i
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
PSİKOLOJİ (KLİNİK PSİKOLOJİ)
ANABİLİM DALI
DEPRESİF ÖZELLİKLER GÖSTEREN VE GÖSTERMEYEN
BİREYLERDE ARAYA GİRİCİ ANILARIN DENEYİMSEL
ÖZELLİKLERİ, YENİDEN YAPILANDIRILMA SÜRECİ VE
ALGILANAN ZAMAN MESAFESİ
Yüksek Lisans Tezi
Ekin Öztekin
Ankara – 2016
ii
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
PSİKOLOJİ (KLİNİK PSİKOLOJİ)
ANABİLİM DALI
DEPRESİF ÖZELLİKLER GÖSTEREN VE GÖSTERMEYEN
BİREYLERDE ARAYA GİRİCİ ANILARIN DENEYİMSEL
ÖZELLİKLERİ, YENİDEN YAPILANDIRILMA SÜRECİ VE
ALGILANAN ZAMAN MESAFESİ
Yüksek Lisans Tezi
Ekin Öztekin
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Banu Yılmaz
Ankara – 2016
iii
iv
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/20…)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
………………………………………
İmzası
………………………………………
v
Teşekkür
Gerek akademik kimliği gerekse insani değerleri anlamında kendime örnek
aldığım, kıymetli akademik katkılarıyla araştırma hayalime ortak olan, yaratıcılığımı
teşvik eden, sonsuz bir sabırla bana inana ve güvenen, tökezlediğim zamanlarda
yoluma ışık tutan, benim için bir tez danışmanından çok daha fazlası olan, sevgili
hocam, süpervizörüm ve tez danışmanım Doç. Dr. Banu Yılmaz’a sonsuz
teşekkürlerimi sunarım.
Tez yazım sürecim boyunca tüm nazikliğiyle değerli bilgi ve fikirlerini
paylaşan, jüri sürecinde de tezimi son haline getirmemdeki katkılarını
yadsıyamayacağım Prof. Dr. Nurhan Er’e ve jürimde yer alan, gerek tezimi son
haline getirmemde katkıları olan gerekse yeni araştırmalar yapmamda ilham verici
önerilerde bulunan Yrd. Doç. Dr. Ilgın Gökler Danışman’a teşekkürlerimi sunarım.
Otobiyografik bellek konusundaki bilgi, deneyim ve kaynaklarını benimle
paylaşan Fatma Uçar Boyraz’a yaptığı her şey için teşekkürlerimi iletiyorum. Fikir
alışverişlerimiz benim için çok kıymetli.
Manevi desteklerine mi akademik katkılarına mı daha çok teşekkür edeceğimi
bilemediğim, Ankara’daki ailem addettiğim, sevgili dostlarım Gözde Gökçe, Esra
Güven ve Meltem Karaoğlu’na en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Sevinçlerimizle,
heyecanlarımızla, absürdleşmelerimizle, eğlenmelerimizle, üzüntülerimizle ve
kaygılarımızla dolu tüm zamanlar belleğimin en kıymetli parçalarından. Varlığınıza
ve hayatıma kattıklarınıza müteşekkirim.
vi
Bana koşulsuz kabulün aile bireylerine mahsus olmadığını öğreten, uzun
senelerdir ayrı şehirlerde yaşadığımızı hiç hissettirmeyen, her kaygılı anımda ışık
hızıyla desteğine ulaşabildiğim, canımın içi Betül Akyel’e varlığı ve desteği için
sonsuz teşekkürler. Hep oralarda ol.
Tez yazım sürecim boyunca kiminin duygusal kimininse hem duygusal
hemde akdemik desteklerini hissettiğim sevgili arkadaşlarım Miray Özdemir’e (ve
tabii ki kedisi Portakal’a), Mert Solkıran’a, Murat Yağan’a, Esra Angın’a, Balca
Çakıroğlu’na, Bağdat Deniz Kaynak’a, Barış Satı’ya, Onur Karakuş’a ve yüksek
lisans sınıf arkadaşlarıma en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Ankara’ya alışma sürecimde desteğini hissettiğim, başım sıkıştığı zamanlarda
ilk aradığım insan olan Eren Tuncel’e, yüksek lisansa başlamamın baş mimarlarından
olan Sadiye Gül’e tüm yaptıkları için teşekkürlerimi iletiyorum.
Beni ben yapan tüm değerleri aşılayan, doğduğum günden bu yana bütün
kaynaklarıyla beni destekleyen, sevgilerini her daim hissettiğim ve aynı duyguların
mislini beslediğim canım anne ve babama, minik kuşumuz Bahti’ye ve son bir yıldır
hayatımı güzelleştiren, çekirdek ailemizin yeni üyesi minik kedim Nar’a varlıkları
için sonsuz teşekkürler ediyorum.
vii
İçindekiler
BÖLÜM 1 ................................................................................................................................ 1
GİRİŞ ....................................................................................................................................... 1
1.1. Bellek Araştırmalarının Tarihçesi ..................................................................... 4
1.2. Bellek Kuramları ............................................................................................... 6
1.3. Otobiyografik Bellek ......................................................................................... 7
1.3.1. İstemli Anı ........................................................................................................... 12
1.3.2.Anılarda Kendiliğindenlik: İstemsiz ve Araya Girici Otobiyografik Anı ............. 14
1.4. Depresyon ........................................................................................................ 33
1.4.1. Depresyona Bilişsel Bakış ................................................................................... 34
1.5. Otobiyografik Bellek ve Depresyon ................................................................ 35
1.5.1.Araya Girici Anılar ............................................................................................... 35
1.6. Araştırmanın Amacı ........................................................................................ 46
BÖLÜM 2 .............................................................................................................................. 49
YÖNTEM .............................................................................................................................. 49
2.1. Örneklem ......................................................................................................... 49
2.2. Veri Toplama Araçları ..................................................................................... 50
2.2.1. Onam Formu ........................................................................................................ 50
2.2.2. Araya Girici Anı Görüşme Formu ....................................................................... 50
2.2.3. Beck Depresyon Envanteri ................................................................................... 54
2.2.4. Travma Sonrası Stres Belirtileri Ölçeği ............................................................... 55
2.3. İşlem ................................................................................................................ 56
BÖLÜM 3 .............................................................................................................................. 58
BULGULAR .......................................................................................................................... 58
3.1. Anı İçeriği Kategorilerine ve Duyusal Modalitelere İlişkin Betimsel Veriler 59
3.2. Araya Giriş Boyutu, Duygusal Tepkiler, Rahatsızlık Vericilik, Berraklık ve
Atıf Özelliklerinin Gruplararası Farklılıklarının Değerlendirilmesi ...................... 61
3.3. Depresif Özellikler, Belleğin Araya Giriş, Yeniden Yapılandırılma Süreci,
Gözlemci-Alan Perspektifi ve Algılanan Zaman Mesafesi Değişkenleri Arasındaki
İlişkilerin Değerlendirilmesi ................................................................................... 66
3.4. Depresif Özellikleri Yordayan Değişkenlerin Değerlendirilmesi ................... 68
3.5. Araya Giriş Boyutu ve Belleğin Yeniden Yapılandırılması Sürecinin Aracı
Rolü.........................................................................................................................70
viii
3.5.1. Depresif Belirtiler ile Belleğin Yeniden Yapılandırılma Süreci İlişkisinde Araya
Giriş Boyutunun Aracı Rolünün Değerlendirilmesi ...................................................... 71
3.5.2. Araya Giriş Boyutu ile Algılanan Zaman Mesafesi İlişkisinde Belleğin Yeniden
Yapılandırılmasının Aracı Rolünün Değerlendirilmesi ................................................. 73
BÖLÜM 4 .............................................................................................................................. 75
TARTIŞMA ........................................................................................................................... 75
4.1. Araştırmanın Sonuçları .................................................................................... 76
4.2. Anı İçeriği Kategorileri ve Duyusal Modalite Verileri ................................... 77
4.3. Araya Giriş Boyutu, Duygusal Tepkiler, Berraklık ve Atıf Özelliklerinin
Gruplararası Farklılıkları ........................................................................................ 79
4.4. Depresif Belirtiler, Araya Giriş Boyutu, Belleğin Yeniden Yapılandırılma
Süreci, Gözlemci-Alan Perspektifi, Algılanan Zaman Mesafesi Değişkenleri ve
Duygusal Tepkiler Arasındaki İlişkiler .................................................................. 82
4.5. Araya Giriş Boyutu ve Belleğin Yeniden Yapılandırılması Sürecinin Aracı
Rolleri ..................................................................................................................... 84
4.6. Klinik Doğurgular ........................................................................................... 85
4.7. Sınırlılıklar ve Öneriler.................................................................................... 89
ÖZET ..................................................................................................................................... 92
ABSTRACT ........................................................................................................................... 94
KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 96
EKLER ................................................................................................................................. 112
EK 1. Bilgilendirilmiş Onam Formu .................................................................... 112
EK 2. Araya Girici Anı Görüşme Formu Yönergesi ............................................ 113
EK 3. Araya Girici Anı Görüşme Formu Örnek Maddeleri ................................. 114
EK 4. Beck Depresyon Envanteri Örnek Maddeleri ............................................ 115
EK 5. Travma Sonrası Stres Belirtileri Araya Giriş Boyutu Örnek Maddeleri .... 116
ix
Tablolar ve Şekiller Dizini
Tablo 3.1.İçerik ve Duyusal Modalite Dağılımları.......................….…...................65
Tablo 3.2. Anı Özelliklerinin Gruplararası Farklılıkları...........…............................69
Tablo 3.3. Anı Özelliklerinin Gruplararası Farklılıkları..................………………70
Tablo 3.4. Deneyimsel Özelliklerin Korelasyonları...........................................…...72
Tablo 3.5.Depresif Özellikleri Yordayan Değişkenler.............................................74
Şekil 3.1.Depresif Belirtiler ile Belleğin Yeniden Yapılandırılma Süreci İlişkisinde
Araya Giriş Boyutunun Aracı Rolü.........................................................78
Tablo 3.6. Belleğin yeniden Yapılandırılma süreci Üzerindeki Aracı Etkinin Nokta
Tahmini ve Bias-Corrected and Accelerated (BCa) Güven Aralığı.......78
Şekil 3.2.Araya Giriş Boyutu ile Algılanan Zaman Mesafesi İlişkisinde Belleğin
Yeniden Yapılandırılmasının Aracı Rolü................................................80
Tablo 3.7. Algılanan Zaman Mesafesi Üzerindeki Aracı Etkinin Nokta Tahmini ve
Bias-Corrected and Accelerated (BCa) Güven Aralığı.................................80
1
BÖLÜM 1
GİRİŞ
“... aynı an içinde iki farklı an yaşarsın;
İçinde bulunduğun an ve hatırladığın...”
İlhami Algör, 2015, s. 25
İnsan zihninin evrim temelleri günümüzden yaklaşık 70 bin yıl öncesine
kadar uzanmaktadır. Birçok araştırmacı gündelik hayatta kullanılan iğne, kandil ve
sandal gibi çeşitli alet ve araçlarla birlikte din ve inanış gibi soyut kavramlara ilişkin
ilk emarelerin ortaya çıkışını da Homo Sapiensin bilişsel yetilerindeki gelişmeler ile
açıklamaktadır. Bazı araştırmacılar, beyni Neandertallara göre daha gelişmiş olan
Homo Sapiens türünün ortaya çıkışını genetik kodların rastgele eşleşmesi sonucu
sağlandığını öne sürmektedir. Bilişsel yetileri sayesinde homo sapiensler, daha üstün
fiziksel güçlerine karşın Neandertallardan üstün gelmiş ve Neandertal toplulukların
neslinin tükenmesine sebep olmuşlardır (Harari, 2014).
Homo Sapiensi “modern dünyanın efendisi” haline getiren zihin, edebiyattan
felsefeye bilimden sanata kadar pek çok farklı disiplinde ele alınan ve üzerine eserler
yaratılan başlıklardan biri olmuştur. Zihin üzerine söz söylediği bilinen ilk filozoflar
evrensel bilginin kaynağının zihin olduğunu ve bu bilgilerin doğumla birlikte
geldiğini iddia etmişlerdir. Aristo, Platon, Descartes gibi pek çok filozof tarafından
desteklenen rasyonelizm akımı, 17. yüzyıla, John Locke’un Tabula Rasa kavramına
değin popülerliğini sürdürmüştür (Arslan, 2015).
2
John Locke (1690/2000), bilginin edinilme yöntemleriyle yani bilişsel
işlevlerle ilgilenmiştir. Descartes’ın doğuştan gelen bilgi iddiasına karşı çıkarak,
insan zihninin doğumda boş bir levha (Tabula Rasa) olduğunu “tüm bilgimiz, önünde
sonunda deneye dayanır ve deneyimden gelir” (s. 134) sözüyle ifade etmiştir.
Psikolojinin felsefeden kopup başlı başına bir disiplin haline gelmesiyle
birlikte zihinle bilimsel anlamda uğraşı süreci de ivme kazanmıştır. Wilhelm Wundt
önderliğinde kurulan yapısalcı ekol zihni oluşturan bileşenlerle ilgilenirken,
işlevselci ekol ise zihnin işleyiş biçimini konu edinmiştir (Schultz ve Schultz, 2007).
Watson’ın önderlik ettiği davranışçı ekol, psikoloji sahnesine çıkana değin zihin ve
bilişle ilgili çalışmalar sistematik olmayan bir biçimde devam etmiştir. Ancak zihinle
ilgili her şeyin yok sayılması gerektiği öğretisi üzerine kurulan davranışçı ekolün
etkin olduğu yıllarda zihin karanlık çağa girerek uzunca bir süre gündeme
gelmemiştir. Bindokuzyüzyetmişli yıllara gelindiğinde, bilişsel devrimin
gerçekleşmesiyle birlikte zihni yok sayan davranışçı ekolün tahtı sallanmış ve biliş,
küllerinden doğmuştur. Bu süreçten itibaren dikkat, bellek, algı ve dil gibi zihinsel
işlevler sistematik bir biçimde incelemeye başlanmıştır (Schultz ve Schultz, 2007).
Görüldüğü üzere, zihinle ilgili pek çok farklı, hatta kimi zaman birbirine zıt
denebilecek görüşlerin varlığı, insanlığın kendi zihniyle çok eski zamanlardan
bugüne değin farklı şekillerde uğraştığının bir kanıtıdır. Bu noktadan bakıldığında
Hearnshaw’ın bilişsel psikoloji için “hem en eski hem de en yeni ekol” iddiasının
oldukça yerinde olduğu söylenebilir (Hearnshaw, 1987, akt. Schultz ve Schultz,
2007). Bilişsel psikoloji, beynin işleyişini konu edinen psikoloji ekolüdür. Bellek
öğrenme, dikkat, karar verme ve problem çözme gibi insana dair zihinsel işlevleri
inceler (Groome ve ark., 2014). Bilişsel içerikli çalışmalar 1970’lerden bu güne
3
süregelen bir ilerleme katetmektedir. Bilişsel psikolojinin en ilgi gören konularından
biri olan bellek çalışmaları ise son yirmi yılda önemli derecede artış göstermiştir.
Boyer ve Wertsch (2015) bu dönemi “bellek alanındaki çalışmaların deniz gibi
yükseldiği bir dönem” olarak adlandırmışlardır (s. 1). Bu dönemde, hatırlamanın
nörolojik temellerinden otobiyografik ve toplumsal belleğin oluşturulmasına, bilginin
zihinde saklanmasından yeniden canlanmasına kadar birçok farklı konuda yeni
modeller geliştirilmiştir (Boyer ve Wertsch, 2015).
Bu çalışmada, otobiyografik bellek türlerinden biri olan araya girici belleğin,
depresif özellikler gösteren ve göstermeyen bireylerdeki görünümlerinin ve yapısal
farklılıklarının ortaya konması hedeflenmiştir. Böylelikle, “patolojik negatif araya
girici anı”nın “patolojik olmayan negatif araya girici anı”dan farklarının
belirlenmesinin mümkün olabileceği düşünülmüştür. Buna ek olarak, araya girici
anıların doğasına ilişkin betimleyici bulguların ve işleyişine ilişkin verilerin elde
edilmesi de aynı yolla sağlanacaktır. Bu doğrultuda, katılımcılara araya girici bellek
özelliklerinin görünümünü ortaya çıkarmak amacıyla anılarının deneyimsel
özelliklerine dair ve yapısal özelliklerinin ortaya konması amacıyla da anılarının
yeniden yapılandırılma süreci ve algılanan zaman mesafesine dair sorular sorularak
bilgi alınmıştır.
Çalışmanın amacı doğrultusunda, giriş bölümünde öncelikle bellek
araştırmalarının tarihçesine, bellek yapısına ilişkin kuramlara, otobiyografik belleğe
ve otobiyografik istemli ve istemsiz anı kavramına değinilerek tezin bilişsel temeline
ilişkin bilgi aktarılacaktır. Daha sonra, depresyonun genel özellikleri ve depresyona
ilişkin temel kuramlara değinilerek tezin klinik psikoloji açısından çerçevesi
çizilecektir.
4
1.1. Bellek Araştırmalarının Tarihçesi
Bellek, arkaik dönemlerden modern çağlara pek çok filozof, yazar ve bilim
insanının üzerine eserler yarattığı, araştırmalar yürüttüğü popüler konulardan biri
olmuştur.Platon’un (İÖ 360/1871) Theaetatus’unda, Sokrates, öğrencisi
Theaetatus’tan “zihnin; büyüklüğünün, berraklığının ve kıvamının kişiden kişiye
göre değişen bir balmumu tableti olduğunu” (s. 49) hayal etmesini ister. İnsanların
deneyimlerinin, bir mühür yüzüğüyle balmumu tabletlere işlendiğini ve tablet
üzerinde imgesi varoldukça bu anıların hatırlandığını, bilindiğini öne sürer. İnsanlar
bir anıyı hatırlamak istediğinde mühür yüzüğünü tablet üzerindeki -yani zihnindeki-
izlerle eşleştirmeye çalışır. Eğer başarılı olur ve doğru izle eşleştirebilirse anımsama
gerçekleşir, yanlış izle eşleştirirse de heterodoksi ve yanlış inançlar doğar. İz
silindiğinde ise anının unutulduğu, artık bilinmediği sonucuna varılır (Platon, çev.
1871).
Aristo “De memoria et reminiscentia” adlı eserinde, Platon’un balmumu
tableti metaforuna fizyolojik bir boyut kazandırmıştır. Aristo’ya göre anılar
gerçekten de bedende izler bırakmaktadırlar. Bebeklik ve yaşlılık dönemlerini
kastederek “nasıl ki akan suyun üzerine iz basılamazsa belleğe de belirgin bir imge
basılamaz küçük çocuklarla yaşlıların hafızalarının zayıf oluşu da bu yüzdendir” (s.
48) demiştir; çünkü sular çocuklukta büyümeye yaşlılıkta ise çürümeye doğru akar
(akt. Draaisma, 2007).
Ortaçağ’da,Augustinus’a göre bellek, bireylerin kişisel geçmişlerindeki
izlenimlerden meydana gelmiştir. Hatırlama eylemi de tam olarak olayların değil, bu
izlenimlerin hatırlanmasıdır (akt. İlhan, 2015).
5
Bellek çalışmalarına ilk önemli bilimsel katkılardan biri 1800’lü yılların
sonunda alman psikolog Hermann Ebbinghaus tarafından yapılmıştır. Oluşturduğu 3
harfli anlamsız heceler yardımıyla öğrenme -unutma- yeniden öğrenme süreçlerini
deneysel bir yöntemle incelemiştir. Unutma Eğrisi kavramı yine onun çalışmalarıyla
ortaya konmuştur (Ebbinghaus, çev. 1913).
Ebbinghaus (1885/1913) belleği zihne geri çağırma (memory retrieval)
stratejilerine göre dörde ayırmıştır. Bu ayrıma göre, kasıtlı olarak bilince çağrılan ve
bu süreci tamamlanabilen anıya istemli anı; kasıtlı olarak bilince gelmesi istenen ama
geriye getirme sürecinin başarıyla tamamlanmadığı anıya “dilimin ucunda”
deneyimi; herhangi bir çaba olmaksızın geriye getirme süreci tamamlanan anıya
istemsiz anı ve kişilerin hem zihne getirmek için çaba sarfetmediği hemde zihne geri
getirilmesi gerçekleşmemiş ancak geçmişte yaşanmış olan anı türüne de örtük bellek
denmektedir. Ebbinghaus’un çağdaşı olan Galton, 1800’lerin sonunda ipucu sözcük
yöntemini geliştirmiştir. Bu yönteme göre katılımcıya spesifik bir kelime gösterilir
ve akabinde aklına gelen ilk anıyı aktarması istenir (akt. Brewer, 1986). Bu yöntem
üzerinden yüz yılı aşkın süre geçmesine karşın, çalışmalara uygun manipülasyonlar
yapmaya izin vermesi sebebiyle hala kullanılmaktadır.
6
1.2. Bellek Kuramları
Bellek yapısına ilişkin ilk çalışmaların sonucunda, uzun süreli bellek
oluşumunu açıklamaya teşebbüs eden yapılandırma kuramı ortaya atılmıştır.
Yapılandırma kuramına göre, anılar deneyimlendikleri andan itibaren başlayan
birkaç saatlik süreçte oluşturulurlar (Besnard, Caboche ve Laroche, 2012; Nader ve
Einarsson, 2010). Bu anılar zaman içerisinde bozulma gösterebilmekle birlikte bu
olasılık daha düşüktür. Bu kuramda anıların bir kere yapılandırıldıktan sonra ilk
yapılandırıldıkları haliyle kaldığı ve değişime uğramadıkları iddia edilmektedir
(Nader ve Einarsson, 2010). Öte yandan, Lewis 1972’de yazdığı inceleme
makalesinde uzun süreli bellekte depolanan anıların yeniden değiştirilebilir hale
getirildiği çalışmalara değinerek yeniden yapılandırma kuramının temellerini atmıştır
(akt. Grigor’yan ve Markevich, 2015). Takip eden yıllarda gerçekleştirilen pek çok
insan ve hayvan araştırmasında anıların aktive edildikten sonra yeniden
yapılandırılmaya duyarlı hale gelebildiğinin açığa çıkartılması “belleğin dinamik bir
mekanizma olduğu” savının ortaya atılmasını sağlamıştır (Nader, Schafe ve Le
Doux, 2000; Rose ve Rankin, 2006; Sandrini, Cohen ve Censor, 2015). Dolayısıyla,
yapılandırma kuramı zaman içerisinde popülerliğini yitirerek sahneyi yeniden
yapılandırma kuramına bırakmıştır.
Yeniden yapılandırma kuramına göre anılar yapılandırıldıktan sonra değişime
açık hale gelebilmekte ve yeniden stabilize edilebilmektedir (Nader ve Einarsson,
2010; Besnard ve ark., 2012). Yine de yeniden yapılandırma sürecinin her anı için
geçerli olmayabileceği; fizyolojik ve psikolojik durum, anı yaşı, aktive edilecek
anının tahmin edilebilirliği, hatırlama yoğunluğu, anının aktive edilme yöntemi
(doğrudan/dolaylı) gibi “sınırlar” olarak adlandırılan çeşitli bilimsel parametrelerin
7
fark yaratabileceği iddia edilmektedir (Nader ve Einarsson, 2010; Sandrini ve ark.,
2015). Bu paradigma genellikle; korku bellekleri, koşullama, öğrenme gibi çeşitli
konularda anı yaratmayı amaçlayan deneysel yöntemlerle çalışılmıştır (Björkstrand
ve ark., 2015). Bunun yanısıra, bir sonraki bölümde ele alınacak olan otobiyografik
bellek konusunu ve yeniden yapılandırılma süreçlerini kapsayan çeşitli çalışmalara
da rastlanmıştır (Schwabe ve Wolf, 2009, 2010; Kredlow ve Otto, 2015). Ayrıca,
Schwabe, Nader ve Pruessener (2014) travma bellekleri gibi patolojik durumlara
işaret eden otobiyografik anıların yeniden yapılandırılma sürecinde değiştirilmesinin
mümkün olabileceği gibi klinik çıkarımları gündeme getirmişlerdir.
1.3. Otobiyografik Bellek
Otobiyografik bellek, basitçe bireylerin başından geçen yaşantıların
belleğidir. Er ve Uçar (2004) otobiyografik bellek yapısının, geçmişte yaşanan öznel
olayların anımsanmasını, zaman zaman yeniden yaşantılanmasını ve
değiştirilebilmesini mümkün kıldığını belirtmişlerdir.
Otobiyografik bellek, bellek araştırmaları deryasında görece daha yeni ve az
yer kaplayan bir alt alandır. Araştırmacıların bir bölümü, deneysel yöntemleri
kullanarak hatırlanacak malzemenin kontrol edilmesi gerektiğini savundukları için,
kişinin kendi geçmişi karıştırıcı bir unsur olarak görülmüştür (Boyer ve Wersch,
2015; Brewer, 1986). Otobiyografik bellek çalışmalarının görece yakın tarihli olması
bu sebebe dayanmaktadır. Öte yandan, hızla gelişmekte olan ilgililiteratüre
bakıldığında nicelik açığının kısa zamanda kapancağı öngörülebilir hale gelmiştir.
8
Otobiyografik bellek ile modern anlamda ilgilinen ilk araştırmacılardan olan
Tulving (1972), epizodik bellek (olaysal bellek) ve semantik bellek (anlamsal bellek)
yapılarının ve işleyiş biçimlerinin birbirinden farklı olduğunu öne sürmüştür.
Tulving’e göre (1972) epizodik bellek, insanların yaşadıkları bir olaya ilişkin
otobiyografik ögelerin içerik ve bağlam özellikleriyle birlikte korunduğu bir yapıdır.
Bu ögeler, işlemleme ve geriye çağırma süreçlerinde de bağlamdan ayrı
düşünülmemelidirler. Öte yandan, semantik bellekte ise bilgi hatırlanır ancak
bağlamsal ipuçları hatırlanmayabilir (Tulving, 1972). Diğer bir deyişle, semantik
belleği “bilinen”ler epizodik belleği ise “hatırlanan”lar oluşturur. Tulving, ilerleyen
yıllarda epizodik bellek tanımını otobiyografik belleğe eş tuttuğunu açıklayacaktır
(akt. Baddeley, 1992). Ancak epizodik bellek ve otobiyografik belleğin eş anlamlı
olduğu görüşü bu alanda çalışmakta olan araştırmacıların çoğunluğu tarafından
reddedilecektir (Larsen, 1992).
Brewer (1986) otobiyografik belleği, kişilerin benliğine ait bilgilerin toplamı
olarak tanımlamıştır. Brewer’e göre otobiyografik bellek, kişisel anı, otobiyografik
gerçek ve jenerik kişisel anı bileşenlerinden oluşmaktadır. Kişisel anı, bireylerin
kendi geçmişlerinde yaşadığı belirli bir epizodu anımsaması anlamına gelmektedir.
Bu anımsanan anıya genellikle görsel imgeler, bazen de diğer duyusal imgeler eşlik
eder. Kişi, anının geçtiği tam tarihi hatırlamasa da o ana dair fikri vardır. Hatırlayan
kişi tarafından gerçeğin aynısı olduğuna inanılır; ancak her zaman gerçeği
yansıtmayabilir. Yavru kedinin karşıdan karşıya geçmeye çalıştığı ana ilişkin spesifik
durumu hatırlamak kişisel anıya örnek olarak verilebilir. Otobiyografik gerçek ise
bireyin kişisel geçmişine ait bilgileridir. Kişisel anı gibi spesifik bir zaman dilimini
ya da olayı içermemektedir. Örneğin, kişinin kedileri çok sevdiğine ilişkin bilgi bir
9
tür otobiyografik gerçeklik bilgisidir. Son bileşen olan kişisel jenerik anıda ise,
bireyler spesifik bir anı hatırlamazlar; birkaç kezya da sürekli tekrarlanan bir
durumda edinilmiş bilgiler veyabir zaman periyodu zihne gelir. Örneğin kişinin kedi
ile oynamadığı durumlar vb. (Brewer, 1986).
Baddeley (1992), otobiyografik bellek kavramının, farklı durumlarda ve
bağlamlarda farklı anlamlara sahip olabilen zengin içerikli bir tanımlama olduğunu
öne sürmüştür. Öncelikle, otobiyografik belleğin fizyolojik boyutu üzerine vurgu
yapmış ve bu sistemin ayrıştırılabilir nörolojik yolakları olan spesifik bir bellek
sistemi olduğunu iddia etmiştir. İkinci olarak, bellek, benliğin oluşmasına yarayan
bilgi ve şemalar toplamıdır. Yaşanılan deneyimler, kişilere kim oldukları ya dakim
olmadıkları hakkında bilgi verici niteliktedir. Bu bilgi ve şemalar, yalnızca hatırlatıcı
faktörlerden değil, duygular ve sosyal faktörlerden de etkilenir. Son olarak ise,
otobiyografik bellek, işlemleme, depolama ve geri çağırmadan oluşan tüm süreci
kapsamaktadır (Baddeley, 1992).
Rubin, Wetzler ve Nebes (1986) otobiyografik belleğin üç özelliği üzerinde
durmuşlardır. Buna göre, anılar, öznel yaşantılar olması dolayısıyla yeniden
yapılandırılabilirler. Bu durum olayın gerçekte yaşandığı halinden farklı
hatırlanmasına neden olabilir. İkinci önemli özellik ise anının zamansallığıyla
ilişkilidir. Yaşanan bir olayın süregelen anısı, kişiye uzunca bir süre etki
edebilmekte, hatta kimi durumlarda bu etki kişinin bütün hayatına yayılabilmektedir.
Diğer bir deyişle olayın etkisi, olduğu yer, gün ve saatte kalmayabilir ve kişinin
şimdiki zaman yaşantısını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyebilir. Son olarak,
otobiyografik anılar duygularla yakından ilişkilidirler. Bu durum kişinin kendine
olan duygularını, benlik algısını ve kişiliğinin yapıtaşlarını doğrudan etkiler.
10
Williams ve Conway (2015), otobiyografik belleğin, epizodik bellek (insanın
yaşamındaki belirli olaylara ilişkin anılar ve bağlamlar) ve otobiyografik bilgi
dağarcığından (kişisel geçmişin kavramsal ve şematik bilgileri) oluştuğunu öne
sürmüşlerdir. Williams ve Conway’e göre (2015) otobiyografik belleğin üç önemli
işlevi göze çarpmaktadadır: Yönlendirici işlev, sosyal işlev ve kendilik işlevi.
Bireyler karşılaştıkları bir sorunu nasıl çözeceğine, bir durumu nasıl idare edeceğine
karar verirken daha önceki deneyimlerinden yola çıkarlar, geçmişe dönüp benzer
durumlarda ne yaptıklarını gözden geçirirler. Bu anlamda bellek, yönlendirici işlev
görevi görmektedir. Otobiyografik belleğin diğer bir işlevi ise kişilerarası ilişki
kurma ve güçlendirme amacına hizmet ediyor oluşudır. Gerçekten de sosyal ilişkilere
bakıldığında, gözde sohbet konularından birinin geçmiş yaşantılar olduğu rahatlıkla
farkedilebilir. Son işlev olan kendilik işlevinde ise, anıların benliği oluşturan en
temel yapı taşlarından olduğu vurgusu göze çarpmaktadır. Organik veya organik
olmayan sebeplerden ötürü geçmişlerini unutan hastaların benlik algısının
zedelendiği görülmektedir (s. 55-56). Conway ve Williams’ın modeline ek olarak, Er
ve Yaşın (2014), otobiyografik bellek işlevleri üzerine yaptıkları çalışmanın
sonucunda otobiyografik belleğin beş işlevi olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu
işlevler; geçmişle yüzleşme, ipucu temelinde geçmişi hatırlama, benlik, duygu durum
düzenleme ve geçmişten ders almadır. Otobiyografik bellek işlevlerinden
olanGeçmişle yüzleşme boyutuna bakıldığında, otobiyografik belleğin, kişilerin
kendi geçmişleri dönüp bakma ve bu geçmişe ilişkin farkındalık kazanma işlevine
hizmet ettiği iddia edilmiştir. Benzer şekilde, Baddeley’e (1992) de otobiyografik
belleğin pragmatik olması için kişinin farkındalık düzeyinin yüksek olması
gerektiğinden söz etmektedir. Kişi, daha önceki deneyimlerinden şu anda yaşadığı
11
duruma bağlantı kurabiliyorsa bu işlevseldir. Örneğin, havanın bulutlu olması ve
yağmur yağması bağlantısını yaşantıyla kuran birinin, benzerliği farketmesi ve tedbir
olarak yanına şemsiye alması, otobiyografik belleğini işlevsel olarak kullanmış
olduğu anlamına gelmektedir. Baddeley geçmişten ders alma ve geçmişle yüzleşme
boyutlarını eş bir boyutta değerlendirirken, Er ve Yaşın (2014) geçmişle yüzleşme ve
geçmiş yaşantıdan ders alma işlevlerini farklı bir boyut olarak ele almışlardır.
Otobiyografik belleğin tanımına, süreçlerine ve işlevlerine ilişkin yapılan
farklı açıklamalara bakıldığında iki ortak nokta göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki,
bilgilerin belleği olan semantik bellek ile anıların belleği olan otobiyografik belleğin
kesişim noktalarına rağmen farklı yapı, süreç ve işlevlerinin daha baskın olduğu
görüşüdür. İkincisi ise, neredeyse bütün araştırmacıların, otobiyografik anıların
benlik sağlamlığı ve değişmezliği üstündeki katkısı konusunda hemfikir olmasıdır.
Otobiyografik bellek çalışmalarında farklı tekniklerin kullanımı, Galton’a
dayanmaktadır. Galton kahvaltı tekniğine katılımcılarına o sabah yaptıkları
kahvaltının görünümüne ilişkin tarif bekleyen bir yönerge vermiştir. Okul çağı
çocukları, erişkin bireyler gibi farklı örneklemleri içeren bir dizi araştırma sonucunda
evrensel ve genellenebilir bir bulguya ulaşılmıştır. Bu sonuca göre otobiyografik
anılara görsel imgeler eşlik etmektedir (akt. Brewer, 1986).Galton’ın diğer bir tekniği
olan ipucu sözcük yöntemine literatürde sıklıkla rastlanmaktadır. Daha önce de sözü
edildiği üzere ipucu sözcük yönteminde katılımcılara spesifik bir kelime sunulur ve
ardından akıllarına gelen ilk anının aktarılması istenir. Brewer (1986) bu yöntemi
çeşitli açılardan sorunlu bulmaktadır. Örneğin bu yöntem ile jenerik kişisel anı,
kişisel anı, otobiyografik gerçek gibi 3 farklı otobiyografik bellek boyutu ortaya
çıkabileceği gibi semantik bilgi ve semantik jenerik bilgi de ortaya çıkabilir. Bir
12
diğer sorun ise ipucu sözcüğün belirli bir anıyla ilişkilendirildikten sonra o
görevintekrarı durumunda yine aynı anıyla ilişkilendirilme olasılığının yüksek
oluşudur (Conway ve Williams, 2008, akt. Williams ve Conway, 2015). Benzer bir
şekilde, Baddeley de ipucu sözcük yöntemini eleştirmiştir. Bu yöntem ile çalışmanın
dokunulmamış (bozulmamış) anılardan ziyade daha önce defalarca kez anlatılmış
anektodları anımsatma eğilimi taşıdığını iddia etmiş ve bu anektodların zihinde
kompakt bilgi halinde tutulduğunu ve epizodik ya da otobiyografik anı olmaktan
ziyade semantik belleğe benzediğini eklemiştir (Baddeley, 1992).
Crovitz ve Schiffman (1974), Galton’ın ipucu sözcük yöntemini
otobiyografik bellek çalışmalarında kullanmak üzere revize etmişlerdir. Bu tekniğe
göre katılımcıya çalışmanın kişisel anıları ile ilgili olduğu söylenmektedir.
Katılımcılara bir dizi kelimeden oluşan bir liste verilir ve ardından sözcüğün
anımsattığı spesifik bir anı ve ilişkili sözcüğün not edilmesi istenir. Bu işlemin
ardından anının geçtiği yaşı mümkün olduğunca gerçeğe uygun şekilde not etmeleri
beklenir. Bu yöntem ile istemli anı çalışmalarının temelleri atılmıştır.
1.3.1. İstemli Anı
İstemli anı, kişinin yaşadığı olayı bilinçli bir şekilde, çaba sarfederek aklına
getirmesi, o anıları bilinçli bir şekilde yeniden üretmesi anlamına gelmektedir. Bu tür
anılara, ilgisi olmayan imgeler değil konuyla ilgisi olan imgeler eşlik etmektedir.
(Ebbinghaus, H., çev., 1913). İstemli anı fenomeninin diğer bir ifadesi ise bireylerin
kişisel geçmişlerini istediği anda geriye getirebilme yeteneğidir (Mace, 2007).
Örneğin, kendisine önceki akşam ne yediği soruldan kişi bir önceki akşam ve/veya
13
akşam yemeğinde ne yediği üzerine düşünür. İstemli anılar, genellikle, katılımcılar
ipucu sözcük adı verilen yönlendirici bir kelimenin verilmesi yoluyla çalışılmaktadır
(Rasmussen, Johannessen ve Berntsen, 2014). İpucu sözcük yöntemi oldukça fazla
sayıda laboratuvar deneyinde kullanılmıştır.İstemli anı çalışmalarıyla, gerek patolojik
gerekse patolojik olmayan bireylerde çalışılmış aşırı genelleme, kategorik hatırlama
ve ayrıntılandırma gibi farklı fenomenler ortaya konmuştur (örn. Williams ve
Broadbent, 1986; William ve ark., 1996). Yapılan özgün ve replikasyon çalışmalar
ile tutarlı bilgilere ulaşılmıştır. Örneğin, çeşitli çalışmalarda depresyondaki bireylerin
depresyonda olmayan bireylere göre “ben çocukken bisiklete binerdim” gibi daha
genel ifadelerle geçmişten söz ettikleri , “11. yaş günümde babam bana bisiklet
almıştı, bütün gün bisiklete binmiştim ve çok mutluydum” gibi belirli bir anıyı
hatırlamakta ve ifade etmekte güçlük yaşadıkları saptanmıştır (Sarp ve Tosun, 2011).
Bu fenomen “aşırı genel anı” olarak adlandırılmıştır.
14
1.3.2. Anılarda Kendiliğindenlik: İstemsiz ve Araya Girici Otobiyografik Anı
“...bir parça Madlenin tadını tanır tanımaz,
Léone halamın odasının bulunduğu,
sokağa bakan eski gri ev, bir tiyatro dekoru gibi gelip
annemler için yapılmış olan, arkadaki bahçeye bakan küçük eve eklendi;
evle birlikte, sabahtan akşama, her mevsimde kent, öğle yemeğinde
beni gönderdikleri meydan, alışveriş yaptığım sokaklar ve hava
güzel olduğunda yürüdüğümüz yollar da görüntüde yerlerlerini aldılar.
Ve tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kaseye attıkları silik
kağıt parçalarının suya girer girmez çözülüp şekillenerek,
renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan
birer çiçek, ev, insan olduğu oyunlardaki gibi, hem bizim bahçedeki,
hem M. Swann’ın bahçesindeki bütün çiçekler Vivonne Nehri’nin
nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onların küçük evleri, kilise,
bütün Combray ve civari şekillenip hacim kazandı, bahçeleriyle bütün kent
fincanımdan dışarı fırladı.”
Proust, 1928, s.51-52
Marcel Proust, “Kayıp Zamanın İzinde” adlı kitabının Madlen Epizodunda
çaya batırılmış bir parça Madlen Kekinin tadının, onu çocukluğunun geçtiği
Combray’e istemsizce döndürdüğünü anlatmaktadır (Proust, 1928). Muhtemelen,
istemsiz anının - anıların zihinde çaba sarfetmeksizin, kendiliğinden belirmesi
fenomeninin- ilk ve en lirik örnekleri Proust’a aittir.
Anının zihinde kendiliğinden belirmesi fenomeninin bilimsel anlamdaki ucu
ise 1885 yılına, Ebbinghaus’a uzanmaktadır. Ebbinghaus’a göre kendiliğinden
15
hatırlanan anı, bir kere zihinde yer etmiş durumların herhangi bir irade
göstermeksizin, kendiliğinden hatırlanabilmeleri anlamına gelmektedir. Diğer bir
deyişle, istemsizce yeniden üretilirler (Ebbinghaus, H, çev. 1914).
Ebbinghaus’un 1800’lerdeki savına karşın modern bilişsel psikoloji
kendiliğinden anı kavramıyla ilgilenmeyi oldukça ihmal etmiştir (Berntsen, 1996;
Brewin ve Soni, 2011). Literatür incelendiğinde, kendiliğinden anı kavramının
bilişsel ve klinik psikoloji olmak üzere iki farklı disiplinde farklı biçimlerde ve farklı
isimlerle ele alındığı görülmektedir. Bu duruma paralel olarak, literatürdeki
çalışmalar birbirinden bağımsız ilerlemiştir (Moulds ve Krans, 2015). Kendiliğinden
zihinde beliren anı kavramı bilişsel psikoloji literatüründe uzun süre ihmal edilen bir
konu olmuştur. Pek çok deneysel çalışmada, araştırmacılar bellek performansını
ölçmek için istemli anı geriye çağırma (retrieval) görevleri kullanmışlardır (Berntsen,
1996). Kendiliğinden zihne gelen anı fenomeni ise son çeyrek asırdır bilişsel
psikoloji literatüründe yer bulmuştur. (örn. Berntsen, 1996, 2009, 2010; Mace, 2007,
2010). Öte yandan, klinik psikoloji literatüründe, kökenleri psikanalitik kurama
kadar uzanan kendiliğinden anı fenomenine daha fazla dikkat harcanmıştır (Bertnsen,
1996).
Bu bölümde bilişsel psikolojideki kendiliğinden anı, diğer bir deyişle istemsiz
anı kavramının deneyimsel ve yapısal özelliklerine, istemli anıyla farklılaştığı ve
benzerlik gösterdiği noktalara ve çalışmalarda kullanılan yöntemsel farklılıklar
ışığında araştırma bulgularına değinilecektir. Daha sonra klinik psikolojideki araya
girici anı ile farklı ve benzer noktaları üzerinde durulacaktır. Tez çalışmasının ana
konusu olan araya girici anı türüne depresyon ve otobiyorafik bellek çalışmaları
16
bölümünde geniş bir şekilde yer verildiğinden bu bölümde sadece istemsiz anı ile
kesiştiği noktalar ve farkları ele alıncaktır.
Bilişel psikolojide istemsiz anı olarak sözü edilen kendiliğinden zihne gelen
anı fenomeni, kişilerin geçmişte yaşadığı olayları çaba sarfetmeksizin ve otomatik
olarak hatırlaması anlamına gelmektedir (Berntsen, 1996; Berntsen ve Hall, 2004;
Mace 2004). Diğer bir deyişle, anının herhangi bir hatırlama teşebbüsü olmadan,
istemsiz olarak, kendiliğinden zihinde belirme durumudur (Berntsen, 2010, s. 138,
akt. Moulds ve Krans, 2015). İstemsiz anı, Ebbinghaus tarafından ortaya atılmış,
ancak popüler bir araştırma alanı olması için Ebbinghaus’ın savının üzerinden 100
yılı aşkın süre geçmesi gerekmiştir. Otobiyografik belleğin önemli bir parçası olan
istemsiz anıların günlük hayatta oldukça sık deneyimlendiği belirtilmektedir
(Berntsen ve Hall, 2004).
İstemsiz anı kavramına ilişkin literatür incelendiğinde, karşılaşılan
çalışmaların büyük çoğunluğunun bu tür anıların fenomenolojik ve karakteristik
özelliklerini inceleyen araştırmalar olduğu farkedilmiştir. Buna ek olarak, istemsiz
anı kavramının görece daha fazla bilinen istemli anı kavramı ile kıyaslandığı
araştırmalar da yaygın olarak görülmektedir. Dolayısıyla, istemsiz anı sahasının
oldukça yeni bir konu olduğu gerçeğine rağmen, sözü edilen çalışmalar sayesinde bu
tür anıya ilişkin bir iskelet oluştuğunu söylemek mümkündür. Bir sonraki alt başlıkta
bu iskeletin pek çok yönüyle açıklanması amaçlanmaktadır.
17
1.3.2.1. İstemsiz Anıların Özellikleri
Önceki bölümde de belirtildiği üzere istemsiz anılar günlük hayatta sıklıkla
karşımıza çıkan ve hemen herkesin aşina olduğu bir anı türüdür. Berntsen (1995)
tarafından yürütülen bir araştırmada katılımcıların %85’inin istemsiz anı kavramına
oldukça aşina olduğu ve haftada birkaç kez deneyimlediği belirlenmiştir (akt.
Berntsen, 1996). Daha sonraki yıllarda, yapılan günlük çalışmalarında istemsiz anı
sıklığının haftada birkaç ile sınırlı kalmadığı, günde birkaç defaya kadar çıkabileceği
ortaya konmuştur (Berntsen, 1996, 2001; Mace, 2004). Bir başka çalışmada da,
içeriği mutlu olan istemsiz anıların, üzgün olan istemsiz anılara göre 2 kattan fazla
görüldüğü saptanmıştır (Berntsen ve Rubin, 2002). Bununla birlikte, travmatik
anıların, aşırı derecede mutluluk veren olaylara ait anılar ile benzer oranlarda
hatırlandığı saptanmıştır (Berntsen, 2001).
Mace (2007), günlük hayatta sıklıkla deneyimlenen istemsiz anıların 3 şekilde
oluşabileceğinden sözetmiştir. Buna göre, istemsiz anıların gündelik yaşam
aktivitelerini sürdürürken, istemli/istemsiz bir başka anıyı deneyimlerken veya bir
psikopatolojik problemin semptomu olarak karşımıza çıkabileceği söylenmektedir.
Genellikle, bireylerin gündelik yaşamlarını sürdürürken sıklıkla karşılaştıkları belirli
kişiler, objeler, aktiviteler, yerler veya temalar gibi çevresel (dışsal) ipuçları veya bir
anının yarattığı başka bir istemsiz anı gibi düşünce bazındaki (içsel) ipuçları istemsiz
anıların kaynağını oluşturmaktadır (Berntsen, 2007; Mace, 2004). İstemsiz anıların
çevresel ipuçlarına dayalı olduğu durumlarda daha çok hatırlandığı bulunmuştur
(Berntsen, 1996; Berntsen ve Hall, 2004; Mace, 2005; Ball ve Little, 2006;
Schlagman, Kliegel, Schulz ve Kvavilashvili, 2009).
18
Öte yandan, literatürle uyumsuz olarak, Mace’in (2004) çalışmasında içsel
ipucuların dışsal ipuculara oranla daha fazla istemsiz anı ortaya çıkardığı
saptanmıştır. Berntsen (2007), Mace’in çalışmasındaki bu farklılığın içsel ve dışsal
ipuçlarına yapılan operasyonel tanım farklılıklarından ileri geldiğini öne sürmüştür.
Mace ve arkadaşları (2015) bireysel farklılıkların istemsiz anıları tanımlama
(recognition) hususunda fark yaratabileceğini öne sürmüşlerdir. Düşünce ve dil gibi
soyut kanallar yoluyla meydana istemsiz anıların duyusal deneyimler gibi somut
kanallarla oluşan istemsiz anılara göre tanımlanmasının daha zor olacağını öne
sürmüşlerdir. Psikoloji yüksek lisans öğrencileri, psikoloji lisans birinci sınıf
öğrencileri ve diğer disiplinlerden lisans öğrencileri ile oluşturulan grupların günlük
notlarına bakıldığında, bu konuda eğitim almış olmanın soyut ipuçlarına duyarlılığı
yordadığı tespit edilmiştir. Öte yandan somut ipuçları için bireysel farklılık
saptanamamıştır (Mace, 2015).
İstemsiz anılar, zihinsel çaba gerektirmez; rutin bir işi sürdürürken dikkat
dağılması sonucunda ortaya çıkabilirler (Berntsen, 1998; Schlagman ve
Kvavilashvili, 2008). Berntsen (1998) günlük çalışımasında kaydedilen anıların
%67’sinin dağılmış dikkat halindeyken zihne geldiğini saptamıştır. Schlagman ve
Kvavilashvili (2008) istemsiz anı yaratması için tasarladıkları laboratuvar görevi
oluştururken bu paradigmadan yararlanmışlardır.
Tüm bu bulguların ışığında, tıpkı Proust’un şiirsel örneğinde olduğu gibi,
insanlar istemdışı bir şekilde geçmişlerine dönmektedirler. Bu durumun “Kayıp
Zamanın İzinde”de aktarılanın aksine nadir bir deneyim değil, hemem hemen
herkesin gündelik yaşamını sürdürürken karşılaştığı bir durum olduğu
gözlenmektedir. Ayrıca, gündelik rutin sürerken, zihnin boş kalmayı sevmediği ve
19
kendine uğraşı bulma çabası içerisine girdiği söylenebilir. Öte yandan, zihnin
istemsiz anılar ile olan uğraşının aşırı boyutlara taşınması olumlu sonuçlar
doğurmamaktadır. Wervoerd ve Wessel’in (2007) araştırmasına göre, istemsiz
anıların bellek, algı ve motor işlevlerdeki bilişsel yıkımla ilişkili olduğu, Kamiya’nın
(2014) araştırmasına göre de istemsiz anı sayısındaki artışın bilişsel yıkımı (cognitive
failure) yordadığını saptanmıştır (Kamiya, 2014).
1.3.2.2. İstemli – İstemsiz Anı Farklılıkları
Konuya ilişkin literatüre bakıldığında, istemsiz anı araştırmalarının bir
kısmını, görece daha çok çalışılan ve dolayısıyla daha fazla bilgi sahibi olunan
istemli anı kavramının kıyaslamalarının oluşturduğu görülmüştür. İstemli ve istemsiz
anılar özgüllük (specifity), frekans, duygusal tepkiler, işlevsellik gibi pek çok açıdan
kıyaslanmaktadır.
Literatürdeki tüm araştırmaların, istisnasız olarak, ortak bulgusu “istemsiz
anıların istemli anılara oranla daha spesifik epizodlar halinde hatırlandığı”
bulgusudur (Berntsen, 1998; Berntsen ve Hall, 2004; Mace, 2006; Schlagman ve
Kvavilashvili, 2008; Johannessen ve Berntsen, 2010). Diğer bir deyişle, istemsiz
anılar, kişisel geçmişteki belirli bir zaman ve belirli bir lokasyonda geçen olaylara
referans olmaktayken, istemli anılar, yoğunlukla “birbirine benzer olayların
bütünü/toplamı” (jenerik anı) şeklinde hatırlanmaktadır (Rasmussen ve ark., 2014).
Bir diğer mesele ise belleğin organik tarafı ile oldukça ilişkili olan yaş
konusudur. İstemsiz anıların, bunama (dementia) ve yaşlanma gibi bellek problemi
yaratan durumlara, istemli anılara oranla daha dirençli oldukları belirtilmiştir
20
(Bradley, Moulain ve Kvavilashvili, 2013). Genç ve ileri yaş olmak üzere iki farklı
yaş grubu ile yapılan bir çalışmada, ileri yaş grubunun (74.4) genç gruba (20.1)
oranla her iki anı türünü de daha az deneyimlediği saptanmıştır (Schlagman ve ark.,
2009). Ancak; ileri yaş grubu, istemli anıları genç gruba göre daha genel ve daha
yavaş anımsarken, istemsiz anılarda böyle bir farklılık bulunamamıştır (Schlagman
ve ark. 2009). Genç ve ileri yaştaki yetişkin grupların kıyaslandığı bir başka
çalışmada da, ileri yaş grubundaki katılımcıların anımsadığı istemsiz anı içeriklerinin
genç grubun istemsiz anı içeriklerine göre daha pozitif olduğu saptanmıştır
(Schlagman, Schulz ve Kvavilashvili, 2006). Yaş değişkenini dikkate almaksızın
yapılan çalışmalarda da istemsiz anıların istemli anılara oranla dugusal açıdan daha
pozitif oldukları saptanmıştır (Berntsen, 1998).
Üçüncü olarak, istemsiz anıların istemli anılara oranla daha az tekrarlandığı
öne sürülmüştür (Berntsen, 1998). Bu durum –patolojik bir olgu söz konusu olmadığı
sürece- istemsiz anıların münferit olarak hatırlandığı spekülasyonunu doğurmaktadır.
Yani istemsiz anı hatırlama eylemi, kavram olarak yaygın olsa da aynı anıyı zihne
getirme oranı düşüktür. Öte yandan, istemli anılar daha sık tekrarlanmaktadır. Daha
önce de sözü edildiği üzere, ipucu sözcük yöntemiyle dile getirilmiş istemli anıların
çok kez tekrarlanması, bu anıların bireyler için birer anektod haline gelme ve bu
anektodların zihinde kompakt bilgi, diğer bir deyişle semantik bilgiye benzer bir
bilgi halinde tutulması riskini doğurabilir (Baddeley, 1992). Rasmussen ve Berntsen
(2011) bir çalışmalarında katılımcılara mekanik bir sayaç temin ederek gün içinde
deneyimledikleri istemsiz ve istemli anı frekanslarını hesaplamalarını istemişlerdir.
Bulgulara bakıldığında, istemsiz anıların istemli anılarla oranla 3 kat daha fazla
bilince getirildiği görülmüştür (Rasmussen ve Berntsen, 2011). Bu dramatik
21
farklılığın mekanik sayaç yüzünden olabileceği düşünülmüş ve çalışma yöntemi
değiştirilerek replike edilmiştir. Akıllı telefon kullanarak yapılan yeni bir araştırmaya
göre bulguların önceki çalışmayla tutarlı olduğu saptanmıştır (Rasmussen,
Ramsgaard ve Berntsen, 2015).
İstemli ve istemsiz anıların geriye getirme (retrieval) süreçlerine bakıldığında
da durum değişmemiş ve yine çeşitli farklılıklar olduğu göze çarpmıştır. Öncelikle,
istemsiz anılar istemli anılara oranla daha hızlı geriye getirilmektedir (Berntsen,
Staugaard, ve Sørensen, 2013; Schlagman ve Kvavilashvili, 2008). Ayrıca, istemsiz
anıların dikkat dağıldığında ortaya çıkma eğilimlerinin daha fazla olduğu ve olayı
hatırlatılacak çevresel bir ipuçlarının varlığında daha sık ortaya çıktıkları
belirtilmiştir (Berntsen, 1998). Bu iki durum, iki anı türünün işlemlenirken farklı
mekanizmaların devreye girdiği görüşünü desteklemektedir (Rasmussen ve ark.,
2014).
Araştırmacıların merakını cezbeden bir diğer konu ise iki anı türünün “hangi
işlere yaradığı” olmuştur. Buna göre, istemsiz anıların istemli anılara kıyasla
problem çözme becerileriyle ve sosyal paylaşımla daha az ilişkili olduğu saptanmıştır
(Rasmussen ve Berntsen, 2011). Sosyal ilişki kurma ve problem çözme gibi kişisel
insiyatifle ilişkili aksiyonların istemli anı ile ilişkili bulunması oldukça beklendik bir
durum gibi görünmektedir. Buna karşılık, istemsiz anıların gündüz düşleri kurarken
ya da sıkılganlık hallerinde kolaylıkla hatırlandığı belirtilmiştir (Rasmussen ve
Berntsen, 2011). Ayrıca, istemli anıların istemsiz anılara oranla kişinin kimliği ve
yaşam öyküsüyle daha uyumlu olduğu saptanmıştır (Rubin, Boals ve Berntsen,
2008). Son olarak, istemsiz anıların duygusal ve fiziksel reaksiyona daha yatkın
olduğu belirtilmiştir (Berntsen ve Hall, 2004).
22
1.3.2.3. İstemli - İstemsiz Anı Benzerlikleri
Bilindiği üzere, istemli ve istemsiz bellek, otobiyografik belleğin parçalarıdır.
Dolayısıyla, iki hatırlama türü arasında farklılıkların olduğu kadar benzerliklerin de
olması beklendiktir. Ortak bulguların iki tür anının ortak bir kodlama ve güçlendirme
stratejisi kullandığı görüşünü desteklemekte olduğu ve aynı epizodik bellek sistemine
dayandığı söylenmektir (Rasmussen ve Berntsen, 2009). İki tür anının temel kodlama
(encoding) ve güçlendirme (maintenance) stratejilerinin benzer olduğu iddia
edilmiştir. Öte yandan, iki anı türünün kıyaslandığı çalışmalarda ortaya konan
farklılıklar (örn. anıyı zihne geri getirme süresindeki fark) geriye getirme süreçlerinin
farklılaşmasıyla açıklanmaktadır (Berntsen, 2010). Rasmussen ve arkadaşları (2014)
istemli anıların kontekste daha bağlı ve bilinçsiz işleyen bir süreçken istemli anıların
bilinçli bir süreç olduğunun altını çizmektedir.
Öncelikle, iki tür bellekte de anı tümseği (reminiscence bump) trendi- orta
yaş ve ileri yaş gruplarının genç yetişkinlik dönemine ilişkin anılarında artış-
gösterilmektedir (Berntsen ve Rubin, 2002; Schlagman ve ark., 2009). Benzer bir
şekilde, iki tür bellek türünde de çocukluk dönemi amnezisi görülmektedir (Berntsen,
2009). Aynı olayın istemli ve istemsiz anısının benzer sıklıkla hatırlandığı
bulunmuştur (Rubin ve Berntsen, 2009). İki tür bellekte de, olayın yaşandığı sıradaki
duygusal uyarılmışlık durumu takip eden anıyı yordamaktadır (Hall ve Berntsen,
2008).
23
1.3.2.4. Çalışma Yöntemleri
İstemsiz anı kavramının deneysel olarak çalışılmasının problematik
olabileceği bilinmektedir. İstemsiz anılar çoğunlukla oldukça kişisel olduklarından
dolayı ihtiyaç duyulan ipuçları kişiye özgü olmakta ve bu durum genelleme yapmayı
zorlaştırabilmektedir (Bradley ve ark., 2013). Ayrıca, katılımcının anıyı zihne geriye
getirmeye çalışması anının artık istemli hale gelmesi riskini taşımakta ve fenomenin
yanlış yorumlanabilmesine yol açabilmektedir (Bradley ve ark., 2013). Olasılıkla,
sözü edilen sebeplerden ötürü literatürdeki ilk çalışmaların laboratuvar dışında ve
mümkün olduğunca manipüle edilmeden gerçekleştirildiği gözlemlenmiştir. Bu
yöntemlerden en popüleri katılımcıların istemsiz anıyı deneyimledikten hemen sonra
kaydettikleri günlük tutma yöntemidir. Literatürde karşılaşılan bir diğer teknik ise
kontrollü alan görüşmeleri tekniğidir. Bu iki yöntemin yanısıra, son birkaç yılda
istemsiz anı üretimini sağlayacak bazı laboratuvar paradigmaları geliştirilmiştir.
Berntsen (2009) bu paradigmaların gelişimini yararlı bulmakla birlikte,
metodolojinin hala problematik olduğunu ve bu alanda çalışan araştırmacıların
yöntemsel eksikler üzerine çalışmalarının önemli olduğunu belirtmiştir.
Yapılandırılmış Günlük Yöntemi
Yapılandırılmış günlük yönteminde, katılımcılar günlük rutinleri sürerken
zihinlerine gelen istemsiz anıları yanlarında taşıdıkları bir defter ya da araştırmacı
tarafından temin edilen kitapçığa kaydederler (Örn. Berntsen, 1996; Berntsen, 1998;
Berntsen ve Hall, 2004; Mace, 2004; Mace, 2005; Berntsen ve Rasmussen, 2011;
Rasmussen ve ark., 2014; Mace ve ark., 2015; Ball, 2015). Araştırmacı tarafından
temin edilen yazım materyalinde, araştırma amacına bağlı olarak anı oluştuktan
hemen sonra ya da aynı gün içerisinde farklı bir zamanda doldurulması gereken soru
24
setleri bulunmaktadır. Benzer şekilde, araştırmanın amacı ve yöntemine göre farklı
olarak soru setlerinin içeriği de değişebilmektedir.
İstemsiz anılarda yapılandırılmış günlük metodunu ilk kullanan
araştırmacılardan biri olan Berntsen’in, alanın mihenk taşı kabul edilen çalışmasında
istemsiz anıların karakteristikleri değerlendirilmiştir. Bulgulara göre, ruh haline
uyumlu olan, yakın zamanda olmuş veya olağandışı olayların daha çok istemsizce
hatırlandığı saptanmıştır. Anıların çoğunlukla pozitif olarak oylandığı ve önceden
hatırlanma oranının düşük olduğu belirtilmiştir. Anıların anımsandığı esnadaki ruh
hali ile anı içeriğine ait yönün (valance) birbiriyle tutarlı olduğu saptanmıştır
(Berntsen, 1996).Yapılandırılmış günlük yöntemi, sadece istemsiz anıların
özelliklerinin araştırılmasına değil, aynı zamanda istemli anı fenomeniyle
karşılaştırılmasına da olanak sağlamıştır. Berntsen ve Hall (2004) yaptıkları bir
çalışmada istemsiz anılar ile ile bir ipucu sözcük yoluyla getirilen istemli anıların
kıyaslamasını yapmışlardır. Katılımcıların kaydettikleri her bir istemsiz anıya
karşılık istemli anı yönergesi vermişlerdir. Sonuçlara bakıldığında, istemsiz anıların
daha fazla spesifik epizod içerdiği, katılımcıların istemsiz anılara daha fazla fiziksel
tepki hissettiği ve duygudurum üzerinde daha etkili olduğu belirtilmiştir (Berntsen
ve Hall, 2004). Mace (2004) de günlük yönteminden yararlanarak sözel ve sözel
olmayan ipucu karşılaştırmasını istemsiz anı fenomenine uyarlamış ve duyusal/sözel
olmayan (somut) ipuçlarına kıyasla düşünsel/sözel (soyut) ipuçlarının daha fazla
istemsiz anı ortaya çıkardığını saptamıştır. Bu noktadan bakıldığında herhangi bir
ipucunun varlığının “istemsiz anı fenomenini”ni istemli hale getireceği iddia
edilebilir. Ancak Berntsen ve Hall’ün araştırmasında sözü edilen ipucu kavramı,
araştırmacı tarafından istemli anı yaratma amacıyla katılımcıya sunulurken, Mace’in
25
çalışmasında katılımcıların gündelik hayatlarında karşısına çıkan olay ve durumların
–örneğin kişilerin o an okumakta oldukları romandan bir cümle (soyut) ya da evde
pişen kekin kokusu gibi (somut)- hangi oranlarda istemsiz anıya yol açtıkları
araştırılmıştır (Berntsen ve Hall, 2004; Mace, 2004). Mace (2005) hazırlama
(sunma) etkisinin (priming effect) istemsiz anı meydana gelişinde bir rol oynayıp
oynamadığını açığa çıkarmak için yaptığı pilot çalışmada katılımcılara 2 hafta
boyunca deneyimledikleri istemsiz anılar için günlük tutmaları yönergesi vermiş ve
bu dönemin akabinde kişilerin bilişsel aktivitelerini araştıran bir ölçek uygulamıştır.
Buna göre, önem verdiği diğerleri hakkında yoğun bir şekilde düşünen katılımcıların
karşılaştırma grubuna oranla daha fazla o kişilere yönelik istemsiz anılar
deneyimlediği belirtilmiştir. Çalışmanın ikinci kısmında katılımcılar anı kaydetme
sürecinin ortasında (7. Günde) laboratuvara çağırılarak kendi hayatlarına ait çeşitli
zaman periyodları (çalışma 1 süreci /lise/ geçen yıl/ 13 ve 16 yıl önce) sunulmuştur.
Hazırlama müdahalesinden önceki istemsiz anılar ile istemli anıların kıyaslaması
yapılmıştır. Sonuçlara bakıldığında, her iki çalışmada da hazırlama etkisinin (önem
verilen kişiyi düşünmek veyaşam periyodu hakkında düşünmek) anlamlı bir fark
yarattığı (tüm periyodlar için) gözlemlenmiştir. Araştırmacı, hazırlama etkisinin
günlük hayatta istemsiz anı yaratma konusunda önemli bir rol oynadığını öne
sürmüştür. Rasmussen ve arkadaşları (2014) laboratuvarda yaratılan istemli anı ve
günlük yaşamda karşılaşılan istemsiz anı karşılaştırılma çalışmalarının eşit
koşullarda gerçekleşmediğini ve günlük hayattaki istemli anıların farklı olabileceğini
öne sürerek kişisel ipucu, ipucu kelime, kısa mesaj ile iletilen ipucu yoluyla
hatırlatılan istemli anıları ve istemsiz anıları karşılaştırmayı amaçlayan bir çalışma
yapmışlardır. Bu çalışmada her bir anı türü farklı günlüklere kaydedilmiş akabinde
26
soru setleri yanıtlanmıştır. Sonuçlara bakıldığında istemsiz anıların fenomenolojik
özelliklerinden en az farklılık gösterek anı türünün kişisel ipucu anıları koşulu
olduğu saptanmıştır. Diğer anı türlerinin ise laboratuvarda uygulanan benzerlerinden
farklı olmadığı saptanmıştır (Rasmussen ve ark., 2014). Mace ve arkadaşları (2015)
bireysel farklılıkların istemsiz anıları tanıma (recognition) hususunda fark
yaratabileceğini öne sürmüşlerdir. Düşünce ve dil gibi soyut kanallarla harekete
geçirilen istemsiz anıların duyusal deneyimler gibi somut kanallarla harekete
geçirilen istemsiz anılara göre tanımlanmasının daha zor olacağını öne sürmüşlerdir.
Psikoloji yüksek lisans öğrencileri, psikoloji lisans birinci sınıf öğrencileri ve diğer
disiplinlerden oluşturulan grupların günlük notlarına bakıldığında, bu konuda eğitim
almış olmanın soyut ipuçlarına duyarlılığı yordadığı tespit edilmiştir. Öte yandan
somut ipuçlarının farklılık yaratmadığı saptanmıştır. Ball’ın (2015) günlük
metodundan yararlanarak yaptığı çalışmada motivasyon yanlılığının istemsiz anı
içeriği üzerinde etki yaratabileceği öne sürülmüştür. Diyet yapan kadınlarınistemsiz
anı içeriklerinin yemek pişirme ve yeme gibi konularlailgili olduğu saptanmıştır.
Görüldüğü üzere istemsiz anılarda günlük yöntemi pek çok farklı amaca hizmet eden
araştırmada kullanılmıştır. Öne çıkan ilk yöntem olmasına karşın günümüzde hala
popülerliğini korumaktadır.
Laboratuvar Çalışmaları
Sürekli (Continious) Kelime Çağrışımı Görevi
Sürekli Kelime Çağrışımı Görevi, Galton’ın geliştirdiği klasik kelime
çağrışımı yönteminin modifiye edilmiş halidir. Ball (2007) tarafından geliştirilen
görevde öncelikle verilen ipucu sözcüğün bir çağrışım oluşturması sağlanır. Görev,
27
her yeni gelen sözcüğün bir öncekinin çağrışımı olması hedeflenerek belirli bir
zaman dilimi boyunca sürdürülür (örneğin, kitap- defter- kağıt- ağaç vb.) .
Brewin ve Soni (2011) istemsiz anıya ilişkin atıfların cinsiyet ve ipucu sözcük
valansı gibi özelliklere göre farklılaşıp farklılaşmadığını araştırmak için yaptıkları
çalışmada sürekli sözcük çağrışımı yöntemi kullanmışlardır. Buna ek olarak istemsiz
anıların, psikoza yatkınlık (pyschosis-proneness) ve dissosiasyon düzeyi gibi kişilik
özellikleriyle ilişkili olabileceği iddia edilmiştir. Bulgulara bakıldığında, negatif
ipucu kelime görevi esnasında üretilen istemsiz anı sayısının psikoza yatkınlık
(Pyschosis-proneness) ve dissosiasyon düzeyi ile pozitif korelasyon gösterdiği
saptanmıştır.
Basit Dikkat Testi
Giambra (1989), basit dikkat testinin (vigilance test)görev ile ilgili olmayan
gündelik düşünceleri ortaya çıkarma konusunda güvenilir olduğunu ortaya
koymuştur. Basit dikkat testi, “insanlar rutin ve fazla dikkat gerektirmeyen bir
görevi yerine getirirken istemsiz anı deneyimleme şansları daha yüksektir”
bulgusundan hareketle ortaya çıkmış bir görevdir. Bu yöntemin asıl amacı
laboratuvar dışı koşullarda incelenmesi mümkün olmayan geri getirme süreçlerini
(retrieval processes) incelemektir. Katılımcılara kolaylıkla tanımlanabilir ipuçları
verilerek görev esnasında dikkatinin dağılması ve dolayısıyla farklı zihinsel
faaliyetlere ihtiyaç duyması sağlanır. Böylelikle, istemsiz anılar doğal yollardan
oluşur ve laboratuvar ortamında deneyimlenir; dolayısıyla da ölçüm almaya
elverişlidir. Difüze (yayılmış) dikkat durumu elde etmek için katılımcılarayatay
28
olarak ilerleyen çizgi dizilerinin içine seyrek olarak yerleştirilmiş dikey çizgileri
tespit etmeleri gibi monoton bir görev verilir.
Schlagman ve Kavavilakkshvili (2008) basit dikkat görevini kullanarak
istemli ve istemsiz anıların geriye getirme sürecini kıyaslamayı amaçlayan bir
çalışma yapmışlardır. Buna göre, istemli anıların geri getirme sürecinin daha çaba
gerektireceği ve uzun süreceği öngörülürken, istemsiz anıların geriye getirme
sürecinin hızlı ve otomatik olacağı iddia edilmiştir. İkinci olarak, istemli ve istemsiz
anıların özgüllük (specifity), anı yaşı, tekrarlama sıklığı, valans (yön) gibi çeşitli
bellek karakteristikleri açısından kıyaslanması hedeflenmiştir. Son olarak, verilen
ipuçlarının valansının türden anının da sayısı ve içeriğini ne yönde etkileyeceğinin
ortaya çıkarılması hedeflenmiştir. Deneyin “istemsiz anı” aşamasında 800
denemeden oluşan basit dikkat görevi uygulanmış bu esnada katılımcının aklına bir
anı gelirse uygulamayı durdurup anıyı kaydettikten sonra göreve devam etmesi
yönergesi verilmiştir. Her bir denemeden sonra “tatile gitmek”, “bir fırsat kaçırmak”,
“karşıdan karşıya geçmek” gibi ifadeler gösterilmiş ve katılılmcılara bu sözcük
öbeklerini yoksaymaları söylenmiştir. Öte yandan, bu sözcük öbeklerinin katılımcıya
sunulması, istemsiz anılarda bu temalardan bazılarının görülmesi beklentisini test
etmek için gerçekleştirilmiştir. Anı yazılması için verilen yapılandırılmış formda
ifadeler tarafından aktive edilip edilmediğini araştıran sorular bulunmaktadır. Bir
hafta sonra gerçekleşen deneyin “istemli anı” aşamasında katılımcılara basit dikkat
testi uygulanmaksızın yeni sözcük öbekleri sunulmuş ve bu kez bu sözcüklere ilişkin
anıların aktarılması beklenmiştir. Bulgulara bakıldığında, istemsiz anıların istemli
anılara oranla daha spesifik olduğu ve daha hızlı bir şekilde zihne geri çağırıldığı
belirtilmektedir. Buna ek olarak, istemsiz anıların negatif içerikli sözcük öbekleri
29
tarafından aktive edilmeye daha eğilimli oldukları saptanmıştır (Schlagman ve
Kavavilakkshvili, 2008)
Mazzoni, Vannucci ve Batool’un (2014) araştırmasına göre, katılımcılara
basit dikkat görevi esnasında resim/resmi anlatan sözcük öbekleri (örneğin “bankta
oturmak” öbeği ve bankta oturan insan figürü) sunulmuş ve bu esnada katılımcının
aklına bir düşünce/anı ya da gelecek planı gelirse uygulamayı durdurup kaydettikten
sonra göreve devam etmesi yönergesi verilmiştir. Schlagman ve
Kavavilakkshvili’nin (2008) çalışmasından farklı olarak yönerge verirken sadece
anılarla ilgilendiği izlenimi yaratılmamış, gelecek planı, düşünce gibi farklı zihinsel
süreçlere de yer verilmiştir. Basit dikkat testi deneyin ilk aşamasında görece
karmaşık kavramlarla yapılırken ikinci aşamasında top gibi basit sözcüklerle replike
edilmiştir. İki aşamada da sözel ipucu koşulunun resim ipucu koşulundan daha fazla
istemsiz anı meydana getirdiği ortaya konmuştur.
Vannucci ve arkadaşlarının(2015) basit dikkat testi kullanarak yaptıkları bir
başka çalışmada ipucu sıklığının istemsiz anı görülme sıklığıyla ilişkili olabileceğini
iddia edilmiştir. S ık/ seyrek/ seyrek+aritmetik işlemli olmak üzere 3 farklıkoşul
belirlenerek ayrı paradigmalardan temellenen 3 ayrı hipotez kurulmuştur.
Volüm hipotezi: Katılımcılara daha fazla sayıda ipucu sunmak istemsiz
anıların harekete geçmesini sağlayarak sıklığının artmasına olanak sağlar.
Bilişsel Yük Hipotezi: Daha fazla sayıda ipucu bilişsel yükü arttırarak
istemsiz anıların ketlenmesine yol açar.
30
Bellek İnterferans Hipotezi: Daha fazla sayıda ipucu zihne geriye getirme, anı
oluşturma ya da aktarma aşamasında bozucu etkiye neden olarak istemsiz
anıların ketlenmesine yol açar.
Sonuçlara bakıldığında, seyrek ipucu koşulundaki katılımcılar, seyrek olmayan ipucu
ve aritmetik işlemli seyrek ipucu koşulundaki katılımcılara göre daha fazla istemsiz
anı deneyimlemişlerdir. Dolayısıyla, “katılımcılara daha fazla sayıda ipucu sunmak
istemsiz anıların harekete geçmesini sağlayarak sıklığının artmasına olanak sağlar”
hipotezi yanlışlanmıştır.
Alan Çalışmaları
Kontrollü Alan Görüşmesi
Kamiya (2014), istemsiz anı özelliklerini araştırmak amacıyla, kontrollü alan
görüşmesi tekniğini geliştirmiştir. Bu tekniğe göre, katılımcılar kampüs içinde
önceden belirlenmiş bir rotayı takip etmek ve akıllarına istemsiz anı geldiği anda
kendisini birkaç adım geriden takip eden araştırmacıya bildirmekle yükümlüdür.
Katılımcı istemsiz anının zihnine geldiğini belirtir belirtmez araştırmacı çeşitli
sorular yöneltir. Öncelikle anının içeriği, bu anıyı aklına getiren ipucunun ne olduğu
ve katılımcının anıdaki yaşı sorulmuştur. Daha sonra katlımcıdan, hatırladığı olayın
ne kadar önem arzettiği, ne kadar hoşa giden (pleasant) bir olay olduğu, ne kadar
duygusal yoğunluk içerdiği ve bu olaya ilişkin hatırlamanın ne kadar sık
gerçekleştiğinin 5’li likert tipi ölçek üzerinden puanlaması beklenmiştir. Bulgulara
31
bakıldığında istemsiz anıların %93’ünün bir dışsal ipucunun varlığında meydana
geldiği belirtilmiştir. Tüm katılımcılar tarafından aynı rotanın takip edilmesi
gerçeğine rağmen anılarda görülen bireysel farklılıklar istemsiz anıların oldukça
kişisel olduğunu göstermektedir (Kamiya, 2014).
1.3.2.5. İstemsiz ve Araya Girici Anı Ayrımı
Literatür incelendiğinde, araya girici (intrusive) anı teriminin bilişsel
psikolojinin bir konusu olmaktan ziyadeklinik psikoloji alanında kullanılan bir terim
olduğu farkedilmiştir.
Araya girici anılar da, tıpkı istemsiz anılar gibi kontrolsüz bir biçimde; dışsal
ya da içsel bir uyarana bağlı olarak veya bir uyaran olmaksızın zihne gelirler. Buna
ek olarak, hatırlanan anının negatif anlam yüklü ve stres verici olması, işlevsellik
üzerinde etkisi bulunması gibi faktörler de önemlidir. Öte yandan, istemsiz anıların
kuramsal tanımı yapılırken olumsuz, stres verici veya bozucu bir içerik ya da duygu
yükü ifade edip etmemeleri bir önem arzetmez (Moulds ve Krans, 2015). Dahası,
Ball ve Little (2006) istemsiz anıların çoğunlukla pozitif içerikli olduğundan söz
etmişlerdir.
Klinik psikoloji literatüründeki kendiliğinden anı, yani -araya girici anı
terimi- (intrusive memory), klinik psikolojideki temel amacın psikopatolojide bilişsel
süreçleri araştırmak oluşuyla ilintili olarak negatif anlam yüklüdür (Moulds ve
Krans, 2015). Kendiliğinden zihne gelen anının “araya girici” olarak
nitelendirilebilmesi için kişide stres yaratması ve tekrarlayıcı bir biçimde zihne geri
gelmesi gerekmektedir (Brewin ve Soni, 2011). Özetle araya girici anılar, olumsuz
32
otobiyografik yaşam olaylarının, istenmeyen, stres verici veya bozucu bir şekilde
hatırlanması olarak tanımlanabilir. Moulds ve Krans (2015) kavramın
isimlendirilirken bu tip anı deneyimleyen hastaların öznel deneyimlerini aktarırken
kullandıkları kelimelerin referans alınmış olabileceğini öne sürmüşlerdir.
İstemsiz ve araya girici anı terimlerinin farklı anlamlar ifade ettiği görüşüne
rağmen, ikibinli yıllardan sonra istemsiz anı (involuntary memory) terimi
kullanılarak depresif, disforik ve travmatik yaşantıları olan bireylerde gerçekleştirilen
anı çalışmalarının birkaç örneği ile karşılaşılmıştır (Berntsen ve Rubin, 2002;
Kvavilashvili ve Schlagman, 2011; Watson ve ark. 2012; Watson ve ark., 2013). Bu
durum, araya girici anı kavramının istemsiz belleğin bir alt türü olabileceği
spekülasyonunu doğurabileceği gibi araştırmacıların kişisel ilgi alanlarını ve
araştırmalarında kullandığı yöntemleri yansıtmakta olabilir. Bu tez çalışmasındaki
“kendiliğinden anı” gerek yöntemsel olarak klinik çalışmalarına benzediğinden
gerekse genel literatüre tutarlı olması açısından araya girici anı olarak
adlandırılmıştır.
Araya girici anılar, öncelikle travma sonrası stres bozukluğu çalışmalarında
ele alınmaya başlanmış, daha sonra ise -ana semptomu olmamasına rağmen-
depresyonda da görüldüğü farkedilerek araştırılmaya başlanmıştır. Bu çalışmanın
amacı da araya girici anıların depresif özellikler gösteren ve göstermeyen
bireylerdeki görünümlerinin ve yapısal farklılıklarının ortaya konması olduğundan,
izleyen bölümde, depresyonun psikopatoloji açısından kuramsal çerçevesi çizilerek
araya girici anı türüne ilişkin bulgular paylaşılacaktır.
33
1.4. Depresyon
Depresyon, hayata karşı isteksizlik, çökkünlük, apati, aktivitelerde ve
aktivitelere duyulan ilgide azalma, düşünme ve konuşma gibi çeşitli fizyolojik
işlevlerde yavaşlama, yetersizlik, değersizlik ve suçluluk düşüncelerinin yoğun
şekilde deneyimleme, çabuk yorulma, dalgınlık, unutkanlık, iştah ve kiloda
değişimler görülmesi, uykuda azalma ya da artma gibi semptomlarla karakterize olan
ruhsal bir rahatsızlıktır (Öztürk ve Uluşahin, 2011). Duygu, davranış ve düşünce gibi
insana dair pek çok farklı alanda yeti yitimine yol açmakta ve bireylerin günlük
yaşamını sürdürerek işlevsellik göstermelerinde bozucu etkiye neden olmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (2012) verilerine göre dünya üzerinde her yaştan 350
milyonu aşkın bu rahatsızlıkla karşılaşmaktadır. Ayrıca DSÖ (2012), depresyonun
2030 yılında dünyada en çok rastlanan hastalıklar arasında birinci sırayı alacağını
öngörmüştür.
Depresyon, literatürde ilk kez Hippokrates tarafından tanımlanmıştır.
Hippokrates (M.Ö. 460 - 357) bu tablonun vücut sıvılarındaki oransal farklılıklardan
kaynaklandığını öne sürmüş; depresyonu, sebebi olarak gördüğü kara safranın
yunanca karşılığı olan “melaine chole” kelimesiyle isimlendirmiştir (Jadhav, 2000).
R. Burton, binaltıyüzlü yıllarda “Melankolinin Anatomisi” eserinde melankoli
durumunu, hipokondriyazis, yas ve aşk ve nedensiz melankoli gibi farklı kategorilere
ayırmıştır (akt., Yeşilbaş, 2008). Sigmund Freud ise depresyonun “çocukluk çağında
yaşanmış kayıplara ilişkin bilinçdışı çatışmaların rasyonel savunma mekanizmaları
tarafından telafi edilememesi” olduğunu öne sürmüştür (Freud, 1917). Analitik ve
devamında dinamik bakış açısı, bilişsel davranışçı terapilerin gündeme geldiği yıllara
değin depresyon üzerindeki etkinliğini sürdürmüştür.
34
1.4.1. Depresyona Bilişsel Bakış
Duygu ve davranış bazındaki gözlemler depresyonun ilk tanımlandığı M.Ö.
460-357 Hipokrates dönemine dayanmaktadır (Jadhav, 2000). Öte yandan,
düşüncenin psikopatolojilerdeki yeri ve önemi ise 1960-70’li yıllarda bilişsel
devrimin gerçekleşmesi sayesinde anlaşılmıştır.
Bilişsel devrimin psikanalize yönelik yöntemsel eleştirilerinden rahatsızlık
duyan Aaron T. Beck psikanalitik kuramlar ile deneysel yöntemi kesiştirme çabası
içerisine girmiştir. Elde ettiği veriyi psikanalitik kuramın temel donelerine göre
yorumlama çabasının, bilimsellik açısıdan beyhude bir çaba olduğunu farketmesiyle
birlikte psikodinamik kuramdan kopuşu gerçekleşmiştir (Türkçapar, 2013). 1967
yılında depresyonun etiyolojisine ve tedavisine ilişkin ilk kitabını yayınlayan Beck’in
kavramsallaştırdığı yeni depresyon modeline göre, depresif bireyler olumsuz bir
kendilik kavramına, diğerlerine ilişkin olumsuz inançlara ve geleceği ilişkin umutsuz
ve nihilist bir bakış açısına sahiptirler. Terapilerde de, hastaların olaylara verdiği
tepkilere ve yorumlamalara neden olan bilişsel çarpıtmalara ve düşünce akışına
odaklanılır (Beck ve Alford, 2009).
Beck’in ekolünde düşüncenin psikopatolojideki önemini sık sık
vurgulanmasıyla başlayan yeni çağda, bilim ve psikoterapi parelel olarak ilerlemeye
başlamışlardır. Bilişel devrimin gerçekleşmesi ve akabinde düşüncenin önemine
değinen bir ekolün gelişmesi ile birlikte depresyon üzerine yapılan bilişsel içerikli
çalışmalar da süregelen bir ilerleme katetmektedir. Ancak yine de, literatüre
bakıldığında, düşüncenin salt duygu ve davranış alanlarına göre nispeten eksik
35
olduğu gözlenmiştir. Bu alandaki çalışmaların eksikliği, diğer alanlardaki
sorunlardan daha az önemli olduğu anlamına gelmemelidir. Bilişsel ekolün temel
konularından olan dikkat, bellek, karar verme gibi alanlarda yaşanan sorunlar,
depresyondayken çalışmak ve üretmek zorunda olan modern zaman insanın
karşılaştığı önemli semptomatik güçlükler olarak karşımıza çıkmaktadır.
1.5. Otobiyografik Bellek ve Depresyon
Otobiyografik bellek özellikleri, psikopatolojik olan ve olmayan bireylerde
farklılaşmaktadır. Bunun yanısıra, otobiyografik bellek özelliklerinin farklı
patolojilere göre de farklılaştığı bilinmektedir (O’Kearney ve Parry, 2013).
Uçar ve Er (2007), literatürdeki otobiyografik bellek ve depresyon
çalışmalarının iki ana noktaya işaret ettiğini belirtmişlerdir. Öncelikle, depresif
bireylerolumsuz anıları olumlularına nazaran daha fazla hatırlama şeklinde bir bellek
yanlılığısergilemektedirler. İkinci olarak ise, depresif bireyler özel olaylara ilişkin
anılarına ulaşmakta zorlanmakta ve sıklıkla “aşırı genellenmiş anı” deneyimi
yaşamaktadırlar. Otobiyografik bellek özellikleri ve depresyon çalışmaları görece
geniş bir konu oluğundan, bu bölümde yalnızca bu araştırmada konu edilen araya
girici otobiyografik anıların depresyonla olan ilişkisinin açıklanması hedeflenmiştir.
1.5.1. Araya Girici Anılar
Araya girici imge/anı kavramı, öncelikle Travma Sonrası Stres Bozukluğunun
bir belirtisi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak geniş bir ranjda klinik bozuklukta
36
göründüğü bilinmektedir (Brewin, Gregory, Lipton ve Burgess, 2010). Bu klinik
bozukluklardan bazıları; beden dismorfik bozukluğu (Osman, Cooper, Hackmann ve
Veale, 2004), bipolar bozuluk (Gregory, Brewin, Mansell ve Donaldson, 2010),
agorafobi (Day, Holmes ve Hackmann, 2004) ve depresyondur (Brewin, Reynolds ve
Tata, 1999). Ayrıca, Brewin ve arkadaşları (1996) klinik olmayan örneklemde
yaptıkları çalışmada -araya girici düşünceler kadar fazla olmamakla birlikte- araya
girici anıların da görüldüğünü ortaya koymuşlardır. Diğer bir deyişle, araya girici
anılar ve düşünceler sadece psikopatolojiye özgü değillerdir.
Depresif bireylerin negatif yaşam olaylarını pozitif olanlara göre daha kolay
anımsadıkları bilinmektedir (Dalgleish ve Watts, 1990; Matt, Vaquez ve Campbell,
1992). Buna ek olarak, negatif yaşam olaylarının araya girici anılarının depresif
gruplarda yoğun bir şekilde görüldüğü bilinmektedir. Prevalans’ın Brewin, Reynolds
ve Tata’nın çalışmasında (1999) %73, Patel ve arkadaşlarının çalışmasında (2007)
%44, Starr ve Moulds’un çalışmasında (2006) %83 ve Newby ve Moulds’un
çalışmasında(2011) %96 olduğu saptanmıştır.
Depresyonda görülen araya girici anılar bir araştırma alanı olarak günden
güne popülerliğini arttırsa da bu tür anılar ilk olarak Travma Sonrası Stres
Bozukluğu belirtisi olarak tanımlanmıştır. Literatüre bakıldığında ilk araştırma
örneklerinin TSSB hastalarında olduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla, kronolojik
olarak sonra gelen depresyon araştırmaları kuramsal ardalanını ve yöntemini TSSB
araştırmalarından almıştır. Bununla birlikte, yapılanilk depresyon araştırmalarında
çocukluk dönemi istismarı, kanser gibi insan hayatında travmatik etkileri bulunan
yaşam olayları konu edinilmiştir. Bunlardan ilki olan Brewin ve Kuyken’in (1994)
çalışmasında, çocukluk dönemlerinde fiziksel ve cinsel istismar öyküsü bulunan
37
kadınların depresif epizodları sürerken istismara dair araya girici anıların yoğun bir
şekilde gözlendiği belirtilmiştir. Katılımcıların Olay Etkisi Ölçeğinin alt ölçekleri
olan kaçınma ve araya giricilik puanlarının depresyon düzeyiyle pozitif korelasyon
gösterdiği saptanmıştır (Kuyken ve Brewin, 1994). Benzer bir şekilde Spenceley ve
Jerrom’un çalışmasında (1997) ise klinik depresyon grubu, depresyon öyküsü olan
grup (recovered group) ve kontrol grubu çocuklukdönemi tramvatik yaşantıları
açısından kıyaslanmıştır. Travmatik yaşantılara ilişkin araya girişte gruplarasında
anlamı bir fark gözlendiği saptanmıştır. Depresif grup, kontrol ve iyileşmiş gruptan
daha yüksek oranlarda kaçınma ve araya giricilik göstermiştir. Şiddetli depresif grup
ile orta düzey depresif grup arasında da kaçınma ve araya giricilik açısından anlamlı
bir fark bulunmuştur. Yine literatürle tutarlı olarak, Kaynar ve Er (2014), yetişkinlik
döneminde görülen depresyon belirtilerinin çocukluk çağı örselenme yaşantıları
tarafından yordandığını ve araya giriş ve kaçınma boyutlarının bu ilişkiye aracılık
ettiğini ortaya koymuşlardır.
Brewin ve arkadaşları (1998) depresif olan ve depresif olmayan 130 kanser
hastasının yaşantılarını, özellikle de ölüm ve hastalık deneyimlerini incelemeyi
amaçlayan birçalışma yapmışlardır. Bu çalışmada hastalar ile görüşme yapılmış ve
bu görüşmelerde, anlattıkları yaşantılarına ilişkin detayların geçirdikleri hafta
boyunca kendiliğinden zihinlerine gelip gelmediği sorulmuştur. Hastaların 1/4ünün
araya girici nitelikte anı gösterdiği saptanmıştır. Anılarının %76’sının hastalık,
yaralanma ve ölümle ilgiliyken %44’ünün ise spesifik olarak kanserle ilişkili olduğu
belirtilmiştir . Araştırmacılar, depresif hastaların depresif olmayan hastalara oranla
anlamlı bir şekilde daha fazla araya girici anı deneyimlediğini belirtmiş ve bu
bulguyu da bu türdeki anıların depresyonun yordayıcısı olarak yorumlamışlardır. Bir
38
sonraki yıl yapılan 6 aylık izlem çalışmasında, önceki bulguyla tutarlı olarak,
depresyonun prognozunun belirleyicilerinden ikisinin kaçınma ve araya girme
olduğu saptanmıştır. (Brewin, Reynolds ve Tata, 1999)
Takip eden yıllarda gerek travma sonrası stres bozukluğunda gerekse
depresyonda görülen araya girici anıların deneyimsel farklarının olup olmadığı, şayet
varsa bu farkların neler olduğu meselesi araştırmacıların merakını cezbetmiştir. Bu
çalışmaların öncüsü kabul edilebilecek Brewin ve Reynolds’ın çalışmasında (1999)
TSSB ve depresyonda görülen araya girici anıların frekans, içerik, netlik, terleme ve
çarpıntı gibi fiziksel duyum içermeleri, yeniden yaşantılama deneyimi, ortaya
çıkardığı stres, dissosiyatif belirtler gibi çeşitli deneyimsel özellikler bakımından
kıyaslaması yapılmıştır. Bulgulara bakıldığında, araya girici anıların TSSB
hastalarında depresif hastalardan biraz daha yoğun görüldüğü saptanmıştır. Buna ek
olarak, TSSB hastalarının anı içeriklerinde kişisel hastalık ya da taciz öyküsü
yaygınken depresif hastalarda ise aile bireylerinden birinin ölümü, hastalığı ve
kişilerarası sorunlar daha ön plana çıkmıştır (Reynolds ve Brewin, 1999). Başka bir
çalışmada, TSSB, depresyon ve kontrol gruplarını araya girici anılarının nitelikleri
bakımından kıyaslanması hedeflenmiştir. Bulgulara bakıldığında, depresif ve
TSSB’li katılımcıların kontrol grubu katılımcılarına kıyasla daha sık araya girici anı
deneyimlediği saptanmıştır. Buna ek olarak, TSSB katılımcılarından oluşturulan
gruba ait anıların içerdiği duyusal deneyim ve yarattığı stres bakımından diğer iki
gruptan anlamlı biçimde farklılaşmakta olduğu belirtilmiştir. Öte yandan depresif
grup ile kontrol grubu arasında niteliksel açıdan anlamlı bir farka rastlamamıştır
(O’Kearney ve Parry, 2013).
39
İkibinli yıllara gelindiğinde depresyonda görülen araya girici anıların
deneyimsel özelliklerini konu edinen araştırmalarının ivme kazandığı gözlenmiştir.
Örneğin, Patel ve arkadaşları (2007) majör depresyon tanısı almış hastalar ile
görüşme yapmış ve bu hastaların %44’ünün bir önceki hafta içinde bir veya daha
fazla araya girici görüntüler (imge ve/veya anı) deneyimlediğini saptamışlardır.
Hastalar, bu görüntülerin kontrol edilemez ve günlük yaşantıyı bozucu etki
gösterdiğini ifade etmişlerdir. İmgelerin yeniden yaşantılama oranının yüksek olduğu
ancak dissosiasyon belirtilerinin düşük olduğu saptanmıştır. Bazı hastalar bu araya
girişin şu anki duygudurumlarını etkileyen en temel bileşen olduğunu ifade
etmişlerdir. Hastaların aktardığı görüntülerin %46’sında akraba ya da yakın
arkadaşın ölümü, yaralanması ve incinmesi, %14’ünde kişisel hastalık ya da incinme,
%24’ünde istismar veya aşağılanma ve %14’ünde kişilerarası ilişkiler ile ilgili
içeriklere rastlanmıştır (Patel ve ark., 2007). Anıların ilişkilendirildiği iki baskın
duygunun öfke ve üzüntü olduğu bulunmuştur. Ayrıca, diğer otobiyografik
anılarından daha net olarak puanlanmıştır. Buna ek olarak, Williams ve
Moulds(2007a) depresyonda görülen araya girici nitelikteki anıların bilişsel ve
deneyimsel özelliklerini inceleyen bir araştırma yapmışlardır. Araya girici anıların
deneyimsel özelliklerini saptamak için yapılan araştırmada anıların araya giriş
sıklığı, duygusal tepkiler, içeriği, duyusal modaliteleri, anının deneyimlendiği
perspektifi (birinci ve üçüncü tekil şahıs gözünden), anının netliği, neden olduğu
üzüntü, anının bağlamdan kopukluğu, yeniden yaşantılama (sense of nowness)
deneyimi gibi hem deneyimsel hem de bilişsel değişkenler açısından ele alarak
incelenmiştir. 250 katılımcının %28’i major depresyon tanısı alarak çalışmanın
depresif grubunu oluşturmuşlardır. Katılımcıların %60’ının negatif/hoşa gitmeyen
40
araya girici anı gösterdiği ve bu anıların içeriklerinin Brewin’in (1996) 5 kategorisine
göre %61 oranında kişilerarası ilişkiler, %9 oranında yakın kaybı ve hastalığı, %10
oranında kişisel hastalık ya da incinme, %3 oranında istismar aşağılanma ve %17
oranında diğer olduğu saptanmıştır. %60negatif anıyla yapılan analizlere göre,
hipotezlerle tutarlı olarak, araya girici anıların yüksek derecede duyusal modalite ve
şu an yaşanıyor hissi deneyimi içerdiği saptanmıştır (Williams ve Moulds, 2007a).
Williams ve Moulds (2008) bir başka araştırmada, disforik katılımcıların aktardıkları
araya girici anıyı deneysel olarak manipüle etmişlerdir. Katılımcılardan son bir hafta
içinde deneyimledikleri otobiyografik araya girici anılarını aktarması ve alan ve
gözlemci perspektifine göre sınıflandırmaları beklenmiştir. Daha sonra tam tersi
perspektiften gözlemlemeleri için odaklanmaları yönergesi verilmiştir.
Araştırmacılar, perspektifi değiştirilen anıların diğer özelliklerinin de değişip
değişmeyeceğini anlamaya çalışmışlardır. Alan gözleminden gözlemci perspektifine
geçen katılımcılarda anının yarattığı stres ve anının netliğinde azalma kaydedilmiştir.
Bulguların duygu düzenlemede perspektifin etkili olduğu nosyonunu desteklediği
desteklediği saptanmıştır. Bir başka çalışmada ise araya girici anıların kişinin benliği
için merkez ve diğer anılar için referans noktası olduğu anıların araya giricilik ve
ruminasyon boyutunu yordadığı saptanmıştır. (Newby ve Moulds, 2011b)
Yukarıda sözü edilen deneyimsel özelliklerin gruplararası farklılıklardan
kaynaklanıp kaynaklanmadığını kontrol etmek için yapılan bir çalışmada; klinik
depresif grup, depresyon tedavisi görmüş grup ve kontrol grubunun anılarının
kıyaslanması amaçlanmıştır (Newby ve Moulds, 2011a). Sonuçlara bakıldığında
depresif grubun depresif olmayan gruba göre anıları daha net hatırladığı, daha yoğun
anılara ilişkin üzüntü hissettiği ve negatif duygu hissettiği ve kaçınma davranışının
41
daha fazla olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde, anı içeriğinin Beck’in bilişsel
üçlüsüyle tutarlılığını ortaya çıkarmayı amaçlayan Tosun’un araştırmasına göre
depresif özellikler gösteren katılımcıların anı içeriklerinin Beck’in bilişsel üçlüsü ile
uyumlu olduğu saptanırken depresif özellikler göstermeyen katılımcıların anılarında
böyle bir bulgu söz konusu olmamıştır (Tosun, 2006).
Çeşitli çalışmalarda depresif özelliklerin, araya girici anıların, bilişsel başa
çıkma stratejilerinin (kaçınma/ruminasyon) ve başa çıkma davranışlarının ilişkili
olduğu bulunmuştur. Örneğin, Starr ve Moulds (2006) araya girici anılara ilişkin
negatif yorumların bilişsel kaçınma ve depresyon düzeyi ile pozitif korelasyon
gösterdiği saptamışlardır. Ayrıca, araya giriş durumuna verilen rumunatif tepkilerin
depresyon düzeyiyle yüksek korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Son olarak araya
girişe atfedilen olumsuz anlamın araya girme sıklığına kıyasla depresyonu daha
güçlü bir şekilde yordadığı ve varyansı daha yüksek oranla açıkladığı saptanmıştır.
Williams ve Moulds’un çalışmasında (2007b) da bilişsel kaçınma mekanizmalarının
negatif olayların duygusal işlemlenmesini engelleyerek/bozarak araya girici anıları
güçlendirbileceği hipotezi öne sürülmüştür. Bulgulara bakıldığında disforinin araya
girici anılara verilen bilişsel kaçınma mekanizma tepkileri ile ilişkili olduğu
saptamıştır. Buna ek olarak, anılarını gözlemci perspektifinden deneyimleyen
katılımcıların alan perspektifinden deneyimleyen katılımcılara oranla daha fazla
“uyuşma/hissizleşme” ve “durumdan kopma” hissettikler saptanmıştır (Williams ve
Moulds, 2007). Araya girici anılarının yarattığı negatif inançlara ilişkin davranışsal
başa çıkma stratejilerine bakıldığında, sırasıyla bilişsel dikkat dağıtma(cognitive
distraction) (başka bir şey düşünmeye çalışmak), bastırma, davranışsal dikkat
dağıtma (egzersiz) ve alkol madde kullanımı stratejilerine başvurulduğu saptanmıştır
42
(Moulds, Kandris, Williams ve Lang, 2008). Newby ve Moulds (2010) sözü edilen
çalışmayı klinik popülasyonda replike etmişlerdir. Buna göre, majör depresyon tanısı
almış grup, daha önce depresyon geçirmiş bireylerden oluşan grup ve depresyon
öyküsü bulunmayan grubun araya girici anılarının yarattığı negatif inançları ve bu
inançlar ile başa çıkmak için başvurulan davranışların gruplararası farklılıkları
araştırılmıştır. Sonuçlara bakıldığında araya girici anılara ilişkin negatif inançların en
yoğun olarak görüldüğü grubun depresif grup olduğu saptanmıştır. Bu grubu sırasıyla
geçmişte depresyon öyküsü olan grup ve depresyon öyküsü bulunmayan grup takip
etmiştir. Ayrıca, depresif grubun bu inançlarla başa çıkmak için diğer iki gruptan
daha fazla pasif tepkiler (örn. oturmak) gösterdiği bulunmuştur. Bir başka çalışmada,
araya girici anılar ve bu araya girici anılara verilen rumanitif süreçleri tema ve
özellikleri açısından kıyaslayanmıştır. Sonuçlara bakıldığında, hem anıların hemde
anıya verilen ruminasyon tepkisinin yüksek derecede duyusal detaylar içerdiği ve
benzer negatif duygusal tepkilere yol açtığı saptanmıştır. Ayrıca, anıların gün
içerisinde daha sık deneyimlendiği ancak anıya ilişkin ruminasyonların daha uzun
sürdüğü saptanmıştır. Katılımcılar, anıyı deneyimleme durmunun ve anınn içeriğinin
ilişkilerini, benliklerini ve gelecek beklentilerini negatif etkilediğine dair
ruminasyonlar kurmaktadırlar (Newby ve Moulds, 2012).
Tedavi prosedüründe kullanılması için Kandris ve Moulds (2008) depresif
birey ile yürütülen bir olgu çalışması gerçekleştirmişlerdir. Negatif yaşam olayına
ilişkin araya girici anıya imajinal maruz bırakmanın depresyon tedavisinde
kullanılabileceği öne sürülmüştür. Tedavi prosedürü psikoeğitim, imajinal maruz
bırakma ve relaps önlenmesi aşamalarını içermiştir. 90 dakikalık 5 seanstan oluşuan
maruz bırakma prosedüründen sonra negatif anının sıklığında azalma, duygudurumda
43
düzelme görüldüğü saptanmıştır. Bir başka tedavi prosedüründe, araya girici anı
deneyimleyen 10 depresyon hastasıyla anıyı imgesel olarak yeniden yapılandırmayı
(imagery rescripting) amaçlayan görüşmeler yapılmıştır. Bir yıl boyunca süren tedavi
prosedürünün sonunda 6 hastanın depresyon düzeyinin klinik olarak anlamlı şekilde
gelişme gösterdiği saptanmıştır (Brewin ve ark., 2009). Diğer bir tedavi prosedürü
araştırmasında ise 60 katılımcı rastgele olarak psikoeğitim ve bilgisayar temelli
bilişsel yanlılık modifikasyonu ve kontrol grubuna atanmıştır. İki deneysel grupta da
araya girici anılara ilişkin negatif atıfların değiştirilmesi amaçlanmıştır. Bulgulara
bakıldığında terapist tarafından psikoeğitim sağlanan grubun en fazla gelişmeyi
gösterdiği saptanmıştır. (Newby, Lang, Werner-Seidler, Holmes ve Moulds, 2014).
Araştırmanın, araya girici anıların doğasına ilişkin betimleyici bulguların ve
işleyişine ilişkin verilerin elde edilmesi amacı doğrultusunda, izleyen bölümlerde
sırasıyla, araya girici anıların deneyimsel özellikleri, yeniden yapılandırılma süreci
ve algılanan zaman mesafesi konularında bilgi verilecektir.
1.5.1.1. Araya Girici Anıların Deneyimsel Özellikleri
Travma Sonrası Stres Bozukluğunda görülen araya girici nitelikteki anıların
araştırılması için “Araya Girici Anı Görüşmesi” (Intrusive Memory Interview) adlı
bir görüşme tekniği oluşturulmuştur (Hackmann ve ark., 2004). Yapılandırılmış bir
görüşme olan bu teknikler, depresyon hastalarında kullanılmak üzere yazılı formata
dönüştürülmüştür (Williams ve Moulds, 2007a). Aşağıda yer alan içerik, frekans,
44
duyusal modalite, berraklık, rahatsızlık vericilik, duygusal tepkiler, atıf, bağlam ve
perspektif boyutları bu formata sadık kalınarak ele alınacaktır.
İçerik: Katılımcının araya girici olarak tanımladığı anının konusudur. Açık uçlu
sorular, araştırmacılar tarafından Brewin’in (1996) tanımladığı kişilerarası ilişkiler,
yakın kaybı ve hastalığı, kişisel hastalık ya da incinme, istismar ve diğer
kategorilerine atanmıştır.
Duyusal Modalite: Katılımcının anıyı deneyimlerken hissettiği duyusal
modalitelerdir. Görsel, işitsel, koku, tat ve fiziksel duyum olarak
sınıflandırılmışlardır (Williams ve Moulds, 2007a).
Berraklık: Katılımcının anısını ne kadar berrak hatırladığına ilişkin öznel
değerlendirmesidir.
Rahatsızlık Vericilik: Katılımcının anıyı deneyimlerken yaşadığı rahatsızlık hissine
ilişkin öznel değerlendirmesidir.
Duygusal Tepkiler: Katılımcının anıya ilişkin duyguları ve bu duyguların
yoğunluğudur.
Atıf: Katılımcının anının içeriğine ve anıyı deneyimliyor olma durumuna ilişkin
yaptığı yorumlardır.
Alan ve Gözlemci Perspektifi: Otobiyografik anılar deneyimlendikleri bakış açılarına
göre ikiye ayrılmaktadır. Alan ya da birinci şahıs perspektifinde, kişinin yaşadığı
durum, olayı meydana geldiği zamandaki gibi kendi gözlerinden gördüğü şekilde
hatırlanır. Öte yandan, gözlemci ya da üçüncü tekil şahıs perspektifinde kişi
kendisini bir gözlemci gibi hisseder ve kendisini etrafındaki diğer insanlar ve objeler
45
gibi olayın içinde bir aktörmüş gibi görür. Örneğin eski anılar, genellikle gözlemci
perspektifinden hatırlanır (Sarp ve Tosun, 2011).
1.5.1.2.Yeniden Yapılandırılma Süreci
Klasik bellek kuramlarına göre anılar yaşandıktan hemen sonra oluşturulurlar
ve bir kere yapılandırıldıktan sonra değişime uğramazlar (Nader ve Einarsson, 2010;
Besnard ve ark., 2012). Öte yandan modern bellek kuramcıları anıların hatırlandıktan
sonraki zaman diliminde değişime açık hale geldiğini görüşünü öne sürmüşlerdir.
Yapılan deneysel çalışmalarda anıların yeniden yapılandırılabildiklerine ilişkin
kanıtlara ulaşılmıştır (Nader ve Einarsson, 2010; Besnard ve ark., 2012). Bu kuram
Rubin, Wetzler ve Nebes tanımladığı üç otobiyografik bellek özelliğinden biri olan
“anılar öznel yaşantılar olması dolayısıyla yeniden yapılandırılabilirler; Bu durum
olayın gerçekte yaşandığı halinden farklı hatırlanmasına neden olabilir” görüşüyle
tutarlılık göstermektedir.
1.5.1.3. Algılanan Zaman Mesafesi
Otobiyografik anılar yeniden yapılandırma sürecinde çeşitli değişimlere
uğrarlar. Ross ve Wilson (2003) bu değişimlerin bir boyutunun da geçmişte yaşanmış
olayın zamansal algısına ilişkin olabileceğini iddia etmişlerdir. Diğer bir deyişle,
olayın gerçekte olduğutakvim tarihi ile kişinin bu tarihe ilişkin hissinin farklı
olabileceği, örneğin daha yakın ya da daha uzak geçmişte yaşandığının
düşünülebileceği iddia edilmektedir. Buna ek olarak, üzerinden geçen zaman süreleri
eşit olan olaylardan birinin, şu anki benlik algısı üzerinde pekiştirici veya zedeleyici
46
etkisi varsa o olayın daha geçmişte kalmış ya da daha yakın zamanda olmuş gibi
hissedilebildiği öne sürülmüştür. Öte yandan, Blom ve Semin (2013) bir olayı
aktarırken sol el ve kol hareketleri kullanmanın, algılanan zaman mesafesini
uzaklaştırırken, sağ el ve kol hareketleri kullanmanın algılanan zaman mesafesini
yaklaştırdığını öne sürmüşlerdir.
Algılanan zaman mesafesi kavramının, sosyal pikoloji, deneysel psikoloji gibi
faklı alt alanlarda incelendiği gözlense de, literatüre bakıldığında, yapılan
araştırmaların bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olduğu farkedilmiştir. Tez
çalışmasında, kavrama bilişsel-klinik perspektifinden bakılması ve literatüre farklı
bir bakış açısıyla katkı yapılması hedeflenmiştir.
1.6. Araştırmanın Amacı
Bu çalışmada, bellek konusunun önemli bileşenlerinden biri olan araya girici
otobiyografik belleğin fenomenolojik yapıtaşlarından olan içerik, duyusal
modaliteler, deneyimlendiği perspektif (birinci ve üçüncü tekil şahıs gözünden),
berraklık, neden olduğu üzüntü, duygusal tepkiler, frekans ve anıya yapılan atıflar
gib deneyimsel özellikler ve anının yeniden yapılandırılma süreci ve zaman mesafesi
algısı araştırılmıştır. Depresif belirtiler gösteren ve göstermeyen bireylere ait araya
girici anılar üzerinden yürütülen çalışma ile sözü edilen fenomenolojik ve
deneyimsel özelliklerin iki grup arasındaki kıyaslamasının yapılması ve böylelikle
“patolojik negatif anının” “patolojik olmayan negatif anıdan” ayrıldığı noktaların
belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu sayede hem depresyonun biliş boyutuna ilişkin
47
betimleyici ve açıklayıcı bulgular elde edilmesi hem de patolojik ve patolojik
olmayan negatif araya girici anıların farklarının açıklanması hedeflenmiştir.
Temel olarak, çalışmanın psikoloji bilimine teorik katkı sağlayan bir
araştırma olması amaçlanmıştır. Bunun yanısıra, elde edilecek bulgulara göre
psikoterapi sürecinde göz önünde bulundurulması önerilecek implikasyonların
belirlenerek uygulamaya yönelik öneriler yapılması planlanmıştır.
Bu çalışmada şimdiye kadar yapılan çalışmalardaki fenomenolojik özellikler
toplanmış ve özgün iki hipotez daha eklenmiştir. Literatürden olan değişkenlere ek
olarak zaman mesafesi algısı, anının yeniden yapılandırılma süreci hipotezleri
eklenerek çalışma özgün hale getirilmiş ve detaylandırılmıştır. Daha önceki
çalışmalarda karşılaşılan ve bulguları etkilediği düşünülen yöntemsel problemler
giderilmeye çalışılmıştır.
Hipotezler
1. Depresif özellikler gösteren ve depresif özellikler göstermeyen bireyler, anının
deneyimsel özelliklerinden olan berraklık, rahatsızlık vericilik ve duygusal
tepkiler, araya girici anı içeriklerine yapılan atıfın yönü ve araya girici anıyı
deneyimliyor olma durumuna yapılan atıfın yönü bakımından
farklılaşmaktadırlar.
2. Depresif belirtiler ile alan perspektifi arasında negatif yönlü anlamlı bir ilişki
varken depresif belirtiler ile gözlemci perspektifi, araya giriş boyutu, yeniden
yapılandırma süreci ve algılanan zaman mesafesideğişkenleri arasında pozitif
yönlü anlamlı bir ilişki vardır.
48
3. Anıya verilen duygusal tepkiler ve depresyon puanını yordamaktadır.
4. Depresyon puanı ile belleğin negatif olarak yeniden yapılandırılması arasındaki
ilişkiye anının araya giriş boyutu aracılık etmektedir.
5. Araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi arasındaki ilişkiye belleğin
negatif olarak yeniden yapılandırılması aracılık etmektedir.
49
BÖLÜM 2
YÖNTEM
Bu bölümde, giriş bölümünde kuramsal ardalanı aktarılan araştırmaya ilişkin
hipotezlerin sınanması amacıyla ulaşılan örneklem ve kullanılan araçlar gibi
yöntemsel doneler konusunda bilgi verilecektir.
2.1. Örneklem
Araştırmanın örneklemini Ankara Üniversitesi Psikoloji Bölümü 1, 2, 3 ve 4.
sınıf öğrencileri ile Dokuz Eylül Üniversitesi Psikoloji Bölümü 1 ve 2. sınıf
öğrencileri oluşturmaktadır. Ulaşılan 145 katılımcıdan ikisi yaş ranjı dışında kalması,
dokuzu ise yanıtladıkları ölçekte anı kısmını boş bırakması veya anı niteliği
taşımayan durumlar ifade etmesi nedeniyle değerlendirme dışı bırakılmıştır. Geriye
kalan 134 katılımcının 110’u kadın, 24’ü ise erkektir. Yaş ranjı 17-23 arasında
değişen katılımcıların yaş ortalaması 19.75 iken, aktardıkları anı yaşı ortalamasının
1106 gün olduğu belirlenmiştir. Tosun’un (2006) araştırmasında olduğu gibi, Beck
DepresyonEnvanterinden 17 ve üstü alan katılımcılar (N=29) depresif özellikler
gösteren grubu oluştururken 17 puanın altında kalan katılımcılar (N=105) depresif
özellikler göstermeyen grubuoluşturmuşlardır. Katılımcılardan toplanan verilerinin
değerlendirilmesi için IBM SPSS Statictics 20 paket programı kullanılmıştır.
50
2.2. Veri Toplama Araçları
Araştırma amacına uygun verilerin toplanabilmesi için Onam formu, Araya
Girici Anı Görüşme Formu, Beck Depresyon Envanteri ve Travma Sonrası Stres
Belirtileri Araya Giriş Alt Ölçeği kullanılmıştır.
2.2.1. Onam Formu
Araştırmanın genel amacı hakkında bilgi verme, araştırmaya katılımın
gönüllülük esasına dayandığı ve rahatsızlık hissedildiği durumlarda yarıda
bırakılabileceğini açıklama, katılımcıların verdiği bilgilerin kişisel bazda
değerlendirilmeyeceği ve toplu olarak analiz edileceğini ifade etme ve çalışmanın
sonuçlarının bilimsel yayınlarda kullanılacağını açıklama amacıyla katılımcılara
onam formu verilmiştir. Açıklanan kurallar doğrultusunda çalışmaya katılmayı kabul
etmeleri durumunda ilgili kutucuğa işaretleme yapmaları beklenmiştir.
2.2.2. Araya Girici Anı Görüşme Formu
Williams ve Moulds 2007 yılında, Hackman ve arkadaşları (2004) tarafından
oluşturulan “Araya Girici Anı Görüşmesi” adlı yapılandırılmış bellek görüşmesini
yazılı bir formata dökerek form haline getirmişlerdir. Bu formda zihne istemsizce
gelen anının içerik, frekans, duyusal modalite, berraklık, rahatsızlık vericilik,
duygusal tepkiler, atıf ve alan ve gözlemci perspektifi gibi deneyimsel özellikler
hakkında bilgi alınması amaçlanmaktadır.
Bu form, gerekli izinler alındıktan sonra bir psikolog ve bir dilbilimci
tarafından 2 ayrı kopya olmak üzere türkçeye çevrilmiştir. Daha sonra, bir uzman
51
klinik psikolog tarafından değerlendirilen alternatiflerden biri seçilmiş ve nihai forma
karar verilmiştir. Form, 2 kişiye pilot olarak uygulanmış, anlaşılmayan noktalar
açıklığa kavuşturulduktan sonra katılımcılara sunulmuştur. Genel olarak formun
aslına sadık kalınmakla birlikte, araştırma amaçları doğrultusunda eklenen maddeler
* işareti ile belirtilmiştir.
İçerik: Katılımcının araya girici olarak tanımladığı anının konusudur. Açık
uçlu sorular, 2 uzman klinik psikolog tarafından Brewin’in (1996) tanımladığı
kişilerarası ilişkiler, yakın kaybı ve hastalığı, kişisel hastalık ya da incinme, istismar
ve diğer kategorilerine atanmıştır.
Duyusal Modalite: Katılımcının anıyı deneyimlerken hissettiği duyusal
modaliteler görsel, işitsel, koku, fiziksel duyumsama ve düşünce olarak
sınıflandırılmışlardır (Moulds ve Williams, 2007).
Berraklık: Katılımcının anısını ne kadar berrak hatırladığına ilişkin öznel
değerlendirmesidir. 10’lu likert tipi ölçekle değerlendirilmiştir.( 0 hiç- 100 tamamen)
Rahatsızlık Vericilik: Katılımcının anıyı deneyimlerken yaşadığı rahatsızlık
hissine ilişkin öznel değerlendirmesidir. 10’lu likert tipi ölçekle değerlendirilmiştir.(
0 hiç- 100 tamamen)
Duygusal Tepkiler: Katılımcının anıya ilişkin duyguları ve bu duyguların
yoğunluğudur. Duygular (kopuk, uyuşmuş, kızgın, korkmuş, suçlu, çaresiz, üzgün,
mutlu, tiksinmiş, şaşkın, utanmış) 10’lu likert tipi ölçekle değerlendirilmiştir.( 0 hiç-
100 tamamen)
52
Gözlemci ve Alan Perspektifi: Alan ya da birinci şahıs perspektifinde, kişinin
yaşadığı durum, olayı meydana geldiği zamandaki gibi kendi gözlerinden gördüğü
şekilde hatırlanır. Gözlemci ya da üçüncü tekil şahıs perspektifinde ise kişi kendisini
bir gözlemci gibi hisseder ve kendisini etrafındaki diğer insanlar ve objeler gibi
olayın içinde bir aktörmüş gibi görür. Ölçekte, alan ve gözlemci perspektifini
açıklayan kısa bir metin verilmiştir. Daha sonra, katılımcılara deneyimledikleri
anıları hangi perspektiften gördükleri sorularak 7li likert ölçek ile değerlendirmeleri
istenmiştir. (-3 Tamamen Birinci Tekil Şahıs, 3: Tamamen Üçüncü Tekil Şahıs)
Atıf*: Katılımcının anının içeriğine ve anıyı deneyimliyor olma durumuna
ilişkin yaptığı yorumlardır. İki adet açık uçlu soru ile sorulmuştur. Beck’in bilişsel
üçlüsü kapsamında 7’li likert tipi ölçekile değerlendirilmiştir. Maddeler aşağıda
verilmiştir.
Anının içeriği,
Bu anıdaki olayı / olayları düşündüğümde:
Kendime yönelik olumsuz düşüncelerim artmaktadır.
1 2 3 4 5 6 7
Hiç Bazen Sıklıkla
Başkalarına yönelik olumsuz düşüncelerim artırmaktadır.
1 2 3 4 5 6 7
Hiç Bazen Sıklıkla
Geleceğe yönelik olumsuz düşüncelerim artmaktadır.
1 2 3 4 5 6 7
Hiç Bazen Sıklıkla
Anıyı deneyimleme durumu,
Bu anıyı hala hatırlıyor olduğumu düşündüğümde:
53
Kendime yönelik olumsuz düşüncelerim artmaktadır.
1 2 3 4 5 6 7
Hiç Bazen Sıklıkla
Başkalarına yönelik olumsuz düşüncelerim artırmaktadır.
1 2 3 4 5 6 7
Hiç Bazen Sıklıkla
Geleceğe yönelik olumsuz düşüncelerim artmaktadır.
1 2 3 4 5 6 7
Hiç Bazen Sıklıkla
Bu sorulara ek olarak, araştırmacıların özgün değişkenlerine ilişkin iki yeni soru
eklenmiştir:
Anının yeniden yapılandırılması*: Anıların hatırlandıktan sonraki zaman
diliminde değişime açık hale geldiği görüşünü ifade etmektedir. Araştırmada,
yeniden yapılandırma süreci göz önünde bulundurulduğunda, depresif grubun
aktardığı olumsuz araya girici anının depresif olmayan grubun anısına göre anlamlı
derecede daha fazla negatifleştirilerek güncelleneceği öngörülmektedir. Yeniden
yapılandırılma süreci aşağıdaki soruyla sorulmuştur:
Aşağıdaki cümlenin sizin için ne kadar geçerli olduğunu puanlama tablosuna işaretleyerek
belirtiniz.
“Olayı her hatırlayışımda, ilk hatırladığım zamana/zamanlara kıyasla çok daha olumsuz bir
olay yaşamış olduğumu farkediyor ve neler yaşamışım diyorum."
1 2 3 4 5 6 7
Tamamen Ne Doğru Tamamen
Yanlış Ne de Yanlış Doğru
Algılanan Zaman Mesafesi*: Zaman mesafesi algısı teorisine göre kişilerin olayın
olduğu tarihe ilişkin hislerinin olayın gerçekte olduğu takvim tarihinden farklı
olabileceğini iddia edilmiştir. (Ross ve Wilson, 2003). Araştırmada depresif grubun
54
aktardıkları olumsuz araya girici olayı depresif olmayan gruba göre anlamlı derecede
normalde olduğundan daha yakın algılayacakları öngörülmektedir. Zaman Mesafesi
Algısı aşağıdaki soruyla sorulmuştur:
Bugünün tarihini belirtiniz.
__________________________
Bahsedeceğiniz anıdaki olay veya durumun gerçekleştiği tarihi belirtiniz. Eğer net tarihi
hatırlayamıyorsanız ortalama ne kadar zaman önce olduğunu belirtiniz. Örneğin ‘6 ay önce’
vb.
__________________________
Bahsedeceğiniz anı, gerçek tarihine kıyasla ne kadar zaman önce olmuş gibi geliyor? Buna
ilişkin hissinizi göz önünde bulundurarak puanlayınız.
1 2 3 4 5 6 7
Çok Uzak Olayın Çok Yakın
GerçekleştiğiTarihte
2.2.3.Beck Depresyon Envanteri
Beck Depresyon Envanteri (BDE) depresif özellikler gösteren ve depresif
özellikler göstermeyen katılımcıları farklı gruplara atama aşamasında kullanılmıştır.
BDE, 1979 yılında depresif belirtileri saptamak amacıyla Beck ve arkadaşları
tarafından geliştirilen 21 maddeden oluşan bir ölçektir. BDE, Hisli Şahin (1988)
tarafından Türkçeye uyarlanmıştır. Aşağıda “Beck Depresyon Envanteri’nin
Üniversite Öğrencileri için Geçerliği ve Güvenilirliği” çalışmasına ait bilgiler
bulunmaktadır.
Temel bileşenler ve varimax rotasyon yöntemiyle yapılan faktör analizinde
toplam varyansın %43.1’ini açıklayan umusuzluk, kişinin kendine yönelik olumsuz
55
duyguları, bedensel kaygılar ve suçluluk duygulanımları adı verilen dört adet faktör
yapısı göze çarpmıştır. Ölçeğin güvenlirlik bilgisini edinmek için yapılan analiz
sonucunda madde analizi güvenlirliği .80 ve yarıya bölme güvenlirliği .74 olarak
bulunmuştur. Ölçeğin ölçüt bağıntılı geçerliği bilgisini edinmek için yapılan analiz
sonucunda MMPI depresyon altölçeğiyle .50 korelasyonu olduğu bulunmuştur.
Depresif özellikler gösteren ve göstermeyen bireyleri ayırt etme amacıyla
kullanılan bu ölçeğin kesme puanı, Tosun’un (2006) çalışmasında olduğu üzere 17
olarak belirlenmiştir.
2.2.4.Travma Sonrası Stres Belirtileri Ölçeği
Araya girişin değerlendirilmesi amacıyla tekrarlayan düşünceler alt boyutu
kullanılan Travma Sonrası Stres Belirtileri Ölçeği (TSSBÖ), Şahin, Batıgün ve
Yılmaz (2001) tarafından, Posttrauma Stress Disorder Checklist (PCL) (Weathers ve
ark., 1994), Impact of Events (Horowitz ve ark., 1979) ve Dissociative Experiences
Survey’den (Carlson ve Putnam, 1986) alınan maddelerden geliştirilmiştir. 36
maddeden oluşan ölçek, 1999 Marmara depreminin ardından, Milli Eğitim Bakanlığı
ve UNICEF tarafından yürütülen Psikososyal Okul Projesi’nde görev alan
öğretmenlerden toplanan veriler kullanılarak oluşturulmuştur.
Temel bileşenler ve varimax rotasyon yöntemiyle yapılan faktör analizinde
toplam varyansın %53.3’ünü açıklayan tekrarlayan düşünceler, fizyolojik uyarılma ,
zihinsel kaçınma adı verilen üç adet faktör yapısı göze çarpmıştır. Ölçeğin güvenirlik
bilgisini edinmek için yapılan analiz sonucunda alt ölçekler için .89 ve .91 arasında
değişen Cronbach alfa iç tutarlık katsayıları elde edilmiştir. Ölçeğin ölçüt bağıntılı
56
geçerliği bilgisini edinmek için yapılan analiz sonucunda TSSBÖ toplam puanı ve alt
ölçeklerinin Kısa Semptom Envanteri ile .49 ve .69 arasında değişen anlamlı düzeyde
korelasyonlara sahip olduğu bulunmuştur.
2.3. İşlem
Araştırmanın verilerini toplamak amacıyla Onam Formu, Araya Girici Anı
Görüşme Formu, BDE ve TSSBÖ ölçekleri bir araya getirilerek bir form
hazırlanmıştır.
Başta yer alan Onam Formu kısmında araştırmanın amacı “araya girici
otobiyografik bellek özellikleri, belleğin yeniden yapılandırılması ve zaman mesafesi
algısı kavramları hakkında bilgi toplanması” olarak belirtilmiştir. Buna ek olarak,
çalışmaya katılımın gönüllülük esasına dayandığı, hiçbir kimlik bilgisi istenmediği,
yanıtların bilimsel yayınlarda kullanılma amacıyla toplandığı ve yalnızca
araştırmacıların erişimine açık olacağı konularında açıklamalara yer verilmiştir.
Onam formunun ardından gelen Araya Girici Anı Görüşme Formu’nun ilk
ölçek olarak verilmesinin amacı, TSSBÖ tekrarlayan düşünceler (araya giriş)
boyutunun aktarılan anı temelinde değerlendirilmesinin beklenmesidir. Araya Girici
Anı Görüşme Formunun yönerge sayfasında, istemli ve araya girici anı türlerinin
detaylı tanımlarına ve bu tür anılara ilişkin örneklere yer verilmiş ve katılımcılardan
araya girici anı türü aktarılması beklendiği belirtilmiştir. Buna ek olarak,
katılımcıların aktaracakları anının son bir hafta içinde istemsiz olarak hatırlanmış
olması gerektiği belirtilmiştir (Araya Girici Anı Yönergesi Ekler Bölümünde
57
verilmiştir). Son bir hafta içerisinde araya girici anı türünü deneyimlemediğini ifade
eden öğrenciler çalışma kapsamı dışında bırakılmıştır.
Son olarak, TSSBÖ ve BDE, sıra etkisinin önüne geçebilmek amacıyla farklı
sıralarda yer almıştır.
Uygulama kısmı bizzat araştırmacılar tarafından yürütülmüş, herhangi bir
karışıklığın önüne geçmek amacıyla yönergede sözü edilen anı türlerinin açıklaması
sözel olarak da yapılmıştır. Aktarılan anı türünün yönergede istenildiği şekilde
olması gerekiliği ve bu anının son bir hafta içinde hatırlanmış olması gerekliliği de
sözel olarak üzerinde durulan hususlardandır. Bilgilendirmeler yapıldıktan sonra,
katılımcılardan her bir soruyu dikkatli bir şekilde okuyarak içtenlikle yanıt vermeleri
istenmiştir. Uygulanması yaklaşık olarak 20-40 dakika süren ölçeklerle Kasım 2015-
Şubat 2016 tarihleri arasında veri toplanmıştır.
58
BÖLÜM 3
BULGULAR
Araştırmanın bu bölümünde, giriş bölümünde aktarılan kuramsal çerçeve
ışığında ortaya atılmış hipotezlerden elde edilen istatistiksel analiz bulguları
aktarılacaktır. Sağlıklı bir analiz yapabilmek adına; bağımsız puanlayıcıların anı
olmadığı hususunda hemfikir olduğu durum ve olaylara ilişkin verilerle birlikte, anı
aktarımında bulunmadan maddeleri cevaplayan katılımcıların verileri (n=9) analiz
dışı bırakılarak toplam 134 kişiden oluşan örneklem verisiyle işleme başlanmıştır.
Öncelikle, hatalı girilen veri olup olmadığı kontrol edilmiş ve bu doğrultuda gerekli
olan düzeltmeler yapılmıştır. Akabinde, katılımcıların işaretlemeyi atladığı/unuttuğu
maddeler tespit edilmiş ve o maddelerin genel örneklem için saptanan ortalama
değerleri atanmıştır.
Analiz kısmında ilk olarak, Beck Depresyon Envanteri kesme puanı (17) göz
önüne alınarak oluşturulan depresif özellikler gösteren ve depresif özellikler
göstermeyen gruplara ait anı içeriklerinin ve anıda geçen duyusal modalitelerin
betimsel bilgileri aktarılmıştır.Ardından, depresif özellikler gösteren ve depresif
özellikler göstermeyen grupların, anının deneyimsel özelliklerinden olan berraklık,
rahatsızlık verme, duygusal tepkiler ve araya giriş puanları açısından kıyaslandıkları
tek yönlü varyans analizi bulgularına yer verilmiştir. Bununla birlikte, anının
içeriğine ve anıyı deneyimliyor olma durumuna ilişkin yapılan olumsuz atıflar
açısından kıyaslandıkları tek yönlü varyans analizi bulgularına da yer verilmiştir.
Sonrasında alan perspektifi, gözlemci perspektifi, algılanan uzaklık, yeniden
59
yapılandırılma, depresyon ve araya giriş değişkenlerinin ilişkisel bulguları
açıklanmıştır. Ardından, depresyonun yordayacılarını saptama amacıyla yapılan
regresyon analizi bulgularına değinilmiştir. Son olarak, depresif belirtler ile belleğin
negatif olarak yeniden yapılandırılması süreci arasındaki ilişkide araya giriş
boyutunun aracı rolü ve araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi
değişkenlerin arasındaki ilişkide belleğin negatif olarak yeniden yapılandırılmasının
aracı rolüne ilişkin bulgulara yer verilmiştir.
3.1. Anı İçeriği Kategorilerine ve Duyusal Modalitelere İlişkin Betimsel Veriler
Hipotezlerin test edilmesine geçilmeden önce anı içeriklerinin ve anıda geçen
duyusal modalitelerin betimsel bilgileri aktarılmıştır. Tosun’un (2006) çalışmasında
olduğu üzere, Beck Depresyon envanterinden 17 ve üzeri alan katılımcılar depresif
özellikler gösteren grubu (N=29) oluştururken 16 ve altı alan katılımcılar depresif
özellikler göstermeyen grubu (N=105) oluşturmuşlardır. Puanlayıcılar tarafından
kategorilere atanan anı içeriklerinin ve anıda deneyimlenen duyusal modalitelerin
frekans ve bu frekanslara ilişkin yüzdeleri saptanarak, ilgili sonuçlar Tablo 3.1’de
gösterilmiştir.
Buna göre, depresif bireylere ait araya girici anıların %37.9’u kişilerarası
ilişkiler, %13.8’i diğerlerinin ölümü ya da yaralanması, %6.9’u kişisel hastalık ya da
yaralanma, %17.2’si kişisel aşağılanma ya da ihmal, %24.1’i diğer kategorisine dahil
edilirken, depresif olmayan bireylere ait araya girici anıların %43.8’i kişilerarası
ilişkiler, %18.1’i diğerlerinin ölümü ya da yaralanması, %1’i kişisel hastalık ya da
yaralanma, %21.9’u kişisel aşağılanma ya da ihmal, %15.2’si diğer kategorisine
60
dahil edilmiştir. Bunun yanısıra, depresif bireylerin anılarının %86.5’inin görsel
detaylar, %58.6’sının işitsel detaylar, %3.4’ünün koku detayları ve %41.4ünün
fiziksel duyum detayları içerdiği saptanırken, depresif olmayan bireylere ait anıların
%86.7’si görsel detaylar, %66.7’sinin işitsel detaylar, %4.8’inin koku detayları,
%1.9’unun tat detayları ve %30.5’inin fiziksel duyum detayları içerdiği saptanmıştır.
N =134
Tablo 3.1. İçerik ve duyusal modalite dağılımları
Depresif
Grup
n=29
Depresif Olmayan
Grup
n=105
İçerik (frekans/ %)
Kişilerarası ilişkiler 11 (37.9) 46 (43.8)
Diğerlerinin ölümü/hastalığı 4 (13.8) 19 (18.1)
Kişisel hastalık/yaralanma 2 (6.9) 1 (1)
Kişisel aşağılanma/istismar 5 (17.2) 23 (21.9)
Diğer 7 (24.1) 16 (15.2)
Duyusal Modaliteler (frekans/ %)
Görsel 25 (86.2) 91 (86.7)
İşitsel 17 (58.6) 70 (66.7)
Koku 1 (3.4) 5 (4.8)
Tat 0 2 (1.9)
Fiziksel duyum 12 (41.4) 32 (30.5)
61
3.2. Araya Giriş Boyutu, Duygusal Tepkiler, Rahatsızlık Vericilik, Berraklık ve
Atıf Özelliklerinin Gruplararası Farklılıklarının Değerlendirilmesi
“Depresif özellikler gösteren ve depresif özellikler göstermeyen bireyler,
anının deneyimsel özelliklerinden olan berraklık, rahatsızlık vericilik ve duygusal
tepkiler, araya girici anı içeriklerine yapılan atıfın yönü ve araya girici anıyı
deneyimliyor olma durumuna yapılan atıfın yönü bakımından farklılaşmaktadırlar”
hipotezinin test edilmesi amacıyla tek yönlü anova yapılmıştır.
Gruplararası farklılıkları saptayabilmek için öncelikle denk grupların
oluşturulması hedeflenmiştir. Buna göre, Beck Depresyon envanterinden 17 ve üzeri
alan katılımcılar depresif özellikler gösteren grubu (N=29) oluşturmuşlardır. Depresif
özellikler göstermeyen katılımcıların sayısının (N=105) depresif özellikler gösteren
katılımcıların sayısından oldukça fazla olması sebebiyle, görece denk gruplar
yaratılması için temsil edici bir alt grup oluşturulması hedeflenmiştir. Böylelikle, 36
kişi (%33) seçkisiz atanarak depresif olmayan gruba oluşturmuşlardır. Seçkisiz
atama işlemi birkaç kez tekrarlanarak bulguların anlamlılığını tesadüfi olmadığından
emin olunmuştur. Aşağıda bu seçkisiz atamalardan birinde elde edilen istatistiksel
değerler verilmektedir.
Depresif özellikler gösteren grup (N=29) ve depresif özellikler göstermeyen
grubu (n=36) anının araya giriş boyutu, verdiği rahatsızlık hissi, berraklığı, anıya
verilen duygusal tepkiler ve anının içeriğine ve anıyı deneyimliyor olma durumuna
ilişkin atıflar açılarından kıyaslamak için tek yönlü ANOVA yapılmıştır. Yapılan
varyans analizi sonucunda, araya giriş açısından bakıldığında, depresif özellikler
gösteren grubun (Ort. = 24.13, S = 6.24) depresif özellikler göstermeyen gruba göre
(Ort. = 20.13, S = 4.48) anlamlı düzeyde daha yüksek puanlar aldığı saptanmıştır
62
(F1,64)= 9.35, p <.01). Benzer biçimde, depresif özellikler gösteren grubun anının
berraklığı puanlarının (Ort. = 83.44, S = 18.37) depresif özellikler göstermeyen
gruba göre (Ort. = 73.88, S = 17.11) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu
saptanmıştır (F1,64)= 4.69, p <.05). Duygusal tepkilere bakıldığında suçluluk,
çaresizlik, utanma ve üzgünlük puanlarının depresif özellikler gösteren grupta
anlamlı düzeyde yüksek olduğu farkedilmiştir. Buna göre, suçluluk açısından
bakıldığında, depresif özellikler gösteren grubun (Ort. = 46.89,S = 35.46) depresif
özellikler göstermeyen gruba göre (Ort. = 28.61, S = 33.61 anlamlı düzeyde daha
yüksek puanlar aldığı saptanmıştır (F1,64)= 4.60, p <.05). Çaresizlik açısından
bakıldığında, depresif özellikler gösteren grubun (Ort. = 72.41,S = 31.92) depresif
özellikler göstermeyen gruba göre (Ort. = 51.6, S = 38.49 anlamlı düzeyde daha
yüksek puanlar aldığı saptanmıştır (F1,64)= 5.45, p <.05).utanma duygusu açısından
bakıldığında ise, depresif özellikler gösteren grubun (Ort. = 41.72,S = 40.09)
depresif özellikler göstermeyen gruba göre (Ort. = 40.09, S = 31.61anlamlı düzeyde
daha yüksek puanlar aldığı saptanmıştır (F1,64)= 5.66, p <.05). Son olarak, depresif
özellikler gösteren grubun üzüntü puanlarının (Ort. = 85.51,S = 17.84) depresif
özellikler göstermeyen grubun üzüntü puanlarına göre (Ort. = 63.64, S = 32.88)
anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu saptanmıştır (F1,64)= 10.35, p <.01. Öte
yandan, rahatsızlık vericilik ve tiksinme, mutluluk, öfke, uyuşma, kopukluk, korku,
şaşkınlık duygusal tepkileri açısından gruplararası anlamlı bir farka rastlanmamıştır.
Bununla birlikte, anının içeriği ve anıyı deneyimliyor olma durumuna ilişkin
atıfların da gruplararası farklılıklar gösterebileceği düşünülerek tek yönlü varyans
analizine dahil edilmiştir. Sonuçlara bakıldığında, anı içeriği göz önünde
bulundurulduğunda depresif özellikler gösteren grubun kendilerine yönelik olumsuz
63
düşüncelerindeki artışın (Ort. =4.5, S = 1.54) depresif özellikler göstermeyen grubun
kendilerine yönelik olumsuz düşüncelerindeki artışa göre (Ort. = 3.04, S = 1.66)
anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (F1,64)=14.05, p <.01). Ayrıca, depresif
özellikler gösteren grubun geleceğe yönelik olumsuz düşüncelerindeki artışın (Ort.
=4.41, S = 2.11) depresif özellikler göstermeyen grubun kendilerine yönelik olumsuz
düşüncelerindeki artışa göre (Ort. = 3.32, S = 1.95) anlamlı düzeyde yüksek olduğu
saptanmıştır (F1,64)=4.63, p <.05). Anıyı deneyimleme durumu göz önünde
bulundurulduğunda ise depresif özellikler gösteren grubun kendilerine yönelik
olumsuz düşüncelerindeki artışın (Ort. =3.89, S = 1.77) depresif özellikler
göstermeyen grubun kendilerine yönelik olumsuz düşüncelerindeki artışa göre (Ort.
= 2.77, S = 1.55) anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (F1,64)=7.32, p <.01).
Öte yandan, diğerlerine yapılan atıfın ve anıyı deneyimlemeye ilişkin geleceğe
yapılan atıfların olumsuzluk puanı ortalamalarında gruplararası anlamlı bir farka
rastlanmamıştır. ANOVA testinin bulguları tablo 3.2 ve tablo 3.3.’te görülmektedir.
64
Tablo 3.2.
Anı özelliklerinin gruplararası farklılıkları– araya giriş,
berraklık, rahatsızlık vericilik, duygusal tepkiler
Depresif Olmayan
Grup
Depresif
Grup
M SS M SS F p
ArayaGiriş 20.06 4.48 24.13 6.24 9.33** .003
Berraklık 73.88 17.11 83.44 18.37 4.69* .034
Rahatsızlık
Vericilik
82.5 20.19 83.44 22.4 .03 .858
Duygusal
Tepkiler
Kopmuş 37.22 28.84 40 35.95 .12 .731
Uyuşmuş 35 29.9 44.82 31.91 1.63 .206
Öfkeli 48.12 37.87 52.06 34.68 .21 .643
Korkmuş 40.01 37.87 44.82 35.21 .27 .601
Suçlu 28.61 33.04 46.89 35.46 4.6* .036
Çaresiz 51.6 38.49 72.41 31.92 5.45* .023
Üzgün 63.64 32.88 85.51 17.84 10.35** .002
Mutlu 7.97 18.94 11.03 28.07 .27 .602
Utanmış 20.55 31.61 41.72 40.09 5.66* .020
Tiksinmiş 26.99 33.62 40 32.84 2.45 .122
Şaşkın 36.38 34.4 50.68 39.81 2.41 .125
*p<.05
**p<.01
65
Tablo 3.3.
Anı özelliklliklerinin gruplararası farklılıkları – atıf
Depresif Olmayan
Grup
Depresif Grup
M SS M SS F p
Anı İçeriğine
Atıf
Kendisi 3.04 1.66 4.5 1.54 14.05** .000
Diğerleri 4.28 2.07 4.31 2.3 .00 .964
Gelecek 3.32 1.95 4.41 2.11 4.63* .035
Anıyı
deneyimleme
durumuna
atıf
Kendisi 2.77 1.55 3.89 1.77 7.32** .009
Diğerleri 3.88 2.16 4.06 2.18 .11 .742
Gelecek 3.22 1.97 4.24 2.14 3.95 .051
*p<.05
**p<.01
66
3.3.Depresif Özellikler, Belleğin Araya Giriş, Yeniden Yapılandırılma Süreci,
Gözlemci-Alan Perspektifi ve Algılanan Zaman Mesafesi Değişkenleri
Arasındaki İlişkilerin Değerlendirilmesi
Araştırmanın bu aşamasında“Depresif belirtiler ile alan perspektifi arasında
negatif yönlü anlamlı bir ilişki varken depresif belirtiler ile gözlemci perspektifi,
araya giriş boyutu, yeniden yapılandırma süreci ve algılanan zaman mesafesi
değişkenleri arasında pozitif yönlü anlamlı bir ilişki vardır” hipotezini test etme
amacıyla Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Analizi yapılmıştır. Analiz
sonuçlarına bakıldığınında, ele alınan değişkenlerinçoğunun birbirleriyle beklenen
yönde anlamlı ilişki gösterdiği farkedilmiştir. Öte yandan, depresyon puanının alan
ve gözlemci perspektifiyle ve zaman mesafesi algısı ile anlamlı bir ilişkiye işaret
etmediği saptanmıştır. Benzer şekilde, gözlemci ve alan perspektiflerinin belleğin
yeniden yapılandırılması ve algılanan zaman mesafesi ile de anlamlı düzeyde ilişkisi
saptanamamıştır. Korelasyonel bulgular Tablo 3.4’te ifade edilmiştir.
67
Tablo 3.4. Deneyimsel özelliklerin korelasyonları
Ort (SS) 1 2 3 4 5 6
1.Depresyon 11.18(7.64) _
2.Gözlemci
Perspektifi
2.76(1.83) .02 _
3.Alan
Perspektifi
5.23(1.83) -.02 -1** _
4.Araya Giriş 21.42(6.34) .32** -.21* .21* _
5.Yeniden
Yapılandırma
4.19(1.70) .21* -.15 .15 .47** _
6.Algılanan
zaman
Mesafesi
4.48(1.64) -.06 -.10 .10 .29** .35* _
68
3.4. Depresif Özellikleri Yordayan Değişkenlerin Değerlendirilmesi
Araştırmanın “Anıya verilen duygusal tepkiler ve depresyon puanını
yordamaktadır” hipotezini test etmek amacıylaçoklu regresyon analizi yapılmıştır.
Anının rahatsızlık verme puanı ve anıya verilen duygusal tepkilerin depresif
özellikleri yordayabileceği düşünülmüş ve rahatsızlık vericilik puanı ile duygusal
tepkiler “enter” yöntemi ile regresyon denklemine sokulmuştur. Regresyon analizi
bulguları tablo 3.5’te görülmektedir. Buna göre, korku, suçluluk, çaresizlik ve
tiksinme duygularının depresyon varyansının %24’ünü açıkladığı saptanmıştır.
(R=.49, R2=24, F(12, 121) =3.24, p<.01). Standardize edilmiş r regresyon katsayılarına
(β) göre sırasıyla çaresizlik duygusu (β = .27, p < .05),korku duygusu (β = -.24, p <
.05) , suçluluk duygusu(β = .21, p < .05) ve tiksinme duygusunun (β = .21, p <
.05)depresyon puanı üzerinde yordayıcı etkiye sahip olduğu belirlenmiştir.
69
Tablo 3.5. Depresif özellikleri yordayan değişkenler
Bağımlı Değişken Depresyon Puanı
Bağımsız Değişkenler Duygusal tepkiler, rahatsızlık vericilik
R2 = .24, F = 3.24, p < .01
Denklemdeki
Değişkenler
β T p
Rahatsızlık
Vericilik
.155 1.534 .128
Kopmuş .158 1.851 .067
Uyuşmuş -.030 -.344 .731
Öfkeli -.091 -.974 .332
Korkmuş -.241 -2.280 .024
Suçlu .213 2.046 .043
Çaresiz .279 2.230 ,028
Üzgün .046 .400 .690
Mutlu .046 .531 .596
Utanmış .217 2.280 .024
Tiksinmiş .085 .902 .369
Şaşkın -.027 -.265 .791
70
3.5. Araya Giriş Boyutu ve Belleğin Yeniden Yapılandırılması Sürecinin Aracı
Rolü
Tez çalışmasının bu aşamasında, depresif özellikler ile negatif anıların
olumsuz bir biçimde yeniden yapılandırılmasında araya giriş düzeyinin aracı rolünün
değerlendirilmesi ile negatif anıların araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi
ilişkisinde anıların olumsuz bir biçimde yeniden yapılandırılmasının aracı rolünün
amaçlanmıştır. Bu hedefleri gerçekleştirebilmek için Baron ve Kenny (1986)
tarafından önerilen regresyon analizlerinden yararlanılmıştır. Sözü edilen yöntemde,
herhangi bir değişkenin aracı rolünün olabilmesi için aşağıda ifade edilen dört
koşulun sağlanması gerekmektedir. Bu yönteme göre;
Yordayıcı ve yordanan değişkenler arasında anlamlı bir ilişki olması,
Yordayıcı değişken ile aracı değişken arasında anlamlı bir ilişki olması,
Aracı değişken ile yordanan değişken arasında anlamlı bir ilişki olması,
Yordayıcı değişken ve aracı değişken eş zamanlı olarak analize alındığında,
önceden varolan yordayıcı ve yordanan değişken arasındaki ilişkinin
anlamlılığını kaybetmesi ya da anlamlılık düzeyinde düşüş olması,
gerekmektedir.
Son koşulda sözü edildiği üzere, aracı değişkeninilişkiye dahil edildiği
durumlardayordayıcı ve yordanan arasındaki ilişki anlamını kaybediyor ise modelin
“tam aracı model”; yordayıcı ile yordanan arasındaki ilişkinin anlamlılık düzeyinde
düşme oluyor ise de “kısmi aracı model” olduğu ifade edilmiştir. Bahsi geçen 4 koşul
sağlandıktan sonra elde edilen aracılık etkisinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde
71
sıfırdan farklılaşıp farklılaşmadığı, Preacher ve Hayes’in (2008) ortaya attığı
Bootstrap metoduyla değerlendirilmiştir.
3.5.1. Depresif Belirtiler ile Belleğin Yeniden Yapılandırılma Süreci İlişkisinde
Araya Giriş Boyutunun Aracı Rolünün Değerlendirilmesi
“Depresyon puanı ile belleğin negatif olarak yeniden yapılandırılması
arasındaki ilişkiye anının araya giriş boyutu aracılık etmektedir” hipotezinin
sınanmasına yönelik olarak aracı değişken analizi yapılmıştır. Depresif belirtiler ile
belleğin yeniden yapılandırılma süreci ilişkisinde araya giriş boyutunun aracı
rolünün değerlendirilmesi, Baron ve Kenny’nin regresyon modelinde (1986) önerdiği
şekilde gerçekleştirilmiştir. Buna göre, ilk adımda katılımcıların sahip olduğu
depresif belirtilerin belleğin yeniden yapılandırılma sürecinde anlamlı direkt etkisi
(B=.04, t=2.49, p<.01)olduğu saptanmıştır. İkinci adımda, depresif belirtilerin araya
giriş boyutuna anlamlı direkt etkisi (B=.30, t=4.59, p<.001) olduğu saptanmıştır.
Üçüncü adımda, araya giriş boyutunun belleğin yeniden yapılandırılması sürecine
anlamlı direkt etkisi (B=.12, t=5.58, p<.001) olduğu bulunmuştur. Son adımda ise,
depresif belirtiler ile araya giriş boyutu denkleme birlikte girildiğinde, depresif
belirtiler ile belleğin yeniden yapılandırılması süreci arasındaki ilişki anlamlılığını
yitirmiştir (B=.00, t=.49, p>.05).Bu bulgu, araya giriş boyutunun, depresif belirtiler
ile belleğin yeniden yapılandırılması süreci arasındaki ilişkiye “tam aracılık” ettiği
anlamına gelmektedir. Ayrıca, tüm modelin anlamlı olduğu (F(2, 131)=19.41, p<.001)
ve varyansın %21’ini açıkladığı görülmüştür.
72
Şekil. 3.1. Depresif belirtiler ile belleğin yeniden yapılandırılma süreci ilişkisinde
araya giriş boyutunun aracı rolü
Araya giriş boyutunun tam aracılık etkisinin anlamlı olup olmadığı 1000
kişilik bootstrap örneklemi üzerinde incelenmiştir. Buna göre,araya giriş boyutunun
tam aracılık etkisinin anlamlı olduğu görülmektedir (nokta tahmin=.03, ve %95 BCa
CI [.0210, -.0623]).
Tablo 3.6. Belleğin yeniden yapılandırılma süreci üzerindeki aracı
etkinin nokta tahmini ve bias-corrected and accelerated (BCa)
güven aralığı
Değişken
Katsayılar Çarpımı
%95 BCa Güven
Aralığı
Nokta
Tahmini
SE Düşük Yüksek
Araya Giriş .03 .01 .0210 .0623
Depresif
Belirtiler
Negatif
Anının
Araya Giriş
Düzeyi
Belleğin
Yeniden
Yapılandırıl
ması
.04**(.00)
.30*** .12***
73
3.5.2. Araya Giriş Boyutu ile Algılanan Zaman Mesafesi İlişkisindeBelleğin
Yeniden Yapılandırılmasının Aracı Rolünün Değerlendirilmesi
“Araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi arasındaki ilişkiye belleğin
negatif olarak yeniden yapılandırılması aracılık etmektedir” hipotezinin sınanması
amacıyla aracı değişken analizi uygulanmıştır. Negatif anıların araya giriş boyutu ile
algılanan zaman mesafesi ilişkisinde anıların olumsuz bir biçimde yeniden
yapılandırılmasının aracı rolünün değerlendirilmesi, Baron ve Kenny’nin regresyon
modelinde (1986) önerdiği şekilde gerçekleştirilmiştir. Buna göre, ilk adımda,
katılımcıların sahip olduğu negatif anıların araya giriş boyutunun algılanan zaman
mesafesi üzerinde anlamlı direkt etkisi (B=.07, t=3.49, p<.001)olduğu saptanmıştır.
İkinci adımda, araya giriş boyutunun belleğin yeniden yapılandırılması üzerinde
anlamlı direkt etkisi (B=.12, t=6.23, p<.001) olduğu saptanmıştır. Üçüncü adımda,
belleğin yeniden yapılandırılması sürecinin algılanan zaman mesafesi üzerinde
anlamlı direkt etkisi (B=.27, t=3.04, p<.01) olduğu bulunmuştur. Son adımda ise,
negatif anıların araya giriş boyutu ile belleğin yeniden yapılandırılması süreci
denkleme birlikte girildiğinde, araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi
arasındaki ilişki anlamlılığını yitirmiştir (B=.04, t=1.71, p>.05). Bu bulgu, belleğin
yeniden yapılandırılması sürecinin, araya giriş boyutuile algılanan zaman mesafesi
arasındaki ilişkiye “tam aracılık” ettiği anlamına gelmektedir. Ayrıca, tüm modelin
anlamlı olduğu (F(2, 131)=11.11, p<.001) ve varyansın %13’ünü açıkladığı
görülmüştür.
74
Şekil. 3.2. Araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi ilişkisinde belleğin
yeniden yapılandırılmasının aracı rolü
Belleğin yeniden yapılıandırılması sürecinin tam aracılık etkisinin anlamlı
olup olmadığı 1000 kişilik bootstrap örneklemi üzerinde incelenmiştir. Buna göre,
araya giriş boyutunun tam aracılık etkisinin anlamlı olduğu görülmektedir (nokta
tahmin=.03, ve %95 BCa CI [.0132, -.0617]).
Tablo 3.7.Algılanan Zaman Mesafesi Üzerindeki Aracı Etkinin Nokta
Tahmini ve Bias-Corrected and Accelerated (BCa) Güven
Aralığı
Değişken
Katsayılar Çarpımı
%95 BCa Güven
Aralığı
Nokta
Tahmini
SE Düşük Yüksek
Araya Giriş .03 .01 .0132 .0617
Negatif
Anının
Araya Giriş
Düzeyi
Belleğin
Yeniden
Yapılandırıl
ması
Algılanan
Zaman
Mesafesi
.07***(.04)
.12*** .27**
75
BÖLÜM 4
TARTIŞMA
Tez çalışmasında, depresif özellikler gösteren ve depresif özellikler
göstermeyen bireylerin deneyimlediği araya girici anılara ilişkin fenomenolojik
özelliklerin açıklanması ve bu türde anıların, depresif belirtilere bağlı olarak, belleğin
yeniden yapılandırılması ile algılanan zaman mesafesi değişkenleri ile ilişkilerinin
saptanmasıamaçlanmıştır.Bu hedeflerin yanısıra,anılara ilişkin gruplararası farkların
açığa çıkartılması yoluyla, patolojik negatif anının patolojik olmayan negatif anıdan
ayrıldığı noktaların belirlenmesi hedeflenmiştir.
Bu bölümde, yukarıda sözü edilen hedefler doğrultusunda kurulanhipotezlere
ilişkin bulgular ile ilgili literatürdeki bulguların bir arada değerlendirilerek
tartışılması hedeflenmiştir. Buna ek olarak, araştırmanın klinik doğurgularına ve
sınırlılıklarına değinilmiş; gelecek çalışmalara katkı yapacağı düşünülen önerilere
yer verilmiştir.
76
4.1. Araştırmanın Sonuçları
1) Depresif bireylerde görülen en yaygın anı temalarının sırasıyla, kişilerarası
ilişkiler, diğer, diğerlerinin ölümü ya da yaralanması, kişisel aşağılanma ya da
ihmal ve kişisel hastalık ya da yaralanma olduğu saptanmıştır. Bunun
yanısıra, depresif bireylerin anılarının içeriğinde sırasıyla görsel detayların,
işitsel detayların, koku detaylarının ve fiziksel duyum detaylarının baskın
olduğu saptanmıştır.
2) Depresif özellikler göstermeyen bireylerde görülen en yaygın anı temalarının
sırasıyla kişilerarası ilişkiler, diğerlerinin ölümü ya da yaralanması, kişisel
hastalık ya da yaralanma, kişisel istismar ya da ihmal ve diğer kategorisi
olduğu ortaya çıkartılmıştır. Buna ek olarak, depresif özellikler göstermeyen
bireylere ait anılarınıniçeriğindesırasıyla görsel detayların, işitsel detayların,
koku detaylarının, tat detaylarının ve fiziksel duyum detaylarınınbaskın
olduğu saptanmıştır.
3) Depresif özellikler gösteren bireylerin anıya verdiği duygusal tepkilerden
olan suçluluk, çaresizlik, utanma, üzüntü duygu puanlarının depresif
özellikler göstermeyen bireylerin verdiği duygusal tepki puanlarından anlamlı
olarak daha yüksektir.
4) Depresif özellikler gösteren bireylerin, anının araya giriciliği ve anı berraklığı
puanları ve anı içeriği ve anıyı hatırlıyor olma deneyimi düşünüldüğünde
kendilerine yaptığı olumsuz atıf puanları, depresif özellikler göstermeyen
bireylerin puanlarından anlamlı şekilde daha yüksektir.
5) Depresyon puanı ile anının araya giriciliği ve belleğin yeniden yapılandırılma
süreci arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır.
77
6) Duygusal tepkilerden suçluluk, çaresizlik, korku ve tiksinme tepkilerinin
depresif belirtiler üzerinde yordayıcı olduğu saptanmıştır.
7) Depresyon puanı ile belleğin yeniden yapılandırılması değişkenleri arasındaki
ilişkiye araya girişin tam aracılık etmektedir.
8) Araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi arasındaki ilişkiye belleğin
yeniden yapılandırılması tam aracılık etmektedir.
4.2. Anı İçeriği Kategorileri ve Duyusal Modalite Verileri
Mevcut araştırmanın bulgularına bakıldığında, depresif bireylere ait araya
girici anıların %37.9’unun kişilerarası ilişkiler, %24.1’inin diğer temalar,
%17.2’sinin kişisel aşağılanma ya da ihmal, %13.8’inin diğerlerinin ölümü ya da
yaralanması, %6.9’unun kişisel hastalık ya da yaralanmaile ilgili olduğu
saptanmıştır. Williams ve Moulds’unçalışmasında (2007), benzer bir şekilde,%61’lik
oranı ile kişilerarası ilişkiler temasının en yaygın karşılaşılan anı teması olduğu
farkedilmiştir. Kişilerarası ilişkiler temasını %17’lik oranla diğer temalar, %10’luk
oranla kişisel hastalık ya da incinme teması, %9 oranladiğerlerinin ölümü ve
yaralanmasıteması, son olarak da %3’lük oranla kişisel aşağılanma ve
istismartemasının takip ettiği saptanmıştır. Benzer şekilde, Reynolds ve Brewin’in
(1999) çalışmasında da, depresif hastalarda görülen en yaygın anı temalarının aile
bireylerinden birinin ölümü, hastalığı ve kişilerarası sorunlar olduğu öne
sürülmüştür. Öte yandan, Patel ve arkadaşlarının (2007) majör depresyon tanısı almış
hastalar ile yürüttükleri çalışmada kişilerarası ilişkiler teması,bahsi geçen
çalışmalarda olduğu kadar yaygın olarak görülmemektedir. Hastaların aktardığı araya
girici anıların %46’sında akraba ya da yakın arkadaşın ölümü, yaralanması temasına,
78
%24’ünde istismar veya aşağılanma temasına, %14’ünde kişisel hastalık ya da
incinme temasına ve %14’ünde kişilerarası ilişkiler ile ilgili içeriklere rastlanmıştır.
Bunun yanısıra, mevcut araştırma bulgularındaki duyusal modalitelere
bakıldığında depresif bireylerin anılarının %86.2’sinin görsel detaylar, %58.6’sının
işitsel detaylar, %41.4’ünün fiziksel duyum detayları ve %3.4’ünün koku detayları
içerdiği saptanmıştır. Öte yandan, Williams ve Moulds’unçalışmasında (2007) rapor
edilen duyusal modalitelerin yalnızca %17’sinin görsel detaylar ve % 1.4’ünün işitsel
detaylar içerdiği farkedilmiştir.
İkinci olarak, bu araştırmadaki depresif belirtiler göstermeyen bireylere ait
araya girici anılara bakıldığında, bu anıların %43.8’inin kişilerarası ilişkiler,
%21.9’unun kişisel aşağılanma ya da ihmal,%18.1’inin diğerlerinin ölümü ya da
yaralanması, %15.2’sinin diğer ve %1’inin kişisel hastalık ya da yaralanma temaları
ile ilgili olduğu açığa çıkarılmıştır. Bir başka çalışmaya göre, depresif olmayan
grubun anıları incelendiğinde,%75’lik oranla kişilerarası ilişkilerin en popüler tema
olduğu farkedilmiştir. Kişilerarası ilişkiler kategorisini %15 oranıyla diğer kategorisi,
%5 oranıyla diğerlerinin ölümü ya da yaralanması ve kişisel aşağılanma ya da ihmal
kategorileri takip etmektedir (Newby ve Moulds, 2011). Ayrıca, mevcut
çalışmadadepresif olmayan bireylere ait anıların %86.7’si görsel detaylar,
%66.7’sinin işitsel detaylar, %30.5’inin fiziksel duyum detayları ,%4.8’inin koku
detayları, %1.9’unun tat detayları ve içerdiği saptanmıştır. Newby ve Moulds’un
(2011) araştırmasında ise depresif olmayan katılımcıların yalnızca %25’i görsel
detaylar deneyimlediğini ifade etmiştir.
79
Tüm bu bilgiler ışığında, araya girici belleğin en yaygın temasının kişilerarası
ilişkiler olduğu göze çarpmaktadır. Bu bulgu, farklı çalışmalardan farklı örneklem
grupları ile desteklenmektedir. Kişilerarası ilişkiler kategorisinin bu denli yaygın
olmasının sebebinin, bahsi geçen diğer kategorilerden daha kapsayıcı ve genel bir
kategori olması dolayısıyla olabileceği düşünülmektedir. Buna ek olarak, çalışmalar
arası oranların değişimine rağmen, deneyimlenen en yaygın duyusal modalitenin
görsel imgeler olduğugözlenmiştir. Bu durum, negatif yaşam olaylarının araya girici
anıları ile bu anılara ilişkin görsel imgelerin birbirleriyle oldukça ilişki olduğu
sonucuna ulaştırmaktadır.
4.3. Araya Giriş Boyutu, Duygusal Tepkiler, Berraklık ve Atıf Özelliklerinin
Gruplararası Farklılıkları
Depresif özellikler gösteren ve göstermeyen bireylere ait araya girici anıların,
çeşitli açılardan gruplararası farklılık gösterip göstermediğini açığa çıkartmak için
yapılan varyans analizi sonucunda, gruplararası anlamlı farklılıklar olduğu
saptanmıştır. Buna göre, ilk olarakanının araya giricilik şiddetinin depresif özellikler
gösteren bireylerde depresif özellikler göstermeyen bireylerekıyasla daha yoğun
olduğu bulunmuştur. Bu bulgu literatürde varolan pek çok araştırmayla tutarlı bir
profil çizmiştir. Örneğin, Spenceley ve Jerrom’un çalışmasında (1997) Araya
giricilik şiddeti açısından klinik depresyon grubu, depresyon öyküsü olan grup ve
kontrol grubu arasında anlamı bir fark gözlendiği saptanmıştır. Depresif grubun,
kontrol ve iyileşmiş gruptan daha yüksek oranlarda araya giricilik gösterdiği ve
şiddetli depresyon grubu ile orta düzey depresyon grupları arasında da benzer bir
örüntü olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde, Brewin ve arkadaşları(1998) depresif
80
hastaların depresif olmayan hastalara oranla anlamlı bir şekilde daha fazla araya
girici anı deneyimlediğini belirtmiş ve bu bulguyu da bu türdeki anıların
depresyonun yordayıcısı olduğu şeklinde yorumlamışlardır. Ayrıca, TSSB,
depresyon ve kontrol gruplarını kıyaslayan bir başka araştırma bulgusuna
bakıldığında, depresif ve TSSB’li katılımcıların araya giriş puanlarının kontrol grubu
katılımcıları puanlarından anlamlı derecede fazla olduğu gözlenmiştir(Parry ve
O’Kearney, 2013).Bir başka araştırmada ise,Olay Etkisi Ölçeğinin alt ölçekleri olan
kaçınma ve araya giricilik puanlarının depresyon düzeyiyle pozitif korelasyon
gösterdiği saptanmıştır (Kuyken ve Brewin, 1994).
Araştırmanın bir diğer bulgusu ise, depresif özellikler gösteren grubun araya
girici anılarını depresif özellikler göstermeyen gruba göre anlamlı düzeyde daha
berrak hatırladığı bulgusudur. Literatüre bakıldığında, berraklık özelliğine ilişkin
bulgularının çelişkili olduğu gözlenmiştir. Örneğin, Newby ve Moulds’un
çalışmasında (2011a)depresif grubun araya girici anıları daha berrak hatırladığı
saptanırken, Parry ve O’Kearney’nin (2013) araştırmasında depresyon, TSSB ve
karşılaştırma gruplarının berraklık açısından farklılaşmadığı ortaya konmuştur.
Dahası, Williams ve Moulds (2007b) depresif belirtiler ile araya girici anının
berraklığının korelasyon göstermediğini saptamışlardır. Çelişkili bulguların varlığına
rağmen, Patel ve arkadaşları (2007), araya girici anıların diğer otobiyografik
anılardan daha berrak olarak puanlandığı öne sürmüşlerdir.
Üçüncü olarak, anıya verilen duygusal tepkiler gruplararası kıyaslama
bağlamında ele alınmış ve suçluluk, çaresizlik, utanma ve üzgünlük puanlarının
depresif özellikler gösteren grupta anlamlı düzeyde yüksek olduğu farkedilmiştir.
Newby ve Moulds’un (2011a) araştırmasında, mevcut bulguyla tutarlı olarak,
81
depresif grubun araya girici anılara ilişkin üzüntü ve çaresizlik duygularını anlamlı
derecede fazla hissettiği saptanmıştır. Buna ek olarak, bir başka çalışmada
TSSBgrubundaki katılımcıların depresif katılımcılardan anlamlı şekilde daha fazla
çaresiz hissettikleri açığa çıkarılmıştır(Reynolds ve Brewin, 1999). Öte yandan,Parry
ve O’Kearney’nin (2013) araştırmasında depresyon, TSSB ve karşılaştırma
gruplarının öfke, korku, suçuluk, çaresizlik, üzgünlük ve utanç tepkileri açısından
farklılaşmadığı ortaya konmuştur.
Katılımcıların araya girici anı içeriklerine ve bu anıyı deneyimleme
durumlarına ilişkin atıfları, Tosun’un(2006) çalışmasına benzer şekilde, Beck’in
bilişsel üçlüsü bağlamında değerlendirilmiştir. Buna göre, anı içeriğine ve anıyı
deneyimliyor olma durumuna bakıldığında, depresif özellikler gösteren katılımcıların,
depresif özellikler göstermeyen katılımcılara oranla kendilerine yönelik daha olumsuz
atıflarda bulundukları ortaya çıkartılmıştır. Buna ek olarak, anı içeriği göz önünde
bulundurulduğunda, depresif özellikler gösteren katılımcıların depresif özellikler
göstermeyen katılımcılara göre geleceğe yönelik daha olumsuz atıflarda bulunduğu
ortaya çıkartılmıştır.
Sözü edildiği üzere, anılardaki depresif içeriği Beck’in bilişsel üçlüsüyle
ilişkilendirmeyi amaçlayan Tosun’un araştırmasına göre, depresif özellikler gösteren
katılımcıların anı içeriklerinin Beck’in bilişsel üçlüsü ile uyumlu olduğu saptanırken
depresif özellikler göstermeyen katılımcıların anılarında böyle bir bulgu söz konusu
olmamıştır (Tosun, 2006). Başka bir araştırmada ise, depresif özellikler gösteren
katılımcıların, anıyı deneyimleme durumunu ve anının içeriğini düşündüklerinde,
ilişkilerini, benliklerini ve gelecek beklentilerini negatif yönde etkilediğine dair
ruminasyonlar kurdukları saptanmıştır (Newby ve Moulds, 2012).
82
4.4. Depresif Belirtiler, Araya Giriş Boyutu, BelleğinYeniden Yapılandırılma
Süreci, Gözlemci-Alan Perspektifi, Algılanan Zaman Mesafesi Değişkenleri ve
Duygusal TepkilerArasındaki İlişkiler
Depresif belirtilerin pek çok otobiyografik bellek değişkeni ile ilişkili olduğu
bilinmektedir. Tez çalışmasına ait bulgulara bakıldığında, bu durumun çoğunlukla
değişmemiş olduğu gözlenmektedir. Bu bölümde, depresif özelliklerin otobiyografik
bellek değişkenleri ile ilişkileri, literatürde var olan destekleyici ve çelişkili bulgular
ile birlikte ele alınmıştır.
Öncelikle, depresif belirtilerin, belleğin araya giriş boyutuyla pozitif
korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Bu bulgu literatürde bulunan pek çok araştırma
tarafından desteklenen bir bulgudur (örn. Kuyken ve Brewin, 1994; Brewin ve ark.,
1998; Tosun, 2006; Williams ve Moulds, 2007). Dahası, Parry ve O’Kearney (2013)
depresif belirtilerin travma sonrası stress belirtileri ile eş düzeyde araya giriş ile
ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak literatürde üç grubu kıyaslayan fazla
araştırmaya rastlanmaması sebebiyle bu bulgunun yeni çalışmalarla desteklenmesi
gerektiği düşünülmektedir.
Depresif belirtilerle ilişkili çıkan bir değişkenise belleğin yeniden
yapılandırılması sürecidir. Mevcut bulguya bakıldığında, depresyon puanındaki
artışın,belleğin negatif olarak yeniden yapılandırılma puanındaki artış ile ilişkili
olduğu saptanmıştır. Yeniden yapılandırılma fenomeni klinik alanda çalışılan ve
negatif anlam yüklü olan ilk örnek niteliğini taşımaktadır. Dolayısıyla yeni
araştırmalar ile desteklenmesi gerekmektedir.
83
Üçünücü olarak, literatürde yaygın olarak karşılaşılan bir diğer bulgu da alan-
gözlemci perspektifi ve depresif belirtiler ilişkisidir. Mevcut araştırmada
ikiperspektifin de depresyon puanı ile ilişkili olmadığı saptanmıştır. Öte yandan, bu
bulgu literatürdeki pek çok araştırma ile çelişir niteliktedir. Örneğin, Kuyken ve
Moulds (2009), gözlemci perspektifinden anı deneyimleme eğiliminin depresyonu
puanı üzerinde yordayıcı etkisi bulunduğunu belirtmişlerdir. Buna ek olarak, disforik
örneklemde araya girici anıların gözlemci perspektifinden daha fazla deneyimlendiği
saptanmış; bu durumunda bilişsel kaçınma mekanizmasıyla ilgili olabileceği öne
sürülmüştür (Williams ve Moulds, 2007b). Perspektiflerin deneysel olarak manüple
edildiği bir başka araştırmada ise, katılımcıların alan perspektifinden gözlemci
perspektifine kaydırıldığı koşulda anıya ilişkin berraklık ve rahatsız edicilik
puanlarında düşüş olduğu gözlenmiştir (Williams ve Moulds, 2008). Bu bulgunun,
sözü edilen kaçınma mekanizması spekülasyonunu doğrulayıcı nitelikte olduğu
düşünülmüştür. Ancak yine de büyük resme bakıldığında, gözlemci perspektifinden
deneyimlenen anının anlık bir rahatlama yaşanmasını sağlamasınakarşın, uzun
vadede depresyona katkıda bulunulduğu sonucuna ulaşılabilinmektedir.
İlişkisel bulgular kapsamında ele alınan bir diğer değişken ise algılanan
zaman mesafesi olmuştur. Depresif belirtiler arttıkça, anının algılanan zaman
mesafesinin gerçekte olduğundan kısa olarak algılanacağı öngörülse de bulgulara
bakıldığında ikideğişken arasında anlamlı bir ilişki olmadığı görülmektedir. Klinik
psikoloji literatüründe bu bağlamda yürütülmüş herhangi bir araştırma ile
karşılaşılmamış olduğundan destekleyici ya da çelişen bulgu ile tartışmak mümkün
olmamıştır. “Algılanan zaman mesafesi” değişkeni, tezin bilişsel bağlamına uygun
olarak ilerideki bölümlerde aracı ilişki kapsamında ele alınmıştır.
84
Son olarak, araya girici anılara verilen duygusal tepkilerin depresif belirtilerin
üzerinde yordayıcı etkisi olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Suçluluk, korku, çaresizlik
ve tiksinme duygularının depresyon varyansının %24’ünü açıkladığı saptanmıştır.
Literatüre bakıldığında, anı duygusal içeriğine dair pek çok sayıda araştırma ile
karşılaşılsa dahi anılara verilen tepkilerin depresyonu yorudayıcı gücünün araştıran
pek fazla sayıda çalışma olmadığı farkedilmiştir. Nadir örnek olan Moulds ve
Williams’ın(2007a) çalışmasında ise duygusal tepkilerin depresyonu yordamadığı
farkedilmiştir.
4.5. Araya Giriş Boyutu ve Belleğin Yeniden Yapılandırılması Sürecinin Aracı
Rolleri
Araştırmada, araya giriş boyutunun, depresif belirtiler ile belleğin
olumsuzlaştırılarak yeniden yapılandırılması süreci arasındaki ilişkiye “tam aracılık”
ettiği saptanmıştır. Bu bulgu, anıların, depresif belirtilerin varlığında, araya giriş
sıklığına bağlı olarak, negatifleştirilerek yeniden yapılandırıldığı anlamına
gelmektedir.
Mevcut bulguya ulaşılırken, araştırmanın ana konusunu olan depresyonun,
malin bir durum olması rasyoneli üzeriden hipotez kurulmuş; dolayısıyla araya girici
anının araya giriş sıklığına bağlı olarak negatif olarak yeniden yapılandırılacağı
öngörülmüştür. Akabinde, ortaya çıkan bulgunun, bu öngörüyü doğruladığı
farkedilmiştir. Öte yandan, literatürde anıların değişime açık olduğu anda müdahale
edildiği takdirde olumlu olarak yeniden yapılandırılabileceğine ilişkin bir bulguya
rastlanmıştır. Söz konusu araştırma, TSSB yaşayan bireylerle yürütülmüş ve
85
müdahalenin sonunda gruplararası anlamlı farklara rastlanmıştır (Kredlow ve Otto,
2015). Farklı perspektiflerden iki ayrı bulgunun varlığı, depresyonda meydana gelen
araya girici anıların “kendi haline bırakıldığında” psikopatolojiyi sürdürme ve
güçlendirmede etken olabileceği gibi, müdahale edildiği takdirde de bireyi olumlu
noktalara taşıyabileceği sonucuna ulaştırmaktadır.
İkinci olarak, belleğin negatif olarak yeniden yapılandırılmasının, anının
araya giriş boyutu ile algılanan zaman mesafesi arasındaki ilişkiye “tam
aracılık”ettiği saptanmıştır. Diğer bir deyişle, anıların, araya giriş oranının
yükseldikçe negatifleştirilerek yeniden yapılandırıldığı, bu durumun da olayın
gerçekleştiği tarihten daha yakın zamanda olmuş gibi algılanmasına yol açtığı
bulunmuştur. Öte yandan, bu durumun valans etkisi gözetmeksizin, yalnızca belleğin
yapılandırılması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Araştımanın temel konusu
negatif anıların doğasını psikopatolojik bir bakışaçısıyla ele alınması olduğundan, söz
konusu bulgunun pozitif benzerleriyle karşılaştırılması mümkün olmamıştır.
4.6.Klinik Doğurgular
Bilişel devrimin gerçekleşmesiyle birlikte, depresyon üzerine yapılan bilişsel
içerikli çalışmalar süregelen bir ilerleme katetmiş, bilişsel ekolün temel konularından
olan dikkat, bellek, karar verme gibi alanlarda yaşanan sorunlar, depresyondayken
çalışmak ve üretmek zorunda olan modern zaman insanlarının karşılaştığıönemli
semptomatik güçlüklerden biri olarak karşımıza çıkar hale gelmiştir.
Bu çalışmada da, depresif özellik gösteren ve göstermeyen bireylere ait araya
girici anıların deneyimsel ve bilişsel özellikleri bakımınan bir birlerinden nasıl
86
farklılaştığının açıklığa kavuşturulması hedeflenmiştir. Tez çalışmasında, bellek
konusunun önemli bileşenlerinden biri olan araya girici otobiyografik belleğin
fenomenolojik yapıtaşlarından olan, içerik, duyusal modaliteler, deneyimlendiği
perspektif, berraklık, neden olduğu üzüntü, duygusal tepkiler, frekans, tetikleyici
durumların varlığı ve tetikleyici durumlara verilen tepkiler, anıya yapılan atıflar gibi
deneyimsel özellikler ve anının yeniden yapılandırılma süreci ve zaman mesafesi
algısı araştırılmıştır. Depresif ve depresif olmayan bireylere ait araya girici negatif
anılar üzerinden yürütülen çalışma ile sözü edilen fenomenolojik ve deneyimsel
özelliklerin iki grup arasında kıyaslaması yapılmış ve böylelikle “patolojik negatif
anının” “patolojik olmayan negatif anıdan” ayrıldığı noktalar belirlenmiştir. Klinik
araştırmalarındaki yaygın eğilimin aksine, depresif belirtiler “sonuç”olarak ele
alınmamış, özellik (trait) bazında değerlendirilmiştir. Bu noktadan bakıldığında
çalışmanın daha çok teorik bilime katkıda bulunulduğu düşünülmekle birlikte, ortaya
çıkarılan ve gelecek araştırmalarla desteklenmesi gereken çeşitli bulguların,terapi
sürecinde farkedilmesive müdahale gerektiren durumlar olarak ele alınmasının önemli
olduğu düşünülmektedir.
Öncelikle, depresif özellikler gösteren bireyler, araya girici anılarını oldukça
berrak olarak hatırladıklarını ifade etmektedirler. Deneyimledikleri bu anılara yoğun
suçluluk, çaresizlik, utanç ve üzgüntü duyguları ile tepki vermektedirler. Terapi
sürecinde, psikopatolojinin varlığına karar verilirken ya da şayet varlığına karar
verildiyse doğası anlaşılmaya çalışılırken, aktarılan anıların deneyimsel özelliklerinin
klinisyen için ipucu niteliği taşıyabileceği düşünülmektedir. Buna ek olarak, depresif
özellikler gösteren bireylerin, anı içeriği ve anıyı hatırlıyor olma deneyimlerini
düşünüklerinde kendilerine yönelik olumsuz atıflar yaptığı gözlenmiştir. Bu
87
durumun, bilişsel çarpıtmalar kapsamında ele alınılableceği düşünülmektedir. Öte
yandan, bu araştırma bulgularında anlamlı bir fark saptanamayan ancak pek çok
araştırmayla desteklenen perspektif fenomenine göre, depresif bireyler anılarını
gözlemci perspektifinden aktarmaktadırlar (Kuyken ve Moulds, 2009; Williams ve
Moulds, 2007b).Danışan, terapi sürecinde kendisi için önemli bir yaşam olayını
aktarmaktayken, terapistte sanki danışanın kendisi olayı yaşamamış, izlediğini bir
olayı aktarıyormuş intibası uyandırdığı noktada gözlemci perspektifinden
şüphelenilebilinir.
Son olarak, depresif belirtiler ile anının negatif olarak yeniden
yapılandırılması süreci ilişkisinde araya giriş boyutunun aracılık etkisi bulgusu klinik
uygulamalar açısından bilhassa önemli görülmektedir. Danışanların sıklıkla aynı
anıyı/anıları görüşmelere getirdiği durumlarda, müdahale edilmesi gerekli
görülmektedir. Bulguya göre, araya girici anı sıklığı arttıkça anı da daha
negatifleştirerek kaydedilmektedir. Bu nedenle, müdahalenin geciktirilmeden
yapılması önerilmektedir. Bu noktada, bilişsel yeniden çerçevelendirme gibi
tekniklerin kullanılmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Danışanın günlük
hayatında sıklıkla deneyimlediği araya girici anının, terapist kontrolünde istemli
olarak zihne geri çağırılması (bu aşamada gerekirse imgeleme prosedürü
kullanılması), anının tüm detaylarına kadar aktive edildiğine emin olunduktan sonra
(yaklaşık olarak 15 dakika sonra), anı içeriğine bilişel yeniden çerçevelendirilme
kuralları doğrultusunda yeniden işlemlenmesi önerilmektedir. Müdahaleden önce ve
sonra danışanın farkındalığının arttırılması için puanlama yapılması gibi bir prosedür
uygulanmasının elde edilen faydayı arttırılabileceği düşünülmektedir.
88
89
4.7. Sınırlılıklar ve Öneriler
Araştırma çıktılarının değerlendirilmesi ve uygulamaya uyarlanabilecek
noktaların belirlenmesinin önemi kadar, çalışma kapsamında ele alınamamış
boyutların ve karıştırıcı faktörlerin ele alınmasının da önem arzettiği
düşünülmektedir. Sözü edilen sınırlılıkların gelecek çalışmalarda giderilmesi gereken
öneriler olarak ele alınması, ortaya çıkarılan yeni bulguların kuramsal temelleri
açısından önem arzetmektedir.
Öncelikle, çalışmada yer alan katılımcıların depresif belirtileri, yalnızcaBeck
Depresyon Envanteri puanlarıyla değerlendirilmiş, her bir katılımcıyla ayrı ayrı
tanısal görüşmeler yapmak, zaman ve imkanlar açısından mümkün olmamıştır. Bu
nedenden ötürü, elde edilen bulguların klinik depresyon örneklemlerine genellemek
mümkün değildir. İkinci olarak, araya girici anı niteliğini ölçmesi için patoloji
ölçmesi hedeflenen bir alt ölçek kullanılmıştır. Bu araştırmanın pozitif benzerleriyle
yapılması involuntary memory kapsamında ele alınması ile mevcut Involuntary
memory ölçeğinin kullanılmasının daha uygun olabileceği düşünülmektedir
Çalışmanın genelinde depresif belirtiler özellik (trait) bazında konu edinilmiş
ve bağımsız değişken olarak değerlendirilmiştir. Katılımcılardan depresif belirtilere
neden olduğu düşünülen olaya ilişkin araya girici anı aktarılması beklenmemiş;
böylesine bir beklentinin belleğin araya girici doğasını sınırlayabileceği
düşünmüştür. Öte yandan, bu durum depresif belirtilerin özellik (trait) bazında
değerlendirilmesine neden olmuştur, çünkü depresyona neden olup olmadığını
bilinmeyen anıya ait deneyimsel özelliklerinin depresyonu yordadığını iddia etmenin
mümkün olmayacağı düşünülmüştür. Değerlendirilme yapılırken kontrol edilmeyen
anıya böyle bir perspektiften bakmanın karıştırıcı bir faktör olabileceğinin
90
düşünülmesi sebebiyle depresif belirtiler özellik bazında değerlendirilmiştir. Öte
yandan, bu ilişkinin çift yölü olabileceği, anıların deneyimsel özelliklerinin depresif
belirtileri yordayabileceği de düşünülmektedir. Mevcut çalışmada,yalnızca,duygusal
tepkilerin depresif özellikleri yordayıcı etkisine bakılsa da sözü edilen sınırlılıklar
dolayısıyla, bu konuda iddialıyorumyapmaktan kaçınılmıştır.
Çalışmanın diğer bir sınırlılığı ise, varolan literatürde oldukça güncel olan ve
deneysel tekniklere dayanan yeniden yapılandırılma kuramının doğasında herhangi
bir valans etkisinden söz edilmemesidir. Bu çalışmada, psikopatolojik süreçlere
müdahale edilmeksizin deneyimlenen negatif anının her hatırlanışta daha negatif
algılanacağı öngörülmüş ve destekleyici bulgular elde edilmiştir. Öte yandan, daha
önce sözü edildiği üzere, bu esnada yapılan bir müdahalenin ibreyi tam tersi yöne
çevirebileceği düşünülmektedir. Ancak bu araştırmada herhangi bir müdahale
programına yer verilmemiştir. İkinci olarak, kuramın ölçümüne yöntemsel bir eleştiri
getirmek gerekirse, yeniden yapılandırılma sürecinin“Olayı her hatırlayışımda, ilk
hatırladığım zamana/zamanlara kıyasla çok daha olumsuz bir olay yaşamış
olduğumu farkediyor ve ‘neler yaşamışım’ diyorum." maddesiyledeğerlendirildiği
görülmektedir. Bulgulara bakıldığında destekleyici sonuçlar elde edildiği saptansa da
bu ölçümün tek bir oturumla alınmasının güvenilirliği sınırladığı düşünülmektedir.
Gelecek çalışmalar için aynı anının katılımcılara hatırlatılarak bir kez daha ölçüm
alınması önerilmektedir. Son olarak, yeniden yapılandırılma kuramının ilişkili
olabileceği düşünülen kişilik özellikleri, duygu düzenleme stratejileri gibi çeşitli
değişkenlerle ele alınılmasının da bilgi sağlayıcı nitelikte olabileceği
düşünülmektedir.
91
Son sınırlılık, literatüre bakıldığında algılanan zaman mesafesi (percieved
temporal distance) konusu ile ilgili yeterli bilgi sağlayacak nicelikteçalışmayla
karşılaşılmamasıdır. Öte yandan, yeniden yapılandırılma süreci içersindeki anının,
diğer bütün bileşenlerinde olduğu şekilde, zamansal olarak güncellenmesinin de
yapılabileceği düşünülerek çalışma kapsamında ele alınmıştır. Algılanan zaman
mesafesi kavramının tez çalışmasının belleğe ilişkin hipotezi içerisinde anlamlı
olduğu bulunsa da depresif belirtilerle ilişkisi saptanamamıştır. Bu noktada ruminatif
süreçlerin etkili olabileceği düşünülmektedir. Yeni değişkenlerin eklenerek replike
edilmesi önerilmektedir.
92
ÖZET
TSSB ve depresyonda yaygın olarak görülen araya girici anılar, bireyin geçmişte
yaşadığı negatif yaşam olaylarının tekrarlayıcı ve rahatsız edici bir biçimde zihne
gelmesi olarak tanımlanmaktadır. Bir araştırma alanı olarak günden güne
popülerliğini arttıran araya girici anı kavramına ait geriye getirme süreçlerinin ve
deneyimsel özelliklerin diğer otobiyografik anılardan farklılaştığıbilinmektedir.
Ayrıca, araya girici anı türünün görünümünün patolojilerde farklılaştığı
bilinmektedir. Bu araştırmada literatürde çalışılmış olan tüm deneyimsel özelliklerin
depresif ve depresif olmayan bireylerdeki araya girici anı görünümlerinde yol açtığı
farklıların saptanması amaçlanmıştır. Buna ek olarak, algılanan zaman mesafesinin
ve belleğin yeniden yapılandırılma sürecinin de farklı olabileceği düşünülmüştür. Bu
doğrultuda 134 katılımcıdan oluşan örneklemden son bir hafta içinde
deneyimledikleri araya girici anılarını aktarmaları ve temin edilen deneyimsel özellik
formları doğrultusunda puanlandırılmaları beklenmiştir. Katılımcıların depresyon
düzeyini saptamak için Beck Depresyon Envanteri, anıların araya giriş düzeyini
belirlemek için de Travma Sonrası Stres Belirtileri Ölçeği Araya Giriş alt boyutu
uygulanmıştır. Araştırmanın bulgularında depresif özellikler gösteren bireylerin anı
içeriği ve deneyimledikleri duyusal modaliteler betimlenmiştir. Depresif özellikler
gösteren bireylerin anıya verdiği duygusal tepkilerden olan suçluluk, çaresizlik,
utanma, üzüntü duygu puanlarının depresif özellikler göstermeyen bireylerin verdiği
duygusal tepki puanlarından anlamlı olarak daha yüksektir. Ayrıca, depresif
93
özellikler gösteren bireylerin, anının araya giriciliği ve anı berraklığı puanlarıyla
birlikte anı içeriği ve anıyı hatırlıyor olma deneyimi düşünüldüğünde kendilerine
yaptığı olumsuz atıf puanları, depresif özellikler göstermeyen bireylerin puanlarından
anlamlı şekilde daha yüksektir. Üçüncü olarak, depresyon şiddeti ile anının araya
giriciliği ve belleğin yeniden yapılandırılma süreci arasında pozitif yönde anlamlı bir
ilişki olduğu saptanmıştır. Buna ek olarak, duygusal tepkilerden suçluluk, çaresizlik,
korku ve tiksinme tepkilerinin depresyon şiddeti üzerinde yordayıcı olduğu
bulunmuştur. Son olarak, depresyon puanı ile belleğin yeniden yapılandırılması
değişkenleri arasındaki ilişkiye araya girişin tam aracılık ettiği ve araya giriş boyutu
ile algılanan zaman mesafesi arasındaki ilişkiye belleğin yeniden yapılandırılması
tam aracılık ettiği saptanmıştır. Gelecek araştırmalarda duygu düzenleme stratejileri,
kişilik özellikleri gibi değişkenlerin dahil edildiği çalışmalar yapılması
önerilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Araya Girici Anılar, Depresyon, Otobiyografik Bellek,
Yeniden Yapılandırılma, Algılanan Zaman Mesafesi
94
ABSTRACT
Intrusive memories have been seen in both PTSD and depression is defined as
the intrusions of the negative life experiences in a distressing and repetitive way.
Intrusive memories as a newly devoleped research area has been increased its
popularity ongoingly. It is known that experiential and coginitive features of intrusive
memories differ from the other type of autobiographical memories. It is also known
that the reflections of intrusive memories can be differ in acocordance with the certain
type of psychological disorder. This investigation sought to gather all the experiential
and cognitive dispositions of intrusive memories has been placed in the literature and
make comparisons in terms of the mentioned dispositions between depressive and
non-depresive participants. It is also aimed to reveal the degree of perceived temporal
distance and reconsolidation processes of intrusive memories. 134 participants are
asked to describe narratives of their intrusive memoires experienced in preceding
week. Also, Beck Depression Inventory and Post Travmatic Stress Symptoms
Inventory-Intrusion have been applied in order to determine depression severity and
intrusions of memory. It is described the most common themes and sensory
modalities seen in the narratives of depressive group in results. Secondly, it is
revealed that depressive group experience more intrusive memories, feel more guilty,
helpless, ashamed, sad when they remember the memoryand remember more vivid
than non depressive group, significantly. Also, depressive group make more negative
attributions than non-depressive group significantly. Thirdly, it is found that feeling of
guiltiness, fear, helpless and disgust predict severity of depression. Also, intrusion
serve as mediator variable in the relation between depressive symptoms and
reconsolidation processes. Finally, reconsolidation processes serve as mediator
95
variable in the relation between intrusions percieved temporal distance. It is thought
that personality dispositions and emotion regulation strategies could be useful to
investigate.
Keywords: Intrusive Memories, Depression, Autobiographical Memory,
Reconsolidation Process, Perceived Temporal Distance.
96
KAYNAKÇA
Algör, İ. (2015). İkircikli Biricik.İstanbul: İletişim Yayınları.
Baddeley, A. (1992). What is autobiographical memory? M. A. Conway, D C.
Rubin, H. Spnnler ve W. A. Wagenaar, (Ed.), Theoretical perspectives on
autobiographical memory içinde (s. 13-29). United Kingdom: Kluwer
Academic Publishers.
Ball, C. T. ve Little, J. C. (2006). A Comparison of Involuntary Autobiographical
Memory Retrievals. Applied Cognitive Psychology, 20(9), 1167–1179.
Ball, C. T. (2007). Can we elicit involuntary autobiographical memories in the
laboratory? J. H. Mace, (Ed.), Involuntary Memory içinde (s. 127-153).
Malden: Blackwell Publishing.
Ball, C. T. (2015) Involuntary memories and restrained eating. Consciousness and
Cognition, 30, 237-244.
Baron, R. M. ve Kenny, D. A. (1986). The moderator-mediator variable distinction
in social psychological research: Conceptual, strategic, and statistical
considerations. Journal of personality and social psychology, 51(6),
1173-1182.
Beck, A. T. ve Alford, B. A. (2009). Depression: Causes and treatment (2. baskı)
Pennsylvania: University of Pennsylvania Press.
Berntsen, D. Involuntary Autobiographical Memory. (1996). Applied Cognitive
Psychology, 10(5), 435-454.
97
Berntsen, D. (1998). Voluntary and involuntary access to autobiographical
memory. Memory, 6(2), 113-141.
Berntsen, D. (2001). Involuntary memories of emotional events. Do memories of
traumas and extremely happy events differ? Applied Cognitive Psychology,
15(7), 135-158.
Berntsen, D. ve Rubin, D. C. (2002). Emotionally charged autobiographical
memories across the lifespan: The recall of happy, sad, traumatic, and
involuntary memories. Psychology and Aging, 17(4), 636-652.
Berntsen, D. ve Hall, N. M. (2004). The episodic nature of involuntary
autobiographical memories. Memory and Cognition, 32(5), 789-803.
Berntsen, D. (2007). Involuntary autobiographical memories: Specteculations,
findings and an attempt to integrate them. J. H. Mace (Ed.), Involuntary
memory içinde (s. 20-39). Malden: Blackwell Publishing.
Berntsen, D. (2009). How special are involuntary autobiographical memories?
Involuntary autobiographical memories An introduction to the unbidden past
içinde (s. 66-85). Cambridge: Cambridge University Press
Berntsen, D. (2010). The unbidden past: Involuntary autobiographical memories as a
basic mode of remembering. Current Directions in Psychological Science,
19(3), 138-142.
Berntsen, D., Staugaard, S. R., Sørensen, L. M. T. (2013). Why am I remembering
this now? Predicting the occurrence of involuntary (spontaneous) episodic
memories. Journal of Experimental Psychology: General, 142(2), 426-444.
98
Besnard, A., Caboche, J. ve Laroche, S. (2012). Reconsolidation of memory: A
decade of debate. Progress in Neurobiology, 99(1), 61-80.
Björkstrand, J., Agren, T., Frick, A., Engman, J., Larsson, E. M., Furkmark, T. ve
Fredrikson, M. (2015). Disruption of memory reconsolidation erases fear
memory trace in the human amygdala: An 18 month follow up. Plos One,
10(7), 1-8.
Blom, S. S. A. H ve Semin, G. R. (2013).Moving events in time: Time-referent
hand–arm movements influence perceived temporal distance to past events.
Journal of Experimental Psychology: General, 142(2), 319-322.
Boyer, P. ve Wertsch, J. V. (Ed. ). (2015). Zihinde ve kültürde bellek. (Y. Aşçı Dalar,
Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Bradley, R. J., Moulin, C. J. A. ve Kvavilashvili, L. (2013). Involuntary
autobiographical memories. Psychologist, 26(3), 190-193.
Brewer, W. F. (1986). What is autobiographical memory? D. C. Rubin, (Ed.),
Autobiographical memory içinde (s. 25-49). Cambridge: Cambridge
University Press.
Brewin, C. R., Christodoulides, J. ve Hutchinson, G. (1996). Intrusive thoughts and
intrusive memories in a nonclinical sample, Cognition and Emotion, 10(1),
107-112.
Brewin, C. R., Watson, M., McCarthy S., Hymana, P. ve Daysonc, D. (1998)
Intrusive memories and depression in cancer patients. Behaviour Research
and Therapy, 36(12), 1131-1142.
99
Brewin, C. R., Reynolds, M. ve Tata, P. (1999). Autobiographical memory processes
and the course of depression. Journal of Abnormal Psychology,108(3), 511
517.
Brewin, C. R., Wheatley, J., Patel, T., Fearon, P., Hackmann, A., Wells, A., Fisher,
P. Ve Myers, S. (2009). Imagery rescripting as a brief stand-alone treatment
for depressed patients with intrusive memories. Behaviour Research and
Therapy,47(7), 569-576.
Brewin, C. R., Gregory, J. D., Lipton, M. ve Burgess, N. (2010). Intrusive images in
psychological disorders: Characteristics, neural mechanisms, and treatment
implications. Psychological Review,117(1), 210-232.
Brewin, C. R., Soni, M. (2011). Gender, personality, and involuntary
autobiographical memory. Memory, 19(6), 559-565.
Crovitz, H. F. ve Schiffman, H. (1974). Frequency of episodic memories as a
function of their age. Bulletin of the Psychodinamic Society, 4, 517-518.
Dalgleish, T. ve Watts, F. N. (1990). Biases of attention and memory in disorders of
anxiety and depression. Clinical Psychology Review, 10, 589-604.
Day, S. J., Holmes, E. A. ve Hackmann, A. (2004). Occurrence of imagery and its
link with early memories in agoraphobia. Memory, 12(4), 416-427.
Draaisma D. (2007). Bellek metaforları, zihinle ilgili fikirlerin tarihi. (G. Koca,
Çev.). İstanbul: Metis Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1995)
100
Ebbinghaus, H. (1913). Memory: A contribution to experimental psychology. (H.
Ruger ve C. E. Bussenius, Çev.). New York: Teachers College, Colombia
University.(Orijinal çalışma basım tarihi 1885)
Er, N. ve Uçar, F. (2004). Yoğun duygu yüklü yaşam olaylarında, kişisel anı
aktarımlarıve referans noktaları aracılığıyla otobiyografik bellek
örüntülerinin incelenmesi.Türk Psikoloji Dergisi, 19(53), 1-18.
Er, N. ve Yaşın, F. (2014). Otobiyografik Bellek ve İşlevlerinin Zaman Yönelimi ve
Algısıyla İlişkisi: Zaman Tünelindeki Anılar. Sözlü Bildiri, 18. Ulusal
Psikoloji Kongresi, 9-12 Nisan 2014, Bursa.
Freud, S. (1917). Mourning and Melancholia. The Standard Edition of the Complete
Psychological Works ofSigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the
History of the Psycho-Analytic Movement, Papers onMetapsychology and
Other Works, 237-258.
Giambra, L. M. (1989). Task-Unrelated-Thought frequency as a function of age: A
laboratory study. Psychology and Aging, 4(2), 136-l43.
Gregory, J. D., Brewin C. R., Mansell, W. ve Donaldson, C. (2010). Intrusive
memories and images in bipolar disorder. Behaviour Research and Therapy,
48(7),698-703.
G. A. Grigor’yan, G. A. ve Markevich, V. A. (2015). Consolidation, reactivation,
and reconsolidation of memory. Neuroscience and Behavioral Physiology,
45, 1019-128.
101
Groom, D., Brae, N., Edgar, G., Edgar, H.,Eysenck, M., Manly, T., Ness, H., Pike,
G., Scott, S. ve Styles, E. Introductionto Cognitive Psychology. An
Introduction to Cognitive Psychology Processesand Disorders içinde (s. 3
6). New York: Psychology Press.
Hackmann, A., Ehlers, A., Speckens, A. ve Clark, D. M. (2004). Characteristics and
content of intrusive memories in PTSD and their changes with treatment.
Journal of Traumatic Stress,17(3),231–240.
Harrari, Y. N. (2014). The Cognitive Revolution. Sapiens: A brief history of
humankind içinde (s. 10-68). Canada: Signal Books.
Hall, N. M. ve Berntsen, D. (2008). The effect of emotional stress on involuntary and
voluntary conscious memories. Memory, 16, 48-57
Hisli, N.(1989). Beck Depresyon Envanteri’nin üniversite öğrencileri için geçerliği
ve güvenilirliği. Türk Psikoloji Dergisi, 7, 3-13.
Hisli Şahin, N., Batıgün, A.D., Yılmaz, B. (2009). Debriefing with teachers after the
Marmaraearthquake: an evaluation study. Disasters - The Journal of Disaster
Studies, Policy andManagement, 33 (4), 747-761.
İlhan, E. (2015). Gelenek ve hatırlama: Belleğin kültürel olarak yeniden inşası
üzerine bir tartışma. Turkish Studies International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic,10(8), 1395-1408
Jadhav, S. (2000). The Cultural construction of Western depression. Anthropological
Approaches to Psychological Medicine, V Skultans, London: Jessica Kingsley
Publishers.
102
Johannessen, K. B. ve Berntsen, D. (2010). Current concerns in involuntary and
voluntary autobiographical memories. Consciousness and Cognition,
19(4), 847-860.
Kamiya, S. (2014). Relationship between frequency of involuntary autobiographical
memories and cognitive failure. Memory, 22(7), 839–851.
Kandris E. ve Moulds M. L. (2008). Can imaginal exposure reduce intrusive
memories in depression? A case study. Cognitive Behaviour Therapy, 37(4),
216-220.
Kaynar, G. ve Er, N. (2014). Otobiyografik Belleğin Çocuklık Örselenmesini Takip
Eden Depresif Belirtilerle İlişkisi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). T.C.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Psikoloji Bölümü,
Ankara.
Kvavilashvili, L. ve Schlagman, S. (2011) Involuntary autobiographical memories in
dysphoric mood: A laboratory study. Memory, 19(4), 331-345.
Kredlow, M. A. ve Otto, M. W. (2015). Interference with the reconsolidation of
trauma related memories in adults. Depression and Anxiety, 32(1), 32–37.
Kuyken, W. ve Brewin, C. R. (1994). Intrusive memories of childhood abuse during
depressive episodes. Behaviour, Research and Therapy, 32(5), 525-528.
Kuyken, W. ve Moulds, M. (2009). Remembering as an observer: How is
autobiographical memory retrieval vantage perspective linked to depression?
Memory, 17(6), 624-634.
103
Larsen, S. F. (1992). Personal context in autobiographical and narrative memories.
M. A. Conway, D C. Rubin, H. Spinnler ve W. A. Wagenaar, (Ed.),
theoretical perspectives on autobiographical memory içinde (s. 53-71).
United Kingdom: Kluwer Academic Publishers.
Liu, X., Li, L., Xiao, J., Yang J. ve Jiang, X. (2013). Abnormalities of
autobiographical memory of patients with depressive disorders: A meta
anaysis. Psychology and Psychotherapy: Theory, Research, and Practice, 86,
353-373.
Locke, J. (2000). İnsanı anlama yetisi üzerine bir deneme (2. Baskı).(M. Delikara
Topçu, Çev.). Ankara: Öteki Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1690).
Mace, J. H. (2004). Involuntary autobiographical memories are highly dependent on
abstract cuing: The proustian view is incorrect. Applied Cognitive
Psychology, 18(7), 893–899.
Mace, J. H. (2005). Priming involuntary autobiographical memories. Memory, 13(8),
874-884.
Mace, J. H. (2006). Episodic remembering creates access to involuntary conscious
memory: Demonstrating involuntary recall on a voluntary recall task.
Memory, 14(8), 917-924.
Mace, J. H. (2007). What are involuntary memories? J. H. Mace (Ed.), Involuntary
memoryiçinde (s. 1-19). Malden: Blackwell Publishing.
104
Mace, J. H., Bernas, R. S. ve Clevinger, A. (2015). Individual differences in
recognising involuntary autobiographical memories: Impact on the reporting
of abstract cues. Memory, 23(3), 445–452.
Matt, G. E., Vazquez, C. ve Campbell, W. K. (1992). Mood congruent recall of
affectively toned stimuli: A meta-analytic review. Clinical Psychology
Review, 12, 227-255.
Mazzoni, G., Vannucci, M. ve Batool, I. (2014). Manipulating cues in involuntary
autobiographical memory: Verbal cues are more effective than pictorial cues.
Memory and Cognition, 42(7), 1076-1085.
Moulds M. L., Kandris E., Williams A. D. ve Lang T. J. (2008). The use of safety
behaviours to manage intrusive memories in depression. Behaviour Research
and Therapy, 46(5),573-580.
Moulds, M. ve Krans J. (2015). Intrusive, involuntary memories in depression. L. A.
Watson ve D. Berntsen (Ed.), Clinical perspectives on autobiographical
memory içinde (s. 154-171). Cambridge: Cambridge University Press.
Nader, K., Schafe, G. E. ve Le Doux, J. E. (2000). Fear memories require protein
synthesis in the amygdala for reconsolidation after retrieval. Nature,
406(6797), 722-726.
Nader, K. ve Einarsson, E. Ö. (2010). Memory reconsolidation: An update. Annuals
of the New York Academy of Sciences, Issue: The Year in Cognitive
Neuroscience, 1191(1),27-41.
105
Newby J. M. ve Moulds M. L. (2010). Negative intrusive memories in depression:
The role of maladaptive appraisals and safety behaviours. Journal of Affective
Disorders, 126(12), 147-154.
Newby J. M. ve Moulds M. L. (2011a). Characteristics of intrusive memories in a
community sample of depressed, recovered depressed and never-depressed
individuals. Behaviour Research and Therapy, 49(4), 234-243.
Newby J. M. ve Moulds M. L. (2011b). Intrusive memories of negative events in
depression: Is the centrality of the event important? Journal of Behavior
Therapy and Experimental Psychiatry, 42(3), 277-283.
Newby J. M. ve Moulds M. L. (2012). A comparison of the content, themes, and
features of intrusive memories and rumination in major depressive disorder.
British Journal of Clinical Psychology, 51(2), 197-205.
Newby, J. M., Lang, T., Werner-Seidler, A., Holmes, E. ve Moulds, M. L. (2014).
Alleviating distressing intrusive memories in depression: a comparison
between computerised cognitive bias modification and cognitive behavioural
education. Behaviour Research and Therapy, 56, 60-67.
Osman, S., Cooper, M., Hackmann, A. ve Veale, D. (2004). Spontaneously occuring
images and early memories in people with body dysmorphic disorder.
Memory, 12(4), 428- 436.
Öztürk, O., Uluşahin, A. (2011). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Ankara: Nobel Tıp
Kitabevleri
106
Parry, L. ve O’Kearney, R. (2013). A comparison of the quality of intrusive
memories in post-traumatic stress disorder and depression. Memory, 22(4),
408-425.
Patel, T., Brewin, C. R., Wheatley, J., Wells, A., Fisher, P. ve Myers, S. (2007).
Intrusive images and memories in major depession. Behaviour, Research and
Therapy, 45, 2573-2580.
Plato (1871). Theaetetus. (B. Jowett, Çev.). United Kingdom. (Orijinal çalışma basım
tarihi İÖ 360).
Preacher, K. J. ve Hayes, A. F. (2008). Asymptotic and resampling strategies for
assessing and comparing indirect effects in multiple mediator models.
Behavior research methods, 40(3), 879-891.
Rasmussen, A. S. ve Berntsen, D. (2009). The possible functions of involuntary
autobiographical memories. Applied Cognitive Psychology, 23, 1137-1152.
Rasmussen, A. S. ve Berntsen, D. (2011). The unpredictable past: spontaneous
autobiographical memories outnumber memories retrieved strategically
Consciousness and Cognition, 20(4),1842-1846.
Rasmussen, A. S., Johannessen, K. B. ve Berntsen, D. (2014). Ways of sampling
voluntary and involuntary autobiographical memories in daily life.
Consciousness andCognition, 30, 156-168.
Rasmussen, A. S., Ramsgaard, S. B. ve Berntsen, D. (2015). The frequency and
functions of involuntary and voluntary autobiographical memories across the
107
day. Psychology of Consciousness: Theory, Research, and Practice, 2(2),
185-205.
Rose, J. K. ve Rankin, C. H. (2006). Blocking memory reconsolidation reverses
memory associated changes in glutamate receptor expression. The Journal of
Neuroscience, 26(45), 11582–11587.
Ross, M. ve Wilson, A. E. (2002). It feels like yesterday self-esteem, valence of
personal past experiences, and judgments of subjective distance. Journal of
Personality and Social Psychology, 82(5),792–803.
Ross, M. ve Wilson, A. E. (2003). Autobiographical memory and conceptions of
self: Getting better all the time. Current Directions in Psychological
Science, 12(2), 66-69.
Rubin, D. C., Wetzler, S. E. ve Nebes, R. D. (1986). Autobiographical memory
across the lifespan. D. C. Rubin, (Ed.), Autobiographical memory içinde (s.
202-221). Cambridge: Cambridge University Press.
Rubin, D. C., Boals, A. ve Berntsen, D. (2008). Memory in posttraumatic stress
disorder: Properties of voluntary and involuntary, traumatic and nontraumatic
autobiographical memories in people with and without posttraumatic stress
disorder symptoms. Journal of Experimental Psychology: General, 137(4),
591–614.
Rubin, D. C. ve Berntsen, D. (2009). The frequency of voluntary and involuntary
autobiographical memories across the lifespan. Memory and Cognition,
37(5), 679-688.
108
Sandrini, M., Cohen, L. G. ve Censor. (2015). Modulating reconsolidation: A link to
causal systems-level dynamics of human memories. Trends in Cognitive
Sciences, 19(8), 475-482.
Sarp, N. ve Tosun, A. (2011). Duygu ve otobiyografik bellek. Psikiyatride Güncel
Yaklaşımlar, 3(3), 446-465.
Schlagman, S., Schulz, J. ve Kvavilashvili, L. (2006). A content analysis of
involuntary autobiographical memories: Examining the positivity effect in old
age. Memory, 14(2), 161-175.
Schlagman, S. ve Kvavilashvili, L. (2008). Involuntary autobiographical memories in
and outside the laboratory: How different are they from voluntary
autobiographical memories? Memory and Cognition, 36(5), 920-932.
Schlagman S., Kliegel, M., Schulz, J. ve Kvavilashvili, L. (2009). Differential effects
of age on involuntary and voluntary autobiographical memory. Psychology
and aging, 24(2), 397–411.
Schultz D. P. ve Schultz, S. E. (2007). Modern psikoloji tarihi. (Y. Aslay, Çev.)
İstanbul: Kaknüs Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 2004).
Schwabe, L. ve Wolf, O. T. (2009). New episodic learning interferes with the
reconsolidation of autobiographical memories. PLoS ONE 4(10), 1-4.
Schwabe, L. ve Wolf, O. T. (2010) Stress impairs the reconsolidation of
autobiographical memories. Neurobiology of Learning and Memory 94(2),
153–157.
109
Schwabe, L., Nader, K. ve Pruessner, J. C. (2014). Reconsolidation of human
memory: Brain mechanisms and clinical relevance. Biological Psychiatry,
76(4), 274–280.
Spenceley, A. ve Jerrom, B. (1997) Intrusive traumatic childhood memories in
depression: A comparison between depressed, recovered and never
depressed women.Behavioural and Cognitive Psychotherapy, 25(4),
309-318.
Starr S. ve Moulds M. L. (2006). The role of negative interpretations of intrusive
memories in depression. Journal of Affective Disorders, 93, 125-132.
Tosun, A. (2006). Depresif belirti düzeyi yüksek kişilerde otobiyografik anıların
bilince istemsiz gelişleri ve depresif içerikleri. Türk Psikoloji Dergisi, 21(58),
21-33.
Tulving, E. (1972). Episodic and semantic memory. E. Tulving ve W. Donaldson
(Ed.), Organization of memory içinde (s. 381-403). New York: Academic
Press.
Türkçapar, H. (2013). Klinik uygulamada bilişsel davranışçı terapi: Depresyon.
Ankara: HYB Basım Yayın.
Uçar Boyraz, F. ve Er, N. (2007). Alzheimer ve depresyon tanılı gruplar ile normal
örneklemde, kişisel ve toplumsal olaylara ilişkin otobiyografik bellek
özellikleri.Türk Psikoloji Dergisi, 22(60), 45-64.
Vannucci, M., Pelagatti, C., Hanczakowski, M., Mazzoni, G. ve Paccani, C. R.
(2015). Why are we not flooded by involuntary autobiographical memories?
110
Few cues are more effective than many. Psychological Research, 79(6),
1077-1085.
Watson, L. A., Berntsen, D., Kuyken, W. ve Watkins, E. R. (2012). The
characteristics of involuntary and voluntary autobiographical memories in
depressed and never depressed individuals. Consciousness and Cognition,
21, 1382-1392.
Watson, L. A., Berntsen, D., Kuyken, W. ve Watkins, E. R. (2013). Involuntary and
voluntary autobiographical memory specificity as a function of depression.
Journal of Behaviour Therapy and Experimental Psychiatry, 44, 7-13.
Wervoerd, J. ve Wessel, I. (2007). Distractibility and individual differences in the
experience of involuntary memories. Personality and Individual Differences,
42, 325–334.
Williams, J. M. G. veBroadbent, K. (1986). Autobiographical Memory in Suicide
Attempters. Journal of Abnormal Psychology, 95(2),144-149.
Williams, A. D. ve Moulds, M. L. (2007a). An investigation of the cognitive and
experiential features of intrusive memories in depression. Memory, 15(8),
912-920.
Williams A. D. ve Moulds M. L. (2007b). Cognitive avoidance of intrusive
memories: Recall vantage perspective and associations with depression.
Behaviour Research and Therapy, 45(6), 1141-1153.
Williams A. D. ve Moulds M. L. (2008). Manipulating recall vantage perspective of
intrusive memories in dysphoria. Memory, 16(7), 742-750.
111
Williams, J. M. G., Ellis, N. C., Tyers, C., Healy, H., Rose G. ve Mackload, A. K.
(1996). The specifity of autobiographical memory and imageability of the
future. Memory and Cognition, 24(1), 116-125.
Williams, H. L. ve Conway, M. A. (2015). Otobiyografik anı ağları. P. Boyer ve J.
V. Wertsch (Ed.), Zihinde ve kültürde bellek içinde (s. 43-77).İstanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
World Health Organization. (2012). Depression (Fact sheet No. 369).
http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs369/en/ adresinden alınmıştır.
World Health Organization. (2012).
http://www.who.int/mental_health/management/depression/wfmh_paper_depression
_wmhd_2012.pdfadresinden alınmıştır.
Yeşilbaş, D. (2008). Majör depresyon tanısı konulan kişilerin depresyonlarını ifade
biçimleri(Yayınlanmamış uzmanlık tezi) T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy
Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, İstanbul.
112
EKLER
EK 1. Bilgilendirilmiş Onam Formu
Gönüllü Katılım Formu
Bu çalışma, Doç Dr. Banu Yılmaz danışmanlığında yürüttüğüm Klinik
Psikoloji Yüksek Lisans Tez Projesidir. Çalışmanın amacı, katılımcıların araya girici
otobiyografik bellek özellikleri, belleğin yeniden yapılandırılması ve zaman mesafesi
algısı kavramları hakkında bilgi toplanmasıdır. Dolduracağınız ölçeklerde, kimlik
belirleyici hiçbir bilgi istenmemektedir. Cevaplarınız tamamen gizli tutulacak,
yalnızca tez projesi araştırmacılarının erişimine açık olacaktır.
Çalışmaya katılım tamamen gönüllülük esasına dayanmaktadır. Katılım
esnasında herhangi bir rahatsızlık hissederseniz ölçeği cevaplamayı yarıda
kesebilirsiniz. Çalışma hakkında bilgi almak isterseniz [email protected]
adresinden elektronik posta yoluyla iletişime geçebilirsiniz.
Ekin Öztekin
Lütfen Aşağıdaki Kutucuğu İşaretleyiniz.
Yukarıda yazılanları okudum. Araştırmaya katılmayı rahatsız hissettiğim
zaman yarıda kesebilmek koşuluyla kabul ediyorum. Verdiğim bilgilerin bilimsel
amaçlı yayımlarda kullanılmasını onaylıyorum.
Cinsiyetiniz: Kadın Erkek
Doğum tarhiniz: ___ /___ /______
113
EK 2. Araya Girici Anı Görüşme Formu Yönergesi
Katılımcı #
Sayın Katılımcı,
Araştırmada istemsiz olarak akla gelen olumsuz anıların (araya girici anıların)
özelliklerinin araştırılması amaçlanmaktadır. Bu amaçla, sizden bu tür bir
anınızdan söz etmeniz istenmektedir. Bahsedeceğiniz anıyı belirlemeden önce
aşağıda verilen tanımları dikkatlice okuyunuz.
Bazen, başımızdan geçen olayları istemli olarak hatırlarız. Örneğin, dün akşam ne
yemek yediğimiz sorulduğunda, istemli olarak, dün akşam ne yediğimizi hatırlamaya
çalışırız.
Bu tür anılar istemli anılar olarak adlandırılırlar.
Öte yandan, bazen, başımızdan geçen olayları çaba sarf etmeksizin hatırlarız.
Anımsamayı düşünmediğimiz bir anda, kendiliğinden zihnimizde belirirler. Örneğin,
bir süre önce bir arkadaşımızla tartıştığımızı (ne olduğu, ne söylendiği vb.), tartışma
hakkında istemli olarak düşünmeden anımsayabiliriz. Bu tür anılar ise istemsiz
olarak ortaya çıkan anılar olarak adlandırılırlar.
Anılar, geçmişte yaşadığımız herhangi bir gerçek deneyimimize dayanarak ortaya
çıkarlar. Bu nedenle, genel düşüncelerimizden ya da bir şeyler hakkındaki
endişelerimizden farklıdırlar.
Söz edeceğiniz olay ve durumun geçmişte sizin başınızdan geçmiş ve çaba sarf
etmeden zihninizde beliren belli bir olay ya da durum olması gerekmektedir.
Soruları yanıtlarken deneyimlediğiniz anının son bir hafta içinde aklınıza istemsiz
olarak gelen ve sizin için olumsuz anlam yüklü bir anı olmasına dikkat ediniz. Eğer
aklınıza birden fazla anı geliyorsa son bir hafta içinde size en fazla sıkıntı veren
anılardan en çok tekrarlayanı seçiniz.
114
EK 3. Araya Girici Anı Görüşme Formu Örnek Maddeleri
3. Anıyı deneyimlerken aşağıdaki duyusal modalitelerden hangisinin/hangilerinin
farkına vardınız? İşaretleyiniz.
Görsel
İşitsel
Koku
Tat
Fiziksel Duyum
4. Bazen hatırladığımız anıyı birinci tekil şahıs gözünden görürüz. Birinci tekil şahıs
açısından hatırlanan anılarda, olayı meydana geldiği zamandaki gibi
hatırlamaktayızdır. Diğer bir deyişle, yaşadığımız durumu kendi gözlerimizden
gördüğümüz şekilde hatırlarız. Öte yandan, bazen anımsadığımız durumu üçüncü
tekil şahıs perspektifinden görürüz. Bu tür anıları hatırladığımız zaman kendimizi bir
gözlemci gibi hisseder ve etrafımızdaki diğer insanlar ve nesneler gibi kendimizi de
olayın içinde bir aktörmüşüz gibi görürüz.
Yukarıda anlattığınız anıyı hatırladığınız anda kendinizi hangi açıda gördüğünüzü
aşağıdaverilen puanlama tablosunu kullanarak değerlendiriniz.
-3 -2 -1 0 1 2 3
Tamamen Eşit Tamamen
üçüncü birinci
tekil tekil
şahıs şahıs
‘Aşağıdaki puanlama tablosunu kullanarak sonrasında verilen soruları
yanıtlayınız.’
0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 100
Hiç Tamamen
6. ‘Anıyı hatırladığınız anda:
‘Size ne kadar net ve berrak göründü?’ ______
115
EK 4. Beck Depresyon Envanteri Örnek Maddeleri
BDE
Aşağıda, kişilerin ruh durumlarını ifade ederken kullandıkları bazı cümleler
verilmiştir. Her madde bir çeşit ruh durumunu anlatmaktadır. Her maddede o
ruh durumunun derecesini belirleyen 4 seçenek vardır. Lütfen bu seçenekleri
dikkatle okuyunuz. Son bir hafta içindeki (şu an dahil) kendi ruh durumunuzu
göz önünde bulundurarak, size en uygun olan ifadeyi bulunuz. Daha sonra, o
maddenin yanındaki harfin üzerine (X) işareti koyunuz.
1) a. Kendimi üzgün hissetmiyorum
b. Kendimi üzgün hissediyorum
c. Her zaman için üzgünüm ve kendimi bu duygudan kurtaramıyorum
d. Öylesine üzgün ve mutsuzum ki dayanamıyorum
2) a. Gelecekten umutsuz değilim
b. Gelecek konusunda umutsuzum
c. Gelecekten beklediğim hiç bir şey yok
d. Benim için bir gelecek olmadığı gibi bu durum değişmeyecek
5) a. Kendimi suçlu hissetmiyorum
b. Arada bir kendimi suçlu hissettiğim oluyor
c. Kendimi çoğunlukla suçlu hissediyorum
d. Kendimi her an için suçlu hissediyorum
6) a. Cezalandırılıyormuşum gibi duygular içinde değilim
b. Sanki bazı şeyler için cezalandırılabilirmişim gibi duygular içindeyim
c. Cezalandırılacakmışım gibi duygular yaşıyorum
d. Bazı şeyler için cezalandırılıyorum
9) a. Kendimi öldürmek gibi düşüncelerim yok
b. Bazen kendimi öldürmeyi düşünüyorum ama böyle bir şey yapamam
c. Kendimi öldürebilmeyi çok isterdim
d. Eğer bir fırsatını bulursam kendimi öldürürüm
10) a. Herkesten daha fazla ağladığımı sanmıyorum
b. Eskisine göre şimdilerde daha çok ağlıyorum
c. Şimdilerde her an ağlıyorum
d. Eskiden ağlayabilirdim. Şimdilerde istesem de ağlayamıyorum
116
EK 5. Travma Sonrası Stres Belirtileri Araya Giriş Boyutu Örnek Maddeleri
TSBÖ
Aşağıda travmatik bir olaya bağlı olarak yoğun bir stres yaşamış kişilerin zaman
zaman yaşadığı bazı durumlar sıralanmıştır. Lütfen listedeki her bir maddeyi dikkatle
okuyun ve o maddede sözü edilen durumun, sizin için ne kadar geçerli olduğunu, o
maddenin hemen altındaki ölçek üzerinde işaretleyin.
1- Olayla ilgili bazı rahatsızlık verici görüntüler, düşünceler ve anılar tekrar tekrar
aklıma geliyor.
Hiç Biraz Orta düzeyde Çok fazla
( ) ( ) ( ) ( )
2- Tekrar tekrar olayla ilgili rahatsız edici rüyalar görüyorum.
Hiç Biraz Orta düzeyde Çok fazla
( ) ( ) ( ) ( )
4- Arada sırada olay sanki yeniden oluyor sanıyorum ve bununla ilişkili bazı
davranışlarda bulunuyorum.
Hiç Biraz Orta düzeyde Çok fazla
( ) ( ) ( ) ( )
5- Herhangi bir şey, olay ya da konu olayı hatırlattığında rahatsız oluyorum.
Hiç Biraz Orta düzeyde Çok fazla
( ) ( ) ( ) ( )
6- Herhangi bir şey, olay ya da konu bana olayı hatırlattığında bedenimde değişmeler
oluyor (kalp çarpıntısı, nefes almada güçlük, terleme, vb.)
Hiç Biraz Orta düzeyde Çok fazla
( ) ( ) ( ) ( )