Upload
others
View
2
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Nurer U(iURLU başkanlıQında bir kurul tarafından hazır1anmıştır.
Dizgi - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncdık A.Ş. Baskı: ÇaQdaş Matbaacılık ve Yayıncılık.Ud. Şti. Temmuz2000
EDWARD WEISBAND
iKiNCİ DÜNYA SAVA,l'NDA INÖNÜ'NÜN Ol' POLITIKASI
1
Çeviren M. Ali Kayabal
Cumhurtye(
İÇİNDEKİLER
Özet . , . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 Teşekkür . . . . . . . . . . , ....................... 1 1
BİRİNCİ BÖLfJM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . IS
1. Politika Tespit Usulü . . . . . . . . . . • . . • . . . . . . . 17 İsmet İnönü ve Türk Dış Politikasının Delişmez Unsurlan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17 Numan Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanlığı • . 32 Bakanlar Kurulu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , . , .41 BMM ve CHP Parlamento Grubu . . • • . . • . . . . . . 47 Türk Tarih Kunımu . , , . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . ,,8
il. Türkiye'de Basın ve Kamuoyu . . . . . . . . • . . . . 61.
Savaş Yıllarında Türkiye'de Basın • . . . . . • . ... . . . 61
Savaş Yıllarında Türkiye'de Kamuoyu • • • . . . . . . 77
111. Ekonomik Yapının Kısa Bir Çözümlemesi . . . 81 Enflasyon Afeti . . . . . . . . . ... . . .. . . . . . . . . . . . . 82
Önleyici İç Tedbirler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 87
Türkiye'nin Almanya'yla Ekonomik Bağımlılığı .90
Almanya'dan Kopma Teşebbüsü . . . . . . . . . . . . . . 96
İngiliz-Amerikan Tercihli
Satın Alma Programı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .102
Krom Sorunu ve Türk Tepkisi . . . . . . . . . . . . . . . 107
Türk Pazarlıkçılığının Sonu . . . . . . . . . . . . . . . . . 112
6
ÖZET
İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk dış politikasının hedefi, savaşa katılmadan Türkiye'nin toprak bütünlüğünü korumak oldu. Türk politikasının yönünü çizenler, yabancı askerleri Türk sınırlarından uzak tutarken, Türk askerlerini de yabancı sınırlardan uzakta tutmaya yönelmiş .bir tarafsızlık siyaseti izlediler. Türk önderleri, ne bir karış toprak verme� yi, ne de bir karış daha toprak edinmeyi düşünüyordu. Türkiye'yi savaşa sürükleyecek serüvenci bir politika izlememiş; bunun yerine, bir "Müttefik" ya 'da "Mihver" zaferine karşı ağırlık olarak Türkiye'nin güvenliğini sağlamayı uygun bulmuşlardı. Türkiye'nin tarafsızlığı, bu bakımdan, küçük bir devletin bağımsız bir güç olarak kendisini saldırıdan koruyup, dev ülkeler arasında bir denge unsuru olma politikasının uygulaması olmuştur.
Devlet Başkanı ve tek siyasal partinin önderi olarak· oynadığı rolle, Ankara'nın mutlak egemeni İsmet İnönü, bu uygulamanın başyöneticisi olmuştur. En önemli yardımcısı ise, dışişlerinde görevli Numan Menemencioğlu'ydu. Sınırlı bir muhalefete izin veriliyor ve Cumhuriyet Halk Partisi Parlamento grubu, Bakanlar Kurulu'ndaki öbür üye bakanlarla, ba-
7
sında ve üniversitede ileri gelen kişiler, danışmanlık görevlerini yerine getiriyorlardı.
Bu kişilerce çizilen politikanın yönü, Atatürk'ün yönetimi altında girişilen tarihsel denemenin geleneklerini yansıtıyordu: Türkiye Cumhuriyeti 'nin toprak bütünlüğünün dokunulmazlığı, Avrupa'daki güçler dengesinin korunması ve her türlü serüvenci politikadan uzak durulması .
Ancak, tek bir kuşku bu geleneği bozdu. Atatürk, Sovyetler Birliği'yle bir modus vivendi (1) sağladığı halde, İnônü ve yardımcıları bunu olanaksız gördüler. Bunun sonucu olarak da Türk önderleri, savaşın gidişi Müttefiklerden yana gülmeye başladıktan sonra, şunlardan korkmaya başladılar:
1) Müttefikler, Almanya 'yı bir güç olarak Avrupa'dan silmeye kalkışacaklardı; 2) İngilizler, Ruslarla etki alanlan anlaşmalarına girişecek ve bunun sonucu olarak Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa'yla Balkanlara egemen olabilecekti; 3}1ngiltere, Türkiye'yi savaşa girmeye zorlayacaktı; 4) Sovyetler,. Türk havaalanlannın kullanılması da içinde, İngilizlere tanınan hakların, Türk hükfunetince kendilerine de tanınmasını isteyeceklerdi.
1943 yılında olaylar geliştikçe, Türk politikasını çizenler bu görüşlerin geçerliğine daha çok inandılar ve Türkiye savaşa girecek olursa, Sovyet Rusya'nın ülkelerini Mihver' e karşı koruma bahanesiyle istila edebileceği görüşünü savundular.
Bu nedenle, İnönü ve Menemencioğlu, İngilizlerle işbirliğine yanaşmayı kabul etmediler. Çeşitli nedenlerle İngiliz ve
(1) lki komşunun karşılıklı haklarına saygı beslemeleri anlamına Latince bir diplomasi deyimi.
8
Amerikalıları, Sovyetler Birliği'nin savaş sonrası niyetleri konusunda uyardılar. Bu alanda başarısızlığa uğrayınca da, İngilizlerin kendilerini savaşa sokma çabalarına ve Türk topraklarında hava üsleri kurma isteklerine set çektiler. Bu alandaki görüşmeler, adım adım ilerlediği halde, dış bakanları düzeyinde hatta zirve toplantılarında bile başarısızlıkla sonuçlandı. Türkler, İngilizlerin Stalin' in ekmeğine yağ sürdüğüne, gittikçe daha çok inanıyordu. İngilizler de, Türklerin Müttefikler- . den yana oldukları üzerine söylenenleri politik oyun sayıyordu. Sonuç olarak bu durum, 1944 yılı başlarındabir güven-sizlik bunalımına yol açtı.
·
Fakat Müttefikterin 'savaşı kazanacakları kesinleşince, İnönü, Türkiye'nintek baş1iıa kalmakta· olduğunu anladı; özellikle, ülkesinin SovyeUerBirliği karşısında yalnız bırakılmasından kuŞkulandı. Bu kuşku, 1944 yılı ortalarında yeni bir dönüşe yol açtı. Türk dış politikasını yeni'den Müttefiklerin çizgisine sokma çabası içinde Türkiye, Mihver devletleriyle olan diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sertleştirdi, bunu da Numan Menemenci oğlu 'nun görevinden ayrılması izledi. Türkiye, San Francisco Konferansı 'na katılabilmek için 23 Şubat 1944'te Mihver devletlerine savaş açtı. Savaş, Türk sözcülerinin Sovyetler Birliği'yle pek sıkı bir biçimde ilgilendikleri, fakat, endişelerini umut dolu bir güven maskesi ardında sakladıkları hava içinde sona erdi.
9
TEŞEKKÜR (1)
Araştırmamın hazırlanışı sırasında bana vakitlerini ayıran, görüşlerini ve bildiklerini cömertçe aktaran birçok kişiye, burada en içten teşekkürlerimi ifade etme fırsatı bulduğum için kıvanç duyuyorum.
Benim, Türk dış politikasıyla ilgilenmeme neden olan Stanford Üniversitesi Siyasal Bilgiler Bölürnü'nden emekli Profesör Christina Phelps Harris' e özel teşekkür borçluyum. Stanford Üniversitesi Siyasal Araştırmalar Enstitüsü Direktör Yardımcısı Profesör Jan Triska ile Profesör Robert C. North da bana dış politika çözümlemelerinin dolambaçlı yollarını ilk kez tanıtan, değerli kişilerdir. İkisini de burada anmam gerekir.
Türkiye'de de pek çok kimse bana karşı çok kibarca davrandı ve y�dımcı oldu. Dış sorunlarda en eski Türk uzmanı Profesör Ahmet Şükrü Esmer'le Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı Profesör Fahir Armaoğlu da benim için çetin olan birçok sorunu çözdüler. Türk Dışişleri Bakanlığı Hukuk Dairesi Şefi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi, Uluslararası Hukuk Profesörü A. Suat Bilge ile Siyasal Bil-
( 1) Yazarın, araştırmasını hazırlarken yardım gördüğü kişilere teşekkürlerini sunduğu bu bölümde gösterdiği görevler, kendi ifadesidir. Kişilerin, görevlerinde sonradan olan değişiklikler ya da ölmüş olmaları, dikkate alınmamıştır.
11
giler Fakültesi profesörlerinden Mehmet Gönlübol ve Haluk Olman da, bana değerli bilgiler sağladılar. Benimle birlikte geçirdiği uzun ve aydınlatıcı saatler için Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Profesör Enver Ziya Karal'a da teşekkür etmek isterim. Profesör Karal, Türk kültürü ve tarihini aydınlatmak için o kadar çok şey yapmıştır ki, Türkiye ile ilgilenen hepimiz kendisine minnet borçluyuz.
Diplomatlarla hükumet memurlarına gelince: Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği'nden yeni ayrılan ve bugün Londra 'da Türkiye Büyükelçisi olarak görevli bulunan Zeki Kuneralp, anlatılan dönemde Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan Cevat Açıkalın ile Büyük Millet Meclisi 'nden bir Tabii Senatör, savaş yıllarındaki Türk dış politikasının çözümlemesinde bana cömertçe vakit ayırarak yardımcı olmuşlardır. Kendilerine en derin teşekkürlerimi sunarım. Eski Türk Dışişleri Bakanı ve savaş yıllarında Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Feridun Cemal Erkin, yine 194 3 yılı Mart ayında Moskova'ya Büyükelçi olarak atanan savaş yıllarındaki Matbuat Müdürü Selim Sarper de, bana çok yararlı bilgiler sağlamışlardır.
Türk Dış işleri Bakanlığı 'nda ve Uluslar Cemiyeti 'nde ( 1 ) uzun yıllar yararlı hizmetlerde bulunan ve özellikle l 930'larla l 940'ların Türk devlet adamları arasındaki kişisel ilişkilerin değerlendirilmesinde büyük yardımları dokunan yakın dostum Tevfik Erim'e de teşekkür ederim. Cumhuriyet Halk Partisi eski Grup Başkanı Kazım Özalp'a, Türk Tarih Kurumu Başkanı Uğur lğdemir'e, bana Türk Siyasal kuruluşlarını, kişiliklerini ve politikasını az rastlanacak bir anlayış ve sabırla anlattıklarından ötürü teşekkür borçluyum.
( 1) 1 . Dünya Sa\ıaşı 'ndan sonra kurulan "Cemiyeti Akvam".
12
Türk gazeteciliğinin en eski üyelerinden ve bugün doksanına yaklaşan Ahmet Emin Yalman da, ikinci Dünya Savaşı sırasında Ankara'nın dramatik havasını ve siyasal yaşantısını yansıttı. Bu alanda, savaş sırasında Ankara kordiplomatiğinin duayeni olan Polonya'nın Ankara Büyükelçisi'nin eşi Bayan Irena Sokolnickia'ya da, teşekkür etmem gerekir. Kendi anılan ilginç olduğu gibi, bana kocasının yayınlanmamış günlüğünden bölümler okuyarak, kocasının özel belgelerini incelememe izin vererek de yardımlarına katkıda bulunmuştur.
Bütün bu teşekkürler, Bay ve Bayan Seyfullah Turan'ın adlarını anmadan tamamlanmış sayılamaz. Turan'lar, Ankara'da bulunduğum sırada beni ağırlamışlardır. Türlü nezaketlerini hep övgüyle anacağım.
Sir Huge Knatchbull-Hugessen'e de, lngiltere'de, Barham'daki evinde bana ayırdığı bir bütün öğleden sonrası için teşekkür etmek isterim. Savaş sırasında Birleşik Krallık'ın Ticaret Kurulu Başkanı olan Lord Swinton da, çok cömert davranmıştır. Gerek Profesör WH. Medlicott'la Profesör Bernard Lewis, gerekse eski hocam Dankwart A. Rustow ve eski meslektaşım Kemal Karpat, bana ilginç görüşler aktarmışlardır. Uyarıcı önerileri için Profesör Walter Weiker ve Profesör Victor Swenson'a, yine Harry N. Howard'a da içtenlikle teşekkürlerimi sunarım.
Uluslararası llişkileri Araştırmalar Okulu Yazmanı Bayan Miriam de Grazia ile Okutman Bey Semih Üstün de, yıllarca süren bu araştırma sırasında dostluklarıyla beni cesaretlendirmekten geri kalmamışlardır.
New York Üniversitesi Siyasal Bilgiler bölümündeki meslektaşlarıma, özellikle New York Üniversitesi Uluslararası Araştırmalar Merkezi Direktörü Profesör Thomas M. F ranck' a, bu araştırmanın tamamlanması sırasında gösterdikleri güven ve nezaket için minnetle teşekkür ederim.
13
Bu fırsattan yararlanarak, sekreterlik görevlerini yerine getirirken ispatladığı dikkati, sabrı ve etkili çalışması için de Bayan Margaret A. Wormser' e teşekkür etmek isterim.
Başta, Nevin Menemencioğlu ve Turgut Menemencioğlu ile Bayan Nermin Streater olmak üzere, Menemencioğlu ailesi, Numan Menemencioğlu'nun yayınlanmamış olan anılarından yararlanmama izin verme inceliğini göstermişlerdir. Bayan Streater ve Elçi Turgut Menemencioğlu, aynca olağanüstü bir kimse olan amcalarının kişiliği ve politikası üzerine son derece değerli katkılarda bulunmuşlardır. Onların yardımları olmasaydı, araştırma hiçbir zaman bugünkü durumuna erişemezdi.
Eski Cumhurbaşkanı İsmet 1nönü'ye de teşekkür etmek isterim. Türkiye'nin siyasal geleceğini çizmek için çok şeyler yapan bu büyük önder, bir sürü soruma karşılık verme nezaketinde bulunmuştur. İki uzun görüşme sırasında, savaş yıllarındaki Türk dış politikasının ana çizgilerini ortaya koyarken, kendi görüşlerinin ve varmak istediği noktaların ne olduğunu anlatmıştır.
Son olarak, Uluslararası İlişkileri Araştırmalar Okulu profesörlerinden Macid Khadduri 'ye de en içten minnet duygularımı ifade etmek isterim. Kendisini öğretim kurumuna adayışı, bütün üniversite çevrelerince övgüyle anılan Profesör Khadduri, yıllarca bir kılavuz gibi çaba göstermiş ve benim İslamiyet kuruluşlarıyla İslam kültürünü ve çağdaş Orta Doğu sorunlarını anlamama yardımcı olmuştur. Bu araştırmaya beni ilk olarak iten ve gerçek bir bağlılıkla ilerleyişini izleyen profesöre, her zaman için minnet duyacağım.
14
E.W New York City
BİRİNCİ BÖLÜM
Savaş Yıllannda Türkiye
15
1
POLİTİKA TESPİT USULÜ
Savaş yıllaında Türkiye'nin izlediği dış politika, bir tarafsızlık politikasıydı. Bu politikanın geniş boyutlu sonuçları ve olayların gerektirdiği değişiklikleriyle birlikte kapsamı, her şeyden önce bir tek adamın çabalarına dayanıyordu: İsmet İnönü'nün. Devletin politikasını çizerken, İnönü yine de yalnız değildi. Düzenli olarak Bakanlar Kurulu'na, Parti'ye, Parlamento'ya (TBMM) dayanan, küçük, sınırlı, fakat oturmuş bir dış politika "kadro"suna, basında birtakım kişilere ve Türk Tarih Kurumu gibi bazı derneklere danişıyordu. Dış politika alanında alınacak kararlarda İnönü'nün güvendiği bu kişiler içinde en önümlisi, Dışişleri Bakanı Numan Menemenoğlu'ydu.
İsmet İnönü ve Türk Dış Politikasının değişmez unsurları - İncelenmekte olan çağda, Türkiye'nin her türlü politikasına egemen olan başlıca unsur, İsmet İnönü'nün etkisidir (l ). l 943 'le 1946 yılları boyunca, bir yanda Cumhurbaş-
( 1) Yedinci TBMM'nin etkili kişilerinin başlıcalan, bu etkeni doğrulamaktadır; yazarın görüştüğü kimseler arasında özellikle Profesör Ahmet Şükrü Esmer, Cavit Oral ve Kazım Özalp, lnönü'nün savaş yıllannda oynadığı rol konusunda aydınlatıcı olmuşlardır. 25 Nisan 1966 'da Ankara' da kendisiyle görüşü!
17
kanı ile, öte yanda Başbakan ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri arasındaki statü ve etki sınırlan bakımından ara gittikçe artmıştır. Frederick Frey'in özlü bir biçimde belirttiği gibi, "iğneleyici bir gözle bakılırsa, İnönü'nün İnönü'den başka kimsesi yoktu" (2). Başka türlü söylersek İnönü, hükUmetin çarklarını sıkı bir denetim altına almıştı.
Gerek devlet başkanı, gerekse tek siyasal partili bir sistemde parti başkanı olarak sağladığı güçle, denetimini otoriter bir biçimde yürütebiliyordu. Türle devlet gemisinin çarkı, İnönü'nün biyografisini yazan Şevket Süreyya Aydemir' in de belirttiği gibi, tüm sonuçları ile birlikte, bütünüyle İnönü'nün elindeydi (3). İleri sürülen bu savlar, dış sorunları konusu için doğrudur. İnönü, hükfunet politikasının her alanında eşit biçimde etkili olmaya kalkışmamıştır. Doruğa erişen bütün politikacılar
dlllil zaman, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörlerinden, Türk Dışişleri Bakanlıtı Hukuk Dairesi Başkanı olan Profesör A. Suat Bilge ile, Siyasal Bilgiler Fakültesi eski dekanı ve şimdiki Ankara Üniversitesi Dış ilişkiler Enstitüsü Başkanı Profesör Fahir A. Annaoğlu da bu görüşü ileri sünnüşlerdir. Yazar yaşayan Türk tarihçilerinin en ünlülerinden ve savaş yıllannda Türk Tarih Kurumu üyesi olan Profesör Enver Ziya Karal'a da, lnönü'yü dış politika lwarlannı alan kişi olarak ilginç bir biçimde yansıtması yönünden borçludur. lrıönü 'nün savaş öncesi politik yaşantısı ve özel yaşantısı üzerine daha ayrıntılı bilgi isteyenler, aşajıdaki kitaplara başvurabilir: lbrahim Allattin Gövsa, Türk Meşhurlan Ansiklopedisi (İstanbul, Y edigün Neşriyatı, 1946) sayfa ı 88 - l 90; Kadri Kemal Kop, Milli Şef İnönü'nün Hitabe, Beyanat ve Mesajları (Ankara, Recep UlusoA!u Basımevi, 1941); Şakir Ziya Soku, ismet İnönü, Hususi, Askeri, Siyasi Hayatı (İstanbul, Ülkü Basımevi, 1939); Yusuf Ziya Ortaç, ismet İnönü: 1884- ı 982 (İstanbul, 1946).
(2) Frederick W. Frey, The Turkish Political Elite (Seçkin Türk Politikacılan), (Cambridge, Massachussetts Teknoloji Enstitüsü Yayınlan, 1965) Sayfa: 235.
(3) Şevket süreyya Aydemir, İkinci Adam: ismet İnönü l 938-1950, Cilt 2, (İstanbul, Remzi Kitapevi, 1967, S. 153); Türk diplomatlanndan Zeki Kuneralp da, yazara 8 Eylül 1939'da Londra'da verdiği özel bir demeçte, lnönü'nün ''Savaş Yıllannda Ankara' da siyasal durumu bir diktatör gibi denetimi altına aldıjıru" söylemiştir.
18
gibi, o da bazı sorunlarda başkalarına öncelik tanımayı, gerekli görmüştür. Bir asker olarak yetiştiği ve başarılı bir enerjisini en büyük bölümünü dış sorunlara ayırmış ve bir bakıma da, "hükı1metin kendi başının çaresine bakmasına izin vermiştir" (4).
İnönü, çeşitli fırsatlarda, dış politikanın dışındaki gelişmelere özel bir dikkat göstermiştir. örneğin, basını ve öbür kitle haberleşme araçlarını sıkı bir denetim altına alma konusuna kişisel olarak karışmıştır. Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal aracılığıyla sıkıyönetimi yürütmüş, 1942 yılı sonunda konan Varlık vergisi uygulamasını, dikkatle izlemiştir ( 5). Fakat, bu dönemde dış politika, yine de lnönü'nün, başlıca uğraşısı olmuştur genellikle.
Bu konuda kanıtlar çoktur. Sözgelişi, o zamanlar Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreter Yardımcısı olan Feridun Cemal Erkin, Cumhurbaşkanı ile beş ya da altı haftalık toplantılar yaptığını, bu toplantılar sırasında İnönü'nün o hafta alacağı kararların ana çizgilerini çizdiğini hatırlamaktadır (6).
Cevat Açıkalın'ın Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğine atandıktan sonra getirdiği ilk yeniliklerden biri, her türlü diplomatik yazışmanın ve telgraf mesaj !arının hemen İnönü 'ye verilmesi olpmştu (7). Bu durum, Cumhurbaşkanının, diplomatik mesajları ve haber alma dairesi raporlarını daha gelir gelmez de-
(4) Bu söz, eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile yazar arasında 21 Eylül 1966'da Ankara'da, Çankaya'daki evinde yapılan bir görüşmede söylenmiştir. lnönü'nün asker ve yönetici olarak yetişmesi üzerine, aynı eserin 210. sayfasındaki dip notuna bak.
(5) Bu konular ilerde tartışılacaktır. (6) Feridun Cemal Erkin'le özel görüşme. Ankara, 16 Haziran 1966. (7) Yazar, 1966 yılı yazında ve son bahan başında Cevat Açıkalın 'la çeşit
li sohbetler yapma fırsatını elde etmiştir. Senatör Açıkalın 'la özel görüşmelere ait sözler ve deyimler hep bu dönem üzerinedir.
19
ğerlendirmesine fırsat hazırlıyordu. İnönü böylece, gelişmeler üzerine, Menemencioğlu ya da Dışişleri Bakanlığındaki öbür yüksek memurlar kadar çabuk bilgi edinebiliyordu. İnönü, bu yöntemin dışişlerini yönetmekte kendisine büyük kolaylıklar sağladığını kabul etmektedir (8). Görevleri başındaki elçilerinin gönderdikleri raporlar ve verdikleri salıklar, ileri sürdüğüne göre, İnönü'nün karar alırken dayandığı tek kaynaklardı.
İncelenmekte olan çağın Türk dış politikasını anlamak için, bu değişmez unsurların belirtilmesi ve İnönü'nün savaşta Türkiye'nin yolunu çizerken dikkate aldığı fikirlerin kavranması gerekir. Böyle bir listenin başında, İnönü'nün çok iyi bilinen doğuştan ölçülüğü gelir. İnönü, dış ilişkileri, askerlik stratejisinin ilk ilkesi olarak nitelendirdiği "ölçülük"le yönettiğini ileri sürmektedir. "Savaşta izlediğim dış politikayı kararlaştırırken benimsediğim temel ilke, daha başlangıçta işlenecek bir hatanın düzeltilmesinin zor olduğunu bilmekti '' (9). Bunun sonucu olarak da Türkiye, İnönü döneminde hep savaşa girmeye hazır durumdaydı; ama, ancak İnönü'nün kendi koyduğu bazı şartların gerçekleştirilmesi halinde . . . Aceleci ve atak eylemlerden ya da gözüpek davranışlardan hep uzak kaldı. Bu tür davranışlar, Türkiye'yi göz göre göre ateşe atmak demektir (1 O).
(8) Eski Cumhurbaşkanı ismet İnönü ile kişisel görüşmeler, Çankaya, 2 1 v e 2 2 Eylül 1966.
(9) ismet İnönü ile özel görüşme, 21 Eylül 1 966. ( 1 0) Gerek İnönü, gerekse Açıkalın, bunu doğrulamakla birlikte, savaş yıl
ları boyunca lnönü'nün her Kasını ayının birinde söylediği nutuklarda da bunu doğrulayıcı kanıtlar bulunabilir; Bak: Hasan Ali Yücel, lnönü'nün Söylev ve Demeçleri cilt 1 (lstanbul, Milll Eğitim Basınıevi, 1946). İnönü özellikle 1 Kasını 1942 'deki nutkunda çok iyi bilinen bu politikanın izlenmesinin giderek güçleştiğini, ··çünkü herkesin daha çok öfkelenmeye başladığını'' söyleyerek, özellikle ilginç bir yorumda bulunmuştu; lnönü"nün Söylev ve Demeçleri, s. 360.
20
İnönü'nün kişiliğindeki bu unsur Türk topraklarını kanlı savaşlardan kurtarmakla birlikte, eski Cumhurbaşkanı'nı savaş yıllarında da, daha sonra da, sert eleştirilerden kurtaramamıştır. Sözgelişi;
"Savaş yıllarındaki Türk politikası neydi?" sorusuna verdiği karşılıkta Nadir Nadi:
"Biz (Nadir Nadi ve Türk basınındaki dostlarından oluşan bir klik) diyor; yönetimimize 'kaypak rejim' adını takarak eleştirmeye alışmıştık; çünkü, bu yöntemi dilediğimiz yöne çekebilirdiniz ( 1 1 ). Daha sonraları bu konuda İnönü 'ye daha başka eleştiriler de yöneltildi, çekingen davranışının, ihtiyatlığının "Türk ulusunun erkekliğini öldürdüğü" bile ileri sürüldü (12). Türkiye dışında başkaları ise, savaş yıllarındaki Türk dış politikasını "çekingen" ( 1 3) ya da "korkak" olarak nitelendirdiler (14).
Ancak, İnönü, savaş yıllarında dış politika kararlarını alırken gösterdiği titiz ölçülükle, Türkiye 'yi büyük bir yıkıma uğ-
(11) Nadir Nadi, Perde Aralığından (İstanbul, Cumhuriyet Yayınları, 1964, s. 22); Tekin Erer, "Yasakçılar" (İstanbul. Toker Matbaası, 1964) adlı İnönü rejimini eleştiren incelemesinde şöyle diyor: "Türkiye o günlerde demokrat ulusların müttefikiydi (İkinci Dünya Savaşı'nda), ama bir Milli Şef tarafından yönetiliyordu. Başka bir deyimle, İnönü savaşı kazanan tarafa yönelecek ve 'Ben sizinle birlikteyim', diyecekti. s. 72."
( 12) Aydemir, aynı kitap, s. l 35; kitabında genellikle lnönü'yil şiddetle eleştiren Nadir Nadi de bu tür eleştirileri reddederek, "saçma ithamlar" olduğunu yazmaktadır, aynı kitap. s. 37.
(13) Örneğin, Profesör William 1-1. Mcdlicott, 1OMart1966'da Londra'da Ekonomi ve Siyasal Bilgiler Okulu'ndaki odasında yaptığı görüşmede bunu savunmuştur. Profesör Mcdlicott. Thc Econonıic Blockadc (Ekonomik Abluka) adlı iki ciltlik kitabın yazarıdır. (Londra, Longmans Grecn, 1952-1959).
(14) George E. Kirk, "Turkcy"; The War and the Neutrals, (Savaş ve Tarafsızlar), Arnold ve Vcronica M. Toynbcc (Londra, Oxford Üniversitesi Yayınları ve Kraliyet Uluslararası ilişkiler Enstitüsü, 1956), s. 345-366 ve 365.
21
ramaktan ve acılardan kurtardığına hala inanmaktadır ( 15). O önemde halkın duygularının kendisinden yana olduğu anlaşılıyor. İnönü, 1943 yılı Mart ayında Türk Dışişleri Bakanlığınca hazırlanan bir durum raporu almıştı. Bu raporda halkın her tabakasının, ordu da içinde olmak üzere, daha saldırgan bir tutuma karşı olduğu, özellikle ülkeyi savaşa sürükleyecek atılımlardan çekindiği gösteriliyordu ( 16).
Demek ki, Türk tarafsızlığı, İnönü'nün yönettiği durumuyla bir bekleme politikasıydı aslında (17). İnönü'nün uyguladığı ölçülülük felsefesi, günden güne değişen özel bir karar verme tarzı geliştirmişti kendisinde. Aydemir, savaş sırasında olaylar her saat değişmekteyken lnönü'nün aşın bir dikkat gösterip vakit kazanmaya çalıştığını yazarak bu durumu belirtmiştir (18). İnönü de bir seferinde kendisi şöyle söylemiştir: "Bırakın, önce geceyi geçirelim, bırakın, önce sabaha çıkalım; yıllan, aylan ya da haftaları düşünmeyelim" (19).
Bu, lnönü'nün Türk dış politikasını dile getirdiği ya da amaçlarla doldurmayı başaramadığını söylemek anlamına gelmez. Tersine, politika tespitine derin bir inanç duygusu getirmiştir. Her günün üzemi 'de dikkatle, ayn ayrı çalışması, uzun
(15) Eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile Çankaya'da, 21Eylül 19 66'daki görüşme.
( 16) Savaş yıllarındaki Türk kamuoyunun görüşleri daha ilerde tartışılmıştır.
(17) Yazar, Neutralit' e d'attente ( bekleme politikası) deyimi için, Profesör Suat Bilge'ye müteşekkirdir.
(18) Aydemir, aynı eser, sayfa 157-158. ( 19 ) lnönü'nün ölçülülük teması üzerinde daha ayrıntılı bilgi isteyenlerin
başvurabilecekleri kitaplar: "Negotiations and the National Interest." James T. Shotwell, Perspectives in Peace (Barışta Görüşler) " 19 10- 1960" New York, s.135-149 .
22
vadeli amaçlan olmadığı anlamına da gelmez. Üstelik, şu temel amaç için her zaman inançla çaba göstermiştir: "Türkiye yalnız Türklerindir." (20)
Atatürk devriminin Türkiye'de kök salmasından bu yana Türk dış politikasının temeli, Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve Türklerin kendi toprakları üzerinde kendi kaderlerini çizme hakkına sahip çıkmaları olmuştu (21 ). Savaş yıllarında da İnönü bu hakka ve Türk topraklarının bütünlüğüne, Türk dış politikasının temel ilke ve amaçlan olarak bakmıştı. Atatürk, halkına, imparatorluğu yıkıp bağımsız bir ülke durumuna geçişleri sırasında, toprak bütünlüğüne dayanan modern bir devlet kavramını öğretmişti ama, 1923'te Lausanne'da, Türk sınırlarına dokunmanın buna kalkışacaklara çok pahalıya oturacağını Lord Curzon�a inandıran, İnönü olmuştu (22). Bu
(20) Eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile görüşme, aynı tarih. ismet lnönü, Olaylarla Dolu On Yıl: 1938-1947 (New York, Türk Haberler Merkezi, 1948).
ismet lnönü, ikinci Dünya Savaşı'nda Türk Tarafsızlığı. Dictionnaire Diplomatique International (Uluslararası Diplomasi Sözlü
ğü) A. F. Frangulis (Paris, Academie Diplomatique International, 1957). (21) Profesör Enver Ziya Kara! 2 Mayıs 1966 'da Ankara' daki evinde ken
disiyle yapbğımız konuşmada bunun önemini belirtmiştir; Profesör Kara!, tabii bu konuda çok şeyler yazmıştı; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi: 1918-1944 (lstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1945); John Kingsley Birge de, Türk dış politikasının temel ilkesi olarak belirtmektedir bunu; "Turkey Between Two Wars", Foreign Policy Reports (iki Dünya Savaşı Arasında Türkiye, Dış Politika Raporları), Cilt XX, 1Kasım 1 944, s. 194-207.
(22) Lausanne Konferansı 'nda lnönü'nün lngilizleri nasıl idare ettiğini daha iyi anlamak için, savaş yıllarında yayınlanan Ali Naci Karacan'ın Lozan Konferansı ve ismet Paşa (lstanbul, Maarif Matbaası, 1 943) adlı kitabına bakınız; aynı konuda, Karacan'ın eseri kadar Türklerden yana olan lngilizce şu kitaplara da başvurulabilir: Roderic H. Davison, "Turkish Diplomacy from Mudros to Lausanne" (Mondros'tan Lozan'a Kadar Türk Diplomasisi), Gordon A. Craig ve Felix Gilbert, "The Diplomats: 1919 - 1939", (Princeton Üniversitesi Yayınlan, 1953), s. 172-209, Lord Patrick Kinross, "Atatürk: The Rebirth of a Nation" (Atatürk: Bir Ulusun Yeniden Doğuşu), s. 354-363, (Weidenfeld ve Nicolson, Londra, 1964).
23
konuda Mussolini'yle Hitler'i de ikna ettiği anlaşılmaktadır. Buna ayrıca dikkat edilmelidir.
İnönü, Nazi Almanyası'nın tehdidinden korkmaya başlamadan çok daha önce, Mussolini'nin ltalyası'ndan çekinmişti; Türk sınırlarını ilk tehdit eden Hitler değil, Mussolini olmuştu. l 935'te İtalyanların Habeşistan seferinden sonra İnönü, Mussolini'nin Antalya bölgesindeki verimli toprakları ülkesine katmak isteyeceğini tahmin etmişti. Bu, Mussolini'nin sık sık ileri sürdüğü bir istekti (23). Öte yandan Alman halkının yeniden birleşmeyi istemesini l 935'te son derece anlayışla karşılamak mümkün görülüyordu (24). lnönü'nün tutumu, Almanlar ancak Doğu Avrupa'yı ve Balkanları istila ettikten sonra değişti; Südetler bir başka sorundu, Polonya ve Bulgaristan başka (25). 'Savaş boyunca İnönü, özellikle Mihver kuvvetlerinin dört bir yanda hızla ilerledikleri sırada, gerek Almanlara gerekse İtalyanlara, Türkiye'nin sınırlarının bozulmasına asla izin vermeyeceğini belirtmekten hiç geri kalmamış� her türlü istila teşeb�üsüne olanca gücüyle karşı koyacağını belirtmiştir.
Bunun Berlin üzerinde etkili olmadığı söylenemez. Söz-
(23) Aydemir, aynı cilt, s. 111; aynca Anthony Eden, Facing the Dictators (Diktatörlere Karşı), s. 320-321 (Londra, Cassell, 1962).
(24) Profesör Enver Ziya Kara!, 2 Mayıs 1966'daki görüşmemiz sırasında bunu ileri sürmüştü.
(25) Cevat Açıkalın, Almanların Polonya ve Bulgaristan 'ı istila edişlerinin, lnönü üzerindeki etkisinin ne anlam taşıdığını belirtmiştir; lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s. 358'de lnönü. Balkan uluslarının bağımsızlığının, Türk dış politikasının temellerinden olduğunu açıklamaktadır.
Ahmet Şükrü Esmer'in Türk Diplomasisi adlı eserinde de (İstanbul, Nebioğlu Yayıncvi, 1959) s. 86'da savaş boyunca Ankara'da Polonyalılar için beslenen derin sempati duyguları belirtilmektedir.
24
gelişi, Ribbentrop bir seferinde Von Papen' e, Komuta Kurulu, Türkiye'nin istilası için yeteı- derecede güce sahip olduğunu kesinlikle belirtinceye kadar, Türkiye 'ye yalnız diplomatik baskı yapılması konusunda talimat vermişti (26). Türk sınırlarına dokunulamayacağı konusunda lnönü'nün gösterdiği azim, Hitler 'in 3 Mart 1941 'de kendisine gönderdiği mektubun anlaşılmasına da yardımcı olabilir. Alman birliklerinin Bulgaristan 'ı istila ettikleri bir sırada gönderilen bu mektup, Bulgaristan' ın istila edilmesinin Türkiye'yi hiç bir biçimde tehdit etmediği üzerine garanti veriyordu (27). Hitler, İnönü ' ye ordularını Türk sınırından 60 kilometre uzaklıkta durduracağını, böylece Almanya'nın Türk sınırlarına karşı harekete geçmek gibi bir niyet beslemediğini ispat edeceğini bildiriyordu (28). Dolayısıyla bu mektup, İnönü'nün Türk sınır-
(26) Lothar Krecker, Deutschland und die Turkei im Zweiten Weltkrieg (İkinci Dünya Savaşında Almanya ve Türkiye), s. 225, (Frankfurt, Frankfurter Wissenschaftliche Beitrage Vittorio Klostermann, 1964).
(27) Bu mektubun bir kopyası aşağıda olduğu gibi, aynca Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı, Alman Dış Politikası Belgeleri, Seri D, Savaş Yıllan Cilt: XII (Washington, Birleşik Amerika Hükfuneti Basımevi, 1962), s. 201-203'te de bulunmaktadır. Hitler'in lnönü'ye yazdığı mektup şöyledir: " ... Alman tugaylanna bağlı birliklere ... Bulgaristan' daki harekat sırasında Türk sınınnı aıeş altına alabilecek menzile girmemeleri için ... gereken emri verdim." Aynı belgelerde, Seri D, cilt: XII, s. 286-287'de lnönü'nün karşılık niteliğindeki mektubu görülebilir. lnönü, 1 Kasım 1941 •de TBMM'nin açılışında verdiği nutukta, Hitler'in mektubundan sora yapılan görüşmelerden şöyle söz etmiştir: "Almanya ile olan ilişkilerimiz, Balkan harekatı sırasında en çetin devresini yaşamıştır ... Alakamızı ve endişelerimizi müşahede edip anlayan Hitler, bana gönderdiği özel bir mektupla dostluğunu ifade etmiştir. Hükumetin onayı ile kendilerine gönderdiğim cevabi mektup ve bunu izleyen muhaberat, karşılıklı bir güven havası yaratmış, bu da 18 Haziran 1941 tarihli Türk - Alman Paktı ile sonuçlanmıştır"; lnönü;nün Söylev ve Demeçleri, s. 358-359.
(28) Bu garantiye rağmen Türkler, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki, Meriç nehri üzerinde bulunan köprüleri yıkmıştır. Türkkaya Ataöv, Turkish Fore-
25
lannı savunmak için gösterdiği kararlılık ve azmin, Hitler' ce kabulü olarak anlaşılabilir.
Hitler de buna karşılık bir bedel koparmak istemiştir. Türkiye, Almanya'ya karşı açıkça hiç bir yıkıcı etkinliğe girişmeyecektir. Hitler ' in l 94 l yılı Mart ayında gönderdiği mektubundaki tehditler, İnönü'nün gözünde, ölçülü olmanın önemini bir kat daha artırmıştır. Gerçekten de, bütün savaş süresince İnönü ve Hitler, karşılıklı olarak ülkelerini bir çatışmaya sürükleyecek davranışlardan özellikle kaçınmışlardır (29). Her ikisi de, önce kendisini gemleyerek, ötekini durdurabilmiştir.
Hesaplarına göre, her ülkenin ötekine zorla yaptırmak isteyeceği şey, onun yapamayacağını umdukları şeyden daha az
ign Policy, (Türk Dış Politikasi) s. 89, (Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınlan No. 197-179, 1965) s. 89; Cevat Açıkalın, "Turkey's Intemational Relations" (Türkiye'nin Uluslararası ilişkileri), Intemational Relations (Uluslararası İlişkiler) Cilt XXIII, No: 4, Ekim 1947, s. 477-491. Savaş sırasında Türkiye ile Bulgaristan arasında demiryolu trafiğinin tam olarak kesilmediğine dikkat edilmelidir .. Sözgelişi, 1943'te Almanya 'ya ihraç edilen krom madeni, bu yoldan göı,ıderilmekteydi; William .Arthur Helseth, Turkey and the United States: 1784-1945 (Washington, Dışişlerj Enstitüsü, 1957) s. 136 (Türkiye ve Birleşik Amerika: 1784-1945; Türkiye, Almanya 'nın Bulgaristan' ı istila etmesinden birkaç hafta önce Sofya ile 17 Şubat 1941 'de bir saldırmazlık paktı imzalamıştı. Menemencioğlu, İngiliz ve Amerikan hükumetlerinin, Türkiye'nin bu paktı, Bulgaristan'ın başına gelen felaketten ötürü kirlenen ellerini temizlemek için imzaladığı biçiminde yorumladıklarını sezinlemişti. Aynca, Almanların Bulgaristan 'dan Yunanistan'a saldırmayı tasarladıklan da, aynı hükı1metlerce hesaplanmıştı. (Türkiye' deki büyükelçinin MacMurray'ın Dışişleri Bakanına raporu; Ankara, 2 Şubat 1941 ), Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı, Foreign Relations of the United States: Diplomatic Papers (Birleşik Amerika'nın Dış ilişkileri: Diplomatik Belgeler), 1941, Cilt: 1. (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1958, s. 287-289); buradaki bütün belge dizileri için bak. Dış İlişkiler.
(29) Bu hiç bir belgeye dayanmayan anlaşma, daha sonra, 18 Haziran 1941 'de, Almanların Sovyet Rusya'ya saldırmalarından yalnızca dört gün önce, Almanya ile Türkiye arasında imzalanan bir saldırmazlık paktı biçiminde resmiyete dökülmüştü. Paktın bir maddesinde, imza atan her iki devletin de ''karşılık-
26
önemliydi. Her ülke bunun içni birtakım olumsuz teşebbüsleri tercih etti. Sözgelişi, Türklerin, İngilizlere topraklarında havaalanları yapmalarına izin vermemeleri, yani, karşı yanın saldırısından sakınma amacını güdüyordu.
Dolayısıyla İnönü, savaşta Türk dış politikasını, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü koruma açısından yönetti. Bu görüş açısı, "Ne başkasının bir karış toprağında gözümüz var,
lı toprak bütünlüklerine saygılı olacaktan ve her türlü, dolaylı ya da dolaysız davranıştan sakınacaklan" belirtilmekteydi. Anlaşmanın Türkçe Metni İsmail Soysal'ın Türkiye'nin Dış Münasebetleriyle ilgili Başlıca Siyasi Anlaşmalar (Ankara, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1965) s. 291 'de bulunabilir. Anlaşmanın başlığı, "Türk-Alman Saldırmazlık Anlaşma· sı"dır; Ruslar da bu anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlanan yazışmanın çevirilerini yayınlamışlardır; Arkhiyovnoe Upravleni Ministerstva lnostrannik Diel Soyuza SSR. Dokumenti Ministerstva lnostrannik Diel Germanii, Vipusk il, Germanskaya Politika v. Turtsii (1941-1943), OğizGospilitizdat, 1946; Ruslar, Boğazlar statüsünün yeniden gözden geçirilmesi konusunda Türkiye üzerinde diplomatik baskıya başladıktan sırada, Türkiye'yi politik yönden güç durumda bırakmak için bundan yararlanmıştır; bu koleksiyonu Madelaine ve Michel Eristov Fransızcaya çevirerek, Alman Dışişleri Bakanlığının Gizli Belgeleri adıyla yayınlamıştır. (Paris, Editions Paul Dupont, 1946); 1968 yılı temmuz ayında da bu belgelerin Türkçesi lstanbul'da, ikinci Dünya Savaşı'nın Gizli Belgeleri: Almanya'nın Türkiye Politikası· Almanya Dışişleri Bakanlığı Arşivinden 1941-1943 adıyla yayınlanmıştır. (İstanbul, May Yayınlan 1968); anlaşma metninin lngilizce kopyası ise lngiltere'de, British and Foreign State Papers (Ingiliz ve Yabancı Devlet Belgeleri) adıyla bulunabilir (His Majesty's Stationery Office), cilt: 144, s.816-817; aynca bak. Docs. Ger. F.P., dizi D, cilt:XIH, sayfa: 1051; anlaşma döneminin çevresindeki diplomatik etkinliği daha ayrıntılı incelemek için bak. Ataöv, aynı kitap, s.93; Rıfkı Salim Burçak, Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri: 1791-1941(lstanbul,AydınlıkMatbaası,1946),s.127;aynca bak. Franzvon Papen, Anılar(New York, E.P. Dutton, 1953), s.477-479; Profesör Ahmet Şükrü Esmer' in anlattığına göre Türkler, anlaşma metninde "yürürlükteki anlaşmalar" deyimini Almanlara kabul ettirmeyi başarmıştır; bununla, Türkiye'nin lngiltere'yle olan karşılıklı yardım anlaşmasının yürürlükten kalkmadığı kabul ettirilmiş oluyordu. Esmer, aynca İngiltere' den daha çok Birleşik Amerika 'nın bu anlaşmadan tedirgin olduğunu ileri sürmektedir. Hatta bu nedenle Birleşik Amerika'nın bu anlaşmadan tedirgin olduğunu ileri sürmektedir. Hatta bu nedenle Birleşik Amerika'nın bir ay süreyle her türlü yardım konvoyunun gönderilmesini durdurduğunu hatırlatmaktadır. Bak, Ahmet Şükrü Esmer ve Oral Sander, ikinci Dünya Savaşı'nda Türk Dış Politikası, Olaylarla Türk Dış Politikası: 1919-1965. Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler Enstitüsü üyelerince hazırlanmıştır. (Ankara, Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1968), s. 126-171; Türk Dış Politikası Bölümü.
27
ne de başkasına bir kanş toprak veririz" diye özetleniyordu. Bu görüşün çifte anlamı vardı. İnönü, Türkiye 'nin sınırlarına saldırılamayacağını hesaplarken, bunun bedelini de kabul etmişti. Türk topraklarının bir karışını bile vermemeye kararlıydı, ama herhangi bir başka ülkenin topraklarına göz dikilmemesi de şiddetle karşıydı. Bu ilke Rusya için de geçerliydi. Almanya 'nın, Stalin Rusyası 'na karşı 1942 yılı sonunda kazandığı ilk zaferlerden başlayarak Alman diplomasisi, Sovyetler Birliği'nden alınan bazı bölgeleri ganimet diye kabul etmesi için İnönü'yü sıkıştırmışsa da, başarısızlığa uğramıştı (30). İnönü' nün, serüvenci ve ırkçı kavramlara karşı direnişi, ilerde de göreceğimiz gibi, o zamanlar var olan Turancılık akımının Türk dış politikasını etkilemesini kesinlikle sınırlamıştır (31 ).
Aslında, Türkiye'nin Rusya'dan toprak almaya kalkışması dahice bir buluş değildi. Asıl düşündürücü sorun, Sovyetler Birliği 'nin Türk topraklarına söz dikmesi ihtimaliydi. Kuşkusuz, bu da İnönü 'yü en çok düşündüren sorunlardan bi· riydi. Cumhurbaşkanlığına seçildili dönemde, Türkiye ile Sovyetler Birliii arasında, o zamana dek eşi görülmemiş yir·
(30) Bu çok önemli bir nokta olup, ilerde aynca tartışılacaktır; ılmdlllk bak. Ali Fuat Erdcn, lamct lnönil (lıtanbul, Burlıanottin Erenler Matbaast, 1952), ı.214. General Ali Fuat Erden, 1941 'dc Alman hilkQmotinin çajnhaı olarak Al· man hİıtlannın acriıindc kalan Ruı topraklannı dolaemıı, Ankara'ya döndükten sonra da, "Ruıya'dan geriye bir karlan kalmıe" diye raporvermltti. (Ankara'da, 20 Nisan l966'da Ahmet Şükrü Eımcr'le yapılan aörilfmoden.) Tilrkiyc'nln Mihver' o kareı çok daha olumlu bir tavır takınmaaını coşkuyla savunan Erden, lnönil'niln Almanya'nın yanında yer alması için yapılan bütün tctcbbüslor kar· ıııında "aranit kadar aotuk ve ııaraılmaz kaldıaını" yazmaktadır.
(31) Profcllır Ahinct Şükrü Eamcr, özel aörlleme, Ankara, 11 Mayıs 1966; bu konu ilerde yeniden tartıtılacaktır.
28
mi yıllık bir iyi niyet dönemi yaşanmış olduğu halde, İnönü kişisel deneylerine dayanarak, Rusların tutkuları karşısında tetikte bulunmak gerektiğini öğrenmişti. Sözgelişi, İnönü 1930'da, Türkiye'nin Rusya'yı kızdırmadan Batılılarla daha sıkı ilişkiler kurmak istediği sıralarda, Sovyetler Birliği 'ne bir gezi yapmıştı (32). İnönü bu geziden dönüşünde, CHP parlamento grubunun seçme üyelerinin önünde, Atatürk'e aşağıdaki çözümlemeyi sundu: Ruslar, özellikle Batılılarca uzaklaştırılıp sarıldıklarını hissediyor, bunun sonucu olarak da, Batı sınırlarının güvensizliği kendilerinde bir tutku biçiminde. Türkler kendilerine doğrudan bir baskı unsuru olmadıkları sürece, Türkiye'yle dostça ilişkiler sürdürüyorlar ve sürdürmek de isteyecekler. Ruslar, Batı sınırlarını güçlendirmek için zaman kazanmak amacıyla, Doğu sınırlarının güvenlik içinde olması isteğindedir.
İnönü, Sovyetler Batı sınırlarına güvenilir gözüyle bakmaya başladıktan sonra, "Artık bizimle dost olmaya önem vermeyeceklerdir" biçiminde görüşünü açıklamıştır. Sovyetler, Batılı devletlerin tehdidinden kurtulmaya başladıklarını hissettikleri anda, Doğu'da çok daha saldırgan duruma gelecek, umulur ki, Türkiye'ye de aynı biçimde davranacaktır. İşte bu nedenle İnönü, Sovyetlerin kendilerini Batı karşısında tam anlamıyla güvenlik içinde görmelerini istemiyordu. 1939 yılı Nisan ve Mayıs aylarında İngiliz ve Fransız diplomatla-
(32) Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, (lstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1963), s. 106-107; savaştan önceki Türk dış politikası için aynca bak. '• 1919-1938 yıllan arasında Türk dış politikası'', Türk Dış Politikası, s.5-125; Lozan Konferansı üzerine yapılan tartışmalar için bak. s.47-55; bak. dipnotu 22.
29
rı, bir Türk-İngiliz-Fransız-Sovyet paktı için uygun zemin kollarken, Sir Alexandre Cadogan'ın ifadesine göre İnönü, "Sovyet ordusunun kara savaşlarına katılmasının gerekli olduğunu, çünkü bir Avrupa savaşından Rus ordusunun hiç zarar görmeden çıkmasının felaketler doğuracağı görüşünü üsteleyerek savunmuştur. Rusya'nın Batı sınırlarının güvenilir duruma gelmemesi, Türkiye için en iyi korunma amacıydı. Batı Avrupa 'da Rus egemenliğine yol açacak bir savaş, bu korunma aracını ortadan kaldırmaya yeterdi. İnönü 1930'da, aradan en az yirmi beş yıl geçmeden böyle bir güvenliğin sağlanacağını sanmıyordurİnönü'nün umduğu gibi, Rusya savaşa katıldı; ancak, 1943 'te Alman ordularına karşı kazandıkları kesin zafer, İnönü'nün tahmin ettiğinden on iki yıl daha önce, Sovyetlerin Batı 'da aradıkları güvenliğe kavuşacaklarını ortaya koydu (33).
Belki de İnönü'nün Sovyet politikası üzerindeki bu görüşleri, Stalin 'in 1941 yılı sonunda İngilizlerle birlikte Yunanistan' a ait bazı toprakların Türkiye 'ye verilmesi önerisi karşısında Türkiye'nin gösterdiği sert tepkiyi açıklayabilir. İnönü, belki de Türkiye'nin doğusundaki bazı toprakları Stalin'in kendi ülkesine eklemek istemesinden çekiniyordu. Kısacası, İkinci Dünya Savaşı sırasında İnönü'nün kararlarını etkileyen unsurlardan biri Türkiye'nin toprak bütünlüğÜ ise, ağırlığını en çok duyduğu karşı unsur da, Sovyetler Birli-
(33) Aydemir, aynı kitap, s. 103; Cadogan'ın Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığı'na raporu. Docurnents on British Foreign Policy 1919-1939, (lngiliz Dış Politikası Üzerine Belgeler), E.L. Woodward ve Roban Butler, Üçüncü Dizi, 1939, cilt:5 (Londra, His Majety's Stationnary Office, 1952), s.452; bundan böyle bak. Docs. Brit. F.P.
30
ği'nin siyasal tutkularıydı (34). Alman ordularının ilerlediği dönemde İnönü, görüşlerini açık seçik İngiliz ve Amerikan diplomatlarına anlatmakta kararsızlık göstermedi. Birleşik Amerika Büyükelçisi Lawrence A. Steinhardt'ın güven mektubunu sunuşu sırasında kendisiyle yaptığı ilk resmi görüşmede, savaş sonrası dünyasında Sovyet etkisi sorunu büyük bir yer almıştı. Alman orduları büyük bir hızla Stalingrad'a doğru ilerledikleri halde, Türkiye Cumhurbaşkanı, eğer Rusya, Almanya'yı yenecek olursa, Sovyet emperyalizminin Avrupa 'yı ve OrtaDoğu'yu "silip süpüreceği" konusunda Steinhardt'ı uyarıyordu. İnönü bu arada Rusya eğer imkıin bulursa Boğazlara da el koymaktan çekinmeyecektir, endişesini beslediğini de belirtti (35).
Savaş sırasında İnönü, yanına aynı inançta olan adamları almıştı. Gerek kararlan hazırlarken, gerekse uygulama sırasında, sayılan bir epeyce kabarık olan bu yardımcılarına dayanıyordu.
Kendisi, dünya sorunlarına iyice daldığı için, yardımcılarına batın sayılacak kadar yetki tanıyor, bağımsız olmasa bile, serbestçe iş görmelerine izin veriyordu. Yine de, bu adamların oynadıkları rolü çözümlerken şu unsuru akıldan çıkarmamalıyız: Hareket özgürlüğü ve dış politikaya katkıda bulunmak, ancak lnönü'nün bir lütfuydu; burada incelenmekte
(34) Bu sonuca, eski Cumhurbaşkanı ismet İnönü ve Cevat Açıkalın'la yapılan özel görüşmelerden sonra varılmıştır.
(35) Steinhardt'ın Türkiye'ye elçi olarak atandığı ilkin 7 Ocak 1942'de açıklandı. Daha önce Moskova'daABD'yi temsil ediyordu veJohn VanAntwerp MacMurray'ın yerine gönderilmişti. Yukarda sözü edilen görüşmenin geçtiği 10 Mart l 942'de güven mektubunu sunmuştur; bak. Foreign Relation, 1942, cilt: iV, s.683.
31
olan dönem ancak İnönü'nün egemen olduğu Türk politikası çerçevesinde içinde anlaşılmalıdır (36).
İnönü'nün göz yumuşunun sonucu olarak karar alma konusunda kendisine hizmet eden yetkililerden en önemlisi de Numan Menemencioğlu'ydu.
Numan Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanlığı- Epeyce karmaşık bir kişiliği vardır. Hukuk öğrenimi yapmış, fakat doğal yatkınlığı nedeniyle diplomatlıkta karar kılmıştır. Numan Rifat Menemencioğlu, 1942 yılı Ağustos ayında Türkiye Dışişleri Bakanlığı'na atandı ve 1944 yılı Haziran'ında istifa edinceye kadar da bu görevde kaldı (37).
Namık Kemal'in torunu olan Numan Menemencioğlu, Birinci Meclis'te Menemen eyaletini temsil eden Refet Paşa'nın ikinci oğluydu (38). Öğrenimini İsviçre'nin Lausanne şehrinde yapmış, 1914 'te Dışişleri Bakanlığı' na girmişti. Kurtuluş Savaşı 'ndan sonra yükseldi ve olağanüstü yetenekleri pek çabuk Atatürk'ün gözünde değer kazandı. 1933'te Dışişleri
(36) Nadir Nadi, bu konuda daha da ileri giderek, "Hükfunet i en küçük ayrıntılarına kadar, tek elden yönetmek isterdi İnönü" diye yazmaktadır. "1lgili bakanları, hatta başbakanı bile atlayarak, genel sekreterlere ve genel müdürlere emirler verdiği işitilmiştir . .. " Aynı kitap, s . l 85-186.
(37) Yazar özellikle, Numan Menemencioğlu'nun kişiliğini ve karakterini anlatan yeğeni ve Turgut Menemencioğlu 'nun kız kardeşi Bayan Nermin Streater' e; aynca, Cevat Açıkalın ve Bayan Irene Sokolnickia'ya minnetle teşekkür eder; 1927-1944 yılları arasında Anadolu Ajansı Genel Müdürü olan Numan Menemencioğlu 'nun ağabeyi Muvaffak Menemencioğlu'nun kızı Bayan Streater, savaş yılları boyunca Ankara' da bulunmuş ve yaşantısının bu döneminde onu yakından tanıma fırsatını elde etmişti; savaş yıllarında Ankara' daki Polonya elçisi ve elçilik duayeni Michel Sokolnickia'nın eşi Bayan Irena Sokolnickia da, İnönü ve Menemencioğlu'yla sık sık görüşmüştü; yazar, Bayan Sokolnickia ile 1968 yılı Ağustos ayının 7' sinde, 21 'inde ve Eylül ayının S'inde Londra' da görüşmüştür.
(38) Numan Menemencioğlu'nın kısa hayat ve meslek hikayesi için bak. Türk Meşhurları Ansiklopedisi, s. 2 5 2.
32
Bakanlığı Genel Sekreteri oldu. Bir politikacıdan çok bir aydın olan, halktan çok fikirlerle ilgilenmekten hoşlanan Numan Menemencioğlu, dış politika üzerinde çalışmaktan ve bunun uygulamasından çok zevk alıyordu (39). Dışişleri Bakanlığı 'na atanması dolayısıyla şöyle yazmaktaydı : "Bu görev için bir çıraklık dönemi geçirmemin gereği yoktu; 13 yıldan beri bakanlığın çeşitli dairelerinin başında bulunmuş ve bu görevler sırasında Türkiye'nin dış politikasını yönetmeyi kavramıştım. Şimdi ise sorumluluğum yalnızca başka bir biçime bürünmekteydi." (40)
Gerçekten de, aradan geçen yıllar boyunca Dışişleri Bakanlığı ' nın, Menemencioğlu 'nun yaşantısının merkezi durumuna geldiği söylenebilir.
(39 ) Türkiye Dışişleri Bakanlığı eski Genel Sekreteri ve bu araştırmanın yazıldığı sırada Londra'daki Türk Büyükelçisi olan Zeki Kuneralp, 8 Eylül 1969 'da Londra'da yazarla arasında geçen özel bir görüşmede, "Menemencioğlu bir politikacı değil, Dışişleri Bakanlığı 'nı çok seven bir aydındı'' demiştir. Savaş yıllarında lngiltere'nin Türkiye' deki elçisi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen de, yazara, 1966 yılı Mart ayında İngiltere'nin Barbam kentinde, "Menemencioğlu 'nunki kadar çabuk kavrayan ve bilgili bir zeka tanımadım'' demiştir. Fransız elçisi Rene Massigli de, La Turquie devant la Guerre: Mission a Ankara 19 39 -19 40, (Savaş karşısında Türkiye: Ankara' daki görev: 19 39 -19 40) adlı kitabında şöyle yazmaktadır: "Numan (Menemencioğlu) Bey'le sohbet ederken hep az rastlanan bir aymn zevki almak mümkündü; dildeki yumuşaklığı, çözümlemedeki inceliği, varsayımlarında görülen deha, hukuki kanıtlamalarının kesinliği, bütün konuşmalarına eşit ölçüde zenginlik verirdi." (Paris, Librairie Plon, 1964), s.282.
(40) Yazar, Numan Menemencioğlu'nun şimdiye kadar yayınlanmamış olan ve Les Detroits vus de la Mediterranee: Apercus, Etudes, Souvenirs (Akdeniz'den Boğazlara Bir Bakış: Bakışlar, İncelemeler, Anılar) adını verdiği anılarından yararlanmasına nazikçe izin veren Menemencioğlu'nun manevi kızı Nevin Menemenci oğlu 'na burada teşekkür etmek ister. Menemencioğlu 'nun Paris 'te Türk elçlisi olarak bulunduğu dönemde, bütünüyle Fransızca olarak yazılan bu anılar, Bakanlık dönemiyle, bundan hemen önce ve hemen sonraki günleri kapsamaktadır. Bu araştırma, Menemencioğlu'nun anılarından Türkiye'de ve dünyada ilk kez yararlanılmasına izin verilen bir inceleme olmaktadır. Bundan böyle aynı anılardan Menemencioğlu'nun Yazılan diye söz edilecektir.
33
Menemenciolu l 942'de Dışişleri Bakanı olduğu zaman, Bakanlığın personelini çoktan avcunun içine almıştı. Daha Genel Sekreterliği sırasında diplomatik görevlerdeki ve Dışişleri Bakanlığı'ndaki adamların değerli kişiler olmasını sağlamıştı. Bakanlığın, Birinci ve İkinci Daire başkan yardımcıları olan Abdullah Zeki Polar ile Muharrem Nuri Birgi, İkinci Daire Başkanı Nurettin Vergin, Menemencioğlu 'nun Özel Sekreteri Şadi Kavur, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği Özel Kalem Müdürü Turgut Menemencioğlu, Protokol Dairesi Başkanı Kadri Rizar, 1944 'te Beyrut 'ta genç bir başkonsolos olan Fatin Rüştü Zorlı.i gibi adamlar, Menemencioğlu'nun yanına aldığı kişilerdi hep ( 41 ). Bakanlıktaki görevlerine en iyi biçimde uyabilmeleri için Menemencioğlu, evinde ya da
(41) Türk Dışişleri Bakanlığı ve kordiplomatik üyelerinin daha ayrıntılı listesi için bak: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayınlan, Devlet Yıllığı: 1944- 1945, (Ankara, Devlet Matbaası, 1945, s. 1 37-142); Almanach de Gotha: Annuaire Genealogique, Diplomatique et Statistique (Gotha Almanağı, Jenealojik, Diplomatik ve istatistik Yıllığı), Gotha: Justus Perthes, ( 1944), s. I 122-1 1 33.
Dankwart A. Rustow ise, meslekten yetişme diplomatların gelişmesini, 1925-1938 yıllan arasında Türk Dışişleri Bakanı olan Tevfik Rüştü Aras'a bağlamaktadır. Bak. "Foreign Policy of the Turkish Republic", Roy C. Macridis, Foreign Policy in World Politics (Dünya Politikasında Dış Siyaset), (Englewood Cliffs, New Jersey, Prentice-Hall, ine., 1959), s.295-322. Aras, iyi yetiştirilmiş bir kordiplomatiğin gelişmesinde önemli rol oynamış, fakat 1936' dan başlayarak Menemencioğlu'nun bakanlıktaki etkisini duymuştu. Menemencioğlu, Aras'ın yargılarına ya da kişisel davranışlarına uymamış, 1938 sonlarında lnönü, Aras'ı kabine dışı bıraktığı zaman, lnönü'yü desteklemişti. Menemencioğlu ile Aras arasndaki bağlar son olarak 1937'de, Türklerin Lyon Konferansı'na katılması konusunda anlaşmazlığa düştükleri zaman kopmuştur. Bu konuda Aras, Türkiye'nin lngiltere ve Fransa 'nın çağrısını hemen kabul etmesi için ilgilileri sıkıştırırken, Menemencioğlu, lnönü ile birlikte, çok daha dikkatli davranılması görüşünü savunmuştur. Herhalde Menemencioğlu 1930'larda Türkiye'de iyi yetişmiş bir kordiplomatiğin gelişmesinde, Aras'tan çok daha büyük rol oynamıştır.
34
bakanlıkta sık sık seminerler düzenler, onların çeşitli sorunlar ve durumlar karşısındaki tepkilerini incelerdi.
Menemencioğlu, Bakanlık üzerindeki denetleyici durumunu korumak için "zalimane" davranmaktan çekinmemiştir (42). Bakanlığın asıl "çalışan çarkı" ya da yüreği (43), dünyanın çeşitli bölgelerini ele alan üç siyasi daireydi. Birinci Siyasi Daire, Batı Avrupa, Fransa, İngiltere, Almanya ile uğraşıyor, Birleşik Amerika ile öbür Kuzey Amerika ülkeleri de bu dairenin alanına giriyordu; İkinci Siyasi Daire, Doğu Avrupa 'dan, Balkanlardan, Yunanistan ve Sovyetler Birliği'nden sorumluydu. Seyfullah Esin'in yönettiği Üçüncü Daire ise, Orta Doğu ve Uzak Doğu sorunlarıyla ilgileniyordu.
Menemenciolu, adı geçen daireleri etkili bir biçimde yönetiyor ve tümüne kendi etkinlik alanı gözüyle bakıyordu ( 44 ). Kesinlikle anlatmak zor olmakla birlikte, İnönü'nün dışişleri
Yazar, Türk Dışişleri Bakanlığı'nda savaştan önceki dönemde görev almış yüksek memurlar arasındaki kişisel ilişkiler üzerine açıklamalarda bulunan Bay Tevfik K. Erim'e de teşekkür borçludur. Türk kordiplomatiğinin eski üyelerinden olan Bay Erim, yıllarca Uluslar Cemiyeti 'nde yazmanlık görevi yapmıştır. Menemencioğlu ile birlikte aynı yıllarda, lsviçre'nin Lausanne şehrinde hukuk öğrenimi görmüş, gerek onu, gerekse Aras'ı iyi tanımıştı. Yazar, kendisiyle 1966 yılı Mart ayının 3'ünde, Londra'da görüşmüştür. Bu dönemin daha ayrıntılı tarihçesi için bak: Türk Dış Politikası, s. l 04- 108.
Burçak, önceki kitabı, s.63-64. Nihat Erim, "The Development ofthe Anglo-Turkish Alliance", (Türk
lngiliz ittifakının Gelişmesi), Asiatic Review, cilt:XLII, Ekim 1 946, s.347-35 1 . (Tevfik K. Erim ve Nihat Erim arasında akrabalık yoktur.)
(42) Bu tutum, özel bir görüşme sırasında Bayan Nermin Straeter'ce belirtilmiştir.
(43) Cevat Açıkalın yazara Dışişleri Bakanlığı'nın kuruluşu anlatılırken bu deyimi kullanmıştıt.
(44) Cevat Açıkalın, Turgut Menemencioğlu ve Bayan Streater de bu konuda aynı görüştedirler.
35
sorunlarına kişisel merakı oluşunun, başka bazı etkenlerle birlikte, Menemencioğlu'nun Dışişleri Bakanlığından istifasını istemesine yol açtığı düşünülebilir. Yine de İnönü, Menemencioğlu 'nun yargılarını ve görüşmelerdeki ustalığını beğenmiştir: "Numan işini biliyordu; çabuktu ve gelişen olaylar karşısında, ileri görüşlülükle tepki gösterirdi" (45).
Menemencioğlu'nun, Dışişleri Bakanlığını sıkı denetim altında tutuşu kadar önemli bir başka konu da, Bakanlar Kurulu'ndaki arkadaşlarına karşı durumuydu. Öbürleri ona genellikle perde arkasındaki başbakan gözüyle bakarlardı. Bu bakımdan Frederick Frey, Dışişleri Bakanı'nın o dönemde "Bakanlar Kurulu piramidinin en üst noktasına çıktığını söylemektedir (46). Menemencioğlu'nun, Türk hükfunetinin geri kalan üyeleriyle olan ilişkilerinde oynadığı rolü anlamak için, bakanlığının her gün gayrı resmi toplantılara sahne olduğunu hatırlamak yeter. Her sabah saat 9'da Başbakan Şükrü Saraçoğlu, gündelik resmi programına, Dışişleri Bakanlığı odasında, Menemencioğlu'yla bir toplantıyla başlardı. Böylece, bütün dünyaya karşı birleşmiş bir cephe durumunda çıkabilirler, etkinliklerini düzenleme yeteneğine kavuşurlardı. Toplantıya başka bakanlar da katılırdı. Sık sık aynı toplantılarda hazır bulunan Cevat Açıkalın,
(45) Eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile yazar arasında geçen.özel bir görüşme sırasında.
(46) Frey, aynı kitap, s. 265; Nimet Anık, ismet lnönü'nün kişiliğine ve politikasına yönelttiği acı eleştirilerle dolu kitabında, Bitmeyen Kavga: ismet lnönü (Ankara, Kurtuluş Matbaası, 1966) Menemencioğlu için şöyle demektedir: "Bakan olmadan önce uzun bir süre Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğinde bulundu. Daha o zaman bile sözleri ve adı, en gözde bakanlardan daha çok etkiliydi ... " s. 66, Arzık, Menemencioğlu'nun öbür kabine üyeleriyle kesin bir dille konuştuğunu da hatırlamaktadır.
36
bu görüşmelerde çıkan bütün tartışmalar sırasında Meneı:tiencioğlu 'nun başrolü oynadığını hatırlamaktadır ( 47).
Savaş döneminde Menemencioğlu'nun izlediği politika üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Anthony Eden'la daha başkaları, savaş sona ermeden önce, Menemencioğlu'nun Mihver davasından yana olduğuna inanmıştı ( 48). Şimdi bu konuda iki şey söylenebilir. Bir: Menemencioğlu'nun Dışişleri Bakanı olarak güttüğü ilk hedef, Türkiye'yi savaşın dışında tutmaktı. İnönü gibi o da, Türkiye hangi gruptan yana savaşa katılırsa katılsın, ülkenin baştan aşağı yakılıp yıkılacağına, hatta belki de işgale uğrayacağına inanmıştı. Menemencioğlu, "Dış politikamızın hedefi, sonuna kadar geleceğimizi kendi kendimize belirlemek amacını korumaktır. Savaşa katılsaydık, geleceğimizi kendi kendimize belirleme hakkını yitireceğimizden, ülkemin bundan hiç bir şey kazanamayacağından eminim", derken, kararlılığının ardındaki mantığı açıklamış oluyordu ( 49). Bir başka gün de Menemencioğlu, şöyle bir konuşma yapmıştı: "Biz benciliz ve sadece kendi çıkarlarımız için savaşırız" (50). Menemencioğlu, savaşta Türki-
(47) Cevat Açıkalın, yabancı bir diplomatın aynı gün içinde, özellikle nazik bir sorun üzerine, Cumhurbaşkanı lnönü, Numan Menemencioğlu, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve en sonunda kendisinden, birbirine çok yaklaşık karşılıklar alınca nasıl öfkelendiğini çok iyi hatırlamaktadır. Diplomat, "Bunu nasıl beceriyorsunuz?'' diye sorunca, Açıkalın, şunu söylemiş: ' 'Bu da bizim mutfağın sırrıdır.''
(48) l 966'da Barham'da (lngiltere) Sir Hughe Knatchbull - Hugessen'le yazar arasında geçen özel görüşme.
(49) Ankara'daki Büyükelçinin (von Papen) 13 Temmuz 1943'te Tarabya' dan Berlin'e, Dışişleri Bakanlığına gönderdiği mesaj, Ele Geçirilen Arşivler, Ankara' daki Alman Büyükelçiliği, Ulusal Arşivler, Washington, mikro kopya, dizi no. T-1 20, makara no. 2618, kare no. E 364726/2 E 364726/5; (bundan böyle, yayınlanmamış Alman Büyükelçiliği belgeleri, Ele geçirilen Arşivler diye anılacaktır.) Bu konu, Londra'da 5 Eylül 1969'da Bayan Nermin Streater'ce da onaylanmıştır.
(50) 28 Mart 1941 'de Ankara'da, Türkiye'deki Alman Büyükelçisinin (von Papen) memorandumu, Alman Gizli Belgeleri, Dizi: D, cilt XII, s. 4 11.
37
ye'nin hiç bir şey kazanmadan, çok şey yitireceğine inanmıştı. Toprak isteği yoktu, uluslararası durumunun radikal bir biçimde gözden geçirilmesini de istemiyordu. Menemeneioğlu 'nun inancına göre Türkiye'nin savaşa girmekten elde edeceği tek şey, büyük devletlerin ordularına savaş alanı olmakla kalacaktı.
Buradan ikinci konuya geçilebilir. Menemencioğlu, okuduğu tarihi eserlerden, küçük ulusların kendi kaderlerini çizme konusunda, en iyi biçimde, ancak büyük devletler arasındaki güç dengesi sayesinde korunabileceklerine inanmıştı. Bu nedenle de Büyük Britanya ile bir anlaşma, Nazi A lmanyası ile de bir dostluk paktını hedef tutan politikada yanlış bir yön göremiyordu. Bunların her ikisi de Türkiye'nin "etken tarafsızlık" politikasının belirtileriydi. Bu tarafsızlık, Türkiye'yi korumayı gözetirken, Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası 'nın aşın derecede güçlenmelerini de engelliyordu ( S l ). Menemencioğlu bir seferinde de şunları söylemişti: "Buna göre biz, bu savaşın, karşıt yanlardan birinin ya da öbürünün kesin yenilgisiyle sonuçlanmasını istemiyoruz . . . Türkiye'nin çıkarları, görüşme yoluyla varılacak bir barışa yönelmiştir" (52).
Menemencioğlu, bütün bu ülkelerin, küçük devletlere karşı saldırgan emeller beslediğini düşünüyordu; bunlar ancak birbirlerine düşürülerek gemlenebilirdi. Savaşın sınır boylarında sürüncemede kaldığı ilk döneminde, Menemencioğlu da, İnönü'nün görüşünü paylaşmaktaydı. Buna göre savaş, Rusya 'nın tarafsız ve dokunulmadan bir yanda kalmasıyla verilecekti. Yine Menemencioğlu da, olup bitenlerden sonra Al-
38
(5 1), Bu cümle Menemencioğlu'nca söylenmiştir, Gizli Belgeler, s . 96. (52) Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: XII, s. 411.
manya ' nın tutkularının sınırsızca yayılmasından çekiniyordu. Alman ordularının ilerlemesi sürüp giderken, şöyle bir konuşmada bulunmuştu : "Yeni düzenle (Üçüncü Reich), sıkı bir alışverişimiz olsun istemiyoruz. Bize göre, her ülkenin kendi bağımsızlık ve var oluş biçimini seçmesi, en doğal hakkıdır.
Mihverin yaydığı yeni düzen üzerine pek az şey bilinmektedir" (53). Menemencioğlu aynı düşünceyle,
Türkiye'nin herhangi bir büyük ülkenin ardından gitmemesi gerektiğine inanıyordu. Alman ordularının bütün cephelerde ilerledikleri dönemde ve savaştan önce Menemencioğlu, Türkiye'nin ekonomik ve askeri yönlerden Almanya 'ya çok bağımlı kalmaması için büyük çaba göstermişti. 1938 'de Ribbentrop'a, Türkiye'nin bir tarafsızlık politikası izlemek istediğini belirten de oydu. Böylece, Türkiye'nin askeri araç ve gereçlerinin tamamını Almanya'dan almak istemediğini; hava kuvvetlerini, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri (R.A.F.) modeline uyduracağını anlatmıştı (34). Menemencioğlu'nun, Türkiye'nin büyük devletlerden herhangi birine aşırı derecede bağımlı olmamak için gösterdiği çaba, titizlik ve büyük devletler arasında bir güç dengesi kurma inancı, küçük bir devletin en iyi savunma aracıydı. Yine lngiltere'yi de, Almanya'yı Avrupa politikasından uzaklaştırma niyetine karşı uyarmaktan geri kalmamıştı. Menemencioğlu, bu konuda Eden'e : "Savaşı kazanacak ve Almanya 'yı yıkmak isteyecek olursanız, Av-
(53) Menemencioğlu'nun, Sovyetler Birliği'nin savaşa katılmaması ihtimali karşısında beslediği kaygıyla ilgili olarak, bak: lngiliz Belgeleri, cilt: V, s. 399; Almanya'dan korkusuyla ilgili olarak bak: Aynı belgeler.
(54) Ataöv, aynı kitap s. 9
39
rupa'da müthiş bir boşluk meydana gelecek, doğacak girdap bizi, yani, Türkiye'yi de silip süpürecektir" demişti (55).
Rusların Almanlara karşı kazandıkları zaferlerin sayısı arttıkça, Menemencioğlu'nun da Almanya'nın artık Rusların tutkularını gemleyemeyeceği üzerine korkuları çoğaldı. "Politikamızın temel ilkesi, daima Avrupa'nın merkezinde kuvvetli bir Almanya'nın bulunmasına dayanıyordu" (56).
Bu görüş, kendisini İngiliz politikası ile anlaşmazlığa düşmeye yöneltmiş, özellikle Menemencioğlu için Avrupa üzerinde Sovyet egemenliğinin kurulması anlamına gelen Türkiye'den yardım isteği, anlaşmazlığı iyice su üstüne çıkarmıştır. Bu konuda da, şu biçimde bir ko11uşma.yapıpıştır:: :
(55) Bak. Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: XIL. s. 411; Raymond Lacoste, Türklerin, Rusya'ya Avrupa'nın göbeğinde aşırı güçlenme imkanı verinenin tehlikesini, ı942 yılı başlarıııda, lngiltere'nin Moskov.a'daki etçisi ve Rusların Berlin' i sürekli olarak jşgal etmelerini öneren elçileri. Sir Siafford Cripps 'ten daha ' 'çabuk'' anladıklarını yazmaktadır� bak: La Russie Sovi 'etique et la Question ·d 'Orlent:·La \>ous�· ee Sovil 'etique vers les Mets Chauds-M' editetran' ee et Golfe Pcrsique (Sovyet Rusya ve Doğu Sorunu - Sıcak Denizlere, Akdeniz ve Basra Körfezine Sovyet Sızması), (Paris, Les Editions Internationales, 1946), s.78.
(56) Alman Dış Politikasi Belgeleri, cilt: XII, s. 411; Menemendoğlu da, öbür Türk devlet adamları gibi, içgüdüsüyle SovyetlerBirliği'ne karşı bir güvensizlik duygusu beslemekteydi, gerek İngiliz, gerekse Amerikalı resmi memurların karşısında sık sık bundan söz ederdi. Sözgelişi, 1941 yılı Kasım ayında bir Rus denizaltısı Karadeniz' de, Bulgar kıyılarına yakın bir yerde küçük bir Türk gemisini batırmıştı. Türk hükumeti bu olayı protesto etmeme karan aldı ama, Menemencioğlu tepkisini Amerikan Elçisi karşısında gösterdi. Mac-Murray'ın anlattığına göre, ' 'Menemencioğlu, Rusya bugünkü şartlar altında Birleşik Amerika ve Büyük Britanya gibi demokrasilerle kader birliği yaptığı halde bu ülkelerin siyasal görüşlerini asla benimsemeyeceğine ve siyasal düzenbazlıklardan kendisini kurtaramayacağına olan inancını biraz da öfkeli bir biçimde dile getirdi. ' ' Birleşik Amerika'nın Türkiye Elçisinin (Mac-Murray) Dışişleri Bakanı'na mesajı, Ankara, 24 Kasım 1941, Dış tlişkiler, 1941, cilt: I, s. 334.
40
"Kendileriyle müttefik oluşumuzu, güttüğümüz politikayla ispatladığımızı İngilizler bilirler; ama, buna rağmen üçüncü bir gücün (Sovyet Rusya) yararına sömürülmeye göz yummayacağımız da bilinmelidir." (57). Kısacası Menemencioğlu, yapmacık bir içtenlik gözüyle baktığı bir şeye araç olmak istemiyordu. İnönü dış politika kararlarında nasıl ölçülü bir yol izliyorsa, Menemencioğlu da katı bir pragmatik (olaylara dayanan) gerçekçilik uyguluyordu. Bir seferinde;
"Bırakın da siyasette hissiyattan, eski dostluklardan, silah arkadaşlığından değil de . . . gündelik çıkarlardan bahsedelim: .. . " demişti. Bu dediğini de yoğun bir inançla yerine getirmekteydi.
Bakanlar Kurulu - Bozulan sağlık durumu nedeniyle Menemencioğlu 1 943 yılı başlan�da Moskova 'da elçi olarak bulunan Cevat Açıkalın'ı geri çağırarak, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğine atadı (58). Açıkalın, lsviçre'de Menemencioğlu'yla birlikte öğrenim yapmıştı; ama, o dönemde pek sıkıfıkı olmamışlardı. Buna rağmen aralarında sağlam bir dostluk kuruldu. 1 943 'ten b�layarak Menemencioğlu, Açıkahn' a en giivenilir dost ve meslekt�lanndan biri olarak bakmaya başlamıştı (59). Açıkahn'ın Menemencioğlu üzerine yargısı, fnönü'nünkinin doğrultusundadır: .. Bir kaptan, parlak bir müzakereci, usta bir tartışmacı" (60).
Dolayısyla Cevat Açıkahn da, incelenmekte olan dö-
(57) Alınan Dış P"olitikası Belgeleri, cilt: XII, s. 4 1 1 . (58) Özel bir görüşmede Cevat Açıkalın'ın ifadesi. (59) 2 1 Ağustos 1969'da özel bir görüşmede Bayan Nermin Streater'in
ifadesi. (60) Özel bir görüşme sırasında Açıkalın'ın ifadesi.
41
nemde karar alma konusunda rol oynamıştır. Bunu dikkate almak gerekir. 1943 yılı mart ayında Genel Sekreter olmak üzere Moskova'dan döndüğü zaman,
Dışişleri Bakanlığının kordiplomatik kadrosunda 23 yıllık hizmetini tamamlamış bulunuyordu. Atatürk'ün ayrıldığı eşinin kız kardeşi ile evlenmiş, Menemencioğlu gibi, o da genç yaşında Atatürk'ün takdirini kazanmıştı. Menemencioğlu 'ndan çok daha genç olduğu halde, yalnız Dışişleri Bakanı' nın yakın arkadaşı olarak değil, ayrıca İnönü ' nün kişisel güvenini de kazanarak Genel Sekreterlikte önemli roller oynamıştır. İnönü onun için : "Cevat Açıkalın bana daima yararlı ve yakın olmuştur", demiştir ( 61 ). Açıkalın, Moskova 'da bulunduğu sırada, Rusların Türkiye'nin savaşa girmesini bahane ederek ordularıyla Türkiye 'ye yerleşmeye kalkışmalarından çekinmeye başlamıştı (62). İnönü ve Menemencioğlu 'ndan bağımsız olarak politikada yön çizecek biri olmadığı halde, 1943 'le 1946 yılları arasında alınan belli başlı önemli kararlarda, o da etkili olmuştur.
Müttefik ordularının cephelerde ilerlemeye başladığı dönemde, Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Alman ordularının cephelerde zaferden zafere koştuğu dönemde, Refik Saydam kabinesinde Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuştu (63). Bu nitelikle gittiği ve bir aya yakın süre kaldığı Nazi Almanyası 'nın beklenmedik müttefiki Sovyet Rusya'yla da bir ittifak yapmaya çabalarken, 1939 yılı Eylül ayının 26'sından Ekimin
( 6 1 ) 21 Eylül 1966' da, Çankaya' da yapılan özel görüşmede İnönü 'nün ifa-desi.
(62) İnönü de, Açıkalın da bunu doğrulamıştır. ( 63) Şükrü Saraçoğlu 'nun politik yaşantısının kısa bir özeti için bak. Türk
Meşhurlan Ansiklopedisi. s. 345-346.
42
1 7 'sine kadar Moskova'da bulunduğu dönemde, oyalanmanın
ve aldatılmış olmanın büyük acısını tatmıştır (64). Bu dönem
de Ruslarla bir anlaşmaya varmakta gösterdiği başarısızlık.
Molotov'un davranışları, ilerde tanık olacağımız gibi, Sara
çoğlu'nun Rusya'nın savaş sonrası niyetleri üzerine etkili bir
biçimde aydınlatmıştır. Saraçoğlu, Menemencioğlu'nun isti
fasından sonra üç ay süreyle başbakanlık ve Dışişleri Bakan
lığı görevlerini birlikte yürütmüştür.
(64) Saraçoğlu'nun Sovyetler Birliği'ndeki üzücü, fakat anlamlı gezisi üzerine çok şey yazılmıştir; o zamanki Türk tepkisi için bak: Yunus Nadi, "Türkiye ve Rusya", Cumhuriyet Gazetesi, 19 Ekim 1939; Asım Us, "Türk-Rus Münasebetleri", "Vakit Gazetesi, l 9 Ekim 1939; Hüseyin Cahit Yalçın'ın Yeni Sabah gazetesinde aynı tarihte yayınlanan "Türk-Rus Müzakereleri" adlı makalesi daha da aydınlatıcıdır. Aynca, lnönü'nün yorumu için bak: lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s. 341-342.
Molotov, daha sonra Türkiye'den aşın isteklerde bulunduğunu yalanlamıştır; V. M. Molotov, Sovyetler Birliği Dış Politikası, (Mokova, Yabancı Diller Yayınevi, 1939). Aync bak: S.S.C.B Halk Komiserleri Konseyi Başkanlık Raporu, S.S.C.B. Yüksek Prezidyumu beşinci olağanüstü toplantısı, 3 1 Ekim 1 939, s. 14- 1 5; V.M. Molotov, Sovyet Banş Politikası (Londra, Lawrence and Wishart, 1941 ), s. 42-43.
Daha ayrıntılı bilgi için bak: Feridun Cemal Erkin, Les Relations Turco Sovletiques et la Question des Detroits (Türk-Sovyet tıişkileri ve Boğazlar Sorunu), (Ankara, Başnur Matbaası, 1968), s. 1 60-179.
Türk Dış politikası, s. 129-1 32. Burçak, önceki aynı kitabı, s. 98-99. Ataöv ,.önceki aynı kitabı, s. 56-60. . Harry N. Howard, "Germany, The Soviet Union and Türkey During World
War il", B. Amerika, Dışişleri Bakanlığı, Bulletin, 1 8 Haziran 1948- s. 63-78. George E. Kirk, "Turkey: The U.S.S.R. and the Middle East 1939-1945,
"The Middle East in the War (Savaşta Orta Doğu), (Londra, Oxford Üniversitesi Matbaası, Kraliyet Uluslararası llişkiler Enstitüsü, 1952), s. 443-467.
Rustow, aynı kitap, s. 302-303. Necmettin Sadak, "Turkey Faces the Soviets", Dış Sorunlar, XXVII, Ni
san 1949-461 . Annette Baker F ox, ' 'Turkey, Neutral Ally' ' , The Power of Small States:
Diplomaey in World War II (Kjiçük Devletlerin Gücü: İkinci Dünya Savaşı Diplomasisi), (Chicago, Chicago Üniversitesi matbaası, 1959), s. 10-42.
Molotov bu gezi sırasında, Türklerin Boğazlan kapatmalarını ve Polonya'nın Soveytlerle Naziler arasında bölüşülmesini tanımalarını istemişti; Molotov aynca, Rus-Alman denetimi altında bir Balkan blokundan söz etmişti. Saraçoğlu'nun Moskova'da bulunduğu sırada, Ribbentrop habersizce çıkagelmiş,
43
Bakanlar Kurulu'nun öbür üyelerinin, dış politika konusundaki kararlarda etkileri son derece sınırlı olmuştur. Statüleri ve etkileri bakımından Maliye ve İçişleri Bakanları, Yedinci Meclis dönemi olan 1 943- 1 946 yıllarında, önem sırası bakımından Dışişleri Bakanı'ndan sonra gelmişler (65):
Molotov'la Ribbentrop aralarında tartışırlarken, Saraçoğlu boşu boşuna Mosokva' da bekletilmişti. Hesapların çoğu, bu tür davranışların o zamana kadar dostça olan Türk-Rus ilişkilerinin sonunun geldiğini gösteriyor, Ankara da yeniden Sovyetler Birliği 'nin emperyalist emellerinden kuşkulanmaya başlıyordu. Amerikan elçisi MacMurray, her şeyden önce Rusya'nın Nazi Alman yası ile bir pakt imzalaması karşısında Türklerin ' 'hayal kırıklığına'' uğradığını, bunu, 'yüze indirilen bir şamar" olarak kabul ettiklerini Başkan Roosevelt' e bildirmişti. Ankara, 9 Kasım 1939, Dış İlişkiler, 1 940, cilt: 1, s. 446.
Elizabeth Wiskemann da, Alman-Rus paktının ' 'Türkiye 'nin tutumunu değiştirmeye yarayacağını" Hitler'in Mussolini'ye kabul ettirmeye çalıştığına dikkati çekmektedır, The Rome - Birlen Axis: A. History of the relations Between Hitler and Mussolini, (Roma-Berlin Mihveri: Hitler'le Mussolini Arasındaki İlişkilerin Tarihçesi), (Londra, Owford Universitesi Matbaası, 1 949), s. 1 66.
Nazi - Sovyet Paktı'nın 22 Ağustos 1939'da imzalanmasından önce Hitler' in generallerine, ' 'Kemal 'in (Atatürk) ölümünden beri Türkiye, küçük beyinli,..kararsız, güçsüz adamlarca yönetiliyor" dediğine dikkat edilmelidir.
Uluslararası Askeri Mahkeme, Mihver Suçlularını Yargılama Başyargıçlığı, Nazi Conspiracr. and Aw
.ession, (Nazi Tertipleri ve Saldırganlığı), cilt: III (Washington, Birleşık Amerıka hükumeti devlet matbaası, 1 947), s. 583.
David Dallin ise, Kremlin'in 1943 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Türklerle açıkça bağlan koparma izlenimini uyandırmak istemediğini ve Saraçoğlu'nu ' 'dostça'' uğurlamak ıi;in çaba gösterdiğıni ileri sürmektedir. Soviet Rµssia' s F oreign Pciliey, (Sovyet Rusya'nın Dış Politikası), (New Haven, Yale Universetise matbaası, 1 943), s. 1 1 0.
Bütün bu döneme ait en ilginç eserlerden biri de, Rene Massigli'nin anlattıklarıdır. Massigli, Saraçoğlu'nun Moskova'ya gidişi sırasında Ankara'nın havasını anlatmaktadır, önceki aynı kitap, s. 273-292. fleri sürdüğüne göre Menemenioğlu, Rusya'nın yeniden Boğazlar üzerinde denetleme yetkisini ele geçirmek istemesine neden olarak "Hıtler dalgasının kopup gelmesi"ni göstermekteydi, s. 283.
AlmanY.a ile Rusya arasındaki saldırmazlık paktının metni için bak: Alman Dış Politıka Belgeleri, dizi D. cilt: VII, s. 245- 247. Daha çok bilgi için bak: Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı, Nazi-Soviet Relations 1 939-1 940: Documents from the Archives of the German Foreign Offıce, ( 1939-1940 Nazi-Sovyet İlişkileri: Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivlerinden Belgeler), Raymond James Sontag ve James Stuart Beddie, (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1 948), s. 1-78.
(65) Frey, önceki aynı kitap, s. 265: Birleşik Amerika elçisi Steinhardt, Saraçoğlu kabinesini "sınırsız Amerikan ve İngiliz taraftan" olarak nitelemişti; oysa bu, işi çok basitleştirmektir; Türkiye' deki A.B.D. elçisinin (Steinhardt) Dışişleri Bakanına raporu, Ankara, 1 7 Temmuz 1 942, Foreign Relations, (Dış ilişkiler), 1 942, elit: IV, s. 727.
44
İncelemekte olduğumuz dönemde Maliye Bakanlığı görevini Fuat Ağralı ve Nurullah Esat Sümer yüklenmişlerdi. 17 Ağustos 1942'ten 25 Mayıs 1943 'e kadar İçişleri Bakanlığı yapan Recep Peker ise, Mihver 'e daha yakın bir politikanın savunucusu olmuştur (66). Daha sonra Peker ' in yerini Hilmi Uran almış (67), Uran'la birlikte Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal (68) ve özellikle İnönü 'ye yakınlığı ile tanınan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel (69), 1944 yılı Ma-
(66) Profesör Ahmet Şükrü Esmer'le Ankara'da, 1 1 Mayıs 1 966'da özel görüşme; Türk Tarih Kurumu Başkanı Uluğ Iğdemir'le Ankara' da, 20 Mayıs 1966 'da yapılan özel görüşme: Kazım Özalp 'la İstanbul' da 27 Eylül 1966 'da yapılan özel görüşme; bu görüşmelerde her üçü de Recep Peker'in, Türkiye 'nin Mihver devletleri yanında savaşa girmesinden yana olduğunu belirtmiştir.
Walter F. Weiker'in, The Free Party of 1 930 in Turkey (Türkiye'de, 1930 Serbest Fırkası) adlı, yayınlanmamış ve 1962' de Princeton Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü'ne teslim edilen araştırmasında Peker'in savaştan önceki politik yaşantısı; Kemal H. Karpat'ın Turkey's Politics: The Transition to a MultiParty System, (Türk Siyaseti: Çok Partili Sisteme Geçiş), (Princeton, N. J., Princeton Üniversitesi Matbaası, 1959) adlı kitabında da savaştan sonraki politik yaşantısı tartışılmaktadır; Karpat, Peker' den şöyle söz ediyor: "Tek parti ve otoriter önderlik sisteminin savunucusu olarak tanınmıştı (Peker). Her türlü anlaşmaya karışsıydı ve görüş aynlıklarının basit bir diplomasiyle çözülmesinin mümkün olduğu hallerde bile, kuvvet kullanılmasından yanaydı. ' '
(67) Hilmi Uran savaş yıllarında geçirdiği deneyler üzerine ilginç bir eser yazmıştır. Hatıralarım, (Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1959).
( 68) Artunkal, Yedinci Meclis dönemi olan 1 943-1 946 yıllan arasında aralıksız Milli Savunma Bakanlığı görevini yapmıştır; Profesör Frederick Frey'in belirttiği gibi, bir Meclis döneminde, bakanlıkta aralıksız kalan tek kişidir. Önceki aynı kitap, s. 291 .
(69) lnönü'nün Söylev ve Demeçleri adlı eseri yazan Yücel, savaş yıllarında Turancılık akımının kökünü kazıdığı için, Türkiye'deki sağ kanadın şiddetli eleştirilerine uğramıştır. Aynca, Hürriyet, Gene Hürriyet (Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1960) adlı bir eseri daha vardır. Kemal Karpat'ın anlattığına göre, solcu aydınlarca desteklenen ve Başbakan olmayı tasarlayan Yücel'in, savaş yıllarında görevinden alınması için Saraçoğlu'nun ırkçıları ve aşın sağcıları desteklediği yolundaki iddialan doğrulayacak kanıtlar elde edilmemiştir, önceki aynı kitabı, s. 265, Yücel'in, Türkiye' deki sol kanatla ilişkisi olduğu doğrudur ama, komünist unsurlarla, ileri sürüldüğü biçimde hiç bir ilişkisi olmamıştır.
45
yıs ayından sonra Turancılık akımı eylemlerinin ezilmesinde etkili olmuşlardır.
Ünlü general Ali Fuat Cebesoy da savaşın büyük bir döneminde Uluştırma Bakanı olarak görev almıştır.
Söylendiğine göre, Peker gibi, o da İkinci Dünya Savaşı 'na, Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin egemenliğini kırmaya yarayacak bir fırsat gözüyle bakmaktaydı (70).
Yine de, Peker gibi körü körüne bir Mihver yanlısı değildi (71).
Son olarak bir ad daha anmak gerekir ki, o da Hasan Şaka 'dır. İncelenen konuda Menemenci oğlu kadar önemli bir rol oynamadığı halde, Hasan Saka, 15 Eylül 1944 'te onun yerine Dışişleri Bakanlığı 'na atanmış ve San Francisco Konferansı'nda Türkiye 'yi temsil etmiştir. Bu göreve gelişinde, dış politika sorunlarında yasama ve yürütme organlan arasında oynadığı bağdaştırıcı, başarılı rol etkili olmuştu (72).
Şimdi de, Meclis 'in, savaşın son döneminde dış politikanın saptanması konusunda oynadığı rolü inceleyelim.
(70) Profesör Ahmet Şükrü Esmer, Uluğ İğdemir ve Kazım Özalp, (61 ) no.lu dipnotunda belirtilen özel görüşmelerde, General Ali Fuat Cebesoy'un tutumunun her şeyden çok Rusya'ya karşı olduğunu söylemişlerdir.
(7 1 ) Görüşlerini doğrulayan bazı kanıtlar, Ali Fuat Cebesoy'un, Gl. Ali Fuat Cebesoy'un Siyasi Hatıraları, (İstanbul, Vatan Neşriyatı, 1957) adlı kitabında bulunabilir. Sözgelişi, Recep Peker'i "totaliter bir kişi" olara niteleyen Ahmet Emin Yalman, Ali Fuat Cebesoy'un da aynı karakterde olduğunu kesinlikle yalanlamaktadır. Yalman'ın anlattığına göre Cebesoy, Ruslardan çekiniyorduysa da, Mihver yanlısı değildi, hele, Turancı fikirlerle hiç ilişkisi yoktu.
(72) İstanbul' da, 27 Eylül 1969' da Kazım Özalp 'la yapılan özel görüşmeden, Hasan Saka'nın yaşantısı ve politika yıllan üzerine kısa bilgi edinmek için bak: Türk Meşhurları Ansiklopedisi, s. 341 .
( 1969 yılı Eylül ayında Londra'da yapılan özel görüşmeden.)
46
Büyük Millet Meclisi ve C.H.P. Parlamento Grubu -
İnönü'nün, Ankara siyasal çevrelerine egemen olması, kendisini Meclis'in üstünde gördüğü anlamına gelmez. Tersine, İnönü, Büyük Millet Meclisi üyeleriyle düzenli olarak bağlantı içinde kalmayı adet edinmişti.
İnönü, yalanlamak istercesine, "Halk benim savaş yıllarında mutlak otoriteye sahip olduğumu düşünür," demiştir. "Oysa benim sadece menevi ya da yönetici bir etkim olmuştu ve ben daima Büyük Millet Meclisi 'ne teklifler götürmüşümdür." (73) Dolayısıyle bizim de, Meclis'i, savaş yıllarında dış politika kararlarının alınışıyla olan ilişkisini, C.H.P. Meclis Grubu'nun ya da C.H.P. Grubu 'nun tutumunu ve özellikle can alıcı rol oynayan milletvekillerini tartışmamız gerekir.
1924 Türk Anayasası 'na göre Türkiye Cumhuriyeti 'nde egemenlik, onun temsilcisi olan T.B.M.M. aracılığıyle, ulusundur (74). Meclis de, yürütme yetkisini, T.B.M.M. üyeleri arasından dört yıl için seçilen Cumhurbaşkanına verir. Cumhurbaşkanı yine Meclis üyeleri arasından bir başbakan atar, Başbakan'ın atadığı bakanları onaylar ve isterse Bakanlar
-
(73) Çankaya'da, 22 Eylül 1 966'da, eski Cumhurbaşkanı İsmet lnönü'yle yapılan özel görüşmeden.
(74) 1 924 Türk Anayasası için bak: Bülent Tanör ve Taner Beygo'nun yayınladıkları Türk Anayasaları, (İstanbul, Filiz Kitabevi, 1964), s. 1 05-106. Aynca bak: A. ŞerefGözübüyük ve Suna Kili'nin yayınladıkları Türk Anayasa Metinleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültsi idari ilimler Enstitüsü, yayın no. 2), (Ankara, Ajans-Türk Matbaası, 1 957), s. 101 - 123; bu belgeye giriş olarak bak, Edward C. Simith, "Debates on the Turkish Constitution of 1924" ( 1924 Türk Anayasası Üzerinde Tartışmalar), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, cilt: XIII (Eylül 1958), s. 82-130; bu araştırmadaki 1924 Anayasası'ndan alıntılar, Tanör ve Beygo'nun yayınladıkları metinlerden alınmıştır.
47
Kurulu toplantılarına başkanlık da edebilir (75). Demek ki Meclis, yürütme gücünü, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu aracılığıyle uygulamaktadır. Bu temel yapının da üstünde, elbette bir de siyasal yaşantının gerçekleri vardır. Türkiye'de iki partili bir demokrasiyi geliştirmek için gösterilen çeşitli çabalara rağmen, o dönemde C.H.P. tek başına varlığını sürdürmekteydi.
Siyasal gücü yalnız bu parti temsi ediyor, hükCımetin siyasetini yalnız bu parti etkiliyordu. Daha l 923 'ün başlarında C .H.P.'nin bir Meclis Grubu kurularak, hükCımetle parti siyasetinin bağdaştırılması amacı güdülmüştü (76). Savaş patlak verdikten sonra, devletin izlediği siyaseti onaylama sorumluluğu, Meclis Genel Kurulu içindeki C.H.P. Meclis Grubu'nun üzerine kalmıştı (77). A.C. Edwards'ın belirttiği gibi, Ankara'da "İkili bir parlamento türü" vardı (78).
Özellikle savaş yıllarında bu yöntem çok uygun düşmekteydi. Gelenek gereğince, Meclis'teki tartışmalar halka açıktı. Meclis Grubu'nun siyasal toplantıları ise kapalı oluyordu. Meclis' in pazartesi, çarşamba ve cuma günleri yapılan olağan
(75) 1924 Anayasası'nın 4, 5, 6 ve 7. maddeleri için bak: Tanörve Beygo, önceki aynı kitap, s. 1 05-106. Aynca bak: Frey, önceki yanı kitap, s. 9. Burada dikkati çeken özellik hükumetin yasama ve yürütme dallarına bölünmüş olmasına rağmen, Amerikan hükumet sisteminde olduğu gibi, kesin bir güç ayrımı bulunmamasıydı.
(76) Frey, önceki aynı kitap, s. 1 l; parti ve hükilmetin denetleme yetkisi üzerindeki tartışma için bak. Aynı eser, s. 303-304.
(77) Mümtaz Soysal, Dış Politika ve Parlamento: Dış Politika Alanındaki Yasama - Yürütme ilişkileri Üzerinde Karşılaştırmalı bir inceleme, (Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınlan, No. 1 83-165), s. 1 04-105.
(78) A. C. Edwards, "lmpact of the War on Turkey", (Savaşın Türkiye Üzerinde Yarattığı Şok), International Affairs, cilt: XXII, Temmuz 1946, s. 389-401 .
48
toplantıları, sıradan bir biçimde geçiyor, hükümetin ne istediğini ve neyin oybirliğiyle kararlaştırılmasını dilediğini ortaya çıkarıyordu (79). Gerçek Parlamento çalışmaları ise - oylamalar ve soru önergelerinin görüşülmesi, Bakanlar Kumlu'nun izlediği politikanın gözden geçirilmesi, kararların tartışılması ve yapıcı yeni tasarıların ele alınması - düzenli olarak sahlan toplanan Meclis Grubu'nun oturumlarında yapılıyordu. Savaş yıllarının büyük bir bölümünde Ticaret Bakanı olan Fuat Sirmen, Meclis Grubu toplantılarında Bakanlar Kurulu üyelerinin, kendilerine yöneltilen sorular karşısında ürkek ve çekingen olduklarını, bazı toplantılardan çok yorgun, ya da görevlerinden uzaklaştırılmış olarak çıktıkları bile belirtmiştir (80). Anlaşılıyor ki, Bakanlar Kurulu, Meclis Grubu'nun salı günkü toplantılarından aldığı direktiflerle yönünü çizer ve bütün bir hafta boyunca da grubun kilit noktalarındaki yöneticilerle sıkı ilişkide olurdu (8 1 ). İşte, bizi burada özellikle ilgilendiren de budur.
Dış politika kararlarında yasama ve yürütme organlarının işbirliğinin incelenmesinden çıkan gerçek; Türkiye'yi ilgilendiren siyasal bir karar alma konusunda asıl güç ve otoritenin hiç de yürütme organının yararına.ağır basmadığının anlaşılmasıdır. Meclis grubundaki bu coşkulu tartışmalar, aslın-
(79) Soysal, önceki aynı kitap, s. 1 14; Soysal, buradaki tartışmasını eski Büyük Millet Meclisi başkanlarından Fuat Sinnen'le yaptığı görüşmeye dayandınnaktadır.
(80) Hilmi Uran, önceki aynı kitap, s. 342. (8 1 ) Tahsin Bekir Balta, Türkiye'de Yasama - Yürütme Münasebeti, (An
kara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınlan, No. 1 00-32; idari ilimler Enstitüsü Yayınlan, no. 9, 1960), s. 45.
49
da parlamentenon (82). Menemencioğlu ve ondan daha seyrek olarak da Saraçoğlu, kararlan Meclis'e, onaylanması için değil, -çünkü, bundan nasıl olsa kuşkulan yoktu- meşruluğunun onaylanması için sunuyorlardı. Bu meşruluğu gözetme ve dış politika sorunlarında soru önergeleriyle tartışmaları kolalaştırmaya çalışmakla, tartışmalara katılamayan ve Parlamento 'da oy kullanmak yetkisi olmayan İnönü, 1924 Anayasası "nın temel mekanizmasını korumuş oluyordu (83).
Hükumetin yasama dalında görevli olanların büyük bir çoğunluğu, hem Meclis'te milletvekili, hem de C.H.P. Meclis Grubu üyesi niteliğiyle İnönü ve yardımcılarının dış politikaya yön vermesinden hoşnuttular. Zamanın etkili Meclis ve Meclis Grubu üyelerinden olan Cavit Oral, Menemencioğlu ve öteki Bakanlar Kurulu üyelerinin, ancak temel kararlar alındıktan sonra, güdülen siyasetin tartışılmak üzere Meclis' e getirilmesi görüşünü savunduklarını söylemektedir (84 ).
(82) "Hissi görev" kavramını, Princeton Üniversitesi profesörlerinden Harry Eckstein ortaya atmıştır.
(83) 1924 Anayasası'nın 32. maddesi şöyle der: "Reisicümhur, Devletin reisidir. Bu sıfatla merasimi mahsusada Meclisce ve lüzum gördükçe İcra Vekilleri Heyetine riyaset eder. Reisicumhur, Riyaseti cümhur makamında bulundukça, Meclis münakaşat ve müzakeratına iştirak edemez ve rey veremez." (Türkçe aslında olduğu gibi alınmıştır.)
Tanör ve B eygo'nun yayınladıkları metinden, s. 1 1 O: Cumhurbaşkanının dışişlerini yönetmeye katılışı Anayasa 'ya göre yalnızca sembolik bir yetkiydi.
1 924 Anayasası'nın 37. maddesi şöyledir: "Reisicümhur, ecnebi devletlerin nezdinde Türk Cümhuriyetinin siyasi mümessillerini tayni ve ecnebi devletlerin siyasi mümessillerini kabul eder.'' (Türkçe aslından, olduğu gibi aktarılmıştır. Ç.N.)
(Madde 37), Tanör ve B eygo'nun metninden, s. 1 1 1 . (84) 1 966 yılı Haziran ayının S'inde, Ankara' da, 7. dönem milletvekille
rinden ve incelenmekte olan dönemde dış politika tartışmalarına etken bir biçimde katılan Cavit Oral'la yapılan özel görüşmeden.
50
Grubun, İnönü'nün ya da Menemencioğlu'nun aldığı bir kararı kabul etmemesi düşünülemezdi. Oral, böylece dış politikayla ilgili soru önergeleri üzerinde açılacak tartışmaların, Grup üyelerine Bakanlar Kurulu'nun güttüğü politikadan yana ya da ona karşı konuşmaya fırsat vermesini öneriyordu. Bu yoldan hem yoğun bir biçimde Menemencioğlu, Saraçoğlu ve öteki bakanları sorguya çekebiliyorlar, hem de hükUmetin en basit konulara kadar, çeşitli görüşte kişilere danıştığı yolunda kendi kendilerini tatmin ediyorlardı. Bunun sonucunda İnönü ve hükumeti, oybirliğiyle alınması garantiye bağlanmış ve onayı almaktaydı; ama bu oybirliği pekala serbestçe sağlanmış da olabilirdi. Daha başka kanıtlar da, Oral' ın ifadesini doğrulamaktadır. Sözgelişi, Prof. Mümtaz Soysal, İnönü'nün 1 Kasım nutuklarının gelecek yıl içinde Meclis grubundaki tartışmalara ışık tutan bir kılavuz işi gördüğünü keşfetmiştir (85). Sosyal, ayrıca 11 Mayıs 1945'te Meclis'e verilen bir önergeyle milletvekillerinin, dış politika sorunlarını yönetimindeki berecerikliliği için lnönü'ye minnet ve teşekkürlerini sunuşunu, bu konularda Meclis ' in , Bakanlar Kurulu'nun nasıl kopyası gibi davranmadığının başlıca kanıtı olarak göstermektedir.
Gerek Profesör Esmer, gerek Profesör Armaoğlu, Meclis Dışişleri Komisyonu'nun da, hem statüsü, hem de politika üzerindeki etkisi bakımından hiç de önemli bir rol oynamadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir. Meclis Dışişleri Komisyonu, hükumetin ve onun asıl başının, yani lnönü'nün, ç iz-
(85) Sosyal, önceki aynı kitap, s. 1 05.
51
diği politikayı sürekli izleyen bir komiteden başka bir şey değildi aslında (86).
Kısacası, anlaşıldığı kadarıyla gerek kendisi, gerekse Cumhuriyet adına kullanmak üzere, Cumhurbaşkanına emanet etmişti; buna karşılık İnönü de dış politika kararlarında Meclis'in onayını aramaktaydı. Meclis, gerçek oturumundan önce, Meclis Grubu olarak kendi arasında bir anlaşmaya varıyordu; böyle olunca da, hiç şaşmaz bir biçimde hükı1metin güttüğü siyaseti onaylıyordu.
Yine de Meclis Grubunda kilit noktalarını tutan bazı kişilerin dış politika konusundaki etkilerini görmezlikten gelmemeye dikkat edilmelidir. İnönü, C.H.P. ve Meclis'te bazı kimselerle temel konularda anlaşmadan hiç bir politik karar almaya yanaşmadığını ileri sürmektedir (87). Bunların içinde en önemlisi de, özellikle Alman ordularının bütün cephelerde ilerledikleri dönemde, Ali Fethi Okyar'dı. İnönü, Okyar'ın görüşlerine özellikle değer veriyordu. Profesör A . Suat Bilge, "Dış politika konusunda İnönü 'nün dinlediği tek kişi Fethi Okyar'dı" diyecek kadar ileri gitmektedir. Her ne kadar bu Okyar'tn savaştan önce ya da savaşın başında oynadığı rolü biraz büyütmek olursa da, savaştan önce Türkiye'nin, Büyük Britanya'nın yanında yer almasını İnönü'ye kabul ettirenin
(86) 1 1 Mayıs 1966'da Ankara'da Profesör ahmet Şükrü Esmer'le yapılan özel görüşmeden. Savaş yıllarında Profesör Esmer, C.H.P. 'nin resmi organı Ulus gazetesinin yazı işleri yönetmeni yardımcılamıdan, milletvekili ve Meclis Dışişleri Komisyonu üyelerindendi. Görüşme sırasında, yani, 20 Nisan 1 966' da Profesör Fahir A. Armaoğlu da Ankara'da, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası Münasebetler Enstitüsü'nün başındaydı.
(87) Eski Cumhurbaşkanı ile 2 1 Eylül 1%6'da Çankaya'da yapılan özel görüşmeden.
52
Okyar olduğu da gerçektir. Türkiye'nin eski Londra Büyükelçilerinden ve Saydam kabinesinden Adalet Bakanı olan Okyar, Britanya'nın savaşı kazanacağından emin görünüyor, Türkiye'nin bu ülkeyle karşılıklı bir savunma paktı imzalamasını istiyordu. Türkiye, Fransa ve İngiltere arasında 1 9 Ekim l 939'da imzalanan üçlü karşılıklı yardım paktı, büyük çapta Fethi Okyar 'ın etkisiyle gerçekleşmiştir (88).
(88) Saraçoğlu'nun Moskova'dan dönüşünden iki gün sonra, Türkiye, lngiltere ve Fransa arasında bir karşılıklı yardım paktı Ankara' da imzalanmıştı. Savaş yıllarında imzalanan Türk-İngiliz ittifakını temel alan bu anlaşma, Türkiye'nin hangi şartlar altında lngiltere ve Fransa'ya yardımda bulunacağı konusunda son derece belirliydi. Türkiye'ye ancak, bir Avrupa devleti, gerek lngiltere'ye, gerekse Fransa'ya karşı saldırıya girişir ve bu saldın Akdeniz' de her ikisinin de savaşa girmelerini zorunlu kılarsa, lngiltere ve'Fransa'ya yardım edecekti. Türkiye aynca, her iki devlet de Yunanistan ve Romanya'nın savunması için savaşa girmek zorunda kalırlarsa, yine lngiltere'yle Fransa'ya yardım edecekti. Buna karşılık İngiltere ve Fransa, Akdeniz bölgesinde bir saldırıya uğrar ya da savaşla tehdit edilirse, Türkiye'nin yardımına koşmayı garanti ediyorlardı. Bu anlaşma uyarınca Türkiye'nin, savaş Akdeniz'e sıçrayıncaya kadar lngiltere ve Fransa 'ya askeri yönden yardım etmek gibi bir zorunluluğu olmuyordu. Oysa, savaş Akdeniz'e sıçramakta gecikmedi. On beş yıl yürürlükte kalacak anlaşmanın bir de eki vardı. 2 no.lu ek protokolde, anlaşmada söz konusu edilen maddelerden hiç birinin, Türkiye'yi Sovyetler Birliği'yle silahlı bir çatışmaya girme zorunda bırakmayacağı belirtiliyordu. Metnin lngilizce orijinalinin kopyası için bak: Büyük Britany"a Dışişleri Bakanlığı, British and Foreign State Papers, (lngiliz ve Yabancı Devlet belgeleri), Birleşik Krallık adına Majesteleri Kral, Fransa Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı arasında Ankara, 19 Ekim 1 939 tarihli Karşılıklı Yardım İttifakı; İttifaklar Dizisi no. 4, Avam Kamarası Oturum Belgeleri, cilt: XII (Londra, His Majesty's Stationery Offıce, 1 940); metnin Fransızca kopyası için bak: Erkin, önceki aynı kitap, s. 484-487; Türkçe kopyası için bak: ' 'Türk-Fransız-lngiliz Üçlü İttifakı", lsmail Soysal, önceki aynı kitap, s. 283-289.
İngiltere ve Fransa, ayn bir özel anlaşmayla, Türkiye'ye savaş araç ve gereçeleri için 23 milyon lngiliz lirası kredi, 15 milyon İngiliz lirası değerinde altın, aynca ticari mal ithalatı için de 31 milyon İngiliz liralık bir başka kredi açılmasını öngörmüşlerdi; bak. Ataöv, önceki aynı kitap, s. 39; ve İngiliz Dış Politikası Belgeleri, cilt: VI, s. 74.
53
İnönü'nün hemen çevresindeki bakanlardan sonra, ya
zara kendisinin ifade ettiği gibi, savaş yıllarında en çok değer
verdiği kişilerden biri de, Kazım Özalp'tı. Başarılı bir asker,
Meclis'in yedi döneminde Savunma Bakanı (89) olan Kazım Özalp, savaş yıllarında C.H.P. Meclis Grubu Başkanıydı.
Böylece İnönü, Bakanlar Kurulu ve Meclis Grubu üye
leri arasında elçi rolü oynamaktaydı (90). Meclis'e sunulacak
dış politikayla ilgili yasama kararları ve meclis Grubu'nda tartışılan dış politika sorunları üzerine oturumları, Kazım Özalp
ele alır, bazen doğrudan doğruya yönetirdi de (91 ). Özalp, sa
vaş sırasında ilk defa kendisinin "Rus tehdidi" üzerine eğildiğini kabul etmekte, savaş sürecince Türk dış politikasının
"yönetici ilkesi"nin "her ne pahasına olursa olsun Ruslarla silahlı bir çatışmaya girmemek" olduğunu, "özellikle Alman
Iar:ın Kının tia yenilmeye başlamaları üzerine" bu ilkeye da
ha çok sarıldıkları söyyenmektedir (92). C.H.P. Meclis grubu toplantılarında, dış politika sorun
larında açılan tartışmaların aslında hissi bir görev olduğunu
önce de ileri sürmüştük. Bu yol, üyelere görüşlerini açıkça ifa
de etme imkanı veriyor, hükUmetin de yasama organının duy
gularını ve tutumunu anlamasına yarıyordu. Toplantılar bazen sert geçmekle birlikte, İnönü ve Menemencioğlu'nca sapta
nan politikanın yönünü, hiç demeyelim ama, pek az değişti-
(89) Kazım Özalp, herkesten daha uzun bir süre Savunma Bakanlığı görevinde bulunmuştur.
(90) Özalp, özel bir görü_şme sırasında, incelenmekte olan dönemde CHP Grup Başkan Vekili olan Faik Oztrak'ın iç sorunlara oranla dış politika ve askeri sorunlarla çok daha az ilgilendiğini ileri sürmüştür.
(91 ) 1966 yılı Eylül ayının 27'sinde lstanbul'da, General Kazım Özal'la yapılan özel görüşmeden.
(92) Cavit Oral ve eski Cumhurbaşkanı lnönü bu konuda aynı görüştedirler.
54
rebiliyordu. Bu da, o dönemde Meclis Genel Kurul ve Meclis Grubu üyeliğinin ne kadar sınırlı bir görev olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Üyeler, dış politika kararlarında genellikle hiç bir rol almamayı tercih ediyor ya da sözün gelişi, İnönü 'nün avcu içinde bulunuyordu. Bunu belirttikten sonra, bu "hissi görev"in önemini küçümsememe konusunda dikkatli olmalayız. Gerek İnönü gerekse Menemencioğlu, izledikleri politikanın onaylanması için çeşitli görüşlerin serbestçe dile getirilmesinin önemini bilmiyor değillerdi. Yasama Meclisi 'ndeki en güçlü muhalefetin bile ancak bir onaylama biçiminde ortaya çıkmasına rağmen, yine de bu tartışmaların akademik nitelikte olduğu sonucuna varamayız. İnönü, Meclis Grubu'nun görüş ve düşüncelerini düzenli olarak alıyordu; çünkü, böylece ülkenin nabzını dinlemiş olmaktaydı (93). Meclis Grubu üyeleri ancak, İnönü 'yü, ulusun neyi kabul edip, neyi etmeyeceği konusunda etkileyebildikleri ölçüde dış politika kararlarında etkili olmuş sayılırlardı.
Bu konuda iki kişi daha anılabilir: Ali Rana Tarhan ve Hasan Saka. Bunların ikisi de gerek Meclis grubunun, gerekse Meclisin toplantılarında etken bir rol almışlardır. İncelemekte olan· döneme ait Büyük Millet Meclisi tutanaklarına şöyle bir göz atmak, Ali Rana Tarhan'ın, çağının yaşama tartışmalarına ne derece etkili bir biçimde katıldığını gösterme-
(93) Profesör Mümtaz Sosyal, 1950'den sonra muhalefet önderi olarak lnönü'nün hükfunetin dış politika konusunda Meclis üyelerine danışmanlığından yakındığını belirtmektedir. Soysal, lnönü'nün 1950 Temmuzunda verdiği bir demeçte, " . . . Savaş Türkiye'nin kapısını çaldığı zaman Cumhuriyet Halk Partisi, Almanya ile iktisadi ilişkileri kesme konusnda bile Meclis'e danışmıştı," dediğini hatırlatmaktadır, önceki aynı kitap, s. 106; kendi tutumu üzerine ileri sürdüğü bu kanıt doğrudur; çünkü lnönü, Parlamento Grubunu gerçekten de, politikasına karşı ülkenin tepkilerini yansıtan bir organ olarak görmüştür.
55
ye yeter. Tarhan, Varlık Vergisi, Almanya ile dipolomatik ilişkilerin gerginleşmesi, Almanya 'ya savaş açılması ve San Francisco Konferansı 'nda formüle edilen beyanname gibi belli başlı yasama konularında söz alıp görüşlerini açıklamıştır. Tarhan 'ın, yirmi bir kişilik C.H.P. içindeki "Müstakil Grup"un başkan yardımcısı oluşu, hükı1metin, güttüğü politikayı onaylamasını önemli bir duruma getirmekteydi (94). Serbest Fırka 'nın kapatılmasından sonra, bir muhalefet partisi ihtiyacı yine hissedilmişti. l 939'da, Frey'in belirttiği gibi, "açıkça değil de, sözde muhalefet yapmak için" C.H.P içinde bir "müstakil grup" kurulmuştu (95). Tarhan işte bu sözde muhalefetin gayri resmi önderiydi ve dolayısıyla dış politika sorunları üzerindeki yorumlan, yasama organının "hissi görev"ini yerine getirmesinde başlıca unsur olmuştu. Fakat, Tarhan'm uyarılan dış politika sorunlarına yeni ya da karşı göriişler getirmiyordu. Profesör Soysal, haklı olarak Tarhan'm izlediği tutumla C.H.P.'nin üyeleri arasında "görüş aynlıkları bulmaya imkan olmadığını" belirtmektedir (96). Buna rağmen Tarhan, fırsat buldukça Meclis Grubu'nda beliren ana görüşleri ve düşünceleri eleştirmiştir (97). Ama, resınen İnönü, müstakil grubun başı olarak kalmış ve İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ın da belirttiği gibi, "Tarhan, emirlerini ondan almaya devam etmiştir." (98).
(94) Türkiye'deki çağdaş siyasal partilerin yapılan ve etkinliklerinin can
lı bir eleştinnesi için bak. Tank Z. Tunaya, Türkiye' de Siyasi Partiler 1 859-1952, (İstanbul, Doğan Kardeş Yayınlan, 1952), s. 540-748; Tunaya, Müstakil Grup 'un parlamento etkinliklerinin 1 943'te daha da yoğunlaştığına dikkati çekmektedir. Aynı kitap, s. 563.
(95) Frey, önceki aynı kitap, s. 344. (%) Mümtaz Soysal, önceki aynı kitap, s. 1 1 6. (97) Tunaya, aynı kitap, s. 563. . (98) Uran, önceki aynı kitap, s. 344. Aynca bak: Frey, önceki aynı kitap,
s. 345; Karpat, ö. a. k., s. 1 1 7.
56
Hasan Saka'nın oynadığı aracı role, önceden de değinmiştik. Fakat, bu konuda Saka 'nın, hükı1metin iki eşit dalı arasında gidip gelmediğini belirtmek önemlidir. Tersine, zaman zaman oyndığı rol, sadık bir yasama organı üyesinin davranışına dönüşmüştür (99).
Son bir belirleme daha: İnönü'nün her türlü karşı görüşü ortadan kaldınnaya çalıştığı ya da bunu başardığını ileri sürmek, doğru ve dürüst bir iddia olamaz. General Kazım Karabekir, Refet Bele, Yusuf Hikmet Bayır, ( 100) Recep Peker, Şükrü Sökmensüer, Rasih Kaplan, Mahmut Şevket Esendal, Şinasi Devrim, Faik Öztrak ve Şemsettin Günaltay gibi kişiler, pek de hükumet politikasıyla uyuşmayan görüşlerini ifade etmişlerdir. Bir bölüğü, çok daha saldırgan ve daha az ölçülü bir politika izlenmesini görmek istediklerini belirtmişlerdir; bazıları da, Almanların Sovyet Rusya'yı istila etmesinde� yararlanılarak, Türkiye' nin Mihver' in yanında savaşa gir-mesini savunmuştur ( l O 1 ). .
İnönü, .b.azı sınırları aşmamak ve kendi politikasını teh
dit etmemek şartıyle bu tür karşı görüşlerin var olmasına hep izin vermiştir. Görüş ayrılıklarına da, ciddi bir siyasal muha-
(99) Kazım Nami duru, Cumhuriyet Devri Hatıralarım, (lstanbul, Sucuoğlu Matbaası, 1958), s. 6 1-62; savaş yıllarında milletvekili olan Duru, Hasan Saka'nın çok sert davrandığını yazmaktadır.
( 100) Yusuf Hikmet Bayur, savaş sırasında Türk dış politikası üzerine, Türkiye Devletinin Dış Siyaseti adlı bir kitap yazmıştır (lstanbul, lstanbul Üniversitesi Yayınlan No. 59, s. 59, 1942).
( 10 1 ) 1 943 yılı mart ayında yapılan seçimlerle Büyük Millet Meclisi'ne seçilen milletvekillerinin resmi listesi için bak: T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, cilt 1 , içtima 1, Devre VII, (Ankara, Türkiye Büyük Millet Meclisi Basımevi, 1 943), s. 4-6; bundan böyle bu kaynak T..B.M.B. Zabıt Ceridesi olarak belirtilecektir.
57
lefet cephesi yaratmadığı ya da dışta talihsiz siyasal suçlama
lara yol açmadığı sürece göz yummuştur. Türk Tarih Kurumu - İnönü'nün bütün bunlardan baş
ka, halkın daha seçkin unsurlarıyla da ilişki kurma olanakları vardı. Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu'nu sık sık bilgi almak için Çankaya'daki evine çağırırdı. ( 1 02). Savaş yıllarında Kurul üyeleri arasında bulunan Enver Ziya Karal şöyle demektedir:
"O zamanlar bunu anlayamamıştık ama, İnönü bizi 'Ne dersiniz, savaşa katılmamız gerekir mi?' türünden ya da buna benzer, sık sık jestler de kattığı sorularla yoklarmış." (103).
Bazen Kurul üyeleri kendi aralarında uzun tartışmalara girer, bu arada İnönü hiç bir şey söylemezdi. Kişiler, özel politik görüşlerini savunurlardı. Türk Tarih Kurumu üyelerinin çoğu, 1 943 'ten sonra 1nönü'ye savaşın dışında kalmasını salık vermişlerdir. Ancak, savaşın başında bir üye, Türkiye'nin Mihver'in yanında savaşa katılmasını savunmuştur. Karal, "Türk sınırlarını yeniden Viyana surlarına kadar genişletmekten" söz eden bir üyeyle İnönü'nün alay ettiğini de hatırlatmaktadır. Yine, Karal'ın belirttiğine göre, Türk Tarih Kurumu'ndakilerin duygulan, her şeye rağmen Müttefiklerden yanaydı. Ayrıca, Rusların cephelerde kazandıkları zaferler, üyelerin pek çoğunu sarsıyordu." l 940, 1 945 yıllan arasında Türk
( 1 02) Savaş yıllanıi.da, hükfunet dışındaki en ünlü örgütlerden biri olan Türk Tarih Kurumu, Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'yle birlikte, yan özerk bir kuruluştur. Kendine özgü tüzüğü vardır ve bugünkü başkanı Uluğ İğdemir'in belirttiği gibi, savaş yıllarında nasılsa, şimdi de "kendini eğitime adamış bağımsız bir araştırma örgütüdür."
( 1 03) 1966'da Ankara'da, Enver Ziya Karal'la yapılan özel bir görüşme-den.
58
Tarih Kurumu Yönetim Kurulu üy�leri şunlardı: Kurum Başkanı Şemsettin Günaltay, Yönetim Kurul Genel Sekreteri Uluğ İğdemir, Afet İnan, Enver Ziya Karal, Şevket Aziz Kansu, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Hamit Ongunsu (104).
Bu kişiler, savaş yıllarında İnönü' nün sık sık danıştığı ve güvendiği "beyin takımı"ydı. Fakat, Türkiye'de hükümet dışında en önemli yeni fikirler ve öğütler, basından geliyordu. Bu alanda da, sansürcü görevini omuzlarına İnönü yüklenmekteydi ( 105).
(104) Türle Tarih Kurumu Yönetim Kurul sadece 7 üyeden oluştuğu için, bu göreve çağrılmak büyük bir onur sayılıyordu.
( lOS) Türle kamuoyunu etkisi altına alan başka .etkenler de vardı elbette. Nazi ve komünist yeraltı ajanları, karşı yan savaşı kazandığında Türleleri büyük tehlikelerin bekledigine inandınnaya çabalıyordu. Bunu da, Nazi ya da komünist ajanlannın Türkiye'de zararlı biçimde etkili olduklan, dolayısıyla bunlara karşı direnmek gerektiği havasını yaratarak uyguluyorlardı. Türkler bıınun farkınday· dılar. Sözgelişi, 1943 yılı mart ayında Türkiye Cumhurbaşkanı için hazırlanan bir dosyada, Tilrkiye'deki Alman ajanlannın, komünist faaliyetlerini kendileri yönettiği belirtiliyordu. Böylece Nazi unsurlar, Türkiye'deki Sovyet heyulasın· dan yararlanmak istiyorlardı. ''Türk rejimi, bir komünist tehdidinin var olduğu gerçeğinden haberli sayılmaktaydı." Bu dosyada aynca, Nazi ajanlannın "birtakım genç Türk aydınlarında komünizme eğilim doğurmaya kalkıştıklan", ileri sürülüyordu. Raporda, "Bu davranışın amacı, Türkiye'yi, Sovyetler Birliği 'nde Türk düşmanlığının artmasına yol açacak sert tedbirler almaya zorlamaktı", sözleri de yer alıyordu. Ancak, Türklerce hazırlanan bu rapor üzerine bazı kuşkular da vardı. Mahalli komünist faaliyeti, Sovyetler' den esinlenmiş olabilirdi. Rapor, "Konuyla ilgili soruşturma sürdürülmekte olup, cumhurbaşkanı konu üzerine dikkatle eğilmelidir'', diye ekliyordu. Ankara'daki büyükelçilerden (von Papen) Berlin' de, Dışişleri Bakanlığı 'na, Ankara, 3 1 Mart 1943, Ele Geçirilen Belgeler, NA T-20, rulo no. 261 8 E 364579 no.lu bölüm.
59
il
TÜRKİYE'DE BASIN VE KAMUOYU
Savaı Ydlannda Türkiye'de Basın
Türkiye'nin yüreğinin nasıl attığını, beyninin nasıl çalıştığını derinliğine anlatan bir kaynakda, Türk basınında çıkan yazılar ve yorumlardır. Savaş boyıınca basın, Türkiye'yi saran tehdit ve ite lemeler karşısında ülkenin tepkisini yansıtmıştır. Türk gazetelerinde yer alan başmakaleler, Mihver'den yana olanlardan Sovyetler'den yana olanlara kadar, geniş bir yelpaze içinde bunu gerçekleştirmiştir.
Buna rağmen Türk hükümeti, savaş boyıınca basında yayınlanan yazıları sıkı bir denetim altında tutmuştur. Birtakım basın kanunları ve tüzükleri bu konuda hükümete geniş yetkiler vermekteydi ( 1 ). Bunlar arasında en önemlisi, "halkın devlete karşı güvenini sarsacak" yazılar yazan yazarlara, pa-
( 1 ) Savaş yıllarında Türle basınını yöneten kanunların tamamı için bak: Türkiye Cumhuriyeti Başvekilett Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü, Basın ve Yayınla ilgili Kanun, Kararname, Nizamname, Talimatname ve Tamimler, (Ankara, Başvekalet Devlet Matbaası, 1 944 ).
61
ra ve hapis cezalan öngören 1881 sayılı kanundu (2). Nadir Nadi, gazate başyazarlarının dünya sorunlarına öbür konulardan daha çok eğilmelerini, "Milli Şef'i (İnönü), hükümeti ve CHP'ni eleştirmenin kesinlikle yasaklanmasına" bağlamaktadır (3). Buradaki iddia bir bakıma yanlıştır; Türkiye 'nin belli başlı makale yazarlarının çoğu, dış sorunlarla yakından ilgiliydiler: Ancak, gazetelerin, sık sık hükümeti eleştirdikleri için �apatıldıklan doğrudur. Nadir Nadi, lnönü'nün basını denetlemesinden söz ederken, "Bir telefonla gazeteleri kapatıvermek ve alarca kapalı tutmak moda olmuştu", demektedir. (4). Yazar aynca, makalelerdeki fikirlerin Basın ve Yayın Umum Müdürlüğün özellikle özellikle gerek Sovyetler Birliği 'ne, gerekse Mihver devletlerine karşı saldırıda bulunmamalarına dikkat ettiğine değinmektedir (5).
1 943 yılına kadar Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü'nün başında olan Selim Sarper, örgütünün, siyasal saldırganlık yazılan yayınlamaması için gazeteleri dikkatle izlediğini doğrulamıştır (6). Her şeye rağmen Yunus Nadi, Yalman, Sertel
(2) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı, Son Değişikliklere Göre Matbuat Kanunu, (Ankara.Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayınlan, No. 15, 1946), s. 446-464; yukarda sözü edilen konu, Basın Kanunu'nun 1 1 . Bölüm, 34. maddesinin A fıkrasından alınmıştır ve 455. sayfadadır; 35. maddenin G fıkrasında, "Devlet güvenliği ile ilgili konularda ve devlet güvenliği ile ilgili olarak alınan tedbirler üzerine yayın yapmak yasaktır" denmektedir, s. 456.
(3) Nadir Nadi, önceki aynı kitap, s.21-22. (4) Aynı eser, s. 1 83 . (5) Aynı eser, s. 41 , aynca s. 1 83-184; Basım-Yayın Umum Müdürlüğü ve
bu Umum Müdürlüğün Dışişleri Bakanlığı ile olan ilişkileri için bak: Sadi Kıyak, Dışişleri Bakanlığı Mevzuatı ve Yayınla llgili Hükümler, (Ankara, Başbakanlık Devlet Matbaası, 1947). Aynca bak: Kanun no. 4475 "Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Teşkilat, Vazife ve Memurları Hakkında Kanun", kabul tarihi: 23 Temmuz 1043, s. 429-445.
(6) 1 966 yılı 2 1 Temmuzunda Ankara'Da yapılan özel görüşmeden.
62
gibi yazarların dışpolitikayı eleştiren yazılar yazmaları mümkün oluyordu; bu da, kısıtlamaların, bütün sertliğine karşılık asla boğucu olmadığını göstermektedir. Tersine, burada örnekleri de geniş olarak alındığı gibi, basına tanınan özgürlük, eleştirici yorumlara pekala izin veriyordu.
1 943'te, Türkiye'de 1 3 1 gazeteyle 172 haftalık, on beş günlük ya da aylık dergi yayınlanmaktaydı (7). Buna rağmen Türkiye'de okuma yazma bilenlerin sayısı azdı. Hele politikaya girmeyen, fakat, politika sorunlarına etken bir biçimde ilgi duyan dikkatli okuyucu sayısı daha da azdı (8). Sözgelişi, İstanbul 'daki en büyük gazetenin toplam tirajı, yaklaşık olarak 1 6.000'di. 1 943 ile 1 943 ile 1 945 yıllan arasındaki dönemde İstanbul ve Ankara'da yayınlanan on bir büyük gazete vardı.
(7) Servet lskit, Türkiye'de Matbuat idareleri ve Politikalan, (Ankara, Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayınlan, 1 943), s. 36 1 ; lskit, eserinin 363 -364'üncü sayfalannda "Cumhuriyet Halk Partisi hükümetiyle basın arasındaki ilişkileri belirelyen kanunlar olarak 1 83 1 ; 4475 ve 3837 sayılı basın kanunlarından söz etmektedir.
(8) "Dikkatli okuyucu" deyimi burada, bu deyimden ilk defa yararlanan iki kişiden alınarak kullanılmıştır. Bunlar Gabriel, A. Almond ve James A. Rosenau 'dur. Almond'un The American People and Foreign Policy (Amerikan Halkı ve Dış Politika), (New York, Frederick A. Praeger, 1 960); özellikle bak. s. 1 5 1 ve Rosenau'Nun Public Opinion and Foreign Policy: An Operational Formulation (Kamuoyu ve Dış Politika: Bir ifade Harekatı, (New York, Random House, 1 96 1 ); s. 39-41 .
63
Tirajlarına göre bu gazeteler şunlardı: Cumhuriyet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 6.000 Ulus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 12.000 Tan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 2.000 Yeni Sabah . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 10.000 Akşam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 10.000 Son Posta . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 10.000 Vatan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 7.000 Tasviri Efkar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 6.000 Son Telgraf . . . . . . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 4.000 ikdam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 4.000 Vakit . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 4.000 (9)
1 943 yılı sonlarında "Yeni Sabah"ın sahibi, gazeteyi yeni bir hamleyle canlandırdı; on beş yıldan beri yayınına son vermiş olan "Tanin"le birlikte, başlıca gazetelerin sayısı bir düzineye ulaştı.
Bütün bu gazetelere servis yapan haber ajansı da bir taneydi: Anadolu Ajansı. Bu Ajansı 6 Nisan l 920'de, Kemalist
(9) Büyük Britanya Kraliyet Uluslararası Sorunlar Enstitüsü, Dış Araştırma ve Basın Servisi, Review ofthe Foreign Press, (Yabancı Basının Görünüşü), Dizi B, Müttefik Hükümetler, Avrupalı Tarafsız Ülkeler, Güneydoğu Avrupa ve Yakın Doğu, (Oxford, Belliol College), No. 1 77, s. 142.
14 Temmuz 1 943'ten sonra, Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığı, Araştırma Dairesi, Dizi No. Yakın ve Orta Doğu, (Londra, His Majesty's StationeryOffice).
Savaş yıllan boyunca Kraliyet Uluslararası ilişkiler Enstitüsü ve Dışişleri Bakanlığı Araşatınna ve İstihbarat Daireleri, Whitehall tarafından ayn ayn hazırlanan bu yayın, yabancı basında çıkan başyazıları ve demeçleri toplayıp çeviriyor ve bunlar, bütün savaş boyunca haftada bir kez yayınlanıyordu. Fırsat buldukça takınılan tavır ya da başında savunulan politika çizgisi çözümlenmekteydi; bundan böyle bu belgelerden, Görünüş diye söz edilecektir.
64
devrim haberlerini yaymak üzere Atatürk kurdurmuştu (10). Anadolu Ajansı, 1 Mart 1 925 'te bir şirket durumuna girişerek haber servislerini genişletti. 1 944 yılı kasım ayında İnönü, Numan Menemencioğlu'nun ağabeyi olan Anadolu Ajansı Umu Müdürü Muvaffak Menemencioğlu'ndan istifa etmesini
istedi. Menemencioğlu'nun genel müdürlüğü zamanında yabancı ülkelerde muhabir bulunmamasından ve yabancı haber servislerinden yararlanılmaması yüzünden ajansın genel haber alma işlevi çok daralmış, bu da Ahmet Şükrü Esmer'in eleştirilerine yol açmıştı. Esmer, 1 Kasım l 944 'te "Ulus" gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, Anadolu Ajansı'nın bütünüyle yabancı basın ajanslarına bağımlı olduğunu ileri sürdü ( 1 1 ). Esmer, ajans kendi simgesi olan A.A. ile bu haberleri verdiği için, bunun bir aldatmaca olduğunu yazdı. Ajansın yabancı ülkelere muhabirler göndererek etkinlik alanını genişletmesini ve bundan böyle kaynaklarının ne olduğunu açıklamasını istedi. Esmer' in eleştirileri savaş boyunca bütün Türk gazetelerinin ne kadar sınırlı imkanlarla çalıştıklarını gürültülü bir biçimde yansıtmak.taydı. O zamanlar Anadolu Ajansı, Türk basınını besleyen başlıca haber kaynağıydı. Gazete-
( 10) Firuzan Hüsrev Tökin, Basın Ansiklopedisi, (İstanbul, 1 963), s. 1 3-14; bu kitap, belli başlı Türk gazetelerinin tarihçeleri ve başlıca gazete sahiplerinin hayata ve meslekleri bakımından yararlı bir eser sayılabilir; olaylara dayanılarak hazırlandığı halde, zaman zaman Adalet Partisi'ne yatkın görünmektedir; bundan böyle, Basın Ansiklopedisi diye anılacaktır.
Türk basını üzerine başka görüşler için bak: Lütfi Levonyan, The Turkish Press: 1932-1 936, (Beyrut, 193 7).
Bulgaristan'daki Türk basını için bak: Adem Ruhi Karagöz, Bıılgaristan Türk Basını: 1 879-1945; (lstanbııl Üniversitesi Matbaası, 1 945).
Öteki kaynaklar için bak: Karpat, önceki aynı kitap, s. 74, n. 127. ( i l ) Ulus, 1 Kasım 1943.
65
lerin doğrudan doğruya yabancı basın ajanslarından haber alıp kullanmaları zaman zaman yasak ediliyordu. Anadolu Ajansı da dış haberler konusunda yabancı basın ajanslarına bağımlı olduğundan, çok defa verdiği haberler ikinci elden gelmiş oluyordu. Türk gazetelerine, özellikle Müttefiklere ait : yabancı haber ajanslarından ve telgraf servislerinden yararlanmaları için izin verilse bile, yine de bunları doğru dürüst elde etmeyi başaramıyorlardı. Bu durum, Fritz Fiala 'nın başında bulunduğu Alman Haber Ajansları Birliği Transkontinent Press 'in etkenliğini artırmaktaydı (12).
Nadir Nadi basında sağ, sol, merkez akımları ya da ideolojileri savunan belirli gruplaşmalar olmadığını belirtmektedir. Bu konuda, "Her gazetede zıt fikirlere adanmış imzalar görmek mümkündü" diye yazıyor : ( 13 ). 12 Mayıs 1939 'da İngiliz- Türk karşılıklı yardımlaşma anlaşmasının ilanından sonra, bütün gazetelerin "Mussolini ve Hitler'i mahkı1m etmek için birbirleriyle yarıştıklarını" ileri sürüyor. Ancak, Almanların Sovyetler Birliği 'ni istilaya başlamasından sonra, gazetelerin çoğu svaşın "teknik" yönlerini açıklayabilmek için bir emekli generalle anlaşma yoluna gitmiştir (14). Nadir Nadi şöyle diyor: "Çoğunluğu Mihver 'den yana olan bu generaller, Almanların falanca ya da filanca şehri almalarının "Qir gün meselesi olduğunu yazarlar, tahminleri yanlış çıkınca da, durumun neden öyle değil de böyle olduğunu açıklamak için uzun izahlara kalkışırlardı. .. " (15) Nadir Nadi'nin savaş yıllarında
( 12) 8 Eylül 1 969'da Londra'da Deo D. Hochstetter ile yapılan özel gö-rüşmeden; bak: Herdeki 28 notu dipnotu.
66
(13) Nadir NAdi, önceki aynı kitap, s. 37. ( 14) Aynı kitap, . 123. ( 15) Aynı kitap,
Türk gazeteleri arasında anlamlı anlaşmazlıklar olmadığı, hemen tümünün kadrolarında birkaç Mihver yanlısı bulunduğu, hiç birinin inatla bir siyasal görüşü benimsemediğini söylemesi, kuşkusuz, savaş döneminde yayınlanan gazeteler arasında var olan önemli anlaşmazlıkları küçümseme amacını gütmektedir. Bu gazetelerin çoğunluğu farklı kişilerin yönetimi ve denetimi altındaydı; hepsinin ayrı ayrı bağlılıkları, inançları vardı; bu nedenle de, siyasal görüşleri ve olayları birbirlerine karşıt çözürnleyişlerle sunuyorlardı.
Gazetelerin önem bakımından en başta geleni, CHP'nin resmi organı olan "Ulus"tu (16). İnönü'nün güvenilir arkadaşı Falih Rıfkı Atay 'ın (17) yönetimindeki bu gazete, hükümetin siyasetini yansıtıyordu. Atay ve "Ulus" gazetesi, İnönü 'nün başka bir sesiydi sanki. Savaş yıllarında "Ulus"un dış haberlerden sorumlu müdürü de, Ahmet Şükrü Esmer 'di ( 18). Savaş sırasında Atay kadar olmamakla birlikte, Esmer, yine de iç kabinedeki dış politika çizgisini saptayan danışmalara ve CHP 'nin Parlamento grubuna yakındı (19). Bu nedenle makalelerindeki yorumlara özel bir önem verilmeliydi.
Nadir Nadi 'nin kendi gazetesi olup 7 Mayıs l 924'te babası Yunus Nadi Abalıoğlu'nca (20) kurulan "Curnhuriyet"e ise, savaş yıllarında genellikle Mihver yanlısı gözüyle bakı-
( 16) Basın Ansiklopedisi, s. 125. ( 17) Aynı kitap, s. 20; Nadir Nadi, '' Atay'ın samimi olarak lnönü'ye bağ
lı" olduğunu söylemektedir; "El üzerinde tutulurdu, çünkü Parti'nin değil, hükümetin başyazarı olarak kabul edilirdi' ', aynı kitap, s. 1 7 1 .
( 1 8) Basın Ansiklopedisi, s.54. ( 1 9) Esmer de, Atay, Yalçın ve Yunus Nadi ve birçok gazeteci gibi, Mec
lis 'te bir sandalye sahibiydi. (20) Basın Ansiklopedisi, s.45
67
lırdı (2 1 ). Nadir Nadi, babasının "Cumhuriyet" gazetesindeki makalelerde izlenen politikasını, Alman yanlısı yazılarını, Türkiye'nin ulusal çıkarları bakımından politik gerçekçilik diye yorumlayarak savunmak istemiştir (22). Sözgelişi, 30 Temmuz ve 3 1 Temmuz 1 940 yıllarında yayınlanan iki başyazıda, Almanya'nın kabul edilmesi gereken bir güç olduğunu ileri sürüşünü, hük:Umetin tarafsızlık politikasına yardımcı olmak için kaleme aldığı biçiminde yorumlamaktadır. Amacı, Türk kamuoyunda dengeyi sağlamak, körü körüne bir Müttefik yanlılığından, savaşan yanlar arasında, orta bir yola çekmekti. Yunus Nadi, 3 1 Temmuz tarihli makalesinde tek bir ulusun bütün Avrupa'ya egemen olmasına karşı çıktığını ileri sürmektedir. "Bir tek ulusun hegemonyası bir hayaldir" diyor, bu hayali Büyük Britanya adına sempati yaratmak amacıyla, Türkiye'de Alman korkusu yaymak isteyenlerin ortaya attığını ileri sürüyordu (23). Nadir Nadi, bu satırların Almanya'yı savunmak için değil, tarafsızlık havasını güçlendirmek için kaleme alındığında diretmektedir. buna karşılık hükumet, l 2 Ağustos 1 940 'ta, " Cumhuriyet" in yayınını 9 Kasım 1 940 tarihine kadar yasaklamışır (24 ). Nadir Nadi' nin kendisinin de
(2 1 ) Yunus Nadi'nin uzun ve ünlü meslek hayatı için bak: Aynı kitap. Nadir Nadi'nin kısa hayat hikayesi için bak: s.41 ; Yunus Nadi'nin meslek hayatının ilginç bir hikayesi de, Tekin Şrer'in Basında Kavgalar (lstanbul, Rek-Tur Kitap Servisi Yayınlan, 1965), s.23-24'te bulunabilir; Erer, Nadir Nadi ile kardeşi Doğan Nadi'yi de eleştirmekte, Nadir Nadi'den "muhteris bir sosyalist" diye söz etmektedir; s. 75-76. Erer' in ileride iki kitabına daha başvuracağımız için, ikisi de ayn ayn adlarıyla anılacaktır.
(22) Nadir Nadi, aynı kitap, s.89-94. (23) Yunus Nadi, "Tek Devlet Hegemonyası Bir Hayaldir", Cumhuriyet,
3 1 Temmuz 1940. Aynca bak: Basında Kavgalar, s.77-79. (24) Nadir Nadi o dönemde Selim Sarper'in oynadığı kişisel rolü de an
latmaktadır, aynı kitap. s.99.
68
kabul ettiği gibi, gerek İnönü, gerekse o zamanki Başbakan Refik Saydam, bunu ve aynı amaçla yazılmış daha başka makaleleri, kamuoyunu yansıtmak için çizdikleri sınırı aşan görüşler olarak kabul etmişlerdir. Nadir Nadi, İnönü'nün, "Bu çocuklar başıma iş açacaklar. Kapatın gazeteyi" dediğini de anlatmaktadır (25).
Nadir Nadi 'nin tersini ileri süren görüşlerine rağmen, kanıtlar Yunus Nadi ve " Cumhuriyet" in savaş yıllarında Alman çıkarlarını desteklediğini göstermektedir. Sözgelişi, Peyami Sefa ve savaşın büyük bir döneminde "Cumhuriyet" gazetesi yazı kadrosunda bulunan emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, kesinlikle Mihver' e sempati besleyen kişilerdi (26). Aynca, 28 Haziran 1 945 'te 1sviçre'de ölünceye kadar "Curnhuriyet"in sahibi olarak görünen Yunus Nadi de, ekonomik nedenlerle, Mihver' e karşı hep anlayışlıydı (27). Transkontinent Press'in müdürü ve savaş döneminde Alman istihbaratı adına Türkiye 'de çalışmış en önemli ajanlardan biri olan Fritz Fiala, l 944 yılı Eylül ayında Batı 'ya sığındığı zaman, bu yönde doğrulayıcı ifadeler vermiştir. Birleşik Amerika Savaş
(25) Aynı kitap, s . 101 . (26) Nadir Nadi, Peyami Sefa'nın, dış politika konusunda sadık bir Nazi
yanlısı olduğunu açıklamakta ve Hitler'in yenilgisinin "onu yıktığını" söylemektedir, ayııı kitap, s. I 04. Peyami Sefa'nın meslek hayatı için bak: Basın Ansiklopedisi, s.97. Nadir Nadi, ilerde daha geniş biçimde tartışılacak olan Erkilet'ten de Alman yanlısı olarak söz etmektedir, s. 123. Nadir Nadi'nin de kabul ettiği gibi Fevzi Togay " 1 9 17'de Rusya'yı terk edip Türkiye'den irtica hakkı istemek zorunda kaldığından, aşın ve körü körüne bir Rus aleyhtarıydı'', s. 103- 104; Kazan Türklerinden olan Togay, 1944 yılı Mayıs ayında Turancılık komplosuna katılmakla suçlanarak adlan hükumet e açıklananlardandı.
(27) Yazar, bu konuda ileri sürülenlerle ilgili kanıtların rasgele olduğunu belirtmek ister.
69
İstihbaratı Dairesi Baştemsilclisi George W H. Britt, görevli memurlarından biri olan Leo Hochstetter'den, Fiala 'nın sorgusu sırasında verdiği bilgileri kapsayan bir rapor almıştır. 2 Eylül 1944 'te Britt, Hochstetter raporunun bir kopyasını, Türkiye'deki
Amerikan elçisine göndermiş, ancak "bunları Fiala'nın ileri sürmüş olmasından başka, doğru olduğunu garanti edecek bir kanıt yoktur" diye belirtmiştir. Bu rapor, Elçi Steinhardt'ın Kongre Kitaplığı 'ndaki kişisel belgeleri arasında bulunmaktadır (28). Fiala, "Cumhuriyet" gazetesinin Alman yeraltı örgütünce beslendiğini ileri sürmekteydi (29). Fiala, "Cumhuriyet" ve "Tasviri Efkar" gazetelerinin çok düşük fiyatlarla ve gazete kağıdı olarak maddi yardım aldıklarını söylemekte, fakat gerek Abalıoğlu '!ara, gerekse Ebüzziya 'lara doğrudan doğruya maddi yardım yapılmadığını, Peyami Sefa ve onun gibi düşünen başka kimselerin de aslıdna Turancı ve ırkçı oldukları için, maddi yardıma ihtiyaçları olmadığını eklemektedir (30). Ahmet Emin Yalman da, daha sonralan Yunus Nadi'nin "Büyük Millet Meclisi'nde milletvekili
(28) Birleşik Amerika, Kongre Kitaplığı, Yazma Belgeler Dairesi, Papers of Laurence A. Steinhardt, (Laurence A. Steinhardt'ın Belgeleri), Kutu no.45, " Memorandum", Leo Hochstetter'den Baştemsilciye (W.H. Britt), Birleşik Amerika Savaş istihbaratı Dairesi, lstanbul, 6 Eylül 1 944, bundan böyle Hochstetter Raporu diye anılacaktır.
(29) Leo Hochstetter, Londra'da, 8 Eylül 1 969'da yazarla yaptığı özel bir görüşmede, Fiala'nın savaş dönemi için söylediklerini doğrulayabileceğini belirtmiştir. Hochstetter, Amerikan istihbarat Örgütü'nün şüpheye yer bırakmayacak biçimde Yunus Nadi ve Zeyyat Ebüzziya'nın, Mihver yanlısı politikayı desteklemeleri karşılığında düşük fiyatla gazete kağıdı aldıklarını ispatladığını ileri sürmektedir. Hochstetter, Almanlardan alınan yardımın tek ödeme biçiminin bu olduğunu da ileri sürmektedir.
(30) Hochstetter Raporu.
70
olmasından yararlanarak bir dizi savaş faaliyetinden çıkar sağladığını" ileri sürmüştür (3 1 ). Nadir Nadi, bu suçlamalara doğrudan doğruya karşı çıkmamaktadır. Tersipe, " Cumhuriyet" in l 940'ta kapatılışını anlatırken, İnönü'nün bile bu suçlamaların doğruluğuna inandığını söylemiştir. 7 Ağustos 1 940'ta İnönü, trenle Ankara'ya dönerken bir ara istasyonda, aralarında Yunus Nadi 'nin de bulunduğu kalabalık bir grup kendisini karşılamıştı. İnönü, karşılayıcılar gidinceye kadar Yunus Nadi 'ye kalmasını söyledi. Derken Yunus Nadi 'ye dönerek, "Ticari amaçlarla siyasi yazılar yazılmasına tahammül edemem" dedi. Yunus Nadi 'nin itirazları karşısında İnönü tekrar etti: "Kesinlikle tahammül edemem buna! " (32). Yunus Nadi, Mihver'i ister mali, ister başka nedenlerle desteklemiş olsun, "Cumhuriyet" gazetesinin başyazılarındaki düşünceler incelendiği zaman, ancak savaşın kaderinin müttefikler yararına ağır basmaya başlamasından, birkaç ay sonra değişecek bir Alman yanlısı olduğu ortaya çıkar.
Uzun ve parlak bir geçmişi bulunan, Ziyat Ebüzziya'nın (33) sahipliğiyle yöneticiliğini yaptığı "Tasviri Efkar" gazetesi (34) de, Fiala'nın ileri sürdüğü gibi, 1 943 'te kesinlikle
(3 1 ) 1 966'da lstanbul'da, yazarla yapılan özel görüş�eden: Yalman ve Yunus Nadi 1937'de sert bir biçimde çatışmışlar, Yalman, Yunus Nadi'yi faşistlikle suçlamış, Yunus Nadi de Yalman'ın, Kari Marx ve Engels'in kavramına uygun tarihsel maddecilik üzerine broşürler yazdığını ileri sürmüştü; Basında Kavgalar, s.27-30.
(32) Nadir Nadi, aynı kitap, s.98-99, Nadir Nadi babasının savaş döneminde Almanlardan özel bir davranış görmediğini belirtirken, kanıt olarak Yunus Nadi 'nin zengin bir adam olarak ölmediğini söylemektedir, s. 199.
(33) Basın Ansiklopedisi, s.52. (34) Aynı kitap, s. 1 1 5- 1 1 7.
7 1
Mihver yanlısıydı. Belirli biçimde Nazileri tutan Ali Ihsan Sabis, gazetenin genel yayın müdürlüğünü yapıyordu.
Peyami,.Sefa ise, gazeteye makaleler yazmaktaydı. "Tasviri Efkar" savaş döneminde kapatılmış, ancak 1 945'te "Tasvir" adıyla yeniden yayın hayatına atılmıştır.
Savaş sırasında ideolojik durumunu sürekli koruyan tek gazete ise, politika yelpazesinin sağında değil, solundaki bir yayın ·organı, yani "Tan" olmuştur (35). "Tan"ın ilk kurucuları Halil Lütfi Dördüncü, Zekeriya Sertel, Ahmet Emin Yalman ve Rifat Yalman olduğu halde, gazetenin yayın politikası 1 943 'te bütünüyle Sertel ve eşi Sabiha Hanım'ın eline geçmişti (36). Savaş yıllan birbirini kovaladıkça, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel ' in sosyalist felsefe görüşünü bir Sovyet komünizmi anlayışına çevirmeyi başarmıştır (37). "Tan" gazetesi 4 Aralık 1 945 'te komünist karşıtı bir öğrenci gösterisi sırasında tahrip edilmiş, Serteller ise Sovyetler Birliği'ne gitmiştir.
Bir yanda "Cumhuriyet"le "Tasviri Efkar", öte yanda da "Tan"ın temsil ettiği aşırı uçlar arasında, orta yeri de "Akşam" gazetesi (38) dolduruyordu.
1 9 1 8 'de, Kazım Şinasi Dersan, Ali Naci Karacan ve Necmettin Sadak'ın kurduğu "Akşam", başyazı politikası konusunda "Ulus"a çok yakındı. Bir noktada Falih Rıfkı Atay, ya-
(35) Aynı kitap. s.1 1 4. (36) Basında Kavgalar, s.23; Nadir Nadi, Sertellerin yönetimindeki "Tan"
gazetesinin " Aşağı yukarı bütünüyle sistematik bir sol politikaya adanmış" Tür-kiye'nin tek gazetesi olduğunu belirtmektedir. aynı kitap, s.37. ·
(37) Ahmet Emin Yalman, 8 Eylül 1 969' da yazarla Londra' da yaptığı özel bir görüşme sırasında, Zekeriya Sertel' in "fanatik eşi "nin etkisi altında kalmış "zayıf bir adam" olduğunu söylemiştir.
(38) Basın Ansiklopedisi, s. 1 1 .
72
zı işlerinde gazeteye yardımcı oluyordu. Savaş yılları boyunca "Akşam" gazetesi, tıpkı "Ulus" gibi, ölçülü bir Müttef ik yanlısı yazı politikası izlemiş, a.rada sırada Müttef ik politikasını eleştirmekten de geri kalmamış, fakat bunu hep bir dost tavrıyla yerine getirıniştir (39).
Savaş yıllarında Türkiye'deki en önemli makale yazarla-
(39) Akşam gazetesinin sahibi ve başyazarı Necmettin Sadak, 1 947 yılında Türkiye Dışişleri Bakanı olmuştur. Dolayısıyla Fritz Fiala'nın, Sadak'ın savaş döneminde Alman yeraltı örgütünden birtakım ödenekler aldığını ileri sürüşünü belirtmek gerekir. Hochstetter raporunda bu konuda şöyle demektedir: ' 'Fiala 'nın bildiği kadarıyla, yalnızca bir tek Türk gazetecisi ödenek alıyordu, ama bu da dolaylı bir yoldan kendisine veriliyordu Fiala, Akşam gazetesi yayın müdürü Necmettin Sadak'a bir Mercedes otomobil verildiğini, eşinin de çeşitli zamanlarda pahalı kürkler ve başka süs eşyaları aldığını söyledi. Birkaç kez de Sadak'ın bezik borçları, çeklerle ödenmişti."
Ahmet Emin Yalman ise, Fiala'nın söylediklerini yalanlamakta ve Sadak'ın hiç Mihver yanlısı yazılar yayınlamadığını, çünkü çok "ihtiyatlı" olduğunu söylemektedir. Sadak'ın, Mihver yararına yazılar yayınlaması gerekirken böyle davranmamasını, von Papen'in de dikkatini çekmişti. Hochstetter Raporu'nda şunlar da belirtilmektedir: "Fiala, Sadak'la von Papen arasında geçen eğlendirici bir konuşmayı da anlattı. Sadak'ın hoşuna gitmek için yapılan maddi yardımlara karşılık, yazar, Alman aleyhtarı bazı yazılar kaleme almaktaydı. Bu konuyu von Papen kendisine hatırlatıldığı zaman, sözde Sadak şöyle bir açıklamada bulunmuş 'içiniz rahat etsin ekselans, Türk halkı aslında benim başyazılarımı okumaz. Ben, Alman görüşünü, etkili arkadaşlarım yanında kişisel olarak yayıyorum.' Von Papen de buna şu karşılığı vermiş: 'Herr Sadak, Reich bu tür ahlak düşüklüğüyle ilgilenemez.'
Bu araştırmanın yazarı, 1 O Ekim 1966 'da Franz von Papen 'e telefonla başvurarak bu olayı doğrulatmak istemiştir. Eski Alman elçisi bir yorumda bulunmaya yanaşmamış, 14 Ekim'de de yazara bir mektup göndererek, Türklerin hepsinin "eski dostlar" olduğundan söz etmiştir. Önemli olan unsur, "Akşam 'ın savaş döneminde gerçekten de, genellikle Müttefiklerden yana bir yazı politikası izlediğidir. Leo Hochstetter de en sonunda, Fiala'nın Necmettin Sadak'la ilgili ifadesini doğrulamayı başaramadığını söylemiştir. (8 Eylül 1 969'da, Londra'da yapılan özel görüşmeden.)
73
rından biri de, Hüseyin Cahit Yalçın'dı (40). Yalçın, Müttefik davasına sıkı sıkıya sanlı olduğu halde, Sovyetler Birliği 'ne hiç güvenemiyordu (41) . Bu da birtakım çatışmalara yol açmış, Müttefik politikasından hoşnut kalıp kalmamasına göre Yalçın bu çatışmaları çözümlemekte güçlüklerle karşılaşmıştır.
Sözgelişi, İngiliz ve Amerikan devlet adamlarının, muzaffer Rusya'nın yarattığı tehlikeleri yeterince anlayamadıklarını ileri sürmüştür. Ama bu da, Türkiye'nin lngiltere'yle olan ittifakını onurlandırmak için savaşa katılması yolunda diretişini engelleyememiştir (42). Alman ordularının cephelerde ilerledikleri dönemde Yalçın, 1 938 'de Cemalettin Saraçoğlu'nca kurulan ve Reşat Mahmut Yanardağ ile Tevfik Erol'un yönettikleri Yeni Sabah gazetesinde yazılar yazmış, 1 943 'te ise yeniden "Tanin"i çıkarmıştır (43).
( 40) Hüseyin Cahit Yalçın 'ın hayatı ve eserleri üzerine geniş bilgi için bak: Suat Hızarcı, Hüseyin Cahit Yalçın, (İstanbul, Varlık Yayınlan, No.550, 1 957). Aynca bak: Basın Ansiklopedisi, s . 1 59. Erer de, Basında Kavgalar adlı kitabında Yalçın'ın Nazi Almanyası'nın tehdidi karşısındaki korkusundan söz etmektedir, s.59.
(41 ) ilerde göreceğimiz gibi, Sovyetler Birliği temsilcilerinden biri, Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini düzeltmek için atacağı ilk adımlardan birinin, Yalçın'ı temsilci olarak San Francisco Konferansı'na göndermemek olduğunu ileri sürecektir.
(42) ilerde de görüleceği gibi, Türkiye'nin savaşa girmesine karşı çıkanların pek çoğu, Sovyetler Birliği'nin Türk topraklarını istilasından çekinmişlerdir. Yalnızca Yalçın, hem Sovyetler Birliği'nden korkmuş, hem de Türkiye'nin savaşa katılmasını istemiştir.
(43) Basın Ansiklopedisi, s. 1 14-1 1 5; Yalçın, "Tanin" gazetesini ilk defa olarak 1 908'de, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kiizım'la birlikte yayınlamıştır. O zamanlar Ahmet Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay, Asım Us ve Halil L. Dördüncü gibi kimseler de yanında çalışmışlardır. "Tanin", 1 912 ' de Sultan tarafından kapatıldı. Yalçın, 1 9 1 9 'da İngilizlerce Malta'ya sürüldü. 1 922'de Türkiye'ye döndü ve yeniden "Tanin"i yayınlamaya başladı. Atatürk, 1 928'de gazeteyi kapattırdı; çünkü Yalçın, Kemalist reformların bazılarına, özellikle Halifeliğin kaldırılması ve dil reformuna karşı çıkmıştı. Yalçın, artık Atatürk'ün ölümünden sonra yeniden etkin politikaya döndü. Türkiye'nin savaşa girmesi konusundaki tutumu nedeniyle Türk basınının öteki üyelerince horlandığı zaman, ana politika akımına karşı çıkmanın acısını aslında çoktan tatmış biriydi. · 'Yeni Sabah" gazetesinin kısa tarihçesi için bak: aynı kitap, s. 1 3 1 .
74
Yalçın sevimli olmayan davaları savunmakta tek başına değildi. Ahmet Emin Yalman da sık sık böyle şeyler isterdi ( 44). Yalman'ın, bu araştırmanın yazarına, "Yakın arkadaşlar Vatan'ı kontrolleri altına aldığından beri (45), istediğim rizikolara atılmakta kendimi serbest hissettim. Hoşuma ne gidiyorsa onu yazdım, onu söyledim" demiştir ( 46). Yalman, İnönü ve Saraçoğlu'nun, 1 1 Kasım 1942 'de kabul edilen Varlık Vergisi'ni (47) eleştirdiği için gazetesini kapattıklarını kesinlikle söylemektedir.
Basında daha başka anılması gereken kişiler de vardı. Meslektaşlarınca, askeri deniz harekatına gösterdiği ilgi yüzünden " Sivil Amiral" diye ad takılan Abidin Daver, bunlardan biriydi (48). Savaş döneminde "İkdam" gazetesinin (49) yazı işleri yönetmenlerindendi.
1943 'te Review of the Foreign Press (Dış Basından Görünüşler), "İkdam gazetesi Mihver'i desteklemekten uzaktır, ama öbürleri gibi Mihver politikasını mahkum etmeye yakındır denemez . . . " diye yazıyordu (50).
Asım Us da (5 1 ), İstanbul'da yayınlanan "Vakit" gazetesinin sahibi ve başyazarı olarak anılmaya değer. "Vakit" (52) gazetesi, genellikle ılımlı ya da orta yolda bir yayın po-
(44) Aynı kitap, s. 1 30. ( 45) Aynı kitap, s. 123; Yunus Nadi ile çatıştığı zaman, Yalman ''Tan'' ga-
zetesi yazı işleri yönetmeniydi. (46) Özel görüşmeden, İstanbul, 1966. (47) Özel görüşmeler, İstanbul ve Londra, 8 Eylül 1 969. ( 48) Basın Ansiklopedisi, s.5. (49) Aynı kitap, s.74. (50) Görünüş, dizi N, No:8, s.54. ( 5 1 ) Basın Ansiklopedisi, s. 1 25 . (52) Aynı kitap, s. 127.
75
litikası izlenmekteydi. Savaş döneminde Türkiye'de yayınlanan başlıca on iki gazeteden geriye kalan ikisi ise, " Son Posta" ve "Son Telgraf" gazeteleriydi. 1 930 yılında Halil L. Dördüncü, Ekrem Uşaklıgil, Zekeriya Sertel ve Selim Ragıp Emeç'in kurduğu " Son Posta" gazetesi (53) pek çabuk C.H.P.'ye karşı çıkmakla ün salmıştı (54). Gazete, sert eleştirileri yüzünden savaştan önce ve sonra sık sık kapatılmıştır. Dolayısıyle, bu araştırmada yeri çok önemli değildir. " Son Telgraf" gazetesi için de durum aynıdır. Gazetenin sahip ve başyazarı Ethem İzzet Benice (55) bir zamanlar Ulus gazetesinde dış politika yazan olarak çalıştığı halde, savaş döneminde kendi gazetesinde yayınlanan makalelerin genellikle bu incelememizi ilgilendiren yönleri pek yoktur.
Birkaç tane de yabancı dille yayın yapan gazete vardı ve bunların çoğunluğu Fransızca ve İngilizce olarak yayınlanan, Mihver yanlısı yayın organlarıydı. Bunların içinde en önemlli üçü, "Türkische Post", " İstanbul" ve "Beyoğlu" gazeteleriydi. Ali İhsan Sabis'in yönetiminde ve Alman yardımları ile yayınlanan "Türkische Post" gazetesi, savaş döneminde Ankara'daki geniş Alman kolonisince okunuyordu (56). 1 8 Şubat 1 944 tarihli Balkanlar Kurulu kararı ile yayını durdurulmuştur. Öte yandan, "İstanbul" gazetesi, maddi yönden Türkiye dışındaki çıkar gruplarınca desteklenmiyordu.
1 943 yılı Nisan ayında kuruluşunun yetmiş altıncı yılını kutlayan T:ürkiye'nin en uzun ömürlü yayın organı "İstanbul"
76
(53) Aynı kitap, s. 1 08. (54) Aynı kitap. (55) Aynı kitap, s.42 (56) "Türkische Post" gazetesine ilerde daha geniş olarak değinilecektir.
gazetesi, savaş döneminde esen dalgalara göre makalelerini düzenlemekteydi (57). Müttefiklerin Güney Fransa'yı işgaline kadar "İstanbul", Vichy hükfunet ini desteklemişti. Bunun sonucu olarak da, Almanlarla işbirliğine karşı olan Türkiye'deki Fransızların çoğunluğunun sempatisini yitirmişti. Fakat, bütün Fransa'nın işgali, General Giraud'nun Kuzey Afrika'daki çabaları ve mall baskılar sonunda, gazete bir "kalp nakli "ne baş vurma zorunda kalmıştır (58). 1 943 Nisanından sonra "İstanbul" gazetesi, haberleri Müttefiklerden yana bir hava içinde vermeye başladı. İtalyan çıkarlarını temsil ettiği halde Fransızca olarak yayınlanan "Beyoğlu" gazetesi, daha çok ekonomik haberler veriyordu. Türkiye'de yine, bir de yabancı dille yayın yapan komünist yanlısı gazete vardı: "La Turquie". Baykurt ailesinin sahibi olduğu "La Turquie" gazetesi, genellikle gerek Marksist felsefenin aydın önerileri, gerekse Sovyetler Birliği 'ne siyasal bağlılıkla yönetilmekteydi (59). 1 945 yılı Aralık ayındaki öğrenci gösterileri sırasında bu gazetenin yönetim yeri de "Tan" gazetesiyle birlikte tahrip edilmiştir.
Savaş yıllarında Türkiye'de Kamuoyu - Bütün bu gazeteler, halkı etkilemeye çalışıyordu. Fakat bu arada, savaş döneminde. Türkiye 'de esen fikir akımlarına bir göz atmak gerekir. Ülkede belirli iki tutum vardı: Savaşa karşı isteksizlik ve Sovyet Rusya'ya karşı beslenen genel bir güvensizlik.
Sözgelişi, 1943 yılı mart ayında Dışişleri Bakanlığınca Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için hazırlanan bir durum Ra-
(57) Görünüş, Dizi B, No. 1 82, s.224. (58) Aynı belgeler. ( 59) Yazarın çözümlemesi; Leo D. Hochstetter ile 8 Eylül l 969' da Lond
ra 'da yaptığı bir özel görüşmede onaylanmıştır.
77
poru, ülkedeki savaşa karşı akımları etken unsur olarak belirtmekteydi:
Halkın her sınıfı, hatta her devlette savaşa en meraklı olan ordu bile, savaşa karşıdır. Bugün her Türk vatandaşı, Türkiye 'nin savaşa katılmasıyle bir şey kazanamayacağını anlamıştır. Ancak kendi bağımsızlığı tehlikeye düştüğünde savaşa girmeyi düşünmektedir. Bir saldırıya uğramadan ya da özgürlüğü doğrudan doğruya tehdit edilmeden, yani, kışkırtılmadıkça savaşa girmenin, ülkesine daha büyük bir yoksulluk, açlık, hastalık, hatta ölüm ve yıkım getireceği kanısındadır ( 60).
Michel ve Irena Sokolnicki'nin özel belgeleri arasında bulunan bir memorandum da, Türk kamuoyunun görüşünü aşağı yukarı bu biçimde belirlemektedir ( 6 1 ).
Türkler savaşa katılmaya kesinlikle nasıl karşıysalar, Sovyetler Birliği'ni de en büyük tehdit unsuru olarak görmekteydiler. Savaş döneminde Soyvetler Birliği'ne karşı Türk tutumunda en ilginç olan yön, yirmi yıldır çok iyi gelişen SovyetTürk ilişkilerinin, Türklerin Sovyetler Birliğini saldırgan olarak gören geleneksel inançlarını ne kadar az etkilediğidir ( 62). Sözgelişi, Daniel Lemer yaptığı araştırmada, bilgilerine baş
(60) Ankara'daki Büyükelçi'den (von Papen), Berlin'de Dışişleri Bakanlığı'na, Ankara, 1 5 Nisan 1943, Ele Geçirilen Arşivler, NA, T- 120, rulo 26 18, E364561 - E 364569 no.lu bölümler.
(61) Bayan lrena Sokolnickia'nın izniyle incelenen bu memorandum, 1 5 Ekim 1942 tarihini taşımakta ve Türklerin savaşa katılmaya nasıl karşı olduklarını geniş biçimde belirtmektedir.
(62) Ahmet Şükrü Esmer, A. Suat Bilge, Uluğ İğdemir, Enver Ziya Kara!, Cevat Açıkalın, Feridun Cemal Erkin ve eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü, yazarla yaptıkları özel gröüşmelerde, savaştan önceki iyi Sovyet-Türk ilişkilerinin, Türkiye'nin beslediği geleneksel düşman Rusya görüntüsünü değiştirmeye pek az katkıda bulunduğunu doğrulamışlardır.
78
vurduğu Türkler arasında % 80'inin Sovyetler Birliği üzerine görüşünü açıkladığını, ancak bunlar arasında yalnızca % 2'sinin görüşlerini yeni bilgilere dayandırdığını, geri kalanının ise "eski Türk folklorundan bildikleriyle" hareket ettiğini söylemiştir (63). Lemer, Türk kamuoyunun XX. yüzyıl olaylarından çok, XVIII. ve XIX. yüzyıl olanlarıyle yönetildiğini de ileri sürmektedir. Feridun Cemal Erkin de, "Üç yüzyıl boyunca girişilen onüç savaş, Türklere hiç şaşmaz bir tehlikeyi sezme yeteneği kazandırmış, Rus tehdidinin ne olduğunu öğretmiştir," diye yazarken, bu fikirle bağdaşmaktadır ( 64 ). Bu görüş, köylüler için geçerli olduğu kadar şehirli öğrenciler için de böyledir. "Tan" gazetesinin tahrip edilmesi, Sovyet yanlısı partizanlar olarak gördükleri Sertellere karşı öğrencilerin ansızın bir öfke patlaması eylemini temsil etmektedir.
Savaş yılları boyunca ekonomik kısıntılar, istifçilik, karborsa ve bunlara karşı hükumetin gösterdiği sert tepkiler, Türkiye 'de bir moral kırıklığına ve öfkeye yol açmıştır. Bu da, ilerde ekonomik durum incelenirken geniş olarak tartışılacaktır.
(63) Daniel Lerner, The Passing ofTraditional Society (Geleneksel Toplumun Göçüşü), (New York, The Free Press of Glencoe, 1958), s. 140; Lemer araştınnasını savaş sona erdikten birçok zaman sonra yapmıştı; fakat buluşlarının niteliğine bakıp, savaş döneminde de Türk kamuoyunun böyle olduğunun gerçekliği kabul edilebilir.
(64) Erkin, önceki aynı kitap, s.230.
79
III
EKONOMİK YAPININ KISA BİR ÇÖZÜMLEMESİ
Savaş dönemindeki Türk dış politikası, ekonomik değerlerin ve kısıtlamaların büyük etkisi altında kalmıştır. İnönü, Menemenciğlu, Saraçoğlu ile Fuat Ağralı ve Nurullah Esat Sümer gibi öbür yetkililer, günün şartlarının oluşturduğu ekonomik durumun tehditleri üzerine dikkatle eğilmişlerdir. Türkiye savaş dışında kalmıştı ama, müzmin dertlerinden, ihtiyaç maddeleri yokluğundan, enflasyon ve benzeri bunalımlardan yakasım kurtaramamıştı. Türk politikasını çizenler, özellikle Menemencioğlu, bu tür sıkıntıların etkilerini en aza indirmek için Türkiye'nin malik olduğu sınırlı ekonomik avantajlardan, görüşme yoluyle, tam verimle yararlanmaktan yanaydı ( 1 ).
Onun amansız pazarlıkçılığı, gerek Müttefikleri, gerekse Mihver devletelrini çileden çıkarıyordu. WH. Medlicott'un ileri sürdüğü gibi, "sıkı pazarlıkçılık", Menemencioğlu ve öbür Türk devlet adamlarının gözünde "yurtseverliğin en yücesiydi" (2). Türk devlet adamlarının bu konudaki çabalan
( 1) Medlicott, önceki kitap, cilt: l, s. 274. (2) Aynı kitap, s. 269.
8 1
karşılıksız kalma�ıştır. Türkler, ihraç malları karşılığında gittikçe daha yüksek fiyatlar elde etmiş, bu da savaş sonunda oldukça elverişli bir ekonomik duruma erişmeleri sonucunu doğurmuştur (3). Türk devlet adamlarının zihninden çıkmayan şey ise, temel siyasal ilişkileri tehlikeye düşürmeden, en büyük çıkarları sağlama olanağını olgunlaştırmaktı. Bu bölümde, Türkiye'nin savaş dönemindeki ekonomik durumu kısaca anlatılmakta ve Türklerin bu durum karşısında nasıl bir ticari ve mali politika izledikleri açıklanmaktadır.
Enflasyon Afeti - Yüzölçümü 780.623 km2 ve 1 940'ta nüfusu 17.869.901 olan Türkiye, savaş döneminde bir tanın ülkesiydi (4).
Topraklarının ancak % 1 O'u işlendiği halde, nüfusun % 70'i tanın alanında çalışıyordu (5). Tarim ürünleri 1 935 ile 1945 yılları arasındaki dönemde Türkiye ihracatının % 9 1 ' ini ve ulusal gelirin % 70'ini sağlıyorsa da, çiftçilik genellikle ilkel yöntemlerle yapılıyordu (6).
(3) Büyük Britanya. ihracat Geliştirme Dairesi. E.R. Lingeman, Turkey: Economic and commercial conditions in Turkey (Türkiye: Türkiye'de Ekonomik ve Ticari Şartlar) (Londra, His Majesty's Stationery Office, 1 948), s.43; bundan böyle Ekonomik ve Ticari Şartlar diye anılacaktır.
(4) Birleşik Amerika, Ticaret Dairesi Dış ve iç Ticaret Bürosu. S. Goldberg, "Turkey: Basic Economic Position and Recent Changes, (Temel Ekonomik Durum ve Son Değişiklikler), Jntemational Reference Services (Uluslrarası Referans Hizmetleri), cilt:l, No.9 Nisan 1 94 1 , s. 1 -4.
(5) Banque de Paris et des Pays-Bas (Paris ve Hollanda Bankası), Etudes (incelemeler) No. 638. Situation Economique et Financiere de la Turquie (Türkiye'nin Ekonomik ve Mali Durumu), (Paris, 1947), s.4; bundan böyle Ekonomik Durum olarak belirtilecektir.
(6) Aynı belge, savaş yıllarına ait tarım istatistiklerinin tamamı için bak: Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, Zirai istatistik özetleri, 1 936- 1 956, (Ankara 1957). Merkez istatistik Dairesi, birçok bölümleri savaş dönemine ait, hayati önemi olan istatistikler yayınlamıştır. Ayrıca �ak; Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet istatistik Umum Müdürlüğü, istatistik Özetleri, Milli Eğitim Bakanlığı, 1932-1 952, (Ankara, 1 953), Nüfus Sayımları 1 927-1950,
82
Türkiye 'de fiyat düzeyi daha savaş patlamadan önce yüksekti; l 940'tan sonra da artması sürmüştür. Yetersiz bir enfrastrüktür (ekonomik yapı) yolculuk ve ulaşım imkanlarını çok güçleştiriyor, bu yüzden taşıt ücretleri, üretim giderlerini artırıyordu (7). Pek az gelişmiş bir sanayi, yüksek üretim giderlerinin sıkıntısı içinde kıvranıyor, bu sektör de ancak yüksek fiyatlarla mal üretebiliyordu ( 8). Türkiye, savaş patlayıncaya kadar sanayi ürünlerini ülkesinde üretme yerine, bunları hazır olarak dışardan ithal etmeyi çok daha ekonomik bulmuştu.
Fakat, savaş ticareti aksatınca, Türkiye çok önemli sıkıntılarla karşı karşıya kaldı. Bu, fiyatların daha da yükselmesine yol açtı. Ayrıca, savaş döeminde büyük bir orduyu besleme zorunluluğu, savunma giderlerinin artmasını sağladı; bu da enflasyon girdabının hızlanması sonucunu yarattı (9). Müttefiklerin ve Mihver devletlerin bazı Türk ürünleri için önerdikleri gülünç fiyatlar, gariptir, "bir sürü paranın pek az mal sağladığı" bir durum yaratarak, önceki durumu iyice kötüleştirdi ( 1 0).
1 941 ve 1 942 'de özellikle buğday ürününün çok az oluşu, ana besin maddelerinin bile kısıtlanmasını zorunlu kıldı.
(Ankara, 1 95 1 ). New York Üniversitesi profesörlerinden Alexander Melamid bu tür belgeleri incelemiş ve çeşitli çelişkilerle karşılaştığı için, bunlan kabul etmekte titiz davraılmasını hatırlatmıştır (24 Eylül 1969'da New Y ork'ta yapılan özel görüşmeden).
(7) Ekonomik ve Ticari Şartlar, s.28. (8) Aynı belge. (9) 1 943 yılında Türk hükumetinin toplam giderleri içinde savunma gi-
derlerine aynlan para, bütçenin yansından daha çoğunu kapsamaktaydı. Bak: Ekonomik Durum, s.40; bütçenin toplam giderleri 1939 yılında 270 milyon lirayken, bu sayı 1944 'te 550 milyon liraya ulaşmıştır.
Nadir Nadi, önceki aynı kitap, s. 1 83. ( 1 0) Ekonomik ve Ticari Şartlar, s.28. Aynca bak: Önceki kitap, s.37.
83
Hükfımetin aldığı denetleme tedbirlerinin gerektiği biçimde uygulanmaması sonucunda, bu maddelerin fiyatlarında da artışlar önlenemedi ( 1 1 ).
Savaş döneminde resmi döviz kuru, 1 dolar= 1 lira 80 kuruş olarak kaldı. Oysa, liranın gerçek satın alma gücü, sınırsız bir oranda düşmeye başladı. Yabancı ekonomilerle olan ilişkileri bakımından, savaş sona erdiği zaman Türk lirasının değeri, savaştan önceki değerinden % 30 ile % 70 arsında: daha düşüktü ( 1 2). Türk lirasının altına oranla değre yitirişinin oranı ise, % 233 'e kadar varıyordu. Bu düşüş, İngiliz, Amerikan ve İsviçre paralarının uğradığı değer yitirişinden üçte iki oranında daha çoktu ( 1 3). Ülke içindeki paranın alış gücünü yitirme oranı da hayat pahalılığı alanında % 254'e toptan satış fiyatlarında ise % 344'e ulaşmıştır ( 1 4).
Sözgelişi, sebzelerde 1 93 8 yılı 1 00 sayısı birim alınmak üzere fiyat artışı 1 942'de 424.9'a varmıştır ( 1 5). Bir sonraki yıl, yani 1 943 'te ise, bu sayı 894.5 'i bulmuştur. 1 944 ve 1 945 yıllarında da toptan satış fiyatlarında yükselme durmamış,
( 1 1 ) Enflasyon durumunun genel açıklaması için bak: Aydemir, önceki aynı kitap, s.226-227; Aydemir aynca savaşın başındaki yetersiz hükumet denetimlerini de açıklamaktadır. Kendisi ve Şükrü Sökmensüer bu konuda bir rapor hazırlamakla görevlendirilmiş, onlar da başlıca sorunları kapsayan ve uygulanabilir çözüm yollarını gösteren bir taslak hazırlamışlardır. Aynı kitap, s.22 1-222.
Aynca bak: Nadir Nadi, önceki kitabı, s. 176. ( 12) Servet Tarhan, La Monnaie Turque Pendant la Deuxi;ıteme Guerre
Mondiale (İkinci Dünya Savaşında Türk Parası), (Neuchatel, H. Messeiller basımevi, 1952), s. 132.
( 13) Aynı kitap. ( 14) Aynı kitap. ( 15) Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet istatistik Umum Müdürlüğü, ista
tistik Özetleri, 1942-1946, (Ankara, 1947), s.409; bundan böyle bu belgeler istatistik Özetleri diye belirtilecektir.
84
önce 539.4'e, sonra da 595.9'a ermiştir. Hayvansal besin maddeleri de aynı istatistik eğrisini izlemiştir. 1 938 yılının 1 00 sayısı birim alınmak üzere bu alanda da fiyatlar l 942'de 386,6'ya, 1 943 'te 752,8'e fırlamış, 1 944'te 520.9 ve 1 945'te 492. 1 olarak saptanmıştır.
Sanayi hammaddeleriyle yan işlenmişlerin toptan fiyatları da satış yıllarında sürekli artış göstermiştir ( 1 6). Hayat pahalılığının artış grafiği belki bunlardan daha iyi bir biçimde durumu yansıtmaktadır. 1 938'de Ankara'da besin ve içeceklerin toptan fiyat düzeyi 100 iken, bu sayı 1 942 'de 262. l 'e ulaşmıştır. 1 943 'te 400.6'ya çıkmış, 1 944 ve 1 945 yıllarında ise pek az bir düşüş göstermiştir ( 17).
Akaryakıt ve aydınlatma araçları bunlardan pek az değişik bir çizgi izlemiştir. Bu alandaki sayılar 1 942 'de 14 1 .2; 1 943 'te 197.6; 1944'te 229.3; 1 945'te de 227.2'dir ( 1 8).
Giyim fiyatları 1 943'te 508.0'a varmış, savaş süresince de 500 çevresinde dolaşmıştır ( 1 9). Ankara 'da savaş yıllarında toptan fiyatlarda hayat pahalılığı düzeyi 1 942'de 220.9'a; 1 943 'te 322.0'a; 1 944'te 330. 1 'e; 1 945'te de 33 1 . 1 'e inmiştir (20). Bu sayılar genellikle ülke çapındaki hayat pahalılığı düzeyini de yansıtmaktadır. İstanbul'daki fiyat artışları ise, Ankara 'daki artışlyara oranla biraz daha yüksek bir düzeye ulaşmıştır (2 1 ).
( 1 6) Aynı kaynak. ( 1 7) Aynı kaynak. ( 1 8) Aynı kaynak. ( 19) Aynı kaynak. (20) Aynı kaynak. (2 1 ) Aynı kaynak.
85
Küçük esnafça satılan mallar da öbürlerini izlemiş ve tüketiciyi alışverişe çıkmaktan bezdirecek oranlara ermişti (22). Sözgelişi, Ankara'da ibr kilo ekmeğin satış fiyatı 1 94 1 'de 1 2 kuruş, 1 942 'de 2 5 , 1 943 'te 4 1 , 1 944'te 32, 1 945 'te ise 33 kuruştu. Trabzon 'da ise ekmeğin kilosunun fiyatı 1 94 1 'de 1 4 kuruşken, 1 943 'te 70 kuruşa fırlamıştı (23). resmi makamlar, 1 942'de lstanbul'da ekmeğin kilosunun 23 kuruşa satıldığını belirtmekle birlikte karaborsada ekmeğin kilosunun 60 kuruşa kadar satıldığını hatırlayanlar çoktur (24). Savaş yıllan gelip geçtikçe, kuzu ve koyun etinin, kesme şekerin, zeytinyağı ve pirincin de fiyatlarında artışlar oldu.
Ankara'da koyun etinin kilosu 1 94 1 'de 39 kuruşken, 1 944 'te 1 29 kuruşa çıktı; İstanbul 'da ise fiyatlar 1 94 1 'de 46 kuruşken 1 944 'de 1 82 kuruşu buldu (25). Buna paralel olarak kesme şekerin kilosunun fiyatı 50 kuruştan (26) 345 kuruşa çıktı (27). Zeytinyağının kilosu 1 94 1 'de 85 kuruştu, 1 944'te 250 kuruşu buldu (28). 1 94 1 'de kilosu 56 kuruş olan koyun etinin 1 944 'teki fiyatı 1 76 kuruştu. 1 94 1 'de kilosu 38 kuruştan satılan pirincin kilosu ise 1 943 'te 1 49 kuruşu bulmuştu (29).
(21) Aynı kaynak. (23) Kaıpat, Karadeniz bölgesinde toprağın küçük parçalar durumunda iş
lendiğini ve halkın genellikle mısır ve tütün yetiştirdiaini belirtmektedir. 1948' de Toprak Mahsulleri Ofisi, ürünün çoğunu dış ülkelere sattığı için, bu bölgenin ihtiyacını karşılayamayacak duruma düştü. Bu da büyük kızgınlıklara yol açtı, Karpat, önceki aynı kitabı, s. 104.
(24) Review ofthe Foreign Press (Dış Basından Görünüşler), dizi B, no. 1 63; s.598; aynca bak. Aydemir, önceki aynı kitabı, s.203.
(25) istatistik Özetleri, s.412-413 . (26) 194 1 'de. (27) 1943'te; aynı belge, bak s.4 13 . (28) Ankara'da; aynı belge, bak. s.41 6-417. (29) Koyun eti ve pirinç fıyatlan, Ankara için geçerlidir; aynı belge, s.417-
4 1 8 ve 423.
86
Önleyici İç Tedbirler - Bütün bunların toplu sonuçlan pek yıkıcı oldu. İnönü 1 Kasım 1 944'te bunu, "Geçen yıllar içinde, memleket içinde başlıca uğraşımız beslenme güçfükleri ve enflasyonun zararlarıyle oldu (30) sözleriyle belirtmiştir.
Hükumet daha savaşın başlangıcında duruma bir çare bulabilmek için birtakım iç ve dış tedbirlere baş vurmuştu. Dış tedbirlerin en önde geleni, ilerde de göreceğimiz gibi, bütünüyle Türk ekonomisinin çıkarları gözetilerek alınmıştı. İçtekilere gelince, bunların arasında önleyici ve kısıtlayıcı bazı sert tedbirler de bulunmaktaydı ki, vatandaşlar, özellikle köylüler, acısını çok çekmişlerdir. Bu acı ve kırgınlık, daha sonra İnönü 'nün siyasal yenilgisini hazırlamıştır.
Savaş döneminde Türk hükumetinin aldığı en önemli iç tedbir, Büyük Millet Meclisi'nin 1 8 Ocak 1 940'ta kabul ettiği Milli Koruma Kanunu 'dur (3 1 ). Bazı durumlarda hükumet . kanunla kendisine tanınan yetkileri uygulamakta duraksamıştır. Sözgelişi, insan gücü eksikliğini çözümlemek için, köylü vatandaşlara sanayi bölgelerinde çalışma yükümlülüğü koy-
(30) lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s.3 1 7. (3 1 ) 1 9'24 Anayasası 'nın 5. Fasıl 86. maddesi: "Harp halinde veya harbi
icap ettirecek vaziyet hususunda veya isyan zuhurunda veyahut vatan ve Cumhuriyet aleyhinde kuvvetli ve fiili teşebbüsat vukuunu müeyyit, kat'i emare gö-. rüldükte, lcra Vekilleri Heyeti müddeti bir ayı tecavüz etmemek üzere umumi veya tevzii idarei örfiye iliin edebilir ve keyfiyet hemen Meclisin tasdikına arzolunur veya tenkis edebilir. Meclis müçtemi değilse derhal içtimaa davet olunur.
ldarei örfiyenin fazla temadisi Meclisin kararına mütevakkıftır. .. '' (Türkçe aslından olduğu gibi aktarılmıştır.)
Sıkıyönetimin uzatılmasına ancak Meclis karar verebildiği için, hükumet bu amaçla sürekli olarak sıkıyönetimin uzatılması isteklerini Meclis'e getirmekteydi; bak: T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Yedinci Meclis, 28 Mayıs 1 943, cilt:!, s . 133 . İnönü 194 1 'de "Savaşın zararlı etkilerini" önlemek amacı güttüğünü söyleyerek bu kanunu savunmuştur; bak: lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s.362.
87
muştur. Mahalll memurlar görevlendirilerek, askerlik hizmetinden bağışık ya da hizmetlerini yapmış, erkeklerin stratejik önemi olan sanayi dallarında, özellikle madenlerde, bir yıl süreyle ve düşük ücretle çalıştırılmaları sağlanmıştır (32). Bu uygulama "köylüler arasında büyük hoşnutsuzluğun yayılmasına sebep olmuştur" (33 ).
Sanayi bölgelerinde çalışma yükümlülüğü öncelikle maden merkezlerine yakın yerlerde yaşayan köylüler için uygulanmıştır. Toprak Mahsulleri Ofisi 'nin kararları ise çok daha geniş kitleleri etkilemiştir. Ofis, köylülerin ellerindeki ürünü piyasa değerinden daha aşağı fiyatlarla kendisine satmalarını istemiştir. Köylüye kendisi ve ailesi için yetecek kadar ekmeklik buğday bıraktıktan sonra geri kalan ürününün tümünü elinden almak böylece mümkün olmuştur (34 ). Bu kararların amacı, besin maddelerinin halk arasında eşit dağıtımını sağlayarak, yoksulluk ve açlığın yayılmasını önlemek, besin maddeleri, özellikle ekmek fiyatlarını belirli bir düzeyde tutmaktı.
Ancak, kararlar yanlış uygulanmış ve bir bakıma çare yerine daha büyük dertlerin açılmasına yol açmıştır. Köylüler, tedbirler karşısında ürünlerini daha büyük bir inatla saklamaya ve kaçırmaya başlamış, bazı zengin toprak sahipleri ise, ürünlerini karaborsacılara satarak büyük kazançlar sağlamış-
(32) Karpat, aynı kitap, s.9 1 . no.28; Karpat, Ekonomi Bakanı Fuat Sirmen 'in bu tür iş mükellefiyetinin askerlik hizmetinin yerine sayılması için iş kanunları hazırlattığını söylemektedir. Karpat s.9 1 'de de Hikmet Bayur'un, mükelleflerin kendi topraklarında yapılacak önemli işleri olduğunu, zaten pek çoğunun askerlik hizmetini bile yaptığını, buna rağmen çok düşük ücretlerle çalışmaya zorlandıklarını savunduğunu belirtmektedir.
(33) Aynı kitap. (34) Aynı kitap, s. 1 04.
88
tır. Bu tür yolsuzluklara çok kez zengin toprak sahiplerinden gereken sus payını alan Toprak Mahsulleri Ofisi 'nin bazı memurları da ·aracı olmuştur. l 943 'te, Ofis'teki yolsuzluklar üzerine birçok gazete, geniş ölçüde yayın yapmıştır (35) .
Fakat, Türkleri büyük kitleler halinde etkileyen ve öfkelendiren tedbirler, özellikle gelirleri vergilendirme alanında alınmıştır. Savaş döneminde Türkiye'de kazançların vergilendirilmesi büyük eşitsizliklere yol açmıştı. Maaşlı ve ücretli olanlar, hükumete vergi borçlarını tam olarak öderken, çok sayıda özel kuruluş sahibi -ki bunların sayısı savaş yıllarında hızla artmıştı-kazançlarını gizleyerek çok az vergi ödeyebiliyordu (36).
Bu da birtakım savaş zenginlerinin elinde büyük çapta sermaye birikimi doğurmuştur (37). Bu adamlar paralarını açık açık harcamaktan çekinmemiş, lira üzerindeki enflasyoncu baskıyı tutumlarıyla körüklemişlerdir. Sözgelişi, İnönü l Kasım l 942'de şöyle diyordu :
Siyasi çıkarları için her bunalımı büyük bir fırsat belleyen ve kim bilir hangi yabancı ulusu.n çıkarları için çalışan vurguncular, toprak ağalan, açgözlü ve fırsatçı tüccar . . . ve bazı politikacılar, büyük bir ulusun bütün yaşantısını mayınlamayı denemektedirler (38).
İnönü bu kötü insanları ayıklamanın bir bakıma kolay olacağını söylemiştir. Fakat, durumun hiç de böyle olmadığı
(35) Bak. Cumhuriyet gazetesi, 2 ve 6 Mart 1943: Tasviri Efkar gazetesi, 4 Mart 1 943.
(36) Karpat, önceki aynı kitap. s.92. (37) Aynı kitap, s.93. (38) lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s.37 1 .
89
kısa zamanda anlaşılmıştır (39). Savaş yılları boyunca Türkiye'de uygulanan vergilendirme politikası, zenginliklerin eşitliksiz dağılımını körüklemiş, enflasyonu önlemeyi başaramamıştır. Varlık ve Toprak Mahsulleri vergileri, mutlu azınlığı ve köylüleri vergilendirmişse de, enflasyonu önlemekte yine etkili olamamıştır ( 40). Bu iki vergi üzerine kopartılan çığlıklar daha dinmeden, sonuçları para piyasasında kendini göstermiştir ( 41 ). Fakat, deflasyoncu tedbirler olarak, yine de yarar sağlayamamıştır. Ayrıca sosyal birer kurum olarak çeşitli yolsuzluklara yer hazırlamıştır. Karpat bu konuda şu sonuca varıyor:
"Sermayenin bazı 'görünmeyen' ellerde toplanması ve cömertçe çarçur edilmesi . . . İkinci Dünya Savaşı sonunda gerçekten o kadar çarpıcı bir hal almıştı ki, Büyük Millet Meclisi'nde bile bir şikayet kaynağı olmuştur." (42)
Türkiye'nin Almanya'ya Ekonomik Bağımlılığı - Türkiye'nin savaş döneminde çektiği ekonomik sıkıntıların ve yoklukların, öncelikle Almanya'ya bağımlı olmasından ileri geldiği kesindir. Savaşın yaklaştığının belirtileri, Türk devlet adamlarını, Büyük Britanya, Birleşik Amerika ve Fransa ile daha sıkı ekonomik ilişkiler kurmak için, ekonomik dengeyi geçici olarak bozma rizikosunu göze almaya zorlamıştır.
1 930- 1945 yılları boyunca Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ilişkiler, çıkış ve inişleriyle, denizin dalgalanmasına benzeyen bir eğri izlemiştir. Sözgelişi, 1 93 l 'de Almanya,
90
(39) Karpat, aynı kitap, s.92 (40) Tarhan, önceki aynı kitap, s. 134-135. (41) Aynı kaynak. (42) Karpat, aynı kitap, s.93.
Türkiye'nin toplam ihracatının % 10,7'sini almış, Türkiye ithalatının da % 2 1 ,3 'ünü karşılamıştır (43). Beş yıl sonra, 1 936'da da, Türkiye toplam ihracatının % 5 1 'ini Almanya'ya yöneltmiştir (44). Toplam ithalatının % 45,1 'ini de Almanya 'dan yapmış olması, belki çok daha anlamlıdır ( 45).
1 948 {le Türkiye, toplam ithalatının % 46,9'unu Almanya'dan yaparken, İngiltere'den % 1 1 ,2, Birleşik Amerika'dan da % 10,4 oranında ithalat yapmıştı ( 46). Aynı yıla ait ihracat sayılan ise çok daha çarpıcı bir karşıtlık ortaya koymaktadır:
Türkiye, toplam ihracatının % 42,9'unu Almanya'ya, yalnızca % 3,4'ünü de İngiltere'ye yöneltmiştir. Birleşik Amerika ise Türkiye'nin toplam ihracatından % 12,2'sini almıştır (47).
Almanya savaştan önce inşaat demiri, çelik, işlenmiş bakır, her
türlü motorlu araç, ağır makineler, otomobil lastiği ve daha başka her türlü işlenmiş lastik, cam, gazete kağıdı, ilaç vb. gibi maddeler bakımından Türkiye'nin başlıca ve vazgeçilmez
kaynağıydı ( 48). Türkiye de buna karşılık tanın ürünlerinin büyük bir bölümünü Almanya'ya ihraç ediyordu.
1 942'de Barbara Ward'un vardığı gözlem şuydu:
(43) Uluslar Cemiyeti. Dünya Banşı ile ilgili Olarak Ekonomi Politikası Üzerine Genel Etüt Konferansı.
Hazım Atıf Kuyucak, Memorandum on Exchange Control in Turkey (Türkiye'de Kambiyo Kontrolü Üzerine Memorandum), (Paris Uluslararası İşbirliği Uluslararası Enstitüsü, 1939), sayfa numarasız.
(44) Aynı kaynak, bu ihracatın o zamanki değeri yaklaşkı olarak 60 mil-yon liraydı.
(45) Aynı kaynak. (46) Aynı kaynak. (47) Aynı kaynak. (48) Ekonomik ve Ticari Şartlar, ek 1 9, s. 1 73.
9 1
" .. . Türkiye 'nin dış ticaret eğrisinin, dış ilişkilerindeki iniş çıkışları izlemesi, bir rastlantı değildir." (49).
Türk dış politikasının 1 9 Ekim l 939'da Büyük Britanya ve Fransa ile karşılıklı bir savunma anlaşmasına vardığı dönemde, Türkiye'nin Almanya ile olan ticareti büyük bir düşüş göstermiştir.
1 940 'ta 8 milyon lira değerindeki Alman ihracatından sağlanan döviz Türk devletinin kasalarına girerken, bu oran, toplam ithalatın ancak % l l ,7'sini buluyordu (50). Ertesi yıl da Almanya'nın Türkiye'ye yaptığı ihracat, bu ülkenin toplam ithalatının ancak % 1 2,2'sini bulabildi (5 1 ). İhracat sayılan da ilginçtir. 1 940'ta, Türkiye'nin Almanya'ya yaptığı ihracatın değeri 9 milyon lirayı buluyordu ve bu, Türkiye ihracatının toplam değerinin sadece % 8,6'sını oluşturmaktaydı (52). 1 94 1 'de ise, Türkiye'nin Almanya'ya yaptığı ihracatın
(49) Barbara Ward, Turkey (Türkiye), (Londra Oxford University Press, 1 942), s.9 1 .
B u aynı zamanda, Yuluğ Tekin Kurat'ın da genel tezidir; İkinci Dünya Savaşında Türk-Alman Ticaretindeki İktisadi Siyaset, (Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1 96 1 ).
(50) Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, istatistik Yıllığı, 1 942-1945, cilt 1 5 (Ankara, 1946) s.349-3 5 1 . (Bu sayılar, Başlıca Mmeleketlere Göre ithalat ve ihracat Kıyınetleri başlıklı cetvelde bulunmaktadır.)
Aynca bak: Uluslararası İmar ve Geliştirme Bankası. Krediler Dairesi. Doğu Masası. Statistical Tables on Turkey (Türkiye Üzerine istatistik Cetvelleri), (Washington, 1 947), cetvel no. 50, s.53.
( 5 1 ) Aynı kaynak. (52) Aynı kaynak. Türk mallarını satın alma ve Türkiye'nin ihtiyaçlarını
karşılama alanında Almanya'nın yerini önce İtalya'nın aldığına dikkat edilmelidir. Fakat, savaş Akdeniz'deki ticaret yollarını kapatınca, Türk-İtalyan ticareti çok azaldı. Bak: Birleşik Amerika Ticaret Dairesi, iç ve Dış Ticaret Bürosu, ' 'Effects ofWar on Turkey's Foreign Trade" (Savaşın Türk Dış Ticareti Üzerindeki Etkileri), Foreign Commerce Wekkly (Haftalık Dış Ticaret), 1 3 Aralık 1 94 1 , s.4-5.
92
değeri 26 milyon liraya, oranı da toplam ihracatının % 2 J ,8' ine yükselmişti (53).
Fakat, asıl sıçrama bundan sonraki üç yıl içinde görüldü ve Almanya 'yı adeta eski gözde yerine getirdi. 1 943 'te Almanya, Türkiye ithaliitının % 3 7, 7 'sini karşılarken, Türkiye ihracatının % 23,7'sini de satın aldı (54). Almanya'dan yapılan ithaliit 1944 'te hafif bir düşüş göstererek toplam ithaliitın % 30,4 'üne indi; ancak, Almanya 'ya yapılan ihracat, toplam iracatın % 78,2'sine fırladı (55). Aynı yılın başında Türkiye, Almanya ile olan ekonomik ilişkilerini sertleştirdiği halde, elde edilen bu sayı, özellikle ilginçtir. Bunu da, Almanların Türk mallan için çok çekici fiyatlar vermeleri, Almanların Türk ticaret yollarını denetimleri altında tutmaları ve Türklerin ürünlerini başka yere satma imkansızlığı, bir de hükUmetin 1 940 'ta Almaya ile imzalanan anlaşmaya uymaktaki kararlılığı ile açıklamak mümkündür. Dalgalanmaların durulması ise 1945 'te Türkiye ile Almanya arasındaki ticaretin hemen hemen sıfıra indiği dönemde oldu.
Almanya 'nın savaştan önce Türkiye 'yle ticaretini çok geliştirmiş olması bir şans eseri değildir (56). Bu, Hjalmar
(53) Aynı kaynak, aynca bak. Ekonomik ve Ticari Şartlar, Ek 24, s.204. (54) Aynı kaynak. (55) Aynı kaynak. (56) Gelişme, biraz da Almanya'nın kararlı çabalarının bir sonucu olarak
gerçekleşmiştir. Alman ekonomi ve kalkınma politikasının geniş bir çözümlemesi için bak: Cleona Lewis, Nazi Europe and World Trade (Nazi Avrupa ve Dünya Ticareti), (Washington Brookings Kurumlan, 1941 ); aynca bak. N.Montchiloff, Ten Years ofControlled Trade in South Eastem Europe (Güneydoğu Avrupa'da On Yıl Süren Denetimli Ticaret), (Cambridge, İngiltere, Cambridge University Press, 1944). Montchiloff, ülkesinin Nazi Almanyasınca işgalinden önce, Bulgaristan'ın Londra Büyükelçisiydi. E.R. Lingeman ise, Türkiye'nin sa-
93
Schacht'ın "Yeni Plan" denilen Alman ekonomik kalkınmasının sonucudur (57). Schacht, 2 Ağustos 1 934'te Ekonomi Bakanlığının başına gelince, hemen hiç gecikmeden, hesaplarla yeni bir ödeme yöntemi uygulamaya başladı. Bu yöntem, Schacht'ın deyimiyle şöyle açıklanmaktadır: "Bize (Almanya'ya) mal satan yabancı ülkeler, satın aldıklarımızın karşılığını hesaplarına Alman parası olarak geçirmelidir. Bu parayla da Almanya'dan her istedikleri şeyi satın alabilirler (58). Bu
vaştan önce Almanya'ya bağımlı oluşunu, "rekabet zafiyeti"ne bağlamaktadır; bak: Ekonomik ve Ticari Şartlar, s. 1 77.
Kambiyo denetimleriyle ilgili Türk talimatları için bak: Kuyucak, önceki aynı kitabı, ekler bölümü cetvel no. XIII. Hükumetin çabalarına rağmen Türkler, savaştan önce dünya piyasalanyle yarışacak işlenmiş mallar üretme imkanını bulamamışlardı. Bu nedenle de, Almanların, tarım ürünleri karşılığında dünya piyasasından yüske fiyatlar ödemekte gösterdikleri çabanın çekiciliğine kapılmışlardır.
(57) Hjalmar Schacht, Account Settled, (Kapatılan Hesap), Çeviren: Edward Fitzgerald, (Londra, Weldenfeld ve Nicolson, 1 949).
Schacht, "Yeni Plan" dediği yöntemin mantığını şöyle açıklamaktadır: ' 'Bir ülkenin, ihtiyaçlarını karşılamak için yeteri kadar yabancı döviz rezervleri yoksa . . . ucuzluk sorunu artık ilginç olmaktan çıkar . . . Öyleyse, mallarını kendi paralan ile değil, başka şartlarla satmak isteyen ülkeler bulmak ... mümkün olamaz mı?" s.78-83.
(58) Aynı eser, s.8 1 . John C . Dewilde, "The German Economic Dilemma", (Alman Ekono
mik İkilemi), Dış Politika Raporları, Cilt XIII, No. l , 1 5 Mart 1 937 s.2-1 6, Yeni Plan uyarınca takasın dolaylı olarak yerleştiğine dikakti çekmektedir: "Özel klering sistemi içinde yabancı ihracatçılara ödemeler mark karşılığında yapılıyor ve "eski mark" denen bu parayı (Auslandersonderkonten für Inlandszahlungen) Almanya' dan daha çok mal satın almak isteyen ithalatçılara satabiliyorlardı.''
Dewilde'ın da belirttiği gibi, bu dolaylı takas sistemi, Almanya'nın Latin Amerika ve Güneydoğu Avrupa ülkeleriyle ticaretinin başarılı bir biçimde de gelişmesine yardım etmiştir.
Almanya'nın savaştan önce Güneydoğu Avrupa ile olan ticaret ilişkileri üzerine daha ayrıntılı bilgi için bak: John C. Dewilde, "German Trade Drive in Southeastern Europe", (Güneydoğu Avrupa'da Alman Ticaret Yönetimi), Dış Politika Raporları, cilt: XII, No. 1 7, 1 5 Kasım 1 936, s.21 4-220.
94
yöntemin gerek Türkiye, gerekse Almanya açısından avantajı, ender bulunan yabancı dövizleri, dışardan gerekli mallan satın alma ihtiyacını karşılamakta rahatça kullanabilmekti (59). Hammaddelerini ve tanın ürünlerini elden çıkarmak isteyen Türkiye ile, uluslararası para piyasasında daha çok borca batmadan sanayi ürünlerini satmaktan son derece memnun olan Almanya, bu takas sistemine gidersiz bir harcama gözüyle bakmışlardır (60).
1 939'da Türk politikasını çizenler, Türkiye'yi ekonomik bakımdan Almanya'ya çok bağımlı duruma getirmiş olmaktan korkmaya başladılar ve bu durumun yapmak isteyecekleri siyasal manevraları tehdit edebileceğini düşündüler. 14 Aralık 1 939'da Şükrü Saraçoğlu �öyle diyordu:
Ortada başka gerçek daha var ki, bir ülkenin bağımsız bir ulusal politika izleyebilmesi için, dış ticaretinin büyük bölümünün yalnızca bir tek ülkeye yönelmemesini zorunlu kılmaktadır. Dış ticaretin tek bir ülkenin tekeline girmesi, bunun
(59) Aynı eser, s.215 . ( 60) Her şeye rağmen iki ülke için de birtakım sakıncalar vardı. Almanya
mallarını en iyi şartlan ileri sürecek kaynaklardan değil de, bir an önce yetiştirdiklerini elin<Jen çıkarmak isteyenlerden almak zorunda kalıyordu. Dewilde'ın belirttiği gibi bu klering hes�lan sistemi, ''Alman ticaretini doğal ve en ekonomik kaynaklarından bütünüyle saptın yordu. Bak: ' 'Alman Ekonomik İkilemi' ' s.6; Almanya'nın hammadde giderleri de gün geçtikçe artıyordu. Almanya kendi klering hesaplarının kölesi olma durumunda daha çok kalıyordu. "Ekonomik ikilem'' de bundan ileri gelmekteydi.
Savaş döneminde Güneydoğu Avrupa ile Almanya'nın ihtiyaçları arasındaki stratejik işbirliğinin daha kesin bir çözümlemesi için bak: Basil Davidson, "Can Germany Live on the Balkans?" (Almanya Balkanlara dayanarak yaşayabilir mi?), Free Europe (Özgür Avrupa), 29 Aralık 1939, s.67-69.
Almanya ile olanı da içinde, Türkiye'nin savaş dönemindeki ticaretinin geniş bir incelemesi için bak: Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet istatistik Umum Müdürlüğü, Dış Ticaret 1938-1952 (Ankara, 1953).
95
ölçüsü ne kadar küçük olursa olsun, hatta bu ülke müttefik bile olsa, ulusal bir politika izlemeyi çok zorlaştırır. Amacı bağımsızlık olan ulusal politika ile, hedefi kazanç olan ulusal ticaret yan yana yüreyemez duruma gelince, ulusal ticaret fedakarlık yapmak zorundadır ( 6 1 ).
Türkiye, Almanya ile ticaret yapmaktan vazgeçecekse, bunun fedakarlıkları en aza indirecek bir biçimde gerçekleştirmeliydi. Türkler de İngiltere'ye kanca atmakta hiç vakit geçirmediler.
Almanya'dan Kopma Teşebbüsü - Türkiye ile Almanya arasındaki ödeme anlaşması 3 1 Ağustos 1 939'da sona erdiği zaman, Türk hükumeti Büyük Britanya ve Fransa ile ticari ilişki kurduğu için, bunu uzatmayı kabul etmedi. 1 9 Ekim 1 939 tarihli üçlü Türk-İngiliz-Fransız ittifakına eklen�n mali anlaşma, bu üç ülke arasında çok daha sıkı ticari ilişkiler kurulmasını öngörüyordu (62). İngilizler, 1 9 Ekim 1 939 tarihli
(61 ) Helseth'in belirttiği gibi, önceki kitabı, s. 133; Helseth referans olarak ABD Devlet Muhaberatı Dairesi No. 1 343, 29 Ocak 1940'ta Ankara'dan gönderilen rapor, dosya ref. no. 662. 7631- 1 1 6.
19 Ekim 1939 anlaşmasından sonraki göıiişmeler sırasında Türkler, Alman denetiminden kurtulmak istediklerini belirttiler. Bak: Viscount Halifax'ın Dışişleri Bakanlığında Sir Knatchbul-Huguessen'e mesajı, 2 Ağustos 1939, lngiliz Belgeleri, cilt VI, s.567-568; Halifax, Türkiye'deki lngiltere elçisine, Tevfik Rüştü Aras 'ın; Türkiye ''iç politikasıyle birlikte dış politikasını da Büyük Britanya ve Fransa 'yla bir işbirliğine yaklaştırmak için,'' demokratik büyük devletlerin Türkiye'ye ekonomik yardımda bulunmaları gerektiğini söylemişti. Ertesi gün Knatchbull-Hugessen, Halifax'a, Türkiye' de "hayal kırıklığı ve umutsuzluk" duygularının arttığını, Türklerin artık İngilizlerin kendilerine gerekten yardım etmeye pek niyetli olmadıklarını düşünmeye başladıklarını bildiriyordu. lngiliz Belgeleri, cilt: VI, s.574-575.
(62) Bu anlaşma üzerine daha çok bilgi için bak: Bu araştırmanın I. bölümü, 88. dipnotu.
96
itifakın cömert milli şartları içinde Türklerle yeni bir ticaret politikası üzerine görüşmeler yapmanın kolay olacağını sanmışlardı. Bu konuda en önemli sorun krom ihracatıyle ilgiliydi. Görüşmeler hemen hemen 1 9 Ekim'in ertesi günü başladı. Türkler, İnglitere'nin iki yıl içinde, yılda 200.000 ton krom almayı kabul etmeleri için diretiyordu ( 63 ). Buna karşılık, Almanya'ya hiç krom ihraç etmemeyi üstlenmekteydiler.
İngilizler, sonunda "peki" dedi; fakat, bu arada Türkler yeni bir şart daha koştu. 1 6 Kasım 1 939'da Londra'daki Türk Büyükelçisi, İngiltere hükumetine, hükilmetinin Almanya'ya krom ihraç etmeme kararını, ancak İngiltere de Türkiye'den incir, fındık, iizüm ve tütün ürünleri ithal etmeyi kabul ederse yerine getirebileceğini bildirdi. Bu istek Londra'da kızgınlık uyandırdı ve Batılı Müttefiklerin "Türklere çok iyi ettikleri" (64) havası esti.
İngilizlerin tutumu, Türkiye pazarından Almanya'yı silecek kadar çok Türk ürünleri almalarının imkansızlığı karşısında, daha da belirli bir duruma geliyordu. Türkler ise, ihraç edilmeyi bekleyen üretim fazlalıkları olduğu sürece Almanya 'ya krom satmayı sürdürecekleri konusunda üsteliyordu. Görüşmel�rin ölü noktaya varması üzerine, Menemencioğlu Londra ve Paris'e bir yolculuk yaptı (65).
(63) Türkler, güvenlik düşüncesiyle ittifaka bir de "bekleme süresi maddesi" eklenmesinde, diretmiş, anlaşmanın, ancak lngilizler kendilerine Trakya sınırlarını savunabilmeleri için yeterli askeri malzemeyi sağladıktan sonra yürürlüğe girmesini kabul etmişlerdi.
(64) Aynı belge The Economic Blockade, Cilt: 1, s.273. (65) Medlicott, önceki aynı kitap, s.274, Menemencioğlu'nun o zaman
lar, ''hiç altta kalmayan ve zaman zaman da insanın sabrını taşırtan bir görüşmeci olduğunu ispatladığını belirtmektedir.
97
Menemencioğlu, Londra'da da, İngilizlerin iki milyon sterlin değerinde Türk tanın ürünleri ithal etmeleri yolundaki görüşünü sürdürdü. İngilizlere krom satmaya karar verdiklerinde, Almanların bu tür ürünlerini almak istemeyeceklerini ileri sürdü. Eğer İngilizler Türk kromunun Almanya'ya akmasını önlemek istiyorlarsa, Türklerin çabuk bozulan tanın ürünlerini satın almayı kabul etmeleri gerekiyordu.
Menemencioğlu, kuru meyvelerin satışı konusunda bir anlaşmaya varılmadıkça, görüşmelere katılmayacağını da bildirdi. WH. Medlicott: "Kuru meyve anlaşmasını kabul etmeyen Bay Menemencioğlu 'nun blöf yaptığını düşünmek mümkündü; ancak, blöf yaptığı yüzde yüz doğrulanamıyordu," diye yazmaktadır (66). İngilizler sonunda Menemencioğlu'nun önerilerini kabul etti. Menemencioğlu bunun üzerine hemen Paris'e geçti ve burada da İngilizlere karşı desteklendiğini hayretle gördü. Aralık ayı ortasında Londra'ya döndüğünde, yeni bir istekte bulundu. İngiltere hükümetinin Türk kromunu iki yıl değil, yirmi yıl süreyle satın almayı garanti etmesini istedi. İngilizlerce isteği geri çevrildi. Buna rağmen 8 Ocak l 940'ta Fransızların da katıldığı bir anlaşma imzalandı (67). İngilizler, çarpışmaların kesilmesinden sonra, ihracat mevsiminin sonuna kadar Türk kuru yemişlerini satın almak için söz verdiler. Fakat, bu garantinin kendilerini 1 942-1 943 ihracat
(66) Aynı kitap, s.274-275. (67) 8 Ocak l 940 tarihli Türk-İngiliz-Fransız İttifakı için bak: Uluslar Ce
miyeti. Anlaşmalar Dizisi, cilt: 200, No. 4689, s. 1 77-1 89. Bu anlaşmalar Paris 'te imzalanmıştı. Temel anlaşmaların tam başlığı, " Yüzde 4 Faizli 25 Milyon Sterlinlik Krediyle 1lgili Bir Anlaşma" ve "Yüzde 3 Faizli on beş milyon Sterlinlik Yardım Anlaşması"dır. Bu konu için aynca bak: Bu kitabın 1. Bölüm, 88. dipnotu.
98
mevsiminden sonra bağlamayacağını da belirttiler. İngilizler aynca, gelecek iki yıl içinde her yıl 50.000 ton krom satın almayı, 1 943 'ten sonra da krom konusunda kendilerine öncelik tanınmasını istediler.
İleride göreceğimiz gibi, Menemencioğlu'nun Türk kromunu yirmi yıl süreyle İngilizlere verme önerisini geri çevirdikleri için, İngilizler sonradan büyük pişmanlık duyacaklardır.
Menemencioğlu Ankara'da bulunmadığı sırada, Türkiye ile Mihver arasındaki görüşmeler kesilmemişti. Dışişleri Bakanının Ankara'ya dönüşünden sonra İngilizlere, Türkiye'nin Türk fabrikalarında kullanılan Alman üretim maddelerine karşılık, Almanya'ya yaklaşık olarak beş milyon lira değerinde pamuk, susam, fındık, tütün ve Alman ekonomisi bakımından çok önemli bir madde olarak zeytinyağı ihraç edeceği bildirildi (68). İngilizler, Türk hükfımetinin Almanya ile Türkiye arasında her türlü ticari ilişkileri kesmeye yol açacak bir savaş ticareti anlaşması yapmak istemediğini bu sefer daha da açık bir biçimde anlamıştı (69).
Gerçekten de, 8 Ocak 1 940 anlaşmasından sonra Türk diplomasisi, Mihver devletleriyle Müttefikleri birbirlerine karşı koz olarakcynamayı sürdürdü. Türkler, 1 940 yılı Şubat ayında Almanya ile ticaret ilişkilerini kesmeyi düşünmeden önce, istedikleri bazı malların listesini İngilizlere sundular (70). Aynı zamanda Almanya'dan da kamyon, yedek parça, silah, fabrlka
(68) Helseth, önceki aynı kitap, s. 1 34; aynca bak. s.267-277. Helseth, Türklerin bu görüşmeler hakkında lngilizlere önceden haber verdiklerini, fakat anlaşma metninde zeytinyağının da bulunduğunu belirtmeyi unuttuklannı söylemektedir.
(69) Ekonomik Abluka, cilt: 1 , s.277. (70) Aynı kaynak.
99
kurma kolaylıkları, demiryolu araçları, lokomotif ve buna benzer isteklerde bulundular (7 1 ). En sonunda, 25 Temmuz l 940'ta Türkiye ile Almanya arasında bir ticaret anlaşması imzalandı (72). Bu anlaşmada, yaklaşık olarak 25 milyon lira değerinde ihracat ürününün Türkiye'ye ihraç edileceği belirtiliyordu. Almanlar, 39 lokomotif, Sıvas çimento fabrikasının kurulması için gerekli araç, yedek parça, tıbbi malzeme, ilaç vb. mallar göndereceklerdi. Türkler de buna karşılık Almanya'ya tiftik yünü ve zeytinyağı da içinde türlü tanın ürünleri sağlayacaklardı (73). Bunlar arasında İngilizlerin, Almanların yoksun kalmasını istedikleri birçok stratejik değerde madde de vardı.
Türk-Alman Ticaret Anlaşması 'nın yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra, Almanya 'dan Türkiye 'ye ancak 9 milyon lira değerinde Alman mamulü gönderilebilmişti (74). Bu ise, Türkiye'nin makine ve silah ihtiyacını daha geciktirilmeye gelmez bir dunima sokuyordu. Öte yandan Almanya, Türk kromuna gittikçe daha açgözlü bakmaya başlamıştı. En sonun
da, 18 Haziran 1941 tarihli Türk-Alman Dostluk lttifakı'nın imz.alanmasından sonra, dunimu aydınlığa kavuşturmak için Alman ticaret görüşmelerinin başyöneticisi Kari Clodius'un Eylülde Ankarıf'ya gideceği açıklandı (75). Almanya 'ya krom
(71) Aynı kaynak. (72) Aynı kaynak (73) Bu anlaşmanın hükümleri uyannca Almanya 'ya gönderilecek malla
nn üçte birini tütün teşkil edecekti. (74) Helseth, öriceki aynı kitap, s. 1 35. (75) Clodius ile Menemencioğlu arasındaki görüşmelerin genel havası üze
rine bak. Ekonomik Politika Dairesi Müdür Yardımcısından (Clodius), Dışişleri Bakanlığı 'na; Ankara, 26 Eylül 194 1 , Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: XII, s. 566-568. Menemencioğlu, krom konusunda Türkiye 'nin elinin kolunun bağlı olduğunda diretmiş, 1 5 Ocak 1939'a kadar yalnız lngiltere'ye krom ihraç etmeyi kabul ettiklerini ileri sürmüştür. Buna rağmen Türkiye Dışişleri Bakanı, Almanya ile bir anlaşmaya varabilmek için çok çabalamıştır. Clodius, ' 'Numan (Menemencioğlu)ı başka hiç bir konuda bu kadar didinir, adeta yalvanrken görmemiştim," diye yazmıştır.
1 00
ihracı konusunda görüşmeler, 9 Ekim 1 941 'e kadar sürdü ve o tarihte de Ankara'da, sözde Clodius anlaşması denen ittifak imzalandı (76). Türkler bu anlaşma uyarınca Almanya'ya 1 5 Haziran 1 943 ile 3 1 Mart 1 943 tarihleri arasında, yani, İngilizlere tanınan önceliğin sona ermesinden hemen üç ay sonra, 45 bin ton krom göndermeyi kabul ediyordu. Almanya. Türkiye 'ye 1 8 milyon lira değerinde askeri malzeme göndermeyi kabul ederse, Türkiye de Almanya 'ya 1 94 3 'te açıktan 45.000 ton krom, 1 944'te de 90.00 ton krom daha ihraç edecekti (77). Bu anlaşma, Almanların hoşuna gitmedi. Türklere, krom isteklerini hemen karşılamayı kabul ettirebileceklerini umdular (78). Öte yandan anlaşma, İngilizlerin de hiç hoşuna gitmemişti. Türklerin bir kez daha ekonomik yönden Almanlara bağımlı duruma düştüklerini sanıyorlardı. Bunun üzerine İngilizlerle Amerikalılar anlaşmayı engelleme çabalan� na giriştiler.
(76) Clodius Anlaşması artık, Türk-Alman Ticaret ve Ödeme Anlaşması 'ndan başka bir şey değildi ve iki�i de 9 Ekim 1 94 1 'de Ankara'da imzalanmıştı. Bu anlaşmalar için bak: önceki aynı belge,s. 626-627. Anlaşmaların tam metinleri için bak: Almanya, Reichgezetzblatt, elit: il, No. 42, 194 1 . ' ' Regelung des Wareuverkehrs" (Ticari Görüşmeler Tüzüğü), 9 Ekim 1 94 1 , (Berlin, Alman Hüküıneti Yayınları, 1941), s. 375-380.
"Türkiye ile Almanya Arasında Ticari Mübadelelerin Tanzimi Hakkındaki 9 Ekim 1941 Tarihli Anlaşma" başlığı altındaki Türkçe metin ise, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Neşriyat genel Müdürlüğü, Düstur, üçüncü tertip, cilt: 23 (Ankara, Devlet Matbaası, 1942), s. 93-103'te bulunabilir; bundan böyle, Düstur diye belirtilecektir.
(77) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 527 'de Clodius Anlaşması 'nın maddelerinin ve aynntılarının geniş açıklaması için ayrıntılı bilgi bulunabilir.
(78) Clodius'un Ankara'daki Yardımcısı Hans Anton Kroll, "Türklerin tutumu karşısında çok şaşırdığını" yazmaktadır. Daha sonra da şunları belirtmiştir: "Türklerle birlikte çalıştığım altı yıla yakın süre içinde her türlü anlaşmada bir açık kapı bulacak kadar usta olduklarını anladım ... " Bak: Kroll 'dan, Bakanlık Daire Müdürü Wiehl'e; Tarabya, 1 3 Ekim 194 1 . Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: XIII, s. 645-647.
101
İngiliz-Amerikan Tercihli Satın Alma Programı -
1 940 yılı başlarında Başbakan Churchill, Philip Swinton 'dan Birleşik Krallık Ticaret Birliği 'nin (U.K.C.C.), Müttefiklerin tercihli satın alma yoluyle Mihver' e stratejik değeri olan ithal malların ulaşmasını sağlamak için birtakım tedbirler hazırlamasını istemişti. Bu program uyarınca İngilizler, 1 94 1 'de aşağıdaki oranda malları Türkiye'den satın aldılar:
Ton Krom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 5 1 .066 Tiftik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :3.350 Zeytinyağı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :5 .09 1 Meşe palamutu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :5.000 Pamuk tohumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 .622 Pamuk yağı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :8.000 Keten tohumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 124 Susam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 32,5
(79) Amerikalılar da 1 942 'de Birleşik Amerika Ticaret Birli
ği 'ni (U.S.C.C.) kurarak Türk mallarını açık pazardan sağlama çabalarına katıldılar (80).
(79) Ekonomik Abluka, cilt: 1. s. 6 1 0. (80) Amaçları bir olduğu halde. Ankara'daki lngiliz ve Amerikan ajanla
rı, bütünüyle değişik davranmaktaydılar. Türklerden mümkün olduğu kadar çok mal satın almayı öngören Amerikalılar, Türk Ekonomi Bakanlığı 'nın isteği bile olmadan alımlara girişiyorlardı. İngilizler ise, Türk hükumetini kızdırmamak için bundan titizlikle kaçınmaktaydı. Ayrıca Amerikalılar, yapacakları alımlar için Türkleri de kullanıyordu; lngilizler ise, aldatılma korkusuyla buna pek yanaşmıyordu. Bak: Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 246-247. lngilizelrin bu çekingenliği, anlaşıldığı kadarıyla geniş çapta hoşnutsuzluğa yol açmaktaydı.
1 02
Yine de, önemli Türk ürünlerinin Almanya'ya ulaşmasını engelleme amacını güden program, geniş çapta başarısızlığa uğradı. Türkler Clodius Anlaşması'yle üstlendikleri şeylere titizlikle bağlıydı. Sözgelişi, 1 943 yılında Türkiye'nin Mihver ülkelerine ihracatı şu oranlan buluyordu:
Metreküp Krom . . . . . . . . . . '. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :46.783 Yağ tohumları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : . 1 7.942 Balık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 7.597 Sepicilik maddeleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 3.756 Pamuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 10.247 Pik demiri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :9.508 Bakı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :7.384 Kuru meyveler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , . . . :6.445 Deri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :.2.894 Bitkisel yağlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : .2.068 Tiftik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : l .438 Demir ve çelik çevheri . . . . . . . . . . . . . . . . . :966 (8 1 )
Michel ve Irena Sokolnickia'nın özel belgeleri arasında bulunan 1 5 Ekim 1 942 tarihli bir notta, "U.K.C.C. Türk işadamlannın sevgi ve saygısını kazanmayı hiç beceremedi; çünkü, Türk organlanyle işbirliği yapmaya, onlardan yararlanmaya bir türlü yanaşmadı; hala da yanaşmıyor,' ' denilmektedir. Bu not, Bayan lrena Sokolnickia'nın izniyle yayınlanmıştır. Davit L. Gordon ve Royden Dangerfield, The Hidden Weapon: The Story ofEconomic Warfare (Gizli silah: Savaş Ekonomisi Tarihi), (New York, Harper Bross. 1 947), s. 1 23'te her iki yanı da eleştirmekte ve tercihli satın alma programının Türkiye' den çok ispanya' da başarılı oluşunun nedenini, "Müttefiklerin çok sayıda mala, saldırırcasına atılmalarında" görmektedir.
Lord (Philip Cunliffe-Lictes) Swinton'un I Remember (Hatırlıyorum), (Londra, Hutchinson and Co. 1948) adlı eseri, U.K.C.C.'nin özellikle Türkiye' de sağladığı başarılardan örnekler veriyor; s. 1 64-170.
(81) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 540-54 1 .
1 03
Türkler her iki yanla da yaptıkları ekonomik anlaşmalara hiç şaşmadan bağlı kalmakta direttiler. Tıpkı Müttefikler gibi, Almanya da söz verilen malları aldı. Türkler, 1 943 'ten önce Almanlara krom satmadıkları gibi, Müttefiklere de, Almanya 'ya ihracat yapmalarını imkansız duruma getirecek ihraç izinleri vermeye yanaşmadılar. Bu durum, 1 8 Nisan 1 943 'te imzalanan ikinci Clodius Anlaşması ile sessiz sessiz onayladı (82). Profesör Medlicott'un belirttiği gibi, "Türler, Almanların en çok ihtiyaç duydukları maddeleri çekinmeden onlara sağlama görüşündeydiler." (83). Çünkü Türkler, Almanya'ya ihraç edilmek üzere geniş mal stokları yapmıştı. Türkiye, anlaşmanın imzalanmasını izleyen on dört ay içinde yani 1 944 yılı Mayısına kadar, Almanya 'ya 40 milyon lira tutarında stratejik değeri olan mal ihracını kabul etmişti.
Bu anlaşmayı harfi harfine uygulama politikasının ardında, İnönü ile birlikte Menemencioğlu da vardı (84). İkisinin de neden önce Almanlarla ve Müttefiklerle bir dizi anlaşmalara giriştiklerini, her iki yanın da tepkisi ne olursa olsun, bu anlaşmanın şartlarına dayanarak işleri yürüttüklerini açıklayacak çeşitli nedenler vardır. Önceden de belirtildiği gibi İngiltere'nin, Türkiye'nin bütün ihtiyacını karşılamasına imkan
(82) İkinci Clodius anlaşması, Türkiye'nin Almanya'ya yün ve bitkisel yağ satmasını öngörüyordu; ikinci Clodius anlaşmasının tam metni için bak. Almanya, Reichgezetzblatt, cilt: II, No. 29, 1943, "Abkomen Zur Regelüng des Warenverkehrs Zwischen Deutschland und Turkei." (Almanya ile Türkiye arasında Ticari Mübadelenin Düzenlenmesiyle ilgili Anlaşma), 1 8 Nisan 1943 (Berlin: Alman Devlet Yayınlan Dairesi) s. 355-358.
(83) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 535. (84) Menemencioğlu savaş döneminde yüksek düzeydeki ekonomik ve ti
cari görüşmeleri yürütmekle görevlendirilmişti; bunların hepsini de o yürütmüştür.
1 04
yoktu. Almanya ise, ancak kendi istediğini aldığında, Türkiye 'ye gerekli olan malları verebilirdi. İşte Menemencioğlu'nun, Türkiye'nin elindeki stratejik ürünleri, Alman mamullerini elde etmek için Almanların ağızlarını sulandırmak amacıyle kullandığı anlaşılmaktadır. Bu politika, Türkiye'nin maden kaynaklarının tümüne sahip olma ya da dilediği gibi kullanma yeteneğini elinden alma konusunda Alman hükfımetinin beslediği niyetleri ortadan kaldırmaya da yaramıştır. Son olarak, Türk ürünlerinin fiyatlarını belirli bir düzeyde tutmaya da yardım etmiştir (85). Demek ki Türkler, İngilizlere ve Amerikalılara, Almanya'ya vaat ettiklerinden daha çok mal satmaktan hoşnuttular. Ancak, Müttefiklerin kendilerine bir olta gibi uzattıkları tercihli satın alma yemini yutmaya ya da Alman isteklerini geri çevirmeye pek yanaşmıyorlardı (86). Türklerin yaptıkları tek şey, İngiliz ve Amerikalılara Türk ürünlerini yüksek fiyatlarla satmak olmuştu ki, bunun nede-
(85) Profesör Ahmet Şükrü Esmer, Cevat Açıkalın ve Zeki Kuneralp'in Yazarla yaptıkları özel görüşmelerden; Menemencioğlu 'nun Belgeleri de bu çözümlemeyi onaylıyor.
(86) Lewis V. Thomas ve Richard N. Frye, The United States and Turkey and Iran, (Birleşik Amerika ve Türkiye ve İran), (Cambridge, Harvard Üniversitesi Matbaası, 1 95 1 ), s. 93; bu yazarlarala göre, "Türkiye cesaret buldukça, Mihver devletlerine önemli İnaddeleri vermeyi reddetmiştir; "David L. Gordon ve Royden Dangerfıeld, önceki kitap, s. 123, Müttefiklerin tercihli satın alma programlarının başarısızlığa uğrayışının nedenlerini açıklarken, başlıca nedenin, "Türkiye'nin en önemli ürünlerini savaşan iki yan arasında paylaşmaya izin veren politikası" olduğunu söylemekle, gerçeğe daha çok yaklaşmaktadır.
Medlicott ise Ekonomik Abluka, cilt il, s. 532'de 1943 yılı için şu sonuca varıyor: " . . . Türkler, Müttefiklere gönderecekleri mallan öyle ayarlamışlardı ki, Mihver devletlerine gönderdikleri ve ilerde gönderecekleri yeterli stoklan hep el altında bulundurabiliyorlardı . " Önceden de gördüğümüz gibi bu stoklar oldukça cömertçe tutulmuştu, ama buna rağmen, yine de çağın Alman yetkililerini hoşnut edemediklerini belirtmeliyiz.
1 05
ni, Almanya'nın bazı Türk ürünlerini elde etmek içn olağanüstü fiyatlar önermesinden doğan fiyat yükselişleridir (87). Böylece, Birinci Clodius Anlaşması ile, 1 944 yılı Nisan ayında Türkiye'nin Almanya ile olan ekonomik ilişkilerinin bozulmaya başladığı zamana kadar geçen döneminde, Almanların Türkiye'ye vaat ettikleri mamulleri gönderememesinin, Türk ürünlerinin Almanya'ya ihracını önleme bakımından daha etkili bir unsur olduğu söylenebilir. Savaş döneminde krom, bakır, tiftik, pamuk gibi maddeler üzerinde yapılan görüşmeler, bunu geniş biçimde göstermekte ve doğrulamaktadır.
(87) Bu, tercihli satın alma gücünün bütünüyle önemsiz kaldığı anlamına gelmez. Bu program, kiralama ve ödünç verme anlaşmasıyle birlikte, Türkiye'yi diplomatik yönden olduğu kadar ekonomik yönden de hassas olmaya zorlamıştır. Tercihli satın olma programına savaş döneminde Türkiye'ye yapılmış bir Müttefik ekonomik yardımı gö:ı;üyle bakılacak olursa, bu ışık altında programın başanlı olduğu söylenebilir; çünkü, hiç olmazsa Türkiye'nin bağımsızlığını korumasına yardımcı olmuştur. Hem de bu bağımsızlık, programın ilk hedefine göre başansızlığa uğramasına yol açtığı halde.
Kiralama ve ödünç verme programı uyannca Türkiye'ye aynlan ve gönderilen mallann ve araçlann cinsleri ve miktarlan için bak: Helseth, önceki aynı kitap, s. 1 38;
Birleşik Amerika, Dışişleri Bakanlığı, Kiralama-Ödünç verme Harekatı Üzerine Kongre'ye Yirmi Üçüncü Rapor, Yayın no. 2707 (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1945), s. 1 5- 1 6. Bu kiralama ve ödünç verme anlaşması uyannca Birleşik Amerika'nın yaptığı toplam savunma yardımı 43 milyona yakındı; bak, aynı belge, no. 5 1 .
Aynca bak: A.B.D. Başkanı, 3 1 Aralık 1 945'te Sona Eren Yıl İçinde yapılan Kiralama ve Ödünç Verme Y ardımlan ile Ugili Kongre 'ye Otuz Altıncı Rapor, (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1955), Başkanın Mesajı.
Kiralama ve Ödünç verme programının genel tanıtımı için bak: Birleşik Amerika, Askeri Tarih Dairesi, Ordu Bölümü. Richard M. Leighton ve Robert W. Coakley, Global Legistics and Strategy 194- 1943, ( 1940-1 943 döneminde Genel Lojistik ve Stratejiler), elit: iV, (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1 955), s. 522.
1 06
Krom Sorunu ve Türk Tepkisi - Savaş döneminde Türkiye 'nin elindeki mallar ve ürünler arasında en önemli olanı kromdu. Bir yazarın dediği gibi, "Ekmek için maya neyse, modern sanayi için de krom odur; pek az miktarda gerek duyulur, fakat, onsuz da olmaz; tıpkı, mayasız ekmek olmayacağı gibi." (88). l 939'da Türkiye, Dünya krom üretiminin % l 6,4'ünü, yani yaklaşık olarak 190.000 tonunu sağlamıştı (89). Savaş boyunca da üretim hep böyle yüksek düzeyde kaldı. Savaş yıllarında Türkiye'nin krom üretimi, ton olarak şöyledir:
(88) Arthur Kemp, "Chromium: A. strategic Material ", (Krom: Stratejik bir madde), Harvard Businesss Review, kış dönemi, 1942, 199-2 1 2.
Kemp, Birleşik Amerika Kara ve Deniz Orduları Cephane dairesinin, antimuan, manganez, civa, nikel, çinko, tungsten gibi altı madenle birlikte, kromu da stratejik değeri olan madenler sınıfına soktuğunu belirtmektedir. Bu konudaki geniş tartışma için bak: Brooks Emeny, The Strategy of Raw Material: A Study of America in Peace and War (Hammaddelerin Stratejisi: Barışta ve Savaşta Amerika'nın bir incelemesi), (New York, Macmillan Co. 1944).
Herhangi bir yanlışlığı önlemek için, krom, kromium ve kromit deyimleri iyice anlaşılmalıdır. Kromit, kimyasal formülü Fe (Cr02) olan bir madendir. ve kromium ve krom, bu maddenin türevleridir. Krominium, çelik üretiminde yararlanılan ve çeşitli kimyasal karışımlar oluşturmak için başka elementlerle kanştınlarak sanayide geniş çapta yararlanılan bir alaşımdır. Bu alaşımlardan ikisi, asetat kromium ve klorid kromium, sepicilikte kullanılır. Krom, kromattan elde edilen san bir maddedir. Savaş döneminde savaşan yanlarla Türkiye arasında görüşmelere yol açan, ham kromitti; yani, alışılageldiği gibi söylenen krominium ya da krom değildi.
(89) Ona K.D. Ringwood ve Louis E. Frechtling, "World Produktion of Selected Strategic Materials" (Seçme Stratejik Maddelerin Dünya Üretimi), Dış Politika Belgeleri, cilt: XVIII, 1 5 Haziran 1942, s. 90-96.
l 940'tan önceki dünya üretiminin tam listesi için bak: Aynı Belgeler, s. 205.
Türkiye' deki maden sanayiinin ayrıntılı bir araştırması ve Türkiye'deki kromit yataklarının yeri ve cinsi için bak: Birleşik Amerika içişleri Bakanlığı. Madenler Dairesi, Lütfullah Naha!, "The Mineral lndustry of Turkey", (Türk Maden Sanayii), Information Circular 7855, (istihbarat Sirküleri 7855). (Washington. Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1958), özellikle bak. s. 79-96.
Türk kromitinin gittikçe artan önemini savaştan önce yapılan bir çözümlemesi için bak: Birleşik Amerika İçişleri Bakanlığı, Maden Dairesi. Robert L. Ridgeway, "Shifts in Sourca ofChromite Supply" (Kromit ihtiyacı Kaynaklannda Değişiklikler), lnformation Circular 6886 (istihbarat Sirküleri, 6886), (Was-
107
1 939 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 83 .300 1 940 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 69.800 1 94 1 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 35 .700 1 942 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 1 6.300 1943 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 54.500 1 944 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 82 . 100 1 945 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 148. 1 00 (90).
Bu durum, umutsuzca, kroma ihtiyaçları olan savaşan yanlan, maden üretiminin aslan payını elde etmek için Türkiye üzerinde alışılmamış baskılar yapmaya zorlamıştır. Bu bakımdan Türkiye, adeta bir ip cambazı gibi, gerili halat üzerinde yürümek zorunda bırakılmıştır (9 1 ).
İp üzerinde yürüme görevi öncelikle Menemencioğlu 'nun omuzlarına
'yüklenmiştir. Önceden de belirtildiği gi-
hington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1936), Ridgeway, Türk kromitinin üstün kalitesini belirtmektedir.
Türkiye'nin Cumhuriyetin ilk yıllarında kromit madenlerini nasıl geliştirdiğini incelemek için bak: H. von Engelmann, "Turkey Extehding Railroads Develop Chroma Ressources" (Krom, Kaynaklıirını Geliştirmek için Türkiye, Demiryollarını Geliştiriyor), Engineeering and Mining Journal (Mühendislik - Ma� dencilik Dergisi), 29 Haziran 1 929, s. 1 037-1038.
{90) Bu sayılar Nahai'nin lnformation Circular 7855'inden alınmıştır, s. 1 0. Bölgelere göre tam üretim sayılan için bak: Etibank, Konjonktür ve ista
tistik Dairesi, 1 94 1 - 1 95 1 döneminde Etibank' ın Maden işletme istatistikleri, (Ankara, 1954). Etibank, 1935 yılında 3460 sayılı bir kanunla kurulmuş olan bir devlet teşebüssüdür. Öteki bankalar ve özel teşebbüsle de işbirliği yaparak, Türkiye' deki maden yataklarını ve üretimini işletmekle özel olarak görevlendirilmiştir. Daha ayrıntılı inceleme için bak: Etibank. Etibank'ın Bağlı olduğu iktisadi Devlet Kuruluşlarının Başlıca Nitelikleri, (Ankara, 1 949).
(9 1 ) Zeki Kuneralp, sahip olduğu kromlann savaş döneminde Türkiye'nin başına "dert" açtığını söylemektedir. (Yazarla 24 Şuba 1965'te Londra'da yapılan özel bir görüşmeden).
1 08
bi, Menemencioğlu'nun 1 939 yılı Aralık ayında Londra'ya yaptığı gezi sırasında İngilizlere Türk kromlannı satın almaları için 20 yıl süreli ve öncelik tanıyan bir anlaşma önerdiği hatırlardadır. İngilizler bunu kabul etmiş olsalardı, işler çok daha basitleşecekti. Menemencioğlu daha sonra da, 1 943 'te en çok 90.000 ton, l 944'te 45.00 ton kromun Mihver'e ihracını öngören Clodius Anlaşması 'nın görüşmelerini yürütmüştü. Bu kadar kromu alabilmek için, Almanya'nın Türkiye'ye belirli bazı maddeleri, araç ve gereçleri göndereceğine dair yaptığı vaadi yerine getirmesi gerekiyordu. 1 942 Ekiminde İngilizler, arkasından da Amerikalılar, Türk kromlannın Almanya 'ya ihracını önlemek için çaba harcamaya başladılar. Memencioğlu, 1 8 milyon lira değerindeki Alman askeri malzemesi alınmadıkça, bu miktarın Mihver' e ihraç edilmeyeceği konusunda Müttefiklere güvence vermeye çlaıştıysa da, Türkiye'nin Almanya'ya vaat ettiği miktarda kromu göndermesini imkansız kılacak ihracat izinlerini İngiltere 'ye tanımaya inatla yanaşmadı (92). İngilizler bunu "acı bir sınav" (93) ve "Türkiye'ni.n Müttefiklere karşı tutumunun mihenk taşı" (94) olarak kabul ettikten sonra, öfkeden küplere bindiler. Medlicott bu konuyu: "Bakanlık (Ekonomi) öfkey-
(92) Müttefikler, krom ihracatı için isteklerde bulunurken, Menemencioğlu birçok kez kesinlikle bunlara karşı durdu, Türkiye' de görevli ateşeden (Keli ey), Dışişleri Bakanına, Ankara, 1 6 Ekim 1 942; Menemencioğlu 2 1 Ekim 1942'de Kelley'e, Clodius'la vardığı anlaşma uyarınca öncelikle Almanlara 45.000 ton krom teslim edileceğini bildirmişti; bak. Dış ilişkiler, 1 942, cilt: IV, s. 758-762 ve s. 762-763.
(93) Bak: Birleşik Krallık elçilerinden (Winant), Dışişleri Bakanına, Londra, 1 8 Eylül 1 942; bir önceki belgeler, s. 745-746.
(94) Bak. Türkiye'deki ataşeden (Kelley) Dışişleri Bakanına, 5 Ekim 1 942; bir önceki belgeler, s. 753-754.
1 09
le 'Türkler en sonunda içlerindekini açığa vurdular ve iki yüzlülüklerini olanca haşmetiyle ortaya koydular' demektedir," diye belirtiyor (95).
Müttefiklerin tercihli satın alma programında bulunan öbür maddelerde olduğu gibi, Türkiye'den Almanya' ya krom ihracatının sınırlandırılmasının nedeni, İngilizlerin kendi çabalarından çok Almanya'nın pazarlığın kendi payına düşen bölümünü yerine getirmeyişidir. 3 1 Mart 1 943'e kadar Almanya, 1 8 milyon lira değerindeki siliihlardan ancak pek az bir bölümünü Türkiye'ye gönderebilmişti; bunun karşılığında da Türklerin Mihver için ayırdıkları 45.000 ton kromun tamamını alamamışlardı. 1 5 Ocak ile 3 1 Mart 1 943 tarihleri arasında Almanya'ya ancak 1 000 ton krom gönderilmişti (96). İkinci Clodius Anlaşması ise, Almanlara vaat ettikleri askeri malzemeyi göndermeleri için 3 1 Aralık 1 943 'te sona erecek son bir süre tanımaktaydı. 1 943 Haziranından sonra ticaret hızla gelişti ve Almanlar, Türkiye'nin istediği savaş malzemesini aldıklarına tanık oldular. Türkler de bunun karşılığını vererek
(95) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 528; Türkiye'nin Almanya'ya 1 94 1 'de söz verdiği miktarda kromu göndermekteki kararlılığı karşısında, İ_ngilizlerin ve Amerikalıların tepkisi olmuştur; İngilizler kızmışlardı ama, 1 944 Nisanına kadar, bütün bütün damarlarına basmaktan korktukları için, Türkleri karşı tedbirlerle tehdit etmeye yanaşmamışlardır; Amerikalılar ise, öfkeli bir tutum takınmakla birlikte, Türk hükumetiyle başlarımn daha da derde gireceğine aldırmadan, Türk planlarını engellemeye kalkışmışlardır. Dışişleri Bakanlığı Savunma Araçları Dairesi Şefi Thomas K. Finletter'in yazdığı gibi; "Bu tutum umutsuz görünmekle birlikte, bir kere denemeliydik." aynı belgeler, s. 775.
Ahmet Şükrü Esmer, bu kitabın yazarına, savaş yıllarında Türk ve Amerikan hükumetleri arasında çıkan en önemli sürtüşme konusunun bu olduğunu belirtmiştir. (Ankara'da, 1 Mayıs 1 966'da yapılan özel görüşmeden).
(96) Ekonomik Abluka, cilt: il, s. 5 3 1 .
1 10
yıl sonuna kadar Almanya'ya ihraç edilen kromun miktarını 46. 783 tona çıkardılar (97). Bu hızlı artış , daha sonra görebileceğimiz gibi, İngiliz ve Amerikalıların, Türk hükı1metine bir dizi uyarıda bulunmalarına yol açtı (98). Türklerin buna karşı ilk tepkisi Almanların yalnızca ilk Clodius Anmlaşması uyarınca almaları gereken miktarı aldıklarını söyleyerek davranışlarını haklı göstermeye çalışmak oldu. Ancak, 1 944 yılı Nisan ayında Türk hükı1met i, Müttefik baskılarına boyun eğerek Almanya ile ekonomik ilişkilerini kısıtladı.
Anette Baker Fox, görüşmelerin tartışmasını yaptıktan
sonra, şu sonuca varıyor: "Askeri terazi birbirlerine karşı güçler arasında sallantıdayken ve kimin kefesinin daha ağır basacağı anlaşılmadan, Türkiye, karşıt gruplardan biriyle yapılan
ittifakla, küçük bir devletin, adeta tekelinde tuttuğu stratejik değeri olan bir hammadeyi pazarlık konusu haline getirip bundan yararlanabileceğini göstermiştir." (99). 1 9 Mayıs 1 943 'te İngiltere hükumet inin Türk kromunu 8 Ocak 1 943 'le 3 1 Aralık 1 944 arasındaki dönemde tonu 270 şiling gibi yüksek bir fiyattan almayı kabul ettiğini belirtmeden, varılan bu yargı tam olarak ifade edilmiş sayılmaz. İngilizler 1 940'ta kromun tonu
için 140 'şilingi yüksek bulmuşlardı. 1 943 yılı Mayıs ayının ortasında ise aynı İngilizler, Almanların Türkiye'ye önerdiği
fiyatı kabul etmekteydi ( 1 00). •
(97) Aynı belge, 1943'te Türkiye'nin toptan krom ihracatı 80828 tondu. Bak: Nahai, istihbarat Sirküleri 7855, s. 1 1 .
(98) Bu olaylar ilerde yeniden tartışılacaktır. (99) Fox, önceki aynı kitap, s. 20 ( 1 00) Ekonomik Abluka, cilt: ll, s. 528-530.
1 1 1
Türk Pazarlıkçılığının Sonu - Menemencioğlu' nun bir ip cambazı gibi gösterdiği çabalar, Türkiye'nin savaş sonrası dönemine ekonomik bakımdan rahat çıkmasını sağlamıştır. Sözgelişi, Türkiye'nin ticaret deQgesi savaşın başlangıcında yararınayken, savaş boyunca da dikkate çekecek biçimde böyle kalmıştır. 1 939'da, Türkiye'nin ticaret dengesi 2 milyon sterlindi; 1 946'da ise Türkiye'nin ticaret dengesi yararına olarak 25 milyon markı aşmıştı ( 1 0 1 ). Ticaret dengesinin bu biçimde oluşu, doğrudan doğruya Türkiye'nin ihraç ürünleri karşılığında elde ettiği yüksek fiyatların sonucuydu. Oysa, devlet borçlan, altı yıl süren savaş boyunca iki katının biraz daha üstüne çıkmıştı ( 1 02). Yine de, öbür ulusların borçlarıyle karşılaştırıldığında bu artış bir bakıma "ölçülü" sayılabilirdi ( 1 03). Bir de A.C. Edwards'ın belirttiği gibi, Türkiye'nin ulusal borcu 1 946 'da hük:Umetin yıllık giderlerinin %20 'si ile karşılanabiliyordu. Yine, başkalanyle kıyaslanacak olursa, bu da ölçülü birorandı ( 1 04). Ancak, Türkiye'nin savaş döneminde izlediği politikanın başarısı ya da başarısızlığı, ekonomik kavramlar ve deyimler içinde ölçülemez. Böyle bir şey için, yeniden ve siyasal-askeri sorunlar açısından Türk dış politikasına dönmemiz gerekir.
( 101) Ekonomik ve Ticari Şartlar, s. 43. ( 102) Aynı belge. ( 103) Edwards, önceki aynı kitap, s. 389. ( 104) Aynı belge, savaş döneminde Türk hükfimetinin bütçe giderleri için
bak: Türkiye Cumhuriyeti Maliye Tetkik Kurulu, 1 924-1 948 Yıllan Bütçe Giderleri, (lstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1 948).
1 12