Upload
others
View
7
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
UZUN ONSEKİZİNCİ YÜZYIL İNGİLTERESİ
VE
YAZARAK VAR OLAN KADINLAR
Doç.Dr. N. Sibel GÜZEL
Celal Bayar Üniversitesi Yayınları Yayın No: 0009
2013
Celal Bayar Üniversitesi Yönetim Kurulu'nun 2013/09 sayılı ve XXIX no'lu kararı ile basılmıştır. UZUN ONSEKİZİNCİ YÜZYIL İNGİLTERESİ VE YAZARAK VAR OLAN KADINLAR
Doç.Dr. N. Sibel GÜZEL Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Kapak Tasarım: Beril YILDIRIM
Baskı - Cilt : Celal Bayar Üniversitesi Rektörlük Matbaası -MANİSA 1. Baskı - 2013 ISBN: 978-975-8628-34-6 Bu kitabın Türkçe yayın hakları kitabın hukuki yayımcısına ait olup her hakkı saklıdır. Hiçbir bölümü ve paragrafı kısmen veya tamamen ya da özet halinde, fotokopi, faksimile veya başka herhangi bir biçimde çoğaltılamaz, dağıtılamaz yeniden elde edilmek üzere saklanamaz. Normal ölçüyü aşan iktibaslar yapılamaz ancak normal ve kanuni iktibaslarda kaynak gösterilmesi zorunludur.
i
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ........................................................................................................................... iii
BİRİNCİ BÖLÜM
SOSYAL, KÜLTÜREL VE POLİTİK YAŞAMI İLE
UZUN ON SEKİZİNCİ YÜZYIL
1.1. .On Sekizinci Yüzyılın Farklı Bakış Açılarıyla Tanımı .......................................... 1
1.2. On Sekizinci Yüzyıl İngilteresi’nin Politik Yapısı................................................... 3
1.3. On Sekizinci Yüzyıl İngilteresi ve Sosyal Ortam .................................................. 5
1.4. Yüzyılın Kayda Değer Keşif ve Buluşları ............................................................10
1.5. Yüzyıla Damgasını Vuran Düşünceler ...............................................................13
1.6. On Sekizinci Yüzyıl ve Yazılı Medya ..................................................................23
1.7. On Sekizinci Yüzyılın Kadını ve Erkeği ..............................................................29
1.8. On Sekizinci Yüzyıl Toplumunun Kabul Görmeyen Kadın ve Erkek Rolleri ......33
İKİNCİ BÖLÜM
UZUN ON SEKİZİNCİ YÜZYIL İNGİLTERESİ’NDE EDEBİYAT
2.1. On Sekizinci Yüzyıl Şiiri, İşlevi ve Geçirdiği Değişimler .....................................36
2.2. On Sekizinci Yüzyılda Tiyatrolar ve Oyun Yazımı ..............................................41
2.3. On Sekizinci Yüzyıl ve Roman Yazımı ...............................................................47
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
UZUN ON SEKİZİNCİ YÜZYIL İNGİLTERESİ’NDE KADIN YAZARLAR
3.1. Dönemin Belli Başlı Kadın Şairleri .....................................................................57
3.2. On Sekizinci Yüzyıl Tiyatrolarında Kadın Oyuncu ve Oyun Yazarları ...............71
3.3. Düzyazı ve Yüzyılın Belli Başlı Kadın Yazar ve Romancıları.............................79
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DÖNEMİ YANSITAN ÜÇ KADIN: MARGARET CAVENDISH, CHARLOTTE LENNOX
VE ANNA LAETITIA BARBAULD
4.1. Margaret Cavendish(1623-1673) .......................................................................95
4.2. Charlotte Lennox (1730?- 1804) ......................................................................112
4.3. Anna Laetitia Barbauld (1743- 1825) ...............................................................134
ii
SONSÖZ ...................................................................................................................... 148
Kaynaklar ..................................................................................................................... 150
Gazete, Dergi ve Sözlükler: ......................................................................................... 161
iii
ÖNSÖZ
Robert Darnton tarihçilerin ölülerle konuşmaktan zevk aldıklarını söyledikten
sonra “Eğer kaybettiğimiz dünyalarla tüm bağımızı koparırsak iki boyutlu, bugün ile
sınırlı bir evrende yaşamaya mahkûm oluruz, bu da yaşantımızı sığlaştırmaktır,” der
(v).
On sekizinci yüzyıl İngilteresi’ni en doğru resmi ile sınıfa getirebilmek, en
uygun metinlerle öğrencilere sunmak yüksek öğretim kurumlarında çalışan bizlerin
görevi. Ama en başta akılda tutulması gereken şudur ki tek bir on sekizinci yüzyıl değil
birçok on sekizinci yüzyıllardan bahsedebiliriz. Kuşkusuz, her dönem belki de farkında
olmadan geçmişten beklentilerini öne çıkarır ve kendi geçmişini yaratır. Araştırmacılar
da öyle. Asıl sorun ancak bir araştırmacı kendi yarattığı geçmişi harita çizer gibi
sınırlayıp şekillendirdiğinde ortaya çıkar. Sonuçta bu sınırları belirlenmiş harita bir
başka araştırmacının sınırları belirlenmiş haritasına benzemeyecek ve hangisinin daha
doğru olduğu konusu ortaya çıkacaktır.
On sekizinci yüzyıl İngiliz edebiyatını Yeni Eleştiri döneminin dört ayrı
araştırmacısı, benimsedikleri kuramın getirdiği özgüvenle 1950- 60’lı yıllarda
oluşturmaya giriştiklerinde de böyle olmuştur. R.S.Crane, W.K.Wimsatt, Earl
Wasserman, Reuben Brower hem Yeni Eleştiri kuramını birbirlerinden farklı
yorumlamışlar hem de on sekizinci yüzyıl kanonunu birbirlerinden çok farklı
oluşturmuşlardır. Bugün için farkları öncelikle Whig (Liberal) ya da Tory (Geleneksel)
görüşte olmalarına bağlanmaktadır (Lipling 25). Clement Hawes, The British
Eighteenth Century and Global Critique isimli çalışmasında günümüzün ırkçılık,
ulusçuluk, sömürgecilik kavramları ışığında on sekizinci yüzyılı tekrar değerlendirmeye
girişmemiz gerektiğini vurgular. Ancak, Hawes da örneklerinde çok sınırlı bir çalışma
sunar. Jonathan Swift ve Samuel Johnson dışındaki yazarları hesaba katmaz. Adı
geçen beş yazarın hiçbirini bir feminist ya da bir sömürge sonrası bakışıyla
okuduğumuzda başarılı bulmamız mümkün değildir. Çünkü oluşturdukları kanonlar
içinde ne kadınsı seslere ne de proleter yazarlara yer vermişlerdir. Sonuçta, her
iv
araştırmacının geçmişe biraz ön yargılı baktığını, her yapılan araştırmanın da on
sekizinci yüzyılı biraz değişik yorumladığını kabul etmek gerekecektir.
Bizler ise on sekizinci yüzyılı en çok ilerleme, gelişme fikirlerini öne
çıkarmasıyla biliyoruz. Barbarlığın uygarlıkla alt edilmesi, batılın aydınlanmayla yok
edilmesi, insanlığın yararına olan kurumların oluşturulması gibi sonuçta bu ileriye
bakan, iyimserlikle bakan “tarihin liberal kanadının görüşü” on sekizinci yüzyıl
dönemine “Aydınlanma Dönemi” denmesini kabule yol açtı ve kazanan taraf oldu.
Oysa dönem içinde pek çok değerli sayılan yazarın modern düşüncelere karşı eski
değerlerin yanında saf tutarak mücadele ettiklerini ve aydınlanmaya karşı çıktıklarını
da okuyoruz ama sonunda onların da tarihsel gelişimin ister istemez etkisinde
kaldıklarını ve kendilerini değişime zorladıklarını da biliyoruz. Bu dönemi tanımlarken
Isaac Newton nasıl fen bilimlerinde çığır açmışsa John Locke da insan topluluğunun
yasalarını oluşturmada çığır açmıştır ve bunlar da doğa bilimlerine paralel yeni buluşlar
ve tanımlamalarla sürüp gidecektir görüşü benimsenmiştir. Toplumun geliştirilmesine
olan gereksinimin farkında olmak sıradan insanlar arasında da yaygındır. Bunun en
güzel örneği romanların tür olarak öne çıkmasında görülebilir. Roman, İngilizcesi “the
novel”, new (yeni) kökünden gelir ve news (haber) getirmesiyle açıklanabilir. Bu
yüzyılın okuyucusu başka hayatları anlatırken, okuyucunun onların deneyimlerinden
yararlanmasını sağlayan, kendisine haberi, yeniliği getiren, yaşamında yol gösteren
roman türüne fazlasıyla ilgi göstermiştir. Yüzyıl içinde, özellikle 1780 sonrası basılan ve
okunması çeşitli yollarla yaygınlaştırılan roman sayısının fazlalığı nedeniyle bunu
kesinlikle söylemek mümkündür.
Özgürlük, insan hakları, sorgulama ve inanç özgürlükleri, halk iradesiyle
yönetilmek, yasalar önünde eşitlik, otoriteden çok deneyimlerimize ve aklımıza
dayanan muhakemeler yapmak, yasalar önünde eşit olmak on sekizinci yüzyılda hep
canlı tutulan idealler olmuşlardır. On sekizinci yüzyıl bu idealleri yaşatabilmiş midir?
1876 yılında Leslie Stephen tarafından yazılan History of English Thought in the
Eighteenth Century (On sekizinci Yüzyılda İngiliz Düşünce Tarihi) isimli kitap bu
soruları soruyor ve aldığı cevaplarda bu yüzyılın çoğunlukla savunduğu ideallerle
uyumlu olmadığı sonucuna varıyor. Stephen bu durumda kendisini anne babası söz
verdiği ilkelere uymayan bir çocuk gibi hissettiğini söylüyor. Günümüz yazarlarından
Lawrence Lipling de, Avrupa’nın en iyi düşünen kafaları sorunlara kalıcı çözümler
önerseler de İngilizlerin maddeciliği ve sağduyu yoksunluğu nedeniyle, yüzyıl içinde
pek çok toplum yararına düşüncenin uygulamaya konamadığından yakınıyor (18).
v
Aslına bakılırsa günümüzdeki pek çok sorun bu yüzyılda ilk kez ortaya
dökülmüş ve çözümler tartışılırken toplumun tepkileri kaydedilmiştir. On sekizinci yüzyıl
kuşağı tüketim alışkanlıklarından hayvan haklarına gösterdiği tepkilere kadar
neredeyse bir laboratuar ortamında irdelenmiştir. On sekizinci yüzyılı inceleyen
akademisyen, sömürgeciliği haklı gösteren metinleri de bulur, cinsler ayrımında katı
davranılmasının nedenlerini de; yazarların hayatlarını nasıl kazandıklarını da öğrenir,
yaşlıya nasıl davranılması gerektiğini de, suçluya nasıl adalet getirileceğini de. Bu
yüzyıl cevapları o denli net ortaya koymuştur ki yirminci yüzyılın bu geçmiş değerlerle
hala da kuşatılmış olmasına şaşmamak gerekir. Ancak bulunan cevaplar net olsa da,
uygulama tutarsızlıklarla doludur. Onun içindir ki, bugünün okuyucusu Dryden
politikaları, Richardson romanları, Burke’nin Paine ile olan tartışma metinlerini okurken
bazı konuların uygulamada hiç de değişmediğine tanık olmaktadır.
Günümüz on sekizinci yüzyıl araştırmalarının en önemli özelliği bugünün
okuyucusunun antolojilerde yer alan ana metinlere değil de zamanında basılmaya bile
değer bulunmamış ya da çok sert eleştiriler almış ama şimdilerde okumaya değer
bulduğu hatta eksiksiz bir on sekizinci yüzyıl resmine ulaşabilmek için öne çıkardığı
metinlere de yönelmesidir. Böyle bir çalışmaya örnek Amerikalı akademisyen
Landry’nin Londra alt tabaka kadın yazarlarının şiirlerini ortaya çıkarmasıyla
yapılmıştır. The Muses of Resistance: Laboring-Class Women’s Poetry in Britain,1739-
1796 (Direnişçi Periler: İngiltere’nin İşçi Sınıfı Kadınlarının Şiirleri, 1739- 1796)
basıldıktan ve Landry’nin deyimiyle bu kadınlara tüketim ekonomisi içinde Pazar değeri
tanındıktan sonra günümüz okuyucusunun on sekizinci yüzyıla bakışının aynı kaldığı
düşünülemez. Bu kadınların hayatlarında ne aristokrat büyükannelerine duydukları
hayranlık vardı ne de yazdıklarıyla o dönemin küçük burjuva entelektüelleri arasına
karışma hırsı. Ancak yazmaktan ve gelecek kuşaklara belli sorunları iletmekten, bir gün
olur okunuruz düşüncesiyle, vazgeçmediler. Kısaca söylemek gerekirse on sekizinci
yüzyıllar yazılmayı sürdürüyor. Bu çalışma da yapılanlardan sadece bir tanesidir.
Çalışmada, birinci bölümü oluşturan sosyal, kültürel ve politik yaşamı ile Uzun
On sekizinci Yüzyılı sunabilmek hiç de kolay olmadı. Öncelikle, tanıtılan dönemin
‘uzun’ terimiyle verilmesi, son yirmi yılda yazılan on sekizinci yüzyıl çalışmalarının ortak
önceliğidir. Dönemi, on yedinci yüzyılın son yıllarını da kapsayacak şekilde, 1688
Muhteşem Devrimi ile başlatmak önemlidir. Çünkü İngiltere, tarihinde yaşamadığı
kadar özgürlüğü 1688 sonrası elde eder. İlk kez kralın yetkilerine koşut oluşturabilecek
bir parlamentonun sürdürülebilmesi ve siyasi partilerin hakları, soylu sınıf tarafından
vi
onaylanır. Kurulan iki partinin pek çok toplumsal sorunu tartışmaya açmasıyla,
kamuoyu görüşleri şekillenecektir. Dönemin 1832 yılına kadar uzatılması ise,
duygusallık, kadın ve çevre sorunlarına hassasiyet, bireysel düşünce gibi kavramlar on
sekizinci yüzyıl içinde oluşmaya başlasa da, 1832 yılından başlayarak romantizm
başlığı altında betimlenir olacaktır. Bir başka deyişle yeni bir adlandırmaya bu tarihten
sonra geçilecektir.
‘Sosyal, Kültürel ve Politik Yaşam’ başlığı altında ele alınan dönemin keşif ve
buluşları, yazılı medyanın konumu, kadın ve erkekte rol modeller gibi alt başlıklar,
edebi metinleri değerlendirmede okuyucuya yardımcı olacağı düşünülen kültürel ya da
alt kültürel zeminlerdir. Günümüz kültürel materyalist kuramcıları Jonathan Dollimore
ve Alan Sinfield’in edebi metinleri daha iyi anlamak adına, yan metin olarak çok daha
fazla ayrıntı incelemeyi önerdiklerini hatırlarsak, bu bölümün hayli alçakgönüllü bir
derleme olduğu düşünülebilir.
İkinci bölüm, uzun on sekizinci yüzyıl içinde edebi türlerin genelde toplum
içinde nasıl kabul gördüğüne ayrılmıştır. Bu bölümde üç ana tür, şiir, oyun yazarlığı ve
roman alt başlıklarında toplanıyor olsa da, dönemin türlerinin günümüz türlerinden farkı
vurgulanmıştır. On sekizinci yüzyıl şiiri günümüz konularıyla kıyaslanamayacak
çeşitlilik sunmaktadır. Çalışma koşullarını anlatırken Stephen Duck’ın tarımda
yaşananlardan şikâyeti, Mary Collier’ın ona ev işlerini kadın gözüyle anlatarak karşılık
vermesi, adeta meydan okuması çok keyifli örneklerdir. Grainger, görünüşte
kolonilerde yetiştirilen şeker kamışını betimler ancak, bir taraftan da kölelik kurumunu
sorgular. John Philips elma ağaçlarının güzelliğini, ürünün şaraba dönüştürülmesini
konu etmektedir ancak çok ayrıntılı betimlemeleri günümüzde elma türleri ve şarap
yapımı konusunda tarımda rehber kitap olarak basılmaktadır. Alaycı destanlar ve
Alexander Pope döneme ait çok bilinen konular olduğu için, bu bölümde özellikle az
bilinen ve kanon içinde yer almayan şiirler seçilmiş ve tarafımdan çevirileri yapılarak
okuyucuya sunulmuştur.
Tiyatroya gidebilen kişi sayısının yüzyıl içinde gösterdiği büyük artış, Londra
dışında yerleşimlerde de tiyatroların açılmış olması, İrlanda tiyatrosunun kendi kimliğini
oluşturmaya başlaması, bu yüzyılın dikkat çeken gelişmeleridir. Kadınlar, 1688 sonrası
kralın tanıdığı özgürlükle sahneye çıkabilmiş ancak, hemen arkasından sahnede
sanatçıya gösterilmesi gereken hürmet, tartışmaların odağına yerleşmiştir. Parası olan
izleyicinin sahne arkasına müdahil olabildiği durumlar önlenmeye çalışıldığında
tepkiyle karşılanmış ve Dublin’de Kelly isyanlarını başlatmıştır. Toplumda yaratılan
vii
huzursuzluk, ancak ortak sağduyu ile önlenmiş ve dönemin izleyicisi bir bakıma sanata
ve sanatçıya saygı konusunda sınavdan geçmiştir. Tiyatro sahnelerinin yapısındaki
değişiklikler, konu seçiminde oyun yazarlarına yapılan müdahaleler bu bölümün diğer
alt başlıklarını oluşturmaktadır.
Dönemde yazılan romanlar, günümüzde tür olarak sınırları belirlenen
romanlardan farklıdır. Bu bölümde, günümüz eleştirmenlerince roman olarak kabul
görse bile, döneminde kendisi için bu terimi kullanmaktan sakınan örneklerle; kendisini
roman olarak betimleyen ancak, bizim romans, tarihçe, biyografi diye
değerlendirebileceğimiz örneklere yer verilmiştir. Dönemin veba salgını, İngiltere’nin
yeni koloniler elde etme serüveni ve kadının toplumda değişen konumuna yazılan
metinlerde nasıl yer verildiğinin cevabıda, bu bölümde seçilen roman örnekleri içinde
aranmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümü, dönemin öne çıkan kadın yazarlarını yazdıkları
türlere göre tanıtmayı hedeflemiştir. Her ne kadar yazan kadınlar tek bir tür ile
yetinmeyip, diğer türleri denemişlerse de, yazarın en tanındığı ya da hayatını
kazanabildiği tür esas alınmıştır. Kadın şairler üç gurupta değerlendirilmiş, 1688
devrimi sonrası kendisini kraliçelerinin gölgesinde güvencede hissedenler ilk gurubu
oluşturmuştur. İkinci gurup kadın şairler sadece saray çevresinden değil, hemen her
kesimden gelenlerdir. Doğal olarak, konularında sosyal sorunlara ağırlık vermiş,
yaşadıkları sıkıntıları, anneliğin ve ev sorumluluğunun zorluklarını dizelere
dökmüşlerdir. Üçüncü gurupta ele alınan isimler daha eğitimli, daha bilinçli şairlerdir.
Felsefe ve doğa bilimleriyle ilgilenmiş, şiir kitaplarını yayımlatarak para ve saygınlık
kazanabilmişlerdir.
Kadın oyun yazarları, Aphra Behn ve sonrası kuşak olarak iki bölümde
incelenebilir. Behn, söz ustalığı ve konularında cesaretiyle önceleri sevilmiş, ancak,
toplumda orta sınıfın söz sahibi olması ve saray çevresi değerlerinin terk edilmesi
sonucu, özellikle çağdaşı erkek yazarlar tarafından acımasızca eleştirilmiştir. Toplum,
1730’lu yıllara geldiğinde söylemlerde denge ve mantık aramaktadır. Sonuçta,
Katherine Philips, Delarivier Manley, Mary Pix, Elizabeth Inchbald gibi oyun yazarları
restorasyon tiyatrosu geleneğini terk ederek, topluma doğru mesaj verebilecekleri
örneklere yönelmişlerdir.
Nesir yazan kadınlar bölümünde, astrolojik takvim hazırlayan da dini kitaplar
yazanlar da vardır. Kurmaca metin türü için, yüzyıl içinde kadın yazarların
cesaretlendirilmiş olduğu söylenemez. Ancak, dönem sonuna doğru üretilen ve
viii
yayımlanan kurmaca metin sayısının, diğer tüm türlerin önüne geçtiğini gözlemleriz.
Öğretici unsurlara ağırlık veren, kadını alçak gönüllü ve zayıf gösteren metinler
çoğunluktadır. Mary Wollstonecraft’ın söylemi dönemin yazılan kurmaca metinlerine
tek karşıt ses olarak yükselir ve kadınları güçlü, bilgili olmaya, aşırı duygusallıktan uzak
durmaya davet eder.
Çalışmanın son bölümü, sözü edilen pek çok kadın yazar içinden üç tanesini
seçerek tanıtmayı hedeflemiştir. Bu seçimde hem yazarların yaşadıkları dönem, hem
içinde geliştikleri ortam hem de yazdıkları türler etken olmuştur. İlk örnek Margaret
Cavendish, uzun on sekizinci yüzyıl döneminin hemen başında yazmıştır. Soylu,
çevresinde ve kendisinden hayli büyük bir dükle yaptığı evliliğinde dönemin değerlerine
göre kadın yaşantısında hiç eksiği yoktur. Oysa Cavendish, hep daha fazla bilgiye
ulaşmak, hep daha fazla yazarak var olmak çabasında olmuştur. Bilim kurgu türünde
yazdığı ve çalışmaya örnek alınan Blazing World (Parıldayan Dünya) dışında pek çok
tiyatro oyunu yazmış, Sociable Letters (Dostça Mektuplar) derlemesiyle bizi on
sekizinci yüzyılın başında yaşamış soylu kadınların iç dünyasına davet etmiştir.
Döneminde hırsı ve şöhret merakı nedeniyle eleştirilen ve fazla sevilmeyen Cavendish,
bazen hayallerimizi ateşleyen, bazen güldürüp düşündüren metinleriyle para
kazanmayı hedeflemeden de var olabilen kadın yazar örneğidir.
Charlotte Lennox, uzun on sekizinci yüzyılın tam ortasından bir örnektir. Kuzey
Afrika’da doğması ve ailesiyle Amerika kıtasında geçirdiği yıllar onu farklı bir konuma
yerleştirir. Lennox, çağdaşı kadınlara göre hayatta daha deneyimlidir. Yaptığı evlilik
onu tam bir orta sınıf kadını yapmıştır. Yaşadığı koşullardan hoşnut olmaması, doğal
yetenekleri ve iyi eğitimi edebiyat dünyası içinde olması konusunda kendisini adeta
zorlar. Çevirileri ve roman yazımı yanı sıra eleştirmenliği de denemiştir. Shakespeare
Illustrated, Shakespeare’in hangi klasik eserlerden yararlanarak eser ürettiğini
ispatlamaya girişen bir tezdir. Female Quixote romanı, Cervantes’in Don Kişotçuluk
kavramını tartışmaya açmıştır. Yazdığı pek çok romanı halen editörlerce düzenlenip
gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen Lennox, on sekizinci yüzyıl toplumunun kadın
yazarlara ne denli acımasız olabildiğinin de tanığıdır.
Son kadın yazar, Anna Laetitia Barbauld, dönemin sonundan seçilmiştir. İyi ve
özenli bir eğitim olanağına kavuşmuş, isteği doğrultusunda gençlere eğitmenlik
yapmış, oldukça ileri yaşa kadar evlenmemeyi seçmiştir. Çoğunlukla şiirleriyle
tanınmıştır. Alaycı destan türünü kadın yaşamına uyarlaması, bu konuda kendisini
Alexander Pope ile yarışabilecek güçte hissetmesi onun en dikkat çeken özelliğidir.
ix
Politik konulara duyarsız kalamamış, gereğinde şiirleriyle iktidarı eleştirebilmiştir.
Çocuk eğitimine katkıda bulunmak için yayımlattığı ve sahibi bulunduğu eğitim
kurumunda da okutulan çocuk kitapları, günümüz eğitimcilerinin de dikkatini
çekmektedir. Barbauld, bu çalışmada seçilen diğer kadın yazarlara göre yaşamı
süresince maddi ve manevi olarak en başarılı olandır. Roman antolojisi oluşturması
için yayımcısı tarafından seçilmiş ve dönemin erkekler tarafından hazırlanan
antolojileriyle kıyaslandığında kadın yazarlara daha fazla yer ayıran British Novelists
serisini günümüz okuyucusuna kazandırmıştır. Barbauld, romantik dönem İngiliz
edebiyatına geçiş sancılarını da yaşayan on sekizinci yüzyıl neo-klasik dönem
yazarları kuşağında yer alır.