Genel Yayın YönetmeniNursen ÇITIR
Yazı İşleri Baran Taylan Kapak Fotografı Sinem UÇAR
Yönetim OrganizasyonBalçova Anadolu LisesiOnur Mahallesi Eren Sk. No:9 Balçova Tel:(0232) 259 6582 Faks:278 4993
Web Adresi
Bundan sonraki sayılarda yer almak istiyorsanız
Adresimiz
balcovaanadolulisesi.meb.k12.tr
YENİDEN MERHABA
İNSAN, VAR OLDUĞU GÜNDEN BERİ YOK OLMAMANIN,
ÖLÜMSÜZLÜĞE ULAŞMANIN PEŞİNE DÜŞMÜŞTÜR. SESİNİ SONSUZCA
DUYURABİLMEK İÇİN DE ZAMANA BİR İZ BIRAKMA YOLUNU TUTMUŞTUR.
KİMİ ZAMAN ADINI KAZIMIŞTIR AĞAÇLARA, KAYALARA; KİMİ ZAMAN
SADECE SÖYLECEKLERİNİ SÖYLEMİŞ SAVURMUŞTUR SESİNİ SAZININ
EZGİSİNE EKLEYEREK ZAMAN DENEN RÜZGARA.
İŞTE BİZ DE BALÇOVA ANADOLU LİSESİ OLARAK, ZAMANA
BİZDEN BİR İZ OLSUN DİYE KALEMLERİMİZİ BİRLEŞTİRDİK.SESSİZCE ,
BAĞIRIP ÇAĞIRMADAN, DİNGİN BİR DURUŞLA SÖYLEDİK
SÖZÜMÜZÜ.BİZDİK BÜTÜN SÖZLERİN SAHİBİ, SES BİZİM SESİMİZDİ.
MERHABA DERKEN “YENİDEN” SÖZCÜĞÜNÜ KULLANDIK ;ÇÜNKÜ
BU SAYI, DERGİMİZİN SANAL ORTAMDAKİ İLK SAYISI AMA BİLDİK DERGİ
FORMUNDA BİR SAYIMIZ DAHA VARDI.YANİ SESİMİZİ İKİ YIL
ÖNCESİNDEN DUYURMAYA BAŞLAMIŞTIK.
UMUDUMUZ VE GAYRETİMİZ GELECEĞE DE KESİNTİSİZ SES
VEREBİLMEK, SEVGİYLE VE OKURLARIMIZIN DESTEĞİYLE GELECEK
GÜZEL GÜNLERE…
Foto -1: Foça Küçük Liman
Foça İzmir’in hızla gelişen turizm ilçelerinden biridir.
İzmir-Çanakkale karayolunda Menemen ilçesini geçtikten
sonra, sola ayrılan 26 Km’lik karayolu ile ulaşılmaktadır.
Foça Ege Bölgesinde kurulan en eski yerleşimlerden biridir.
M.Ö. 11. yy’da Aioller tarafından kurulduğu ve en ünlü 12
İon kentinden biri olduğu bilinmektedir. Kentin adını
Yunancada tombul hayvan anlamına gelen Phoka (Akdeniz
Foku) dan aldığı düşünülmektedir.
Foça sahip olduğu tarihsel zenginliklerin yanı sıra
doğal güzellikleri ile de dikkat çekmektedir. Foça kıyı
alanındaki adaları, irili-ufaklı koyları, tertemiz denizi, iklimi
ve çam ormanları ile eşsiz bir doğa harikasıdır. Tüm bu
zenginlikleri ile Foça 1991 yılında Türkiye’nin oniki özel çevre
koruma bölgesinden biri olarak koruma altına alınmıştır.
Foça’nın koruma altına alınmasındaki en büyük
etken yerleşime adını veren Akdeniz Fokları’nın yaşam
alanlarından birinin de Foça kıyıları olmasıdır. Akdeniz foku
(Monachus monachus) Akdeniz çevresinde yaklaşık olarak
600 adet kalan bir deniz canlısıdır. Bunun en büyük yaşam
alanlarından biri Türkiye kıyıları olup, yaklaşık olarak 100
adet fok yaşamaktadır. Akdeniz foku (Monachus monachus)
ülkemizde Sinop, Gelibolu, Behramkale, Foça, Datça, Kemer,
Antalya, Alanya, Taşucu ve Hatay kıyılarında yaşamaktadır.
Akdeniz foku (Monachus monachus) üzerinde insan
yapılaşması olmayan, insan faaliyetlerinden uzak, sessiz,
tenha kayalık ve kıyı mağaralarına sahip olan kıyıları yaşam
alanı olarak seçmektedir.
Akdeniz foku (Monachus monachus) 3 m boyu, 300
Kg ağırlığı ve irice yüzgeç ayakları olan, vücudu gri veya
siyah kıllar ile kaplı bir hayvandır. Sığ sularda ve nehir
ağızlarında avlanmakta, doğurmak ve dinlenmek için de
karaya bağımlı olmaktadır.
ÇEVRE ÇEVRE ÇEVRE ÇEVRE ÇEVRE
İNSAN GÖKYÜZÜNE (YILDIZLARA) BAKINCA EVRENİN GEÇMİŞİNİ, YERYÜZÜNE (TOPRAĞA) BAKINCA KENDİ GELECEĞİNİ GÖRÜR.
Foto-2-3 Akdeniz Fokları (Monachus monachus)
Foça kıyı alanında çok yoğun yapılaşma ve
sanayileşmenin olmaması, nüfus azlığı fokların bu kıyıları
tercih nedenidir. Yapılan çalışmalarda Orak adasında dört,
Hayırsız adada bir, İncir adasında bir ve Foça kıyılarında üç
adet fok mağarası bulunmuş ve haritalanmıştır. Foça
kıyılarında 4–5 kadar fokun yaşadığı düşünülmektedir.
Fok nüfusunu tehdit eden nedenler;
- Kıyı alanlarında yoğun yapılaşma ( ikincil
konutlar, sanayi tesisleri, yol çalışmaları)
- Yasadışı ve aşırı su ürünleri avcılığı
- Fokların bilinçli olarak veya kazara
öldürülmesi
- Fok mağaralarına dalış yapılması
- Deniz kirliliğidir.
Yolunuz bir gün Foça’ya düşerse Orak adası
ve çevresine yapılan tekne turlarına katılarak
Akdeniz Foklarını görme şansına ulaşabilirsiniz.
Yalnız dikkat edin Foça’nın bir karataşı vardır ve
kimse nerede olduğunu bilmez, ama bu taşa
ayağını bir kez basanda benim gibi kendini
Foça’dan alıkoyamaz.
Foto- 4: Bakir Foça Kıyıları HAZIRLAYAN: Erhan ERGÜRHAN Coğrafya Öğretmeni
ÇEVRE ÇEVRE ÇEVRE ÇEVRE ÇEVR
EN İYİ ARKADAŞLAR HAYVANLARDIR; NE SORU SORARLAR, NE DE KUSUR KABAHAT BULURLAR. ELİOT
Aura , Yunanca’da ‘soluk’ anlamına gelen ‘avra’
kelimesinden gelmektedir.Aura, canlıların bedenini saran
yüksek enerji yüklü alana verilen addır ve bedenimiz
üzerinde yaklaşık 3 mm.lik bir manyetik alan oluşturur.
Biz buna evrensel enerji alanı diyoruz. Bu enerji alanının
madde ve tüm cisimler üzerinde düzenleyici bir etkisi
vardır. Aura normal insan gözü tarafından algılanamaz;
ancak duyuların geliştirilmesiyle çıplak gözle
görülebilmesi mümkündür.
İnsanın enerji alanı gücünü sürekli olarak
evrensel enerjiden alır ve kullanıldıkça yerine yenisi
konulur ve çoğalır. Evrensel enerjiden kendimizi
beslemek ve böylece ışık saçan bir varlığa dönüşebilmek
için istediğimiz kadar alabiliriz.
1900 yılından beri birçok bilim adamı yaptık-ları
tıbbi araştırmalar sonucu aurayı keşfetmiş, onun
yardımıyla birçok hastalığı teşhis edebilmişlerdir.
Aurik Enerji Alanını Deneyimlediniz mi?
Eğer aşağıdaki sorulardan birine olumlu yanıt verebilir-
seniz, kendi auranızda dışsal bir enerji alanının etkisini
deneyimlemişsiniz demektir.
* Bazı insanlarla birlikteyken, kendinizi tükenmiş
hisseder misiniz?
* İnsanlarla bazı renkleri ilişkilendirir misiniz?(Örneğin,
"Bana hep sanki sarı bir insan gibi gözüküyorsunuz.")
* Yeni tanıdığınız birinden anında hoşlandığınız ya da
hoşlanmadığınız oldu mu?
* Bir insanın görünürdeki davranışının aksine, aslında
neler hissettiği ile ilgili bir algınız oldu mu?
* Birisi gelmeden ya da siz onu görmeden önce hiç o
insanın varlığı ile ilgili bir algınız oldu mu?
* Bazı sesler, renkler kendinizi daha rahat ya da rahatsız
hissetmenize neden olur mu?
* Bazı insanların yanında daha enerjik olur musunuz?
* Bir odaya girip hiç korktuğunuz, donakaldığınız ya da
kızgınlık duyduğunuz oldu mu? Bazı mekânlar size orada
kalma ya da orayı terk etme isteği verir mi?
* Birisi hakkındaki ilk izleniminizi dikkate almayıp da en
sonunda bu hissinizin doğrulandığı olur mu?
* Bazı odalar diğerlerine göre daha rahat ve eğlenceli
geliyor mu? Bir odadan diğerine farkı hissediyor musu-
nuz? Kardeşinizin odasının sizinkinden nasıl daha farklı
hissedildiğine dikkat ettiniz mi?
YAŞAM ARAŞTIRAN: ŞÜKRİYE ÖZKAN
HAYAT İKİ ŞEKİLDE YAŞANIR: YA HİÇ MUCİZE YOKMUŞ GİBİ, YA DA HER ŞEY BİRER MUCİZEYMİŞ GİBİ. EİNSTEİN
İnsan aurası, fiziksel bedeni çevreleyen bir enerji
alanıdır. Bu alan bedeni her yönden sarar,üç boyutludur.
Sağlıklı bir bireyde, bedenin çevresinde elips şekli oluştu-
rur, ortalama bir bireyde, bedenin çevresinde 2,5-3 m
genişliğindedir. Kadim üstatların auralarırun birkaç km
genişliğinde olduğu söylenir. Gittikleri her yerde çok
sayıda insanı kendilerine çekebilmelerinin bir nedeninin
bu olduğuna da inanılır.
Aurik alanları zayıf olanlar, dışsal etkilerden daha
çok negatif olarak etkilenirler. Bu durum, daha kolay
yorulmaya ve yönlendirilmeye yol açar. Zayıflamış
auralar; başarısızlık duygusu, sağlık sorunları ve yaşamın
birçok alanında etkin olamayış olarak sonuçlanırlar.
Auranız ne kadar güçlü ve canlı ise, o kadar
sağlıklı olursunuz. Aksi hâlde dışsal güçler tarafından
olumsuz yönde etkilenmeye açıksınızdır.
Kendi Auranızı Nasıl Görebilirsiniz?
Loş bir odada rahat bir koltuğa oturun.
Ellerinizi hızla 20 saniye kadar birbirine sürtün; ellerinizi
avuçlarınız birbirine bakacak şekilde 5 cm kadar aralıklı
tutun. Aralığı bozmadan ellerinizi ileri geri oynatmaya
başlayın. Bu arada avuçlarınızın arasına gözlerinizi
odaklamadan bakmaya başlayın. Auranız soluk renkli bir
duman seklinde görünmeye başlayacaktır. Bu çalışmayı
sıkça tekrarladığınızda, aurayı çok daha süratli
görebildiğinizi fark edeceksiniz. Bu durumda artık
ellerinizi birbirine sürtmenin gereği kalmaz ve sadece
aurayı görmeye konsantre olmanız yeterli hale gelir. Bu
yolla vücudunuzun diğer uzuvlarının da aurasını
görebilirsiniz. Sağlıklı aurada çeşitli renkler göreceksiniz.
Auranızı görmeye alıştıktan sonra başkalarının da
aurasını görebilirsiniz. Bunun için gene loş bir
ortamda aurasını görmek istediğiniz kişinin yaklaşık
2m uzağında durarak gözlerinizi odaklamadan bakın
ve aurayı görmeye odaklanın. Bir süre sonra kişiyi
çevreleyen duman şeklinde haleyi fark edeceksiniz.
Bunu değişik kişilerde deneyerek tecrübenizi
arttırabilirsiniz; Pek çok kişi oldukça sağlıksız bir
yaşam sürdürdüğünden auraları çok dar, kırıklı ve
gri renkli olur. Ancak ruh ve beden sağlığı yerinde ve
hayat dolu kişilerde auranın geniş, kesiksiz ve renkli
olduğunu göreceksiniz. Yapacağınız pratikler,
zamanla karşınızdakinin sağlık durumu ve rahatsızlık
bölgeleri ile ilgili fikir sahibi olmanızı sağlar.
YAŞAM
DÜNYA HERKESE YETECEK BÜYÜKLÜKTE. ONUN İÇİN, BAŞKASININ YERİNİ KAPMAKTANSA, ÇALIŞARAK GERÇEK YERİNİZİ BULUN.
(CHARLİE CHAPLİN)
Kirlian fotoğrafçılığı, yüksek voltajlı, yüksek
frekanslı, düşük amperli elektrik alanına dayalı
aygıtlarla canlı nesnelerden yayılan birtakım biyolojik
ışınımları fotoğrafik olarak saptamayı amaçlayan
elektrografik fotoğrafçılık tekniğine verilen addır.
Bu fotoğrafçılık tekniğine “kirlian” adının
verilmesinin nedeni, bu teknikte kullanılan aygıtın ilk
kez Rus mühendis Semyon Davidovich Kirlian (1898-
1980) ve eşi Valentina Khrisanova Kirlian tarafından
geliştirilmiş olmasıdır. Semyon Kirlian’ın paranormal fenomenlere ilgi duyması ünlü bilim
adamı Nikola Tesla ile tanışmasından sonra başlamıştır. 1939'da bir fotoğraf filmini tab
ederken fotoğraf tepsisinin üzerinde bulunan cisme elektrik yükü verildiğinde tepside
kazara bir resmin oluştuğunu gözlemleyen Semyon Kirlian ve eşi aynı yıl geliştirdikleri bir
aygıtla, sözkonusu ışınımların daha çok canlı bedenlerden yayıldıklarını saptamışlar ve
çektikleri çeşitli organların fotoğraflarında, bu organlardan salınan renkli ışımaları
görüntülü hale getirmeyi başarmışlardır. Bedenden yayılan ışınımın çeşitli renkler halinde
fotoğrafı çekilebilen kısmına “korona” (Latince’de “taç”) adı verilmiştir. Bu teknikteki
temel yöntem, koronayı görünür hale getirebilmek için yüksek gerilimli elektrik alanının
kullanılmasıdır.
Söz konusu fotoğrafların yaşayan her şeyin içeriğinde "yaşam gücü" bulunduğunun
ya da "aura"nın varlığının fiziksel kanıtı olduğunu belirten Kirlian, böylece, kendi metodu
ile, öteden beri okültistlerin ve teozofların varlığını ileri sürdükleri, canlı bedenlerini
sarmalayan, nadir vakalar haricinde gözle görülemez olan aura’nın varlığını kanıtlamış
olduğunu iddia etmiştir. Kirlian fotoğrafçılığının ünlü olduğu yönlerden biri de insan
vücudundaki akupunktur noktalarını işaret edebilmesidir. Bu iddiayı doğrulamak için
yapılan deneylerden en ilginci, bir bitki yaprağının bir kısmı kesilse de, kirlian
fotoğraflarında yaprak sanki kesilmemiş gibi, yaprağın bir bütün halinde ışınımının devam
etmiş olmasıdır. Bu da, Semyon Kirlian’a göre fotoğraflardaki ışınım görüntülerinin
önceden bilinen fiziksel etkenlerden kaynaklanmadığını ortaya koyan açık bir kanıttır. Bu
tür "kanıtlar" neden metal paraların dahi "aura"sının olduğunu açıklayamadıkları için
bilimsel çevrelerde kabul görmezler.
Kirlian fotoğrafçılığında kullanılan aygıtlar, en basit şekliyle, izole edilmiş bir kutu
içerisinde bulunan, bir sıkma plakasıyla, fotoğraf camıyla veya bir optik aletle
irtibatlandırılmış bir yüksek frekans kıvılcım üretecinden oluşur. Bir kamera
gerektirmeyen aygıt, elektrik akımlarıyla saniyede 75.000-200.000 elektrik salınımı
yapabilen jeneratörler gerektirir. Bu jeneratörler de çeşitli optik aletlere ve
mikroskoplara bağlanabilir. Kirlian fotoğrafçılığı alanında çalışma yapan araştırmacılar,
koronanın canlının heyecan ve sağlık durumlarına bağlı olarak renk ve ışıma değişiklikleri
gösterdiğini belirtmişlerdir. Kirlian fotoğrafçılığı yöntemini Ruslar 1970’li yıllardan
itibaren birçok hastanede hastalıkları teşhis amacıyla kullanmaktadırlar.
FOTOĞRAF TEKNİĞİ: KİRLİAN
SANAT, GERÇEKLERİ TANIMAMIZA YARDIMCI OLAN BİR YALANDIR. Pablo Picasso
BUGÜN HAYAL YARIN GERÇEK
Bir gün gelecek, sabah uyandığımızda farklı
bir dünyada bulacağız kendimizi; mutanlar,
ucubik yaratıklar, robotlar olacak
hayatımızda. ġiddet, öfke ve kan kokacak
sokaklar. Bu farklı dünya ĢaĢırtmayacak hiç
bizi. Kimi savaĢçı, katil, kimi komik, zararsız,
kimi büyücü, kimi geçmiĢten, kimi gelecekten,
uzaydan… Hepsiyle tanıĢıyoruz biz. Nereden
mi? Çizgi filmler, animeler, mangalar, filmler,
fantastik kitaplar… kafamızı çevirdiğimiz her
karede varlar.
Gelecekçilik! Geleceğimizi tasarlamaya “Nasıl bir gelecek?” sorusuna yanıt
aramaya çalıĢırken, kapitalizm, tüketim araçlarını sonuna kadar kullanmaya devam
ediyor. Tasarlanan geleceğin toplum tarafından sindirilmesi ve sorunsuz bir geçiĢ
süreci için gelecek tasarlayıcıların hedef kitlesiyse çocuklarımız.
“Müzeleri, kitaplıkları ve her türlü akademiyi yıkmak istiyoruz.” diyordu Ģair
Marinetti 1909’da. Bugünü geçerek geleceği, onun dinamik varlığına ulaĢmayı amaç
edinmiĢ olan fütürist Marinetti sürat ve saldırganlığı övmüĢ, edebiyatta iĢlenecek
konular saldırgan hareketler, kavga ve dövüĢtür, demiĢti manifestosunda.
Fütürizm akımının kendini fazlaca hissettirdiği çizgi filmler, çocuklarımızın
hayal dünyasında Ģu anki gerçekliğin dıĢında farklı bir dünya oluĢturmuĢtur bile.
Bizler bu dünyaya hayal gücü diyoruz, daha doğrusu demek istiyoruz .Fakat atılacak
her adımın süper güçler tarafından planlandığı dünyamızda, mutantları, ucubik
yaratıkları, düĢündükçe kendime Ģu soruyu sormadan yapamıyorum: Neden çizerlerin
büyük bir çoğunluğu aynı hayali kurguluyor? Bu bir tesadüf mü?
Çizgi film piyasasını tekelinde tutan Amerikan Disney firması bu piyasaya
yeni bir yaklaĢım sunan Japon animeleri de tekeline almıĢ, Japonya’nın önde gelen
çizgi film stüdyolarıyla ortaklık anlaĢmaları yaparak animelere sponsorluk iĢini
üstlenmiĢtir. Büyükler için hazırlanan Japon mangaları (çizgiroman) animasyon
dünyasına kazandırılmıĢ çocukların izlemesinde bir sakınca görülmeden beraberinde
gelen çizgi film oyuncakları ile geleceğimizi oluĢturacak çocukların tüketimine
sunulmuĢtur. Bütün bu senaryolar M. Gen (geleceği planlama) projesinin basamakları
bence, biz basamakları tırmanmaya devam ederken laboratuar kapıları ardında bütün
bu yaratıklar karĢımıza çıkacakları zamanı bekliyorlar…
GELECEĞİN DÜNYASI TUNA ATLI UYSAL
DEĞĠġĠM ANCAK ĠÇERĠDEN AÇILABĠLEN BĠR KAPIDIR.
AYIN
DOSYASI
KIRMIZI
En güzel elbiseler kırmızıdır. Bundandır kırmızının en kadınsı renk oluşu. Haşinliği, asaleti ve kararsızlığı bundandır. Baş kaldırışı, cazibesi bundandır. Tehlikelidir kırmızı. Bütün uyarılar, bütün yasaklar kırmızıdır.Kan kırmızıdır.Hayatidir,vurucu darbedir. Ürkütücüdür kırmızı,fazla dikkat çeker,göz yorar,fazla cesurdur.Yalan.Bana beni teşvik edendir kırmızı.Belki bundandır,insanların başkalarını mutlu,coşkulu hatta güzel hissetmelerini önleme çabası. Kırmızı yasak renktir,giyilmez,en cartından kırmızı ruj sürülmez,kırmızısını geç stiletto bile abartıdır.Uçlarda gezinmedikten sonra ne anlamı var yaşamanın?Seviyoruz sığ suları,seviyoruz zincirlerimizi ve tabi ki maskelerimizi.Uçurumun kıyısında gezmenin bile içten içe bir eğlence,bir zafer çığlığı olduğu inkar edilebilir mi?Caziptir kırmızı olan her şey.Kırmızı yanan trafik ışığı bile gaza basma isteği uyandırmaz mı hiç insanda?
Oysa yine de masum bir güvendir kırmızı. Bembeyaz bir kısrağın narin ve asil boynunda, rüzgârda salınan yelesi gibi… Sömürülüyor kırmızı. En çirkin, en sinsi emellerin fon müziği oluyor bazen. Bayağılaşıyor, adileşiyor kırmızı. Kırmızı güller, kırmızı kalpler… Ama yine de başkadır kan kırmızı şarabın parıltısı. Her şeye rağmen saf kalmaya çalışıyor kırmızı. Bilenin en gerçek tutkusu, bilmeyenin en büyük ürküntüsü olarak. En gizli düşler kırmızıyken, en korkulu sahneler de kırmızıdır. Kan götürür ortalığı. Bir alevdir kırmızı. Aniden parlar, belki bir tetikleyiciye bile ihtiyaç duymadan. Alışık olmayanlar yaklaşmaz kırmızının alevine. Ateşin yakıcılığına dayanma gücüdür kırmızı, iki deli aşığın aşk uğruna tenlerinde iz bırakma isteği…
Kırmızıdır öfkeler ve öfke besler insanı. Başını dik tutması, tutunabilecek yerler bulma gücüdür öfkenin damarlardaki pompalanışı. Özgüvendir öfkenin kırmızısı. Beyaz, ince ayak bileklerini taşıyan yüksek topuklardır kırmızı. Bir yerlerde eksik cümleler kurmuş usulca boyanmış dudaklar… Biraz şuh, biraz hazin, biraz iç burkan, biraz acılı, sancılı… Ve bir damla gözyaşı düşmüş kırmızıya. Kırmızıya boyanmış yaralar, yaşlar, bekleyişler…
Karanlıkta parlayan bir bıçak keskinliği, gece ayazının incecik soluğu kırmızısı. Kırmızıdır her ayrılık, ya kan vardır sonunda ya kan uykusu. Ve gece on ikiden sonra bütün içkiler “kırmızı”dır!
ŞİRİN MUTLU
Beyaz
Beyaz…Dizinde çocuğunu
sallayan annenin söylediği ninni gibi
saf,duru… Bazen kıyıya vuran
dalgalar gibi coşkulu,özgür…Bir
pamuk gibi yumuşacıkBazen de
bomboş bir sayfa gibi boş,anlamsız…
Kimi zaman masum bir çocuğun
bakışı gibi ılık…
Mutluluk,acı,hüzün,heyecan
Beyaz farklı,bu farklılığa neden
olan ise biz…
Elif POLAT
SİYAH
Kendimi ifade etmekte zorlanıyorum çoğu zaman. Sürekli bir yanlış anlaşılma, sürekli bir dışlanma…”Kendini nereye koyduğun değil, insanların seni nereye koyduğu önemlidir ” sözü ne kadar da doğruymuş meğer. Ne kadar kendimi iyiliklerin, yaşamın, bazen baharın, bazen güneşin, bazen umudun, bazense mutluluğun rengi olarak görsem de insanların gözünde bir matem, bir gece kadar boğucuyum! Çoğu zaman renkten bile saymazlar beni ;ama ben aslında sonsuzluğun rengiyim. Bakıldığı zaman içinde kaybolunanım…”Lekelidir o” derken o kadar rahatlar, o kadar umursamazlar ki, o “lekenin” hayranlıkla izledikleri renklere ton verdiğinin farkına varamıyor, o “lekeyi” hep dışlıyorlar. ”Leke” kelimesi bile kötü anılıyor toplumda. Oysa renkler, insanların hatıralarında güzel ”lekeler“ bırakmaz mı? Bakar mısınız? Siyaha kötü anlamlar yükledikleri yetmiyormuş gibi siyahla aynı anlamı taşıyan kelimelere de kötü anlamlar yüklüyorlar.
Her ne kadar ”gece” deseler de bana “karanlık, tehlikeli” deseler de ben derinliğin, sessizliğin rengiyim…Öyle ki renkler arasında da sevilirim. Başlarına bir dert, bir sıkıntı
gelse benim yanıma koşar, bana sığınırlar. İyi bir dinleyici olarak onları dinler, iyi bir arkadaş olarak yardımcı olmaya çalışırım. Aslında kötü değilim de, her gelenin sıkıntısını içime almaktan böyle kapkara bir şey oldum işte. Kötünün üstünü örtmeye çalışırken kötü olan ben oldum.
Şimdi soruyorum size: O hayatın, o güneşin, o iyiliğin, o mutluluğun neşenin rengidir dediğiniz renklerin hangisi ”O renk değil, lekedir” dediğiniz siyah kadar fedakar, cesur ve güçlü? Hepsini silebiliyor, üstünü örtebiliyor musunuz? Peki ya siyah? Hangisi o leke kadar iz bırakıyor…
Mercan İpek Öngün
Bir zifirin suda dağılması kadar siyahtı terk edilce... Dilsiz bir çocuğum içinde kopan haykırışlara rağmen sessizliğidi... Bir gözyaşı kadar tuzlu ve yakıcı aşk... Bir kuşun kanat çırpması gibi gelip geçti renkler... Bir suyun akması kadar hızlıydı seni sevmek... Yani bir elma şekerinin rengi kadar kırmızı Senin olmak kadar da sahiciydi aşk...
Burak Şahiner
RENKLERİN FISILDADIKLARI
Kirpiklerimizin ardından belirdiğinde
gözler, belirdiğinde bir ışık inceden, buluş-
tuğumuzda dünyayla ilk, keşfettiğimizde ilk
nefesi, renklerin de bizi keşfetmesiyle
kucaklaşırız onlarla. Dünya, renkleriyle bir
gelir bize. O renklerle sunulunca daha
anlamlı kılınır bizim için. İki tür renk
vardır yaşamda; bir dokunabildiğimiz
gözlerimizle, iki içimizde çırpınan
susturamadığımız renkler. Gözlerimizdekinin
yorumu içimizdekindedir. İşte bu yüzden
asıl olan içimizdekilerdir belki de.
Susturamadıklarımız patlar rengarenk
tozlara dönüşür. Bu tozlara içimizden
kattıklarımızla da bir adı olur her rengin,
verdiği bir duygu.
Yemyeşil bir kırda yürürken doğallığı,
saflığı, canlığı hissederiz içimizde. Yeşil
dendiğinde belki hepimizin aklına ilk gelen
bu olur: doğallık ve canlılık. Oysaki bir
asker anası için üniformadır yeşil,
özlemdir, hasrettir, onur, gurur, şeref,
namustur. Her rengi farklı bir yere
kondurabilir zihnimiz. Bir çiçek görürüz
mesela kıpkırmızı. Beyaz bir benek vardır
üstünde, beyaz benek içinde de siyah bir
böcek. Siyahla bir gölgelenir güzelliği
çiçeğin siyah çiçektedir çünkü. Oysa siyah
ne kadar sevimlidir beyaz bir kelebeğin
üzerinde. Ne kadar da hür görünür o
beyazlığın içinde...
Beyaz... Beyaz masumdur. İçi dışı
birdir beyazın, onda yalan yoktur.
Sonsuzluktur o. Sonsuza giden yoldur.
Sonsuz maviliğin üzerinde uzanan pamuktan
bir demettir.
Mavi... Mavi uçuk kaçıktır.
Biriktirdiğimiz umutların içinde susmayan
çocuktur. Düşlerimizin rengindendir,
şekerlerimizin tadından. Gökteyse mavi
ağlarsa ansızın düşüverir papatya
tarlalarına, düşüverir bir goncanın bağrına.
Damla damla paylaştırır hüznünü her bir
demet çiçeğe. Yaşaran gözlerdeki damlalar
yeşeren umutlara dönüşür yeryüzünde.
Kırmızı goncanın bağrında alev alev yanar
goncada dökmek için içini gün gelir açar
yapraklarını.
Kırmızı... Kırmızı aşktır, tutkudur,
güçtür, nefrettir. Belli olmaz ama kiminin
bakışlarına yerleşmiş bir ateştir alev alev.
Mavinin, elanın, yeşilin ya da kahvenin
ardına gizlenmiş sinsi bir duygudur o
bazen. Gülen gözlerin ardından delici oklar
fırlar kimi zaman. Evet delip geçer bazen
kırmızı. Bazense çekiciliğin, yakıcılığın
sembolüdür. Bana sorarsanız bir kadının
gözlerinde değil de elbisesinde hayat
bulmalıdır kırmızı. Belki de o da kendini
orada daha iyi hissediyordur. Kim bilebilir?
Dili olsa renklerin ve konuşsalar anlatsalar
en mutlu oldukları yeri ve zamanı ama ne
mümkün? Öyleyse dilimiz varsa bizimde
konuşabiliyorsak ve de anlatmakta renklerin
hislerine tercüman olmakta yarar var
dedim. Renklerin yüreğinde, renklerin
diliyle, renklerin sesinden renkleri anlattım
ve yine renkli renkli hoşça kal diyorum
sizlere...
Sevinç Tuğçe KURT
Ateşler vardır ki,
Gözyaşı bile
Söndüremez öfkelerini…
Elif Polat
Gözyaşlarım,
Yıllar gibi aktı yanaklarımdan
Ağladıkça açılırsın demişlerdi,
Şimdi anlıyorum;
Her damlada artmış dertlerim…
Ayşen Erçelik
Atlayabilecek kadar
Cesur olduğumdan değil yaptıklarım…
Sadece,
Düşmekten korkuyorum.
Sanma ki zamanla,
Bitti gözyaşım
Sessizim artık,
Tenhalarda ölüyorum…
Kübra Oğurtanı
Gözyaşından Çağlayan Şiirler
Her şeyi yüzüme vuran
Bir şeyler var…
Anılarımın aynası, gözyaşı!
Çağdaş Varol
Gözyaşı olsan gözümde
Hiç ağlamazdım, gitme diye…
Soner Savran
Küçük su damlaları
Katreler yanaklarımdan
süzülürken
Fark ettim.
Gözyaşlarıyla dinmez acılar…
Elif Döner
GÖZYAŞI GÖZYAŞI GÖZYAŞI
DÜNLE BERABER GİTTİ DÜNE AİT NE VARSA, BUGÜN YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK GEREK.
MEVLANA
Alışmak zordu “hassas çocuk
kalbin”deki berelerin üstünü kapatıp yeni bir şarkı yazmaya. Alışmak zordu, henüz “düşlediğin” tutamazken yüreğimden istemediğinin tutmasına. Alışmak zordu yeni bir aşka, yeni bir başlangıca. Ve O. Duyup bileceğim tüm peygamberlerden yüce sabrıyla, insanlığıyla, saygısı, anlayışı, sıcaklığıyla o! Yine de alışmak zordu. Her zaman zordur. Bazen insan “Lanet olsun ben sadece mutsuz olmak için yaratıldım” derken önüne çıkan fırsatlara izin vermez. Ta ki gün gelir bir melek fısıldar kulağına “aşk”. “Git” der; bu yol senindir. Ve o şansın döndüğü anda, gardın indiği anda, aşka soyunduğum anda geldi. O. Bir lütuf gibi, mutsuzlukların kefareti, sonu gibi. Sadece mutluluk vardı; güzellik vardı, sonra. Heyecan vardı; yeni bir hayat vardı, küçük sevimli utangaçlık vardı. ”Aşk” vardı aşk! İki insan yeni yeni tanıyorken birbirlerini her şey ne kadar da değişiyor. Kaybetmemek için neler göze alınıyor! Ve sen! O ilk günler öyle olduğunu sandığım, bir çocuk masumiyetindeki ruhuna öyle inandırmıştın ki beni. Dünyada herkesin bir eşi olurmuş. Gözlerime bakmaya kıyamadığın zamanlarda, sen bulutlara bakarken düşünüyordum ben bunları-senin haberin yoktu- herkesin bir eşi varmış ve benimki hemen yanı başımdaymış diyordum. Gözler önemlidir. Derler ki büyükler; kalbinde anasıdır gözler. Gözlerinde bulmuştum huzuru. Hissettiğini yap derler hani anı yaşa. Seni hissetmeye erkenden başlamak bu yüzden.
Ben hep çocuktum dilimde şarkılar, gözlerimde ışıltılarla, şımarık gülüşlerimle ha birde kulağına “seni seviyorum” derken. Omzunda uyurken de çocuktum ve öyle büyüdüm ben. Küçük bir kızken cesareti öğrendim. Ha sonra birde esareti. Ben sonra yeni bir rol verdim sana, ”istenmeyenken” ”düşlenen” oldun ve özlenen ve beklenen. Pek çok rolün oldu hayatımda; özlediğim, kızdığım, beklediğim, sövdüğüm, sevdiğim, babam, zaman zaman kucağımda uyuyan çocuğum, nefesim… Hep can damarımdan vurdun yani, en büyük coşkularım oldun hep. Bir sen korudun beni, bir ben çekebildim seni. İkinci bir annenin tadını sayende öğrendim. Öyle her zaman utanmamayı en azından gözlerinin içine bakabilmeyi öğrendim. Şarkılar her zaman soğuk eylül akşamlarında kulağına fısıldayarak söylenmiyormuş, öğrendim bunu da. Bir de okeyde taş çalmayı senden öğrendim. Bir duanın kabul olması gibi bir şeydi seninle olmak. Hani o yerli yabancı her filmde görüp imrendiğim aşk sahnelerini yaşamak; ettiğim duaya amin demek gibiydi. Her şey masallar gibi şeker pembeyken bile en büyük gerçeğimdin oysa. Gördüğüm her korkulu rüyada kucakladın beni ve kimseye anlatamadığım o kabusları hep sen bildin. Her korktuğumda içime o suyu serptin, beni güldürmesini bir sen iyi bilirdin. Merhametinle şiddetinin arasındaki ince çizgide çok gidip geldim ben.Evet hiç unutmadım kırıp döktüklerini!Acımasızca kırdığın kalbimi,döktüğün yaşlarımı…Ve sonra beni üzdüğün için kendini kahretmeni unutmadım.Alnımdan her öptüğünde kalbimdeki bir çizgiyi silerek affettim seni.Gözlerini açıp “Günaydın Sevgilim” dediğinde affettim seni. Aşkın yaşandığı bir şehir zindan duyar bazen. Her sokak adı tanıdık,her adım bildik,her köşebaşı,
her mekan,her yüz.Gecenin bir yarısı “ne olur onu hatırlatacak bir şey olmasın” dualarıyla tavaf edilen dar sokaklarda;yüzü yerde,sade kendi adımlarını sayan ve aslında hatırlatacak şeylerden kaçarken her şeyi hatırlayan,kendiyle çelişen bir kadın.Artık ağlamayı bile başaramayan… Her şeyin karşılığı lügattaki gibi olmalıymış aslında.Tam da öyle!Elma elma olmalı mesela!Kitaba kitap demelisin,anne annedir öyle ya.Eğer tutup birine “her şeyim” dersen ve her şeye “o” dersen her şeyini bir gün kaybedermişsin doğruymuş. Öyle ana yağmurun altında elele gezip sonra çocuk gibi koşup otobüse yetişme telaşı yaşarken beklemediğin bir anda bir seni seviyorum duyarken,ya da televizyonda bir şarkı duyduktan sonra aynı şeyleri düşündüğünü bilip,aynı anda birbirinin gözünün içine bakarken,”benim karnım da” dan önce “senin karnın aç mı?” diye düşünürken,tam üşüyorum derken “üşümüşsün sen” deyip sımsıkı sarılırken,bir bakışından anlayıp ”sen de özledin değil mi?” derken;hangi lügat düstur olabilir bir aşığa?Hangi mantık dur diyebilir;yapma çok üzüleceksin sonunda! Senin yüzüne söverken bağıra çağıra,başka kimseye kötüleyemiyorum ki seni.Bazen çok canım yanıyor,söyleniyorum eşe dosta,ama onu da beceremiyorum ki.Tüm yanlışlarıma rağmen tek doğruydun sen bu hayatta.Çok yanlış,bir doğruya götürüyormuş baksana Alışmak zordu…Bitti dediğin yerde başlamasından daha zordu “başladığı yerde bitmesi” ve buna alışmak daha da zordu… Yorgun yüreğimle seni sevmek zordu,hep şikayet ederdim kahretsin olmuyor diye. Şimdi bir şikayet daha ediyorum… Kahretsin olmuyor…
MIRILDANDIKLARIM MERVE GÜL
İNSANLAR YAŞADIKÇA YAŞLANDIKLARINI SANIRLAR, HALBUKİ YAŞAMADIKÇA YAŞLANIRLAR.
İZMİR ŞİİR KÜTÜPHANESİ
İzmir’de, Türkiye’nin tek “Şiir Kütüphanesi” var
ve ben hala nerede olduğunu, nasıl bir yer olduğunu
bilmiyorum. İş hayatı birçok sosyal faaliyetten mahrum
bırakıyor çalışanları. Bir zaman aralığı bulup
kütüphanenin havasını teneffüs etmeliyim …
Kime sorabilirim, nasıl ulaşırım, araştırmaya
başlıyorum. Atilla İlhan Kültür Merkezinin (İzmir)
telefonun numarasını çeviriyorum, numarayı internetten
aldım; telefonu bir bey açıyor, hemen şiir kütüphanesinin
yerini soruyorum, Alsancak’ta Tren İstasyonunun 50
metre ilerisinde diyor. Ardından da, neden buradan
soruyorsunuz diyor!. Birden şaşırıyorum ters giden bir
şeylerin olduğu açık, orası Atilla İlhan Kültür Merkezi
değil mi? diye sorduğumda… burası Alsancak’ta bir
restoran!!!
Murat KÖMEK, sahibi olduğu yerin aslında şiirin,
şairin, dinleyenin buluşma yeri ve Alsancak’ta bulunan bu
yerin Atilla İlhan Kültür Kafe – Ütopya Bahçe’si
olduğunu anlatıyor. Buradaki ortamı gelip görmelisiniz
diyor, kafenin bahçesini, şair, şiir ve müzik buluşmasını
anlatıyor. Bu bilmediğim yeri öğrendiğime memnun bir
şekilde telefon görüşmesini bitirirken Murat KÖMEK
ilave ediyor; Şiir dinletileri, şair toplantıları ve
organizasyonlarında işletmemiz ev sahipliği yapmaktan
onur duyacaktır.
Alsancak’ta olduğunu sandığım Kütüphaneye
gitmeden önce Kütüphanenin kurucusu olan ve Konakta
muayenehanesi olduğunu öğrendiğim Opt.Dr. Em.Tabip
Yarbay Hanifi BAY ile görüşmek istiyorum.
Konak Katlı Otoparkının arkasında, Oğuz
TÜMBAŞ’ın bir yazısında da okuduğum gibi eski bir
binada olan Opt.Dr.Hanifi BAY’ın muayenehanesini
buluyorum. Aklımda Alsancak’ta olduğunu düşündüğüm ve
görmek istediğim Şiir Kütüphanesi var. 2008 yılı Haziran
ayında yine aynı yazıda, kitap sayısının 2500 olduğu
belirtiliyordu. Geçen bir yıl içinde kitap sayısı muhakkak
artmıştır diye düşünüyorum. Muayenehanenin katına
geldiğimde iki kapı karşılıyor beni, sol kapının üzerinde
doktor beyin adının bulunduğu levha, sağ taraftaki kapı
üzerinde ise İzmir Şiir Kütüphanesi! Müracaat ya da
kitap bağışı için bir büro olabileceğini tahmin ediyorum!
Şaşkınlığımdan sıyrıldıktan sonra açık olan muayene-
hanenin kapısından içeriye girerken, Funda Hanım
buyurun diyor. Kısaca kendimi tanıtıp doktor beyle şiir
kütüphanesi hakkında söyleşi yapmak istediğimi ve şiir
kütüphanesini daha yakından tanımak istediğimi
söylüyorum. Doktor Beyin dışarıda olduğunu ancak beni
telefonla görüştürebileceğini bildiriyor. Görüşüyoruz,
ameliyattan yeni çıktığını bugün görüşmenin mümkün
olamayacağını belirtip iki gün sonraya randevulaşıyoruz,
Mütevazı bir muayenehane, penceresi güneş
görüyor, bina eski olmasına rağmen içeride bunu pek
hissetmiyorsunuz. Bekleme salonunda otururken
karşınızdaki duvarda size gülümseyen, şiir kütüphanesi
ve Opt.Dr.Hanifi BAY hakkında çıkan gazete kupürleri
olan küçük bir pano var. Funda Hanıma kapıdaki şiir
kütüphanesi levhasını soruyorum, İzmir Şiir Kütüp-
hanesi burası diyor. Ya Alsancak’ta Murat KÖMEK’in
tarif ettiği yer… Bilinmeyen birkaç soru işareti
yanıtlarını buluyor, Şehir Kütüphanesi! Şiir ve şehir
kelimesi teknolojinin azizliğine uğramış sanırım. Evet
telefondaki aceleci sesim şiir kelimesini şehir olarak
iletmiş olmalı karşıya, Alsancak’ta Şehir Kütüphanesi
diye mırıldanıp gülümsüyorum. Muayenehanenin kütüp-
haneye çevrilen yan odasına girip biraz geziniyorum,
Muayenehaneden ve dışarıdan iki kapısı olan küçük bir
oda. Penceresi dışa kapalı içeri açık, camın arkasından
bahar tazeliğinde bir resim hayalindeki pencere burası
bak der gibi duruyor. Ortada beyaz uzun bir masa ve
dört sandalye, kitap inceleme ve okumayı kolaylaştırmak
için düzenlenmiş. İç açıcı duruyor ortam ferah ve temiz.
Raflar düzenli, kitaplar tozlanmamış, önemsendikleri,
sevildikleri çok açık. Rafların kenarlarında duran üç
koltuk rahatınız için hazır tutuluyor.
VELİ DESTEK HATTI Nevim KARAHAN
TÜM UZAKLARIN YOLU AYAĞININ UCUNDAN BAŞLAR.
Çok büyük bir yer değil, çok kitap da yok, önce
fakir bir şehir gibi göründü, kitap kokusunu çekince
içime ne çok şiir vardı, ne zengindi artık gözümde.
Hep çok sevmişimdir kitap kokusunu. Kitap sayısını hala
bilmiyorum, iki gün sonraki görüşmemizde netlik
kazanacak, ancak gördüğüm kadarı ile anlıyorum ki
sayıda çok artış olmamış.
Kütüphanenin bir rafında Ödünç Gülüşler, şiir
kitabım, ödünç olmayan gülüşü ile beni karşılıyor. İzmir
Şiir Kütüphanesi’nden beni haberdar eden Oğuz
TÜMBAŞ vasıtası ile kitabım raflardaki yerini almıştı.
Aylar önce bu kütüphanenin bu kadar güzel olabileceğini
kestirememiştim. Sonra kapı arkasında bir rafta başka
bir kitap daha, Şair Opt.Dr.Hanifi BAY’ın şiir kitabı
Arabacı Beygiri;
İstemem yem Ağzım yaralı Vurma, yeter ki gem Ben yine koşarım Adım adım ıslak yolları Uykusuz aç bilaç Kötü söyleme İşe yaramazsın deme Razıyım kaderime Yaşlandım diye Terk etme Hanifi BAY / 1967-İstanbul
Ve birkaç gün sonra ver elini İzmir Şiir Kütüphanesi…
Kütüphaneye gelenlerin çoğunluğunu şair dostlarımız
oluşturuyor diyor Opt.Dr.Hanifi BAY ve devam ediyor;
Şimdilik 40 yaş gurubu üzerinde ziyaretçimiz var,
gençlerden gelenler nadir fakat amaçlarımızdan biri
gençlere ulaşmak, onları buranın varlığından haberdar
etmek, şiiri sevdirmek. Fazla kişi bilmiyor Şiir
Kütüphanesini, biz varız diyen sesimizi duyurmak için
basında çıkan birkaç yazı yeterli gelmedi. Planlarımız için
gönüllü arkadaşlara ihtiyacımız var.
Daha önceki planlarında olan şiir dergisini
çıkaramamışlar, oysa kapağını bile hazırladım diyor
Opt.Dr.Hanifi BAY; yazık ki bazı kopmalardan dolayı
bunu gerçekleştiremedik. En çok Şairler Arşivi için
heyecanlıyım, gelecek nesle bırakabileceğimiz güzel bir
çalışma olacak bu. Hala çalışmalara devam ediyoruz. Az
çok bütün şairlerin hayat hikâyeleri şiir kitaplarında
bulunmakta, bizim amacımız hayat hikâyelerinin yanında
o şaire dair basında çıkan haberleri de derlemek,
dosyalamak ve zamanla bunları bilgisayar ortamına da
atmak, paylaşmak.
Geçen sene 2500 civarında olan kitap sayımızda
bu sene fazla artış olmadı. Şiir kitabı yanında şiirlerin
yayınlandığı dergileri de derlemeye çalışıyoruz; çünkü
bazı şiirler sadece dergilerde yayımlanıyor ve zamanla
dergilerle birlikte kayboluyor. Bu kayboluşlara
üzülüyoruz, istiyoruz ki Türkiye’de bir ilk olan İzmir
Şiir Kütüphanesi bu şiirlere de sahip çıksın, bu sebeple
kütüphanemize şiirlerin bulunduğu dergi ya da
kitapların bağışlarını bekliyoruz, diye ekliyor.
Belirli zamanlarda düzenledikleri buluşma
günlerine Şiir Atölyesi diyorlar, ekim ayında tekrar
başlayacaklarını, her hafta perşembe günleri ya da
uygun başka bir günde Şiir Atölyesine devam edecek-
lerini anlatıyor.
Aradan bir hafta geçiyor, yanımda küçük kızım
Demet ile birlikte Konak Katlı Otoparkın yanından
geçiyoruz; Bak diyorum, İzmir Şiir Kütüphanesi şu
ileride görünen binada. Birden gözleri büyüyor, hadi
kütüphaneye gidelim… zamanımız kısıtlı, yetişmemiz
gereken yere doğru gitmek zorundayız. Başka bir
zamana ertelenen bu ziyaret isteği umudumu daha çok
yeşertiyor… Yürüyüp gidiyoruz.
Kitap ya da dergi göndermek isterseniz ya da İzmir Şiir
Kütüphanesini ziyaret etmek isterseniz;
Adres: Çok Katlı Otopark Arkası Özel Hayat Hast. Bitişiği Konak Eczanesi Üstü 3. Kat Konak – İZMİR e-mail: [email protected]
VELİ DESTEK HATTI Nevin KARAHAN
ARADIĞINI BİLMEYEN BULDUĞUNU ANLAYAMAZ. C. BERNARD
PALMİYE GÖLGESİNDE HAYATA DÜŞÜLEN NOTLAR Barış AZAR
HAYATA SORULAN SORULAR
Hangi yapıştırıcıyla yapıştırsam Kalbimin kırıklarını? Hangi duvar ustasına tamamlatsam Yarım kalanlarımı? Hangi yıldız kümesiyle süslesem Senle olan anılarımı? Hangi battaniyeyle sarıp saklasam Büyük acılarımı? Hangi sargı beziyle kapatsam Derin yaralarımı? Bilemiyorum nasıl anlatsam sana olan ihtiyacımı?
KANDIRDINIZ BENİ
Suçlusun anne!
Suçlusun adile teyze!
Suçlusun masalcı nine!
Siz bana anlatmadınız gerçek hayatı.
Anlatmadınız acıyı, ayrılığı, aşkı.
Sonu hep mutluydu masallarınızın
Kandırdınız beni
Hani nerede pamuk prenses?
Nerede Heidi?
HİÇBİR ŞEY İYİ YA DA KÖTÜ DEĞİLDİR. BU SENİN NASIL DÜŞÜNDÜĞÜNE BAĞLIDIR.
PİLAV ÜSTÜ yazılar
*Şu anda 70 milyon
bizi okuyor…
*Sessiz dergi pşşt,
çıt yok…
*Balçova Anadolu
Lisesi’nden,
Oxford’u kazanma
ihtimali kadar çok
seviyorum seni…
*Kerevizi
sevebildiğim kadar,
sana olan aşkım…
*Zenginler ne
yer?
-Et.
*Peki fakirler
ne yer?
-Hayalet.
Ulaşım
pilavustu.blogspot.com
facebook.com/mcevheroglu
balal.sozlukspot.com
Pilav Üstü
Mert Cevheroğlu
Eskiz Defterimden
Bu millet
kılı kıpırdamadan dava uğruna
canını vermeye razı olmasaydı
ben hiçbir şey yapamazdım.
Hiçbir zafer amaç değildir.
Zafer, ancak kendisinden daha
büyük bir amacı elde etmek için
belli başlı bir vasıtadır.
Hiçbir şeye ihtiyacımız yok,
yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır:
çalışkan olmak!
Çalışmak demek,
boşuna yorulmak, terlemek değildir.
Zamanın gereklerine göre bilim ve
teknik ve her türlü uygar
buluşlardan azami derecede istifade
etmek zorunludur.
Biz kimsenin düşmanı değiliz.
Yalnız insanlığın düşmanı
olanların düşmanıyız.
Adalet gücü bağımsız olmayan
bir milletin, devlet halinde varlığı
kabul olunamaz.
HÜRRĠYET VE BAĞIMSIZLIK BENĠM KARAKTERĠMDĠR.
AZMİN ZAFERİ VE BİR ULUSUN DOĞUŞU
7 yaşındayken babasını kaybetti ve yetim kaldı. Yalnız ve içine kapanık biri olarak yaşamaya, oradan oraya sürüklenmeye başladı.
8 yasında okuldan alındı ve köyde yaşadı. Zamanını tarlalarda kargaları kovalamakla geçirdi. 10 yaşında yüzü kanlar içinde kalacak şekilde yeni okulundaki hocasından dayak yedi. Ailesi onu
okuldan aldı. Sinirden ve korkudan üç gün evinden çıkmadı. 17 yasında hayalindeki okulun istediği bölümü için gerekli not ortalamasını tutturamadı. 24 yaşında tutuklandı, günlerce sorguya çekildi ve 2 ay tek basına bir hücrede hapis yattı. 25 yaşında sürgüne gönderildi. 27 yaşında kendisinden bir yaş büyük meslektaşı kendisinin de üyesi bulunduğu derneğin çalışmaları
ile kahraman ilan edilirken, kendisi hiç önemsenmiyordu. Doğduğu şehrin merkezinden rakibi törenle karşılanırken kalabalık arasından yalnız başına olanları izliyordu.
30 yaşında kendisi başka şehirleri düşman elinden kurtarmaya çalışırken, doğduğu şehir düşmanların eline geçti.
30 yaşında amiri, onu kendisinden uzaklaştırmak için başka göreve atanmasını sağladı. o kalabalık arasından yalnız başına olanları izliyordu. 37 yaşında böbrek hastalığından Viyana da 2 ay hasta ve yalnız yattı. 37 yaşında komutan olarak yeni atandığı ordu dağıtıldı. 38 yaşında savunma bakanı tarafından görevinden alındı. 38 yaşında bir toplantıda giyebileceği tek bir sivil elbisesi yoktu ve bir başkasından bir redingot ödünç
aldı. Ayrıca cebinde sadece 80 lirası vardı. 8 yaşında kendisi için tutuklama kararı çıkartıldı. 38 yaşında en yakın beş arkadaşından üçü, onun kongre temsil heyetine üye olmaması için oy kullandı. 39 yaşında idam cezasına çarptırıldı.
SONRA NE Mİ OLDU? 42 yaşında TÜRKİYE CUMHÜRİYETİ CUMHURBAŞKANI oldu.
Kim mi? MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Ona para yok! dediler Bulunur dedi. Düşman çok dediler Yenilir! dedi. Silah yok! dediler halledilir dedi. Ve sonunda tüm dedikleri oldu.
Hayatta bazen aksilikler üst üste gelebiliyor inanarak, sabırla, çalışarak ,bunları aşmak bizim elimizde yeter ki gerçekten isteyelim.
ATAM İZİNDEYİZ…
. . .
Boşluktayım yine
Dibi görünmez karanlık kuyularda
Kaybolan ışığım.
Benim için hiç açmadı çiçekler.
Bir dolu tanesi düşüp
Deldi hep yapraklarını.
Kalbim de bir yaprak şimdi
Kırılganmış, bilmezdim.
Yanılmışım…
Bilmeden kendimizi bitirmişiz.
Deniz Ecem Karataşer
Sessizce yol alıyorum sonsuzlukta...
Artık gücüm kalmadı
Ve sonuma doğru yaklaştıkça
Ayak seslerimden başka bir şey yoktu yanımda...
Kalbimi ruhumun derinliklerine gömerken
Kaybettim her şeyimi
Şimdi
Yalnızlıkla koyun koyuna devam ederken yola
Korkuyorum!
Sonum olmasa da... Afra Gasgar
DÜNYAYLA KAVGANIZDA “DÜNYA”YI DESTEKLEYİN. F KAFKA
F.Kafka
BAKIŞLAR
Saç, düşüncelerin maskesidir aslında
Kötülükleri gizler
Et, kemiklerin maskesidir aslında
Kemikleri hayattan mahrum eder
Vücut, ruhun maskesidir aslında
Ruhu engeller sadece
Hiçbiri gerçeği göstermez
Gözler ise ruhun aynasıdır aslında
Mahkumluğu yaşatır bakışlarda
Baran TAYLAN
ŞİİRLERİMİZ
GÖKKUŞAĞI İSTİYORSAN YAĞMURA DA KATLANMAK ZORUNDASIN.
ADIM ADIM YAKLAŞIYORUM SENSİZLİĞE Bakışlarında saklanmış hüzünlerimi de alıp yanıma Gidiyorum senden, bizden çok uzaklara Damla damla besliyorum anılarımı gözyaşlarımla Derin derin çekiyorum ayrılığın acısını içime Yudum yudum tadıyorum çaresizliğini sevginin Yavaş yavaş çöküyor üstüme gece Adım adım yaklaşıyorum sensizliğe
Gülümseyişinde boy vermiş sevgimi de alıp yanıma Gidiyorum senden, bizden çok uzaklara Damla damla besliyorum acılarımı gözyaşlarımla Derin derin çekiyorum kokunu son kez içime Yudum yudum tadıyorum özlemini Yavaş yavaş çöküyor üstüme gece Adım adım yaklaşıyorum sensizliğe Mercan İpek Öngün
YAĞMUR ÇOK YAĞDI BUGÜN
Yağmur çok yağdı bugün;
Acı çeken gönlüm gibi.
Bir sen bilirdin derdimi,
Birde eski sevgili..
Ama inandım hep,
Yağmurdan sonra güneş çıkacak diye.
Bekledim, gözlerine bakarak bekledim.
Güneş çıktı ellerimdeydi,
Gözlerin gözlerimde, kalbin artık benimleydi..
Umrum da değildi artık ne yağmur ne güneş,
Ne de eski sevgili...
Ekrem Mert
CEVHEROĞLU
ASKIDA YAŞAMAK
Gelmeyişini içtim birkaç gündür Tadı buruk, tadı garip, tadı keskin Yenik bir sessizlik bu Biliyorum, evet biliyorum Kan kırmızı, kirli gülüşler var ardımda Yetişemediğim bir şeyler var etrafımda Ben üç gün evveli yaşıyorum Seni bir gece yarısı kaybettim Bir düş arası arıyorum Döküldüm, saçıldım sahil kaldırımlarında Gelmedin Hep böyle miydi yaşamak O eksik bir çarşamba, ben zavallı salı Yanlış kapıları üzerime kapatıyorum Bütün trenleri kaçırdım Nedense artık ölmek istemiyorum Şirin MUTLU
ŞİİRLERİMİZ
ÖFKELİ BİR KAFAYI, EN ÇABUK YATIŞTIRAN ŞEY GÜZELLİKTİR.
. . .
Baba dediğini duydum bir çocuğun Çaresiz titrek bir sesle baba... Bir bebeği gördüm çırılçıplak ve kanlar içinde Kan kırmızısıyla uyumluydu gözünün beyazı Sustum
Bir asker gördüm,bir katili Üniformanın ardındaki dehşeti Bir kadını gördüm gözyaşları durmayan Birilerini gördüm ben acıması olmayan Sustum
Kendimden korktum,ağladım
Kendimi gördüm Üzerime kan bulaşmıştı Göğsümde bir acı
Havada kan kokusu Gözlerimi kapadım Yanağımdaki sıcaklığı hissettim Sustum…
… Sen karşımda dururken Bosna küçülüp içime dolardı Saçların ta Mısır'a koşardı... Aşkı Rose Maria'dan,entrikayı Dallas'tan öğrenmişken Sanıyor musun kolay olur bunca yaranın iyileşmesi Sen yatağında kaparken gözlerini Ben... Ben intiharın başka yolunun seçtim Aşk dedim... Tahri de bildim Zühre'yi de... Ben aşkın en alasını yasayıp öldüm diyeceğim
Hani seni en çok ben tanıyorum ya Yalansın bana bile Bilemedim senden giderken yüreğimi Meksika açıklarında öldüreceğimi Öldüm... Ferhat'ı da bildim Şirin'i de Leyla'da oldum Mecnun'da Seni de sevdim senin olan beni de Seni yüreğime gömdüm Ben de öldüm yüreğimde seninle...
… Renkleri sever gibi sevdim seni... Tüm tonlarıyla,açığıyla,koyusuyla... Bazen gökyüzü kadar mavi bazen gece kadar siyah... Resim yapar gibi sevdim seni. Küçük kuru boyalarımla mutluluğu çizdim kağıda. En ağlamaklı zamanlarımda sulu boyayla bir gece çizdim... Ve kendimi... Bir güneş çizdim ve kuşları. Kırlangıçlara senin adını verdim gökyüzüne benim adımı... Özgürce dolaş içimde istedim özgürce havalan. Nereye uçarsan uç benim ol istedim. Sen maviliğimde süzülürken Güneş doğsun ve bir serçe hiç bilmediği bir pencereye konsun istedim. Doğanın yeşili, Güneş’in sarısı ve maviliğim içinde sen güzelliğinle yaşa istedim. Sen ve ben bir bütün... Sen ve ben biz olalım istedim...
ŞİİRLERİMİZ Recep Burak ŞAHİNER
TEK KİŞİLİK MİYDİ Kİ BU ŞEHİR? SEN GİDİNCE, BOMBOŞ KALDI... (Ö.ASAF)
BİR ŞEHRİM VARDI
Bir şehir vardı,uzun ve martı sesleriyle şenlenen
Bir sahil vardı evimin önünden geçen
Ayrılmak istemiyordum ne oradan ne evimin önünden
Bir şehrim vardı uzun ve martı sesleriyle şenlenen
Bir gün bir saatte bir yerde bir anda her düşündüğümde
Her düşündüğümde her düşüncemde hep o şehrimin sahili aklımda
Hiç çıkmıyor, çıkaramıyorum o şehri içimden
Bir şehrim vardı uzun ve martı sesleriyle şenlenen
Sahil kenarında uçan martıları,yüzen balıkları,coşkulu insanları görünce
İçim acıyor, onları bir daha göremeyeceğim diye
Yine aklımdan geçiriyorum o şehrin sahilini içimden
Bir şehrim vardı uzun ve martı sesleriyle şenlenen
Düşünüyorum o Girit mahallesini güzel çiçek kokularını
Kendimi tutamıyorum, sarhoş oluyorum, bir anda güzelleşiyorum
Yine aklımdan geçiriyorum o şehrin sahilini içimden
Bir şehrim vardı uzun ve martı sesleriyle şenlenen
Ayrılık vakti gelmişti, korkuyordum, huysuzlaşıyordum
Son bir kez bakayım dedim o güzel şehrimin sahilinden
İzin vermediler, bağırdım oraya bakmak içini içimden
Şimdi başka bir yerdeyim alışamıyorum bu yere ben
Bir şehrim vardı uzun ve martı sesleriyle şenlenen
Buğra ÇATALYÜREK
ŞİİRLERİMİZ
EĞER KIŞ, "BAHARI YÜREĞİMDE SAKLIYORUM" DESEYDİ, ONA KİM İNANIRDI?
Hayat bir sınavsa eğer hiç
uğraşma, adını yaz ve çık.
Belki sınıfta kalırsın; ama
adının altında bembeyaz
bir sayfa bırakırsın.
[Aziz Nesin].
Bil ki, İnsanın değerini varlığı değil
yokluğu gösterir. Unutma, 'Yokluğu
bir şey değiştirmeyenin, varlığı
gereksizdir'. [Dostoyevski].
Ne garip değil mi ?
Sevdiğimizinsanın her yalanında
bir doğru,Sevmediğimiz insanın
her doğrusunda bir yalan ararız..
[Dostoyevski].
Hayata yeniden başlasaydım,
saniyelerin nabzını tutardım.
[Dostoyevski]
Kabuğunu koparmadan ne bir elmayı
soyabildim, ne de iyileştirebildim
biryaramı, ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna, bendim
çünkü bıçağı saplayan onun yurduna.!
[Sunay Akın].
Anne karnına sığarken dünyaya neden
sığmadığını ve en sonunda bir
metrekarelik yere sığmak zorunda
kalacağını fark etmeli insan.
[Can Yücel
Gözleri sürekli gözlerindeyse sana
merakındandır; ama gözlerini
senden kaçırıyorsa, o gözlerde
sana ait bir şeyler vardır .
[Dostoyevski
Gözyaşları kurur.
Dostoyevski
NEDEN'İ OLAN, NASIL'A KATLANIR. Nietzsche
Gecenin, karanlık olduğuna hiçbir
zaman inanmadım. Ayrı bir huzur veriyor
bana ve benim gibilere. Hoş, bizim mahalle-
nin esnafı benden başkasına “Deli” demiyor.
Sanırım gece, sadece bana aydınlık, hisset-
tirdikleriyle. Kedinin köpeği, kuzunun kurdu
tamamladığı gibi deniz de geceyi
tamamlıyor. Öyle ya ben ona aşığım.
Geceleri
denizin ucunu
göremezsiniz. Sonu
yoktur. Ay,
aydınlatırken
geceden geriye
kalan kalıntıları,
deniz daha bir
başkadır.
Yine böyle
bir gün, ben denizi
ve geceyi
düşünürken,
kararan havayla
birlikte, kulakları
dolduran kepenk seslerini mırıldanıyor
esnaflar. Ben ise kısalmış pantolonuma,
tabanımdan ayrılmakta olan ayakkabıma ve
cebimde(sadece somut şeyleri alabilecek)
bir meteliğe sahip olmanın umarsızlığı ile
ilerliyorum eskimiş yolda.
Kasap Mehmet ile yandaki yeni
yetme terzi , hakkımda konuşmaya başlıyor,
biliyorum…
-Yahu bu adam neden hep böyle? Gidecek
ailesi, kalacak evi yok mu, diyor yeni yetme
terzi.
Kasap Mehmet alışkanlıktan ileri
gelen bir kahkaha atıveriyor
-İlahi sen de! O bizim mahallemizin delisi.
Tanıştırayım! Bahriyeli Ali!
İki dudağının arasından yere düşen
kelimeler, eskisi gibi canımı acıtmak yerine
hoşuma gidiyor artık.
Uzun zaman önce unuttum üzülmeyi.
Hafızamdan ne kadar çok kelime silinirse
yerine yenileri yerleşiveriyor hemen. Ben
üzülmeyi unuttuğumda sevinmeyi öğrenmiş-
ken, o diğer tüm
insanlar gibi olan
sadece deri ve
kemikten
oluşmuş insanlar
delirdiğimi
söylediler. Evet…
Evet ben
farklıyım. Her
gün dünü unutup
bugüne masmavi
bir sayfa açıyor
gönlüm.
Ne kara
bulutlar var
benim gökyüzümde, ne de fırtınalar eser
kalemimde. Sevmeye, sevilmeye, gülmeye
yer var gemimde!
Akıllı olan kalsın kendi evinde. Ben
açılıyorken herkesi kucaklayan açık
denizlere, deli olarak adlandırılan tüm
arkadaşlarım gelsin benimle!
Rotamız gece de… Zaten ancak bu
yakışır benim gibi bir deliye! Üzülmeyi
unutup sevinmeyi öğrenen tüm delilere!
AYŞEN ERÇELİK 9/D
ÖYKÜ Unutmayı Öğrenenler; Deliler
KİŞİNİN HAYATI, DÜŞÜNÜN RENGİNE BOYANMIŞTIR. MARCUSAURELİUS
Sabah kalktım hiç
okula gidesim yoktu.
Zaten şifayı
kapmıştım. Okula
gitmemek işime
gelmişti. Karnım
acıkmıştı. Geçtim
mutfağa. Hiç de
anlamazdım şu yemek işinden. Annemi de
uyandırmaya kıyamadım. Başımın çaresine
bakacaktım artık. Tencereler bana ben
tencerelere bakıyordum. Aramızda sadece benim
ve tencerenin anlayabileceği bir elektrik olmuştu.
İçimden bir ses ne bulursan koy diyordu. Açtım
buzdolabın, çıkan soğuk havayla ürpermiştim.
Aldırmadım, baktım neler var diye. Kahvaltılık ıvır
zıvırlar… Ama bugünü monoton geçirmek
istemiyordum; onun için normal kahvaltı
yapmayacaktım. Onları eledim. Sebzeliği açtım.
Ne ararsanız vardı, tabi domates dışında. Malum
kilosu 10 TL olmuştu. Kereviz, bakla, pırasa,
ıspanak hep de sevmediklerim toplanmışlar. Hepsi
bana masum masum bakıyordu. Dayanamadım
bu bakışlarına çıkardım hepsini. Güzelce yıkadım,
ince ince doğradım. Boşaltı-verdim tencereye
hepsini.Tabi sadece bunlar olmazdı. Tekrar geçtim
bizim beyaz külüstürün başına. Biraz salça
koymak lazımdı,
biraz da tereyağı;
ama yağ önce
konmaz mıydı?
Beyse zaten hiçbir
şeyi kuralına göre
yapmamıştım. Bu
benim yemeğimdi.
Salça ve tereyağını
da ekledim. Orda beyaz beyaz minik yumurtalar
gözüme çarptı. Ne kadar da sevimlilerdi.3-5 tane
de yumurta kırdım. Biraz su, biraz da tuz attım.
Nedense kötü kokular geliyordu. Aldırmadım,
karıştırmaya devam ettim. Bu işe baş koymuştum
ölmek var dönmek yoktu. Güzel bir tabağa
boşalttım. Büyük bir tepsiye mükemmel
yemeğimi(!) büyük bir bardak suyu ve çatalı
koymuştum. Masanın başına geçtim önemli an
gelmişti. Bu mükemmel yemeği(!)yemeden önce
gözüm, artık ortak bir geçmişimiz olan tencereme
takıldı. Tencereyi yakmıştım ama o beni
affetmişti. O da gözlerini kaçıramadı. Uzun uzun
bakıştık. Önüme döndüm. Çatalımı elime aldım.
Önce bir yudum su içtim. Sonra çatalımla
yemeğimi karıştırdım ve bir parça aldım. Yavaş
yavaş ağzıma
götürüyordum. O
muhteşem buluşmaya
saniyeler kalmıştı. Ve
sonunda buluştuk.
Çiğnemeye başladım.
Önce tuzlu salça tadı
ardından da yanmış
sebze tadı geldi. Zar zor lokmamı yuttum. Koca
bardak suyu bir dikişte bitirdim. O kadar
uğraşmıştım, bütün emeklerim boşa gitmişti. Yine
bizim meşhur kahvaltıya kalmıştım. Üzgün üzgün
otururken kardeşimin sesini duydum. Hemen
annemi çağırmıştı.
Küçük yumurcak
beni hemen
satmıştı. Annem
söylene söylene
ortalığı toparladı..
Çok üzgündüm
karar vermiştim
bir daha yemek yapmayacaktım. Bana göre
değilmiş bu iş. Bir daha tencerelere uyup böyle
çocukça maceralara atılmayacağım.
ÖYLESİNE BİR GÜN ECEM AKÇALI
BİR YERDE KÜÇÜK İNSANLARIN BÜYÜK GÖLGESİ OLUYORSA, ORADA GÜNEŞ BATIYOR DEMEKTİR.
Geçenlerde bir kitap okumuĢtum. Ye Dua Et Sev”. Bir kadının hayatında yaptığı değiĢiklikleri anlatıyordu. Bir kadının hayatında yaptığı baĢlangıç.
Ġnsanlar doğar, büyür ve ölür. Doğumlarını baĢlangıç ölümlerini ise bitiĢleri olarak alırlar. Peki gerçekten öyle mi? Hayatta sadece tek bir baĢlangıç mı yapılabilir? Hayır. Kitaptaki kadını ele alalım mesela -artık biz ona adıyla seslenelim: Elizabeth-hayattaki değerini anlamak için bir yıllık bir seyahate çıkar. Evine döndüğündeyse aradığını bulmuĢtur: Her zaman bir baĢlangıcın olduğu...
Elizabeth'in baĢardığını neden biz de baĢaramayalım. Sadece korkmaktan vazgeçelim, kendimizi yönlendiren insanlardan kurtulalım yani zincirlerimizi kıralım ve hayatımız için yeni bir adım atalım. Bir baĢlangıçla yeni bir biz olalım. Çoğu insana alıĢtıkları hayatı değiĢtirmek saçma, baĢlangıçlar önemsiz gelir. Belki de korkarlar.
Aslında tam da böyle insanlar için gereklidir baĢlangıçlar. Çünkü baĢlangıçlar yeni umutları ve heyecanları getirir beraberinde. Fakat istemek gerekir ve yürek ister. Cesur insanların iĢidir baĢlangıçlar. BaĢlangıçlar korkutucu olsa da yeni bir hayat ve beraberinde getirdiği heyecanlara değer. Çünkü hayat yeni
heyecanlarsız devam edemez... ILGAZ UZUNEL ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Kadının Adı Yok” ilk defa 1987’de yayımlanmıĢ ve bir yıl içinde 40 baskı yapmıĢ. Aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi’nden 7000 öğrencinin katıldığı “baĢarılı kitap” seçiminde en fazla oyu alarak yılın kitabı seçilmiĢ. Ne var ki 1988’in Nisan ayında kitabın küçüklere zararlı olduğu iddia edildi ve poĢette satılmasına karar verilmiĢ. Ancak yazar tarafından açılan dava sonucu kitap aklanmıĢ. Üstelik birçok dile çevrilmiĢ. ġimdilerde kadın-erkek eĢitliğinden, bekâretten, toplum baskısından ya da törelerden bahsedildiğine sık sık tanık oluyoruz. Ekranlarda, gazetelerde, hatta evlerimizde, kendi içimizde sıklıkla düĢündüğümüz ya da tartıĢtığımız konular bunlar. Bunlar üzerinde kalıplaĢmıĢ birçok söylem var. ĠĢte “Kadının Adı Yok” bahsettiğim söylemleri de teĢhir eden bir kitap. Duygu Asena bir kadının yaĢadıklarını, daha doğrusu herkesin üç aĢağı beĢ yukarı tanık olabileceği ortak bir macerayı bir kadının ağzından anlatıyor. Bu kadın
küçücük bir kızın doğal meraklarından; aĢklar, acılar ve hırslarla dolu bir hayata kadar kendi ayakları üzerinde durabilmek, özgür olabilmek ve kendisi için var olabilmeyi hedefliyor. Karakter bütün bunlar için çabalıyor olabilir ancak yine de karakterde rahatsız edici bir nokta var: Roman kiĢisi çok önyargılı, özellikle de erkeklere karĢı. Yazar, çoğumuzun değil yazmaya, söylemeye bile cesaret edemeyeceği olaylara ve durumlara kitabında yer vermiĢ. Eğer siz de sıradan aĢk romanlarından sıkıldıysanız bu kitabı keyifle okuyabileceğinizi söyleyebilirim. GÖZDE ÇETĠNÖZ
Yıllar önce “Latife”sini bir solukta okumuĢtum Ġpek ÇalıĢlar’ın. Atatürk’ün kısa bir süre eĢi olmuĢ, kimilerinin kızarak, kimilerinin acıyarak baktığı Latife Hanım’a nasıl da tarafsız bakabilmiĢti! Kitabının en çekici yanlarından biri de söylediklerinin yanında, söylemediği halde satır aralarından seslenen iletilerdi. ĠĢte Halide Edip’i Ġpek ÇalıĢlar’ın kaleminden okuyabileceğim kitabı elime aldığımda yine bir solukta okuyabileceğim bir kitapla baĢ baĢa olduğumu biliyordum. Kitabın tuğla kalınlığında olması gözümü korkutmak Ģöyle dursun, beni memnun etmiĢti; çünkü Latife’yi bitirdiğimde “KeĢke daha anlatsaydı!” duygusunu böylece bu kitapta yaĢamayacağımı düĢünüyordum. Ancak olmadı. Ġpek ÇalıĢlar’ın da dediği gibi “biyografisine sığmayan bir kadın” Halide Edip.Kitabı okudukça insanın ona duyduğu hayranlık daha da artıyor. Sadece Halide Edip’i tanımak için değil, bir dönemi tanıkların gözünden
öğrenmek için de muhteĢem bir kaynak bu kitap.
OKUDUKÇA OKUDUKÇA OKUDUKÇA
TANRIM, BANA KİTAP DOLU BİR EVLE ÇİÇEK DOLU BİR BAHÇE VER. KONFÜÇYÜS
Bir soruşturma dosyası açtık ve öğretmenlerimize sorduk: Bugüne
dek okuduğunuz kitaplardan sizde iz bırakanlar hangileridir? İşte bize
verilen yanıtlardan ortaya çıkan listeler…
KADİR ŞEVİK
SPĠNOZA’NIN TAO’SU-Morris Fransez ĠNCE MEHMED-YaĢar Kemal NĠETZSCHE AĞLADIĞINDA-Irvin D. Yalom SAVAġ VE BARIġ-Tolstoy VERONĠKA ÖLMEK ĠSTĠYOR-Paulo Coelho CEVDET BEY VE OĞULLARI-Orhan Pamuk SUÇ VE CEZA-Dostoyevski KARAMAZOV KARDEġLER-Dostoyevski
SİBEL ESİN ÖZTÜRK
LEYLA’NIN EVĠ-Zülfü Livaneli ĠSTANBUL HATIRASI-Ahmet Ümit AĞRI DAĞI EFSANESĠ-YaĢar Kemal PARFÜMÜN DANSI-Tom Robbins BOYALI KUġ-Jerzy Kosinski GAZAP ÜZÜMLERĠ-John Steinbeck
LÜTFİYE ACAR
ĠÇĠMĠZDEKĠ ÇOCUK-Erdal Atabek KĠMYA HATUN -Saide Kudüs
NURSEN ÇITIR
ORTADĠREK – YaĢar Kemal PUSLU KITALAR ATLASI-Ġhsan Oktay Anar PARANIN CĠNLERĠ-Murathan Mungan SEVDA SÖZLERĠ- Cemal Süreya KÜÇÜK PRENS- Saint-Exupery BABA VE PĠÇ- Elif ġafak BABALAR VE OĞULLAR- Turgenyev YEDĠ KAPILI KIRK ODA- Murathan Mungan
ORHAN ÖZDEMİR GERALERLE BAMBAġKA-Ali Fuat BaĢgil TEK ADAM-ġevket Süreyya Aydemir MESNEVĠ-Mevlana C. Rumi ÇĠLE-Necip Fazıl Kısakürek ZEYTĠN DAĞI-F. Rıfkı Atay BYE BYE TÜRKÇE-Prf. Oktay Sinanoğlu OSMANCIK-Tarık Buğra ġU ÇILGIN TÜRKLER-Turgut Özakman ATATÜRK-Lord Kınross
OKUDUKÇA OKUDUKÇA OKUDUKÇA
İKİ ŞEYİN SONSUZ OLDUĞUNU BİLİYORUM; EVREN VE APTALLIK. ASLINDA İLKİ KONUSUNDA ÇOK DA EMİN
DEĞİLİM. ALBERT EĠNSTEĠN
DİĞER ÖĞRETMENLERİMİZİN LİSTELERİNİ SONRAKİ
SAYILARIMIZDA YAYIMLAYACAĞIZ.
Dergi hazırlığı sırasında arkadaĢlarımızın da nabzını tutalım, sessiz kitlelerin sesi olalım
diyerek yola çıktık ve arkadaĢlarımıza sorduk: OKULUMUZDA NELER OLSUN?
Ġnsanın isteklerinin sınırı yok, olmamalı da; yoksa bulunulandan bir adım öteye
geçilemezdi. Hazır bu dergiyi yöneticilerimiz de okuyacaklar ya isteyelim isteyebildiğimizce…
Okulda kırtasiye
malzemeleri satılsın Dersler
40 dakika olsun
Bahçeye hamaklar
kurulsun
Sınıflarda
yastık olsun
Sınavlar olmasın
Yüzme havuzu
Öğrencilerin
kullanabileceği
internet
Arka bahçeye kale
direkleri olsun Ankesörlü
telefon
Tuvalette
boy aynası
asansör ve
yürüyen merdiven
Kantin okulun
içinde olsun
Okul
baĢka
renge
boyansın
KENDĠNĠZE GÜLEBĠLDĠĞĠNĠZ ĠLK GÜN BÜYÜMEYE BAġLARSINIZ.
Ethel Barrymore
Yüzme havuzu
istemiĢtik
Yüzemedik -ama olsun -
havuzumuz oldu
----DEMEK KĠ NEYMĠĠĠĠĠĠġ ? ---- ĠSTEMEK ÖNEMLĠYMĠĠĠĠĠĠĠĠġ.
AYRICA…
YÜZEMESEK DE KAĞITTAN GEMĠLERĠMĠZĠ YÜZDÜRDÜK
Hayallerimizi bindirdik
bu gemilere…
Ama hain bir el…
Ah Metin abi ah!!!
Niye boĢalttın havuzumuzu?
GÜZEL OLAN SEVGĠLĠ DEĞĠL, SEVGĠLĠ OLAN GÜZELDĠR. Tolstoy
Dört adet sıfır ile matematik
iĢlemlerini kullanarak 24’ü elde
edin.(Bütün matematik iĢlemleri
kullanılabilir.)
BU CÜMLEDE. . .HARF VAR.
AKLA ZARAR Efecan Tufan
Eskimo evleri iglooların içi
neden sıcaktır?
Her iki gözümüzün de görme
kabiliyeti oldu halde neden
cisimleri tek olarak görürüz?
HAYAT BĠR OYUNA BENZER. ÖNEMLĠ YANI ESERĠN UZUN OLMASI DEĞĠL ĠYĠ OLMASIDIR.
SENECA
Gönye yardımıyla bir dairenin
merkezi nasıl bulunur?(gönye ve
çemberde hiç bir sayı ve işaret yok)
BU CÜMLEDE. . .HARF VAR.
Noktalı yere yazı ile bir sayı
yazın ve cümle doğru olsun.
10 ile 5’in toplamı ne zaman 3
eder?
DÜNYANIN EN ÇOK SÖYLENEN
ġARKISI HANGĠSĠDĠR?
Bu Ģarkı ‘’Happy birthday to you ‘’dur.
ġarkının asıl kaynağı Amerikalı iki kız
kardeĢe aittir. Orijinal adı ‘’Good
Morning to All’’ yani hepinize
günaydındır. Daha sonra güftesi
değiĢtirilerek bütün dünyaya
yayılmıĢtır. Fakat telif hakkı kardeĢlere
aittir.
BĠR HAFTA NĠÇĠN 7 GÜNDÜR?
Babilliler 7 günlük haftayı zaman
birimi olarak kullanıyorlardı. Ġlk
çağlarda bilinen beĢ gezegen ile güneĢ
ve ayın sayısının 7 oluĢu bu sayıyı
gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha
sonra dinlerde göğün 7 katlı oluĢu ve
doğadaki ana renk sayısının 7 oluĢu,
müzik notalarını 7 oluĢu sayının
önemini daha çok belirtti. Daha sonra
Fransa takvim yapısını değiĢtirerek
hafta satısını 10 yaptı ama kabul
görmedi. Rusya 5 günlük hafta
uygulamasına geçti, o da tutmadı.
Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.
NEDEN EVLĠLĠK YÜZÜĞÜ YÜZÜK
PARMAĞINA TAKILIR?
Evlilik yüzüğünü ilk defa eski mısır
prensesi neferteti takmıĢtır. O
yıllardaki tıbbın ne kadar ilerde olduğu
ayrı bir tartıĢma konusudur ama
yüzyıllar sonra anlaĢılmıĢtır ki direk
kalbe giden tek damar evlilik
yüzüğünü taktığımız parmaktır.
NEDEN BĠRĠ HAPġIRINCA ''ÇOK
YAġA'' DERĠZ?
Milattan önce dördüncü yüzyılda Aristo ve
tıbbın babası sayılan Hipokrat'ın öğretileriyle
insanlar, hapşırmanın başın yabancı
maddelere karşı bir savunma refleksi
olduğunu öğrendiler. Hapşırma bir
hastalığın başlangıcı olduğundan hastalığın
kötü bitmemesi için hapşırana 'uzun yaşa',
'sağlıklı yaşa' gibi sözlerin söylenmesi adeti
bu zamanlarda başladı. Yaklaşık yüz yıl sonra
Romalılar hapşırmanın iyi bir şey olduğuna,
insanı hastalıktan koruduğuna, hapşırığı
tutmanın hastalığın kuluçkaya yatmasına
belki de ilerde ölüme sebep olabileceğine
inandılar. Artık hapşıranlara 'tebrikler' veya
'iyi şanslar' deniliyordu.
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ? Efecan Tufan
KAYBEDĠLMĠġ GÜNLERĠN EN KÖTÜSÜ, BĠR DEFACIK OLSUN, GÜLMEDEN GEÇĠLENĠDĠR.
Kız Elifcan,yüzüğünü koy da soğusun çabucak.
Aaaa, al şu yüzüğünü yeter artık bu kadar
soğuduğu. Hadi bakalım, bak hayatın ellerimde
görcem şimdi her şeyi.
Şuraya baksana kızım, iki kafa baş başa vermiş seni
çekiştiriyolar. Bak yılanı görüyo musun köpek kafası
bak seni çekiştiriyolar dikkat et etrafına.
Vala bak, 3 vakte iyi bi haber gelcek, güvercini
görünüyon.Kızım inanmıyo musun bak kendin
kanadı görmüyon mu?
Bak sıkıntıların hepsi bi yere toplanmış.Hep biriktirmişsin ama
bak önün ferah .atçan inşallah sıkıntılarını.Bak göz var dur
parmağımla ezeyim orayı gözü çıksın.
Kısa kısa yolların var, gitmek istemişsin ama önünü kapamış-
lar.Zor, zor gidemiceksin şansına küs. Valizi boşa topladın
--Bak at çıkmış, ee at murat demek, bak kısmetin de var.
Hadi hayırlısı! --
Elifcan :gelin ata binmiş ya nasip!hav ha ha haa
Kızım nasıl bir faldır böyle kaplumbağa var evde
hazır.Sen kovaları dizmeye başla artık
NEYSE HALİM . . . Rojda ÖZCAN
RÜYALARI GERÇEKLEŞTİRMENİN EN İYİ YOLU UYANMAKTIR.
Bak iyi hoş ta görümcenle ya da kaynananla
sorunun olcak
--Bak sağ elini bastır şuraya da nişan haberin tez vakitte olsun.
--Elifcan:Tabi kızım şüphen mi var ama yine de batırıyım ben.
-- Hadi bakıyım bi dilek tut.
-- Elifcan:ayyyyyy! Aman tutçam dur bi Dakka dur !
-- Bak 2 tane dilemişin 2si birleşti bi yerde olcak ama
merak etme
-- Elifcan:tez vakitte inşallah
--Bak burada da küçük balıkların var yani kısmet
öyle ya da böyle çıkacak bi yerden Elifcan.
--Elifcan: Amiiin amiiin:
--Rojda: Vala başka da bişi yok, benden bu kadar.
ÇIKSIN FALIM ! Rojda ÖZCAN
BUGÜNÜ YAŞIYORSAM EĞER, GELECEK GÜZEL GÜNLERE İNANDIĞIM İÇİNDİR
SESSİZ ÇİZGİLER
Balçova Anadolu Lisesi’nin ilk mezunları için okulumuzda “yemekhane” açılması yılan hikayesine dönmüş bir
konuydu. O yıllarda üretilen aşağıdaki karikatürler öğrencilerin bu konudaki ortak duygularını yansıtmaktaydı.
Şimdi bir yemekhanesi olan okulumuz için güncelliğini yitirmiş bir konu da olsa nostalji yaşayalım istedik.
Mert Kıcır Mert Kıcır
Mert Kıcır Mert Kıcır
SERKAN Mert Kıcır
Mert Kıcır
SINAV MINAV TANIMAM DİZLERİMİ İZLERİM Elifcan SUCUER
GÖNÜLÇELEN Nasıl bir CANSEL ELÇİN hayranı olduğumu beni tanıyalar bilir. Senaryo olmadan o televizyonda hareket etse dahi
izlerim E haliyle çektiği dizi balla börek gibi geliyor. Dizi
bazen Hatırla Sevgili’yi aratmıyor değil. Hiçbir dizi Hatırla Sevgili gibi olamaz, bunu biliyorum..
Yurtdışında Türkiye üzerine tezler hazırlamış genç akademisyen
Türkiye'ye dönüş yapar. Akademisyen bir arkadaşıyla, kenar
mahallede gördüğü kız üzerine bahse girer: Bu kenar mahalle dilberinden hanımefendi olur mu olmaz mı?
Hasret ve Murat’ın itirafsız aşkları. Murat’ın en yakın arkadaşı
Levent. Allah kimseye böyle arkadan vuracak arkadaş vermesin. Hasret’e evlenme teklif etti, izlerken ayıplamaktan telef oldum.
Yazıklar olsun!
Bahar’a da ne oluyorsa? Televizyonun içine girip saçını yolasım geliyor.
Cuma akşamları bırakın bir yere gitmeyi telefonlara bile
bakmam.
YAPRAK DÖKÜMÜ Her fırsatta bitmesini istediğim bir diziydi. Başlarda severek izlesek
de nedensiz uzatmalar olunca hepimiz sıkılıyoruz. Hep ‘’Bu kadarı da
olmaz artık’’ dedik izlerken. Neler olmadı yıllardır. Ama insan yine
de merak ediyor.Acaba finalde neler olacak???
TÜRKAN Bu dizi neden bu kadar güzel Sanırım benim
hoşuma giden kararlı insanlar. Nedensiz bir heyecanla izliyorum
diziyi.
Türkan’ın mektup arkadaşı Ali. Biraz itici sanki.
Sevemediğim bir yönü var. Fedakar,yardımsever; ama eksik bir
şey var.Adını koyamıyorum. Çok iyi bir arkadaş ;ama fazlasını
istiyor.Ama Türkan’ın da aynı şeyi hissettiğini düşünmüyorum.
Doktor Orhan Türkan’ın hocası. Yakışıklı değil; fakat
çok karizmatik. Ukala olmak bir insana ancak bu kadar yakışır.
Kalbim ondan yana aslında
İki adam arasında kalan idealist bir doktor adayı Türkan.Mesleği
hayatının bile üstünde.Cüzzam karşısında yapmaya çalıştıkları
ve yapacakları…
Gelecek bölümleri merakla bekliyorum.
KÜÇÜK KADINLAR
Ben varlığından bile bıktım artık annem izlemek için ısrar
etmekten bıkmadı.Bu kadar karmaşa nasıl yaşansın ya insanın
mantığı almıyor.Bir yere kadar sevdik izledik ama tadında
kalsın.Kızların hepsi ayrı bir alemde.Herkes başının dikine
gidiyor.Ayrı ayrı belalar da başlarında zaten… Oysa başlarda
ne kadar da sevmiştik yaşananları paylaşmıştık. Şu an
izleyicinin zaaflarının kullanıldığını düşünüyorum.Çünkü
hiçbirimiz acı çekene duyarsız kalamıyoruz.İsmail de
kalamıyordu
İsmail Güncan’a :D
ZAMAN, SESSİZ BİR TESTEREDİR. KANT
SINAV MINAV TANIMAM DİZLERİMİ İZLERİM Elifcan SUCUER
MUTLULUK BAŞARIYA, BAŞARI İSE ZAMANI DEĞERLENDİRMEYE BAĞLIDIR. Seneca
YER GÖK AŞK ‘’Bir sevda için bölünmüş iki kızkardeşin yüreği...
Biri hüzün dolu, diğeri hırçın ve gururlu. Hayatın neler getireceğini kim bilebilir?
Kader isterse kaçamaz insan, mecbur olur birbirine...
Ne vazgeçebilir yürek, ne de dur diyebilir sevdaya. Bir
yüreğe iki yangın düşerse Yer Gök Aşk olur...’’ Hala Yusuf’un Toprak’a aşık olacağı günü bekliyorum.İlk
bölümden beri buna inanıyorum.
FATMAGÜL’ÜN SUÇU NE?
İlk bölümü izledikten sonra devamını
getiremedim.İnsanın psikolojisi gerçekten bozulur
izlerken.
Olayın şakalara konu olmasından da ayrıca
rahatsızım.Bunu belirtmeden edemeyeceğim.Herkesin
durup kendine ‘’Fatmagül’ün suçu neydi !? ‘’ diye
sormasını isterim.
ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ
Son zamanlarda izlediğim en güzel dizi. Her açıdan o
kadar başarılı ki.Kızıyorum,ağlıyorum ama yine de çok
seviyorum.Osman!Dünya’ya gelen en sevimli çocuk bu
mu yoksa
çocuk.Her şeyi farkında.İnsanın kalbini acıtıyor
söyledikleri.
Ali Kaptan ne hallere düşse müstehak. Baba olacak bir
de.Cemile gibi güzel, vefakar karısı varken yaptıkları
gerçekten nankörlük.
Aslında diziyi soluksuz takip etmemin bir nedeni de
Soner’in gizemli halleri. Nedendir bilemiyorum ama bunu
içselleştirmiş durumdayım. Ben bile umut bağladım.
Aylin’i seviyor mu? , Sorumluluğum var ne demek?
Durduk yere ‘‘Bir erkeği mutlu edebilir!’’ dedi ‘’Beni
mutlu edebilir.’’ demedi ! Nedenini çok merak ediyorum.
Mete ve Berrin’in babalarına karşı kararlı tutumları , zor
da olsa dik durmaları bunların yanında kendi
hayatlarındaki karmaşa izlenmeye değer.
U
O’nun Hayali Büyük bir gürültü yüzünden, henüz fırsat bulmuş olduğu tatlı uykusundan uyandı. Şiş gözleriyle, son birkaç aydır aç olan midesine aldırmadan etrafa bakındı. Birkaç acı dolu çığlık bastırmıştı sükûneti. Henüz kuruyan yanaklar tuzlu bir acıyla yeniden ıslanmış, güçlükle kapatılan yaralar hemencecik açılıvermişti. Korkudan eser yoktu gözlerinde; minik bedeniyle bakışlarının olgunluğu müthiş bir tezat oluşturuyordu. Cephanelerin olduğu bölüme bir bomba atılmış, acımasızlıkla yakılan ateş oradaki patlayıcıları da patlatarak bombanın gücüne güç katmıştı… Şimdi daha da üşüyordu Elif. Yağmurda, o yırtık pırtık ceketini cephanelerin üzerine koyarken hiç üşümemişti oysa…Şimdi ne o yarım yamalak sıcak tutan yırtık ceketi ne de kendinden fazla değer verdiği mermileri kalmıştı…Onların yok oluşları acıttı canını.
Birden o tanıdık sesi işitti Elif… Gelmiş geçmiş en büyük liderin sesiydi bu.
Tesellilerin en büyüğü bir gün o’nun hayallerinin gerçek olacağını bilmekti. Aslanlarım!” diye kükredi birden. Sizler, bizler, hepimiz damarlarımızda Türklüğün asil kanını taşıyoruz! Düşmanın bu acımasız bombaları cesaretimizden ve kararlılığımızdan en ufak bir parça dahi götüremeyecek! ”Bir an duraksadı ve Elif ‘çiğin korku ve cesaretle karışmış iri gözlerine
baktı. Tekrar halkına seslenmek üzerine kafasını çevirdi ulu Önder. Onlar ki bizim Ayşe’mizden, Fatma’mızdan, küçük Elif’imizden habersiz! Onlar ki bir Türk’e saldıracak kadar cahil! Onlar ki canımızı Cumhuriyet adına feda edeceğimizi bilmez! Ey Aslanlarım! Savaşmaktan kaçmayın! Cumhuriyet uğruna ölün! Öyle ki kanınızın son damlasında dahi yüzünüz açık alnınız açık olsun Aslanlarım! Ben size Cumhuriyet adına savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum!” .Bir kez daha daha anlamıştı Elif’cik… Cumhuriyet, özgürlük demekti; demokrasi demekti… ve uğruna ölünebilecek kadar değerliydi.
Ayşen Erçelik 9/D
DUYURULAR ÖDÜLLER DUYURULAR ÖDÜLLER
CUMHURİYET BAYRAMI BALÇOVA İLÇE BİRİNCİSİ
(KOMPOZİSYON)
CANSU ÖZGE ŞAHİN GÜZEL ŞİİR OKUMA
YARIŞMASI BALÇOVA İLÇE BİRİNCİSİ
AYŞEN ERÇELİK
BALÇOVA KAYMAKAMLIĞI
İNSAN HAKLARI KONULU
KOMPOZİSYON YARIŞMASI
BİRİNCİSİ
BİR SÖZLÜK HAZIRLADIM.
ELBETTE SANAL ORTAMDA.
BENİM DE SÖYLEYECEK SÖZÜM
VAR DİYORSAN
balal.sozlukspot.com
Barış AZAR
pilavustu.blogspot.com
MERT CEVHEROĞLU’NUN
“Ġşte, tipik lise öğrencisi, ders çalışıp fotosentez yapıyorum
arada bir de yazıyorum..” diye kendini ifade ettiği blog.
Ġnternette gezinirken uğrarsanız Yaşama dair ufak dokunuşlarla
karşılaşacaksınız.
YAKIN ZAMANDA, ÖNCE
OKULUMUZDA, SONRA İLÇE ÇAPINDA,
SONRA DA İL ÇAPINDA YAPILACAK
SCRABBLE TURNUVASINA HAZIRLIKLI
KATILMAYI İSTEYEN ARKADAŞLAR,
İNTERNETTE ZAMAN
BULDUĞUNUZDA
UĞRAYABİLECEĞİNİZ ADRES:
www.oyunus.com/wordabula
DERGİMİZ “SESSİZ”
AYLIK YAYIMLANACAKTIR.
ÜRÜNLERİNİN DERGİDE
YAYIMLANMASINI İSTEYEN
ARKADAŞLAR, ADRESİMİZ
ANONİM
Gözlerimin neme, ellerimin kısa çöplere alıştığı bir dönemde tanıştım Murat öğretmenle. Onunla kurtulup önyargılarımdan, diğer öğretmenlerimle de tanıştım yeniden… O, İlhan’la, zaten olmayan kadınları sevip Üstad’la kaldırımlarda ölürken, Fikret’le yağmurlara vurulup Arif’le gözler ararken, ben; şiire tutuldum. Sonra öğretmenim ve diğerleri başarmam için çabalamasalardı bugünü bile hayal edemezdim herhalde. Eve yaklaşırken bunlar vardı aklımda… Elimde de Murat öğretmene vermek üzere sımsıkı tutmuş olduğum şiir kitabım. Ürkek üç vuruşla ben geldim diyorum tahta kapıya. Siyahlar içinde uzun boylu bir kadın karşılıyor beni. Murat öğretmenin eşi olduğunu söylerken; karlanmış saçlarına, üzerindeki yorgunluğa tezat, çocuk gibi bakıyor gözleri. Sorularımın ardından, damlalar yanaklarımdan yuvarlanıp sessizliği deliyor. Bir ara yutkunuyor, yaşadığını hatırlamak ister gibi. Anlatıyor sonra; isyan eder gibi, ayaktayım dercesine. Öğretmenime teşekkür etmeye, değerinizi yeni fark ettim demeye fırsat bulamadığımdan sanırım, canımı acıtıyor ölüm haberi. Elimdeki şiir kitabı düşüyor yere. Kalmaya gücüm olmadığında gitmeye cesaret verirdi şiirler. Ama bu defa zayıflığımın ve korkaklığımın yanı sıra kimsesizim. Kelimeler sözcüklere, kalbim acıya mahkum. Bir şiir azat edilmeyi beklerken derinlerde, bir başka şiir uçup gidiyor uzak diyarlara… Koyu mavi, deli dolu bir nehirdir insan. Denize ulaşmaktır tek gayesi. Değişememekten, gelişememekten yakınır; tek damlayla taşıp hafif rüzgarlarla dalgalanırken. Ne rüzgarı ne de katreyi anlar çünkü. İnsanlar vardır , tek dokunuşları değiştirir hayatı. Öğretmenler de böyledir hep. Düzeltmeye, yenilemeye adarlar kendilerini. Bazen umut olurlar, bazen sevinç. Hiçbiri imza atmaz, hep anonimdir hayata kazandırdıkları. Mumların pastama sığmaz olduğu bugün, yeni anlıyorum bazı şeyleri. Onlarca gizli özne var cümlelerimde. Benim de hayat hikayem anonim… Başka hikayelerde emeği geçen herkese sevgilerle… Kübra Oğurtanı
DUYURULAR ÖDÜLLER DUYURULAR ÖDÜLLER
24 Kasım Öğretmenler Günü Kompozisyonu
İNSAN HAKLARI KONULU AFİŞ YARIŞMASI BALÇOVA KAMAKAMLIĞI BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ
ŞÜKRİYE ÖZKAN
İNSAN HAKLARI KONULU AFİŞ YARIŞMASI BALÇOVA KAMAKAMLIĞI JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ
KAYACAN UĞRAŞ
KONUŞAN FOTOĞRAFLAR
CÜCE, DAĞA DA ÇIKSA CÜCE, DEV, KUYUYA DA GİRSE DEVDİR. SENECA
Şu adımıma dikkat edin, Buse bile selam durdu yürüyüşüme! -1001, 1002, 1003, evet 9999 çok az kaldı. Ben
kaçtaydım ya?
-Dilek Hocam, gölge yapayım size.
Evet kızlar, ses veriyorum; sonra gür bir sesle başlıyoruz:
Daha dün annemizin kollarında yaşarken . . .
Bütün erkekler toplandık toplandık toplandık. . . Sorduk
neden zayıf aldık, zayıf aldık, zayıf aldık !!
Diğer boyama kitapları nerede ?!
KONUŞAN FOTOĞRAFLAR
HER İNSAN, BİR DÜNYADIR . Herbert
Vurmuyordum canım arkadaşım seviyorum sadece. Okula serbest gelmek yasak değil miydi ? Bu ne hal !!
Hocam 7 saattir poz veriyoruz amaa ! - Kız Fatoş senin defterin nerede ? Sabah iyi ki yumurta içmişim, Sertap’tan
güzel söylemiyorsam ne olayım!
Basketbol sahasında futbol topu ile voleybol
oynayanlar. . .
Dosyaları birazdan açıklayacağım, basını
çağırın.
Bu kadar dedikodu yeter ! Reallllyy ?
-Ayy fotoğraf çekiyorlar
bakmayın, kızlar.
-Görmemişiz gibi davranalım. -Aaa, bizi mi çekiyorsunuz?. -Süperiz.