Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
yaşar kemal
hüyükteki nar agacı
Toros Yayınları Nuruosmanlye Cad. 37
Atasaray 206
Caljaloğlu- Istanbul
Yayın hakkı : Yaşar Kemal Türkiye'de yayın hakkı : Toros Ya}'lnları
Kapale : Tuman Selçuk Dl:ı:gl : Metin Dl:ı:lmevl Baskı : öztDrk Matbaası Kapak baskısı : Mas Malbaaçılık CIIt : Yedlgiln MDcellllhanesl
ISTANBUL 1982
yaşar kemal
hüyükteki nar agacı
Toros Yayınları
BIRINCI BASKI : Toros Yayınlan, !stanbul 1982
Memedin karısı uçsuz bucaksız bozkırın ortasında dikilmiş dunıyorcıu. Eğilip toprağı eşeledi. Epeyce aradıktan sonra birkaç tohum buldu. Tohumları eliyle yokladı, sonra dişled.i, sonra cebine koydu.
Kendi kendine: «Vıı.y,ıı dedi, uvay garip başım. Tümü de çürü
müş ... Vay, n dedi, uvay garip başun ... ıı Toprağı yeniden eşelemeğe başladı. Birkaç to
hum daha buldu. Gene dişledi. Sonra hırsla tükÜrdü.
<•Vay,ıı dedi, ((vaaay emeciklerim.ıı Tarlada azıcık olsun bir yeşillik yoktu. Boy
dan boya uzanmış bir boz toprak. Can eseri yoktu. (IÖ!ürük,ıı dedi, (lölüri.ik bu yıl ... Vay, n dedi,
«vaaay dertli ba�ım.ıı Sonra oturup bir topak oldu. Uçsuz bucaksız
bozkıra bakıyordu. Önündeki ölü tarlaya bakıyordu. Deli gibi de başı dönüyordu. Arada bir de:
ııVay,ıı diyordu, vaaay emeciklerim .. ·"
Ta iltindiye kadar oturduğu yerden kalkamadı. Bir hoş olmuştu. Can çekişir gibi blr hali vardı. Sonra toparlandı, yola düştü. Gün yıkılllllŞtı. Eve geldi, küskün küskün ocağın başına oturdu.
Memet: uKız,ıı dedi, (lyann değil, öbürsü gün gidiyo-
5
ruz. Ben vanr varmaz Çukurovaya veririm postaya parayı. Sen dükkancı Cemal Erendiye ben gittikten on gün sonra uğra. Onun eliyle salarım parayı.»
Kadın seslenmedi. Memet: «Kız,ıı dedi, ıınoldu?>J Avrat hışımla birden �andı:
«Git,ıı dedi, «git Çukurovaya. Biderin tümü çürümüş. Biz on güne kadar ne yiyelim? Tuz kalmadı. Undan geçtik, tuz kalmadı. On güne kadar ne yiyelim? Biderin tümü çürümüş ... »
Evin ortasında iki oğlak oynaşıyordu. Hilim hilim fistanlı dört çocuk bir araya gelmişler, konuşmadan, öylecene duruyorlardı. Yalnız en küçüğü, çıplak denecek kadar yırtık fistanlı oğlan, kocaman kocaman sümüğünü çekiyordu.
Memet: «Avrat,» dedi, ııala keçiyi satarız. Bir külek
buğday alırız. Gerisine de tuz alırız.»
Kadın: «Sat,n dedi, ırsat. Sat da biricik keçiyi, bir dam
la katıktan da olalım.» Memet: «Çukurovadan dönünce iki tane ahnm yerine.
Dört tane ahnm.ıı
Kadın: ıcSat,n dedi, ıısat! Sat da kuruyup kalalım.n Memet lozdı. ııSatacağım,n dedi, «hem de ne güzel sataca
ğım!ıı
Kadın: «Sat,n dedi, «Sat! Sat da ölelim.»
6
Ertesı gün Menıet keçiyi öteki köydeki Duran Efendiye sattı.
Evden ölü çıkmış gibiydi. Kadın hüngür hüngür ala keçi için ağlıyordu. Memet de eve gelemiyoruu. Kadının yüzüne bakamıyordu. Onun için boyıma dışariarda ge-liyordu.
ince bir yel keçi gübrelerini duvar diplerine sürüklüyordu. öteden Memet geldi. Sonra da Hösük. Bir damın duldasına oturdular. Çukurovadan konuştular. Yarın erkenden yola çıkacak.lardı.
Hösük: ııYalan söylüyorlar,» dedi. ııHiç iş olmaz olur
mu Çukurovada? Yalan ... Koskoca Çukurova bu!ıı Memet: "Yalan,» dedi sertçe. «Yalan. Adam bulamaz
lar, adam diye ölürler Çukurovada. Yalan. Yalan ... Yeter ki sen var Çukurovaya. Şimdi Çukurovada adam diye it gibi yalvanyorlar.»
Az sonra Yusuf geldi. İkisi birden: "Geldi,» dediler. Yusuf daha oturmadan: «Duydum ki,» dedi, ııduydum ki bire ulan Çu
kurovaya gidiyormuşsunuz. Duydum ki . . . ıı Hösük: «Gidiyoruz,» dedi. "Ben, Memet, bir de Aşık
Alim gidiyoruz.» Yusuf: "Teh,ıı dedi, "aklınıza şaşayım. Ölüme gidiyor
sunuz. Maraza gidiyorsunuz. Sıtmaya zıkkıma gidiyorsunuz. Aklımza Şaşayım, Çukurova bu! Gel de
benden sor Çukurovayı. Benden sor derdini belasını Çukurovanın. Ben bilirim Çukurovayı. Delileri Acmızdan ölün de gene gitmeyin Çukurovaya. Deiller! Yazık gençliğinize. Bire Memet, senin de arkanda dört gül gibi çocuk var. Gel etme bunu. Giden gelmez. Gelirse de benim gibi marazlı gelir.ıı
Memet: «Çaresi yok,ıı dedi. Hösük: «Biliyoruz kardaş ya, çaresi yok,•ı dedl. Yusuf: ııBilen bilir Çukurovayı. Ben bilirim Çukurova
yı. Yanar,•ı dedi, "yanar ... Kan gibi kurt! u suyu. Her sine� bir alıcı kurt .. . Bulut gibi gelir, kan koymaz insanda emer. Yanar kardaş, yanar. Gelin etmeyin. Bakın halime. Göz önüne alın beni. Gelin etmeyin. Suyu kurtlu. Ilık, kan gibi... Gitmeyin kardaş. Benim lafım size kardaş sözü, baba öğüdü. Bakın halime ... Aç ölün gene gitmeyin. Acıruzdan ölün gene ... İş var, para var, ekmek var, kuş sütü de var, ne ararsan var ya, ölüm de var. Sürünrnek de var. Sıtma da var. Verem var. Bakın halime ... Yanar Çukurova, yanar. Gelin gitmeyin.ıı
Hösük: «Çaresi yok, ölsek gene gideceğiz.ıı Memet: "Gidec�z., Hösük: «Ölüm yokluktan iyi. Sıtma yokluktan iyi. Ve-
rem yokluktan iyi.» Memet: «Gideriz,, dedi. Yusuf: «Bakın halime,•ı dedi. «Ben gitmem. Blr daha
gidersem orada ölüm kalır. Allah göstermesin. Bir daha gitmem. Purç yer, ataç kabuğu yer gene gitmem.»
Memet: ••Biz gideriz,ıı dedi. Hösük: C<Öiüm yokluktan iyi. Biz gideriz,» dedi. Yusuf: «Bakın halirue.ıı Sağ eliyle boyuna karnmı gösteriyordu. Karnı
gebe karıların kanıı gibiydi. Boynu çöp gibi ince, kalın dudaklan yank yuruk, yüzünde kan eseri yoktu. üstü başı pcrmeperişandı. Yalın ayaklannın altı kalın bir nasır bağlamıştı, otomobil lastiği gibi.
liösük: <<Ölmek var, dönmek yok,ıı dedi. Yusuf: <•Benden size kardaşçasına söz,ıı dedi. ulier si-
neği . . . ıı
liösük: <<Allahını seversen sus, Yusuf,» dedi. Yusuf bir daha ağzını açmadı.
Dürülü yorganlan sırtlarındaydı. Oraklannı da bellerine sokmu.şlar, Memedi bekliyorlardı. Memet kansıyla konuşuyordu. Sonra:
uSağlıcaklan kal,ıı deyip yürüdü. Kadın arkasından: uBiderin tümü de çürümüş,>> dedi. Gün ışıyordu. Geç kalmışlardı. Düştüler yola.
Köyün gömme daınlarının ak toprağı gözden ıra-
9
yıncaya kadar dönüp dönüp baktılar. Yürüdüler. Bir yürüyorlardı ki, toprak ayaklannın altında dürülüyordu..
Arkalarından bir ses geldi. Durdular. KO§a ko-şa, soluk soluğa Yusuf yetişti.
cıHayır ola Yusuf,ıı dediler. Yusuf: "Hayırlar,» dedi, toprağa çöktü. Körük gibi so
luyordu. "Durun bele,ıı dedi, "bir yomuğumu alayım. Köyden buraya kadar kO§tum.ıı
Yusufun başında bekleştiler. Yusuf kendini topladıktan sonra kalktı, soluk soluğa:
"Düşündüm,ıı dedi, cctaşındım,ıı dedi, "düştüm arkanıza. Kürt demiş kl, ölüm ölüm ya, bu hırlamak da nesi oluyor! Ölüm ölüm ... Yürüyün.ıı
Gökte bir tek bulut yoktu. Bozkır dümdüz ayaklaruun altında bozanyordu.
Tarlalann kıyısından geçerken, eğilip toprağı eşeleyerek:
�<İŞ yok,, dediler. ccOlmaz ... »
M em et: �<Olsa da nedir ki,�> dedi. "Bir kanş, yola yola.
el kalmaz, tırnak kalmaz. Alacağın da iki avuç. O!sa ne olur kl ... ıı
Hösük: <cOimasın,ıı dedi. Aşık Ali: "Olsa iyi olurdu,ıı dedi. ccHiç yoktan iyi olur-
du.ıı Yusuf: �<Çukurova batsın,ıı dedi. Ötekiler gülüştüler. Akpmara geldiler, oturup yomuk aldılar, su
içtiler, yüzlerini yudular. Az sonra bir de baktılar
ı o
ki, ne görsünler, Keklikoglunun çobaru Memet çocuk kendilerine doğru gelip durur.
Hösük: <<Bre Mcnıet," dedi, <me i.5in var buralarda?•> Meruet çocuk: «Gidiyorum,·• dedi. «Çukurovaya. Duydum si
zin gldeceğiniz!, iki günden beri sizi burada bekliyordum. Gidiyorum gayn, bulsun benim gibi bir çoban Ağa, bundan sonra. Başımı aldım gidiyorum gayn.ıı
Memet çocuk incecik dal gibiydi amma, elleri ayaklan inanılınayacak kach1.r kocaınandı.
Aşık Ali: «İyi ettin bunu işte, Memet," dedi. «Bildim bi-
leti sen Keklikoğlunun kapısındasın." Hösük: uNe hak, ne bir şey. Öyle rni?ıı Memet çocuk: «Yıldım," dedi, «canımdan yıldım.» Hösük: «Her gün de sopa ... » Aşık Ali: «Kw·tulan ... » dedi. Memet çocuk: «Çukurovada hakkımı verirler mi?" Aşık Ali: «Çukurova da Keklikoğlunun," dedi. Hösük: «Hele hele," dedi. Memet çocuk: uHakkımı ... ıı dedi. öteki Memet: «Korkma,)) dedi. Memet çocuk:
ll
<<Bir çift öküz alınm,ıı dedi. «Koca boynuzlu ... »
Yusuf: t<Çukurova batsın,ıı dedi. Aşık Ali: •Geri dön!ıı Yusuf: <•Sebep gözün kör o1sun,» dedJ. Koca Memet, yani öteki Memet:
«Bir Abiarn var,» dedi, uÇukurovayı değer. Ağam neysem ne ya, Ablam Çukurovayı değer. Ablam beni bir sever ki... Doğru çiftli�e gideriz. Görürsünüz, yok Abiamın üstüne abla Çukurovada. Güze kadar çalışınz çiftlikte.))
Yürüdüler. Bir gece Çamurluda yattılar. Oradan yola düşüp:
<<Bu Çamurlu köyü bir tek bu dünyada,ıı dedi· ler. «Garip severlikte bir tek ... ıı
Düz ovada yürüdüler, yokuş çıktılar, iniş indiler. Ak çağşaklı pınarıann ba§ına oturup çökelek ekmek yediler. Yarııuz kokusu deli etti onlan. Peryav.şanlarm üstüne uzanıp yomuk cıgarası tellendirdiler. Mazgaçın ba§ından aştılar. Sarı çiçek sarvan kurmuş oturmuştu Mazgaçta. Orman hışıldıyordu . Çiçek da�nda yayiacı çadırlan gördüler. Oylum oylum duman tütüyordu. önleri al önlüklü kızlar yayık yayıyorlardı. Sıynngaçta karşılanndan önü eşekli, arkasında beş çocu� bir karısıyla, yalınayak ba§ıkabak bir Kürt geldi. Çocuklar, kadın, Kürt, hepsi de üfürsen yıkılacak gibi zapzayıftılar. Üstlerinde başlarında da bir şey kalmamıştı. Kırk yıllık kıtlıktan çıkrruşlardı sanki. Selam verip geçtiler.
Uztın sözün kısası, iki gün sonra Çukurovaya
12
indiler. Savnın suyu çağıldayıp akıyordu, apaydınlık ...
Dikiriinin üstbRşında, bir ağacın altında iyi bir uyku kestlrdiler. Uyandıklarmcta gün öğle olmuştu.
Mcmııt çocuk uykulu uykulu usulcana öteki Memerle sokuldu. Onun kulağına doğru ağzını gö· türclü, usulca:
<•Memct emmi,ıı dedi, �<hakkımı yemezler ya, burda da?»
Memet: "Korkma,ıı dedi.
Memet çocuk sevinerek: ''Gerçek mi diyorsun?" diye sordu. <•Hakkımı
verirler mi burada bir tamam?>> Memet: «Korkma diyorum,n dedi. Memet çocuk: <<Bir çift öküz alınm, boynuzu büyük... Çok
çalı.ııınm.ıı Memet: PSeni Abiamın yanına veririm. Elinin işini gö-
rürsün.ıı Mı>met çocuk: u Hakkımı ... >> dedi. Memet:
<�Korkma,» dedi. <<Ablamın üstüne yok bu ülkede.»
Yorganlannı sırtladılar. Aşık Ali ucu püskül· lü sazını eline aldı.
Memet: "Şu a�ağıda,» dedi, <<Çiftlik. Şimdi vanrız. Alr
lam beni görünce deli olur. Çocuklan sorar. Avradı sorar. Avrada iki tane yepyeni fistanını verdivdi geçen yıllarda. Blzim köroğlu daha onları giyer.
13
Bir sağlam ceketti ki ... Şimdi vannca buyur eder, elimden tutar. En yeyni işe beni salar. Çalışırız güze kadar.ıı
Hösük:
ccBöyle abla bulunmaz Çukurovada ... >>
Memet: ccEle bir gündelik verirse, bize bir buçuk verdi·
rir Ağaya. Memedirnin yoldaşlan, der sizin için de.ıı Aşık Ali: ccAllah vere de öyle ola . .. ıı
Memet:
ccAblam gibi yok. Şimdi görürsünüz. Biz vann-ca hemen ekmek çıkarır.»
Memet çocuk: ccHakkımı. .. ıı
Memet: ccKorkma.ıı Memet çocuk: cıBoynuzu kocaman ... ıı Memet: ccBenim Abiama can kurban. Ağa birinin hak
kını yesin, yüreği varsa. Dikilir karşısına, Allahtan utan, der, yenir mi bu sefillerin hakkı ... Ağa hemen çıkarır verir.ıı
Aşık Ali: ccÖyleyse can kurban böyle ablaya.ıı Memet çocuk: ıcBoynuzu kocaman . .. ıı Hösük: crBoynuzu anana ... ıı dedi. crBoynuzu boynuzulıı Memet: ccDeğme oğlana, Hösük,ıı dedi. crDoğdu doğalı
el kapısında.» Aşık Ali:
14
uEllemen �lam,ıı dedi. Memet çocuk: uÇok çok çalışınm,ıı dedi. Memet: «Blr çift öküzürrı vardı, gözüm gibi bakardım.
Ablaın derdi ki, Meınet serun gibi öküzc bakan bulunmaz dutınalar içinde. Abiarn öyle derdi. San öküz ben ayrılırken ağladı.>>
·
Aşık Ali: uHele hele,ıı dedi, «hele hele Memet!ıı Mcmet: uÇocuklarımın haynnı göremeyinı yalansam.
Ben ayrılırken, boynunu çevirip çevirip yalandı. Şimdi görürsünüz. San öküz beni görünce tanır. Sevincinden ter ter tepinlr, böğürür. Görürsünüz şimdi.»
Aşık Ali: <<Allah vere de öyle ola,ıı dedi. M em et: uİile Ablam,ıı dedi. <<Rahat eder, para kazarunz
sayesinde Ablamın.ıı Memet çocuk: uBen de bir çift öküz alırım,ıı dedi, nsan öküz
gibi, beni seven.ıı Hösük:
crAlırsın,ıı dedi, «alırsın ... ıı Aşılt Ali: ııDeğme oğlana Hösük,» dedi. ııGün görmemiş.
çiçeği burnunda daha ... » Hösük: uDeğmeyelim ... ıı Memet: uÖtek:i dutmalann yıl on iki ay mumırık çor
bası içe içe kaıınlan şişerdi. Abiarn bana yağlı dü-
rüm veıirdi. Beni böyle sever işte.» Çiftliğe girdiler. Çiftliğin avlusu mavi, kırmı
zı, san boyalı traktörler, biçerdöverler, kötenler, at arabaları, kamyonlar, ciplerle zık gibi doluydu. Güneş altında parıl pan! yanıyorlardı. Massey-Harrısler, Fargusonlar. Türlü türlü marka makinalar ... üstü başı yağlı birkaç telaşlı adam da makinaların başında dönüp duruyordu.
Memet: «İşte Ablam,ıı dedi, yürüdü. Kadın kara bir şalvar giymiştl, fırında ekmek
pişirenlere emirler veriyordu. Kocaman kalçalı, dolgun bir kadındı. Kollarında, dirseğe kadar altın bilezikleri şakırdıyordu.
Memet yaklaştı. Ta kadının yanına vardı sokuldu. Kadın oralı bile olmadı. Memet az daha yaklaştı. Gülümseyerek onun yüzüne bakıyordu. Kadın aldırmadı. Memet şaştı. Daha gülümsüyordu. Bildik bildik ... Arkadaşlarının dördü de az ötede, bir Memede, bir Abiasma bakıyorlardı.
Memet edemedi: ııAbla,ıı dedi, ((ben Memedim.ıı Kadın şöyle bir süzdü onu. Memet: nAbla,ıı dedi, ııben Memedim. Dutma Memet ...
Sarı öküzlen hani, ben çift sürerdim. Ekin biçmeye geldik. Abla, ben Memedim ... ıı
Kadın başını kaldırıp onn. bakmadan ekmekleri yığın eden 'kadına döndü:
"Ver şuna bir ekmek de gitsin,ıı dedi. Kadın Memede bir ekmek uzattı. Ekmek Me
medin elinde kalakaldı. Başından kaynar sular dökülmüşe döndü. Bütün kanı kurudu. Yüzü kapkara kesildi.
16
Usulcana: uAbla,» dedi, «Abla, ben Memedim. Dutma Me-
met ... San öküz ... Hani ben giderken başını çevi-rip ... San oküz nerede?ıı
Abla bakmadan arkasını dönüp konajı;a çıktL Memet ne oldujı;unu bilmeden, sendeleyerek,
elinde ekmek, arkadaşlannın yanına döndü. Arkadaşları Memede hiç bir şey demedüer. Ne
den sonra Aşık Ali: c<Aldırma bire Memet,ıı dedi. uBura Çukurova.
Bilnlez değiliz. Aldırma. Keşki senin san öküzü görebüseydin. Kimbilir ne kadar sevinirdi fıkara.•ı
Çiftliğin öte yanına geçip duvara sırtlanm verip oturdular. Hösük kocaman, iki adam karartısı kadar görünen bir adamdı. Aşık Ali incecik, Memet uzundu.
önlerinden yağlı, yırtık bir tulum giymiş san bir oğlan geçerken Memedi gördü. Hemen onlara doğru koştu.
«Ooo Memet amca, hoş geldin, hoş geldin,» diye Memedin ellerine sarıldı. On yedi yaşlannda gösteriyordu. uSeni bir göresim geldi, bir göresim geldi ki. Nerede kaldı diyordwn, iki yıl oldu sen gideli, değil mi? Bir göresim geldi ki, kendi kendime nasıl olsa çıkar gelir diyordum bir gün. Hoşgeldin, hoşgeldin.» Oğlan sevinçten taşıyordu. c<Çok şükür Memet amca, çok şükür seni gördüm ya. Bir gün nasıl olsa gelir, diyordum, geldin işte.ıı
Memet: cıOtur hele,ıı dedi. Oğlan oturdu. Memet: . uSan,ıı dedi, uduydun mu Abiamın bana etti-
ğini? Hiç ummazdım Ablamdan. öz anamdan
17
uroardım da ondan urnmazdım. Dutmalar ınınnınk içe içe şişerken, bana yağlı dürilin veıirdi.» Bar şım salladı. «Ummazdım bunu ... D�ümde görsem· hayıra yormazdım bunu. Bu ne iş? Şaştım, San . .'.»
San:
"Sorma Memet amca, sorma,ıı dedi. <<Olan biteni bir bilsen, ağzın aynk kalır. Abla eski Abla değil. Bir ben kaldım çiftlikte. Kimsecikler kalmadı. ötekilerin hepsini kovdu Abla,ıı
·Memet: «Ummazdım,n dedi, ııummazdıın.,.»
Sarı:
<ıAbla çaltndı,, dedi. «Kara sevdaya düştü di-yorlar.,
Memet:
((Neee?ıı dedi. Sarı: ııSevdalanmış,n dedi. ııŞu motorlar geldi geleli. _
Motora çalınmış. Sevda bağlallll§ motorlara .. . >ı
Memet:
ııVay Ablam!ıı dedi.
San: uHer sabah kalkar kalkmaz eline alır bir kova
su, bir kalıp sabun, geçer motorların başına, tekerleri yur, motoru yur siler. Bir toz çamur olmasm, deli olur. Her allahın günü yur. Motora sevda bağlamış diyorlar. Işkı düşmüş.,
Memet: «Vay Ablam,n dedi. Aşık Ali: ııZor,, dedi. ıtAllah başa vermesin. Aşk beter.ıı San:
· •
uMotorlar geldi geleli kı.ıı demez kıyamet de-
18
mez, biner şoförün yanına gider tarlaya. Her allahın günü ... »
Memet: «Beni taruyamadı,ıı dedi ccVay fıkara Ablam.
Demek böyle ha! Aşk dedikleri bir beter olurmuş. Vay fıkara ... ıı
�n: , <<Deli değil,ıı dedi. «Gene eskisi gibi. Işkı düş
müş. Seni bilmez mi?ıı Memet: «Ummazdım. Bu hiç aklıma gelmezdi,ıı dedi.
«Demek aklı başında ama, karasevda ... Allah başa ... ıı
Sarı: <<Olan biteni bir bilsen! Her gün ırgadın bini
gelip bini gidiyor. Kum gibi kaynıyor ırgat. İş yok güç yok. Abla da şaşırdı. Un yetmiyor, ekmek yetmiyor ... Anca ver, ver, ver .. . ıı
Aşık Ali: «Böyle ha?ıı dedi. San, Memede dönüp: «Olan bitenden haberin olsa ... Bir bilsen işi. ..
Koca Veli Ağa, Topa! Durstın ... ıı Memet: «Koca Veli Ağaya noldu?ıı dedi. San: «Hiç sorma. Olan ona oldu. Hiç sorma.ıı Memet: «Yüzü nurluydu,ıı dedi. uBir de çalışırdı, yir
mi yaşında delikanlı sanırdın.ıı San:
, <<Gitti,ıı dedi. u Hepsi gitti de bir ben kaldım. Sorma Koca Veli Ağayı . . ·"
Memet: «Merağa salma adamı. De bakayım noldu ona?ıı
19
Sarı: ııMemet amca,n dedi, ıışu motorlar gelince,
Ağa hepiciğimizi kovdu. Herkes çekildi çekildi gitti. Veli Ağa geçti Ağarnın .karşısına, Ağa, dedi, Al· lahtan kork, kırk be§ yıldan 'beri ben bu kapıdayım, Ağa, dedi, Allahtan utan, sakah bu kapıda ağ'arttım, belim bu kapıda büküldü. Bu yaştan sonra ben nereye gideyim, ne iş tutayım? Şu mezarlıkta avradım yatıyor, anam yatıyor, üç oğlum yatıyor. Ağa, dedi, Allah senin başına taş yağdırır, etme bu zuliimü. Gavur Ağa, dedi, seni kucağımda büyü tt üm, nen çalarak büyüttüm... Daha bokun tırnaklanının dibinde. Ben nerelere g!deyim bu yaştan sonra? Ya, Memet amca, böyle dedi. Ağladı sızladı, sövdü saydı, iki gün vardı şu taşın üstünde oturdu, sakalım yoldu, ilendi, beddua etti. Edemedi başını aldı gitti. Daha haber yok. Gitti gider.ıı
Memet: ııNe iyi adamdı,ıı dedi. «Ya Topal Dursun?ıı Sarı: ııO mapusta şimdi. Mapusanelik oldu o.ı> Memet: «Bak hele Topala!>ı dedi. ııHiç umulmazdı.ıı San: nAğa dutmalann hepsini topladı, gayrı size iş
yok, dedi, güle güle, dedi. Herkes gitti. Topal da
gitti. Bir ay mı, iki ay mı ne, baktık Massey-Harris motorun başı yok. Sökmüşler, alıp götürmüşler. Koca motor öldü. Ağa deli oldu. Hükümete gitti, Valiye gitti, Ankaraya gitti. Sonra Topal bir yerde böyle böyle ettim demiş. Onu cereyana vermiş
hükümet. Topal demiş ki, Ağanın inadına, demiş, o bizi aç koydu. Oh, demiş, öcümü aldım. Söktünı attım Anavarzanın oradaki derin yere. Ceyhanın
en derin yerine attım, demiş. Ölsem de gam değil ... Şimdi yatıyor Adana mapusanesinde. Ağa suyu arattı arattı, başı bulamadı. Massey-Harris motor öldÜ.>>
Memet: «Neler var elde,>> dedi. «Topa! hiç konuşmaz,
boyuna düşünürdü . .. >> San: «Hepsi gitti, bir ben kaldım. Ben de gidiyor
cturo ya, usta bu işe yarar dedi. Ben şoför olacağım. Yanında çalışıyorum ustanın.n
M em et: «San öküz?» dedi. San: «Öküzlerin hepiciğini sattı Ağa. Senin san
öküz var ya, onunlan mor öküzü de kurban kesti. Şu makina var ya, şu kocaman, ona biçerdöver derler, Ağa onu getirdiği gün san öküzlen mor öküzü tekerleğinin dibinde kurban kesti. Kanını tekerin dibine akıttı. Yaa, san öküzü kurban etti makinaya ... »
Memet düşündü kaldı. San: «Bu var ya, hem biçer hem döver, hem çuvala
doldurur verir eline. İş kalmadı gayrı. Irgadın bini gelip bini gidiyor her gün. Adamın yüreği parça parça oluyor hallerine ... Bizim usta bir yamyor bunlara... Şu motorların hepsini kır, yak, diyor, git Topalın yanına . . . Bizim ustanın çok yüreği acıyor ırgat milletine.>>
Aşık Ali: «İyi adammış,n dedi. «Zengini kim olsa sever.
İş fıkarayı sevmekte.>> San hemen fırladı:
21
ııSiz,» dedi, «şimdi açsuuz. Gldeyim ekmek getireyim. Yemek yani.»
Biraz sonra koca bir tas çorba, yedi sekiz tane somunla döndü.
"Darendeli burda olsaydı size helva da getirirItim ya, yok burda.»
.ccEksilt olma,» dediler, "getirmişe geçti.ıı
Yemeklerini yedikten sonra çiftliğin dışına çıktılar. Yorganlannı yastık yapıp, hemen uyudular.
Sabahleyin San gene ekmek çorba getirdi. ccMemet amca,» dedi, «usta iyi adam, yalvar-
dun sizlere blr iş deyi, olmadı. İş yok .ıı Memet: ccEksik olma,» dedi, ubiz nasıl olsa iş buluruz.ıı Sarı boynunu büktü. ııin.şallah,» dedi.
Güneş bir köz yı� gibi dört yaruna yalım saçarak lopkızıl çıktı. Yoldan yüklü kamyonlar, arkalanna naylon araba takılınış traktörler, at ara
baları, biçerdöverler, cipler, pırıl pınl son model ağa otomobilleri, öbek öbek, boyunlarını içeri çekmiş ırgatlar geçiyorlardı. Şimdiye dek Çukurovada görülmemiş bir gürültü dalduruyordu ortalığı. Bir hay ü huy sürüp gidiyordu.
Uzun gölgeleri önlerine, yolun tozlanna serilmişti. Yolun sağ tarafında yüzünü gözünü iyice paçavraıarıa sanmş bir kadın gördüler. Kadın bir tek ölümcül, kaburgası kaburgasına geçmiş tayını döğene koşmuş, küçücük barınanın içinde yavaş yavaş dönüyordu. Ne hayması vardı, ne gölgeliği.
Yol boyunca uzun bir toz bulutu havaya ası-
22
!ıp kalmıştı. Toz duman içinde yürüyorlardı. Ayak bileklerine çıkan toz caz caz ayaklarını
yaktı. Kızdılar, her biri bir sunturlu küfür savurdu. Yusuf gittikçe halsizleşiyordu.
«Çukurova batsın,ıı dedi. Gölgeleri ayaklannın dibine çekilmişti. Susa
dılar. Çukurovanın yazısında su nerede? Dilleri damaklanna yapıştı. Bir su buluruz umuduyla yürüdüler. Ortalarda ne köy vardı, ne bir şey. Öbek öbek ırgatlar geçiyordu yanlarından, kederli, yorgun, kahrolmuş, boyunlarını içine çekmiş, elleri böğürlerinde, tozdan yalnız gözleri, dişleri ışıldayan, avurdu avurduna geçmiş, yırtık, nakışlı yün çoraplar giymiş, sırtlanndan ter fışkınnış adamlar ... Selam verip selam aldılar.
Tepedeki güneş beyinlerini kaynatıyordu, mangolmuşlardı. Susuzluk bir yandan, yorgunluk bir yandan, can sıkırıtısı bir yandan.
Uzakta, biçerdöverlerin gürültüsünün ötesinde, bir harman süren görünüyordu.
Aşık Ali: <ıHaydın,ıı dedi, "oraya gidelim. O su verir bi
ze, varsa suyu.ıı Firezleri, biçerdöverlerin oraya buraya fırlat
tığı saplan tepeleyerek geçtiler. Firezlere, sapıara vuran güneş, dünyayı göz kamaştıran bir ışıltıya boğııyordu. Göz açıp bakamıyorlardı.
Uzaktan selam verdiler. Adam, karısı, on iki yaşlannda iki kız çocuğu,
beygirleri sapa dayamışlar, sap atıyorlardı. Yüzlerini gözlerini kara bir toz bürümüştü. Her bir yanları kılçığa, toza batmıştı. Adam soyunmuştu, harman yerine geniş hareketlerle sap atıyor, ötekiler yerleştiriyordu.
23
Beygirler başlannı sapa sokmuşlar haşır haşır yiyorlardı. Adam elindeki dirgeni sapıann üstüne atıp yanıanna geldi. Döşünün uzun kıllan ağarrrıış, kollannın damarları kabarnuştı. Elinin tersiyle terini sildi.
Aşık Ali: aSusadık,ıı dedi. Adam arabadaki fıçıdan koca bir kova su dol
durup uzattı. Hırsla, uzun uzun su içtiler. Aşık Ali: aYandık,» dedi. cıYandık da şu makina süren
Ierin yanına vanp da bir su isteyemedik. Onlar bir başka türlü adam gibime geliyor. Hor bakıyorlar bizlere . . . ıı
Adam: ıcOturun,» dedi. Aşık Ali: cıGeçmişlerinin ruhuna,» dedi. Hösük: cıAdmı bağışla,n dedi. Adam: «Halil,» dedi. Hösük: ııBu Aşık Ali, bu Memet, bu da Memet, bu Yu-
suf, ben de Hösük,ıı dedi. Adam: cıiş yok,» dedi. Aşık Ali: uYeni geldik, anyoruz,ıı dedi. Memet: «Buluruz inşallah,» dedi. Adam: 11Bizlere ekmek kalmadı gayn.ıı Aşık Ali:
24
cıŞaştım,ıı dedi. Adam: ccAğa haber salmış, yeter gayrı sırtımdan ge
ç!ndlkleri, demiş. Otuz yıldır babalannın malı gibi sürüyorlar toprağımı, demiş, çıksınlar gayn topra�dan, yeter gayn ellelinden çekti�im, de· miş ... Bize iş kalmadı. Boğazına bir çuval taş bağla, at kendini suya. Başka iş kalmadı.ı1
Aşık Ali: ccŞaşılacak iş,1ı dedi. Adam: ccBen otuz yıldır süretim bu tarlayı. Her kan
şında bir okka terim var bu tarlanın. Böyle gider diyordum. Böyle hep yancı kalınz A�aylan sanıyordum. Öyle sanıyordum da, bağnma taş basıyordum. Asılıp ölmeden başka çare yok. Zulüm ... 11
Aşık Ali: ccZulüm değil, ölüm,» dedi. Adam: ıcÖlüm,ıı dedi. ıcÖlümden de beter. Sabahtan
getirir kınnızı motoru, sokar içine. . . Her kanşında bir okka teriın var.ıı
Aşık Ali: ıcDoğru,ıı dedi. «Ölümden de beter.ıı Adam: ııBen ne iş görebilirim şimdiden sonra? Top
raksız ne iş görebilirim? Zuli.im,ıı dedi. «Sizin gene, ekin bitmezse de tarianız var. Yeriniz var, yurdunuz var ... 11
Aşık Ali: «Var,1ı dedi. Hösük: <ıOlmaz olsun,11 dedi. Aşık Ali:
25
uöyle deme, var,ıı dedi. Adam:
((Benim de bir başınu sokacak evim, bir toprağmı olsa da acımdan ölsem.ıı Başını salladı. ((Ah benim de ... Şimeti ben ne yapayım? Ah bu Amerikan gavuru, ah bu mühendis Mare§al... Zulüm.ıı
Aşık Ali: cc Bir kapı örterse, birini açar ... ıı Adam: (!Açmaz olsun,ıı dedi. Aşık Ali: <�Nasıl olsa açar.ıı Adam: ((Açılacak kapı kalmadı ki,ıı dedi. ((Hepsi ka-
pandı.ıı .A§ık Ali: «Açar.ıı Adam: ((Şuradan gelirken gördünüz. Bir avrat var,
döğen sürer tek ba§ına.ıı Aşık Ali: ııGördük.ıı
Adam: ((Kocasının ayağını bundan üç yıl evvel Ağa
nın batozu aldı. Üç çocuklan kaldı avrat yazıda. Sıtmalı, veremli çocuklan ... Ağa ona da, çıksın toprağımdan, demiş. De açsın kapıyı ... Kapı mı kaldı açılacak?ıı
Aşık Ali: ((Ne bileyim,ıı dedi. ((Deldiği boğazı boş koy-
maz.ıı Adam: ııKoymaz olsun,ıı dedi. Hösük:
26
«Öyle kor ki ... » Yanda bir telis çuvalın altında uyumakta olan
bebe ağlamağa başladı. Adam: «Avrat,ıı dedi, «gelin de azıcık yornuğunuzu
alın.» Kadın, iki kızı ellerindeki dirgem bırakıp hay
maya doğru geldiler. Kızların yüzleri köz gibi kızarmıştı. Uzun uzun su içtikten sonra gelip oturdular. Kadın bebeği aldı, arkasını dönüp meme verrneğe ba�ladı.
Aşık Ali: ••Kalkın çocuklar,ıı dedi. ••Yardım edelim ağa
ya.ıı Yusuftan ba§ka hepsi kalktı. Bir saat içinde
barınanın sapını atıp, gelip haymanın altına oturdular.
Adam: ••Eksik olmayın kardaşlar,ıı dedi. Haymanın direğinde asılı bir torbadan kadın
ayran çıkarıp özedi. Hepsi içtiler.
Aynlırken adam: oEksik olmayın,» dedi. ••inşallah iş bulursu
nuz.ıı
Adamdan aynidıktan bir saat sonraydı. Güneş batıya yıkılınıştı ya, gene ortalığı cayır cayır kavuruyordu. Yolun kıyısında yaprakları tozdan apak olmu.ş tek bir yaşlı dut vardı. Dutun gölgesinde toza batmış, arkasına da bir naylcn araba takılmış bir traktör duruyordu. Traktörün yanmda da kimse-
27
cikler yoktu. Gelip traktörün karşısına sırlanıp durdular.
Hösük motora yaklaşıp elini değdirecek oldu, �ık Ali hemen:
«Etme Hösük,ıı dedi. <<Yaklruıma. Nolur nolmaz!,
Hösük geri çekildi. Uzun zaman motorun yanını yönünü dönüp
orasına burasına baktılar. Memet çocuk: <<Bakın, bakın,ıı dedi. uKocaman kocaman göz-
leri de var. Bakın nasıl yıldır yıldır ediyor! ıı Hösük: <<Olmaz olsun,, dedi. �ık Ali, kızgın: <•Yıkılıp viran kalası,, dedi. <rTuuu . . . ,
Tozlu motora koca bir tükrük attı. Tükrük kırmızı bir yol açarak ta aııa�ara kadar aktı.
Yusuf: ·
<•Çukurova batsın, motor · batsın, ıı dedi. uTuuu,,,,
Memet: <<Parça parça olup da her bölüğü bir diyarda
kalası,!) dedi. «Tuuu . . . ıı
Memet çocuk motordan biraz uzaklaştıktan sonra geri dönüp:
«Ölesice, ölesice, inşallah ölürsün,ıı dedi. uTuuu . . . ıı
Memet çocuğun tükrüğü traktöre kadar ula§amadı.
Karşılarından şayak şalvan dizlerine kadar püskül püskül yırtılmış, yalmayak, başına bir mendil eskisi sarmış, sırtındaki yorganın altmda iki büklüm, ayağını yere değdlkçe kızgın saça basmış
28
gibi birden kaldıran, bir tuhaf yürüyüşlü, kupkuru bir adam geliyordu. Adam yanlanndan geçerken onların farkında bile olmadı. Ne selam verdi, ne bir şey söyledi.
Hösük: cıNereye böyle kardaş?n dedi. Adam uykudan uyamr gibi, bezgin: «Cehennemin dibine,ıı dedi. Hösük: «İyi bild.in, işte bu yol doğru oraya gider.» Adam ya d uymadı, ya da duydu aldırmadı, geç-
ti gitti. Aşık Ali: «Etme bunu, Hösük,» dedi. cıGünah, kardaşım
Görmedin mi adamın halini? Hık dese canı burnundan çıkacak. Ne istersin elin fıkarasından? Görmedin mi yüzünü? Kahrolmuş, bitmiş.»
Hösük: cıBir şey demedim ki ... » Aşık Ali: «Yazık,» dedi. «Öyle adamlara kardaş desen,
anasına sövmüşe geçer.» Az sonra, o başmda durup da bakıştıklan mo
tor arkalanndan geldi, tozu dumana katıp geçti. Hösük dişlerini gıcırdattı. cıYürü,ıı dedi, «yürü. Ekmek kesen, evler yı·
kan, yürü.» Memet: «İş buluruz inşallah,» dedi. cıBenim yüreğim
öyle hükmediyor. İş bulamazsak hiç olmaz. Bulmalıyız mutıak.ıı
Yusuf ta gerilerde kalmıştı. Memet arkasına dönüp baktı. Yusuf yolun tozlanna oturmuş, na· maz !nlar gibi eğilip eğilip kalkıyordu.
29
Memet: aNaldu şu Yusufa?ıı diye sordu. Aşık Ali: ••Keşke gelmeseydi. Hali iyi değil fıkaranın.ıı Hösük kızdı: "Bu göt ilen Çukurovaya gelinir mi? Deli ga
vur, atar atar Çukurovanın hakkında, gene dfuıer arkamıza. it oğlu it! n
Aşık Ali: "Hösük, etme karda§,» dedi, "etme. Ekmek ka
pısı. Bir iki kuruş kazanamaz ınıyım diye canım dişine taktı da geldi. Kendi bilmiyor mu ne halde olduğunu? Ne bok yesin, yokluk ... Yokluk ateşten gömlek.ıı
Hösük: ııGelıneseydi, it �lu it ... n
Yusufun başına vardılar. Aşık Ali: "Kalk kardaıp dedi. cıNoldu sana?ıı Yusuf inledi: aDizirnin derınanı kesiliverdi. Yürüyemez ol
dum. Yüreğim bir atıyor ki ... »
Aşık Ali vardı, onu omuzlarından tuttu. "Kalk kardaş,ıı dedi. cıGeçer şimdi. Böyle yu·
muşak olma.ıı Yusuf da: "Geçer,» dedi. "Her zaman olur böyle, her
zaman insan ... >>
Aradan epey geçtikten sonra kalktı. Akşam oluyordu. Gün dağların arkasına doğ
ru iniyordu. Batıdaki ak bulutların kenarlan sırmaıarunıştı. Az ötede bir çeltik salağı görünüyordu. Çeltik salağı içinde tek ba..-:aklan üstüne dikelmiş leylekler d�nüyorlardL Belki de uyuyorlar-
30
dı. Yeşil çeltik filizleri bir parmak uzunluktaydı. Belki de uyuyorlardı. Yeşil çeltik filizleri bir parmak uzunluktaydı. Altlanndan san bir su akıyor, salağın kıyısındaki hendeğe toplanıyordu. Sarı, iğrenç bir su ...
Hösük ağzı aşağı hendeğin kıyısına uzanıp sudan pança pança içmeye başladı.
Yusuf hemen atıldı: nHösük, Hösük,ıı dedi, niçme kardaşl Bu su
tüm zehir, içme. Hemen ölürsün. Aman kardaş, etme kardaş. Ben içtim de bu hale geldim.ıı
Hösük aldırmadı. Doyuncaya kadar içti. Sonra Aşık Ali, Memet, Memet çocuk, hepsi içtiler. Yusuf boyuna yalvardı. uZehir,, dedi, ccölüm,ıı dedi. «Çoluk çocuğumuz var,ıı dedi. Para ettiremedi.
Arkalarını dönüp hendeğin kıyısına oturdular. Yusuf edemedi en sonra, o da hendeğe yatıp pança pança içmeye başladı.
Hösük: «Ne o, Yusuf?» dedi. Aşık Ali sözünü ağzında k<'ydu: «Hösük, elleme,» dedi. «Değme fıkaraya.ıı Memet: <tİŞ buluruz inşallah... Benim yüreğim öyle
hükmediyor. Bulmazsak olmaz., Hösük: ((Buluruz,ıı dedi. «Çol;: iyi iş buluruz ... Düşün-
de mi göl'dün?» Memet: «Yüreğim hükmediyor.ıı Memet çocuk: «Benim de ... Öküz ... Çangal boynuzlu . . . n
Hösük: «Kes,» dedi. uKes, kel it oğlu it.ıı
31
Aşık Ali: uDeğme çocuğa.» Hösük: <<Deli ediyor adanu,ıı dedi. uBiz ekmek bulamı
yoruz, heıif öküz derdinde.ıı Aşık Ali: uCahil ,ıı dedi, <<ÇOCuk. Senin başından hiç ca
hillik geçmeeli mi?ıı Hösük: . <<Geçti amma,» dedi, uben öküz değil, ömrüm-
de buzağı bıle göremedim.ıı Aşık Ali: "o da senin gibi,ıı dedi. Hösük: uÖööf bre, Aşık,» dedi. Aşık Ali: "Öyle işte.ıı
Gece bastırdı, ortalık karardı. Gökyüzü yıldızla döşeli gibiydi. öyle çok, öyle çok, üstüste yıldız vardı ki bütün göğü yıldızdan ibaret sanırdın.
Çeltiğin tekmil kurbağalan ötüşüyor, ovanın bütün çakallan pavkırıyordu.
Yorganlarmı yastık edip uzandılar. Bir uğultu halinde sivrisinekler, kara bir bulut gibi üstlerine geldi başıanna çokuştu. Giyitlerinden iğne gibi geçiriyorlardı. o yanına, bu yanına çırpındılar, olmadı, kovaladılar, olmadı. Sivıislneğin her konduğu yerde bir kabartı oluyordu. Kaşmmaya başladılar. Hart bart kaşınıyorlardL
Yusuf: "Durun, dedi. <<Yatamazsınız. Parçalar sabaha
32
dek. İt gibi kapar adamı buranm sineği. Çare yok, bir ateş yakın. Ateşe gelınezler. Dumana gelmezler.))
Hösük: «Doğru,n dedi. «Ben de biliirın. Ben de bir yaz
kaldıındı Çukurovada.n Yanda üstüste yığılı batos sapından Hösük ko
ca bir kucak getirip ortaya attı. Bir kibrit çaldı, ateş gürpedek aldı. ötede beyaz, şerit gibi ince yol aydınlandı. Hendekteki su göründü. Yusufu ate�in şavkında görünce korktular. Sararmış, kuruınuştu. Yüzünün etleri gepgergindi. Ağzı açık duruyordu.
Hösük: «Sinek gelmez ışığa. Sabaha kadar böyle ya-
karız,n dedi. Aşık Ali : «Yakarız.n Hösük: «Çukurovanın sineği . . .n dedi. Aşık Ali: «Hiç deıne,n dedi. «Bir fıkara oğlan varmış . . . n Hösük: «De bre, Aşık,n dedi, «Çukurovaya indik ineli
ne söyledin ne çaldın.n Aşık Ali: uÖyle oldu.n Yusuf: «Ooooy,n dedi, inledi. Aşık Ali: «Geçer inşallall, kardaş.n
Hösük bir kucak sap daha getirip ateşe attı. Haziran gecesinin sıcağı bir yandan, ateş bir yan
dan, yüzlerinden oluk oluk ter akltıyordu.
Hösük:
33
ııA.şık Ali, biraz önce başladığıru desene, kardaş,n diye onun omzuna dokundu.
Aşık Ali sazı eline aldı. Düzen verdikten sonra:
((Bir fıkara oğlan varmış bizim o yanlarda.n. Düşmüş bir kıza ışkı. Kızın babası vermezmiş. Getirsin, der miş, iki bin lira başlık, alsın kızı . . . Oğlan fıkaraymış, çınlçıplak, nan ekmeğe muhtaç. Kızın arkasında yıllar yılı sürünm.üş durmuş. Kız da �lana öyle bir vurgunmuş ki, olmaya gitsin. Bir gece oğlan kızı elinden tutmuş, yürü, demiş Çukurovaya. Gelml�ler Çukurovaya. O�lan toy. Gündüz saklanır, gece yürürlermiş. Hükümet görür de bizi biribirimizden aymr, diye. Babası zengiruniş. Eli kolu uzun. Oğlan kızı gündüzleri iyice saklar, kendi köylere ekmek toplamaya gidermiş. Bir gün gene kızı bir çeltik sala� yarondaki bir çukura saklaDU§, ekmek toplamaya gitmiş, gecikmiş. Ancak karanlık kavuşunca kızı sakladığı yere gelebilmiş. Bakmış ki kız yok sakladığı yerde. Aramış taramış, kız yok. Sabaha kadar oralarda dönmüş durmuş. Sabaha kadar kanlı yaş akıtıruş gözlerinden. Cennet, Cennet, diye sabaha kadar çağırmış. Gün ışıyıp gavur .müslüman belli olunca, varmış bir yere ki ne görsün! Bir çukurda bir yığın ak kemik. Bir yanda da kızın kara yılan gibi mor belikleri. Bir yanda da yırtık, parça parça giyitleri . . . Oğlan bunu görünce aklı zıvanadan çıkmış. Kızı sinekler parçaıanuş, sinekler yemiş derler. Vabalı günahı söyleyenin boynuna . . . ıı
Hösük: ıı.Doğru,n dedi. ((Şimdi ateş olmasa şu sinek
ler bizi parçalamaz mıydı?» Memet: «Tüm tüm yerierdi bile.n
34
Aşık Ali: «Oğlan oturmuş ak kemiklerin karşısına, be-
likleri alınış eline, bir ağıt yakmış.» Hösük : «De,» dedi, «de, gözüne kul olduğum Aşık.ıı Aşık sazı döşüne çekti. Sazın üstüne yumul-
du. Ver etti. Saz diller döktü, Aşık söyledi. Bir sesi vardı Aşığın, hani Veyselin sesi gibi, adamı yakan. Aşık söyledi, ötekiler dondular kaldılar. Ağızlanndan ah'dan başka bir şey çıkmadı. Türkü bitti.
Aşık Ali: «İşte,» dedi, «Oğlan eline almış kızın mor be
liklerini, Qü.şmüş Çukurovanın köylüklerine. Önüne gelene derdini döker, ağıdmı söylenniş. Görenin yüreğini parça parça edermiş. Düşman başından ırak . . . »
Sonra Aşık coştu. Ver etti sazın döşüne. İyice sazın üstüne yumuldu, bir topak kaldı. Beş yaşında bir çocuk kadar kaldı. Gür yanık sesi gecenin karanlığında dalga dalga tekmil ovayı dolduruyordu. İniyor, çıkıyor, kızıyor, ağlıyordu.
Dert üstüne söylüyordu, aşk üstüne, ölüm ÜS· tüne, yokluk üstüne, verem üstüne, sıtma üstüne. bebeler çocuklar üstüne, yalnızlık üstüne, gurbet üstüne söylüyordu. Kızılırmak, Seyhan, Ceyhan üstüne söylüyordu. Çukurova üstüne, sinek üstüne, gavur motorlar üstüne. Harap olası dünya üstüne, mor sümbüllü sürmeli geyikli karlı dağlar üstüne söylüyordu. Toprak üstüne, zulüm üstüne söylüyordu.
Ta şafağa kadar söyledi. Tan yeri sınnalanır. seherin yelleri eserken sazını usulca yanma koydu. Ondan sonra da ağzını açıp bir söze varmadı. Yalnız, yüzü rahat, mutlu bir ışıltı içindeydi.
35
«Aşık,» dediler, «Allah acı göstermesin, yokluk göstermesin sana. Tuttuğun altm olsun.ıı
Oradan ayrıldılar. Arkalarında bıraktıklan ateşleri daha yanıyordu. Sonra ateş görünmezlere kan§tı. Uzaklarda incecik bir duman tüttü durdu.
İçinden geçtikleri köyün adı Akköydü. Yıkı.k, otları eskimiş, kamışlan dökülmüş tezek yapı§tınlı huğlar hüyüğün yamacına gelişigüzel serpi§tirilmişti. Arkalanndan ·üren bir köpek sürüsü geliyordu. Yıkık bir huğun önünden geçerlerken, gözleri şipidik şipidik, çapaklı, beli bükülmüş bir yaşlı adam onları çağırdı.
«Merhaba,» dedi. 11Merhaba,ıı dediler. ••Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?, diye
sordu yaşlı. M em et: <<Urumdan gelip iş aramaya gidiyoruz,ıı dedi. Ya.ıslı adam: ••İŞ kaplanın ağzmda,ıı dedi. «Alabilirsen al.ıı Memet: oBuluruz inşallah.n
Yaşlı adam: 11Çukurova bild!ğin Çukurova değil, yer gök
traktör oldu.» Aşık Ali: «Allah esirgesin fakir fıkarayı,, dedi. Yaşlı adam: uAnıln amin, cemi cümlemizi . . . »
Memet: "Sağlıcaklan kal,ıı dedi.
36
Yaşlı adam: uBizim Velinin yatmış bir ekini var,n diye on.
ların yolWla çıktı. ııYatık ekini makina biçemez. Siz dağlılar iyi ekin biçersiniz.ıı
Memet: uÇok iyi biçeriz.n ·
Hösük: «Biçeriz.ıı
Memet çocuk: uBen de biçerim,ıı dedi. nBoynuzu çangal, ay
gibi . . .ıı A§ık Ali: uSen de biçersin,» dedi. "Niçin biçmeyesin, ne
yin eksik ki?•> Yaşlı adam önlerine bir çocuk katıp onlan Ve
linin evine gönderdi. Çocuk: uVeli Ağa,ıı dedi, ııbWllan sana baban saldı.
BWllar var ya, ekini biçecekler. İyi biçerlermiş. Baban öyle söyledi. Tıpkı biçerdöver gibi. Yaaa .. · "
Sonra kara yırtık donunu çeke çeke uzaklaştı. Veli: "İyi geldiniz,ıı dedi "Bir ekiniın var, yatık. Ma-
kina biçemiyor. Hiç bir makina.» Memet: uBiz biçeriZ.>> Veli: «Kaça biçersiniz?» Aşık Ali: «Bir görelim tarlayı hele.ıı
Bir su içtikten sonra tarlaıun başına vardılar.
Ekin yirmi dönüm kadar bir buğdaydı. Hasır gibi
yere serilmişti. Dik duran bir tek başak bile yoktu.
Aşık Ali:
37
uVay,ıı dedi, «batmış.ıı Veli: «Vermezse vennez,ıı dedi. «İçine kaplan girse
sökemezdi. Kısmet, kamış gibi buğday yattı. İyi ki geldiniz.ıı
Yirmi dönümlük yerin biçmesini yirmi liraya kestiler.
Hemen oraklarını bileyip girdiler ekine. Memet: ııBen demedim ki,ıı dedi, <dş buluruz diye?
Yüreğim öyle hükmecliyordu. Bak şu Çukurovaya, bir dünya kadar. İş olmaz mı hiç! Yeter ki çalış sen.ıı
Herkes işe başlamış, verha biçiyorlardı. Yusuf bir takım taşına oturmuş, iki büklümdü. Yusufun orağını Memet çocuk aldı.
Veli eve doğru yemek getinneğe giderken Memet çocuk usuldan yanma yaklaştı.
ııAınca,ıı dedi, ubenim de hakkımı verir misin? Hani çangal boynuzlu . . . ıı Yutkıı..'1du.
Veli şaşırdı. Ekin biçenlere: ııBu ne diyor böyle?ıı dedi. uDeli mi ne?" Aşık Ali: <<Kulak asma ona,ıı dedi. «O çocuk.ıı Memet çocuk hırsla gelip ekine yanaştı. Hösük: «Ne dedin ulan, Veli Ağaya ulan?ıı diye sor
du. uUlan it dölü . . . ıı Aşık Ali : uNe diyecek,ıı dedi. uÇukurovada ne kadar
traktör var, onu sormuştur herhalde. Ne soracak başka? öyle değil mi, Memet?ıı
Memet çocuk : uünu sordum işte,ıı dedi.
38
tkindiye kadar bellerini doğrultmadan biçtjler. Güneşin yalımı tepelerinden çıkıyordu. Yatık ekinin biçmesi, dik ekinin biçmesine benzemez, adaının belini kırar.
İkindi üstü, Veli bir kova içinde çorbalannı getirdi. Oturup iştahla içtiler. Yalnız Yusuf ağzına bir lokma koymadı. Yalvardılar yakardılar, ye
diremediler. Yemekten sonra, dinlenmeden gene başladılar.
Bir biçiyorlardı, bir abanınışiardı ki ekine, biçerdöver bok yemiş yanlannda
Akşama doğru bir baktılar, Yusuf geldi, hırsla Memet çocuğun elinden orağını kaptı, biçmeye koyuldu. Her yanı tirtir titriyordu.
«Hastasın, etme Yusuf,» dediler. «Daha kötü olursun sonra. Kalırsm perpeı,-.işan şu Çukurovanın yazısında. Sen biçme. Sana da bir pay çıkannz aramızdan. Eşek değiliz, biz de adamız herhalde.ıı
Yusufa duyuramadılar. O boyuna, başını kaldırmadan, tir tir, bir körük gibi soluyarak biçiyordu. Sonra birden yere yıkıldı, orak elinden bir yana d�tü.
Aşık vardı, Yusuru yerden kaldırdı. «Etme kardaş,n dedi. uSen hastasın.n Yusuru tarlanın dışına çıkardı, geri döndü. Hösük köpürmüştü: «0 öyle edince gönül dedi ki kaldır orağı vur
tepesine, ne olursa olsun. Ulan it oğlu it, biliyorsun, ölümcül hastasın, ne der de d�ersin arkamıza. Dur durduğun yerde. Kal köyde, başımızın belası. Ne musaHat olursun bize . . . Biz zaten . . . �
Aşık Ali: ııHösük,n diye kızdı, ı.ne istiyorsun garipten?
39
Ekmeğimizi yediği, suyumuzu içtiği yok. Ne istiyorsun, bre kardaş, hasta bir adamdan? Allah zaten vurmuş ona vuracağı kadar. Bir de biz mi?ıı
Hösük : «Dursun,ıı dedi, «durduğu yerde. Bir de ekin
biçiyor! Ölüyor be! Bir de ekin . . . O değil miydi yolumuzu kesen, Çukurova cehennem diye? Şimdi de . . . ıı
Gün batıncaya kadar biçtiler ama bitiremediler. Oraklarını bellerine sokup köye döndüler. Garbi yeli var gücüyle esiyordu. Veli dışarı bir çulpaz serdi, üstüne oturdular. Yanda bir inek, bumunu yeşil ota sokmuş yiyor, memelerine yapışmış buzağısı da çekiştirerek onu emiyordu. Keskin bir ot kokusu yayılmıştı ortalığa.
Veli bir koca kap bulgur aşı getirip ortaya koydu. Bulgur yag-sızdı ya, aldırmadılar, ver ettiler lokmaya.
Velinin karısı yeni doğurmuş, içerde yatıyordu. Yanında da bir kalburun üstündeki bebek uyuyordu. Velinin üç çocuğu daha vardı. Onları sıtma tutmuştu. Titreşiyorlardı. İçeri girdiğinde Memet çocuk orada işte bunları gördü.
Yusuf akşam yemeğini de yemedi. Dişleri birbirine öyle bir çarpıyordu ki, deme gitsin. Taşlı yoldan atlar geçiyor sanırdın. Boyuna oof çekiyordu.
Hösü.k: «De,» diyordu, "ben ne yapayım şimdi? Bu
adam beni deli edecek. Şu Çukurovanın yazısında başımızda bir de hasta.ıı
Aşık Ali : uOlacak olur,, diyordu. «Önüne geçilmez ala
cağın. Çekeriz karctaş. Başka ne gelir elden . . . »
40
Veli kansının yatağını içerden dışanya çıkanp huğun önüne serdi. Çocuklannkini de yanına. Garbi yeli yatakların üstüne tozu toprağ1 süpürüyordu.
Irgatlar da yorganlannı açıp, altlanndaki çulpazın üstüne uzandılar.
ötekiler uyumuş, Aşık Aliyle Veli konuşuyorlardı.
Veli: cıAlsın toprağı elimden, alsın da kurtulayım . . .
Sen çalış çalış, diş kalmasın, tırnak kalmasın, el kalmasın, ayak kalmasın, ver yarısını çalışmayana, olur mu?ı> diyordu. ııYok yok, hiç yok bundan bin kat daha iyi. Aç ölmek daha iyi . Elimden alsın da tarlayı büsbütün kurtulayım . . . "
Aşık Ali: cıÖyle deme kardaş," diye karşılık veriyordu.
cıSen yanlL§sm. Toprak başka.n Veli: ııToprak senin olursa iyi, elin olursa böyle kul
eder işte. Şu benim emeğiın kan emek. Onun haberi bile yok. Bak, görüyorsun halimi dirliğimi. Alsın da toprağı elimden kurtulay:ım. Alacak zaten. Traktörler geldi geleli yarıcılar yok oldular gittiler. Bir ben kaldım. Ölelim de kurtulalım Ne olursa olsun, böyle yaşamaktansa . . . ıı
Veli daha söyledi, sövdü saydı, ama Aşık yorgunluktan uyuyakalınıştı, duymadı.
İkinci gün ikindiye doğm ekini bitirdiler. Veliden bozuk para isteyip kardeşeesine pay ettiler. Yusuf parayı almak istemedi. A�ık belki bir saat yalvar yakar olduktan sonra payını onun cebine koyabildi.
Memet çocuk para eline değince bir hoş oldu
41
Parayı eline aldı, evirdi çevirdi baktı, cebine koydu, çıkardı baktı. Sonra Meınede verdi, az sonra
geri isteyip aldı. Sonra geri verdi, gene geri aldı Sonra da cebine koydu, elini ceb!nden hiç çıkarmıyordu. Arada bir de çıkarıp bakıyordu.
Memede yaklaşıp:
«Memet amca,ıı diyordu, ubir çift öküz alaca
ğım, boynuzu büyük, götüreceğim memlekete . . . ıı Hösük, Meınet çocuğa kızdı, dövecek oldu. Aşık
bırakmadı. Sonra Memet çocuğa dönüp:
«Bre Memet,ll dedi, «sen de bu kadar görgüsüz olma.ıı
M em et:
«Demedim mi size,ıı diyordu, «bir iş buluruz,
para kazamrız . . . Bu yıl çok para kazanırız. Be
nim yüreğim öyle hükmediyor.ıı Avradı, çocukları, ala keçi de hiç aklından
çıkmıyordu.
Bundan sonra Çukurovayı bir bir dolaştılar.
Çok şey gördüler. Başlanndan çok işler geçti. Uğ
ramadık köy, yalvarmadık Ağa bırakmadılar. Çukurova kazan onlar kepçe, yürü babam yürü etti
ler. Bir gün bir çimenlikte yürürken toprak onla
n gırtıaklanna kadar çekti. Burasının bataklık plduğunu neden sonra, kendilerini kurtaran trak
törcüden öğrendiler. Ovada çok işsiz ırgat dolaşıyordu, kendileri gi
bi aç yoksul. Hepsi onlar gibi şaşkınlık içindeydi
ler. Tozları diz kapağına kadar çıkan yollardan to
zutarak mavi, sarı, kırmızı, mor traktörler, biçer
döverler, kocaman kamyonlar geçiyordu, üstlerini
2
yanın parmak kalınlığında toz bağlamış. Makinalarm öz renkleri altında kalmış, soluk, belli belirsiz.
Ova tekmil sıtmadan titriyordu. İnsaniann sapsarı yüzleri uzamıştı.
Otlar kurumuş, yapraklar dallarda göğürunüştü. Bütün ova göğünmüş bir sanlıktaydı. Yollarda kalmış ölüler gördüler. Bir akşam üstü karşılaştıklan ölünün üstünü yolun tozlan örtmüştü. Tozlann altındaki yüzü kehrübar gibiydi. Bacaklannı germiş, ayaklannı dikmişti. .
İnsanlar bu traktörler geldikten sonra birden değişmişler, bambaşka olmuşlardı. İnsanlaıın yüzleıine bile bakmıyorlardı. Ne yapacaklannı bilemedikleri bu makinalara tapınınışiardı bayağı.
Durup dururken bir köyde genç bir ağa onların yüzlerine tükürdü, dağlardan Çukurovaya ne kadar akılsız ırgat dökülmüşse bu yıl, hepsinin anasına avradına sövdü. Aşık Ali bıraksaydı eğer, Hösük adamı parçalayacaktı. Öfkesinden başını yolun kıyısındaki yaprakları tozdan olmuş dut ağaçlannın gövdesine vuruyor, bağınyor, inliyor, duyulmadık küfürlerle Çukurovaya sövi.iyordu.
Daha çok çok şeyler gördüler, başlanndan inanılmaz serencam geçti. İki gün de aç kaldılar. Aşık Ali olmasa halleri dumandı. Köylere gidip saz çaldı ekmek topladı. Eskiden olsa Aşık Aliyi köylüler, iki elleri kanda da olsa, el üstünde tutarlardı. Şimdi yüzüne bile bakmıyorlardı. Eskiden Aşık Aliye yalvar yakar oluyorlardı sazından bir iki ses dinlemek için.
Tozlara battılar, arkalarından çıkan ter toza bulanıp çamur oldu, bataklıktan çıkmışa döndi.Uer.
Görmediklerini görüp, çekmediklerini çektiler. Aşık Ali türküler yaktı dert üstüne, muhanet
43
üstüne, tozlu yollar, zalım a�alar, yılan gibi sokan kemikli sivrisinekler üstüne. Aııığm sesi duyaıun yüreğini paralıyor, onları acıdan kıvrandınyordu, öyle yanıkla.§mıştı.
Yusufa gelince, ne ben söyleyim, ne siz duyunl Ona yürek dayanmaz. Onun haline insanın yüreği ta§ olsa da gene erir. İki hafta onların peşisıra zar zor sürtindü durdu. Kimi her yanını ateş alıyor, baygın düşüyor, kimi üş!iyordu yayla karı gibi. İki haftadan sonra gayn yürüyemez oldu. Ekmek yemiyor, bol bol Çukurovanın ılık, kan gibi suyunu içiyordu. Bir deri bir kemik kaldı. E>nu nöbetieşe sırtıarına alıp götürüyorlardı. Dalıa çok Hösük onu taşıyordu. İçlerinde eri güçlüleriydi de ondan.
Yusuf: c<Beni atın gidin,>> diyordu. uSize yük oldum.
O ölü gibi yolun tezianna gömüleyim.ıı Ötekiler aldırnuyorlardı.
En önce Hösük uyandı. Kocaman elielini yumruk edip gÖ7Jerini ovaladı. Heı· bir yanı sızlıyordu. Sonra Aşık Allyi uyandırdı. Sonra Memet . . . Yusuf sabaha kadar uyumaımş. boyuna inildeyip durmuştu. Şimdi de usulcana inildiyordu. Dişleri de biribirine kenet.ıenml&tl. Memet çocuk da sağ elini cebine sokup üst.üne yatrnıştı, bebekçe bir uyuyuşu vardı. Nefes bile almıyor sanırdın.
Gece yağmur misa li çiğ düşmüş, her yanlan sırılsıklam olmuştu.
Çukurova tekmll ııyanıyordu. Ötedeki köyün horozlan ött.U. Sonra makina gürültüleri ba.§ladı.
44
Sonra insan sesleri, daha ba§ka gündüz sesleri ma-
kina gürültüsüne karıştı. , Sonra topraktan ince bir buğu yekindi, firez
ler ışıldadı. Uzaklardaki Gavurdağmın arkasından da bir top ışık fışkırdı.
Bu yere Yüre�r toprağı derler. Bu Yüre�ir topraf;i. taze bir kadın teni gibi yumuşak, sıcacıktır. Can eksen biter. Bir ekini olur, içine kaplan girse sökemez derler ya, işte öyle. Bire otuz verir, kırk verir. Güzün pamuklar açtığında bütün Yüre�ir toprağı apak donanır.
Hösük ayağının ucuyla Memet çocuğu dürttü. ııKalk,ıı dedi, uit o�lu it! Yatar gün öğlene ka
dar! Keklikoğlu oldu başıma . . . n
Aşık Ali: ııHösük,ıı dedi, ııher huyun iyi ya, ah bu hu
yun olmasa.ıı Hösük: ııBak,ıı dedi, ııgözünü sevdiğim Aşık, nasıl yat
mış! Parayı cebine koymuş, elini de cebine sakmuş da, onun da üstüne yatmış da . . . Deli olma gel ! Sanırsın biz hep hırsızız.ıı
Aşık: ((Her h uyun iyi, Hösük . . . Görmemiş oğlan.
Zorlan değil ya . . . Görmemiş,» dedi. Memet çocuk küski.in küskün uyandı. Canlanna tak demişti gayrı. Çoktandır dön
meye karar vermişlereli ya, Memet bir türlü yakalarını bırakmıyorclu. Memleket diye yola düşüyorlar, Memet ötede bir köy görüyor, ııHele şuraya da bir uğrayalım. Burda mutlak iş buluruz,, diyor, yalvarıyor yakarıyor, onları o köye götürüyordu. Böyle böyle, belki on kere yönlerini memlekete dönüp giderlerken, Memet onları geri döndürdü.
45
Bugün artık son. Bir daha dönmek yok. iş yok, perperişan, ne dönüp dönüp durs'lUllar Çukurovada. Memet de umudu kesmiş, boyn'lll1u büküp,
<<Gidelim kardaşıar, ne gelir elden, gidelim,» demişti.
Hösük yerde inildeyen Yusuru kaldırdı, sırtına aldı.
Yusuf kendisinden umulmaz bir çırpınışla: «Beni indirin. Ben wıandıın gayn, sırtta ge
ze geze. Yük oldum size. indirin beni. Yürürum ben. indirin,)) diye inledi, çırpındı. Ayaklan boyuna Hösüğün baldıriarını döğüyordu. «Beni indirin ! Beni indirmezseniz, ben ölürüm.n
Aşık : <<Etme kardaş,•• dedi. «Senin yürüyecek ne ha
lin var? Etme bunu. İşte gidiyoruz gayn memlekete.ıı
Yusuf runlemedi. Çırpındı durdu. Hösük de kızıp bırakıvercli, yürüdti.
Yusufwı bir koluna Memet, bir koluna da Aşık Ali girdi. Hösüğün ardısıra gitmeye başladılar. Yusufwı başı önüne dWjmüş, aralannda yürürken ayaklan biribirine dolaşıyor, sık sık da tökeziyordu. Bir zaman böyle yürüdükten sonra birden hacakları büh'iilüverd.i. Kollarını bıraksalar ağzı aşağı yolun tozlarına sermeci c;ıkacaktı.
Memet hemen kalclnıp sırtma aldı. Memet çocuk: «Beni,» dedi, «öldürselcr Keklikoğlun'lll1 yarn
na varmam. Aç ölüriinı gene vrumam. Öyle değil mi, Aşık emnıi?"
Aşık Ali: «Bir başıma ı)lsam.•• ded.l, «vız gelir dünya.
Ben de gitmem yanına sellin }'�rinde oısam.n
Memet çocuk: «Ne hakkımı verir, ne bir �ey. Bir de döve dö
ve öldürür beni.ıı Memet: «Ben şimdi nasıl bakayım avradın yüzüne?
Çocuklara ne diyeyim?ıı dedi. A.ıiık Ali : <�Gene,ıı dedi, abir oyun mu çıkaracaksın, Me
met? Gene bir oyun mu?n Hösük: ((Şimdi, şimdicik iş olsa, çalış deseler, gene
durmaz giderim. Yeter gayn! Rezil kepaze olduğumuz yeter, ıı dedi. ((Anam avradım olsun bir saat durmaın gayn. Çukurovayı taşıylan toprağıylan, motoruylan, şu alarnet makinalanylan verseler durmam.,
Aşıkla Hösük yanyana yürüyorlardı. Memet, Yusufun altında iki büklüm olmuıı, önde gidiyordu. Yusufun başı bir tarafa düşmüş, sesi sedası da kesilmişti. Aşık vardı, Yusura eğilip eğilip baktı:
«Hösük,ıı dedi, u Yusuf kötü. Boynu düşmü� . . . Allah bilir ya . . . Keşki menılekete yeti�se de çoluk çocuğunun yarunda . . . ıı
Hösük: ııHiç uınudum yok,n dedi. (<Hiç aklım kesmi
yor. Yetişemez. Bir zoruma gidiyor, Yusufun Çukurovada kalışı . . . ıı
A.ıiık Ali: ııZor,ıı dedi. Hösük: ııBiz varınca köye avradı karşımıza gelir. Ço
cukları toplanır başımıza. Ben ne deyim onlara şimdi? Nerde kaldı Yusuf, derler . . . Ah, ölmese . . . Ölmese bir kurban keserdim.ıı
47
Ak�am oluyordu. Gele gele her yeri pamuk ekilmiş bir topra�a geldiler. Sıra sıra, mibzerle ekilmiş pamuk fidanlan güneşin battığı yere kadar uzanıyordu.
Memet, Yusufu indirip �zı yukarı pamuk tarlası mn yumuşacık toprağına yatırdı.
Aşık Ali de abasını çıkanp YusUfun altına serdi:
ı•Kuru toprağın üstünde ölmesin fıkara,» dedi. Başına toplandılar. Yusuf bazen bacaklarını
geriyor, titriyor, sonra toparlanıyor, anlaşılmaz §eyler sayıklıyordu. Gözleri kocaman kocaman açılmıştı.
Me m et: "Aşık, oku, .. dedi. ııDinsiz imansız gitmesin fı
kara.ıı Aşık okumaya başladı. O gece sabaha kadar ateş yakıp Yusufun ba
§ını göz kırpmadan beklediler. Yusuf ölmedi. Azıcık da kendine geldi.
Hösük, Yusufu yüklendi: ııinşallah ölmez,ıı dedi. «İll§allah memlekete
ulaşır.ıı O gün �lene do�ru Yusuf gene kötüle§ti. Hösük: ııİndirmem onu sırtımdan,ıı dedi. ııÖlürse de
sırtımda ölsün. Az kaldı Çukurovayı çıkmaya. Dağların kokusu bumuna gelirse dirilir. İndlrmem onu sırtımdan bir daha.ıı
Sağ yanlarında bir saatlik uzakta top ağaçıann içinde bir köy gözüküyordu.
Memet, A§ı�a yaklaştı, kolundan tuttu: «Aşık,•• dedi, ıısen o deliye uyma. Yusuf sır
tında ölecek. Pamuk tarlalannın içine gömüp gi-
48
demeyiz ya. Sen ona uyma, gel şu köye gidelim.» Aıjık Ali: «Oimaz,ıı dedi ••Ölürse ölür . . . ıı
Memet: «Aşık,» dedi, «biz ne diye geldik Çukurovaya?
İş diye geldik. Yusuf ölecek. Ölürse köyde ölsün.» Aşık: "Ha köyde ölmüş, ha burda ölmüş, farkı ne?ıı
Memet: 11Köylü kaldınr,ıı dedi, "Yusufu. Hiç olmazsa
mezarlığa gömülür.» Aıjık Ali: ••Umudum yok,» dedi. «Burası Çukurova. Me
zarlarına almazlar bizi, dağlılan.ıı
Memet: «Aha gidiyoruz. Eli boş nasıl gidelim. Ne di
yelim elaleme? Ne diyelim avratlara? Ne diyelim çocuklara?»
Aşık Ali: «Ne diyelim,» dedi. uKazandık da kumara
vemıedik ya . . . » Memet: ııA�ık kardaş,ıı dedi, 11elini ayağını öptüğüm
Aşık kardaş, bu köy ağaçlıklı. Hiç böyle köy gür·
dün mü Çukurovada? Benim yüreğim hükmediyor. Gel uğrayalım şu köye. Mutlak burada iş var. Eğer bu köyde de iş bulamazsak benim kelleıni kesin.»
Hösük arkasına dönüp: «Memet,ıı dedi sertçe, ı•gene gozun köy gör·
dü. AJiığı kandırmaya mı çalışıyor:mn gene? Siz gidin, ben gitmem. Bu çektiğimiı: hep senin inadm yüzünden.»
Memet, Hösü�n koluna yapıştı.
49
uBak,n dedi, «kardaş, arkandaki ölecek. Ölecek fıkara. Bari köyde ölsün, mezarlığa gömülsün. Bak, hiç böyle köy gördün mü Çukurovada? Tüm ağaçlık. Bu köyde mutlak iş var. Eğer bu köyde de iş bulamazsak kellemi kesin. Kanım katJim size helal.ıı Sonra Aşığa döndü. «Aşık kardaş,ıı dedi, «Uyma bu deliye. Bu köyde iş var. Bak, tüm ağaçlık.ıı
Aşık Ali: «Ne bileyim, Memet,ıı dedi. «Ah, ne bileyim.
Keşke iş bulsak . . . ıı Hösük: "Gene yumuşadın, Aşık,ıı dedi. «Sürün sürün
dur Çukurovada.ıı Memet: «Gözünü seveyim, Hösük,, dedi, «bak bu köy
ağaçlık. Burda mutlak iş buluruz.ıı Hösük : cıBen gitmem,, dedi. «Siz gidin.ıı ötekiler giderken Memet çocuk geride kaldı. Memet baktı ki Memet çocuk gerilerde kal-
mış, arkaya dönüp ona bağırdı: «Çabuk, gel buraya., Sesi çok öfkeliydi. Çocuk hemen koştu, onla
ra katıldı. «Bu köy ağaçlık diyorum size. Bu köyde iş
var. Siz .şu yanıp harap kalası Çukurovada böyle ağaçlık bir köy gördünüz mü? Yusuf da öldü ölecek. İşte burada ölürse Yusuf .. .ıı
Sesi kanncalandı, ağlamsı bir hal aldı. Sanki az sonra .şu ovanın ortasına oturup Yusufu da önüne upuzun yatıracak, bir ağıda başlayacaktı. Kendi kendine söylenir gibi konuşuyordu tekdüze.
«Yusuf bizim köylümüz değil mi, onunla su içip ekmek yemedik mi, onun ölüsünü bu köye
50
gömmek olmaz mı, şu, serııın ağaçların altına . . . Belki d e burada bir d e imam vardır ki, imam derim size, ağzından bal akan, sesi Meryemçil pınarının suyu gibi serin.»
Ağır ağır yükselen güneş gittikçe kızdınyor, onlar ağaçlıklı köyden uzaklaşıyorlardı. Memedin ayaklanysa gerisin geri gidiyordu ya, arkadaşlarına söz dinletemiyordu.
«Yusufu derseniz ne iyi çocuktu. Şu çöl ovada onun ölmesi olur mu, ölüsünün burada, şu fırın külü gibi yanan toprakta yarunası olur mu, bakın şu san sıcağa bir çökmüş ki, insanın kemiklerini kavuruyor, eritiyor, yazık değil mi Yusufa?ıı
Hösük: ccSen Yusufu düşünme. Ben onun dirisini de
ölüsünü de dağlara, serin sulara, yarpuzlu, yarpuz . ları mor çiçekli, ak çağşaklı pınarıara götüreceğim.ıı
Aşık Ali: cıMemet,ıı dedi, (IMemet kardaşım, bak o ka
dar dolandık, bir iş bulamadık şu yanıp yıkılası, hanesi harap kalası Çukurovada . . . ıı
"Ama bu köy ağaçlık,ıı dedi Memet. Aşık Ali : (IAğaçlık olunca? . . . ıı "Bak Hösük, bak Aşık Ali, bak Memet, sen de
duy Yusuf. . . ıı
Yolun ortasında durdular. Onlar durunca Memet ne diyeceğini şaşırıp bir süre düşündü.
Yörelerindeki toprak alabildiğine buradan Akdeniz üstüne kadar sarararak, bir uzaklıktan sonra da dumanlı, güneş buğusu bir maviye batarak uzarııyordu.
51
Memet upuzun boynunu Hösüğe doğru uza-tarak:
«Şimdi biz köye girerken, bizimkiler, bir de bizim köylüler daha bizim başımız gedikten gözükünce bizi karşılayacaklar mı?ıı
rıKarşılayacaklar,ıı dedi Hösük. rıNe söyleyeceğiz onlara?ıı «Çukurova batmış diyeceğiz . . . ıı ccÖyle mi diyeceğiz?ıı diye alaylı sordu Memet. cıÖyle söyleyeceğiz?ıı dedi Aşık Ali, yumuşak,
daha da alaylı bir sesle. rıÇoluk çocuğumuza ne diyeceğiz?ıı ccYer yanlmış da, Çukurova yerin dibine geç-
miş diye'Ceğiz. ,, rıBen ne diyeceğim?ıı Hösük öfkelendi: «Senin diyeceğin be!Ji,ıı dedi, yönünü dağlara
dönüp yürüdü. ccGit ! n dedi arkasından Memet. ııGit cehenne
min dibine. Çoluk çocuğunuz da bu !oş aç kalsın senin yüzünden . . . •ı Tozlu yolun ortasında durmuş, kollannı ild yanma uzun uzun açmış, bir çığlık gibi bağırıyordu. ııYusufu,ıı diyordu, «Yusufu sen öldüreceksin. Sen kaniısı olacaksın onun. Şu köyde bir muska yazacak hoca vardır belki de, Yusufa bir rnuska yazar da kurtulur fıkara. Belki bir iğne yapacak iğneci, bir hapcı vardır, o köye varınca belki kurtulur Yusuf . . . Bak bu köy ne kadar da ağaçlıklı . . . Belki de soğuk sulu bir kuyusu, belld de buz gibi bir çaygarası vardır. Belki de Yusuf o soğuk sulu çaygaradan içinde kendine gelir.ıı
O söyledikçe Hösük kızıyordu. Sırtında Yusuf, kızdıkça da zırıl zırıl terliyordu.
5Z •
Onlar biraz uzaklaştılar, Memet yolun ortasmda öyle yalnız kalakaldı. Durmadan kendi kendine bir şeyler homurdanıyordu. Üstünden epeyce uzun süren bir bulutun gölgesi geldi geçti. Bulut gölgesinden sonra bir iyice yekinmiş güne:? alabildiğine, bir kurşun ağırlığında avaya çöktü. Hösüğün sırtındaki Yusuftan ses seda çıkmıyor, uyur gibi, ölü gibi sarkan ayaklan yolun tozlarına uzun çizgiler çiziyorlardı.
Koygun güneş firezlere vurmuş, yoğun ışık gözlerini yakıyor acıtıyordu. Göz kamaşmasından başlannı kaldınp az öteye bakamıyorlardı. Hepsi de kan ter içinde kalnuşlar, susuzluktan da yanı· yot1ardı. Yörelerindeki tarlalarda uzun bacaldt leylekler kırmızı ince bacaklan üstünde, uzun boyunJahm biraz daha uzatarak, sallanarak yürüyorlardı. Karşılanndan bir traktöre koşulmuş bir batöz ağır ağır geliyordu. Batözün arkasında da otuz kırk işçi, bir su geçer gibi bacaklan çemrek, yalınayak yola düşmüşler, sessiz yürüyorlardı. Yorgun, bitkin gözüküyorlarclı. Yolun kıYJSına çekilip, onlar önlerinden geçip gidinceye kadar ·beklediler.
Memet, yola düşmeden önce: nAğaçlık, serin,>ı dedi. «Buralarda da, bu ya
kınlarda da hiç su yok. Böyle giderse bu çölde biz susumuzdan öleceğiz. Etimizi . de,' azıcık etimiz kalnuşsa onu da boz kartaUar yeyip apak kemiğimizi bu yangının içine atacaklaı;.ıı __
«Atacaklar,ıı dedi Hösük yumşak bir sesle. Bundan_güç alah Memet: «0 köy orada, bakln ne kadar da ağaçlık . . .
Orada hiç iş olmaz olur mu? Bakın şu batöz de oraya gidiyor. Belki de bir m�ska . . . Yusuf ölecek . . . Ölüsü de kokacak . . . O ırgatlar önümüzden geçer-
53
!erken, görmediniz mi bize nasıl baktılar, gözlerini pörtleterek, bir tuhaf bir hayvana bakar gibi.. .ıı
Aşık Ali:
«Bize neden öyle baktılar acaba?ıı
nBakarlar,n dedi Hösük.
Epey bir süreden bu yana Memet çocuk bir şey söyleınek istiyordu ya, bir türlü kendini topariayıp söyleyemiyordu. Birden patladı:
«Ben susumdan öldüm,» dedi. <<0 köy de ağaçlık, niye gitmiyoruz oraya, belki o köyde ݧ var.»
«Olmaz olur mu,n dedi Aşık Ali. «Bir köy bu kadar ağaçlıklı olur da şu Çukurovada, orada hiç iş olmaz olur mu? Ben susuzluktan öldüm.»
Memet onun önünden gidiyordu, epey ilerden, durdu, dönüp ona !nanmaz baktı.
•Susumdan öldüm Memet,» dedi Aşık Ali. aNe öyle gözünü pörtletmiş bakıyorsun bana?»
Hösük de dunnuştu: «Yoruldum,» dedi, yandaki bir küme hatmi
çiçeğinin içine yürüdü. Hatrniler insan boyuydu, pembe çiçekleri el kadar el kadar açmışlar, yolun tozlarına da tepeden tırnağa bulanmışlardı. Çiçek kümesinin içinde Yusuf sırtından aşağıya bir külçe gibi sağıldı. ötekiler de onların yanlarına vanp oturdular. Üstlerinden bir an için bir bulutun gölgesi geçiyor, onlar azıcık serinleelik derken, gene üstlerine kavuran güneş bütün ağırlığıyla çöküyordu. Hiç bir yönden en küçük bir f!silti esmiyordu. Toprak da gittikçe kızdınlmış demire kesiyordu. Bundan sonra yürümesi çok müşkül olacaktı.
Pembe hatminin üstünde çok kocaman bir mavi kelebek, öyle dondurulmuşcasına duruyordu.
Memet boynunu kıvırarak, ulan, diye düşün-
54
dü, şu Allahın yangınında, şu bir damla suyun olmadığı yerde, şu kelebeğin işi ne . . .
((Ba.k,ıı dedi, Aşık Aliyi dürterek, ((kelebek! Şu fınnın içinde, her yan yangın almış yanarken . . . ıı
/(Vay anasını,ıı diye .şaştı Aşık Ali, «Olacak iş değil! Hem de kocaman, bir kuş kadar . . . Kimbilir nereden hangi yel attı.ıı
Hösük: ııÇok şaştun. Yaz gününde bu kadar kocaman
kelebek. Hiç kıpırdamıyor. Belki ölü.ıı ııÖlü değil,ıı diye bağırdı Yusuf. «Bakınsana
kanatlan yıldır yıldır yanıyor. Hiç ölü olur mu?ıı Yusufun böylesine bağırarak cana gelişi onla
n şaşırtmaktan çok sevindirdi. ((Şurada, ilerde, Anavarza kayalıklannın di
binde bir bataklık var, bu kelebeklerden yaz kı.ş orada. sürülerle olur.ıı
«Ben de gördüm,ıı dedi Memet çocuk, <ıüstümüzden bulut gibi akıyorlardı. Onlar mosmor, yaldızlı, yaldız gibi kayıyorlardı.ıı
Aşık Ali: «Bir mosmor yıldız bulutu. Balkıyarak gider
lerdi Anavarza kayalıklanna. Kayalıklar mosmor kesilir, yıldızlar yanıp sönerlerdi. . . Turuncu, yeşil, sapsan kelebekler . . . »
<•Bu kelebek ölü,• dedi Hösük ötekiler sustular. Gözleri hatmi çiçeğinin üs
tündeki, hatmi çiçeğinden daha büyük kelebeğe takılmış kalmıştı. Kelebek kıpırdamıyordu bile.
üstlerinden birkaç bulut gölgesi gelip geçti, onlar kelebeğe gözlerini kırpmadan daha öyle bakıyorlardı.
Memet çocuk kendini tutamadı, onlann yüreklerindekini açığa vuruverdi.
55
«İn�allah ölmemiştir,ıı dedi. Memet içini derin derin çekerek: «İnşaUah,» dedi. Aşık Ali: uİnşallah . . . ll
Hösük de Yusuf da in!jallah dediler. Kimse vanp da kelebek ölü mü diri mi diye bakmayı akıl etmiyordu. Akıl etmiyor değil, buna kimse yüreklilik gösteremiyordu.
Biraz sonra, o büyük bulutun serin gölgesi üstlerinde dumıuşken, önlerinden bir otomobil, tekerleklerinin altından tozlan hızla yana fışkırtarak geçti. Hatmilerin pespembe çiçeklerle sıvanmış dalları sallandı. Hatmi çiçeğindeki mavi kelebek de sallandı ama yerinden kıpırdamadı.
Memet çocuk: uBen onu uyandırayıın,ıı diye ayağa kalktı.
<�Uyuyor o."
Korkarak usul usul kelebeğe doğru . gitrneğe başladı. Kelebeğe yaklaşmış, elini uzatıyordu ki, birden bir haykırış onu olduğu yerde ınıhladı, eli de öyle kalakaldı. Yusufun bağırrnasıyla kelebek bir kanş kadar havalanmış, yerine gene hiç bir şey olmamış gibi konmuştu.
Kelebeğin uçmasıyla birlikte hepsi de sevinçle ayağa fırladılar.
Yusuf: uUçtu,ıı dedi gülerek. ötekiler de: "Uçtu,» dediler. Memet: uO köy ağaçlıklı . . . ıı
Hösük:
56
«0 köy çok güzel bir köy, ağaçlıklı. O köyde iş de var.ıı
. Hep bir ağızdan, var, dediler, hızla yönlerini köye dönüp yürüdüler.
Memet çocuk önlerinden bir köpek lingiyle gidiyordu. Geriye dönerek:
«İş bulursak, hakkımı . . . »
ı<Boynu kopasıca,n diye bağırdı Hösük. nBoynu kopası . . . »
<<Öfkelenme,ıı diye güldü Memet. uBak Yusuf da cana geldi.»
ıcAcaip,n dedi Hösük. «Ne oldu bu adama?ıı «Hele azıcık bekleyin,» dedi Aşık Ali. «inşal
lah iyi olmuştur Yusuf.ıı "inşallah,» dedi Memet .
. Güneyde, Akdenizin üstündeki ak bulutlar kabararaktan, bir kaval{ boyu yukardan ağır ağır yükseliyorlardı. inceden de bir yel fisileyip geçiyor, burunlanna tuzlu bir deniz kokusunu belli belirsiz getiriyordu. Ayak bileklerine kadar toza girınişlerdi, çarıkıanna toz dolmuş, sanki bir köz yığınınm üstünde yürüyorlardı.
Köye girdiklerinde ikindi oluyordu. Acıkmıştılar, bitkin, yorgundular. Köyün tam orta yerindeki üç tane ulu dut ağacının dallan geniş bir alanı kaplamıştı. Ortadaki dutun kökünün dibinde büyük, kırmızı bir tulumba, tulumbanın çevresinde taş tekneler vardı. Dutların altı boydan boya sulanmış, gölgeye sandalyalar, peykeler atılmıştı. Tuluınbanın yöresindeki taş sekinin dibine fırdolayı fesleğcn, kadife çiçekleri dikilmişti. Bir tek de pembe, büyük büyük açmış, çok dallı bir gül ortalığa yayılmış, kokusunu dutların gölgesine salıverınişti.
57
Ağaçların dibine vardıklarında soluk soluğa kalmışlardı. Memet hemen vardı kırmızı boyalı tu · lumbanın koluna asıldı, su çekıneğe koyuldu. Tu· luınbadan su akınca:
«Gel Yusuf,» diye onu çağırdı. Yusuf geldi. aSok başıru tulumbanın altına.» «Bir iki yudum içeyim de . . . »
((Olınaz,• dedi Memet. ııİyi olınaz hemen dinlenmeden su içmek. Başıru sok suyun altına.»
Yusuf uzun boyuunu tuluınbanın altına doğru uzattı, başırun üstünde Memedin çekt'iği su şakırdadı, oluklardan akan pınar sulan gibi. Yusufun içini birden bir sevinç aldı, bir an hastalığını unutup direndi:
Onun ardından Hösük, arkasından Aşık Ali, Memet çocuk başlanıu gür akan suyun altına sok· tular. En son da Aşık Ali tulumbayı çekti, Memet başını suya soktu. Biraz sonra da avuçlannı suyun altına tutup kana kana, karınlan şişinceye kadar su içtiler.
Kuyunun sekisine yanyana oturup yöreyi gözden geçirmeye başlayıncadır ki ancak, öteki peykelere yan gelmiş dört yaşlı kişiyi gördüler. Yaşlı kişiler orada yüzlerine konan sinekleri arada bir kovalayarak, sakallarım uzatmışlar uyukluyorlardı. Karşı yanda beş altı çocuk tozların içinde, çamura toza belenerek, bağırıp çağırarak, bir tür bilya oynuyorlardı. Karşıdaki kerpiç evlerin hepsinin kapılan kapalıydı. Avlulardaki renk renk biçim biçim, paletli paletsiz, irili ufaklı traktörlerin gölgeliklerinde tavuklar yumait yumak civcivlerini gıdaklayarak dolaştınyorlardı. Bir kocaman bindi-
58
nin kabararak dolaştığı Yusufun gözünden kaçmadı.
İkindi yeli çıkıp da Akdenizin üstündeki ak bulutlar kabararaktan yükselineeye kadar yanyana oturup biç konuşmadılar. Köyün içinden traktörler, kamyonlar, biçerdöverler, at arabaları geçiyordu. Bundan başka köyde dolaşan, gezen insanlar, hayvanlar yoktu. Her şey uykudaydı sanki. İkindi yeli çıkıp da ortalık serinleyince birkaç kadın ellerindeki kovalarla tulumbaya gelip su çektiler, konuşmadan su dolu kovalarla geriye evlerine gittiler. Yaşlı adamlardan ikisi iki yerden uzun uzun öksürdüler. Bir avluda büyük !:'üyük günebakanlar açmış, başlarını güneşe dönmüşlerdi. Güneş hangi yöne ağıyorsa onlar da o yöne yüzlerini döndürüyorlardı. Günebakan çiçeklerinin her birisi küçük birer sini büyüklüğündeydi.
Tam bu sırada Yusuf: «Ölüyorum,» diye iniedi birden. «Ölüyorum.
üşüyorum.n Kendini sekiden aşağı atıp tozlann, çarnuria
nn içinde debelenmeğe başladı. «Üşüyorum, huyuyorum, ölüyorum, kemiklerim etirnden aynlıyor.»
Vanp onun başucuna dikilm Hösük, elleri biribirine kavuşmuş, var gücüyle sıkarak:
«Etme bunu Yusuf," dedi. «Bugün sen iyileşti n
de, bak biz ne kadar sevindik Etme bunu bize, getirme bu halleri başımıza . . . Vay bana, vaylar bize.» Bir umar arar gibi yana yöreye gözlerini kirpiştirerek bakıyordu. uGel de başını tulumbanın altına tut, belki bir yaran olur. Gel Yusuf.»
«Üşüyorum, ölüyorum . . . Ölüyorum Hösük.n Hösük kızdı: aÖl, geber, cehenneme git, sersem herif. Böyle
59
hallerin var da ne demeye Çukurovaya gelir de baııımıza bela olursun ! Öl, öl, öl, ulan, öl geber. Hem de cehennemin ortasına git. Cehennemde �üınezsin.ıı
«Üşüyorum, ölüyorum . . . Yanıyorum . . . ıı Hösük öfkeyle gitti tulumbayı çekrneğe başladı
Tulumbadan bol su geliyor, a§ağıdak.i büyük uzun taş tekneye doluyordu. Bir süre durmadan böyle de· li gibi tulumba çekti boşu boşuna. Soluk soluğa kalmıştı. Sonra geldi, küsmüş gibi sırtını ona dönerek Memedin yanına oturdu.
Peykedeki yaşlılar, .ağır ağır yerlerinden kalkarak Yusufun başına gelip dikildiler, şaşkınlıkla bakıyorlardı yerde debelenen adama.
rıSıtma,ıı dedi bir tanesi. ((Tam yedi yıl ben de böyle hem üşüdüm, hem de yandım. Sonra Göde Mustafa geldi de beni iyi etti. Göde Mustafa Efendi hem kinin dağıtır, hem de afsun yapardı sıtmalılara. Kinini de iyi gelirdi, atsunu da. Baktı ki bir sıtmalıya ne kinin para ediyor ne afsun, onu gönderirdi oraya . . . »
Adam boyuna konuşuyordu. Orasının neresi olduğu anlaşılmıyor, o boyuna, bu adam oraya yetişmezse ölecek, diyordu.
uBu adam ölecek.ıı Hpsült ona kulak kabartmış, bir tek sözünü ka
çırmadan onu dinliyordu. Derken hastanın başı birden kadın erkek çocuk
la doluverdi. ı<Vay,ıı dediler, uvay, bu dağlılar da sıtmaya hiç
dayanamaz1ar, biz burada yediden yetmişe sıtmadan, yangından, üşümeden geçtik de bana mısın demedik . . . Bunlar bir sıtmalanmaya görsünler, ölüverirler, işte böyle."
60
«Bu dağlılann canları çok yufka. . . Yalınkat adamlar, ne yapsın fıkaralar. ,
ı<İŞ de yok,» dedi yeni bir gelin olduğu sacından, baş bağlamasından belli genç bir kadın.
ı<İki Ü\ yıldır bu fıkaralar dökülüyorlar dağlardan buraya. Hem sıtmaya tutulup böyie ölüyorlar, hem de iş bulamıyor, aç kalıyorlar.»
Bir kadın elinde bir tas su üç tane kininle <;ıkageldi.
«Yut bunların üçünü de, yoksa sabaha kalmaz ölürsün. Seni sıtmamn ağiJısı tutmuş, bundan sonra sen iflah olmazsın.,,
«Seni, yavrum,•ı diye konuştu yaşlı bir kadın, «yoldasların seni oraya götürsünler ...
Hösük, kadına yaklaştı: «Nereye?ıı Kadın Hösüğü tepeden tırnağa bir süzdü: «Sen bunun yoldaşı rnısın?ıı «Sırtımda taşıyorum onu Çukurovaya in dik ine
li, ölüyor ... Kadın onu yeniden tutup bir kuytuya çekti,
kulağına eğilip: «Oraya," dedi. «Eskiden hepimiz sıtmalanmca
oraya giderdik.ıı «Nereye?» «Dur, acele etme. Oraya . . . Oramn altından biı:
çaygara kaynar. Dur, acele etme.ıı Yanlannda bir kız çocuğu bitiverdi: ı<Hüyükteki nar ağacına,ıı dedi. Kadın kızın üstüne yürüdü: «Gözü çıkasıca,ıı aiye söylendi. ı<Böyle bağ"ın3.
rak her olur olmaz yerde o nar ağacından söz erl i l i r mi, hey boyları clevrilesice! Ns.r ağacının altı K!rltlann mekanı. Siz bana gelin, a!a şafakt.a ta.ı yer-
61
leri ışır, dünyamızın üstünde kuyrukyıldızı sallanırken, ben arasım size söylerim. Oraya vannca Allah sizi Kırkların yüzü suyu kürınetine hem sıtmadan kurtarır, hem de size . . . ıı
Hösüğe evini gösterip kulağına otıa ne zamaa geleceğini fısıldayarak hemen oradan ayrıldı. Az sonra bir sofra dolusu ekmek, bir tencere yağlı bulgur pilavı , bir testi ayranla geriye ı;eldi:
"Çukurova gavur olmuş, Çukurovada insanlık kalmamış. Eskiden de yoktu ya, şimdi hiç kalmamış. Ben de o dağlardan olurum kardaşlar.ıı Arkasına döndü, elini uzaktaki yatık mavi dağıann ötelerindeki görkemli, kipkızıl tüten sivri Düldül dağma uzattı. "İşte o dağın, kurban olduğum, hasretimden öldüğüm o dağın eteklerinden, �k çağşaklı, mor yarpuzlu pınarlanndan olurum. Oturun da yemeğinizi yeyin yavrular, kimbilir kaç gündür açsınız. Ah, bir de azıcık buz olsa da ayranıruzm içine koysaydım . . . Şu sıtmalı fıkara . . . ıı
Güzel, alımlı, kara bir şalvar giyinip başına pul· lu bir yazma bağlamış bir genç kız:
«Bizde buz var,ıı diye koştu. «1Iemen gidip getiririm.ıı
Kız birden gözden yitip gitti, hemencecik de elinde bir sahandaki buz parçasıyla döndü.
Sofrayı tulumbanın sekisine serdiler, tencereyi ortasına koydular, ekmekleri, kaşıkları sıraladılar, tasıara ayran doldurup içlerine buz parçasından kırdıklan birer parça buz attılar.
Köylüler: "Afiyet olsun,ıı dediler, susup bir yana çekıl
diler. ötekiler titrernesi biraz geçmiş Yusufu yerden,
tozların arasından kaldırıp üstünü çırptılar, yüzünü
62
ellerini yudular, sonra sofranın başına oturtup eline kaşığı verdiler. Yusuf bulgur pilavı tenceresine uzanmadan e�ildi, içinde buz parçası yüzen ayran tasını aldı başına dikip uzun uzun, dibine kadar içti.
Köylülerin bakışları altında yemeklerini yeyip bltirdiler. «Çok şükürıı deyip, ağızlarını tulumbanın suyuyla çalkaladılar.
Dutların altındaki köylü kalabalığı gittikçe çoğalıyor, garbi yeli köyün içindeki tozlan oradan oraya savuruyordu. Damlann üstü, evlerin çatılan, duvarlan, pencereleri, kapılan tozdan bomboz gözüküyordu. Dut ağacının yaprakları, kurumuş otlar, tarlalar, çalılar. kaktüsler, her şey kalın bir toz tabakası altında kalmıştı.
Kalabalık susuyor, kuyunun sekisindeki insanlara bir tuhaf bakıyorlardı.
Memet birden ayağa kalktı, gözlerini kalabalığın üstünde dolaştırdı, sonra başını önüne eğdi :
''Sizde, bu köyde bize bir i ş bulunmaz mı, diye geldik. Hani bu köy çok ağaçlıklı da . . . Tulumbaruzın suyu da, soğuk da . . . n
Başını gene kaldırdı kalabalığın üstünde dolaştırdı. Hiç kimseden bir ses çıkıruyordu. Memet gözlerini bir umar ararcasına onların üstünde gezdiriyor, bekliyordu. Bu böyle ne kadar sürdü, kimse farkında değildi. Köylüler yavaş yavaş dağıldı, ortalıkta hiç kimse kalmayınca Memet kuyunun seklslne yığılırcasına oturdu.
«O kadar da çok ağaç, o kadar da çok insan, o kadar da çok tarla . . . n
Gün batınca kuyunun sekisine kıvrıldılar. Sivrisinekler bulut gibi geliyorlar, kurt gibi dalıyorlardı.
63
Hösük: ııBurada olmaz, bu ağacın altında uyuyama
yız,ıı dedi. «Bir uyuyacak, ateş yakacak yer bulmalıyız kendimize.ıi
Memet: �<Aşık, bir türkü söyle . . . Sabaha kadar saz çaı.
türlı:ü söyle.» Köylüler damlann, çardakların üstüne cibin
liklerini kurmuşlardı. Garbi yeli de düşmüş, usul usul ay ışığında cibinlikler sallanıyordu.
"Türkünün sırası mı?ıı diye inler gibi konuştu Aşık Ali.
«Sırası,ıı dedi Memet. ır Belki. . .ıı «Belkisi melkisi yok. Burada, bu köyde iş yok.
Haydi kalkalım.ıı ırO avrat, bizim dağlardan, hani bize yemek ve
ren . . . Tenceresi, sofrası da burada. Burada mı kalsm?ıı
"Nasıl uyuruz burada?ıı dedi Aşık Ali. Memet: ırBelki . . . ıı Hösük : rıBelki . . . ıı
Yusuf: ırSabaha, tan yerleri ışıyınca gene köye gelir,
buraya otururuz, belki . . . ıı Ayağa kalkıp, sofrayı tencereyi kaşıklan da
yanianna alıp köyün dışına çıktılar, ay ışığında kabaran bir hüyüge varıp ot topladılar, hemen de çakmak çakıp otları tutuşturdular. Sivrisinek sesleri ateş yanar yanmaz eksildi.
ııBaşıruza bela oldum kardaşlar, bir de başınıza bela ben oldum. Keşki yarın hastalanmasam. Hösük kardaş ölecek beni sırtında taşıya taşıya.ıı
64
"Hösük yann sabah dağiann yolunu tutar,ıı dedi Hösük. «Yann sabah gün ışımadan. Bu köylerin ağaç! ısında da iş yok, ağaçsızında da. . . Siz varın kalın burada, bakın ötede Ininareli bir köy gözüküyor, belki orada iş var.»
Memet çocuk: ccOrada iş olur,ıı dedi. cıMinareli köylerde her
zaman çok iş olur. Yoksa ne diye minare diksinler köye?»
Memet: <<Çocuk doğru söylüyor,» diye güldü. <<Yoksa
ne demeye minare yapsınlar köye, hem de apak, hem de upuzun.ıı
<<Upuzun,ıı dedi Memet çocuk. "Gecede bile upuzun parlıyor. Göğe de ağmış gitmiş.ıı
"Şu Çukurovayı taşıyla toprağıyla bana verse ler bundan sonra . . . Yarın -sabah gün ışır ışımaz . . . ıı
Yusuf: "Yann sabah gün ışır ıııımaz, ben de Hösük
len . . . Ah, bir hasta olmasam . . . ıı Ateş söndükçe, duman eksildikçe sinekler ca
navar gibi saldırıyorlardı. ((Hepimiz Yusuf gibi olacağız bu gidişle, dağ
Iann eteğinl tutmalıyız yann akşama kadar,ıı dedi Aşık Ali.
<ıAşık Ali . . . ıı «Buvur Memet karctaş.ıı cıAşık Ali . . . Başka çaresi Yar mı?ıı <�Yok,ıı dedi Aşık Ali gülerek. Sonra da sazını
kucağına çekti, üstüne yumuldu, başladı çalmaya. Ak çağşaklı. mor sümbüllü, yarpuzlu pınarlar, diye başladı. Özlem, diyordu. Zulüm, diyordu. Her sineği bir alıcı kurt olmuş, yarıyor, parçalıyor, di· yordu. Yusuru kuyudan çıkaran Allah, bizim yü-
65
zümüze bakmadı, bakmayacak, diyordu. Ak kemiklerimiz kalacak Çukurovada. Ölümüze bir ağıt söyleyen bile bulurunayacak, it ölüsü gibi ölümüzü bir hendeğe atacaklar, diyordu. Soldu gülümüz, kimbilir nerde kalır ölümüz, diyordu. Orada hüyükte bir nar ağacı, kadim günlerden bu yana, orada, tepede salınıp durur, diyordu. Dertlilere derman, işsizlere iş verir, diyordu. Al çiçekli nar ağacının dibinden ışık gibi bir su kaynar, diyordu.
Gün ışıyıncaya kadar nar ağacı üstüne duyulmadık birçok türküler hikayeler anlattı Aşık Ali.
Memet: «Aşık, sen gördün mü bu nar ıtğacım?ıı diye
sordu. <ıGörmedim." uDuydun mu hiç?ıı ccDuymadım. O köylüler hep biliyorlar. Bize
yemek getiren o avrat söylemro..i mi?ıı nSen, sen bu türküyü nereden çıkardın?ıı «Ben çıkarmadım, hak çıkardı.ıı ccYusuf da iyi olacak, o nar ağacını bulursak,
biz de iş bulacağız.ı, «Ben ararnam o nar ağacını," diye öfkeyle
söylendi Hösük. ccBen az sonra yola düşüyorum.ıı «Dur Hösük,ıı dedi Aşık Ali, sazına yapıştı ge
ne, üstüne yumuldu, bir nar ağacı türküsü daha tutturdu.
Yusuf: uÇukurovada herkes bilir o nar ağacını. Etme
Hösük, bu marazı ben karnımda yedi yıldır taşırım. Belki bir şifa verir Allah bana, nar ağacına vanrsak.ıı
«Ağaçlarda çok keramet olur,ıı diye inançla güvenle konuştu Memet.
66
Memet çocuk: ccDedem derdi ki ağaçlar . . . Öyle ağaç var ki, er
miş gibi. .. Belki benim de hakkımı verirler.ıı Yusuf: ccÇok keramet var ağaçta. O ağacın yöresine
hiç sinek yaklaşamazmış. Bir gece orada, o ağacın altında uyuruz.ıı
ccSiz gidin,ıı diye hınçla bağırdı Hösük. cıffian hiç Çukurova olur da sinek olmaz mı? Bir fıkara nar ağacı ne yapar sivrisineğe, her birisi kemikli?ıı
ccTövbe de Hösük, tövbe de,ıı dedi Memet ürküntüyle. "Aman o ağaca bir şey söyleme, çont olursun sonra. Bizim ocağımız sönmüş, rezilimiz çıkmış zaten, bir de sen çıkma baııımıza, bir de sen çont olup da . . . Yusuf yetiyor zaten bize. Aman ha Hösük, sen seni bilin mi, aman ha ! »
Aşık Ali: ccAman ha,, dedi. "Aman ha siz siz olun errniq
lerin işine kanşmayın, hele ağaçların.ıı Ayağa kalktı: ccYolcu yolunda gerek,ıı dedi, yola düştü. ccHele yürüyün şu köye bir daha varalım. Belki Allah . . . ıı
Ses çıkarmadan onun arkasına düştüler. Yürüdükçe efil efi! esen seıin seher yeli onlan bir hQ�? ediyor, içlerinde belli belirsiz bir sevinç, bir umut inceden yeşertyordu. Hösük de en arkadan geliyordu.
Kuyunun başına, ağaçların altına geldiler, oturdular. Köyü birelen bir gürültü aldı. Köy hep birden, atları, sığırları, eşekleri, traktörleri, at arabalan, biçerclöverleri, ırgatlarıyla uyanmıştı. Sesler biribirine kanıımış, horozlar ötüyor, köpekler ürüşüyorlardı . Bir yerlerden koygun, hüzünlü bir de ezan sesi geliyordu.
67
Dut ağaçlannın altında, kuyunun başında beklediler bir süre.
«0 Düldül dağından olan, o iyi avrat . . . ıı dedi Memet. 110 biliyor.»
110 biliyor,ıı dedi Aşık Ali. «Bilmez olur mu ! u dedi Memet çocUk. 11Bu Çukurovada o yeri herkes bilir,» dedi Yu
suf. Traktörler, kamyonlara dolmuş köylüler, bi
çerdöverler köyün dışına çekiliyorlardı. Az sonra da köy gene derin bir sessizliğe gömüldü. Dünkü dört yaşlı da gelip gene eski yerlerine değneklerine çenelerini dayayıp oturdul3.r. Birkaç kadın geldi, kuyudan su çektiler gittiler.
ıcO avradm evi nerede?ıı ııŞimdi gelir,» dedi Memet. ııBizi bekliyor evinde,» dedi Yusuf sabırsızlık
la. ((Elbet bir bildiği var ki, bizi evine çağırdı.» ((Bir bildiği olacak,ıı diye bağınrcasına konuş
tu Hösük. ((Haydi onun evini arayalım.ıı Tencereyi, kilim sofrayı ellerine alıp köyün
içine daldılar. ıcBirisine sorsak,ıı dedi Hösük, ((Düldüldağlının
evini.ıı ıcKimin evini, kimin evini?ıı (( Düldüldağlı avradın . . . ıı (<O iyi avradın . . . ıı dedi Memet çocuk. ((Ortalıkta kim yok, kimseçik yok.ıı Evlerin çatılan tütüyor, tarlalardan, bahçeler
den incecik bir buğu yükseliyordu. Karşıki Gavurdağlarının başı ağardı ağaracaktı. Köyün içi ıpıssız kalmııı, ortalıkta bir kimse görünmüyordu.
((O yaıılılara neden sormadık, o avradın evini?u
68
<<Onlar bilmezler,» dedi Hösük. "Ne bilsinler. Her birisi bin yaşında.>>
Birden karşıdan gelen kadını görünce olduklan yerde durdular.
Kadın: "Gelin yavrular,>> dedi, "size çay da kaynat
tım, peynir de, tereyağ da hazırladım, sıcak bazlama da yaptım, buyurun hele.•>
Arkasma düştüler, bir toprak dama geldiler. Avluya, otlann üstüne bir kilim sofra serilmiş, on dördünde gösteren bir kız onlan ayakta bekliyordu. Usulca sofranın başına halkalandılar, kadın ince belli çay bardakianna çay koydu, hiç konuşmadan çaylannı içmeğe koyuldular. Yalnız ağızlarının şapırtılan duyuluyordu. Çabucak kahvaltılannı bitirdiler.
Memet ağzını elinin tersiyle sildikten sonra: <<Hiç iş bulamadık,)) dedi. ııÇukurovada dolaş
madık, gitmedik yer koymadık bacım, hiç iş bulamadık. Ne olmuş böyle Çukurovaya?>�
ııBilemem,, dedi kadın. "Bir hal oldu birkaç yıldır Çukurovaya.11
ırBir başka hal olmuş,n dedi Memet. «0 Abiarn var ya, o benim yüzüme bakrnadı. Hani benim sarı öküz var ya, onu da traktöre kurban kesmişler, al kanını o kocaman tekerleğinin dibine akıtmışıar. Benim sarı öküz var ya, ben onunla tam üç yıl çift sürdüm. Ondan aynl ırken fıkaracık ağladıydı.n
cıÖküzler ağlar,» dedi kadın. Hösük sabırsızlanıyordu, birden patladı : «Nerede, bacı, o?ıı dedi. Kadın :
cıNe nerede?u diye sordu. «Bize yerini göster o nar ağacının,n dedi Hö-
69
sük. "Belki derelimize bir çare bulur. Eskiler derler ki, çok keramet var ağaçta.ıı
"Var, ., dedi kadm. «Eğer o ağaç yerinde duruyorsa.ıı
«Öyle bir ağaca hiç bir şey olamaz,ıı diye gürledi Memet. «Hiç bir vakit öyle bir ağaca bir şey olamaz. Kimsecikler öyle bir ağaca bir şey yapamazlar. Kuşlar bile saygılarmdan daUarına konamaz, sinekler yöresinde uçamaz, anlar yapraklarında ve hem de çiçeklerinde vızıldayamazlar. Ona dokunınağa kalkanın elleri kollan çont olur, yaprağını koparanın ocağı söner.ıı
Kadın: roO ağaç küsmüş diyorlar,,. dedi. «Küsmüş bu
zulüm insanlara. Küsmüş de başını almış bir gece uçmuş gitmiş, diyorlar.ıı
«Küsemez,ıı diye gene gürledi Memet. «Allah o ağacı. . . ıı Ne diyeceğini şaşırdı, ağzında sözleri döndürdü dolaııtırdı, en sonunda: «0 ağaç küsemez, yerinden ayrılamaz,ıı diye yavaşca söyledi. "Çünküleyim insanların ona gereksinmesi var. o olmazsa sıtmahlar nasıl kurtulur, hastalar nasıl cana gelir, işsizler nasıl iş bulur?ıı
<�Küsmüş,ıı dedi kadm, boynunu büktü. ııSen onun bize yerini söyle,» dedi Hösük so
luğu kabararak. «Biz o ağacı görmeli, ona halımızı arzetmeliyiz. isterlerse kökünden kesmiş olsunlar o ağacı, köküne arzederiz halımızı. isterse bütün kökünü, dalını, gövdesini topraktan alsm çekip gitsin, kökünün yerine arzederiz halımızı. Yeter ki o hüyüğü bulalun da bir gece o nar ağacının altında uyuyalun.ıı
ııEğer küsüp gitmişse kutsal nar ağacı, mademki kutsal bir ağaçtır, onun makamına va-
70
np bir yüz sürersek, bizim derdimize derman olmağa gene gelir. Bizim derelimize derman olunca da başını alır gene gider, eğer küsmüşse . . . »
uGelir,ıı dedi Hösük. uEğer küsüp gitmişse de, gene gelir.ıı
ccGelir,ıı diye sevinerek konuştu Memet çocuk. cıGelir, hiç gelmez olur mu?ıı diye inledi Yusuf. "Gelir, gelir,» dedi Aşık Ali. cıKutsal narlar,
iyi kimseler her zaman iyi olurlar.ıı cıiyi olurlar,ıı dedi yaşh kadın. cıYerini söyle, bacı.ıı cıSöyle nolursun, bacı.ıı ccSöylesen onun yerini bize doğruca Cennete
gidersin.» Kadın önlerine düşüp köyün dışına çıkardı on
lan. Yönünü Anavar�a Kalesine dönüp aşağıları gösterdi. Bozarmış, göğünmüş, sıcaktan tüten ovanın ardı pusanyor, pusun arkasındaki tepeler, büyükler, ağaçlar zar zor seçiliyorlardı.
cıŞuradan Kuru Ceyhanı geçip, ardındaki büyük asfalt yola çıkacak, yoldan aşağı sapacak, oradan bir köye varacak, köyün üstünden geçerek bir çukura varacaksınız. Anavarzanın ardından dolanacak, ak topraklı yarları çıkacak, kaba sakız ağacını gördükten sonra sağa dönecek, dönünce de karşınıza bir düzlük çıkacak, düzlük nakışlı taşlarla döşelidir, taşiara basmadan karşıya geçecek, işte yönünüzü kıbleye, garbi yelinin estiği, ak yelken bulutlarının kabardığı yere dönünce, tam karşınıza o hüyük gelecek, hüyüğü görünce orada duracak, yerinizden ayrılmayacaksınız, tan yerleri ışıyınca doğru büyüğe gidip, nar ağacının altına oturacaksıruz. Haydi eve gidelim.ıı
Çabuk çabuk, o önde ötekiler arkada eve dön-
71
düler. Kadın içeriye �rdi, elinde büyücek bir çıkınla geri çıktı :
rcAiın bunu,ıı dedi. retçinde peynir ekmek, soğan var. Burası Çukurova, yollarda aç kalmayın.ıı
Memet uzarup onun elinden çıkıru aldı: «Eksik olma bacı,ıı dedi. ııAllah senin ne mu
radın varsa versin. ıı rcVersln,ıı diye güldü Memet çocuk. ııBen de
dua ederim nar ağacının altında, yaronda çalıştıkIarım hakkımı versinler diye. Onlar da benim hakkımı verirler. Ben de bir çift öküz alırım, çangal boynuzlu.ıı
rcÇangal boynuzlu olmazsa olmaz mı?ıı diye sordu Aşık Ali.
ııOlur,ıı dedi usulca Memet çocuk. «Olur ya, çangal boynuzlu olsa daha iyi, daha görkemli olur.ıı
«Doğru,ıı dedi Hösük, "daha görkemli olur. Olursa öküz, çangal boynuzlu olmah.ıı
Kadın durmuş, ne diyorlar diye, anlamadan gülümseyerek, gözlerinin yanları kınşarak onlara bakıyordu.
ııGüzel, insanlıklı bacım, adım bağışlamadın, adın ne senin? Güzel adını bağışla . . . �>
ııAdım Cennet,ıı dedi kadın, utangaç, bir genç kız gibi kızararak.
«Sağlıcakla kal, insanlıklı güzel bacım, Cennet Hatun.ıı
ötekiler de: cıSağlıcakla kal, insanlıklı, güzel Cennet bacı
rnız,l) dediler, Anavarzaya doğru yola düştüler. Dağların başı ışık içinde kalmış, az sonra gü
neş doğacaktı. Düldül dağının doruğu bir sırça parçasıymış gibi ipi! ipi! yaruyordu daha şimdiden, göz kamaştınyordu.
72
Köy epey gerilerde kalmıştı. Gün kuşluğa kadar durmadan, epeyce de hızlı yürüyüp Ceyhan ır
rnağının kıyısına, salın ba§ına geldiler. Memet: uS uyu geçince . . ·"
Hösük: c<Eee karda§, suyu geçince . . . Gene başımıza
bir ݧ mi?ıı c<Bak şu karşıdaki köy çok büyük bir köy . . .
Büsbüyük gözüküyor. Belki iş vardır o köyde. Yolumuzun da üstünde . . . >>
Memet çocuk coşkuyla: «Bir kavak ağacı var köyün ortasında, bir mi
nareden de daha uzun.>> «Daha uzun,ıı dedi Hösük. uVay anasını, böy
le uzun da hiç kavak görmerniştim.ıı
«Ben de,» dedi Aşık Ali. cıBir uğrasak,ıı dedi Memet. ııHani niyetlen
dik ya nar ağacına, belki daha niyetienince kutsal ağaç bize bir iyilik eder."
<<İyilik eder . . . ıı dedi Hösük. Hepsi birden, Hösük şaka mı ediyor diye ona baktılar. «Bir uğrayalım,ıı dedi Hösük, nbelli olmaz. Yusufu kuyudan çıkaran Allah . . . ıı
«Bizi de kuyudan çıkanr,ıı diye fısıldadı Yusuf.
Yusufun yüzü yavaş yavaş bir hoş değişiyordu. Nöbeti geldi gelecekti. Her gün ku§luklayın ba§lnrdı. Yusuf da yanardı cayır cayır, ya da üşür buyardı.
Salın iskelesine at arabalan, arkalan naylon arabalı traktörler, kamyonlar kuyruk olmuşlar, karşıdan gelecek salı bekliyorlardı. Sal kalın bir
73
tele takılmış, tel bir demir makaraya geçirilmişti. Salcılar tele tutunarak salı çekiyorlardı.
Sala binince Memedin bumuna çam kokusu gelirdi her zaman ve bu koku çamlı ormanlan anımsatırdı ona.
Saldan inerlerken salcıya para vermek istediler. Salcı:
�ıstemez,>> dedi. cıSizden para alamam.ıı Suya kocaman bir tükrük attı. «Bu Çukurovanın anasını avradını . . . >> diye de öfkeden dellenerek sövdü. "Varın ulaııın dağlarınıza, hepiniz ölürsünüz yoksa, buralardan artık kimseye hayır yok.ıı
ııYok,n dedi Hösük. ııSağol kardaş.ıı Kavaklı köye doğru yoUandılar saldan inince.
Yan yolda Yusuf gene titrerneğe başladı. ıı!Uç bir loymeti yok,» dedi Yusuf. «Siz aldır
mayın. Büyükteki nar ağacına gidiyoruz ya . . . Bakın, kavaklı köy de az ilerde . . . Bir iş bulursak, ben de çalışırsam, çalışınca ben iyi olurum. Her zaman hep böyle olur, ben iş bulunca iyileşiveririm.ıı
Hösük birkaç kereYusufu sırtlamak istedi, Yusuf:
ııOlmaz,n dedi. ııYürürüm, oooy, ben yürürüm.» Meınet çocuk vardı onun koluna girdi. Yusuf
kolunu ondan kurtarınağa çal!.!jıyordu. Hösük buyururcasına: eıEırak Yusuf, çocuk koluna girsin. İstedi ço
cuk. Sen tek başına yürüyemezsin.» Yusuf sustu. Kavaklı köye ikindi üstü vardılar. Sert bir
garbi yeli çıkmış, köyün evleri kalın bir toz bulutu altında kalmıştı. Ev aralarına yoğun, uzun toz hortumlan giriyor çıkıyor, samanlan, otları alarak, savurarak ortalığı allak bullak ediyor, sonra
74
da Dumlukaleye doğru sürüp gidiyordu. Kalın bir toz tabakası altında kaldılar az bir sürede, ağızlarına burunlanna da toz doldu. Gözlerini açıp da bir yanı, evlerin duvarlarını, kapılannı göremiyorlardı. Yordamlaya savrula köyün ortasındaki kavağa varabiidiler sonunda. Kavağ;ın altında gene kırmızı boyalı bir tulumba vardı. Yusuf oraya varınca kendini tozlarm içine attı, inleyerek debelen .
rneğe, yuvarlanmağa brujladı. "Hakkınızı helal edin kardaşlar, ben ölüyorum
kardaşlar . . . n
Kuyunun başına kadife çiçekleri, fesleğenler dikmişlerdi gene. Tulumbarun önündeki taş tekne ta eskilerden kalmıştı, çinke taştandı, mavi damarlıydı. İçine on adam girse sığardı. Teknenin dibine oturup bir süre dinlendiler. Dünyayı toza beleyen garbi yeli azıttıkça azıtıyordu. Yüzlerini yıkamayı akıl ettiler ama Aşık Ali:
"Amamn ha,ıı dedi, "yüzümiizü yumaya mumaya kalkmayalım, çamur içinde kalırız.ıı
Ak§am olup gii.n kavuşuncadır ki garbi yeli azaldı, diner gibi edincedir ki teker teker kalkıp yüzlerini yudular. Yusuf daha yerde debeleniyordu. Onu da kaldınp yüzünü yudular. Bekleeliler beklediler, yanlanna. kuyunun başına kimsecikler gelmedi. Köyden de hiç ses seda çıkmıyordu.
Memet: ccNe olmuş bu köye?ıı Hösük: uYayladalur belki . . . ıı Aşık Ali: ccŞimcli gelirler tarlalardan. Daha gün yeni
battı.n Derken arkalanna naylon araba takılı trak-
75
törler, kamyonlar, at arabaları, yayalar köye gelrneğe başladılar. Köyün içi bir anda ana baba gününe döndü. Az sonra kuyunun başına bir otomobil gelip durdu, içinden de geniş hasır şapkalı, sağ elinde bir kamçı tutan çizmeli, uzun boylu, sarkık bıyıklı bir adam çıktı, onlara doğru geldi. Hemen ayağa kalklp yanyana dizilip toparlandılar.
«Dağlı mısınız?ıı . uDağlıyız.ıı
cılrgat mısınız?ıı ccHeye.ıı uNe iş görürsünüz?ıı u Her bir iş.» uNe kadar gündeliğe çalışırsınız?ıı ccNe verirlerse.ıı
Sert görünüşlü adam kızdı, kamçısını havada üç kere şaklatıp:
uBana böyle ırgatlann hiç bir gereği yok. Ne verirlerse çalışırlarmış ı Doğru. Ulan bakın hele sizde çalışacak can kalmamış, her biriniz açlıktan uyuz ite dönmüşsünüz.ıı
Aşık Ali: uDoğru konuşsana Beyefendi,ıı dedi usulcana.
Sesi ağlamsı, klrgm, öfkeliydi. Adam aynı sertlikle ona doğru bir adım attı : uVay, Beyefendi alındılar mı?» «Alındık,ıı dedi Aşık Ali.
Adam bir adım daha atıp elini uzattı onun sa-zına dokundu, sazdan uzun, tmlayan bir ses çıktı.
uSen aşık mısın?ıı uÖyle sayılınz, Allah nasip ettiyse.»
uSen işiıne yararsın, ırgatlara bir saz tıngırdatırsın, sana para veririm, hey Beyefendi.ıı
76
Adam düpedüz alay ediyordu. Aşık Ali yürek-ten yaralandı:
((istemem, ziyade olsun.)) "Alındınız demek Beyefendi,l) cıA!ındım.ıı · ''Ula n, ne alınıyorsun, senln gibi her gün on
beş aşık benim kapımda . . . ))
Memet sözü aldı, dik, umursamaz bir sesle: ccBu,)) dedi, cıAşık Alidir. Onun babası da Aşık
Hüseyindi, namı tüm �u da�lan, bu ovayı tutmuş, dedesi de Aşık Halildi, namı Avşar elinde söylenir. Onun da babası ulular ulusu .Dadaloğluydu. �ık Ali, Dadal�lundan gelir. Sen Iyi etmiyorsun bunu böyle etmekle.))
ccUlan,l) dedi adam, «kıytınk dağlı, sen onun soyunu neredeyse Osmanlı soyuna çıkaracaksın. Mustafa Kemal soyuna.•ı
«O Dadaloğlu soyudur, ulu soydur Bey.ıı ccNe soyu, ne soyu?ıı ccDadaloğlu soyu.ıı Adam kahkahayla gilldü. «Dadaloğlu, kimmiş o Dadalo�lu? Çingene bir
çalgıcı mı?ıı Aşık Ali öfkeden tirtir titreme�e başlamıştı. ccMemet sus !ıı diye bağırdı. 11BU adamla kunu
§Ulmaz.ıı Adam da bağırdı: ccSiz kim oluyorsunuz ulan, dilenciler,)) dedi.
<<Siz kim .. . ıı Bu arada birkaç köylü de yanlarına gelmi::;ti . "Dur Bey,ıı dedi bir tanesi aralanna girip.
ccDur Bey, btmlar senin kim olduğunu ne bilsinler. Kim olduğunu bilseler, senin yanında hiç soydan söz ederler mi?ıı
Bey tiksinerek arkasını döndü. <<Söyle onlara kim olduğumu. Dadaloğluymuş !
Dadaloğlu uluymuş, ulu soymuş ! Ulan ulu bir soysun da ne demeye bu hale düştün de . . · "
<<Düşmez kalkmaz bir Allah,>> dedi Memet. "Biz iş arıyoruz, kan emeğimiz hakkını istiyoruz. yiyoruz."
<<Öyleyse ne işiniz var burada soylularım?" diye alay etti adam gene. Sonra oradaki köyiiliere döndü : "Hemen şimdi köyden çıkarın bunları,ıı dedi. «Çift!iğe de hiç bir dağlıyı almayacaksınız. Ulan yaşasın şu traktör, şu biçerdöver! Ulan ağız kokusunu çekmiyoruz artık bu soylu Beyefendilerin i Ulaıı, vay soylulanm vay! Dadalın kodalın soyundanlarmış . . . Ulan yaşasın Maraşal Marşal.. .ıı otomobiline bindi: «Bunları atın köyden, hemen şimdi. Bu gece evletimizi soyarlar da haberimiz olmaz. Bunların her birisi öyle hırsızlar ki . . . Ben size gösterirelim ki. . . Şükredin işim var. Sizi' burada görmeyeceğim, yanın saat sonra geri döneceğim. Eğer sizi burada bulursam, başınıza ne geleceğini siz bilirsiniz. ıı
Otomobil çalıştı. Köylüler: "Aman,>> dediler, «canınızı elinden zor kurtar
dınız, bir iyi yanına geldi Beyin, yoksa elindeki kırbaçla sizi paramparça ederdi. Çok kızdırdınız beyi. insan Beye karşı konuşur mu böyle? Aman ha, amam billniz mi, durmayıp gidin, hemen toz . . . O az sonra geriye döner, sizi burada bularnazsa bile beş adamıyla ardımza düşer, sizi sabaha kadar kırbaçlar. O çok iyi bir Beydir ama işte bu huyu kötüdür. Siz yanlış yaptınız, eğer ona karşı konuşmasaydınız Bey size iş verirdi. Şimdi gözüne gö-
78
zükmeyin, yoldan da gideyim demeyin, arkaruzdan yetişir, sizi de sabaha kadar kırbaçlaya kırbaçlaya öldürür.>>
Memet konuşacaktı, Aşık Ali eliyle onun ağzını kapattı, hiç bir söze varmadan Yusufun koluna girip yola düştüler.
Hösük dişlerini gıcırdatıyordu. Köy{i çıktıklannda Aşık Ali: «Yoldan yürümeyelim,n dedi. ırİte dalanma
dansa, çalıyı dolanmak yeğdir.» «Yoldan gideceğiz,n dedi Hösük. «Geleceği var
sa, göreceği de var.ıı
<<Silahırmz yok,ıı dedi Memet. «Aah bir taban-camız olsaydı.>>
«İyi ki yok,» dedi Aşık Ali. «Benim hançertın yanımda,ıı dedi Hösük. «Hösük inat etme,» dedi Aşık Ali. «Zaten bize
olan olmuş, bir de sen . . . n
Sesi öylesine kırgın, acılıydı ki, Hösük bir şey söyleyemedi, tarlalara saparken Yusufun önüne diz çöküp:
«Gel Yusuf, sırtıma gel,» dedi, bir daha konuşamadı, ağzında sözcükler boğuldu, boğazına da kocaman bir yumruk tıkanıp düğümlendi.
ötede çeltik arkının yanında bir top ağaç ka· rarıyordu, ona yürüdüler.
Ay çıkmış orta yere dolanıp gelmişti. Anavarza kayalıkları buradan gündüz gibi gözüküyor, kanatlarını açmış, havaya uçmağa hazırlanmış bir ulu kuşa benziyordu. Yandaki köylerden bir iki köpek sesinden ba�ka ses gelmiyordu. Ötedeki yoldan farlarını yakmış, uzun ışıklarını avaya sündürmüş otomobiller, karnyonlar, biçerdöverler ar-
7
dı ardına geçiyorlardı. Top ağacın altına gelince yorgun, bitkin kendilerini yere atıverdiler.
Hiç konuşmadılar. Hiç birisinden en küçük bir ses, bir hışırtı çıkmıyordu. Yusuf bile iniltisini kesmiş, kıpırdamadan toprağın üstünde ölü gibi yatıyordu. Çukurovaya indi ineli ilk olarak Aşık Alinin canı bir sigara içmek istiyordu ki. . . Ah, şimdi bir sigara olsaydı, olsa da Ali dumanını ta ciğerinin köküne kadar bir çekseydi, bir çekseydi, bir çekseydl.
Ne ateş yaktılar, ne yemek yemek geldi akıllanna, ne de saldıran sinek bulutlarının farkında oldular. Sabaha kadar gözlerine bir damla uyku girmeden öylece orada yattılar kaldılar, üstlerinden bir bölük kuş geçineeye kadar usul usul ışıyan göğe baktılar. Gavurdağlannın başına gün vurmuş, dağın doruğu bir sırça saray gibi balkıyordu.
Memet upuzun boyuyla ayağa kalkıp, elinin tersiyle gözlerini sildi, ötedeki çeltik arkına gitti, yüzükoyun yere yatıp yüzünü yudu. Onun arkasından ötekiler de tıpkısmı yaptılar. Sonra sığırkuyruğu çiçeğinin yanında bir halka olup durdular. Az sonra, nedense yönlerini hep birden gündoğuya, Düldül dağına döndüler. Düldül dağının da doruğuna gün vurmuştu, dağın doruğu ışık içinde kalmış bir yıldız gibi yalp yalp ediyordu.
Yusuf bu sabah da iyiydi, ne üşüyor, ne de yanıyordu. Birbirlerinin yüzüne bir türlü bakamıyorlardı. Memet çocuksa başını hiç yerden kaldırmıyordu. Yıllarca bir zulümün kapısındfl. çobanlık yapmı.ıı , o zulüm onun tekmil hak ettiği paralan yemiş, ama onu dünkü gibi kimse aşağılamamıştı. İçindeki dert yüreğini gittikçe acıtıyor, ne yapa-
cağını bilentiyordu. O adam onları aşağıladıkça küçülüp bir topak kalan Memede, umarsızlıktan kıvranan Hösüğe, utancından kaçacak delik arayan Aşık Aliye, yerde tozların içinde iniltisini bir
çığlık gibi koyveren Yusufa acıyordu. Başianna belki de bu ya.şa geldiler geleli hiç böyle onur kıncı bir iş gelmemişti. Bıraksalar tek ba�ına �u karşıki Anavarza kayalıklarına gider, orada doya doya ağladıktan sonra kendini insan yutan çıngıraklı yılanların ağzına atardı. Sabaha kadar, o otomobilli adam, o kavaklı köy üstüne neler kurmaıruştı. . . Elinden gelse alır eline bir top yalım, köyün bu ucundan girer, öbür ucundan çıkardı.
Ovanın ortasında dikilip kalmı�lardı tanveri ışıklarının alacakaranlığıncla. Memet uzun boynunu sağa sola durmadan cevirerek bir şeyler arıyor, aradığını da sanki bir türlü bulamıyordu. Yüzünde belleği yitntiş bir hal vardı. ötekiler de onun belleği yitmi§ haline takılmışlar, ona öykünür gibi izliyorlardı yaptıkların!. 1\llemet bir ara durdu, yüzü aradığını bulmuşcana ısıladı. Onıınla birlikte ötekilerin de yüzü ısıladı. Memet gülüınseyerek onların v\.izüne baktıktan sonra yönünü Anavarza kayalıkianna döndü yürüdü. ötekiler de gülümseyerek onun arkasına rlü�tüler. Memet. çncnk olduğu yerde bir süre beklerl.i, ba�ı yerele dü�ünüyordu. Sonra birden J:ıa«ını katcırıp o cıa ötekilerin ardınca gitti, ko�arak önt>ekilere tıla�tı.
San. mor arnıış. im-an bovu, her birisi Nr ağaç gibi sığ:ırkuvruklarınm, gP.ne l:>'rer all;ar: f;İbi pembe. mor, som mavi, kırmnı el hüyiikliiğün,"ieki lıat-
81
ruilerin, göbeğe kadar çıkmış pıtıraklann, dize çıkan firezlerin arasından hendekleri inip çıkarak, ağzına kadar suyla dolu çeltik arklarını atlayarak, öğleye doğru Anavarzanın altına ulaştılar. Sıcak kızdırnuş, yolların tozlan fırın külüne dönmüştü. Anavarza kayalıklan, önünden akan Ceyhan ırmağının vurduğu ipiitHere boğulmuş, binbir biçim ışık oyunlarında gözleri kamaştınyordu. Irmak burada durgun, bir ışık seli gibi ovayı doldurmuş akıyordu. Suyun yarından, bir sel oyuğunun içinden yürürlerken uzaklardan yemyeşil, yeşili bir anda insaru serinleten bir bostan gördüler. Ter içinde kalınışlar, körük gibi soluyorlardı. Bu anda gözlerini bostandan alarak Yusufa baktılar. Bugün daha hastalanmamıştı. Oysa her gün kuşluklayın, «yaruyorum, donuyorumıı diye kendini yere atıverirdi. Hiç bir şey söylemeden ayakları aldı onları doğru bostana götürdü. Herhangi bir amaçla oraya gitrniyorlardı. Öyle bir içgüdü, kuşlardaki gibi . Bu ovada bir insan, bir hayvan, bir kuş, kelebek bu sıcakta, ortalık çatır çatır yanarken caruru bu yeşilden patlamış büyücek alanın kıyısına kendiliğinden atardı. Sıcakta erimiş kalay gibi akan, ovada ne kadar ışık varsa hepsini toplayıp gözlerine yansıtan ırınağa gitmezlerdi de, üstelik oradan kaçarlardı, bu yeşil alana akın ederlerdi. Yılanlar, börtü böcek bile bu yeşil alarun kıyılanna doluşurdu. Kırlangıçlar, binlerce, bostanın üstünde, kanat kanada ok gibi uçuşarak dolaşırlar, bulut bulut sinekleri avlarlardı.
Bostanın kıyısına gelip yanyana durdular. Burunlarına patlamış yeşilin bataklık kokusuna, ilkmiş su kolrusuna benzeyen kokusu geldi, derin derin soludular bu kokuyu. Bostanın içi ıpıssızdı, kar-
82
puzlar kavunlar geli§miş, dizboyu teveklerin arasına ala, kara, sapsan yatmı§lardı , çok üstüste. Ka· bak tevekleri tarlanın sağ kıyısındakl ulu salkım söğüdün yanındaki büyük çardağın altından ta kı· yıya kadar, san çiçeklerini açınıli uzanmışlardı. Çardağın altmda uzanıp yatmış bir adam ilişti göz· lerine ya, ne yapsıniardı adamı.
Hösük: <�Çardağın yanına, şu salkım söğüdün gölgesi·
ne gitsek nasıl olur ola?» Memet çekinerek: cıNe işimiz var arda? Bu Çukurova adamı bir
hoş olmuş. Gelin şurada oturalım da, şu arkın ba· şında karmmızı doyuralım,, diye onu kolundan tuttu. <�Haydi şuraya oturalım.oı
Yusuf: <�Kimbi lir,n diye bir deri bir kemik kalmış,
upuzun, sapsan yüzüyle gülümsedi. Dişleri apak, upuzundu. ııKimbilir, o söğüdün gölgesi ne serin· dir. Bakın, çardağın altmda da küçücük bir adam.n
cıYani küçücük bir adam olmuşsa ne olm�? Bak, tüfeği de çardağın direğine asılı, iyice gözü· nü aç da bak bakalım.n
Yusuf: <�Yani küçücük, belki de bir çocuk . . . ıı Aşık Ali konuşmadan , su dolu arkı atlayıp sö
ğüde doğru yürüdü. ötekiler de onun ardına düş· tüler, birkaç ikircikli davranıştan sonra.
Aşık Ali, çardağa yaklaşınca: ııSelamünaleyküm,ı) diye bağırdı. Çardağın altında yatan adam zıplayarak: <�Aleykümselam,ıı diye ayağa fırladı. Yüzü se·
vinç içindeydi. Aşık Alinin içi ışıclı. cıSıcaktan bunaldık da, ha dedik izin verirsen
kardaş, ekmeğimizi şu söğüdün gölgesinde yiyelim.n
Bostan cı: «Buyurun, buyurun, gölge sizlıl, buyurun,»
diye onlan karşıladı. Adam öylesine onları candan ça�ırıyordu kl,
şaştılar kaldılar. ccŞuradan gelin. Orası, o yeşil aynk otlannın
altı su, çamur. Buradan atlayın.ıı önce Aşık Ali, arduıdan da ötekiler bostancı
nın gösterdiği yerden atladılar, salkım söğüdün altma geldiler. Yüzlerine ıslak, serin bir hava ctegince içlerine bir sevinç birden doluverdi.
Bostancı çardaktan bir büyük hasın aldığı gibi söğüdün koyu, serin gölgesine serdi:
«HOŞ gelip safalar getirmişsiniz. Buyurun otu-run.ıı
ötekiler: ı•Hoş bulduk,•ı dediler ya, hasırm üstüne otur
mayı akıl etmiyorlardı. «Buyurun oturun kardaşlar.ıı Bostancının sesi sevinç; mutluluk içindeydi.
ötek.ilerse orada, şaşkınlıktan � öylece dikilip kalmışlardı. Kendisini ilk topariayan gene Ali oldu, gitti söğüdün köküne belini verip oturdu. Bostancı telaşlandı:
ııAman,•ı diyerek koştu, (ıaman kardaş, kuru yere otur, yerler ıslak, sonra hasta olursun,, aman kardaş . . . o Hasırı bir ucundan tutmuş ona doğru çekiyordu. cıAman kardaş, hoş gelip safalar getirdiniz.ıı ötekilere döndü: «Kimbilir bu sıcakta nasıl da yanmışsınızdır. Kimbilir, kimbilir, kimbilir ki nereden geliyorsunuzdur, kimbilir ne kadar da yorulmuşsunuzdur, kimbilir . . . Oturun dinlenin.
84
Kimbilir ne kadar da acık�sınızdır. Hele oturun, hele azıcık dinlenin, ben size . . . ıı
Sevinçten dolup taşan kıvançlı adamın telaı,ı içinde olduğu da besbelliydi. ötekiler de Aşık Alinin yakınına, hasırın üstüne vardılar oturdular.
«Adınızı bağışlayın hele.ıı ııBenimki Ali,ıı dedi Aşık Ali. «Aşık mısın?ıı «Allah kısmet etmişse.ıı <<Aşıksın demek . . . ıı cıO,ıı dedi Memet çocuk, cco Aşık Ali emmi var
ya, bir türküsüyle dilsizi dile getirir, ölüyü diriltir, dağı taşı eritir. O Aşık Ali emmi var ya, bir türkü söylerse çiçekler, k�lar dile gelir, şu ağaç bile dile gelir, şu toprak bile. Şu koca dağlarda, bilumum Torosta, Aladağda, Binboğada, Gavurdağlarmda onun ününü duymayan var mı? Aşık Ali deyince ağlayan bebeler avunur, akan pınar suyu şıppadak durur.ıı
Birden: «Sus Memet çocuk,ıı diye sert bağırdı Aşık
Ali. Sonra Bostancıya döndü: ccÇocuk,ıı dedi. «Bu Memet çocuk, bütün söyledikleri tevatür. Bizde nerde öyle bir aşıklık . . . ıı
Memet çocuk coşmuştu: <<Hiç de tevatür değil benim dediklerim,ıı di
ye bağırdı. cıAşık Ali emmi hem de hak aşığıdır.ıı «Sus Memet,ıı dedi Aşık Ali okşarcasına çocu
ğu. içini çekti: «Sus yavrum, sus.ıı Ayakta öyle sevinç içinde kalakalmış bostancıyla gözgöze geldiler: «Hele sen de oturuver şöyle yammızdan.ıı
Bostancı: «Başüstüne Aşığım,ıı diye hemen olduğu ye
re çöküverip bağdaş kurdu.
85
«Sen de o güzel adını bağışla iyi adam, güzel adam, cömert adam, bostancı kardaşım,ıı diye gözleri dolmuş konuştu Aşık Ali.
«Benim adıma Ahmet derler. Şamarnoğlu Ahmet.ıı
"Adınla bin ya§a,ıı dedi Hösük, ((bizim iyi, insanlıklı kardaqunız. Benim adım Hösük.ıı
«Benimki Memet.ıı ccBenimki de Memet ya, şu Memet emıniden
dolayı bana Memet çocuk derler.» <•Benim adım da Yusuf.» uO çok hasta,ıı dedi Memet çocuk. <<Bir bu gün
sıtma tutmadı onu. Onu bir sıtma tutar, ta buradan oraya kadar topraklan çırmalayarak, toza çamura belenerek, gözleri nah böyle böyle pörtlemiş . . . ıı
Memet onun sözünü kesti: ccMemet çocuk da bir çift öküz alacak iş bu
ıursak, iş sahibi de Memede hakkını verirse, bir çift öküz ki, çangal boynuzlu, boynuzlan nah böyle, ay gibi.»
"Çangal boynuzlu, ay gibi,ıı dedi Memet çocuk, sevinç içinde kalarak.
Bostancı Ahmet birden telaşlanarak ayağa fırladı:
«Aman,ıı dedi, ccvay benim başıma gelenlere ! Siz şimdi açsınız, susuzsunuz. Vay benim akılsız ba�ım! Bakın, şurada bir kuyum var, çaygara suyu gibi suyu, buz.» Koştu, kovayı kuyuya sarkıtıp hemencecik çekti, aldı getirdi: <•Buyurun için,ıı dedi. Önce Aşık Aliye uzattı kovayı. ((Ben gideyim de size, değerli konuklarıma bir yemek hazırlayım.ıı
<<Biz de yardım edelim sana,ıı dedi Hösük. ((Sen yorulma, iyi adam.ıı
86
cıBen yorulmam. Siz dinlenin. Zaten yemek hazır. Ben size bamyanın yanına bir bulgur pilavı pişirivereceğim, hemen şimdi.ıı
ı'Sen yorulma, güzel kardaş,ıı dedi Memet de. cıSen yorulma,ıı dedi Memet çocuk da. ı<Çu
kurovanm en iyi adamı . . . »
«Sen yorulma,ıı dedi A.'lık Ali de. Bostancı ocaktaki hazır çalı çırpıya bir kibrit
çaktı, ocak alıştı. İsli tencere yandaydı. Suyu, bulguru, tuzu koydu ona, sacayağına, harlı ateşin üstüne oturttu, yana çekildi bekledi. Orada oturmuş adamlara bakıyor gülümsüyordu kıvançla. Arada bir dalıp gidiyor, sonra gene mutluluk içinde gülümsüyordu.
«BU pişedursun,ıı diye söylendi. uVay benim akılsız başım, konuklara soğuk kavun karpuz . . . "
Koştu, bir böğürtlen, hayıt çalısı öbeğinin yamna gitti, eğildi, oradan birkaç karpuz kavun çıkardı. Karpuzlan kavunları kucakladı kaldırdı, kavunlar kucağmdan yere döküldü. Kavunlan yeniden alınağa çalışırken Memet çocukla Memet koşarak ona yetiştiler:
uSen yorulma kardrup deyip karpuzlan ka-vunlan aldılar söğüdün altına yöneldiler.
«Bıçağmız var mı?ıı cıVar,ıı diye bağırclı Hösük. uKesip yeyin,ıı dedi Ahmet. ı<Çok soğuktur
O çalının dibinde güneş görmez kaı-puzlar, buz gibi olurlar, dişleri söken.ıı
uSağol kardaş,ıı dedi Hösük, belinden hançerini çıkardı. Hançer işlemeli, orta büyüklükte çift ağızlı bir Çerkes hançeriydi. Sapı fi!dişiydi, işlemeliydi. Babası bunu Sarıkamışta savaşırtarken ölü bir Rus askerinin belinden almıştı. Van yoğu
87
bu bançerdi. Hösük karpuzu keserken Memet çocuk büyülenmişcesine, her şeyi unutup gözlerini bançere dikmişti, bir türlü oradan gözlerini alamıyordu. Onun bu hali hiç kimsenin gözünden kaçmadı. Hösük karpuzu kesip bir dilimini de Memet çocuğa uzatmcadır ki, çocuk irkilerek kendine geldi, karpuz dilimini onun elinden aldı. O karpuz bitince Hösük ötekini kesti, o bitince ötekini . . . Sonra sıra kavunlara geldi. Ş u Çukurovaya geldiler geleli ağızlarını bir lokma kavuna, karpuza sürmemişlerdi. Oysa tarlalar kavun karpuz doluydu. Gerçekten kavunlar karpuzlar bostancı Abmedin dediği gibi buz gibi soğuktu.
"Pilav pişti,ıı diye sevinçli sesi gelinceye · kadar bostancının, kavun karpuz yediler, kabuklanm bile kemirdiler. Salkım söğüdün altında, çardağın yörelerinde oğul verir gibi dolaşan arıların güneşe gelen kanatları şimşek gibi mavi yeşil, bir çakıyor sonra geçiyorlardı. <<Pilav pişti. Sabahleyin de etti bamya pişirrniştim. Buz gibi ayran var, torba ayranııı
Memet çocuk ona koştu, Aşık Ali de . . . Tencereleri. içi yufka ekmeği dolu kilim sofray:ı aldılar. salkım söğüdün altına getirdiler. Tencerenin kapağını açınca mis gibi bir tereyağı kokusu geldi bulgur pilavından. Koku dalga dalga söğüdün altında dolaşıyordu.
<<Buyurun kardaşlar. Afiyet olsun.ıı ilk kaşığı pilav tenceresine bostancı Ahmet
saldı. Arkasından Aşık Ali. «Çok güzel pişirmişsin Ahmet kardaş, eline
sağlık. ölülerinin ruhu için.ıı ııSağol Aşık.ıı Dağlılar pilava, bamyaya, ayrana yunıuldu-
88
lar. Çoktan beridir böylesine güzel, lezzetli yemek yememişlerdi. Konuşmadan kısa bir sürede yemeği yediler bitirdiler, doydular.
Bostancı Ahmet: «Siz şimdi şurada bir uyuyun hele. Ben ak
ııama da size . . . » Birden irkildi, durdu, yüzü karardı. cıSiz ak§am.a da buradasınız, değil mi?•>
Aşık Alinin gözlerine yalvanrcasına bakıyordu. Aşık Ali anladı : <•Buradayız, buradayız,» diye çabuk çabuk kar
şılık verdi. «Nereye gideceğiz ki, buradayız. Yarın yola düşüp oraya gidiyoru?.»
cıNereye?» cıOnu arıyonız.ıı cıKimi?ıı
C<Akhüyükteki nar ağacını. Sen hiç o nar ağacını duydun mu? Hani ermiş . . . ıı
cıHiç duymadım,ıı diye boynunu büktü Ahmet. c•Ne yapacaksınız nar ağacını?>>
Aşık Alinin yüzü acımaklı bir hal aldı: <•Yusuf çok hasta,•> diye üzüntülü bir sesle ko
nuştu. cıÖlümcül hasta. Bir bugün iyi. Yarın görürsün. Ona ondan şifa isteyeceğiz. O kutsal nar ağacı cümle dertlere deva jmiş.ıı
Birden sözü Memet çocuk aldı, patıarcasına:
ııBir de,» dedi soluğu taşarak, cıbir de bize iş verecek o ermiş ağaç. O avrat var ya, şu ağaçlıklı köyden olan. O avrat var ya, şu ala karlı Düldülden olur, işte o söyledi. Dedi ki, eğer gider de o ermiş narı bulursanız, dedi, o da size çok çok para verir. Biz üç aydır Çukurovada aç susuz sürünüyoruz. Kimse de bize aş ekmek vermiyor. Memet emınimin Abiası bile bize iş vermedi, aşağıladı bi-
zi. Herkes bizi . . . Dün şu köydeki adam bizi . . . Aşık Aliye bile . . . »
Hösük öfkeyle gözlerini belertti, dudakları titreyerek:
«Sus ulan köpoğlusu,ıı diye bağırdı. ((Geveze köpek . . . »
Memet çocuk onun sesinden ürperdi. Ahmet ayağa kalkı. Kısa boylu, büyük, hü
zünlü kara gözlüydü. Yüzünde bir hüzün vardı, sanki hiç bitmeyecek, onulmayacak bir hüzün.
((Siz uyuyun. Demek akşama buradasınız? İyi, belki yarın da . . . Belki size o nar ağaemın yerini bilen bir kişiyi bulurum.>>
uBUl kardaş,ıı diye coşkuyla konuştu Yusuf. ccBul da Allah bizi bu dertlerden kurtarsın.»
«Siz dinlenin, uyuyun. Ben size akşama . . . »
ccSağol kardaş.ıı Ahmet bostamn içine dalıp uğraşmağa başla
dı. Elinde kazma, otları vuruyor, çeltik arkından aldığı suyun önünü açarak bostaru suluyordu. Uğraşı böylece gün lkindiye kadar sürdü. ötekiler de salkım söğüdün gölgesine uzanıp yatmışlardı ya, hiç birisini uyku tutmuyordu. Konuşmuyorlardı da.
Ahmedin sesini duyunca Aşık Ali şöyle bit doğruldu.
«Size türlü yapayım mı?ıı diye sözlerini tekrarladı Ahmet.
«Sağol kardaş,ıı dedi Aşık Ali. «Ellerin dert görmesin. Sana bir yardımımız dokunamaz mı? Bak şurada beş kişiyiz.ıı
«Ne yardımmız dokunacak, hiç bir iş yok ki burada. İşte arkların ağzmı açıverdim, hemencecik bütün bostan sulandı.»
90
<<Çok güzel kokuyor,» dedi Aşık Ali, bumunu yukarı dikip havayı koklayarak.
<<Sulanmış toprak, hele bostan kokusuyla karışınca daha da güzel kokar.,
ccMis gibi,ıı dedi Yusuf. "Ne güzel de kokuyor,ıı diye ayağa fırladı Me
met çocuk. {(Ne güzel,ıı dedi .Hösük. "Vay anasını, ne top
rak var be şu Çukurovada.ıı <<Var,ıı dedi Meınet. Salkım söğüclün gölg-esi doğuya uzamış gitıniş,
söğüdün altına güneş gelmişti. <<Üstümüze güneş gelıniş.ıı «Gelsin,, dedi Memet. <<Şu adama azıcık yardım etsek,;ı dedi Hösük,
<<böyle yatıp zıbaracağımıza.ıı «Edelim,, dedi Yusuf. «0 bizden hiç bir şey istemiyor, burada birkaç
gün kalınamızdan başka,ıı dedi Aşık Ali. «Kalabilir miyiz?ıı diye sordu Hösük. «Kalamayız,, diye kaqılık verdi ona Aşık Ali.
"O nar ağacını bulmazsak olmaz., «Olmaz,>> dedi Memet çocuk. «Ben o ağacı bu
lunca, o ağaçtan bir iki isteğim olacak . . . ıı Patlıcanların arasına dalmış, yaldızlı mor pat
lıcanları koparıp sepetine koyan Ahrnedin yanına gitti.
«0 ağacı bulursak, ben o ağaçtan bir şey isteyeceğim ki. . .ıı
<<Ne isteyeceksin?ıı Ahmet başını kaldırmadan patlıcanları kopanrken sordu.
«Ne mi isteyeceğiın, bak Ahmet kardaş, bak, sana deyim mi, ben o kutsal nar ağacının al çiçeklerinden, şu kavaklı köy var ya, o köyü yakmasını.
91
o otomobilli adamı da öldürmesini isteyeceğim.» ııNe yaptı ki o adam size?» uSövdü. Aşık Ali hak aşığıdır. Ona da, türkü
lerine de, sazına da sövdü. O nar ağacı onu öldürmezse . . . Onu ben . . . ıı
ıcSen deli misin?» diye bağırdı Ahmet. Onun bağırınası üstüne kendini ele verdiğini.
anlayan Memet çocuk: ıcŞakacıktan söyledim,» diye içini çekti. ıcBen
o Bey!, o köyü nerelerde bulurum ki. . . Sen o ağacın yerini bize bulabilecek misin?ıı
uSiz hele burada birkaç gün bekleyin de, dinlenin de ben de birisinden öyle bir ağaç var mı yok mu sorayım da . . . ıı
ııHiç sonna, var,» dedi Memet çocuk. ıcOlmaz olur mu? O Düldül dağından Çukurovaya dܧmüş kadın söyledi.»
«Öyle bir ağaç varsa, ben de yerini size öğrenirim.»
Çardağın direklerinden ipe diziimiş kırmızı biberler, bamyalar, patlıcanlar aşağı doğru, üstüste sarkıtılmıştı. Memet çocuk çardağın yöresini dolanıyor, inceden ineeye her yönü, her şeyi, karıncayı, börtü böceği inceliyordu. Her şeyi, karpuzlan, kavun, kabak, salatalık, domates çiçeklerini inceleyerek bostanı bir uçtan bir uca gidip geliyordu. Kelebekler koskocaman, mavi, turuncu, mor, apak, bostanın içinde dolaşıyorlardı. Karpuz teveklerinde çok iri ala karpuzlar yuınşak toprağın üstünde yatıyorlardı.
Meniet çocuk arkın kıyısında yanyana altı tane kuş yuvası gördü, her birisinin de içinde üçer tane benekli orta büyüklükte yumurta duruyordu. Ama bu yuvalann kuşlan nereye gitmişlerdi? Bu
92
kuş yuvalan bile oyalayamadı onu. İçinden kendinin de anlayamadığl bir büyük derdi vardı ki, neydi? Onu uğlamsı eden, onu kabına sığdırmayan, onu bundan sonra if! ah etmeyecek olan . . . Şu Aşık Alinin, hak aşığının, şu uzun kocaman Memedin şu öfkeli, bumundan kıl aldırmaı Hösüğün, şu hasta, ölümcül Yusufun yüzüne r,asıı bakacaktı? Her şeyden, içtiği sudan, yediği ekmekten, şu kelebeklerden, kuşlardan, börtü böcekten, her şeyden utanıyordu. O kavaklı köyden yana da dönüp bakanuyordu.
Ahmet ocağı yaktı, p:ı.tlıcanı, biberi. clomatesi, kabağı doğradı, bamya)'l ayıkladı, soğam kesti, ocağa isli tencereyi vurup ate:;ıi tutu:;ıturclu. ötekiler söğüdün gölgesiyle b irlikte, gölge gittikçe onlar da gitmişler, ta bostanın kıyısuu bulmuşlar, kıyı sının hendeğinin tümseğinde oturuyorlardı. Ahmet ocağı tutuşturuncadır ki cnlar da ayağa kalktılar. Zaten sıcak dinmiş, güneyde, Akclenizin üstünde yelken bulutlan apak kabarmış, a§ağıdan tozdirekleri parlanuş, serinlik m·ayı yavaş yavaş etkisi altına alınağa başlamıştı. Bostunın içine, Aşık Ali önde, onun arkasında Hösük, onun da ardmda Memetle Yusuf daldılar. Her şeyi, kavunı arı. lı;arpuzları, çiçekleri inceden ineeye gözden geçiriyorlardı. üstlerinden de durmadan bulu tların gölgesi geçip doğuya gidiyordu. Karıııctaki çeltik salağının içinde yüzlerce leylck tek ayaklan listüne duımuşlar öylece bekliyorlardı. Meınet çoctıL: arkı aşmış, Akç.asazın yerin e dikilmiş okal i ptüs ormanına yürüyordu.
ı<Şu it eniği nereye gidiyor?•> diye sövlen�i Hösül<.
,,Döner gelir,ıı dedi Memet..
93
ııOnda bir hal var,ıı diye acı acı gülümsedi Aşık Ali. "İnsanoğlu anlaşılmaz bir yaratık. Şu çocuğun böyle birisi olduğunu söyleseler inanmazdım. Aba altında er yatar demişler ya, doğru söylemişler. Şu insanoğlu anlaşılmaz bir yaratık . . . »
Memet: ııNe olmuş o Memet çocuğa?ıı diye sordu. nHiç bir şey,ıı dedi Aşık Ali acılı bir yüzle.
"Hiç bir şey olmamış ama, bana öyle geliyor ki olacak. Omın hali hiç hal değil yoldaşlar.ıı
nNe olmuş ona?ıı nOnun halini hiç beğenmiyorum Hösük. O ka-
vaklı köyden sonra . . . » "Hiç bir şey anlamadım,» dedi Hösük. rcAnlarsın sonra,ıı diye çıkıştı Aşık Ali. Konu!)maları birden .l:tirp diye kesildi. Üstlerin-
den başlarına değecekmiş gibı vıcırdayarak geçen kırlangıç kümelerine daldılar. Bu kadar çok kırJangıcı bir arada görmek duyulmuş bir şey değildi. . Kanat kanada tarlaların üstünden akan kırlangıçlar, daha da çok bostanın üstünde kümeleniyor, burasını bir kıyamet gününe çeviriyorlardı. Aşık Ali böylesine üstüste, bir yumak olmuş, oradan oraya kayan binlerce kırlangıcın hiç biribirierine çarpmamalarına şaşıyordu. Nasıl oluyor da kanat kanada geldikleri halde biribirierine değmiyorlardı?
<<Allahın bu da bir hikmeti,ıı diye söylendi kendi kendine.
Başlarını kaldınp geriye dönmüş, kendilerine doğru gelen Memet çocuğa baktılar.
«Hüyükteki nar ağacını bulmalıyız, yoksa bu çocuğun hali kötü. Bu çocuk beni korkutuyor.ıı
Karpuz kavun kelekleri, çiçekleri, ince bıyık-
94
ları yapraklann, teveklerin üstlerindeki böcekler, yeşil kertenkeleler, sulanmış
.bulgur gibi yumuşa
cık kara toprak, topra�ın yüzüne yatmış yüzlerce iri, ala, kara, san kavun karpuılar.
Gün akııam oluncaya kadar bostanm içinde böyle dotandılar durdular. ötede, çardağın yanında Alunedin tencereslnin altından yalımlar bir fışkınyor, bir tencerenin altına çekiliyordu.
uYarın sabah yola çıkma!ıyız,ıı diye durarak, arkadaşlannın yüzüne bakarak konuştu A::ıık Ali. «Bu bostancı bizim gitmemizi hiç istemiyor ya . . . Burada bütün yaz hiç bir şey yapmadan onun yanında kalsak sevincinden deli olacak fıkara.ıı
«Bizi sevdi,n dedi Memet. Aşık Ali gilldü: «Elinden nasıl kurtulaca�ız bu iyi adamın, ne
söyleyeceğiz? n <<Gideriz,ıı dedi Hösük. <<Bizim işimiz var. Nar
ağacına gideceğiz.» uNar ağacına,n dedi Memet. Hösük: <<Buralarda olsa gerek nar ağacı.» Memet: <<Düldüllü kadın buraları tarif etti. Buralarda.ıı Aııağıda Anavarza, Dumlu Kalesi, Yılan Kale
si, yukarda Toprakkale, Hemite Kalesi uçsuz bucaksız ovanın üstünde adalar gibi görkemli yük· seliyorlardı.
Az sonra Memet çocuk onların yanına geldi. Yusuf hiç konuşmalara katılmıyor, küçücük, bir avuç kalmış diken dil,en sakallı yüzünü kaşıyarak düşünüyordu. Bir düşleme içinde olduğu her halinden be!liydi, dalmış gltmişti, kimbilir nerelerdeydi. ötekiler çardağa doğru yürüdüler, Yusu f
95
tarlanın ortasında öyle sakalım kaşıyarak kalakaldı. Gölgesi ta uzaklara gündoğuya uzamış gitmişti. Nar a�acı kocamandı, bin yıllık bir çınar kadar, Dikenlideki Ziyaret Cevizi kadar kocamandı. Dalları tekmil büyüğü tutmuştu. Altından kaynayan pınar bir narın gövdesine doğru fışkırıyordu apak, aydınlık, ıııık gibi köpükler saçarak. Ağacm altı, tüm hüyük sepserindi. Dışansı sarı sıcakta yanarken narın altı püfür püfür esiyordu. Mor çiçekli yarpuz almıştı hüyü�n dört bir yanını. Tam gövdenin altında da bir ak mermer taş yatmıştı toprağın üstüne. Bir yanında bir tuhaf yazılar. öbür yanında gözlerini kocaman açmış, kalın, kıvnk dudaklı, saçlan boynuna dolanmış bir kadın baııı kabartması. Gün doğarken tepeden tırnağa çiçek açmış narın çiçeklerinin alı suya vurmuştu. Su apal akıyor, bütün ovayı, sarı otları, pembe hatmileri, sığırkuyruklarım, ışıltılı firezleri, mor
kayalıklan, Ceyhan ırmağını, ırmağın kıyılanna serilmiş çakıltaşlarını, bö�ürtlen çalılarını, kamış köklerini, yemyeşil, yeşilden patlamış çeltik tarlalarını ala boğuyordu. Nar ağacından ovaya yayılan al, bir uçtan bir uca, ovada bir çakarak, sonra tostoparlak olup Toros dağianna yukarı sünüp yitiyordu. Bu görkemli, kutlu ağaç Mekkeyi Müker. remeden getirilmişti. Hazreti Ali Çukurovaya gelip de Anavarzaya kılıcını çalıncadır ki, çalıp da koca Anavarza kayalığını, dağını ortadan bir kılıçla bölüneedir ki, ba..�ını çevirip sağ yanına ba
kıncadır ki yanıbaşında bu nar ağacını gördü. Ulu nar ağacı kökünü, yapraklarını, çiçeklerini torlamı� tonlı:ımı�. Hazreti Alinin arkasına dü�müştü. Ha�rc.ti Aii ömrüm!e ne 'böyle parlak al çicekler, ne bövle Y·�'li,den pat.l::ı.mı�. lır;r bir yaprağı başka tür-
lü balkıyan bir ağaç görmii§tü. Yeşilden baliuyan ağacın yanına gitti, ağacın her bir yaprağını teker teker okşadıktan sonra, ey kutlu ağaç, dedi, sen var git o hüyüğe dikil, orayı sana Allah mekan vereli. Orada. üre, çoğa!. Orada hastalara derman. u marsızla ra u mar ol. . . Ve nar ağacı gitti o hüyti · ğün üstünde durdu, köklerini toprağın derinliğine daldırdı. o köklerini yerin dibine daldınr daldırmaz, yerin altından ak, ışık gibi bir su fışkırdı, ak çakıltaşlarının üstüne yayıldı. O sudan içene hastalık sayrılık bulaşmadı. Sivrisinek de gelemez o nar ağacının altına. Ne altına, ne de yakınlarına . . . Yeryüzünde, gökyüzünde bulut gibi sivrisinek kaynaşırken nar ağacının değil, hüyüğün yakınına bile hiç bir sivrisinek gelemez. Hüyüğe yılan çiyan, akrep karınca uğrayamaz. Kanlılar, hırsızlar, zulmetmişler nar ağacının yaruna yaklaşamazlar. Onun altında üç gün uyuyan anasından yeni doğmuş gibi olur.
Mor çiçekli yarpuzlar suyun kıyısında, çakıltaşlannın üstünde. . . Çakıltaşlarından kaynayan suyun dibinde ışıklar oynaııır, halka halka gider gelir. Dağdan cerenler iner geceleri kimseye gözükmeden nar ağacına. Halkalar olup ağacın yöresmde ya!Jm gibi sünerek, uğunarak gözükmez olun
eaya kadar dönerler.
Yusuf ceren sürülerinin arasında çardağın altına yürüdü. Bumuna bulgur pilavına dökülmüş yamk tereyağının hoş kokusuyla ocakta pişen türlünün kokusu geldi. Yusuftın yüzü bir düş içinde kalmış, terü taze bir hal almı:stı.
�<Ne o, Yusuf?)) dedi Hösük. �<Yüzün ışıyor, ne
oldu?»
97
ııBulgur pilavının kokusunu aldı burnu,ıı diye Aşık Ali güldü. cıNe olsun daha.»
Yusuf: «Gidelim, gidelim, gidelim de buradan o nar
ağacını bulalım.ıı «Bulalım,ıı dedi Aşık Ali. «Ama nerede o, ye
rini göster de gidelim.)) ccYerini bostancı Ahmet kardaş biliyor,)) dedi
Memet. cıO bize söyleyecek.ıı cıBilmiyorum,n diye ona kal"§llık verdi Ahmet,
«ama yarın buraya Hasarı emmi gelecek. O Çukurovada ne kadar ot, çiçek, ağaç, kök varsa tek tek bilir. Ne kadar şifalı su, ne kadar şifalı majtara, böcek, kuş varsa bilir.»
«Lokman Hekimi devran desene,)) diye konuştu Aşık Ali.
«Elli yıldır şifalı ot toplar o. Tam elli yıldır . . . Şu dağlan, şu yukardaki koca Torosu, ş u aşağıdaki Nur dağını koy ak kayak, taş taş, pmar pınar bilir. Lokman Hekimden de beterdir o. Kimseye söylemiyor ya, o da Lokman Hekim gibi ölümün ilacını anyar. Bana on beş güne, bir aya bir uğrar. Bostanın içinde uzun boyunlu kırmızı bir çiçek çıkar, yalıru gibi dalgalanarak uıı:anır göğe. Hasan emmi o çiçeği koparınağa gelir. Bazı da o çiçeği bulamaz, işte o zaman gör sen Hasan emıninin yüzünü. Onun yüzü feryadü figan olur.))
ııOlur,» dedi Aşık Ali. cıÇiçeğin kıymetini bal arısı bilir. Her an çiçek kıymetini ne bilir !»
cıİşte o çiçek orada, bakın, upuzun göğe ağmış yürümiiJi. Bunu görünce Hasan emmi sevincinden dellenir. Yere göğe sığmaz, çiçe� yöresinde, o yaşlı haline de bakmadan, tutturur bir oyun, ayakta duramayıncaya kadar yürür. Yann değilse öbur
98
gün gelir o. Çiçeğin açacağı ?.amanı saati saatine bilir O.ıı
«Vay be! ıı dedi A�ık All. «Alimallah bilirler onlar.ıı
«Nar ağacı eğer varsa bu ovada, şu yukarda· ki Torosta, şu 3.<3ağıdaki Nur dağında, şu yandaki Gavurdağlannda, şu ötedeki kabarmış gelen ak bu· lutlarm altındaki mavi deruzde, hangi koyakta, hangi taşın altında, hangi pınann kıyısındaysa,
onun yerini bilir Hasan emml.» ııBilir,ıı dedi Aşık Ali. ı•Oldu bu iş.ıı
ııO gelinceye kadar burada bekleyeceksiniz.ıı ııAh bir de bir iş olsaydı burada . . . •ı ııAaah olsaydı,ıı dedi bostancı Ahmet. ııYok ki.
Ne iş olur ki bostanda şimdi? Bir karpuz kaVW1 toplama var, o da yarım gün sürmez altı kişiye. Bir
de benim gündelik verecek hiç param yok ki . . . Ben de burada . . . "
Gerisini söylemedi, «buyunın sofraya,ıı dedi Yemek öğlenki yemekten de güzel olmuştu.
Dağlılar gene yumuldular.
Yemekten sonra Ahmet kuyuya soğutma.g-a indirdiği karpuzlan kavunlan çıkarıp kesti. Karpuzlar kan gibi kırmızı, kütür küiür, kavunlar sapsanydı, güneş gibi.
Akşam olunca Ahmet:
ııSiz burada sinekten uyuyamazsıruz,ıı dedi.
«Ne yapalım?» diye sordu Aşık Ali.
ııAteş yakunz,ıı dedi Hösük. ııHer zaman biz
öyle yaparız, ateş yakıp dumanında uyuı-uz.ıı ııOnunla başa mı çıkılır?"
ıcBenim cibinliğim hüyük,ıı diye sevinç içinde güldü Ahmet. <<Burada. ci binliğin içinde . . . Hasan
emıniyi beklersiniz, kaç gün isterseniz. Bakın, onun
kırmızı çiçe�i büyüdü. O, çiçeğin büyüdü�ünü nasıl aniarsa anlar, çiçek açar açmaz l:ıurada olur.
o bir ermiş kişidir, sizin cümle dertlerinize derman olur."
"Olur,ıı dedi Memet çocuk. Akşam oldu gün kavuştu. Sivrisin�er u�l-
dayarak bulut gibi gelip üstlerine çullandılar. «Cibinlik,ıı dedi bostancı. "Yarar geçer,ıı dedi Yusuf. "Mızrak gibi.ıı "Kemikli her birisi,ıı diye güldü Memet. "Torosun kaplanı, Çukurovanın sivrisineği,ıı
dedi Aşık Ali. ıcDaha beter,» diye pekiştiı·di Hösük. Clbinliği çardağın üstünden alıp . getirdiler,
çardağuı altına gerdiler. Cibinlik gerçekten koskocaman bir cibinlikti, hepsi de sı�dı içine. Dışarda sinek bulutlan ötüyorlardı, dört bir yandan cibinllği sarnıışlar.
oŞimdi dışarda bir at, bir inek, bir eşek, bir .
kurt, bir kaplan kalmasın, sivrisinekler sıvarurlar onlara, derileri kızıl kana keser.ıı
Başlarını otlardan yastıklara koyar koymaz, fisiltisiz, ağır sıcağa karşın uyuyuverdiler.
Burada, bostanda yaşantılan böylece sürüyor, otçu Hasanı bekliyorlardı. Bostancı Abmetse .k:onuklarmdan dolayı kıvançlıydı. Otçu Hasan gelecek de aıtlar gidecekler diye, korkusundan otçu Hasarun yolu Anavarzadald Ali.kesiğine doğru bakamıyordu, onu gelirken göroverecek diye.
Yusufu bu üç gün içinde, her kuşluklaym, üç kere sıtma tuttu. Yusuf delicesine yandı, dişleri
100
sökülüreesine biribirine vurarak ü.<;üdü. Onların gelişinden sevince, kıvanca boğulmuş bost.ancı Ahmet bu üç gün içinde çırpındı durdu. !ki canı olsaydı hiç düşünmeden birisinl Yusura verirdi. Ah bir iş olsaydı bostanda, olsaydı da şu i)'i dağlılar çalışabilseydiler giize kadar, güz geUnce de cepleri para dolu, köylerine dönııeydiler . . . Bu üç gün içinde bostancı Ahmet onların nesi var nesi yoksa her bir §ey lerini öğrendi. Kurban edilen san ökü ·
zü, satılan keçiyi, yüzlerine bakmayan ablayı, hüyükteki nar ağacının akla hayale sığmaz hünerlerini . . . Sonra her gün ak�am olup gün kavuşuncadır ki �ık Ali sazının üstünü yumulup o insanı derinden sarsan, insaru sıtmaya tutuımu§a döndüren sesiyle türküye başlıyordu. Duyulmamış tür
küler söylüyordu Çukurova üstüne, zalim insanoğ ·
lu, amansız sinek, insanın kemiklerini bile eriten sıcak üstüne. Ve gözleri her an Alikesiğinde, oradan çıkıp gelecek otçu Hasanı bekliyorlarc!:.
Tan yerleri ışıyor, Gavurdağlarının ba.§ı ağar· dı ağaracak, Düldül dağı toptan, tepeden tırnağa bir ışık seline batmu�. kırmızı bir bakırda buğulanırken, otçu Hasan sırtında koskocaman torbasıyla upuzıın bir ·böğürllen kümesinin arkasından, ııAhmet, Ahmet, oğlum bostancı Ahmet,» diye bağırarak bitiverdi. Ahmedin beti benzi kül gi.bi oldu.
ııGeldi,ıı dedi ölü bir sesle. (lo geldi. Otçu Hasan . . . >>
Hepsi her yerden, sevinerek, gelen adama döııdüler. Otçu Hasan uzun, ince bir adamdı. Azıcık öne eğilmi§, çok geniş adımlar Rtarak yürüyordu
101
Sanki birkaç adım atarak yanianna bir anda geldi. Uzun yüzündeki seyrek sakalı ta göbeğine inmiş, apak, lekesiz, ışılıyordu. Boynu, yüzü k:ınşı.lı: içindeydi, örümcek ağı gibi. Derine kaçmış çimen yeşili gözleii birer ışık damlasıydı. Durmadan gülüyordu, ağız dolusu. Onu gören, bu dünyaya gam kasvet, hüzün keder, acı dert hiç uğramamış derdi.
«Benimkiler büyümüş, yalım gibi de kızarmış, tam zamanmda geldim. Ben zamanını biliiim. Bu dünyada hangi çiçek nerede, hangi kuytuda, ne zaman açar bilirim. Dedem de, dedemin dedesi de, onun dedesi de bilirdi. Allah benim soyumu tekmi� çiçekler üstüne Lokman Hekimi devran olsun diye yaratmış. Biltekmil çiçekler, otlar, ağaçlar, kurtlar kuşlar üstüne . . . Herkesin bir işi var dünyada, bizim işimiz de bu.ıı
O ki Lokman Hekimin soyundan gelir, otçu Hasan bununla övünür, o ki ne çalmış ne çırpmış ne bir insanı sömürmüş, o ki ne zulınetmiş ne bir insanı aşağılamıştır, onun soyu bilinmeyen zamanlardan bu yana şu uçsuz bucaksız Torostan ot toplar, dertiiiere derman dağıtır. Otçu Hasan nereae bir insan görse kendini ona aniatmağa çalışır, önem veiir insanlara. İşine de daha çok önem verir.
Karşısında şu beş adamı görünce coştu, eıli yıllık çiçek ot macerasmı sayıp dökrneğe başladı, soluk almadan anlatıyordu.
Lokmanı devran kuşlann, karmcaların, böceklerin dilinden anlar, otlann, ağaçlann, biltekmil çiçekleiin dilinden anlar. Toprağın, kayalann dilinden anlar. Akan suyun, esen yelin, uçan bulutun dilinden anlar.
102
Yalım gibi kırmızı sünmüş çiçeği kopardı geldi. Bir sevinç kasırgasmda esiyordu.
«Bu çiçek var ya, bu çiçek . . . " diyordu. «BU kırmızı çiçek var ya, karanlılc, azgın gecenin içinde bir güneş parçası gibi yanar. Yalınunı, ışığını bir günlük yoldan görürsün. Bu çiçek var ya, kimbilir kaç adamı acılardan sızılardan kurtaracaktır. Bu çiçek var ya . . . ıı
Aşık Ali usul usul bu sevinç kasırgasındaki adama yanaşıyordu. Dirsek dirseğe değecek kadar. ürkerek ona yaklaştıktan sonra, sesi çatallaşarak:
«Hasan Ağa,ıı dedi, ccburada günlerdir seni bekliyorduk, işte geldin çok şükür.ıı
ötekinin çukurdaki gözleri açıldı: ccGeldik,ıı dedi gülerek, crbir ota, bir çiçeğe, bir
derınana mı gereksinmeniz var?n ccVar,ıı dedi Aşık Ali yüreklenerek. ccSöyle o zaman,ıı diye güldü otçu Hasan. Aşık Ali bir iki yuikunduktan, saz çalınağa .
türkü söylerneğe hazırlanLrmış gibi hazı.rlandıktan sonra:
ccBurada bir nar ağacı varmış. bir hüyüğün üstünde dururmuş.ıı
Aşık Ali burada durdu. Otçu Hasan çelik ışıltısındaki gözlerini ona dikmiş, kaşlannı çatmış, onun sözünün sonunu bekliyordu.
Aşık Ali çabuk çabuk, sanki sözleri ağzından kaçıp yiteceklermiş gibi sözünü sürclürdü:
<<O ağaç var y� o ağaç sıtmalılara iyi getirmiş. Yusufu ona götüreceğiz. Bu Yusuf var ya . . . n Eliyle Yusufu gösterdi. ccHiç hali dirliği yok sıtmanın elinden bunun. O nar ağacını bulamazsak bu Yusuf ölecek.ıı
«Ölecek,ıı diye atıldı Memet. «Yazık, çok iyi
103
bir adamdır Yusuf, ölmesin. Ah, bir nar ağacuıı bulsak . . . ıı
Otçu Hasan: aNe diyorsunuz Allahaşkına siz?ıı diye sordu. «0 atacın yerini bir sen bilirmişsin. Senin üs-
tüne ağaç yeri bilen bir büyük usta yokmuş bu Çukurova ülkesinde, hem de Toros dağlarında.ıı
Bu övüngeç adanun zayıf yanını yakal�Iar, oradan yük.leniyorlardı.
«Her bir otun kökünü, hem de dilini, kanncanın huyunu bilirmişsin.ıı
ııSiz ne diyorsunuz Alla.haşkına?ıı «Sen bilirsin Hasan Ağa, halimiz dirliğimiz kö ·
tü. O ağacı bulamazsak biz yandık, battık, tükendik. Elaman, Hasan Ağa, sen bilirsin, şu ağacın yerini göster de bize . • . »
ırO kutsal nar ağacından başka umarımız yok.»
u Yusuf hasta . . . ıı
«Biz perişanız . . . »
aİki üç aydu· şu Çukurovada gezdik gezdlk, insanlıktan çıktık.ıı
uİnsanlıktan çıktık da bir iş bulamadık.» «0 kutsal nar ağacım bulur da altmda bir ge
cecik mihman kalırsak, cümle dertlerden halas ol unu.•
dGm söyledi bunu size?ıı «Herkes. Çukurovada herkes söyledi o ağacı
bize.ıı
aO ağacı bulmazsanız, iflah olmazsınız dediler . . . ıı
«!Gm?» <•Bizim Düldül dağından olan kadın. Şu ağaç ·
lıklı köyden.ıı
104
ecDedi ki, size yardım ederse o nar ağacı eder, dedi.»
ccO a�acın altında uyumayan bir kişi bu Çu
kurovada iflah olmazmış.ıı
Otçu Hasan gevşcmiş, yumuşak, okşar gibi on
lara bakarak gülümsedi , güvenli bir sesle: uÇukurovada böyle kutsal bir ağaç yok,n de-
di. ccOlsaydı ah . . . ıı diye de ekledi. ccVar,ıı dedi kesin bir sesle A/ilk Ali. "Var!ıı Memet: ccVar ! ıı Yusuf: ccVar lıı Hösük: ccOlmaz olur mu? Sen bilmiyorsun yerini, bir
de bizim ağacımıza yok diyorsun ! » ccYok, ıı dedi inatla otçu Hasan. ccOlsa ben ye-
rini bilmez miyim?» ((Bilemezsin,» dedi �ık Ali. ccBilemezsin,» diye gürledi Hösük. c•Bilirim,» diye gürledi otçu Hasan, onuruna
dokunulmuş. C<Bilirsen söyle,ıı diy� dikeldi �ık Ali. ((Yok ki bileyim.ıı ccVar.•ı Araya bostancı AlımeL girdi, onlan bir an için
yatıljtırdı, söğüdün gölgesine otuıi.up kuyudan çıkardığı soğuk karpuzları kesti, otların üstüne yaydı.
Tan yerleıi ışıyordu.
uBuyurun. ıı . Karpuzlan yemeğe koyuldular.
Azıcık dinginleşen otçu Hasan: <<Vardı,>) dedi, C<ÇOk kulsal ağaç vardı !lU Çu-
105
kurovada. Buradan denize kadar nar ağacı ormaruydı Çukurova. Yaz bahar aylannda bir al çiçekler açardı narlar, toprak buradan Ayasa kadar apal kesilir, deniz gibi dalgalarurdı. Kara yılanlar sevişirdi nar çiçeklerinin altında, ocaktaki demir gibi kıpkızıl olarak . . . Hiç ağaç kalmadı ovada, bütün ağaçlan kökten söktüler. Şimdi ne nar, ne meşe, ne karaçalı, ne çam, hiç bir ağaç kalmadı Çukurovada, yok. Şu ovada kutsal hiç bir §ey kalmadı ki nar ağacı kalsın. Zaten öyle kutsal bir nar ağacı da yoktu. Ne ki iyi, ne ki güzel, ne ki insan. ca, başını aldı da çekildi gitti uzaklara. Öyle bir nar ağacı olmuş olsaydı ovada, çoktan kökünü kömecini, yaprağım dalını torlar toplar çekilir giderdi başka yerlere, başka dünyalara. Öyle bir nar ağacı yok. Olsa da şifa dağıtamaz, sizin derdinize derınan olamaz.»
uÖyle bir ağaç var,ıı diye dikeldi A§ık Ali. cıDerdimize derman oıacak,ıı dedi Memet. «Hiç bir mümkünü çaresi yok,» dedi Yusuf. uO yoksa, öyle bir ağaç gelmemişse bu dün-
yaya, bizim ocağıınız battı,ıı dedi Hösük. «Kalkın ayağa,» diye yerinden fırladı Aşık Ali.
«Yolcu yolunda gerek. Biz o nar ağacuu bulacağız., cıNasıl olmaz o nar ağacı . . . ıı HAkbüyük başmda . . . ıı
<<Tepenin üstünde.» HAlını bütün ovaya yayarak . . . ıı cıBir günlük yoldan bir yangın ateşi gibi gö
zükerek . . . , «Niçin yalan söylesin bize, o Düldül dağından
gelen kadın?ıı <<Niçin yalan söylesin bize, tekmil ovalılar, dağ·
War?ıı
106
�<De bakalım, ne çıkarları var bize yalan söy-lemekle?»
ırBiz o ağacı bulacağı?..» «0 ağacı bulup muradımıza erecegız.ıı Öfke içindeydiler. Buna karşın bile bostancı
Ahmede: cıSağlıcakla kal, iyi insan kardaşımız.» cıBize gösterdiğin iyiliği babamız olsa yap
mazdı.ıı «Dünya zaten böyle iyi insanların yüzü suyu
hürmetine duruyor.ıı cıSağlıcakla kal. . . » dediler. Hızlı hızlı, göbeklerine kadar gelen otlarııı, ça
lıların içine daldılar. Anavarzanın gündoğudaki bumuna doğru yürüdüler. Bostancı Ahmet onlar gözden ıraymcaya kadar ayak uçlanna dikelip baktı, sonra da geldi hüzünle otçu Hasarun yanına çöktü:
�<Gittiler,ıı dedi. c•Aaah, bir i�im yoktu ki. . . Onlara verecek bir işim yoktu .ıı
Otçu Hasan: cıÇok sıkı�mışlar da, o nar . . . ıı
Bostancı Ahmet onun sözünü telaşla kesti : cıBulacaklar, bulacaklar o nar ağacını. Yoksa
evlerine böyle eli boş nasıl dönerler?•> Otçu Hasan, Ahmcdin tela:ıına yumşadı: �<Kimbilir,ıı dedi. «Bellti de bulurlar. İnsanoğ
lu bu, çok keramet var lnsanda.ıı cıÇok keramet,n dedi bostancı.
Gün atıyordu Id Savrun çayına vardılar. Su azalmış azalmış, bir pınar ayağı suyu kadar kal-
1 07
Inl§tı. Çayı bir ark atıar gibi atıadılar. Yukarda kerpiç evleriyle bir köy dumanlanıyordu.
rıKöye girelim,, önerisinde bulundu Hösük. «Olmaz,, diye diretti Aşık Ali. «Nar ağacını
bulmadan hiç bir köye gidemeyiz.n «Köylere gitmezsek, nar ağacının yerini nasıl
buluruz?» diye yakındı Hösük. «Bulunur,>> dedi Memet. Yola çıktılar. Yolda tozlar ayak bileklerine ka
dar çıkıyordu. Daha gün kızdırmamıştı, çarıkları
nın içine giren tozlar serincecik ayaklarını okşuyordu.
Karşıdan turuncu bir traktör gözüktü, a� ağır onlara doğru geliyordu.
Traktör yaklaşınca yolun dışına çıkıp durdular. Traktöreünün başındaki siperliği geniş kasketin rengi de turuncuydu. Sürücü tam karşılarına gelince durdu:
«Selamünaleyküm ırgatlar,n dedi. <<Demek işl bitirdiniz de dönüyorsunuz?>>
((Dönüyoruz,ıı diye onu karşıladı Hösük. öteki kapkara, büyük, ışıltılı gözleriyle hüzün
lenerek: ((Yazık,, dedi. «Bu yıl hiç iş olmadı Çukurova
da. Bundan sonra da zor.» «Zor,, dedi Hösük. öteki, traktörü sürrneğe hazırlanırken: rcDur,, dedi Aşık Ali. Traktöreti ona baktı: uSen aşık mısın,>> diye sordu. «Buyur Aşık, bir
diyeceğin mi var?ıı «Var,» dedi Aşık Ali. «Akhüyüğün üstündeki
o nar ağacını soruyorum, nerede o?ıı Traktörcü delikanlının esmer, genç, gamzeli
108
yüzü karıştı, göılerinl kısıp bir süre düşündü. «Ben ne öyle bir hüyük gördüm, ne de öyle bi!"
nar ağacı duydum. Kusura kalmııyuvı
Traktörünü sürdü. Hösük birden çılgıncasına öfkelendi: «Sorulur mu böyle bir adıı.ma, böyle bir çocu
ğa, öyle bir nar ağacı?" diye bağırdı.
«Öyle bir nar ağacı . . . Böyle bir çocu(.ra! ıı diye: onu onayladı Memet.
Yusuf da öfkelendi: «Ne bilsin traktörcü? O daha bir çocuk, ona
hiç sorulur mu?ıı
Memet çocuk konuşmuyordu. dalnuş g1tmiştl. Yüzünden de hiç bir şey anlaşılmıyordu. Bütün an
lamını yitirmişti yüıı.
Aşık Ali de onlara katıldı: �<Bilemediın,ıı dedi, «soracak adanu. Yüzü ne
iyiydi delikanlının, bilseydi narın yerini söylerdi.ıı
«Bilemezdi,ıı diye gürledi Hösük. Yoldan bir atlı geçti. Onun arkasından bir at
arabası . . . Arabanın içinde üç yaşlı adam vardı. Onun arkasından bir otomobil geçti yoldan, onları tepeden tırnağa apak toza bı.1layarak.. Sonra hızlı hızlı yürüyen hasır şapkalı, lacivert elbisell, beyaz ayakkabılı, kırkında gösteren bir adam bir s,eyler nurıldanarak geçti. Onlaruı hiç birini gözleri tutmadığından, nar ağacının yerini soramadılar.
Öğle oldu, sıcak kızdırdı, yanınağa başladılar. Hiç konuşmadan tarlalara sapıp, Savruıı çayına gelip, yarın altına oturdular. Dostancı Alımedin doldurduğu çıkınlarını açtılar, yemeğe durdular. Savnın çayının suyu hamam suyu gibi olmuş, sapsarı akar gibiydi. İster Istemez içtiler. Yemekten son-
109
ra güneıin alnına uzanıp garbi yeli çıkıncaya kadar yattılar.
önce Aşık Ali doğrulup oturdu, arkasından da ötekiler. Birbirlerine bakışıp kaldılar, ne yapacaklannı bilmiyorlardı. Birden Aşık Alinin yüzü gül· dü, karşıda harman savuran adamı görmüştü:
ııBakm, orada bir kişi harman savuruyor.» Ötekiler de adamı gördüler, sevindiler. Hiç
konuşmadan, Aşık Ali önde, ötekiler arkada, harman savurana gittiler.
ııSelamünaleyküm.ıı Adam sevindi: ııAleykümselam! Buyurun, buyurun. İyi ola
cak hastanın doktor aya�a getirmiş. Harman sa
vurmasını bilir misiniz?» «Biliriz,» dedi Aşık Ali. «Yaban var ını hepi
miz için?" «Altı tane yaba var, arkadaşlar geleceklerdi
ya, köyde dün akşam arbede çıktı, iki kişiyi vurdular.ıı
ııGeçmiş olsun . . . » Adam: «Adım,, dedi, ııResuı . ., ötekiler de adlarını
söylediler. "Buyurun. Herkes beğendiği yabayı alsın.>>
Memet çocuk orada öyle cllkilip kaldı. ııBu daha çocuk, harman savurmasını bilmez,,,
dedi Hösük. Memede döndü: ııMemet çocuk, sen git de şu arabanın gölgesine otur.ıı
Bir şey söylemeden, çocuk arabaya gitti, sırtıim tekere dayayıp oturdu. Az ilerde, yarın kıyısında mor devedikenleri açmış, esen garbi yelinde mosmor sallanıyorlardı.
Harmana giriştiler, daha akşam olmadan sa-
110
vurdular bitirdiler. Resul hakettikleri parayı ayn ayrı avuçlanna koydu:
«Sağolun, varolun karda.şlar, beni kurtardınız,, dedi. «Ben tek başıma Ü!; günde savtırup bitiremezclim bu harmanı, sinekler de yer bitirirlerdi beni. Bir yemek yedirmeden sizi bir yereikiere göndermem.,
«Acelerniz var,n dedi Aşk Ali, kurnazlık ederek. «Bulmalıyıl!: orayı, yeti�eliyiz oraya.n
«Nereye?» «Hüyükteki nar ağacına. Sen hüyükteki nar
ağacını biliyor musun? Bu ağacı Çukurovadaki herkes biliyor da . . . Bize gösterdiler de _ _ , ,,
«Burada bir yeri tarif ettiler . . . n
«Hele siz oturun da, yemeğiDizi yeyin de, orası kolay. Şuralarda ilerde bir nar ağacı olacaktı. Hele siz oturun. Belki on ki§ilik azık koymuş bizim kadın. Hele siz oturun da güzel güzel yemeğiDizi yeyin de, ıjimdi Molla Hacı gelir a§ağıdan, kulağına çiçek sokunmuıj. O her gün, nereden bulursa bulur, kulağının ardına bir çiçek sokar. Az sonra geçer yoldan, portakal bahçesinden gelir. Portakal bahçesini dersen de on yedi portakal fidanıdır. Onun portakal bahçesini her yıl kı�ın sel basar, o da her bahar on yedi fidam bahçesine yeniden diker. Allah bilir, o biliyor nar ağacının yerini.» Gözlerinde kurnaz bir ışılt\ çaktı söndü. «Hele siz yemeğiDizi yeyin. belki ben de çıkanrını yerini o nar ağacının. Buralarda öyle bir nar ağacı olacaktı. n
Resul sofrayı açtı, ortadaki tencercnin içinde iki buçuk kızarmış tavuk durup duruyordu. Bir tepside de tepeleme pirinç pilavı. daha ıpılık. Ir
gatlar yemeği bir an önce bitirip kurtulmak için
sofraya saldırdılar. İnanılmaz bir çabuklukla ortada ne var ne yoksa silip süpürdüler.
«Söyle o nar ağacırun yerini, kardaş. O nar ağacı bize çok gerek.ıı Ölü gibi yalvanyorlardı. <<O nar ağacını bulmazsak olmaz . . . ıı
<<İki ayı geçti, Çukurovadayız, ne bir iş, ne bir şey... Yusuf da ölecek. Bizim hepimiz de hastalamp öleceğiz.ıı
«Durun hele, durun,ıı diye düşünıneğe çalışıyordu adam. «Durun aklımı bir toparlayayun. Hemen yerini bulurum o ağacın, aklıma şimdi şıp diye düşer.ıı Başını döndürüp döndürüp yola aşağıya bakıyordu. «ŞU Molla Hacı da nerede kaldı?»
«Çabuk düşün kardaş,ıı ·diye yalvardı Aşık Ali.
«Çabuk dܧÜn de karanlık kavuşmadan varalım da o kutlu ağacı görelim.))
«Şimdi, şimdi . . . ıı Resul uzaktaki Anavarza kayalıklanna, uçarcasına ovanın üstünden şınltı gibi akan Savrun çayına, ı§ığa batmış çıkmış, perde perde yatık mavi dağiann arkasındaki duman kızılı Düldül dağına bakıyor, bir yerlerden bir imdatçı bekliyordu.
Derken Hacının başı yann altından gözüktü. Resul sevinç içinde ona koştu:
«Seni bekliyordum Mollam,ıı dedi. «Seni bekleye bekleye gözüınüz dört oldu. Bak, seni ne kadar zamandan bu yana seni bekliyoruz ki, deme gitsin! ıı Soluk alınamacasına konuşuyordu. «0 nar ağacını bunlara salık vermiş aşağı köylerden bir kadın. Demiş ki, Aklıüyükteki nar ağacının yanında bir gün yatarsanız, cümie dertterinizden pirü pak olursunuz. Bizim arkadaşlar da, bak, benim
harmam bir anda savurup bitirdiler, o nar ağacım anyorlar. Burasını tarif etmişler, iyi ki de etmiş·
112
ler, yoksa seninle biz kaç günde bitirebilirdik bu harmanı? Ben de onlara dedim ki, buralarda bir h üyük var ya, doruğunda ataeı var mı yok mu, biIemem, onu bilse bilse Hacı billr.n
Hacı: ııBlllrim,n dedi. ,,o nar ajı;acının bana, bizim
köye çok iyiliği dokundu. Ama sonunda da o kurudu.ıı Kolunu kaldınp boz topraklı bir engebeyi gösterdi: ccBak:ın, orada ajı;aran tepenin üstündeydi o nar ağacı. Bir çınar kadar büyük. Yaz bahar aylannda çiçekleninee, ta uzaklardan l.>ir top ya. hm gibi pariardı kızıltısı . . . Onun yanında, altında, onun toprağında bir gece uyuyana Allah ne dilerse verirdi. Bakın orada, o kadar uzakta değil. İsterseniz bugün burada bizimle kalın . . .r •
ııBize yarın öğleye kadar yardım edersiniz,,, dedi Resul. "Size daha da çok para veririm. Yann öğleyin buradan yola çıkar, akşama o narlı büyüğe vanrsınız. Bakın, gün aştı aşacak. Oraya varıncaya kadar karanlık kavuşur, nar ağacını değil hüyüğü bile bulamaı.sınız.o
Resul haklıydı. O gece orada yat.tılar. Sivrisinekler beterdi, ne ateş dinliyorlardı ne duman . . . Sabahleyin ötekilerle çalışınağa durdular, öğle olunca:
ııBiz büyüğe gidiyoruz. Siz sağlleakla kalın,» dediler, Resuldan paralarını aldılar.
Molla Hacı inceden ineeye onlara hüyü� �östererek anlattı. Ötekiler sevinçlt-rinden kabukianna 'sığamıyorlardı.
Daha ikindi olmadan Hacının gösterdiği hüyüğe ulaşıp tepeye çıktılar. Tepede ne bir yeşil dal, ne de bir yaprak görebildller. Tam orta yerde kırılmış kalın bir gövde toprağa çakılnuş, damar da·
mar köklerini bütün tepeye yaymış durup duruyordu orada.
«Bulduk," diye bir çığlık gibi bağırdı Aşık Ali . .. çok şükür Allahıma bulduk. işte bu. Bu kök, o nar ağacının kökü.ı>
«Onun kökü,, dedi Hösük.
ııKendi yoksa da kökü var,>ı diye konuştu Memet. 11Ha kökü, ha gövdesi, ha al çiçekleri, ha dal lan yapraklan . . . ıı
ı�Hepsi bir,ı> dedi Yusuf. . tcDua edelim,ıı diye ellerini havaya açtı Aşık
Ali. Kıbleye dönüp dudakları kipır kıpır uzun süre dua okudular. Bir tek Memet çocuk onlara katılmadı.
••Sen dua bilmiyor musun Memet çocuk?ıı di· ye sordu Aşık Ali.
ıcBiliyorum,» diye onu yanıtladı Memet çocuk.
ıcÖyleyse?ıı <•Kendisi ölmüş bu a�acın. Zaten kendine hay
retınemiş ki bize . . . ıı
«Suuus,ıı diye onun üstüne yürüdü Hösük. �<Suuus, b�umza iş açacaksın, suuus, pis oğlan, hiç ermiş a�aca karşı öyle konuşulur mu?ıı
ötekiler de HösOğe katıldılar. Belki gece yansına kadar a�acı, ağacın kerametierini anlattılar durdular çocuğa. Çocuğunsa onlann. sözleri bir kulağmdan giriyor, ötekinden çıkıyordu.
İlk akşamdan başlayan garbi yeli gittikçe azıtmış, bir fırtına gibi esmeğe başlamıştı. Hüyüğü sivıisinek sert yelden dolayı tutmuyordu. O gece sabaha kadar rahat, deliksiz uy Ltdular.
önce Aşık Ali uyandı. Sazı başucundaydı, onu
1 1 4
elledi. Bütün ömrünce ilk uyandığında hep sazına dokunmuştu. Bu onun tı/Iııruydu. Ardından Memet, sonra Yusuf, en sonra da Hösill� uyandı. Hüyükten aşağı inip, bir sıra olup uzun uzun işediler, sırtlarını kutsal büyüğe dönmüş. İşedikten sonra farkettiler ki aralannda Memet çocuk yok. Biribirlerine baktılar.
ccBelki buralardadır,ıı dedi Memet. uArarsak buluruz onu. Belki de şimdi döner gelir.»
«Gelmez,» diye içini çekLi Aşık Ali. uO bir daha bizim yanımıza gelemez."
«Gitti gider,» dedi Yusuf. uNe iyi bir çocuktu. Derdi günü bir çift çangal boynuzlu öküzdü.ıı
«Benim hançer? Benim hançer . . . " diyerek hüyüğe fırlayan Hösük, bir yandan üstünü başını yokluyor, bir yandan d a yörede aranıyordu. nBenim hançer, benim hançer yok ! Çocıık geceleyin benim hançeıi almış da tüymüş.n
Bundan sonra Hösükten de hiç bir ses çıkmadı. Orada, hüyüğün üstünde bir süre yerlerinden kıpırdamadan öylece durdular kaldılar. En sonunda Aşık Ali uykudan uyanırcasma:
«Böyle yapacağı belliycli,n dedi. «Keşki başına kötü bir iş gelmese . . . Olacak clur.ıı
ötekiler konuşmadılar. Aşık Ali önlerine düştü, hüy·ükten aşağı indi
ler, yönlerini dumana batmış mor dağlara dönüp ver elini Binboğalar dediler. Sağ yanda. çok uzaklarda doruğuna gün vurmuş Düldül usul usul ağarıyordu.
öğleye doğru Dikeniiyi tutmuşlar, Karatepeye doğru yol almışlardı bile. Burunlarına yaylaı yarpuz, çam kokusu geliyordu. Mcmet öne geçmiş,
1 15
uzun ad.ımlarla ilerliyordu. Bir ara durdu, derin derin soluklandıktan sonra:
«Benim sarı öküzü kurban kesmişler, hey Aşık Ali,ll dedi. nBen ondan ayrılırken arkasına döndü döndü de ağladıydı, tıpkı insan gibi. . .ıı
Aııık Ali bir söze varmadı. Yürümelerini sürdurdüler.
116