’ başlıklı yazısında Biden yönetiminin bilim odaklı politikalarına öncelik vermesini detaylandırarak anlatıyor... Türkiye önemli bir bilim insa-nını, başarılı bir cerrahını ve hocasını kaybetti. Ve ne yazık ki yine COVID-19 yüzünden. Prof Dr. Kaya Kılıç kendini ör-nek bir akademisyen olmasının ötesine taşıyabilen bir kişi olmuş. Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Meltem Bilikmen ve Prof. Dr. Türker Kılıç meslektaşını anlattı.

Şeffaf ahşap geliyor! Ahşabın şeffaf hale getirilmesi, yo-ğun enerji gerektiren ve çevresel zararları olan bir süre-ci beraberinde getiriyordu. Ancak bu problemleri ortadan kaldıran son çalışma, malzeme bilimi ve yapı sektörü için kilometre taşı niteliği taşıyan bir buluş anlamına geliyor olabilir... Çoğumuz sofradan aç kalkmayı başaramıyoruz. Doyuncaya kadar yiyince de kilo alıyoruz. Doğru yiyecekle-ri seçersek hem doyar hem kilo almamış oluruz. Peki nedir bu besinler? Sevda Deniz Karali hazırladı.

Prof. Dr. Bayram Öztürk son dönemde okyanus köken-li pek çok balığın denizlerimizi girdini ve bunların arasında Balon balığının son derece zehirli olduğunu ve yermemesi gerektiğini yazdı.

Darwin’in Çalınan Not DefterleriBeagle yolculuğu sırasında ve sonrasında kaleme aldı-

ğı, en az 25 not defteri vardı bu dahi düşünürün. Ve bun-lar Darwin’e ait en değerli belgeler arasındaydı. Örneğin onun çizdiği tanınmış “Yaşam Ağacı” şeması Biyoloji tari-hinde ilk kez, canlı türleri arasındaki gerçek evrimsel ak-rabalık ilişkisini gösteren bir şekildi. Şema, bazı canlıların ortak atalardan değişerek türediğini (Transmutasyon), baz alıyordu. Haluk Ertan’ın kaleminden...

Kültür Üniversitesi’nden Dr. Gabriela Onana Olaru son dönemde bir fenomen haline gelen dijital sohbet platfor-mu Clubhouse’u anlattı. Atılım Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nejat Saygılıoğlu Uluslarararası Şeffafl ık Örgütü’nün veri-lerinden yola çıkarak COVID-19’un yolsuzluğu da tetikledi-ğini yazdı... Avrupa bir dönem dünyanın en tozlu bölgesiy-miş. neden? Cengiz Han’ın ölüm nedeni veba mıydı? Tehli-ke karşısında gösterdiğimiz bilinçsiz tepkinin kaynağı ne ve daha başka haberler Nilgün Özbaşaran Dede’nin Araştır-ma Gündemi’nde.. Evdeki kedimiz karnı tok olmasına kar-şın neden avlanmak istiyor? Kuşların göç ederken yönlerini nasıl bulduklarını biliyor musunuz? Murat Altaş’ın hazırla-dığı Hayvanlar Dünyası’nda.

Önümüzdeki hafta yine beraberiz. Herkese Bilim Tekno-loji almayı ve paylaşmayı unutmayın. Aydınlık bir Türki-ye’ye birlikle çoğalarak ve bilim odaklı olmayı başararak yaratabiliriz ancak.

Bu Haf ta- Editör ne diyor?Aşıdan maksimum yarar mı

sağlamak istiyorsunuz?

Page 3: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

3HBT Sayı 257 - 26 Şubat 2021Paleontoloji 3 Haftada BirÖzlem Kayım Yıldı[email protected]

BİLİŞSEL YANLILIKLAR: DOST MU DÜŞMAN MI?Bilişsel yanlılık, insan aklının objektif gerçeklikten ve rasyonel olandan siste-

matik bir biçimde ayrılması olarak tanımlanabilir. Birçok bilişsel alanda var oldu-ğu gösterilen bu yanlılıklar ilk bakışta kusurlu bir evrimleşmenin ürünü olan sınır-lılıklar olarak görülebilir. Bununla birlikte, evrimsel perspektiften bakıldığında bir bilişsel özelliğin rasyonel olup olmaması değil problemleri çözüp çözmemesi türün devamlılığı için işe yarar. Rasyonel olmayan bir bilişsel özellik, problemlerin çözü-müne katkı sağladığı sürece adaptasyonun bir parçası olarak kabul edilebilir. Biliş-sel yanlılıklar insan aklını rasyonel olandan uzaklaştırsalar da türün devamlılığına katkı sağlarlar. İnsan aklının, seçimlerinin olumsuz sonuçlarını mümkün olduğun-ca azaltacak biçimde yüz binlerce yıl içerisinde geliştirdiği bilişsel kısa yollar ola-rak görülebilirler.

Bilişsel yanlılıkların ortaya çıkış mekanizmasını anlamak için beyinlerimizin bilgi-yi iki esas süreçle işlediğini bilmeliyiz: otomatik (sezgisel) ve kontrollü (analitik). Bu iki süreç, farklı nöroanatomik döngülerle yürütülür. Otomatik (sezgisel) süreç, usavurmadan bağımsızdır, tekrarlayan deneyimlerle kazanılmıştır, hızlıdır ve büyük oranda bilinçsiz ve refleks bir biçimde ortaya çıkar. Bilişsel yanlılıkların kaynağının otomatik (sezgisel) süreç olduğu düşünülmektedir. Kontrollü (analitik) süreç ise bi-linçli, yavaş ve akılcıdır.

Bilişsel yanlılıklar, özellikle hızlı karar vermek durumunda olduğumuz, yeterli bilgiye sahip olmadığımız ve mükemmel bir seçeneğin olmadığı seçim süreçlerinde devreye girerler. Günlük yaşamda usavurmanın zamansal maliyeti göze alınamadı-ğında sezgisel davranmanın yararlı olacağı açıktır. Örneğin karanlık bir sokakta yü-rürken sizi takip ediyor gibi görünen bir karaltı gördüğünüzde bilişsel yanlılığınız nedeniyle bunun bir haydut olabileceğini düşünürsünüz ve mümkün olduğunca ça-buk sokağı terk edersiniz.

Aslında bu, rüzgârda dalgalanan bir bayrak olabilir. Bilişsel kısa yol, olası tehli-keyi sezmiş, hızlı davranmanızı ve güvende kalmanızı sağlamıştır. Bununla birlikte hepimiz, sahip olduğumuz sınırlı bilgi ve mükemmel olmayan öngörü yetenekleri-mizle sonuçlarını bilmediğimiz kararlar vermek durumunda kalırız ve birtakım ka-rar verme süreçlerinde sezgisel davranarak akılcı ve olası olandan sapmamız olum-suz sonuçlara yol açar. Kararlarımızı destekleyen kanıtlar sınırlı olsa da seçimleri-mizden emin olmamız, bazı bilişsel yanlılıkların dirençli ve süreğen olmasına ne-den olur.

İnsan hep akılcı davranmazİnsanın her zaman akılcı davranan bir canlı olduğu şeklindeki klasik görüş, in-

san davranışlarının sistematik bir biçimde mantık ve olasılık yasalarını ihlal ettiği-ni gösteren birçok deneyle çürütülmüş, bilişsel yanlılıkların keşfi, insan zihninin iç-sel, yanılmaz akılcılığının sorgulanmasına ve ‘normatif’ standardın belirlenmesinde kafa karışıklığına yol açmıştır. Bugün bilişsel yanlılıkları dikkate almadan siyaset, sosyal bilimler, ekonomi ve sağlık alanlarında toplum davranışlarını anlama çabala-rı yetersiz kalacaktır.

Örneğin sahip olunan bilişsel yanlılıkların politik seçim süreçlerini etkilediği-ni biliyoruz. Seçmenlerin bir kısmı, liderleri yetkinlikleri açısından değerlendir-memekte, kendilerini temsil ettiğini, inançlarını paylaştığını düşündükleri liderle-ri desteklemektedirler; aksi yöndeki kanıtların sunulmasına karşın ‘onaylama yan-lılığı’ (confirmation bias) nedeniyle görüşlerini değiştirmemektedirler. Tekrarlanan yalanların zamanla gerçeğe dönüşmesi ise başka bir bilişsel yanlılık, akla en sık ve kolay gelenin daha önemli olduğunu düşündüren ‘ulaşılabilirlik yanlılığı’ (avai-lability bias) sayesindedir.

Çağımızın en büyük tehditlerinden biri olan iklim değişikliği konusunda da biliş-sel yanlılıklar yaygındır. Örneğin ‘telafi edici yeşil inanç’ veya ‘negatif ayak izi il-lüzyonuna’ göre çevreye zararlı bazı davranışlar, çevre dostu başka bazı davranış-larla telafi edilebilir. İnsanlar arasındaki sosyal ilişkilerde geçerli olan dengeleme davranışı ile benzerlikler gösteren bu inancın çevre kirliliği ve iklim değişikliği ko-nularında yararlı olmayacağı açık olsa da birçok insan bu inancı taşımaktadır.

Bilişsel yanlılıklar, belirli durumlarda hayatta kalmamızı ve türümüzün devamlılı-ğını sağlar, hızlı karar vermek gerektiğinde insan zihninin akılcı olmaktan uzak an-cak belki akılcı olmaktan daha iyi bir biçimde evrimleşmiş olduğunu düşündürür. Fakat akılcı karar verme süreçleri analitik düşünmeyi ve akılcılık prensiplerine uy-mayı gerektirir. Bu durumlarda bilişsel yanlılıklar seçimlerimizin sonucunu olumsuz etkiler. Bilişsel yanlılıklarımızı tamamen ortadan kaldırmak imkânsız ve muhteme-len oldukça zararlıdır, ancak bazı kararları verme süreçlerindeki olası olumsuz etki-lerini akılda tutmak gerekir.

Bugüne kadar mamutlar hakkında genetik bilgi,

donarak fosilleşmiş bir atın 700.000 yıllık DNA’sından, 2013’te elde edilmişti ve bu DNA bugüne kadarki en es-kisi olarak biliniyordu. An-cak Sibirya’da bulunan ma-mutun azı dişlerinden elde edilen genetik materyal ye-ni açılımlar getirdi. Bilimci-ler, DNA’dan elde edilen en eski bilgi ve daha eskisine ulaşmak zor, dedi. Gene-tik materyal, çoğu ortamda nispeten hızlı bir şekilde bozulur. Afrika’da-ki insanlardan dizilenen en eski DNA yakla-şık 15.000 yıl öncesine aittir; Avrupa’da bi-lim adamları, 120.000 yıl önce yaşamış bir Neandertalden DNA dizilimi yapmışlardı. An-cak donmuş toprakta gömülü olan canlıların DNA›sı, donmuş toprak kimyasal bozunmayı yavaşlattığı için çok çok daha uzun süre bo-zulmadan kalabiliyor.

Nature’da bildirilen çalışmaya göre, bu şimdiye kadar bir hayvan-dan elde edilen en eski DNA, 1,2 milyon yıl ve daha eski bir geçmişe sahip ma-mutların evriminde yeni bil-gileri ortaya koyuyor.

Bazı gen parçacıkları, eski mamutların daha son-raki buz çağlarında soğuk-lara dayanmalarına izin ve-ren özelliklere sahip oldu-ğunu öne sürüyor. Dahası, Kuzey Amerika’da yaşayan bazı tüylü dev hayvanların, yünlü mamut ile daha önce bilinmeyen bir mamut türü-nün melezi olabileceğini düşündürüyor. Söz konusu mamut DNA’sı, 1970’lerde kuzeydoğu Sibirya’daki permafrosttan çıkarılan üç azı di-şinden elde edildi. Fillerle akrabalık

Dalén ve meslektaşları, Krestovka ve Ad-ycha adı verilen en eski iki örneğin, yaklaşık 1,2 milyon ila 1 milyon yıl önce yaşadığını bul-du. Chukochya olarak adlandırılan üçüncü ör-nek Mamut ise 800.000 ila 500.000 yıl önce-sine dayanıyordu. Günümüzde yaşayan fil-lerle, bu eski örneklerden elde edilen antik DNA’nın genetik analizleri, Krestovka ve Ad-ycha’nın iki farklı mamut türüne ait olduğu-nu gösteriyordu. Bu bilgi yeniydi. Çünkü araş-tırmacılar daha önce, 1 milyon yıl önce Sibir-ya’da bozkır mamutu (Mammuthus trogont-herii) adı verilen tek bir mamut türünün yaşa-dığını düşünüyordu.

Araştırmacılara göre, Adycha mamutu sonunda yünlü mamutlara yol açan bozkır mamut soyunun bir parçası, Krestovka mamu-tu ise 2 milyon yıldan daha uzun bir süre önce bu akra-balarından uzaklaştı ve bi-linmeyen bir mamut soyunu oluşturdu. Bu tanımlanama-yan türün, yünlü mamutlarla karışmış ve en az 420.000 yıl önce Kuzey Amerika’da dolaşan Kolomb mamutuna (M. columbi) yol açmış ol-

ma ihtimali söz konusu. Yaklaşık 700.000 yaşındaki en genç ma-

mut, Kuzey Yarımküre’de yüzbinlerce yıldır dolaşan bilinen en eski yünlü mamutlardan biri ve soğukta yaşamaya alışıktırlar. Bunların çoğu, yaklaşık 10.500 yıl önce, son buzul ça-ğının sonunda iklim ısındığında öldü.

Buffalo Üniversitesi’nde evrimsel biyo-log Vincent Lynch, araştırmanın, bilim insan-larının elindeki devasa genetik materyal mik-

tarını artırdığını ve bu tür mamut örneklerinin geldiği coğrafi aralığı genişlettiğini söylüyor. Lynch, çeşitli yerler-den birçok mamutun genetiğini analiz etme-nin, mamutların nasıl mamut haline geldiği, neden bu şekilde gö-ründükleri ve ne kadar çeşitli oldukları hak-kında bilgi sahibi olma açısından önem taşı-dığını söylüyor.

Bu arada ekip, mamutların soğukla başa çıkmasına muhte-melen yardımcı olan tüylü saç gibi özelliklerin çok eski olduğunu da keşfedecekti.

Lindqvist, yeni sonuçlar ilgi çekici olsa da antik DNA’nın kırılgan olduğunu ve araştırma-cıların eski örneklerden ne kadar veri alabile-ceğinin bir sınırı olduğunu söylüyor. Bu yüz-den bulguların hikâyenin tamamını verme ihti-malinin düşük olduğunun altını çiziyor.

New York’taki Buffalo Üniversitesi’nden -çalışmaya dahil olmayan- evrimsel biyolog Charlotte Lindqvist, DNA’ların bir tür “geç-mişe açılan kapı” olduğunu söylüyor ve ekli-yor, bu tür genetik veriler, eski kemiklerin fi-ziksel olarak incelenmesinden elde edilen ipuçlarına ek olarak soyu tükenmiş hayvanla-rın nasıl evrimleştiğini ortaya çıkarabilir.

Derleyen: Batuhan Sarıcan ([email protected])

https://www.sciencenews.org/article/oldest-ani-mal-dna-ever-recovered-mammoth-evolution

ARAŞTIRMADA ODTÜ BİLİMCİLERİ DE VAR

Bu kez Mamut DNA’sından, evrimleri ortaya çıkartıldı

Nature’da yayınlanan ve aralarında ODTÜ’den Mehmet Somel, Ekin Sağ-lıcan, Fatma Rabia Fi-dan’ın da bulunduğu çok uluslu bir araştırma, Sibir-ya’da donmuş toprak al-tından çıkartılan bir diş-ten elde edilen DNA, ma-mutların soyağacında yeni dallar açıyor.

Paleogenetikçi Love Dalen ve ev-rimsel biyolog Patricia Penerova, Sibirya yakınlarında Wrangel Ada-sında Mamut dişi ile...

Page 4: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

4HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021Araştırma GündemiHazırlayan: Nilgün Özbaşaran [email protected]

COVID- 19’un çıkış yeri neresi ve koro-navirüs hangi hayvandan insana bu-

laştı? Korona pandemisinin başlamasın-dan bu yana, dünya genelindeki araştır-macılar bu soruları yanıtlamaya çalışıyor-lar. SARS-CoV-2’nin en azından öncüleri-nin bir olasılıkla yarasalarda ortaya çıktı-ğı biliniyor. Hatta bir genetik çalışmayla vi-rüsün on yıllar öncesinde bu hayvanlar-da yaşadığı da anlaşılmıştı. Fakat aynı za-manda pullu memeliler de kuşkulu hay-vanlar arasında – pangolinler türler ara-sındaki bulaşma için ara konakçı görevini görmüş olabilir. Pangolinlerle ilgili iki araştırma şimdi yeni bilgiler sundu.

Londra Francis Crick Enstitüsü’nde Antoni Wrobel ve ekibi , pangolin, yarasa ve insanda-ki koronavirüs peplomerlerinin (spike proteins) ACE2 reseptörlerine ne kadar iyi tutunabildik-lerini inceledi. Bu reseptör bağlantısı insandan hayvana geçişin koşulu olarak biliniyor. Araştır-macılar yarasa örneği olarak Wuhan’daki virüs laboratuvarında da araştırılan RaTG13 kökü-nü kullandılar. İki pangolin virüs varyantları ise 2019 yılında Guangdong’da yakalanan hayvan-lara aitti. Sonuçlara göre RaTG13 yarasa virüsü kökü, ne insan ne de pangolindeki reseptörle iyi bağlanmamasına karşın iki pangolin virüs var-yantı insandaki ACE2 reseptörüyle daha güçlü bağlandığı tespit edildi.

Buna göre pangolin virüslerinin davranışı SARS-Cov-2’yle karşılaştırılabilir. Araştırmacı-ların görüşüne göre sonuçlar iki şeyi ortaya ko-yuyor: Yarasa virüsü RaTG3’ün, pangolini ara konakçı olarak kullanmış olması imkansız gi-bi. Çünkü ACE2 reseptöründeki bağlantı nokta-sı iyi değil. Ama öte yandan pangolinde, teorik olarak insana bulaşabilen koronavirüsler bulu-nuyor. Peki bu koronavirüsün kökeni için ne an-lama geliyor? ‘Koronavirüsün insana pangolin-den bulaştığını söyleyemiyoruz’ diyor araştırma-

cılar. ‘Çünkü teorik olarak yarasada bilinmeyen, bulaşma potansiyeli olan başka koronavirüsler de bulunabilir. Ama en azından bazı pangolinle-rin de diğer türlere koronavirüs bulaştırabildikle-rini gösterdik’ diye vurguluyorlar.

Bilim insanlarının söyledikleri ikinci araştır-manın sonucuyla da örtüşüyor. Bangkok Chu-lalongkorn Üniversitesi’nden Supaporn Wac-harapluesadee, Tayland’daki yarasa ve pango-linlerdeki koronavirüslerde, SARS-CoV-2 anti-korlarının ne derece etkili olduğunu inceledi. Vi-rüs örnekleri Doğu Tayland’daki nalburunlu ya-rasalar popülasyonuna ve Tayland’daki koru-ma istasyonundaki 10 pangoline aitti. 98 yara-sa örneğinden dördünde SARS-CoV-2 antikor-larına karşı pozitif bir nötrleşme reaksiyonu tes-pit edildi.

Bu koronavirüs örnekleri antikorlar tarafın-dan bloke edilecek kadar insandaki virüse ben-ziyorlar. ‘İki örnekteki nötrleşme oranı yüzde 88-97 arasında çıktı. On pangolin örneğinden bi-ri de pozitif reaksiyon gösterdi. Bu örnekte-ki nötrleşme oranı yüzde 91 oldu. Araştırmamız SARS-CoV-2 benzeri koronavirüslerin Japonya, Çin ve Tayland’a kadar yayılmış olduğunu gös-terdi’ diyor araştırmacılar.

Structure and binding properties of Pangolin-CoV spi-ke glycoprotein inform the evolution of SARS-CoV-2, Natu-re Communications, 5.02.2021.

Eski tapınak kenti Taposiris Magna, modern İskenderiye kentinin 50 kilomet-re batısında yer alıyor. Tapınak kent Ptolemaik döneminde yüksek rütbeli

Mısırlılar için nekropol görevini de görüyordu. Arkeologlar son yıllarda kazı ta-bakalarında ve yüzeyde yüksek rütbeli kişilere ait 25’in üzerinde lahit buldular. Aslında Taposiris Magna’da Kleopatra ve Marcus Antonius’un mezarlarının ol-duğu düşünülüyor. Araştırmacılar buna işaret olarak, ünlü kraliçenin heykelini, üzerinde resmi bulunan sikkeleri ve tapınak kentte bulunan, Romalıya benzer bir maskeyi gösteriyorlar. Fakat mezar aramaları henüz sonuç vermedi.

Arkeologlar şimdi Taposiris Magna’da yeni buluntuları gün ışığına çıkardılar. Kaya mezarlarının kazıları sırasında 16 adet kısmen mücevherlerle süslenmiş mumya bulundu. İskeletler kötü durumda olsa da mücevherleri ve diğer süsleri sağlam kal-mış. Santo Domingo Üniversitesi’nden Kathleen Martinez’in (kazı başkanı) açıkla-masına göre mumyalar yüksek rütbeli kişilere ait. Mumyalardan birinin başında koç boynuzları olan bir taç var ve alnının üzerinde ise bir yılan bulunuyor. Atef tacı olarak bilinen bu taç kralların ve tanrıların egemenliğinin bir sembolüdür ve Yukarı Mısır’da-ki Yunan-Roma dönemine ait tanrı Osiris ile bağlantılı sembolleri birleştirir. Mumyanın

göğüs kısmı dikdörtgen altın göğüs takısıyla kaplı ve boynunda ise şahin başıyla bezeli bir kolye taşıyor. İkinci bir mumyada da altın bir mezar takısı-nın kalıntıları var ki bezemeler Osiris’e işaret ediyor. En dikkat çekici bulun-tu şüphesiz altın bir dile sahip mum-ya. Mumyanın ağız boşluğunda dil bi-çiminde bir altın levha bulunmuş.

Mısır Eski Eserler Bakanı’nın tah-minine göre altın dil, bu kişinin di-ğer tarafta da konuşabilmesini garan-

tiliyordu. Çünkü o zamanki inancı göre yeraltı tanrısı Osiris’le konuşabilmeleri gere-kiyordu. Fakat niçin sadece bu mumyanın altın dile sahip olduğu henüz bilinmiyor. Bir olasılıkla bu kişi hayattayken konuşma yetisini kaybetmişti ya da konuşma zorlu-ğu çekiyordu. Fakat altın dil bazı özel durumlarda da bu tür bozukluklardan bağım-sız olarak da mumyaya eklenmiş olabilir diyor arkeologlar. Diğer buluntular arasında bir kadına ait görkemli bir ölü maskesi de yer alıyordu. Mummy with a gold tongue found in Egypt, Live Science, 1.02.2021.

Pandemi kısıtlamaları havayı bölgesel olarak ısıttı Korona pandemisi sadece tıbbi sonuçlar doğurmakla kalmayıp,

dünya ekonomisini de olumsuz yönde etkiledi. 2020 ilkbaharın-da kısıtlamaların sonucu uzaydan bile görünüyordu: Çin ve Avrupa’da azot oksit ve aerosollere bağlı hava kirliliği ölçülebilir oranda düşmüş-tü. Hatta küresel CO2 emisyonları da 2020’nin ilk yarısında başka hiç-bir zamanda olmadığı kadar düşmüştü. Ama buna rağmen 2020 yi-

ne en sıcak yıl oldu.

Boulder Ulusal Atmos-ferik Araştır-maları Enstitü-sü’nden And-rew Gettel-man, düşük aerosol emis-

yonlarının dünya iklimi üzerindeki etkisini araştırdı. Kurum ve kükürt di-oksit aerosolleri önemli iklim aktörleridir. Aerosollerden oluşan bir sis bulutu uzaya daha fazla güneş ışını geri yansıttığı için iklim üzerinde soğutucu bir etki yapabilirler. Havada asılı parçacıklar öte yandan bu-lutlar için yoğunlaşma çekirdeği görevini gördükleri için de bir soğut-ma etkisine sahip olabilirler.

Bilim insanları, iki farklı iklim modeliyle bu yüzden 2020 ilkbaharın-da aerosol emisyonundaki geçici düşüşün bölgesel ve küresel sıcak-lıklar üzerindeki etkisini araştırdılar. Sonuçlar, endüstrilerin birçoğunda önemli bir emisyon düşüşü yaşandığını ve bunun da sıcaklıklar üze-rinde kısa süreli etkileri olduğunu gösteriyor. Kurum ve kükürt aerosol-lerinin azalması, küresel olarak açık bir gökyüzünde metrekare başına 0,29 wattlık bir ışın artışına yol açtı. Aerosol sis bulutu olmadığı için de yeryüzüne daha fazla güneş enerjisi girdi.

Bunun sonucunda 2020 Mart’tan Hazirana kadar birçok yerde sı-caklıklar normalin 0,1 ila 0,3 derece üzerinde seyretti. Bu hafi f ısınma etkisi özellikle de kuzey yarım kürenin yüksek enlemlerinde, her şey-den önce ABD ve Rusya’da kendini belli etti. Buralardaki sıcaklık artışı ilkbaharda 0,37 derece arttı. Bu nedenle hava kirliliği bölgesel olarak soğumada katkısı olsa da uzun vadede ne sera gazlarındaki artışı tele-fi edebilir ne de istenilen bir iklim koruma önlemini.

COVID-19 lockdowns temporarily raised global temperatures, research shows, Science Daily, 2.02.2021.

Koronavirüsün nereden geldiği hâlâ açıklanmadı

Altın dilli mumya bulundu

Page 5: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Araştırma Gündemi 5HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021 Soyu tükenmiş dev kaplumbağanın ilginç akrabasıGünümüzde dev

kaplumbağalar do-ğal ortamlarında çok az bölgede yaşıyorlar, ör-neğin Doğu Pasifikteki Galapagos adalarında ve Hint Okyanusu’ndaki Aldabra Atolünde. 400 kilo ağırlığın-da olabilen ve bir metre uzunluğa ulaşan bu sürün-genler, Charles Darwin’inin evrim teorisi için de esin kaynağı olmuştu. Dev kaplumbağalar birkaç yüz-yıl öncesine kadar geniş bir alanda yaygındı: 200 yıl kadar önce Madagaskar’ın doğusundaki Mascare-ne Adaları’nda ve birkaç bin yıl öncesine kadar da Fi-ji Adaları, Küba, Madagaskar, Sicilya ve Kanarya Ada-ları gibi diğer birçok adada yaşıyorlardı. Ancak bu heybetli kara omurgalılardan geriye sadece fosiller kaldı. Bu türler insanların bu bölgelere gelmelerinden hemen yok olmaları nedeniyle, soylarının tükenmesin-den kimlerin sorumlu olabileceği de açık bir şekilde ortada aslında.

Senckenberg Doğa Tarihi Müzesi’nden Uwe Fritz ve ekibi, 7 Bahama adasında bulunan 700 ila 2700 yıllık fosilleri ayrıntılı bir şekilde inceleyerek, bu ada-lardan altısında neredeyse tüm mitokondriyal kaplum-bağa kalıtımını sekanslamaya başardılar. Chelonoidis alburyorum türünün DNA verilerini diğer kara kaplum-bağalarıyla karşılaştırınca da bir sürprizle karşı karşı-ya kaldılar. Analizler Bahama adalarında 1,5 milyon yıl önce dev kaplumbağaların yaşadığını gösterdi. Bu-na göre Bahama adalarında morfolojik açıdan farklı olan kaplumbağa tipleri var. Dev kaplumbağaların çok farklı kabuk biçimleri de adalarda yaklaşık olarak iki milyon yıl önce ortaya çıkmış olmalı ki bu da geçerli olan öğretiyle ters düşüyor. Çünkü bilindiği gibi Gala-pagos kaplumbağaları on beş farklı türe aitler.Ancient mitogenomics elucidates diversity of extinct West Indian tortoi-ses, Scientific Reports, 9.02.2021.

Tehlike karşısında göster-diğimiz bilinçsiz tepkinin kaynağı ne? Tehlikeleri sezmek ve ça-

bucak tepki vermek her canlı için yaşamsal önem ta-şır. Bu reaksiyon beyin ka-buğunun altındaki sinir hüc-releriyle bilinçsiz olarak gerçekleşir. Peki bu nasıl olu-yor? Bilim insanları her bireyin olası tehlikeyi denge-leyemeye yardımcı olacak hareket komutlarını kont-rol eden özel beyin hücreleri tespit ettiler. Bunlar kal-siyum iyonları (Ca2+) tarafından ayarlanıyor. Araştır-ma PNAS dergisinde yayınlandı. Bu beyin hücrele-ri sekretagogin olarak isimlendirilen bir proteine sa-hip olmalarıyla kendini belli ederler. Söz konusu pro-tein iki sinir hücresi bağlantısının ucundaki kalsiyum yoğunluğu ölçüyor. Bu alışılmışın dışında bir durum, çünkü kalsiyum sensorları normalde sinapsların uçla-rında bulunuyor. Secretagogin bu özel beyin hücrele-rini sadece savunma için işaretlemekle kalmayıp, aynı zamanda uyarıcı sinyalleri ileten sinapsların ucundaki mekanizmayı da düzenliyor. İnsanlar üzerinde henüz araştırmalar yapılmadı ama kritik bir moleküler baş-langıç noktası tanımlandığından, bu hücre grubu uzun vadede tıbbi etki maddelerinin hedefi olabilir.

Secretagogin marks amygdaloid PKCδ interneurons and modulates NMDA receptor availability, PNAS, 16.02.2021.

Cengiz Han tüm zaman-ların en ünlü fatihle-

rinden biri. Onun yöneti-minde, Moğol atlı göçer-ler birleşerek, kısa süre-de Orta Asya’daki halkla-ra boyun eğdiren bir savaş gücü oluşturdular. Elveriş-li iklim koşulları ve taktik becerileri sayesinde Cen-giz Han tarihteki en büyük imparatorluklardan birini kurdu. Bu imparatorluk Çin denizinden Kafkaslar’a ka-dar uzanıyordu. Günümüzde binlerce insan kalıtımında Cengiz Han’ın genlerini taşımaya devam ediyor. Moğol hükümdarının 1227 yılında nasıl öldüğü hâlâ bilinmediği gibi mezarı da hiçbir zaman bulunmadı. Bunun neden-lerinden biri akrabalarının ve yakın sırdaşlarının ölümü-nü gizli tutmalarıydı. Çünkü Cengiz Han, Batı Xia hane-danına karşı düzenlenen uzun bir seferin ortasında öl-müştü. Ölüm haberi Moğolların kazanma şansını düşü-rebilirdi. Ayrıca o zamanlar ölen hükümdarların gizli bir yere gömülmesi adettendi.

Ancak bir müddet sonra ortaya efsaneler ve dediko-dular çıktı. Moğolların dostları ve düşmanları, ünlü hü-kümdarın sonuyla ilgili çok sayıda çelişkili söylentiler yaydılar. Bunların arasında Cengiz Han’ın attan düştü-ğü, savaş meydanında öldüğü ya da ok yarası yüzün-den öldüğü söylenceleri de vardı. Bir başka efsaneye göre Moğollar tarafından yakalanan bir Tibet prense-si tarafından şişlenerek öldürülmüştü. Bir diğer iddia da Cengiz Han’ın enfeksiyon nedeniyle de öldüğü. Bunun-la ilgili ilk kanıtlar, Ming Hanedanı tarafından yazdırılan “Yuan’ın Tarihi” isimli eserde var. Bu çalışmada Cen-giz Han’ın 18 – 25 Ağustos 1227 tarihleri arasında ateş-

lendiğinden söz ediliyor. Se-kiz günlük bir hastalıktan sonra hükümdar hayatını kaybetmiş-ti. Bazı araştırmacılar bu has-talığın tifo olabileceğini düşü-nüyorlar. Fakat karın ağrısı ve kusma gibi tipik belirtilerden söz edilmediğinden tifo tek ola-sılık olmayabilir.

Araştırmacılar şimdi de hü-kümdarın ölümünden o tarih-lerde Orta Asya’ya yayılmış

olan vebayı sorumlu tutuyorlar. Bilindiği gibi veba mik-robu Yersinia pestis, Orta Asya’da 4000 yıldan çok ön-cesinden insanlara bulaşmaya başlamıştı. Orta Çağ’da-ki “Kara Ölüm” de Cengiz Han’ın döneminden kısa bir süre sonra Avrupa’ya gelmişti. Adelaide Üniversitesi’n-den Wenpeng You ve ekibine göre vebanın Moğol or-dusuna da bulaştığını kanıtlayan tarihi belgeler bulunu-yor. Bunlar büyük bir Konfüçyüs alimi ve zamanın şifa-cısı olan Yelü Chukai’nin kayıtlarında. Şifacı 1226 yılında Cengiz Han’ın ordusundaki binlerce vebalı hastayı bit-kisel ilaçlarla tedavi ederek, iyileştirdiğinden söz ediyor. Cengiz Han sadece bir yıl sonra Batı Xia imparatorluğu-nun başkenti Yinchun’u ele geçirmişti. Bu kuşatma ay-larca sürmüştü. Bu uzun savaş hükümdarı fiziksel ve zi-hinsel olarak tüketmiş olmalıydı, çünkü o zamanla 65 yaşındaydı.

Bilindiği kadarıyla Cengiz Han gerçekten de bu kuşatma sırasında ölmüştü. Bununla birlikte Cengiz Han’ın gerçekten de veba yüzünden ölüp ölmediği tarihi belgelerin yetersizliği nedeniyle kesin olarak söylenemi-yor. Genghis Khan’s death (AD 1227): An unsolvable riddle or simp-ly a pandemic disease?, International Journal of Infectious Diseases, Volume 104, P347-348, March 01, 2021.

Mars’ın gaz kılıfı ha-la ayrıntılı bir şekilde

incelenmediğinden uzay sondaları, bilim insanla-rının akıllarını karıştıran yeni maddeler ve süreç-ler keşfediyorlar. Mesela Mars’taki oksijen içeriği bilinen süreçlerin açıklayabildiğinden daha hızlı farklılaşı-yor. Rus Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nde Oleg Korablev ve ekibi, Mars atmosferinde hidrojen klorür (HCI) keşfet-ti. Bu gaz, suyun varlığında hidroklorik aside dönüşür ama az miktarlarda da olsa dünyanın üst atmosferinde de bu-lunur. Burada UV’ye maruz kaldığında klor radikalleri sala-rak, ozon tabakasının incelmesinde katkıda bulunabilir.

Teorik olarak gaz etkinliğine ve volkanizmaya işaret edebileceği için araştırmacılar Mars’ın üzerinde uzun sü-redir hidrojen klorür arıyorlardı. Korablev ve ekibi bu ga-zı ilk kez kanıtladılar. Hidrojen klorür ESM Mars sondası Mars Express’in 2014’te bulmuş olduğu metandan sonra-ki ilk yeni gaz sınıfı. Ancak hidrojen klorür tahmin edildiği gibi volkanik gazlara ait değil. Çünkü yoğunluğu fazla ve gaz çok düzenli bir şekilde dağılmış. Kuzey yarımkürede 15-25 km arasındaki yükseklikte milyarda bir ila iki ppb, güney yarımkürede ise 20-30 km yükseklikte milyarda iki

ila üç ppb hidrojen klorür tespit edildi.

Peki ama bu gaz nere-den geliyor?

İlk verilere göre gazın açığa çıkmasından Mars fırtınalarındaki fiziksel ve-ya kimyasal süreçler so-

rumlu tutuluyor. Araştırmacılar Mars tozunda bulunan sof-ra tuzunun (NaCl) ve perkloratın (CIO4) hidrojen klorürü ürettiklerini tahmin ediyorlar. Atmosferde ise hidrojenle bir tepkime meydana geliyor ve bundan sonraki adımlarla ise hidrojen klorür oluşuyor. Ancak Kızıl Gezegen’in atmosfe-rindeki klor içerikli moleküllerde tam olarak ne gibi reaksi-yonların meydana geldiği henüz bilinmiyor. Burada ilginç olan diğer nokta da şu: Şiddetli toz fırtınalarının ardından hidrojen klorür, halihazırdaki modellerin izin verdiğinden çok daha hızlı yok oluyor.

Araştırmacılar bundan sonra Mars atmosferindeki ola-sı süreçleri yeniden yapılandırabilmek için laboratuvar testleri ve model simülasyonları üzerinde çalışacaklar. Ay-rıca Trace Gas Orbiter uydusuyla da Mars’taki hidrojen klorürü daha ayrıntılı bir şekilde takip etmek istiyorlar.

Transient HCI in the atmosphere of Mars, Science Advances, 10.02.2021.

Cengiz Han’ın ölüm nedeni veba mıydı?

Mars’ta yeni keşif: Hidrojen klorür bulundu

Page 6: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

6Tekno Vitr in HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021Xiaomi’nin yeni telefon fanı Xiomi’nin

Türkiye’de satışa çıkan ürünlerin-den biri de Black Shark FunCooler Pro (RGB). 399 TL’den satışa sunulan ürün, telefonların gövde

sıcaklığını düşürmeye yarayan taşınabilir bir fan. Yeni aksesuar söylendiği kadarıyla 67 ile 88 mm genişliğe sahip her telefona takılabiliyor. 6.200 RPM hızında dönebilen ve bu sırada aşırı rahatsız edici bir gürültü ortaya çıkarmayan fanı çalıştırmak için USB-C üstenden enerji bağlan-tısına ihtiyaç duyuluyor. Bağlı olduğu cihazın ısısını iki saniye içinde düşürmeye başlayan ürün 12 LED ışıktan oluşan RGB aydınlatma sistemine de sahip. https://urun.n11.com/telefon-o-yun-aksesuarlari/black-shark-funcooler-pro-rgb-telefon-so-gutucu-P476808003

Apple Watch ve AirPods’lar için kullanışlı şarj cihazı

Sate-chi firma-sı Apple Watch ve AirPo-ds’lar için kullanışlı bir şarj cihazını

duyurdu. 50 dolarlık ürün, bir tarafında Apple Watch diğer tarafında ise kablosuz şarj hazneli AirPods’ları şarj edebiliyor. Çok küçük olduğu için kolaylıkla taşınabilen cihaz, bağlantısını USB-C üzerinden yapıyor. Doğrudan doğruya MacBook ve iPad Pro sahiplerine hitap eden ürün, alüminyumdan üretildiği için sağlamlık konusunda da bir sorunu olmayan USB-C Wat-ch AirPods Charger isimli ürün, USB-C destekli diğer cihazlarla da kullanılabiliyor. https://www.macrumors.com/2021/02/09/satechi-dual-sided-char-ger-apple-watch-airpods/

Uzun bir süredir Avrupa pazarında satılan Xiaomi destekli Bla-ck Shark firmasının iki yeni oyun telefonu Black Shark 3 ve Black Shark 3 Pro ülkemizde satışa sunuldu. Türkiye pazarına resmi garantili olarak ilk kez gelen telefon, oyun odalık bir yapıya sahip ve oldukça farklı bir görünüme sahip. Black Shark 3 Pro 7,1 inç AMOLED ekrana sahip. Normal versiyonda ise 6,6 inç 2400x1080 piksel AMOLED ekran var. Ortak olarak 90 Hz yenileme hızına sahip olan ekranlarda, HDR10+ desteği de yer alıyor. Güçlerini Snapdragon 865 işlemciden alan ve 8GB/12GB RAM + 128 GB depo-lama seçenekleri sunulan telefonlar, yüksek güçte sıvı temelli soğutma kullanıyor. Normal modelde bulu-nan 65W hızlı şarj destekli 4.720 mAh, Pro’da ise 65W şarj destekli 5.000 mAH pil dışında, telefonların arkasında 18W hızlı şarj destekli manyetik bir şarj girişi de var. https://teknosafari.net/xiaominin-oyuncu-telefonu-black-shark-3-turkiyede-sati-sa-cikti/

100 km menzilli Kobra İtalya’da ta-

sarlanan elektrikli scooter modeli Kobra, bildik scooter modelle-rinden çok farklı bir yapıya sahip. Ön lastiği oldukça büyük olan mode-lin pil paketi or-tada yer alıyor ve birçok farklı renk

seçeneği var. Paslanmaz çelik gövdeye sahip araç için Smart ve Climber olmak üzere iki farklı versiyon sunuluyor. Smart versiyonu 350 watt, Climber versi-yonu ise 500 watt elektrik motoru taşıyor. Maksimum 25km/s hıza çıkabilen scooter kullanıma bağlı olarak 100 km gibi bir menzile ulaşabiliyor. Indiegogo üzerin-den 20.000 Avroluk destek arayan scooter’ın Climler versiyonu daha çok yokuşlu alanlar için tasarlanmış. : https://www.indiegogo.com/projects/the-kobra-e-scooter#/

Sony Alpha 1’den sonra Sony FX3 geliyor

Sony firması aynasız fotoğraf ma-kinesi Sony Alpha 1’den sonra Sony FX3’ü satışa sunmaya hazırlanıyor. Vi-deo çekimleri için özel bir model olan FX3, kompakt boyutu ve şık dış kap-lamasıyla dikkat çekiyor. E-Bayonet yapısını kullanan ürün, 8 K video kaydı yapabiliyor. ‘Cage” kurulumları ve birden fazla aksesuar için bünyesinde

birçok yuva bulunan Sony FX3’ün pazardaki 8K video çekebilen en kompakta kamera olması bekleniyor. Yurt dışı gövde fiyatı 6.500 Do-lar olan Alpha 1’in resmi garantili Türkiye gövde fiyatıysa 78.000 TL seviyesinde. Gücünü iki tane yeni Bionz XR işlemciden alan model, 50 megapiksel çözünürlükte Exmor RS CMOS tam kare sensor üze-rine kurulu. E-Bayonet yapısını kullanan Alpha 1, vizör kararması ol-madan saniyede tam 30 kare fotoğraf çekebiliyor ve 8K çözünürlükte video kaydedebiliyor. 8K’da saniyede 30 kare video çekebilen model bunu 30 dakika kadar devam ettirebiliyor. Bünyesinde 9.4 milyon noktalık 240 fps yenileme hızı olan bir OLED vizör bulunan Alpha 1, hareketli dokunmatik ekran getiriyor ve sensorun yüzde 92’sini kapsayan 759 noktalı AF sistemiyle çok etkili bir otomatik netleme performansı sunuyor: https://petapixel.com/2021/02/11/sonys-next-camera-is-the-cine-alpha-hybrid-fx3-report/

Sennheiser HD 250BT

Kafa üstü biçiminde tasarlanan Sennheiser HD 250 kablosuz kulaklık, firmanın sürücü teknolojisiyle dinamik bas ve yük-sek kaliteli ses sağlayan, heyecan verisi bir ses deneyimi sunuyor. Beş saatlik pil ömrü ve gelişmiş kablosuz teknolojisiyle her yerde müzik dene-yimi yaşatan ürün sadece 125 gram ağırlığında. Müzik severlere Smart Control uygulama desteğiyle ekolay-zır ayarlarını değiştirme ve batarya durumunu öğrenme olanağı sunan Bluetooth 5.0 desteğine sahip olan HD 250BT, telefon görüşmelerinde de yüksek bir performansa sahip. : https://www.whathifi.com/news/sennhei-ser-hd-250bt-headphones-boast-high-end-au-dio-without-a-high-end-price

Hazırlayan: Nilgün Özbaşaran Dede

Adidas Ultraboost 21 yeniden tasarlandı

Adidas firmasının yeni-den tasarlanan Ultraboost 21 modeli satışa sunuldu. Kullanıcı alışkanlıkların-dan yola çıkılarak üretilen model, bir önceki modele kıyasla yüzde altı daha fazla enerji geri dönüşümü sağlıyor. Hızlı tepki kabiliyetine sahip yeni Ultraboost 21 spor severlerin koşu sırasında daha yüksek performans sergilemelerine izin veriyor. Bir önceki modele kıyasla yüzde altı daha fazla BOOST kapsülüne sahip olan ayakkabı, koşucuların ayağında daha az esneklik ve daha fazla tepki süresi sağlamak için orta tabanda daha sert, güçlendirilmiş malzemeyle yeniden tasarlanmış “Lineer Energy Push” (LEP) kendi ekseninde dönen bir sisteme sahip. Bu sistem sayesinde ayakkabı daha hızlı tepki vererek ayağın ön tarafındaki bükülme sertliğinde yüzde on beş artış sağlıyor. Bu yeni sistem Adidas’ın ekstra topuk kavisi aracılığıyla orta taban Boost tekno-lojisiyle birlikte çalışıyor. Türkiye’deki satış fiyatı: 1,749 TL. https://www.adidas.com/us/ultraboost-21-shoes/FY0377.html

Xiaomi Black Shark 3 ülkemizde satışta

Mi Band 5’e rakip Amazfit Band 5

Xiaomi Mi Band 5 akıllı bileklik modelinin arkasında Huami fir-ması yer alıyor. Huami’nin kendi ürünü olan Amazfit serisine eklediği son modeli ise Amazfit Band 5 akıllı telefon olmuştu. Bu model şimdi Türkiye’de resmi garantili olarak satışa sunuldu. 1.1 inç 126 x 294 piksel renkli AMOLED ekrana sahip ürün, 45’ten fazla saat arayüzü taşıyor. Farklı renklerde gelen model, SpO2 ile nabız sensorlarına sahip ve kalemde aktivite takibi yapabi-liyor. 125 mAh pil ile çalışan bileklik tek şarjla o n beş gün çalışıyor. http://sohbet34.org/xiaomi-mi-band-5-turkiyede-satisa-sunuldu-is-te-fiyati.html/

Page 7: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Bilim Kültür HBT Sayı 257 - 26 Şubat 2021 7DO

ĞAN

KUBA

N

Çünkü kentin insanları bu niteliği taşıyan bir çevreyi is-teyen bir dünya vizyonuna henüz sahip değiller.

Megalopolis birkaç iyi yetişmiş insanın varlığı ile şekil-lenmiyor. Küçük sanatçı ve aydın gruplarının dev bir ken-tin biçimsel düzenini ve estetik niteliğini saptayacak etki-leri yok!

Geleceğin kapısında olduğumuzu topluma duyurmak ve Türkiye’nin dünya ile birlikte başka bir çağa girdiğini anlatmak zorundayız. Sanayi çağı parametreleri artık ge-çerli değil. Dünyaya egemen olan tüketim çeteleri, sömü-rüye devam edebilmek için, halkın kendine olan güveni-nin de altını oyuyorlar. Bunu anlamak için uzun tartışmala-ra gerek yok. Günlük gazete okumak ve Türkiye ile dünya-yı karşılaştıran istatistikleri incelemek yeterli.

Bundan önceki dönemin tartışılmasının yararı yok. Tür-kiye’nin geleceği, modası geçmiş ve ülkeyi bir çöküntüye sokmuş bir sistemin restorasyonu üzerine kurulamaz. Bu koalisyon tartışmalarına benzer.

Onlar ne yapıyor, bizler ne?İçine girdiğimiz iletişim çağının sorunlarının tümü yeni-

dir. İletişim teknolojisi dünyayı bilgisayar ve telefonların içi-ne soktuktan sonra, insanların büyük kentlere gereksinimi kalmadı. Bugün büyük kent gelişmemiş bir iletişim ve ula-şım çağının kanseridir. En büyükleri fakir ve az gelişmiş ül-kelerdedir. Bizde bu kentler köylü sınıfının toplum yaşa-mına geç katılması sonucudur. Gelişme İstanbul ve Anka-ra gibi, kontrolsüz insan yığınlarının kaotik yapılaşması ile sonuçlandı. İstanbul’un sanayi kenti olarak şimdiye kadar başaramadığı işi, bundan sonra yapma olanağı kalmamış-tır. Buna dayanacak bir Türkiye yok. Ülkenin iletişim çağı için yeniden örgütlenmesi gerekiyor.

Sevgili okuyucular,Durumu anlamak için başka ülkelerin gelecek için al-

dıkları tedbirleri anımsayalım: Danimarka enerji üretimi-ni Baltık kıyılarında inşa edilen rüzgâr türbinlerine yükle-di. Alman hükümeti nükleer enerjiyi yasakladı. O da Bal-tık’ta büyük rüzgâr enerjisi santralları kurdu. Çin hüküme-ti CO2 salınımını azaltmak için, kömürden elde ettiği ener-ji programını, sanayi üretimini azaltmak pahasına, kısma-ya karar verdi. Bu Çin gibi bir sanayi devi için çok radikal bir karardır. Amerikan eyaletleri alternatif enerji için kong-re ile savaşıyorlar.

Bütün enerjisini dışardan alınan petrole ve kömür ma-denlerinin sınırlı potansiyeline dayamış Türkiye, çok sınırlı yerel kullanım için HES projeleri ile ülkenin en güzel doğal sitlerini tahrip ediyor ve halkla kavga ediyor. Atom Santra-lı yaptırıyor. Türkiye’de rüzgâr ve güneş enerjisi potansiye-li ülke gereksinmesinin neredeyse on katı iken bu yola gi-remiyor. Neden olduğunu uzmanlarına bir sorun! Propa-ganda ile dünyadan soyutlanmış toplum kesimleri bunla-rı politik tartışma konusu sanıyor. Oysa bu tutumlar ülkeyi dünyanın kölesi yapan, ekonomik sıkıntıya sokan sorunla-rın başında geliyor.

Kaldı ki CO2 salınımsız enerji elde etmek, dünyanın başındaki en büyük doğal bela olan iklim değişikliği tehli-kesinin temel engellerinden biri olarak bütün dünya tara-fından kabullenmiş bir olgu. Büyük petrol şirketlerinin en-gellemelerine karşın giderek güç kazanıyor. Uluslararası bu olgular devletlerin enerji ve onunla ilgili iklimsel değişim konusunda büyük endişelerle çok ciddi tedbirler aldıkları-

nı kanıtlıyor. Biz bunun da dışında kalıyoruz. Bedelini çok ağır ödeyerek bizi bunun dışında kim tutuyor?

Fakat daha kökten gelişme, iletişim çağının büyük kent kaosunu yoketmeye olanak veren ve ülkeyi bir çöküşten kurtaracak potansiyelidir. Bu yeni bir devrimdir. İletişim ve yeni ulaşım olanakları, üretim odaklarının yayılması (de-santralizasyonu), ülkenin tümünün üretime katılımı, ülke nüfusunun yurt yüzeyine dengeli yayılımı, terkedilen tarım arazisinin daha verimli kullanılmasına da olanak verecek. Bunlar sanayide nal toplayan çok geri kalmış bu ülke için bir imdat simidi. Alternatif enerji olanaklarıyla birleştirince 80 milyon insanın geleceği için bir bayram müjdesi olabilir.

Milyonlarca işsiz ve kocayan kentlerSanayinin, insanların ülkeye homojen yayılımı bugün-

den yarına olacak bir şey değil. Fakat zor da değil. Üniver-siteyi Bayburt’ta açıp Kocaelili öğrenciyi oraya gönderiyo-ruz. Van’da hastane açıp Batı’daki doktorları orada zorla çalıştırıyoruz. Ülkede milyonlarca mevsimlik yer değiştiren toprak işçisi var. Yaşamak için büyük kentlere gelip sokak-larda işsiz dolaşan milyonlar var. İstanbul’da işsiz sayısı milyonlarca. Sınırdan girip Batı kentlerinde sürünen Suri-yeli zavallıları saymayalım. Üniversiteler, hastaneler, insan-lar gidecek, fakat sanayi gitmeyecek. Kaldı ki, o da olanak verilirse, Anadolu’da gelişiyor.

Her şeyin merkezi sayılan İstanbul, Ankara, Kocaeli, Batı Anadolu kocadılar. Sanayi Türkiye’si de oluşmadı. An-kara merkezli politika demokrasiyi ortadan kaldırdı. Eğitimi yok etti. Yöreselin yaşamsal özgürlüğünü kısıtladı.

Sevgili okuyucular,Türkiye son elli yılda kırsalın kentlere yığılması süreci-

ne paralel olarak, kökten bir değişim geçirdi. Bu değişi-min karmaşık sosyal, ekonomik , kültürel ve politik bir tari-hi, hikâyeleri, masalları, gerçeği, yalanı, mitos’u, akıl almaz boyutsal değişimleri, geleneksel insan davranışlarını allak bullak eden toplumsal yenilik-ler, hortlayan bir ortaçağ efsanesi ile birlikte, ah-laksızlık ve cehaletin dans ettikleri ülke büyüklü-ğünde bir sahnesi var. Birlikte oynuyoruz. Bazıları daha aktif. Kimilerinin ipleri dışarıda. Bunları kimin oynattığı bazen belli, bazen değil.

Boş kafalılarla dolu modern toplum

Bu cilalı, renkli, ölümlü, gökdelenli, AVM’li, üniversiteli, hastaneli, imam- hatipli, futbollu, oto-mobilli, telefonlu, televizyonlu, bilgisayarlı, Face-book’lu, Twitterli, uçaklı, turistli, yıldızlarla dolu otelli, lokantalı ve kahveli, fakat kitapsız, boş ka-falı insancıklarla dolu modern tüketim toplumu, sıkışık, gecekondu üsluplu dev dünyasında nefes alamıyor. Aslında hapis. Bu fizikselden çok zihin-sel bir hapishane. Gardiyanlar da hapis.

Türkiye’nin sorunu şişinen kişiler değil, savru-lan toplum.

Sevgili okuyucular, Türkiye’nin sorunlarını bir süre düşününce, bilimsel düşünme gücüm azalı-yor. Aziz Nesin’in üslubunun bu olup biteni haz-medebilmek, hatta halka yansıtmak için tek üslup olduğunu keşfediyorum. Onun becerisine sahip

olmasam da, mizahın dı-şında, ciddi bir söylem bazen üretemiyorum. Aşağı-daki benzetme de o nitelikte.

Komşunun beslediği 100 tavuk, iki horozlu bir kümes var. Ben de tavuk besledim. Fakat bu türü bilmiyorum. Ne-redeyse bir hindi büyüklüğünde alaca koyu renkli tavuklar. Hindi kadar büyük iki ak horoz. Korkunç yem ve atık yiyor-lar. İyi yumurtluyorlar. Yumurtalar bildiğimiz yumurtalardan küçük. Fakat içlerinde iki sarı var. Bu birbirinden ayrılma-yan büyük bir tavuk aşireti.

Türk toplumunun homojen olmayan toplum dokusun-da farklı gruplar var. Üniversitelerde, iş çevrelerinde, politi-kada boy boy, renk renk farklılaşmalar pek çok deformas-yonın habercisidir. Güç odakları, amaçlarına uygun yasa ve yönetmelikleri, bilimsel ve yasal üslupla yazılmamış bir dille, uzman olmayanlara yazdırır, bunları da kısa aralarla değiştirirlerse bugünkü yasal ve ‘procedural’ kargaşa or-taya çıkar.

Eğer uzman olduğunuz alanda yazılmış yasa ve yönet-melikleri bilim, mantık, gramer ve sözlük açısından inceler-seniz, şaşkına dönebilirsiniz. Toplumsal deformasyon, vü-cudunuzda olduğu gibi, moleküler boyutlarda olursa, bu-nu estetik ameliyatla çözemezsiniz. Bu koalisyon oyunu-na benzer

Tayfun Akgül

İletişim çağının bizden istediği!...

Sanayi çağının ikinci aşamasına geldik. Bu iletişim çağıdır. Artık insanların İs-tanbul ve Ankara gibi hantal arsa ve yapı spekülasyonu kentlerine üşüşme-si gerekmiyor. Ününü geçmişinden alan İstanbul’da Cumhuriyet Türkiye’si sa-nayi, eğitim ve kültürünü kurdu. Bu-günün İstanbul’unda ise dünyaya övü-nerek göstereceğimiz yapı, kentsel dü-zenleme, yeşil alan yok. Bilim ve sanat da yok. Neden?

Page 8: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

8Geleceğe Bakış HBT Sayı 257 -26 Şubat 2021

Erdal Musoğlu [email protected]

Bu yazımızda Amazon’un bu ola-ğanüstü başarısının, interne-ti, bilişim dünyasını ve geleceği-

mizi nasıl değiştirdiğini inceleyecek ve çıkacak derslere göz atacağız.

AWS nasıl ortaya çıktı? Bilindi-ği gibi, Jeff Bezos eTicaret devi Ama-zon’u 1994’de İnternet üzerinden ki-tap satışı yapma amacı ile kurmuş-tu. Firma kısa sürede her türlü malın satıldığı bir sanal pazar yerine (mar-ketplace) dönüştü ve hızla büyüme-ye başladı.

Tabii ki firmanın belkemiğini oluş-turan bilgi sistemlerinin de bu dönüşüme ve büyümeye ayak uydurması gerektiriyordu. 2000’li yıllara gelindiğinde Amazon artık bir eTicaret devi idi ama bilgi sistemlerinin sayısı, çeşitliliği ve birbirleri ile uyumluluğu gerçek bir so-runa dönüşmüştü. Her yeni uygulama ve proje için yeni bir bilgisayar sistemi kuruluyor, çok hızla artan müşteri ve işlem sayısı ile baş edecek ekler ve büyütmeler yapılıyor, sistemlerin kesintisiz ve güvenli çalışması için bitmek bil-mez çabalar gerekiyordu.

Sorun çözülüyorBütün bunlara ek olarak, birçok firma, kendi satış si-

telerini Amazon’un başarılı eTicaret motoru yani bilişim sistemi üzerinden çalıştırmak istiyordu. Yani bu alanda da büyük bir talep ve pazar oluşmakta idi. Ama ortada acı bir gerçek vardı. Amazon’un bilgi sistemleri yıllardır hız-la büyüyor ve çeşitleniyordu ama bir bütünlüğe ve dışarı-

ya hizmet vere-bilecek bir yapı-ya sahip değil-di. Sorunu, geç-tiğimiz günlerde Jeff Bezos’un firmanın genel müdürlüğünü bı-rakması üzerine yerini alan Andy

Jassy çözecekti. Harward üniversitesi işletme bölümü mezunu Jassy o yıllardan bugüne AWS’in genel müdürlü-ğünü görevini yürüttü.

2000 ile 2003 yılları arasında Amazon hummalı bir ça-lışma ve dev yatırımlarla bilgi sistemlerini yukarıda özetle-diğimiz sorunlarını çözecek biçimde yeniden yapılandırdı. Yüksek hızlı ve kesintisiz internetin yaygınlaştığı o yıllar-da, Bulut Bilişim (Cloud Computing), yani firmaların işle-rini kendi bilgi sistemleri yerine internet üzerinden hizmet veren veri merkezleri ile yapmaları da hızla gelişmekte idi. Amazon da, bilgi sistemlerini, verdikleri hizmete, yaptıkla-rı işe göre gruplayarak iç ve dış kullanıma açtı. Veri depo-lama ve yönetme, hesaplama, çözümleme (analiz) ve uy-gulama programı (applications) hizmetleri gibi. 2006 yı-

lında da AWS resmen hizmete su-nuldu.

İnternetin işletim sistemi!

AWS’in dünyanın hemen her yerine dağılmış veri merkezlerine aynı zamanda Sunucu Çiftlikle-ri (Server Farms) adı veriliyor. Her merkezde binlerce sunucu bilgisa-yar (Server) bulunuyor ve güven-liklerini sağlamak için de yerle-ri olabildiğince gözlerden uzak tu-tuluyor. Sunulan bilişim hizmetleri-ni kullanmak için ise internete bağ-lı bir bilgisayar, tablet ya da akıl-lı telefon yeterli. Alınan bilişim hiz-

metlerinin bedelleri de ‘Kullandığın kadar öde’ (Pay Per Use) prensibi ile belirleniyor. Özetle, ne büyüklükte olur-sa olsun, bir kuruluş ya da firmanın tüm bilişim hizmetle-

rini AWS üzerinden almaya başlamasının başlangıç yatı-rımı sıfır! Ayrıca, ‘Ölçeklendirme’ (Scaling) yani işler geliş-tikçe bilgi sistemlerini sürekli büyütme ile işletme, güncel-leme, yedekleme sorunları da yok. Hepsi Amazon’un so-rumluluğunda!

Tüm bu değişiklik ve yenilikler bütün dünya için bi-lişimde bir devrim anlamına geliyordu. O kadar ki Andy Jassy biz, pek de farkında olmadan, internet’in İşletim Sistemini (Operating System) yaptık diyecekti.

Bilindiği gibi, bilgisayarların, Microsoft’un Windows’u ya da Apple’ın iOS’i gibi işletim sistemleri o bilgisayarın donanımının üzerinde tüm uygulama yazılımlarının çalış-masını sağlar, yazılımla donanım arasındaki köprüyü ku-rar. AWS de internete dağılmış tüm bilgisayar sistemleri-nin kaynaklarına ve sağladıkları hizmetlere istenilen nok-tadan ulaşılmasını sağlar. Ayrıca iletişimin ve kullanıcıların verilerinin güvenliği, saldırılara karşı korunması, yedeklen-meleri (backups), arşivlenmeleri.. hepsi AWS tarafından sağlanır. AWS halen 175 ayrı bilişim hizmeti sunmak-ta. Bunların da çoğu bilgi sistemi geliştiricilerine, bilişim-cilere dönük.

Geleceği değiştirdi AmazonBu devrimi nitelemek için Jeff Bezos, unutmayalım ki

elektrik enerjisi de ilk kullanıma başlandığında herkes kendi elektriğini üretiyordu, günümüzde ise şebeke-ye bağlanan herkes elektriğe ulaşabiliyor diyor. Bilgi sis-

temleri de, başlangıçta, nerede kullanılmaları gerekli ise orada buluyordu, büyük ölçüde Amazon Web Services (AWS) sayesinde ise artık internete bağlanan herkes tüm bilişim kaynak ve hizmetlerine ulaşabiliyor.

Özetle, Apple akıllı telefonu bularak nasıl kitlelerin hayatlarını değiştirdi ise Amazon da AWS ile kurum ve şirketlerin çalışma biçimleri ile bilişimin geleceğini değiş-tirdi. Elektrik için olduğu gibi altyapıyı hizmete dönüş-türdü (Infrastructure as Service).

Ki bu daha başlangıç. Nesnelerin İnterneti (IoT), ma-kina öğrenimi, yapay zekâ uygulamaları, doğal dil işleme (konuşma tanıma, otomatik tercüme).. hepsi bulut bilişi-me, AWS’in (ve rakipleri olan Microsoft ile Google’un) sis-temlerine geçiyor. Kuantum bilgisayar geliştirme ve uygu-lamaları bile buna dahil. Artık bilişimin en karmaşık ve uç alanlarında dahi kendi süper bilgi sisteminizi oluşturmanı-za gerek yok. Oturun tablet ya da dizüstü bilgisayarınızın başına ve çalışmaya başlayın...

Yarınları okumakAWS in başarısına yakından bakarsak, 2020 yılında

tüm Amazon’un toplam yıllık kârının %63‘ünü sağladığını görüyoruz! %30 kar oranı ile yerkürenin en kazançlı bili-şim şirketi. Büyüme hızı yılda %30 ve pazar payı da %33.

AWS’in 1 milyondan fazla kullanıcısı var ve bunların 10.000 den fazlası büyük kuruluş ve şirketler. Netflix’den Facebook’a, NASA’dan BBC’ye liste uzayıp gidiyor. En ilginci de sistemin güvenliğini yeterli bulduğu için CIA’nın da müşteriler arasında olması! İşte 2000’lerin başında bil-gi sistemlerinin gereksinimlerini ve geleceğini herkesten iyi okuyan vizyon sahibi bir firmanın 14 yıl içerisinde gel-diği nokta.

Bu yazıda bir ticari firmanın başarılarını konu etmemizin nedeni, bunun bilişimin geleceği için büyük önemi olduğunu vurgulamaktır. Yine bulut bilişimi alanın-da çalışan Microsoft ve Google’un da benzer çözümleri ve başarılı girişimleri vardır. Fark, Amazon’un onlardan yıl-larca önce gelece-ği okuma-sında ve onu hazır-lamasın-dadır. Ay-rıca, bir-çok kez ve farklı alanlarda da görüldüğü gibi, yenilik yine konuyla ilgisiz ya da dolay-lı olarak ilgili bir gruptan gelmiştir. Amazon da, bir bilişim firması değil, bilişimi kullanan bir e-ticaret firması olarak, kendi gereksinimlerini karşılarken ve bilgi sistemlerini dış kullanıma açarken geliştirdiği vizyonla öne çıkmıştır.

Kaynaklar:https://aws.amazon.comhttps://techcrunch.com/2016/07/02/andy-jassys-brief-history-of-

the-genesis-of-aws/www.marketwatch.com/story/how-amazon-creat-

ed-aws-and-changed-technology-forever-2019-12-03

BİLİŞİM DÜNYASINDAKİ BÜYÜK DEVRİM ÜZERİNE

Bilişimin geleceğini kim şekillendirdi?Siz de bu sorunun cevabı-nın Google ya da Apple mı olduğunu sanıyorsunuz? Ya-nılıyorsunuz... Doğru cevap AMAZON! Amazon bir eTi-caret firmasından çok öte-de ve gelirinin de çoğunu AWS (Amazon WEB Servi-ces - Amazon WEB Hizmet-leri) yani bilişim bölümün-den sağlıyor.

Page 9: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021 9Grafik bilgi

Müfi t Akyosmufı[email protected]

Politikbilim

KOVBOY BİLİM SİLAHINI ÇEKTİ!Trump’ın gidişi ile başta ABD olmak üzere bütün dünyanın en azından bir rahat-

lama hissettiği söylenebilir. Konu ABD olunca bu değişikliğe ihtiyat payı koymak gerekse de Biden’ın geride bırakılan tahribatı gidermek üzere ilk elde yaptıkları-na bakıldığında fark hemen hissediliyor. Yapılanlar “Normale dönmek yeterli de-ğil. Yenileme gerekli” biçiminde tanımlanabilir.

Trump’ın yarattığı tahribat nedeniyle, özellikle federal araştırma kurumlarında yetkinliğin ve güvenin geri kazanılmasına girişildi. Bu bağlamda yapılanlar ade-ta, 15 Ocak 2021’de bu köşede yayınlanan Vannevar Bush’un Bilim, Sonsuz Ufuk-lar raporunu ortaya çıkaran sürecin, ‘tarih tekerrür mü ediyor’ dedirtircesine yeni başkan Biden tarafından yinelenmesiydi.

Biden, Beyaz Saray Bilim ve Teknoloji Politikası Ofi si’nde (OSTP) çok yüksek profi lli bir bilimsel ekip oluşturdu. Ofi sin başına İnsan Genom Proje’nin efsane is-mi Eric Lander’i atarken bir adım daha atarak Lander’e kabinede de bir sandalye verdi. Yetkilerini doğrudan Başkan’dan alan OSTP, Kongre’ye de hesap verir. Gele-neksel olarak OSTP yöneticisi, birçok kurumda politikaları koordine ederek, ulusal bilim politikalarındaki boşlukları ele alarak ve yeni girişimler başlatarak, yöneti-min bilimdeki önceliklerini yönlendirmeye yardımcı olur. Biden’ın izlediği yol Roo-sevelt’in 1944’de Ofi sin başına Vannevar Bush’u getirirken izlediği yolun aynısıydı. Eric Lander’e gönderdiği görevlendirme mektubu bunun açık izlerini taşıyor.

Biden’ın bilim ekibinde bir yenilik olarak, OSTP’de bilim ve toplum direktör yardımcısı olarak Sosyal Bilimler Araştırma Konseyi’nin başkanı ve Princeton Insti-tute for Advanced Study’de öğretim üyesi sosyolog Alondra Nelson yer almaktadır. Başkanlık Bilim ve Teknoloji Danışmanları Konseyi (PCAST) dış eş başkanları olarak ilk kez iki kadın, Frances Arnold ve Maria Zuber atandı. Arnold, protein mühendis-liğinde uzman ve Kimya dalında Nobel Ödülü’nü kazanan ilk ABD’li kadındır. Zu-ber, bir gezegen bilimci olarak NASA uzay aracı görevine liderlik eden ilk kadındır.

Henüz yolun başındaki bir yönetimden bütün politikalarını yaşama geçirmesi beklenemese de bilimle yola çıkılması yine de umut veriyor.

Türkiye en az sosyal harcama yapan 3 OECD ülkesinden biri

Sosyal harcamalar toplumun refahı ve dön-güsel bir ekonomi için oldukça önem taşıyor. Buna karşın OECD ülke-lerinde sosyal harcama-ların GSYİH içindeki payı, son on yılda genel olarak azalış gösteriyor. Bu oranda OECD ortalaması % 20. ABD’de %18,7 ve Britanya’da %20,6.

Fransa, 2019’da GSYİH’sinin neredeyse üçte birini (%31) sosyal yardımlara ayırarak sosyal hizmetlere en çok önem veren ülke olarak en üst sırada yer alıyor. Finlandi-ya ise % 29,1’le bir son-raki en yüksek harcama payına sahip ülke konumunda. Diğer Nordik ülkeler de üst sıralarda; Danimarka, İsveç ve Norveç’te sosyal harcama payı % 25’in üzerin-de. Statista’nın hazırladığı grafi ğe baktığımızda İtalya, Almanya ve Belçika’nın da sosyal yardım harcamalarına önem verdiği göze çarpıyor. Şaşırtıcı derecede az sosyal harcama payına sahip olan OECD ülkeleri ise Hollanda (% 16,1), İrlanda (% 13,4) ve Güney Kore (% 12,2).

Türkiye ise Güney Kore’nin yanı sıra Kosta Rika ve Kolombiya’nın da altında yer alıyor. OECD’de en az sosyal harcama payına sahip ülkeler sırasıyla Meksika (%7,5), Şili (%11,4) ve Türkiye (%12).

FransaFinlandiya

Belçikaİtalya

Almanyaİshanyaİngiltere

OECDABD

KanadaHollanda

Güney KoreTürkiye

Meksika

Başkan Roosevelt’in, V. Bush’a sorduğu dört soru - 17 Kasım 1944 (özet

1- Savaş sırasında bilimsel bilgiye yapılan katkılarımızı dünyaya duyurmak için askeri güvenlikle tutarlı olarak ve askeri yetkililerin ön onayı ile ne yapılabilir?2- Bilimin hastalıklara karşı savaşımı bağlamında, tıpta ve ilgili bilimlerde yapılan çalışmaları gelecekte de devam ettirebilecek bir program düzenlemek için şimdi ne yapılabir.3- Devlet, kamu ve özel kuruluşların araştırma faaliyetlerine yardımcı olmak için şimdi ve gelecekte neler yapabilir?4- Amerikan gençliğinde bilimsel yetenekleri keşfetmek ve geliştirmek için, bilimsel araştırmaların sürekliliğini garanti edebilecek etkili bir program önerilebilir mi?

Başkan Biden’ın, E. Lander’e sorduğu beş soru -15 Ocak 2021 (özetle)1- Halk sağlığımızla ilgili en geniş ihtiyaç yelpazesinde mümkün olanlar veya olması gerekenler konusunda salgından neler öğrenebiliriz?

2- Bilim ve teknolojideki buluşlar, iklim değişikliğini yönetmek için - özellikle geri bırakılmış topluluklarda, pazar-çekimli değişimi teşvik etmek, ekonomik büyümeyi hızlandırmak, sağlığı iyileştirmek ve işleri büyütmek - güçlü yeni çözümler nasıl yaratabilir?

3-ABD, ekonomik refahımız ve ulusal güvenliğimiz için, özellikle Çin ile rekabet halinde kritik öneme sahip geleceğin teknolojilerinde ve endüstrilerinde dünya lideri olmayı nasıl sağlayabilir?

4- Bilim ve teknolojinin meyvelerinin Amerika’da ve tüm Amerikalılar arasında bütünüyle paylaşılmasını nasıl garanti edebiliriz?

5-Ulusumuzda bilim ve teknolojinin uzun vadeli sağlığını nasıl garanti edebi-liriz?

İnsanlarda başpar-maklar, çekiçten testereye ve akıllı

telefona, çeşitli araç ve gereçlerden ya-rarlanmamıza olanak tanırlar. Yeni bir araş-tırma insan türünde başparmakların çok eskilere uzanan bir geçmişi olduğunu, kimi insansı türlerinde daha becerikli başparmakların yaklaşık 2 milyon yıl önce gelişmeye başladığını ortaya koyuyor. Bu durum insanların ellerindeki kaynaklardan çok daha verimli bir biçimde yararlanmalarına ve buna bağlı olarak da insan uygarlığının ortaya çıkmasına olanak tanımış olabilir.

Almanya Tübingen Üniversitesi paleo-antropoloji uzmanlarından Katerina Harvati ve arkadaşları farklı insan türlerine ait fosiller-deki başparmak etkinliğini araştırdılar. Fosil-lerde korunmuş olan başparmak kemikleriyle yumuşak dokunun biçimlerini inceleyen araştırmacılar, ayrıca başparmak örneklerini bilgisayar ortamında 3D Mesh Modelleme yöntemiyle 3 boyutlu olarak yaratıp bükme momentini de hesapladılar. Sonuçta, başpar-maklarda çağdaş insanlarınkini çok yakından andıran beceri düzeylerinin 2 milyon yıl ön-cesinden beri var olduğu görüldü.

Daha önceki araştırmalar bilinen en eski

insansı türü olan Aust-ralopithecus’ların aynı zamanda en eski alet yapıcıları olabilecekle-rine işaret etmekteydi. Ne var ki, araştırma-cılar bu fosillerin Ne-andertaller ve Homo naledi’lerdekine eşit bir beceri düzeyinden

yoksun olduklarını gördüler. Harvati ve arkadaşları Australopithe-

cus’ların buna uyumlu olmamalarına karşın araç gereçlerden yararlanma becerisine sahip olabileceklerini, öte yandan Homo türünde becerikli başparmakların gelişip zamanla çok daha etkili aletlerin yapımına uyumlu duruma gelmiş olabileceklerini öne sürüyorlar.

Araştırmayı yürüten ekibin üyelerinden ve Tübingen Üniversitesi adli antropoloji uz-manlarından Fotios Alexandros Karakos-tis, “Taş alet kullanımı Homo türünden önce başlamış olsa da, bunların giderek daha etkin bir biçimde kullanılması bundan ancak 2 milyon yıl sonra gerçekleşmiş olmalı. Bu durumda, insan uygarlığının yavaş yavaş ortaya çıkışı bir olasılıkla bu artan etkinliğin bir sonucu olabilir,” diyor.

Derleyen Rita Urgan Our dexterous thumbs have a 2 million year-old

origin New Scientist/

Becerikli başparmaklarımızın 2 milyon yıllık bir geçmişi var

Page 10: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Ünlü şairimiz Tev-fi k Fikret’in Han-ı Yağma başlıklı şii-

rindeki şu dizeleri çoğu-muz biliriz:

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,Doyunca, tıksırınca, çat-layıncaya kadar yiyin!

Şiirdeki mecazi an-latımı bir kenara bırakır-sak, gerçekten doyun-ca, tıksırınca, çatlayın-caya kadar yemenin sonucu obez olacağı-mızı, obezitenin de çe-şitli hastalıklara da-vetiye çıkarttığını bili-yoruz. Farklı yiyecek-

ler açlık ve doyma konusunda farklı etkilere sahiptir. Ör-neğin tavuk göğsünün 200 kalorisi sizi doyurabilir . Ancak aynı doygunluk hissine 500 kalorilik bir keki yedikten son-ra da ulaşabilirsiniz. Dolayısıyla kilo vermek doyuncaya ka-dar yemekle ilgili değildir; doğru yiyeceği seçmekle ilgilidir. Başka bir deyişle en az kalorili yiyeceği seçerek karnınızı

doyurmanız mümkün.Doygunluk endeksiDoygunluk endeksi,

bir yiyeceğin aynı kalori ile ne kadar doygunluk üretebileceğini göste-ren bir endekstir. Besin-lerin verdiği doygunluk hissi ilk defa 1995 yılın-da Avustralya Sydney Üniversitesi araştırma-cılarından Dr. Susanna Holt tarafından oluştu-ruldu. Dr. Holt, eşit kalo-

rideki (240 kalori) 38 besin maddesini beyaz ekmeğin ver-diği doygunluk hissini baz alarak sıraya koydu. Nişasta ve lif içeren bitkisel besin maddeleri oldukça güçlü doygun-luk hissi verir.

Doyma hissi veren gıda maddelerinin ortak özellikleri: • Yüksek hacim: Besin maddesi bol miktarda su ve

hava içeriyorsa, kalori eklemesi yapmadan hacim katar.• Yüksek protein: Araştırmalara göre protein karbon-

hidrat ve yağa göre daha doyurucudur.• Yüksek lif: Lifl er yiyeceğe hacim katar ve tokluk hissi

doğurur. Ayrıca gıdanın sindirim sisteminde daha fazla kal-masını sağladığından tokluk hissini uzun süre korur.

-Düşük enerji yoğunluğu: Bu, yiyeceğin ağırlığına oranla düşük kalorili olduğu anlamına gelir.

Aşağıda, vücudunuzda yağlanmaya yol açmadan doy-gunluk hissi veren örnek yiyecekler:

Haşlanmış patatesKarbonhidrat içeriği nedeniyle kilo vermek isteyen ço-

ğu insan patates yemekten de kaçınır. Ne var ki patates bol miktarda vitamin, lif ve önemli besin maddeleri içerir. Patatesin aynı zamanda içerdiği dirençli nişasta denilen ni-şasta türü, normal nişastanın yarısı kadar kaloriye sahiptir.

Dirençli nişasta sindirim sisteminizde çözünebi-lir lif görevi görerek tokluk hissetmenize yardım-cı olur. Ne ilginçtir ki pişmiş patates soğumaya bırakıldığında içerdiği dirençli nişasta içeriği de artar. Öyle ki yapılan araştırmalar, soğutulduktan sonra birkaç defa yeniden ısıtılan patatesin açlı-ğı bastırıcı etkisinin de arttığını ortay koyuyor.

Tam yumurtaYumurta bir tam proteindir, yani dokuz esan-

siyel amino asitlerin hepsini içerir. Yumurtanın protein içeriğinin yaklaşık yarısı da yumurtanın sarısında bulunur. Yapılan bazı araştırmalarda, sabah kahvaltısında yumurta yiyen kişilerin, simit yiyen ki-şilere oranla daha tok hissettiği ve gün içinde daha az ka-lori tükettiği gözlemlenmişti. Yumurtayı gün içinde herhan-gi bir saatte güvenle yiyebilirsiniz. Ancak elbette sahan-da yumurta değil haşlanmış yumurtayı tercih etmeniz da-ha doğrudur..

Yulaf ezmesiSon derece doyurucu olan yulaf ezmesi, yüksek lif içe-

riği ve suyu emebilme özelliği sebebiyle son derece do-yurucudur. Yulaf ezmesinde yüksek oranda bulunan be-ta glukan isimli çözünebilir lif, sindirimin yavaşlatılması-na ve karbonhidratların emilimine yardımcı olur. Hazır kah-valtılık gevreklerle karşılaştırıldığında gün içerisinde açlı-ğı bastırmak, doygunluğu artırmak ve kalori alımını azalt-mak açısından yulaf ezmesi çok daha faydalıdır.

Et suyuna çorbaSıvı besinlerin genellikle katı be-

sinlere oranla daha az doyurucu oldu-ğu düşünülür. Ne var ki araştırmalar, ki-şinin yemeğin başında çorba içtiğinde o öğünde %20 oranında daha az kalori aldığını gösteriyor.

BaklagillerFasulye, bezelye ve mercimek gi-

bi baklagiller, önemli birer lif ve protein kaynağı olmalarıyla bilinirler. Bunun ya-nı sıra düşük enerji yoğunlukları da kilo vermeye yardımcı olabilecek, doyurucu birer besin kaynağı olmalarını sağlar. Bazı araştırmalarda fasulye, bezelye, no-hut ve mercimeğin, makarna ve ekmeğe kıyasla %31 ora-nında daha doyurucu olduğu gözlemlenmişti.

ElmaBirçok araştırma, meyve ye-

menin daha az kalori almakla bağlantılı olduğunu ve zaman içe-risinde kilo vermeye katkıda bu-lunabileceğini gösteriyor. Özel-likle elma, doygunluk endeksin-

de çok yukarılarda bulunuyor. Elmanın içerisinde bulunan pektin de denilen çözülebilir lif doğal olarak sindirimi ya-vaşlattığından uzun süre tokluk hissetmenizi sağlıyor. Ay-nı zamanda elmanın içeriğinin %85’inin su olması da kalo-riyi artırmadan doygunluğu artırmaya yarıyor. Meyve püre-lerine ya da sularına kıyasla meyvelerin normal olarak yen-mesi daha yüksek doygunluk sağlıyor. Bir elmada yaklaşık 50 kalori bulunuyor.

TurunçgillerElmada olduğu gibi turunçgillerde de pektin bulunu-

yor. Lif, fl avonoidler ve C vitamini açısında yoğun olan tu-runçgiller yaklaşık %87 oranında su içeriyor. Kalori kısıtla-malarıyla da birleştiğinde ise, öğünlerden önce greyfurt ya da greyfurt suyu tüketimi %7,1 oranında kilo kaybına, vü-cut yağında ve bel çevresinde ise önemli bir azalmaya se-bep olduğu gözlemlenmişti.

BalıkOmega 3 yağlı asitleri açısından zengin balıklar, içer-

dikleri yüksek kalite protein sayesinde son derece doyuru-cudur. Öyle ki balık, zengin protein kaynağı olan diğer bü-tün yiyeceklere kıyasla doygunluk endeksinde çok daha yukarıdadır. Yapılan bir araştırmada balığın verdiği doygun-luğun tavuk ya da bifteğinkine kıyasla daha fazla olduğu, başka bir araştırmada ise balık tüketen katılımcıların, biftek tüketenlere kıyasla bir sonraki öğünlerinde %11 oranında

daha az kalori aldığı görülmüştü.Yağsız etlerYağsız etler protein açısından oldukça

yüksektir ve çok doyurucudur. Yapılan bir araştırmada, öğle yemeğini yüksek protein alarak geçiren kişilerin, yüksek karbonhid-rat alarak geçirenlere kıyasla akşam yeme-ğinde %12 oranında daha az yemek yedi-ği gözlemlenmişti. Biftek, doygunluk endek-sinde protein yüklü besinler arasında ikinci sırada geliyor.

SebzelerSebzeler kalorileri düşük olmasına

rağmen içlerinde birçok faydalı besin mad-desi ve bitkisel bileşik bulunduğundan sağlıklı bir beslen-me düzeninin önemli bir parçasıdır. Dahası, içlerinde bulu-nan su ve lif, doygunluk hissinize de yardımcı olur.

Bunların yanı sıra, araştırmalar özellikle salata yeme-nin ve dahası salatayı yemekten önce tüketmenin açlık his-sini yatıştırmada yardımcı olduğunu gösteriyor. Yapılan bir araştırmada salatayı öğünün başında tüketmenin, ana ye-mek yanında yemeye kıyasla sebze tüketimini %23 oran-da artırdığı görülmüştü. Salata aynı zamanda önemli bir fo-lik asit kaynağı.

Patlamış mısırBir tam tahıl olan patlamış mısır, popüler atıştırmalıkla-

rın çoğuna kıyasla çok daha fazla lif içerir. Aynı zamanda kalorisi az olmasına rağmen midenizde de çok fazla yer tu-tarak doygunluk yaratır. Yağsız patlatılan patlamış mısır en sağlıklısıdır.

Sevda Deniz Karalihttps://www.healthline.com/nutrition/foods-you-can-eat-a-lot-of#-

TOC_TITLE_HDR_14https://brightside.me/inspiration-health/15-foods-you-can-eat-a-

lot-of-and-still-not-gain-weight-312760/

10HBT Sayı 257 - 26 Şubat 2021Bilim ve Beslenme

Bu yiyecekleri tıka basa yiyebilirsiniz: Veee kilo almazsınız! Çoğumuz sofradan

aç kalkmayı başara-

mıyoruz. Doyunca-

ya kadar yiyince de

kilo alıyoruz. Ama

eğer doğru yiyecek-

leri seçerseniz hem

karnınız doyar, hem

de kilo almazsınız.

Peki, nedir bu harika

yiyecekler?

Besin MaddesiDoygunluk Verme Derecesi

Patates (Haşlanmış) 323

Yulaf lapası 209

Biftek 176

Üzüm 162

Tam buğday ekmeği 157

Yumurta 150

Muz 118

Beyaz ekmek 100

Page 11: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Prof. Dr. Türker KılıçLara Meltem BilikmenBahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi

Geçtiğimiz hafta BAU TIP olarak hepimizi çok üzen bir haber aldık: Fakültemizin tarihinde ilk kez bir öğretim üyemizi kaybettik, hem de COVID’e. Be-

yin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ka-ya Kılıç’ı bir süredir tedavi gördüğü bu hastalık maalesef bizden aldı. Bu yazımızı değerli hocamızın anısına, kendi hayatından aldığı derslerle bize yakın zamanda verdiği bir konferansta anlattıklarına ayırmak istedik.

İyi bir insan, örnek bir akademisyenProf. Dr. Kaya Kılıç, öncelikle iyi bir insan, iyi bir bilim

insanı, başarılı bir cerrah, örnek bir akademisyen, sıcak bir aile babası ve öğrencilerine çok önem veren bir öğret-mendi. Hayat öyle getirdi ki, 25 Ekim 2019’da İstanbul’un Kalbinde Bilim Konuşmaları konferans serimizde öğren-cilerimize “Hayata Dair” adında bir konuşma yaptı, bazı hayat derslerini bizlere aktardı.

“Öldükten sonra hepimizden geriye kalacak olan bir nokta (●)”

Prof. Dr. Kaya Kılıç, videosunu YouTube’da da izleye-bileceğiniz bu konuşmasında kendi hayatından örnekler vererek özellikle öğrencilere ama aslında herkese yönelik bazı tavsiyelerde bulundu. Başlarken “Sizden geriye ka-lacak olan …” dedikten sonra büyük, beyaz ekranın or-tasında bir nokta (●) gösteren Kaya Hoca, yaşamdan öğ-rendikleri kendinde kalmasın, “Benim bu yaşımdaki tec-rübelerimi siz yaşamadan edinmiş olun” diyerek bu ko-nuşmayı neden yaptığını açıkladı.

“Çocuklarınızın düşmesine izin verin, düşecekler-dir ama ilk düşmeleri alçaktan olsun”

Prof. Kaya Kılıç, çocuklara edindirilmesi gerektiği-ni düşündüğü önemli tecrübelerden örnekler verirken, 10 yaşında pancar satarak para idaresini öğrenme-sinden, ortaokulda kendinden küçük öğrencile-re ders vererek birine bir şey öğretmenin kendi bil-diklerini pekiştirmenin en iyi yolu olduğundan, li-sedeyken otostopla Avrupa’yı gezmesinden ve bu tür deneyimleri küçüklükten edinmenin faydaların-dan bahsetti. Ebeveynlerin çocuklarına kanat tak-masının, onların uçmasına izin vermesinin de-ğerine değindi.

“Çocuklarınıza büyüklerinizi anlatın.”Kaya Hoca konuşmasında Türkiye’de de-

desinden ötesinin adını bilenlerin sayısının az olduğunu belirtirken, ailedeki en yaşlıların hikâyelerini iyi dinlemeyi ve zamanı geldiğin-de, sadece bizim bildiğimiz bu anıları küçük-lerimize masal şeklinde anlatmayı tavsiye et-ti. Ayrıca, sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz ki-şilere bu duygularımızı zamanında anlatmanın önemini vurguladı, “anlatamıyorsanız da ya-zın” diyerek kendi anne ve babasına yazdığı mektupları gösterdi.

“Sizden beklenenden fazlasını yapın”Öğrencilerimize aileleri ile aralarında güven

sorunu yaşamamaları için yükümlülüklerini ye-rine getirmenin yanı sıra, anne-babalarının on-lardan beklediklerinden fazlasını yapmalarını

öğütleyen Dr. Kılıç, iş hayatında da işin gereklerini yerine getirmekle kalmayıp daha fazlasını yapmanın hem takdir hem başarı getireceğini aktardı.

“Ülkemiz ve insanımız için çalışmalı, kendimize vazife çıkarmalıyız”

Beklenenden fazlasını yapma konusunda yaşamı bo-yunca gayret gösterdiği Kaya Hoca’nın anlattıklarından belliydi. Örneğin uzmanlığını yapmak üzere gittiği Fransa Nancy şehrinde, bir yandan uzmanlık yaparken, bir yan-dan da oradaki Türk asıllı küçük çocukların yazın akade-mik faaliyetlere katılabilecekleri, Türkiye’yi daha iyi tanı-yabilecekleri yatılı okul programları düzenlemiş. Belçika hatta Almanya’dan da bu programlara katılan çocuklar olmuş. Kendini Nacny Türk Derneği’nin kurucu başkanı olarak bulmuş. Sonraki iş hayatında; tek ameliyathane ile çalışan Haydarpaşa Numune Hastanesi Nöroşirürji Bölü-mü’ndeki ikinci, ancak ekipman olmadığı için kullanılma-yan odayı, bağış toplayarak kullanılır hale getirmiş.

“Hekimlik sanattır, bilgili ve ilgili olmak iki şartıdır”Prof. Dr. Kaya Kılıç, hekimlik yapmak üzere tıp fakül-

tesinde eğitim alan öğrencilere işlerine kendilerinden bir şeyler katmalarını, son gelişmeleri hep takip etmelerini, hastalarına saygılı davranarak onları iyi dinlemelerini söy-ledi.

“Başarı için: o an yapmakta olduğunuzun işi haya-tınızın en önemli işiymiş gibi yapın”

“Sevdiğim işi yaptığım için bir dakika bile çalışma-dım” diyen Prof. Kılıç, kendimizle yarışmanın, her seferin-de daha iyisini yapmanın önemli olduğunu anlattı. Hayat-ta yaşanacak çok zorluklar olduğunu, ancak bunları ya-şarken bir sınavdan geçmekte olduğumuzu, yılmamamız gerektiğini hatırlattı. Varmak istenen hedefin daha yukarı-sını hedeflemenin, hedefin gerektirdiğinden daha fazlasını sergilemenin tercih edilmek için gerekli olduğunu belirtti.

“Ulaşılan hasta sayısı açısından Araştırmacı he-kimlik Klinik hekimlikten daha verimlidir”

Tek başına bir hekimin iyileştirebileceği hasta sa-yısını, aynı zamanda araş-tırma ve yayın da yaparak ilaç veya buluş sahibi olan bir hekimin dokunacağı in-san sayısı ile kıyasladı Prof.

Kaya Kılıç. En yoğun şekilde hasta bakan bir hekimin 50 yıl çalışsa bile bir milyon hastaya ulaşamayacağını ancak araştırmaları sayesinde dünyada milyonlarla hastaya şifa olabileceğini anlatarak öğrencileri bilimsel çalışma yap-maya teşvik etti.

“Hayatımız tercihlerimizdir”“Hedeflerinizin ve sevdiklerinizin peşinden gidin,” di-

yen Dr. Kaya Kılıç, toplamı hayatımızı oluşturan anlarda doğru davranmayı, yaşamak istediğimiz hayatla yaşadı-ğımız hayat arasında sıkışıp kalmamayı öğütledi. Bura-da özellikle çalışma hayatından bahsederken, hekimlerin çok farklı yerlerde çalışması gerekeceğini söyledi ve belki de en önemli tavsiyelerinden birini verdi:

“Bir iş yerinden ayrılırken arkanızda iyi anılar bı-rakın. Arkanızdan iyi şeyler söylenmesi için ne lazım-sa yapın.”

Prof. Dr. Kaya Kılıç, gerek BAU TIP Fakültesi’nde, ge-rekse 20 yıldan fazla emek verdiği Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde birlikte çalıştığı herkes tarafından hep ne-zaketi, çalışkanlığı ve sıcaklığı ile anlatılan bir hekim ve idareciydi. Her seviyeden eski çalışma arkadaşları sosyal medya paylaşımlarında, onlara ne denli saygıyla ve kır-madan yaklaştığını anlatıyor.

Öğrencimiz sevgili Önder’in Twitter’da Kaya Hoca-mızın ardından dediği gibi, “Aileniz ve öğrencileriniz si-zi bu kadar erken kaybetmeyi hak etmemişti, Hocam. Üz-

günüz.”“Benden size kalan küçük bir nok-

ta”Konuşmanızı böyle bitirdiniz, Sayın

Prof. Dr. Kaya Kılıç. Ancak bilin ki siz, çalışma arkadaşlarınız, meslektaşlarınız, hastalarınız, öğrencileriniz ve elbette ai-leniz için de o noktadan çok daha faz-lasını bıraktınız. Yetiştirdiğiniz öğrenci-leriniz ve hatta onların da öğrencileri ya-ni “torun”larınız da sizin adınızı ve yaşa-dıklarınızı bilecek. Bizler sizi hep iyi ha-tırlayacağız.

Konuşma linki: http://tiny.cc/Prof-KayaKilicVideo

BAU TIP olarak her yıl, kaybettiğimiz öğretim üyelerimize ithaf ettiğimiz, adını Prof. Dr. Kaya Kılıç’ın anısına Hayata Da-ir olarak belirlediğimiz bir konferans dizi-miz olacak…

11HBT Sayı 257 - 26 Şubat 2021Bilim ve Üni versite

Prof. Dr. Kaya Kılıç’ı Anıyoruz: Hayata Dair

Prof. Dr. Kaya Kılıç Eş, İki Kız Evlat Babası, Beyin ve Sinir

Cerrahı, Öğretim ÜyesiProf. Dr. Kaya Kılıç, 1956 yılında İstan-

bul’da doğdu. St. Joseph Fransız Lisesi’ni birincilikle bitirirken TÜBİTAK Fizik, Kim-ya ve Matematik birincisi oldu. Üniversi-te sınavında sıralamada ilk 50 içerisinde

yer alarak girdiği İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden 1981’de mezun oldu. Fransa Nancy Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde nöroşirürji uzmanlık eğitimi aldı, ayrıca iki de bilim doktorası yaptı. 1988’de uzmanlığını tamamlayıp aralarında Dr. Gazi Yaşar-gil’in de olduğu uzmanların servislerinde eğitimler aldı. 2007’de doçentliğini Hay-darpaşa’da, 2014’te profesörlüğünü BAU TIP’ta alan Prof. Dr. Kaya Kılıç, 20 yıl Haydarpaşa Numune E.A. Hastanesi’nde uzman doktor, başasistan, klinik şef yar-dımcısı ve başhekim yardımcılığı yaptı. Sonrasında İstanbul Eğitim ve Araştırma ile Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde Nöroşirürji Klinik Şefi ile Eğitim Görev-lisi olarak görev aldı. 2013’ten beri BAU TIP Beyin ve Sinir Cerrahisi ABD öğretim üyesi olan Dr. Kılıç’ın 256 adet bilimsel çalışması vardır.

Page 12: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Reyhan Oksay

Küçük davranış değişiklikleriyle, CO-VID-19 aşısından maksimum yarar sağlamak elinizde. Bilim insanları bu

değişikliklerin çok önemli olduğunu, bun-ları dikkate almadığınız takdirde aşılama-nın beklenilen yararı sağlayamayacağını ile-ri sürüyor.

Bu yazının yazıldığı tarih itibariyle dün-yada yaklaşık 180 milyon aşı yapıldı. Bu, ne yazık ki aşı olan herkesin bağışıklık kaza-nacağı anlamına gelmiyor. Çoğunluk birkaç hafta içinde bağışıklık kazandığı halde, aşı az sayıda insan-da etkili ol(a)muyor. Kaldı ki bağışıklık oluşmuş olsa da-hi bunun ne kadar güçlü olacağı, kaç gün içinde gelişece-ği, ne kadar süreceği ve karşılaşılacak yan etkiler bazı fak-törlere bağlı; uyku kalitesi, aşı günündeki stres düzeyi gibi faktörlerden bazılarının kontrolü elimizde; yaş, cinsiyet, gibi faktörler ise kontrolümüz dışında.

Ohio Eyalet Üniversitesi’nden Davranış Tıbbı Araştırma-ları Enstitüsü yöneticisi Janice Kiecolt-Glaser, “Yaşınızı değiştirme şansınız olmadığına göre psikolojik, fizyolojik ve sosyal alışkanlıklarınız/davranışlarınızı kontrol ederek bağı-şıklık sisteminizin aşıya vereceği tepkiyi büyük ölçüde de-ğiştirebilirsiniz” diyor.

Kontrol edebilece-ğimiz unsurlar:

Etki mekanizması: Kie-colt-Glaser’in 30 yıl önce yaptı-ğı bir deney, vücudun aşıya kar-şı verdiği yanıtla ilgili çok önemli bir ilişkiyi ortaya çıkarttı. Stres-

li bir sınav döneminde Kiecolt-Glaser ve ekibi tıp öğrenci-lerine hepatit B aşısı uyguladı. Stres düzeyi en yüksek olan öğrencilerde bağışıklığın herkesten daha uzun bir sürede oluştuğu gözlendi. Benzer şekilde, başka bir çalışmada, Al-zheimer hastalarının bakımını üstlenen kişilerde, grip aşı-sı yapıldıktan sonra antikor düzeyinin çok düşük düzeyde seyrettiği tespit edildi. Ayrıca bu kişilerdeki bağışıklığın 6 ay sonra hızla düştüğü de görüldü.

İnsanlarda bağışıklık sistemi yalnızca antikorlardan oluşmaz. Ancak Stirling Üniversitesi’nden Anna Whitta-ker’a göre antikorlar bir aşının etkinlik ölçümünde en pratik kriter olarak değerlendiriliyor. Daha ileri araştırmalar da bu bulguları destekler nitelikte. Örneğin grip aşısının yapıldığı gün pozitif bir psikoloji içinde olan yaşlılarda antikor tepkisi daha yüksek çıkıyor.

Kiecolt-Glaser, “Stresin, aşılara verilen yanıtı değiştirdi-ğine ilişkin çok zengin bir literatüre sahibiz. COVID aşıları-nın aynı etkiyi yarattığından eminim” diyor.

Stresin bağışıklığ etkilemesinin altında yatan meka-nizma, adrenalin ve kortizol ile ilgili. Bu iki hormaon stres-le karşılaşıldığında yükselir. Ama aynı zamanda savaş- ve-ya-kaç durumlarında bu ikisi de sindirimi ve bağışıklığı dur-durur.Çünkü tehlikeli bir durumda vücudun sindirime de-vam etmekten veya grip virüsüyle mücadele etmekten da-ha önemli işleri vardır. Tehlike geçtikten sonra baskılanan mekanizmalar kaldığı yerden işlerine devam eder. Ancak süreklilik gösteren stres durumunda vücut bu hormonlara

aşırı maruz kaldığı için bağışıklık nor-mal tepki veremez. Vücut enfeksiyon-lara açık hale gelir. Ayrıca stresle ba-şa çıkmakta zorlanan insanların içki, sigara ve aşırı yemek gibi alışkanlıklar edinmesi dolaylı olarak bağışıklığı da-ha da bozar.

Ne yapmalı? Öncelikle aşı günü stresinizi düşürmeye bakmanız öne-rilse de böyle bir dönemde sresi üzerinizden atma öneri-si gerçekçi bir öneri değildir. Ancak başka bir çalışma daha pratik bir öneri sunuyor. Bu çalışmaya göre aşıdan sonra-ki 10 gün içindeki stres düzeyi, antikor yanıtı açısından aşı-dan önceki iki günden daha belirleyici. O kritik 10 günü da-ha keyifli geçirmeye çalışmakta fayda var.

Etki mekanizması: Aşılanma sıra-sında uyku düzeninde bir aksama olma-

ması yararlı; bu konuda çok sayıda araştırma yapılmış. Ör-neğin bir araştırmada hepatit B aşısı olmadan önceki gece 6 saatten az uyuyan sağlıklı yetişkinlerdeki antikor düzeyi 7 saatten daha uzun uyuyanlara göre daha düşük çıkmış.

Burada belirleyici olan derin uyku denilen yavaş-dalga uykusu. Uykunun bu fazında beyin uzun vadeli anıları de-polar ve gün içinde biriken çöpleri temizler. Aynı zamanda bağışıklık sisteminin gün içinde karşılaştığı patojenleri bel-leğe kaydetmesi için kimyasal ve hormonal ortamı oluştu-rur.

Ne yapmalı? San Francisco’daki Kaliforniya Üniversi-tesi’nden Aric Prather aşılanmadan önceki 2 gece uyku-sunun önemine işaret ediyor. Bu da şu anlama geliyor: İki gece önceki iyi bir uyku, bağışıklık yanıtının düzeyine ilişkin gerçekçi bir öngörü oluşturabilir.

Etki mekanizması: Grip aşısı üzerinde yapı-

lan önceki araştırmalarda, yalnızlık duygusunın yaşlılar gi-bi gençlerde de antikor tepkisini düşürdüğü tespit edildi. Hem hepatit hem de grip aşılarında, daha zengin bir sos-yal dayanışmanın ve mutlu bir birlikteliğin antikor sayısın-da artışa yol açtığı görüldü. Bunun altına yatan mekaniz-ma, büyük bir olasılıkla sosyal destek azlığının yaratmış ol-duğu stres olabilir.

Ne yapmalı? Pandeminin tam ortasında yeni arkadaş-lar edinmenin pratik olmadığının herkes farkında. Ancak Kaliforniya üniversitesi’nden Sarah Pressman, eski dost-lukları yeniden yeşertmenin veya derinleştirmenin doğru bir yaklaşım olduğunu söylüyor. Aynı evde yaşadığınız kişiler-le arada sırada kucaklaşma da bağışıklık tepkisini güçlen-direbiliyor.

Uzaktaki yakınlarınız ile video görüşmelerinizi artırmanız ayrıca stres düzeyini azaltacağı gibi uyku düzeninizi de ra-yına oturtabilir. Uyku ve stresin bağışıklık üzerindeki olumlu etkilerini zaten biliyoruz.

Etki mekanizması:Aralık ayında Rusya’da Tüketici hakları Koruma ve

İyileştirme kurumu direktörü Anna Popova ilk aşıdan önce iki hafta, ikinci aşıdan sonra da üç hafta içkiden uzak du-rulması çağrısı yapmıştı

Öte yandan Sputnik V aşısını geliştiren Gamale-ya Ulusal Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Markezi direktö-rü Alexander Gintsburg, biraz daha insaflı. Her doz aşı-dan sonra üç gün içki içilmemesini öneriyor. Bunun nede-ni alkolün bağışıklık yanıtını bozması, hatta aşıyı etkisiz ha-le getirmesi.

Bu ara-da Batılı ül-kelerden bu yönde bir uyarı gelmiş değil. Ancak Dünya Sağ-lık Örgütü’n-den bir söz-

cü bu konuda şu açıklamayı yapıyor: “Örgüt olarak alkol ile aşı etkileşimi konusunda bir talimatımız yok. Ancak aşırı miktarda alkol tüketiminin bağışıklık üzerinde olumsuz etki-si olduğunu biliyoruz.”

Ne yapmalı? Makaklar üzerinde sürdürülen bir çalış-mada, aşılanan hayvanlara abartıya kaçmadan bir miktar içki –günde iki kadehi aşmayacak şekilde- verildi. Sonuç-ta bağışıklık sistemlerinde daha fazla sayıda antikor üretil-diği görüldü.

Loyola Üniversitesi’nden biyolog Christopher Thom-pson, mRNA aşılarının alkol ile etkileşimi hakkında yeter-li bilgiye sahip olmadıklarını, ancak orta ölçekte alkolün za-rarlı olacağını düşünmediğini söylüyor. Ve arada sırada iç-ki içenlerin davranışlarında değişiklik yapmalarına gerek ol-madığını işaret ediyor. Sarhoş oluncaya kadar içmek ise Thompson’a göre kesinlikle zararlı.

Etki mekanizması:Egzersiz bütün bu fatör-

lerin hepsinden daha önem-li. Egzersiz sağlığınızı genel olarak iyileştirirken, stresi-niz azaltarak, obezite ve di-yabet riskini düşürerek CO-VID-19 semptomplarını da-ha hafif atlatmanıza yol açar. En önemlisi vücudunu-zun aşıya karşı yeterli anti-kor üretmesini sağlar.

Egzersiz sitokin adı ve-rilen proteinlerin daha faz-la salgılanmasına yol açıyor. Bu proteinler bağışıklık hüc-releriyle etkileşime geçiyor.

Ne yapmalı? 62 yaşının üzerinde olup aktif bir ya-şam sürdürenlerin, hareket-

siz yaşamı tercih edenlere oranla grip aşısından sonra da-ha fazla antikor ürettiği tespit edildi. Grip aşısından önce-ki 45 dakika boyunca koşu bandında egzersiz yapan ka-dın deneklerin eg-zersiz yapmayanlara göre daha fazla an-tikor ürettikleri tspit edildi.

Egzersizin bir di-ğer yararı da ayrı-ca analjezik (ağrı gi-derici) olararak et-ki yaratması. Syd-ney Üniversitesi’n-den Kate Edwar-ds aşıların yol açtığı yan etkilerin düzenli egzersiz yapanlarda daha az görüldüğü-ne işaret ediyor. Kie-colt-Glaser ise eg-

zersizin COVID-19 aşısı-nın en sık görülen yan et-kilerinden biri olan ge-nel yorgunluk hissini de azalttığını söylüyor.

https://www.bloomberg.com/graphics/covid-vacci-ne-tracker-global-distribution/

https://www.newscientist.com/article/mg24933213-500-the-5-best-things-you-can-do-to-boost-the-chance-of-a-vac-cine-working/

https://theconversation.com/how-to-make-covid-vac-cines-more-effective-give-pe-ople-vitamin-and-mineral-supp-lements-154974?utm_medi-um=email&utm_campaign=La-test%20from%20The%20Con-versation%20for%20Febru-ary%2015%202021%20-%201863418166&utm_content=-Latest%20from%20The%20Conversation%20for%20Feb-ruary%2015%202021%20-%201863418166+CID_a1732fee940d733a51dd-581ba713f417&utm_source=-campaign_monitor_uk&utm_term=How%20to%20ma-ke%20COVID%20vacci-nes%20more%20effecti-ve%20give%20people%20vi-tamin%20and%20mineral%20supplements

https://jamanetwork.com/journals/jamanetworkopen/ful-larticle/2776305?utm_sour-ce=For_The_Media&utm_me-dium=referral&utm_campaig-n=ftm_links&utm_term=021221

HBT Sayı 257 - 26 Şubat 2021 12-13Koronav irüs Aşı Araştırmaları

Aşılardan maksimum yarar mı sağlamak istiyorsunuz?O ZAMAN...• §tresten uzak durun• Uykusuz kalmayın• İçkiyi abartmayın• Egzersiz yapın• Dostlarınızı ihmal etmeyin

Kontrolümüz dışındaki unsurlarCinsiyet: Genel ola-

rak kadınlar pek çok aşı-ya erkeklerden daha fazla antikor yanıtı veriyor. Ör-neğin kuduz, dang hum-ması, hepatit A, çiçek aşıları. Çeşitli COVID-19 aşılarında cinsiyet farkı-nın yarattığı etkiler henüz bilinmiyor.

Yaş:Aşılarda en fazla araştırma yapılan faktör. Yenidoğan bebekler aşılara tepki olarak düşük düzeyde antikor üretirler; bunun nedeni, hamile-lik sırasında anneden pasif bir şekilde aldıkları antikorların aşı tepkisiyle birbirine karışmasıdır.

Aşılamaya ne zaman başlanacağı patojenin cinsine bağlıdır. Örneğin yaşamın ilk haftasında ağızdan verilen çocuk felci aşısı bebeklerin %30-70’inde bağışıklık tepkisi oluştururken, 4 hafta sonra verildiğinde hemen hemen her bebekte bağışıklık yaratır.

Aşı tepkisi yaş ilerledikçe azalır. Yaşlılarda antikorlar aşıyı olduktan sonra da hızla aza-lır. Bunun nedenlerinden biri virüsleri yok eden T-hücrelerinin olgunlaşma yeri olan timus bezinin yaşla birlikte bozulmasıdır.

Mikrobiyom: Prebiyotik ve probiyotik özelliği taşıyan yiyeceklerin bağışıklık tepkisini des-tekleyip desteklemediği henüz bilinmiyor. Yine de bağırsak bakterilerinin önemli bir rolü olduğu tahmin ediliyor.

Önceden geçirilmiş enfeksiyonlar: COVID-19 geçirenler için iyi haber: Geçen ay so-nuçlanan bir araştırmaya göre bağışıklığınız en az 6 ay devam edebiliyor.

Peki, bu sonuçlar aşıya karşı daha etkili bir yanıt vereceğiniz anlamına gelebilir mi? Buna yanıt vermek ne yazık ki zor. Örneğin önceden tetanosa maruz kalan insanlarda, önceden teta-nos enfeksiyonu geçirmemiş insanlara göre tetanos aşısı daha yüksek bağışıklık tepkisi veriyor.

Benzer bir olguyu COVID-19’da da görebiliriz. Ne var ki bu konuda yeterli veri henüz mev-cut değil. COVID-19 enfeksiyonu geçirmiş insanlarda oluşan bağışıklık, kişiden kişiye değiştiği için doğal bağışıklık ve aşıya bağlı bağışıklık farklılık gösterecektir. Bu durumda virüsten kurtu-lup iyileşmiş olsanız bile aşılanmanız öneriliyor.

Vitamin ve mineral takviyeleri aşıların etkinliğini artırır mı?Bu konuda ne yazık ki tıp literatürü birbirini çürüten, yalanla-

yan çelişkili çalışmalarla dolu. Örneğin C ve D vitaminlerinin CO-VID-19’a karşı kalkan oluşturduğu görüşü, son yapılan bazı araş-tırmalarla çürütüldü. Örneğin 12 Şubat tarihinde Jama Open Network sitesinde sonuçları açıklanan bir araştırmada, çinko ve C vitamininin COVID-19’un semptomlarının hafifletilmesinde et-kin bir rol oynamadığı ortaya çıktı. Belki iki gün sonra başka bir araştırmada bu bulgular da çürütülecek.

Ne var ki sıra aşının etkinliğinin artırılmasına geldiğinde mik-ro besleyicilerin (vitaminler ve mineraller) rolüne ilişkin karşımıza farklı bir tablo çıkıyor.

Özellikle yaşlılarda görülen beslenme bozuklukları aşıların et-kinliğini ciddi biçimde etkileyebiliyor. Bağışıklık tepkileri genç ke-sime göre daha zayıf olan yaşlıların grip aşılarına yeterince yanıt vermedikleri biliniyor.

Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu’nun bildirdiğine göre A, B6, B9, B12, C ve D vitaminleri ile çinko, selenyum, demir ve bakır mineralleri bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde önemli.

Ayrıca beslenme de yaşlılardaki beslenme yetersizliğinin giderilmesinde önemli. Örneğin 65-85 yaşları arasındakilere, aşının etkinliğini güçlendirmek için günde en az 5 öğün meyve ve sebze yemeleri öğütleniyor.

Surrey Üniversitesi Beslenme Tıbbı bölümünden Margaret Rayman ve Southampton Üniversitesi’nden Beslenme ve Bağışıklık Sistemi bölümünden Philip C. Calder, aşıdan önceki ve sonraki birkaç hafta boyunca bu mikro besleyicileri içe-ren desteklerden yararlanılmasını öneriyor. Özellikle normal kilolarının altındaki yaşlı insanların bu desteklere öncelik verme-leri gerekiyor.

Aşıyı günün hangi saatinde yaptırdığınız da önemli

Aşının günün hangi saatinde yapılmış olması da bağı-şıklık yanıtını etkiliyor. Bu bulgular, sabah ve öğleden son-ra yapılan hepatit B ve grip aşıları üzerindeki çalışmalardan elde edildi. Sabah saatlerinde aşılanan erkeklerde (hem he-patit B hem de grip aşılarında) öğleden sonra aşılananla-ra göre daha güçlü bir antikor tepkisi oluştuğu görüldü. Ka-dınlarda ise fark oluşmadı.

Çalışmayı yürüten Whittaker, COVID-19 aşılarının za-manlaması konusunda herhangi bir çalışmanın henüz ya-pılmadığına dikkat çekiyor: “Pandeminin ölçeği ve aciliye-ti göz önüne alındığında aşının ne zaman yapıldığı artık çok önemli değil. Önemli olan aşılamanın mümkün olan en hızlı şekilde yürütülmesi; sabah veya akşam fark etmez. Sorula-rımıza daha fazla yanıt alabildiğimiz ve durumun aciliyetini yitirdiği yakın bir gelecekte aşıların zamanlamasını da ayar-lama şansını elde edebiliriz.”

Uyku

Sosyal dayanışma

Alkol

Egzersiz

Stres

Page 13: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

14HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021Malzeme Teknoloji ler i

ŞEFFAF AHŞAP GELİYOR!

Ahşap, insanların milyonlarca yıldır konut, gemi yapımı ve yakacak olarak kullandıkları eski bir malzeme. Günümüzde de ahşabın kullanım alanı

geniş; ana bileşeni olan selüloz ise yıllık çelik hacminin 20 katı bir üretim miktarına sahip.

Şimdi ahşabın kullanım alanı için bir ihtimal daha var: Camlar. Bir an durup düşündüğümüzde “cam olarak ahşap” kullanımı, zihnimizde bile zor canlanıyor. Ancak bilim bunu mümkün kılıyor. Ahşabın içini görmenin ve yüksek mekanik özelliklerini korumanın, sürdürülebilir ve yenilenebilir bir kaynak olarak -bildiğimiz cama- iyi bir alternatif sağlayacağı düşünülüyor.

Malzeme bilimciler, ahşabı şeffaf hale getirme konu-sunda zaten yıllardır deneyler yapıyordu. Fakat ahşabı şeffaf hale getirmenin önceki yöntemleri oldukça yoğun enerji gerektiriyor, sözgelimi zararlı kimyasallara ihtiyaç duyuluyordu. Ancak yeni bir çalışma, bu süreçte büyük miktarda enerji veya zararlı kimyasal kullanmadan ahşabı şeffaf hale getirmenin bir yolunun olduğunu gösteriyor.

Ahşabın içini görmekAhşabın şeffaf olmaması, iki ana bileşeni olan

selüloz ve ligninin birleşiminden kaynaklanıyor. Lignin (odun özü) ışığı emiyor ve malzemede kro-moforların (ışıkla etkinleştirilmiş bileşiklerin) varlığı ahşabın kahverengi tonlarında görünmesini sağlı-yor. Esas olarak selüloz içeren ağaçtaki lifler ise içi boş tüp benzeri yapılar olarak biliniyor. Boş tüpler-deki hava, ışığı dağıtıyor ve malzemenin şeffaflığını daha da azaltıyor.

Ahşabı şeffaf hale getirmeye yönelik önceki çalışmalar, ligninin yapıdan tamamen çıkarılmasını ve yerine bir reçine malzemesini yerleştirmeyi içeri-yordu. Ligninin çıkarılması ise çevreye zararlı birçok kimyasal gerektiriyor ve malzemenin mekanik özel-liklerini de önemli ölçüde azaltıyordu. Ancak bunun bir çaresi olmalıydı.

Maryland Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tara-fından yapılan yeni çalışma, genellikle saçları ağart-mak için kullanılan basit bir kimyasal olan hidrojen peroksit kullanarak ahşabın nasıl şeffaf hale getiri-leceği üzerine çalışıyor. Bu kimyasal, kromoforları ve yapılarını değiştiriyor; böylece ışık artık emilmi-yor ve ahşap renklenmiyordu. Basit ama etkili bir yöntemdi.

Ahşabın hidrojen peroksitle kimyasal reaksi-yonu zaten iyi biliniyor. Zira kâğıt yapımında kulla-

nılan kâğıt hamurunun ağartılması işleminde de bu yöntem kullanılıyor; kâğıdın parlak beyaz olmasının nedenlerinden biri de bu.

Kâğıdın beyaz olmasının bir diğer sebebi de ağaçtaki içi boş selüloz lifleri gibi, yapısındaki gö-zenek veya deliklerin ışığı saçmasıdır. Bu liflerin reçine ile dol-durulması, bu saçıl-

mayı azaltıyor. Dolayısıyla ışığın ahşaptan geçmesine izin veriyor ve mekanik özelliklerini korurken onu şeffaf hale getiriyordu.

Ahşap camdan pencere

Hidrojen peroksit ile ligninin iyi bilinen kimyasal reaksiyonlarının kullanıldığı bu işlem, özellikle malze-me bilimciler tarafından çığır açıcı ve çok heyecan verici bir gelişme olarak karşılanıyor. Söz konusu yaklaşım aynı zamanda büyük malzeme parça-

larına da uygulanabiliyor, bu da camın yerini almak için büyük bir potansiyel sunan şeffaf yapı malzemelerinin üretimini gündeme getiriyor.

Kimyasal, ahşap üzerine uygulandığından, malze-meye dekoratif unsurların eklenmesi için de bir fırsat söz konusu. Aynı zamanda şeffaf malzeme panellerini iç mekân uygulamaları için popüler hale getirirken, ek yalıtım imkânı da sunabilir. Ahşapla reaksiyonu optimize etmek ve endüstriyel olarak otomatikleştirilmiş bir sürece dahil etmek için daha fazla çalışma yapılması gerekiyor. Ancak gelecekte bir gün, ahşap camlı pencerelerin bu-lunduğu bir binada yaşıyor veya çalışıyor olabiliriz.

Peki ahşap cama niçin ihtiyaç duyuluyor?

Pencerelerde kullanılan geleneksel camlar nedeniyle binalar çok fazla ısı kaybediyor. Işık malzemeye biraz ısı sağlamasına karşın cam iyi bir yalıtkan değil. Bu yüzden çift cama ihtiyaç duyuyoruz. Öte yandan ahşap oldukça yalıtkan olsa da şeffaf değildi. En azından önyargımız ve bildiklerimiz bu şekildeydi. Artık şimdi bir ihtimal daha var. Yapı sektörü ve malzeme biliminde değişim zamanı gelmiş olabilir.

Derleyen: Batuhan Sarıcan ([email protected])ht tps: / / theconversat ion.com/t ransparent-wood- is-co-

m i n g - a n d - i t - c o u l d - m a k e - a n - e n e rg y - e f f i c i e n t - a l t e r n a t i -ve-to-glass-154981

https://newatlas.com/heat-storing-releasing-transparent-wo-od/59143/

Enerji açısından geleneksel camdan daha verimli olabilir

Ahşabın şeffaf hale getirilmesi, yoğun enerji gerektiren ve çevresel zararları olan bir sü-reci beraberinde getiriyordu. Ancak bu prob-lemleri ortadan kaldıran son çalışma, malze-me bilimi ve yapı sektörü için kilometre ta-şı niteliği taşıyan bir buluş anlamına geliyor

Ahşabı şeffaf hale getirme çalışmalarında ilk büyük adı-mı dört yıl önce, İsveç’teki KTH Kraliyet Teknoloji Ensti-tüsü’nden bilim insanları atmıştı. Ancak bu çalışmada yo-ğun enerji ve zararlı kimyasallar kullanılmıştı. Bu çalışma-dan yıllar sonra, Maryland Üniversitesi’nden araştırmacı-lar, hidrojen peroksit kullanarak ahşabın, daha az enerji ve kimyasalla nasıl şeffaf hale getirileceğini buldu.

En sağdaki çiçek değil mantar!

Haft

anın

foto

ğraf

ı

Bu üç çiçek de ilk bakışta aynıymış gibi görünüyor.Ancak yakından bakınca en sağdakinin taç yapraklarında bir farklılık olduğunu anlarsınız.Çünkü bu yapraklar bir çiçeğe değil, bir mantara ait. Fusarium xyrophilum isimli mantar, arıları ve tozlaşma sağlayan diğer böcekleri kandıracak şekilde evrim geçirmiş. Bu, bir çiçeğin taç yapraklarını taklit ettiği bilinen ilk “çakma-çiçek”

Page 14: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Tanol Türkoğ[email protected]

Dijital Kültür

“ANNEN YOK, KİMSEN YOK!”“Onun için başkalarını memnun etmeye çalışırsın!”

Tribündekilerin çoğu olasılıkla anne-babaydı. Birkaç düzine de öğretmen belki. Ancak orada olma sebebimiz başkaydı. Ne bir kişisel gelişim seminerindeydik ne de imza gününde. Kızıltop-rak’tan birlikte gitmiştik Levent’e. Öteki iki düzine kişiden biri olarak sahnedeydi. Tek tek kendilerini tanıtıyor ve deneyimleri-ni paylaşıyorlardı. Sıra ona geldiğinde mikrofona yaklaştı. Şu üç kelimeyi söyleyip bir es vermişti ki... Onun da orada olduğunu bilmeyen (sadece anneler, babalar, öğretmenler değil) birkaç bin kişilik salonun tamamı başka bir şey söylemesine izin vermeden dakikalarca dinmeyen bir alkış tufanı kopardı. Sadece şu üç ke-limeyi duyunca: “Ben Doğan Cüceloğlu!”

Demek ki neredeyse otuz seneye gidiyor tanışıklığımız. Ho-camız, ağabeyimiz, mentorumuz, liderimiz! Bugün karlar için-de kapkara bir gün! Öğleden sonra telefonu kurcalarken ekran-da gördüğüm fl aş habere önce inanamadım. Kaynak güvenilirdi. Yine de çapraz kontrol yapmadan edemedim. Bir umut! Belki bir başka sosyal medya sahtekarlığıdır! İnsanları kimi zaman öldür-mekle kimi zaman da linç etmekle görevli bir kitle var ya hani! İlk defa öyle olmasını arzu ettim! Değilmiş! Haber doğru çıktı! Doğduğundan bir hafta sonra vefat etti. Ve 83 yıl!

Baudrillard “simulakre”lerden, “simülasyon”dan bahsederken kafamızı sallarız ama şu çığlıklarını duymamak için iç sesimizi sonuna dek kısmaya çalışırız: “Ne diyor bu Allah aşkına?”. Son-ra Doğan Bey sazı eline alır ve “Mış Gibi Yaşamak” der! Anlarız! Dehası bundandır. Bizim lisanımızla konuşur; yazar. Entelektüel kibire kapılmadığı için severiz onu. Samimi olduğu için, kendisini gerçekleştirmenin kendimizi gerçekleştirme sürecinde bize yar-dım etmekten geçtiğini gördüğümüz için severiz onu.

Kuyudakilerden birisinizdir. Çoğunlukla kendi dişiniz tırnağı-nızla birazcık(?) da kuyudaki diğerlerinin desteğiyle, doğa üstü bir çaba sarf eder; kuyudan çıkarsınız! Sonra ne yaparsınız? Do-ğan Bey çıkar çıkmaz elini kuyudakilere uzatan birisiydi! Öteki-lerinin çoğu üstünü başını temizleyip, sanki hiç o kuyuda bulun-mamış gibi oradan ışık hızıyla uzaklaşırken! Onun için severiz!

İçimizdeki bizden bahseder. Anlam arayışındaki savaşçının yolculuğundan bahseder. Bu yolculukta yardım etmek üzere ora-da duran donanımları gösterir. Eşinden, çocuğundan, ebevey-ninden mustarip olanlar ondan medet umar! Doğan Bey kendi-ni ayna yapıp onlara doğru tuttukça onlar Doğan Bey’e bakarlar da sorunun kaynağında kendilerinin olduğunu “göremezler”. Yi-ne de tatlı tatlı güler. Hamlığımızı yüzümüze vurmaz. Onun için severiz!

Dış tanıklığa değil iç tanıklığa önem veren birisiydi. Çok acı çekmişti. (Çocukluğunda Silifke’deyken ölmemiş olması muci-zedir). Acı çektirdikleri de olmuştu. Çelebiydi. Kendisiyle dalga geçmesini bilirdi. Ondan öğrendik kendimizle dalga geçebilme-nin kendimize güç veren bir şey olduğunu. Onun için sevdik.

Bir bilim insanı olmasını lisedeki öğretmeninin yönlendirmesi-ne borçlu olduğunu söylüyor. Belki de diyorum bunu annesi(zliği)ne borçluydu. İntihar etmeye karar verdiği sabah da ötelerden seslenip “Yapma oğlum” diyen. “Annen yok, kimsen yok! Senin bir şey istemeye hakkın yok! Onun için başkalarını memnun etmeye çalışırsın!” Yakın çevresi için bunu terk etmeyi bilmiş-ti belki ama onu yetiştiren toplumu için insanı için bundan bir an olsun vazgeçmedi! Dileyelim ki değeri unutulmasın. Hayatı bo-yunca o insanlarla inşa ettiği anlam silinip gitmesin! “Değer” yaşa(tıl)mazsa, “anlam” da uçar gider!

15HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021Haber

Mutlu ilişkinin sırrı “psikolojik esneklikte”Herkesin gündelik hayatında sorunlar var. Ki-

mi hedefl erimize ulaşmaya çalışırken ken-dini kaybolmuş hissediyor; kimi ailevi sorun-

lar yaşıyor; kimi sevgilisi ile ilişkisinde bocalıyor... 1878’de yazdığı Anna Karenina’nın meşhur açı-lış cümlelerinde Leo Tolstoy “Mutlu aileler birbirle-rine benzerler; Her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” yazar.

142 yıl sonra buradan çıkarabileceğimiz önemli bir soru var: Mutlu ailelerin ortak özelliği ne?

Rochester Üniversitesi’nden Ronald Rogge ve Jennifer Daks, toplamda 44 bin kişinin katıldığı 174 farklı çalışmayı analiz ettiler ve psikolojik esnekli-ğin, bireylerin kendilerine en yakın insanlarla nasıl etkileşime girdiğini şekillendirmede anahtar bir rol oynayabileceğini buldular.

Peki psikolojik esneklik nedir? Psikolojik esneklik insanların zor yada uğraştırı-

cı düşünceler, duygular yada deneyimlerle karşılaş-tıklarında kullandıkları beceriler seti olarak tanımla-nıyor. Bu beceriler:

• Hem iyi hem de kötü deneyimlere açık olmak ve ne kadar zorlu olurlarsa olsunlar onları kabul et-mek.

• Günlük yaşamda şimdiki anın dikkatli bir far-kındalığına sahip olmak.

• Düşünceleri ve duyguları onlara takıntılı bir şe-

kilde onlara yapışmadan deneyimlemek• Zor düşünce ve duyguların ortasında bile

olaylara daha geniş bir bakış açısıyla bakabilmek• Gün ne kadar stresli veya kaotik olursa olsun,

her gün bizim için önemli olan değerlerimize sahip çıkabilmek

•Zor deneyimler ve aksilikler karşısında bile be-lirlenen hedefl ere doğru adımlar atmaya devam edebilmek

Tam Tersi olan ‘psikolojik esneksizlik’ ise şu 6 özel davranıştan oluşuyor:

• Zor düşüncelerden, duygulardan ve deneyim-lerden aktif olarak kaçınma

• Günlük hayatı dikkatsiz ve dalgın bir şekilde sürdürmek

• Zor düşüncelere ve duygulara takılıp kalmak• Zor düşünceleri ve duyguları kişisel bir yan-

sıma olarak görmek ve bunları deneyimlemekten ötürü yargılanmış veya utanç içinde hissetmek

• Günlük yaşamın stresi ve kaosunda daha önemli önceliklerin izini kaybetmek

• Aksaklıklar veya zor deneyimler nedeniyle ko-layca raydan çıkma, daha önemli hedefl ere doğru adımlar atamama

Derleyen: Eren Gülbaran https://www.rochester.edu/newscenter/psychologi-

cal-fl exibility-romantic-familial-relationships-462812/

Stonehenge’in doğum yeri Galler mi?Güneybatı İngiltere’deki Stonehenge yapısı dünyanın en

ünlü megalit yapılarından biri. Bu yapıların ilk örnekleri 5000 yıl kadar önce 80 dikilitaş ile inşa edilmeye başlan-mıştı. İlginç bir şekilde hem taşlar hem de Stonehenge ya-pılarını kuran ilk insanlar da Galler kökenliydi. Taşların dai-re biçiminde dizilişi yani günümüzdeki görünümünü alması 4000 yıl kadar önce Stonehenge yakınlarındaki Sarsen taş-larıyla gerçekleşmişti.

Fakat son bir araştırmaya göre sadece taşlar Galler’den getirilmemişti, ilk taş daireleri de orada dikilmiş olabilir. Bununla ilgili kanıtları College London Üniversite-si’nden Mike Parker Pearson ve ekibi Galler’deki Waun Mawn bölgesindeki Preseli dağlarında buldu.

2010 yılında burada 4 tane yay biçiminde dizilmiş dikilitaş bulunduysa da pek dikkate alınmamıştı. Ar-keolog Pearson ve ekibi 2018 yılında radar, manyetometre ve iletkenlik ölçümleriyle ayrıntılı bir araştırma ve kazılar yaptı. Bu çalışmalar sırasında ise, bir zamanlar içinde taşların dikili olduğu altı delik bulundu. Bu ve diğer bulgulardan yola çıkan araştırmacılar burada bir zamanlar bir taş dairesinin bulunduğu sonucuna vardılar. Galler’deki anıtın tarihini öğrenmek isteyen araştırmacılar radyokarbon ve optik lüminesans tarihle-me yöntemleriyle anıtın İ.Ö.3500 yılında kurulmuş olduğunu buldular. Waun Mawn anıtı İngiltere’deki en es-ki taş dairelerden biri. Bu megalit yapısı Stonehenge’deki ilk yapılardan yüzlerce yıl daha eski. Bu da Pre-seli dağlarının Stonehenge’den önce Neolitik din merkezi olduğunu kanıtlıyor. İ.Ö.3000 yılından itibaren bu taş daireleriyle ilgili hiçbir etkinlik izi bulunmamış.

Hatta bu tarihte, dairelerdeki taşların birçoğu yerinden çıkarılmış. ‘Sanki birden bire ortadan yok olmuş-lar’ gibi diyor araştırmacılar. Ve bölgedeki nüfus da azalmış olmalı. Bu insanlardan birçoğu, taşlarıyla bir-likte başka bölgelere göç etmişler. Peki ama nereye gitmişlerdi? Öyle görülüyor ki Stonehenge kısmen ya da tümüyle Galler’den göçen insanlar tarafından kurulmuştu. Sonuçta Waun Mawn’daki ölçüler Stonehen-ge’deki çukurun dış çapıyla uyumlu. Ayrıca her iki dairenin mavi taşları, girişlerinden biri yaz gündönümün-deki gün doğumunu işaretleyecek şekilde düzenlenmiştir. Bu nedenle Stonehenge’ın tinsel kökeni de Gal-ler olmalı. Araştırmacılar Waun Mawn Galler’deki tek taş dairesi olmadığına inanıyorlar. Bu insanlar Stone-henge’e birden fazla neolitik anıt getirmiş ve burada bir tapınak alanı yaratmış olabilirler diyorlar. The original Stonehenge? A dismantled stone circle in the Preseli Hills of west Wales, Cambridge University Press, 12.02.2021.

Page 15: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021 16

‘Aslında yalnızca yıldız tozuyuz’

Varlık olarak ilk ne zaman ortaya çıktığınız sorusu bu konuyu hangi ölçekten ele aldığınıza ve bireyi nasıl tanımladığınıza göre değişir. Öyle ki, bir açıdan evren kadar eski, bir başka

açıdan da henüz varlık olarak hayata başlamamış bile olabilirsiniz. Hiç kuşkusuz doğum tarihinizi, büyük bir olasılıkla saatine

ve dakikasına kadar biliyorsunuzdur. Ancak olaya daha geniş bir çerçeveden bakacak olursanız, ilk ne zaman ortaya çıktığınız ko-nusundaki gerçeklerin kısacık ve özlü bir doğum belgesine yan-sıtılamayacak kadar geniş kapsamlı ve kafa karıştırıcı olabilece-ğini görebilirsiniz. Kemiklerinizdeki kalsiyumdan, genlerinizde-ki karbon ve kanınızdaki demire, bedeninizdeki trilyonlarca ato-mun büyük bir çoğunluğu eski yıldızlardaki nükleer tepkimelerin sonucunda oluştu. Bu tepkimeler de ya yıldızların yanmasıyla, ya

da kızgın süpernova patlamala-rıyla yok oldukları sırada meyda-na geldi.

Bu açıdan bakıldığında, ilk ne zaman ortaya çıktığımızı tam ola-rak bilmemiz olanaksız. İnsanın başlangıcı onu oluşturan atomla-rın kaç yıldız kuşağı boyunca do-

laşımdan geçtiğine bağlı. Ne var ki, her birimizin en az 4.6 milyar yaşında-bir başka deyişle, güneş sistemimizin yaşında-olduğunu söyleyebiliriz. Belki de, büyük patlamadan topu topu 100 milyon yıl sonra, günümüzden yaklaşık 13.7 milyar yıl önce ortaya çıkan evrenin ilk yıldızları kadar eski olabiliriz. Fiziksel yönünüzle ilgili bu kadar bilgi yeterli. Peki, ya insanı soluk alıp veren biyolojik bir or-ganizma olarak ele aldığımızda neler söyleyebiliriz? Bu bağlamda zaman ölçeği kısalsa bile, belirsizlikler yine de yok olmuyor. Pen-nsylvania Swarthmore College gelişimsel biyolog Scott Gilbert, “Kesin olarak söyleyebileceğim tek şey, bağımsız insan yaşamı-nın ne zaman başladığı konusunda bilimsel bir görüş birliğinin ol-madığıdır,” diyor.

Yüzyıllar boyunca yaşamın annenin karnındaki bebeğinin ilk tekmesiyle başladığına inanıldı. Ancak günümüzde bebek bekle-yenler, çocuklarının kalp atışlarını çok daha öncesinde duyabildik-leri gibi, ultrason sayesinde yüzlerinin bulanık bir görüntüsüne bi-le ulaşabiliyorlar. Bu durum yaşamın başlangıç noktası konusunu daha da karmaşık kılıyor. Fiziksel duyularımız ana rahminde ve doğumdan sonra yavaş yavaş gelişirler. Ancak kişi benlik duygu-su gelişinceye dek benlik-siz olduğundan tümden habersizdir.

Bu “zihin kuramının” gelişimi genelde ikinci yaş günümü-ze yaklaştığımızda gerçekleşir. Bu noktada aynadaki yansımamı-zı kendimizle özdeşleştirmeye ve “ben”, “beni/bana” ve “benim” gibi kendimizi referans aldığımız dilden yararlanmaya başlarız. Üç yaşına geldiğimizde çoğumuz utanma, gurur ve suçluluk gibi ken-dimizi referans aldığımız duyguları da edinmiş oluruz. Çok geç-meden de dengeli ve sürekli bir benlik duygusunun temelini oluş-turan otobiyografi k anıları biriktirmeye başlarız.

Gelgelelim, bu süreklilik pekala bir yanılsama da olabilir. Eğer öyle ise, o zaman “ilk ne zaman var oldunuz?” sorusuna verilebi-lecek bir başka yanıt da bir olasılıkla böyle bir başlangıcın olma-dığı, yalnızca şimdinin olduğudur. Biyologlara göre insan yaşamı-nın başlangıcı olduğunu söyleyebileceğimiz dört gelişimsel aşa-ma var: 1- Döllenme: Spermin yumurtayla buluşması ve yeni bir genomun yaratılması 2- Gastrula oluşumu:Döllenmeden 14 gün sonra embriyo tek yumurta ikizi oluşumuna yol açacak bölünme-ye son verdiği zaman 3- EEG etkinleşmesi: Döllenmeden yak-laşık 27 hafta sonra insan beyin dalgaları alındığı zaman 4- Do-ğum: İlk bağımsız soluk alındığı zaman-anne vücudunun dışında yaşayabildiğinizi gösterdiğiniz zaman

Rita Urgan https://www.newscientist.com/article/mg24833121-300-you-are-stardust-the-long-view-of-when-your-existence-really-began/

Deniz ÜrünleriKENDİNİZLE tanışmak ister misiniz?-2

Prof. Dr. Bayram Öztürk(TÜDAV)[email protected]

Son zamanlarda Süveyş Kanalı yo-luyla Hint ve Pasifi k Okyanusu kö-kenli birçok denizel canlı türünün

denizlerimize girdiğini daha önce dergi-de yazmıştım. En son geçen hafta Ba-lon balığı yiyen bir gemi kaptanının öldü-ğü haberleri medyamızda yer aldı. Bu ba-lığın zehirli olduğunu, Japonya’daki “Fu-go” denilen balıkla aynı olmadığını bir-çok kez kamuoyuyla paylaşmış olmama rağmen önce bilgisizlik sonra da tedbir-sizliğimiz devam ediyor. Balığın içerdi-ği zehir her mevsim her organında bulu-nabilmekte, pişirilse bile zehri etkisizleş-mediği için kesinlikle tüketilmemesi ge-rektiğini yineleyelim.

Bu arada, Tarım ve Orman Bakanlığı 1 Ocak 2020’den itibaren Balon balığının avlanarak azaltılması için her bir balığın kuyruğu başına 5 TL ödeme yapılacağını ve istilacı yabancı türlerle mü-cadele kapsamında balıkçılara 5 milyon TL destek-

leme ödemesi olacağını açıkladı.Bu uygulamanın kaç yıl devam edeceği şimdilik

bilinmiyor. İyi niyetli ancak acele olarak alınan bu kararın yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Bura-da yanlış olan, kuyruk dışında kalan balığın kısım-larının yenilmesi veya satışının yasak olmasına kar-şın, satılması halinde olabileceklerin iyi hesaplana-mamış olmasıdır. Yani, kötü niyetli bir satıcı balığın etini satarsa bu büyük bir tehlike demektir. Dolayı-sıyla bu uygulamanın kaldırılması gerekmektedir.

Bu uygulama Güney Kıbrıs’ta daha önce de-nendi ve başarısız olduğu için vazgeçildi. Gü-ney Kıbrıs (2016 – 2019 döneminde, Avrupa Bir-liği fonlarından balıkçılara 76.465 kg Balon balı-ğı (Lagocephalus sceleratus türü) avı karşılığında 229.395-Euro, 2019 yılındaysa 54.987 kg balık kar-şılığında 164.960 Euro ödedi. Fakat hayvanın azal-ması sağlanamadı ve bu ödemeler durduruldu.

Bu balık Türkiye kadar Yunanistan, Kıbrıs Gü-ney Rum Kesimi, KKTC, Suriye, İsrail ve Lüb-nan’daki balıkçıların da sorunu. Etçil olan balon balıkları, küçükken kabuklularla, büyüdükçe de

yumuşakçalar-la besleniyor. Ke-sici ön dişleriy-le balıkçı ağları-na zarar verebili-yor. Balığın iç or-ganlarından kara-ciğer, üreme or-ganları, sindirim sistemi ve kas-larında “Tetrado-toksin” adı veri-

len zehir var. Temizlense bile zehir balığın di-ğer dokularına yayılabilir, pişi-rilse bile zehir etkilidir. Balığın yenmesinden yaklaşık 30 da-kika sonra ilk

yakınmalar başlar. Balık yenmesinden şüphelenil-diğinde mutlaka yoğun bakım hizmeti verilebilen hastaneye başvurulmalı. Yakınma ve bulgular ço-ğu zaman müdahale edilse bile ölümle sonuçlana-

bilir. Hatta kuş, kedi, köpek gibi diğer canlılara da yedi-rilmemeli. Zehiri etkisiz ha-le getirecek bir ilaç ise he-nüz yok.

Son olarak sularımıza yeni giren başta zehirli ve-ya zararlı canlılarla ilgili ge-niş bir bilgilendirme progra-mı başlatılmalı. Tabi üniver-sitelere ve sivil toplum ku-ruluşlarına da düşen görev-ler var.

Acaba yeni giren türlerin uzun dönemde etkileri ne

olur? Bunların zararlı olmayanlarından yararlanıla-bilir mi? Örneğin; Rapana isimli bir tür kabuklu de-niz canlısı Karadeniz’den toplanarak yurt dışına sa-tılıyor. Bu canlılar insan hayatı dışında biyolojik çe-şitlilik için nasıl tehdit oluştururlar, gibi birçok yanıt-lanması gereken soru var.

Doğu Akdeniz, iklim değişikliğinin de etkisiy-le çok fazla yabancı türe ev sahipliği yapmaya baş-ladı.1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla sadece dünya deniz ticareti değil, Kızıldeniz ile Akdeniz’in birbirinden çok farklı olan ekosistemleri de zaman içinde birleştirilmiş oldu. Bu durum iklim değişik-liğinin de etkisi ile istilacı denizel türlerin, tüm Ak-deniz havzası gibi ülkemiz sularında da artışını be-raberinde getirdi. Belki de yirmi yıl sonra dalış tut-kunları Kızıldeniz yerine İskenderun’da dalış ya-pacak, çünkü birçok tropik, renkli canlı türünü bu-rada görmek artık mümkün.

Denizlerdeki bu biyolojik değişim iyiye gidi-şin alameti değil. Bunun için sorunu anlamak ve çözüm yolları geliştirmek için araştırma ve izleme şart.

Balon balığı yemeyin!

Balığın içerdiği zehir her mev-sim her organında bulunabil-mekte, pişirilse bile zehri etki-sizleşmediği için kesinlikle tü-ketilmemesi gerektiğini yine-leyelim.

Page 16: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

www.iku.edu.trwww.iku.edu.trwww.iku.edu.trwww.iku.edu.trwww.iku.edu.trwww.iku.edu.trWeAccept, İstanbul Kültür Üniversitesi’ninburslu öğrenci kabul programı projesidir.

WeAccept Burslu Öğrenci Kabul Programı gelecek planın içingüven duyacağın alternatif bir yol... Bir söz!

Geleceğine doğru güvenli bir adım...we-accept.com

Dr. Öğr. Üyesi Gabriela Oana OlaruİKÜ Genel Sekreter Yardımcısı

Ocak ayının son haftasında hızla yayılmaya baş-layan bir uygulama son günlerde oldukça gün-demde ve merak duygusu kamçılandıkça bir süre

daha gündemde kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Bahsettiğim uygulamanın adı Clubhouse. Şu an için iOS tabanlı ve davetiye kodu ile çalıştığından dolayı insanla-rın ilgisini çekmeyi başardı.

Son haftalarda ortalık biraz sa-kinleşmiş olsa da, ilk çıktığı iki hafta boyunca davetiye arayan, uygula-mada neler olduğunu merak eden insanlar diğer mecralarda düşünce-lerini bolca paylaştılar. Clubhouse, kişilerin birbirlerini takip edebildiği, sohbet odaları oluşturarak belir-ledikleri konu başlıkları üzerinden moderatörden el kaldırarak izin al-ması sonucunda konuşabildiği bir platform.

Ülkemizde fazlasıyla ilgi gören bu uygulamanın akıbetini zaman gösterecek. Bu kadar hızlı yükselen bir platformun düşüşü hızlı mı olacak yok-sa zaman içerisinde diğer platformlar arasında kendisine bir yer bulup hayatına devam mı edecek şu an için tah-min edilmesi zor bir konu.

Clubhouse’u kullanan uygulama öncüleri arasında “infl uencer” olarak tabir edilen kişiler, kültür endüstrisinin emekçileri, yaratıcı endüstrilerde çalışanlar, girişimciler, gazeteci ve akademisyenler sıralanabilir. Diğer yandan, piyasada henüz çok yeni olmasına ragmen markaların da yoğun bir merak içerisinde kendilerine ön sıralardan bir yer edinmeye çalıştıklarını ve uygulamada bu konu hak-kında çeşitli tartışmaların geçtiğini de belirtmek gerekir. Kullanıcılarının profi l analizinin henüz yapılamaması adı-na tehlikeli adımlar atmasına sebep verebilir düşüncesin-deyim. Clubhouse uygulaması üzerinden ulaşılabilecek hedef kitleyi tanımamak marka için ileteceği mesajı ve iletim şeklini belirsiz kılan dikkate değer bir unsur.

Diğer yandan, çeşitli konu başlıkları altında açılan sohbet odalarında göze çarpan en önemli geribildirim, in-sanların pandemi döneminde yaşadıkları yalnızlıktan do-layı konuşmaya, paylaşmaya, dertleşmeye hasret kaldık-

ları. Kimi kullanıcılar atılgan, girişken ve konuşkanken; kimi kullanıcılar ise sessiz kalıp konuşanları dinlemeyi ter-cih edebiliyor. Yaşamını sosyal medya platformları üzerinden kazanan “infl u-encer”lar ise bu mecrada da yüksek takipçi sayılarına ulaşarak olası mar-ka iş birliklerini sürdürmeye çalışıyor. Bu noktada onların da Clubhouse’u iyi analiz etmeleri ve paylaşacakları

içerikleri iyi hazırlamaları uzun vadede bu platformda kalıcı olabilmeleri adına faydalı olacaktır.

Yaklaşık üç haftadır devam eden Clubhouse takibimde, kullanıcılar tarafından rağbet gören konuları uygulamayı kul-lanan veya kullanmayı düşünen kişiler için derlemeye çalıştım: Girişimcilik, sosyal girişimcilik, yatırımcı bulmak, yurt dışında

yaşam, gündeme dair yorumlar, uzaktan çalışma, spirü-tel yaşam, kişiler arasındaki ilişkiler ön plana çıkıyor. Ya-bancı sohbet odalarını da takip etmenin mümkün olduğu uygulamada ilgi alanlarınıza göre kişiselleştirme yapmak da mümkün. Uygulama üzerinden size önerilen içerik, takip ettiğiniz kişiler ve seçtiğiniz ilgi alanlarına göre su-nuluyor. Bu nedenle tüketmek istediğiniz içeriği kendiniz belirleyebiliyorsunuz. Bu uygulamada sadece öğrenmek, paylaşmak ve tartışmak istediğiniz konular ile ilgili zaman geçirebilirsiniz. Nitekim, diğer tüm sosyal medya mecra-larında tükettiğiniz içerik size faydalı veya zararlı olabilir. Bu noktada önemli olan bu farkındalık ile hareket ederek sizi besleyebilecek içerikleri ve kanalları takip etmeniz olacaktır.

Clubhouse uygulamasının öncüleri arasında yer alan akademisyenlerin paylaşımlarına dair nacizane bazı önerilerim olacak. Teknoloji kullanımında öncü olan aka-demisyenler bir çok mecrayı derslerine entegre ederek öğrencileri ile interaktif bir ders akışı sağlıyor. Clubhou-se uygulamasını kullanarak bu entegrasyonun üniversi-te-sanayi işbirliğine taşımanın mümkün olduğunu düşü-nüyorum. Ders içerisinde uygulama üzerinden işlenecek

konu ile ilgili bir ders odasının açılması, bu odaya sektör-den kişilerin de davet edilmesi, konuya ilgi duyan kullanı-cıların da katılması ile interaktif, tartışmaya dayalı olduk-ça verimli bir süreç olabilir diye düşünüyorum. Ayrıca bu sayede dersin öğrencileri sektördeki kişilerle tanışabilir, sohbet edebilir, staj belki de iş bulabilecek bir bağlantı kurabilirler.

Özellikle öğrencilerin kendilerine olan güvenlerini ar-tırmak adına biz akademisyenler bu uygulama üzerinden ders konusu ile alakalı açacağımız odalarda moderatör-lük yaparak öğrencilerimizin kendi konularıyla ilgili su-num yapmalarının isteyebiliriz. Bu sayede sanal da olsa öğrencilerin tanımadıkları bir topluluk önünde konuşma-larına, fi kirlerini savunmalarına, gelebilecek sorulara ce-vap vermelerine yardımcı olabiliriz.

Akademisyen olarak uygulama üzerinden araştırma konularımıza dair bilgi paylaşımında bulunarak çözüm ortakları, katılımcılar bulabiliriz, geribildirim alarak farklı bakış açılarının tartışmaya katılmalarını sağlayabiliriz.

Akademik ortamda, öğrenme ve öğretme yolculu-ğunda kullanılabilecek bu yeni platform için daha farklı ve yaratıcı başka yolların da bulunabileceğini düşünü-yorum. Bu konu ile ilgili bir sohbet odası açarak fi kirleri geliştirebilir, tartışabilir, olumlu ve olumsuz etkilerini tar-tışabiliriz.

Clubhouse Üzerinden Takip Edilesi HesaplarGündem’e Dair: Menekşe TOKYAYSosyal Girişimcilik: İsmail Hilmi AdıgüzelAkademi Dünyasından: Selçuk Şirin, İbrahim Kırçova,

Neşe Ceren Tosun, Uraz Kaspar Girişimcilik Dünyası: Aykut Hocaoğlu, Göksemin Gökalp Özdemir, Mustafa Çakır, Cem Baytok,

Clubhouse, kişilerin birbirle-rini takip edebildiği, sohbet odaları oluşturarak belirledik-leri konu başlıkları üzerinden moderatörden el kaldırarak izin alması sonucunda konu-şabildiği bir platformdur.

Pandemi kaynaklı yalnızlığın sesi: Clubhouse

Page 17: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

18Uzay Araştırmaları HBT Sayı 257 -26 Şubat 2021

Şimdiye kadar Mars’a gönderilen en büyük, en komplike donanıma sahip gezgin Azim, Kızıl Gezegen’e iniş yaptı. NASA’nın Perseverance

(Azim) gezgini, yalnızca on günlük bir süre içinde Mars’a ulaşan üçüncü uzay aracı oldu. Diğerleri Tianwen-1 (Çin Ulusal Uzay İdaresi) gezicisi ve Hope (Birleşik Arap Emirlikleri) yörünge aracıydı.

Perseverance, Mars yolunda zaman ve yakıt tasar-rufu adına en uygun tarih aralığında yer alan 30 Tem-muz’da fırlatılmıştı. Gezici, Dünya’ya geri getirilmek üzere kaya örnekleri toplamaya çalışan ilk Mars görevi

olacak; ayrıca geçmişe dair yaşam belirtileri arayacak ve Mars’ın seslerini de yüzeyden ilk kez yakalamak için mikrofonları kayıtta olacak.

2,7 milyar dolarlık Perseverance’ın, Mars’ın Jezero Krateri’ne inme hedefiyle yaptığı yolculuk, yaklaşık yedi ay sürdü. Plütonyumla çalışan 1.025 kilogramlık gezici, en az bir Mars yılı -yaklaşık iki Dünya yılı- orada kalacak.

Houston’daki Lunar and Planetary Institute’tan astrobiyolog Kennda Lynch, “Perseverance bizim için çok şey yapacak” diyor. Perseverance, fosilleşmiş yaşam belirtileri için eski nehir yatağı ve göl kıyısını araştırmanın yanı sıra astronotların Kızıl Gezegen’in atmosferinden oksijen üretip üretemeyeceğini test edecek. Belki de en önemlisi, tüplerini Mars’a ait kaya ve toprakla dolduracak. Bu sayede de -henüz inşa edilmemiş- bir uzay aracı bir gün bu örneklerle Dün-ya’ya geri dönebilecek.

Yeni nesil gezgine bakışBir uzay aracı Mars atmosferine girerken meydana

gelen sürükleme onu büyük ölçüde yavaşlatır. Bu kuv-vetler aynı zamanda onu büyük ölçüde ısıtır. Perse-verance’ı bekleyenler de şunlardır: Atmosfere girişten yaklaşık 80 saniye sonra, ısı kalkanının dış yüzeyindeki sıcaklık yaklaşık 1.300 santigrat dereceye ulaştığında

sıcaklık tepe ısınma nokta-sındadır.

Isı kalkanı, uzay aracını saatte 1.600 kilometrenin altına kadar yavaşlatır. Pa-raşüt ise aracı saatte 320 kilometre kadar yavaşlata-bilir. Perseverance, güvenli temas hızına ulaşmak için bu paraşütten kurtulmalı ve geri kalan işi 8 motorlu iniş roketleri (bir nevi jetpack) çözmüş olmalıdır.

Yaklaşık 500 milyon kilometrelik bir yolculuktan sonra Perseverance, saatte yaklaşık 19.500-20.000 kilometre hızla Mars atmos-ferine sert bir giriş yaptı. Bir paraşüt ve ardından Curi-osity tarafından kullanılana benzer bir sistemle geze-genin yüzeyine yaklaştı. Bu sırada aracı yavaşlatmak için geri tepme roketlerini ateşledi.

Perseverance, yaklaşık 9 yıl önce Mars’a iniş ya-pan Curiosity gezgininin

güçlendirilmiş bir versiyonu. Curiosity’den farklı olarak büyük kaya gibi engelleri tespit etmek ve onu güvenli bir yere yönlendirmek için bir otomatik pilot sistemine sahip.

Perseverance’ın inmesiyle birlikte mühendisleri yorucu bir süreç de bekliyor. Çünkü mühendisler, her şeyin çalışır durumda olduğundan emin olmak için tüm sistemlerini uzaktan kontrol ettikleri bir 90 gün geçirecek.

Uluslararası bir araçPerseverance, kendisini gerçek bir saha jeoloğu

yapan cihazlarla dolu. Üstelik üstündeki cihazlar farklı ülkelerden sipariş edilmişti. Koca bir stadyumdaki bir sineği bile tespit edebilecek bir çift yakınlaştırılabilir kamera; İspanyol yapımı bir meteoroloji istasyonu; ge-zegen yüzeyinin altındaki toprak ve kaya katmanlarını taramak için Norveç yapımı bir radar ve zamanında Curiosity’de de bulunan, kimyasal yapılarını incelemek için kayaları araştıracak bir lazer aletinin gelişmiş bir versiyonuna sahip.

Eski bir NASA astronotu olan John Grunsfeld, 2012’den 2016’ya kadar ajansın bilim ofisini yönetir-ken Perseverance’ın geliştirilmesine de öncülük etmiş-ti. Grunsfeld, Perseverance’ın öncü olduğunu, çünkü yalnızca Mars’ın rüzgarlarını ve diğer seslerini ilk kez ortaya çıkarmakla kalmayıp aynı zamanda motorlar-daki veya tekerleklerdeki mühendislik sorunlarını da algılayabilecek iki mikrofon taşıdığını söylüyor. Ayrıca Ingenuity adlı 1.8 kilogramlık bir helikopteri var ve bu, gezicinin rotasını keşfetmek için kullanılabiliyor. Görev başarılı olursa Ingenuity, başka bir gezegende kontrol-lü uçuş yapan ilk araç olacak.

Ancak Perseverance’ın en kritik çalışma aygıtı, kayaları yakından incelemek için esneyebilen ve ar-dından örnekleri delip gezginin gövdesindeki tüplerde

Bu ay Mars’ı kuşattık! Çin ve BAE’nin uzay ajanslarının ardından NASA da Mars yolculuğu-nu tamamladı. Her birinin görev amacı ve tipi farklı ama hepsi aslında ortak bir amaca hiz-met ediyor; Mars’ın keşfi! Mars yüzeyine inen Perseverance gezgininin en büyük hedefi ise yaşam izi arayışı ve gelecek görevler için çe-şitli atmosfer testleri. Gönderilen aracın do-nanımını ve görevin detaylarını inceliyoruz.

İNSANLIK MARS’I KUŞATTI: NASA DA İNDİAzim, Kızıl Gezegen’i gezmeye, yaşam izi sürmeye başladı

Niçin Jezero Krateri tercih edildi?Perseverance, Curiosity’nin

iniş bölgesinden yaklaşık 3.750 kilometre uzaklıkta bulunan Je-zero Krateri’ni keşfetmek için altı tekerleği üzerine bir yolculuk ya-pacak. Ancak tekerleklerin mayıs ayına kadar büyük manevralar yapmayacağı da elimizdeki bilgiler arasında.

Jezero, birçok Slav dilinde “göl” anlamına geliyor. 3,8 mil-yar yıldan fazla bir süre önce,

45 kilometre genişliğindeki bu kratere bir nehrin aktığı ve onu göl sularıyla doldurduğu düşünülüyor. Elde edilen görüntüler, kraterin kenarı boyunca karbonat mineral-

lerinin yerleştiğini ve kaya şeklinde sertleştiğini gösteriyor. Bu heyecan verici. Çünkü Dünya’daki eski karbonat kayaları, stromatolitler olarak bilinen fosilleşmiş bakteri katmanları da dahil olmak üzere bilinen en eski yaşam kanıtlarından bazılarını içinde barındırıyor.

Bilim insanları, Mars’ta bir zamanlar yaşam varsa Jezero’nun bunu aramak için “doğru bir yer” olduğunu belirtiyor. Massachusetts Institute of Technology’de bu gö-rev üzerinde çalışan jeobiyolog Tanja Bosak, “Daha önce böyle bir ortamı keşfetme-miştik,” diyor. Bosak’a göre yaşamın kanıtı, gerçek fosiller şeklinde veya bir zamanlar kayalarda yaşamış olan organizmaların kimyasal veya jeolojik izlerinde saklı olabilir.

Fotoğraf, Perseverance paraşütünün NASA’nın Ames Araştırma Merkezi’ndeki dünyanın en büyük rüzgâr tü-nelinde test edilme aşamasını gösteriyor. Bu muazzam süpersonik paraşütün çapı 21.5 metre. Mars atmosferine girişten yaklaşık 240 saniye sonra, yaklaşık 11 kilometre yükseklikte ve yaklaşık 1.512 km/s hızla açıldığı düşünü-lüyor. (NASA / JPL-Caltech / Ames)

Mars’ın Jezero Krateri Perseverance’ın iniş sa-hası olacak. Burası, kraterin kenarında bulundu-ğu düşünülen karbonat minerallerini barındırdı-ğından, geçmiş yaşam izleri aramak için en uy-gun yer. (NASA / JPL-Caltech / MSSS / JHU-APL / ESA)

Page 18: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

HBT Sayı 257 - 26 Şubat 2021Uzay Araştırmaları 19

saklayabilen robotik koludur. Bu görev kapsamında bu örnekler toplanacak. İleriki bir zamanda gönderilecek bir uzay aracı ise bu örnekleri alıp Dünya’ya geri getire-bilecek.

Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden jeolog ve görevin proje bilimcisi Ken Far-ley, Perseverance’ın 43 tüp taşıdığını ve bunların, “gerçekten iyi olan” 30 veya 35 örnek için kullanılacağını belirtiyor. NASA ve Avrupa Uzay Ajansı, bu kayaları 2031 yılına kadar Dünya’ya geri getirmeyi planlı-yor. Böylece bilim insanları onları laboratu-varlarda incelenebilecek.

Perseverance, uzun vadeli Mars keşfine dair bir adım olarak Mars’ın karbondioksitli atmosferinden oksijen üretme gibi önemli bir çalışma da yapacak. Geleceğin insan astronotları, aynı şeyi, nefes almak için oksijen üretimi veya eve dönmek amacıyla roket yakıtı üretmek için yapabilirler.

Derleyen: Batuhan Sarıcan ([email protected])Kaynakça:https://www.nature.com/articles/d41586-020-

02257-whttps://scitechdaily.com/entry-descent-and-lan-

ding-the-most-intense-phase-of-the-mars-perseve-rance-rover-mission/

Güncel TıpMustafa Ç[email protected]

EĞİTİM ve COVID-19Yaklaşık bir yıldır COVID-19 pandemisi yazıyor, pandemiyi konuşuyoruz.

Konuşulan konuların başında da eğitim konusu geliyor. Sadece Türkiye değil, bütün dünya eğitimi başlatmak konusunda tered-

dütler yaşıyor. Bir yandan pandemide vaka sayılarının artma riski, diğer ta-rafta eğitimsiz kalan, yüz yüze eğitim şansını kaçıran gençler...İnsanlığın geleceği yani…

Pandemide ilk normalleşmesi gereken sektörler eğitim ve sağlık. Örgün eğitimde yüz yüze geçilmesi; bilim, teknoloji ve üretim toplumlarının önceliği olmalı. Öte taraftan gerçekçi olmak gerekirse, okulların açılması pandemi ve vakaların artması açısından risk taşıyor. Varyantların tartışıldığı ilk günlerde İngiltere’de okulların açık kalması, vaka sayılarını arttırdığı ge-rekçesiyle eleştirilerin odağı olmuştu. Üstelik Avrupa toplumlarında eğitim koşulları bizim ülkemizden biraz farklı. Çocuklar sırt çantalarını takıp, ev-lerine çok yakın okullarına yürüyerek gidip geliyorlar ve sınıf mevcutları da-ha düşük.

İstanbul’u düşünün; servis araçlarında saatlerce yol giden, nispeten da-ha kalabalık sınıflarda eğitim gören ve akşam kalabalık ailelerine geri dö-nen çocuklar…

Hatırlarsanız, Uzak Doğu’da yapılan çalışmalar, çocuklarda salgın ve bu-laş riski açısından en tehlikeli yaş grubunun 10-19 yaş grubu olduğunu göstermişti. Özellikle bu yaş grubunun oldukça sosyal ve aktif olduğunu düşünürsek bulaş açısından oldukça büyük sorun oluşturabilirler.

Ülkemizde yüz yüze eğitimin başlaması şüphesiz toplumsal hareketliliği epey arttıracak. Eğitim sektörünü sadece öğrenciler olarak görmemek gere-kiyor. Öğretmenler, personeller, servis şoförleri, kantin çalışanları gibi koca bir yetişkin eğitim ordusunu da hesaba katmalıyız.

Ülkemizde en büyük sorunlardan biri de geniş aile yapısı ve büyüklerimiz-le birlikte oturma alışkanlığımız. Yüz yüze eğitimin başlaması öğrencilerden yaşlılara bulaş riskini artırabilir. Ev içi bulaşın, en önemli bulaş yolu olduğu-nu artık biliyoruz. Bu durumun eğitimin yüz yüze başlaması kararında mut-laka hesaba katılması gerektiğini düşünüyorum.

ABD’de yapılan çalışmalarda, önlemlerin tam uygulandığı okullarda bu-laşın artmadığını gösteren ABD Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) raporları da var. Ancak ne yazık ki ilköğretim yaşındaki çocuklar maske, mesafe ve hij-yen kurallarına yetişkinlere oranla daha az uyuyor. Bu nedenler haftada 5 gün yerine 2 gün dönüşümlü eğitim yapılması ve sınıftaki öğrenci sayısının mümkün olduğunca az olması büyük önem taşıyor. Türkiye’de ilk kez illere göre hasta dağılım haritası yayınlanmaya başladı. Eğilimin bölgesel kararlar ile salgının yönetileceği yönünde olduğu anlaşılıyor.

Geçtiğimiz günlerde CDC, test pozitiflik oranının %10 altı ve yüz binde hasta sayısının 100’ün altına inmesi durumlarda yüz yüze eğitimin kontrollü biçimde başlayabileceğini söyledi. Ancak bu tür önerilerin ülke bazında ve ülke koşullarına göre uygulanması daha akıllıcadır.

Öte yandan uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimin yerini tutamayacağı da biliniyor. Yapılan çalışmalar, gerçekten de evde uzun süre kalan çocuklar-da kaygı bozukluğu, depresyon gibi şikayetlerin arttığını gösteriyor. Özellik-le ilkokul çağında ve okuma yazma öğrenecek çocuklar için uzaktan eğitim çok daha büyük sakınca ve zorluklar taşıyor, çocukların sosyal ve fiziksel ak-tiviteleri olumsuz etkileniyor. ABD’de Ulusal Pediatri Akademisi, çocukların gelişiminde uzaktan eğitimin önemli sorunlar yaratacağını ve bu sorunların pandemi kadar önemli olduğunu rapor etti.

Bir taraftan aşılama sürüyor, bir taraftan başta E484K mutasyonu taşıyan Güney Amerika ve Brezilya varyantı ile İngiltere’de görülen B117 varyan-tı kaygı yaratıyor. Ülkemizde aşılanan kişi sayısı henüz nüfusumuzun %5’ini oluşturuyor. Aşılamanın işe yaradığı İsrail örneğinde net biçimde izleniyor. Tüm İsrail’in neredeyse %80’i aşılandı ve hastalığı semptomatik geçirenlerin oranı %95 azaldı.

Biontech’in CEO’su Uğur Şahin, önümüzdeki 10 yıl bu virüsü konuşacağı-mızı söylüyor. Anlaşılan o ki, bir süre daha COVID-19 yazıp konuşmaya de-vam edeceğiz.

Görevin en kısa ama en yoğun aşaması: EDL (7 dakikalık dehşet)

Bugüne kadarki Mars görevlerinin yalnızca %40’ı başarılı oldu. Dolayısıyla Mars’a inmek kolay değil-dir. Ve bu zorluğun en kritik aşaması ise “Giriş, İniş ve Yüzeye Dokunuş” aşamasıdır. İngilizce baş harflerinden kı-saca “EDL” olarak bilinen bu süreç, NASA’nın Perseverance gezgininin Mars’a yaptığı yaklaşık yedi aylık yolculuğun son dakikalarında meydana gelen olaylara işaret ediyor. Perseverance, bu süreçlerin hepsini kendi başına yerine getirecek şekilde tasarlandı.

“7 dakikalık dehşet” olarak da bilinen EDL, Mars görevinin en kısa ama en yoğun aşamasıdır. Bu aşama, Perseverance saatte yaklaşık 20.000 kilometre hızla Mars atmosferinin tepesine ulaştığında başlıyor. Perseverance’ın Mars yüzeyine başarılı bir iniş yapması ve sabit durmasıyla sona eriyor; bu süreç yaklaşık yedi dakika sürüyor. Yere sağ salim indikten sonra Dünya’ya “ben iyiyim” sinyalinin gitmesi ise 11 dakika sürüyor. Yani mühendislerin tırnaklarını kemirdiği bu süreç sırasında araç zaten ya inmiş ya da çakılmış oluyor.

Kısacası gezginin 18 Şubat 2021’de Mars’a güvenli bir şekilde inmesi için yüzler-ce kritik olayın kusursuz ve tam zamanında yürütülmesi gerekiyordu. Yüzeyde belirli bir hedefe kilitlendikten sonra bu hızlardan o kadar kısa sürede güvenli bir şekilde sıfıra inmek, çok dikkatli, yaratıcı ve zorlayıcı bir şekilde “frene basmayı” gerektiriyor-du. Bir aşamada ortaya çıkabilecek bir sorun, görevin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olabilirdi.

İniş öncesi son anlarda yaşananların görselleştirmesiNASA’nın Perseverance gezgininin Mars’a yaptığı yaklaşık yedi aylık yolculuğun son dakikalarında meydana gelen olaylar şu şekildeydi. (NASA/JPL-CALTECH)

Seyir aracından ayrılıkAtmosfere girişten 10 dakika önce

Atmosfere girişEn yüksek sı-caklık noktası80. saniye

En yüksek hız azaltma anı90. saniye

Kılavuzlu GirişParaşütün açılması 240. saniye

Isı kalka-nından ayrılma260. saniye

Radar çalışması290. saniye

Arazi taraması330.saniye

Paraşütten ayrılma360. saniye

İtki roketleri ile iniş

İtki roketleri ile inişRoketli taşıyıcının (sky crane) ayrılması

Yere dokunuş 410. saniye

Roketli taşıyıcı

Roketli taşıyıcının (sky crane) gidişi

Jezero Krateri

Page 19: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

20Bulmaca HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021

SudokuGeçen haftanın

çözümü

Düşün Bul

SatrançEN KALABALIK GRUP

İlginç Sorular

SOLDAN SAĞA1. Tiren Denizi’nde, Sicilyanın kuzey kıyısı açıklarındabulunan, İtalya’nın aktif ve adayla aynı ismi taşıyanyanardağı bulunduran kü çü k ada – Sırbistan’da birırmak. 2. Veba hastalığı – Benzenden tü reyen amin –İsveç’te idari bölü m. 3. Konut – İş yeri – Japon pirinçtanrısı. 4. Ulaşmak – Kars yakınındaki ören yeri – Bir ayadı. 5. Argonautlar seferinin kahramanlarından birisi –Çeşitli renklerde kareli kumaş. 6. Çerkez destanı – Birmehterhane davulu – Bir yü zey ölçü sü . 7. Stronsiyumunsimgesi – Afrika’da yetişen bir ağaç – Katman. 8.Yalancı safran – Uzunçalar (kısa) – Bir tü r şekerleme. 9.ABD’de, Colarado’da bir kayak merkezi – Kulak iltihabı– Kuş yemi. 10. İskambilde koz – Patlayıcı bir madde– Bir mü zik tü rü – Adalet. 11. Garp – Su buharınınhareket ettirici gü cü nü göstermeye yarayan cihaz – “İçimdi iç şarabını / … bir .yana hicabını” (RecaizadeEkrem). 12. TV yayın sistemlerinden birisi – İyilik. 13.Eğilimi olan – Genç erkek sığır – Kıraat. 14. Yü ksek okul– Baklagillerden bazı ağaçların kırmızı boya çıkarılan

odunu. 15. Tü mör – Samuray kılıcı – Eş-ya, hayvan damgası – Bir nota.

YUKARIDAN AŞAĞIYA 1. “Austin James …” (Animal Planet’teyaptığı programlarıyla tanınan, Gü ney Afrika doğumlu sü rü ngen bilimci) – Sim-yacıların kurşuna verdiği ad. 2. Maden eritilen saplı pota – Çarşılarda aynı işi yapan esnafın bulunduğu bölü m – İsviç-re’de bir ırmak. 3. Yü z, çehre – Ceza-yir Sahrası’nda vahalar dizisi – Sovyet-ler’in uzaya gönderdiği ilk uydunun adı. 4. Ses yansıma – Salıverme, koyuverme. 5. Afrika’da bir ü lke – Ağır, kalın, daya-nıklı ve sağlam – Rusçada evet. 6. Ka-zakistan’da, Rus uzay ü ssü nü n bulundu-ğu kent – “… Adabağ” (DTCF’de dekan-lık ve İtalyan Dili ve Edebiyatı anabilim dalı başkanlığı da yapan, İtalyanca çevi-rileriyle tanınan yazar, akademisyen). 7. Bir ağırlık birimi – Ad, ü n – “Kendi kendi-ne”anlamı veren bir önek – Japon Buda

rahibi. 8. Lityumun simgesi – Eski bir Avrupa uygarlığı – Hü cre çekirdeğinde bulunan ve kromatin tanelerini taşı-yan ağ biçimindeki ipliksi yapı. 9. Araz – Zeytin kü spesi. 10. Toplanma, birleşim – Tıkaç. 11. Kalıtım asidi – Ceza-yir’de bir kent – Dişleri saran kemik ve diş eti dokuları il-tihabı. 12. Yurttaş Kane’in söylediği son sözcü k – Kar ayaklığı. 13. Altın ve gü mü ş eritilen kabın içine konan-çerçeve – Bilgili,u-yanık – Sodyum klorü r. 14. Sodyu-mun simgesi– Akarsuyun çok hızlı aktığı yer – Bi-ten bir yazının so-nuna konan işaret. 15. Kıta – Başka birisi tarafından çı-karılan seslerin yi-nelenmesi.

Aşı için en uygun yer neresi?

Dr. Hakan Karabacak [email protected] Beyazlar herhangi bir taşıyla atak başlatarak bu oyunu alabilir…Fakat iki hamlede zafere ulaşmak için tek bir anahtar hamle var.

Beyaz oynar, 2 hamlede mat

Geçen haftanın anahtar hamlesi: Ae4

Soru: COVID-19 aşıları niçin kolun üst kısmına yapılıyor?

Yanıt: COVID-19 aşıları kolun omuza yakın üst kısmındaki deltoid kasına yapılır. Delto-id, insan omuzunu çev-releyen kaslara verilen isimdir. İsmini önden veya arkadan bakıldı-ğından bir üçgen şeklini anımsattığı için eski Yu-nancada üçgen an-lamına gelen “Delta” kelimesinden alır. Bazı anatomistler tara-fından Deltoideus olarak da adlandırılır.

Aşının bu kasa yapılmasının nedeni, deltoidin aşının içeriğini hızla dağıtma özelliğine sahip olmasıdır. Bu kas ayrıca içeriği sulandırıp seyreltmez ve önemli maddele-rin bozulmasını engeller. Bol miktarda kan damarı içe-ren deltoid kaslar, aşının içeriğinin vücuda dağılmasını sağladığı gibi, bağışıklık hücrelerinin enjeksiyon bölge-sinden ileri geri hareket etmesini kolaylaştırır. Bu kas ağzına kadar “messenger-haberci” bağışıklık hücreleri ile doludur. Haberci hücreler aşı yapılır yapılmaz aşının içindeki koronavirüs benzeri parçaları yakalayıp, bağı-şıklık sisteminin geri kalanına taşırlar. Böylece antikor-ların ve hastalıkla mücadele eden diğer moleküllerin/hücrelerin üretimi tetiklenir.

Aşının doğrudan kana enjekte edilmesi, içeriğini hızla sulandırır ve bağışıklık hücrelerinin öğrenme fır-satını elinden alır. Veya aşının kalça gibi daha yağlı bir dokuya yapılması, süreci aşırı yavaşlatır. Çünkü yağ dokusunda fazla kan damarı bulunmaz ve kritik mes-senger hücrelerinden yoksundur .

Kolun üst tarafındaki deltoid kaslara enjekte edilen aşı, enjeksiyon bölgesinde kısa süreli ağrıya yol açar. Ama bu iyiye işarettir, zira bağışıklık hücrelerinin ağır yük altında çalıştığını gösterir.

Kaynak: The Atlantic, Katherine J.Wu

Ender Aktulga [email protected]

İlk 1000 asal sayı, rakamlar toplamlarına göre gruplandırılmış-tır. Örneğin rakamlar toplamı 2olan grup 2, 11, 101 olmak üzere 3 asal sayıyı içermektedir.

SORU: En çok asal sayıyı içeren grubun, rakamlar toplamı kaçtır ve kaç asal sayı içermektedir?

255. sayıda “Artezyen Kuyusu” isimli bulmacanın yanıtı:

8800 m

Bulmacayı doğru çözen okuyucularımız: Ender Aktulga-İs-tanbul, Selçuk Kumbasar-İstanbul, Naim Uygun-Hatay, Bay-kar Silahlı-İstanbul, Tahsin Çepoğlu-Hopa, Yücel Gün-Denizli, Piyale Nazlı-İzmir

254. sayıdaki bulmacayı çözenler: Uğur İyidoğan-İstanbul

Hazırlayan: İlker Mumcuoğlu

Dr. Hakan Karabacak [email protected] Beyazlar herhangi bir taşıyla atak başlatarak bu oyunu alabilir…Fakat iki hamlede zafere ulaş-mak için tek bir anahtar hamle var.

Beyaz oynar, 2 hamlede mat

Geçen haftanın anahtar hamlesi: Ae4

Satranç

Page 20: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Haluk [email protected]

Çok değil, 30 yıl önceye kadar insanların çoğu, not tutmak için, cep defteri ve kalem taşırdı. Giysiler-de bunları koymaya uygun yerler bulunurdu. Yüz

lerce yıldır süregelen bu yazma alışkanlığıyla ilgili zaman içinde değişen tek şey, kullanılan kırtasiye malzemeleriydi. Hafızasına güvenenler, gerekenleri ka-falarına kayıt ederdi. Şaşırtıcı sayıda adres, isim, telefon numarası vb. ezbere bilinirdi.

Charles Darwin gibi gezgin bilimcilerin işi bu açıdan oldukça zordu. H.M.S. Beagle gemisiyle beş yıl süren (1831-1836) dünya yolculuğunda, bütün gün bedenen çalışıp, akşamları mum ya da lamba ışığında gündüz gördüklerini kaydederdi. Araziye çıktığında, yürürken, at üzerinde veya çadırdayken de not alması gerekiyordu. Çoğunlukla kurşun kalem, şayet uygunsa mürekkepli kalem kullanırdı.

“Hafızaya asla güvenilmez; çünkü ilginç bir objenin yerine

çok daha ilginç başka bir tanesi bulunduğunda hafıza, vefasız bir dosta dönüşür...”

Charles Darwin (Araştırma Günlüğü, 1839)

Yine yakın zamana kadar mektup yazma, temel haberleşme yoluydu. Bu işin ustası olan Darwin tüm yaşamı boyunca, 2000 kadar kişiyle 15.000’den fazla mektup yoluyla haberleşmişti (www.darwinproject.ac.uk/letters). Bu nedenle on-dan günümüze kalan en değerli hazine, yolculuk sırasında ve sonrasında tuttuğu not defterleri ve yazdığı mektuplardır. Bunların bir kısmı ailesiyle yaşadığı, İngiltere’nin Kent şehrine bağlı Down köyündeki evinde (1929’dan beri müzedir), geri kalanlar ise Cambridge Üniversitesi Kütüphane-si’nde korunmaktadır.

Çalıntı Sanat Eserleri!Kütüphane’nin 2017’den beri müdürlüğünü yapan Dr.

Jessica Gardner, Darwin’in “B” ve “C” diye tanımlanan iki not defterinin kayıp haberini 24 Kasım 2020 günü basına duyurmuştu. Bu tarih aynı zamanda, Türlerin Kökeni’nin basım tarihi olan 24 Kasım 1859’un yıl dö-nümlerinde, “Evrim günü” diye anımsanan güne de denk geliyordu (Roberts 2020).

Aslında defterlerin kaybolduğu 2001’de resmi olarak kütüphanenin kayıtlarına geçmişti ama yanlışlıkla başka bir kutuya konuldukları düşünülerek, nasıl olsa bir gün bir yerden çıkar diye ayrıntılı bir soruşturma yapılmamıştı. Defterler en son Eylül 2000’de, fotoğrafları çekilmek üze-re, Güvenlikli Özel Koleksiyonlar Odası’ndan çıkartılmıştı ve ondan beri saklandıkları kutuyla birlikte kayıptılar.

Geçen yıl Dr. Gardner’ın, Darwin’e ait belgelerin saklandığı 189 arşiv kutusunda yaptırdığı ayrıntılı bir ara-ma sonucu, defterlerin çalındığına kesin olarak karar verilir. Milyonlarca dolar değerindeki defterlerin durumu polise bildirildikten sonra, adli soruş-turma başlatılmıştır. Ayrıca defterler İnterpol’un “Çalıntı Sanat Eserleri” listesine de geçmiştir. Tek teselli ise,

içeriklerinin daha önceden dijital arşive alınmış olmasıdır.

Transmutasyon DefterleriDarwin’in bilimsel çalışmalarıyla ilgili, Beagle yolculu-

ğu sırasında ve sonrasında kaleme aldığı, en az 25 not defteri bulunmaktadır. Uzmanlar arasında “Transmutas-yon Defterleri” olarak da bilinen B, C, D ve E defterleri yolculuk dönüşü, yani Temmuz 1837 ve Temmuz 1839 yılları arası kullanılmışlardı.

Hırsızlar neyi çalacaklarını iyi biliyorlardı, çünkü bun-lar Darwin’e ait en değerli belgeler arasındaydı. Örneğin onun çizdiği tanınmış “Yaşam Ağacı” şeması “B defteri” içindeydi. Biyoloji tarihinde ilk kez, canlı türleri arasındaki gerçek evrimsel akrabalık ilişkisini gösteren bir şekildi bu. Bol dallı yaşam ağacının küçük bir kısmını yansıtan şema, bazı canlıların ortak atalardan değişerek türe-diğini (Transmutasyon), bazılarının ise (uyum sağlaya-mayıp) soyu tükendiği için evrim sahnesinden çekildiğini ifade ediyordu. Bu defterdeki şemanın daha ayrıntılı bir sürümü, bundan 22 yıl sonra basılacak “Türlerin Kökeni” (1859) kitabındaki tek şekil olacaktı.

Çalınan iki defterin bir başka açıdan önemi, dünya seyahatinin son yılında (1836’da), Darwin’de yeni yeşer-

meye başlayan “türlerin sabit olmadığı” düşüncesinin hemen sonrası kaleme alınmış olmalarıydı (Eldredge 2005). Bunlar aynı zamanda, onun doğal seçilim meka-nizmasını icat etmesinde etkili olacak, Thomas Malt-hus’un “Nüfus Üzerine” adlı eserini Eylül 1838’de oku-masından önceki düşünceleriydi.

Büyük İngiliz astronom John Herschel’in, arkadaşı olan tanınmış jeolog Charles Lyell’a 20 Şubat 1836’da gönderdiği mektupta, “Gizemlerin gizemi” diye tanımla-dığı, tür çeşitliliğinin kökeni, canlıların yaşadıkları ortama uyumu ve dünyadaki dağılımı konuları üzerine onun ne tip analizler yapıp, çözümler aradığını gösteren bilim tari-hinin çok önemli bir parçasıydı çalınan defterler. Coğrafi izolasyonun türleşmedeki önemini ayrıntısıyla ele almıştı.

İlahi yaratılışla, canlı türlerinin dağılımına ilişkin gözlemle-ri arasındaki uyumsuzluklara da değinmişti.

İnsanın öteki hayvanlarla ortak atayı paylaşması düşüncesini “C defteri’nde” irdeleyecekti. Bu defterler, Darwin’in, “Kuramım” diye söz ettiği yeni düşüncelerini desteklemek için akla gelebilecek (felsefe, ekonomi, bilim tarihi vb.) her çeşit kaynağa başvurduğunu yani de-rin bir okuma çalışması yaptığını da gösteriyordu (cudl.lib.cam.ac.uk). Kısacası, ileride düşünce tarihi üzerine büyük etki yapacak kitaplarının ana temaları bunlarda saklıydı.

Bu ilk değil!Darwin’in not defterleri daha önce de hırsızların

hedefi olmuştu. Beagle’la yolculukdayken tuttuğu 15 defterden biri olan ve onun “Galápagos, Otaheite Lima” adını verdiği defter, 1980’li yılların başında bulunduğu Down’daki evinden çalınmış ve o gün-den beri de izi bulunamamıştı.

Bu defter Darwin’in Güney Amerika’da Şili, Peru; Pasifik Okyanusun’da Galápagos Takımada-ları ve Tahiti’de arazide iken tuttuğu notları içeri-yordu. Şili’deki dağ tepelerinde bulduğu deniz ka-buklarını, depremleri, deniz tabanı yükselmelerini, Galápagoslar’ın deniz yosunlarıyla beslenen kara

kertenkelelerini, kaktüs yiyen dev kara kaplumbağa-larını, ispinoz kuşlarını, yanardağları, lav akıntılarını, Halley kuyruklu yıldızını görmesini vb. bu deftere kaydetmişti (Chancellor ve van Wyhe, 2008).

Büyük kuramları yaratan büyük bilimcilerin geçir-dikleri zorlu düşünsel serüveni ayrıntısıyla anlatan özgün kaynakların sayısı çok azdır. Herhalde şu an, bencil ko-leksiyonerlerin gizli kasalarını süsleyen bu defterler, uma-rız insanlığın ortak malı olarak, müze ve kütüphanedeki yerlerine geri konulurlar.

KaynaklarChancellor, G ve van Wyhe, J. (2008). ‘Ladies, Like Mermaids’: An

Introduction to the Galapagos Notebook. (http://darwin-online.org.uk/EditorialIntroductions/Chancellor_fieldNotebooks1.17.html) (Erişim 1 Şubat 2021)

Eldredge, N (2005). Darwin’s Other Books: “Red” and “Transmu-tation” Notebooks, “Sketch,” “Essay,” and Natural Selection. PLoS Biology, 3(11):e382.

Roberts, S. (2020). Darwin’s Missing Notebooks. (https://www.cam.ac.uk/stories/DarwinAppeal) (Erişim 20 Ocak 2021)

https://cudl.lib.cam.ac.uk/view/MS-DAR-00121/1 (Erişim 4 Şubat 2021)

HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021 21Evrim

Beagle yolculuğu sırasında ve sonrasında kaleme aldığı, en az 25 not defteri vardı bu dahi düşünürün. Ve bunlar Darwin’e ait en değerli belgeler arasındaydı. Ör-neğin onun çizdiği tanınmış “Yaşam Ağa-cı” şeması Biyoloji tarihinde ilk kez, canlı türleri arasındaki gerçek evrim-sel akrabalık ilişkisini gösteren bir şekil-di. Şema, bazı canlıların ortak atalardan değişerek türediğini (Transmutasyon), baz alıyordu.

Darwin’in Çalınan Not Defterleri

B defterindeki (1837) Yaşam Ağacı (solda). Şemadaki 1 rakamı ata türü, büyük harfler ise ondan türeyen türlerin oluşturduğu cinsleri göstermektedir. Soyu tükenmiş türler ağaçta devam etmemiştir. Bu şema 22 yıl sonra, Türlerin Kökeni (1859) kitabında bu şekli almıştır. (sağda)

Page 21: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

En yeni Korona Haberleri HBT Sayı 257 - 26 Şubat 2021 22

Dünya Sağlık Örgütü ve Çinli soruşturma heyetleri birlikte SARS-CoV-2’nin nereden kaynaklanmış olabileceğini araştırıyorlar. Son günlerde pande-

minin insanlara donmuş etlerden geçmiş olabileceği varsayımı üzerinde duruluyor.

Araştırma ekibi sözcüsü, virüsün ilk ortaya çıktığı Wuhan’daki Huanan et pazarında dondurulmuş etlerin de satıldığına dikkat çekiyor. Ekip sözcüsü Peter Ben Embarek, “Virüsün soğuk, donmuş ortamlarda da ha-yatta kalabildiğini biliyoruz. Ama virüsün insanlara bu-radan nasıl atladığını henüz bilmiyoruz” diyor. Çin med-yasına göre koronavirüs donmuş etin ambalajında veya içinde taşınmış olabilir. Bu da virüsün kaynağının Çin’in dışında başka bir ülke olabileceği anlamına geliyor.

Warwick Üniversitesi’nden virolog Lawrence Young, “Virüsün bu yolla bulaşması bana göre imkan-sız. Hatta imkansız ötesi” diyor. Young bunun nedenini şöyle açıklıyor: “SARS-CoV-2 bir kılıf içindedir. Bu da virüsün yağlı, lipid bir zarla kaplı olduğu anlamına gelir. Bu zar donma ve erime döngülerine dayanıklı değil.

Ulaşım sırasında bu tür sıcak-lık farklılıklarına maruz kalmış olması doğaldır. Bu kılıf yok olursa virüs insanları enfekte edemez.”

SARS-CoV-2 ayrıca nakliye sırasında da zarar görebilir. Hava taşımacığında kargo bölümünde sıcaklık -20°C ve -30°C’lere düşer. İnişte ise bu sıcaklık yükselir. Deniz yoluya taşımacılıkta ise “tuzlu hava etkisi” denilen durumda hava-daki aşırı tuz yükü virüsü öldürebilir. Rutubet de virüsün kılıfını bozabilir.

Diğer olasılıklarVirüs donmuş gıda paketinin üzerinde de canlı kal-

mış olabilir. Bir diğer olasılık da virüsün paketin içindeki donmuş et veya balıkla birlikte taşınmış olması.

Texas Eyalet Üniversite-si’nden Rodney Rohde pa-ketin üzerindeki virüsün canlı kalmasının mümkün olmadı-ğını söyleyerek, herhangi bir PCR testinin virüsün canlı mı yoksa cansız mı olduğunu be-lemeyeceğine dikkat çekiyor.

“Virüs paketin içindeki yiyecekte bulunsa bile pişirme sırasında ocağın sıcaklığında veya midenin asidik ortamın-da canlı kalamaz” diye konu-

şan Young, “Ama et eğer çiğ yeniyorsa veya tam olarak pişirilmemişse, ellerden veya çiğneme sırasında üst solunum yollarından geçebilir” diyor.

https://www.newscientist.com/article/2267598-did-the-coronavi-rus-really-come-from-frozen-food-as-the-who-suggests/

9 aşının COVID’e karşı etkin koruma sağladığının gö-rülmesi ve dünyada aşı tedarikinde yaşanan sorun-lar, bilim insanlarını yeni bir arayışa itti: İki doz yapıl-

ması gereken aşılarda aşılar birbiri ile eşleştirilebilir mi?Eğer bazı birleşmeler işe yarıyorsa, üretiminde aksa-

ma olan aşılar bundan böyle sorun yaratmayabilir. Ayrıca iki farklı aşıda dozları karıştırmak COVID-19’a karşı koru-mayı da güçlendirebilir. Aşıları karıştırma konusu şu anda deneme sürecinde. Denemelerden birinde ilk dozda Rus malı Sputnik V kullanılırken, ikinci dozda Oxford/AstraZe-neca kullanılıyor. Bu ikisi de aynı teknolojiden yararlanı-larak üretilmiş. Planlanmakta olan ikinci bir deneyde ise Oxford/AstraZeneca aşısı ile Pfi zer/BioNTech aşısı karış-tırılıyor. Bu iki aşıda farklı teknolojiler kullanılmış.

Sıra dışı koşullarda uygulanabilirAncak sağlık yetkilileri

bu denemelerden sonuç alı-nıncaya kadar ihtiyatı elden bırakmama çağrısı yapıyor. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Mekezi (CDC), sıra dışı koşulların geçerli olmadığı ortamlarda insanlara aşıları karıştırmamaları uyarısında bulunuyor. Bu sıra dışı koşul-lara en iyi örnek aşı üretiminde yaşanan darboğazlar ve dağı-tım sorunları olabilir.

Ne var ki COVID-19 aşılarında yaşanan yetersizlik ve korkutucu boyutlara ulaşan yayılma, karıştır-ve-denk-leştir konusunu sürekli olarak gündemde tutuyor. Sabin Aşı Enstitüsü’nden küresel immünizasyon bölüm başkanı Bruce Gellin, “Diğerinin yerine geçebilir ürünlerin sayısı arttıkça, tedarikte sorun olduğu dönemlerde kitlesel aşı-lama kampanyaları çok farklı bir boyuta ulaşabilir” diyor.

Geçmişte yaşa-nan deneyimler

Bilim insanları eskiden de karıştır-ve-denkleştir aşı deneylerinden önemli deneyimler kazanmıştı. 20 yıldan beri HIV aşıları konusunda da karıştırma denemeleri yapıldı ama hiçbiri başarılı olamadı. Johnson&Johnson, geliştir-diği Ebola aşısını Bavarian Nordic’in ürettiği başka bir aşıyla birleştirerek, yaşlılar-da bağışıklık tepkisini güç-lendirmeyi hedefl iyordu.

CO-VID-19 aşılarını karıştırma-ve-denkleştirme çalışmaları potansiyel sorunlarla karşı karşıya. Biri, düzenleme sistemleri ile ilgili. Örneğin aşılardan yalnızca biri acil kullanım onayı almış olabilir. İkincisi ise kullanılan teknoloji platformlarıyla ilgili. Örneğin Moderna ve Pfi zer/BioNTech, mRNA tek-nolojisinden yararlanılarak üretildiği için birleştirilmesi durumunda fazla sorun çık-mayacağı düşünülüyor.

Farklı platformlar, bağışıklık sisteminin farklı unsurlarını harekete geçireceği için bağışıklık siste-minde sorun çıkartabilir. Örneğin Sputnik V aşısı ve Ast-raZeneca aşısı, anahtar geni insan hücrelerine taşımak için farklı adenovirüs (Ad) vektörlerinden yararlanıyor. İkisi de iki doz gerektiriyor. Ancak...Sputnik aşısını üreten Gamelaya Enstitüsü birinci ve ikinci dozlarda, iki farklı adenovirüs vektörü kullanıyor; bunlar önce ilk dozda Ad26, daha sonraki ikinci dozda Ad5. AstraZeneca ise

her iki dozun ikisinde de benzer şempanze adenovirü-sünden (ChAd) yararlanıyor. Dolayısıyla, teorik olarak, ilk dozdaki tetiklenme ikinci dozda etkisizleşebilir. Bu ne-denle ikinci dozun Sputnik V’nin ilk dozuyla yapılması bir çözüm olabilir.

Sputnik V ise ilk dozda Ad26, ikinci dozda ise Ad5 kullanıyor. Oysa Ad5 daha önce denendiği HIV aşısında enfekte olma olasılığını artırdığı için başarısız bulunmuş-tu. Bu tartışmalı vektörü kullanması soru işareti yaratıyor. Zaten aşının ikinci dozunun üretiminde de bazı sorunlar yaşandığı biliniyor. Bu durumda, Sputnik V aşısının da ikinci dozu olarak Oxford aşısı kullanılabilir. Böylece iki farklı aşıyı kombine ederek her ikisinin de sorunları çö-zümlenebilir. Gamaleya ise AstraZeneca’nın aşısından 2. doz olarak yararlanabilir, çünkü Gamaleya Ad5 üretimin-de sorun yaşıyor. Sorun Ad26-ChAd olarak çözümlene-bilir.

https://www.sciencemag.org/news/2021/02/should-you-mix-and-match-covid-19-vaccines-scientists-are-seeking-answers?utm_cam-paign=news_weekly_2021-02-12&et_rid=99852534&et_cid=3664535

COVID-19 aşıları arasında uyum var mı?

Koronavirüs yoksa donmuş gıdalardan mı çıktı?

Hazırlayan: Reyhan Oksay

Page 22: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

Prof. Dr. Nevzat SaygılıoğluAtılım Üniversitesi, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü

Raporda dünyadaki 180 ülkenin veya bölgenin kamu kesimine yönelik yolsuzluk algı anketi so-nuçları yer alıyor. Raporda çok ilginç ve bir o

kadar da düşündürücü sonuçlar var. Örneğin; 4 Raporun hemen başında 180 ülkenin 100 puan

üzerinden sıralaması var. 4 Toplam 100 puan üzerinden hesaplanan endek-

se göre dünyanın not ortalaması 43.4 Dünya ülkelerinin üçte ikisi 50 puanın altında

endekse sahip.4 AB ve Batı Avrupa’nın not ortalaması 66.4 Buna karşın Sahra Altı Afrika’nın not or-

talaması 100 üzerinden sadece 32.4 Dünyanın en şeffaf ülkeleri 88 puan-

la Danimarka ve Yeni Zelanda iken; 85 puan-la bu ülkeleri izleyen Finlandiya, Singapur, İs-veç ve İsviçre.

Türkiye’nin dünya yolsuzlukligindeki sıralaması…

Yakın bir zamana kadar 17. büyük ekono-mi olarak G 20 içinde yer alan ve şimdilerde de 2 sıra gerileyerek 19. sıraya düşen Türkiye’nin çeşitli uluslararası platform sıralamalarında du-rumu hiç de iç açıcı değil. Bu durum yolsuzluk algı endeksinde de değişmiyor.

• 2020 yılında dünya yolsuzluk liginde Tür-kiye’nin sırası 40 puanla 86.

• AB ülkeleri arasında Romanya’dan sonra sonuncu sırada.

• OECD ülkeleri arasında ise sondan üçüncü sıra-da.

• Ürdün, Fas, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkeleri Tür-kiye’nin önünde.

• Aynı şekilde tüm Arap dünyası ülkeler de Türki-ye’den daha iyi durumda.

• 2013 yılında Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeler grubunda lider konumda bulunan Türkiye’nin 2020 yı-

lındaki sırası beşincilik.

COVID-19 aynı zamanda yolsuz-luğu da tetikliyor!...

İlginç bir ikiz sorunla karşı karşıyayız. Bir yanda toplumun sosyal ve ekonomik durumunu olumsuz et-kileyen “yolsuzluk”; bir yanda da tüm dünyanın ve belki de birkaç yüzyılın en temel sağlık sorunu olarak ortaya çıkan ve dolayısıyla tüm ekonomileri de ade-ta alabora eden “coronavirus pandemisi”. Ne yazık ki Covid-19 salgını yolsuzluğu da etkiliyor.

COVID-19 sadece bir sağlık ve ekonomik kriz de-ğil, aynı zamanda bir yolsuzluk krizi.

Uluslararası Şeffaflık Örgütünün araştırmasına gö-re; yolsuzluğun daha yaygın olduğu ülkelerin, vatan-daşlarına sağlık hizmeti sunma konusunda daha az yetenekli olduklarını ve bu ülkelerin krizlerle başa çık-mak için çok az donanımlı olduklarını gösteriyor. Araş-tırma, yolsuzluğun aynı zamanda devam eden bir de-mokrasi krizine de katkıda bulunduğunu ortaya koyu-yor.

Yüksek düzeyde yolsuzluğa sahip ülkeler, CO-VID-19 krizine verilen demokratik tepkilere daha az bel bağlamış ve bu durum da dünyanın birçok bölge-sinde demokratik gerilemeye yol açmış durumda.

Dünyanın pek çok yerinde aşıların mevcut olduğu

krizde bir yıldan fazla bir süredir, yolsuzluğun aşı da-ğıtımını da baltalamaya devam edip etmeyeceği ko-nusunda belirsiz bir soru var.

Aslında salgın, kamu yönetiminde şeffaflığın ve hesap verebilirliğin yaşamsal önemini çarpıcı bir bi-çimde göstermiş durumda. Salgın verilerinin zama-nında, eksiksiz ve doğru bir biçimde paylaşılmama-sı toplum sağlığını tehlikeye atacak nitelikte. Öte yan-dan salgın koşullarının zorunlu kıldığı ivedilikle bera-

ber salgın dışında yapılan kamu harcama-larında da açık ihale yöntemi yerine pazarlık ve davet yöntemleri ağırlık kazanmış.

Gerçekten de 2020 Yolsuzluk Algı Endeksi sonuç-ları, temel demokratik ilkelerin, hukuk devletinin ve medya özgürlüğünün yolsuzlukla mücadelenin vaz-geçilmez unsurları olduğunu gösteriyor. Yolsuzluğun yaygınlaşmasını ve sıradanlaşmasını sağlayan ceza-

sızlık uygulamala-rı devam ediyor. Bü-yük ölçekli yolsuzluk iddiaları yargıya ta-şınsa da pek çoğu-nun soruşturma aşa-masında kalmasıyla yolsuzluk suçları için cezasızlık yaygınla-şıyor. Bütçe şeffaflığı ve kamu kaynakları-nın kullanımına ilişkin hesap verebilirlik ko-nusunda temel ihlal-ler bulunuyor. Medya kuruluşlarına, gaze-tecilere, sivil topluma yönelik baskı ve yıl-dırma politikaları sü-rüyor.

Aslında bunlara karşın yargı erki, bağımsızlığını korumalı ve yolsuzlukla mücadele gücünü yitirmeme-li. Geleceğimizi ipotek altına alan “Kamu Özel İşbirli-ği” (PPP) proje, ihale ve sözleşme süreçleri şeffaf ve açık bir biçimde yürütülmeli, bu projelerin kamu mali-yesine oluşturduğu yük toplumla paylaşılmalı.

Zira Covid-19 küresel düzeyde yolsuzluğu tetikli-yor.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre COVID-19 yolsuzluğu da tetikliyor

Uluslararası Şeffaflık Örgütü (International Transparency) 2020 yılına ilişkin “Yolsuzluk Algı Endeksi”(Corruption Perception Index” raporunu 29 Ocak 2021 günü kendi web say-fasında yayımladı.

Page 23: TÜRKİYE’NİN HAFTALIK BİLİM, TEKNOLOJİ, KÜLTÜR VE …

HBT Sayı 257- 26 Şubat 2021 24Hayvanlar Dünyası

Evcil kediler sadece ABD’de her yıl 1-4 mil-yar yabani hayvanı öldürdüğü tahmin edi-liyor. Kedilerin öldürdüğü hayvanlar ara-

sında fareler ve tavşanlar gibi memeliler çoğun-luğu oluştururken kuşlar, kurbağa ve kertenke-leler de bulunuyor.

Doğal yaşamı korumaya yönelik çabalarla kedi sahiplerinin evcil hayvanlarını kapalı yerler-de tutma, doğal olarak değerlendirdikleri dav-ranışları engelleme ve tasma gibi önlemler al-madaki özensizlikleri çatışıyor. Yeni bir araştır-ma, iyi beslenen kedilerin neden hala avlandı-ğının temel nedenlerini ele alan ilk çalışma oldu ve araştırmacılar sonuçların doğal yaşam, kedi-ler ve sahipleri için iyi olduğunu belirtiyor.

Current Biology’de yayınlanan çalışma-da, içerisindeki tüm proteinleri etten gelen nitelikli mamalarla beslenen kedilerde av-lanma davranışının azaldığına işaret ediliyor. Bazı kedi mamalarının bitkisel proteinler içerdiğini belirten araştırmacılar bu mamaların besin değerleri açısından kedilere ye-tersiz gelerek onları avlanmaya teşvik etmesinin muhtemel olduğu ifade ediyor.

Çalışmada, beslenme düzeni değişikliği ve avlanma oyunlarının etkisi 300’den fazla kedide izlendi. Kedi sahiplerinin tüylü bir oyuncağı bir ip ve sopa ile hareket et-tirdikleri avlanma oyunları 5 ila 10 dakika sürdü. Kovalama aşamasından sonra kedi-lere oyuncak fareler verilerek gerçek bir avlanmayı canlandırmaları sağlandı.

Araştırmacılar bu oyunların kedileri meme-li öldürme sayısını azalttığını, ancak kuşlara dair sayıları değiştirmediğini belirtiyor. Bunun nede-ninin oyun zamanının genellikle akşam olması, kedilerin fare avladığı gece vaktine yakın olması olabileceği ifade ediliyor. Kediler kuşları genel-likle sabahları avlıyor.

Etli mamaların daha fazla tüketilmesi hem memeli hem de kuş avlanmalarını azalttı. Baş-ka bir önlem olarak, parlak renkli tasmalar kuş ölümlerini % 42 oranında azaltırken, çoğunlukla gece gerçekleşen memeli avlanmalarına bir et-kisi olmadı.

Çalışmaya katılan kedi sahiplerin dörtte üçü, çalışma bittikten sonra evcil hayvanlarıyla oynamaya devam edeceklerini söylerken sade-

ce üçte biri daha pahalı olan nitelikli mamalarla devam edecekleri belirtti.Çalışmada sadece avladığı bilinen kediler yer aldı. Katil kediler muhtemelen azın-

lıkta olsa da kedi popülasyonun büyüklüğü onları doğal yaşam için tehdit haline geti-riyor. Araştırmacılar, yerleşim bölgelerindeki kedi yoğunluğunun doğal avcı popülas-yonundan çok daha fazla olduğu ifade ediyor.

https://www.theguardian.com/science/2021/feb/11/meaty-meals-and-play-stop-cats-killing-wildlife-study-finds

Current Biology’de yayınlanan çalışmada, ku-zeyden güneye doğru uzanan manyetik yo-ğunluk (manyetik alanın gücü) ve manyetik

eğimin (manyetik alan çizgileri ile Dünya yüzeyi ara-sında oluşan açı) kuşlar için bir kuzey-güney ekseni, manyetik sapmanın ise (coğrafi kuzey kutbu ile man-

yetik kuzey kutbu arasındaki yön fark) bir doğu-batı ekse-ni sağladığı öne sü-rülüyor.

Kuşlar kuzeye gittikçe manyetik yo-ğunluğun arttığını al-gılayabiliyorsa, ne-rede olurlarsa olsun-lar kuzey-güney ek-senindeki konumları-nı tespit edebilecek-leri anlamına geliyor. Benzer şekilde, man-yetik sapma da do-ğu-batı ekseninde-ki konumlarını her an bilmelerini sağlar.

Bu durumda kuş-lar, GPS navigasyo-nunun temeli olan Kartezyen koordinatlara benzer bir sistem kullanıyor demektir. Bu teori doğruysa, manyetik alana dair bil-gileri kullanan kuşların dünyanın herhangi bir yerin-deyken konumlarını tahmin edebilmeleri gerektiği an-lamına geliyor.

Bu teoriyi test etmek amacıyla araştırmacılar, manyetik alanı değiştiren bir kafes kullandı. Çalışma-da, diğer değişkenler sabitken manyetik alan değişti-ğinde kuşların havalanırken uçuş yönlerinin de değiş-tiği görüldü.

Kuşların Dünya’nın manyetik alanını kullanarak

yönlerini bulduklarına dair ipuçları olsa da, manyaetik alanı nasıl algıladıkları konusu hala bir gizem olarak kalıyor. Kuşların, kriptokrom adı verilen ışığa duyar-lı bir molekül aracılığıyla veya manyetik demir oksit parçacıkları içeren duyu hücreleri aracılığıyla manye-tik değerleri algıladıkları öne sürüldü, ancak bunlar-dan herhangi biri için kesin kanıt henüz bulunamadı.

Murat Altaşhttps://theconversation.com/birds-use-massive-mag-

netic-maps-to-migrate-and-some-could-cover-the-whole-world-154992

Göçmen kuşların GPS sistemi

Katil kediler için çözüm önerisi: Etli mamalar ve oyun

Kokular, infra-sesler ve hatta yerçekiminde-ki değişiklikler... Kuşların göç ederken yollarını nasıl bulduklarına dair, çeşitli ipuçlarına daya-nan tahminler bulunmaktadır. Yeni bir araştır-maya göre, Dünya’nın manyetik alanı da muh-temel cevaplar arasında yer alıyor.