94
YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ SÜRELİ YAYINIDIR ÖĞRETMENLER GÜNÜNE ÖZEL ÖĞRETMEN FİLMLERİ PROF. DR. İRFAN ERDOĞAN İLE ÖĞRETMEN OLMAK ÜZERİNE ANTİK ÇAĞDA EĞİTİM-ÖĞRETİM VE ÖĞRETMEN OSMANLI’DA ÖĞRETMENLERİN TEŞVİK VE TALTİFİ HOCADAN MUALLİME, MUALLİMDEN ÖĞRETMENE BİR ALTIN ZİNCİR SINIF KAPISI (GELECEĞE AÇILAN KAPI)

YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ SÜRELİ YAYINIDIR

ÖĞRETMENLER GÜNÜNE ÖZELÖĞRETMEN FİLMLERİ

PROF. DR. İRFAN ERDOĞAN İLE ÖĞRETMEN OLMAK ÜZERİNE

ANTİK ÇAĞDA EĞİTİM-ÖĞRETİM VE ÖĞRETMEN

OSMANLI’DA ÖĞRETMENLERİN TEŞVİK VE TALTİFİ

HOCADAN MUALLİME, MUALLİMDEN ÖĞRETMENE BİR ALTIN ZİNCİR

SINIF KAPISI(GELECEĞE AÇILAN KAPI)

Page 2: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

BİZİM GÖK KUBBEMİZPROJESİ

BİZİM GÖK KUBBEMİZPROJESİ“Gelin Tanış Olalım, Kardeş Olalım”

ÜSKÜDAR İLÇE MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ

“Gelin Tanış Olalım, Kardeş Olalım”

twitter.com/uskudarmemfacebook.com/uskudarmem

Page 3: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

İ s h a k A S L A NEditör

Dünya genelinde ve özelde de ülkemizde yoğun gün-

demlerden geçiyoruz. Kaotik hale gelen sorunsalların

özüne inildiğinde, aslında bunların kolaylıkla çözümle-

nebilecek mevzular olduğu, yalnızca önemsenmeyerek,

ötelenerek geçiştirilen fenomenlerin; nasıl bir kartopun-

dan çığ kütlesine dönüştüğünü, mevzu bizi etkilemeye

başladığı anda görürüz. Temel problem; kollektif bir

bilinçle sorunların analizini yapmama ve nihayetinde yine

kolektif bir bilinçle çözüme el atmamamızdır. Peki bu

hususta başat rolde olması gerekenler kimler? Aydınlar

ve aydınlanmış bilince sahip olan öğretmenlerdir hiç

kuşkusuz. Grigory Petrov’un yazdığı, Beyaz Zambaklar

Ülkesi Kitabında; Fin toplumunun yaşadığı fakrı zaruret

durumunu gören ve bunun için çözüm arayan kahra-

manımız Snelman, öncellikle aydın, okumuş ve memur

konumunda bulunan kitlenin uyandırılması gerektiğini

görür. Onlara şöyle seslenir; ‘aydın kesim bir milletin beyni

gibidir. Millet sizi iyi bir öğrenim gördükten sonra maaşa

konasınız diye, akşam kahvelerde, iskambil ve domino

masasının başına geçip eğlenesiniz diye okutmamıştır.

Bunu böyle yapanlar aydınlar değildir. Bunlar, aydınların

küflenmiş olanlarıdır. Okumuşların hepsi, ulusal zekâyı

geliştirmek, ulusal vicdanı uyandırmak, ulusal iradeyi

güçlendirmek zorundadır.’

Kuşkusuz öğretmenler, toplumun en küçük ve önemli

bireyi çocukları eğitmenin yanı sıra aileyi ve toplumu da

yetiştirmek gibi ulvi ve zor bir misyonu yapmak zorunda-

dır. Binaenaleyh, yeni bir toplum inşasının öncü sanatkâr

ve sedefkârları; öğretmenlerdir. Snelman devamında yeni

bir Fin toplumunun şekillenmesi için aydınlara ve öğret-

menlere şöyle seslenir; ‘millete, hayatın değerini anlamayı

ve korumayı öğretin. Ucuz ve gösterişsiz olmakla birlikte

daha iyi yerleşim merkezlerinin nasıl kurulabileceğini

öğretin. Kendilerinin ve çocuklarının hayatlarını nasıl

koruyacaklarını, mutlu bir aile yaşamının nasıl kurula-

bileceğini, erkeğin kadına, kadının erkeğe nasıl davra-

nacaklarını ve çocuklarını nasıl yetiştireceklerini öğretin.

Milleti, her işi zamanında yapmayı, disiplinli ve düzenli

çalışmaya alıştırın. Kendisinin ve başkalarının haklarına

saygılı olmayı öğretin. Bütün işlerde halka örnek olma-

ya çalışın’. Bu öğretiler ışığında, Rus sömürgesi altında

çok geri kalmış Fin toplumu için ‘halkın öğretmenleri’

olma görevini üstlenen Snelman’ın da içinde olduğu

bir gurup öğretmen, yılmadan, yorulmadan çalışarak

Farabi’nin ‘ El-medinetü’l Fazıla’sı, Platon’un Devlet’i

gibi tasarımladıkları bir devlet modelinin öncüsü oldular.

Nihayetinde bir bataklık yeri olan Finlandiya’yı beyaz

zambaklar ülkesine dönüştürdüler. Kurtuluş Savaşında

milletin selameti için cepheye öğrencileri ile birlikte en

önde koşanlar öğretmenler değil miydi?

Nurettin Topçu öğretmenlerin ulvi konumunu dile geti-

rirken aynı zamanda bir ikazda bulunur; ‘Âdemoğlunu,

beşikten alarak mezara kadar götürüp teslim eden, dün-

yanın en büyük mesuliyetine sahip insanıdır muallim.

Kaderimizin hakikatinin işleyicisi, karakterimizin yapıcısı,

kalbimizin çevrildiği her yönde kurucusu odur. Fertler

gibi, nesiller de onun eseridir. Farkında olsun olmasın,

her ferdin şahsi tarihinde muallimin izleri bulunur. Dev-

letleri ve medeniyetleri yapan da, yıkan da muallimlerdir.

Muallime değer verildiği, muallimin hürmet gördüğü

ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçal-

tıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür,

alçalmıştır ve şüphe yoktur ki bedbahttır’.

Evet, Kasım ayı, saatlerin ve günlerin öğretmen diye

vurulduğu andır. Mekteb-i Üsküdar Dergimizin 14. sayısı,

öğretmen dosyasıyla huzurunuzdadır. Konusu öğretmen,

yazarları da öğretmen olan bir dergi. Şiir, makale ve

öyküler ile dopdolu olan bu sayımızda ayrıca ülkemi-

zin önde gelen düşünce adamlarından biri olan Prof.

Dr. İrfan ERDOĞAN ile gerçekleştirdiğimiz röportaj

ilginizi çekecektir. Özellikle Cumhuriyetimizin kuruluş

döneminde maarif ile ilgili hususların öncü şahsiyetler

ile birlikte anlatıldığı bu röportaj, aynı zamanda güzel

bir eğitim felsefesini ortaya koymaktadır.Yeni sayımız

yayın aşamasında iken gelecek sayının heyecanı bizi

şimdiden sarmaya başladı. Yeni sayıda buluşmak üzere

kalın sağlıcakla…

1) Petrov,G.BeyazZambaklarÜlkesi,AyrıntıYay.

2) Topçu,N.Türkiye’ninMaarif Davası,DergahYay

Selam ile,

Page 4: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

İÇİNDEKİLER

AHİLİK KÜLTÜRÜMÜZÜN YANSIMASI KARDEŞ OKULLAR PROJELERİ

Sevda DIRAGA CANBAZ

60

Erkan KAHRAMAN SENSİZ DİLEĞİM

59

DERTLERİMİN SONSUZ GÜZELLİĞİSİN

İsmail AYKANAT

63

SELÂHADDÎN İÇLİ VE TÜRK MÜZİĞİ Mehmet Cemâl ÖZTÜRK

70

KALEMİ BIRAKMADilan ORTASAÇ69

ÖĞRETMENLER GÜNÜNE ÖZEL

ÖĞRETMEN FİLMLERİ

Deniz SARIBUDAK

64

TANPINAR’A NASIL KÜSTÜM?

TANPINAR İLE NASIL BARIŞTIM

Suavi Kemal YAZGIÇ

72

ÖĞRETMENİN DİLİNDEN

Ayşe YİĞİT74

ÖĞRETMEN OLMAK

Kübra BOZKURT 76

BEYAZ GÜVERCİNÖzay EROĞLU

ÖĞRETMENİM BENIşıl AKSOY ATİK

GÜN EKSİLMESİNSezen GÜLBAR

ÜSKÜDAR FAALİYET BÜLTENİRumeysa KARIŞMAZ

78

80

81

84

ANTİK ÇAĞDA EĞİTİM-ÖĞRETİM VE ÖĞRETMEN

EN ARKA SIRADAKİÇOCUĞUN SESLENİŞİ

İshak ASLAN İshak ASLAN

OSMANLI’DA ÖĞRETMENLERİN TEŞVİK VE TALTİFİ

Sinan AYDIN Emre GÜL

GELENEKSEL İSLAM EĞİTİM KURUMLARI VE ÖĞRETMENLİK

ÖĞRETMEN HASAN EFENDİNİN ŞİİRİ

Adem TURANTayfur KOZAN

HOCADAN MUALLİME, MUALLİMDEN ÖĞRETMENE BİR ALTIN ZİNCİR

Mine KILIÇÖzgür Aras TÜFEK

BİR GÜNÜN ANISINA

Nurettin DURMAN

SINIF KAPISI(GELECEĞE AÇILAN KAPI)

19

20

23

14 24

26

8

6

Page 5: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

ÜÇ AYLIK EGİTİM ve KÜLTÜR DERGİSİYıl:4 Sayı: 14 / Kasım 2018

İmtiyaz SahibiÜsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Adına Sinan Aydın

Genel Yayın Yönetmeni İshak Aslan

Yazı İşleri MüdürüÖzgür Aras Tüfek

Yayın Kurulu Tayfur KozanSelahattin ÖzkökMine KılıçReyhan ÇelikSabahat Özgöl

BültenRumeysa Karışmaz

TasarımArif Osman Görüşü[email protected]

Baskı Hat Basım SanatlarıBasım Tarihi: Kasım 2018

SEVGİ DOLU BİR ÖĞRETMEN BAĞLANMA STİLİMİZİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?

Hatice Kübra AKYÜZ

PROF. DR. İRFAN ERDOĞAN İLE ÖĞRETMEN OLMAK ÜZERİNE

İshan ASLAN Özgür ARAS TÜFEK Sabahat ÖZGÖL

YENİLİKÇİ BİR EĞİTİM SEVDALISI İSMAİL HAKKI BALTACIOĞLU

Karani BEDİR

HENÜZ 17 YAŞINDA İDİM…MUSTAFA NECATİ BEY HUZUR EVİ SAKİNİ BÜLENT UĞUR İLE SÖYLEŞİ

Sinan YILMAZ

KUŞAKLAR VE DEĞERLER

HER ÖĞRETMEN BİR RESSAM

Doç. Dr. Can POLAT

MEDENİYETİN BEŞİĞİ HARRAN

Reyhan ÇELİK

Yazışma İletişimMimar Sinan Mah. Dr. Fahri Atabey Cd.No: 21 Üsküdar Hükümet Konağı B Blok Kat: 1-2

[email protected] yazılarından sorumludurlar. @UskudarMEM uskudarMEM

30

32

36

39

45

47

50

54

ÜSKÜDAR İLÇE MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ

ALTIN ŞEHİR

Çetin KILIÇ

Sabahat ÖZGÖL

Page 6: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18
Page 7: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

Ayhan KALAYCI

Page 8: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

6

SINIF KAPISI(GELECEĞE AÇILAN KAPI)

Ülkelerin ve toplumların en önemli gücü, en büyük

zenginliği, nitelikli, iyi eğitimli, çalışkan, yeniliklere ve

rekabete açık insan kaynağıdır. Öğretmenlerimiz, nitelikli

insan kaynaklarının oluşmasında, gelişmesinde ve ye-

tişmesinde; dolayısıyla geleceği inşa etmek noktasında

en büyük paya sahiptir. Ayrıca öğretmenler, hepimizin

gönlünde müstesna bir yere de sahiptir. Bilhassa bizim

kültür ve medeniyetimizde, öğretmenler anne ve ba-

balarımız kadar değerli, onlar kadar aziz ve muteber

sayılmaktadırlar. Zira bizler, ilim ve irfan sahibi kimselere

hürmeti, bize bir harf dahi öğreten kimsenin karşısında

saygıyla eğilmeyi şiar edinmiş bir milletiz. Öğretmenlik

mesleğinin ve yüklendiğimiz vazifenin ehemmiyetini

ve ulviyetini idrak sadedinde, Nurettin TOPÇU’nun

şu tespitlerini sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Düşünülerekgirilenkapıyalnızsınıf kapısıdır.Şunainanınızkidünyadahiçbirfetihkaderinsırrınavakıf olanlar

içinsınıf kapsısınıaçmakkadarşereflideğildir.Hizmetinde

olduklarıvazifeninulviyetineinananöğretmenlerinizsınıf

kapılarınıaçarken,istiklaleümitveaydınlıkgetirenbirkapıyı

açtıklarınıhissettiler.”

Öğretmenler dünyanın en değerli işini yapıyor, en

değerli mesleğini icrâ ediyorlar. Çünkü eğitim, öğretim

ve öğretmenlik her şeyden önce ilâhî, melekî ve nebevî

bir iştir.

Öğretmenlik ilâhî bir iştir çünkü Allah Teâlâ, Rab

sıfatının sâhibidir ve bu sıfatıyla besleyen, yetiştiren,

büyüten ve eğitendir. Kâinâtta bütün varlıkların, görü-

nen ve görünmeyen âlemlerin Rabbı olan Allah, aynı

zamanda ilk mürebbî ve ilk muallimdir. Öğretmenin

ilâhî vasfı insanları ve öğrencilerini hem maddî, hem

de mânevî olarak eğitmektir. Öğretmenlik melekî bir

iştir çünkü kâinâtın gözde varlığı olan insanı eğitecek

ve onlara rehber olacak peygamberlere ilâhî vahyi ge-

tiren ve ilâhî hakîkatleri öğreten Cibrîl-i Emîn (Cebrail),

bir melektir. Onun öğretmenliğinin ilk ve temel vasfı,

peygamberleri ve onlar vâsıtasıyla insanları korktukla-

rından emîn kılmak, teskîn etmek ve güven vermektir.

Öğretmenlik nebevî bir iştir çünkü bütün peygamber-

ler Allah’ın mesajını insanlara taşıyan ve bu mesajları

davranış ve sözleriyle onlara öğreten rehberlerdir.

Öğretmen hedefleri olan dertli insandır. Kendisine

emânet edilen yavruları kendi yaşayacakları dönemin

şartlarına göre yetiştirir. Onları eğitmenin derdine düşer.

Nasıl çiftçi ektiği tohumun derdine düşerse, öğretmen

de talebelerinin derdine düşer ve onları kurda kuşa yem

S i n a n AY D I N *

Page 9: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

etmez. Eğitimci talebesinde sağlam bir vicdan inşâ etmeye

çalışır. Eğitimcinin kalitesi yetiştirdiği talebelerinde görülür.

Nitekim Ziyâ Paşa der ki:

Âyinesiiştirkişininlâfabakılmaz

Görünürşahsınrütbe-iaklıeserinde

Gerçek eğitimci düzgün karakteri sâyesinde insanları ar-

kasından sürükleyebilendir. İnsanları peşi sıra sürükleyen

dehâ değil karakterdir. Çünkü insanlar dehâya hayrandır,

ama karakterin peşinden giderler.

Yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi öğretmenlik

herhangi bir memurluk değildir. Hizmet alanının odağında

insan var. Onu yetiştirmekle vazifelidir. Bu ise ancak öğ-

retmenin kendisini devamlı yenilemesi ve geliştirmesiyle

mümkün olabilir. İyi bir üniversiteden mezun olmanın, iyi

bir öğretmen olmaya asla yetmeyeceğinin bilincinde ömür

boyu öğrenmeye, belki de öğrenci olmaya gönüllü olmalı

öğretmen. İyi, profesyonel ve entelektüel bir öğretmenlik

“aslaöğretmeyeyüzdeyüzhazırolamayacağım;çünküöğret-

menlikaslasonaermeyecekbiryolculuktur…” diye düşünerek

devamlı bir gayret içerisinde olmayı gerektiriyor. Bu konuda

örnek bir hatırayı da sizlerle paylaşmak isterim. Cemil Meriç

Hoca ile ilgili talebesi Ali Özgüven Bey şöyle bir olaydan

bahseder: Fakülteye gelirken, vapurda bile okurdu. Yolda,

‘Hocam, sizin bu kadar çalışmanıza gerek yok.’ dediğim vakit,

‘Hoca,asıldiplomaaldıktansonrasürekliolarakçalışan,öğrenen

veöğretenkimsedir.Hoca,ölümünekadarşartlarveortamne

olursaolsun,öğrencileriniyalnızbırakmayanveonlarafaydalı

olmayıamaçedinenkimsedir.’ derdi.

Türkiye’nin maarif davası üzerine kafa yormuş ve bu

uğurda samimi çalışmalara önderlik etmiş merhum Nurettin

TOPÇU’nun öğretmenliğin ne derece mühim bir iş olduğunu

anlatan şu ifadeleri de çok anlamlıdır;

“Bizimbütüntarihimiz,mualliminyükseltildiğidevirlerdeşan

veşereflemedeniyetveahlakınzirvelerinetırmanmış,muallimin

alçaltıldığıdevirlerdeiseuçurumlarayuvarlanmıştır.”

Böylesine onurlu ve güzide bir mesleğin üyesi olmanın

verdiği mutlulukla, tüm öğretmenlerimizin (24 Kasım’da id-

rak edeceğimiz) “Öğretmen Günü”nü tebrik ediyor, sağlıklı,

başarılı ve huzurlu yıllar diliyorum.

*ÜsküdarİlçeMilliEğitimMüdürü

Kaynaklar:

1.Türkiye’ninMaarif Davası,NurettinTopçu,DergâhYayınları.

2.İGEDERÖğretmenlerSempozyumuAçılışKonuşması,HasanKamilYılmaz.

3.BabamcemilMeriç,ÜmitMeriç,İnsanYayınları.

Page 10: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

8

ANTİK ÇAĞDA EĞİTİM-ÖĞRETİM VE ÖĞRETMEN

ÖNCE SÖZ VARDI

‘Bana adı öğret’ diye Allah’a yalvarır Hz. Adem.

Öğrenmek istediği, hayata anlam ve değer katan, yer-

yüzünde kendisi ile birlikte var olan bir tablonun bütün

parçaları olan ‘şey’lerdir. Bu sayede tarım, hayvancılık,

bağ ve bahçecilik ile ilgili en güzel bilgileri, deneyim ile

elde etti. Çünkü bilgi, beraberinde pratik ile en güzel

zanaatın ortaya çıkmasına yol açar. İncil’de ilk ayet

olan ‘önce söz vardı’ cümlesi bilginin insandan önce

var olduğunu gösterir. Aslında insan, bilgiyi üreten değil

keşfedendir, var olanı ortaya çıkarandır. İnsanın çoğal-

ması, yeni bilgilerin keşfini ortaya koyarken tekniğin

gelişmesini sağladı. Bununla beraber toplu yaşamanın

yolları aranılmış, nihayette site devletleri ortaya çıkmıştır.

Topluluk halinden yaşamanın yeter ve şart unsurları; ula-

şım, sağlık, eğitim ve emniyettir. Bu unsurlar ile beraber

bilim, teknik ve mimari gibi gelişmenin başat etmenleri

katkı sağlar. Eğitim başlangıçta informal yollarla öğreti-

lirken, ilerleyen süreçte formel yollarla öğretimin yolları

arandı, nihayetinde ise bir çatı altında talim ve terbiyenin

görüldüğü okullar ortaya çıktı. Okul, eğitim öğretim

faaliyetlerinin yürütüldüğü mekânlardır. Okul sözcüğü

Türkçe “okumak” kökünden, muhtemelen Fransızca

école(ekol) sözcüğüne benzetilerek, serbest çağrışım

yöntemiyle türetilmiştir. Fransızca école sözcüğünün

kökeni Yunanca (skhol) kelimesidir ve “felsefe ve ders

yeri” anlamına gelir. Türkçede Arapça mektep kelimesi

de okul anlamında kullanılır.

EĞİTİMDE ÖNCÜ MEDENİYET; SÜ-MERLER

Formel düzeyde ilk eğitim örnekleri Sümerler döne-

minde görülmektedir. Yazın örneği olarak ilk belgeler

en eski Sümer şehri olan Uruk’ta bulunmuştur. Eğitim

İshak ASLAN *

Page 11: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

öğretime dair ilk belgeler yine bu döneme rastlamaktadır,

Eski Şuruppakşehrinde yapılan kazılarda M.Ö 2500 sene-

lerine tarihlenebilen ve okullarda kullanılacak okul kitabı

niteliğinde olan belgeler bulunmuştur. Kazılardan, bu devre

ait okullardaki öğrencilerin her türlü günlük okul çalışmalarını

yazdıkları yüzlerce tablet çıkmıştır.

Sümer toplumunda öğretmenler aynı zamanda rahiptirler.

Bunlar dinî görevleri yürütürken aynı zamanda toplumsal

ve bireysel öğreti çalışmalarını da yürütmüşler. Sümerlerde

okula “edubba adı verilmektedir. Edubba; “tablet evi”, arşiv

ve dokümanların çamur tabletlerde depolandığı öğrenme

yeri, bilgi okulu, kütüphane anlamında kullanılmaktaydı. Bu

okullarda erkek öğrenciler eski Babil dönemindeki gibi kopya

yapmayı öğrenen kâtipler olarak yetiştiriliyordu. Bu yerin en

üst yetkilisi “ummia” denilen müdürdür. Bu sıfat aynı zamanda

uzman ya da profesör anlamlarına gelmekteydi. Aynı zamanda

tablet evinin (okul) babası unvanı ile tanınan öğretmen Sümer

toplumunda saygın bir yere sahipti. Bu okullarda “ağabey”

denilen öğretmen yardımcıları da bulunmaktadır. Derslerin

gün boyu devam ettiği Sümer okullarında devam takibinin

yanı sıra öğrencilerin tüm davranışları denetlenmektedir. Di-

siplin konusunda tavizsiz olan Sümer okullarında, öğretmen,

öğrencileri iyi çalışmaları için övme ve teşvik etme yoluyla

yüreklendirirken, hatalarını ve eksikliklerini düzeltmek için

cezalandırma yöntemleri kullanılmaktaydı. Aşağıda bir öğ-

rencinin tabletinden alıntı bir şiir, okulda şiddetin ne kadar

yaygın olduğunun bir göstergesidir:

Kapıdakiyetkili:“ Bana sormadan niçin dışarı çıktın?” dedi.

Beni dövdü.

Testicibaşı:“Neden bana sormadan su aldın?” dedi. Beni

dövdü.

Sümerliyetkili: “Akadların dilini konuştun” dedi. Beni dövdü.

Öğretmenim: “El yazın hiç de güzel değil” dedi. Beni dövdü.

Sümer okul yapısında branş öğretmenlerinin varlığı da

görülmektedir. Sadece yazı ya da okuma değil, aynı zamanda

sözlü edebiyattan matematiğe kadar birçok alanda ihtisas-

laşma görülmektedir. Sümerlerde öğretmenlik bir kariyer

mesleğidir. Sümerli öğretmenler, sadece öğrencileri yetiştir-

mekte kalmıyor, aynı zamanda boş zamanlarını araştırmaya

ve yazmaya ayırarak bir anlamda bilim adamı kimliği de

taşıyordu.

KADİM HİKMETİN NEŞVÜ NEMA MERKEZİ: MISIR

Antik Çağda Mısır, eğitime ve öğretmenlik mesleğine

önem veren medeniyetlerin başında gelmektedir. Mısır’da

öğrenciler ya yatılı olarak okullarda kalırlar ya da sadece

gündüzlü eğitim alırlardı. Öğrenciler, öğretmenlerinin neza-

retinde genellikle üç sayfa küçük çizimler -genelde hayvan

figürleri- yaparak öğretmenin düzeltmeleri ile çocuksu öğ-

renme çabaları desteklenirdi. Aritmetik, oyunlar ile modern

bir şekilde öğretilirdi. Pratik ve uygulamaya dönük bir eğitim

anlayışı ile öğrencilere sembolik gemiler dağıtarak altın, gü-

müş ve pirinç hesapları yaptırılır. Yazı bilgisi Eski Mısır’da

çok önemli bir beceridir ki âlimlere (öğretmenlere) “kâtip”

adı verilirdi. Matematik, aritmetik, astronomi, geometri ve

tıp alanlarında olduğu gibi Mısır, batı felsefesinin esas neşet

ettiği kaynak durumundaydı. Tales’ten, Pythagoras ve Platon’a

kadar filozofların Mısır bilim ve tekniğinden ciddi anlamda

istifade ettiği bilinen bir gerçektir. Okul ve öğretmenin öne-

Page 12: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

10

mi, papirüslerde görülmektedir. “Bir günü okulda geçirmek

faydalıdır ve onun eseri dağlar gibi ebedi kalır” nasihati ve

anaya saygı için; “Çünkü o seni okula yolladı” cümlesi bu

saygıya ve öneme örnek verilebilir.

ÇİN MEDENİYETİNDE ÖĞRETMEN

Çin’de eğitim öğretime verilen önemin göstergesi öğret-

mene saygıdaki hassasiyetleri ile ölçülür. Öğretmene saygı

ölünceye kadar devam eder. Çin kadim kültürünün önemli

simgelerinden biri olan Lao Tzu; ‘“insanlar arasına iyiliği ve

fazileti telkin eden öncüler, bilhassa öğretmenlerdir” sözü,

öğretmene ve eğitime verdikleri önemin önemli bir göster-

gesidir. Yine Çin kültürünün ana damarını oluşturanlardan

biri olan Konfüçyüs, eğitim, öğretim ve öğretmen kavramını

kadim değerler üzerinde bina etmiştir. Konfüçyüs’e göre; “bir

kimse, sürekli yeni bilgiler elde ederek eski bilgisini geliştir-

meye çalışırsa o kimse başkalarının öğretmeni olabilir’

HİND MEDENİYETİNDE ÖĞRETMEN

Hindularda da diğer ilk çağ medeniyetlerinde olduğu

gibi din adamı-öğretmen yapısı görülmektedir. Hindularda

öğretmenlik, Brahmanların (rahiplerin) elindeydi. Öğretmenin

nüfuzu babanınkinden daha fazlaydı, çocuk âdeta Brahma’ya,

Buda’ya tapar gibi öğretmenini saymaya mecburdu. Okul-

da öğretmenin öğrencilerine verdiği en sert ceza, çocuğun

üstüne su dökmekti. Öğretmen çoğunlukla bir ağaç altın-

da, yağmurlu günlerde ise basit bir çatı altında ders verirdi.

Öğrenciler yerde halka şeklinde oturarak öğretmenlerini

dinlerlerdi. Öğretmenler, öğrencilerinden ya da velilerinden

öğretim hizmetine karşılık bir ücret almazlardı. Para almak,

kötü bir hareket olmakla beraber cezaya çarptırılmayı da

gerektiriyordu.

İBRANİ KÜLTÜRDE ÖĞRETMEN

Antik çağ İbrani kültürde öğretmen, çok üst mertebede

görülmektedir. Öncelikle doğal eğitim sürecinde aileye büyük

görevler verilmiş, dinî ve toplumsal eğitimler, ilk önce ailede

başlamıştır. İbrani eğitim felsefesinde esas amaç; zühd ve

fazilet sahibi insan yetiştirmektir. Bu ulvi görevin esas uy-

gulayıcısı ise öğretmendir. Bundan dolayıdır ki öğretmen,

değer verilmesi gereken en başta gelen kişilerden birisidir.

Hatta bir Yahudi atasözünde; “Babanız ve öğretmeniniz size

muhtaç olursa evvela öğretmeninize yardım ediniz’ der.

BATI FELSEFESİ VE TALİM-TERBİYESİ-NİN ANA KAYNAĞI, YUNAN MEDENİYETİ

a) Miletos Okulu

Sokrates öncesi antikçağ Yunan’da ekol veya okul olarak

İ.Ö 6. YY da Miletos Okulu’nu görüyoruz. Thales, Anaksi-

mandros ve Anaksimenes’in doğayla ilgili gözleme dayalı

görüşleri üzerinde bina edilen okul ile ilgili olarak Platon,

Protagoras adlı diyalogunda; bu bilgelerin, Sparta eğitimiyle

yetiştiğini ve esas ilkelerinin; ’kendini bil ve hiçbir şeyde

aşırıya kaçma’ olduğundan bahseder. Arkhe adı verilen ana

madde üzerinde kozmogoni adı verilen evrenin yaratılışını

konu edinirler. Bu okulun formel yapısı ile ilgili bilgimiz yoktur.

b) Pythagoras ve Kriton Okulu

Antik çağ Yunan’da ilk formel eğitim örneğini Pytha-

goras’ın şahsında görüyoruz. Pyhtagoras’a göre; her şeyin

temeli sayıdır, hatta bir’dir. Şeyler arasındaki bağıntılar, sayılar

arasındaki gibidir. Bir şeyi anlamak demek, diğerini de anla-

Page 13: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

mak demektir. Bu açıdan iki, esasında birdir ve aynıdır. Pyh-

tagoras’ın sayılar etrafında biçimlediği bu öğretiyi, yukarıda

da bahsettiğimiz gibi Mısırlılardan geometriyi, Keldanilerden

astronomiyi, Fenikelilerden ise aritmetiği öğrenerek geliştir-

mişti. Hermenötik bilgiyi hikmetle ile yoğurarak geliştirdiği

eğitimi, hayata geçirmek için okul kurma hazırlığına girişti.

Çünkü iyi bir yurttaş için, iyi bir okul sürecinden geçmeyi ge-

rektiriyordu. Bunun için kendisinden ders alacak öğrencilerin

seçiminde titiz davranıp hem kendisiyle hem de toplumuyla

barışık, görgülü, anlama kabiliyeti yüksek ve hafızası güçlü

insanları kendisine özgü sınavlardan geçirip başarılı olanları

bilimsel bilginin hemen her dalında yetiştirdi. Pythagoras’ın

öğrencisi olmak, hem zihinsel hem de ruhsal anlamda katı

kuralları olan bir yaşamı da göze almak demekti. Onun

tedrisatından geçecek öğrenci öncellikle; anne, babası ve

akrabalarıyla ilişkilerindeki tutumları, oturup kalkmasındaki

özen, konuşacağı ve susacağı yeri bilmesine, yerli yersiz

gülüp gülmediğine, boş zamanlarını nasıl değerlendirdiğine,

nelere sevinip üzüldüğüne, yürüyüşündeki ahenk, jest ve

mimiklerine kadar hassas olmalıydı.

Pyhtagoras, seçtiği öğrencileri ilkin auditarim adı verilen

salonda toplar, derslerini keten perdeyle ayrılmış özel bir

bölümde verirdi. Bu aşamada başarılı olanlar Pytagoras’ın

birebir verdiği derslere kabul edilir, diğer öğrenciler ise yine

dinlemede kalırlardı. Phtagoras’ın herkese açıklanmayan özel

bilgileri edinen takipçileri esoterici, dışarıda olup sesini

işiterek ders alanlardan ise exoterci olmak üzere iki temel

sınıf oluştu. Dersler, Pythagoras’ın doğruluğu sınanmamış

ilkelerinden veya ‘bunu yap, şunu yapma’ biçimindeki buy-

ruklarından oluşmaktaydı. Her öğrenci bu derslerde öğren-

dikleri bu buyrukları vahiy almış gibi gizli tutarlardı. Bunun

için öncellikle her öğrenci için susmayı öğrenmek, yaşamın

ilk dersiydi. Her birinin görevi, söylenenler üzerinde tefek-

kür edip, bunları hikmetle tekâmül edecekleri bir kıvama

getirmekti. Peki bu ödevi yapanları bekleyen ödül neydi?

Pythagoras’ın has öğrencisi olmak.

Genel olarak derslerde öğrenilenler; ‘nedir, en temel nedir,

ne yapmalı, ne yapmamalı’ sorunsalları üzerinde giderek

cevaplar aranır, bilgini ırmaklarında, tepelerinde dolaşılırdı.

Bu soruların bir kısmına cevaplar verilirdi, bir kısmına ise

cevap verilmez, mantık kuralları yürütülerek talebe tarafından

suale cevap bulması beklenirdi.

Pythagoras’ın bir öğretmen olarak düşünceleri kadar ya-

şayış şekli de öğrencileri için büyük bir örnekti. Her sabah

erkenden kalkar kalkmaz, düşünsel dinginliğe ve iç huzur için

uzunca yürüyüşe çıkılırdı. Bu yürüyüş derslerde de geçerliydi;

bu sayede öğrenilenler üzerinde derin tefekkür etme ve derin

kavrayış için farklı imkânlar da sağlardı. Beden terbiyesi için

güreş, ağırlık atma, atlama alıştırmaları yapılırdı. Şarap ve

etli yemek gibi ağır gıdalardan uzak durulurdu. Ruh göçüne

inanıldığından hayvanların kesilmesine karşıydı. Yemekten

sonra ibadet edilir akabinde okuma saatine geçilirdi. Öğ-

renciler uykuya çekilmeden önce şu soruları mütemadiyen

kendilerine sormaları istenirdi; ‘Bugün ne yaptım, nerede

yanlış yaptım, hangi ödevimi savsakladım?’.

Pythagoras ve öğrencileri, ketenden bembeyaz ve tertemiz

giysiler giymeye, bembeyaz yataklarda yatmaya özen gös-

terirlerdi. Toplumsal düzeni korumak için evlilik kurumunun

teşkilini salık verirdi. Kadınlara karşı şefkatli davranılması-

nı, anneye, babaya, öğretmene saygıda kusur edilmemesini

tavsiye ederdi. Tavsiyelerinden bazıları; ‘yasaya yardımcı ol,

yasadışı olanla daima savaş’, ‘öfkeliyken ne bir şey söyle, ne

de yap’.

Pythagoras ve Kritondaki Okulu ile ilgili müfredat bilgisi-

ne sahibiz ancak kendisinden sonra gelen Ksenophanes, Herakleitos, Empedokles, Anaksagoras ve Demokri-tus’un eğitim anlayışı ile ilgili belli başlı fragmanlar dışında

teferruata sahip değiliz.

Yine önemli bir filozof olan Parmenides, Pythagoras

gibi doğduğu kent olan Elea’da aynı adı taşıyan bir felsefe

okulu kurmuştur. Bu okulda Mellisos ile Zenon gibi ünlü

düşünürler yetişmiştir. Ancak belli başlı fragmanlar ve fel-

sefi paradokslar dışında okul ile ilgili geniş malumata sahip

değiliz.

c) Sofistler; İnsana ve Eğitime Farklı Bir Bakış

Protagoras’ın öncülüğünde sofistler olarak anılan felsefe

tarihinde yeni bir grup ortaya çıktı. Gezgin öğretmenler olan

sofistler, o dönem kent kent dolaşıp değişik konularda ders-

ler vermekteydiler. Önceki filozoflar gibi kozmoloji ve esas

madde(arkhe) gibi sorunları değil, bir ilki beraberinde getiren

anlayış olarak merkeze insanı konumlandırdılar. Bunlar mate-

matik, astronomi, müzik, tarih, coğrafya, edebiyat ve mitoloji

ile ilgili çok değişik disiplinler ile ilgilenmekteydiler. Ayrıca

antikçağda kitleleri etkileme sanatı olarak retorik(hitabet)

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 14: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

12

sanatı sofistler tarafından etkin bir şekilde kullanılmaktaydı.

Yanı sıra öğrencilerine ilk defa para karşılığında bilgi sun-

maları bakımından diğer düşünürlerden ayrılırlar. Derslerini

küçük veya büyük topluluklara seminerler düzenleyerek veya

halka açık konuşmalar yaparak veriyorlardı. Hitabet, man-

tık ve siyaset bilimini o dönemin öğrencilerine bu eğitim

yöntemleri ile veriyorlardı. Ünlü sofistlerden Gorgias’ın;

‘söz güçlü bir despottur’ ifadesi, bilgi ve bilgiyi aktarmada

retoriğin gücünü ortaya koyması bakımından anlamlıdır.

Sofistler, gelecekte Descartes’in düşüncesi üzerinde etkili

olacak olan kuşkuyu esas alıyordu. Bu bakımdan eleşti-

ri merkezine; duyularımızın yetersizliği ve hata yapabilme

özelliğinin yüksek oluşunu öne sürerek, yasalara, dini ve

geleneksel normlara karşıydılar. Bir formel pedagoji çatısı

olmadan akıl yürütme ile eğitim çalışması yapan Protagoras

gibi önemli sofistlerden Gorgias, şu akıl yürütmede bulunur;

‘varlık üzerine kesin bir bilgi söylemek mümkün değildir’,

‘bilinecek bir şey yoktur, olsa bu bilinmez, bilinse bile baş-

kasına bildirilemez’.

d) Sokrates; Düşünce Tarihinin Mihenk Noktası

Sokrates, arkasından herhangi bir eser bırakmamasına

rağmen batı felsefe tarihi; Sokrates öncesi (Presokratik) ve

Sokrates sonrası (Postsokratik) olmak üzere iki kısma ayrılır.

Bu bakımdan Sokrates’in felsefe tarihinde tartışılmaz bir yeri

vardır; yaşamı, hakikati ortaya çıkarma azmi, egemen güçlere

karşı gerçeği, hayatına mal olsa bile, savunma mücadelesi

Sokrates’i unutulmaz kılan öğelerdir. Yine bir öğretmen olarak

Sokrates’in, söylediklerini önce hayatına tatbik ettikten sonra

öğrencilerine ve topluma sunması onu ölümsüz kılan bir

başka özelliğidir. Öğrencisi Ksenophon, Sokrates ile ilgili

olarak şunları yazar; ‘gerek düşüncesi ile gerek davranışıyla

bir ahlak örneği olan Sokrates, her konuda insanların en

iradelisidir. Soğuğa, sıcağa karşı dirençlidir. Azla yetinmeyi

bilir, boğazına düşkünlüğü yoktur. O her zaman için insanlar-

da erdem sevgisi uyandırmayı, ruhlarını tanımaları, dürüst

bir vatandaş olmaları için çaba sarf etmiş ve bazen onları

yalnız bırakarak kusurlarını kendileri görsün ve düzeltsinler

istemiştir.’ Bu amaç doğrultusunda, meraklı, sorgulayıcı,

araştırmacı karaktere sahip öğrenciler yetiştirmiştir.

Sokrates, uyuşmuş Atina demokrasisi aristokratlarını

uyandırmak için kendisine at sineği ödevi yüklemiştir. Hem

bir aile babası ve eş olarak hem de eğitimci ve mücadele

adamı olarak, yaşamının sonunda, ölümü çok trajik olmuştur.

Sokrates’in düşüncelerini, öğrencilerinden Platon’un diyalog-

larında ve Ksenophon’un Memorobilia (Hatıralar) isimli

eserlerinden okumaktayız.

e) Sokrates Sonrası

Mahir İz, öğrencileri için; ‘evlatlardan daha evladır’ der.

Sokrates’in ölümünden sonra öğrencileri hocalarının adını

ve düşüncelerini yaşatmak ve bu düşünceleri geliştirip ekle-

meler yaparak yeni boyutlara taşımak için Sokratesçi Okul-

lar kurmuşlardır. Bu okullar; Eukleides’in kurduğu Megara Okulu, Elisli Phaidon’un kurduğu Elis-Eretria Okulu, Antisthenes’in kurduğu Kynik Okulu ve Aristippos’un

kurduğu Kyrene Okulu başlıcalarıdır. Bu okulların formel

yapısı hakkında bilgimiz yoktur, ancak gerek yaşamlarıyla

gerekse fikirleriyle düşünce tarihine felsefi boyutta yeni açı-

lımlar getirmişlerdir.

f) Platon: Felsefe Tarihinin Dönüm Noktası

Platon için ‘felsefe tarihine düşülen nottur’ denilir. Hocası

Sokrates’in düşüncelerini, diyaloglar aracılığıyla geleceğe

taşımış, yanı sıra, gerek mağara metaforu, gerekse devlet

ütopyası bakımından değiştirip dönüştürerek felsefik ola-

rak sistemleştirmiştir. Platon, Sokrates’in ölümünden sonra

Atina’yı terk etmiş, Mısır’ı da içeren uzun doğu seyahatine

çıkmıştır. Bu verimli seyahat, hem zihnini hem de ruhunu

besleyip derinleştirmiş ve nihayetinde İÖ.385 yılında ünlü

okulu Akademia’yı kurmuştur. Akademia aynı zamanda

yüksek öğretimin temeliydi. Atina’nın kuzeyinde, ağaçlık bir

alanda bir gymnasion olan bu okul, bilgelik tanrıçası Athe-

na’nın bulunduğu yerleşim alanındaydı. Okulda; matematiğin

yanı sıra, astronomi, doğa bilimleri, retorik, mantık, siyaset,

ve metafizik dersleri verilmektedeydi. Eğitimde uygulanan

yöntem hususunda tafsilatlı bilgiye sahip değiliz. Otuzdan

fazla diyalog ve on üç mektuptan oluşan külliyatı günümüze

ulaşan Platon’un düşüncelerinden Akademia’nın pedagojik

yapısını öğrenebiliyoruz.

Platon, ‘bilginin ne olduğu’, ‘bilgi türlerinin ne olduğu’,’in-

sanın nasıl bildiği’ üzerine yoğunlaşır. Platon’a göre bilgi,

esasında zihinde önceden var olan bilginin tekrar hatırlan-

Page 15: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

ması (anamnesis) ve çağrılmasına dayanır. Menon diya-logunda, doğurtma (maotik) yöntemiyle; hiç matematik

bilmeyen bir köleye, aritmetik problemi nasıl çözdürdüğü

anlatılır. Devlet isimli eserinde ise; anne karnında başlayıp

insanın ilerleyen yaşlarına kadar devam eden sıkı bir eğitim

müfredatı öngörür. Çocuklar henüz çok küçük yaşta devlete

bağlı eğitim kurumlarına emanet edilir. Bunlar müziği de

içeren ruh terbiyesinin yanı sıra beden terbiyesi çalışmaları

ile başlayıp İyi ideasının temaşasına dek yükselen olduk-

ça uzun bir eğitim sürecinden geçerler. İyi’nin temaşasına

ve bilgisine vardıran yüksek bilgi disiplinleri pek az kişinin

uğraşabileceği disiplinler olduğu için, bu diyalektik eğitim

sadece filozof doğasına sahip pek az sayıdaki kişiye verilir.

Platon, özgür yurttaşlar için mutlaka öğrenilmesi gereken üç

bilgi olduğunu söyler; bunlar, hesap ve sayı bilgisi (aritme-

tik), yüzey ve hacim ölçüm bilgisi (geometri) ve yıldızların

dönüşünü, hareketlerini ve birbirleriyle ilişkilerini inceleyen

bilim (astronomi).

g) Aristoteles; Muallim-i Evvel

Platon’un öğrencisi olan Aristotales, Platon’dan sonra

Yunan düşünce dünyasının en büyük filozofudur. Platon’un

kurduğu Akademia’da 19 yıl boyunca eğitim görmüştür. Pla-

ton, Aristo için hoca olmanın dışında, aynı zamanda bir baba

ve ustaydı. Platon, Aristoteles’e Akademideki başarısından

dolayı nous (akıl) lakabını takmıştı.

Aristoteles, Platon’un ölümünden sonra Akademia’dan

ayrıldı. Makedonya Kralı Philippos’un davetiyle O zamanlar

13 yaşlarında olan İskender’in eğitimini üstlendi. Bu eğitim-

de Yunan Pedagojisinin esası olan Homeros’un mitolojik

metinleriyle başlayıp ilerleyen safhada devlet yönetme sa-

natının ilkelerini öğrettiği bilinir. Rivayetlere göre İskender,

öğretmeni Aristoteles için; ‘Babam beni gökten yere indirdi,

öğretmenim ise beni yerden göklere çıkardı’ der.

Aristoteles, daha sonra daha geniş bir öğrenci kitlesine

eğitim verebilmek amacıyla Atina yakınlarındaki Lykeion ko-

ruluğunda aynı adla bir gymnasion olan yeni okulun temelini

attı. Eğitim faaliyetlerine Pythagoras gibi her sabah öğren-

cileriyle koruda gezintiye çıkar ve yemyeşil ağaçlar arasında

hikmetin en derin konularında sohbete başlar, tartışmalar

açardı. Daha sonra Peripatos adını alan eğitim sisteminin

şekillendiği yer yine bu koruluktur. Kemerli yolları olan av-

luda aşağı yukarı yürümek, gezinmek; yürüyerek öğretmek,

ders vermek anlamına gelen peripatosta eğitim alanlara da

peripatetikler adı verilmiştir. Sabah dersleri daha spesifik

olan esoterik dersler olup seçkin bir öğrenci topluluğuna

verilmiştir. Öğleden sonraki dersler ise daha hafif konuları

içermekte olup geniş dinleyici kitlesine açıktır. Dualist bir

eğitim sistemini Lykeion’da uygulayan Aristoteles, burada

yaklaşık 13 yıl ders vermiştir. ‘Bütün insanlar doğal olarak

bilmek ister’ diyerek öğrencilere; felsefeden, retoriğe, siya-

setten tarıma, zooloji ve bitki sistematiğine kadar geniş bir

disiplinler arası eğitimi uygulamıştır. Lykeon, Aristoteles’in

ölümünden sonra uzun süre bu eğitim vazifesini sürdürmüş-

tür. İ.S 2. Yılda Stoa felsefesinin önemli temsilcisi İmparator

Marcus Aurelius, Lykeion’u şaşalı dönemine döndürmek

için ciddi çalışmalar yapmıştır.

*İlçeMilliEğitimŞubeMüdürü

Kaynakça:

1.Dürüşken,Ç,AntikçağFelsefesi,AlfaY

2.Eraslan,Ç,.http://www.egitimtercihi.com/

3.Felsefe.gen.

4.https://nedir.ileilgili.org/okul

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 16: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

14

GELENEKSEL İSLAM EĞİTİM KURUMLARI VE ÖĞRETMENLİK

Genel anlamıyla kişilere istendik davranışları ka-

zandırma süreci olarak tanımlanan eğitim, Toplumların

geleceğini şekillendiren en önemli faktördür. Bu nedenle

eğitimin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İlk insandan

günümüze bütün toplumlar eğitime önem vermiş, ken-

di toplumsal dinamikleri üzerine bina edilen müstakil

eğitim sistemlerini ve kurumlarını oluşturmuşlardır.

İslam eğitim tarihine baktığımızda, yaklaşık 1400

yıllık bir süreçte, farklı kültürlerin de tesiriyle şekillenmiş

sistematik bir yapı karşımıza çıkmaktadır. Mekke’de

Erkam bin Ebi’l-Erkam r.a’ın (Daru’l Erkam) evinde

başlayan, hicretle beraber Medine’de sistematik ve ku-

rumsal temelleri atılan bu süreç, sonraki dönemlerde

elbette kurulduğu şekliyle kalmamış, İslam sınırlarının

gelişmesi ve farklı kültürlerin de tesiriyle temel dina-

miklerinden kopmadan günümüze kadar gelmiştir. Bu

süreç içerisinde İslam eğitim sisteminin kalkınması ve

gelişimine, kurumsal ve teorik planda tesir eden altı

önemli dönemden bahsedebiliriz. Bu dönemler Medine

dönemi, Hz. Ömer dönemi, Abbasiler dönemi, Endülüs

Emevi Dönemi, Selçuklular dönemi ve İslam eğitim

tarihinde zirve kabul edilen Osmanlılar dönemidir.

İslam eğitim tarihi açısından Medine dönemi, Pey-

gamber efendimizin Mekke’den Medine’ye hicretiyle

Tayfur KOZAN *

Page 17: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

başlayan süreçte, bütün sosyal ve si-

yasi kurumlarla beraber İslam eğitim

kurumunun da temellerinin atıldığı bir

dönemdir. İlk İslâm toplumunun ve me-

deniyetinin inşa süreci olarak da tanım-

lanabilecek bu değişim sürecinde dini,

siyasi, eğitim ve ekonomik kurumların

bütüncül bir bakış açısıyla ele alındığı

görülmektedir. Bunun içindir ki hicretten

sonra inşa edilen Mescid-i Nebevi sa-

dece içerisinde ibadet edilen bir mescid

hüviyetinden ziyade, önemli toplumsal

kararların alındığı bir danışma ve isti-

şare meclisi, aynı zamanda bir eğitim

öğretim kurumudur. Nitekim Mescid-i

Nebevi bünyesinde oluşturulan, İslam

literatüründe “Suffe” olarak ifade edilen

yaklaşık elli metrekare genişliğindeki

odalarda, Muhâcir ve Ensâr arasında

ahdedilen muâhât (kardeşlik) sözleş-

mesi gereği fakir ve kimsesiz Medineli

çocuklara bizzat Hz. peygamber ve

dönemin bilgin sahabelerince dersler

veriliyordu. Ehl-i Suffe olarak anılan

bu kimseler, sonraki dönemlerde bizzat

Hz. peygamberden tedris ettikleri ilim

ve irfanı kendilerinden sonraki nesille-

re aktararak sonraki zamanlarda tüm

cihanı aydınlatacak olan büyük İslam

medeniyetinin öncüsü olmuşlardır. Bu

kimseler aynı zamanda“Allahbenibir

muallim(öğretmen)olarakgöndermişbu-

lunuyor” buyuran Hz. Peygamber (as)

ile birlikte İslam eğitim kurumlarının ilk

muallimi (öğretmeni) kabul edilmişlerdir.

Hicretle başlayan kurumsallaşma sü-

reci Hz. Peygamberin vefatından sonra

hulefa-i Raşidin döneminde de devam

etmiştir. Bu dönem halifelerinden Hz.

Ömer dönemi, artık kurumsal yapısıyla

Kur’an ve sünnet temelli hukuk siste-

miyle sınırları Arap yarımadasının dışına

taşmış bir devlet geleneğinin görüldüğü

bir dönemdir. Pek çok alanda olduğu

gibi, eğitim ve öğretim alanında da ilkle-

re imza atan Hz. Ömer, Suffe’den miras

aldığı geleneğe işlerlik kazandırmış, her

alanda olduğu gibi eğitim alanında da

kurumsallaşmanın temelini atmıştır. Bu

dönemde önceden olduğu gibi cami ve

mescid merkezli eğitim anlayışı devam

ederken, ilk kez cami ve mescitlerin dı-

şında eğitim veren küttaplar açılmıştır.

Müslüman çocuklarının okuma yazma

öğrenmelerini sağlayan bu temel eğitim

kurumları, kimi zaman okuma yazma

öğretmekle görevli muallimlerin evleri

iken, kimi zaman da cami ve mescitle-

rin müştemilatı içerisinde ayrı olarak

inşa edilmiştir. Küttaplarda okutulan

program bizzat Hz. Ömer tarafından

kaleme alınarak memleketlere gönde-

rilmiştir. Bu programlarda çocuklara

okuma yazmanın ve ata binmenin öğ-

retilmesi, darb-ı mesel1 ve şiir okuma,

aritmetik ile birlikte adab-ı muaşeret

esasları, Kur’an-ı Kerim ve Hafızlık eği-

timi, Arap dili ve grameri öğretilmesi

istenmiştir.2 Öğretmenlik mesleğine

büyük önem veren Hz Ömer, bu ku-

rumlara maaşlı öğretmen görevlendir-

mesi de yapmıştır. Hz. Ömer’in halife

olduğu dönemde Medine’de üç öğret-

men görevlendirilmiş ve bunlara devlet

bütçesinden maaş bağlanmıştır. Ayrıca

valilere Kur’an öğreticilerine maaş bağ-

lanmasını emreden bir de talimatname

göndermiştir. Bununla beraber Ubade b.

Samit’i Humus’a, Muaz b. Cebel’i Filis-

tin’e ve Ebu Derda’yı da Mısır’a eğitimci

olarak görevlendirmiştir. Şam bölgesine

öğretmen olarak tayin edilen Ubade b.

Samit, Humus’ta ikamet ettikten sonra

Filistin’e intikal etmiş ve aynı zamanda

burada kadılık görevinde bulunmuştur.

Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’arî’yi de bu

amaçla Basra’da göndermiştir. Kûfe

valisi olarak atanan Ammar b. Yasir’i

aynı zamanda öğretmen, Abdullah b.

Mes’ud’u da hem öğretmen hem de

vezir olarak görevlendirmiştir. Ömer,

Abdullah b. Mes’ud’u Kûfe’ye gönder-

diğinde ona şunları söylemiştir: “Ben

senibiröğretmenolarakgönderiyorum,

sana sopa ve kamçı gerekmez.Allah’ın

kitabı ilekendinisınırla,ziraosanada

onlaradayeter.Haramolmayanhediye

bilekabuletme…3

Page 18: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

16

Hz. Ömer döneminden sonra Eme-

viler döneminde de ilim irfan faaliyetleri

devam ettirilmiş, Hz. Ömer döneminde

açılan küttap geleneği daha da yaygın-

laştırılarak köylere kadar ulaşmıştır.

Özellikle bu dönemde ön plana çıkan

Arapçı düşüncenin etkisi ve Abdulmelik

döneminde Arapça’nın resmi dil hali-

ne getirilmesinin tesiriyledir ki Arapça

eğitimine büyük önem verilmiştir.

Abbasiler dönemine gelindiğinde

tercüme faaliyetleri ve sonucunda or-

taya çıkan akılcı düşünce, başta eğitim

olmak üzere her alanda etkisini gös-

termiştir. Bu dönemde de geçmişte

olduğu gibi cami merkezli bir eğitim

esas alınmıştır. Zengin kütüphanelere

sahip camiler, Abbasîler döneminde de

ilimin merkezi olmuş, bu kurumlar hem

ibadethane hem birer eğitim ve öğretim

müessesesi olarak kullanılmışlardır. Ca-

milerin dışında yüksek öğretim alanında

ilk meşhur müessese, Halife Me’mün

tarafından 813’te Bağdat’ta kurulan

sistematik yüksek öğretimin ilk temeli

olarak kabul edebileceğimiz Beytü’l

Hikme’dir. Cündişapür Akademisi örnek

alınarak kurulan bu müessese, bir tercü-

me merkezi olarak faaliyette bulunma-

sının yanı sıra bir akademi ve halka açık

kütüphane olarak da hizmet vermiştir.

Bütün bunlarla beraber bu dönemde

Hizanetü’l hikme ve hizanetü’l kütüb

denilen kütüphaneler de birer eğitim

müessesesi olarak hizmet vermiştir.4

Endülüs Emevilere bakıldığında

daha önceki dönemlerde olduğu gibi

cami merkezli bir eğitim modeli ter-

cih edilmiştir. Üç aşamalı bir eğitim

öğretim sisteminin var olduğu Endü-

lüs’te altı yaşından itibaren başlayan

ve yedi yıl süren temel eğitimin birinci

aşamasında, çocuklara Kur’an-ı Kerim

ve Arapça’nın yanında ilmihal bilgisi,

sanat ve edebiyat dersleri veriliyordu.

Bu dönemde cami ve mescitlerin birer

ilim merkezi olmasının yanında, devlet

tarafından açılmış yatılı Mekteplerde ve

öğretmenlerin evlerinde eğitim öğretim

yapılmaktaydı. İlk aşamayı tamamlayan

öğrenciler, sonrasında dilerlerse “şüyûh”

denilen müderrislerin öncülüğünde fı-

kıh, tefsir, hadis, vb. dini ilimlerin yanın-

da matematik, tıp, kimya gibi müspet

ilimleri de tedris ediyorlardı. Öğretmen

ve öğretmenlik mesleğine büyük önem

verilen Endülüs’te öğretmenlerin ve te-

mel eğitimin giderleri halk tarafından

karşılanıyordu. Ancak yatılı mekteplerde

görevli öğretmenlerin maaşları bizzat

devlet tarafından karşılanmıştır.

Türklerin 6. yy’dan sonra İslam-

laşması hem kurumsal hem de teorik

planda eğitim anlayışına farklı bir viz-

yon kazandırmıştır. Geleneksel İslam

anlayışından kopmadan Türk kültür

ve düşüncesinin de tesiriyle bir sentez

haline gelen eğitim anlayışı, sonraki

dönemlerde tüm cihanı aydınlatacak

cihanşümul Türk-İslam medeniyetine

kaynaklık etmiştir. Kısacası 7. yüzyıl ile

başlayan ve Tanzimat’a kadar sürecek

olan büyük medeniyet, bu eğitim sistemi

üzerine bina edilmiştir.

Türk İslam eğitim kurumlarının te-

melini önceki dönemlerde olduğu gibi

Hz. Ömer döneminde kurulan küttaplar

oluşturur. Ancak bu temel eğitim ku-

rumlarına Karahanlılarla birlikte “Sıbyan

mektebi” denilmeye başlanmış, bu isim

daha sonra Selçuklu ve Osmanlı’da da

kullanılmıştır. Bununla beraber Osman-

lılarda “sıbyan mektebi” isminin yanın-

da “ darülilm, muallimhane, mahalle

mektebi, taş mektep, mekteb-i ibtida-

iyye” gibi isimlerde kullanılmıştır.5 Bu

mekteplerde eğitim öğretim, medrese

mezunu öğretmenler tarafından yürü-

tülür, masrafları ise mahalle halkı veya

vakıflar tarafından karşılanırdı. Selçuklu

ve Osmanlı’da ayrıca bu mekteplerde

okuyan fakir ve kimsesiz öğrencilerin

eğitim öğretim giderlerini karşılayan

vakıflarda vardı. Sıbyan mekteplerinde,

geleneksel İslam temel eğitimine uygun

Temel Okuma yazma, Kur’anı Kerim,

temel dini bilgiler, Adab-ı Muaşeret gibi

dini derslerin yanında tarih, coğrafya,

güzel yazı (hat), imla ve matematik ders-

leri okutulurdu. Sıbyan mekteplerine

ortalama yedi yaşında başlanır, 13-15

yaşına kadar devam edilirdi.

Türk islam eğitim sisteminin ikinci

aşamasında medreselerin olduğunu

görüyoruz. Yüksek öğretim niteliğin-

de akademik ihtisaslaşmanın merkezi

durumundaki medreseler, zamanla geli-

şerek kadim Türk İslam medeniyetinin

ortaya çıkmasında ve gelişmesinde en

önemli eğitim kurumları olmuştur. Bu

kurumların Türk İslam kültüründeki ilk

örneği ise ilk Müslüman Türk devleti

kabul edilen Karahanlılar ve Gazneliler

döneminde açılmıştır. Bu medreselerde

ders veren kimselere “müderris”, med-

reselerin başında bulunan kimselere ise

“Fakih” denilmiştir.6 Bu medreselerde

görev yapan kimselerin ücretleri, med-

rese yararına teşekkül ettirilen vakıflarca

karşılanmış, ayrıca bu vakıflarca med-

reselerde öğrenim gören tüm öğrenci-

lere burslar verilmiştir. Selçuklularda ilk

medreselerin Tuğrul Bey döneminde

Nişabur’da açıldığını görüyoruz. Bu dö-

nemde eğitime ve bilimin gelişmesine

büyük önem veren Selçuklu sultanla-

rının tesiriyle gelişen ve ülkenin dört

bir yanına yayılan medreseler, sadece

kuruldukları döneme değil, asırlar öte-

sine nüfuz edecek bir etkiye sahip ol-

Page 19: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

muşlardır. Özellikle 1066-1067 tarihleri

arasında Selçuklu veziri Nizamü’l Mülk

tarafından Bağdat’ta açılan Nizamiye

Medreseleri, eğitim sistemi, teşkilât ve

müfredatıyla İslam eğitim tarihinde bir

dönüm noktasıdır. Bu medreselerde

Kur’an-ı Kerim, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Ke-

lam gibi Dinî ve Hukukî dersler, Ede-

biyat, Farsça, Nahiv, Sarf, Şiir, Hitabet,

Tarih, Cerh ve Tadil, Edep gibi Dil ve

edebiyat Dersleri; Felsefe, Mantık gibi

Felsefî dersler ve Tıp, Cerrahi, Riyazi-

ye, Hesap, Hendese, Nücum, Heyet,

Tabiiyet, Müsellesat gibi müspet ilimler

okutulmuştur.

Anadolu Selçuklu ve beylikler dö-

neminde de geleneksel İslam eğitim

anlayışı her yönüyle devam ettirilmiştir.

Ancak Kösedağ Savaşıyla birlikte siyasi

birliği bozulan Anadolu’da her alanda

görülen Moğol darbesi, etkisini en çok

kültürel alanda hissettirmiştir. Tarumar

edilen kütüphaneler, ilim merkezleri,

yakılan binlerce kitap vs. İslam kültür

ve medeniyeti açısından menfi tesirini

yıllarca gösterse de, göçler sonucu Ana-

dolu’ya gelen horasan merkezli tasavvuf

anlayışının tüm Anadolu coğrafyasına

hâkim olması bu etkiyi bir nebze olsun

kırabilmiştir.

İslam eğitim sisteminin kalkınması

ve gelişimine kurumsal ve teorik planda

tesir eden en önemli dönem hiç şüp-

hesiz Osmanlı dönemidir. Eğitime ve

bilimin gelişmesine büyük önem veren

Osmanlılarda eğitimin ve eğitimcilerin

temel görevi, toplumsal ahengi sağla-

yacak, toplumu yönlendirecek, inançlı

ve ahlaklı bireyler yetiştirmektir.7 Bu

amaçla kurulan Sıbyan mektepleri ve

medreseler, geleneksel İslam eğitim

anlayışının bir ürünü olarak modern

döneme kadar Osmanlı coğrafyasın-

da faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Lale

devriyle beraber başlayan ve tazimatla

doruk noktasına ulaşan Osmanlı moder-

nleşmesi, toplumun her alanında oldu-

ğu gibi eğitim sistemini de tesiri altına

almış, bu dönemden sonra Osmanlı

coğrafyasında iki türlü ve zıt karakter-

li iki tip eğitim sistemi uygulanmaya

başlanmıştır. Bunun içindir ki Osmanlı

eğitim anlayışı denildiği vakit, Selçuklu

ve öncesinde olduğu gibi tek düze bir

eğitim biçiminden söz etmek mümkün

değildir. Bunun içindir ki Osmanlı eğitim

sistemi incelenirken iki dönemde ele

alınmalı ve mütalaa edilmelidir.

İslam kültür ve medeniyetinin zir-

vesi kabul edilen Osmanlı döneminde

geleneksel eğitimin ilk kurumları kabul

edilen Sıbyan mektepleri Selçuklu ve

öncesi dönemlerde olduğu gibi cami

merkezli veya müstakil olarak inşa

edilmiş kurumlardı. Daha sonraları

her mahallede bir sıbyan mektebi ku-

rulması nedeniyle bu kurumlar mahalle

mektebi, taştan yapılmaları nedeniyle

de taş mektep ismini almışlardır. Sıbyan

mektepleri tek bir odadan ve tek bir

hocadan oluşurdu. Medrese mezunu

hocalar, genellikle mektebin yanındaki

ya da yakınındaki câminin imamı veya

müezzini olurdu. Fatih Sultan Mehmet

çıkardığı kanunname ile Sıbyan mek-

tebi muallimlerinin, medresede eğitim

görmüş olmalarını mecbur tutmuş, ede-

biyat, mantık, geometri, astronomi ve

kelam okumayanların sıbyan mektep-

lerinde ders vermelerini yasaklamıştır.

Sultan II. Mahmut’ta çocukların ergenlik

yaşına kadar mektebe gönderilmelerini

emretmiş, öğrenim çağındaki çocukların

esnaf tarafından çıraklığa alınmaları-

nı yasaklamıştı. Osmanlı döneminde

Mektebe başlama yaşı dörttü. Çocuk,

4 yıl 4 ay 4 günlük olunca amin alay-

larıyla, Bed’i Besmele merasimleriyle

mektebe başlar, Kur’an, ilmihâl ve ah-

lâk öğrenirdi. Okula kız-erkek karışık

giderlerdi ve eğitim mecburi idi. Hepsi

anaokulu statüsünde olduğu için, sıbyan

mekteplerine gelen öğrenciler arasında

sınıf taksimatı yapılmaz, sâdece dersleri

aynı seviyede götüren öğrencileri grup

grup ayıran muallim, başarılarına göre

sınıfçıklar oluştururdu.

Osmanlılarda eğitimin ikinci aşa-

ması medreselerdi. Bu döneminde

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 20: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

18

medreseler altın çağını yaşamıştır. İlk

Osmanlı medreseleri Orhan Bey döne-

minde 1330 yılında İznik’te kurulmuştur.

Sonraki dönemde ülkenin çeşitli yerle-

rinde medreseler açılsa da İstanbul’un

fethiyle beraber Fatih Sultan Mehmet

tarafından kurulan Fatih (Sahn-ı Seman)

medreseleri, müstakil Osmanlı yüksek

öğrenimin sistemleştiği temel kurumlar

olmuştur. Sonraki dönemde açılan tüm

Osmanlı medreseleri ve Türk İslam me-

deniyetinin zirve dönemi kabul edilen

Kanuni Sultan Süleyman döneminde

kurulan Süleymaniye Medreseleri de

fatih medreselerinde temelleri atılan

eğitim sistemi üzerine bina edilmiştir.

Bu medreselerde eğitim-öğretim şu

aşamalardan geçilerek icra ediliyor-

du: Sıbyan mektebinden sonra hususî

hocalarda “muhtasarât” denilen baş-

langıç derslerini gören talebe, Hâric

medreselerine gelirdi. Bu medreseler

orta mektep seviyesine kurumlardı. Bu

kurumlardan mezun olanlar, daha sonra

istekleri doğrultusunda dahili medre-

selerde eğitimine devam ederlerdi. Bu

medreseler de lise seviyesinde eğitim

veren kurumlardı. Sonrasında Sahn-ı

Seman ve Süleymaniye gibi medrese-

lerde dini ilimlerin yanında tıp, riyaziye

astronomi, coğrafya ve tarih gibi ilimleri

öğrenirlerdi. Bu kurumlar Osmanlı med-

reselerinde yüksek ihtisas hüviyetinde

eğitim kurumlarıydı.8

Buraya kadar olan ifadelerimiz-

de geleneksel İslam eğitim sistemini,

kurum ve kuruluşlarıyla birlikte genel

hatlarıyla ifade etmeye çalıştık. Ancak

gerçek olan şu ki İslam eğitim gelene-

ği, müesseselerden ziyade öğretmenler

etrafında şekillenmiş bir sosyal yapıdır.

Bu sosyal yapı içerisinde özellikle ilk

dönemlerde öğretmenlik, bu günkü an-

lamıyla kurumsal ve teorik düzlemde

bir meslek olarak ele alınmasa da ilim

ve bilgi birikimine vakıf, öğreten du-

rumunda bulunan kimseler, müderris,

hoca, muallim ne şekilde ifade edilirse

edilsin her zaman toplumun en itibarlı

zümresi olarak kabul edilmiştir. Ancak

zamanla İslam sınırlarının genişleme-

si ve kurumsal devlet yapısının ortaya

çıkmasıyla birlikte, yavaş yavaş örgün

eğitim kurumları da ortaya çıkmaya

başlamış ve bu kurumların sürekli ve

düzenli öğretmenleri, bu işi bir meslek

olarak icra etmeye başlamışlardır. Ancak

mesleği icra ederken Hz. Peygamberin:

“Allahbenibirmuallim(öğretmen)olarak

göndermişbulunuyor” hadisi şerifi temel

referans kabul edilmiştir. Tarih boyunca

tüm İslam toplumlarında bir öğretmen-

de bulunması gereken temel nitelikler,

iyi niyet, meslek sevgisi, ilme ve ilim

adamına saygı, adalet, sabır, hoşgörü,

affedicilik, ağırbaşlılık, alçak gönüllü-

lük, şefkat, merhamet, espri anlayışı,

esneklik, tutarlılık, iyimserlik, koruyucu-

luk, bilgi, inanç ve davranış bütünlüğü

olarak görülmüştür.

*ÜsküdarİmamHatipOrtaokulu

MüdürYardımcısı

Kaynakça:

1. Misâlolaraksöylenenmeşhursöz.Birhâdiseyebinaensöylenenhikmetlisöz.Atasözü.

2. İslamTarihiAnsiklopedisiC.7KayıhanYay.

3. ŞakirGözütok,UluslararasıAraştırmalarDergi-si,C.10S.50,Haziran2017.Ayrıcabkz.http://sosyalarastirmalar.com/

4. TDVİslamAnsiklopedisiAbbasiler,s.35İstanbul

5. TDVİslamAnsiklopedisi,Mektep,cilt:29,sayfa:5-6s.35,İstanbul,2004

6. KarahanlılardönemindeilkmedreseTabgaçBuğ-rahanZamanındaSemerkant’taaçılmıştır.

7. https://www.egitimdili.com/karahanli-devleti-ka-rahanlilar-konu-anlatimi

8. Bayramali NAZIROĞLU, “Osmanlı’da Öğret-menlikAnlayışıÜzerineBirDeğerlendirme”Re-cepTayyipErdoğanÜniversitesiSosyalBilimlerDergisi,1-10

9. Prof.Dr.EkremBuğraEkinci,”OsmanlıMedres-leri”TürkiyeGazetesi17Ekim2017

Page 21: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

BİR GÜNÜN ANISINA

Bir şeyi anlamaya çalışayım diye

Nedense evet dedim köprüyü geçtim

Bir şair hakkında birkaç bilgi aldım

Gazeteyi katlayıp koydum cam kenarına

Bu zamanı geçmiş zamandan ayıran ne var

Zaman bir varoluş değil midir Ali kardeş

Ona gideriz bize güneşinden rüzgârından

Denizinin dalgalarından sesler getirir

İçimiz erguvanlara açılırken

Boyumuz uzamıyor artık

Caddenin trafiği de olmasa

Anlaşılmayacak ağır gibi akan

Zamanın özgün ağırlığı.

Yine de var olmak için ağaçların çiçeklerin

Suyun bir hakkı var üzerimizde

Sütün balın peynirin zeytin ağacının

Bir hakkı var üzerimizde

Bir de şairiz diye değil mi ama

İmlası bozuk da olsa söylediklerimizin

Üzerimizde bir hakkı var Ali kardeş

Zaman bize kıskıvrak tebessüm ediyor

Gibime geliyor Ali kardeş

Günümüzün güzelliği kalsın

Kalsın iyilikler üzerimizde Ali kardeş.

Nurettin DURMAN

Page 22: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

20

OSMANLI’DA ÖĞRETMENLERİN TEŞVİK VE TALTİFİ

Türkiye’de öğretmen yetiştirmek için ilk adım 1848

yılında “Darü’l-Muallimin” adlı erkek öğretmen okul-

larının açılmasıyla atıldı. Bunu 1870’te kız öğretmen

okulları olan “Darü’l-Muallimat”ın kuruluşu takip etti.

Bu kurumların temel amacı sıbyan (ilkokul), rüşdiye(or-

taokul), idadi(lise) seviyesindeki okullara öğretmen ye-

tiştirmekti.

“Maarif-i Umumiye Nizamnamesi”ne göre; üç yıllık

eğitim süresi sonunda mezun olan muallim ve mualli-

meler kamuda çalışma hayatına dâhil oldular. Bu durum

özellikle kadınlar açısından bir ilkti. O kadar ki Sultan

II.Abdülhamid dönemine geldiğinde Türkiye’de “kadın

öğretmen” sınıfı ortaya çıktı.

Bu çerçeveden hareketle ilgili dönemlerde Osmanlı’da

eğitim camiasının şevk ve gayretini artırma çalışmaları

kapsamında birçok uygulama devreye sokuldu. Muallim

ve muallimelerin moral-motivasyonlarını üst düzeyde

tutmak için nişan, rütbe yükseltme ve maaş artırımı

gibi yöntemlerle taltif edilmesi yoluna gidildi. Kamu

çalışanı olarak kadınlara yönelik şevk ve gayreti artırıcı

nitelikli uygulamalara bakıldığında muallime kadınlar

ağırlığı oluşturmaktaydı.

ŞEFKAT NİŞANI: Üç rütbenin tam ortasında II.

Abdülhamid’in “el-Gazi” unvanlı tuğrası ve bunun biraz

altında “1295” (1878) tarihi vardır. Tuğra evini çeviren

yeşil çember üzerinde “insâniyyet, muâvenet, hamiyyet”

kelimeleri yer alır.

Örneğin, Darü’l-muallimat Müdiresi Refia Hanım,

üçüncü rütbeden Şefkat Nişanı ile; Eskişehir’de çocuk

yuvası mürebbiyesi olarak görev yapan Fatıma Zehra

Hanım, ikramiye ile; Lügat-i Farisiye sözlüğü hazırlayan

Hatice Nakiye Hanım, II. Abdülhamid tarafından Şefkat

Nişanı ile; Üsküdar Kız Sanayi Mektebi Müdiresi olan

Fatma Müzeyyen Hanım ve Leyli Kız Sanayi Mektebi

birinci muallimesi Hafize Fatma Hanım ikinci rütbeden

Şefkat nişanı ile; Aksaray Nehari Kız Sanayi Mektebi

birinci muallimesi Cemile Hanım da üçüncü dereceden

Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi.

Üsküdar Füyûzât-ı Hamidiye Kız Mektebi Talebeleri

Emre GÜL *

Page 23: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

Teşvik edici uygulamalar içerisinde ferman ve nişan ile

ödüllendirme dikkat çeken bir husustu. Özellikle, Sultan II.Ab-

dülhamid tarafından üç rütbeden oluşan ve devlet-millet için

hizmeti geçen kadınlara verilen “Şefkat Nişanı” muallime

hanımlar arasında epeyce yekun tutmaktaydı. Aynı şekilde

erkek öğretmenler yani muallimler için de verilen “Ruus-ı

Hümayun” ve nişanlar da moral ve motivasyon sağlayamaya

yönelik önemli bir kaynaktı.

Örneğin Üsküdar Atlamataşı Mekteb-i Rüşdiyesi muallim-i

evveli Hasan Hulusi Efendi, Sütlüce Mekteb-i Rüşdiyesi mu-

allim-i evveli Mehmed Hurşid Efendi, Üsküdar Atik Rüşdiye

Mektebi muallim-i evveli İsmail Hakkı Efendi, görevlerindeki

başarıları ve gayretlerinden dolayı “Ruus-ı Hümayun”la taltif

edildiler.

Sonuç itibariyle kadın-erkek tüm öğretmenlerin hem maddi

hem manevi olarak desteklenmesi, özellikle nişanlar aracılığı

ile en üst düzeyde bizzat padişah tarafından önemsenmek-

teydi. Burada iki örneğine yer vereceğimiz Osmanlı belge-

lerinin Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri’nde onlarcası yer

almaktadır.

MANİSA MEKTEB-İ RÜŞDİYESİ MUALLİM-İ EVVELİ ŞABAN EFENDİ’NİN RUUS-I HÜMAYUN İLE TALTİFİ

31 Ekim 1882HuMaarif Nezaret-i Celilesi Canib-i Samisi’ne 132

Devletlü Efendim Hazretleri

Manisa Rüşdiye Mektebi muallim-i evveli Şaban Efendi dai-

lerinin şakirdanı tedris ve terbiye hususundaki derece-i ikdam

ve gayreti el-yevm liva ve mülhakat kalemlerinde istihdam

olunan efendiler bendelerinin hemen kaffesi eser-i tertibi

olmasıyla taayyün etmekle beraber ahlak-ı hamide ile mü-

tehalli bulunması teveccüh-i umumiyi kazandırarak kendisini

bi’l-vücuhşayan-ı mükafat göstermiş ve bu gibi nev-nihalan-ı

vatanın kemale erişmelerince ibraz-ı rüşd ve rüyet ederek

muhabbet-i vataniyyesini meydana koyan daiyan-ı sakadat

nişanın taltifleri matlub-ı ali bulunduğu gibi şime-i bedia-i

mürüvvetkarileri iktiza-yı cemilinden olduğu hemen umumca

musaddak bir müddea bulunmuş olmasıyla 20 Kanunusani

Sene 93 tarihiyle mümaileyhdailerinin İstanbul Ruus-ı Hüma-

yunu’yla taltifi heyet-i livaca ba-mazbata niyaz olunmuş idi

henüz bir buna dair bir ferman-ı celilü’l-ünvanlarınadestres

olunamaması be-tekrar pişgah-ı mekarimiktinah-ı asafilerine

takdim-i ariza-i kemteraneme cesaret verdi ol babdaemr ü

ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir

fi 18 Zilhicce Sene 1299 ve fi 19 Teşrinievvel Sene (12)98 Bende Mutasarrf-ı Liva-i Saruhan Mühür

Mehmed Salih

MF.MKT 78/42

Burhan-ı Terakki Hamidiye Mektebi Şakirdanı (Talebeleri)

Page 24: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

22

KIZ ÖĞRETMEN OKULU MÜDİRESİ REFİA HANIM’A

ŞEFKAT NİŞANI VERİLMESİ

18 Haziran 18Mabeyn-i Hümayun BaşkitabetiResmiyye

Maruz-ı çaker-i kemineleridir ki

Darü’l-muallimat Müdiresi Refia Hanım’a üçüncü rütbeden şefkat nişan-ı alisi ihsan buyrulmasına mebni muamele-i

lazımenin ifası şeref-sadır olan irade-i seniyye-i cenab-ı padişahi iktiza-yı alisinden bulunmağla ol babdaemr ü ferman

hazret-i veliyyü’l-emrindir

fi 5 Ramazan (1)302 ve fi 6 Haziran (1)301Bende

Ali Rıza

İ.DH 953/75403

*OsmanlıTürkçesiÖğretmeni

Kaynakça:

CumhurbaşkanlığıDevletArşivleriGenelMüdürlüğü,OsmanlıArşiviBelgeFonKod-ları:MF.MKT./78-42-1,İ..TAL./237-28-0,MF.MKT./63-56-0,MF.MKT./63-73-0,MF.MKT./71-63-0,

Baysal,Hatice;“Osmanlı’daKadınMemurelerİçinMotivasyonUygulamalarıBank-ıOsmani-iŞahane,DersaadetTelefonAnonimŞirketiOsmaniyesiVeKadınBirinciİşçiTaburuÜzerineBirİnceleme”,SüleymanDemirelÜniversitesiSosyalBilimlerEnstitüsüDergisiYıl2017/4,Sayı29,s.339-366.,

BaşbakanlıkDevletArşivleriGenelMüdürlüğü,OsmanlıArşiviDaireBaşkanlığı,“ArşivBelgelerineGöreOsmanlı’daKadın”YayınNu137,s.340.,İstanbul,2015.

Şahadet-Tarakçı,Tuğba,“Sicill-iAhvalBelgelerineGöreOsmanlıDevleti’ndeMuallimeHanımlar”,GiresunÜniversitesiSosyalBilimlerEnstitüsüDergisi,KSBD,Sonbahar2017,Y.9,C.9,KadınÖzelSayısı,s.527-549.

TDVİslamAnsiklopedisi,“Nişan”Maddesi,İbrahimArtuk,s.154-156.

Page 25: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

EN ARKA SIRADAKİÇOCUĞUN SESLENİŞİ

Enarkadasıradayımgörünmeyen

Birdağsilsilesininardındakivadiyim

Bağrımdaçorakbirırmakçağlarsessiz

İçindeyıkananköpüklerihayatınolmazsa.

EnöndekiAhmet’inbaşınıkargibielin

Okşarsırnaşanbirkediolsamdiyorum

Babaşefkatinibilemedimsenolmazmısın?

Saçlarımdikendikenuzaklığınıölçtükçe.

Yavrusunuterkedenannedirhayat

Bunubilmekistemiyorumbiliyorum

Bildikçefarzolurşeylerdedidedemkorktum

Kedinolayımsobayanıüşümektenuyuyan.

Sonraeğildin,Ayşe’ningözlerinebaktın

Konuşulanbenolayımdediparmağım

Birdağsilsilesininardındakivadiyim

Cesaretimyoksözünyağmurunda.

Baktımcigarasatmaktanellerimçatlamış

Nasıldayansınkigüneşigörmezkışım

Onikiyıldanberibilirimyaşımonbir

Birtanesiniyakayımdedimısınırbelkielim.

Sonrasenihatırladımiçimdebirürperti

Topladım,kıvrıldıayaklarımeveyollandım

Birkapı,boşmezarhandiysearasattayım

Gelseydiniçimdedemlenenbirçayolurdun.

Bütüniyiçocuklarıgezdingüldünbütün

Şehrinizkocamandıryerolmazmıhiç?

Banagelince,çıkmazsokak,adresimbu

Kalabalığınızdaıssız,ıssızlıktakalabalığım.

Hergünbirbenkayboluyorumararken

Kimileyinbirçetedebulurumönümükesen

Yahutesrarbaşındakaranlığıiçineçeken

Kırıksandaldadeniziçimdeboğulurkenbulurum

Bütünçocuklarşenliktevarlığınlavarlar

Parmağımıkaldırıyorum,utanırımelsizim

Dilimyokbeniseslesinbendevarımben

Parmağım,dilimvebenolsanöğretmenim.

İshak ASLAN

Page 26: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

24

ÖĞRETMEN HASAN EFENDİNİN ŞİİRİ

1.Sonunda uyudu gece, kimse kalmadıDağıldı kargaşası günün, sesler kesildiBir ben kaldım burada tahta atımlaBu yatışmayan çocuk ruhumlaBir çizgi çekerek şu boşluğa…(yanişöyle:sırtımıveripbatıyakaldırdımsağelimiyürüdümdoğuyayürüdümdoyasıyasonradurdumvebekledimyeridinledim,kendimeindimgöğebaktım,türküsöyledimindirdimsonraelimigördümveanladımvebildimbilinmeyeni!)Çizgi! Sonsuz uzun bir düş gibi tamamlayan beniSabahtan akşama değin hiç kimsenin yetişemediği…

2.Burada insanlarSesleriyle yaşıyor nice zamandırSes her şeyin üstünde;Sözgelimi, denizin ve şehrinEvlerin ve annelerin!Anneler ki ah, daraldıkları zamanOdalarına çekilip ağlarlar;Ve ağlayınca onlar, çekilince odalarınaNedendir bilinmez, çocuklarHemen uykuya geçerler sessizce…

3.Ben Öğretmen Hasan EfendiKırk yaşlarında bir mahcûb adamGündüzleri buradaysamGeceleri yıldızlarla ruhumŞoför Necati ne bilsinBenim nasıl yaşadığımıOdalarda kalıp sürekliGölgelerle konuştuğumu!

İşte girişi bitirdim,Hiç de korkunç değilmiş!Artık hep burada olacağım, bekleyin!Tahtadan atıylaÇocuk düşlerimin…

4.Tespih böceği gibiyim bu günlerdeBen, Öğretmen Hasan EfendiBıraksalarYuvarlanır giderim o ateşeBıraksalarKendi hâlime beni

Ah, kapımda üç arsız yılan!Hem kapımda, hem rüyalarımda;Kemirirler kapımı ve uykularımıSalarlar bedenime zehirlerini!

(ölü ağaç, yoksul gövdeyaprakların kupkurumevsimin hani seninbülbüllerin nerede)

(birinci teneffüs -on dakika-)

BayCortazar’danödünçalmışlardaBahçedeseksekoynuyorçocuklarKimiönündekitaşısürüyorsekerekKimidedalıpgitmişbirkelebeğe..

Buoyunböylebitmezçocuklar!YarınasaklayınhevesiniziAkşamolupyatağagirinceDuâlarladoldurunuykukafesinizi

Buoyunböylebitmezçocuklar!SilineceknasılolsatümçizgilerBayCortazargelmesebileSeksek’inigöndersehepimizeyeter!

Adem TURAN *

Page 27: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

5.

Önce Alâeddin geldi lâmbasıyla

Bir Osmanlı edâsıyla/ kahramanca!

Kırk gün ve kırk gece kaldı

Dersini aldı ve ezberledi

Sonra bakışlarını doğuya çevirdi

Hani şu baharatlar ve hakikatler ülke-sine;

Ve öylece kaldı

Adı Aydın olan Alâeddin

Yani o aziz ve mağrur adam

Kırk birinci günün sabahı

Hırkasını giydi

Halısına bindi

Ve gitti…

(ikinci teneffüs/beslenme saati -yir-mi dakika-)

Şunu şunu ve şunu!

Asla unutmayın çocuklar:

-Yemekten önce bismillah

-Yedikten sonra elhamdülillah

(zaman geçiyor, geçiyor!)

Geçmeyin selamsız, sokaklardan

Bütün komşulardan duâ isteyin..

6.

Sonra Osman geldi

Osman… İçindeki ateş ile

O düz ve dolambaçsız sesiyle

Açtı denizinin sayfalarını ve konuştu;

Beşik gibi sallanan denizini

Gemilerini, tayfalarını, balıklarını

Martılarını ve can sıkıntılarını

Velhasıl, Osman

Konuştu, konuştu

Ve sonra kalkıp gitti

Sırtındaki dağ ile…

7.

Çaylar İsmâil’den her sabah

İsmâil, kalbimizin uysal çocuğu.

Ve çaylarımızı yudumlarken bir sabah

Yürekten bir ses ile Galip Hoca

Göğe yükselmeyi teklif etti hepimize…

Önce oturduk yeri dinledik

Sonra kalkıp göğe yükseldik

Bulutlar güzeldi, gökyüzü tertemiz

Melekleri hiç şaşırtmadı

Bizim birdenbire böyle gelişimiz…

8.

Aylardan haziran, karne zamanı

Lütfen sessizlik çocuklar!

Bolca okuyun, tabiata açılın

Dokunun tabiata huşu ile

Kardeş olun dağlarla aşk ile

Aylardan haziran, gitme zamanı

Gidin ve unutun beni çocuklar!

Ama unutmayın tahtadan atlarınızı

Uykularınız içinse fesleğen kokusunu…

Ey haziran, ey nazlı kardeşi temmuzun!

Ey uslanmaz kedileri kapımın!

(son teneffüs- son koşu)

Sakın durmayın çocuklar, daima koşun!

Bu bir yarış; yolunuz çok uzun

Burası başka bir dünya, bunu iyi okuyun

Hiç kimse kalmasa da ardınızda

Tamamlayın bu koşuyu mutlaka!

10.

Ben, Öğretmen Hasan Efendi, gitsem de

Bırakamam kimseye kedilerimi

Her gece rüyalarıma çağırdığım kedi-lerimi

Alnımın çizgileri kadar sevdiğim kedi-lerimi

Onları Ebû Hureyre gibi seviyorum

Onları bütün çocuklar için seviyorum.

Ey gece, ey uslanmaz kedileri kapımın!

Bir yanımda haziran

Uykularımdaysa

Fesleğen kokusu kedilerin

11.

Ben, Öğretmen Hasan Efendi

Kırk elekte elendim

Kırk imbikte imbiklendim

Enver oğlu Abdurrahman gibi

Elimde şemsiye bir bahar günü

Koştum, koştum

Yağmuru yakaladım sizin için.

12.

Ben, Öğretmen Hasan Efendi

Gözlerimde temmuz coşkusu

Yıldızlardan inip her gece

Bu darmadağın ve kımıltısız hayata

Yeniden başlarım

yeniden başlarım

yeniden

*HenzaAkınÇolakoğluAİHLÖğret-meni

Page 28: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

26

HOCADAN MUALLİME, MUALLİMDEN ÖĞRETMENE BİR ALTIN ZİNCİR

Simyacılar, tam 2500 yıldır madenleri altına dö-

nüştürmeye ve bütün hastalıkları iyileştirerek hayatı

sonsuz biçimde uzatacak ölümsüzlük iksirini bulmaya

uğraşıyorlar. Ve bütün çabaları bu iki ulaşılmazı ulaşılır

kılacak, o efsanevi maddeye “felsefe taşı”na sahip olmak

için.

Peki, ben size işte tam da o, 2500 yıldır arananı

buldum desem!

Benim, bizim, aslında tüm insanlığın “felsefe taşı”-

dır öğretmen: Elindeki her madeni ayırmadan altına

çeviren, manevi hayatınızı da düşünürseniz, ölümsüz-

lük iksirini de önünüze koyan efsane taş: Öğretmen…

Öğreten insan…

“Ve Adem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara 31)

Aslında ayetlerle de sabittir ki insan öğrenmek için

yaratıldı; yaratıldığı günden bugüne de öğretenlere ih-

tiyaç duydu. Dünya durdukça da öğretenler var olacak,

çünkü insan var oldukça öğrenmenin ışığına ihtiyaç

duyacak.

Yüzyılların yıpratamadığı muhteşem bir ikilidir:

öğretmen ve öğrenci.

Bu muhteşem ikili peygamberlerle işleniyor, yürekle-

rimize... Peygamber Efendimiz, öğretmenliğini vefatına

kadar 23 yıl aralıksız olarak sürdürmüş ve vefat eder-

ken de geride yüz bini aşkın eğitimli sahabe topluluğu

bırakmıştı.

Mine KILIÇ* / Özgür Aras TÜFEK **

Halide Nusret Zorlutuna öğrencileri ile

Page 29: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

Şu bir gerçek ki insanı dönüştürmek isteyen öğretmen

ne kitap ne eğitimle yol alıyor; insan şiirle şarkıyla rüyayla

dönüşüyor, zorluklarla dönüşüyor, iniş çıkışlarla, ‘yürek değil

çarık’ olan gönüllerle dönüşüyor… Küsüyor da kızıyor da

üzülüyor da yalnız da kalıyor ama yine de imkânları zorluyor,

kendisi için değil üstelik sadece, başkaları için de. İnsanlığa

inancı için de… Çünkü kendisi yenik düşse, insanlık yenik

düşmüş gibi olacak biliyor. Kendisi yenik düşse, çocuklar

ertesi gün öğretmensiz kalacak. İşte böylece aktarıyor tüm

bildiklerini, hemen hemen her şeyi kültüre, sanata, tarihe,

coğrafyaya dair.

İşte bu inançla karanlık kışı kovalayan, gül ağcının dibinde

buluşan Hızır İlyas misali öğretmen ve öğrencinin birlikte

bastığı her yer yeşeriyor, bereketleniyor.

Orhan Okay Hoca, Türk edebiyatı geleneğindeki öğretmen

öğrenci muhteşem ikilisini “altın zincir” diye isimlendiriyor.

Yüzyıllar öncesinden başlıyor bu altın zincirin halkaları:

Hace Ahmet Yesevi, yetiştirdiği öğrencilerle Taptuk

Emre’yle, Yunus’la, Ahi Evran’la Anadolu’yu baştan başa

manevi bir ruhla donatırken;Türk dilini, edebiyatını, kültü-

rünü özellikle İslam dinini doğru olarak gelecek nesillere

aktarıyor.

Hoca Dehhani, Hoca Mesut XIII.- XIV. yüzyıllarda

Türk edebiyatında yepyeni bir çığırın kapılarını açıyorlar, 500

yıl sürecek bir edebi geleneğin ilk tohumlarını Anadolu’nun

mümbit topraklarına bırakıyorlar.

Aynı yüzyıllarda bir başka hoca sadece Türk düşünce

dünyasına değil tüm dünyaya nam salmış “Nasreddin Hoca” ki “Ya tutarsa” diyerek insanın yaşamı boyunca ol-

mazlarla savaşması, biraz da başarıya ulaşmak sırrına erme

çabasını mizahın içine gizliyor;daima girişilen işlerde olmazı

değil, olması bekleneni ön plana çıkarmak gerektiğini, kalıp

düşüncenin olduğu yerde bilimsel düşünce ve üreticiliğin-

mümkün olmadığını ne de güzel anlatıyor.

Atlayalım yüzyılları halkalar eklensin birbirine edebiyatın

bir başka sayfasını açalım.

Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem iki büyük

öğretmenin etrafında iki sınıf öğrenci; aslında sanki tam da

zıt yönlere bakıyorlar, oysaki zıt yönlere bakarken sırt sırta

oluyorlar, tamamlıyorlar birbirlerini. Her biri farklı kaynaktan

getirdiği ab-ı hayatla besliyor öğrencilerini ve siz onları tarihe

“abes muktebes” adıyla geçen tartışmanın tarafları zanne-

derken onlar öğrencilerine yepyeni bir dünyanın kapıların

aralıyorlar.

“Muallim ordusu derken, çekirge orduları

Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı!

“Muallimim” diyen olmak gerektir imanlı:

Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.

Bu dördü olmadan olmaz, vazife çünkü büyük.”

Hemen hemen aynı dönemin bir başka şair öğretmeni:-

Mehmet Akif. “İlim ve fen adamları sahip oldukları meziyet-

lerle halka yol gösterecek, onları peşinden sürükleyecek bir

karaktere sahip olmalıdır” diyor, Akif. Ona göre bu memleketi

asıl kurtaracak olan muallimlerdir, çünkü. “Muallim”, sadece

okuma yazma öğreten, ders veren olmaktan çıkar, bir şuur

kazandıran, yol çizen olur, Mehmet Akif ’te. İşe bu öğretmen

portresi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’te de: “Bir

milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” şeklinde

ifadesini bulur.

Ve Türk edebiyatını bir efsane öğretmeni daha Yahya Kemal, neden mi efsane? Çünkü yetiştirdiği, bizatihi öğret-

menliğini yaptığı Tanpınar gibi bir edebiyat dehası yanında,

onun hiç tedrisatından geçmemiş olanlar bile kendilerini

onun öğrencisi kabul ediyorlar bugün Türk edebiyatında.

Gelelim Tanpınar’a,Tanpınar’ın öğretmenliği iradi bir

öğretmenlik, nasıl mı? Hayran olduğu bir öğretmenin izin-

den giderek. Veteriner olmak için geliyor İstanbul’a ancak

şiirlerinden tanıdığı Yahya Kemal’in edebiyat şubesinde ders

verdiğini öğrenince bu bölüme kaydını yaptırıyor. Mezun ol

Nurettin Topçu öğrencileri ile

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 30: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

28

duktan sonra Erzurum, Konya, Ankara gibi illerin liselerinde

öğretmenlik yapıyor; Orhan Veli’yi yetiştiriyor, Cahit Sıktı’yı

yetiştiriyor, Sait Faik Abasıyanık’ı yetiştiriyor.

Aslında öğretmenlik hiçbir meslekle kıyaslanmayacak de-

recede bir “insan” ve “insanlık” mesleğidir. Bunun manası,

karşısındaki kitleyi bir eşya, bir tabiat objesi gibi değil, bir

“özne” gibi görmek yahut onu “özne” yapmaktır. Ham zihinle-

rinve dümdüz ruhların teşkil ettiği bir yığına şekil vermek, bu

yığından ayrı ayrı şahsiyetler çıkarmaktır. Yani iyi öğretmen

kendine benzeyen değil, farklılığını ortaya koyan, öğrenciye

yol açan öğretmendir.

Farklılığını ortaya koyan, öğrenciye yol açan öğretmenler;

ustalar ustaları keşfediyor, yetiştiriyor, altın zincirin halkalarına

halkalar ekleniyor.

Reşat Nuri bu altın zincirin kuvvetli halkalarından biri.

Bursa Sultanisi, Fatih Vakf-ı Kebir Mektebi, Akşemseddin

Mektebi, İstanbul Beşiktaş İttihat Terakki Mektebi, Osman

Gazi Paşa Mektebi, Vefa Sultanisi, İstanbul Erkek Lisesi,

Çamlıca Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi, Erenköy Kız Lise-

si gibi okullarda Fransızca ve Türkçe öğretmeni ve müdür

olarak çalışan Reşat Nuri’nin ilk romanı Çalıkuşu, öğretmen

bir kahramanın etrafında döner ve aslında Reşat Nuri’nin

kendi tecrübeleri ışığında eğitim sisteminin sorunlarını ortaya

koyar. Yeşil Gece, Acımak, Kan Davası… kahramanı idealist

öğretmenler olan Reşat Nuri romanlarıdır.

Bir başka idealist öğretmen Aliye’yi anlatan Vurun Kah-

peye’nin yazarı Halide Edip, uzun yıllar Darülmuallimat’ta

öğretmenlik yapmış, Horn’un “İlm-i Tâlimin Psikolojik Esas-

ları” adlı eserini1911’de kendisinden de bazı ilaveler yapmak

suretiyle “Usul-i Talim ve Terbiye” adı altında Türkçeye çe-

virmiş ve bu eseri de Dârülmuallimat’ta ders kitabı olarak

okutulmuştur. Halide Edip bütün kitabın kalbine ise Eflatun’un

şu sözünü yerleştirmiştir: “İnsankendindeolmayanbir şeyi

başkasınaveremeyeceğigibibilmediğibirşeyidebaşkasınaöğ-

retemez.”

Ve “Bayrak” şairi Arif Nihat Asya. Sene 1940; Arif Nihat,

Adana Erkek Lisesinde edebiyat öğretmeni iken Adana’nın

Fransız işgalinden kurtuluş günü olan 5 Ocak’ta okunmak

üzere şiir bulamayan öğrencilerine Ocak mahallesindeki mü-

tevazi evinde el-ayak ortalıktan çekilince, petrol lambasının

yorgun ışığında, bayrağımıza sığınarak kalemi eline almış,

şafak sökerken şiiri hazırlamıştı. Şiir o gece nasıl yazıldıysa

öylece kaldı. Ve Asya diyor ki: “Bu şiir, bana ‘BayrakŞairi’

denilmesine yol açtı ki, bu sıfat, benim için altından dökülmüş

bir İstiklal Madalyası kadar kıymetlidir.”

Üniversite eğitimi için önce tıp fakültesine giren Faruk Nafiz bir başka altın halka, bugünün anlayışında imkânsız

gibi görünse de tıp fakültesini dördüncü sınıftan bırakmış,

bir milletin Kurtuluş Savaşında aydın olarak, ancak halkın

eğitilmesi ve bilinçlendirilmesine yardım etmek suretiyle

mücadeleye en faydalı şekilde destek verebileceğini düşüne-

rek, öğretmenlik yapmaya karar vermiş, edebiyat fakültesine

geçmiştir. Kayseri, Ankara, İstanbul’da öğretmenlik yapan

Faruk Nafiz, Behçet Kemal Çağlar’ın Kayseri’de öğretmeni

olmuş. 1933’te öğrencisiyle “Onuncu Yıl Marşı”nı birlikte

yazmıştır.

“Bir Neslin Ağabeyi” olarak bilinen Erdem Beyazıt, şair

öğretmenler kervanında bir başka kıymetli isim. Kendisinin

de lise yıllarında öğrencisi olduğu ve Yedi Güzel Adam’ın ilk

dostluklarını kurduğu Kahramanmaraş Lisesinde edebiyat

öğretmeni olarak çalıştığı yıllarda öğrencileri onu “girdiği

derslerde işlenmesi gereken konular yerine, gençlerin ufkunu

genişletecek, onların dünyalarını anlamlandıracak, bilinçli

tercihler yapmalarını sağlayacak, kısacası manevi değerle-

rine sahip, kültürlü birer insan olmaları için çaba gösteren

bir ağabey” olarak tanımlıyorlar.

“Benim Küçük Dostlarım”, işine aşık bir öğretmen daha.Bu

öyle bir aşk ki şiirler yazdırmış, kitaplar yazdırmış Halide Nusret Zorlu Tuna’ya:“Hayatta her insanın bir zaafı, bir

iptilâsı vardır. Benim tek büyük zaafım da -niçin itiraf etme-

meli…- çocuk sevgisidir! Ve bu aşk yüzünden ışık etrafında

dönen bir pervane halinde öğretmenlik mesleğine tutulmuş

“Bayrak Şairi” bu şiiri Adana Erkek Lisesinde öğretmenken yazdı

Page 31: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

kalmışımdır. Yalnız sevimli, terbiyeli, zeki ve çalışkan olanları

değil,-böylesini herkes sever!-ben sevimsiz, somurtkan, hay-

laz, hatta aptal çocukları da severim. Bana “öğretmenim!”

diyen ses, beni “annem” diye çağıran ses kadar sevgili ve

kıymetlidir. Bir yaşından, yirmi yaşına kadar her çocuk, bence

zevkle okunmağa değer meraklı bir kitap karşısında uzun

uzun, hayran hayran düşünülecek bir meçhuller ve tezatlar

âlemidir.” Başka söze gerek bırakmayacak bir sevdanın en

güzel ifadesi yukarıdaki satırlar.

Ömrünün 40 yılını öğretmen olarak geçiren, eğitimin felsefesi

üzerine yıllarca kafa yoran, Nurettin Topçu elbette ki bu

altın zincirin halkalarında mutlaka anılması gereken bir isim:

“Hakk’a götüren yol diye kendini hakikate adamak, gerçek

mektebin yoludur. Hakikat aşkına sahip insanlar, cemiyetin

içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet içinde en yüksek

ve muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatin ihtirası toplum

içerisinde bir umumî cereyan, büyük bir hareket haline gel-

medikçe, millî mektep gerçekten var olmayacaktır.” sözleri

onun bu yoldaki davasında temel ilkeyi anlatmak bakımından

anılmadan geçilmeyecek bir kıymete haiz.

Bir başka öğretmen şair Behçet Necatigil’in ömrünün

son günleriyle ilgili Hasan Pulur’un anlattıkları her davranı-

şıyla öğreten, örnek olan öğretmenin son dersi gibi: “Behçet

Hoca’ya çok saygım vardır. Ben gazeteciyim yönetim kurulu

üyesiyim Gazeteciler Cemiyeti’nin, Ankara’ya gittik. Tür-

kiye yokluk içinde gaz yok, yağ yok, hiçbir şey yok. Gittik

ki Süleyman Demirel odasında palto ile oturuyor. Öyle bir

manzara. Laf açıldı, Barlas Güntay da Turizm ve Kültür

Bakanı, anlattım ben, Behçet Hoca’nın hastalığını, hemen

dedi ki Demirel “Örtülü ödenekten ne lazımsa yapılsın dı-

şarı gönderilsin” dedi. Biz çok sevindik. Geldik ben Hilmi’yi

(Hilmi Yavuz’u) aradım. Hoca’ya söyle hemen hazırlanın

gidiyorsunuz dedim. Dışarı nereye istiyorsa ertesi gün Hil-

mi’yi aradım “Ne oldu” dedim. “Gitmiyor” dedi. Ne oldu?

Dedim. Türkiye bu haldeyken Türkiye’de insanlar ilaç için

döviz bulamazken ben tedavi için bir yere gidemem burada

ölürüm” dedi. Öldü gitmedi. Örtülü ödenekten ödeneği vardı

gitmem dedi. Bunlar öyle yetişmiş insanlardı.”

“Karşılıklıneleröğrenmediksınıfta

Çevresiniölçtükdünyanın,

Hesapladıkyıldızlarınuzaklığını,

Birliktenelerdüşünmedik.”

Öğretmenliğin karşılıklı öğrenmekten başka bir şey ol-

madığını bilen, “Hababam Sınıfı” ile hafızalara kazınan Rıfat Ilgaz bir başka altın halka…

Daha kimler yok ki bu zincirin halkalarında Nurullah Ataç, Refik Halit Karay, Ziya Gökalp, Gülten Da-yıoğlu, Akif İnan, Nezihe Meriç, Sebahattin Ali, Ahmet Kutsi Tecer…

Son sözlerden önce bir adına kitaplar yazılmış öğretmenler

var: Oğuz Atay’ın hocası Mustafa İnan’ı büyük bir muhabbet

ve saygıyla anlattığı kitabı “Bir Bilim Adamının Romanı”; Hikmet Sami Türk’ün hocası Necatigil’i anlattığı “Şair veÖğretmenKimliğiyleBehçet Necatigil” adlı kitabı…

“Benöğretmenimçocuklar

Unuttuğunuzyüzlerinizbende

Gülüşleriniz,gözleriniz

Dolaştığınızbahçelerdekalan

İzlerinizbende…” diyor şair dizelerinde. Hepimizin hayatında

öğretmenden bir iz, öğretmenin hayatında yüzlerce öğren-

cisinden kalmış binlerce iz…

Şairveyazaröğretmenlerbirgülmisaliheryazdıklarındaöğ-

rencilerinin gönül bahçelerinde açtılar, onların kaleminde öğ-

renci bir tohumdu, her derste öğretmen yüreklerinde çoğaldı.

Onlar “Yurdunu yüceltmeye” yemin etmiş öğretmenlerdi,

“muhteşem ikili”nin olmazsa olmazları, sihirli elmanın bir

yarısı, toplumun en önemli parçası... İyi vardılar ve iyi ki

hayatımızda onlardan izler kaldı. Her birini saygı, hürmet

ve muhabbetle anıyoruz…

*ÇağrıbeyAnadoluLisesiMüdürYardımcısı

**ÜsküdarİlçeMilliEğitimÖzelBüro

Ahmet Hamdi Tanpınar öğrencileri ile

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 32: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

HER ÖĞRETMEN BİR RESSAM

Eserlerinde imzası olmayan tek sanatçı grubunun

öğretmenler olduğu söylenir.

Doğrudur.

Ancak, buna bir doğru daha katmak gerek.

Konuya daha yakından bakıldığında öğretmenlerin

“imzalarının” öğrencilerinin yaşam tarzlarında vücut

bulduğunu görüyoruz.

Bu bağlamda, her öğretmen birer ressam.

Hayat görüşleri, deneyimleri, eğitimsel becerileri

ve yaşam tarzları da fırçaları.

Öğrencilerin zihinlerine eğitim hayatı boyunca do-

kunan bu fırçalar bizlerin hayat olaylarına karıştığımız-

da nasıl bir “ömür” tablosu çizeceğimizi de belirliyor

aslında.

Tıpkı, DNA’daki yapısal bilgilerin nasıl bir beden

yapısına sahip olacağımızı belirlediği gibi.

Yetişkinlik dönemine erişen her insan kendi yaşantı-

sını süzgeçten geçirdiğinde bu fırça darbelerini görme

şansına da kavuşacaktır.

Örnek mi?

Aynayı önce kendimize tutalım örnekler için.

Yarım asır kadar önce, ortaokul sıralarındayken okul

hayatıma bir Türkçe öğretmeni girdi.

Kendisi aynı zamanda avukattı. Her zaman çok şık

giyinirdi. Biz erkek öğrenciler için, şimdinin deyimiyle,

moda ikonuydu.

Hepimiz zihnen söz vermiştik. Büyüyünce onun gibi

her gün tertemiz ve şık giyinecektik. İnsanların estetik

duygusunu köreltmeyecektik.

Türkçe öğretmenimiz asıl fırça darbesini ise yazı

yazma eyleminde vurdu bize. Dolmakalem aldırdı he-

pimize.

Defterlere yıl boyunca bütün yazılarımız ve ödev-

lerimizi dolmakalemle yazdık. Ben de tüm hayatım

boyunca “dolmakalem tiryakisi” oldum. İflah olmaz

bir tiryakilik bu.

Dolmakalemle yazı yazıldığında yazma hızı düşü-

yor. Aklıdaki düşünceyi tartarak yazıya dökme şansı

yükseliyor.

Türkçe öğretmenimiz işte bu şansı verdi bizlere

fırçasıyla.

O dönemlerde, müzik öğretmenimiz de bizleri tuval ola-

rak kullanarak başka bir tablo resmetmekle meşguldü.

Doç . Dr. Can POLAT *

30

Page 33: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

İnsanın biyo-psikolojik yapısı üzerin-

de olumlu etkileri dillerden düşmeyen

müzikle haşır neşir olmanın ilk adımı

müziği dinlemeyi bilmekten, ya da daha

doğrusu “öğrenmekten” geçiyor derdi

müzik öğretmenim.

Bu öğrenme işine de yaşadığım

kentte her hafta sonu ücretsiz verilen

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası

konserlerine bizi yönlendirerek başladı.

İlk konserlere oflaya poflaya gittik

ama giderek müzik bizim zihnimize biz

müziğin ruhuna girmeye başladık. So-

nunda iyi birer müzik dinleyicisi olduk.

Ve iyi bir müzik dinleyicisinin her

tür müzikle ilişki kurulabildiğini gördük.

Çünkü türü ne olursa olsun, bir müziğin

dinleyicisi varsa dokunduğu duygular

da var demektir.

Müzik öğretmenimiz duygularla mü-

zik aracılığıyla bağlantı kurma şansını

vermişti biz.

Yaşımız büyüdükçe, lise sıralarına

oturmaya başladıkça başka fırçalar

dokunmaya başladı ruhunuza.

Lisedeki fizik öğretmenimiz hemen

hemen her dersten önce “önce iyi insan”

düsturuyla iyi insanın nasıl olunacağını

yazdırıyordu defterlerimize. Daha sonra

da fiziğin dünyasını açıyordu önümüzde.

Fizik öğretmenimizin bu fırça darbeleri

sayesinde önce insan olmayı öğrendik

sonra da fen bilimci. Ama ne yazık ki,

atom bombasını icat eden bilim insan-

larının bizim gibi bir fizik öğretmenleri

olmamıştı. Olsaydı, kuşkusuz önce

insan derlerdi.

Bu örneklere bu satırlara sığmaya-

cak sayıda “fırçaları” eklemek mümkün.

Bütün bu fırçalar yaşadığımız hayat tab-

losunun da gerçek ressamları.

Emekli olan ilkokul öğretmeninin

ardından duygularını dizelere döken

öğrencinin duyguları işte öğretmenle-

rin atmadığı söylenen o imzalarının da

duygusal tanığı.

Sonra

Yerinizialdılaröbürleri

Değilkalbimdekiyeri

Sadecekürsüleri

*PsikolojiVakfıBaşkanı

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 34: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

32

PROF. DR. İRFAN ERDOĞAN İLEÖĞRETMEN OLMAK ÜZERİNE

Mekteb-i Üsküdar Dergisi olarak Talim ve Terbiye

Kurulu eski başkanı Prof. Dr. İrfan ERDOĞAN ile Öğ-

retmenOlmak/BirCan’aDokunmakkitabı ekseninde,

öğretmenlere, öğretmeye ve kişinin kendini tanıyıp

yaşamasının yollarına dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

Söyleşimizi dergimizin Öğretmen Özel Sayısında

okurlarımız ve öğretmenlerimizle paylaşıyoruz.

Mekteb-i Üsküdar: Öncelikle Mekteb-i Üs-küdar Dergisi adına röportaj talebimizi geri çevirmediğiniz ve bu yoğunluğunuzda bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

İrfan ERDOĞAN: Ne demek… Ben Mekteb-i

Üsküdar’ı takip ediyorum. Geçen sayınızı dikkatle in-

celedim. Dolu dolu, yenilikçi bir eğitim dergisi yapı-

yorsunuz. Emeği geçenlere teşekkür ederim.

Mekteb-i Üsküdar: İrfan Hocam, Öğretmen Ol-mak / Bir Can’a Dokunmak adlı kitabınızda öğretmenlere çok yerinde öğütler veriyorsunuz.

Bizce bu kitap her öğretmenin başucu kitabı olma özelliğinde. Bu bağlamda öğretmenin öğ-rencisi ile ilişkisinde en önemli unsurlardan biri nedir?

İrfan ERDOĞAN: En önemlisi öğrenciye ismiyle hitap

etmesidir. Bir kimseye ismiyle hitap etmenin o kişide

“benvarımvebiriciğim” duygusunun oluşmasında etkili

olduğunu düşünüyorum. Bu noktada, öğretmen olmaya

katkı sağlayacağına inandığım bir öngörüde bulunmak

istiyorum. Öğretmenlerin ismiyle hitap ettikleri öğrenci

sayısını bilmiyoruz ama diyelim ki on milyon öğrenci-

nin ismi öğretmenleri tarafından biliniyor. Önümüzdeki

yılsonunda bu sayıyı on beş milyona ulaştırmış olsak,

eğitim sistemimiz hızla canlanıp ruh kazanır diye tahmin

ediyorum. Bu denli basit ve maliyetsiz bir hamlenin,

bize ne getireceğinden emin olunmadan milyonlar

harcanarak uygulanan projelerden çok daha olumlu

bir değişiklik yaratacağına eminim.

Mekteb-i Üsküdar: İrfan Hocam, siz yıllardır öğretmen yetiştiriyorsunuz. Belki de şu an öğ-retmen olarak görev yapan on binlerce kişi öğrenciniz olmuştur. Eminim ki hâlen öğretmen olarak yetişen gençler için söyleyecekleriniz vardır…

İrfan ERDOĞAN: Teşekkür ederim. Sanırım şuana

kadar elli bine yakın “öğretmen adayı” öğrencim ol-

muştur ve umarım bunların çoğu şu an öğretmendir.

Öğretmenliğe hazırlanan öğrenciler için birkaç hususu

dile getirmek istiyorum. Yıllara dayanan tecrübem; bir

öğretmen, verdiği bir dersi iki dönem halinde, tam bir

yıl boyunca işler. Her bir dersi dönemin bir parçası

olarak verir. Bunda bir sorun yok; doğrusu da budur.

Ancak öğretmen, verdiği her bir dersi kendi bütünlüğü

içinde tek başına bir ders gibi vermelidir. Dönemin

hangi haftasında olursa olsun hiçbir ders yarım kal-

mamalı, sadece bir önceki dersin devamı, bir sonraki

İshan ASLAN / Özgür ARAS TÜFEK / Sabahat ÖZGÖL

Page 35: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

dersin de ön adımı gibi olmamalı, kendine özgü bir bütünlüğe

sahip olmalıdır. Dersi öyle şekilde işlemelidir ki öğretmen,

bir daha gelmeyecek olsa bile öğrencide bir iz bırakmalıdır.

Ben, öğrencilerin ileriki hayatlarını, süresi bir saat bile olsa,

o iz bırakan derslerin etkilediğine inanıyorum.

Değinmek istediğim bir husus daha var. Son yıllarda öğ-

retmen yetiştirme programlarında herkesin aşina olduğu

seçilmiş bir ana eserler listesi bulunmamaktadır. Programla-

rın çoğunda, ilgili alanın birikiminden, ruhundan, tarihinden

ciddi bir kopuşun olduğu gözlenebilmektedir. İstiyorum ki

genç öğretmen adayları bu sorunun bilincinde olup kendi

donanımları ile bu eksikliği gidersinler. Öğretmen adayı is-

terse mevcut koşullar içinde kendi ufkunu geliştirmek için

girişimlerde bulunabilir.

Bir öğretmen adayı, fakültede elde edeceği kazanımlar

paralelinde ileride görev yapacağı okulu, muhatap alacağı

öğrenciyi, veliyi, iş birliği içinde olacağı öğretmeni olanağına

da sahiptir. Öğretmen adayları sahip oldukları gözlem gücünü

mümkün olduğunca hızlı kullanarak kendileriyle ilişkili kişi

ve kurumları önceden tanıyabilirler.

Mekteb-i Üsküdar: İrfan Hocam, bu söylediklerini-zi öğretmen adayları nasıl yapacaklar? Yani genç öğretmen adayı, görev yapacağı okulu, muhatap olacağı öğrenciyi, veliyi, birlikte çalışacağı öğret-menleri nasıl tanıyacak?

İrfan ERDOĞAN: Bunların önemini kavramış ve bu konu-

larda gelişmeyi hedeflemiş bir öğretmen adayı için bu fırsatlar

eğitim süreci içinde yaratılmaktadır. Gelişmeyi hedeflemiş

olanlar, fırsatı tanımakta ve yararlanmaktadır. Belirtmek is-

tediğim başka bir husus da şudur: Öğretmen adaylarının

öğretmenlikle ilgili derinlikli, kapsamlı ve nitelikli eserler

okuması önemlidir. Öğretmenliğe dair yayınların sayısı art-

mış gibi görünse de aynı şey nitelik açısından söylenemez.

Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllardan 1970’li yıllara kadar

MEB’in yayınladığı “Öğretmen Kitapları” dizisi düzeyinde

bir kitap dizisi maalesef yayınlanamamaktadır. Dolayısıyla

eski kitaplar yeni kitaplara göre olumlu anlamdaki farklılığını

korumaktadır. Ancak genç öğretmen adayları devam ettikleri

programlarda klasik haline gelmiş öğretmenlik kitaplarından

mahrum kalmaktadırlar. Bu önemli bir eksikliktir. Umarım

genç öğretmen adayları eğitim bilimleri alanındaki klasik

eserlere ulaşıp bu eksikliği tamamlarlar.

Eğitim öğretime dair yazılmış eserlerin çoğunu gözden

geçirmiş bir eğitimci olarak şunu ifade etmek istiyorum ki

eğitim tarihinin her döneminde güçlü ve etkili düşünceler

ortaya atılmıştır. Yeni olarak takdim edilen birçok düşünce ve

uygulama daha önceki çağlarda da dile getirilmiştir. Birkaç

örnek vermek istiyorum: Antik filozoflara kadar geri gidebiliriz,

mesela Aristoteles , “İnsanlara aynı eğitimin verilmesi aynı

faziletleri meydana getirmez,” der. Ünlü pedagog John Amos

Comenius’un 1657 yılında yayınlanan Didactica Magma adlı

eserinin birinci cümlesi şudur: “ Öğretimin alfabesi, öğretmen-

lerin mümkün olduğu kadar az öğretmelerini; öğrencilerin

ise daha çok kendi kendilerine öğrenmelerini sağlayacak

öğretim tarzlarını araştırmak ve keşfetmektir. “Comenius’un

bu düşüncesinin bugün dile getirilen, öğrencinin öğrenirken

olabildiğince kendi kendine öğrenmesi düşüncesi ile aynı şeyi

önerdiğini söylemek yanlış olmaz. Seneca, “ İnsan okul için

değil hayat için öğrenmelidir,” der. Erasmus da “ Çocuklara

her şey bir anda öğretilmemelidir. Öğretim oyun ile birleşti-

rilmelidir. Çocukların bireysel farklılıkları dikkate alınmalıdır,”

der. Aydınlanma düşünürlerinden John Locke şunu söyler: “

Eğitim hayatta işe yarar olma durumuna göre hazırlanmadır.

Eğitimde elden geldiğince az kural verilmelidir. Basit metot

kullanılır. Doğa’nın yolunu izlediği takdirde eğitim, otoriter

ve baskıcı olmaz; aksine, bireysel özelliklerin gelişmesi için

tüm özgürlükleri kişiye sağlar, öğretmen ve öğrenci arasında

karşılıklı güven gerçekleşir.” İsviçreli pedagog Pestalozzi’ye

de kulak verelim isterseniz: “Öğrenim, ana-babaların anlaya-

bileceği ölçüde basitleştirilmeli ve herkesçe anlaşılıp telkin

edilebilmeli. Çocuğun bulup keşfetmesi öğretimin temeli

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 36: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

34

olmalı. Öğrenim sadece bilmeyi değil, bildiğini yapabilmeyi

de hedeflemelidir.”

Diğer taraftan büyük Türk pedagogu İsmail Hakkı Baltacıoğlu

da Pedogojide İhtilal adlı kitabında şunları söylemektedir:

“Eğitim işi bahçıvan işine benzer. Bahçıvanın yapması gere-

ken iş, elma ağacına armut verdirmek değildir. Bahçıvanın

yapacağı iş, elma ağacının elma vermesi için gerekli olan

dış şartları sağlamaktır. Toprak, hava, su, güneş, gübre gibi

şartlar sağlanınca ağaç yemişini kendi kendine verecektir.

Eğitim işinde de böyledir. İnsan dışarıdan yetiştirilemez. Ye-

tişme şartları var olunca insan kendi kendine yetişir. Terbiye

etmek yoktur, terbiye olmak vardır.”

Bir başka büyük eğitimci Hüseyin Hüsnü Cırıtlı’da Güneşli

Mektep kitabında şöyle söyler: “Öğrenme; öğretenin değil,

öğrenenin yapımıdır.”

Mustafa Satı Bey’in 1911 yılında dile getirdiği şu düşün-

celer için kim eskimiş diyebilir ki! “Anlaşılmadan ezberlenen

şeyler, kabuklarıyla beraber yutulan ve sonuçta hazmedile-

meyen çekirdeklere benzer. Bilginin gerçekten manevi bir

gıda olabilmesi için hazmedilmesi, yani anlaşılıp zihnin malı

haline gelmesi gerekir.”

Eski dönemlerde yaşamış yerli ve yabancı otoritelerin dü-

şünceleri sadece genç öğretmen adaylarının değil, bütün

öğretmenlerin dikkatini çekecek güçte. Bu güçlü, anlamlı ve

işlevsel düşünceleri okuyan bir öğretmenin, öğretmenliğini

daha etkili hale getirmek ve zenginleştirmek için eğitime dair

yazılmış bütün klasiklere ulaşmak isteyeceğine inanıyorum.

Öğretmenin, tabir caizse kendini zenginleştirmek için bir

gözüyle klasik eğitim düşüncelerine, bir gözüyle de bugüne

ve geleceğe bakması gerektiğini düşünüyorum.

Mekteb-i Üsküdar: Öğretmenlik üzerine pek çok yazılar, makaleler ve kitaplar yazdınız. Bu konuda yazmaya nasıl veya niçin karar verdiniz?

İrfan ERDOĞAN: Gazi Eğitim Fakültesi’nin Eğitim Bilimleri

Bölümü’nden 1985 yılında mezun olduktan sonra Milli Eğitim

Bakanlığı’nın yurt dışı lisansüstü sınavlarını kazanmıştım. Gazi

Eğitim’de okuduğum yıllar boyunca, Anadolu’nun ücra bir

köşesinde hizmet etmeyi dört gözle beklerken, Amerika’da

alacağımız eğitimi de Türkiye’nin eğitim sistemini çağdaş-

laştıracak bir ülkü olarak görmeye başlamıştık. Böyle bir

havayla eğitim bilimlerinin çeşitli dallarında öğrenim gör-

mek üzere Amerika’ya gittik. Ben Columbia Üniversitesine

kayıt oldum. Benim dışımda iki arkadaşım daha vardı; aynı

okulda altı yılı aşkın bir süre içinde yüksek lisans ve doktora

eğitimlerimizi tamamladık. John Dewey’in çalıştığı bölümde

öğrenci olmak bilhassa beni iyiden iyiye havaya sokmuştu.

Columbia’da geçen verimli yıllarımız biter bitmez ülkemize

dönüp baştan sona yeni bir eğitim sistemi yaratacaktık. Yani

o kadar “çok” biliyorduk ki döner dönmez bildiklerimizi öğ-

retecek ve uygulayacaktık.

Bu heyecanla nihayet 1992 yılının sonlarına doğru Tür-

kiye’ye döndük. İlk yıllar sarsıcıydı, uyum sorunları yaşadık.

İtiraf etmeliyim ki bu sorunlar, Türkiye’yi yurt dışında öğ-

rendiklerimi öğretebileceğim bir yer olarak görmeme da-

yanmaktaydı. Oysa yurt dışında öğrendiklerimizden sonra

ülkemizdeki eğitim sistemini incelemeliydik. Neyse ki bizzat

yerinde gözlem yaparak, geçmiş deneyimleri inceleyerek

yeniden öğrenmeye başladım. Amerika’ya giderken eşe dosta

Page 37: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

dağıttığım MEB yayını kitapları tekrar edinmek için sahafla-

rın kapısını aşındırdım. Yabancı bir ülkedeyken ülkemizdeki

birikimleri ötekileştirerek bilgi ve görgü kazanmanın ne kadar

eksik olduğunu kahredici bir şekilde gördüm. Dolayısıyla,

Türk eğitim sisteminin dinamiklerini tarihsel bir akış içerisin-

de araştırmam eve öğrenmem, yurt dışında öğrendiklerimi

tekrar anlamlandırmamı sağladı. Öğrenmenin devam etmesi

gerektiğini çarpıcı bir şekilde yaşamıştım. Yapmaya çalış-

tığım uyarlamalar, transferler yeni boyutlar kazandırmaya

başladı. Sonuç olarak işe yarayacağını düşündüğüm kitaplar

ve makaleler yazmaya başladım.

Mekteb-i Üsküdar: İrfan Hocam, öğretmenin kendi-sini yenilemesi, sürekli geliştirmesi neden önemli? Sizin deyişinizle kendinden hareket etmesi neyi ifade ediyor?

İrfan ERDOĞAN: Kendinden hareket etmeyi çok önemli

görüyorum. Küçücük Finlandiya, herkesin örnek gösterdiği

eğitim mucizesini, idealizmi ve kendi imkânları ile gerçek-

leştirdi. Bizim Enderun ve Köy Enstitüleri gibi parlak ku-

rumlarımız da aynı ruhla doğdu ve başarılı olundu. Bugün

de şahit olmaktayız; bir öğrenci, bir öğretmen, bir okul bu

ruhu fark ettiği zaman kendi enerjisi ve imkânları ile harikalar

yaratabilir. Mesela ülke çapındaki başarı sıralaması düşük

olan bir kent bile kendi gücünü fark edip seferber olduğunda,

üst sıralara çıkabilmektedir.

Mekteb-i Üsküdar: “Kendinden hareket etmek” şek-linde kavramsallaştırdığınız bu tavır alışı biraz daha somutlaştırır mısınız?

İrfan ERDOĞAN: Öğretmen olabilmek için kişinin belli

konularda bilgi, beceri ve değerlere sahip olması kaçınıl-

maz bir gerekliliktir. Öte yandan, öğretmenlik son derece

insan-yoğun bir iş olduğundan, her öğretmen ancak kendi

iç zenginliğini kullanarak daha etkili bir öğretmen olabilir.

Mekteb-i Üsküdar: Sözünü ettiğiniz alan varoluş alanı değil mi?

İrfan ERDOĞAN: Evet, öğretmenin kendi varoluş alanın-

dan söz ediyorum. Öğretmenin, öğretmenlik için önce kendi

kendini tanıması ve kendinden yararlanmasını öneriyorum,

çünkü böylelikle kendi hayatından güçlü öğretiler çıkarıp

bunları kullanabilir. Bu yüzden öğretmen önce kendine yö-

nelir, kendinde arar ve kendinde bulmaya çalışır. Kendine

yönelmenin bir tezahürü de kendini arıtmaktır. Zira Hacı

Bektaş Veli’nin de dediği gibi, insan kendini arıtmadıkça

başkalarını arıtamaz. Bu çaba öğretmen olmanın özüdür.

Öğretmenlik zor kazanılan bir statü olduğu için bu statüyü

kazan kişiler nezdinde varılan son nokta olarak algılanabi-

lir. . Ancak statüyü elde ettikten sonra donanımına bir şey

ekleyemeyen öğretmenler ancak öğretmenlik yapabilirler,

öğretmenolamazlar.Öğretmenlik formasyonunu elde eden

kişilerin öğretmenliğe dair algısı önemlidir. Yeni öğretmenler-

den bazıları öğretmenliğe başlamayı “hizmetetmeyeatılmak”,

bazıları da “öğrenmeyeatılmak”olarak görür. Hizmet etmeye

atılan kişi, ulvi bir hisse sahibi olsa da öğrencilere bildiklerini

kazandırmaya yoğunlaşır. Diğer taraftan “öğrenmeyeatılan”

öğretmenin ise yolculuğu devam eder.

Öğrencilere, “Bugün okulda ne öğrendim?” sorusunu kendi

kendilerine sormayı hiç akıldan çıkarmamaları söylenir. As-

lında bu soru, en az öğrenciler kadar öğretmenin de aklından

çıkarmaması gereken bir sorudur. Bu nedenle öğretmenler,

her gün her dersten sonra kendi kendilerine ne öğrendiklerini

sormalıdırlar.

Öğretmenler mesleki gelişmeyi sürekli öğrenen bir öğretmen

olmaya dayandırmalıdırlar. Öğretmen olmak için sertifikalar

yeterli olamayabilir.

Mekteb-i Üsküdar: Öğretmen için gözlem yapmanın önemi nedir?

İrfan ERDOĞAN: Altını çizerek söylemeliyim ki; öğretmenin

en büyük gücü gözlem yapmaktır. Öğretmen, öğrenmek için

sahip olduğu gözle gücünü kullanır ve sürekli gözlem yapar.

Mekteb-i Üsküdar: İrfan Hocam, öğretmeni başka ne ge-

liştirir?

İrfan ERDOĞAN: Burada okumanın, yazmanın ve konuş-

manın da altını çizmek istiyorum. Bacon deyişiyle, “ Okumak

olgunlaştırır, konuşmak ustalaştırır, yazmak ise daha somut

bir bilgi sağlar.” Öğrenmeyi sağlayan başka bir potansiyel

de liderlik yapmaktır. Her öğretmen liderdir. Liderlik ise öğ-

retmenliktir. Bu açıdan öğrenen öğretmenin, kendi kendine

liderlik yaptığı bir durumun olup olmadığını sorması gerekir.

Mekteb-i Üsküdar: Kıymetli hocam, Öğretmenler Gününe

Özel bu sayımızda bizimle olduğunuz için Mekteb-i Üskü-

dar Dergisi okurları ve öğretmenlerimiz adına size teşekkür

ediyoruz.

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 38: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

36

YENİLİKÇİ BİR EĞİTİM SEVDALISI İSMAİL HAKKI BALTACIOĞLU

“Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde iz bırakan bir

eğitimci, akademisyen, yönetici, hüsnü hat (güzel yazı)

sanatçısı ve yazardır.”

Babası İbrahim Edhem Efendi; annesi, Hamdune

Hanımdır. 28 Şubat 1886’da İstanbul’da doğdu. İlko-

kuldan sonra Fevziye Ortaokuluna devam etti, Vefa

Lisesini birincilikle bitirdi. Darülfünun (İstanbul Üniver-

sitesi) tabiiye şubesine girdi. Kadri Efendi’den hüsnü hat

dersi aldı. Üniversitede öğrenciyken Divan-ı Hümayun

kâtipliğine memur olarak atandı. Bir müddet hat ho-

calığı yaptı. Daha sonra 1908’de üniversiteyi bitirince

öğretmen okuluna hat hocası olarak tayin edildi.

Eğitimini geliştirmek ve gözlem yapmak için Avru-

pa’ya gönderildi. Avrupa’da bulunduğu sırada J.J.Rous-

seau, Le Bon, Compayre gibi batılı eğitimcilerin ilkelerini

inceleyen ve kendi çalışmalarına uygulayan Baltacıoğlu,

sosyolojik görüşlerinde Emile Durkheim ve Ziya Gö-

kalp’ın etkisinde kaldı.

1913’te Darülfünun’da pedagoji hocalığına getirildi.

Ayrıca çeşitli okullarda ders vermeye devam etti. Milli

Eğitim Bakanlığında Ortaöğretim ve Yükseköğretim

Genel Müdürlüğü ve Teftiş Kurulu Başkanlığı yaptı.

1917’de Edebiyat Fakültesi dekanı ve 1923-1925 seneleri

arasında Cumhuriyet döneminin ilk üniversitesi olan

İstanbul Üniversitesine rektör oldu. İlahiyat Fakültesinde

Din Sosyolojisi ve İslam Sanatı derslerini verdi.

1924 yılında vefat eden çok sevdiği mütefekkir Ziya

Gökalp, Çemberlitaş’ta Sultan II. Mahmut Türbesine

defnedilmişti. Bu cenaze merasiminde İsmail Hakkı,

rektör sıfatıyla bir konuşma yaparak: “Burada Büyük

Türk Mütefekkiri Ziya Gökalp yatmaktadır” demiştir.

Bu söz, daha sonra Gökalp’in mezar taşına yazılmıştır.

1933’te yapılan üniversite reformu sırasında kadro

dışında bırakılarak üniversite rektörlüğünden kibarca

el çektirilmişti. Onun kurmuş olduğu eğitim müzesi ve

kütüphanesi, ayrıca İlahiyat Fakültesinde İslam Sanatı

dersi için kurmuş olduğu müze apar topar ortadan kal-

dırılmış, özenle toplanan güzide sanat eserleri bodruma

KaraniBEDİR*

Page 39: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

adeta yok olmaya terk edilmişti. Bu duruma çok üzüldü ve

kırıldı.

1939 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakül-

tesi’nde pedagoji profesörlüğüne getirilmiş, 1942’de Afyon,

daha sonra Kırşehir milletvekilliği yapmıştır. 1950’de emekli

olduktan sonra yazarlığını aksatmadan sürdüren Baltacıoğlu,

Yeni Adam dergisini çıkardı. Bir süre ara verdikten son-

ra 1956’da tekrar Yeni Adam dergisini ve kısa süre devam

ettirebildiği Din Yolu dergisini yayınladı. Çeşitli konularda

konferanslar vererek yayın ve çalışma hayatını sürdürdü.

Türk Dil Kurumu Terim Kolu Başkanlığı görevi de yapan

Baltacıoğlu, 1 Nisan 1978’de Ankara’da vefat etti.

İsmail Hakkı: “Toplum kurumlarının, geleneği meydana

getiren din, dil ve sanat kurumlarından doğduğunu söyle-

miştir. Onun için bu üç temel çok önemlidir. Geleneklerin

toplumun en önemli gerçeği ve toplumun belkemiği olduğu-

nu söylemiş, Kur’an’ın özünün anlaşılmasını savunduğu için

Kur’an Tercümesi hazırlamış, dini konulardaki yazılarında

reformist fikirleri ileri sürmüştür. Millet yalnız onunla tarif

edilebilir, dinsiz bir millet olamaz” demiştir.Aynı zamanda

Milli kaynaklardan kopmadan, yerli sanat ve geleneklere

ters düşmeden batılılaşmayı da savunmuştur.

Bir ara dini eğitimin gereksiz olduğunu öngörmüş, ancak

hayatının son dönemlerinde dini konulara iyice eğilmiş, An-

kara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde ve Din Yolu

Dergisi’nde dini konularda yazılar yazmıştır.

Hayatı boyunca hattatlık, resim, dekorasyon, mimarlık

incelemeleri, bahçıvanlık ve çeşitli el sanatlarıyla bizzat il-

gilenen Baltacıoğlu, İslam ve Latin yazılarının her çeşidinde

yazılar yazmıştır. Hat sanatında yeni bir buluş ortaya koyarak

“Alev yazısı” diye tanınan hat şeklini geliştirmiştir. Çapa Fen

Lisesi kapısı üzerindeki hat yazısı alev tarzında olup Balta-

cıoğlu’na aittir.

Ona göre, eğitimgerçek kişiler yaratmalıdır. İnsan doğaya

dokunmalı ağaç dikmeli, ekin ekmeli ve iyi bir bahçıvan

olmalıdır. Onun gözünde bahçe ile okul, öğrenci ile meyve

ağacı, bahçıvanla öğretmen aynıydı. Öğretmen her şeyden

önce sanatkâr olmalıdır. Yetişen her öğrencinin mutlaka bir-

kaç el becerisi olmalıdır. O,yaşamayı, gezmeyi, görmeyi ve

gözlem yapmayı gerekli görmüştür. Okulda kitabın, ezberin

ve sınavın yerine hayata hazırlanmayı ve hayatın kendisi

olmayı savunmuştur. O, hayatı her zaman imkân sunan bir

güç olarak görmüştür.

Eğitimle ilgili görüşlerini 1912’den itibaren yayınladığı

kitaplarında ve çok sayıda makalesinde belirtmiştir. Eğitim

sisteminin gelişimiyle ilgili görüşleri 1912’den 1933’e ka-

dar olan devrede bireyci olan Baltacıoğlu, çocuktan hareket

akımının öncülüğünü temsil etmiştir. 1933’ten 1963’e kadar

süren dönemde eğitim sistemini 1932’de yayınladığı İçtimai

Mektep adlı eserinde ortaya koymuştur. Üretim Pedagojisi

adını verdiği bu eğitim sisteminde sosyal yön ağır basmaktadır.

Ona göre eğitimin amacı insana içinde yaşadığı toplumun

kültürünü ve değerlerini kazandırmaktır. Eğitim kuru kuruya

bilgi vermekle kalmamalı, öğrenciye kişiliğini kazandırmalı,

onda milli değerlerine, kültürüne bağlı, girişimci ve yaratıcı

bir yapı oluşturmalıdır. Ona göre içtimai mektep hayatın

kendisidir. Bu anlamda her yer okuldur.

İsmail Hakkı’ya göre okulların fonksiyonu:

İlkokul, iyi davranış ve hareket kazanmaya uygun bir şe-

kilde hazırlanmalı ki, öğrenci, kendi mizacına uygun bir kişilik

kazanabilsin. Ortaokul, yetenek ve el becerisi kazandırmalı-

dır. Burayı bitiren her öğrencinin bahçıvanlık, marangozluk,

aşçılık, sepetçilik, duvarcılık gibi bir el sanatını muhakkak

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 40: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

bilmeli dolayısıyla bir yan meslek sahibi olmalıdır. Lisede

ise, kültürünü öğrenmelidir. Milli, dini, ahlaki, hukuki, edebi,

insani terbiyeyi burada almalıdır.

İsmail Hakkı: “Elimde olsaydı öğrenim süresini kısaltırdım.

Unutulacak ve işe yaramayan bilgileri öğretmezdim. Çok

sonra öğrenilmesi gereken bilgileri önceden öğretmezdim”

demiştir. Ayrıca okullarda tiyatro, okul gazetesi, münazara ve

konferanslar olmalıdır, bunları öğrenciler kendileri yapmalı-

dır demiştir. O, öğrencilerini toprakla buluşturmayı severdi.

Elişine ve resim iş dersine önem verilmesini isterdi.

Eğitimle ilgili görüşlerinin yanı sıra aynı zamanda hikâye,

oyun, roman ve piyes yazıp, oyun sahnelemiş, toplum ve

kültür incelemelerinde bulunmuştur.Bir pedagog, oyun yazarı

ve uygulamalı eğitimci olarak cumhuriyet dönemi tiyatro

tarihinin en önemli kişilerindendir Sosyoloji, psikoloji, din,

sanat, eğitim ve felsefe alanlarında 100’e yakın eser, inceleme,

deneme ve fıkra türünde yazılar yayınlamıştır. Onun sosyoloji

ve eğitime ilişkin fikirleri pek çok araştırmacı tarafından

ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir.

“Kendi kendine öğrenim, açık hava okulu” ve benzeri ku-

rumsal olmaktan çok uygulamaya yönelik eğitim konusundaki

görüşlerini Rüyamdaki Okullar eserinde ortaya koyan Balta-

cıoğlu, Yeni Adam dergisinde, özelliklede 1942’de yayınladığı

Türk’e Doğru kitabında çağdaşlaşmanın ulusal kaynaklardan

kopmadan gerçekleştirilebileceğini savunmuştur.

İsmail Hakkı, daha çok eğitimci yönüyle ve eğitime dair

görüşleriyle tanınan bir düşünür olduğu için eserlerinin çoğu

pedagoji ile ilgili oluponlardan bazıları şunlardır: Terbiye ve

İman, Terbiye İlmi, Elişlerinin Öğretim Metotları, Sosyal

Mektep, Rüyamdaki Okullar, Din ve Hayat,Demokrasi ve

Sanat, Türklerde Yazı Sanatı. “İçtimaî Mektep” adlı kitap,

onun en orijinal eseridir.

O, verilen makam ve mevkilerde gözü olmayan, ülke-

si için hizmet etmeyi ve insan yetiştirmeyi seven, yaşadığı

devirlere elinden geleni yaparak katkı sağlayan, eğitimde

doğallığı esas alan bir araştırmacıdır. O, bir yazısında toplu-

mun kişileri damgalamasından duyduğu rahatsızlığı şöyle dile

getirmiştir: “…Gelenekten bahsetseniz, mürteci diyecekler!

Tiyatrodan bahsetseniz, tuluatçı diyecekler! Sosyalizmden

bahsetseniz! Bolşevik diyecekler! Politikadan bahsetseniz,

partici diyecekler! Büyük adamlardan bahsetseniz, dalkavuk

diyecekler! Allah’tan bahsetseniz, müteassıp diyecekler.”

O, 92 yıllık hayatı boyunca uğraşmış, kendini yetiştirmiş,

ders, konferans ve seminer vermiş, kitap ve makale yazmış,

milli eğitimde ve üniversitelerde farklı görevlerde bulunmuş,

kırk yıl boyunca dergi çıkararak halkı aydınlatmış, kendine

özgü tezler ileri sürmüş, onuruyla ve şerefiyle çalışıp var ol-

muş reformcu bir eğitimci ve gerçek bir öğretmendi.Hayatını

bu ülkeye hizmet için adayan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nu,

vefatının 40.yılında rahmet ve saygıyla anıyoruz.

*HenzaAkınÇolakoğluAnadoluİmamHatipLisesiMüdürü

Kaynakça:

Erdoğan,İrfan:CumhuriyetçiMuhafazakârİsmailHakkıBal-

tacıoğlu,İstanbul,2018

RehberAnsiklopedisi

https://www.beyince.net/yazi/ismail-hakki-baltacioglu-haya-

ti-kimdir/

http://www.kimkimdir.net.tr/kisiler/ismail-hakki-baltacioglu

https://1000kitap.com/yazar/ismail-hakki-baltacioglu/alintilar

http://tjs.istanbul.edu.tr/makale/bilinmeyen-bir-yonuyle-isma-

il-hakki-baltacioglu/

38

Page 41: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

ALTIN ŞEHİR

Ziyadesiyle ruhumuzu okşayan bir güzelliği tarif

ederken, ‘masal tadında’ ifadesini ne çok kullanırız.

Masal, bizleri, o artık çok uzağımızda kalmış çocuklu-

ğumuza en hızlı ulaştıran anahtar sözcüklerden biridir.

Öyle anlaşılıyor ki, çocukluğumuzda zihnimize yerleşen

şeylerin bir özelliği daha var. Onlar, gönüllerimize de,

oradan bir daha çıkmamacasına yerleşmişlerdir.

Anadolu’nun bir huzurlu beldesinde doğan ve ço-

cukluğunu orada geçirip henüz bir İstanbul yolculuğu

yapamamış olanların en büyük hayallerinden biri de,

hep bu şehri görebilmek olmuştur. Ama en çok da

Üsküdar’ı. Çünkü Üsküdar, ilkokul yıllarımızın herhangi

bir bayram gününde, elinde bir baston, başında fesiyle

ve elbette büyümüş de küçülmüş bir edayla yürüyen

kâtip ve o kâtibin koluna girmiş şemsiyeli bir Boğaziçi

hanımefendisi ile çocukluğumuzun en güzel müzikli

masalının bir büyülü mekânı olmayı hep başarmıştır.

Çocukluğumuzun o meçhul Üsküdar’ı sanki hep yağ-

murludur, sokaklarında gözleri mahmur insanlar dolaş-

maktadır ve şanslı köşelerinde bizi bekleyen rengârenk

mendiller vardır.

İşte bu nedenle Üsküdar, bu ülkenin çocukları için

sadece isminden dolayı bile güzeldir. Ötesine gerek

yoktur, Üsküdar, çocukluğumuzun masal diyarıdır ve

hep öyle kalacaktır. Antalya’nın, Bursa’nın, Samsun’un,

Mardin’in ve daha nice şehrin sokaklarında, köylerinde

büyüyen çocuklar, aynı duygularda birleşmenin güzelliği-

ni Üsküdar sayesinde çoktan tatmıştır. Çocukluğumuzda

kalmış, bugünümüze taşıyamadığımız güzellikleri bir

düşünün. Büyüdükçe kaybettiklerimiz kadar güzeldir,

çok güzeldir Üsküdar.

Evet, kimi semtlerin güzelliği ismiyle başlar. Bu paye

Üsküdar için iki kere geçerlidir. Çünkü Üsküdar’ın bilinen

ilk adı, ‘Altın Şehir’ anlamına gelen Khrisopolis’tir ve

bu adın, en az 2500 yıllık bir geçmişi vardır.

18. yüzyılın önemli tarihçilerinden Eremya Çelebi,

bu ismin kaynağı ile alakalı önemli rivayetler aktarır.

Fotoğraf: Ayşegül KURT

Sinan YILMAZ *

Page 42: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

40

Bu rivayetlerden ilkine göre, Miken kralı Agamemnon’un

oğlu olan Khrisen, kızkardeşi İphigenia’yı ziyarete giderken

burada ölmüş, buraya gömülmüş ve onun adına izafeten

buraya Khrisopolis denmiştir. Niyazi Ahmet Banoğlu, Tari-

hiveEfsaneleriyleİstanbulSemtleri adlı eserinde, burada ilk

defa bir şehrin Khrisen adına kurulmuş olabileceğini ifade

etmektedir.

İkinci rivayet ise, Üsküdar’ın ekonomik potansiyeli ile

alakalıdır. Buna göre, Persler buraya hâkim oldukları dö-

nemde, çevredeki pek çok yerden aldıkları vergileri burada

toplamışlar ve ortaya çıkan zenginlik sonucunda da, beldenin

adı Khrisopolis olmuştur. Aynı rivayetin benzer versiyonunda

ise, vergi toplayanlar Grekler, vergi ödeyenler ise Karade-

niz’de ticaret yapan gemilerdir. Üsküdar’ın ticaret açısından

çok değerli bir konumunun oluşu, bu rivayeti güçlü kılan en

önemli husustur.

Üçüncü ve son rivayet ise altının kendisiyle değil rengiyle

ilgilidir. Yeryüzünü, hiç fırça kullanmaksızın sarıya boyayan

güneş, özellikle gurup saatlerinde, Üsküdar’ı bir altın şehre

dönüştürmektedir. Bu dönüşüm, semtin ilk adına dair üçüncü

rivayet olmuştur.

Üç rivayetin içinde belki en zayıf olanı budur. Hatta belki

de, rivayetten çok bir yakıştırmadır demek daha doğrudur.

Ama Üsküdar’a gönlünde çok özel bir köşe ayırıp ışığı da dost

bilenler için rivayetlerin en güzeli budur. Güneşin veda etmeye

hazırlandığı saatlerde İhsaniye sırtlarından Kızkulesi’ni, ya

da Cihangir’den Üsküdar’ı seyretmenin ne demek olduğunu

bilenler için fazla söze gerek yoktur. Çünkü bu zamanda

ve bu yerlerde her şey sükût eder, söz sarının olur. Hem, o

vergi toplayan gemiler hatırdan çıkmış ve Khrisen çoktan

unutulmuştur. Ama ufuklar, her ne kadar betonla, korkunç

ve çirkin bir yapılaşma ile eski ihtişamını özlüyor, özletiyor

olsa da hâlâ bir şekilde karşımızdadır, güneş ufuktan, lisan-ı

hâli ile ‘yarın görüşmek üzere’ demeyi ve ardından aheste

kayboluşunu yine sürdürmektedir. Ve Üsküdar, gökyüzün-

den üzerine damlayan sarılar ile dün olduğu gibi bugün de

altın rengine boyanmakta ve ilk adının ne olduğunu şehrin

sakinlerine fısıldamaktadır.

Evet, rivayetlerin en güzeli budur. Öyle ki, pek çok şairin

gönlünden saçılan nice şiiri dahi, en güzel bir sarıya boyamıştır.

İşte o şairlerden biri de Yahya Kemal’dir ve ‘Hayal Şehir’ şiiri

ile Cihangir’den Üsküdar’a nazar edebilmenin, ömrümüze

sunulmuş bir güzel hediye olduğunu âdeta destanlaştırmıştır:

“Gitbumevsimde,gurupvakti,Cihangir’denbak!

Birzamankendinikarşındakirü’yâyabırak!

Başkadırçünkübuakşambütünakşamlardan;

Güneşinvehmisaraylaryaratırcamlardan;

Oilâhisteyipeğlencehayalhânesine,

Çevirircamlarıbirdenperikâşânesine.

Somateştenbusaraylarlabütünkarşıyaka

Benzerüçbinseneevvelkimutantanşarka...”

Bakışın bu derece destanlaştırıldığı bir şiir daha var mıdır?

Bilemiyorum. Güneşin vedası, Cihangir’den Boğaz’a bakan

bir teras ve Üsküdar, tek bir bakışın içinde şiire dönüşmüştür.

Aslında şehir İstanbul’dur ve bunun için Üsküdar’a en çok

‘seyreden’ rolü biçilmiştir. Bu şiir, Üsküdar’ın bir ‘Altın Şehir’

oluşunun da hakkını teslimdir. O sadece seyreden değil,

aynı zamanda seyredilen olmalıdır. Salacak sahilinde Oktay

Rıfat’ın o güzel şiirini hatırlayan biri, İstanbul’un lâl kesilip

kendisini izlediği zannına kapılabilir:

“...veİstanbuluzaktan

AyasofyaSüleymaniyeTopkapı

bizebakıyorduÜsküdar’avebana.”

Page 43: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

Evet ‘Hayal Şehir’ işte bu bakışı destanlaştırmıştır. Bu fasılda

son söz Şevket Rado’dan gelsin:

“BenimiçinÜsküdar,HayalŞehir’iokuduğumgündenberiha-

kikatoldu”

Mehmet Kaplan, İstanbul’a ilk geldiği zamanlarda, biraz

da Anadolu’da gördüğü, yaşadığı mahrumiyet zamanlarını

hatırlattığı için Üsküdar’a çok da müspet duygular besle-

yememiştir. Bunu da açık yüreklilikle ifade etmiş, ancak,

güneşin bin parçaya bölünüp, Üsküdar evlerinin camlarına

dağılmasından etkilendiğini de ifade etmekten kendini ala-

mamıştır:

“Eskidenvapurlageçerkenhepgörürdüm.Üsküdarsiyah,harapvekasvetliidi.Onunakşamgüneşindealevalevparlayancamları,YahyaKemal’deolduğugibibendede,ihtişamlıbirhâyalâlemiuyandırır,fakatbelkiKaracaahmetservilerininteşkilettiğiölümçerçevesiiçindebumanzarahüzünlübirduyguverirdi.”

Ne garip tecelli!. Mehmet Kaplan Hocamız, bugün Üs-

küdar’ın aziz misafirlerinden biridir. Şimdi, o yeşil evde, Ka-

racaahmet’in servileri altında ruhunu dinlendiriyor.

Bu kadim mezarlığı, “Deryadasonsuzluğuzikretmeyene

zahmet/Alsana,deryagibisonsuzKaracaahmet” mısralarıyla

başlayan o meşhur şiiri ile ‘Çile’sinin bir parçası yapan Necip

Fazıl ise, ‘Canım İstanbul’ şiirinde Üsküdar’ın Altın Şehir

ismini bize şöyle hatırlatır:

“HerakşamcamlarındayangınçıkanÜsküdar,

Periliahşapkonak,kocabirşehirkadar...”

Kubbeleriyle, minareleriyle, kuleleriyle ve daha nicesiyle

bütün bir İstanbul, bir ahşap konağın camlarında toplanmış

ve Üsküdar, ‘Altın Şehir’ vasfından bir parçayı da İstanbul’a

ikram etmiştir. Düşünün ki bütün evler ahşaptır. Düşünün

ki bu evlerin bütün camlarındaki tek renk sarıdır. Evet, Üs-

küdar artık camlarında yangın çıkan bir yere dönüşmüştür.

Bu yangın ancak güneşin batması ile sönecektir. Kim demiş

şiirler, mısralar üzülmez diye. Ahşabın yerini betonun aldığı

günlerden beridir, “HerakşamcamlarındayangınçıkanÜs-

küdar” mısrası mahzundur.

Tıpkı Yahya Kemal gibi, Üsküdar’a Cihangir’den bakmanın

ne demek olduğunu en iyi bilen şairlerden biri de, şairlerin

en çelebisi Asaf Halet’tir. Üstelik bu bakışlara çocukluğun

masumiyeti de sinmiştir. Kendisine kulak verelim:

“Cihangir’de doğan ve çocukluğumu orada geçiren ben

herakşambuHriso¬polis’i,buAltınŞehrikarşımdagörmüş

veÜsküdarsız bir İstanbul’unolama¬yacağınao zamandan

beriinanmıştım.Orayaaltınparlaklığıverenguruplaramukabil

buradanhersabahpırılpırılbirgüneşdoğduğunudabençok

defalargördüm.Altıyaşındaikenbabamlaorayakarşıdizçöküp

Kur’anokurkenanlatılamayacakkadargüzel şeyleribenhep

orayabakarakdüşünürdüm.”

Zaman hep olduğu gibi acımasız bir hızla akıp gidecek,

bu küçük çocuk büyüyüp Üsküdar’ın, kendisi gibi zarif bir

semti olan Beylerbeyi’ne taşınacak ve ondan sonra çocukken

izlediği manzaradan topladığı sualleri, şiirine şöyle taşıya-

caktır:

“Camları parıldıyor

Üsküdar evlerinin

Akşamüstleri

Camlı odalarda

Ne olsa gerek”

Üsküdar’ın ışıklı bir belde oluşuna en güzel not düşen-

lerden biri de Mustafa Necati Karaer olmuştur. Öyle ki, bir

Üsküdar evinde kaynayan çaydanlığın suyunda bile güneşi

görmek mümkündür:

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 44: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

42

“Ne tutabilir şiirin yerini,

Söylenmemiş ince bir sevda kadar?

Sımsıcaklığını koyduğun Üsküdar

Sokak sokak, ev ev, göz göz aydınlık

Dumanı üstünde, mavi bir çaydanlık,

Ağzından ya güneş ya yıldız akar.”

Bazı romanların kahramanları sadece kişiler değildir.

Mekânlar da romanların kahramanına dönüşebilir. Üsküdar,

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında ete kemiğe

bürünmüş gibidir. Bazen bir romanda karşımıza çıkan pek

kısa cümleler, söylenecek binlerce sözün en güzel bir özeti

oluverir. Huzur romanındaki, “Üsküdarbirhazineidi.Birtürlü

bitmiyordu.” ifadesi, söylenecek binlerce sözü birkaç kelimeye

sığdırmanın ne güzel örneğidir.

İşte bu romanda Üsküdar, en çok öne çıkan hususiyet-

leri ile pek çok sayfanın içinden bize tebessümle bakar. Bu

hususiyetlerden biri de, bize yine semtin ilk ismini hatırla-

tan ışıklardır. Tanpınar, Boğaziçi’nin güneşten toplayıp sonra

şehrin sakinlerine cömertçe dağıttığı güzellikleri en güzel

pencereden, yani Salacak’tan izleyip şunları söyler:

“Üsküdaraçıkları,lodosluakşamınsudakurulmuşmâlikanesi

olmağabaşlamıştı.SankiKızkulesi’ndenMarmaraaçıklarına

kadardenizinaltına,sutabakalarınınarasınayeryer, iyidö-

vülmüşbiryığınmücevherparıltısındangeçirilmişbakırlevha-

lardöşenmişti.Bazenbubakırlevhalarsuyunüstündeyüzüyor,

adetamücevhersallaryapıyor,bazendeprimitif ressamlarda,

mağfiretintimsali ışığınkaynaştığıderinliklergibihasretle,bir

hakikateyükselişarzusuiledolu,büyükvekıpkırmızıuçurumlar

açıyordu.”

Üsküdar’ın ahşap güzellerinin camlarına masal güzelliği

katan ışık, bu romanda da karşımıza çıkar. Yolculuk, İstan-

bul’daki yolculukların en güzelidir. Yani kahramanlarımız

Boğaziçi’nde bir vapurun içindedir. Nuran, Mümtaz’a şöyle

seslenir:

“Benimensevdiğimşeynedir,bilirmisiniz?Taçocukluğumdan

berikapalı,arkasında ışıkyanmayan,yalıpencerelerinde ışık

oyunları...Vapurlaberaberyürüyenvecamdancamadeğişen,

bazenateştenkavislerçizenışıklar...”

Üsküdar evlerinin camları Mai ve Siyah romanında da

ateş rengidir. Halid Ziya, Altın Şehir ile şehirlerin şehrini

birbiriyle pek güzel kucaklaştırır:

“..öte tarafta İstanbul tepelerinin üzerinde camilerin birer

gümüşmiğferleörtülücesimbaşlarıyükseliyor,minarelerinse-

malarafışkırmakisteyenbirerbeyazfevvareşeklindeuzananince

boylarıyeryerakşamınesmerhavasıiçindegüyaihtizazediyor;

beridegüneşinsonziyalarıylatutuşmuşcamlarıylakırmızılıklara

boyananİhsaniye,Üsküdar,dahayüksekteyeşiltepelerinüzerine

eteklerinisererekMarmara’yabakanÇamlıca...”

Camların parıldaması hiç bitmedi Üsküdar’da. Bitmesin

de. Hatıralarımız arasında yeri hep vardır. Unutulmasın. Hatı-

ralarını bizlere aktaranlara da bin selam olsun. İşte onlardan

biri olan Güzin Dino, şiire ve romana, konu olanın muhakkak

surette yaşamımızın da bir parçası olacağını bizlere hatır-

latır. Kabataş’ta yeni bir ev tutulmuştur. Hadi satırlarımıza

bir zenginlik daha sığdıralım. Kabataş ve civarının eski adı,

Üsküdar’ın Altın Şehir oluşunu taçlandırmak istercesine Gü-

müş Şehir anlamına gelen Argyropolis’tir. Güzin Dino işte

bu Gümüş Şehir’den Altın Şehir’e bakar ve bize şu satırları

hediye eder:

“Evin manzarası dehşet... Karşıda Üsküdar, yanar söner

camlarıyla.Marmara,adalarakadarvedeKızKulesi.”

Bunlar yeter mi? Yetmez elbet. Dino’nun hatıralarında

sonlara yaklaşırken yeni bir hediye ile karşılaşmış gibi oluruz:

“KabataşvapuriskelesinebakanSetüstü’ndekievinpenceresinden

MarmaraileBoğazınarasındakigitgeliseyretmek,zamanıalıp

götürürveböylecegüngeçer.Gecelerışıkladolupboşalır;dertler,

üzüntüler, hasretler, korkular, o küçüklü büyüklü vapur, gemi,

sandal,mavna,takaveçatanalarabinipAdalaraaçılırlar.Do-

laşır,dolaşır,Karadeniz’inağzınakadarulaşır.Dertyokolmaz;

hafifler,eziciliğinikaybeder,ertesigünübekletirinsanaveertesi

gün,yeniden,BoğazlaMarmara’nınkavuştuğuyerdekigitgel

cümbüşünedalınır.KızKulesi,heporadadır,derdinizin,kahrınızın

bekçisidir,güvenceli,sadık,hepkarşınızdadurur.Üsküdar’da,

camveaynaoyunlarıyla,akşamdanakşama,mehtaptanmehtaba

yanıptutuşan,sönüpgidenparıltılarısergiler.Kimikez,sönmemiş

tekbircamkalırÜsküdar’da;parıltısı sürer,uzargider.Oysa

güneşbatmıştırçoktan,ayisedahadoğmamıştır...”

Fındıklı, Cihangir yahut Kabataş’ta olup, karşıda o sön-

memiş tek bir camı aramak, bu şehrin güne veda saatlerinin

ihtişamlı hüznüdür nice Üsküdar sever için. Bakışları arada

Haliç tarafına kaydırıp sonra yeniden Altın Şehir’e odaklan-

Page 45: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

mak, ardından Edip Ayel’i hatırlamak ne güzel şeydir:

“ÖlgüngüneşinkanlarıaktıkçaHaliç’ten

BirbiryanacakÜsküdar’ınevleriiçten”

Ruşen Eşref Ünaydın’ın, kendisine babalık ettiğini söyle-

diği, bu yüzden de hep hürmet ve sevgiyle hatırladığı amcası

Vaniköy’de bir yalı tutmuştur. Köprüden, şimdi iskelesi elinden

alınmış Vaniköy’e yolculuklar hep vapur iledir. Gün batımına

yakın saatlerde, yolculuk başlar ve Üsküdar kıyılarından ge-

çilir. Ruşen Eşref ’in seyrettiği Üsküdar da, o güzelim evlerin

camlarında biriken ışıktır:

“Vapur,limandanayrılırayrılmaz,şehiryorgunluklarınıgide-

ricibirkıvrakmeltemyüzedeğmeye,heranikisahildegüzellikten

güzelliğegeçenyalıvekorumanzaralarıçoğalmayabaşlayıncane

kadarferahlardım.Sezerdimki,önündengeçtiğimkıyı,teferruatını

gönlümeinceincenakşetmeyebaşlıyor:Eskizamandankalmabir

Türkkasabasıtesiriveren;fakatakşamları,bütünkıyılarındaki

vetepelerindekiyanyanaveüstüstetahtaevlerincamları,sarı

yakuttanyapılmabirmücevherdonanmasıilepırılpırıltazeleşen

Üsküdar...”

Bazen gözden ırak olanlar değil, en yakınımızdakiler de

gönülden ırak olabilir. Hep gözümüzün önünde duran gü-

zelliklere gereğinden fazla alışır ve alakamızı azaltırız. Tâ

ki, bir misafirimizin o güzelliği gördüğünde verdiği tepkiyi

duyuncaya kadar. Bu tepki ile unuttuğumuz bir güzelliği adeta

yeniden hatırlamış oluruz. Dışarıdan bakmalar bunun için

mühimdir. Bu şehre misafir olanların tespitleri, farklı zaman-

larda bu topraklarda ağırladığımız seyyahların İstanbul’a dair

yazdıkları da işte bunun için çok kıymetlidir. Üsküdar, çoğu

kez, bu kıymetli notlar arasında bir güneş gibi parıldar.

İşte o isimlerden biri olan Julia Pardoe, kayıkla yolculuk

yaparken, uzaktan gördüğü Üsküdar’ı, bir bayan zarafeti ile

dev çiçekler diyarına benzetir. Işık yine başroldedir ve şehrin

ilk adı ile Karacaahmet’in servileri arasında bir bağ kurmayı

ihmal etmemiştir:

“GüneşBoğaz’ınüzerindeparlıyor,uzunservilerintepeleri

ışıktaaltıngibigözüküyorve tüylerebenzeyendallarıesintide

hafifçesallanıyordu.Masmavigökyüzüburmalıminarelerinçev-

resinisarıyordu;günışığıdokunduğuboyalıevleridevçiçeklere

dönüştürüyordu.”

Theophile Gautier ise şehrin ilk adı ile Kızkulesi arasında

bağ kurmayı tercih eder. Yıl 1852’dir. Yazarımız, bir Ramazan

ayında iftar topunun ateşlenmesinin hemen sonrasında, Pe-

ra’da oturduğu bir kahvehanenin pencerelerinden yine ışıklı

bir Üsküdar görür:

“PembemsigünbatışındaÜsküdar,koyuyeşilfonönünde,

açıkrenkleriylebeliriyor,BüyükCamiiileSultanSelimCamisi’nin

minarelerikandillerinışığındanbirtaçgiymişgibiparlıyorlardı.

AnıtsalkışlalarladoluKadıköyBurnudenizedoğruilerliyorve

Kızkulesi,pırılpırılyananbeyazlığıylamavisulardanfışkırıyor;

kubbesindebulunanışık,muslinbirsarığınüzerindekibiraltın

gibiparlıyordu.”

‘Hangi Üsküdar’a aşıksın?’ diye bir soru var mıdır? Bile-

mem. Ama varsa, böyle bir sorunun en güzel cevaplarından

birisi, ‘Edmondo de Amicis’in betimlediği Üsküdar’ olmalıdır.

Onun Üsküdar’a olan sevdası tam olarak ‘ilk görüşte aşk’

diye tarif edilen cinstendir. İçinde bulunduğu gemi İstanbul’a

yaklaşmaktadır. Gözler, harikalar diyarına nazar ediyor gibi

İstanbul’u seyretmektedir. O sırada, “Beyler, işteÜsküdar!”

diye bağıran ikinci süvarinin sesi duyulur. Amicis’in gönlüne

ilk şunlar düşer:

“Hepimiz birden Asya sahiline doğru döndük. Koca tepe-

lerinin zirvelerine ve yamaçlarına göz alabildiğine dağılmış ve

bir perinin sihirli değneğinden doğmuş bir şehir gibi latif ve

ışıklı Üsküdar, Altınşehir oradaydı. Bu manzarayı kim tasvir

edebilir? Kendi şehirlerimizi anlattığımız dille bu hudutsuz

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 46: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

44

bir renk ve manzara çeşitliliği, bu fevkalade bir şehir ve köy,

neşe ve ciddiyet karışıklığı, bu Avrupalı, Şarklı, acaip, zarif ve

haşmetli halita üzerinde bir fikir vermek mümkün değildir!”

İlk görüşteki bu aşk hiç eksilmez. Amicis, Üsküdar’ı sey-

retmeye hiç doyamayacak, gözleri, Pera’nın her köşesinden

Üsküdar’ı arayacaktır. Bulduğu her Üsküdar da, tıpkı Belle

Vue kahvesinin bahçesinden izlerken tarif ettiği gibi, bir ışıklı

belde olacaktır:

“...gemilerleörtülmüşBoğaz,üzerinebahçelerveköylersaçılmış

Asyasahili,beyazcamileriyleÜsküdar,rüyayabenzeyenbirye-

şillik,mavilikveışıktantanasıgörülüyordu”

Amicis, İstanbul’un ve Üsküdar’ın ışıklarına dair söyleyece-

ği en güzel cümleleri sonraya saklamıştır. Galata köprüsünden

güneşin doğuşunu ve batışını izlemeyi, en büyük zevklerinden

biri olarak ifade eder ve öncelikle sabah aydınlığını tarifsiz

bir güzellikle anlatır. Fakat en büyülü cümlelerini gün batı-

mına ayırmıştır. Sadece Üsküdar değil, günün son ışıkları

ile beraber, bütün bir İstanbul, onun tasvirleri ile bir masal

şehir tadına bürünür:

“...İşteozamanilahimanzaratekrarbaşlar.Hava,Kadıköy’ün

son tepesininuzakağaçları tek tekgörülecekkadarberraktır.

İstanbul’unbütünbüyükçizgilerisemadaöyleberrakhatlarla

veöylekuvvetlirenklerleortayaçıkarki,Sarayburnu’ndanEyüp

mezarlığınakadar,zirvezirve,bütünminareler,bütünkuleler,te-

peleritaçlandıranbütünselvilersayılabilir.AltınboynuzileBoğaz

fevkaladebirçivitrenginegirer;doğudaametistrengindeolan

gökyüzü,ufku,kâinatınyaratıldığıilkgünüdüşündürensayısız

yakutpırıltılarıylaboyayarakİstanbul’unarkasındatutuşur;İs-

tanbulkaranlıklaşır,Galatayaldızlanırvebatangüneşinvurduğu

Üsküdar,yanıyormuşgibiduranpencereleriyleparlayarakalev

almış bir şehre benzer.Bu, İstanbul’u seyretmek için en güzel

andır.Peşpeşegeçensonderecedetatlırenkler,solukaltın,gül

ve leylak renkleri, şehrin kâh şu tarafına kâh bu tarafına bir

güzellik üstünlüğü verip alarak vemanzaranın kendisini gün

ortasındagöstermeye cesaret edemeyenbinlerceufak tefek ve

mahcupzarafetinimeydanaçıkararakyamaçlardavesuların

üstündetitreşipkaçar.Gölgelivadilerdekaybolmuşhüzünlübü-

yükmahalleler;tepelerdegülenerguvanrenkliküçükkasabalar;

hayatısönmüşgibihareketsizduranşehirlerveköyler;yangında

boğulmuşgibibirdenölen;ölüzannedilirkenateşiçindebirden

dirilenvegüneşinsonışığındabirkaçsaniyedahaşenlikeden

başka şehirler ve köyler görülür. Sonra,Asya yakasındapırıl

pırılparlayanikitepedenbaşkabirşeykalmazartık:Bulgurlu

tepesiveMarmara’nıngirişinikoruyanburun.Bunlarevvelaiki

altıntaç,sonraerguvanrenkliikibere,dahasonraikiyakuttur;

nihayetbütünİstanbulkaranlıktakalırveonbinminaredenon

binsesgüneşinbatışınıhaberverir.”

Altın Şehir ismine dair üç ayrı rivayet olduğunu söyledik.

Sadece Ruşen Eşref ’in hatıraları arasında rastladığım, kısmen

de olsa Üsküdar’ın ticaretle zenginleşen bir belde olduğu

rivayetini hatırlatan bir dördüncü rivayet daha var. Son sözü

Ruşen Eşref ’e bırakmak ne güzel:

“Biri diyor ki, eskiden harikulâde şeyleri altına benzetmek

âdetti; bozuk ve fırtınalı havalarda Kalkedonya’nın limanı bu

rahat körfezcik olduğu için burası da Hrisopolis adıyla anılırdı.”

Daha Üsküdar adına, skutary askerlerine, Evliya Çelebi’nin

itirazına ve Hammer’in mülahazalarına gelemedik. Belki bu,

“Üsküdarbirhazineidi.Birtürlübitmiyordu.” diyen Tanpınar’ı

henüz yolun başında iken anlayabilmemize bir imkân verdi.

Evet, sadece, Üsküdar’ın Altın Şehir olduğu zamanları yâd

etmiş olduk. Hayatımızı, Üsküdar ile onun dost ışıkları ile

aydınlatmak, zenginleştirmek ne güzel şey. Eksilmesin, hep

ziyadeleşsin temennisiyle.

*ÜsküdarSaffetÇebiOrtaokulundaSosyalBilgilerÖğretme-ni

Page 47: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

MEDENİYETİN BEŞİĞİ HARRAN

İnsanlık tarihinden geçen tüm yolların, kervanların,

dillerin, inançların buluştuğu, bağrında yanan ateşi, su-

ların ve surların sardığı şehir; Harran… Dünyada ilk

adımı muamma olan insanoğlu, varlık yolculuğuna bu

topraklardan başladı. Allah-u Teâlâ’nın Hz. Âdem’e

bildirdiği tevhid, suretlerle gölgelense de “Yüce Olanı”

aramanın iksiri, zamanın kadehinde insanaburada su-

nuldu. Gizemli tapınakların evrene açılan sütunlarında,

mağaraların derinliklerinde kutsal sırlar izlerle saklan-

dı. Yıldızlardan, ateşten, su ve topraktan arza dağılan

gölgelerletevhid arasındaki hakikat perdesi aralandı.

Allah, elçileriyle İslâm’ı tamama erdirdi. Peygamberler

diyârı oldu Harran…

Hz. Âdem ile Havva’nın avuçlarında cennetten gelen

gül fidanının, nar ağacının ardından ilk tohum Harran’da

toprağa düştü der râviler. Nar çiçekleri ve beyaz güllerle

cennetten gül kokusu karılan bereketli toprağı, rahmetle

buluşunca hâlâ gül kokar. İnsanlığın ikinci atası Hz.

Nuh, kavmini helak eden tufandan sonra inananlarla

Cudi Dağı’ndanbu ovalara yayıldı. Yeryüzüne dolan

güneşe, geceyi süsleyen yıldızlara ve aya seslenen Hz.

İbrahim, teffekkürle güneşin, ayın ve yıldızların Rabbi’ne

burada secde etti. Halil-ür Rahman’da Hz. İbrahim’e

“serinveselamet” olan Nemrut ateşinin dumanı, Ayn-

el Zeliha ile Harran semalarına ulaştı. Babil’e, Filis-

tin’e varan; Kâbe-i Muazzama’ yı temelleri üzerinde

yükselten Peygamberlerin atası Hz. İbrahim’in ayak

izleri, Hz. Yakub’un, Hz. Şuayb’ın, Hz. Musa’nın ayak

izleriyle Harran’da buluştu. Diyârları, çölleri aşıp Hz.

Yusuf ’a varacak kervan, ovanın ıssız kuyularında suya

kavuştu mu bilinmez lâkin sabır mülkünün sultanı Hz.

Eyyûb, rahmet pınarını Eyyûbiye’de sabır makamında

insanlığa ulaştırdı. Allah’ın mucizesiyle canlanan Hz.

İsa’nın “Habibullâh”ı müjdeleyen kelimeleri Harran’ın

mabetlerinde yankılandı.

“Hatemü’n Nebiyyîn” Hz. Muhammed’in(s.a.v)

Halifesi Hz. Ömer’in ordularının fethi ile (640) İslâm

güneşinin yeniden doğduğu topraklar, dünyaya açılan

ilim ve medeniyet kapısı oldu. Yeni Asur Krallığı’nın

başşehrinin üstünde Emeviler’in son Halifesi II. Mer-

van’ın Hilafet sarayının kuruluşuna ve Abbasiler tarafın-

dan yıkılışına(744-750)şahit olan Harran surları, mânâ

sultanı Hayât b.Kays el Harranî Hazretleri’nin (ö.1185)

manevi saltanatıyla ebediyen yüceldi. Abbasi Halifesi

El Mansur’un gökyüzündeki feleklere nazîre, zâhirde

Babil’in Ninova’nın kadim taşlarından, batında ise ilim

Reyhan ÇELİK *

“Harran’a gitmeden ilim tamamlanmaz.”İbn-i Sina

Page 48: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

46

ve hikmetten “su ve ateş” üzre mamûr eylediği müdevvere

şehir Bağdat’ın gecelerinden, âlimlerin yıldızların seyrini,

göllerin derinliğini, güneşin yüksekliğini yakalayıp ankebutuna

yerleştirdiği usturlaplar, Harran’a ulaştı. Yücelerden kalbine

akan Cüllab ve Deysan Irmakları ile bereket fışkıran Harran

toprağı, ilim ve rahmetten sonsuz bir halka ile sarıldı.

Kur’an-ı Kerim’in “İkra’bismi Rabbikellezî Halak” hitabıy-

la Hz.Peygamber’in (s.a.v.) yolunda, ilim kapısı Hz. Ali’nin

rehberliğinde kâinatı; arzı, arşı, insanı okumak için saf tutan

âlimler, ilim ve hikmetin muhkem halkasını binlerce yıllık

“Harran Okulu”nda* geleceğe bağladılar. Gölgelerin mağa-

rasından hakikatin ışığına ulaşan insanın sırrını taşıyan Mısır,

Yunan, Çin, Hint şehirlerinden akan ırmaklarla beslenen

Mezopotamya’nın derin göllerinde saklı insanlığın hafıza-

sı, İslâm’la yeniden tazelendi. Anadolu’nun ilk Ulu Camii;

**Firdevs Camii’nin minaresinden yankılanan Allah-u Ekber

nidalarıyla; Ay, Güneş ve yıldızlar, Sin Mabedi’nde, Soğmatar

Mağaraları’nda binlerce yıldır Harranlılara fısıldadıkları sırları

âlimlerin kalbine bahşetti. Âlimler, dağları, çölleri, dilleri, za-

manları aşıp âlem-i kübrâdan, âlem-i suğrâya; güneş ile ayın

arasındaki mesafeden yıldızların seyrine, insanın zerrelerine

kâinattaki muazzam ölçüyü hesap ile idrak ettiler.

İlim şehrinin muhkem kaleleri, okçuların Kelime-i Tevhid

sancağı yerleştirdiği burçlarıyla Harran’da yükselirken Me-

zopotamya’ya, Diyâr-ı Rum’a, açılan sur kapılarından mü-

cevherler, has ipekler yüklü kervanlardan ziyade “Harran’a

gitmeden ilim tamamlanmaz “diyen İbn-i Sina’nın işaretiyle,

ilim cevherini kalbinde taşıyan âlimler girdi. Abbasi Halifesi

Harun Reşit döneminde altın çağını yaşayan ilk İslâm Üni-

versitesinde din, astronomi, tıp, matematik ve felsefe âlimleri

yetişti.

Kimyanın kurucusu Câbir Bin Hayyân, (721-815) ast-

ronomi ve matematik âlimi El Battânî, (859-929) Felsefe,

tıp, matematik ve astronomi sahasında yetişen ve Yunan

filozoflarının eserlerini Arapçaya çeviren Sâbit Bin Kurra,

(821-901) Fıkıh âlimi İbn-i Teymiye, (1263) Hukuk âlimi El

Muaddil ve sayısız edip, şair ve âlim yetiştiren Harran, bin-

lerce yıllık ilim ve hikmeti İslâm medeniyetiyle insanlığa

ulaştırdı. Harran’da toplanan hazinenin göz kamaştıran ışığı,

yeryüzünden gökyüzüne yansıdı ve gökyüzü halka halka

yıldızlarla donandı.

Harran’ın dillere destan mabetleri, surları ve kervansaray-

larının cismani ışığı Moğol ateşiyle sönerken insanlığa hakikati

gösteren yıldızlar, dünya durdukça gökyüzünde parlamaya

devam edecek. Yıldızlı gökyüzünün altında Firdevs Camii’nin

nurdan kubbesinde, semâvâta açılan rasathanede, revaklı

avlularda “Esma-i Hüsna” ebediyen zikredilecek. Zamana

açılan sur kapılarında kelimeler, sesler, renkler kadim izlerle

buluşacak. Medeniyetin doğduğu topraklar, ilmin yüce ema-

netini yeniden sahiplenecek âlimler yetiştirecek. Toprakla

hemhâl olan insanın hikâyesi, Harran’da koynuna sığındığı

kümbetlerin su ve toprakla yoğrulan hikâyesi ile buluşacak.

Harcındaki gül suyu, “suüstündeyananateşten”, gül koku-

sundan, gül sevdasından haber verecek. Anâsır-ı erbaa; su,

ateş, hava ve toprak kaidesi üzerinde, kümbette halka halka

sıralanan taşlar, çilesini dolduran derviş misâli, türlü hâllerden

geçip yolculuğun tamama erdiği kırkıncı halkada kesretten

vahdete ulaşacak. Allah’ın lütfuyla zamanda açılan “ân”da

rahmet yağmurlarıyla Harran toprağından yüreklere gül

kokusu ulaşması duasıyla…

Kaynaklar

PeygamberlerTarihi,İmamHâfızİbnKesir,PolenYayınları,İstanbul,2011.

HarranÖrenyeri,Prof.Dr.MehmetÖnal,www.sanliurfamuzesi.gov.tr

HarranOkuluveHarranlıÂlimler,MuratDuman,www.geyvemedya.com

Harran’ınUygarlıkMirası,www.kanaga.tv

*İlkÇağ’danberivarlığıbilinenvekökleriKeldaniveMecusiolanHarranOkulubirçokkaynaktanbeslenmiştir.İlkçağHelenizmi’ninİskenderiye’dekibilimvefelsefeokuludağılıncaburadadersverenfilozoflarAntakyaveHarran’agelmişvedün-yadakiüçbüyükfelsefeekolündenbiri“HarranEkolü”olmuştur.718-913tarihleriarasında(İslâmidönem)bilimvesanattadoruknoktayaulaşanHarranOkulu’nunİslâmöncesiveİslâmidönemdekiyerikalıntılardatamolaraktespitedilememiştir.

**Türkiye’nineneskiveenbüyükUluCamiiolanHarranUluCamii744-750tarihleriarasında,EmevilerdevrindeHalifeII.Mervantarafındanyaptırılmışvedahasonraçeşitlizamanlardaonarımlargörmüştür.Anadolu’nunilkanıtsalcamii,ilkrevaklıveşadırvanlıcamii,enzengintaşişlemelicamiiözelliklerinesahiptir.Çeşitlikaynaklarda“CamielFirdevs”(CennetCamii)ve“CumaCamii”olarakgeçencami,1260yılındaMoğolistilasısırasındaşehirleberaberyıkılmıştır.

*SabancıOlgunlaşmaEnstitüsüTürkDiliveEdebiyatıÖğret-meni

Page 49: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

SEVGİ DOLU BİR ÖĞRETMEN, BAĞLANMA STİLİMİZİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?

Bireylerin bağlanma stillerinin yansımalarını, eği-

timci olarak bizler, okullarda sıklıkla görürüz. Özellikle

dönemin yeni başladığı ve aile ortamından ayrılarak

okula ilk adımlarını atan öğrencilerde öğretmeni ve

aileyi zorlayıcı durumlar oldukça fazla yaşanır.

Bağlanma, bireyin bir başka kişiyle ilişkisinde kurdu-

ğu duygusal bağdır. Bu bağ, özellikle bebeğin, doğduğu

andan itibaren onunla ilgilenen anne ya da bakıcısıyla

kurduğu ilişki sonucu oluşur.

İnsan, anne karnındaki rahat ve güvenli ortamın-

dan ayrılarak dünyaya gelir. Geldiği andan itibaren de

hem fizyolojik hem de duygusal anlamda ihtiyaçlarının

karşılanması gereklidir. Annesi bebeği kucaklar, besler,

sever okşar ağladığında, korktuğunda onunla konuşur,

onu sakinleştirmeye çalışır ve ona güvenli bir ortam

sunar. İhtiyaçları karşılanan bebek de annesi ile güvenli

bir bağ kuracak, kurduğu bu duygusal bağ onun güven

içerisinde dünyayı keşfetmesine yardımcı olacaktır.

1969 yılında John Bowlby, kimsesiz çocuklar üzerin-

de yaptığı araştırmalar sonucunda bağlanma kuramını

ortaya koymuştur. Bowlby’e göre bağlanma davranışı,

başka bir kişiye karşı yakınlık arama ve bu yakınlığı

sürdürebilme becerisidir. Yaşamın ilk yıllarında, Bebeğe

temel bakım veren kişi ya da anne ile kurulan bağ,

ileriki yıllarda insanlarla kuracağı ilişkilere de temel

oluşturacaktır.

Bağlanma kuramını ortaya koyan John Bowlby, ev-

siz çocuklar üzerinde yaptığı araştırmalarda, görevliler

tarafından beslenip büyütülen çocukların aşırı sıkıntı-

lı ve kaygılı, hatta başarısız oldukları sonucunu elde

etmiştir. Bowbly’ e göre bağlanma, yardıma muhtaç

olan bebek ya da çocuk için koruyucu bir işlevi yerine

Hatice Kübra AKYÜZ *

Page 50: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

48

getirir. Dolayısıyla bağlanma nesnesinin en temel işlevi, anne

ya da bakım veren kişinin herhangi bir stres ya da tehdit

durumunda çocuğa, güvenli bir sığınak, tehlikeden uzak

bir ortam sağlamasıdır. Bu çerçevede Bowbly, bağlanmayı

güvenli ve güvensiz bağlanma olmak üzere ikiye ayırmış,

Bowlby’nin ardından Mary Ainsworth ve arkadaşları (1978)

çalışmalarını geliştirmişlerdir. Ainswort, yabancı durum testi

ile laboratuvar ortamında, annesinden ayrılan ve sonradan

annesiyle buluşturulan çocukların tepkileri ile güvenli ve

güvensiz bağlanma örüntüleri değerlendirilmiş ve bunun

sonucunda 3 farklı bağlanma stili ortaya konmuştur:

(1) Güvenli Bağlanma

(2) Kaygılı - Kararsız Bağlanma

(3) Kaçıngan bağlanma

Teori, 1944 yılında Bowlby’nin “44 Çocuk Hırsız: Kişilikle-

ri ve Yaşamları” başlıklı makalesini yayınlaması ile dikkat

çekmiştir. Bowlby çalışmasında çocuk ve ergen hırsızların

yaşamlarını incelerken bebeklik ve erken çocukluk dönemle-

rinde, bu çocukların annelerinden uzun süre ayrı kaldıklarını

gözlemiştir. Bowlby’nin bu çalışması sonucunda yayınlanan

Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) raporu, yaşamın ilk üç yı-

lında anne yoksunluğunun çocukları artan ölçüde fiziksel ve

ruhsal hastalık riski altına soktuğuna işaret etmiştir. Zaman

içerisinde, anne figürünün neden bu kadar önemli olduğu

konusunda bilim adamları pek çok araştırma yapmışlardır.

Bunlardan Harlow’un, yavru maymunlar üzerinde yaptığı

araştırma, önemli sonuçlar doğurmuştur.

Yavru maymunlar, doğumdan hemen sonra annelerinden

alınarak, kendileri için hazırlanan kafeslere konmuş ve kafesle-

re de yapay iki anne monte edilmiştir. Manken annelerden bir

tanesi tahta başlı silindir şeklinde ve telden yapılmış diğeri ise

yumuşak ve kahverengi bir pelüş kumaşla kaplanmıştır. Her

iki yapay annenin de arkalarında bulunan ampul sayesinde

sıcaklık vermesi sağlanmıştır. Ayrıca tel mankenin göğsüne

bir de biberon yerleştirilmiştir. Bebek maymunlar, ilk başta

her iki manken anneyle de ilgilenmemişler ve gerçek anne-

lerini, çığlık atıp ağlayarak aramışlardır. Daha sonra karınları

acıktığında maymunlar süt veren anneye gidip sütlerini al-

dıktan sonra kumaştan yapılmış yumuşak ve gerçeğe daha

çok benzeyen pelüş annenin kucağına gidip oturmayı tercih

etmişlerdir. Ayrıca korktuklarında ve uyumak istediklerin-

de de pelüş anneye sarıldıkları görülmüştür. Bu çalışmanın

en önemli sonucu bağlılık ilişkisinin açlık ve susuzluk gibi

fizyolojik gereksinimlerin karşılanmasıyla doğrudan ilintili

olmadığının gösterilmesi olmuştur. Çünkü o yıllarda yaygın

düşünce, insanlar arası kurulan tüm bağların, ortak içgüdüsel

dürtülerin (açlık, susuzluk, cinsellik, korunma-barınma vs.)

karşılanması sonucu olduğu idi. Kısacası, duygusal bağın

oluşabilmesi için açlık ve susuzluk dürtüsünün tatmin edil-

mesi yeterliydi.

Harlow, denek maymunları çiftleşmeleri için doğal or-

tamlarına koyduğunda maymunların saldırgan, anti sosyal

davranışlar sergilediği, çiftleşmek bir yana dişi maymunların

erkek maymunlara saldırdığı hem erkek hem dişi maymun-

ların diğerleriyle yakınlık kuramadıklarını görmüştür. Har-

low bütün deney sonuçlarını yorumlarken pelüş annenin

gerçek annenin yerine geçtiğini varsaymıştı. Fakat sonuçlar

düşüncesini destekler nitelikte olmayınca yeni bir deneyle

çalışmasına devam etti ve pelüşten anneyi hareket edebilen

ve sallanan bir duruma getirdi. Bebekler pelüş anneleriyle

hem yakınlık kuruyor hem de oynayabiliyorlardı. Bu deneyde

pelüş anneyle oyun oynama süresini de her gün yarım saat

olarak belirlemişti. Bu maymunlar çiftleşmeleri için doğal

ortamlarına bırakıldıklarında diğer maymunlarla normal bir

ilişki içerisine girebildikleri görüldü. Bu deneyin sonucunda

Harlow, normal bir çocuk yetiştirmek için sadece temasın

yetmediği temas, hareket ve oyunun bir arada olması ge-

rektiğini ortaya koymuştur.

Bebeğin doğduğu ilk andan itibaren, bağ kurduğu kişiyle

olan yaşantısının niteliğinin bağlanma stillerinin oluşmasında

etkili olduğunu ve 3 çeşit bağlanma stilinin varlığını yukarıda

belirtmiştik.

1. Güvenli Bağlanma:

Bu bağlanma stilinde ebeveynler, çocuğun güvende oldu-

ğunu ve değerli olduğunu hissetmesine yardımcı olmak için

ihtiyaçlarının tam ve zamanında karşılanması konusunda

özenli ve duyarlı davranırlar. Bu çocuklar, anne ortamdan

kaybolduğunda, anneyi özlediğini gösteren tepkiler verirken

kavuşma anında anneyi sevinçle karşılar ve hemen oyun-

larına geri dönebilir, olumlu benlik, olumlu başkaları algısı

geliştirerek kendisine bakım veren kişiyle güvene dayalı bir

ilişki yapılandırırlar. Bu çocuklar, özgüveni yüksek, kendi so-

rumluluklarını yerine getiren, bağımsız ve mutlu çocuklardır.

Güvenli bağlanan bu çocuklar, yetişkinlik dönemine geldik-

Page 51: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

lerinde ise yaşamlarında içten ve samimi ilişkiler kurabilme,

tutarlı davranışlar sergileme, iyi niyet ve yaşama karşı pozitif

bir bakış açıcı geliştirebilme becerilerine sahip olurlar. Ya-

kın olduğu kişilerle duygularını paylaşır; hem kendinin hem

de başkalarının ihtiyaçlarını önemserler. Kendilerini sevil-

meye layık bulurlar. Dış dünyanın güvenli bir yer olduğunu

bilirler. Bu bireyler karılaştıkları problemler karşısında baş

etme becerilerini etkin olarak kullanabilmekte, sağduyulu

hareket edebilmekte ve gerektiğinde başkalarından destek

alabilmektedirler. Bu bağlanma stiline sahip bireylerin daha

sağlıklı bir kişilik yapısına sahip oldukları söylenebilir.

2.Kaygılı - Kararsız Bağlanma:

Bu bağlanma şeklinde ebeveynler çocukların ihtiyaçlarını

karşılama konusunda tutarsız davranırlar ve kontrol amaçlı

olarak çocukları terk etme tehdidinde bulunurlar. Anneler,

kendi istedikleri zaman çocuğun yanında bir var olup bir

yok olarak ilişkiyi şekillendirirler. Kaygılı - kararsız bağlanan

çocuklar ihtiyaç duyduklarında annelerinin yanında olacak-

larından emin değillerdir. Bu nedenle çocuklar annelerinin

odadan çıkmaları durumunda oldukça fazla huzursuzluk

gösterirler. Annelerinin ortama geri dönmesi onları kolayca

sakinleştirmez, bir taraftan anneye sarılırken diğer taraftan

anneyi iterler. Okulların yeni açıldığı zamanlarda annesin-

den ayrılmak istemeyen çocuklar kaygılı - kararsız bağlanan

çocuklardır. Çünkü annelerinin kendisini terk edeceğini ve

istediğinde annesine ulaşamayacakları konusunda tecrübe

edinmişlerdir. Annenin yardımcısının olmaması, çok çocuğa

sahip olması veya psikolojik sorunlarının olması, annenin

çocuğa tutarsız bakım vermesine neden olmuş olabilir.

Kaygılı - kararsız bağlanan bu çocuklar yetişkinlikte ise

ilişkilerinde samimiyete ihtiyaç duyarlar, sürekli ilgi bekle-

yen ve gösterilen samimiyeti hiçbir zaman onlara yeterli

bulmayan bireyler olurlar. Kendisinin sevilmeye layık biri

olup olmadığını sık sık sorgularlar. Kaygılı - kararsız bağlanan

bireyler muhtaç ya da yapışkan olarak tanımlanırlar. İlişkide

olduğu kişilerden umutsuzca sevgi beklerler. Aşırı kıskançlık

davranışı sergilerler. Sevdikleri tarafından terk edilme kor-

kusunu sürekli yaşarlar.

2. Kaçınan Bağlanma:

Kaçınan Bağlanma Çocuklar, ihtiyaç duydukları anların

hiçbirinde, annelerinin yanında olmadığını, ona güveneme-

yeceklerini tecrübe etmişlerdir. Çocuğun yakınlık isteğini red-

deden, soğuk ve sevgi göstermeyen, duyarsız anne tutumları

bu bağlanmaya sebep olur. Bu annelerin çocukları, annenin

ortamdan uzaklaşmasına tepkisiz kaldıkları gibi ortama geri

dönmesinde de anneyle ilgilenmez, ona yakın durmazlar.

Kaçınan bağlanma stiline sahip çocuklar ise yetişkin-

liklerinde benlik algısı olumlu fakat başkaları ile ilgili algısı

olumsuz olan kimseler olarak kişiliklerini şekillendirirler. Yakın

duygusal ilişki kurmaktan kaçınan, mesafeli, karşı tarafın

beklenti içine girmesinden endişe eden, bağımsız olmaktan

mutlu olan, kimseye güvenmeyen ve başkalarının da kendi-

sine güvenmesini istemeyen kimseler olurlar.

Çocuk temel bakım verenle bağlanma ilişkisinin niteliğine

uygun şekilde kendisiyle ilgili, Ben nasıl bir insanım? Sevil-

meye layık bir insan mıyım? Ben değerli bir insan mıyım?

Sorularına yanıtlar bulur. Güvenli bağlanma gerçekleştiren

çocukta olumlu benlik algısı gelişirken, kendisine yönelik

sevgi ve saygının da temelleri atılmış olur.

Gelelim yazımızın başında sorduğumuz soruya. Erken

çocukluk döneminde güvenli bağlanma gerçekleştirememiş

çocuklar acaba okul döneminde öğretmenleriyle kurdukları

ilişki sayesinde bağlanma stilini deriştirebilirler mi?

Yazı boyunca, anne-bakıcı-çocuk arasındaki ilişki sonucu

öğrenilen duygu, tutum ve davranışlardan bahsettik. Bir tutu-

mun, bir duygunun, bir davranışın olumsuzu öğrenilebilmişse

bunu tersine çevirebilmek neden mümkün olmasın?

Kaygılı veya kaçınan bağlanma stiline sahip bireyler,

olumlu kabul gördükleri, kendilerini değerli hissettikleri,

ilgi gördükleri, şefkat ve merhamet buldukları, destekleyici

ilişkiler sayesinde, benlik algısını değiştirebilir, dünyaya ve

insanlara karşı güven duygusunu yeniden inşa edebilirler.

Sevgi dolu bir öğretmenin yapamayacağı hiçbir şey yok-

tur…

*ÜsküdarİlçeMilliEğitimStratejiBölümü

Kaynakça:

SAYARKemal,BAĞLANFeyza“KoruyucuPsikoloji

ÇocukEğitimindeDuygusalRehberlik”TimaşYayıncılık

GENÇTANIRIMKURTDilek,ÇETİNSAYAYILDIZEvrim,

“KişilikKuramlarıGerçekYaşamdanKişilikAnaliziÖrnekleriyle”,

PegemYayınları

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 52: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

50

HENÜZ 17 YAŞINDA İDİM…MUSTAFA NECATİ BEY HUZUR EVİ SAKİNİ BÜLENT UĞUR İLE SÖYLEŞİ

Sabahat ÖZGÖL: Değerli hocam, Mektebi Üskü-

dar dergimize hoş geldiniz. Bugün sizinle öğretmenlik

üzerine bir söyleşi yapacağız.

Bülent UĞUR: Hoş bulduk. Çok memnun olurum.

S.Ö. - Şöyle bir soru ile başlamak iste-rim sayın hocam, Öğretmen kimdir?

B.U. – Bilindiği gibi öğretmen, kendi eridikçe etra-

fını aydınlatan, öğrencilerine bildiği her şeyi aktaran

kişidir. Ne kadar öğrenci yetiştirirse, o kadar tecrübe

ediniyor ve daha fazla veriyor öğretmen. Emekli olana

kadar hayat ile ilgili tüm bilgi, deneyim ve tecrübesini

halisane aktaran kişidir öğretmen. Ancak bu tanımı

verirken, günümüzde basına yansıyan yanlış öğretmen

kimliklerini ayrı tutuyorum. Öğretmenle ilgili basından

işittiğim kötü haberler beni ziyadesiyle üzüyor. Kendi

zamanımdaki öğretmenleri arıyorum…

S.Ö.- Emekli olana kadar dediniz… Öğretmen emekli olur mu hocam?

B.U.- Hayırrr.. Tabii ki olmaz. Öğretmen ölene ka-

dar etrafına ışık saçar, toplumda karşılaştığı olaylara

kayıtsız kalamaz, müdahale eder, yanlışı gördüğünde

düzeltmek için elinden geleni yapar. Halen yapmaya

gayret ediyoruz…

S.Ö. - Bülent hocam bize nasıl öğret-men olmaya karar verdiğinizi anlatır mısınız?

B.U.- 1934 Sinop doğumluyum. O yıllarda

Sinop’ta 1 ortaokul, 3 ilkokul vardı. Ortaokulu bitiren

ve ailesinin durumu iyi olanlar Samsun, Kastamonu,

Çankırı gibi vilayetlere gider liseyi orada okurlardı.

Ailesinin maddi durumu olmayanlar ise hemen bir iş

edindirilirdi. Ki bu iş balıkçılık olurdu genelde. Balığa

çıkmaya başlar ve bundan geçimini sağlamaya çalışırdı.

Benim hikâyem biraz farklı oldu. Sınıf arkadaşım Öztürk

SERENGİL idi. Onunla ortaokuldayken deniz subayı

olmaya karar verdik. Sinop’ta deniz üst komutanlığı

vardı. Oraya başvurup Heybeliada’da denizcilik lisesine

gitmeyi düşünmüştük.

Ortaokul 2. sınıftan 3. sınıfa geçtiğimiz yıl Öztürk’ün

babası, annesi öğretmen olduğu için Giresun’a tayin

edilip gittiler... Giresun’a giderken Öztürk dedi ki¸ deniz

üst komutanlığına müracaat ederken benim adıma da

müracaat et, seninle Heybeliada’da sınav günü buluşu-

ruz. 1948 yılı ortaokuldan mezun oldum. Ve Öztürk’ü

beklemeye başladım. Ama gel zaman git zaman Öztürk

gelmedi. Başvuru süresinin bitmesine çok az bir vakit

Sabahat ÖZGÖL*

Page 53: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

kalmıştı, sınavı kaçıracaktık. Tam her şeyden vazgeçmek

üzereyken bir baktım Öztürk çıkıp geldi. Ama suratı asıktı.

Bülent ben mezun olamadım, sen başının çaresine bak dedi.

Ben hemen başvuru yapmak için elime başvuru kâğıdını al-

dım, İstanbul’a gittim ve Heybeliada’ya vardım. Ancak okula

elimdeki kâğıdı gösterip sınava girmek istediğimi söyleyince

oradaki hoca sınavlar bu sabah sona erdi. Sen geç kaldın. Bir

daha ki seneye gel dedi. Başım önümde tekrar Sinop’a geri

döndüm. Sokaklarda boş boş geziniyordum ki ortaokulda

en çok sevdiğim derslerden matematik dersi öğretmenim ile

karşılaştım. Bülent sen ne yapıyorsun burada diye bana sordu.

Artık Eylül ayı olmuştu ve okullar açılmıştı. Benim sokakta

değil, okulda olacağımı düşünmüştü. Ben de başımdan ge-

çenleri öğretmenime anlattım. İsmi Kazım Koca idi. Benim

öğretmen olmama vesile olan kendisidir. Hemen benimle

okula gel dedi. Sana bir şey söyleyeceğim… Öğretmenimin

peşine düştüm ve okula gittik. Bana Bolu’da yeni açılan Bolu

Erkek Öğretmen Okulu’na kayıt yaptırabileceğimi gösteren

bir yazı uzattı. 1948 yılında eğitim öğretime açılan bu okul

için Anadolu’dan kayıt yaptırmak isteyenler için bir duyuru

yazısıydı bu. Bakanlık, İl Milli Eğitim Müdürlüklerine bu yazıyı

göndermiş ve okullardan öğrenci gönderilmesini istemişti.

Öğretmenim; - al bu yazıyı ve hemen Bolu’ya git dedi. Ben

hiç itiraz etmeden hemen kâğıdı aldım ve Bolu’ya gitmek

üzere yola koyuldum. Ancak bu yolculuk oldukça meşakkatli

oldu. O yıllarda Sinop’tan Bolu’ya bir otobüs bulunmuyordu.

Sinop’tan ilk vapur ile İstanbul’a geldim, oradan Haydarpaşa

Garından trene bindim, Arifiye’ye indim ve oradan da otobüs

ile Bolu’ya geldim. Ve ben bu okuldan mezun olana dek 3

yıl her sömestre ve yaz tatillerinde bu yolculuğu çektim.

S.Ö. – O yıllarda köy enstitüleri de vardı. Öğretmen okulları ile arasındaki fark ney-di?

O yıllarda köy enstitüleri ve öğretmen okulları vardı. Bize

öğretmen okulunda 3 yıl süresince tüm dersleri verdiler,

formasyon verdiler. Köy enstitülerinden mezun olanlar kendi

bölgelerindeki köylerde öğretmenlik yapıyorlardı. Öğretmen

okulu mezunlarını ise kendi şehrimize, kasabamıza veya köy-

lerimize gönderiyorlardı. 5 sınıflı bir okulun; 5 öğretmenli

ve 1 başöğretmenli bir okulunda öğretmenlik yapacağımız

şekilde bizi yetiştirdiler. Hiç köy enstitüleri gibi birleştirilmiş

bir sınıfta nasıl ders yapılır bilmiyoruz. Uygulamamızı da

yine yetiştirildiğimiz gibi bir okulda yaptık. Orada müfredat

çerçevesinde bir konu verildi ve bir ders işlememiz istendi.

Bunun dışında hiçbir tecrübe edinmedik.

S.Ö.- İlk görev yeriniz neresi idi? Öğret-menliğe başladığınız yılları anlatır mısı-nız?

B. U.- Biz mezun olunca Sinop’a veya yakın merkezleri-

ne tayin olacağımızı düşünüyor idik.

1950-51 yılında Bolu Erkek Öğretmen okulundan mezun

oldum. Tayin istedim, nereye çıktı? …

KısabirsessizlikveBülenthocamızınyüzündebirtebessümoldu..

Benimtahminetmemibekliyordu..Bendetahminimisöyledim.

S.Ö.- Doğu da bir okul olmalı dedim.

B.U - Hakkari… Sinop’tan Boyabat’a yolu olmayan bir

yerde Sinop’tan Hakkari’ye nasıl gidecektim?

Hakkari’ye kaç günde gittim hatırlamıyorum… Hakkari İl

Milli Eğitim Müdürlüğüne vardım. Tayin kâğıdımı göster-

dim. Bana seni Yüksekova’ya verdik dediler. Yaşım daha

17. Hakkari’deyim ve Yüksekova’ya öğretmen oldum. Nasıl

gideceğimi sordum. Vasıta nerden kalkıyor demişim. Kar-

şımdaki bey bana gülerek ne vasıtası dedi?

O an anladım ki yine uzun ve meşakkatli bir yolculuk beni

bekliyordu. Orada dağda taşta yere iyi tutunan bir hayvan

olan katırlarla yolculuk ediliyordu. Bir katır ve bir de kılavuz

ile 2 gün süren yolculuktan sonra Yüksekova’ya vardım.

Yüksekova 800 nüfuslu köy niteliğinde bir yer. Elektirik

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 54: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

52

yok… Hadi neyse… Su da yok … Yani içme suyu!!! E peki

nasıl yaptık? Kasabanın içinden geçen çay suyundan fay-

dalandık. Hemen ilçeye bir öğretmen geldiği duyulmuştu.

Kendisinin hademe olduğunu söyleyen biri beni buldu. Ve

bana ilk sözü şu oldu;- 4 yıldır buraya gelen ilk öğretmen

sensin dedi. İlçenin tek bir okulu vardı. Kapısı yok, bir kısmı

yıkılmış, içi bomboş. Var olanda belki yok oldu. 17 yaşında

idim … Ne yapacağımı bilmiyorum… Okulun müdürü, mu-

temedi, öğretmeni hatta ilçe milli eğitim müdürü de benim…

Hademe bana, bir yatak, yorgan, yatacak yer verdi. Ertesi

sabaha hademe ile birlikte ilçenin tüm evlerini gezdik ve

okula gelecek öğrencileri tespit ettik. Yaklaşık 25-30 öğrenci

yazdık. Okulda kırtasiye anlamında hiçbir şey yoktu. Kağıt,

kalem… Hiç bir şey yok.

Bir hafta kadar sonra hademe okulu açacağız dedi. Ben

de tamam dedim. Ben çok heyecanlıydım. 3 yıl boyunca

öğrendiğim her şeyi bir kâğıda yazmaya başladım. Çünkü

yarın okulu açacağım ve çok güzel bir konuşma yapmalıy-

dım. Öğretim yöntem tekniklerinden, öğrenme ilkelerinden

vs… 3 sayfa yazı hazırladım ve yazıyı ezberlemeye çalıştım.

Sabah oldu, öğrencileri karşımda görünce o kadar heye-

canlandım ki; buz gibi terler dökmeye başladım. Hademe

öğrencileri sınıfa aldı. 30 kadar göz beni dikkatlice izliyordu.

Heyecanım daha da arttı. Derken hazırladığım konuşmayı

tamamen unutup besmele çekip havadan sudan bir şeyler

anlatmaya başladım. Bir an hazırladığım kâğıt aklıma geldi

ancak elim kâğıda varmıyordu. Tecrübesiz olduğumu belli

etmemeliydim… Yarım saat konuştuktan sonra hiç ses ol-

mayan sınıfa;

– Sorusu olan var mı diye sordum.

Hiç sorusu olan yoktu. Biraz sonra kapıda kıs kıs gülen

hademeyi fark ettim. Ve yanına giderek ne gülüyorsun dedim.

O da bana;

- Hoca çok güzel konuşuyorsun ancak onların hiçbiri

Türkçe bilmiyorlar ki dedi.

İşte eğitim ve öğretime böyle başladım…

Ve bir süre sonra dil öğrendim. ( Bu 1)

Ancak sadece bu kadar değil… Okulumun ihtiyaçlarını

istemek için Hakkari İl Milli Eğitim Müdürüne bir dilekçe

yazdım. O kadar genç ve bilgisizim ki; yazıma Sayın müdür

bey amca,diye başlamışım… maarif müdürüne emir ver

buraya kağıt göndersin diye devam etmişim... Tabii birkaç

hafta sonra beni postaneden çağırdılar. Dilekçemi alan İl

Milli Eğitim Müdürü beni arayacakmış. Telefon bağlandı,

müdür bey bana hem kızıyordu, hem de üst makama nasıl

dilekçe yazılacağını anlatıyordu.

Bir süre sonra üst yazı yazmayı da öğrendim. ( Bu 2)

VeüçüncüsünebiliyormusunuzdedigözleridolarakBülent

öğretmenim…

-Merakla, Ne? Dedim.

-Yemek yok dedi… Yüksek ova’da kaldığım 2 yıl süresince

sadece ekmek yedim. 2 ya da 3 ayda bir hayvan kesilirse

biraz et alıyordum ama başka hiç bir şey yoktu. ( Bu da 3)

2 yıl sonra resmi yazışmaları beceremediğim için beni

Dağlıca’ya sürdüler. O zaman adı Oremar olan Yüksekova’ya

1 günlük mesafede bir köy. Irak hududunda... Orada da ye-

mek yok ve artık vücudum çok zayıf düştü ve hastalandım.

Beni Erzurum’a gönderdiler uzun süre hastanede yattım. Kış

bastırmıştı ve taburcu oldum. Ancak yollar kapanmıştı ve

görev yerime dönemedim. Ankara’yı aradım ve ne yapmam

gerektiğini sordum. Durumumu da anlattım. Bana hemen

Erzurum İl Milli Eğitim Müdürüne git ben onu arayacağım

dedi. Müdür beyin yanına gittiğimde Ankara’dan müsteşarın

aradığını ve benim hakkımda bilgi verdiğini söyledi. Bir süre

sonra Erzurum il emrine tayinim geldi. Erzurum’a 10 km

uzaklıkta bir köye tayin edildim. Yine vasıta yok. 6- 7 ay

Erzurum’dan 10 km uzaklıktaki köye yaya gidip gelerek o

kışı da geçirdim. O zaman Cumartesi günleri de yarım gün

okul vardı. Yıl 1954 ve askere gitmeye karar verdim.

S.Ö. - Biraz da aile hayatınızdan bahseder misiniz?

B.U. – Askerden döndükten sonra İstanbul Çapa Eğitim

Enstitüsü’ne başvurdum ve kazandım. Eşim ile burada ta-

nıştık ve 1964’te evlendik. Tekrar tayin istedim ve bu sefer

de Bitlis’te 2 yıl İl Milli Eğitim Müdür vekilliği yaptım. Ancak

eşim orada felç oldu ve 48 yıl 3 ay felçli yaşadı. Bu arada 3

çocuğumuz oldu ancak iki çocuğumuzu kaybettik. 2.5 yaşında

oğlumu okulda verdikleri bayat süt zehirlenmesinden dolayı,

10 yaşındaki kızımı da bir gün okuldan dönerken inşaattan

başına düşen bir taş yüzünden kaybettik. Şimdi bir oğlum

var sadece. 2017 yılında eşimi kaybettim. Eşimin rahatsızlığı

nedeniyle memleketi olan Gaziantep’e tayin istedim ve 8

yıl da Gaziantep İl Milli Eğitim müdür yardımcılığı yaptım.

Page 55: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

S.Ö.- Meslek hayatınız boyunca iyi ki yapmamışım değdiniz bir olay var mı?

B.U. – Gaziantep’te görev yaparken Bakanlıktan bir gün

telefon geldi; İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Atama

bölümünde tecrübeli bir müdür yardımcısına ihtiyaç duyuldu-

ğunu ve gelip gelemeyeceğimi sordular. Ben de kabul ettim.

Geldim ama Cağaloğlu o kadar karışık ki... İl içi nakiller, il

dışı nakiller... Hepsi duruyor. Milli Eğitim Müdürlüğü ana

baba günü.. Hemen kolları sıvadım, komisyonu topladım

ve sloganımı söyledim;

“ Öğretmen rahat, biz rahat ama, önce MEVZUAT”

Yüzlerce tayini kısa bir süre sonra bitirdim. Ancak bu

sırada tuhaf gelecek ama hem müdür bey, hem de vali bey

bir isim uzatıyor ve bu ismi hemen tayin et diyor. Ben de

10-15 gün kadar oyaladıktan sonra bu ismin kim olduğunu

ve nereye tayin istediğini araştırdım. Ve öğretmenin görevde

olduğu okula gittim. Öğretmenin istediği okul ile çalıştığı

okulun aynı bahçeyi kullandığını görünce büsbütün kızdım

ve tayin isteğine olumsuzdur diye yanıt verdim.

Bu olaydan kısa bir süre sonra İl Milli Eğitim Müdüründen

sarı bir zarf… Eyvah diyerek zarfı açtım bir de ne göreyim

; “TEŞEKKÜR” …

Kısa bir süre sonra da ikinci bir sarı zarf geldi, bu da Va-

liden. Yine korkarak açtığımda içinden bir “TAKDİR” yazısı

çıktı. Yaptığım işin doğru olduğunu biliyordum. Ve içim çok

rahattı.

Bülent hoca, sarı bir zarfta 1977’den beri muhafaza ettiği

belgeleri çıkardı…

S.Ö. – Ne kadar güzel saklamışsınız hocam, bu bel-geler tarih kokuyor.

B.U. – Evet … Ancak saklayamadığım bir belge var…

Bir gün bir sarı zarf ta Bakanlıktan geldi. Ve heyecanla yap-

tığım işin bakanlığa kadar duyulmuş olmasının sevinciyle

bu sarı zarfı da açtım. Ne gelmiş olabilir?

Görevinize son verilmiştir…

O kadar şaşırmıştım ki… Ama yapacak pek fazla da bir

şey yoktu. Tayinini yapmadığım öğretmenin torpili meğer

bakanlıktaymış…

“Görüpahkâm-ıasrımünharif sıdkuselâmetten

Çekildikizzetüikbalilebâb-ıhükûmetten”

NamıkKemal’inbeyitiiştediyerekgülümsüyorBülenthocamız…

Karar danıştaydan geri döndü 3 yıl kadar daha görevime

devam ettim ve 1980’de emekli oldum.

Devlete küsülmez... Küsmedim de zaten. İyi ki yapmamışım

o tayini...

S.Ö. - Meslek hayatınız boyunca iyi ki yapmışım dediğiniz bir olay var mı?

B.U. – Bitlis’te görev yaparken; Diyarbakır’dan gelip Tatvan’a

giden yol Bitlis’in içinden geçiyor, oradan Tatvan’daki Nemrut

ve Adilcevaz’daki Süphan dağına göçüyor halk. Eşyaları,

hayvanları, çoluk çocuk tüm aile dağlarda yazı geçiriyor.

Hayvanlarını temiz sularda ve meralarda otlatıp tereyağ,

peynir yapıyorlar ve bundan geçimlerini sağlıyorlar. Ancak

eğitim öğretim henüz devam ediyor. Çünkü bahar gelir gelmez

Nisan ayı gibi göçüyorlar. Ben, bu kervanlara sıra yüklettim

ve bu çadırların ortasında öğrencileri eğitim öğretime de-

vam ettirdim. Öğretmenlerin de gönlünü alarak, onların da

gönüllü bir şekilde gitmesini sağladım. Belki açık havada

böyle bir eğitim ilk olabilir… İyi ki yapmışım…

S.Ö.- Peki meslek hayatınız boyunca gerçekleştire-mediğiniz veya olmasını istediğiniz bir şey oldu mu?

B.U.- Doğu’da görev yaparken Bakanlığa bir teklifim ol-

muştu. Öğretmen sömestre tatilinde memleketine gider,

yolların kapandığı gerekçesiyle bahara kadar dönmezdi.

Eğitim öğretimde yarım kalırdı. Ben, doğuda görev yapan

öğretmenlerin yarıyıl tatillerinin kaldırılıp bu sürenin yaz ta-

tiline erken çıkarak telafi edilmesi teklifinde bulunmuştum,

ancak kabul edilmedi.

S.Ö. - Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

B.U. – İstanbul İl Milli Eğitim müdür yardımcısı iken yap-

madığım o tayin. İyi ki yapmamışım… Sizler de doğru bil-

diğinizden asla şaşmayın. Bu, görevinize mal olsa bile…

S.Ö. – Bu güzel söyleşi için çok teşekkürler sayın hocam…

B.U. – Ben teşekkür ederim…

*ÜsküdarİlçeMilliEğitimStratejiGeliştirmeBölümü

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 56: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

54

KUŞAKLAR VE DEĞERLERÇet in KILIÇ *

BU DÜNYA, SENDEN OLMAYANLARLA HOŞTUR. ONLARIN SANA VERDİĞİ

İLİMLERLE, KIYMETLERLE, GÖNÜLLERLE HOŞTUR. SADECE SENİN GİBİLER

DEĞİL, SENDEN OLMAYAN DA ÇOK YAŞASIN Kİ, SEN DE YAŞA. HELE BİR DE ONUN

GÖZÜYLE GÖR ŞU FANİ DÜNYAYI. HERKES BEYAZ OLSA, O ZAMAN BEYAZI FARK

EDEMEZSİN Kİ. DEĞİL Mİ? VEYAHUT DA SİYAH. BEYAZ EN GÜZEL SİYAHTA BELLİ

EDER KENDİNİ. BENİ BEN YAPAN YEGÂNE ŞEY, BENDEN OLMAYANDIR. O YOKSA

SEN DE YOKSUN. NE ANLAMIN KALIR NE RENGİN BELLİ OLUR NE DE TADIN…

Page 57: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

Yıl 2018. Şimdi durup bir düşünelim. Çocuk / genç, ye-

tişkin ve yaşlıların hayatına yön veren değerler nelerdir?

Güç, başarı, haz, iyilik, özgürlük, heyecan, güvenlik, inanç...

Konunun bir yönü değerlerin, çocukluk /gençlik, yetişkinlik

ve yaşlılık yaşam döngüsünde nasıl değiştiği, diğer yönü ise

kuşaklar arasındaki değer değişiminin yönü ve derecesinin

nasıl olduğudur.

Değerler sosyalleşme süreci içinde kazanılan, bireyin ter-

cihlerini, tutumlarını ve davranışlarını seçerken kılavuz olarak

kullandığı, önem sırasına göre hiyerarşik olarak yapılanmış,

hangi davranışların veya hedeflerin bireysel veya toplum-

sal olarak istenir olduğunu ifade eden ve görece istikrarlı

inançlardır (Feather, 1975; Kluckhohn, 1962; Rokeach, 1973;

Zavalloni, 1980 akt. MORSÜMBÜL).

Türkiye’de bu konuyla ilgili önemli çalışmalardan birisi

Şebnem MORSÜMBÜL (2014) tarafından doktora tezi olarak

“Değerlerin Kuşaklar arası değişimi: Ankara Örneği ” adlı

çalışmadır. Yaş, eğitim, gelir, dindarlık/inançlılık faktörlerin

kuşakların davranış ve motivasyonlarına yön veren değer-

lerin değişimini anlamada önemli etkileri olduğunu ortaya

koymuştur. Bu çalışmadan yalnızca Schwartz’ın değer kuramı

ve yaş faktörü bölümündeki verileri alınmıştır.

Günümüzde en çok kullanılan yaklaşım Schwartz’ın de-

ğer yaklaşımı olmuştur. Schwartz değerleri üç temel insani

gereksinime dayandırdığı ve 70 ülkede yaptığı araştırmalar

benzer sonuçlar bulduğu için evrensel kabul etmiştir. Bu üç

temel gereksinim:

1. Bireylerin ihtiyaçları,

2. Toplumsal etkileşime ve iletişime yönelik gereksinimleri,

3. Toplumsal varlığın ve yapının devam ettirilmesine yönelik

grupların hayatta kalma ve iyi yaşama ihtiyaçları

Schwartz yandaki tabloda görüldüğü on değer tipini 4

temel değer üzerinden ele alınabileceğini belirtmektedir. Bu

temel değerler birbirine zıt olan iki ana grup altındatoplandığı

görülmektedir.

Dört temel değerden;

‘Değişime açıklık’ temel değeri “yenilikçilik, hazcılık ve

özerklik”;

‘Muhafazakârlık’ temel değeri “geleneksellik, uyumluluk

ve güvenlik”;

‘‘Kendini güçlendirme’ temel değeri “güç, başarı ve

hazcılık”; ‘

Kendini aşma’ temel değeri “hümanizm ve yardımseverlik”

değerlerinden oluşmaktadır.

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 58: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

56

DEĞER TİPLERİ AÇIKLAMA ALT DEĞERLER

KE

ND

İNİ

ÇLE

ND

İRM

E

GÜÇ

Sosyal konum ve prestij, insanlar ve kaynaklar üzerinde denetim veya kontrol gücü

Sosyal güç sahibi olmak, zengin olmak, toplum-daki sosyalgörüntüsünü koruyabilmek, insanlar tarafından benimsenmek, Otorite sahibi olmak

BAŞARI

Sosyal standartları temel alan kişilerin başarı yöntemi

Başarılı olmak, yetkin olmak, hırslıolmak, sözü geçen biri olmak, zekiolmak

HAZCILIK Zevk ve duyguların kişiselödüllendirilmesi

Zevk, hayattan tat almak, Cinsellik, İsteklerine düşkün olmak

DE

ĞİŞ

İME

IK-

LIK

UYARILIM

Heyecan, hayata meydan oku-mave yenilik arayışı

Cesur olmak, değişken bir hayat yaşamak, heye-canlı bir yaşantı sahibi olmak

ÖZERKLİK

Bağımsız düşünce ve eylem

tercihi, keşif ve inceleme

Yaratıcı olmak, merak duyabilmek, özgür olmak, kendi amaçlarını seçebilmek, bağımsız olmak, kendine saygısı olmak

KE

ND

İNİ

AŞM

A EVRENSELCİLİK

Anlayışlı, takdir edici ve hoşgö-rülü olma, insanların vetabiatın iyiliğini gözetme

Açık fıkirli olmak, erdemli olmak, toplumsal adalet, eşitlik, barış içinde bir dünya istemek, güzelliklerle dolu bir dünya, doğayla bütünlük içinde olmak, çevreyi korumak, iç uyum

İYİLİKSEVERLİK

Kişisel temas içinde bulunulan kimselerin iyiliğini gözetme,geliş-tirme ve koruma

Yardımsever olmak, dürüst olmak, bağışlayıcı olmak, sadık olmak, sorumluluk sahibi olmak, Gerçek arkadaşlık, olgun sevgi, manevi bir hayat, anlamlı bir haya

M

UH

AFA

ZA

KA

RLI

K

GELENEK

Dinin yada geleneksel kültü-rünbir takım adet ve fıkirlerini kabul etme, bağlanma ve saygı gösterme

Alçak gönüllü olmak, dindar olmak, hayatın bana verdiklerini kabullenmek, geleneklere saygılı olmak, ılımlı olmak, dünyevi işlerden el-ayak çek-mek

UYMA

Toplumsal norm ve beklentilerii-hlal etme, başkalarını rahatsız etme ya da kırma-yaralama gibi fıillere elverişli dürtü ve eğilimler-in sınırlandırılması

Kibar olmak, itaatkâr olmak, anababaya ve yaşlı-lara değer vermek, kendini denetleyebilmek

GÜVENLİK

Toplumun, ilişkilerin ve bireyin kendisinin güvenliği, huzur ve istikrarı

Ulusal güvenlik, toplumsal düzenin sürmesini is-temek, temiz olmak, aile güvenliği, iyiliğe karşılık vermek, bağlılık duygusu, sağlıklı olmak, Mahre-miyet

Ana Grup Değerler, Temel Değer Tipleri, Açıklamalar ve Alt Değerler.

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/383462 alınmıştır.

Page 59: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

KUŞAKLAR ARASI DEĞERLERİN FARKLILAŞMASI

Yaş ile temel değer tipleri arasında bir ilişki bulunmaktadır.

• Buna göre genç yaş gruplar özerk, duygu ve düşünceleri

daha fazla vurgulayarak, yeniliklere açık değerleri daha

fazla benimserken,

• Yaş ilerledikçe uyumlu olma, geleneksel kalıpları koruma

ve güvenlik kaygılarını kapsayan ‘muhafazakârlık’ temel

değerine verilen önem artmıştır.

‘Değişime açıklık’ temel değer tipi ile yaş arasında bir

ilişki vardır.

Yaş düştükçe hayata yön veren ilkeler olarak değişime açıklık

(özerklik, yenilikçilik, hazcılık) değerlerini benimseme düzeyi

yükselmektedir.

‘Muhafazakârlık’ temel değer tipi ile yaş arasında bir

ilişki vardır

yaş ilerledikçe ‘muhafazakârlık’ (uyumluluk, geleneksellik,

güvenlik) temel değerini benimseme düzeyi yükselmekte;

yaş düştükçe ‘muhafazakârlık’ (uyumluluk, geleneksellik,

güvenlik) temel değerini benimseme düzeyi düşmektedir.

‘Kendini aşma’ temel değer tipi ile yaş arasında bir ilişki

vardır.

yaş ilerledikçe ‘kendini aşma’ (yardımseverlik ve hümanizm)

temel değerini benimseme düzeyi yükselmekte;

‘Kendini güçlendirme’ temel değer tipi ile yaş arasında

bir ilişki vardır.

yaş düştükçe ‘kendini güçlendirme’ (başarı, güç) temel değer

tipini benimseme düzeyi yükselmektedir.

Peki bu kuşaklar arası değerlerde değişim hangi yönde gerçekleşmektedir?

Değişime Açıklık-Muhafazakârlık Temel Değerleri

Genç kuşakların (3. Kuşak) değer yönelimlerine baktığımızda

“değişime açıklık” bireysel yenilik arayışı, bağımsız düşünme

ve davranma yönelimini içeren “Özerklik” ve “Uyarılım” değer

tiplerine daha fazla önem verdikleri. Yaşlı kuşağa doğru (1.

Kuşak) gidildikçe ‘muhafazakârlık’ temel değerine verilen

önem artmıştır. Yaşlı kuşağın “Güvenlik”, “Uyma” ve “Gele-

nek” değer tiplerinin daha fazla önemsedikleri görülmektedir.

Kendini Aşma-Kendini Güçlendirme Temel Değerleri

Yaşlı kuşak benimsediği Kendini aşma(evrensellik, iyilikse-

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 60: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

58

verlik) değerlerine sarılırken, genç kuşak’kendini güçlendir-

me’ temel değerlerine (güç, başarı haz) daha fazla önem

vermektedir.

Gençlerle,ortayaşlılar ve yaşlılar bir arada, barış ve karşılıklı saygı içinde yaşayabilirler mi?

Kuşakların sahip olduğu değer öncelikleri farklıdır. Genç kuşak

(3. Kuşak) için yeni fikirler bulmak ve yaratıcı olmak önemlidir.

Gençler işleri kendine özgü yollarla yapmayı, yaptıklarıyla

ilgili olarak kendi kararlarını almak, özgür olmak ve başka-

larına bağımlı olmamaktan hoşlanırlar. Sonraki kuşaklar (1.

Kuşak ve 2. Kuşak) için ise bağlılık duygusu, saygı gösterme,

geleneklere saygılı olma ve kurallara uyma önemlidir.

Günümüzde artan kentleşme, eğitim ve uzmanlaşmanın eşlik

ettiği yaşam tarzları nedeniyle genç kuşakların kendini ge-

liştirme ve değişime açıklık değerleri daha da önemli hale

gelmiştir. Gençlerin bu değerlerinin yaşlı kuşak tarafından

tehdit olarak görülmemesi hatta desteklenmesi yararlı ola-

caktır (Kağıtçıbaşı,2017). Ancak bunu yaparken de nesiller

boyu biriken değerlerin de yaşlı kuşak tarafından genç ku-

şaklara aktarılması önemlidir.

Aynı sofraya kaşık sallamayanlar birbirleriyle tartışamazlar.

Kuşaklar arasındaki bağ çözülmemesi gerekir. (Thoma,

2011)Sağlıklı, bütünleşmiş bir toplum olmanın yolu sadece

kendini tanıyıp, kabul eden değil, aynı zamanda karşısındakini

de tanıyıp, anlayabilmesinden geçmektedir. Bu gerçekten

hareketle kuşakların sahip oldukları değer önceliklerindeki

farklılığın öze zenginlik kattığını, dolayısı ile kültürün çok

boyutluluk, çok yönlülük kazanmasına katkıda bulunduğunun

kuşaklara aktarılması ve kuşakların birbirlerini farklılıkları

ile birlikte kabul edebilecek olgunlukta yetişmeleri önem

arzetmektedir.

Her kuşağın uzlaşmayı engelleyen önyargılı tutumlardan ve

savunuculuğa neden olan eleştirel bakıştan vazgeçmesi ve

genç kuşağın her zaman yetişkin yardımına ihtiyaç duydu-

ğununbilinmesi oldukça önemlidir.

Keşke her kuşak kendinden önceki kuşaktan görmediği sevgi-

yi, ilgiyi, hoşgörüyü kendinden sonra gelen kuşağa verebilse…

Bize verilenden daha fazlasını verebilmeyi başarabilsek...

*ÜsküdarRehberlikAraştırmaMerkezi

Kaynakça:

KuşakÇatışmasınedirvenasılçözülür?,https://ailevecocuk.net/kusak-catismasi(ET:22.10.2018)

Kağıtçıbaşı,Ç. (2017).Benlikaileve insangelişimi,kültürelpsikolojidekuramveuygulamalar.İstanbul,KoçÜniversitesiYayınları

Morsümbül,Şebnem(2004),DeğerlerinKuşaklarArasıDeğişimi:AnkaraÖrneği.HacettepeÜniversitesiSosyalBilimlerEnstitüsüSosyolojiAnabilimDalı,DoktoraTezi,Ankara.

Thoma,D.(2011).Babalar,Modernbirkahramanlıkhikayesi.(Çeviren:FikretDoğan)İstanbul:İletişimYayınları

Sermiyan,Midyat(Yön.),HükümetKadın,BKMFilm,2012

Page 61: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

SENSİZ DİLEĞİM

Hüzün değildir ki aşktan öleyim

Döne döne ah ile yanar yüreğim

Beni bildin ben kendimden gideyim

Vara vara sana gelir mi dileğim

Elinden mey ile tattım şekeri çileyi

Hak der kalbim, dil ikrar ile bendeyi

Sana giden yol üzre eyle isteği

Vara vara sana gelir mi dileğim

Kahraman sabah seninle gece sensiz

Aşk incitir insanı ervah çaresiz

Ne yöne dönsem sağım solumdan habersiz

Vara vara varamadı sana dileğim

*HakkıDemirAİHLTürkDiliveEdebiyatıÖğretmeni

Erkan KAHRAMAN *

Page 62: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

60

AHİLİK KÜLTÜRÜMÜZÜN YANSIMASI KARDEŞ OKULLAR PROJELERİ

Millet olarak kadim bir kültürün bir parçası oldu-

ğumuza ne kadar şükretsek azdır. Zira köklü medeni-

yetler çağa damgasını vuracak güzel projeleri hayata

geçirirkengeçmişin ayak izlerini takipten geri durmayıp,

çağın gelişmeleriyle harmanlayarak yeni oluşumlara

kapı aralayabilirler. Bu sayede mazinin güzelliklerini bu

çağa yeni bir vizyonla aktararak toplumlarında barışın,

güzelliğin ve esenliğin taşıyıcı rolünü üstlenebilirler.

Bu yolda atılan bir adım olarak en çok takdir ettiğim

projelerden birisi de hiç şüphesiz Milli Eğitim Bakan-

lığı’nın yürüttüğü“KardeşOkullar” Projeleridir.

Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında giderek yaygın-

laşan bu projeler özünde kardeşliği, yardımlaşmayı ve

nice güzellikleri barındırdığı için giderek Türkiye’nin

her okulunda yaygınlaştırılmasının çok faydalı olacağı

kanaatindeyim. Kardeş Okul Projeleri,özünde sosyal

sorumluluk bilincini de taşıdığı için gençlerimizeçok şey

kazandıracaktır. Geçtiğimiz yıl görevlendirme olarak

çalıştığım Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesi’nde okul

müdürünün “yurtdışıkardeşokulprojelerine” teşvikiyle

başlayan bir süreçte böyle bir çalışmanın içinde bulun-

mak nasib oldu. İçinde bulunmaktan mutluluk duydu-

ğum bu proje gönül verdiğim çok anlamlı bir projedir.

Bu süreçe öncelikle önbir araştırma yapıp, proje

konusu aramayla başladım. Bu konuda çalışmalar yapan

kuruluşlarla iletişime geçtim. Araştırmalarım esnasın-

da Bosna’da dil öğrenmek için birçok okulun üçüncü

yabancı dil olarak Türkçeyi seçtiğini gördüm… Türk

toplumunun kültürel yapısına ve okulumuzun sosyal

yapısına en uygun ülkelerden birinin Bosna olabileceği

kanaatiyle proje fikrimizi müdürümüze açtım ve onun da

teşvikiyle İsmail Gazpıralı’dan mülhem,“Dilde,İşte,Fikir-

de,Sanattabirliktelik” şeklinde Millî Eğitim Bakanlığı’na

okulumuzun yaptığıteklifle hayata geçen bu projede

Sevda DIRAGA CANBAZ *

Page 63: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

zamanla birçok arkadaşımız da görev

alarak onların desteğiyle okul geneline

yayıldı. Umarız Üsküdar’dan Bosna’ya

uzanan bir “GönülKöprüsü”olur…

Herkesin bildiği üzere kültürümüzde

çok önemli bir kavram vardır: “Ahilik…”

Bu proje bana tam anlamıyla Ahilik Kül-

türü’nü çağrıştırmaktadır. Zira “Ahi”,

“kardeşim”, demektir. Ahiye “fetâ” da

denir. Fetâ ise aynı zamanda genç, er, yi-

ğit anlamlarına da gelmekte olup, temeli

fütüvvete kadar gider… Doğu toprak-

larında tartıya, alışverişe en çok dikkat

eden ve hakkaniyet ölçüleriyle şöhret

bulanlar onlardır... Ahiler neredeyse bin

yıla yakın İran, Irak, Mısır, Suriye ve

Anadolu’da “ahi birlikleri” kurmuş olup,

bu birlikler çok uzun yıllar yaşayarak

günümüze kadar gelmiştir. Ahilik tarihin

en uzun boylu ve en yaygın kurumla-

rından biri olarak Selçuklulardan baş-

layıp, kökü Horasan’a ve Semerkant’a

kadar uzanır. Kısacası Kardeşleşme

Kültürü, Horasan ve Semerkant’tan

tüm Ortadoğu’ya yayılmıştır. Aynen bir

ağacın dalını, başka bir ağacın dalına

aşılama gibi bir durum olan bu kültür,

topraklarımızda binlerce yıl yaşamış

ve buralara çeşitli yerlerden; uzak bel-

delerden gelip yerleşen insanlar Türk,

Boşnak, Kürt, Laz, Tatar, Çerkez, Acem

ve Azerisiyle, tanışıp kardeşleşmiştir…

Bu sayede ahbap olan insanların bazıları

birbirlerini o kadar sevmişlerdir ki bu

birliktelikleri ahirette de devam ettirmek

istemişlerdir. Böylece kardeşleşme me-

rasimi ile “ahiret kardeşi” olmuşlardır...

Hatta birçoğunuz çocukluğunuzda halk

arasında bu tür kardeşliğin yapıldığına

şahit olmuşsunuzdur… Kan kardeş, süt

kardeş vb… Zorunlu olmayan gönül-

lülük esasına dayanan bu kardeşleşme

merasiminin kaynağı muhabbet…Hatta

bu muhabbet kaynağının Peygamber

Efendimiz’e (s.a.v) kadar uzandığı görü-

lür…. Zira kardeşleşmegeleneğimizinta-

rihi peygamberimizin “Hicret” günlerine

dayandırıldığı görülmektedir. Çünkü Hz.

Peygamberimiz(sav), MekkelilerleMedi-

nelilerikardeşleştirdiği için bu merasim

binlerce yıl devam edip, günümüze ka-

dar gelmiştir. Kardeş olan bu insanlar

tıpkı öz kardeş gibi yardımlaşmışlar,

birbirlerine dostluk ve muhabbet bağla-

rıyla kenetlenerek birbirlerinin yaralarını

sarmışlardır. Bu gelenek ve kardeşlik

duyguları sayesinde, bu memlekette top-

lumsal bağlar binlerce yıl çözülmeden

günümüze gelinmesini sağlamıştır…

Anlaşılan o ki ecdadımız insanla-

rımızı birbiriyle, duayla, meslekle, ai-

leyle, dükkânla öyle içerden ve derin-

den bağlamış ki tüm çabalara rağmen

çözmek bugün de mümkün olmuyor...

Öyle güzel değerler ortaya koymuş-

lardır ki eskimiyor… Bunlar: “eliniaçık

tutacaksın,sofranıaçıktutacaksın,kapını

açık tutacaksın…” Sonra“gözünübağlı

tutacaksın,dilinibağlı tutacaksın,belini

bağlı tutacaksın...” Yani Ahiler sedece

iş hayatında değil, aile hayatlarında da

birtakım ölçülere uymak zorundaydılar.

Kısacası Ahi’nin “eliaçık”,yani“cö-

mert”olacak...“Kapısıaçık”,yani“misafir-

perver”olacak...Sofrasıaçık,yani“evine

açgeleni, tokgönderecek…Gözübağlı”

olacak, yani “başkalarının kusurlarını

görmeyecek.”“Dilibağlı”olacak“kimse-

yikırmayacak”,“belibağlı”olacakyani

“başkalarının hanımlarına ve kızlarına

kötügözlebakmayacak;kardeşbilecek…”

Ayrıca hanımlar için de Ahi Evran’ın

eşi Fatma Bacı güzel nasihatlerde bulun-

muştur: “Eşine, işine, aşına özen göster!”

Bu muazzam düsturlar ise toplumun

temel nüvesi olan aileyi sıkı bağlarla

birbirine bağlayan çok önemli ögeler

olduğu herkesin malumudur…

Niçin ahiliği bu kadar teferruatlı

anlatıyorsunuz diyecek olursanız de-

rim ki Kardeşlik Okulları projesini bir

nevi ahiliğe benzetmekteyim. Toplumun

yapı taşı, harcı gibi kültürleri kaynaştıran

önemli fonksiyonu var. Bu yüzden adeta

ahilik kültürünün bir yansıması olarak

gördüğüm Kardeş Okullar projesini tüm

kalbimle destekliyor ve özellikle de bu

projelerde, Kosova, Bosna, Macaristan,

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 64: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

62

Makedonya gibi geçmişte güçlü bağla-

rımız olan devletlerle giderek yaygınlaş-

tırılmasının toplumumuza çok önemli

faydalar sağlayacağını görebiliyorum.

Bu bağlamda sözünü ettiğim Bosna

Ilıca Kardeş Okulumuzla önceleri bir

proje olarak başlayan bu iletişimin, her

iki okulun ziyaretleriyle artarak gelişen

bir dostluğa dönüştüğünü tecrübe et-

mek bizler için mutluluk verici oldu. İlk

yıl tanışma ve karşılıklı misafirliklerle

başlayan bu proje ertesi yıl meyvesini-

kardeş okul dergi projesi olarak verdi.

Her iki okulun da katkılarıyla hazırlanan

ve Türkiye’de bir ilk olan “Uluslararası

ÇokDilliDergiProjemiz“GönülKöprüsü”

yayın hayatına girdi… Dergiyle başlayan

bu sürecin spor müsabakaları, Türkçe

kursları, şiir dinletileri olarak devam

ederek Türkiye’den Bosna’ya uzanan

bir kardeşlik bağı ve “GönülKöprüsü”

olmasını diliyorum. Burada bu vesiley-

le dergi projemizin hayata geçmesinde

gece gündüz hummalı çalışmalarımızda

çevirileri bila bedel yaparak canını dişi-

ne takarak yapan ve onun katkılarıyla

dizgisini ve edisyonunu hazırladığım

dergimizin Boşnakça editörü ve kardeş

okulumuzun Türkçe Öğretmeni Amra

ERDİC’eve yazılarıyla projemize katkı

sağlayan Boşnak ve Türk kıymetli öğ-

renci ve öğretmenlerimize canı gönül-

den teşekkürü bir borç bilirim... Zira en

çok teşekkürü onlar hak etmekte… Zira

insanlara teşekkürü olmayanın vefası

ve şükrü de olamaz.

Bosna’da birçok okulda en az bir

veya iki Türkiye Kardeş Okulu giderek

yaygınlaşıyor. Tarih Öğretmeni olarak

şimdi görev yapmakta olduğum Hakkı

DemirAnadoluİmamHatipLisesi’nin de

Kosova’da bir kardeş okulu bulunmak-

tadır. Okul müdürümüz Sayın Hamdi

KOCAKAYA’nın da böyle güzel projeleri

başlatmak ve devam ettirmek istemesi

takdire şayandır. Tabii bu projemizin ak-

tif olarak hayata geçebilmesi için mali

desteğin oldukça önemli olduğu da

malumunuzdur. Zira kardeş okulların

Türkçe öğrenimine katkısı olacak akıl-

lı tahtaların ve eğitim materyallerinin

alınması, Türkçe kursları mali kaynakla

olabilecek şeyler. Ancak bu durum söz

konusu projeye atılacak okulların gözü-

nü korkutmamalı… İlk adım olarak iki

öğretmen üç öğrenci ile bu projeye adım

atılabiliyor. Bu şekilde küçük grupların

ziyaretiyle başlıyor çoğu kardeş okul bu

yolculuğa ve devamı geliyor… Lakin

söz konusu projelere destek bulamayıp

hayata geçiremezsek, Almanya’nın bu

ülkelerde Almancayı üçüncü yabancı

dil olarak seçtikleri takdirde söz konu-

su eğitim materyallerini ücretsiz olarak

verdiğini ve Almanya’nın Bosna ve Av-

rupa üzerindeki hedeflerini göz önünde

bulundurmak durumundayız. Almanca

yerine Türkçeyi tercih ederek yönünü

bize dönen Boşnak, Makedon, Arna-

vut, Macar vb. kardeşlerimizin bu iyi

niyetlerini boşa çıkarmamak gerektiği

malumunuzdur.

Gelecek yıllarda daha aktif ola-

rak hayata geçeceğini umduğum bu

projenin bir parçası olmak bu hayırlı

projeye hizmet adına en büyük mutlulu-

ğum olacaktır. Söz konusu Kardeş Okul

Projelerinin İlçemizde, İstanbul’da ve

Türkiye genelinde yaygınlaştırılmasının

milletçe sağlanacak çok yönlü faydaları

görmemek mümkün değildir.

Selam ve hürmetlerimle…

*HakkıDemirAnadoluİHL

Uzm.TarihÖğretmeni

Page 65: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

DERTLERİMİN SONSUZ GÜZELLİĞİSİN

bir sır kapısı daha üstüme kapandı eylül

sevgilinin adını susmakla geçti ömür

ben senin sol yanında saklı bir hazineydim

sen benim aklımı işgal etmiş bir çete

neden sen kapılardan çevrilmeye başladın

adın eylüldür diye seni hep sustum eylül

çünkü beni dağladın sen de boylu boyunca

şimdi gurbetler bende sılayı ünlemiyor

ben yazdan geliyorum adım ilkbahar eylül

senin dertler hanende yerim ki baş tacıdır

sen de dertlerimin sonsuz güzelliğisin

kime ne benim böyle sevdakâr bakışlarım

kime ne benim böyle delişmen aşıklığım

bir kır türküsü gibi çalınırsın içimde

leyla sende kanadı dilara gölgelerle

n’ola kapılarını açsan sevgili eylül

giderek saltanatın daim olsun be eylül

öyle bir nazeninsin tek başına mevsimsin

sana ömrümü verdim çok dediler haykırdım

saçların çok hoş eylül eteklerin sapsarı

neden seninle erer aşıklarım vuslata

oysa ayrılıksın sen onanmazsın ezelden

benim olsan biçare aşıklığım kapansa

ve ben seninle gitsem ey sonbahar ağyâra

*EğitimciŞair

İsmail AYKANAT *

Page 66: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

ÖĞRETMENLER GÜNÜNE ÖZELÖĞRETMEN FİLMLERİ

Deniz SARIBUDAK*

64

SAYGIDEĞER ÖĞRETMENLERİME… ‘’ÖĞRETMEN BİR KANDİLE BENZER, KENDİNİ TÜKETEREK BAŞKALARINA IŞIK VERİR.’’ DERKEN PAOLO RUFFİNİ’NİN, ÖĞRETMENLİĞİ EN GÜZEL ŞEKLİYLE TANIMLAMIŞ OLDUĞUNA İNANIYORUM VE SİNEMASAL EKSENDE YEPYENİ BİR YOLCULUĞA ÇIKARAK ÖĞRETMENLİĞİ, BÜYÜLÜ FENERİN GÖLGESİNDEN AKTARMAYI, BU ÖZEL SAYIDA KENDİME BİR BORÇ BİLİYORUM. SİNEMACILAR, BİR TOPLUMU UYANDIRMANIN YOLUNU EĞİTİM İÇERİKLİ FİLMLERDEN YOLA ÇIKARAK YAPMAKTA ISRARCI OLMUŞLAR. BU BAKIMDAN EN ÇOK ETKİLENDİKLERİ ‘’ÖĞRETMEN’’ MODELİNİ ANA KAHRAMAN OLARAK SUNMAYI DA İHMAL ETMEMİŞLER. BİZ DE ÖĞRETMENLERİMİZE HAKKINI TESLİM ETMEK ÜZERE SİNEMASAL ETKİYE SIĞINDIK VE BUGÜNE DEĞİN EN ETKİLEYİCİ ÖĞRETMENLİK HİKAYELERİNİ BULUP ÇIKARMAYA KARAR VERDİK. İŞTE SİZE SIRA DIŞI DÖRT ÖĞRETMENİN HİKAYESİ:

Page 67: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

‘’İngiltere’de sorunlu okullar da var

mıydı?’’ diye düşünmeden edemediği-

miz bu filmde, ana karakterimiz olan

Mark Thackeray, aslında bir mühendistir

ve bir iş bulamamıştır. Mark Thackeray

siyahi ırktandır ve oldukça genç olduğu

gibi fazlasıyla da tecrübesizdir. Mark, is-

tediği gibi bir iş bulamayınca Londra’nın

kenar mahallelerinden birinde, özellikle

davranış anlamında problemli öğrenci-

lerden oluşan bir okulda göreve başlar.

Ancak bir önceki öğretmenin canına

tak ettirmiş olan liseli çılgın gençler,

yeni öğretmenleri Mark’a da kök söktür-

meye kararlıdırlar. Can sıkıcı derecede,

yeni öğretmen Mark’a eziyet eden bu

öğrenciler için gidişatın değişmesi, öğ-

retmenlerinin idealistliğine bağlı olarak

gelişecektir.

Aslında hayattan herhangi bir bek-

lentisi olamayan ama hazıra konmak-

tan da gereksiz bir zevk alan liselilerin

öğrenmek gibi bir derdi de yoktur. Rüz-

garda savrulan yaprak misali savrulup

gitmektedirler ama ne yazık ki nereye

gittiklerinin farkında da değillerdir. Üste-

lik de disiplinsizliklerinin ötesinde saygı

sınırlarının dışına çıkmaktadırlar. Hatta

çoğunun seviyeli olmayan davranışları

vardır. Mark Thackeray, onlardaki so-

rumsuzluğa ve vurdumduymazlığa da-

yanamayacaktır ve onları hizaya getir-

menin bir yolunu bulmaya karar verir.

Derhal yöntemlerini etkili bir biçimde

kullanmaya başlayarak, öğrencilerinde

kalıcı değişiklikler yapmak üzere ka-

rarlar alır. Doğrusu önceden durumun

tespitini yapmıştır bile ve öğrencilerinin

bilgiden çok etik davranış algılarında

eksikleri olduğunu görmüştür. Bunun

üzerine ilk olarak onların davranışların-

daki hataları düzeltmeye dönük yollar

deneyerek işe başlar. Zira onun ama-

cı, öğrencilerine her şeyi ve dahi türlü

bilgiyi öğretmek değil, onlar üzerinde

bir etki yaratarak erdemli ve iyi ahlak

sahibi olmayı öğretmektir.

Böylece işe koyulur ve gençlerle ara-

sında zaman zaman sinir bozucu bir

mücadele başlar. ‘’Disiplin’’ kavramını

yerleştirmek üzere giriştiği yöntemleri

zamanla etkisini göstermeye başlar ve

öğretmenle öğrencileri arasında sarsıl-

maz bir bağ oluşur. Öyle böyle derken

gelişen süreçte Mark’ın öğrencileriyle

geliştirdiği olumlu dil, anlam kazanmaya

başlamıştır. Çünkü onlarla iyi arkadaş

olmayı başarmıştır. Nihayetinde kendi

alanında bir iş teklifi alan Mark’ın bu

teklifi nasıl değerlendireceğini, öğret-

me aşkıyla tutuşmuş öğretmenlerimizin

beklentisine bırakalım.

ÖĞRETMENİME SEVGİLERLEOrijinal Adı: TO SIR WITH LOVE

Yapım Yeri ve Yılı: İngiltere-1967

Yönetmen: James Clavell

Senaryo: James Clavell

Oyuncular: Sidney Poitier, Suzy Kendall, Judy Geeson, Chiristian Roberts, Faith Brook.

Page 68: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

Sinemanın idol oyuncularından

Meryl Streep’in eşsiz performansıyla

hayat bulan, Müzik Öğretmeni Rober-

ta karakterinin, gerçek yaşam öyküsü-

nün beyaz perdeye uyarlaması benim

ehemmiyet verdiğim bir film oldu. Öğ-

retmenliği anlatan filmler içerisinde ön

plana çıkmasında, kuşkusuz, Streep’in

oyunculuk yeteneği var. Son derece

gerçekçi, samimi ve hakkını vererek

canlandırdığı Roberta’yı, gerçek hayatta

olsa olsa ancak bu kadar kendisi olarak

görebilirdik. Işığı, bilgisi ve donanımıyla

öğrencileri için bir ilham kaynağı olan

öğretmenimiz, zihinlerimize ziyadesiyle

kazınacak, bilelim.

Kocası tarafından terk edilen Rober-

ta, iki oğluyla birlikte yaşadığı yerden

ayrılarak ve kendine bir iş bulmak üzere

Harlem’e gelir. Özel hayatında başına sü-

rekli olumsuzluklar gelen Roberta, aynı

zamanda maddi olarak da yıpranmıştır

ve bir işe ihtiyacı vardır. Harlem’deki

okullardan biriyle anlaşarak göreve

başlar. Ancak onun öğretebileceği tek

bir şey vardır, o da viyolin çalmak. Ba-

zılarınızın ‘’Viyolin mi?’’ dediğini duyar

gibiyim. Öyle ya, bu o kadar kolay bir

iş değildir. Hem de Harlem’de! Zaten

kendisine pek inanmazlar. Ancak o her

ne kadar özel hayatında başarısızlıklar

yaşıyor olsa da işinde son derece ça-

lışkan ve idealist bir öğretmendir. Çok

içten bağlı olduğu müziği, yapamaz

diye düşünülen kendi gibi yalnızlaşmış

öğrencilerine öğretmeye kararlıdır ve

türlü engellerle karşılaşsa da amacına

ulaşmak üzere her yolu deneyecektir.

Bazan, öğrencilerine ‘’Çok kötüsünüz,

berbatsınız!’’ dese de niyeti onları kam-

çılamaktır. Böylece mutsuz yaşantısının

gergin yüzünü, aşık olduğu müziğin eşsiz

tınılarıyla temizleyerek öğrencileriyle

birlikte rengarenk melodilerle boyar.

Onları kendilerine inandırır ve müziği

hissetmelerine önderlik eder. Etrafında

sadece kendisine ait sorunlar yoktur.

Aynı zamanda ona inanmayan kişiler,

önüne bent olan sistem, kendisinden

haz etmeyen kıskanç arkadaşlar çıksa

da o, bütün huzuru öğrencilerine olan

inancıyla aşacaktır.

Bir gün viyolin çalmanın gereksiz-

liği ve çok daha önemli dersler olduğu

gerekçesiyle verdiği ders kaldırılmak

istenir. Bunun üzerine yine mücadele

eder. Çünkü Roberta Öğretmen; ısrarcı,

sınır tanımaz ve sıra dışı bir öğretmendir.

Onu yıldırmak ve vazgeçirmek kolay

olmayacaktır.

Roberta’nın hayatında, ışığını yansıta-

rak ilham kaynağı olduğu öğrencilerinin

muhteşem gelişimleriyle birlikte bazı

şeyler de yoluna girmeye başlar. Ve

gittikçe amacı ona daha çok yaklaşır.

Tıpkı kendine inanmaya başlayan öğ-

rencileri gibi. Böylece filmde, hem eşsiz

bir müzik ziyafetine konuk oluruz hem

de öğretmenliğin sınırları nasıl zorlaya-

bilecek güçte kutsallık arz ettiğine tanık

oluruz. Roberta Öğretmen’in hikayesi

öyle kolay kolay belleklerden silincecek

bir film değil. Her daim hatırlanacak

güzel bir öğretmenlik filmi izlemenin

hakkımız olduğunu düşünüyorum.

ELLİ CESUR KEMANCIOriginal Adı: MUSİC OF THE HEART

Yapım Yeri ve Yılı: ABD-1999

Yönetmen: Wes Craven

Senaryo: Pamela Gray

Oyuncular: Meryl Streep, Aidan Quinn, Angela Bassett, Cloris Leachman ve Gloria Estefan.

Page 69: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

‘’Öğretmenin 55 Altın Kuralı’’ adında

bir kitap duymuşsanız, filmimizin kah-

ramanının da gerçek hayatta var olan

Ron Clark adındaki özel bir öğretmen

olduğunu da bilirsiniz. İşte film, bu

öğretmenin öğretmenlik hayatının bir

kesitinden uyarlamadır.

Ron Clark, ABD’nin saygın kentlerin-

den birinde, anne ve babasıyla birlikte

kaliteli bir ortamda yaşamaktadır. 1994

yılında geçici olarak göreve başladığı

bir ilköğretim okulunda dört sene ça-

lıştıktan sonra sıra dışı bir karar alarak,

kendine yeni bir ufuk açmaya karar ver-

miştir. Ailesine New York’a gideceğini

söylediğinde herkes ona karşı çıkar ve

kendisi için endişelenir. Doğrusu bu-

lunduğu okulunda da çok rahattır ve

sevilen bir öğretmendir. Ancak bu rahat-

lık onun öğretmenlik güdüsünü tatmin

etmez ve onu bir serüvene sürükler. Yola

çıkmadan evvel, kendisine karşı çıkan

ailesine, şu unutulmaz sözleri söyler:

‘’Öğrencilerime her yıl amaçlarını ger-

çekleştirmek için bir şeyler yapmalarını

söylüyorum. Büyük düşünüp risk alın,

diyorum. Artık kendime kulak verme

zamanım geldi.’’ Böylece New York’un

Harlem bölgesinde kendini bulur. Üs-

telik hiçbir öğretmenin tutunamadığı,

her gelenin ertesi gün olmazsa en geç

bir ay içinde terk ettiği bir okul bulur.

Kendisine böyle bir okulda görev yap-

mak istediğinden emin olup olmadığını

soran okul müdürüne ‘’Evet!’’ der ve

onu şaşırtır. İşte bütün problemli öğ-

renci tipinin, aynı anda yer aldığı korku

türünün sınırlarına ulaşacak derecede

gerilim dolu- sınıfta yeni görevine başlar.

Başlangıçta içindeki azim, sevgi ve öğ-

retme ışığıyla hareket eden Ron Clark,

gösterdiği tüm çaba karşısında kendi-

sine inatla tepki koyan öğrencilere bir

ara dayanamaz. Ortamı değiştirmeye

ve öğretmeye uğraştıkça 11-12 yaşın-

daki çocuklar, korkunç canavarlar gibi

davranmaktadırlar. Bir tanesi özellikle

liderlik vasıflarıyla öne çıkan kız öğrenci

Sheimla’dır ve arkadaşlarını yönlendir-

mekte de üstüne yoktur. Esasen bu ço-

cuklar, yaşamın en tehlikeli koylarında

gezen, yarışı baştan kaybetmiş ve bu

bakımdan da kaybolmuş çocuklardır.

Maddi olanaksızlıklar yetmezmiş gibi

üstüne ailevi sorunları da vardır. Kimi

üvey babasından dayak yerken kimi de

küçük kardeşlerine bakmak zorunda

kalanlardır. Kesinlikle kendilerini ba-

şarı yolculuğuna çıkabilecek adaylar

olarak görmemektedirler ve buna karşı

da küçümseme davranışı gösterirler. Ta

ki öğretmenleri Ron Clark, gelene ka-

dar…

Ron Clark, bu onulmaz sınıf karşı-

sında tam pes ettiği anda, New York’ta

tanıştığı, tam da bu çocuklar gibi büyü-

müş bir arkadaşının yönlendirmesiyle

kararını değiştirip yeniden mücadele

edecektir. Çünkü o, Ron’a, ‘’Onların sana

ihtiyacı var.’’ demiştir. Hakikaten çocuk-

ların, böyle bir öğretmene ihtiyaçlarının

olduğu zamanla ortaya çıkacaktır. Ron

Clark; son derece aktif, yerinde durama-

yan, hasta olsa bile yeri gelip kamera

çekimleriyle dersi anlatan, öğrencilerin

ruhuna ulaşmak için onların önce aile

ortamlarına ulaşan, dersleri anlatırken

yepyeni yöntemler uygulayan ve hatta

çocukların en sevdiği şarkıları, oyunlu

ve müzikli bir derse dönüştüren, oldukça

ilginç bir öğretmendir. Hani şu kopya-

lanıp yapıştırılması gerekenlerden…

Zamanla Ron ve öğrencileri bu büyük

mücadelenin bir eseri olarak bütünleşir-

ler, dost olurlar. Onların kalbini öylesine

kazanır ki ortada, aşılamayacak hiçbir

engel olmadığı da ortaya çıkar. Çocuklar

kendilerine ve başarıya inanırlar. Niha-

yet öğrenmenin keyifli yolculuğunda,

kendilerini bulurlar.

RON CLARK’IN HİKAYESİ/ZAFER BENİMOrijinal Adı: RON CLARK’S STORY

Yapım Yeri ve Yılı: ABD-2006

Yönetmen: Randa Haines

Ödüller ve Adaylıklar: Primetime Emmy Bir Mini Dizi veya TV Filminde En İyi Erkek Başrol Oyuncusu Ödülü,

Senaryo: Annie DeYoung, Max Enscoe

Oyuncular: Matthew Perry, Ernie Hudson, Melissa De Sousa, Brandon Smith, Hannah Hodson…

Page 70: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

‘’Müziği sadece duymak yetmez,

hissetmek de gerekir.’’

Öğretmenliği ve öğretmeni ele alan

filmler arasında özel bir yeri olan Mr

Hollan’s Opus, Bay Opus’un klasik mü-

ziği sevdirmeye çalıştığı güzel filmler-

den birisidir. Yine gerçek bir hayattan

uyarlama olan bu filmin dram yönünün

de dikkate değer olduğunu söylemek

isterim. Bethoven’dan bir müzik ziyafeti

de cabası.

Bu defa davranış problemi olan bir

okulda değiliz. Bilinçli ailelerin veli-

si olduğu, öğrenmeye istekli saygın

okullardan biri Grand Lisesi’ndeyiz.

Öğretmenimiz Bay Opus aslında bir

müzisyendir ve bu okulda öğretmenlik

yapmaya başlar. İlk gün Okul Müdürü ile

arasında geçen diyalogda, aslında öğret-

menlik belgesini işsiz kalmamak adına

aldığını söylediğinde, Müdüre Hanım

buna karşı çıkar ve öğretmenliğin sev-

giyle yapılacak bir iş olduğunu hatırlatır.

Bay Opus, müziğin her türünü duyum-

samaya yatkın yetenekli bir öğretmendir.

Ancak karşısında yeterince duyarlı bir

grup olmadığını fark edecektir. Üstelik

okulda kuralcılık ve disiplin hakimdir.

Bay Opus, bu ortamda öğrencilerine

öncelikle müziğe karşı duyarlılık değil

hayranlık oluşturmak ister ve ortamı

renklendirmeye çabalar. Bu süreçte, kar-

şısına yetenekli olmadığı halde uğraşan

bir kız öğrenci çıkar ve ne yazık ki bir

yol katedemez. Bay Opus, ona destek

vermeye ve ailesinin yüksek beklentileri

olduğu için baskı altında kalan bu kız

öğrencisine yardımcı olmaya çalışır. Bu

epey bir zaman alacaktır. Çünkü her-

kesin her konuda yeteneği olmayabilir.

Bunu aileye anlatabilmesi ger-ekmek-

tedir.

Bay Opus’un bir de sorunu vardır.

Kendisi çok iyi bir müzisyen, etkileyi-

ci, ilham veren bir öğretmen olmasına

rağmen, küçük oğlunun işitme problemi

olduğu ve hiçbir şey duyamadığı ortaya

çıkar. Öğretmenliği her zaman ailesin-

den daha ağır basan Bay Opus, onları

zaman zaman ihmal eder ve böylece

oğlu ile küçük çatışmalar da yaşaya-

caktır. Bunlar yeterince sorun olurken,

Bay Opus’un müziği önemsiz gören

sistem karşısında da mücadele etmesi

gerekecektir. Tüm bu özel noktalarıyla,

gerçekçi bir bakış açısıyla beyaz perdeye

uyarlanmış olan bu yaşam öyküsel bu

film, öğretmenliği anlattığı gibi, onun

kendi hayat yolculuğunda karşısına çı-

kan özel sorunları ve engelleri de ele

alıyor ve oldukça duygusal bir anlatımla

ruha dokunuyor. Özellikle öğretmen bir

baba ile duyma yeteneği eksik kalmış;

fakat aslında özel bir çocuk olan oğluy-

la arasındaki ilişkinin de sorgulandığını

görüyoruz.

İşte bu dört özel filmi, yılın soğuk

ve mat mevsimi kasımda, öğretmenle-

rimizin içini ısıtsın ve yaptıkları işin ne

kadar özel olduğunu bir kez de büyülü

fener aracılığıyla görsün istedik. Böy-

lece kendilerine bir Öğretmenler Günü

hediyesi vermeyi düşündük.

Tüm hayatları kendini eritirken etrafı

aydınlatmakla geçen sevgili öğretmen-

lerimize…

*MilliEğitimVakfıOrtaokuluTürkçeÖğretmeni

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM-MR HOLLAND’S OPUSOrijinal Adı: Mr Holland’s Opus

Yapım Yeri ve Yılı: ABD-1995

Yönetmen: Stephen Herek

Senaryo: Patrick Sheane Duncan

Oyuncular: Glenne Headly, Jay Thomas, Richard Dreyfuss, Stephen Herek

Page 71: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

KALEMİ BIRAKMA

Günlerdir hazırlamam gereken proje üzerinde ça-

lışıyordum. Fakat bir yere gelince tıkanıp kalıyordum.

Bir türlü sonuca varamıyordum. Pes etmek vazgeçmek

üzereydim. Kalemim elimde donuk bir şekilde duruyor-

ken içimden kalemi fırlatmak ve “yapamıyorum işte!”

diye bağırmak geldi.

Sonra birden aklıma on iki yıl önce yaşadığım olay

geldi yüzümde bir tebessüm oluştu.

Yıl 2007 İlkokula başladığım sene… Okulun ilk günü

kocaman cüsselli gölgesi altında soluklanacağım, bilgi-

siyle bilgilendiğimi öğrendiğim, öğretmenimi gördüm.

Bana huzur ve güven verdi.

Minicik ellerim, kalem tutmayı bile bilmiyordum

daha küçüktüm okula başlayalı iki hafta olmuştu öğ-

retmenimiz bize kalem tutmayı öğretiyordu ama ben

bir türlü tutamıyordum. Parmaklarım çok acıyordu evet

bir yerde yanlış yapıyordum. Daha sonra zil çaldı ve

bütün çocuklar bağıra bağıra dışarı çıktı. Bense sıramda

oturmuş hala kalem tutmaya çalışıyordum yapamı-

yordum ve kalemi fırlatıp attım, ağlamaya başladım.

Öğretmenim yanıma geldi, ilk önce kalemimi yerden alıp

elime tutuşturdu sonra şafkatli elleriyle gözyaşımı sildi

“Bak kalem böyle tutulur, çok bastırırsan parmakların

acır” dedi. Daha sonra bana döndü ve şöyle söyledi

“ Kalemini bir daha fırlatma, canını ne kadar acıtırsa

acıtsın denemeye devam et denedikçe de ne kadar güzel

kalem tutuğunu ve çok güzel yazı yazacağını göreceksin

ama hiçbir zaman pes etmeyeceksin anlaştık mı? “ dedi.

Kafamı salladım ne demek istediğini az çok anlamıştım

ama tam kavrayamamıştım daha sonra öğretmenimin

dediği gibi yapmaya başladım hatalarım oldu ama pes

etmeden doğruyu bulmaya çalıştım hep ve o yoldan

ilerledim.

Çoğu zaman yoruldum, sıkıldım pes etmeye karar

verdiğim günler bile oldu ama yolum daha çok uzundu

ve o yolda benim önderim vardı onun gittiği yoldan

gitmem gerekirdi ve gittim de. Karanlığa düşmedim

hiç çünkü benim güneşim beni hep aydınlattı, beni hiç

ışıksız bırakmadı. Sıcaklığıyla kışımı yaza çevirdi.

Öğretmen… Basit ama bir o kadar da zorlu bir keli-

medir öğretmen. Bildiklerini aktarmak hiç yorulmadan

gecesini gündüzüne katan pes etmemeyi öğreten öğret-

men… Bizlerse toprağa atılan tomurcuklar gibiydik. Ya

büyüyecek ya da çürüyüp gidecektik, güneşimiz gelirse

suyumuz verilirse en önemlisi de sevgi esirgenmeyip

elimizden tutulursa bir fidan hatta ağaç olacaktık.

Öğretmenim bana pes etmemeyi öğretti güçlü ol-

mayı ve hedeflerime ulaşmayı hayallerimin peşinde

koşmayı benim gölgemi değil de gölgemin beni takip

etmesi gerektiğini öğretti.

Ne zaman bir işten pes etmeye kalksam aklıma hep

bu anım gelir ve beni kamçılayan. İşime, hedeflerime,

hayallerime ulaşmamın başladığım yoldan geri dönme-

memin sebebi iyi ki var olmuş hayatımda diyebildiğim

insan.

Ve kalemimi elime alıp projemi tamamlamaya devam

ettim.

*CumhuriyetMeslekiveTeknikAnadoluLisesi12-C

Di lan ORTASAÇ *

Page 72: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

70

SELÂHADDÎN İÇLİ VE TÜRK MÜZİĞİ Mehmet Cemâl ÖZTÜRK *

Merhûm Dr. Selâhaddîn İçli, 1923’te Beşiktaş’ta doğdu.

Babası İbrahim Bey, annesi Zekiye hanımdır. 1949’da İstanbul

Tıp Fakültesi’nin bitirerek 1981’e kadar tabip olarak çalıştı.

İstanbul Devlet Türk Musıkisi Konservatuarı’na öğretim

görevlisi oldu. Kendisine1998 yılında “Devlet Sanatçısı” un-

vânı verildi. Türkiye’nin en önemli şarkı bestekârlarındandı. 1Şerif İçli ve Selahattin Pınar’dan feyz alan Selahattin İçli şu

hatırasını nakleder: “Babam İbrahim İçli 12 yaşımda iken

“Gel efendi. Ben söylüyorum, sen söylüyorsun ama...” dedi

ve bana usûlleri ve makamların inceliklerini öğretti”2 .

2006 yılında aramızdan ayrılsa da “Zeytin gözlüm sana

meylim nedendir?”, “Hüzün zaman zaman deli dalgalarla

gelir”, “Bir destan dolaşır Bolu dağını” gibi 200’e yakın bestesi

ile kulak ve ruhumuza, 400 kadar makalesi ile de mûsıki

kültürümüze hitâb etmeğe devam edecek. Rûhu şâd olsun.

Merhum İçli’yi 1990’lı yıllarda bir vesile ile İTÜ Türk Mü-

ziği Konservatuar’ında ziyaret ederek tanışma bahtiyarlığına

kavuşmuştum. O ziyâretimde Alâaddîn Yavaşça ve merhum

Bekir Sıdkı Sezgin üstadlarla da tanışmıştım. Merhûm İçli,

o ilk ve tek seferlik görüşmemizde öğretmen olduğum için

bestelemiş olduğu okul şarkılarından bahsederek bazılarının

notalarını takdim etmişti. Bu şarkıların güfte ve besteleri

Page 73: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

kendi musikimizden motifler taşımaktaydı. Ve çocuklarımızın

bu tip musıki ile yetişmesini arzu ettiğinden bu notaları bana

vermişti. Ben de bu notaları bazı arkadaşlarıma iletmiştim.

Mekteb-i Üsküdar dergimize bir yazı yazmam mevzu-ı bahs

olunca bana emânet ettiği ve şimdiye kadar neşredilen ça-

lışmalarda az rastlanan notalarını neşrederek bu konuyu ele

almak istedim. Umarım ilgiye mazhar olur.

“Selahattin İçli’nin Çocuk Şarkıları; Besteci, klasik

musiki mensuplarınca neredeyse hiç üzerine düşülmemiş

olan çocuk şarkıları türüne çok önem vermiştir. Çocukların

kendi dil ve müziklerini doğru bir şekilde öğrenebilecekleri,

kendilerine ait şarkıları olması gerektiğini çeşitli yazı-makale

ve konuşmalarında da belirterek 23 çocuk şarkısı bestelemiştir.

Onun düşüncesine göre, Türk çocuğu, batı çocuk şarkılarını

Türkçe’ye çevirmek ya da klasik batı müziği eserleri üzerine

Türkçe söz yazmak suretiyle elde edilen şarkıları okumak

yerine, Türk Müziği makam ve motifleriyle bestelenmiş,

çocuklara ait eserleri okumalıdır”3 . Bir ropörtajında; “Bir

toplumu yok edebilmek için en önemli iki silah, dilini ve

müziğini bozmaktır. Bugün gerek dilimiz, gerek de müziği-

miz bir çöküş dönemi yaşamaktadır. Türk Musikisi Devlet

Konservatuvarı’nı açabilmek için elli sene uğraştık4. Doğru

dürüst eğitimi yapılmayan bir sanatın bugün geldiği seviyeye

hiç şaşırmamalıyız. 1976’da kurulan konservatuvar, 1982’de

İ.T.Ü.’ye bağlanarak ilmin hür ortamına tevdii edilmiştir. Bu

müesseseden ve bunun gibi kurulacak konservatuvarlardan

yetişenlerle de inşallah Türk müziği hakiki ve üstün değerlerine

erişecektir”5 , demiştir. Sanatçının, 1990 yılında neşredilen

“Türk Müziği Çocuk Şarkıları I-II” kitapçığında iki eseri6

,1997’de neşredilen, “50. Sanat Yılında Selahattin İçli ve

Besteleri”, isimli eserde ise bütün eserleri mevcuttur.

*UzmanÖğretmen

1. M.NûriYardım,MûsikiSemâsındaBirYıldız,Selâhaddînİçli,KubbealtıA.Mecmuası,c.36(141),s.86-88,İst,2007

2. http://www.arsiv2007.musikidergisi.net/?p=234

3. http://www.arsiv2007.musikidergisi.net/?p=234

4. 1914’teİstanbulŞehremaneti’ncekurulanDârü’l-Elhân,1916’dakapanmıştır.1923’te tekrar açılmışsa da 1926’da kapatılmış. 1940’ta TürkMusikisi İcraHeyetikurularakmusikiicrasıdevametmiş.Ancakyüksekeğitim1975’teTürkMüziği Konservatuar’ının kurulmasıyla başlamıştır. (http://osmanlimuzigi.istanbul.edu.tr/?p=6378)

5. (http://www.turkishmusicportal.org,)

6. https://ailetoplum.aile.gov.tr/uploads/pages/indirilebilir-yayinlar/3-cocuk-sar-kilari-i-ii.pdf,

7. http://bizdenezgiler.com/#!/album/turk_sanat_muzigi_cocuk_sarkilari,

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 74: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

72

TANPINAR’A NASIL KÜSTÜM? TANPINAR İLE NASIL BARIŞTIM

Sevgili Tanpınar,

Aynı zaman diliminde yaşasaydık muhtemelen eser-

lerini okumasını beklediğin ama seni küçümseyen o

on-on beş kişinin arasında yer almayacaktım. Hakkı-

nızda bir yazı yazsam bile “Kim bu münasebetsiz?”

deyip geçecektiniz en fazla. Şimdi bu münasebetsizli-

ğimi katmerlendirmek için olsa gerek doğumumdan

on sene önce doğmuş bir yazara, şimdilerde geride

kaldığı yaygın bir kabul gören bir iletişim biçimiyle bir

mektupla ulaşmaya çalışıyorum.

Kimi zaman yazdıklarınızı okumadan bir gün geçir-

medim kimi zaman da yazdıklarınızı yok saymaya cüret

ettim. Her iki zıt durumda da bir şekilde zihnimde yer

ettiniz. Berjer bir koltukta oturdunuz ve bazen kedinizi

sevdiniz bazen de bakışlarınızı Valery’nin bir kitabının

sayfaları üzerinde gezdirdiniz.

Huzur’u kitapçıdan aldığım günü hatırlıyorum da…

1990’lı yıllarda Ankara’da bir kitapçının rafında gördüm

bu baskıyı. Ancak bir tuhaflık vardı. Tercüman 1001

Temel Eser arasında çıkmış nüshaydı bu. O tarihten

yaklaşık 20 yıl önce yayınlanmış ve o seride yayınlan-

dığını gördüğüm diğer kitaplardan farklı olarak kırmızı

ciltli bu kitabı bir sahafta değil o senenin kitapları-

nın doldurduğu rafta yalnız başına bekleyen bu eski

baskıyı önce nedense almadım. O hafta boyunca ve

sonraki bir-iki hafta içinde hemen her gün gelip rafta

hala duruyor mu diye baktım ve sayfalarını karıştırdım

kitabın. Sonra da kitabı daha önce tekrar tekrar rafına

geri koymam kadar nedensizce alıverdim. O cildinde

bir rutubetin izlerini gördüğüm kırmızı ciltli Huzur’u

okuyunca kendi adıma Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü

daha çok sevdiğimi farketsem de zihnimdeki Tanpınar

imgesi, hep o rafta bekleyen hali ile Huzur oldu.

Trenle Ankara’dan İzmit’e giderken okudum hikâ-

yelerinizi. “Bir Yol”u okurken kitabı bir kenara bıra-

kıp hangi sapağın hikâyenizde anlatılana benzediğini

hayal etmeye başladım. O günden sonra ne zaman

tren yolculuğu yapsam o “Bir Yol”u görmeye çalıştım

tuhaf bir şekilde. Belki de gördüm bilemiyorum. O

kadar çok sapağa yakıştırdım ki “Bir Yol”u hangisinin

anlatılan sapak olduğundan emin değilim. Bunun bir

anlamı olduğunu da sanmıyorum. O sapağı bulmaya

çalışmak benim için sizin baktığınız bir yere bakmak,

dolaylı bir şekilde sizinle göz göze gelmek gibiydi.

İşleri daha da karıştıracak bir detay daha var lakin.

Sizin bir hikâye metninizde böylesi bir gerçeklik payı

arayan ben yaşadığınız Narmanlı Han’ın önünden onca

geçmiş olmama rağmen bir kez bile odanıza bakmadım.

O bir gerçeklikti ve ben o gerçekliğin şimdiki halini

görmeye cesaret edemedim. Mesela yine aynı sebeple

Suav i Kemal YAZGIÇ *

Page 75: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

hatıralarınız ve mektuplarınız ise beni hep korkuttu. Hep

erteledim onları okumayı. Oysa Cemil Meriç’in Jurnal’ini,

Lamia Hanım’a mektuplarını okurken bu çekingenliğimden

eser bile yoktu.

Mektuplarda ve hatıratta karşılaşacağım Tanpınar’ın

hikâyeleri, romanları, denemeleri yahut şiirlerini okumama

engel olacağı gibi bir batıl itikadım vardı çünkü.

Hâlbuki “Bir Yol” kurguydu ve onu arıyor olmam zihnim-

deki Tanpınar imgesini daha pekiştiren bir fiildi. Zihnimdeki

Tanpınar imgesi ile gerçek Tanpınar arasındaki makas açıklığı

ise bu yazının nirengi noktasını teşkil ediyor.

Tanpınar muhabbetim bir noktada hayal kırıklığına dönüş-

tü ne yazık ki. Zira 27 Mayıs darbesiyle ilgili yazdığı cümleler

o edebi zarafetinden çok uzaktı. Basit bir darbe destekçisi

değildiniz çünkü. İdam cezasını bile yetersiz buluyor ve “din

kitaplarının cehennemi”ni istiyordunuz. Alıntı yapmaktan

bile hicap ettiğim o cümleler o günlerde darbecilerin ilan

ettiği 2. Cumhuriyet’te bir milletvekilliği kapma ihtirasın-

dan kaynaklanıyordu belki de. Yahut darbe sonrası olası bir

tasfiyeden korunmaya çalışıyordunuz. Bilemiyorum. Ancak

şu açıktı ki darbecilere sahip çıkarken milleti de adaleti de

dışlayan bir bakışınız vardı. Bir işkence aracı gibiydi o üsluplu

cümleleriniz.

Oysa 1 Mart 1946’da Ülkü’de yayınlanan Maraşlıların

Bayramı başlıklı yazınızda milletvekili olarak temsil ettiğiniz

Maraş hakkında kurduğunuz “Daha ilk görüşte bu şehirde

misyoner aydına ve söze hiç ihtiyaç olmadığını anladım.”

cümlesinin bütün memleket sathında geçerli olduğunun far-

kında olsaydınız daha insaflı cümleler kurmaya çalışırdınız

belki.

İşte o zaman küstüm size. Yıllarca kitaplarınızı elime,

adınızı ağzıma almadım. Yine de zihnimdeydiniz. Yıllarca

Tanpınar okumuş olduğum gerçeğini de silip atamazdım ya.

Bu manasız küslüğü Orhan Okay’ın “Bir Hülya Adamı-

nın Romanı” adlı kitabı bitirdi. Birden Tanpınar’ın kendisine

değil zihnimde inşa ettiğim imgesine küstüğümü farkettim.

O mükemmel aynadaki yansımanın benim hoşuma gidecek

şekilde tasarlanmış bir serap olduğu gerçeği ile yüzleşmem

hoşuma gitmemişti. Küsmüştüm çünkü yanlış tanımış olmayı

gururuma yedirememiştim. Size küsmem aslında sizinle ilgili

bile değildi. Kendi içimde yarım bıraktığım bir hesaplaşma-

nın faturasını size keserek “kolay” bir çözüm bulmuştum

kendime. Her kestirme yol gibi bu da sonradan sarpa sardı,

işler beklediğim gibi gitmedi ve uzun yolun daha salim yol

olduğunu farkettiğimde kestirme yoldan kurtulmak için çok

daha fazla emek sarfetmek zorunda kaldım.

Sonra ne mi oldu? Barıştım sizinle. Rahmetli annemin

söylediği gibi gerçekleşti bu barışma. “Aylak küsen aylak

barışır.” demişti rahmetli anneciğim. Böylece doğumumdan

10 yıl önce vefat eden bir yazarla önce tanışmış ve muhab-

bet kurmuş, sonra da küsmüş ve her nasılsa sonra yeniden

barışmış oldum. Bir cümlede özetlediğim bu hikâye benim

ömrümün neredeyse yarısına denkti ancak. Yirmi küsur yıl

süren bu macera elbette bitmiş ve son nokta da konmuş değil.

Daha önce okumadığım metinleriniz art arda yayınlanıyor

ve tekrar tekrar okunmayı bekleyen metinlerinizi de dâhil

edersem son nokta diye bir şeyin olmadığını rahatlıkla söy-

leyebilirim. Şimdi zihnimdeki Tanpınar ile edebiyat tarihinde

yer alan gerçek Tanpınar arasında kabul edilebilir bir fark

kaldığını zannediyorum. Tıpkı sizinle tanışmam ve küsmemin

sizi ilgilendirmediği gibi barışmamın da sizi ilgilendirmedi-

ğinin farkındayım. Ancak bazı farkındalıklar bazı duygulara

ve düşüncelere büsbütün engel olamıyor işte. Okuduğum ilk

kitaptan beri kitaplardan ziyade yazarları okuyan, yazarları

seven, yazarlarla küsen ve barışan biriyim ne de olsa. Bu da

benim yanlışım olsun ne yapayım?

Sizi siz olarak kabullenmem çok vaktimi aldı. Hayatta

olmadığınızı, değişmenizin imkânı kalmadığını, zihnimde sizi

değiştirmeme de gerek olmadığını sizi “kendi şahsiyetiniz-

le” okumaya devam edebileceğimi, daha doğrusu etmem

gerektiğini anlamam çok zor oldu. Bunda merhum Orhan

Okay’ın emeğinin de çok büyük bir payı olduğunu söylemem

gerek.

Kıymetli Tanpınar,

Böyle bir mektup hangi cümle ile sona erdirilir emin de-

ğilim. Mesela “Sağlıcakla kal” çok saçma duruyor değil mi?

Belli mi olur bir gün cesaretimi toplarım, Aşiyan Mezarlığı’na

gelirim. Böylece sizi ve komşularınızı da ziyaret ederim.

Belki de en doğrusu mektubu böylece yarım bırakmış

olmak.

Hatta yarım bir cümle ile...

*Yazar

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 76: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

74

ÖĞRETMENİN DİLİNDEN

Uzun bir yolculuk gibidir öğretmenlik. Yola çıkarken

yön vereceğimizi zannettiğimiz her güzergâhta aslında

bize yön verecek nice sürprizlerle dolu, yol ayrımları ve

yol arkadaşları ile bitmez bir devinimin mesleki adıdır.

Uzun bir lisans döneminin ardından iyi bir pedagojik

formasyondan geçen hemen her aday kendisini mesleki

anlamda öğretmenliğe hazır hisseder. Geriye aşılması

gereken tek engel sınavdır ve onu da geçtiğimiz takdirde

artık bizler yurdun her yerinde bu mesleği icra edebilir

ve bizlere sunulan müfredatı öğrencilerimize birer birer

anlatabiliriz. Çünkü yolculuk böyle başlar ve biz bütün

hazırlıkları tamamlar, rotayı belirler ve menzile doğru

yol alırız. Oysa yolun da bir hesabı olduğunu unuturuz.

Çünkü yolda kalmanın, kara, tipiye tutulmanın, bazen

de güneşe ve gökkuşağına şahit olmanın, hatta yolda

olmanın da en az varmak kadar yolculuğa dâhil oldu-

ğunu tecrübe etmemişizdir henüz.

İşte bu yüzden uzun bir serüvenin adıdır öğretmen-

lik...

-Diyarbakır/Çınar’da sınıf öğretmenliği yapan Derya için öğretmenlik:

“Her gün çıkmaz sokaklara girip yeni patikalar keşfet-

mektir. Öğrencilerime sağı ve solu öğretirken, kalbi-

nin sağda olduğunu anne babasından bile önce fark

etmektir. Her öğrencide aynı potansiyeli çıkarmak için

eğitim vermeye çalışırken hepsinin bambaşka bir dünya

olduğuna ikna olmaktır.”

Çünkü farkındalığın adıdır öğretmenlik…

-Üsküdar Özel Eğitim/Zihinsel Engelliler oku-lunda çalışan Nuray için öğretmenlik:

“Adanmanın kendisidir. Eskiden düşünürdüm benden

anne olur mu diye. Öğretmenliğe başlayınca anladım

ki benden anne de olurmuş baba da. Hiçbiri canımdan

ve kanımdan değildi ama hepsi benim canımdı.”

Çünkü derin bir bağ kurmanın adıdır öğretmenlik…

Ayşe YİĞİT *

Page 77: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

-Tekirdağ/ Çorlu’da köy okulunda görev yapan Emrah için öğretmenlik:

“Uyanmanın adıdır. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birini

bitirince yerimin akademik başarısı daha yüksek okullar ve

başarı ortalaması daha iyi öğrenciler olduğunu düşündüm

uzun bir süre. Sonra bir öğrencimi bahçede hem küçük kar-

deşini sallamaya hem de bir sandalyede dersini yapmaya

çalışırken görünce, kazanımın, bütün koşulları lehine olanlar

kadar hayat şartları zor olan bu öğrencilerimin de hakkı oldu-

ğuna inandım. O gün payıma düşen zorluğun aynı zamanda

ne kadar ulvi bir amaca hizmet ettiğini anladım.”

Çünkü fedakarlığın bir meslekle özdeşleşmiş haliydi öğret-

menlik…

-Mardin/Nusaybin’de görev yapmış Altan için öğ-retmenlik:

“ Bir bütünün bölünmezliğidir. Temel hedefim ve iyi öğret-

men olma anlayışım öğrencilerimin karnelerinde sol tarafta

yazan derslerde başarılı olmalarını sağlamakken, o karnede

sağ taraftaki davranış tablosunu idrak etmemle yaşadığım

uyanıştı. Artık değerler eğitimini önemsemenin, iyiyi, doğruyu

ve güzel olanı öğretmenin en az Matematik ve Türkçe gibi

dersler kadar elzem olduğunu anlamaktı. Öğretimin yanında

eğitimin de pırlanta hükmünde olduğunu fark etmekti.”

Çünkü manevi hedeflerin de adıdır öğretmenlik…

-İstanbul/Üsküdar’da çalışan Ahmet öğretmen için öğretmenlik:

“ Kol kanat olabilmenin adıdır. Zihinsel engeli öğrencimin

geçirdiği her nöbette, yaşadığı her tedirginlikte beni görünce

sakinleşmesi ve yüzünün gülmesine kadar geçen sürede,

her seferinde anlıyorum ki ben sadece öğretmiyorum aynı

zamanda dokunabiliyorum, sığınak olabiliyorum”

Çünkü huzur ve güvenin vücut bulmuş haliydi öğretmenlik…

Yurdun dört bir yanına dağılmış bunca öğretmenin yola ilk

çıktıklarındaki ahvalleri ile bu mesleği ilmek ilmek ördükleri

mevcut hallerinin bunca farklı oluşu; öğretmek için çıktıkları

bu yolda kendilerinin de öğrenecekleri, hissedecekleri ve

değişecekleri birçok eşikle karşılaşacak olmalarındandı.

Çünkü öğretirken öğrenmenin adıydı öğretmenlik.

Gönül bağının kan bağıyla yarışabilirliğiydi aynı zamanda.

Emek verdiği, bir ülkü edindirmeye çalıştığı öğrencisine gö-

nülden yakınlık duymasındaki bağın büyüsüydü. İyi eğitimci

olmanın, daha çok derse zamanında girip çıkmakla, resmi

evraklara riayet etmekle ve çocuklara akademik bilgileri tam

verebilmekle mümkün olacağı zannının yerini; onun kalbini

keşfedecek, kendinden bir parça görecek ve her birinin kendi

öz potansiyelini fark etmelerini sağlayacak kadar geniş ve

derin bir tecrübeye bırakmasıydı.

Bir yekünün bölünmez ve birbirine tercih edilemez her

parçasındaki değerin kendisiydi öğretmenlik. Sorular, konular

ve sınavlar kadar; davranışlar, değerler ve sosyal becerilerden

oluşan koca bir hazinenin anahtarını taşımaktı aynı zamanda.

Bir sonraki kuşağın kimyasını belirleyecek bir genç neslin

mihmandarı olmak kadar zorlu ve anlamlı bir payenin adıydı

öğretmenlik. Birey olmanın, bir meslekle ve sanatla anılmanın

yolu olan okul sıralarına “günaydın çocuklar” diyebilmenin

ayrıcalığıydı kimi zaman da.

Yurdun dört bir yanındaki zorluklara, kimi zaman bürok-

ratik engellere, bazen de yetersiz koşullara ve imkânsızlıkla-

ra rağmen bir emaneti teslim almanın şuuruydu öğretmen

olmak.

Yolun sonuna geldiği zaman arkasına dönüp baktığında,

sayısız hikâyenin başkahramanı olmanın, zorluklara ve hayal

kırıklıklarına karşın sayısız insanda iz bırakmanın, taşrada

yokluğa ve metropolde hoyratlığa direnmenin emeğiydi öğ-

retmenlik.

Ve zamanın yorgunluğuna gönlün doygunluğuyla karşılık

vermenin koca bir yaşanmışlığıydı öğretmenlik.

*ÜsküdarÖzelEğitimMeslekEğitimMerkezi

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 78: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

76

ÖĞRETMEN OLMAK

Yıl 1989 mevsim kış, dondurucu bir soğuk var

dışarıda. Birkaç ay önce girip kazandığım yeterlilik

sınavından sonra yapılan atama sonucunu getirecek

olan postacıyı pencerenin önünde umutla bekliyorum.

Sabırsızca beklerken tüm öğrencilik günlerim aklıma

geldi.

Okul hayatım, öğretmenlerim film şeridi gibi gözü-

mün önünden geçiyor. Acaba onlar, öğretmenlerim de

bu heyecanı benim gibi yaşamışlar mıydı?

Babam devlet memuruydu. Anadolu’nun değişik

yörelerinde gezdiği için onunla birlikte benim ve kar-

deşlerimin de okul ve öğretmen değişimi kaçınılmazdı.

Bir devlet üretme çiftliğinin içindeki okulda ilkokula

başladım. Okul birleştirilmiş sınıflardan oluşuyordu.

Yani birinci ikinci üçüncü sınıfları bir öğretmen dört

ve beşleri bir öğretmen okutuyordu. Birinci sınıfa baş-

ladığım ilk gün okul kurallarından habersiz tuvalete

izinsiz gittiğim için Ali öğretmenden aldığım cezayı

hiç unutmadım. Küçücük aklımla anlamlandıramadı-

ğım bu ceza beni içine kapanık, korkak, derste parmak

kaldırmaya çekinen derdini anlatmakta zorlanan birine

dönüştürmeye başlamıştı. Daha sonraki yıllarda başka

bir yere taşındığımızda okulun ilk günü öğretmenim-

den izin isteyemediğim için altıma kaçırmıştım. Hal

ve tavırlarımdan, ürkek bakışlarımdan tedirginliğimi

anlayan Gülşen öğretmenimin hoş görüsünü de hiç

unutamadım. Ders bitip zil çaldığında arkadaşlarım

anlamasın diye beni sınıfta bekletmesi yaşadığım utancı

biraz olsun azaltmıştı.

Eğitim hayatım boyunca Gülşen öğretmen gibi

öğretmenleri baş tacı edip yüreğimin baş köşesine,

Ali öğretmen gibi öğretmenleri de sızım sızım sızlayan

köşesine yerleştirdim.

Ortaokulda sınıf öğretmenimiz olan bir Zerrin öğ-

retmenim vardı hiç unutamadığım. O aynı zamanda ev

ekonomisi öğretmenimizdi. Bize yemek pişirmeyi, onları

pişirip yerken yaptığımız işten zevk almayı öğretti. Bir

gün sınıf olarak hepimizin evlerini ziyaret edeceğini

öğrendiğimizde çok heyecanlandık. Bizim için çok farklı

bir durumdu. Bana sıra geldiğinde heyecandan dilim

tutulmuştu sanki. Annem nasıl bir öğrenci olduğumu

sormadan o anneme sormuştu beni evde nasıl bir ço-

cuğum diye. Ben kafam yerde konuşulanları dinlerken

renkten renge giriyordum. Annem ne kadar hareketli ne

kadar konuşkan olduğumu, evin en küçüğü olduğum için

biraz da şımarık olduğumu söylemişti. Öğretmenim ise

beni anneme tam tersi tarif etmişti. Hiç konuşmadığımı,

soruların cevaplarını bildiğim halde derse katılmaya

korktuğumu söylemişti. Öğretmenimizin bizi tanımak,

anlamak adına yaptığı bu ziyaretlerin önemini, ona ne

kadar bağlandığımızı tayin olup giderken anlamıştık.

Öğretmen olmaya onu tanıdığımda değil o başka ço-

cuklara umut dağıtmaya giderken karar vermiştim.

Zerrin öğretmenin gidişinin yarattığı boşluğunu o

ÖĞRETMEN ÖZEL SAYIMIZDA ÖĞRETMEN HİKAYELERİNE YER VERDİK.HUZURLARINIZDA“ÖĞRETMENİN NOT DEFTERİ”

Kübra BOZKURT *

Page 79: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

yıllarda zorunlu olarak seçmek mecburiyetinde kaldığım

Fransızca öğretmeni Hasan öğretmen doldurmuştu. Bazı

arkadaşlarım için genç ve yakışıklı olması derse ilginin odak

noktası iken benim için ise babam ile Hasan öğretmenin ba-

basının dost olması ve bu dostluğa karşı mahcup olmamaktı,

Babam okula başlarken’’ eti senin kemiği benim’’ demişti bir

kere öğretmenime.

Lise yıllarında yine taşınmamız gerekmişti. Küçük bir

ilçeden ile taşınmıştık.

Kaybolacakmış gibi hissettiğim bir büyük şehir, farklı okul,

farklı arkadaşlar farklı öğretmenler…

Lise yıllarıma damga vuran birkaç öğretmenim oldu ama

öğretmen öğrenci arasındaki olumsuzluklar giderek azalı-

yordu. Fransızca dersini sevdiğim halde o dersin öğretme-

ni Müzeyyen öğretmenin derslerinde kullandığı üslup, bize

karşı tavırları hiç de hoş değildi. Bu davranış biçimi bendeki

Fransızca dersine olan sevgiyi nefrete çevirmişti. O yüzden

lise hayatım boyunca hep Fransızca dersinden bütünlemeye

kaldım.

Meslek dersi öğretmenim tam bir hanımefendiydi. Onun

sayesinde kendime güvenmeyi öğrendim. Çünkü bana verdiği

her türlü görevi başarıyla yerine getirdiğimden dolayı o da

bana güvendi.

Ahhh Serpil Öğretmenim ahhhh! Tarih öğretmenimdi.

Tatlı sert mizacı ile hem korkar, çekinir hem de severdik

kendisini. Ders işleme tekniği çok farklıydı. Sınıf mevcu-

dumuz on sekiz kişi ve hepsi kızdı. Tarih dersi başlamadan

sınıfta hummalı bir sınıf düzenleme çalışması olurdu. Öğ-

retmen masası sınıfın ortasına konur, masanın üç kenarına u

şeklinde öğrenci sıralarını dizerdik. Kitaplarımız önümüzde

açık öğretmenin derse gelmesini beklerdik. Bütün enerjisiyle

gülümseyerek derse gelen öğretmenimiz dersini anlatmaya

başlardı. Bizden tek istediği gözlerimizi ondan ayırmadan

onu dinlememizdi Kazara biri yanlış yöne baktı mı hemen

bir soru sorardı; doğru cevaplarsak dersi anlatmaya devam

ederdi. Ola ki yanlış cevapladık doğruyu öğretene kadar en

az on defa tekrar ettirirdi. Bilgileri adeta beynimize kazıyor

gibiydi. Onun bu davranışı Üniversite sınavını kazanmamda

en büyük etken oldu.

Kapı zilinin sesiyle irkilerek kaderimin belirleneceği zama-

na döndüm. Postacının uzattığı zarfı titreyen parmaklarımla

açarken yaşadığım korku ve heyecan nefesimi kesiyordu.

Birkaç arkadaşım doğuda görev almak üzere yola çıkmıştı

bile. Ben acaba nereye gidecektim. Zarfı açtığımda yaşadı-

ğım şoku atlattıktan sonra aileme verdim haberi. Onlar hem

sevinçli hem endişeli ben korkmuş gözlerle bakışırken birçok

insana umut kapısı olan “Taşı toprağı Altın” denilen şehirde

bana ve aileme nasıl bir gelecek var diye düşünmeden ede-

medim. Şubat ayının dondurucu soğuğunda trenle İstanbul’a

yolculuk ettik. Babam ve ben Haydarpaşa Garında trenden

indiğimizde Türk filmlerinin vazgeçilmez Haydarpaşa sah-

nesini yaşıyorduk sanki. Vapura binip karşıya geçerken bir

kıta değiştirmek şehir değiştirmekten çok farklıydı. Şimdiye

kadar ailemin yaşam şartların uymuşken bundan sonra kendi

serüvenim başlıyordu.

Göreve başladığım ilk gün taktir ve teşekkür bilgilerini

öğrenci dosyalarına işledim. Stajyer öğretmen olarak işi sı-

fırdan öğrenmek lazım diye düşündüm. Otuz saat Türkçe

ve Edebiyat dersleri üzerine okulda öğretmeni olmadığı için

boş geçen derslere de girdim. Hatta Beden Eğitimi dersin-

de öğrencileri 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenleri

için bir taraftan gösteri hareketlerini bir taraftan da koroyu

çalıştırdım. Bu çalışmalar sırasında öğrencisinin durumunu

öğrenmeye gelen bir veli beni öğrencilerimden ayırt edeme-

mişti. Gerektiğinde Bayrak Törenlerini yürüttüm, gerektiğinde

bayram törenlerini sundum, gerektiğinde koroyu yönettim,

gerektiğinde okul memuru gibi yazışmaları yaptım. Kendimi

geliştirmek için çok yönlü olmalıyım diye düşündüm.

İşimi yaparken yüreğimin başköşesine koyduğum öğret-

menlerimi örnek aldım. Çünkü ben onların birleşiminden

doğan bir öğretmendim. Onların sayesinde bir tebessümle,

bir dokunuşla, bir sözle kazandığım öğrencilerim oldu. On-

ların bugünkü başarılarında benim de çorbada bir tuzum

olduğunu bilmek bana işini yapmış olmanın gururunu veriyor.

Ben onları sevgiyle bilgiyle büyüttüm onlar de beni sevgi ve

bilgi açlığı ile beslediler.

Otuzuncu yılımı çalıştığım bu meslek yerine başka bir

meslek yapmak ister miydim diye düşündüğümde yine yine

öğretmen olurdum diyorum.

*HaydarpaşaMeslekiveTeknikveAnadoluLisesiTürkDiliveEdebiyatıÖğretmeni

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 80: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

78

BEYAZ GÜVERCİN

Yıl 1998…

Erzurum’un, Oltu İlçesinin; eski

adıyla Sıhçek, yeni adıyla Güzelsu

Köyü... Tek katlı, taş duvarlı bir okul

lojmanı…

Yer yer delikleri bulunan tahta

tavanlı, karanlık bir odada, farelerin

iştiha ile sabaha kadar gezinirken

çıkardıkları garip tıkırtılar; rüzgâ-

rın, ahşap çerçeveli pencerelerin

arasındaki boşluktan kulaklarımı

uğuldatan seranatı; biraz gurbet,

biraz hasret, en çok da yerimi ya-

dırgadığımdan herhalde o geceyi ne

kadar zor geçirmiştim.

Bütün gece nasıl bir serencamın

içinde olduğumun kaygısıyla, sırtımı

acıtacak kadar sert olan bir çekyatta

sağa sola döndüm durdum. Yirmi

üç saatlik bir otobüs yolculuğunun

ardından, tahayyülümde hiç olma-

yan, bambaşka bir dünyaya gelmiş

bir yabancıydım artık. Doğrusunu

söylemek gerekirse, karanlıktan ve

yalnızlıktan ilk kez o gece korktum.

Dört duvarın arasında kalmış bir

adamla, kanatlarını sağa sola çarpa-

rak kanatmış bir kuştan farksız, hat-

ta onlara müsavi bir mahmurluğun

vermiş olduğu yorgunluktan sanırım;

sabaha kadar susmayan köpek hav-

lamalarına sığınarak, derin olmasa

da, göz kapaklarımın ağırlığına da-

yanamayıp, uyuyakalmışım.

Sabah kalktığımda, gecenin o

karanlık vehminden çok uzak, bü-

yük bir neşve ve coşkulu bir halet-i

ruhiye içinde buluverdim kendimi.

Üzerimdeki yük kalkmış, göğsümü

acıtan sızı veda bile etmeden çıkıp,

gidivermişti. Işık, insanın gözlerin-

den içine süzülüverir ya, tam da onu

yaşıyordum. Aydınlığı, sabahın ilk

ışıklarıyla tüm bedenimde hisset-

tiğim ilk gündü. Ve o sabah ben,

yerimden yurdumdan binlerce ki-

lometre uzaktan, bir dağ yamacına

taşlarla inşa edilmiş küçük bir okula

gönderilen köy öğretmeniydim.

Ne kadar garip değil mi? İnsa-

noğlu, hasletlerinden gelen sıkıntıla-

rı, bu sıkıntılarından dolayı düştüğü

yeisleri, mesleği söz konusu oldu-

ğunda, bir anda kenara bırakıveriyor.

Ertesi gün yüklü ödemesi olan bir

esnafın bütün gece uyuyamamasının

ardından, sabah kalkıp hiçbir şey

olmamışçasına, dükkânının kapısı-

nı “Bismillah” diyerek açtığı gibi...

Umuda açılan o kapıda, göreve

giden o yolda, yepyeni bir kişiliğe

bürünüveriyor.Hülasa; bir de üzerine

öğretmen elbisesini giymişsen eğer;

adının Ayşe, Ahmet ya da Mehmet

olması hiçbir anlam ifade etmez.

Bütün dertlerini sıkıntılarını nüfus

kâğıdında geçen isminde bırakıp;

güne öğretmen olarak başlayıve-

rirsin.

Ben de güne öyle başlamıştım.

Gri bir takım elbise giydiğimi, loj-

manın kapısında bir süre bekleyip;

aynı bahçe içerisinde bulunan dersli-

ği dışarıdan bir süre izlediğimi, daha

sonra rugan ayakkabılarımı hızlıca

ayağıma geçirdiğimi, hatta hareketli

bir ezgiyi bile terennüm ettiğimi ha-

yal meyal de olsa hatırlıyorum. Artık

bütün bedbinlikleri, yaşadığım o ilk

gecede bırakmıştım. Lojmanın dört

basamaklı merdivenlerinden inip,

dersliğe uzanan tek katlı binanın

merdivenlerinden koşar adım çı-

karak; ahşap bir kapının arkasında

öğretmenlerini bekleyen, yetmiş iki

öğrencisi olan birleştirilmiş bir sını-

fın, hepsi birbirinden güzel çocukla-

rına “günaydın” demenin heyecanını

ve mutluluğunu yirmi yıl sonra bu

satırları yazarken bile, aynı iştiyakla

hissediyorum.

Ahşap kapının ardındaki güzel

çocuklarla ve o köyün güzel yürekli

insanlarıyla yaşadıklarımı, onca yıl

geçmesine rağmen, zihnimin ve yü-

reğimin bir köşesinde onlarca hikâye

barındıran terütaze anılarla, başka

bir zamanda anlatacağım inşallah.

Şimdi, öğretmenlik muhayyilemde

derin bir yeri olan, en az benim ka-

dar yaban ve gurbette bir o kadar da

garip (Köylüler, yerinden yurdundan

uzakta, tek başına yaşayanlar için

bu mefhumu kullanıyorlardı.) bir

güvercinin hikâyesini anlatayım.

Lojmanla, derslik arasında mekik

dokuduğum günlerde, çatı arasında

yaşayan yüzlerce yaban güvercini

içinde, tüyleri bembeyaz bir gü-

vercini fark etmem uzun sürmedi.

Hangi kafesten özgürlüğe uçup,

küçük kalbinin dayanamadığı hangi

tutsaklıktan kurtulmuştu kim bilir.

Hangi nedene dayanmıştı yolculuğu,

nerelere uğramıştı, neler çekmişti,

evveliyatında nasıl bir hikâyesi vardı,

ben ve öğrencilerim bunu hiçbir za-

man öğrenemeyecektik. Asıl ilginci

de, o beyaz renkleriyle, o kadar bas-

Özay EROĞLU *

Page 81: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

kın yabanın arasında, nasıl kabullendir-

mişti kendini, sosyal tekâmülünü nasıl

gerçekleştirmişti? Bu soruların cevabını

hiçbir zaman bulamadım.

Nihayetinde, çocukluğumdan bu

yana yüzlerce beyaz güvercin görmüş-

tüm, hatta kısa süreli de olsa, iki beyaz

güvercini beslemişliğim bile olmuştu.

Buna mukabil, gri renklerin hâkim oldu-

ğu bir yağmur bulutu gibi gökyüzünde

süzülen onca güvercinin arasında, beyaz

bir güvercinin zihnimde oluşturduğu ke-

sif etkiyi, farkındalığı; beyaz rengin, gri

bir elbise üzerinde yarattığı harelenme

gibi düşlerseniz, neyi anlatmak istedi-

ğime kâfi gelecektir sanırım.

Birleştirilmiş sınıflarda, birleştirmeyi

bir türlü başaramadığımız bir sistemde,

zeki ve aynı zamanda bir o kadar da

mahirane olan öğrencilerime verdiğim

en hakikatli ödevdi: Beyaz güvercinin

hikâyesi...

Doğunun sert ikliminden, tebessümü

unutmuş, ama yürekleri hep umuttan

taraf olan çocuklar, kompozisyonlarında

ne hikâyeler türetti, lahzada muhayyi-

leleriyle ne yaşanmışlıklar çıkardılar

ondan. Küçücük başının üzerinde, hep

mahzun, hep muzdarip bakan iki siyah

gözün büyüsünden midir bilmiyorum,

hepimizde emsalsiz bir üzüntü hâsıl

olmuş; hülasa beyaz güvercinden,

namütenahi bir sızıyı, epey derinden

hissetmiştik.

Başlarda, bu müphem üzüntüyle

karışık, genellikle okulun çatısında,

diğer güvercinlerden ayrı bir vaziyette

gördüğümüzden olsa gerek, ona yükle-

diğimiz yalnızlık ve mahkûmluk rolü de

kompozisyonların ana konusu olmuştu.

Oysa beyaz güvercin, gök kubbenin

maviliğini mesken tutacak; gözlerimi-

zin, oradan da zihnimizin en hakikatli

köşesinde beyaz bir akis gibi yer ede-

cek, özgür ve serkeş bir güvercin olma-

lıydı. Bundandır, ıstıraplarla başlayan

yazılarımız, umutlara dönüşmüş; okul

bahçemizde, gökyüzünde, dersliklerin

içinde, hatta evlerimizde bile günlerce

beyaz bir güvercin uçurmuştuk.

O lahzadan sonra hiç durmadı. Dağ-

lar, ovalar, nehirler, kıtalar; coğrafyalar

aştı. Kimi zaman mutluluktan gökyüzün-

de taklalar attı, selam verdi hepimize;

kimi zaman ulak oldu uzak diyarlardan

haberler getirdi. O kadar çok yorduk ki

onu, ne zaman güçten düşse uzviyeti,

geldi yine yüreğimize kondu.

O uçtukça, biz hep yazdık. Belki de

biz yazdığımız içindi, beyaz güvercin hep

uçtu… Bazen gözyaşlarımızı sakladığı-

mız, bazen de sınıfça kahkahalar attığı-

mız ne anlar oldu yazılanları okurken.

Her birimiz, kendi tecessüsüyle, başını

okşayıp, kırmadan, incitmeden saldı onu

gökyüzüne. Maddenin keşfinden viran

olmuş insanoğlunun, manaya uzanışıydı

beyaz güvercin.O zamanda, orada, o

çocuklarla olmanızı ne çok isterdim,

anlatamam. Düşünsenize, onlarca ço-

cuğun, aynı anda, başını kaldırıp daki-

kalarca gökyüzüne bakışını, bir daha

nerede görebilirdiniz?

Sırf, o güzel çocukların öğretmeni

olduğum için şanslıydım.

Ben gördüm…

Ödev hedefine ulaşmış mıdır bile-

mem ama keşke, o sınıfta büyükler de

olsaydı, ahşap kapının ardında, öğret-

men bekleyen çocuklarının gözüyle

beyaz güvercini onlar da görebilseydi.

Görev sürem sona erip, İstanbul’a gel-

dikten çok sonra işittim. Artık, lojmana

ait çatı arasında, onlarca “yaban beyaz

güvercin” yaşıyor, gelinlik giymiş on-

larcası köyün semalarında uçuyormuş.

Beyazla grinin kanat çırpmaları, ne çok

yakışıyordur şimdi mavi gökyüzüne.Gü-

zelsu Köyü’nde, yanımda o çocuklarla;

semaver çayının çalı çırpılarını ateşleyip,

gökyüzündeki manayı seyretmeyi ne

çok isterdim.

Bir sabah, taş lojmanda, tahtaku-

rularınca delik deşik edilmiş tavandan

bulduğu bir delikten başını uzatıp selam

vermişti. Hoş geldin, demişti. Öğret-

menim, hoş geldin! Yabanlar arasında

beyaz bir güvercindi; öyle tanışmıştı be-

nimle… Kim bilir, belki de asıl yaban

oydu, tıpkı bu dünyada yerli olamayan

bizler gibi…

Nice menhus hadiselerde, çoğu

mücbir sebeplerle boyun eğdiğimiz

ve kabullendiğimiz nice zamanlarımız

oluyordu; ne tutsaklıklar yaşayıp, ne

mücadeleler veriyorduk yeryüzünün

dallarına tutunabilmek için. Hâlbuki

kanatlarımız olsa, uçuverecektik dağ-

ların denizlerin üzerinden.Adına ister

kaçış, ister serazat, ister özgürlük deyin;

ne derseniz deyin.Yorulup, konacaktık

işte, hiç bilmediğimiz bir yerlere!

Sonra, bir fecir zamanı, başımızı

uzatıp bir tavan boşluğundan,

Günaydın! Diyecektik, uzak köylerin, o

munis çocuklarına.

Ahşap kapıların ardındakiler, baş-

larını kaldırıp, hep bir ağızdan haykı-

racaklardı:

-Günaydın! Hoş geldin beyaz güver-

cin, hoş geldin!

* PaşakapısıMeslekiEğitimMerkezi

MüdürYardımcısı

Yabanların arasında beyaz bir gü-

vercinin ve unutamadığım o güzel ço-

cukların anısına...

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 82: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

80

ÖĞRETMENİM BEN

Sırtımı yasladığım geçmiş, sevgi ile ışıldayan anılar…

Yüreğimi ısıtmayı hiç bırakmayanlar, iyi ki varlar!

Öğretmen olduğumu sanki herkes biliyor; tüm

mahalle, tüm semt, neredeyse tüm şehir. Evet, hâlâ

öğretmenim ben, emekliliği olmuyor öğretmenliğin.

Mesleğim, en kıymetli ceketim. Gururla taşıyorum her

daim. Bunca yıldır aşkla giyiyor, pek az çıkarıyorum.

Şaşılacak şey, hiç eskitmedim.

Daha geçenlerde eski bir talebem ziyaretime geldi.

Onunla geçirdiğimiz üç yıl, tam kırk sekiz sene geriden

seslenmekte. Oturup hesapladık kahvelerimizi yudum-

larken. Gözleri doldu ikimizin de. Birimizin gençliği,

diğerimizin çocukluğu nefes aldı bizimle. Dışarısı puslu,

sokaklar ıslaktı ama, Zafer’le aramızda, hanımın fiskosa

serdiği iğne oyasının üzerinde, kahveler ve lokumlar

keyifli bir hüzünle eksilirken, biz güneşli hatıralar ço-

ğaltıp aydınlattık kış öğlemizi.

Zafer bana beni anlattı. O coşku dolu, mesleğine

aşık, çocukların her birini gönülden seven, türlü prob-

lemlerinde ilk danıştıkları, nasıl da sevip nasıl da say-

dıkları genç öğretmeni. Kendimi övmüyorum, yanlış

anlamayın. Bunlar Zafer’in cümleleri. Estağfurullahlar

eşliğinde dinledim, içten utandım, abarttığına emindim,

ama ne yalan söyleyeyim; onda böyle bir iz bıraktı-

ğıma çok sevindim. O ve arkadaşları, hiç tanımadığı

ve tanımayacağı diğer çocuklar, şimdilerin adam ve

kadınları, anneleri, babaları… Onlarla yaşadıklarım da

bende nice izler bıraktı. Kimini fark ettim, kiminden

eminim ki hiç haberdar olmadım ve olmayacağım. Bu

çocuklarla büyüdüm ben de. Beyaz önlüğümün cebin-

deki tebeşirle ışıtıp aklımın defterine yazdım onları.

Kalemlerimiz, gülen yüzlerimiz, birbirimize açtığımız

kalplerimiz, sevgimiz, ilgimiz, güvenimiz… Bilgimiz,

deneyimimiz değil sadece, hoşgörümüz, empatimiz,

saygımız, özenimiz… Kim ki bir başkasının onun için en

iyisini dilediğini bilir ve hissederse, kopmaz bir bağ ile

birlikte solur artık hayatı. Zamanla aralarına mesafeler

girse bile… O eşiği atlatan, o yarayı saran, omuzdaki

o el, parçamız olur, bizi bizde sağlamlaştırır. Ve biliyor

musunuz, değer görmek, çocuklara değer vermeyi

öğretir.

İşte o çocuklardan birinin mektubu var şimdi elimde.

Az evvel torunumu okuldan alıp gelinimin ofisine

bıraktım. Anne-kız günlerinde sinemaya gidecekler-

miş. Bayılıyorum birbirlerine eşlik edişlerine. Ayten,

pide istemişti evden çıkarken. Arka sokaktaki taş fı-

rına uğradım. Hanıma uzatmadan önce içime çektim

kokusunu, hep genç kalan hayat gibi kokuyordu; taze

ve umut dolu. “İyi ki” diyerek oturdum bordo kadife

berjere. Perdeyi aralayıp kararmakta olan göğe gülüm-

sedim sevgiyle. İçindeki çocuğu ve eski zamanlarda o

çocuğun elinden tutan yaşlı öğretmenini unutmamış

kızımın mektubunu açtım özlemle. Sıcak anılar dans

etti gözlerimde. Öğretmenim ben, ne mutlu ömrüme!

*ÇamlıcaKızAnadoluLisesiRehberlikÖğretmeni

I ş ı l AKSOY ATİK *

Page 83: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

“GÜN EKSİLMESİN”

Göz kapaklarından içeri zorla sızan güneş ışıkları

Elif ’i uykudan uyandırdı.

“Oooff ! Yine mi sabah?” diye söylenirken “Pervam

yok verdiğin elemden/ Her mihnet kabulüm/ Yeter

ki gün eksilmesin penceremden,” dizeleri yankılandı

kulağında.

“Tamam, tamam özür dilerim Cahit Sıtkı Bey. Dep-

resyonuma verin.” Kendini yatağından güç bela kaldı-

rırken babasının sesini işitti.

“Anca uyusun küçük hanım. Emeksiz yemek olur

mu?”

“Sessiz ol, duyacak kız. Üzülecek,” diye sözünü kesti

annesi. Artık her sabah böyle başlıyordu. Elif, babasının

şikâyetleri eşliğinde elini yüzünü yıkıyordu.

Sınıf öğretmenliğinden mezun olalı iki yıl olmuş-

tu. Serhat Bey gibi mükemmeliyetçi bir babaya sahip

olmak Elif için hiç de kolay olmamıştı. Tüm öğretim

kademelerini babasını memnun etmek için birincilikle

bitirmeyi başarmıştı. Ama en sonunda fena toslamıştı.

KPSS virüsüne iki senedir yenik düşüyor, yorgan döşek

yatıyordu. Başarısızlığa tahammülü olmayan Serhat Bey

için de Elif için de sıkıntılı günler başlamıştı.

İsminin Elif olması da tesadüf değildi kuşkusuz.

Elif işte… Dümdüz, dimdik ve kusursuz. İsmi bile mü-

kemmellik beklentisiyle koyulan biri olmak, omzunda

koca bir yükle doğmak demekti. Gündüzleri sevmemesi

boşuna değildi. Güneş ışıklarının her bir hüzmesi, sıkın-

tılarını gözüne sokar gibi ortaya çıkarıyordu. Gece öyle

miydi ya? İnsanı buz gibiyken sıcacık yapan pamuktan

bir yorgan gibi tüm sıkıntılarının üstünü örtüyor; ken-

disiyle, hayalleriyle, şiirlerle, hikâyelerle başbaşa bıra-

kıyordu. O da istiyordu elbette can-ı gönülden seçtiği

mesleğini yapmayı ama olmamıştı işte. Dört duvar

arasında, önüne konan kitapçıktaki soruları çözerken

kendini hapishanede gibi hissediyordu. Dört yanlış yap-

tığı anda salonda dolaşan gardiyanların bir doğrusunu

götüreceklerini düşünmekten kendini alamıyordu. Ve

lâkin olmadı işte. Masa başına geçip o küçük, meraklı

gözlere “Günaydın Çocuklar!” demek kısmet olmadı.

Elini yüzünü yıkadıktan sonra kahvaltı masasına oturdu.

Anne ve babası başlamışlardı. O da çayını doldurup

onlara katıldı. Demliklerden çıkan buhar onların hemen

arkasında duran babasının başından çıkıyor gibiydi. Elif:

“Yine burnundan soluyor. Solukları da buram buram

tütüyor,” diye düşünürken istemeden sesli güldü.

“Ooo, keyifler yerinde maşallah. E tabii, neden yerin-

de olmasın? Bu saatlere kadar uyu. Kalkınca kahvaltın

hazır olsun. Kim olsa keyfi yerinde olur. Seni biraz fazla

rahat ettiriyoruz galiba. Söylediğim kursa yazıldın mı

ha? Belli ki tek başına başaramayacaksın,” diye de-

vam eden cümleler… Babasının ağzı bir arı kovanı

olmuştu ama bal için polen taşıyan tek bir arı yoktu.

Hepsi iğnesini çıkarmış Elif ’e batırmakla meşguldü.

O anda televizyondan kulağına çalınan birkaç kelime

Elif ’in dikkatini çekmeyi başarmıştı. Hemen haberin alt

yazısını okudu: “BU KÖY ÖĞRETMEN BEKLİYOR!”

Van’ın ücra bir köyünde çocuklar öğretmensiz kal-

mıştı. Gelen her öğretmen birkaç ay içinde gidiyordu.

Zaten şehirden epeyce uzak olan köyün kış gelince

dışarıyla neredeyse hiçbir bağlantısı kalmıyordu. Köy-

lülerden biri çaresizce sesleniyordu.

“Yeter ki ögretmen gelsin. Biz onun yemegi olsun,

temizligi olsun yani aklına ne gelirse her şeyiyle ilgile-

nirik. Yeter ki bizim çocuhlar okusun.” Sonunda güneş

ışıkları doğru bir yeri aydınlatmayı başarmıştı. Babası

söylenmeye devam ederken Elif masadan kalktı. Oda-

sına gittikten beş dakika sonra üstünü başını giyinmiş

Sezen GÜLBAR *

Page 84: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

82

bir şekilde dışarı çıktı. Serhat Bey arkasından “Nereye?!”

diye seslense de Elif zincirlerini çoktan koparmıştı. Bugüne

kadar onu memnun etmek için çalışmıştı. Bundan sonra ne

yapacaksa önce kendisi için yapacaktı. Gözleri dolmuştu,

eli ayağı titriyordu. Korkudan değil, heyecandan. Bir parka

gidip bankın birine oturdu. Gözlerini kapatınca pınarlarında

biriken yaşlar, uzun zamandır ine ine yol açtıkları yerden

tekrar indiler. Yüzünü güneşe döndü, derin bir nefes aldı.

Ardından çantasından telefonunu çıkarıp “Van İl Milli Eğitim

Müdürlüğü” nün numarasını buldu. Beklemeden aradı. İki

tarafın da gökte aradığı avuçlarına düşmüştü. Fakat yine de

karşı taraf uyarmadan edemedi.

“Hoca Hanım, İstanbul’dan gelip böyle bir köyde öğret-

menlik yapmak istediğinize eminsiniz değil mi? Bir ay sonra

‘Yapamıyorum’ deyip gitmezsiniz umarım.”

“Köyün koşullarıyla ilgili bilgim var. Ve ben ‘ücretli’ değil

‘gönüllü’ öğretmenim. Öğretmenlik ücret değil, gönül işidir.”

“Eh, iyi o zaman. Hayırlı olsun diyelim.” Üzüm gönüllüyse

bağını fazla karıştırmaya gerek yoktu.

Eve döndüğünde hava kararmıştı. Annesi ve babası salon-

daydılar. Babası her zamanki gibi tartışma programlarından

birini izliyor, annesi ertesi gün pişirmek üzere fasulye ayıklı-

yordu. Elif uzatmadan, kıvranmadan söylemek istiyordu.

“Sizinle konuşmam lazım.”

“Önce söyle bakalım: Sabah bir hışımla çıkıp gittin. Bu

saate kadar neredeydin?”

“Baba ben Van’a gidiyorum.”

Serhat Bey de Gönül Hanım da afallamıştı. İlk çığlığı

basan Gönül Hanım oldu.

“Neee? Ne Van’ı?”

“Van’ın bir köyünde gönüllü, sizin anlayacağınız dilde ‘ücretli’

öğretmenlik için müracaat ettim. Başvurum kabul edildi.”

Babasının başından bu defa gerçekten dumanlar çıkıyor sandı.

“Al işte. Az derdimiz var ya, yenisini ekle. E tabii, sen de

biliyorsun KP…”

“Baba yeter! Lütfen! Farkında değil misin? Şu hayatta ilk

tökezlediğim anda elimi bıraktın. Özellikle son bir senedir

bana nasıl davrandığını görmüyor musun gerçekten? Ben

kararımı verdim baba. Oradaki çocukların bana, benim de

onlara ihtiyacım var.” Odasına gittiğinde babası yine kaldığı

yerden devam ediyordu.

“Gitsin bakalım gitsin. Gitsin de görsün Hanya’yı Konya’yı.

Kılımı kıpırdatmam. Nasıl giderse gitsin.”

Elif bu defa babasına gerçekten sinirlenmişti. Onu çok

seviyordu. Babasının da onu sevdiğini biliyordu fakat böyle

devam edemezdi. Babası Elif ’i hatalarıyla, eksikleriyle sev-

meyi öğrenmeliydi. Sakinleşmek için bir şeyler okumaya

karar verdi. Eline şiir defteri geldi. Açtığı ilk sayfada altında

açıklamasıyla birlikte Şinasi’nin şu beyitleri yer alıyordu:

“Nur-ı rahmet niye güldürmeye rû-yisiyehim?

Tanrı’nın mağfiretinden de büyük mü günehim?”

(Allah’ınrahmetininnurukarayüzümüniyegüldürmesin?

BenimgünahımAllah’ınbağışlamagücündenbüyükmüdür?)

“Öyle ya,” dedi. “ Benim hatalarım da babamın evladına

duyduğu sevgiden büyük müdür? İnadı kırılacak nasılsa. Hem

beni biraz özlerse sevgisini daha iyi anlar, belki.”

Elif yol hazırlıklarını tamamlamış, büyük bir heyecanla

yola koyulmuştu. Babası onu yolcu etmeye gitmedi. Annesi

gözünde yaş, burnunda mendille arkasından el salladı. O

sırada en az Elif ’in kalbi kadar hızlı ve heyecanla atan on

altı minik yürek bir an evvel öğretmenleriyle tanışmak için

bekliyordu. Zira Elif gitmeden çok önce haberi gitmişti. Elif

de haberinin peşinden gidiyordu işte. Faruk Nafiz’in tabiriyle

“uzayan, kıvrılan, yılan yollar” sonunda bitmişti.

Arabadan indiğinde gözlerine inanamadı. Gülse mi ağlasa

mı bilemedi. Adeta eski Türk filmlerinden bir sahne şu anda,

Page 85: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

gözünün önünde çekiliyordu. Tüm köy çoluk çocuk toplanmış,

davul-zurna eşliğinde Elif ’i karşılıyordu. Elif etrafına iyice

bakındı. Belki de düğün falan vardı ama ııh, yok. İki adam

aralarında tuttukları koyunu Elif ’in önüne getirdi.

“Hoş geldiniz ögretmen hanım,” deyip bıçağı hayvanca-

ğızın boğazına doğru götürürken Elif bağırdı.

“Hayır, hayır yapmayın. Durun lütfen.!”

“ Ama ögretmen hanım size adamış ıdık biz bunu.”

“İyi ya, ben istemiyorum kesmenizi. Niyetiniz kabul ola.

Ama kesmeyin. Çok istiyorsanız okula bağışlayın. Dersleri-

mize epey katkısı olacaktır.”

Köylüler birbirlerine bakıştılar. Öğretmenin buraya gelmek

için gönüllü olduğunu duymuşlardı. “ E zaten normal biri

buraya gönüllü olmazdı,” diye düşündüler.

“Peki, madem öyle istirsiz. Okulun olsun bu koyun.” Çocuk-

lar alkışı kopardı tabii. Nihayetinde herkesin yüzü gülüyordu.

Köy Muhtarı Celal Efendi ve Eşi Sakine, Elif ’i kalacağı lojmana

doğru götürdüler. Lojmanla okul aynı bahçenin içindeydi.

Oldukça geniş bu bahçede yine oldukça fazla denebilecek

kadar meyve ağacı vardı. Okul binası da lojman da sarıya

boyanmıştı. Güneş sarısına…

“Gün eksilmesin penceremden…” diye mırıldandı sessiz-

ce. Lojmandan içeri girdiğinde buram buram beyaz sabun

kokusu karşıladı çiçeği burnunda öğretmeni. Ev, köşe bucak

temizlenmiş, her şeyi de iğneden ipliğe hazırlanmıştı. Celal

Efendi Elif ’e doğru tebessümle döndü.

“İnşallah rahat edersin ögretmen hanım. Yol yorgunusun.

Biz gidek de sen dinlen.”

Onlar lojmandan ayrılırken Elif bir oda bir salon evini

büyük bir mutlulukla gezmeye başladı. Mutfak okulun bah-

çesine bakıyordu. Oraya gidince buzdolabının çalıştığını fark

etti. Açtı. İnanılır gibi değil! Dolap ağzına kadar doluydu. Elif

yanındaki sandalyeye oturup tüm benliğiyle ağladı. Bu insanlar

en doğal ve en büyük haklarından birinden öylesine mahrum

kalmışlardı ki zaten yapılması geren bir şey yapıldığı halde

bir lütufmuş gibi ellerinden gelenin fazlasını yapmışlardı. Bu,

Elif ’in içini çok acıtmıştı. Ne kadar doğru bir karar verdiğini

şimdi daha iyi anlıyordu. Bazen başkalarının ‘yanlış’ olarak

nitelendirdiği şeyler sizin en büyük doğrunuz olabiliyordu.

Oysa İstanbul’daki tüm hısım akraba, konu komşu Elif ’in

yanlış yaptığı konusunda hemfikirdi.

“Elif gitmemeliydi!”

“Elif babasını dinlemeliydi!”

“Elif kursa yazılmalıydı!”

“Elif önce atanmalıydı!”

Sonunda Elif ’in yaptığı bu dört yanlış onu en büyük doğ-

rusuna götürmüştü.

Ertesi gün güneş yine Elif ’in göz kapaklarının kapısını çaldı. Ev

sahibi bu defa gülümseyerek içeri buyur etti onları. Yataktan

zorla değil, uzun zaman sonra büyük bir heyecanla kalktı.

Özenle hazırlandı ve hemen yan tarafta kendisini bekleyen

öğrencilerine, evet, öğrencilerine doğru adeta ayakları yere

basmadan gitti. Sınıfa girdiğinde çocuklar hep birlikte ayağa

kalktılar. Mavi önlüklerinin üstüne taktıkları bembeyaz yaka-

ları, gökyüzünde uçsuz bucaksız bir özgürlüğün içinde uçuşan

martıları andırıyordu. Elif Öğretmen sınıfın ortasına kadar

geldi. Güneş sadece pencerede değil, baktığı her çocuğun

gözlerindeydi artık.

“Günaydın çocuklar!”

“Sağ ol!”

“Siz de sağ olun, oturun.”

*BelmaGüdeOrtaokuluTürkçeÖğretmeni

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

Page 86: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

84

2018-2019 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI AÇILIŞ PROGRAMIMIZI GERÇEKLEŞTİRDİK

Yeni eğitim öğretim yılı açılış programımız Vali Yardımcısı

Ahmet Hamdi USTA, Belediye Başkanı Hilmi TÜRKMEN, İl

Millî Eğitim Şube Müdürü Mustafa AKHAN, İlçe Milli Eğitim

Müdürümüz Sinan AYDIN’ın katılımıyla Üsküdar Mihrimah

Sultan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde gerçekleşti.

İstiklal Marşı ve Kur’an-ı Kerim Tilavetiyle başlayan prog-

ramda, protokol konuşmaları, halk oyunu gösterisi, şiirler,

musiki dinletisi ve mehteran gösterisi de yer aldı.

Açılış programı, dua ve kurdele kesiminin ardından sınıf

ziyaretleriyle son buldu.

ÜSKÜDAR

FAALİYET BÜLTENİRumeysa KARIŞMAZ *

HAFTAYA AL BAYRAĞIN BEKÇİLERİYLE BİRLİKTE BAŞLIYORUZ… Bu sene de her hafta başında olduğu gibi İlçe Milli Eğitim

Müdürümüz, Kaymakamımız ve Belediye Başkanımız Bayrak

Törenlerinde okullarımızda öğrencilerimizle ve öğretmen-

lerimizle bir arada olacak.

Bayrak Töreninde bir araya geldiğimiz okullarımız:

1. Üsküdar Anadolu Lisesi

2. Hakkı Demir Anadolu İmam Hatip Lisesi

3. 15 Temmuz Gazileri Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi

4. Çengelköy Özel Final Okulları

5. Zeynep Kamil Mesleki ve teknik Anadolu Lisesi

6. Mithatpaşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi

7. Hezarfen Ahmet Çelebi Ortaokulu

Page 87: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

BOĞAZDA TARİH, KÜLTÜR, SANAT DERSLERİMİZ DEVAM EDİYOR…

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüz ve Belediyemiz bir gelene-

ği daha bu yıl sürdürmeye devam ediyor. İlçe Milli Eğitim

Müdürümüz Sinan AYDIN ve Belediye Başkanımız Hilmi

TÜRKMEN, her perşembe sabahı lise son sınıf öğrencileriyle

Valide Sultan Gemisinde Boğaz turu ve kahvaltıda bir araya

gelmeye devam ediyor.

Gençler hem rehber eşliğinde sanat ve tarih dersi işledi hem

de hep birlikte kahvaltı ederek güzel bir boğaz turu ile güne

keyifle başladı. Derslerini tamamlayan okullarımız:

1. Haydarpaşa Lisesi

2. Çamlıca Kız Anadolu Lisesi

3. Ahmet Keleşoğlu Anadolu Lisesi

4. Üsküdar Anadolu İmam Hatip Lisesi

5. Bülent Akarcalı Anadolu Lisesi

6. Bağlarbaşı Pazarlama ve Perakende Mesleki ve Teknik

Anadolu Lisesi

7. Henza Akın Çolakoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi

EĞİTİM YÖNETİCİLERİ AKADEMİSİNDEKİ KONULARIMIZ “DOKUZ MİZAÇ MODELİNE GÖRE KİŞİLİK GELİŞİMİ” VE “ÖĞRETİM LİDERLİĞİ”

Okul müdür yardımcılarımızın çok yönlü gelişimi için dü-

zenlediğimiz Eğitim Yöneticileri Akademisindeki eğitimle-

rimizi İsmail Acarkan ve Doç.Dr. İbrahim Hakan Karataş

ile gerçekleştirdik.

1. İsmail Acarkan->Dokuz Mizaç Modeline Göre Kişilik

Gelişimi

2.Doç.Dr.İbrahim Hakan KARATAŞ->Öğretim Liderliği

Page 88: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

86

2018-2019 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SENE BAŞI OKUL/KURUM MÜDÜRLERİ TOPLANTIMIZI GERÇEKLEŞTİRDİK. Kaymakamımız Murat Sefa DEMİRYÜREK’in başkan-

lığında, Belediye Başkanımız Hilmi TÜRKMEN , İlçe Milli

Eğitim Müdürümüz Sinan AYDIN, Daire Amirlerimiz ve Okul

Müdürlerimizin katılımıyla 2018-2019 Eğitim Öğretim Yılı

Okul Müdürleri Toplantımızı gerçekleştirdik. Toplantımızda

2017-2018 eğitim öğretim yılının değerlendirmesinin yapıl-

masından sonra yeni eğitim öğretim yılı için hedeflerimiz

belirlendi.

PERSONEL DESTEK PROJEMİZ KAPSAMINDA EDİRNE VE EYÜP SULTAN TURUNA ÇIKTIKİlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüzce yürütülen Personel Destek

Eğitimi Projesi kapsamında İlçe Millî Eğitim Müdürlüğümüz

personelimizle birlikte Edirne şehir gezisi ve Eyüp Sultan

turu gerçekleştirdik.

İlçe Şube Müdürümüz İshak ASLAN ve Hasan AKGÜL’ ün

ve İlçe personelimizin katıldığı gezide rehberimizden gez-

diğimiz mekanların bilinmeyen yönlerini öğrenip yörelere

özgü lezzetleri tattık.

Bir takım olmanın keyfine vardık.

KENDİNİ GELİŞTİR GELECEĞİ DEĞİŞTİR PROJEMİZ DEVAM EDİYOR.

Öğretmenlerimizin hem mesleki hem kişisel hem de

kültürel yenilenmelerine katkı sunmak için yürüttüğümüz

öğretmen eğitimlerimiz devam ediyor.

Ekim ayı eğitimlerimiz:

1. Gülşen Ergan->9 Mizaç Modelinin Eğitime Yansımaları

2. Ezgi Dede->Bütünleşik Matematik Uygulamaları

3.Elif Çelebi->Mindfulness-Bilinçli Farkındalık

4.Ömer Cimem->Öğrenme Güçlüğü Yaşayan Öğrenciler ve Okul Uygulamaları

5.Tuğba Eren Öcal->Çocuklarda İnovativ Düşünme Bece-

rilerinin Desteklenmesi Üzerine Uygulamalar

Page 89: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

TÜRKİYE SPORTİF YETENEK TARAMASI VE SPORA YÖNLENDİRME PROJESİ DEĞERLENDİRME TOPLANTIMIZI YAPTIK Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı

arasında imzalanan protokol çerçevesinde hayata geçirilen

Türkiye Sportif Yetenek Taraması ve Spora Yönlendirme

Projesi kapsamında 2018-2019 Eğitim ve Öğretim yılı faali-

yetleri öncesi düzenlenen Koordinasyon Toplantısı, Üsküdar

Kirazlıtepe Boğaziçi Yaşam Merkezinde yapıldı.

Türkiye Sportif Yetenek Taraması ve Spora Yönlendirme

Projesi Değerlendirme Toplantısına İstanbul Vali Yardımcısı

Ahmet Hamdi USTA, İl Millî Eğitim Müdürü Levent YAZICI,

İl Gençlik ve Spor Müdürü Cemil BOZ, İlçe Millî Eğitim

Müdürümüz Sinan AYDIN, İlçe Milli Eğitim Müdürleri, İlçe

Gençlik ve Spor Müdürleri katıldı.

TEKNOFEST ÖDÜL TÖRENİNDE ÖĞRENCİLERİMİZ BİZİ GURURLANDIRDI Dünyanın en büyük havalimanında düzenlenen TEKNO-

FEST organizasyonundaki yarışmalarda İlçemiz Okullarından

İTO Ragıp Ali Bilgen İmam Hatip Lisesi ile Haydarpaşa

Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesilerimiz birincilik aldılar.

İTO Ragıp Ali Bilgen Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin;

Fevz-i Âsım takımı İstanbul sur içi temalı parkuru başarıyla

tamamlayarak “Otonom Araçlar” kategorisinde birinci oldu.

Haydarpaşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin; Fatih Sul-

tan Mehmet´in İstanbul´un fethinden ilham alarak yaptıkları

robot , “Robotik Fetih” kategorisinde birinci oldu.

MİLLİ EĞİTİM BAKAN YARDIMCIMIZ

MAHMUT ÖZER MİSAFİRİMİZ OLDU

Milli Eğitim Bakan Yardımcımız Mahmut ÖZER Nevme-

kan Sahil Sosyal Tesislerini ziyaret etti. Bakan Yardımcımızın

ziyaretinde kendisine İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sinan

AYDIN eşlik etti.

Page 90: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

88

BİLGİ TOPLUMU ANCAK OKUYAN

İDARECİLER VE ÖĞRETMENLER SAYESİNDE

GELİŞİR.

30 ve 31. Kitapların okunduğu okul müdürlerimizin yoğun

ilgi gösterdiği Üsküdar Eğitim Okumaları projemizde ekim ve

kasım aylarında birbirinden değerli iki yazarımız misafirimiz

oldu.

1.Prof.Dr.İrfan Erdoğan->Cumhuriyetçi Muhafazakar

İsmail Hakkı Baltacıoğlu

2.Sinan Canan->Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler

ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI ÇALIŞMALARININ İLK MEYVESİNİ VERDİ:ÜSKÜDAR’DA OKULLARA ADI VERİLEN ŞAHSİYETLER KİTABI...

Kitapta Üsküdarımızın güzide okullarına adı verilen şah-

siyetler arasında vatanımız, bayrağımız uğruna canını feda

eden şehitlerimiz, tarihimizde ilmin, sanatın, önderliğini yap-

mış şahsiyetler, milletimizin evlatları için elindeki imkânları

seferber etmiş hayırseverlerimiz anlatılıyor.

Kitabın hazırlanmasında maksat Üsküdar’daki okullarımız-

da eğitim gören öğrencilerimizin Üsküdar’ın okullarına adı

verilen bu mümtaz şahsiyetleri tanıması ve örnek almasıdır.

Hezarfen Ahmet Çelebi, Aziz Mahmut Hüdâyî, Halil Rüştü,

Hüseyin Avni Sözen, Cahit Zarifoğlu, Dilaver Cebeci, Şehit

Halil Kantarcı, Şehit Mustafa Cambaz, Şehit Okan Altıparmak,

Sakine Kalyoncu, Hakkı Demir, Türkan Sedefoğlu, Yılmaz

Ulusoy kitapta yer verilen isimlerden sadece bazıları...

Çalışma Kaymakamımız Murat Sefa DEMİRYÜREK’in

himayelerinde Belediye Başkanımız Hilmi TÜRKMEN’in

desteği ile İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sinan AYDIN’ın

önderliğinde hayata geçirilmiştir.

Üsküdar’da Okullara Adı Verilen Şahsiyetler Kitabı İlçe

Milli Eğitim Müdürlüğümüzce yayımlanacak kitaplarımızın

ilkidir.

Page 91: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

M E K T E B - İ ÜSKÜDAR

ÖZEL EĞİTİM VE REHBERLİK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRÜ AHMET EMRE BİLGİLİ OKULLARIMIZI ZİYARET ETTİ

Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Ah-

met Emre BİLGİLİ ve İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sinan

AYDIN Türkan Sabancı Görme Engelliler Okulunu ziyaret

edip okulda incelemelerde bulundular.

BİZİM GÖK KUBBEMİZ PROJESİ ÇALIŞMALARIMIZ BAŞLADI

2018-2019 eğitim öğretim yılı Bizim Gök Kubbemiz Projesi

Toplantısını İlçe Millî Eğitim Müdürümüz Sinan AYDIN’ın

başkanlığında projeye dahil olan okullarımızın müdür ve

öğretmenlerinin katılımıyla gerçekleştirdik.

Toplantıda geçen sene Diyarbakır Çalıştayı’nda alınan

kararlar değerlendirildi, bu sene projenin uygulamasıyla ilgili

planlamalar yapıldı.

SARAYBOSNADAN MİSAFİRLERİMİZ GELDİ

Saraybosna Kantonu Millî Eğitim Bakanı Elvır KAZA-

ZOVİC, Saraybosna Kantonu Millî Eğitim Bakanı Asistanı

Nihada COLİC, Yunus Emre Enstitüsü Kardeş Okul Projesi

Kapsamında kardeş okulumuz olan Vlademir Nazar Centav

Özel Eğitim Okulu Müdürü ve bir grup öğretmeniyle birlikte

İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sinan AYDIN’ı ve Kaymakamı-

mız Murat Sefa DEMİRYÜREK’i makamında ziyaret ettiler.

Page 92: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18

90

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLÇE KUTLAMA PROGRAMIMIZI GERÇEKLEŞTİRDİK.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı İlçe Programımız; Kay-

makamımız, Garnizon Komutanımız, Belediye Başkanımız,

Başsavcı Vekili ve İlçe Millî Eğitim Müdürümüzün katılımıyla

Şemsipaşa Atatürk Anıtında çelenk sunma töreni gerçekleş-

tirildi. Çelenk sunma programı öncesinde ise öğrenci, öğret-

men ve halkımızın katılımıyla Üsküdar Vapur İskelesinden

Şemsipaşa Atatürk Anıtına Büyük Türk Bayrağı taşınarak

bando takımı eşliğinde Cumhuriyet Yürüyüşü düzenlendi.

İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜMÜZ SAYIN LEVENT YAZICI İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜMÜZÜ ZİYARET ETTİLER

İl Milli Eğitim Müdürümüz Levent YAZICI bu gün Mü-

dürlüğümüzü ziyaret ettiler. İlçe Milli Eğitim Müdürümüz

Sinan AYDIN İl Milli Eğitim Müdürümüze ilçemiz ile ilgili

brifing vererek, yürüttüğümüz projelerimiz hakkında sunum

yaptılar.

Page 93: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18
Page 94: YIL: 4 SAYI: 14 SONBAHAR DÖNEMİ’18 | ÜSKÜDAR İLÇE MİLLİ ...uskudar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_04/16121113_Mektebi_YskYdar... · yil: 4 sayi: 14 sonbahar dÖnemİ’18