DAMLALAR
C ü z - K ü l
v e
H a z r e t - i İ n s a n - ı K â m i l
OSMAN KEMAL OKTAY
DAĞITIM : YEŞİL KİTABEVİ SAHAFLAR ÇARŞISI No. 8
BEYAZIT - İSTANBUL
YAYLACIK MATBAASI ' f ŞT. 'If B'Ü'L — 1 97 8
Herseler allâme-yi dehr, eylemeda'vâ-yi iîm
E n nihayet sandığın, bil ki bidâ-yettir sana
Osman Kemâli Hz
!
'4
MUKADDİME
Ham d olsun hamd ettiren A llah'a. Ö ki âlem ler' de kendi Zât'in i tasvir ile Ahadiyyet'in i, Vâhidiyyet olarak izhâr etti. Zât'ıyla da, zâhi- riyle de b ir olan yine O. Evvel ne idiyse, şimdi de öyle.
A lîm olan Allah'ın, makam-ı abdiyyette kendi ilm ini izhâr ettiği nisbette kalem i elim ize aldık. H âm il olduğumuz esmâmn mazharıy-^ m n ^ a îF T Ü ^ h u h tecellîsine ait b ir
ll|Jt, ■■■ •
sıfatın tezahüründen öte değil. Zi- râ esma, O'nun sıfatı değil, ancak O'nun tecellîsinin sıfatıdır.
K a le m l im ^ H a k ik a t üzerine düşen damla, kendi özümüzdeki ha-
§
kîkatimizin üzerinden kaldırılan perdeler '• Tmşİ3etin^4^ ve hizmeti? ınlz7“ha!fe-ı âleıtı'in yaradılışlarındaki hikmete mebnî olduğundan, Hak'ka râcidir.
Salât, Ö Musav^ir'ih kendi zâtıyla tasvir ettiği Zât'm İmamlığın- da", selam câmîsinde olsun.
v
, ZAMAN — MEKAN , ,
Arayan, aradığı nisbette ayrı düştü. Aradığını, varmak istediği yere beraberinde taşıdığından onun kazancı sadece çektiği zahmet oldu,
(Noktadan başlayan daire aynı noktada devrini ikmâl edince, dairenin her İıattı noktadır vesselâm. O nokta hem ezel, hem ebed olur. Başlangıcı ile sonu iç içe geçer. Başlangıcı yoktur ki sonu olsuıı, sonu yoktur ki başlangıcı olsun. Dairenin muhiti zâti, muhatı da sıfatı olur ki, ikisi 3e birbirine ayn> dıp™Tçıhe ba'kân; dışım, dışîiıa bakan içini "gomrT'İjoreh He "kendisidirgorunen"<îe, hem ân içinde.
Zaman yok! Zaman- toptan inkârdır. Aynı anda cesedinle dünyâ'- ~da7' nefsinle berzah'da ve ruhunla dfa âEiret'tesin. Bütün bunlar ne "Birbirine' duhûl etmiştir, ne de ayrıdır. Birinden diğerine geçiş yoktur ki mekân olsun, geçmek için za~
8
inan ölsün. rBem ’’h.tıriaîx. zannmdîr. Cesedini, nefsini ve ruhunu birbirine ayn edersen görürsün lci, her uç'SIemde aynı â n d irm e ^ içındH~hîef~"uç âlemi birden~~yâşaî'-sln,zaman^^neHifm ^enin mevcudîyetin de ortadan l^khnş ölür, Vâcib:ül Vücût, nûr^öîan vücûdu hakikîsi ile senden ^ a n ^ o İ^ ^ e ^ eninle, sende, kendeh saîtanatmı icra eder.
,1
Artık sen yoksun, O var. Senden gören, işiten, işleyen Ö?dur. Sen aslına rücıTetîmş oldumTTakatölüm tâbir edilen tabiî helâk seni yakalamadan. Şûle-i aşk ile kendin i iştiyâkle helâke saldın. Bu makamda, bir gazelimizde dile getirdiğimiz gibi, gördün k i :
Rûz*u Mahşer geldi bil, sûr-u İsrâfîl/ öter
Halk-ı âlem’e tâmet, bize gülistanolmada
Zerreler kalkar - dirilir, cân-fersâsaf tutar
Cân-efşân olanlar, şimdi Sultân olmada
Kendi gassalin olanlar, tekbîr alırel bağlar
Ol İmâm'a kîm, ezel! Kitâb'a Ümmolmada
/m
Ol Zât ki Hak-Cemâl, Bey t'den nûr'-un fâş eder
Çan'dan eser kalmayıp, şimdi Câ-nân olrnada
Kerem-i Şîr-i Yezdân, bize nüma-yân gelir
Çün Kemâli cümle vâr'dan, bugünüryân' olmada
' t
BÖylece helak olduğun mertebedeki tecelli-yi İlâhî senin cânân'- m olarak cân evinde behrdh^âten. İnsan olarak senin üzerinden bir zaman geçmedi mi ki sen, o zamanda anılan şey değildin. Geçti zannettiğin zaman mevhumu silindi, an-ı vâhid de « Kün» \ emriyle ilm-i İlâhide sâbit olan hakikatinle beka buldun ve gördün ki, aslında tek ve eşsiz olan âlemlerin Rabbi'nin, muhtelif helâk mertebelerinde ayrı ayrı cânârilık etmesinden doğan
İlâhî sır basamaklarından birinde zuhûr eden tecelli-yi İlâhı olan birnûrsuniAllah'ın
emânıiı ve arzın nûru olan
ğilsin. Fakat ne sen O'sun, ne de O sana duhûl etti. Deryâ-yı Vahdet -̂ den su buharı olarak: ayrılmıştın,yagmUr oldun çiseledin, kar oldun tipiledin, arz’a düştün. Şekilden şe- kıTe girdin, gâh dere oldun akdın. gâh nehir oldun çağladın. Sonunda tekrar o deryâya ulaştın. Sen deryâ dlmadln,^3eryâ da sen olmadı. Xâ~ten jpzde ayrılık^ yoktu ki, gayrdık olsun.
R U H ■■■:■
Eb-ül Ervah dan derece d erece“T „ , J | | m , | | | . | —
tecellî ettirilen ve nûr olan şuâı hissedilmeyecek sâfiyette huzmeler
hâlinde yine d erecevderece aşağı mertebelere indirilip belirli mahal- Terde' âyân-ı sâbitelerindeki imkânları nisbetlnde toplanarak zuhûra 'gelen İrtıîıîarm, ki zâlıir olan şekil- ImTIle adlandırılırlar, nisbet ve kıyâsını kendi bilgine göre yapmakta olduğundan, dirilerin ve ölülerin vâr olduklarını zannederdinj Hâlbuki gördün ki âlemde hiçbir m ah âl yoktur ki, Eb-ül Ervahln nur olan şliâatmdan beri kalmış olsun. Kendi Hakikatine hângl^vecEhden ba- Fârsâh b^k7^ster~mlî‘ de7™Wterseh cali""Üe~̂ nu riîih gayrı yoF 'kldseyrey- leyesin, O'ndan gayri yok ki ayrey- leyesim - ”_r~
Mâdemki âlemde ten gözünle müşâhede ettiğin ve mevcût olduk-
1 — -T I I ' I I ' | IIIII - -
larını zannettiğin her suret Eb-ül "Ervah, yâni Rûh-ül A'zam'dan baş- ka birşey değil, sende âlem İle mu-
amelende, fütûhat sâhibi ârifler gibi hareket et. Bütün muamelelerini, ten gözünle gördüğün suretlele yaparcasına değil, kalb gözünle göremediğin E b - ü 1 E r v~a~E ile yap ı y o r u m ^ î ş t e ~ sa- lat-î^âlm lin budur/ Buhu hâPedi- nebilirsen salat-ı dâimûn üzre olursun, yâni daimî yönelmiş olursun.
. ' 13
senint#*""mî yönelmiş olman, Rûh-ül Azam dahi Hak'dan Hak'ka yönelmiş ol-
O'na racı olur.
N E F SÂlemde gördüğün, ve görmedi
ğin herşey nefis sâhiFidir ve bu~ne- fîsler bir kül bliTfaE"lQlairm~ dır."” Öyleyse şimdi B iTdm'^kriıefîs, kül olan Allah'ın nefsinden zâhir olan şeylerin ayü'ı ve kendinden
zâhir olan şeylerin üzerinde hâkim olan kuvvedir.)
Mutasavvir olan Allah, daha- mütekâmil tasvirlere yöneltince, beden, ahd-i İlâhî gereği ahsen-i takvim üzre aym kalsa da nefis, tekâmül ederek âlemde var olan bütün mevcûdâtm ayni olmaya istidat kazanmaya başlar. Bu hâl giderek ayrıların avnh olan ilk tecelliye kadar ilerler. İşte izzet-L nefs budur. TzzetTmefs sâhibi olan «H û» dur, yâni O'nun kendinden kendine te- celli buyurup, kendini zuhur âle- mmde zahir ettiği ilk tecellisine ait KüİÎÎ Nefs hâlidir.
Senin, kendine ait sandığımjve kendi zannmca çeşitli perdeler ar- Kaşında. görmen dolayışıyİe>. Eer perdesine ayrı bir isim verdıSh ne- Bs,birkülolar&k,AIkh^
^Nefsin kime ait olduğunu bil
14
- 15dikten sonra, gel şimdi nefsini terbiye etmek yerine zanlardan kurtulmaya bak ki salât edesin, yâni İRak'ka yönelebilesin. Böylece nûr olan aslına rücû eder, nûr olursun, aksî'FâTdemevEumoîân ^mclâr kalırsan, - asim " olani ' ızzS-i ı^fsine^zulm^etmiş olursun, çünkü Izzet-i nef s mevhum şey kabûl etmez1.?- ' V
V U C U D
Şunu iyi bil ki, en büyük küfr jşenin kendine ait zannettiğin vücûd u n d u ^'yuF~perde bu vücûdundur ki, vü- cûdunun küfr olması, semn onu var sanmandan dolayıdır. Hakikatte, Hak'kın karşısında ne olabilir ki, onun Hak'kı örtmeye kudret ve kuvveti olabile.
ç Senin indinde halk zahirdir, histe ve şuhûddadır. Hak ile aklî bir kavramdır veya nasıl zannedersen öyledir: Sen varlık âlemindeeş- yadaıı g a y r id ir sev göremiyorsun. Hakikatte ise Hak: .zâhir, faiste ve şuEüddadır, aklî bir kavran^ plan "KâTkdirVÇünkü, «Kün» emri ile ilm-i İlâhî'de sâbit olan mükevvenât m, âyân-ı sâbitelerinin hakikatlerine bürünen Hakkın vücûdundan başka vücûtları yoktuyf Öyle ise senin vücûdun muhâldir. Varlığın İse, ancak âvân-ı sâbitedeki hakikatindir ki,- onun suretine bürünen de Hak'-■.cçşrr................... " r - “ T
Mürşîd-i hakikimiz ve özümüzün nûru olan Efendimiz Osmân Kemâli Hazretleri'nin buyurdukla-
, rı;gibi,
.,,16
I
17
H ^ k ı zâMr, Hakto bâtm; Hak’kıkaim görmeyen
ö l ne bilsin âdemin Hak, Hak’kınâdem olduğun
ı Mürşid-i hakîkimiz Efendimizı in bu gazelini tahmis ederek, haki-
kate nazmen yaklaşmış olalım,
Arif kişinin gör, bizâtillâh kaim ol-' duğun
Kendözünden gayriye hernevar, sâ-im olduğun
Bilesin kim, Deryâ-yı Vahdet’de dâim olduğun
Âkil olmaz bilmeyen Âdemliğindem olduğun
'"'Zât-ı Hak’kı her nefes sırrındahemdem olduğun
Kendözüne nazar et gör, şûle-yi aşkolduğun
Mâşuk’un Cemâline, sırrın içre aynolduğu
Geç İUâ'yay âlem-i lâ’nın sormadann’olduğun
Âkil olmaz bahr i lâ’da- etme- • ; : . yen mahv-i vücûd
Arif olmaz bilmeyen İllâ’ya mahrem olduğun
Seyreyle her cihetten zâhir, Vech-iHak olduğun
Cemâî-i Âdem’den garaz, Cemâl-iHak olduğun
Arifsen idrâk eyle bî-şekk, Âdem’in«olduğun
Hak'kı zâhir, Hak'kı bâtın, Hak'kıkaini görmeyen
Ol ne bilsin Âdem’in Hak, Hak’- km Âdem olduğun
Görmez misin her ne vâr, ııefes-iRahman olduğun
Bilmez misin gönlünün, mahzen-iSühhân olduğun
Bu sırra ermeyenin dü âlemde rüs-vâ olduğun
18
19«Men âref» sırrın duyan kâim
«binefsillâh» dır Nefsini fehmeylemeyen bilmez
bam ıı kem olduğun
Kemâl bilir Kemâli, aşkına hemdemolduğun
Cân-i teslim etmenin, sırrına tek yololduğun
Hâk-i pâyinde kurulu, bazâr-ı cânolduğun
Vâriyetten geçmeden varlıktabir vâr olmadan
Anlamaz sırrın Kemâli, sırrı mübhem olduğun
^ t i ■ .
pAZRET-İ ■ İNSÂM-I "KÂMİL'
Masdar-ı mevcûdât olan ve ö lmekte değil dilimizin, özümüzün dahi âciz kaldığı Falır-i Kâinat (S. A.V.l Efendimiz, bir hadîs-i şeriflerinde buyurmaktadırlar ki; « Allahü Teâlâ’mn onsekiz bin âlemi vardır, sizin şu dünyanız, o âlemlerden ancak biri sayılır.»
Zâtı'nm ifnâ edici nurundan, güneşi beyaz bir bulutla koruyan Efendimizin (1) hakikatiyle hakî- 1
(1) Asr-ı saâdetde, Falır-i Âlem Efen- dimiz’in ühzrind'e’ Yemâda dola§an bulut,ISTenSİmî^î.'gWne§ih hararetinden değil, gü-
edici"'nûrundan Tcoru- mâMa idi.* ’îdrâh'bu bulut aradan çelcile idi,
'"M'eftdimizHn...nûru—.kar$tsm#a— yöTîBŞ— ffhâoliir&u; .............. ■;
21katlenerek, bizlere kadar şerefli haberlerini ileten Efendilerimizin bildirdiklerine göre, onsekiz âlem esastır. Bunlar: Küllî™^kıL Külli Ivlefs, Arş, Kürs, yedi kat Sema, dört Unsur ve üç Mevâlid'dir. Herbir âlemin de biner tafsilâtı bulunması döTayısıyle, a cim^an onsekiz^iûrh âlem mevcuttun
Kendi zâtı, câmi-üİ esmâ olan' . -- ------------- T m _ ' ’
insan, âlemin sırrıdır, sırrına yol Bulan insan dseL. ̂ ^ i_ ^ « ı^ z â t ın - ' ' dâ"'niuşâhede eder. ' Alemin varlığı. luîFolarak Allâfc'ınıgay»-^olmadığn na göre, bu makamda şâhid ve meş-
;bıııja^^ , kı ^bu, ■«Şehidâîlahu ennehû lâ ilahe1 illâ Eü>> âyetinin insanda tecellîsidir, Demek ki âlem-i sagîr denilen im
.. ........................................................................................................................................................................................................................................................................ m
sanlar âlem-i ekber birbirlerine ayn-dırlar. İki varlığın birbirine ayn olması hâlinde ise, o iki şey'in biri,
diğerinin aynısı olması gerekir: -î®1 M ide bildik ve îmân ettik ki âlem-i ekber, Hazret-ı İnsan suretındedir.^ Hüccet istersen Hazret-i Kur'an sana yeter, çünkü Allah seni kendi sureti üzre yarattı. Hakîkatde ise. se- nin kendine atfettiğin vücûdun.âyân-ı sâbitedeki hakikatine bürü- "nen Hakkın vücûdundaiL_gayo^daj-- madığma göre, âlem-i ekber. Hak kui^tiejizire. zahir oldu. Yâni Allaha kendini kendi sureti üzre zâhîr~etti.
Burada aklına şu soru gelebilir: Zamandan, mekândan ve suretten münezzeh olan Allah, nasıl b ir sûret kabul edip zâhir olabilir? Biz deriz ki: Sûret, cisim, isim ve âkla gelen ve gelemeyen her şeyden münezzeh olan, Makam-ı Zât'mda her şeyin muzmahil ve müstehlek olduğu Zât-ı Mutlak, ki arif an bu makama bir isim veremedikler inden,
22
hiçbir şey-e teallûk etmeyen Kenz-i Mahfî, Gayb-ül Guyûb, Lâ Taayyün, tİmm-ül Kitab, Gayb-ı Mutlak, Aha- diyyet gibi adlarla adlandırmışlardır, bilinmekliği için kendinden kendine tecelli buyurup Allah adıyla zahir oldu. Âlem ve bilinen bilinmeyen bütün esma bu ilk tecelli niakaımnda zuhûra geldi}^ ij Dikkat et, Zâtı ile zâhir olmadı, tecellisi ile zuhûra geldi, Makam-ı Ahadiyyet'- de ne esmâ, ne sıfat, ne eşya ve ne de hilkat yoktür. Zuhûra, sadece O'nun ilk tecelli makamıdır. İster akl-ı meaş sahibi ol, ister âkl-ı me- âd, gördüğün ve bildiğin veya zannettiğin âlem-i zu h û u ^ ^ vâ ^ ı Vah öeû değil, o Deryâ nm dalgalarının köpükleridir^
Burada hakikati, yine Özümüzün nûru olan Efendimiz Osman Kemâli Hazretlerinden dinleyelim:
}
Temevvüc eylemiş ; Deryâ-yı Vahdet Çoğalmış dalgalar her yâne düşmüş Köpürmüş kaynamış o Bahr-i Kud-
V,.' ̂ --retAıım ’ bir katresi imkâne:' düşmüş,
O büyük Beryâ’dan bir Gölıer çık-■ : mış
'Ne cihete ne zaman, ne mekân yokmuş
GÖİıeri bilen yok yalmız Hakk’mış Ânın tam sûreti İnsine düşmüş
(Ve şimdi bildik ki, âlem-i mevcudat, bilinen bilinmeyen ne varsa ÎDeryâ-yı Vahdetin sadece bir katresi. Aklımıza, fikrimize hattâ veh-
tm***'’"** ■
inimize bile sığdıramadığımız bu mukevvenât, o Deryâ'dan yalnızca •bmyHaSâv Bu... azamet • karşısında iîıaîıy-ı vücûd etmek dahî, acz hâlinden öte birşey değil.J
24
•Mem-r.-ekber olan Hazret-i İn- satiri Kâmirin zâhiri mûHâÇ tfnun Zat ı da alemi muhittir, yanı yine kendi zâhirini muhit. Onsekiz bin
25
âlemin terkibi, Hazret-i Insân-ı Kâ- iiiirHir. Kül Ö’dur. fsm-i A'zam O'-dur. Onsekiz bin âlemi, hepsi bir arada Hazret-i însân-ı KârniFin gön- luniTkoysamz, varlığını bile hissetmez. r Çünkü Q nuıı zâhiri, Zâtüna kıyasla deryâdan bir katredir.
^ Hazret-i însân-ı Kâmil, âlem-i ekber ve Hazret-i Kur'an birbirlerine ayndırlar. Asıl olan Hazret-i însân-ı Kâm ildir, ^unküT^aBhvTJ'- nürT^aFsIîatî7Ku ÖTmmTtef -
(Hazret-i însân-ı Kâmil, Zâtı'yla ve zâhiriyle, Hazret-i Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizden başkası değildir. Onsekiz biz âlemin Efendisi O dur^iOnsekiz bin âlemin zuhuru,
Efendimizin Vücûd-u Mübârekele- ridir. Kendi Zâti ile kendi Mhiririe MkmedeiîTvie^TOendisi olan yine 0% ctur.^ .■■■■■■ - ■ ■
Bu hakikati nazmen, Mürşidi hakikîmiz Hazret-i Osman Kemâli Efendimiz'deh dinleyelim :
Kendi hüsnün seyr kılmak istedisultân-* aşk
Eyledi keşf-i cemâl ya’ni açıldıkân-ı aşk
Çıkdı bîr gevher o kândan bî mî-1sâl ü bî kıyâs
Zerre-i ııûrunda kılmış bin güneşpünhari aşk
Gevheri .nûr-i Muhammed, mâye-i - , , tohmi yücûdt
Kini anmîa aşikâr oldu bilindi fân *
Aşk edip andan zuhûr, ol aşkın oldu mazhan
Eyledi ta'zim ü tekfîm, nice bin yılanı aşk
Öyle, bir gevher ki, mâkân mâye-kûn’un kânesi
Öyle bir gevher ki olmuş vasfınınhayranı aşk
Akî-ı kül etdi zuhûr hem şûle-i nûroldu ruh
Neşr-l câm-ı feyz i akdesle kılupdevrân aşk
.Nûr içinden bir kalem çıkdı cihanbir noktası
JLevh olup cümle yazıldı 7, serbeserfermân-ı aşk
Sabit oldu suhf-ı âlem kıldı aşk sır-,■ Tin ayan
Ahmed-i Muhtârı mahbûb eylediilân ask
27
Oldu ■ bir derya Mıuhammedle .me-habbet pür hikem
ICaynâyıp âlemleri oldu muhit um-mân-ı aşk
Ol eemâl-i hüsne karşı neş'esinden■. aşk-ı pâk
Hâk-i pâye nezr kıldı âlem-i imkânıaşk
. Ziyr-i pâyine ■ döşendi mıh M ekarz u semâ
Eyledi zahir sirât u mahşer ü mıy-zân-ı aşk
Haymegâh-ı arş ölup kürsî aıia birtâht-gâh
Nûr içinde kendi kendin eyledi seyrân aşk
Çok sıfatı verdi ana çok isim ile kıldı nidâ
Metn-i hüsnünde kırâat eylediKur*- . ■ ân ı̂ aşk.
"'28.\
^îşkçhn geldi zuhûra âb u âteş, hâkü ,bâd
Âçdı esrar-ı vilâdı rahmet-i bârân-ıaşk
Oldu ol nûrun şuââtı melâik bî hi-sâb
Oldular fermanber-i tesbiyh u med-hihân-ı ask9
Doğdu ol nurdan nice eflâk ü eşbahu nücum
Eyledi pür zevk u pür şevk âlem-iekvân-ı aşk
Cem olup rûh u melâik kıldılar aşka sücûd
Tard ediip ol aşkdan vehmeyleyenşeytânı aşk
Kendi kendine hicab olunca gördü' nüru. nâr’
Ol sebepten kddı zâbir cennet üniyrânı aşk
29
t3(T . .' i
Nûrdan ¥ehmeyleyen nâra düşüpçekdi azâb
J^ûrunufehmeyleyenler; oldular- câ-;nân-ı aşk
Sûret-i ziybâsını izhâr için aşk âle-me
İntihâb etdi Cenâb-ı ekmel-ül inşamı* aşk
döndürür dâim Muîd ismi Muham-med aynını
Perde-i aşkı açanlar oldular kur-'. bân-ı aşk
.Jtşıkyu ma'şuk u mahbub u Jhabibbir nûr iken
Kesret-i esma sıfatda kaldılar nâ-dân-ı aşk
; .1£enz-i ./aşkın ■ ma-sdan Âhmed ,■ Mü-hammed Mustafa
■'Cem^ü^^alsîlindeij^ânınnezzelelfür-■ kan-ı aşk-
Aşkiie olsun salât ile selâm ol nû-■’ ra kim:
Nûr-i vechini görenler oldular sû*zân-ı aşk
Hem Raûf u kem Rahim ü sâhib-üllıulk-ıazîm
Şems-i hüsnünde ayândır hüsn-i bîpâyânı aşk
Hâk-i pâyinde Kemâli can verenâşıkların
Hâk-i pâyinde kurulmuş çeşme*!hayvan-ı aşk
Yâ Rabb-el Âlemin, bizleri Haz- ret-i Fahr-i Âlem (S.A.¥.) Efendimiz ın hakikatiyle hakikatleridir. Şâh-ı Velâyet ,(K.V.) Efendimiz'in himmet kapısını bizlere aç da, bu kapıdan o hakîkatev erişebilelim.
Vücut vehmini bizlerden kaldır ki, hakikati, yarım avuç toprak olan ten gözümüzle değil, gönlümüz gözü ile müşâhede edelim.
Ne çâre ki, gönül gözü dahî nûı* deryâsı karşısında erimeye mahkûm. Erisek de, hiç olmazsa Efendim izin bastığı toprağın tozu oluruz da, bu şerefle bile nâmımız, yed i kat semâyı aşar.
Elhamdülillâhi Rabb-il Âlemin.