Upload
nurunyolcusu
View
3.376
Download
15
Embed Size (px)
Citation preview
1
2
TÜM YÖNLERĠYLE
YASSIHÜYÜK
BEKĠR CANER
DENĠZLĠ
2010
3
Tüm Yönleriyle Yassıhüyük Yazar : Bekir CANER
Yücel Sit. 545 Sok.A1 blok No: 14 Cumh. Mah.
Üçler/Denizli 0 258 361 11 74 [email protected]
Tashih ve düzenleme:
Ali GÜNER (Eğitimci-Hukukçu)
Osman GÜDÜCÜ (Ġlköğretim MüfettiĢi)
Kapak:
ĠSBN: 978-605-60872-0-2
Birinci baskı 300
Nisan 2010 (Bu kitabın her türlü yayın hakkı Bekir CANER‟e aittir. Fikir ve
Sanat Eserleri hakkındaki mevzuatın izin verdiği usul ve esaslar
çerçevesinde kaynak gösterilerek alıntılar yapılabilir.)
4
ÖN SÖZ
Ġnsanlar yaĢadıkları yerleri her yönüyle tanımak
zorundadırlar. Bu zorunluluk bugünkü ve gelecekteki
nesillerin, geçmiĢle bağını güçlendirecek; onların tarihini,
kökünü, kökenini ve kültürünü tanıyarak kendilerini daha
güçlü hissetmelerini sağlayacaktır.
Yöremiz, köyümüz, kasabamız binlerce yıldan
beri insanların yurt kurduğu, ev yaptığı ve yaĢadığı bir
yerdir. Özellikle Ģu anda kasabanın sırtını dayadığı koca
höyük bir tarih hazinesi ve anıtıdır. Bu anıt binlerce yıl-
dan beri orada durmaktadır. Üzerinden de binlerce nesil
gelip geçmiĢtir. Her nesil kendinden bir izi bu topraklara
bırakmıĢtır. Bu iz zaman içinde mühür olup bu topraklara
vurulmuĢtur.
Yüzlerce yıl önce bu topraklara gelen atalarımız
bu coğrafyayı vatan yapmıĢlardır. Vatan kandır, emektir,
alın teridir, göz yaĢıdır. Vatan geçmiĢten geleceğe kutsal
bir mirastır.
Dünden bugüne, bugünden yarına uzun ince bir
yolda giderken kültürümüzü oluĢturan bir takım temel
taĢlarımız yitip gitmektedir. Bu kitap, insanımızın oluĢ-
turduğu temel taĢlarını unutturmamak için kaleme alın-
mıĢtır. Eğrisiyle doğrusuyla insanımıza küçük bir katkıda
bulunmak istemektedir. Aranırsa bu kitabın eksiklikleri,
yanlıĢları veya fazlalılıkları bulunur. Umarım ileride
kasabamızın değerli çocukları daha iyisini, daha güzelini
ortaya çıkaracaklar; bu kitabın eksiklerini tamamlayacak-
lardır. Saygılarımla.
Bekir CANER
5
COĞRAFĠ DURUMU
Yassıhüyük kasabasının coğrafi durumu ile buna
bağlı diğer bilgileri incelemeden önce bağlı olduğu coğ-
rafyanın incelenmesi gerekmektedir. Kasabanın bağlı
olduğu coğrafya Acıpayam ilçesinin coğrafyasıdır.
Anadolu yarımadasının güneybatısında, Ege böl-
gesinin güneydoğusunda yer alan Acıpayam ilçesi, De-
nizli iline bağlı olup ilin güneydoğusunda yer almaktadır.
6
Yüz ölçümü 1925 km2 olan Acıpayam, gerek yüz
ölçümü yönünden gerekse nüfus yönünden Denizli‟nin
en büyük ilçesidir. Acıpayam, Ege bölgesi ile Akdeniz
bölgesi arasındaki geçiĢ noktasında bulunmaktadır. Ġlçe-
nin doğusunda Burdur ilinin YeĢilova, Tefenni, Gölhisar,
Çavdır ilçeleri; batısında ilimizin Tavas ve Beyağaç ilçe-
leri; kuzeyinde Serinhisar ve Çardak ilçeleri; güneyinde
Çameli ilçesi ile Muğla‟nın Köyceğiz ilçesi yer almakta-
dır.
Acıpayam Ovası‟nın etrafı, yüksekliği 500–2500
metre arasında değiĢen dağlarla çevrilmiĢtir. Ovanın
yaklaĢık uzunluğu 42 km, eni ise 18 km olup yüz ölçü-
mü 725 km2 kadardır.
Ova, kuzeyden 2.500 m. yüksekliğindeki Honaz
Dağı, doğusundan da yüksekliği 2.200 metreyi bulan
EĢeler Dağı ile çevrilidir. Acıpayam Ovası‟nın güney ve
güneydoğusundaki dağların yükseklikleri biraz düĢerken,
batısındaki dağların yükseklikleri 2.000 metrenin üzerine
çıkmaktadır. Ova, güneyde Gireniz Vadisi ile birleĢmek-
tedir.
Acıpayam Ovası, jeolojik oluĢum yönünden genç
bir çöküntü havzasıdır. Bu havza sonradan alüvyonlarla
dolmuĢtur. Toprakları kırmızımsı kireçli olup yer altına
doğru oldukça derin ve verimlidir.
Acıpayam Ovası, Denizli ilinin ve Ege bölgesinin
önemli ovalarındandır. 413.260 dekar tarım arazisi olup
hâlen bu arazinin 150.000 dekarında sulu tarım yapıl-
maktadır.
Tarımsal ürün olarak; tahıl baĢta gelmektedir. Ta-
hılı sırasıyla tütün, anason izler. Sulama yapılan alanlarda
baĢta kavun, karpuz olmak üzere fasulye, domates, Ģeker
pancarı yetiĢtirilir. Ovanın kenarlarına doğru meyve
7
ağaçları görülmeye baĢlar. Buralarda meyvecilik de ya-
pılmaktadır.
Yassıhüyük kasabası, Denizli ilinin Acıpayam il-
çesine bağlı olup yüz ölçümü 492.640 dekardır. Denizden
yüksekliği 950 m. civarındadır.
Kasabanın kuzeyinde, Serinhisar ilçe merkezi,
Yatağan kasabası, Ayaz ve Yüreğil köyleri; doğusunda
Ovayurt ve Apa köyleri; güneyinde Kırca köyü ile
Alaaddin kasabası; batısında da Ballık Dağı bulunmakta-
dır. KomĢu köy ve kasabalarla belirgin ve doğal sınırları
bulunmamaktadır.
Yeryüzündeki konumu matematiksel olarak 37°
30‟ 50 N ve 29° 19‟ 29 E„dir.
Kasaba, Acıpayam Ovası‟nın kuzey batısında düz
bir alanda kurulmuĢtur. Sınırları içinde Ballık Dağı ve
bu dağa bağlı bazı yükseltiler yer almaktadır. Bu yüksel-
tilerin dıĢındaki en önemli yükseltisi höyüktür. Höyük,
Kasabanın kuzeyinde ve 200 m kadar uzağındadır. Hö-
yüğün yüksekliği yer yer 4 metre ile 10 metre arasında
değiĢmektedir.
Kasabanın güneyinde; 330 nolu devlet kara yolu-
nun sağında ve solunda köyün hayvanlarının otladığı,
yaz aylarında da harmanların dövüldüğü meralar bulun-
maktadır. Bu meralara çevrede “çayır” denmektedir. Bu
meralar son yıllarda çeĢitli nedenlerle gittikçe küçülmüĢ-
tür. Meranın, devlet karayolunun güneyinde kalan kısmı-
na “koru” denir. Bu mera 1960‟lı yıllarda devlet tarafın-
dan ıslah edilmeye çalıĢılmıĢ ve etrafı dikenli tellerle
çevrilmiĢtir. Eskiden buraya, otların büyümeye baĢladığı
Ģubat ayından itibaren -otlatmak amacıyla- hayvan so-
kulmazdı. Otlar büyüyüp tohumlarını döktükten sonra,
yani harman zamanı geldiğinde köy sığırlarına açılırdı.
8
Koruya, belirlenen zamanların dıĢında hayvan sokanlara
para cezası verilirdi. Köy bekçisi aynı zamanda korunun
da bekçiliğini yapardı.
Kara yolunun kuzeyinde kalan mera ise uzun yıl-
lar harman yeri olarak kullanılmıĢtır. Ayrıca burası yaz
kıĢ köyün sığırlarının otlağıydı. Son yıllarda belediyenin
burayı parsellemesiyle mera konut alanı haline getiril-
miĢtir.
Bir de “Bünlek” ile “Çayırbağları” arasında kalan
küçük Çayırbağları merası bulunmaktadır. Harman yeri
adı da verilen bu mera kasabanın batısında kalır. Eskiden
harman yeri olarak da kullanılırdı.
“Cumayanı” kasabanın doğusundaki diğer bir me-
radır. Burası çocukların ve gençlerin yaz kıĢ oyun oyna-
dıkları veya gezintiye çıktıkları yerdir. Burada kıĢ ayla-
rında çelik ve çomak oynanırdı. Meranın doğu kısmına
spor sahası yapılarak etrafı dikenli telle çevrilmiĢtir. Ġl-
köğretim okulu da bu meranın güney kıyısındadır. Mera-
nın bir ucunda Ģu anda kurumuĢ olan “Cumayanı Gölü”
bulunurdu.
Meralar (çayırlar) düz ve taban suyu yüksek olan
taban arazilerden oluĢmuĢtur. Toprak, haziran ayının so-
nuna kadar nemli olduğundan bitki örtüsü sık ve yüksek
boyludur. Ancak kasabanın baĢka otlağı bulunmadığın-
dan sürekli otlatma sonucu bitkiler boy atamadan hay-
vanlar tarafından tüketilmekte ve cılız kalmaktadırlar.
Meralardaki bitki örtüsü mezofitlerden (suyu se-
ven bitkiler) oluĢmaktadır. Sık ve yüksek boylu olan bit-
kiler toprağın üzerinde sıkı bir çim kapağı meydana ge-
tirmiĢlerdir. Çayırların hakim bitkisi ayrık ve yabani
yoncadır. Bunların yanı sıra yabani arpalar, dikenler,
döngeller ve bataklık kamıĢları da boy göstermektedir.
9
Mera bitkilerinin boy atmaya toprağın da ısınma-
ya baĢladığı mart ayının sonuna doğru mantarlar da çık-
maya baĢlar. Kasabalının çok sevdiği bu mantarların boy-
ları küçük olup renkleri koyu kahverengiden siyaha doğ-
ru değiĢmektedir. Zehirsiz ve son derece lezzetli olan bu
minik mantarları ova köylülerinin hepsi çok sevmektedir.
Meraların çevresinden drenaj kanalı geçmektedir.
Meralar aĢırı ve düzensiz otlatma sonucunda, kali-
tesini ve vasfını yitirmiĢtir.
Acıpayam-Denizli kara yolunun hemen batısında,
ovanın bittiği yerden itibaren dağlık alan baĢlamaktadır.
Ballık Dağı, kasaba sınırları içindeki tek dağdır. Bu dağ,
arkasındaki Gölgeli Dağların bir eklentisidir. Ballık Da-
ğı‟nın güneyinde “Kocadere” ve “Bokluca Dağı” mevki-
leri bulunmaktadır. Kasabanın sınırları içinde kalan tepe-
lerde orman yoktur. Tepelerin ovaya doğru tatlı bir me-
yille inen yamaçlarının bir kısmı tarla olarak kullanıl-
maktadır.
Kasaba sınırları içinde dere, çay gibi doğal akarsu
bulunmamaktadır. Ballık Dağı‟ndan ovaya doğru yağ-
murlu zamanlarda akan kuru dereler vardır.
Kasabada akarsu bulunmadığından yüzyıllardır
kuru tarım yapılmıĢtır. 1970‟li yıllardan sonra özel Ģahıs-
larca kendi evlerinin bahçelerine, sokak aralarına artez-
yen kuyuları açılmaya baĢlanmıĢtır. Bu artezyen kuyula-
rının suyu kendiliğinden akmaktaydı. Zamanla sularının
bilinçsizce kullanılması veya baĢka nedenlerle yer altı
suları daha derinlere çekilmiĢ ve artezyenlerin kendili-
ğinden akması sona ermiĢtir. Bugün artezyenlerden su,
motorlu pompalarla çekilmektedir. Ovanın bazı kesimle-
rinde Devlet Su ĠĢlerince sondaj kuyuları açılması, sula-
ma kanalları yapılması sonucu sulu tarıma geçilmiĢtir.
10
Evlerin önlerindeki bahçelerin sulanmasında, yıl-
larca 2 veya 3 metrelik kuyular kullanılırdı. 1950‟li yıl-
lardan sonra kol gücüyle çalıĢan tulumbalar görülmeye
baĢlanmıĢtır. Zaman içinde kuyular kapatılmıĢ, tulumba-
lar yaygınlaĢmıĢtır. Kasabanın kurulduğu alanın taban
suyunun yüzeye yakın olması nedeniyle 2 ile 4 metre
derinlikten su çıkmaktadır. Ancak bu su, acımsı ve sert
olduğundan içme amaçlı kullanılamamıĢtır. Ancak gün-
lük çamaĢır, bulaĢık, temizlik gereksiniminde hayvanla-
rın ve bitkilerin su ihtiyaçlarında kullanılmıĢtır.
Kasabanın ekilebilir toprakları asırlardır miras yo-
luyla parçalanarak küçülmüĢ, üzerinde ciddi anlamda
tarım yapılamaz hale gelmiĢtir. Tarım ve Köy ĠĢleri Ba-
kanlığının 14/2/2007 tarihli ve 78 sayılı yazısı üzerine,
3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Kanunun 17. maddesine
göre, Bakanlar Kurulunca 19/2/2007 tarihinde arazi top-
lulaĢtırması kararı alınmıĢtır. Karara göre arazi toplulaĢ-
tırması yapılacak yerlerin sınırları aĢağıda belirtilmiĢtir.
Denizli Ġli, Acı-
payam Ġlçesi,
Yassıhöyük
Köyü Arazileri
Doğusu : Ovayurt köyü, Yatağan belde
sınırları
Batısı : Ardıçlı yol Tura yeri, Denizli
Antalya karayolu
Kuzeyi : Serinhisar ilçe sınırı ve Yüreğil
köyü sınırları
Güneyi : Denizli- Burdur kara yolu
Anadolu MeĢesi: Kasabanın hemen arkasındaki
MeĢenin yanı mevkiinde yaĢayan dev bir ağaç vardı. Bu
ağaç Anadolu meĢelerinin yöredeki tek temsilcilerinden
birisiydi.YaĢını kimse bilmiyordu. BeĢ altı metre boyun-
da, yine beĢ altı metreye yakın gövde çapı olan devasa
11
bir ağaçtı. Yüzyıllardır tarihe tanıklık etmiĢti. Maalesef
Ģu anda odun olmuĢ durumdadır. Anadolu meĢelerinin
son temsilcilerinden birkaçı köyün arkasında, höyüğün
karĢısındaki evlerin hemen bitiminde yaĢarlardı. ġimdi
(2009 Temmuz ayı) bir tanesi hâlâ yıllara meydan oku-
maktadır. Bazı dalları kurumuĢ, yaĢlanmıĢ ve çaresiz bir
Ģekilde ayakta durmaya çalıĢmaktadır. Acilen korumaya
alınmazsa korkarım ki o da yakın bir gelecekte yok ola-
cak ve son Anadolu meĢesi bu topraklarda tarihe karıĢa-
caktır. Bu meĢenin palamutları 3 cm kadar uzunlukta,
silindir Ģeklinde açık kahverenkli ve buruk lezzetlidir.
Eskiden sonbaharda toplanıp toprağa gömülür kıĢın kes-
tane Ģeklinde ateĢte piĢirilerek yenirdi. Meyvesi ishal
durdurucu ilaç olarak kullanıldığı gibi meyvenin kabuk-
larından da yeĢil renk veren yün boyası elde edilirdi.
ĠKLĠM Kasaba, coğrafi yönden Ege bölgesi ile Akdeniz
bölgesi arasındaki geçiĢ noktasında yer aldığı için daha
çok Göller bölgesinin iklim özelliklerini taĢır. Yazları
sıcak ve kurak, kıĢları soğuk ve yağıĢlıdır. Son yıllarda
kıĢlar ılıman geçmeye baĢlamıĢtır. YağıĢlar daha çok kıĢ
ve ilkbahar aylarında görülmektedir. Kar genellikle kıĢ
ayalarında yağmaktadır
Yıllık yağıĢ ortalaması 54,78 mm, nispi nem orta-
laması 57,32 ve ortalama sıcaklığı 14,33° 'dir.
KASABANIN YOLLARI
Kasabanın sınırları içinde bağ, bahçe ve tarlalara
veya komĢu köylere giden çoğunlukla toprak olan yollar
son yıllarda belediyece geniĢletilerek kumlanmıĢ ve yaz
12
kıĢ kullanılabilir hale getirilmiĢtir. Daha önceki yıllarda
bu yollardan kıĢın geçilmezdi
Bu yolların adları Ģöyledir: Mezarlık yolu, Seke
yolu, Seke Bağları yolu, Imırdat yolu, ġeher yolu,
Kızılhisar (gızassa) yolu, Ayaz yolu, Yüreğil yolu, TaraĢ
yolu, Celledin yolu, Aladın yolu, Çam yolu, Ardıç yolu,
Armutluk yolu, Çöğür yolu, Çalı yolu, Garamat yolu,
Uzundere yolu, Çene yolu, Çayırbağları yolu, DaĢlık yo-
lu. Karaburun yolu.
KUYULAR VE ÇEġMELER
1950‟li yıllardan önce gerek insanların gerekse
hayvanların içme suyu, kuyulardan sağlanırdı. Bu kuyu-
lar amaca göre kazılırdı. Sadece sulama suyu olarak kul-
lanılacaksa en fazla üç metre kadar kazılmaları yeterli
olurdu. Taban suyunun yüzeye yakın olması kuyuların
da kazılmasını kolaylaĢtırmıĢtı. Ancak tatlı su kuyuları-
nın derinlikleri beĢ ile on metre arasında değiĢiyordu.
Kuyular kasabanın meydanlarında, evlerin avlu-
larında olduğu gibi ovanın da çeĢitli mevkilerinde bulu-
nurdu. Kuyular hayırseverler tarafından kazdırılır ve
korunurdu. Özellikle sıcak yaz aylarında suyu tatlı ve
serin olan kuyular herkes tarafından tercih edilirdi.
Her kuyunun ağzına ortası delikli ve yuvarlak
kuyu taĢı konurdu. Kuyu taĢının ağzı bir insanın sığacağı
geniĢlikteydi. Ayrıca suyun kolaylıkla çekilmesi için ku-
yu üzerine serenler yapılırdı. Seren için yaklaĢık beĢ met-
re uzunluğundaki iki direk kuyunun birkaç metre uzağı-
na dikilir, bu direklerin arasına da yine en az beĢ metrelik
bir baĢka direk yatay olarak monte edilerek basit bir kal-
dıraç oluĢturulurdu. Yatay olan direğin arka kısmına ağır-
lık asılır, ön kısmının tam ucuna da zincire bağlı kova
13
takılırdı. Bazı kuyuların zinciri olmadığı için su çekmede
urgan kullanılırdı. Kuyuların yanına hayvanların da su
içeceği yalaklar konurdu.
Kırık kuyu, en eski ve tarihi kuyulardan biriydi.
Suyu tatlıydı. Ayrıca yaz aylarında da soğuk olurdu.
Küçük kuyu, Garamat kuyusu, Çalı yolu kuyusu, Kanlı
kuyu, Ardıç yolu kuyusu, Çam yolu kuyusu, Karaburun
kuyusu suyu tatlı olan en önemli kuyulardandı.
Kasabanın içinde yapım tarihleri bilinmeyen üç
adet tarihi çeĢme vardı. Bunlar Bünlek, Kocapınar
(Gocupınar) ve Yenipınar‟dır. Bugün bu çeĢmeler kuru-
muĢtur. Sadece kalıntıları görülmektedir.
Bünlek‟in suyunun, Ballık Dağı‟ndaki bir kaynak-
tan geldiği bilinmektedir. Suyu son derece temiz ve yu-
muĢaktı. Ġçinde alabalıklar yüzerdi. Bünlek elli yıl kadar
önce kasabanın içindeydi. Gadıosmanların evinin önün-
deki bir çeĢmeden akmaktaydı. Daha sonraları bakımsız-
lık, ihmal ve vurdumduymazlık sonucu bu çeĢme yıkıl-
mıĢ, Bünlek‟in su yolunu oluĢturan kanalın üzerindeki
kapak taĢları da çocuklar tarafından söküle söküle ta Ar-
mutluk mevkiine kadar gitmiĢtir.
Gocupınar ise kaynağını Honaz Dağı‟ndan almak-
taydı. Honaz Dağı‟nın kireçsiz ve mineral yönünden zen-
gin olan suyu, toprağın birkaç metre altından ilkel künk-
lerle Cumayanı‟ndaki eski caminin önüne getirilmiĢti. Bu
çeĢme yakın zamana kadar gür bir Ģekilde akardı.
Bayram günleri, bayram namazından önce kadın-
lar kızlar bu çeĢmeden bayram suyu doldururlardı. Bu
suyun her eve bereket getireceğine inanılırdı. Bayram
günü her evde mutlaka “Gocupınar” suyu içilirdi. Kasa-
bada anlatılan rivayete göre: “Bir bayram sabahı yine
genç kızlar ve gelinler “Gocupınar”a su doldurmaya git-
14
miĢler. Bayram namazına doğru çeĢmenin yanına ak
sakallı bir ihtiyar gelmiĢ. Kadınlardan, kızlardan bir tas
su istemiĢ. Onlar da bu yaĢlıya su vermemiĢler. YaĢlı
adam ellerini havaya açarak “inĢallah susuz kalırsınız.”
diye beddua etmiĢ. Meğer bu ihtiyar Hızır imiĢ. Bu yüz-
den yakın zamana kadar kasabanın içinden tatlı su çık-
mamıĢmıĢ.
Yenipınar, kasabanın güneyinde Burdur-YeĢilova
Ģosesinin hemen kenarındaydı. Daha ziyade çayırdaki
hayvanların su içmesi için yapılmıĢtı. Bu çeĢmenin kay-
nağı da Alaaddin kasabasının üstündeki dağlardaydı.
ġimdi bu çeĢme de kurumuĢtur. Bu üç çeĢmenin ne za-
man ve kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Acıpayam-Denizli karayolundan kasaba giriĢinde
bulunan benzin istasyonunun hemen üç yüz metre kadar
uzağında “Pazar çeĢmesi” vardı, Bu çeĢme asırlık söğüt
ağaçlarının altındaydı. Bir baĢka adı da “Vali çeĢmesiydi.
Acıpayam‟a gelen devlet büyükleri bu çeĢmenin bulun-
duğu alanda karĢılanırdı. Artezyen Ģeklinde yerden çıkan
bu çeĢmenin de ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı
bilinmemektedir. ġimdi bu çeĢme de kurumuĢtur. Ayrıca
asırlık söğütler de kesilince bu alanın eski özelliği ve
güzelliği kaybolmuĢtur.
15
ULAġIM:
Yassıhüyük kasabası, Acıpayam ilçesine 12 km.
Denizli il merkezine de 38 km uzaklıkta olup 330 nolu
Devlet Karayolu‟nun üzerindedir. E 87 nolu karayolu-
nun, 330 nolu yolla kesiĢtiği kavĢaktan doğuya doğru 3
km uzaklıktadır.
Çevre il ve ilçelerden kasabaya ulaĢım yılın her
mevsiminde kolaylıkla sağlanmaktadır. Ayrıca çevre köy
ve kasabalardan da her zaman taĢıt bulunabilmektedir.
Denizli ile ulaĢım, her saat baĢında kasabanın
içinden geçen YeĢilyuva minibüsleri ile sağlanır. Ayrıca
kasabanın midibüsleri de bazı saatlerde Denizli‟ye ve
Acıpayam‟a yolcu taĢırlar. Burdur istikametine ise YeĢi-
lova otobüsleri ile gitmek mümkündür.
1896 yılında Denizli‟ye ulaĢım, ġeher yolundan
sağlanırdı. Bu yol Yüreğil köyünün üstünden Kefe Yay-
lası‟na, oradan da Honaz istikametine giderdi. Ayrıca
ulaĢım iĢlerinde kullanılan 42 beygir, 20 Katır,140 eĢek
ve 12 deve bulunmaktaymıĢ. O tarihlerde 55 kağnı ile
23 at arabasının olduğu çeĢitli kaynaklarda belirtilmek-
tedir.
Kasabanın tacirleri katırlarla, atlarla, eĢeklerle ve
at arabaları ile iklimin uygun olduğu zamanlarda Antal-
ya‟ya, Aydın‟a hatta Ġzmir‟e kadar giderek ticaret yapar-
larmıĢ.
1906 da Acıpayam‟dan Denizli‟ye Ģose yapılmaya
baĢlanmıĢ, Kasabanın Çöğür yolu mevkiine kadar yakla-
Ģık 12 km‟lik bölümü tamamlanmıĢtır. O günün koĢulla-
rında yol bitirilememiĢtir.
16
TARĠHĠMĠZ
Yassıhüyük kasabasının bulunduğu topraklarda
ilk yerleĢimin tarihi M.Ö. 2000′li yıllara kadar gittiği
kesindir. Çünkü kasabanın 200 metre kadar hemen kuze-
yindeki höyük bunun en büyük kanıtıdır. Acıpayam Ova-
sı‟ndaki köy ve kasabaların özel tarihini çıkarmak güç-
tür. Genel olarak Acıpayam tarihi bu ovadaki tüm yerle-
Ģim yerleri için de geçerlidir.
M.Ö. 1500 yıllarında, Acıpayam Ovası‟nda Hitit-
lerin hüküm sürdüğü tarihi yazılı kaynaklarda mevcuttur.
Hititlerin egemenliği yaklaĢık üç yüz yıl kadar sürmüĢ-
tür. M.Ö. 1200 yıllarında Ġyonyalılar, M.Ö. 800 yılında
ise, Lidyalılar, M.Ö. 456 yılında Persler hüküm sürmüĢ-
ler ve M.Ö. 440 yılında ise Büyük Ġskender‟in orduların-
ca, Makedonya topraklarına katılmıĢtır. Tarihin ilk çağla-
rından beri sürekli el değiĢtiren Acıpayam Ovası, M.Ö.
200 yıllarında Makedonya Ġmparatorluğu‟nun dağılma-
sından sonra bir süre Seleikosların eline geçmiĢtir. M.Ö.
133 Roma Ġmparatorluğu bu toprakların sahibi olmuĢtur.
M.S 395 yılında Roma Ġmparatorluğu‟nun parçalanma-
sından sonra, Acıpayam Ovası ve çevresi Doğu Roma
Ġmparatorluğu‟nun, daha sonra da Bizans Ġmparatorlu-
ğu‟nun egemenliği altına girmiĢ olup; 1195 den itibaren
de Türk beyliklerinin ilgi alanına girmiĢtir.
Acıpayam ve çevresinin ilk defa AfĢin Bey tara-
fından fethedildiği rivayet edilmektedir. 1095 yılından
itibaren Acıpayam Ovası sık sık el değiĢtirmiĢtir.1097
yılında Selçuklu kervanları, Ladik (Denizli)‟de soyulma-
ya baĢlanınca, Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıçarslan,
Denizli ve çevresinin fethi için Mehmet Gazi ve Server
Gazi„yi görevlendirmiĢtir. Her iki Gazi‟ye bağlı birlikler
Denizli ve yöresini ele geçirirken, Semerkandi Baba ve
17
Beyazıt Han komutasındaki bazı birlikler de Honaz
(Colossia) üzerinden Elma Dağı‟nı geçerek;
Diokayseria antik kenti (YeĢilyuva) etrafında, düĢmanla
ilk teması sağlamıĢlardır. Bu yörede yapılan Ģiddetli ça-
tıĢmalar sonucunda kent ele geçirilmiĢtir. Bu gün
YeĢilyuva kasabasında mezarları bulunan Semerkandi
Baba ve Beyazıt Han, bu çatıĢmalarda Ģehit düĢmüĢlerdir.
Yörenin Türk kuvvetlerince ele geçirilmesi sonu-
cu, Oğuz boylarından bazı gruplar da Karaağaç Ovası‟na
gelip yerleĢmeye baĢladılar. ĠĢte bu boylardan Oğuz Bey,
Oğuz köyüne, Kara AfĢar boyundan iki boy da „Karaağaç
Baba‟ öncülüğünde bir kısmı EĢeler Dağı eteğine, -
bugünkü KumafĢarı kasabasının bulunduğu yere- bir
kısmı da Elma Dağı‟nın batısına, KarahöyükafĢarı‟na
yerleĢtiler. Bu göçler Anadolu Selçuklu Devleti‟nin yıkı-
lıĢına kadar sürmüĢtür.
Bugün kasabadaki sülaleler incelendiğinde
Ortaasya‟dan veya Kafkaslardan gelip yerleĢen, Tatarlar,
Abazlar, Çerkesler, Kırgızlar, Türkmenler (Yörükler) gibi
obaların olduğu görülmektedir. Birkaç ailede Güneydoğu
Anadolu‟dan gelmiĢtir. Ayrıca Bizanslılardan kalan yerli
aileler ile romanlar zaman içinde gelenlerle kaynaĢmıĢ-
lardır.Yöreye gelip yerleĢen Türkler Oğuzların Kınık
boyundandır.
Anadolu Beylikleri döneminde Acıpayam ve yö-
resi, Hamitoğulları Beyliği‟ne bağlanmıĢtır. Acıpayam
Ovası bu dönemde “Hamit Ovası” olarak biliniyordu ve
bu isimle anılıyordu. Hamitoğulları döneminde yörede
yeni köyler kuruldu. Halk tarım ve ticaretle uğraĢarak
zenginleĢti. Ancak bu sakin hayat Germiyanoğullarının
hakimiyetiyle sona ermeye baĢladı. Merkezi Kütahya„da
bulunan Germiyanoğulları, HamamkaĢı ve Kazıkbeli‟nde
18
yol kesip kervanları soymaya baĢlayınca ovanın hakim
gücü durumundaki AvĢarlar ile sık sık sürtüĢmelere gir-
diler. AvĢarların beyi Karaağaç Baba,
Germiyanoğullarına boyun eğmemiĢ, sık sık çatıĢmıĢtır.
Bu çatıĢmalar sonucunda Ova Germiyanlılardan kurtul-
muĢtur. “AvĢar beyleri” türküsünün bu dönemden kaldığı
sanılmaktadır.
Selçuklu döneminde yöre Gölhisar Beyliği‟ne
bağlanmıĢtır. Gölhisar Beyliği Hamitoğullarına bağlı
olduğu için ovaya “Hamit Ovası” denmiĢtir (1316-1324).
“Hamit Ovası” daha sonraları Karaağaç Baba‟nın adın-
dan dolayı “Karaağaç Ovası” olarak anılmaya baĢlanmıĢ-
tır.
1300‟lü yılların sonuna doğru Osmanlıların eline
geçen Karaağaç bölgesi, Isparta sancağına bağlandı. Is-
parta sancağının da bir baĢka Karaağaç bölgesi olması
nedeniyle adı “Batı Karaağaç” anlamına gelen
“Garbikaraağaç” olarak değiĢtirildi. Doğu Karaağaç bu-
gün hâlâ Isparta‟nın bir ilçesi olan ġarkikaraağaç„tır.
Timur‟un Anadolu‟yu istila etmesi sonucu,
Germiyanoğulları yeniden ovaya egemen olmak istemiĢ-
lerdir. Osmanlı yönetiminden son derece memnun olan
halk bu durumu kabul etmemiĢ ve isyan etmiĢtir. Bu is-
yan üzerine Germiyanoğulları yöreyi “Asi Karaağaç”
olarak adlandırdılar. Asi Karaağaç, Burdur‟un sancak
olması ile birlikte, Burdur sancağına bağlanmıĢ; 1870
tarihli Osmanlı Ġdari Nizamnamesi ile burada bir ilçe
kurulmasına karar verilmiĢtir. 1871 yılında da “ilçe teĢki-
latı” kurulmuĢtur. 1888 yılında belediye teĢkilatı kurul-
duktan sonra adı, yetiĢtirdiği bademlerin acı olması ne-
deniyle “Acıbadem” olarak değiĢtirilmiĢtir.
19
Tüm bu tarihsel süreç içinde Yassıhüyük yerleĢim
yeri olarak varlığını sürdürmüĢtür. Köy önceleri höyüğün
üzerinde ve güneyindeki düzlükte iken daha sonraları
Ģimdiki alana doğru yayılmıĢtır.
1333 yılında ünlü gezgin Ġbn-i Batuta bu yöreden
geçmiĢtir. Ünlü gezgin Acıpayam Ovası‟nı “son derece
bataklık ve sık bitki örtüsünün içinde balkanlık bir yer”
olarak anlatmıĢtır.
Atalarımız ilk camilerini Cumayanı‟na yapmıĢ-
lardır. Bugün bu caminin bahçesinde olduğu sanılan me-
zarların kalıntıları hâlâ ayaktadır. Bugün buraya cenaze
gömülmemektedir. Bakımsız ve harap bir haldedir.
Kasabanın tarihi ile ilgili olarak küçük ip uçları
aranmıĢ ve bulunanlar değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır.
Kasabada 1700‟lü yıllarda görevli imamlara ait
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hurafat Defterlerinden 60a
da kayıtlı bazı bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler Ģöyle-
dir:
Karaağac-ı Gölhisar‟da Yassıhüyük nam karye
mescidinde Ġmam Mustafa fevtinden oğlu Osman‟a ina-
yet. 1111 Zilhicce (Haziran 1700)
Karaağac-ı Gölhisar‟da Yassıhüyük nam karye
camiinde bir akça ile Hatip Mehmet Fevt oğlu Yusuf‟a
inayet. Sevval sene 1114 (Mart 1703)
Karaağac-ı Gölhisar‟da Yassıhüyük nam karye
camiinde imam fevt nim akçe ile Mehmet bin Haydar‟a
inayet. Sehri cemaziyevvel 1115 (Eylül 1703)
20
YASSIHÜYÜK KARYESĠ
19.YY Ortalarında Temattuat Defterinde Kayıtlı
Olan Vergi Mükellefleri ve Vergi Miktarları
Ġsim Mesleği Toplam
Geliri
(KuruĢ)
Vergi
(KrĢ)
1 Arabömeroğlu Sü-
leyman
Kethüda 100 0
2 Oduncuoğlu Halil Muhtar 387 183
3 Hacısüleymanoğlu
Süleyman
Asker 305 108
4 Hacıefendioğlu Hacı
Mehmed
Ġmam 522.5 80
5 Habiboğlu Mustafa Karye
kahyası
367 85
6 Molla Ali oğlu Molla
Mustafa
Ġmam 562.0 146
7 Sarıhüseyinoğlu
Mehmet Ali
Bazarcı 1054.0 227
8 Kaymakçıkaraoğlu
Halil
Çoban 363.5 50
9 Burgazoğlu Hüseyin Ziraat 1449.5 278
10 Berbermehmetoğlu
Mustafa
Amale 300 40
11 Karaibrahimoğlu
Hasan
Amele 522.5 60
12 Küçükmustafaoğlu
Mehmet
Tacir 1435.5 280.5
13 Hacıosmanoğlu Ha-
san
Tacir 1514.75 247.5
21
14 Dermanoğlu Mustafa Tacir 2042 328
15 Türidoğlu Ahmed Tacir 1777 238.5
16 Dermanhasanoğlu
Osman
Hatapcı 1247.5 215
17 Hacı Himmet Pazarcı 2616 406.5
18 Hacıhasanoğlu Hacı
Ömer
Tacir 1517 243
19 Çobanmusaoğlu Halil Sabi 217 138
20 Karavelioğlu Molla
Mehmet
Tacir 2887.0 463.5
21 Torınoğlu Mustafa Amele 1017.5 235
22 Dermanoğlu Kara
Ömer
Bazarcı 2044.5 333.5
23 Karamehmetoğlu
Kara Muhammed
Tacir 2058.5 312
24 Hacıabdurrahmanoğl
u Mustafa
Tacir 1022 223
25 Kaymakçıoğlu Mu-
hammed
Ziraat 1255 272.5
26 Cabbaroğlu Mustafa
Ali
Hizmet-
kar
431.5 62
27 Cingenmusaoğlu Ha-
san
Ziraat 1547 283.5
28 Eskicioğlu Hacı Mus-
tafa
Tacir 2035 336
29 Sarutaçoğlu Koca
Hüseyin
Bazarcı 2109.5 336
30 Eskicioğlu Hacı Halil Tacir 2017 303
31 Eskicioğlu Osman Amele 1045 140
32 Komiların Osman Tacir 1532 298
33 BektaĢoğlu Osman Hatapcı 1015 122.5
34 TaraĢoğlu Muham- Bazarcı 1163 158
22
med
35 Yörükoğlu Ömer Tacir 1462.5 220
36 Çilhüseyinoğlu molla
Ġbrahim
Tacir 1117 213
37 Oduncuoğlu Osman Hatapcı 893.5 123.5
38 Yavruyusufoğlu Os-
man Ali
Ziraat 1007 168
39 Hamamcıhaliloğlu
Ġbrahim
Ziraat 2262 426
40 Habipoğlu Muham-
med
Amele 772 78
41 Kocahacımuhammed
oğlu Mustafa
Ziraat 2589.5 358
42 Kocahacımuhammedoğlu
Hacı Hasan Bazarcı 2589.5 358
43 Kocahacımuhammed
oğlu Yunus
Ziraat 1979.5 338
44 Kocahacımuhammed
oğlu Hüseyin
Ziraat 1467 256
45 Eskioğlu Halil Bazarcı 2029.5 298
46 Balcıhacıibrahimoğlu
Mustafa
Tacir 1907.0 240
47 Urgancıalioğlu Ġbra-
him
Bazarcı 1547.5 185
48 Tokadcımahmutoğlu
Ali
Bazarcı 1111.5 198
49 Delimustafaoğlu
Mustafa
Tacir 1344.5 253
50 Demirciibrahimoğlu
Hüseyin
Sabi 207 146
51 Kocaalioğlu Hüseyin Ziraat 1542 253
52 Ġsmailkahyaoğlu Os- Tacir 1676.5 278
23
man
53 Ġsmailkahyaoğlu Ha-
lil
Tacir 1829 268
54 Ġsmailkahyaoğlu Ha-
san Ali
Fevt 602 275
55 KuĢcu Hasan Bazarcı 1022.5 120
56 Culhaoğlu Musa Tacir 2467 368
57 Hacıbekiroğlu
Mahmud
Pazarcı 2032.5 350
58 BekdaĢoğlu Mahmud Bazarcı 3214 447
59 Kelinoğlu Ali Ziraat 2473 365
60 Topal
Muhammedoğlu Ġb-
rahim
Ziraat 1962 316
61 Palazoğlu Muham-
med
Ziraat 1987 303
62 Kocaağaoğlu Mustafa Sabi 274.5 133
63 Palyazkaraailoğlu
Mehmed Ali
Sabi 387 210
64 Kocaağaoğlu Hacı
Halil
Tacir 2099.5 283
65 Çulhaoğlu Hacı Halil Tacir 1823.5 351
66 Hacımehmedoğlu
Mehmed Ali
Tacir 967 123
67 Kırsakaloğlu Mustafa Ziraat 1552.5 255
68 Kırsakaloğlu Ġbrahim Tacir 1002.5 170
69 Karayusufoğlu Molla
Ahmet
Hatapcı 624.0 84.5
70 Hacıefendioğlu Hacı
Halil
Hatapcı 682.5 65
71 Öksüz Mehmed Hizmet-
kar
1202.5 145
24
72 Deliömeroğlu Kara
Hasan
Tacir 1664 248
73 Hacıhaliloğlu Kara
Osman
Tacir 2019.5 318
74 Hacıhaliloğlu Hasan Hizmet-
kar
1237 143
75 Emiroğlu Ahmet Ziraat 2047 314
76 Hamamcı halil oğlu
Hasan
Tacir 1447 253
77 Potakalioğlu
Mehmed Ali
Sabi 0 0
78 Sarımehmed oğlu
Mehmed
Sabi 385 70
79 Saimoğlu Mehmed Hatabcı 117 83
80 Hekimoğlu Mustafa Ziraat 1252 228
81 Hekimoğlu
Karamuhammed
Ziraat 1252 228
82 Karaalioğlu Kara
Hüseyin
Ziraat 1392 233
83 Ġmammustafaoğlu
Küçük Halil
Ziraat 1567 326
84 Kocaosmanoğlu kiraz
Ali
Ziraat 1817 336
85 Avcımuhammed
oğlu Hasan
Ziraat 1361.5 223
86 Sarıhüseyinoğlu Hü-
seyin
Ziraat 1196.5 163
87 Kocahaliloğlu Yusuf Sabi 450 110
88 Avcımuhammed
oğlu Mustafa
Ziraat 1714.5 266
89 Kodaloğlu Hasan
Hüseyin
Sabi 300 118
25
90 Musacıkoğlu Musa Ziraat 1387 237
91 Deliömeroğlu Osman Ziraat 1527.5 255
92 Tatarhasanoğlu Halil Sabi 319 123
93 Yörük Muhammed Hatabcı 919 123
94 Mollayusufoğlu
Mehmed
Hizmet-
kar
667 60
95 Yamacıhaliloğlu Ha-
san
Amele 570.0 125
96 Sakallıabdullahoğlu
Halil
Ziraat 1115 249
97 Hacıabdurrahmanoğl
u H.Süleyman
Tacir 2081 375
98 Çilailoğlu Süleyman Ziraat 1067 163
99 Sakallıoğlu Hüseyin Ziraat 1767 323
100 Kadı Osman Amele 390 90
101 Sakallıailoğlu Musta-
fa
Tacir 1094 258
102 Mollaalioğlu Hasan Tacir 819.5 178
103 Sakallıoğlu Ömer Ziraat 2164 313
104 Cenker Mehmed Ziraat 1137 205
105 Bucukahmedoğlu
Mehmed Ali
Fevt 0 0
106 BinbaĢıoğlu Hasan Ziraat 2019 343
107 Tekecioğlu Osman Ziraat 1810 170
108 Tekelioğlu Ġbrahim Hatabcı 1282.5 155
109 Veziroğlu Kel Abdi Tacir 1039.5 168
110 Sarımahmudoğlu Ali Amele 712.5 145
111 Sarımahmudoğlu
Hasan
Amele 510 70
112 Osmankahyaoğlu
Muhammed
Amele 262.5 75
26
111 Karahasanoğlu Ali Hizmet-
kar
612.5 75
112 Matcaroğlu Mustafa Hizmet-
kar
1007.5 175
114 Halilefendioğlu Ġbra-
him
Ziraat 1066.5 213
115 Sakallımustafaoğlu
Yusuf
Sabi 900 70
116 Akalanlıoğlu Musta-
fa
Hatabcı 1000 140
117 Köseömeroğlu Saru
Mustafa
Hatapcı 600 60
118 Kocaosmanoğlu
Ahmed
Sabi 0 0
119 Hasanağaoğlu Hasan Ziraat 2269 373
Toplam 150495 25517
(Kaynak: Doç.Dr.Selahattin ÖZÇELĠK XIX YY Ortalarında
Acıpayam ve Çevresi (Temettü Defteri Ġncelenmesi) Fakülte Kitape-
vi Yayın Dağt. Pz. 2005 Isparta)
Açıklamalar: Vergiler, Tarım+Hayvancılık+Meslek olarak be-
lirlenmekteydi. Biz yukarıdaki tabloya üç gelirin topla-
mını aldık.
Karyenin tarım gelirleri 44.345.8 kuruĢ, hayvancı-
lık gelirleri 1537 kuruĢ, meslek gelirleri ise 104.612 ku-
ruĢ olup toplam gelir 150.495 kuruĢtur. Devlet bu gelir-
lerden 25.517 kuruĢ vergi almaktaydı.
Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere o tarih-
lerde kasabada 28 tacir, 12 pazarcı olmak üzere 40 aile
ticaretle geçimlerini sağlamaktaydı. Bu da halkımızın
eskiden beri ticarete önem verdiğini göstermektedir. 35
27
aile tarım ve hayvancılıkla geçinirken 14 aile hizmetkâr
veya amele olarak zengin ailelerin yanında çalıĢmaktay-
dı. Hatabcı (oduncu- keresteci veya ağaç ürünleri imali
yapan kiĢiler) 10 aile bulunmaktaydı. Ayrıca tabloda sabi
olarak gösterilen kiĢiler aile reisi olan küçük çocuklardı.
1850‟lerden sonraki nüfus sayımlarında sadece erkekler
sayılır, erkekler vergi verirdi. Bu ailelerin yetiĢkin erkek-
leri bulunmadığından erkek çocukları aile reisi olarak
listeye alınmıĢtır.
Köyde idari ve resmî iĢler için 1 kethüda, 1 muh-
tar, 1 asker, 1 imam, 1 de karye kahyası görev yapmak-
taydı.
Karyenin en fazla geliri olan ve vergi vereni
Karavelioğlu Molla Mehmet‟ti.
Bu liste aynı zamanda Ģimdiki sülalelerin 19.
yüzyılda yaĢamıĢ dedeleri hakkında da bazı ip uçları
vermektedir.
1864 yılından itibaren köy (karye) teĢkilatı ku-
rulmuĢtur.
1924 yılında köy tüzel kiĢiliğine kavuĢmuĢtur.
11 Ocak 1993 tarihinde de belediye teĢkilatı ku-
rularak belde olmuĢ, 1994 yılında da ilk belediye baĢkan-
lığı seçimi yapılmıĢtır.
Kasabadan Çanakkale ve Ġstiklal savaĢlarına
katılanlardan 8 kiĢi Ģehit olmuĢtur.
Çanakkale‟de Ģehit olup da mezarı bulunanların
kimlikleri Ģöyledir:
Halil, Osman oğlu, Hicri 1301 doğumlu olup
22.02. 1915 günü Ģehit olmuĢtur.
Mustafa Ali, Bayram Ali oğlu. Kasapoğul-
larından, Hicri 1309 doğumlu olup Mart 1915 de Ģehit
olmuĢtur.
28
Süleyman. Ali oğlu, Çil Alioğullarından olup,
Hicri 1296 doğumludur. 05.09.1915 günü Ģehit olmuĢtur.
Osman oğlu Halil’in ġehitlik tutanağı
SavaĢ 1. DÜNYA
Cephe ÇANAKKALE
BĠRLĠK
Kuvvet K
Ordu 0
Kolordu 4
Fırka 11
Alay 126
Tabur 1
Bölük 3
Lakap
Baba Adı OSMAN
Adı HALĠL
Sınıf PĠYADE
Rütbe ER
Doğum
Yılı 1301
Ġlçe ACIPAYAM
Bucak MERKEZ
Köy YASSIHÜYÜK
ÖLÜM
BĠLGĠLERĠ
Ölüm gü-
nü 22
Ölüm Ayı 2
29
Ölüm Yılı 1915
Ölüm Yeri SEDDÜLBAHĠR
MUHAREBESĠ
ÇAVUġ ĠġARETĠ
Ġhsan hem bedensel hem de ruhsal engelli olduğu
için askerlik yaĢı gelmesine rağmen bir türlü askere
alınmıyormuĢ. Ama o hep askere gideceği günlerin haya-
liyle yaĢıyormuĢ. Bu yüzden sık sık Acıpayam Askerlik
ġubesinin yolunu tutuyor, „ille de askere gideceğim‟ diye
tutturuyormuĢ. Onun Ģubeye gittiğini duyan gören küçük
büyük herkes her seferinde dalga geçiyorlarmıĢ. Ama o
hiç birisine aldırmaz, kendisiyle dalga geçenlere de “Ulan
göcesiniz yakında gumandan beni esgere alcek. Hemi de
çavuĢ yapçek.” dermiĢ.
En sonunda askerlik Ģubesine yeni atanan bir ko-
mutan Ġhsanın ısrarına dayanamamıĢ ve ne yapıp edip
askere almıĢ. Askere alma kağıdı gelip kahveye asıldı-
ğında Ġhsan çocuklar gibi sevinmiĢ. Hemen bütün köyü
dolaĢmıĢ. Müjdeyi vermiĢ. Sonra da “Aha gördünüz
mü?” demiĢ.
Askere gideceği gün gelip çattığında da bütün
köylü ona ve diğer asker adaylarına anlı Ģanlı asker uğur-
lama töreni yapmıĢlar ve Ġhsan askere gitmiĢ. Birkaç ay
sonra da bedensel ve ruhsal engelleri dolayısıyla terhis
edilmiĢ. Terhis edilirken de askeri elbiseleri kendisine
hediye olarak verilmiĢ. Kısa sürede köye dönmek ağrına
gittiğinden birkaç ay kadar Ġzmir‟de kalmıĢ. Orada bura-
da çalıĢmıĢ. Yeterince zaman geçtiğine inandığında aske-
ri levazımat satan bir dükkandan bir çift de çavuĢ apoleti
satın almıĢ. Sonra otobüse binerek köye gelirken, araba-
30
dan köye dönen anayol makasında inmiĢ. Çayırbağlarına
gelince de hemen çavuĢ apoletlerini askerlik kıyafetinin
kollarına dikip elbiseyi giymiĢ. Her ne kadar elbiseler
biraz eskiceymiĢse de o kadar kusur kadı kızında da
olurmuĢ. Büyük bir gururla köye girmiĢ. Evine bile uğ-
ramadan doğru kahveye gitmiĢ. Kahveye girince herkes
ayağa kalkıp Ġhsan‟ı karĢılamıĢlar. Bir masaya buyur et-
miĢler. Kahveci hemen tavĢan kanı çayı koĢturmuĢ. Hal
hatır sorulmuĢ. Ġhsan hayatından memnunmuĢ. Bir süre
sonra da gururla:
-“Ben size dimedim mi? Bakın iĢte çavuĢ
olarekden esgerliğimi bitirip gelivedim.” demiĢ. Sonra
baĢlamıĢ askerlik anılarını anlatmaya. Bir ara Gocu
Ümmed dayanamamıĢ:
-“Üle Ġskan biz gömeyeli çavuĢ iĢeretleri de de-
ğiĢmiĢ he mi?” diye sormuĢ. Ġhsan önce soruyu anlaya-
mamıĢ. Üstelik sözümü kesti diye de ters ters bakmıĢ.
Sonra da:
-“Neye değiĢsin ula. ĠĢde gollamda va ya!
Gömeyon mu gabak?” diye azarlamıĢ.
-“Görübbarım da” demiĢ Gocu Ümmet. “Emme
ben esgedeken bizim çavuĢların gollarındaki iĢaretle
yukarıya bakıyodu. Seninkile ise Amerikan esgerlerinki
gibi aĢĢa bakıyo. Acıba değiĢtimi deye ondan sordum.”
Ġhsan bir an ĢaĢırmıĢ. Sonra gayet piĢkin bir Ģe-
kilde:
-“Bu iĢaretleri bene gomutan vedi.” demiĢ. Sonra
da eklemiĢ. “Üstelik gollama da gendi elleriyle dikti. Bu
çok özel bi çavuĢ iĢareti. Herkesi vemeyola.”
-“Yok yavu Allah Allah!” demiĢ Gocu Ümmed.
“Yarın Acıpeyem‟e gidince karakol gomutanına bi soru-
veren.”
31
-“Ġnsanın asabını bozme ulan!” demiĢ. Ġhsan.
“Hure isan gibi gelivedik. Sen ham amıt gibi boğazımı
alıvedin. Git gime sorcesen so. Emme lafımı yarıda
gesme. Sonuram senin garagol gomutanına selam söle.
Yanına varısam gulağını çekerim ona göre. Gomutanım
bene dedi ki ulan Ġskan ÇavuĢ! Var memleketine git. Biri
sene bi Ģey sölese hemen bene bildir. Valla gelip onu
gulandan ĢiĢlerim ona göre…”
ĠĢte o gündür bu gündür Ġhsanın adı Ġsan ÇavuĢ
kalmıĢ.
ĠRĠ DUZ
Gocu Ġbram ile Garamatlan Üsen bağ
gomĢusuymuĢ. Emme Garamatlan Üsen tek dumaz her
yıl Gocu Ġbram‟ın bağının anından bir bellik yeri kendi
bağına gatamıĢ. GatamıĢ emme bi de utanmadan Gocu
Ġbramı gödüğü yede: “Ulan Ġbram yine benim anı
gaktırmıĢsın” deye de laf ede, suç bastırıymıĢ. Bi yıl bö-
le, iki yıl böle deken bağın anı Gocu Ġbramın cardana
dayanmıĢ.
Yine he zaman ettiği gibi, bigün gayfıda bir
birlenle garĢılaĢdıklarında: “bene bak! O çardanı al nere
dikcesen dik, gelip benim anın yanıbaĢına
gonduruveme.” demiĢ. Zaten burnundan soluyan Gocu
Ġbram almıĢ sandelleyi yürümüĢ Üsen‟in üstüne.
Gayfedekile zor ayırmıĢla. Sonura da iki tarafı dinleyip
olup biteni iyice örenmiĢle. Ertesi günü de göy gurulu
bağa gidip keĢif yapmıĢ sınırı düzeltmiĢle. ĠĢ dadlıya ba-
lanmıĢ. Emme yine de “Bak Üsen.” demiĢ Gocu Ġbram.
“Bide bi garıĢ ye gatasan valla billa Ģart osun seni
vurarım.” deyip ağır yemin etmiĢ.
Üsen bu. Tek durumu? Ertesi yıl dayanamamıĢ
yeniden sınırı gaktırıvemiĢ. Bunu gören Gocu Ġbram erte-
32
si günü tüfeni aldı gibi gayfeden içeriye dalmıĢ. Doru
Üsen‟in baĢına dikilmiĢ. “ġehadet getir ulan ayı.” deye
bağırmıĢ. “Yemin ettim seni vurcen.” Herkes aya fırla-
mıĢ. Üsen önce Ģaka maka sanmıĢ emme iĢin ciddi
oldunu annayıca da “Ben ettim sen etme.” deye yalvamıĢ.
Emme Gocu Ġbram “Yemin ettim. Çare yok seni vurcen.”
demiĢ ve tüfeği Üsen‟in gıçına doğrultuverip tetiği
çekivemiĢ. Sonura da heç biĢe olmamıĢ gibi gaveden
çıkmıĢ.
Üsen ise yerde gıvranıyo, “Yaktın beni ulan, üç
cocumu yetim bıraktın.” deye aleyomuĢ. Muhtar hemen
köy odasından çıkıp gelmiĢ. Hâlâ gavenin önünde dikilip
duran ve dahi gülüp duran Gocu Ġbram‟a bağırme baĢla-
mıĢ. “Ne ettin ulan, bi çizim ye için adam vurulu mu?”
deye. Köylüle ise Üsen‟in yaralana bakmek için çaĢırını
sıyırmıĢla emme ortalıkta heç gan man yokmuĢ. Sadece
Üsen gorkudan altını etmiĢmiĢ. “Ulan bu ne iĢdir.” diye
sölenirken Gocu Ġbram içeriye girmiĢ de: “Gorkme ülen.”
demiĢ. “ Ben tüfeğe saçma yerine iri duz godum. Gıçını
delen onna. Merak etme bikaç gün sonra hepsi geçe.
Emme altına ettiğin ne zaman gece bilmem. Hele bi da
edesen bu kez saçma yerine burcak gorum ona göre ha!”
Sonura almıĢ tüfeni evine gitmiĢ.
Garamatlan Üsen bir iki ay gada evden dıĢarıya
çıkamamıĢ. Gorkusundan değil utancından çıkamamıĢ. O
gündür bu gündür de “belkim yine Ģetana uya da yine
biĢe yaparım.” deye de bağa filan gitmemiĢ.
33
SĠĞĠL TAġI
Tekke Dede Türbesi‟nin hemen önünde üzerinde
bir elin sığacağı kadar birkaç deliği olan siğil taĢı vardı.
Elinde siğil olanlar dua eĢliğinde siğilli elini bu taĢın de-
liklerinden birisine sokardı. Daha sonra da madeni bir
parayı bu taĢın deliklerinden birisine hediye olarak bıra-
kıp arkalarına bakmadan evlerine dönerlerdi. Böylece
ellerdeki siğillerin kaybolacağına inanırlardı.
TEKKE DEDESĠ TÜRBESĠ :
Kasabanın kuzey çıkıĢından 100 m. kadar ileride
"Seke”ye (höyük) giden yolun üzerindedir. Türbe içinde-
ki kabirin uzunluğu 2,5 m.dir. Daha önceki yıllarda kab-
rin bazı kısımları defineciler tarafından kazılmıĢtır.
"Tekke Dedesi"nin 1200‟lü yılların baĢlarında
Acıpayam topraklarının fethine katılan, yapılan bu savaĢ-
larda Ģehit düĢen Horasan Erenlerinden olduğu rivayet
edilmekte ise de kimliği hakkında kesin bir bilgi bulun-
mamaktadır. Bir baĢka söylentiye göre de bu topraklara
yerleĢen ve toplum önderliği yapan dedelerden birisidir.
Türbenin olduğu yerde bir tekke kurarak halkın manevi
önderliğini yapmıĢtır.
Türbenin kitabesi yoktur. Türbe zaman içinde çok
tahribat görmüĢ ancak son yıllarda yeniden inĢa edilmiĢ-
tir.
Eskiden türbenin çatısına kadınlar, kızlar tarafın-
dan bezler bağlanır, dilekler dilenip adaklar adanırdı. Bu
gelenek günümüzde de kısmen sürmektedir.
34
Tekke Dede Türbesi zaman içinde dinsel içerikli
ziyaret yeri haline gelmiĢtir. Genç, yaĢlı herkes buraya
kutsal bir mekan olarak saygı göstermiĢtir. Tekke Dede
mübarek bir kiĢi olarak görüldüğünden bazı kerametleri-
nin olduğuna da inanılmıĢtır. Ġnsanımızın dileklerinin ve
adaklarının Allah katında kabul görmesi için ondan ara-
cılık yapmasını da istemiĢtir.
Ġnsanımız kendisi için çalıĢan, bu toprakları yurt
yapanları unutmamak için tekkeler ve türbeler yapmıĢlar-
dır. Tekkeler ve türbeler zamanla dini mekanlar haline
gelmiĢ, yüz yıllar boyunca özenle korunmuĢlardır. Ayrıca
buraları çeĢitli vesilelerle ziyaret etmek suretiyle onlara
karĢı vefa borçlarını ödemeye çalıĢmıĢlardır. Halen bir
ziyaretgâh konumunda olan Tekke Dede Türbesi eski
inanç ve kültürden izler taĢımakta, geçmiĢle geleceği bir
Ģekilde bir birine bağlamaya çalıĢmaktadır.
YÖREDEKĠ ADAK ĠNANÇLARI
1.Dilek Adakları: Herhangi bir isteğin gerçek-
leĢmesi, bekarların evlenmesi, herhangi bir konuda baĢarı
elde etme; ev, bark ve iĢ sahibi olma, hastalıktan kurtul-
ma, askerden kazasız belasız dönme amacıyla adanan
adaklardır.
2.Kefaret Adakları: Bir günahı, bir kusuru ba-
ğıĢlatmayı amaçlayan adaklardır.
Adak genellikle koyun, keçi gibi canlı hayvan
kurban etme Ģeklindedir. Adak adayanlar bu dileklerini
yakınlarına söylerler. Dilek gerçekleĢtikten sonra adağın
yerine getirilmesi gerekmektedir. Adağını yerine getir-
meyenleri yakınları uyarırlar. Kendileri de psikolojik
olarak adaklarını hatırlayıp rahatsız olurlar.
35
Kurban olarak kesilen hayvanın eti fakir ve fukaraya
dağıtılır. Bu etten adak sahipleri yiyemezler. Günümüzde
bu türlü inançların kökü binlerce yıla dayanmaktadır.
Daha sonraları bu inançlar, örf ve adetler Ģeklinde dinle
iç içe geçmiĢtir.
Ġnsanlar dileklerinin gerçekleĢmesi, kötülüklerden
korunmak, zorluklardan kurtulmak için adakların dıĢında
bazı sosyal pratikler de uygularlar. Bunlar; dua etmek,
fal açmak, dinsel yapılara, kurumlara veya kiĢilere hedi-
yeler sunmak, kurban adamak, dinsel normlara uymak,
bazı durumlardan kaçınmak, nazarlık, muska, göz boncu-
ğu gibi engelleyiciler taĢımak, takmak veya bulundurmak
Ģeklinde özetlenebilir.
Tekke Dede‟nin mezarı aynı zamanda sağlık
problemi olanların da ziyaret mekanıdır. Özellikle müz-
min bir hastalığı olanlar Ģifa ummaktadırlar.
BAZI ĠLKLER
Bilinen ilk muhtar: 19.yy. ortalarında temattuat defteri-
ne göre ilk muhtar Oduncu Oğlu Halil Ağa‟dır.
Ġlk belediye baĢkanı: Halil ÖZONUK 1994 yerel seçim-
lerinde 669 oyla seçilmiĢtir.
Ġlk Radyo: 1945 yılında önce Halkevi kahvesine, sonra
da Mustafa Ali Güner‟in mescitin yanındaki kahvesine
getirilmiĢtir.
Ġlk gramafon: 1940 yılında Kocabakkal Mustafa
GÜNER tarafından köye getirilmiĢtir. Ġkinci gramafon
ise 1960 yılında Ramazan DEMĠRCĠ tarafından satın
alınmıĢtır.
Ġlk fırın: Mustafa Ali GÜNER tarafından 1965 yılında
köy meydanındaki mescidin yanına açılmıĢtır. Fırının
yanında aynı zamanda kasap dükkanı da bulunmaktadır.
36
Ġlk Kamyon: Ali Çakmak tarafından satın alındı. Bu
kamyon 1950 model 3 tonluk Dodge markaydı.
Ġlk Mektep: 1896 yılında II. Abdülhamit Döneminde
açılmıĢtır.
Ġlk Ģose: 1916 yılında yapılmıĢtır. Acıpayam ile
Yassıhüyük makası arasındaki kesimdir.
Ġlk film: 1940 yılında Çakmakların evinin duvarında
oynatıldı.
Elektriğin gelmesi: Kasabaya elektrik 1973 yılında gel-
miĢtir. ġebeke ise 1974 yılında tamamlanmıĢtır.
Telefon santralının kurulması: Ġlk telefon makinesi
1955 yılında Acıpayam Jandarma Karakolu ile köy muh-
tarlığı arasında çekilmiĢtir. Kasabanın tüm evlerine tele-
fon 1993 yılında bağlanmaya baĢlanmıĢtır.Telefonlar
0.258.564 ile baĢlamaktadır.
Köy statüsüne kavuĢma tarihi: 1864 yılından itibaren
köy statüsüne yükseltilmiĢ, cumhuriyetin kurulmasından
sonra 1924 yılında köy olmuĢtur.
Ġlk fabrikanın kuruluĢu: 1996 yılında Kiraz Tekstil
kurulmuĢ ve 475 kiĢiye iĢ vermiĢtir. 2000 yılında Pa-
mukkale Mermer Granit, 2004 yılında da Merit Tekstil
kurulmuĢtur.
Su Ģebekesinin kurulması: 1969 yılında modern anlam-
da içme suyu Ģebekesi kurulmuĢ ve ilk defa su deposu
yapılmıĢtır.
Direnaj kanalları : 1953 yılında Alaaddin kasabasının
Doma Beli‟nden gelen yüzyılın seli binlerce büyükbaĢ ve
küçükbaĢ hayvanın ölmesine neden olmuĢtur. Bu selde
Alaaddin‟in dereye yakın mahalleleri, Yassıhüyük‟ün bir
kısmı, Ovayurt ve Apa köylerinin bazı evleri etkilenmiĢ;
ekili alanlarda büyük zarara uğramıĢtı. Bu selin tahribatı
üzerine 1955 yılından itibaren önce Alaaddin kasabasının
37
çayırlarından baĢlanmak üzere kanallar açılmıĢtır. Bu
kanalların yapımı 1963 yılına kadar sürmüĢtür. Kanallar
açıldıktan sonra köy bataklık olmaktan kurtulmuĢ, gölet-
ler de kurumuĢtur.
ĠDARĠ YAPI VE NÜFUS
Yassıhüyük kasabası, 1864 yılında Yassıhüyük
karyesi olarak yapılandırılmıĢtır. 1924 yılında kabul edi-
len 442 sayılı Kanunla köy tüzel kiĢiliğine kavuĢmuĢ
olup, Acıpayam ilçesine bağlanmıĢtır. 11 Ocak 1993 yı-
lında da belediye teĢkilatı kurulmuĢtur.
Osmanlı Devleti zamanında yapılan nüfus sayım-
larında kadınlar ve çocuklar sayılmadığı için 1890 yılında
yapılan sayımda köyde erkek nüfusu 289 kiĢidir. Bu sa-
yıya ev reisi olan çocuklar da dahildir.
Yıl Nüfus Yıl Nüfus Yıl Nüfus
1890 289 1945 768 1985 1850
1915 800 1950 850 1990 2173
1930 500 1960 1296 1997 1836
1935 650 1965 1328 2000 1932
1940 805 1980 1726 2007 1379
Kasabanın nüfusu her yıl artarak 1990 yılında
tarihinin en yüksek rakamına ulaĢmıĢ ve 2000‟in üstüne
çıkmıĢtır. 2000 yılından itibaren kasabanın nüfusu azal-
maya baĢlamıĢtır. Nüfusun azalmasında; eğitilmiĢ birey
sayısının artmasıyla doğum oranın düĢmesi, okuyup me-
mur olanların kasabadan ayrılması ve geriye dönmeme-
si, 20-30 ailenin Ġtalya ile diğer yabancı ülkelere gitmesi,
kasabadaki geçim Ģartlarının zorlaĢmasıyla dıĢarıya göç,
ekonomik durumu iyi olan bazı ailelerin daha iyi imkan-
38
lara kavuĢmak için Acıpayam‟a ve Denizli‟ye yerleĢme-
leri etkili olmuĢtur.
KASABADAKĠ SÜLALELERĠN ADLARI
Abazlar, Alıkayalar, Ali ÇavuĢlar, Ali Mollalar,
Avcılar, Ayıcı Musalar, BaĢcavuĢlar, Bekir Hocalar,
Biberler, Burgazlar, Burgucular, Camuz Aliler, Cemaller,
Comanlar, Curalar, Çakmaklar, Çilaliler, Demirciler,
DerviĢler, Dokumacılar, Eğitmenler, Fettahlar,
Garamatlar, Gökmenler, Hacı Hüseyinler, Hamamcılar,
Hatıplar, Hovardalar, Kadı Osmanlar, Kadılar, Karaaliler,
Karakızlar, Kasaplar, Kavuklar, Kırcaaliler, Kırdayılar,
Kocabakkallar, Kocabekirler, Kocayusuflar, KuĢçular,
Kürtler (Ceylanlar), Mıstanlar, Muallimler, Sarı Ġsmail-
ler, Sarıdayılar, Sinanlar, Tatarlar, Tekeciler, Tekoğlular,
Totumanlar, Uncular, Sağırlar, Kusurlar, YavaĢlar,
Yörükoğulları,
KASABADAKĠ AĠLELERĠN SOYADLARI:
Acar, Akgün, Akman, Akol, Akyol, Alev, Alpas-
lan, Alpay, Alpaydın, Altın, Arbaz, Arıkan, Arkın, Ar-
man, Artun, Arman, Aslan, Aslankaya, Atalay, Avcıoğlu,
BalkıĢ, BaĢkaya, Bozkurt, Bulut, Büber, Caner, Contur,
ÇoĢkun,, Curaoğlu, Çakmak, Çetinkaya, Çevik, Dağ,
Demiray, Demirci, Demirel, Dirik, Dokumacı, Doruk,
Dönmez, Duman, Erten, Gökmen, Güner, Gültekin, Ka-
bak, Kanlık, Kocakaya, Koparan, Korkut, Kuran, KuĢcu,
Orakçı, Özalp, Özer, Özer, Özonuk, Özoymak, Özten,
Öztürk, Sanlı, Soysal, Sözer, Sözgen, Tekeli, Tekelioğlu,
Tokcan, Tokdemir, Toksal, Tosun, Turan, Turhan, Tü-
fekçi, Türksal, Uncu, Yalçın, Yamacı,Yiğit,Yörükoğlu,
39
TARIM VE HAYVANCILIK
Tarihinin her devrinde kasabanın ana geçim kay-
nağı tarımsal ürünler olmuĢtur. Hayvancılık ikinci sırada
kalmıĢtır.
Hititlerden bu yana koyun, keçi, öküz, inek, man-
da, at, eĢek, katır bu yörede beslenen ve çeĢitli amaçlarla
kullanılan evcil hayvanlardır. Bu hayvanlar yük taĢımıĢ,
toprağı sürmüĢ; kağnıyı, arabayı çekmiĢ; derisiyle, yü-
nüyle, etiyle, sütüyle insanımızın bir çok ihtiyacını kar-
ĢılamıĢ; karnını doyurmuĢtur. Özellikle kara sığır olarak
adlandırılan inek, öküz ve mandalar bir zamanlar tarımın
vazgeçilmezleriydi. Onlarsız hiç bir Ģey olmuyordu. An-
cak traktörlerin tarımda kullanılmaya baĢlanması, motor-
lu taĢıtların ve araçların günlük hayatın her alanına gir-
mesiyle önemlerini yitirmiĢlerdir. Bir zamanlar her evde
bulunan eĢeklerin nesli tükenmek üzeredir.
2000‟li yılların baĢında süt inekçiliği geliĢmeye
baĢlamıĢ ve bugün süt ineği sayısı 500‟e ulaĢmıĢtır.
Yüzyıllardır köylünün en yakın yardımcısı olan karasığır
artık görülmemektedir. Kasabada süt ineklerinin dıĢında
1000 kadar koyun ile 200 kadar da keçi yetiĢtirilmekte-
dir.
Son yıllarda süt inekçiliğinin yaygınlaĢmasıyla
kasabada üretilen süt miktarı artmıĢtır. Süt üretiminin
artmasına bir baĢka neden de süt ürünleri iĢleyen bir fab-
rikanın ilçe sınırları içinde kurulmasıdır. Bu fabrika ihti-
yacı olan süt için köy ve kasabalarda süt inekçiliğini
40
teĢvik etmektedir. Süt inekçiliğinin yaygınlaĢması sonucu
günde ortalama 1750 litre civarında süt üretilmektedir.
Önemli bir tarımsal ürün olan kavun ve karpuz
üretimi yüz yıllardır yörede yapılmaktadır. Kasabanın
toprakları kavun ve karpuz üretimi için son derece elve-
riĢlidir. Önceleri sadece kendi ihtiyacı için kavun karpuz
tarımı yapan kasaba halkı son yıllarda kaliteli kavun
karpuz ekimine ağırlık vererek önemli bir kazanç kapısını
da aralamıĢtır. Kasabanın ürettiği kavun ve karpuzlar ilçe
pazarında veya Ģehirlerde satıĢa sunulmaktadır. Kavun ve
karpuzun yanı sıra kırmızı biber de son yıllarda yaygın
olarak üretilen tarımsal üründür. Düzgün, etli ve hoĢ bir
aromaya sahip kırmızı biberler hem yemeklik hem de
salçalık olarak toptan veya perakende olarak satılmakta-
dır.
Kasabanın en eski ve en meĢhur meyvesi armut-
tur. Armut; aĢı armudu, bağ armudu ve taĢlı armut (çö-
ğür armudu) olmak üzere üç çeĢittir. AĢı armudu iri, hoĢ
kokulu ve suludur. Genellikle dağdaki ahlat ağaçlarının
aĢılanmasıyla elde edilir. Bir baĢka adı Kızılhisar armu-
dudur. Temmuz ayında meyveleri olgunlaĢır. Meyvelerin
ömrü yirmi gün kadardır. Bu armutların bir kısmı satılır
bir kısmı da kasabada tüketilir. Eskiden kurutularak kak
denilen armut kurusu da elde edilirdi. Kak kıĢın hoĢaf
yapımında kullanılırdı.
Bağ armudu kasabanın çevresindeki bağlarda ye-
tiĢtirilirdi. 1960‟lı yıllara kadar kasabanın dört tarafı
bağlarla çevriliydi. Seke bağları, Çayır bağları, Ağalar
Yeri bağları, Mezarlık bağları en meĢhur bağlardı. Za-
man içinde bu bağların bakımsızlık sonucu ağaçlarının
yaĢlanması ve daha sonraki yıllarda yakacak olarak ke-
41
silmesiyle tek tek ortadan kalkmıĢlardır. Bugün sadece
Seke bağları ayakta durmaya çalıĢmaktadır.
Bağlar bir zamanlar köylünün yazlığı halindeydi.
Her bağda bir kulübe bulunurdu. Zenginlerin bağlarının
etrafları yüksek kerpiç duvarlarla çevrilir ve içinde köĢk
tabir edilen bağ evleri bulunurdu. Yazın sıcağından bu-
nalanlar bağlara göç ederlerdi.
Bağ armudu küçüktür. Ağaçlardaki meyveler yaz
boyunca ve sırayla olgunlaĢtığı için sıcak yaz günlerinin
aranan meyvesidir. Bir çok çeĢidi olmasına rağmen ticarî
bir değeri yoktur.
TaĢlı armut ise yabanî ahlat ağacının meyvesidir.
Sonbaharda ağaçlardan toplanıp kağnıyla eve getirilir.
Avlunun bir köĢesine dökülen bu meyveler kendiliğinden
olgunlaĢır. Bir kısmını insanlar bir kısmını da hayvanlar
yer.
Kasabada meyvecilik geliĢmemiĢtir. Erik, elma
gibi ağaçlar evlerin bahçelerinde ve bağların kenarların-
da sadece yemeklik olarak yetiĢtirilir. Üzüm ekonomik
değerde bir ürün olarak yetiĢtirilmez. Bağcılık yaygın
değildir.
Son yıllarda arpa, buğday, silajlık mısır ve yonca
ekiminde sertifikalı tohum kullanmaktadır. Sertifikalı
tohum üründe verimi artırmıĢtır.
Kasabanın sınırları içinde kalan topraklarının
1310 hektarlık kısmında sulu tarım, 240 hektarlık kıs-
mında kuru tarım yapılmaktadır. 99.6 hektarı da meraları
ve çayırları oluĢturmaktadır.
Kasabada bir sulama kooperatifi kurulmuĢtur. Su-
lama, Devlet Su ĠĢleri Müdürlüğünce açılan artezyen ku-
yularından yapılmaktadır. Son yıllarda yer altı sulama
kanalları ile damlama sulamaya geçilmeye çalıĢılmakta-
42
dır. Böylece sulama maliyetinin düĢürülmesine çalıĢıl-
maktadır.
TARIMSAL ARAÇLAR VE GEREÇLER
Yüzyıllardır tarımla geçimini sağlayan kasabada
tarımda kullanılan araç ve gereçler köylünün ihtiyacını
karĢılayacak Ģekilde tasarlanmıĢ ve geliĢtirilmiĢtir. Bü-
yük bir kısmı çevre köy ve kasabalarda yerel malzeme
kullanılarak imal edilen bu araç ve gereçlerin tamiri de
son derece basittir. Ağaç ürünlerinin çoğu Acıpayam or-
man içi köylerinde üretilip Karahöyük pazarında satıl-
maktaydı. Ayrıca kasabada bulunan demirci, marangoz,
semerci gibi küçük esnaf da bunların bazılarını üretiyor-
lar; bozulanların, kırılanların, eskiyenlerin tamirlerini
yapıyorlardı.
Traktör ve ekipmanları 1965‟li yıllardan sonra
kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Traktörün tarımda daha yoğun
olarak kullanılmaya baĢlanması köylünün iĢini kolaylaĢ-
tırdığı gibi tarımsal verimi de artırmıĢtır.
Bugün bir kısım geleneksel araçların yerini alan
tarım makineleriyle ekipmanları ve diğer küçük fabrikas-
yon araçlar küçük el sanatlarını ortadan kaldırmıĢ, köy-
lünün dıĢa bağımlılığını artırmıĢtır.
Çoğu bugün kullanılmayan tarımsal araç ve ge-
reçlerimizden bazıları aĢağıda açıklanmaya çalıĢılmıĢtır.
Kağnı: Her tarafı ağaç ürünlerinden yapılmıĢ iki
manda, öküz ya da inek tarafından çekilen çift tekerlekli
taĢıma aracıdır. Üçgen Ģeklinde yapılmıĢtır. Kalın ve ağır
tekerlekleri vardır. Tekerleklerin dönmesini kolaylaĢtır-
mak için tekerleklerin ortası sık sık “gadran” denilen ko-
43
yu siyah renkli ve içinde kuyruk yağı parçaları bulunan
bir yağla yağlanırdı (Katran çam ağacının çırasının özel
kazanlarda kaynatılmasıyla elde edilir. Kimya sanayinde
kullanılır.). Kağnının tekerleklerinin üzerine “ketez”
denilen demir bir çember geçirilirdi.
Boyunduruk: Pulluk çekmek, harmanda döveni
döndürmek veya kağnıyı taĢımak için ineklerin veya
öküzlerin boyunlarına geçirilen araca boyunduruk denir.
Boyunduruğun iki tarafında uçları boğumlu ikiĢer adet
“zelve” bulunur. Zelvelerin arasına da boyunduruk yastı-
ğı konur. Bu yastık sayesinde hayvanların boyunları in-
cinmez. Yaralanmaz.
Eğef: MeĢe dalından yuvarlak bir biçimde yapıl-
mıĢ bir araçtır. Bu araç saban okunun boyunduruğa bağ-
lanmasında kullanılır. Saban okunun ve boyunduruğun
sağa sola dönmesini sağlar.
At arabası: Ġki veya dört tekerlekli, kağnıya göre
daha hafif ve kullanıĢlı atların çektiği arabadır. Tek atla
çekileni olduğu gibi iki atla çekileni de vardır. Tekerlek-
leri hafif ağaçtan yapılmıĢ ve kenarlarına demir çember
geçirilmiĢtir.
Hamit: (Hamut) Araba veya pulluk çeken atla-
rın baĢına geçirilen, pulluğun veya arabanın oklarının
bağlandığı deriden yapılmıĢ özel boyunluk.
Döven:
Ġnek, öküz, manda ve beygirler tarafından çekilen
30-40 cm eninde, 170-200 cm boyunda olan dövenler, 5-
10 cm kalınlığındadır. Birbirine geçmeli iki parçadan
yapılır. Ön tarafı ekinlerin üzerinden kayarak geçmesi
için hafif yukarı doğru kıvrıktır. Dövenin altına belli
düzende çakmaktaĢları çakılmıĢtır. Bu taĢların görevi
sapları parçalamak ve saman haline getirmektir.
44
Yaba: BeĢ parmaklı ve küreğe benzeyen ağaçtan
yapılmıĢ, bir bucuk metre uzunluğunda sapı bulunan bir
harman aracıdır. Harman savurmada kullanıldığı gibi
samanın toplanmasında da kullanılır. Büyük olanına da
“koca yaba” denir.
Dirgen: Demirden yapılan ince parmaklı yabadır.
Bir bucuk metre kadar ağaç sapı vardır. Bir çok alanda
kullanılır.
Tırmık: Ağaçtan veya demirden yapılmıĢ ucunda
on kadar parmağı olan sap ve saman toplamaya yarayan
yerde sürüklenerek iĢ gören tarım aracıdır.
Çatal: 30 40 Cm arasında piynar çalısından ya-
pılmıĢ uzun üç parmağı olan bir tarım aracıdır. Parmaklar
2 M. uzunluğundaki sapın etrafına eĢik Ģekilde çakılmıĢ-
tır. Ot ve sapları kağnın, arabanın üzerine koymak için
kullanılır.
Övendire: Bir bucuk metre uzunluğunda ağaçtan
yapılmıĢ ve ucuna çivi çakılmıĢ bir sopadır. Döven dö-
nerken, kağnı kullanırken, çift sürerken hayvanları yö-
netmek için kullanılır.
Pulluk: Çift sürmek için kullanılan demirden ya-
pılmıĢ bir araçtır. Öküzlerle veya atlarla çekilir. Toprağı
yırtan pulluk ucu 30 cm kadar toprağa batar.
Kara saban: Ökçe, kılıç ve ok olmak üzere üç
parçadan oluĢan ve çift sürmede kullanılan L Ģeklindeki
ilkel toprağı sürme aracıdır.
Ökçenin ucuna demir takılır. Bu demire kılıç de-
nir. Toprağı biraz daha geniĢletmek, çiziyi açmak için
ökçenin demire bitiĢik ve yere batan kısmına sağlı sollu
iki ağaç kulak takılmıĢtır. Saban okunun ucu, bir egeften
geçirilerek üzerindeki bir deliğe bir zelve sokularak bo-
yunduruğa bağlanır.
45
Tahra: Demirden yapılmıĢ, satıra çok benzeyen
özel bir kesme aracıdır. Odun kesmede, ağaç budamada
kullanılır. Çok iĢlevli bir araçtır.
Balta: Bir yanı yatay, diğer ucu dikey olarak de-
mirden yapılmıĢ, hem kazma hem de kesme iĢi yapan,
tahta saplı bir araçtır. Özellikle kök odununa gidildiğinde
balta kullanılır.
Nacak: Odun veya ağaç kesmek için kullanılan
bir araçtır.
Tırpan (Kosa) : Kılıç Ģeklinde bir bucuk metre
kadar çelikten yapılmıĢ ekin biçme aletidir. Ağaç bir sapa
takılır. Tırpan ekin biçmede kolaylık sağlar. Yalnız tır-
panı herkes kullanamaz. Tırpan kullanmak özel bir beceri
gerektirir. Ekinin köküne yakın yerinden hemen toprağın
hizasından biçilmesi, ayrıca baĢakların da dökülmemesi
gerekmektedir. Ayrıca biçilen ekinlerin düzgün deste
haline getirilmesi, destelerin toplanmasında kolaylık sağ-
lar. Ġlkbaharda taze ot biçmek için de kullanılır. Ekin
veya ot biçme iĢine baĢlamadan önce tırpanın iyice
bileyilenmesi gerekmektedir.
Bileyi taĢı: Sert siyah bir taĢtır. Çevredeki dağ-
lardan temin edilir. Balta, nacak, bıçak gibi aletlerin yüz-
lerinin bileyilenmesi için kullanılır. Yüzü keskinleĢtirile-
cek araç bu taĢa, uygun bir açıyla sürtülür. Büyük bileyi
taĢı olduğu gibi tırpanlar için de küçük bileyi taĢları var-
dır.
Orak: 10 cm kadar ağaçtan sapı olan, yarım ay
Ģeklinde ekin biçmeye yarayan bir tarım aracıdır. Büyü-
ğüne “goca orak” denir.
Burgu: Direk, dilme, tahta gibi ağaç yüzeylerde
delik açmaya yarayan bir araçtır. Küçükleri olduğu gibi
46
büyükleri de bulunmaktadır. Tarım araçlarının yapımında
da kullanılır.
Bel: Demirden kürek Ģeklinde yapılmıĢ olup ucu
sivridir.Genellikle toprağı bellemede kullanılır. Belin bir
buçuk metre kadar ağaç sapı vardır. Bu sapın bele takıl-
dığı yerde baskısı bulunur. Baskı ağaçtan yapılmıĢ ortası
delikli takoz Ģeklinde bir parçadır. Bel sabanın giremedi-
ği yerlerde toprağın bellenmesini sağlar.
Çığ: Saman veya ot taĢınacağı zaman kağnının
etrafına çekilen ağaç dallarının veya kargıların yan yana
dizilip, iple örülerek yapılan bir çeĢit perdedir. Yüksekli-
ği iki metre kadardır.
Semer: At, eĢek, katır gibi hayvanların sırtına
vurulan, üzerine yük taĢımaya yarayan veya eĢeğe binil-
dikten sonra üzerine oturulan , iskeleti ağaçtan yapılan
araçtır. Kasabada, semerle ilgili olarak: “Sen eĢek olduk-
tan sonura sırtına seme vuran çok olur.” atasözü söy-
lenmektedir.
Sikke: 30 cm uzunluğunda, ucunda halkası bulu-
nan büyük çivi. Hayvanların tarlada, merada bağlandıkla-
rı araç olarak kullanılırdı. Ağaçtan olanına hayvan kazı-
ğı denir.
ACI ALIN TERĠ TÜTÜN
Tütün 1940‟lı yıllardan önce kasabada tarımı
yaygın olarak yapılmayan bir üründü. Bazı aileler iç tü-
ketim olarak tütün ekerlerdi. 1940‟lı yıllardan sonra ta-
rımı yaygınlaĢmaya baĢlamıĢ, 1960‟tan sonra kasabanın
tek geçim kaynağı haline gelmiĢtir.
Tütün Enstitüsü tarafından 1941 yılında, Denizli
Aydın grubuna 64 numaralı saf soy tütün tohumu dağı-
47
tılmıĢ ve bu tütün çeĢidinin ekimi ve dikimi yıllarca ya-
pılmıĢtır. Bu tütün türü; bir metre kadar uzayabilen, geniĢ
ve enli yapraklıydı. Bu tütünün yaprakları kurutulunca
altın sarısı bir renk alıyordu. Randıman olarak biraz daha
düĢüktü. Daha sonraki yıllarda ekonomik değeri fazla
olan, sık ve küçük yapraklı, boyu en fazla yarım metreye
kadar ulaĢabilen “çıtır” tütün ekilmeye baĢlandı.
2000 yılından sonra yörede, tütün ekimine kota
uygulamasıyla çiftçi alternatif ürünlere yönelmiĢtir.
Kasabada tüccarlar tarafından aranan ve talep
edilen, ihraç kabiliyeti yüksek Ġzmir menĢeli kaliteli tü-
tünler üretilmektedir. Nikotin oranı düĢük, tatlı içimli,
kokulu tütünler olan Ege bölgesi tütünleri; baĢka bölge-
lerde yetiĢtirilen sert karakterli tütünlerin sertliğini
azaltmak, yavan içimli tütünleri tatlılaĢtırmak ve nötr
harmanlara koku vermek için aranmaktadır. Ayrıca; sos
(katkı maddeleri) emiciliği iyi, blend sigara harmanları-
nın vazgeçilmez elemanı olduğu için yabancı sigara üre-
ticilerince tercih edilmektedir. Günümüzde diğer tütün
harmanlamalarında kullanma oranı hayli azaltılmıĢ ol-
masına rağmen aranan tip olma özelliğini hâlâ korumak-
tadır.
Tütün YetiĢtiriciliği:
Tütün, fide halinde iken çok nazik bir bitkidir.
Öyle çabucak yetiĢmez. Bunun için hayli uğraĢmak,
emek harcamak, sabretmek gerekmektedir.
Sonbaharda toplanan kaliteli tütün tohumları,
Ģubat ayının sonlarına doğru bez bir torbaya (keseye)
bir iki kilogram kadar konur. Bu torba odadaki sobanın
veya ocağın bir kenarına asılır ve günde birkaç kez ıslatı-
lır. Tohumlar uygun sıcaklığı bulduğunda bir hafta için-
de çatlayıp, çimlenmeye baĢlar.
48
Tohumlar çimlenirken tütün yastıkları (Yöredeki
adı tütün ocaklarıdır.) hazırlanır. Bunun için önce bol
güneĢ alabilen, orta geçirgen topraklı bir yer seçilir. Seçi-
len yer evlerin bahçeleri olabileceği gibi sulama imkanı
olan yakın tarlalar da olabilir. Önemli olan gidip gelmeye
yakın olmasıdır. “Tütün ocaklarının” eni 60-80 cm, boyu
da 3 metreden 10 metreye kadar çıkabilmektedir.
Ocak yerinin seçiminden sonra yastık toprağı ola-
rak 1/3 iyi vasıflı elenmiĢ bahçe toprağı, 1/3 nispetinde
yanmıĢ ve elenmiĢ hayvan gübresi, 1/3 nispetinde de kül,
kum vb karıĢımı hazırlanır. Buna harç denir. Ocağın üze-
ri, en az 20 cm olacak Ģekilde bu harçla doldurulur ve
düzeltilerek tohumların ekilebileceği hale getirilir. Ġhtiyaç
duyulursa hastalık ve zararlılara karĢı ön ilaçlama yapılır.
Yastık hazırlandıktan sonra sulanarak bir kaç gün
oturması beklenir. Oturma tamamlandıktan sonra çatla-
mıĢ ve çimlenmiĢ olan tütün tohumları külle karıĢtırılıp
elle serpiĢtirilerek ekilir. Ekilen tohumların üzeri 1-2 cm
kadar “kapak” tabir edilen ince harçla örtülür. Ekim iĢi
bitince “tütün ocağının” üzeri fidelerin sıcaktan ve so-
ğuktan korunması için naylon örtülerle sera Ģeklinde ör-
tülür. Birkaç gün sonra - havalar iyi oldukça her gün-
fidelerin havalanması için güneye bakan kısmı açılır.
Fidelerin sağlıklı olarak geliĢmesi için, gün aĢırı
sulanması ve içindeki yabanî otların ayıklaması gerekir.
Tütün fideleri büyüdükçe birkaç haftaya bir kapak tabir
edilen gübreli toprak verilir. Fidelerin sağlıklı geliĢmesi,
tarlaya ĢaĢırtıldığında tutma oranın yüksek olması için
her türlü çaba gösterilir. Bu dönemde çiftçi, kendi çocu-
ğuna bile tütün fidesi kadar özen göstermez. Çünkü kendi
fidesini yetiĢtiremezse baĢkalarından parayla fide almak
zorunda kalacaktır. Tütün dikim mevsiminde fide bul-
49
mak çok zordur. Üstelik bu dönemde fiyatı da hayli yük-
selir.
Fidelerin olgunlaĢması beklenirken tütün tarlası-
nın hazırlanmasına baĢlanır. Tarla nisan ayının baĢlarında
en az iki kat sürülür ve düzeltilir.
Fideler, olgunlaĢıp iklim ve toprak koĢulları uy-
gun hale gelince dikime baĢlanır. Yöremizde 15 Nisan ile
20 Mayıs arasında dikim yapılır. Bu aralıkta dikilen fide-
lerin tutma oranı çok yüksektir. Ayrıca tütün fidesi de
sağlıklı ve hızlı bir geliĢim gösterir.
Fide dikimi, 1990 yıllarına kadar elle yapılmak-
taydı. Daha sonraları “tütün dikme makineleri” çıkmıĢ ve
dikim büyük oranda makinelerle yapılmaya baĢlanmıĢtır.
Elle dikim, adeta törensel bir havada gerçekleĢir.
Sabahleyin erkenden “tütün ocağı”ndaki olgunlaĢmıĢ
fideler elle, tek tek itina ile sökülür ve düzgün bir Ģekilde
demetlenir. Demetler “selelere” yerleĢtirilir. Sele ince
söğüt dallarından veya kargıdan yapılmıĢ yuvarlak küfe-
lerdir. Ocaktan sökülen fidelerin kurumaması için sık sık
üzerlerine su serpilir. Fide söküm iĢi bitince vakit geçi-
rilmeden tarlaya gidilir. Güçlü kuvvetli erkekler önce
“tütün karıkları” açarlar. Karıklar en az iki, en çok dört
metre uzunluğundadır. Bu uzunluğa “salma” denir. Ka-
rıklar “karık çapası” denilen bir çapa ile açılır ve geniĢ-
liği bu çapanın ağzı kadar yani en çok 20 cm ile 30 cm
arasında değiĢir. Açılan karıklardaki toprağın tavı kaç-
madan tütün dikimine baĢlanır.
Fideler 7 ile 10 cm arasında “gazık” (fide kazığı)
ile dikilir. Kazığın boyu 15 cm kadardır. Kuvvetlice top-
rağa saplanır ve çekilir. Bu sırada diğer elle tütün fidesi
bu deliğe ustaca itilir. Sonra yan baskı ile kökü sıkıĢtırı-
50
lır. Dikilen fidelerin tutması için kazığın çok iyi kulla-
nılması, dibinin sıkıĢtırılması ve can suyunun verilmesi
gerekir. Usta karık çekicilerle usta tütün dikicilerin değe-
ri bu zamanlarda ortaya çıkar. Bunlar aranan iĢçilerdir.
Gerçi kasabada küçük üreticiler tütünü kendi aileleriyle
dikip, dikici parası vermemeyi tercih ederler. Bu amaçla
bazen kendi aralarında yardımlaĢma yaparlar. Tütünden
daha çok para kazanmak için onlarca dönüm tütün dik-
mek isteyenler ise komĢu köylerden “ameleler” (iĢçiler)
getirirler.
Tütün dikiminden birkaç gün sonra tarla gözden
geçirilir. Fidelerin tutma oranı azsa “aĢılama” yapılır.
AĢılama karıkların boĢ olan yerlerine yeniden fide dik-
mek demektir.
Makineli dikim ise bu iĢte ustalaĢmıĢ iĢçiler eliyle
yapılmaktadır. Makine bir traktör tarafından çekilir. Ka-
rık açma, fideyi dikme iĢini makine yapar. Makinenin
arkasındaki oturaklara oturan iĢçiler düzenli bir Ģekilde
fide verirler.
Dikim sık veya seyrek olmak üzere iki türlüdür.
Sık dikimde fidanların boyu daha kısa olur. Seyrek di-
kimde ise fidanlar daha boylu ve iri yapraklıdır. Tütünde
tercih edilen yaprak türü küçük olandır.
Tütün dikimi bittikten, fidelerin boyu bir karıĢ
kadar olduktan sonra birinci çapa yapılır. Bu çapada fi-
delerin dipleri doldurulur ve yabani otlar ayıklanır. Ġkinci
çapada ise karık sırtları düzleĢtirilerek genç fidanların
dipleri iyice toprakla doldurulur. Çapalardan sonra “mavi
küf” hastalığına karĢı ilaçlama yapılır. En çok kullanılan
zehir “folidol”dur. Sonra kasabadaki adıyla “Tomoron”
kullanılır.
51
Çapalar bittikten ve fideler büyüdükten sonra tü-
tün fidanlarının diplerindeki ilk yapraklar olgunlaĢarak
sararmaya baĢlar. Buna dip denir ve bu olgun yaprakların
toplanmasına “tütün kırma” denir. Önce birinci el deni-
len dip yapraklar toplanır. Sonra ikinci el olan “ana”ya
geçilir. Ana yapraklar en kaliteli yapraklardır. Anadan
sonra “uç altı” gelir. Son olarak da “uç” yapraklar top-
lanır. Dip ve uç yapraklar genelde kalitesizdir. Bazen dip
yapraklar toplanarak atılır. Uçlara baĢak da denir. Bu
yapraklar kaliteli olmamalarına rağmen daha fazla ürün
elde etmek için kaliteli yaprakların arasına karıĢtırılır.
“Tütün kırma”, tabir edilen tütün yapraklarının
toplanması iĢi gece yapılır. Tütün yapraklarının toplan-
masına baĢladığında artık uykusuz geceler de baĢlamıĢ-
tır. Her gece saat bir sıralarında yataktan kalkılıp uykulu
gözlerle tarlaya gidilir. Tarlada lüks lambaları yakılır
Herkes bir karığın baĢına geçerek olgun yaprakları top-
lamaya baĢlar. Toplanacak yaprak sayısı bellidir. Usta
eller ne kadar yaprak toplanacağını bilir. OlgunlaĢmamıĢ
yapraklar toplanmaz. Yapraklar ustaca fidanın gövdesin-
den sıyrıldıktan sonra damarları bir birinin üstüne gele-
cek Ģekilde düzgünce avuçta biriktirilir. Avucun alama-
yacağı kadar yaprak toplandıktan sonra dağılmaması için
iki fidan arasına sıkıĢtırılır. Buna “tapa” denir. Tapayı
genelde tütün kırmasını beceremeyen çocuklar veya
yaĢlılar toplarlar. Tapalar bozulmadan düzgünce selelere
yerleĢtirilir. Gecenin serinliğinde yapraklar taze ve diri
olur. Usta tütün kırıcılar yaprakları toplarken fidanların
gövdesini yaralamazlar. Gün doğduktan ve hava ısındık-
tan sonra yapraklar yumuĢar ve koparılması zorlaĢır. Tü-
tün yaprakları “kolalıdır.” Kola acıdır. Tütün toplayanın
eline yapıĢır. Kolalı elle hiçbir Ģey yenmez.
52
KuĢluk vaktine kadar toplanan yapraklar at araba-
sıyla, kağnıyla veya yük hayvanlarıyla eve getirilir. Eller
yıkanır. KuĢluk yemeği yenir ve kısa bir uykudan sonra
bu kez toplanan yapraklar “tütün iğnesine” dizilir.Tütün
iğneleri yarım metre uzunlunda, bir ucu sivri yarım cm
kadar enlilikte yassı demirden yapılmıĢtır. Arkasında ip
deliği vardır. Tütün yaprakları, sap kısmındaki kalın da-
marlarından tek tek iğneye dizilir. Yaprakla dolan iğne
daha sonra 3 metre kadar uzunluktaki tütün ipine sağılır.
Böylece tütün dizisi meydana gelir. Bu diziler,
“gırmandalı” adındaki tütün yapraklarının kurutulduğu
ağaç beĢiğe asılarak kurumaya bırakılır. Tütün yaprakla-
rının gölgelikli bir yerde kurutulması esastır. Ġyice kuru-
yan diziler bir odada düzgün bir Ģekilde toplanır. Sonba-
harda da özel bir tütün baskı makinesiyle tütün balyaları
haline getirilir.
Tütün en az on beĢ aylık bir çalıĢma gerektirir.
Yıl on iki aydır. Tütün ise bir yıla sığmayan alın teridir.
Balyalanan tütünler tütün eksperleri tarafından ye-
rinde incelenerek randımanı belirlenirdi. Kasabalı tütü-
nüne en iyi fiyatı veren Ģirkete satar. En sağlam alıcı Te-
kel‟dir. Çünkü Tekel, aldığı ürünün parasını zamanında
verir. Tüccarın ne yapacağı ise belli olmaz.
Tütün zirai ilaçları, araç ve gereçleri kasabaya
soktu. En kuvvetli tarımsal zehirler kullanılmaya baĢlan-
dı. GeliĢi güzel ve kontrolsüz atılan zehirli ilaçlardan
onlarca insan öldü. Hayvanlar zarar gördü. Kerkenezler,
leylekler, kartallar, Ģahinler yok oldu.
53
EKĠN BĠÇME
Ekinler (arpa, buğday) kuruduktan sonra en kısa
sürede biçilmesi gerekmektedir. Çünkü kuruyan ve gev-
reyen ekinler her türlü tehlikeye açıktır. Her an bir yangın
çıkabilir. Özellikle zamansız yağacak yağmurlardan zarar
görebilir. Yaz fırtınalarından baĢakları kırabilir. Ayrıca
bu mevsimde çobanlar koyun sürülerini otlatabilecekleri
alan sıkıntısı çekerler. Ekinlerin arasındaki nadasa bıra-
kılmıĢ tarlalarda bolca ot da bulunmaktadır. Bu yüzden
geceleri gizlice buralara sürülerini sokarlar. Bu sırada
çevredeki kurumuĢ ekinlere zarar verirler. Kır bekçileri
her gün çobanları sıkı bir takibe alırlar. Ekin tarlalarında
yakaladıkları çobanların birkaç koyununa el koyarak köy
damına hapsederler. Sonra muhtarlıkça verdikleri zarar
belirlenir ve para cezasına çarptırılırlar. Para cezasını
ödemeyen çobanın koyunu veya keçisi kendisine veril-
mez.
Ekin biçme zamanında daha çok iĢçiye ihtiyaç
vardır. Bu yüzden ailede eli orak tutan herkes iĢ baĢı
yapar. Arpa çabuk kurur ve gevrer. Zamanında biçilmez-
se baĢakları hemen kırılmaya baĢlar. Arpanın biçilmesi
de yere düĢen baĢakların toplanması da ayrı bir dert olur.
Arpa orağına (arpanın biçilmesine) sabahleyin erken-
den baĢlamak gerekmektedir. Amele tutmak para ödemek
demektir. Köylü her iĢi kendisi ve ailesiyle birlikte ücret-
siz olarak yapmayı seçer. Çünkü iĢçiye verecek parası
yoktur. Bu dönemde imece de yapılamaz. Çünkü arpala-
rın hepsi aynı zamanda kurur. Bu yüzden arpa orağında
her aile kendi baĢının çaresine bakar. Buğdayda imece
54
yapılabilir. Arpanın orağa geldiğinde nohut da kurur. Bu
yüzden iĢ çoğalır.
Arpa orağından itibaren bütün aile sabah nama-
zında kalkıp, yiyecek ve içeceklerini eĢeğe yükledikleri
gibi soluğu tarlalarda alırlar. Tarlaya varınca ilk iĢ bir
ağaç gölgesi bulmak olur. EĢeğin yükü bu ağacın altına
indirilir. Küçük çocuk varsa salıncak kurulur. Ağacın
etrafında ekin varsa hemen biçilerek oturulacak bir alan
açılır. Hayvanlar da otlamaları için yakınlardaki nadasa
(geng) bırakılmıĢ veya ekini biçilmiĢ bir tarlaya götürü-
lüp “çakılır” ( bağlanır). Hayvan çakma; At, eĢek gibi
yük taĢıyan hayvanın otlayabileceği uzunluktaki bir ur-
ganla ön sağ ayağının tırnağa yakın bölümünden bağlan-
ması ve urganın ucunun yere çakılan bir kazığa bağlan-
masıdır. Koyun, keçi, öküz ve inekler boyunlarından bağ-
lanırlar. Böylece hayvan hem çevresindeki ekili tarlalara
zarar vermez hem de kaçıp gitmez.
Ekin, baĢakların eğrildiği yönün tersinden biçilir.
Bunun için tarlanın uygun bir kısmandan eğnele durulur.
Eğnel; ekin biçenlerin önlerindeki alandır. Bir kiĢi yak-
laĢık iki metre kadar bir alanı biçerek gider. Üç kiĢi varsa
yaklaĢık altı metrelik bir alana bir eğnel denir. Eğnelin
geniĢliği ekin biçen insan sayısıyla orantılıdır.
Arpa, buğday, nohut, çavdar, burçak ve yulaf ge-
nelde orakla biçilir. Orak sağ ele alınıp sapından tutulur.
Sol elle de bir tutam kurumuĢ arpa tutulur ve orak arpa-
nın köküne doğru indirilerek çekilir. Arpa saplarının kök-
leri, toprakla birlikte gelirse orağın tersiyle köke vurula-
rak toprağının dökülmesi sağlanır. Biçilen ekinler kökleri
bir tarafa baĢakları bir tarafa gelecek Ģeklide düzgünce
deste yapılır. Deste, bir insanın kucağıyla kucaklayıp,
kaldırabileceği kadar olan sap miktarıdır. Eğnel tarlanın
55
baĢından sonuna kadar uzanır. Sabah erkenden durulan
eğnel biraz geniĢ olur. KuĢluğa kadar ancak biter. KuĢ-
luk vakti de kuĢluk ekmeği (kuĢluk yemeği) yenir. Ye-
mekten sonra dinlenilmeden ikinci eğnele baĢlanır. Amaç
öğlenin sıcağı bastırmadan bir eğnel daha çıkmaktır. Öğ-
le olunca bir saat kadar mola verilir.
Çocuklardan birisi en yakın kuyuya giderek soğuk
su getirir. Çünkü sabahleyin gelen su ısınmıĢtır. Ġsteyen
yatıp uyur. Öğleden sonra bir eğnel daha çıkılır ve ikindi
ekmeği yenir. Yemekten sonra bir eğnel daha çıkılarak
ekin biçmeye son verilir. Desteler toplanmaya baĢlar.
Desteler kucaklanarak tarlanın ortasında daire Ģeklinde
oluĢturulan gümüllere taĢınır. Destelerin sapları dıĢarıya,
baĢakları içeriye gelmek üzere daire Ģeklinde bir yere
toplanmasına gümül denir. Biçilen saplar harmana taĢı-
nıncaya kadar tarlada bu Ģekilde korunur. Gümülün yük-
sekliği bir insan boyunu geçmez. Çapları iki üç metre
kadardır.
HARMAN
Ekinlerin hepsi biçildikten sonra tarladaki ürünler
harman yerine çekilmeye baĢlanır. Bunun için kağnı veya
at arabası kullanılır. Her ailenin çayırda bir harman yeri
vardır. Kimse baĢkasının yerine harman atmaz. Çünkü
Kasabanın etrafında herkese yetecek kadar harman yeri
mevcuttur.
Sap çekme iĢi en az iki kiĢi tarafından yapılır.
Sapları harmana taĢımak için tarlaya gidildiğinde kağnı
önce gümülün kenarına yanaĢtırılır. Bir kiĢi kağnıya çı-
kar. Elinde orak vardır. Ġkinci kiĢi gümülden çatalla al-
dığı sapları yere dökmeden dikkatli bir Ģekilde kağnının
üzerindeki kiĢiye verir. Kağnının üzerindeki genellikle
56
kadındır. Bu sapları dengeli bir Ģekilde kağnın üzerine
yerleĢtirir. Sövenlerin hizasına kadar, yaklaĢık iki metre
yüksekliğine eriĢildiğinde sapların yolda akmaması veya
dökülmemesi için urganla sıkıca bağlanır ve yola çıkılır.
Harman yerine gelince de dirgenle kağnı boĢaltılır.
Arpa, buğday, nohut, fiğ, burçak, çavdar harman-
ları ayrı ayrıdır. Bir ailenin harman yerinde yan yana bir
çok harmanı olur. Harmanların yanına bir çardak kurulur.
Harmanın taĢınması, dövülmesi, savrulması ve eve ta-
Ģınması iĢleri yaklaĢık bir-bir buçuk ay süreceğinden ai-
lenin yaĢlıları harman yerine taĢınırlar.
Harman dövme iĢine en kolay dövülen arpadan
baĢlanır. Sırasıyla nohut ve en sonunda da buğday sapları
dövülür.
Traktör, ekin biçme makinesi ve patoz gibi araç-
lar çiftçinin hayatına girince harman iĢi hayli kolaylaĢmıĢ
ve harman yerindeki iĢler bir iki haftaya inmiĢtir. Son
yıllarda tarlalara giren biçerdöverler ise harmanı ortadan
kaldırmıĢtır. Artık ürün tarlada biçilmekte ve eve aynı
gün gelmektedir. Saman ise özel makinelerle toplanmak-
ta, balya haline getirilmektedir.
Harman dövenle dövülür. Sapları daha sert olan
buğday da ise dövenin yanı sıra beĢ altı inek, öküz veya
eĢek arka arkaya bağlanarak “çatma” yapılır. Saatlerce
hayvanlar sapları ayaklarıyla ezmeye çalıĢırlar.
Tüm saplar dövülüp saman haline gelince tınaz
yapılır. Tınaz üçgen prizma Ģeklindedir. Harman savurma
da imece yapılır.
Harmanın savrulacağı gün evin kadınları katmer,
piĢi, lokum hazırlarlar; tavuklu pilav piĢirirler. Harman
yerine üzüm, kavun, karpuz armut gibi meyveler getirilir.
Soğuk sular hazırlanır.
57
Hısım akrabanın güçlü kuvvetli ve harman sa-
vurmada uzmanlaĢmıĢ erkekleri, kuzeyden orta kararda
esen ikindi rüzgarını sağlarına alarak tınazı savurmaya
baĢlarlar. En usta olan ve taneleri samana kaptırmayan
kiĢi tınazla saman arasındaki kritik yerde durur ve sa-
vurma iĢini idare eder. Harman yabalarla savrulur. Har-
man savurmanın özel bir tekniği vardır. Tanelerin samana
karıĢmaması gerekmektedir. Tınazın büyüklüğüne göre
savurma iĢi saatlerce sürer. Karanlık çökmeden önce de
bitirilir. Her gün bir veya iki tınaz savrulur.
Tınaz çeç (tane) ve saman olarak ikiye ayrılır.
Ailenin bir kısmı beĢ altı metre uzaklığa kadar uçmuĢ
samanları toplarken bazıları da çeçdeki taneleri kalburla
eleyerek içindeki taĢ ve toprağı ayıklayıp çuvallara dol-
dururlar. Vakit erkense çuvallar kağnıyla evdeki ambara
taĢınır.
Saman çekmek için de kağnının etrafına çığ geri-
lir. Saman çekmek zahmetli ve yorucu bir iĢtir. Özellik-
le saman tozu insanın hem genizine kaçar hem de derisini
yakar. Üstelik sürekli de kaĢındırır. Rüzgarlı havalarda
saman çekmek zordur. Saman yine iki kiĢi tarafından
arabaya veya kağnıya yerleĢtirilir. Birinci kiĢi koca yaba
ile samanı çığın üzerinden kağnıya atarken, kağnının üze-
rindeki kiĢi de elindeki küçük yaba ile bu samanı kağnı-
nın üzerine dengeli olarak dağıtır ve ayaklarıyla da sıkıĢ-
tırır.
Eve gelen saman önce saman damının deliğinin
önüne dökülür. Kağnı tekrar saman almaya giderken bir
kiĢi de elindeki büyük yaba ile samanı damın deliğinden
içeriye atar. Ġçerde bulunan kiĢi de, bu samanı damın
içine dağıtarak düzgünce yerleĢtirir
58
BaĢak toplama: Tarlalarda kalan, kağnı ve at
arabalarından yol kenarlarına dökülen ve tarla sahiplerin-
ce toplanmayarak kurda kuĢa terk edilen buğday baĢak-
ları ile nohut taneleri bazı yoksul ailelerce toplanır. Buna
baĢak toplama denir. BaĢak toplamak için tarlada sahibi-
nin iĢine yarayacak hiçbir ürünün kalmaması gerekir.
tarla sahibinin ürünü tarlada iken toplanan her Ģey hırsız-
lık sayılır. Kasabada hırsızlık olayları çok nadir görülür.
Bazen Apa ve Kırca köylerine kuru soğan baĢa-
ğına gidilirdi.
Devetabanı toplama: Çocukların sonbahar ve
ilkbahar aylarındaki en önemli eğlencelerinden birisi de
devetabanı toplamaktır. Devetabanı kırlarda yetiĢen mavi
küçük çiçekler açan mevsimlik bir bitkidir
Tarlalarda yabanî olarak bulunan bu bitkinin
yumrularını en çok köstebekler toplayarak bir yuvada
biriktirir. Köylüler tarlalarını ekerken veya nadas ederken
çocuklar da çift sürenlerin arkasından devetabanı yumru-
su toplarlar. Pulluk köstebek yuvasını sürünce çocuklar
hazine bulmuĢ gibi sevinirler. ġanslı iseler yarım kilog-
rama yakın yumru bulacaklardır. Bunlar toplanarak yıka-
nır ve tavada nohut kavrulur gibi kavrularak yenir.
Pancar toplama: Sonbaharda yörede ekilen pan-
carlar söküldükten sonra kamyonlarla Burdur ġeker Fab-
rikasına taĢınır. Kamyonların üstü brandasız olduğundan
yolda giderlerken üzerlerinden birkaç tane Ģeker pancarı
yola dökülür. Sonbaharda bazı yaĢlı kadınlarla çocuklar
kamyonların Ģeker pancarı çekmeye baĢladığı günlerde
yol kenarlarına giderek dökülen bu pancarları toplarlar.
Toplanan bu pancarlar kıĢın yenmek üzere avluya açılan
bir kuyuya doldurularak üzeri toprakla örtülür. KıĢın bu
pancarlar ya haĢlanarak ya da ateĢte kızartılarak afiyetle
59
yenir. Pancar közlemesi veya pancar haĢlaması yörede
sevilen bir yiyecektir.
YABAN HAYATI
Acıpayam Ovası 1950‟li yıllara kadar göçmen
kuĢların uğrak yeri ve dinlenme alanıydı. Ġlkbaharda ve
sonbahardı binlerce kuĢ bataklık alanları doldururdu.
Bataklık alanların kurutulması, kanalların açılmasıyla
kuĢ türlerinde büyük bir azalma olmuĢtur.
Ovada bilimsel olarak tespiti yapılan kuĢ türleri
Ģöyledir: Ak leylek, karga, alaca karga, Ģahin, kartal,
kumru, üveyik, yabanî güvercin, karatavuk, serçe, ağaç-
kakan, BaykuĢ, saka ve bülbül.
Tilki, tavĢan, çakal, sincap, köstebek, tarla faresi
ovada yaĢayan memeli hayvanlardır.
Kaplumbağa, kurbağa, kertenkele, zehirsiz yılan-
lar sıklıkla görülürler. Zehirli yılanlar yok denecek kadar
azdır.
Kasabada kara avcılığı pek yapılmaz.
-Hayvanlara eziyet etmek günahtır.
-Kumru kuĢu kutsaldır. Eti kesinlikle yenmez.
Haramdır.
-Güvercin güzel ve sevimli hayvandır. Mübarek
olarak görülür.
-Su içene yılan bile dokunmaz.
-KuĢ yuvası bozmak günahtır.
-Yavru kuĢlara zarar vermek, onlara eziyet etmek,
yuvasından almak günahtır.
-1970‟li yıllardan önce erkek çocuklar karga yav-
rularını eğitip büyütmek için yuvasından alırlardı. Bu
yavrulara böcek toplanıp yedirilir, su içirilirdi. KonuĢma
60
öğreteceğiz diye epeyce uğraĢırlardı. Zavallı yavru kuĢlar
birkaç gün içinde ölürdü. Bu yavru kuĢun sahibi olan
çocuk ise çok üzülürdü.
-Yılan ve baykuĢ uğursuz hayvandır.
“Elin kedisi geme tutmayacağı” için her evde
bir kedi beslenir. Kedinin görevi evi farelerden korumak,
ayrıca yılan çıyan gibi sürüngenleri de avlamaktı.
Köpek her evde beslenen vazgeçilmez hayvandır.
Her zaman da hatırı sayılırdı.
KÖY SIĞIRI
1990‟lı yılların sonuna kadar her ailenin eĢeği,
ineği, koyunu mutlaka vardı. Çünkü tarımsal yaĢamda bu
hayvanlar olmazsa olmazlardandı.
Özellikle yüzyıllardır yetiĢtirilen kara sığır tabir
edilen inekler hemen hemen her iĢte kullanılırdı. Çift
sürer, kağnı çeker, harman döver, buzağılar, süt verir,
gübreleri bile iĢe yarardı. Çünkü gübreleri kıĢın yakacak
olurken aynı zamanda gübre olarak kullanılırdı. Kısaca
inekler binlerce yıldır köylünün dostu ve en önemli yar-
dımcısıydı. Her yıl buzağılayan ineğin erkek buzağıları
satılarak eve gelir getirir, diĢi olanları ise gelecekte anne-
lerinin yerini alırlar. Öküzü birkaç aile tarım iĢlerinde
kullanırdı.
Bazı aileler inek veya öküz yerine çift-çubuk iĢ-
lerinde gücünden daha çok yararlanılan mandayı tercih
ederlerdi. Mandanın sütü daha çok ve yağlı olduğu için
kaymağıyla da meĢhurdu.
Koyun genellikle etinden, yapağısından ve sütün-
den yararlanılan hayvandı. Her ailenin birkaç tane koyu-
nu bulunurdu. Köylü kurbanlığa para vermez, kurbanlığı
her yıl kendisi yetiĢtirirdi.
61
Keçiyi daha çok çobanlık yapan bir iki aile yetiĢ-
tirirdi. YetiĢtirilen keçilerin sütünden peynir veya yoğurt
yapılırdı.
Köylünün en kıymetli malı hayvanlarıdır. Bu
yüzden her zaman önce hayvanını düĢünür. Otunu, sama-
nını, yemini ihmal etmez. Atlar, beygirler, inekler ve
öküzler sürekli tımar edilir. Hastalandıklarında tedavileri
yapılır. Hayvanın diĢisi makbuldür. DiĢi hayvan her yıl
bir yavru verdiğinden aile bütçesine katkıda bulunur.
Ġnek, manda (camız), beygir gibi hayvanların iĢle-
ri olmadığı zamanlarda ve kıĢın evde bağlı kalıp ot, sa-
man tüketmemeleri için güdülmeleri gerekmekteydi. Her
evde hayvanları merada güdecek insan olmadığından
ortaklaĢa olarak bir sığırtmaç tutulurdu. Bu sığırtmaç
her sabah hayvanları sığır ereği (hayvanların toplandığı
alan)nden alır ve otlatmaya götürür, akĢam olunca da
köye getirerek hayvanları salardı. Kasabada inek, manda
gibi hayvanların topluluğuna sığır, koyun ve keçilere de
sürü denir. Köylü her hayvanı için sığırtmaca belirli bir
ücret öder. Bu ücret yıl içinde birkaç taksitte ödendiği
gibi harman zamanı zahire olarak da verilebilirdi.
Her gün güneĢ doğarken mal sahipleri hayvanla-
rını “sığır ereği” ne götürüp sığırtmaca teslim ederler,
akĢamüzeri de sığır dağılırken yolda hayvanlarını karĢı-
layarak evlerine getirmekle zorunluydular. Sığırtmaç
sığır ereğinden aldığı hayvanı akĢamüzeri yine aynı yerde
dağıtmaktan sorumluydu. Zaten hayvanların çoğu evle-
rinin, ahırlarının yolunu bildiklerinden sahipleri onları
karĢılamasa bile kendiliğinden evlerine gelirlerdi.
Koyunlar için de ortaklaĢa çoban tutulurdu. Ko-
yunlar yazın dağdaki ağılda kalırlar sadece sütleri sağıla-
cağı zaman çayıra indirilirdi. KıĢın ise inekler gibi her
62
gün koyun sürüsüne katılır, akĢamları da eve gelirdi. Bu
yüzden kıĢın yem ve saman tüketimi artardı..
Öküzler, eĢekler, atlar ve buzağılar sığıra katıl-
mazdı.
Her evde hayvan damı vardı. Koyunlar ve keçiler
için dam yapılmazdı. Onlar hayvan damında yer varsa
orada, yoksa balkonların altında veya ot damında barı-
nırlardı. Hayvan damının yanında da mutlaka bir saman
damı bulunurdu.
ÖLÇÜLER VE TARTILAR
Osmanlı Döneminde yöremizde resmî ölçülerden
baĢka yerel ölçüler de kullanılmıĢtır. Bu ölçüler Ģöyledir:
Uzunluk ölçüleri: ArĢın 50 cm, mimar arĢını 76
cm‟dir.
Ağırlık Ölçüleri: Okka 1 kg. Dirhem 3 gr. Bat-
man 76 kg. Kantar ise 56 kg.‟dır.
Hacim ölçüleri: Kile 2.5 Kg. veya 3.5 Litre. Sade-
ce Acıpayam ve havalisinde kullanılan Kıl Kile 15 Ki-
logramdır.
1 Merhale 45480 m
1 Fersah 5685 m
1 Kulaç 1,89 m
1 ArĢın 68 cm
1 Endaze 65 cm
1 Urup 8,5 cm
Yüzey (Satıh) Ölçüleri (Alan):
1 Donüm : 919 m²
Buyuk Donum :2,720 m²
1 Hektar : 10,779 Dönum
1 dönüm (yeni) = 2500 m²
63
Kilesi 37 litre
Dolu (Yarım) 18,50 litre
Sinik 9,25 litre
Zaman Ölçüleri:
Zaman ölçüsü olarak güneĢ kullanılırdı. Çünkü
saat birkaç kiĢide bulunuyordu. Ayrıca köylünün çalıĢ-
ması güneĢe bağlı olduğundan zamanların tanımlanması,
iĢlerin zaman içinde planlanması da güneĢe göre olacak-
tır. Ayrıca namaz saatleri de güneĢe göre ayarlanmaktay-
dı. Bunun için de güneĢin takip edilmesi gerekiyordu.
GüneĢe göre oluĢturulan zaman aralıkları tahminiydi. Bu
zaman aralıklarını herkes bilirdi. Bu zaman aralıklarının
adları Ģöyleydi. Sabah, gün doğarken, kuĢluk, öğleye
yakın, öğle üzeri (ölen), öğleden sonra (Öleden sona),
ikindi, güneĢ batarken, akĢam (aĢam üzeri), yatsı, gece
yarısı, sabaha karĢı, Ģafak sökerken (horozların öttüğü
zaman)
64
EVLERĠMĠZ
Evlerimizin temelleri taĢtan, duvarları kerpiçten
yapılırdı. Evlerimiz 1960‟lı yıllara kadar genellikle tek
katlı idiler. Köydeki evlerin büyük çoğunluğunun üstü
toprakla örtülüydü. Kiremitli ev sayılıydı. Tek katlı ve
toprak damlı evler bu yöreye ilk yerleĢen topluluklardan
bu yana çok az geliĢtirilerek günümüze kadar gelmiĢtir.
Kasabada varlıklı ailelerin evleri genellikle iki
katlı olurdu. Ġki katlı evlere hanay ev denirdi. Hanay ev-
lerin birkaç odası bulunurdu. 1960‟lı yıllardan sonra tüm
evler iki katlı ve iki odalı olarak yapılmaya baĢlanmıĢtır.
Hanay evler iki oda altta, iki oda üstte olmak üze-
re genellikle dört odalı yapılırdı. Odaların önünde veya
arasında “tatalık” veya “soğukluk” adı verilen salon
bulunurdu. Bu salonların önü açıktı. Hanay evlerin alt
katındaki odalar ahır, saman damı, ambar, depo veya aĢ
evi olarak kullanılır; üst kattakiler aile bireylerinin oturup
kalktığı, yaĢam alanları olarak kullanılırdı. Daha sonrala-
rı hanay evlerin tahtalıkları odalar Ģeklinde çevrilmeye
baĢlanmıĢ böylece ikinci kattaki oda sayısı da artmıĢtır.
Toprak damlı bir evin üzerini örtmek için önce
duvarların üzerine kalın özler atılır, sonra bu özler çam
veya ardıç ağacından yapılan direklerle desteklenirdi.
Özlerin üzerine ince sırık veya sırıktan biraz daha kalın
koĢamalar döĢenir, koĢamaların üzerine kaba mertekler
atılırdı. Merteklerin üzerine de saz, kamıĢ veya hasır
serilerek toprakla örtülür. Toprağın üzeri de kumla kap-
lanır. Damın üzerine atılan toprağa “geren” denir. Geren
kildir. Yağmur ve kar sularını kolay kolay altına geçir-
65
mez. Yağmurlu veya karlı havalarda evin damı yuvgu
taĢı ile yuvularak dam toprağı sıkıĢtırılır. Böylece akması
önlenmiĢ olur. KıĢın dama yağan karlar kar küreği ile
mutlaka temizlenir. Temizlenmeyen kar hem evin damına
ağırlık yapar, hem de toprağı yumuĢatır. Kar alttan alta
eridiğinden bir süre sonra dambeĢ (dam baĢı) akmaya
baĢlar.
Ġlkbaharda evlerin damları papatya ve diğer yaba-
ni otlarla bahçeye dönerdi.Yeni doğan kuzuların ilk yiye-
ceği otlar, damın üzerindekiler olurdu. Ayrıca yazın tüm
köylü dambeĢlerde yatardı.
Evlerimizin tabanları da ya tahtadan veya damı
gibi topraktan yapılırdı.
Odaların toprak tabanları kırmızı toprakla sıvana-
rak güzel bir görüntü verilmeye çalıĢılırdı. Odaların du-
varları beyaz toprakla badana edilirdi. Binanın dıĢ sıvası
ise genellikle çamur sıva olurdu. Bazı evlerin dıĢ duvarla-
rının beyaz toprakla badana edildiği görülmektedir. Yö-
rede kireç ocağı olmadığından ve baĢka yerlerden de geti-
rilmediğinden kireç pek kullanılmamaktaydı.
Beyaz ve kırmızı toprak Çam yolunun üzerindeki
topraklıklardan eĢeklerle veya kağnılarla getirilir ve evde
saklanırdı. Ramazan bayramına yakın evlerde genel bir
temizlik yapılırdı. Bu temizlik sırasında odalar mutlaka
badana edilir, ev tepeden tırnağa temizlenirdi.
Odaların tabanına; ailenin ekonomik, sosyal ve
kültürel durumuna göre, kilim, halı, haba veya hasır seri-
lir. Duvar diplerine yer döĢekleri ile dayanmak için hasır
veya kamıĢ dolgulu duvar yastıkları konur. Bu yastıkların
üstleri özel bir dokuma ile kaplanarak zengin bir görü-
nüm kazandırılırdı.
66
Aileler yaz kıĢ bir odada barınırlardı.Geceleri
yatmak için yetiĢkin çocukları olanlar varsa ayrı bir oda-
yı da kullanırlardı. Bazı odalarda camlı pencereler bulu-
nurken bazı odalarda ise bu pencereler kerpiçle kapatıl-
mıĢ, önlerine perde çekilerek evin öteberisinin konduğu
dolap haline getirilmiĢtir. Bu gibi evlerde havalandırma-
nın sağlanması için güneye bakan pencerelerde küçük
delikler açılırdı. Bu delikler yaz kıĢ açık kalırdı. KıĢın
çok soğuk havalarda eski giysilerle tıkanırdı.
Pencere yerine delik kullanan tek katlı evlerin
odalarının içi loĢ ve karanlık olurdu. Odanın bir duva-
rında (ki genellikle kapının bulunduğu duvarın tam karĢı-
sındaki duvarda) ocaklık bulunurdu. Ocaklık, içinde yaz
kıĢ ateĢ yanan kerpiçten yapılmıĢ duvara gömülü vazi-
yette Ģömineye benzeyen üstü yuvarlak bir yerdir. Ġçinde
ekmek yapılan saç, sıcak su testisi ve saç ayağı bulunur-
du. Ocaklığın içindeki duvarda çıra ve kibrit (ispirte)
oyuğu vardı. Ocaklığın dıĢında ve hemen üstünde bir
tahta raf bulunurdu. Rafın iki kenarında da iki ocaklık
deliği yer alırdı. Bu deliklere düğme, iğne, ilaç kutuları
gibi eĢyalar konurdu. Rafta ise çay bardakları, kaĢıklar,
kupalar ve su bardakları sıralanırdı.
Duvarın üzerine konan ve damın ağırlığını tutan
özlerin altına direk dikilirdi (vurulurdu). Direklerin gö-
revi, duvarın üzerine binen özlerin ağırlığını taĢımaktı.
Bu direklerin aralarına da çanaklık tabir edilen kaba tah-
tadan yapılmıĢ raflar çakılırdı. Raflara çanaklar, tabaklar
ve diğer eĢyalar konurdu. Çanaklıklar ayrıca evin mutfak
araçlarının sergilendiği yerdi.
Durumu iyi olan aileler bu direklerin arasına
“yüklükler” yaptırırlardı. Yüklük yatak ve yorganların
katlanarak konduğu önü açık dolaplardır. Bu dolapların
67
bir yanında da gusül aptesinin alındığı “sineklik” tabir
edilen kapılı küçük bir banyo yer alırdı. Yüklüklerin ağaç
oyma süslemeleri dikkat çekicidir. Yüklüklerin önüne
çekilen perde oyalı ve iĢlemelidir.
Evlerimizle ilgili bazı bilgiler Ģöyledir:
Tatalık: Hanay evlerde odaların önündeki sofala-
ra verilen ad. Tatalıkların önü yaz kıĢ açıktır. Bir kena-
rında bulaĢıklık bulunur.
Soğukluk: Tatalıkların sokağa bakan kenarına
sokağa doğru çıkıntı verilerek yapılan ağaç balkon.
Hayat: Tek katlı evlerde odanın önündeki yaĢam
alanı. Hayat, yaz aylarında oda gibi kullanılırdı. Hayatın
bir duvarında dıĢ ocak vardı. Bu ocak ihtiyaç olduğunda
kullanılırdı.
DambeĢ: Evlerin toprakla kaplanmıĢ çatısı.
Yuvgu taĢı: 20-30 cm çapında, 75 ile 100 cm
uzunluğunda, 25 30 kg. ağırlığında taĢ silindir. KıĢın
dambeĢin karı küründükten sonra yuvgu taĢı ile yuvgula-
nırdı. Yoksa dam akardı.
Öz: Evlerin çatılarını tutan tomruklar. Genellikle
kalın ve çıralı çamların gövdelerinden yapılır. En az dört
beĢ metre uzunluğunda 30-40 cm çapındadır.
Pardı (koĢama da denir): Ġki özün arasına ya-
rımĢar metre aralıklarla konan 15-20 cm çapındaki çam
veya ardıç ağacı gövdeleri.
Mertek: Evin damını örten kaba tahta parçaları-
dır. Merteklerin üstü toprakla kaplanır.
Direk: Özleri tutan ağaçlar.
Sırık: Bilek kalınlığında 2-3 metre uzunluğundaki
kabukları soyulmuĢ ağaç dalları.
Dam: Hayvanların barındığı ahır.
68
Saman damı: Saman, ot gibi hayvanların yiye-
ceklerinin konduğu odalar.
Saman deliği: Harmandan eve getirilen samanın
saman damına atıldığı pencere. Saman kağnıyla veya
arabayla eve getirilip “saman deliği”nin önüne dökülür.
Bir kiĢi saman damına girer. Bir kiĢi de “gocuyaba” ile
samanı bu delikten içeriye atar. Ġçerideki kiĢi küçük yaba
ile samanı damın içine dağıtır ve çiğneyerek sıkıĢtırır.
Saman damı aynı zamanda armut elma gibi meyvelerle
kavun ve karpuzların kıĢ boyunca korunduğu yerdir. Ka-
vun ve karpuzlar samanların içine gömülür. Böylece so-
ğuktan etkilenmez, çürümez.
Ambar: Geçmeli kalın tahtalardan yapılmıĢ, iki
veya üç bölmeli tahıl deposuna ambar denir. Ambarın
bölmelerine buğday, arpa ve nohut konur. Her bölmenin
küçük sürgülü kapakları vardır. Tahıl ihtiyaç olduğunda
bu kapaklardan alınır. Ambar ayrıca evdeki değerli eĢya-
ların saklandığı kasa görevini de yapar. Ambar damının
kapısı her zaman kilitli tutulur.
Yemlik: Ahırda bulunan hayvanların yem ve sa-
manlarını yemeleri için duvar diplerine yapılan özel böl-
melere yemlik denir.
Abdasthane: Tuvalet. Bazı evlerde özel tuvalet
bulunmazdı. Hayvan damı veya tahtalığın altındaki bir
bölüm bu amaçla kullanılırdı.
Ocak bardağı : Ocağın hemen yanında duran ve
içinde sıcak su bulunan toprak testi.
Terslik (Gübrelik): Evdeki hayvanların gübrele-
rinin atıldığı, evin her türlü çöpünün toplandığı yere ters-
lik denir. Terslikler genellikle hayvan ahırının arkasında
yer alır. Ahırdaki pislikler kürekle sıyrılıp temizlendikten
sonra bir pencereden dıĢarıya atılır veya el arabası ile
69
taĢınır. Terslikteki gübreler sonbahar aylarında tarlalara
götürülerek dökülür. Böylece tarlalar da gübrelenmiĢ
olur. Tavukların çok sevdiği yerlerin baĢında burası gelir.
Yer evi: Tek katlı ev. Genellikle toprak damlı ve
iki odalı olurlar. Her iki odanın önünde üstü kapalı ve ön
tarafı açık hayat adı altında bir yaĢam alanı bulunur.
Püren süpürgesi: Çam yolundaki yamaçlarda ye-
tiĢen püren otu sonbaharda biçilerek eve getirilir. Evde
süpürge Ģeklinde bağlanarak kurumaya bırakılır. Genel-
likle ahırın, avlunun veya sokak kapısının önü bu süpürge
ile süpürülür.
Ev süpürgesi: Pazardan satın alınan ve süpürge
otundan yapılan süpürgelerdir. Ayrıca yabanî olarak yeti-
Ģen mavi çiçekli “meneviĢ” otu süpürgesi de odaların
temizliğinde kullanılır.
Dayak: Bir bucuk metre kadar uzunluğu olan ve
üst tarafında küçük bir çatalı bulunan sopa. EĢeğe veya
beygire yük sarılırken dayanak olarak kullanılır.
Tesgire: Ġki kollu, iki kiĢi tarafından kaldırılarak
yük taĢıma amacıyla kullanılan tahta araç.
Kedi deliği: Odaların veya ahırların kapılarının
hemen kenarındaki evin kedisinin içeriye girip çıkmasını
sağlayan küçük delik. Bu deliğe kedi kapısı da denir.
Tavuk tüneği: Tavukların tünediği ve barındığı
kümesimsi yer. Evin güneyine bakan saçaklarından biri-
sinin altına kerpiçten veya çalıdan çırpıdan yapılır. He-
men yanındaki duvarın oyuklarında da folluklar bulunur.
Odaların aydınlatılması: Geceleyin odaların ay-
dınlatılması için çıra veya yağ kandilleri kullanılırken
zaman içerisinde üst tarafı ĢiĢeli (fener camı) gaz yağı
lambaları kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Bazı evlerde de ge-
mici fenerleri bulunurdu. Bu fenerler geceleri misafirliğe
70
giderken veya yazın bağ veya bahçelerde aydınlatma
amacıyla kullanılırdı.Tütün tarımı yaygınlaĢınca gemici
fenerlerinin yanı sıra lüks lambaları da kullanılmaya baĢ-
landı. 1973 yılından itibaren de aydınlatmada elektrik
enerjisi kullanılmaya baĢlanmıĢtır.
Ev sıvama: Evi badana etme demektir. Ak
topurak ile duvarları, gırmızı topurak ilem de odanın
dabanı sıvanır. Sıvama için ileğenin içine ak topurak
gatılır ve eritili. Sonura da bi çapıt ile duvarlara sürülür.
Evi sıvamayı gadınla yapadı.
Kerpiç kesme: (Kerpiç yapımı): Kerpiç evde
her zaman lazım olan yapı malzemesidir. Bir çok kulla-
nım alanı vardır. Vefat edenlerin mezarında bile kulla-
nıldığından, avlunun bir kenarında her zaman bir kerpiç
yığını bulunurdu.
En iyi kerpiç höyüğün (sekenin) toprağından ya-
pılır. Bunun için höyüğün yarısı yıllarca kerpiç yapımın-
da kullanılmıĢtır. Bugün höyüğün güney yamacı adeta
bıçakla kesilmiĢ gibidir.
Kerpiç kesmek için yeterli toprak höyükten veya
kanalların kenarındaki tepeciklerden kağnıyla çayıra taĢı-
nır. Sonra bu toprak elenir ve iri samanla iyice karıĢtırıla-
rak çamur karılır. Bu çamur birkaç gün çiğnenerek ve
kürekle karıĢtırılarak olgunlaĢtırılır. Çamur hazır olduk-
tan sonra köydeki kerpiç ustaları tarafından kerpiç yapı-
lır ve kurumaya bırakılır.
Kerpiç kalıbı: Kerpiç yapımında kullanılan ara-
ca kerpiç kalıbı denir. Bu araç üç gözlüdür. Bir kerpiç
20 Cm eninde 30 Cm boyunda 20 Cm yüksekliğindedir.
Kerpiç duvarların eni 50 Cm kadardır. Kerpiç kesilirken
kerpiç malası, tesğire, kürek ve el arabası kullanılır.
71
HANEY EV
“Gıydırık Ġbram esgerden gelmiĢ de orda burda
zart zart goĢdurup, onun bunun gızının peĢinde goĢu
goĢuveriyomuĢ. Bunu gören gonu gomĢu bubası Gök
Mısdıveyi dutuvemiĢle de:
-“Len Gök Mısdıva! Senin oğlan yüzünden gızla,
gelinle sokağa çıkımaz oldu. ġunu ya eve, ya da yabana
gönde. Yoğusam bu iĢin sonu pek iyi olmecek.” demiĢler.
Olup biteni Gök Mısdıva da biliyomuĢ. Oğlanın
gulanı çekmiĢ emme fayde etmemiĢmiĢ. Garısı
Cennetce‟ye:
-“Hısıma akırabaya haba salda, Ģu oğlana bi gız
bulun.” demiĢ. Cennetce de bu laf üzerine hemen gız
aramaya baĢlamıĢ. Önce Kel Ümmet‟in gızını münasip
görmüĢle de ağız arameye Ümmü Ebe‟yi göndemiĢle.
Kel Ümmet‟in garısı Cıbıldan gızı Hacer, Ümmü Ebe‟yi
dinlemiĢ dinlemiĢ de sonura:
“-Bene bakıve Ümmü Bılla.” demiĢ. “Ben yer
evinde oturana gız vemem. Git Cennet garıya de ki,
haney evi yapdırsın. Ondan sona gız isdime gelsin.”
Ümmü Ebe sölene sölene eve dönmüĢ. Merakla
bekleyen Cennetce‟ye:
“-Çıbıldağın gızı haney evi olmeyene gız
vemecez deyibba. Ona göre.” demiĢ.
Cennetce de yer evinden bıkıp usanmıĢmıĢ.
Gaveden gelen Gök Mısdıva‟nın garĢısına dikilivemiĢ.
Önce olanı biteni bir bir anlatmıĢ. Sonura da açmıĢ ağzı-
nı, yummuĢ gözünü.
“-Beni bak herif demiĢ. Ya haney ev yaptırısın.
Ya da ben bubamın evine giderim. Ben cıbıldağın gızı
gada yok muyum?” demiĢ.
72
Gök Mısdıva sinirli bi adammıĢ. Garısını dinle-
dikten sonura bi gözel sölenmiĢ. Sonura galkıp gaveye
gitmiĢ. AĢama doğru eve gelmiĢ. Oğlan gocu gapının
önünde onu bekliyomuĢ. Bubası daha eve girmiden:
“-Anam bubasının evine gaçtı buba.” demiĢ.
“Bubana söle haney ev yapdırmadan ben bi daha bu eve
gelmecen dedi. ġinci ne edcez gari?”
Gök Mısdıva sövmüĢ süpürmüĢ. Sonura da:
“-Ne edcez.” demiĢ.” Bunna hep senin yüzünden
oluvedi. Elin garısına gızına ırahat vememen yüzünden
baĢımıza gelivedi. Hinci ikimizde bekar oturcez. Bakalım
ananın inadı mı guvvetli bubanın inadı mı görcesin. Ben
de Mısdıve‟ysem o garı kendi ayağıyla bu eve gelmiden
haney ev mev yapdırmam.” demiĢ. Sonuda girmiĢ eve
oturmuĢ.
Gök Mısdıva bu dediğini yapıvemiĢ. Cennetce de
Ondan aĢĢa galmamıĢ. Ġkisinin inadı Kör Melid‟in boz
eĢĢeni de geçivemiĢ. Tam beĢ yıl küs galıvemiĢle. So-
nunda Cennetce‟nin bubası Gocu Memed gızından bıkıp
usanmıĢ da bi gözlü haney ev yaptırıvemiĢ. Gızını da
kendi elceğiziyle götürüp Gök Mısdıve‟ye teslim etmiĢ.
Gıydırık Ġbiram ise evlencen deye çok ağzını açmıĢ em-
me, kimse ona gız mız vememiĢ.
73
YEREL AĞIZIN ÖZELLĠKLERĠ
Yörenin 1950 yıllarına kadarki ağzı ayrı bir yapı
göstermekteydi. Zaman içinde eğitimin ve iletiĢimin art-
ması, görsel ve yazılı basının kasaba içindeki etkisi, köy
gençlerinin kasaba dıĢından evlenmeleriyle günümüz
Türkçesi daha yaygın olarak kullanılmaya baĢlamıĢ-
tır.Yerel dil Ģu anda neredeyse ortadan kalkmak üzeredir.
Yine de bazı özellikler kelimelerde gizli olarak yaĢamak-
tadır.
Yerel ağzın belirgin bazı özelliklerini Ģöyle sıra-
lamak mümkündür.
1.Yuvarlak ünlü sözcüklerden sonra gelen “de-
da” edatının yuvarlaklaĢması. Örneğin: Onu da gördük-
Onu da gödük. Dördünü de-dördünü dü, gibi
2.Ses düzleĢmeleri: Daha çok u-ü-a seslerinin „ı‟
sesine dönüĢmesi Ģeklinde görülen bu durum daha çok
yabancı kökenli sözcüklerde belirginleĢmektedir. Örne-
ğin: Papuç-babıç, Karpuz-garpız, masal-masıl, bakma-
dan-bakmıdan gibi… ayrıca ma-me eklerinde de bu du-
rum sıkça görülmektedir. Gelmeden-gelmiden, verme-
den-vemiden alma-almı, görmeden-gömüden gibi.
3.Yerel dilde ünlü benzeĢmelerinde de belirgin bir
özellik görülür. Örneğin: Mezarlık-Mezerlik, haber-
habar, merak-marak gibi.
4.Ünlü aykırılaĢmaları bulunmaktadır. Örneğin:
bakayım-baken, geleyim-gelem mezarlık-mezerlik gibi.
5.Ünlü önündeki ünsüzün veya hecenin düĢmesi
sonucu o ünlü uzun olarak söylenir. Bu durum en çok “r”
ünsüzünde görülmektedir Örneğin: toba (torba)- gası (ka-
rısı) - vamıs (varmıĢ) gibi.
74
Ayrıca “f-ğ-h-k-l-m-n-v-y” sesleri düĢtüğünde se-
sin önündeki ünlü uzamaktadır.
6.”ğı-ğü-ğu” hecelerinin düĢmeleri sıkça görül-
mektedir. Örneğin: tabağını-tabanı, kemiğini-kemini,
orağını-oranı gibi.
7. “Ha-hı-hi-hu-hü” heceleri düĢünce hecelerden
önce gelen ünlülerde uzama görülmektedir. Örneğin:
Sahibi-sabı, zahire-zere gibi.
8.Sözcük baĢlarında “L” ve “R” ünsüzleri varsa
ünlü türemeleri olur. Örneğin: Rüzgar-ölüzger, ramazan-
ırmızan, limon-ilimon gibi.
9.Yanyana gelmiĢ iki ünsüzün arasına mutlaka bir
ünlü girer. Örneğin: Akraba-akırba, etraf-etiraf, yaprak-
yapırak gibi.
10.ÇeĢitli konumlarda “a” sesi, kapalı “e” sesine
dönüĢür. Örneğin: arasaydınız-aresediniz, alsaydınız-
alsediniz, dolaĢtılar-doleĢtiler gibi.
11.Ünsüz harf değiĢmelerine de sıkça rastlanmak-
tadır. Örneğin: pencere-pencire, geliyor-gelibba, kadın-
gadın, karpuz-garpız gibi.
Kasabanın yerel ağzı oğuz-avĢar Ģivesidir.
“K,L,R” harfleri kelime baĢında kullanılmaz. “K” harfi
“G” harfine, “L ve R” harfleri de “I veya Ġ” gelir. Rama-
zan-Irmızan, Limon-ilimon gibi. “J” harfi ise hiç kulla-
nılmamaktadır. Bu harfin yerine “C” harfi kullanılmakta-
dır. Örneğin: Jandarma-candarma, jilet-cilet gibi. Bizim
Ģivemizin bir baĢka özelliği de “yor” ekinin “ba” eki ha-
line gelmesidir.Örneğin: oturuyor-oturubba, geliyor-
gelibba, oynuyor-oynebba gibi.
75
YEMEK KÜLTÜRÜ
Kasabada, kıĢ aylarında genellikle üç öğün yemek
yenirken, yaz aylarında öğün sayısı çoğunlukla ikiye dü-
Ģerdi. Çünkü yaz aylarında sabahleyin çok erkenden iĢe
gidildiği için sabah kahvaltısı yapılamaz, bunun yerine
kuĢluğa doğru “guĢluk ekmeği” (kuĢluk yemeği) yenir-
di. KuĢluk ekmeği aynı zamanda kahvaltı yerine de ge-
çerdi. Tarlada yenen bu yemek genellikle yoğurt, pek-
mez, peynir, taze yeĢillik, domates, biber, haĢlanmıĢ pa-
tates veya yumurta ile akĢamdan hazırlanan “aĢlar”dan
oluĢur. Yöremizde piĢirilen yemeklerin genel adı “aĢ”dır.
Sulu aĢların tarlaya götürülmesi zor olduğu için dökül-
meden taĢınması daha kolay olan bulgur pilavı, patates
kızartması, makarna, kabak aĢı, dolma gibi aĢlar tarlaya
götürülürdü. Bu aĢlar sabahleyin erkenden piĢirilirdi.
Ekmek olarak da ev yapımı yufka yenirdi.
Yufka genellikle arpa unundan yapılırdı. Arpa
unu hem besleyici hem de hamuru kolay açıldığı için
tercih edilirdi. Üstelik arpa pazarda pek para etmezdi.
Buğday, para getiren bir üründü.
Arpa ekmeği her gün taze olarak yapılırdı. Kasa-
bada kurutulmuĢ veya saçta gevretilmiĢ yufka kullanıl-
maz. Günlük veya en fazla iki günlük taze yufka yenir.
Hali vakti yerinde olanlar arpa buğday karıĢımı un kulla-
nırlar. Bazı zenginler ise ancak eve misafir geldiğinde
buğday ekmeğini tercih ederlerdi.
Sabah yemeğinin vazgeçilmezi çorbalardır. Ge-
nellikle tarhana veya bulgur çorbası piĢirilir, sıcak sıcak
tüm ailece aynı çanaktan kaĢıklanırdı. Bulgur çorbasının
yanı sıra sıcak süt de içilirdi. Çay 1970‟li yıllardan sonra
sofralarımıza girmeye baĢlamıĢtır. Sabah aĢı (yemeği)
evin hanımının sabah namazında piĢirmeye baĢladığı
76
sıcak ekmekle birlikte yenir. Hamarat gelinler ve kadınlar
sabah namazıyla birlikte sacı ocağa vurmakla övünürler.
Kaynanalar böyle gelinleri çok severler. Her yerde “Be-
nim gelin, gimse yatandan galkmıdan bi tekne hamırı
devirir de, bi haranı (tencere) da çorba biĢirir” diye övü-
nürler.
EKMEK YAPILIRKEN KULLANILAN ARAÇLAR
Ekmek teknesi: Tek parça ağaçtan oyularak yapı-
lan bir metre kadar uzunluğunda yarım metre eninde ve
otuz santimetre derinliğinde bir teknedir. Ön tarafında
ağacın oyulmasından elde edilmiĢ bir kulpu vardır. Her
evde ekmek teknesi bulunur. Bu tekne hem hamurun
yoğrulması için hem de mayalanması için kullanılır.
Isıran: Demirden yapılmıĢ, uç tarafı 10 cm ge-
niĢliğinde, 15 cm kadar sapı olan ve teknedeki hamuru
parçalamaya veya hamur yoğuran kadının elindeki hamur
parçalarını sıyırmaya yarayan araçtır.
Hapaz: (döndürgeç) Sacın üzerindeki yufkayı
çevirmeye ve piĢen yufkayı sac üzerinden almaya yara-
yan, demirden yapılmıĢ, 50 cm kadar uzunluğunda iki
tarafı inceltilmiĢ kılıca benzeyen bir araçtır.
Demirden yapılan hapaz kurban bayramında kesi-
len hayvanların kellelerinin ütülmesinde de kullanılır.
Sabah kahvaltılarında iç yağının yufka ekmek üzerinde
eritilmesinde de çok yararlanılan bir araçtır. Bunun için
hapaz önce ateĢte kızdırılır. Sonra yufka üzerine serilen
iç yağının üzerine sürterek yağın erimesi sağlanır. Hapaz-
la eritilen et yağının kokusu son derece hoĢtur. Herkesin
ağzını sulandırır. Ağaçtan yapılan hapazlar da vardır.
Ekmek sacı: 50 veya 75 cm çapında demirden
yapılmıĢ kalkana benzeyen yuvarlak bir araçtır. Kalınlığı
77
0.5 mm kadardır. Çok ince sac ekmeği yakar. Kalın sac
ise taĢınması ve kaldırılması ağır olduğu için pek tercih
edilmez. Normal bir sac en fazla bir buçuk iki kilogram
arasındadır. Kalın saclar bazlama piĢirmek için kullanılır.
Evde kalın sac yoksa normal sacın alt tarafı çamurla veya
külle sıvanarak ateĢin üzerine konur ve bazlama piĢirilir.
Oklava (oklıva): Hamurun yufka Ģeklinde açıl-
ması için kullanılan bir metre uzunluğunda 2, 3 cm ça-
pında ağaçtan yapılan yuvarlak bir araçtır.
Yastığeç (Yastıgaç) Üzerinde yufkanın yayıldığı
ve açıldığı tek parça ağaç tahtasından yapılan bir araçtır.
Bazen yuvarlak, bazen de dikdörtgen Ģeklinde yapılırlar.
Yastığeç 2,3 cm kalınlığındadır. Evde kıyma tahtası ve
bazen de yemek masası olarak da kullanılır.
Ekmek mendili: (Ekmek bezi): Yufkaların piĢi-
rildikten sonra kurumaması ve korunması için özel do-
kunmuĢ bezdir. Yemek yerken sofra bezi olarak da kulla-
nılır.
Un teknesi: Un ambarı da denen un teknesi üç
metre uzunluğunda yarım metre geniĢliğinde, yerden bir-
bir bucuk metre yüksekliğinde tahta bir sandıktır. Genel-
likle üç bölmelidir. Bir bölmesinde arpa unu diğer böl-
mesinde buğday unu bulunur. Üçüncü bölmede de kepek
ve kuru ekmek parçaları biriktirilir. Bu kepek ve ekmek
parçaları evdeki süt ineğine veya küçük buzağılara veri-
lir. (kepek danası deyimi buradan doğmuĢtur.) Un amba-
rının bölümleri iki çuval kadar un alır.
Un çuvalı: Beyaz ve pamuklu kalın bezden yapı-
lır. Değirmende öğütülen unun eve taĢınmasında veya
unun evde saklanmasında kullanılır. Un çuvalları sürekli
temiz tutulur.
78
Un eleği: Yarım metre kadar çapı olan ve ince
gözenekli kalbura un eleği denir. Bu elekle un elenir.
Eleğin iĢi bitince kirlenmemesi için un ambarının üzerin-
deki özel çivisine asılır.
Saç ayağı: Demirden yapılmıĢ üç ayaklı ve üzeri-
ne ekmek sacı, yemek tencereleri konan araç. Büyüğü ve
küçüğü vardır. AteĢin üzerinde kullanılır.
MUTFAK ARAÇ VE GEREÇLERĠ
Evlerimizde mutfak araç ve gereci olarak kullanı-
lan eĢyalar Ģunlardır:
Güp(Küp): Ġçine un, pekmez, zahire, sirke gibi
yiyecek maddelerinin konduğu piĢmiĢ topraktan yapılan
yuvarlak karınlı büyük toprak kaplardır.
Güpeç: Yine topraktan yapılmıĢ içine bal, pek-
mez, su ve benzeri yiyecek maddelerinin konduğu küçük
veya orta boy küplerdir.
Haranı: Bakırdan yapılmıĢ iki tarafında sapı bu-
lunan büyük tencerelere haranı denir. Haranının dıĢı sim-
siyahtır. Ġçi ise kalaylıdır. BeĢ altı kiĢilik yemekler piĢiri-
lir. Bazı “haranıların” kapağı da vardır.
Dığan: Uzun saplı, bakırdan yapılmıĢ, içi kalaylı,
derin ve çukur tavalara yörede dığan denir. Dığanda pi-
lav piĢirilir. Kızartmalar yapılır. Büyük dığan, küçük dı-
ğan, yumurta dığanı gibi çeĢitleri vardır.
Dava: (tava) Daha ziyade alüminyum benzeri
madenden yapılmıĢ, nohut ve mısır gibi çerezlerin kav-
rulduğu uzun saplı araçtır.
Toprak haranı: Topraktan yapılmıĢ tencerelere
toprak haranı denir. Ġki kenarında tutacağı bulunur. Top-
raktan yapılmıĢ kapağı vardır. Toprak haranı ucuz olduğu
için tercih edilir.
79
Gazan: Düğünlerdeki yemeklerin piĢirildiği bü-
yük bakır kaplardır. Ġki çeĢittir: Birisi yemek piĢirilen
kazan, diğeri de çamaĢır yıkamak için kullanılan kazan.
Yemek piĢirilen kazanda aynı zamanda pekmez de kay-
natılırdı. Pekmez kazanları da iki çeĢitti. Birisi derin olan
kazan, diğeri 30 Cm yüksekliğinde yayvan olan pekmez
kazanıdır. Kazanlar daha ziyade zenginlerde bulunurdu.
Diğerleri bu kazanları ödünç alırlardı. ÇamaĢır gazanı
her evin olmazsa olmaz araçlarındandır.
Gaynatma (kaynatma): Küçük kazandır. Daha
ziyade süt kaynatmada kullanılır. Ayrıca tirit ile dinî
bayramlarda “haĢeĢli çörek” de piĢirilirdi. “Gaynatma”
ve kapağı da bakırdan yapılır, kalaylatılırdı.
GaĢık (kaĢık): Yörede yemek yerken en çok tahta
kaĢık kullanılırdı. Çünkü tahta kaĢık yörede imal edilirdi
ve ucuzdu. Üstelik çorba içerken ağzı da yakmazdı. Ge-
nellikle ĢimĢir ağacından yapılan kaĢıklar iki çeĢitti. Cila-
lı ve süslü olanlar daha ziyade misafirlerce kullanılır,
kaba ve sade olanlar ev halkı tarafından kullanılırdı. De-
mir veya sarı pirinçten yapılan kaĢıklar her evde olmasına
rağmen pek sevilmezdi. Çünkü bu kaĢıklar sıcak yemek-
lerde ağzı yakardı. Sofrada en iyi ve sağlam saplı kaĢık
babanındı. Evin çocuklarına ise genellikle kırık saplı ka-
Ģıklar kalırdı. Bazen herkese yetecek kaĢık olmadığından
sırayla kullanılırdı. KamıĢtan veya ağaç dallarından örü-
len kaĢıklık odanın bir köĢesinde asılı dururdu.
Gupa: Su içilen bakır, toprak veya cam kaba veri-
len addır.
Çanak: Bakırdan yapılan, kenarları iĢlemeli ve
tırtıklı tabaklardır. Her gelin kızın en az on on beĢ çanağı
olurdu. Kullanılacak çanaklar kalaylatılır, diğerleri kalay-
latılmadan raflarda süs aracı olarak sergilenirdi. Çanak-
80
lık, çanakların konduğu ve duvara ağaç kazıklarla tuttu-
rulmuĢ ilkel raflara verilen addır. Bazı evlerde ise maran-
gozlara yaptırılmıĢ ince ağaç iĢçiliği olan süslü çanaklık-
lar bulunurdu.
Tas: Su, süt ve ayran içilen bakırdan yapılmıĢ
kalaylı mutfak aracıdır. “Bir tas su ve de içem.”
Billur: Camdan yapılmıĢ bardaklara billur denir.
Çay, Ģerbet gibi ikramlarda kullanılırdı.
Bıcek (bıçak): Sebze, meyve kesmek; soğan,
domates, biber doğramak için kullanılan sapı kemik veya
ağaç olan araçtır. Daha ziyade Yatağan bıçağı kullanılır.
Büyük ve küçük olmak üzere birkaç çeĢidi bulunmakta-
dır.
Sini: Sofrada yemek tabaklarının üzerine kondu-
ğu ve yemek yenen bakır veya alüminyumdan yapılmıĢ
yuvarlak mutfak aracıdır. Bakır olanlarının iç tarafı ka-
laylıdır. Sininin kenarları ve üzerleri çeĢitli motiflerle
süslenmiĢtir. Büyük sini ve küçük sini olmak üzere iki
çeĢidi bulunmaktadır.
Galbır (kalbur): Un eleğine benzeyen, kenarları
ağaçtan yapılmıĢ, yuvarlak, tabanı gözenekli bir araçtır.
Arpa buğday gibi tahılların elenmesinde, hayvanlara sa-
man vermede, sebze ve meyvelerin yıkanmasında veya
taĢınmasında kullanılan çok amaçlı bir araçtır. Büyük
kalburlara “holuz” denir. Holuzun elek kısmı ince bağır-
saktan yapılırdı. “Kalbur” aynı zamanda bir ölçme aracı-
dır. (Tatalıkta galbır va, a gülüm, a canım. Ak çuvalda
bulgur va, alda gel” türküsü de meĢhurdur.Yemek yerken
sofra altlığı bulunamazsa sininin altına bir “galbır” ko-
nur.
81
Ocak barda (ocak bardağı): Yaz kıĢ ocağın ke-
narında duran ve içinde su bulunan bardak. Evin sıcak su
ihtiyacını karĢılamada kullanılırdı.
Bardak: Topraktan yapılmıĢ emzikli ve kulplu
küçük testiye yörede bardak adı verilir. Genellikle içme
suyu bulunur. Ağaçtan yapılanına “senek” adı verilir.
Irbık: Evlerde temizlik amacıyla kullanılan su
kabıdır. Genellikle bakırdan yapılır ve kalaylı olarak
kullanılır. Galvanizli tenekeden de yapılanları bulunmak-
tadır. KullanıĢı kolaydır. Tuvalete giderken elde taĢınır.
Çömlek: Tarihte topraktan yapılan ilk mutfak
aracıdır. Ġçine yağ, tuz, Ģeker gibi yiyecek maddeleri ko-
nur. Bazılarında yemek de piĢirilir.
Duz gabağı: Evin tuzunun saklandığı kabaktan
yapılmıĢ mutfak aracıdır. Süs kabağının içi oyulur. Kuru-
tulduktan sonra kullanılır. Tuz kabağı yerine (duz gesesi)
“tuz kesesi” de kullanılmaktadır.
Desti: Evin içme suyunun bulunduğu ince bo-
yunlu geniĢ karınlı toprak kaptır. Serinhisar‟da yapılır.
Suyu taze ve soğuk tutan su testisinin iki yanında kulpları
bulunmaktadır. “Su testisi su yolunda kırılır.”
Bulgur taĢı: Basit bir el değirmenidir. Yarım
metre çapında iki yuvarlak taĢtan oluĢmuĢtur. Alttaki
taĢın ortasında mil görevi gören bir ağaç bulunur. Üstteki
taĢın ortası deliktir ve bu mile geçirilir. Bu delik aynı
zamanda bulgurun yarılması için taĢların arasına bırakıl-
dığı yerdir. Ayrıca üstteki taĢta, taĢı çevirmek için ağaç-
tan yapılan bir tutmaç vardır. Ortadaki delikten bırakılan
bulgur taneleri taĢ döndürüldükçe iki taĢın arasında par-
çalanarak kenarlardan dökülür, yemeklik hale gelir. Bu
taĢta aynı zamanda hayvan yemleri de yarılır.
82
HaĢeĢ daĢı: Birisi üstte diğeri altta olmak üzere
iki taĢtan ibarettir. Alttaki taĢ enlice, az kalın bir kaya
parçasıdır. Üstteki taĢ iki elle tutulabilecek kalınlıktadır.
Alt tarafı düzgüncedir. KavrulmuĢ haĢhaĢ tohumları alt-
taki taĢın üzerine konur. Üstteki taĢla da sürtülerek ezilir.
“HaĢeĢ daĢında” aynı zamanda kaya tuzu da inceltilir.
Dibek: Otuz kırk cm uzunluğunda, yirmi-yirmi
beĢ cm çapındaki bir meĢe kütüğünün içi oyulur. Dibeğin
ayrıca demirden bir de tokmağı vardır. Ezilecek yiyecek
maddeleri dibeğin içine konur ve tokmağıyla ezilir. Metal
olanlarına “havan” denir.
Dibek taĢı: Köy meydanında veya sokak arala-
rında keĢkeklik buğdayı dövmek veya bulgur kırmak için
kullanılan içi oyulmuĢ kaya parçasıdır. Genellikle köyün
ortak malıdır.
Bakraç: Hayvanlardan süt sağmakta, su taĢımak-
ta kullanılan kulplu bakır kaptır. “Kasabadaki adı “ba-
kır”dır. “Süt bakırı”, yoğurt bakırı” gibi çeĢitleri vardır.
Yalık (mendil): Erkeklerin taĢıdığı alacalı bez-
den dokunmuĢ büyük cep mendiline yörede verilen isim-
dir. Erkekler tarafından çok amaçlı olarak kullanılır. Sı-
cak havalarda baĢa örtü olarak bağlanabilir, boyuna takı-
lır, bohça gibi kullanılır; içine öte beri konur.
Hebe (heybe): EĢeğin semerine asılan iki gözlü
büyük torba.
Harar: Büyük çuval
Kasabada yetiĢtirilen ve sevilerek yenen sebze-
ler:
Kümpür (patetes), badılcan (patlıcan), dometis
(domates), bübe (biber), fasille (fasulye), samısak (sarım-
sak), gerdime (tere), arap saçı (dere otu), ıspınak (ıspa-
nak), sovan (soğan), turp, ilana (lahana) ekilen ve dikilen
83
sebzelerdir. Bu sebzeler genelde kasaba içinde tüketilir.
Son yıllarda domates, biber, lahana ve brokoli ticari ürün
olarak ekimi ve dikimi yapılan sebzeler arasına girmiĢtir.
EKMEK VE YEMEKLE ĠLGĠLĠ ĠNANÇLAR:
-Ekmeğe basmak, ayağının ucuyla itmek veya
ekmeğe karĢı saygısız davranmak günahtır.
-Ekmeğe sövmek veya kötü söz sarf etmek büyük
günahtır. Söven kiĢinin nasibi kesilir.
-Yerde bulunan ekmek parçası itina ile alınıp uy-
gun bir yere konur.
-Sofrada ekmeği çok ufalamak, çok çocuğun ola-
cağını gösterir.
-Sofra kaldırıldıktan sonra mutlaka yeri süpürülür.
Yoksa evin bereketi kalmaz.
-Sofraya önce büyükler oturur.
-Sofrada ağız Ģapırdatılmaz.
-Yemeğe önce evin en büyüğü baĢlar.
-Karnın aç olsa da gözün tok olsun.
-Aç ayı oynamaz.
-Ekmeği yanında zeytin silkmek,
-Gönülsüz yenen aĢ, ya karın ağrıtır ya da baĢ.
-Aç köpek fırın deler.
-Çingene kızına bılla etmiĢler hemen iki ekmek
versene diye dilenmiĢ.
-Her Ģey yakıĢığı ile tarhana aĢı kaĢığı ile yenilir.
-Kadın vardır baklava ununu taĢ eder, kadın var-
dır çerden çöpten aĢ eder.
-Her öğün geçer, akĢam öğünü geçmez.
-Bir yoğurum hamurun varsa ustasına yoğurt.
-Ağrısız baĢım, kaygısız aĢım.
-Arı bal alacağı çiçeği bilir.
84
-Elin ekmeği kanlıdır.
-Soğanı gelin etmiĢler, üç günde kokusu çıkmıĢ.
-Anan soğan baban sarımsaksa kısa sürede koka-
sın.
YEMEK DUASI: Yöremizde yemekten sonra dua edilir. Bu duayı
bilenler okurken diğerleri de ellerini açarak amin derler.
Yemek duası “Elhamdülillah, Elhamdülillah elhamdü-
lillahillezi, et amena ve sekana ve cealena minel müsli-
min. Nimeti celilullah, bereketi halilullah Ģefaat ya
resullulah. Yiyenlere afiyet, soframıza bereket, nasibi
cennet, ölenlere rahmet, kalanlara selamet.
Allahümmezit velâ tengus bi-hürmetil fatiha.”
Yemek duası yapılsın veya yapılmasın sofradan
kalkılırken mutlaka “Allah bereket versin.” denir.
KASABANIN ÖZEL YEMEKLERĠ
Bazma: Buğday, arpa, mısır ve nohut karıĢtırıla-
rak değirmende öğütülür. Bu un ayrı bir torbaya konur ve
sadece bazlama yapılırken kullanılır. Bazlama hamuru
bir süre mayalanmak üzere hamur teknesinde bekletilir.
Ġyice kabardıktan sonra kalın ve yuvarlak küçük ekmek-
ler yapılır. Bu ekmeklere bazma (bazlama) denir. Baz-
lamaların hafif ekĢimsi bir tadı vardır. Genellikle sıcak
yenir. Üzerine tereyağı sürülerek yenirse daha lezzetli
olur.
Ġlibadı (labada) sarması :Yol kenarlarında, güb-
reliklerde, evlerin avlularının sulak yerlerinde kendili-
ğinden yetiĢen ve yaprakları otuz santimetreye kadar ula-
Ģabilen; yeĢil renkli ve etli, yumuĢak yapraklı bir bitki
olan labadanın taze yaprakları ilkbahar aylarında topla-
nır. HaĢlandıktan sonra yaprakların ortasındaki iri da-
85
marları çıkarılır ve içine bulgurla hazırlanmıĢ harç konur
ve ince ince sarılır. Sonra piĢirilir. Sarmaların üzerine
sarımsaklı yoğurt dökülerek sıcak veya soğuk yenir.
Tarna (tarhana): Buğday, mısır, nohut ve bazen
fasulye karıĢtırılarak değirmende öğütülerek un haline
getirilir. Bu un daha sonra tereyağı, süt, ayran, domates-
biber salçası karıĢımı ile yoğrularak hamur haline getiri-
lir. Bu hamur en az on gün mayalanmaya bırakılır. Her
gün karıĢtırılarak bozulması veya kurtlanması önlenir.
Ġyice olgunlaĢan hamur bez üzerine serilerek kurumaya
bırakılır. Ġyice kurumadan her gün ufalanarak küçük par-
çalar haline getirilir. Daha sonra da ince gözenekli elek
üzerinde sürtülerek un haline getirilmeye çalıĢılır. Bu
iĢlem birkaç gün sürer. Un haline gelince de kurutularak
bez torbalara konur.
Bu tarhanaya “örme tarhana” denir. Bir de “top
tarhana” vardır. Bu tarhana daha önceden örme tarhana
için hazırlanan un, içine yine ayran, süt, salça Ģeklindeki
biber ve domates katılarak piĢirilir. PiĢen tarhana daha
sonra lokmalar halinde bir bez üzerine konarak güneĢte
kurutulur. Top tarhana etle piĢirilir.
Tarna (tarhana) çorbası: Tencerenin içine yete-
rince zeytinyağı konduktan sonra bir su bardağı kadar
örme tarhana bu tencereye konur ve yağda bir süre kav-
rulur. Kavrulma tamamlandıktan sonra içine su katılır ve
iyice karıĢtırılarak tarhananın erimesi sağlanır. Bu sırada
içine acı biber de konur ve piĢirilmeye baĢlanır. Tarhana
çorbası birkaç taĢım kaynadıktan sonra ateĢten indirilir
içine kurumuĢ yufka parçaları atılarak sıcak sıcak içilir.
Böylece evdeki ekmek parçaları da değerlendirilmiĢ olur.
Top tarhana çorbası için de önce tencerede su
kaynatılır. Kaynayan suya top tarhana atılarak eritilir.Bu
86
sırada tarhananın içine bir parça et atılır, nohut konur;
iyice piĢtikten sonra içilir.
Tarhanalı yufka: Yufka yastığeçin üzerine seri-
lir. Üzerine önce zeytin yağı sürülür. Daha sonra örme
tarhana ve varsa kuru peynir serpilir. Taze veya kuru
soğan konduktan sonra dürüm yapılarak yenir. Bu dürüm
okula giden çocukların beslenmesi olabileceği gibi tarla-
ya götürülen çıkında da yer alabilir. Özellikle koyun kuzu
güden çocukların öğle yemeğidir.
Sirke-pekmez: Ġlkbahar aylarında en çok yenen
yemektir. Bu mevsimde karakavuk, eĢek marulu, yemlik,
gelincik, haĢhaĢ otu ve marul bol bulunur. Yenecek taze
otlar toplandıktan sonra bir kaba eĢit miktarda sirke ve
pekmez konur ve iyice karıĢtırılır. Daha sonra otlar yufka
ekmeğe konarak dürüm yapılır. Bu dürüm sirke ve pek-
meze batırılarak yenir. Enerji verici ve besleyici olan bu
yemek aynı zamanda doğal ve kolaylıkla bulunabilen
besin kaynağıdır.
Mürdümek aĢı (sarı aĢ): Mürdümek, bir çeĢit
mercimek türüdür. Taneleri mercimekten biraz büyüktür.
Mor çiçekleri vardır.
Kasabanın en meĢhur yemeği “mürdümek aĢı”
dır. PiĢirilen mürdümek taneleri kaĢıkla ezilir ve merci-
mek çorbası kıvamına getirilir. TurĢuyla tadına doyum
olmaz. Mürdümek aĢının bir özelliği de yemekten sonra
bol bol su içirir. Mürdümek tohumları ya bütün olarak ya
da “bulgur taĢı”nda kırılarak piĢirilmektedir.
Ot ekmeği (ot böreği): Ġlkbaharda çıkan yenile-
bilir taze otlar ince ince kıyılır. Sonra içine yağ ve peynir
ilave edilerek harç haline getirilir. Yufka açılır ve yufka-
nın içine bu harçtan yeterince konur. Saç üzerinde piĢiri-
87
lerek sıcak olarak yenir. Ot yerine bazen kabak da kona-
bilir. Ayrıca haĢhaĢlısı veya susamlısı da yapılır.
Ot aĢı: Yabanî sirken otu taze iken toplanır.
Ayıklanıp yıkandıktan sonra kıyılır. Yağ ve soğanla kav-
rulur. PiĢtikten sonra üzerine limon sıkılarak yenir. Li-
mon bulunmazsa üzerine yoğurt dökülür.
Un çorbası: Önce ince kıyılmıĢ soğan, domates
ve biber yağda kavrulur. Sonra bu karıĢımın içine un ko-
nur ve tekrar kavrulur. Üzerine su ilave edilir ve iyice
piĢirilir. Genellikle evde piĢirilecek bir Ģey bulunmadı-
ğında baĢ vurulan pratik yemektir.
Mantar aĢı: Meralardaki çayır mantarları çıktı-
ğında artık evlerde tek yemek yapılır. Bunun adı da man-
tar aĢıdır. Çayır mantarları kahverengi veya siyah renkli
olup çok küçüktür. Özellikle ilkbahar aylarında toprağın
ısınmasıyla birlikte görülmeye baĢlar. Bu mantarların
ömrü en fazla bir aydır. Havaların ısınması ve toprağın
nemini yitirmesiyle kaybolur.
Mantarlar toplandıktan sonra iyice yıkanır ve
ayıklanır. Sonra bir tava içine yağ konur ve yağ kızdıktan
sonra mantarlar üzerine dökülür. Suyunu çekinceye kadar
piĢirilir. Ġstenirse yağına soğan doğranır ve soğanlı man-
tar aĢı olur. Ġstenirse üzerine yumurta kırılır ve yumurtalı
mantar aĢı piĢirilir. Bazen bulgur pilavının içine de man-
tar konur. Mantar aĢının üzerine limon sıkılırsa daha lez-
zetli olur.
Ġlkbaharda ayrıca kuzukulağı, “söpsölek”, “koca-
kulak” ve çıntar mantarları da toplanır. Bunlar da sevile-
rek yenir.
Çörek: Ramazan ve kurban bayramlarının vazge-
çilmez tatlısıdır. Un, yağ, pekmez ve ezilmiĢ haĢhaĢtan
yapılır. Buğday unundan hamur yoğrulur. Sonra bu ha-
88
mur kalın olarak açılır. Açılan hamurun içine pekmez ve
ezilmiĢ haĢhaĢ konur. Rulo yapılarak bir kazanın içine
yerleĢtirilir. Kazanın dibine biraz zeytinyağı sürülür.
Sonra kazanın kapağı ters olarak kapatılır. Kazan ateĢe
konur. Kazanın kapağının üzerine de yanan odun parçala-
rı konarak çöreğin hem alttan hem de üstten piĢmesi sağ-
lanır.
Kak hoĢafı: Elma ve armut dilimlerinin kuru-
tulmasına kak denir. Yaz aylarında kurutulan elma, armut
kuruları pekmezli su ile piĢirilir ve bulgur aĢının yanında
yenir.
Sütlü incir hoĢafı: Kuru incirin sütte piĢirilme-
siyle yapılır. Besleyici ve lezzetli bir hoĢaftır.
Erik ezmesi: Kuru erikler iyice piĢirilir. Sonra
bir kapta ezilir. Çekirdekleri ve kabukları ayrılır. Pelte
haline gelen ezmenin içine biraz pekmez veya Ģeker ko-
narak tatlı olarak yenir. En çok kıĢın et yemeklerinin ya-
nında piĢirilir.
Yımırta aĢı: Yağ kavrulur. Yeterince su konur.
Bu suyun içine istenirse biraz pirinç veya bulgur ilave
edilip kaynatılır. Daha sonra birkaç tane yumurta bir ta-
bağın içine kırılır. Ġyice çırpılır. Çırpılan yumurtalar daha
sonra kaynayan suyun içine dökülür. Yumurtalar piĢince
sofraya alınır. Yenmeden önce içine limon suyu, tuz ve
karabiber konur.
PiĢi ve lokum: Buğday unu su ve tuz ile yoğrulur.
Hamurun içine bir parça maya konur. Bir iki saat kadar
hamurun mayalanması beklenir. Hamur piĢi yapılacaksa
biraz sert, lokum (lokma) yapılacaksa biraz cıvık olur.
Hamur hazırlandıktan sonra bir tavaya yağ konur ve yağ
kızartılır. PiĢi yapılacaksa hamur minik ekmekler Ģeklin-
de açılarak yağda kızartılır. Lokum yapılacaksa hamur
89
avuç içiyle sıkılır ve lokma haline gelen parçalar kızgın
yağda piĢirilir. PiĢirme iĢi bittikten sonra üzerlerine biraz
toz Ģeker serpiĢtirilir.
Bulumeç: NiĢasta (ĢeĢtunu), süt, pekmez ve Ģe-
kerle yapılan bir çeĢit tatlıdır. NiĢasta sütle karıĢtırılır.
Bulamaç haline getirilir. Ġçine biraz pekmez veya Ģeker
konur. AteĢte ağır ağır karıĢtırılarak piĢirilir. Bulumeç
daha ziyade bebeklerin beslenmesinde kullanılırdı.
Gavırga: Nohut, mısır, buğday, ay çiçeği ve ke-
nevir tohumların kavrularak çerez haline getirilmesine
“gavırga” denir. Özellikle uzun kıĢ geceleri misafirlere
eğlencelik olarak ikram edilir.
Gavıt: Bulgur olarak piĢirilen buğday değirmen-
de veya bulgur taĢında kırılır. Daha sonra elekten elenir.
Eleme sonucu ortaya çıkan bulgur ununa “gavıt” denir.
Gavıt pekmezle karıĢtırılarak yenir.
Bübeli duz (biberli tuz): KurutulmuĢ acı ve tatlı
biberler, domates kuruları, kekik ve nane leblebi ile karıĢ-
tırılıp dibekte dövülerek un haline getirilir. Bu karıĢıma
biraz tuz ilave edilir. Bu karıĢımın içine ceviz, kuru pey-
nir veya çökelek konur. Dürüm yapılacağı zaman yufka-
nın içine konarak yenir. Bazen yufkaya biraz zeytinyağı
sürülür ve üzerine “bübeli duz” ekilerek dürüm yapılır ve
yenir.
Ġlkme: Bir çeĢit kefirdir. Özellikle yaz aylarında
iĢlerin yoğun olması nedeniyle her gün taze yoğurt yapı-
lamaz. Ama her gün taze süt sağılır. Sağılan bu süt kay-
natıldıktan sonra damın güneĢ alan bir yerine konan top-
rak testinin içine dökülür. Süt bir müddet sonra kendili-
ğinden mayalanarak ekĢimsi bir yoğurt oluĢur. Bol yağlı
ve kaymaklı olan bu yoğurt ekĢimsi bir tada sahiptir. Son
derece de besleyicidir. Yeneceği zaman bir çanağa kona-
90
rak bol soğanla yenir. Ġlkmenin üzerine her gün süt ilave
edilir.
Arap aĢı: Özellikle kıĢ mevsimlerinde piĢirilir.
Av hayvanlarının veya tavukların eti ile yapılır. Tavuk
veya av hayvanlarının etleri iyice piĢirilir. Acılı, ekĢili et
suyuyla hamur yoğrulur ve yoğrulan bu hamur piĢirilir.
Büyük bir siniye dökülerek soğutulur. Hamurun ortası
açılır, içine tereyağı veya ayran dökülerek kaĢıkla yenir.
KeĢkek: Orta Asya'dan gelen ve binlerce yıldır
sevilerek yenen millî yemeklerimizden birisidir. Anado-
lu‟nun her yerinde yapılır. Yöreden yöreye küçük farklı-
lıklar taĢır.
KeĢkeğin ana maddesi buğdaydır. Bu buğday iri
taneli, beyaz ve yumuĢak olur. Buğday bir gün önceden
elenir ve içindeki yabancı maddeler temizlenir. Hafif bir
Ģekilde ıslatılır. Ertesi günü “buyde dibeği”nde erkekler
veya güçlü kadınlar tarafından dövülür. Buğdayın kabuk-
ları ayrıldıktan sonra kazana konur ve piĢirilmeye baĢla-
nır. Bir baĢka tencerede de keçi veya kuzu eti haĢlanır.
Kırmızı et yerine bazen tavuk eti de kullanılır. Buğday ve
et piĢtikten sonra ikisi karıĢtırılır ve “keĢkek kürekleri”
ile karıĢım özel bir usulle ezilmeye baĢlanır. Artık karı-
Ģım keĢkek olmaya baĢlamıĢtır. Buğday ve et bir birine
karıĢıp ortaya sakız kıvamında bir yiyecek çıkıncaya ka-
dar “keĢkek dövülür.” Sakız gibi olan keĢkek tabaklara
konduğunda üzerine tereyağlı bir sos dökülür. Genellikle
sıcak yenir.
Tirit: Buğday, mısır ve nohudun karıĢtırılarak
haĢlanmasıdır. Az sulu veya tamamıyla susuz olarak
yenir. PiĢtikten sonra üzerine badem içi, ceviz içi, fındık
kırması veya haĢhaĢ ezmesi konur. Özel günlerde piĢiril-
91
diği gibi eve gelen misafirler için bir eğlencelik olarak
da piĢirilir. Sadece buğdaydan veya mısırdan da piĢirilir.
Bebeklerin ilk diĢinin görüldüğünde de piĢirilip
dağıtılır. Buna “diĢ tiridi” denir.
AĢure: AĢure ayında piĢirilir. Nohut, buğday, mı-
sır, fasulye, elma, armut kakı, portakal kabuğu ve nar
taneleri karıĢtırılır. Bu karıĢım pekmezli veya Ģekerli su-
da piĢirilir. PiĢerken üzerine susam, ceviz, badem ser-
piĢtirilir. Ġyice piĢtikten sonra bir müddet dinlendirilir.
Daha sonra bakraçlara konarak konu komĢuya dağıtılır.
Dağıtılmadan önce aĢureye hoĢ bir koku vermek için üze-
rine toz tarçın dökülür.
Yımırta (yumurta) ve patetes salatası; HaĢlan-
mıĢ yumurtalarla patatesler kabukları soyulduktan sonra
kaĢıkla bir tabağın içinde ezilir. Ezildikten sonra içine
kuru veya taze soğan doğranır. Acı biber konur. Bu ye-
mek daha ziyade ilkbahar aylarında bağ, bahçe ve tarla-
larda yenen pratik ve doyurucu bir yemektir. Yanında
mutlaka arlın bulunur.
Un helvası: Un, kuyruk yağı ve pekmezle piĢiri-
lir. Ġçine ceviz, badem veya fıstık konur.
Ġrmik helvası: Ġrmik, yağ ve pekmezle piĢirilir.
Ġçine ceviz, badem veya fıstık konur.
NiĢasta (ĢeĢtunu) yapımı: NiĢastaya “ĢeĢtunu”
denir. TemizlenmiĢ ve yıkanmıĢ buğday, içi su dolu bir
kazana konur. Buğday yaklaĢık bir iki hafta kadar bu
suyun içinde ĢiĢer. Kendi kendine mayalanır ve kokmaya
baĢladığında leğenin içine alınarak elle iyice sıkılır ve
kabuklarından ayrılır. Daha sonra kurutulur. Elle ezilip
un haline getirilir.
EriĢte yapılması: Buğday unu süt ve yumurta ile
yoğrulur. Daha sonra kalın yufkalar halinde açılarak bı-
92
çakla ince Ģeritler halinde kesilir ve bir örtü üzerinde ku-
rutulur. Yemek yapılacağı zaman makarna gibi piĢirilir.
EVLENME VE DÜĞÜN
Yöremizde evlenme, evlenme yaĢına gelmiĢ olan
gençlerin ailelerinin de uygun görmesiyle gerçekleĢen;
görücü gitme, söz kesme, niĢan ve düğün Ģeklinde aĢa-
maları olan sosyal bir olaydır.
Kasabada evlenme yaĢı kızlarda 15-18, erkeklerde
18-22‟dir. Erkeklerin geç evlenme nedenlerinden birisi
de askerliktir. Son yıllarda evlenme yaĢı eğitimden dolayı
kız ve erkeklerde 18‟in üstüne çekilmiĢtir. Görücü usul
de evlenmeler yaygındır.
1970‟li yıllara kadar evlenme kendine özgü kural-
larla gerçekleĢirdi. Evlenme yaĢına gelen gençler, ailele-
rinin iznini almadan evlenemezler, ev kuramazlardı. Aile-
lerinin onayını almayan kız veya erkeğe “evlatlıktan
reddetme” denilen katı bir yaptırım uygulanırdı.
Evlenme ile ilgili aĢamalar Ģöyledir:
1. Kız beğenme: Evlenme yaĢına gelmiĢ erkeğin
ailesi tarafından gelinlik kız aranmaya baĢlanırdı. Deli-
kanlı hısım akrabadaki veya köydeki genç kızları göz
hapsine alırdı. Beğendiği bir kızı bulunca da ninesine
veya annesine açıklardı. Delikanlı bu konuda karar vere-
memiĢse veya bir kız bulamamıĢsa ailenin kadınları dev-
reye girerlerdi. Köyde kimde kız var, yaĢı kaç, evlenme
çağına girip girmediği gibi konular herkes tarafından
bilinirdi. Bu yüzden oğlan anaları kızları küçük yaĢların-
dan itibaren gözetlemeye baĢlarlar, aileleri ile yakın iliĢ-
kiler kurarlardı. Zamanı geldiğinde de hemen sahiplenir-
lerdi. Oğlan evinin ekonomik, sosyal ve kültürel durumu
93
kız evleri için çok önemliydi. Çünkü “davul bile dengi
dengine çalardı.”
Kızı evlenme yaĢına giren ve varlıklı bir dünür is-
teyen kız evleri de el altından evlenecek oğlu olan ailele-
re kızı vermek istediklerini sezdirirlerdi. Gerçi bu gibi
durum çok nadir olurdu. Bu köyde duyulduğunda da
“Hunnara bakın. Gızı gapıda galdı ya, goca arebbalar!”
gibi sözlerle dedikoduları yapılırdı.
Bekar kızların ve erkeklerin bir arada gezmeleri,
eğlenmeleri veya bulunmaları hoĢ karĢılanmazdı. Bir kız
bir erkekle iliĢki kurduğunda hemen “kızın adı çıkar-
dı.” Adı çıkan kızı kimse almak istemezdi. “Adı çıkaca-
ğına canı çıksın!” tabiri bu yüzden söylenmiĢtir.
Kız görme misafirlikte; bağ, bahçe ve tarlalarda
veya düğünlerde olurdu. En çok da bayram günleri bek-
lenirdi. Çünkü bayramlarda genç kızlar daha güzel gö-
rünmek için bayramlık giysilerini giyerler, takıp takıĢtı-
rırlar, sürüp sürüĢtürürlerdi.
2. Görücü gitme: Erkek tarafına “oğlan evi”, kız
tarafına da “kız evi” denir. Oğlan evi, gelinlik kızı be-
ğendikten sonra bir kez de kızı evinde görmeye giderler.
Bunlar kızın misafir karĢılama, ağırlama, uğurlama gibi
hâl ve hareketlerini incelerler. KonuĢmasına bakarlar.
Sonuç olumluysa durumu oğlanın babasına anlatırlar.
Kız tarafı, görücü gelen kadınların niyetini önce-
den bildiği için gerekli hazırlıkları yapar. Ama bunu bil-
diğini belli etmez. “Kız evi naz evi” olduğundan her
Ģeyde habersizmiĢ gibi davranarak nazlanırlar. Kızın gön-
lü varsa veya ailesi kızı vermeye niyetliyse gelen misafir-
ler daha sıcak karĢılanır. Eğer kız verilmeyecekse bu du-
rum, bir Ģekilde görücü gelen kadınlardan birisine söyle-
nir. Kız verilsin veya verilmesin görücü gelen kadınlara
94
hiçbir Ģekilde kötü davranılmaz. Ġzzet ve ikramda kusur
edilmez. “Kızı bin kiĢi ister, bir kiĢi alır.” denir. “Misa-
fir kim olursa olsun tanrı misafiridir.” Kız istemeye ne
kadar çok kiĢi gelirse kızın kıymeti o oranda artar. Aile-
nin de itibarı yükselir.
3.Kız isteme: “Oğlan evi” tarafından gelin adayı
kesinleĢtikten sonra, kızın istenmesine sıra gelmiĢtir. Bu-
nun için itibarlı, yaĢlı bir kadın kız evine giderek kızın
annesiyle veya yakınlarından birisiyle görüĢür. Oğlan
evinin niyetini söyler. Kız tarafı da oğlanı beğenmiĢse
“hele bi danıĢalım.” diyerek durumu kıza, kızın babası-
na ve diğer yakınlarına söyler. Bu kez kız tarafı ciddi
olarak oğlan evi hakkında bir araĢtırma yapar. Bu araĢ-
tırma sonucunda kız verilmeyecekse “Nasibinizi baĢga
yerde aran!” denilir. Kız verilecekse kadınlar arasında
“kız isteme günü” kararlaĢtırılır. Gerekli hazırlıklar ya-
pılır. Kız tarafı evi temizler, çamaĢır yıkar, yemekler ya-
par. Gelen misafirlere ikram için çerez ve benzeri Ģeyler
alınır. “BiĢi, lokum” dökülür.
Oğlan tarafı ise kız istemeye gidecek aile büyük-
lerini tespit eder. Bunlar ailenin dede, nine, dayı, amca
gibi büyükleridir. Sayıları genellikle on on beĢ kiĢi kadar
olur. Köyün imamı veya ağzı laf yapan itibarlı kiĢisi de
kız istemeye götürülür. Bu gibi kiĢiler kız evinin itibarını
artırır. “Gızı isteme mıhtar geldi” denir. “Onun hatırı
olmasa vemecektik.” diye de konu komĢuya hava atılır.
Kız evinde gelen misafirlerin ellerine gül suyu
dökülür.Yemek yenmeyecekse kahve ikram edilir. Bir
müddet havadan sudan konuĢulur. Daha sonra, oğlan evi
tarafından tespit edilen kızı isteyecek kiĢi müsaade iste-
yerek “Biz bure hayırlı bir iĢ için geldik.” diye söze
baĢlar. Sonra da: “Allahın emri, peygamberimizin
95
gavliyle gızınızı olumuza isteme geldik. Siz ne desiniz” diyerek sözü bitirir. Kızın babası veya dedesi önce düĢü-
nür gibi yapar. Sağına soluna bakınır. “Allah yazdıysa
biz ne deyem. Nasipse olur.” diyerek karĢı cevabı verir.
Böylece kız istenmiĢ ve verilmiĢ olur. Artık iki taraf da
rahatlamıĢ olduğu için çerezler gelir. ġakalar yapılır. Or-
tam neĢeli bir hâle döner. Herkes bir birini kutlayarak
“Hayırlı olur inĢallah!” diyerek memnuniyetlerini belir-
tirler. Daha sonra da münasip bir dille müsaade istenir ve
kalkılır.
4. NiĢan takma: Kız istenip söz kesildikten sonra
artık niĢan gününün ve niĢanda takılacak takıların karar-
laĢtırılmasına sıra gelmiĢtir. Bunun için iki tarafın yaĢlı-
ları bir araya gelerek bu konuları enine boyuna konuĢur-
lar ve bir anlaĢmaya varırlar. Kız evi mutlaka altın takı
ister. Altın takılar, olmazsa olmazlardandır. Takıların
azlığı veya çokluğu oğlan evinin ekonomik durumuna
göre değiĢir. Bazen “eğreti takı” denilen sırf kız evinin
isteklerinin karĢılanması amacıyla hısım akrabadan
ödünç takı alındığı bile olur. Bu gibi takılar düğünden
sonra geriye iade edilir. Bazen bu takılar o kadar çok olur
ki oğlan evi bunları karĢılayamaz. Bu yüzden iki aile ara-
sına soğukluk girer ve evlenme olayı gerçekleĢmez. Böy-
le bir durum ortaya çıktığında eĢ dost iki ailenin arasını
düzeltmeye çalıĢır.
Ġki tarafın da uygun gördüğü bir günde de niĢan
takılır.
Oğlan tarafı takı olarak genellikle beĢ altın lira,
beĢ bilezik, birkaç çift küpe ve yüzük alır. Gelin kıza
hediyelik birkaç kat elbise ve iç çamaĢır alınır. Ayrıca kız
evinin büyüklerine de hediyeler konur.
96
Kız tarafı oğlana yüzük alır. Çorap, çamaĢır gibi
giysiler hediye eder. Eğer düğün kısa sürede yapılacaksa
niĢana gerek görülmeyebilir.
NiĢan genellikle cuma akĢamı takılır. Bunun için
oğlan evi, kız tarafına götüreceği “boğ”u hazırlar. “Boğ”
kıza alınan hediyelerin içine konduğu bohçanın adıdır.
Genellikle ipekli, pahalı bir kumaĢtan yapılır.
NiĢan töreni genellikle kız evinde yapılır. NiĢan
için kız evine gidildiğinde önce yemekler yenir. ġerbetler
içilir. Bu sırada kadınlar ve erkekler ayrı ayrı odalarda
toplanırlar. Damat ile gelinlik kız bir arada bulunmazlar.
Oğlana erkekler tarafında, kıza da kadınlar tarafında yü-
zük takılır..
NiĢanlı gençlerin sık sık bir araya gelmeleri pek
hoĢ karĢılanmaz. Gençler ancak yanlarında bir kadın ol-
mak Ģartıyla bazen görüĢebilirler. Yaz aylarında bu adet
pek yürümez. Çünkü bağ, bahçe ve tarla iĢleri dolayısıyla
tüm köylü iĢte olduğundan kızla oğlan çeĢitli vesilelerle
görüĢme imkanı bulurlar. Çünkü iki aile ekin biçmede,
tütün dikmede, bostan çaplamada, harman yerinde bir
birlerine yardım ederler. Damat adayı kayın pederinin
iĢlerine her zaman koĢar. Kız da kaynanasına çamaĢır
yıkamada, ev temizliğinde yardımcı olur.
Bazen niĢanlılık döneminde kız veya erkek tarafı
değiĢik nedenlerden fikrinden cayabilir. Kız evi kızı ver-
mekten caymıĢsa oğlan evinin getirdiği hediyeleri aynı
boğa koyup hısım akrabadan bir kadının eline vererek
oğlan evine gönderir. Buna “boğ atma” denir. Boğ atma
oğlan evi için itibar kırıcı bir olaydır. Yapılan tüm mas-
rafların boĢa gitmesi demektir. Hemen araya birileri ko-
nur. Kız evinin niye vazgeçtiği öğrenilir. Eğer kendile-
rinden kaynaklanan bir kusur veya hata varsa tamir edilir.
97
NiĢanı oğlan evi bozmuĢsa kız evine verdiği takıları ge-
riye alamaz. Kız evi “PiĢmanlığına tutsunlar.” der.
NiĢan takıldıktan sonra iki taraf da artık bir biri-
nin dünürü olmuĢtur. Her iki taraf bir birlerine dünür
der. Kızın adı da “gelinlik”tir. Oğlana da “güvey” diye
hitap edilir. Gelinlik kız oğlanın annesine “ana”, babası-
na da “buba” der. Damat ise kızın anne ve babasına
“analık, bubalık” diye hitap eder.
5. Düğün: Düğünler genellikle sonbahar ayların-
da yapılırdı. Çünkü harmanlar kaldırılmıĢ, satılacak ürün-
ler satılmıĢ, düğün parası denkleĢtirilmiĢtir. Ekonomik
yönden düğüne hazır olan oğlan evi, düğünün yapılacağı
tarihi kız evine de danıĢarak belirler. Düğün günü belir-
lenince iki taraf da hızla hazırlıklara baĢlar. Bu hazırlıklar
yaklaĢık iki ay kadar sürer.
Kız anaları, kızları on yaĢına bastığından itibaren
çeyizini hazırlamaya baĢladıkları için bu konuda pek sı-
kıntıları olmaz. Varsa eksiklikler de hısım akrabanın ve-
ya gelin kızın arkadaĢlarınca hızla tamamlanır. Genellikle
kızın çeyizi döĢek, yorgan, yastık, mutfak kap ve kaçak-
ları, siniler, perdeler, halı, kilim, bucak döĢekleri, duvar
yastıkları gibi ev eĢyası olur. Kız evi verdiği çeyiz ile
övünür. Eğer gelinin çeyizi azsa ileride “baĢ kakıntısı”
olur. BaĢ kakıntısı kız evini küçümseme demektir.
“Gızına heç biĢe vermedi. Demek ki gızının gıymatı
yokmuĢ.”, “Gızı büyümüĢ, anası uyumuĢ.” gibi alçaltıcı
sözler söylenir. Kız evinin hazırladığı çeyiz düğünün
ikinci günü kız evindeki “ceyiz serme”de köyün kadınla-
rı ve kızları tarafından tek tek incelenecek, değerlendiri-
lecektir. Bu yüzden gelinin çeyizinin ayrı bir önemi var-
dır. Çeyiz azsa veya değersiz araç ve gereçlerden oluĢ-
muĢsa dedikoduya neden olacaktır. Daha sonra baĢkala-
98
rının beğenilmeyen çeyizi için “Cennet‟in gızının çeyizi
gibi…” denerek yıllarca anlatılır durur.
Ġki bayram arasında düğün yapılmazdı.
Oğlan evi de oğlana vereceği çeyizi hazırlar; dü-
ğünde yenecek yiyecekleri ve içecekleri temin eder.
“Okuları (davetiye yerine geçen lokum, kibrit, havlu,
basma gibi)” alır, davulcuları kiralar, “hayatta bir kez
olacağından” güzel bir düğün olması için elinden geleni
yapardı.
Okular düğünden birkaç hafta önceden dağıtıl-
maya baĢlanır. “Oku”nun cinsi, davet edilecek kiĢilerin
toplum içindeki yerine, ekonomik durumuna ve her iki
aileye yakınlığına göre değiĢir. Köyün ileri gelen aileleri
ile hısım akrabaya “peĢkir” “havlu” “göyneklik” veya
“eteklik” kumaĢ, basma veya çorap gibi kıymetli okular
verilir. Konu komĢuya, sıradan olanlara “ispirte (kiprit)”
dağıtılır, “düğüne gelse de olur, gelmese de olur” deni-
lenlere de “bi topan (bir adet)” Kızılhisar lokumu verilir.
Böylece köydeki tüm aileler düğüne davet edilir. Düğüne
davet edilmemek onur kırıcıdır. Ġleride baĢ kakıntısına ve
küsmelere neden olur. Uzaktan yatılı gelecek misafirler
için akrabaların evlerinde yatacak oda ayrılır. Kimin ne-
rede kalacağı önceden planlanır.
Düğüne perĢembe günün akĢam namazından son-
ra baĢlanır. Damadın arkadaĢları, tüfek tabanca gibi silah-
larını da yanlarına alarak oğlan evinde toplanırlar. Dama
asılmak üzere yedi adet bayrak hazırlanır. Bunlardan altı-
sı; sarı, kırmızı, mavi, yeĢil, mor, siyah renkli kreplerden
oluĢur. Bu bayraklar eski Türk boylarını veya devletlerini
temsil eder. Yedincisi de ay yıldızlı al bayraktır. Bayrak
direklerinin baĢları çiçeklerle süslenir. Hazırlanan bay-
raklar oğlan evinin damına sırayla tüfek veya tabancalar
99
atılarak dikilir. Böylece tüm köye düğünün baĢladığı da
duyurulmuĢ olur.
Bayraklar oğlan evinin damında düğün boyunca
dalgalanır.
Bir de düğün törenlerinde ve alaylarında kullanı-
lacak bayrak vardır. Bu bayrak kız evine çeyiz için gidi-
lirken, düğün alayının köy içinde dolaĢtığında, sağdıç
durma töreninde, keĢkek dövülmesinde düğün alayının en
önünde bayraktar tarafından taĢınır. Bayrağı yere düĢür-
mek veya baĢka birisine kaptırmak bayraktar için utanıla-
cak bir durumdur.
Cuma günü baĢlayan düğün pazar günü gelin al-
mayla sona erer.
Düğünün birinci gününden itibaren hem kız evin-
de hem de oğlan evinde sürekli yemek piĢirilir. Düğün
evine gelen herkese büyük küçük ayrımı yapılmadan ye-
mek verilir.
KeĢkek dövme: Düğünün tutulduğu cuma günü
ikindi üzeri davul zurna eĢliğinde gençler keĢkek dövme-
ye giderler. KeĢkek Eski Cami‟nin önündeki dibekte dö-
vülür. Davul zurna eğlenceli türküler çalarken gençler de
sırayla dibekteki keĢkeklik buğdayı döverler. Dövülen
buğday heybeye konarak oğlan evine getirilir ve ertesi
gününe keĢkek yemeği piĢirilir. Aslında buradaki keĢkek
dövme iĢi bir âdetin yerine getirilmesinden baĢka bir Ģey
değildir.
Cumartesi günü öğle namazından sonra davul
zurna eĢliğinde damat ve arkadaĢları kız evine giderler ve
ikindi namazına kadar orada kalırlar. Kız tarafının erkek-
leri ile oğlan tarafının erkekleri çeĢitli oyunlar oynarlar.
Kız evi gençlere yemek verir. Ayrıca bu gün kız evinde
“çeyiz” serilir. Gelin kızın tüm giysileri, iĢlediği oyalar,
100
havlular, eĢarplar, yatağı, yorganı bahçeye gerilen urgan-
lara takılarak sergilenir. Köyün kızları ve kadınları çeyizi
seyretmeye gelirler. Çeyize gelen kadınlar da hediyelerini
verirler.
Düğüne gelen davetliler hangi tarafa “okucu”
gelmiĢlerse o tarafa hediyelerini verirler. “Düğün elle,
harman yelle olur.” Bu yüzden bir gün sıranın kendisine
geleceğini bilen aileler bütün düğünlere mutlaka katılır-
lar.
Cumartesi günü kız evinden dönen damat, davul
zurna eĢliğinde hediye toplamaya çıkar. Dayı, amca, tey-
ze, hala daha önceden hediyelerini hazırlamıĢlar ve da-
madı evlerine çağırmıĢlardır. Davul zurna eĢliğinde evle-
rine gelen damada canlı hayvan, altın, para veya değerli
hediyeler verirler.
Cumartesi akĢamı kız evinde kına gecesi yapılır.
Oğlan evinin hemen yakınındaki bir alanda “maĢala”
yakılır. “MaĢala” çıralı odunların yakıldığı kocaman bir
ateĢtir. MaĢalanın çevresine kilimler, hasırlar serilir.
Gençler bu hasırlara oturarak davulcuların çaldığı sazlar
eĢliğinde türküler söylerler. “MaĢala” gecesinde düğü-
nün yöneticisi olan genç “orta oyunu” oynanması için
bazı gençleri görevlendirir. Köy orta oyunları “Deveci”,
“Kız Kaçırma”, Keloğlan”, “Üç Gelin” gibi oyunlardır.
Bu gece gençler içki de içerler. MaĢala gecesinde evli ve
çoluk çocuk sahibi olan yaĢlılar ise önceden hazırlanmıĢ
kapalı bir alanda eğlenmeyi tercih ederler. Çünkü onların
gençlerle oturup içki içmeleri veya eğlenmeleri hoĢ karĢı-
lanmaz.
MaĢala gecesi kız evinde de “kına gecesi” vardır.
Gecenin ilerleyen saatlerinde damat ve arkadaĢları davul
zurna eĢliğinde kız evine giderek kına gecesine renk ka-
101
tarlar. Damat burada gelinle birlikte oyun oynar. Kız evi-
nin kadınları damada para takarlar.
Pazar günü gelin alma günüdür. MaĢala gecesinde
herkes doyasıya eğlendiğinden kuĢluk vaktine kadar dü-
ğün evinde pek kimse olmaz. KuĢluğa doğru damadın
arkadaĢları ve akranları oğlan evine gelirler. Öncelikli
görevleri damadı hazırlamaktır. Bunun için eve berber
çağırılır. Damat tıraĢı olunur. Daha sonra damat banyo
yapar. Damatlık elbiselerini giyerek avluya çıkar.
Öğle namazına doğru “sağdıç durma” merasimi
için davul zurna eĢliğinde caminin önüne gidilir. Caminin
dıĢına hasırlar serilmiĢtir. Damat ve yakınları camiye
namaza giderler. Evden çıkarken damadın ağzı delikanlı
baĢı tarafından bağlanır. Damat tekrar eve dönünceye
kadar ne yapılırsa yapılsın konuĢmaz. Eğer herhangi bir
nedenden dolayı konuĢursa para cezasına çarptırılır. Dü-
ğünü yöneten delikanlılara ceza ödemek zorunda kalır.
Sağdıç durmaya gidiĢlerde ve dönüĢlerde damadı konuĢ-
turmak için gençler, çeĢitli muziplikler yaparlar.
Namazdan sonra caminin önüne serilen hasır üze-
rine, damat ve sağdıcı diz çökerek oturur. KarĢısına da
köyün imamı ve yaĢlıları otururlar. Ġmam dua ettikten
sonra meydanda toplanan erkekler, damada ve sağdıca
imkanları ölçüsünde kağıt para takarlar veya damadın
önündeki siniye bozuk para atarlar. Bu damada yapılan
ilk ekonomik yardımdır. Damat bu para ile davulcuların
parasını ödeyecektir. Takı bittikten sonra damadın avu-
cunun içine ve ayakkabısının altına kına yakılır. Damat
ve sağdıcı meydanda bulunan yaĢlıların ellerini öperler.
Akranlarının ellerini sıkarlar ve hayır dualarını aldıktan
sonra düğün alayı oğlan evine döner. Damat koca kapı-
dan içeriye girdiğinde ağzı açılır.
102
Damadın eve gelmesiyle birlikte düğün evinde te-
laĢ baĢlar. Çünkü artık kız evine gelin almaya gidilecek-
tir. Bunun için önceden gelinin bineceği at, çeyizi getire-
cek hayvanlar veya kağnılar hazır edilmiĢtir. Ġkindi na-
mazından sonra gelin alayı yola çıkar. Damat evde kal-
mıĢtır. Gelini damadın kardeĢi veya sağdıcı getirecektir.
Daha sonraki yıllarda bu adet kalkmıĢ, gelin almaya da-
mat da gitmeye baĢlamıĢtır.
Gelin almaya “yengeler” de giderler. Yengeler
damadın genç veya orta yaĢlı halası, teyzesi, ablası, yen-
gesi gibi evli kadınlardan oluĢur. Yengeler üç etek entari-
lerini giyerler. BaĢlarına çiçeklerle süslenmiĢ gelin baĢ-
lıkları takarlar. Yengelerin sayısı sınırlı değildir. Ġsteyen
yenge olabilir. Her yengenin bir atı vardır. Zamanla yen-
gelik âdeti de kalkmıĢtır.
Düğün alayı kız evine varınca damat, yengeler ve
damadın yakınları kız evine girerler. Damadın kız evine
girmesiyle kızlardan oluĢan bir ekip gelin kapısı tutarlar
ve hediye almadan kapıyı açmazlar. Ayrıca gelinin kar-
deĢleri de gelinin sandığının üzerine oturarak bahĢiĢ alır-
lar.
Kız evindeki usul ve esaslar yerine getirildikten,
gelinin yakınlarıyla helalleĢmesinden sonra kız evinin
kadınlarının ağıtları eĢliğinde gelin evden çıkarılır ve
kendisi için hazırlanan ata bindirilir. Damadın kız evine
gitmeye baĢlamasıyla birlikte atın yerini araba almıĢtır.
Gelin damatla birlikte bu arabaya biner. Düğün alayı oğ-
lan evine gitmek üzere yola çıkar. Gelin alma merasimi
yapılırken kız tarafının gençleri oğlan evinden gelen ve
düğünü organize eden gençlere gizlice “rakı, Ģarap” gibi
alkollü içkiler ikram ederler. Gençler de bunları içtikten
103
sonra çakır keyif olurlar ve sarhoĢ taklidi yapmaya baĢ-
larlar.
Gelinin çeyizi birkaç arabaya konarak hızlı bir Ģe-
kilde oğlan evine gönderilir. Gelinin yakınları daha gelin
alayı gelmeden gelin odasını dayayıp döĢerler.
Gelin alayı önde gençler, onların arkasında davul
zurna, davul zurnanın arkasında genç-yaĢlı erkekler, on-
ların da arkasında gelen yengeler olmak üzere bir konvoy
halinde köyün önemli sokaklarını dolaĢır. Düğün alayı
geçerken evlerde bulunanlar sokaklara dökülür. En ön-
den giden gençler istedikleri yerde düğün alayını durdu-
rarak oyunlar oynarlar, naralar atarlar. Gençlerin gönlüne
göre düğün alayı oğlan evine bir iki saatte gelir. Ama
mutlaka güneĢ batmadan gelin evine indirilmiĢ olur.
Gelin attan inince oğlanın anası gelinin baĢına pa-
ra, Ģeker ve buğdaydan oluĢan bir saçı saçar. Bu saçı,
gelinin eve uğur getirmesini, soyun devam etmesini, bol-
luk ve bereketin olmasını amaçlar.
Gelin, odasına girmeden kucağına erkek çocuk
verilir. Bu ilk doğacak çocuğun erkek olması içindir. Da-
ha sonra geline oda kapısının kenarına yağ sürdürülür. Bu
da yağ gibi geçinmeyi simgeler. Ayrıca kaynanasının eli
öptürülür. Bunda amaç gelinin kaynanasının emirlerine
mutlak itaat etmesidir. Ayrıca gelin evin kapısını da öper.
Bu evine sadık kalacağının iĢaretidir.
Damat gelini odasına çıkardıktan sonra hemen dı-
Ģarıya çıkar ve arkadaĢları tarafından önce kahveye götü-
rülür. Damat kahvede herkese çay, kahve ikram eder.
Sonra hep birlikte Cumayanı‟na gezmeye gidilir. AkĢam
namazına kadar damat köy içinde gezdirilir. Bu arada
“hoca” tabir edilen yaĢlı ve evlilikte deneyimli bir erkek
104
damada cinsel konularda bilgiler verir. Ġlk gece de neler
yapacağını anlatır.
Sağdıç: Damadın en yakın arkadaĢı, sırdaĢı ve
gönüldeĢine sağdıç denir. Sağdıç düğünde öncelikle gö-
rev alır. Eğer damadın arkadaĢlarından bir sağdıcı yoksa
erkek kardeĢi de sağdıç olabilir. Ġleride damadın çocukla-
rı sağdıcı en önemli akraba kabul ederler. Eğer sağdıç,
damadın büyük kardeĢiyse doğan çocukların da “gocu
bubası” olur. EĢi de “gocu anadır.”
Yatsı namazından sonra imam tarafından dinî ni-
kah kıyılır ve gerdeğe girilir. Gerdek gecesi oğlan evi son
derece sessiz ve sakindir. Damatla gelin kesinlikle rahat-
sız edilmez. Kız evinden gelen “gelin bekçileri” sabaha
kadar oğlan evinde kalırlar. Gelin kızın bakire olması çok
önemlidir. Gelin gerdek sonrası bakire olduğunu, gelinin
çarĢafını kendi kaynanasına ve kız evinden gelenlere ve-
rerek ispatlar. Gelin bakire çıkmazsa sessizce kız evine
gönderilir. Bu durum çok nadir olur. Köyün genç kızları
iffetlerine son derece düĢkündürler.
Gelin arkası olan pazartesi günü kız evinde tirit
piĢirilir ve öğleden sonra oğlan evi yemeğe çağırılır. Da-
mat, gelinle birlikte kayınbabasının evine giderek onların
ellerini öper, hayır dualarını alır. Daha sonraki günlerde,
önce sağdıcın ailesi olmak üzere bütün hısım akraba yeni
evlileri çağırarak ziyafet verirler.
Düğünlerde oğlan evinin ekonomik durumuna gö-
re ya bir davul ve bir zurnacıdan oluĢan “çingene davu-
lu” ya da denilen bir davulcu, iki zurnacı ve bir klarnet-
çiden oluĢan “tam çalgı” tutulur ve düğün bunlar tara-
fından yapılırdı. Davulcu ve zurnacılar aynı zamanda
bağlama, cura, tef, darbuka da çalıp oturak eğlencelerinde
türkü de söylerlerdi. “Oturak” eğlenceleri içkili eğlence-
105
lerdir. Gençler ve orta yaĢlı evli erkekler kadınların, ço-
cukların ve yaĢlıların göremeyecekleri açık veya kapalı
bir yerde hem içki içerler hem de türkü söyleyerek eğle-
nirlerdi.
Düğünlerde genellikle Harmandalı, Tavas zeybe-
ği, Köroğlu ve diğer zeybek oyunları oynanır.
Kadın çalgıları ise, sini ve kalaylı büyük tencere-
lerdir. Kadınlar bunları elleriyle çalarak tempo tutarlar.
Çiftetelli, Konyalı gibi kıvrak oyunlarla yöreye has kadın
oyunlarını oynarlar.
Gelin kızların en önemli eĢyaları “çeyiz sandığı”
dır. Bu sandık içinde gelinin yıllar boyunca hazırladığı
nakıĢları, oyaları, havluları ve giysileri bulunur. Bu san-
dık düğünden sonra da evin değerli eĢyalarının saklandığı
kasa görevini yapardı. Anahtarı da hep gelinin belinde
bulunurdu.
Evlenen erkeklere “Onun da boynuna duz gesesi
geçti.” denir ve artık bekar gençlerle dolaĢması, yiyip
içmesi, eğlenmesi hoĢ karĢılanmazdı.
106
SARI Aġ
Goca Osmanların Halıl Ġbram sarı aĢ (mürdümek
aĢı)ı çok severmiĢ. Anası her gün piĢirse yeter gari de-
mez, oturup hepsini bi güzel yer, üstüne de bi desdi su
içermiĢ. Sarı aĢ piĢtiği günlerde bubası Sarı Memet:
“-Yeter ulan bi gün patlecen!” der onunla dalga
geçermiĢ.
Gel zaman git zaman bi gün Halil Ġbram‟ın düğü-
nü tutulmuĢ. TutulmuĢ da düğünden önce Halil Ġbram
anasıyla sıkı sıkı bi bazarlık etmiĢ: “Bi gazan sarı aĢ pi-
Ģirmezsen gerdeğe girmem.” diye. Anası da söz vermiĢ-
miĢ. Düğün bitip gelin eve gelmiĢ. Halıl Ġbram gelini eve
bırakıp usule uygun olarak gençleri gaveye çay içmeye
götürürken anasına yine tembih etmiĢ. “Bak ana bi gazan
sarı aĢ biĢçek ha!” diye. Anası da “Heç husalanma ben
sarı aĢı biĢirdim bile. “ demiĢ. Halıl Ġbram da bakmıĢ ki
bi gazan sarı aĢ var mutlu bi Ģekilde evden gitmiĢ.
AkĢama doğru da arkıdeĢleriyle birlikte eve gel-
miĢ. Hoca nikahını gıydıktan sonra sıra gerdeğe girmeye
gelmiĢ. Ama önce gelinle damadın gız evinden gelen
tavuklu pilavı yemeleri gerekiyormuĢ. Aç aç gerdeğe
filan girilmezmiĢ. Gelin odasına sofra kurulmuĢ. Tavuklu
pilav gelmiĢ. Halil Ġbram‟ın aklı fikri turĢulu sarı
aĢdeymiĢ. Bene bakın ben tavuklu pilav filan yimem,
bana sarı aĢ getirin!” demiĢ. Gız evinden gelen kadınlar
bir birlerine bakıĢmıĢlar. Sonra da Halil Ġbram‟ın anasını
107
ünnemiĢler. “Senin olan sarı aĢ isdeyo. Biz hinci sarı aĢı
nerden bulam ayol!” diye. Anası da “Merak etmen ben bi
gazan biĢirdim, bi çanak getiriven.” demiĢ. Gız evinin
kadınları gazana goĢmuĢla emme gazan bomboĢmuĢ.
Gelen giden misafirler sarı aĢı yiyip bitirmiĢlermiĢ.
GoĢup içeriye girmiĢler. “Ulen Halil Ġbram sarı aĢ
galmamıĢ. Hinci ne edcez?” demiĢle. Halil Ġbram öfkey-
le ayağa fırlamıĢ. “Ben onu bunu bilmem! Valla billa sarı
aĢı yimiden de gerdeğe filan girmem. Sarı aĢı kim yidiyse
gerdeğe de o girsin..” deyip evden çıkıp gitmiĢ.
DA ĠCCEN MĠ?
Totu Umar‟ın evine misafir gelmiĢ. Yemekler
yenmiĢ. Sıra çay içmeye gelmiĢ. Hatca gız çayları yap-
mıĢ. Önce birer bardak ikram etmiĢ. Sonra bardakları
toplarken tekrar birer bardak daha çay içmek isteyen
olup olmadığını sormuĢ. Herkes içmek istediğini söyle-
yince gidip doldurup gelmiĢ. Misafirler ikinci bardakları
da içtiklerinde boĢ bardakları toplayıp çıkacağı sırada
anası “Gızım misafirlerimize sorsana, belkim tekrar iç-
mek isteyen vardır.” deyince geriye dönmüĢ.
“-Ġki bardak içtile ya. Niye üçüncü bardağı da iç-
sinle? Hem sen Ģekerle, çayın kaç lira olduğunu biliyon
mu? Bubam misafirle çay istelerse iki bardaktan fazla
veme dedi.” demiĢ.
108
DĠNĠ BAYRAMLAR
Dini günler ve bayramlar kasaba halkı için birlik
ve beraberliğin sağlandığı; sevgi, saygı ve hoĢ görünün
yaygınlaĢtığı; kiĢilerin biraz daha anlayıĢlı davrandıkları
günlerdir. Bugünlerde yardımlaĢma artar. KaynaĢma sağ-
lanır: Küsler barıĢır, dargınlıklar ortadan kalkar, huzur ve
toplumsal barıĢ ortaya çıkar.
Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı: Ramazan
ayında oruç tutmak en önemli ibadetlerdendir. Bu ayda
büyük küçük herkes oruç tutmaya çalıĢır. Oruç tutmayan-
lar hoĢ karĢılanmaz. Büyükler, küçükleri oruç tutmaları
konusunda teĢvik ederler. Yüreklendirici davranıĢlarda
bulunurlar ve orucun önemini anlatmaya çalıĢırlardı. Bu
yüzden büyük küçük her çocuk oruç tutmak için istekli
davranırdı.
Ramazan ayı boyunca evlerde her gün tatlı bir te-
laĢ yaĢanırdı. Ġftar ve sahur ailece birlikte yapılır, geceleri
oruca kalkılırken ramazan davulcusu heyecanla beklenir,
sokak kapısını çalarak maniler okuyan davulcunun bah-
ĢiĢi verilirdi.
Ramazan ayında eĢ dost ve yakın akraba sırayla
bir birlerine yemek verirler. Akrabalarına yemek verecek
olan aile, gündüzden gerekli hazırlıkları yapar ve çağıra-
cağı kiĢilere haber gönderir. Ġftara doğru akrabalar eve
gelirler. Gelenler kalabalıksa iki veya üç sofra yapılır. Bir
sofraya erkekler diğerine çocuklar, üçüncüye de kadınlar
109
oturur. Yemekten sonra erkekler camiye teraviye gider-
ken kadınlar kendi aralarında eğlenirler. Meyve ve çerez
yerler.
-Ramazan ayı süresince yardımlaĢma artar.
-Ramazan ayı gelmeden önce evlerde büyük te-
mizlik yapılır.
-Ramazan Bayramı‟ndan birkaç gün önce çamaĢır
yıkanır, ev temizlenir.
-Arife günü mezarlıklar ziyaret edilir.
-Arife günü çörek, lokma, lokum, biĢi gibi bay-
ram günü ikram edilecek tatlılar hazırlanır. Ayrıca bay-
ramın birinci günü yenecek yemekler büyük tencerelerde
piĢirilirdi.
-Arife günü iĢe gidilmez.
RAMAZAN DAVULCULARIN OKUDUĞU
MANĠLERDEN ÖRNEKLER:
ġekerim var ezilecek, Davulumun ipi gaytan,
Tülbentlerden süzülecek, Sırtımda galmadı mintan,
Çok bekletme Üsen Agam, Verin gari bahĢiĢimi,
Çok ev va daha gezilecek. Bu gada bekletilir mi insan?
Evlerinin önü iğde, Evlerinin önü marıl,
Ġğdenin dalları yerde, Sula akar Ģarıl Ģarıl,
Burgucuların Üsen agam, Bılla çok bekletme,
Ak boyalı haney evde. Ġbram ağamı çabuk çağır.
Uyuyanlar uyanasın, Besmeleyle çıktım yola,
Orucuna davransın, Selam verdim sağa sola,
Davulcu Acar küsüyo, Uyan gari Muhtar aga,
110
BahĢiĢle yollansın. Ramazanın mübarek ola.
Ramazan davulcusu, Ramazanın son on beĢ gü-
nünde bahĢiĢ toplamaya baĢlar. BahĢiĢ bulgur, tarhana,
fasulye, mürdümek gibi yemeklikler olduğu gibi; para,
bir kalbur arpa veya buğday da olur. Ramazan davulcusu
genellikle köy tellalıdır. BahĢiĢ toplayacağı zaman yanına
çocuğunu da alır. EĢeğinin semerine birkaç heybe asar.
Heybenin gözlerine verilen hediyeleri cinslerine göre
ayrı ayrı yerleĢtirir.
Ramazan Bayramı’nın birinci günü: Evin ka-
dınları sabah namazından önce kalkarak taze ekmek piĢi-
rirler. Genç kızlar ve gelinler “Gocupınar”a giderek bay-
ram için su doldurup gelirler. Bayram sabahı
“Gocupınar”ın suyunun zemzem olarak aktığına inanılır.
Üstelik çeĢmenin baĢında “Hızır” ile karĢılaĢma ihtimali
de vardır.
Erkekler güneĢ doğmadan abdestlerini alarak bay-
ram namazı için camiye gittiklerinde kadınlar yatakları
toplar, odanın içini süpürür, hayvanların yemlerini ve
sularını verirler. Her iĢ bitince de erkeklerin camiden
gelmesini beklemeye baĢlarlar.
Bayram namazı kılındıktan sonra cemaat dıĢarıya
çıkmadan cami içinde bayramlaĢır. Daha sonra erkekler
evlerine gelirler ve aileleriyle bayramlaĢırlar. Çocuklar
öncelikle daha çok bayram harçlığı alabilecekleri yakın-
larına koĢarlar. Kimin büyük para kimin küçük para ver-
diği daha önceden bilinmektedir. Bayram harçlığı vere-
cek yakınlar hızla ziyaret edilir ve elleri öpülür. Sonra
eve gelerek anne ve babalarının ellerini öperler.
-Bayramda el öpmeye gelen çocuklar hiçbir Ģekil-
de boĢ gönderilmez.
111
-Bayramda herkesin yüzünde gülümseme vardır.
Büyük küçük ayırt edilmeksizin karĢılaĢılan herkesle
bayramlaĢılır.
-BayramlaĢmak için eve gelenlere mutlaka sofra
kurulur: Yiyecekler, tatlılar ve meyveler ikram edilir.
-KuĢluk vakti mahalledeki odanın önüne hasırlar,
kilimler serilir. Her evden bir kiĢi bir “çanak aĢ” ile
birkaç yufka götürür. Buna “odaya aĢ çıkarma” denir.
Bu aĢlar mahalleli tarafından birlikte yenir.
-Odalarda misafirler varsa onların ihtiyaçları ön-
celikle karĢılanır.
KuĢluktan sonra, bayram ziyaretleri baĢlar. Bu zi-
yaretler yaĢ ve akrabalık derecesinin durumuna göre sı-
rayla yapılır. BayramlaĢmadaki hiyerarĢik sıra dede, nine,
amca, hala, dayı, teyze, ağabey, abla Ģeklindedir. Daha
sonra annenin veya babanın uzak akrabalarına sıra gelir.
Ġkinci günü öğleden sonra eğlence zamanıdır. Bu-
nun için genç kızlar ve erkekler önceden belirlenmiĢ
alanlara salıncaklar kurarlar. Sokakların uygun yerlerine
“gındırgeçler” yapılır. Çocuklar, gençler ve isteyen ka-
dınlar doyasıya salıncağa binerler. Kızların salıncakları
biraz daha kuytu, ayak altı olmayan yelerlerde kurulur.
Genç erkeklerin gözü bu salıncaklardadır. Hatta bazı yaĢ-
lı kadınlara rica ederek, rüĢvet vererek hoĢlandıkları kız-
ların salıncağa bindirilmesinde yardımcı olmasını isterler.
Salıncaklarda, gındırgeçlerde veya bayram gezmelerinde
kızlar ve genç erkekler bir birlerini daha çok görürler.
Bazı hareketlerle, göz süzmelerle, laf atmalarla aĢklarını
ilan ederler.
Bayramın üçüncü günü komĢu köylerdeki yakın-
lar ziyaret edilir. KomĢu köylerden gelen misafirlerle
birlikte köy gezilir. Salıncak binilir.
112
Kurban Bayramı: Heyecanla beklenen özellikle
çocukların çok sevdiği dini bayramımızdır. Çünkü yıl
boyunca et yemeklerini pek nadir yiyebilen insanımız bu
bayram süresince doyasıya et yemeği yiyecektir. Köylü
et yemek için kolay kolay hayvan kesmez. Çünkü koyun
ve keçi para getiren maldır. Köylünün her zaman paraya
ihtiyacı vardır.
Arife günleri önce mezarlık ziyaret edilir. Yakın-
ların mezarları düzeltilir, temizlenir, yıkılan yerleri onarı-
lır. Mevsimine göre ağaç veya çiçek dikilir. Her arife
günü mezar taĢlarına “mersin” bitkisi bağlanır. Mersin
Antalya taraflarından yeĢil olarak getirilip demet halinde
köy meydanında satılır.
Mezarı ziyaret edilmeyenlerin öksüz kalacağı ve
“boyunlarını büküp mahzun olacakları”na inanıldı-
ğından en uzak akrabanın bile mezarına gidilip bir dua
okunur. Arife günleri mezarlar çiçek bahçesine döner.
Kasabada en çok koç ve erkeç kurban edilir. DiĢi
hayvanlar kolay kolay kesilmez. Dana gibi büyük baĢ
hayvanların kurbanlık olarak kesilmesi çok nadirdir.
Kasabada dana, öküz, inek gibi büyük baĢ hay-
vanların eti pek sevilmez.
DiĢi hayvan kesmek pek makbul bir davranıĢ de-
ğildir. Ahir zamanda sırat köprüsünden geçerken kurban-
lığın üzerine binileceğine inanılır. Bu yüzden kurbanlığın
genç, gürbüz ve erkek olması gerekmektedir. Kurban
kesmek ailenin itibarını yükseltir. Yoksulluktan kurban
kesemeyenler üzüntü duyarlar.
Kurbanlıklar aylar önceden beslenmeye baĢlanır.
Bayrama yakın da üzerleri boyanır ve süslenir. Kurbanın
besilisi ve yağlısı makbuldür.
113
Kurban, bayram namazından sonra hemen kesilir.
Çünkü çoluk çocuk et beklemektedir. Ayrıca eĢ dost ve
yakınlar da ziyaret edilecektir.
Kurban kesilince, sağ tarafından yedi kaburga sa-
yılıp ayrılır. Sonra bu parça kurban kesmeyen fakirlere
dağıtılır. Mahallenin çocukları ise kendi kurbanlarını
beklerken konu komĢuyu da göz hapsinde tutarlar. Kim
önce kestiyse hemen onun yanına gidip hayır beklerler.
Hayır olarak topladıkları etleri daha sonra arkadaĢlarıyla
piĢirip yerler.
Kurban kesilip temizlendikten sonra ev halkı etin
en iyi yerinden kavurma yaparak kahvaltı eder. Ayrıca
kurbanı kesen aile büyüğü sabah namazından sonra kur-
ban eti piĢinceye kadar oruç tutuğundan orucunu kurba-
nın sağ böbreği ile açar.
Her yıl aile bireylerinden birisi adına kurban kesi-
lir. Durumu iyi olanlar ise iki kurban keserler.
-Kurbanlık hayvan, dinî usullere uygun hayvan
kesmeyi bilen kiĢiler tarafından kesilir. Kurbanlık hayva-
nın kesilmesinden sonra derisinin yüzülmesini aile birey-
leri yaparlar.
-Kurban derisi hayır olarak kasabadaki camiye
veya okula bağıĢlanır.
-Kurban etiyle içki içilmez.
-Kurbanlık hayvana eziyet edilmez.
-Kurban kesilmeden önce hayvana su verilir. Su-
suz kesim yapılmaz.
-Kurbanın yenmeyen kısımları toprağa gömülür.
-Kurbanın hiçbir parçası ziyan edilmez.
-Kurban kesildikten sonra kurban sahibi iki rekat
Ģükür namazı kılar.
114
EĞĠTĠM VE ÖĞRETĠM
1896 yılında Acıpayam ilçesinde merkezden baĢ-
ka 10 köyde ilk mektep (ilkokul) vardı. Bu köylerden
birisi de Yassıhüyük‟dür. Öğrenci mevcudu 70‟tir. Diğer
köylerin mekteplerinin öğrenci mevcutları Ģöyledir.
Kızılhisar köyü 200, Kayser (YeĢilyuva) köyü 150,
Alaaddin köyü 70, Dodurga köyü 40, Yazır köyü 70,
Karahöyük köyü 80, Dedesil köyü 82, Yatağan köyü 120
öğrencidir.
1900 yılından sonra Yassıhüyük mektebi öğret-
mensizlik nedeniyle kapanmıĢtır. 1912 yılında Yüreğil
mektebi mezunlarından Halil Hayri, Denizli Orta Mekte-
binin son sınıf imtihanlarını vermiĢ, Ġzmir‟de açılan mu-
allimlik (öğretmenlik) imtihanlarını baĢarıyla vererek
köye öğretmen olarak atanmıĢtır.
Yine Yüreğil Mektebi mezunu olan Himmet
Efendi oğlu Mehmet Akif de köyden çıkan ilk muallim
olarak Yatağan Mektebine atanmıĢtır.
Acıpayam RüĢtiye Mektebi (ortaokul) 1897 yılın-
da açılmıĢtır.
Kasabada, Sakallıoğullarından Himmet Hulisi
Efendi tarafından 1886 yılında iki katlı ve dört odalı bir
medrese kurulmuĢ; bu medrese 1908 yılına kadar faali-
yetini sürdürmüĢtür. Bu medresede Arapça, Kur‟an-ı Ke-
115
rim, matematik, Osmanlı tarihi gibi bazı dersler okutul-
muĢtur.
Cumhuriyet Döneminde ilk mektep 1941 yılında
3 sınıflı olarak açılmıĢtır. Öğretmen olmadığından eğit-
menlik kursunu bitiren Süleyman ATALAY eğitmen
olarak göreve baĢlamıĢtır. Mektep, kasaba meydanının
kuzeyinde bulunan ve hâlen mescit olarak kullanılan bi-
nada faaliyet göstermiĢtir. Bu bina iki odalı olup küçük
bir bahçenin içindedir. O tarihte okulun 4 ve 5. sınıfları
bulunmamaktaydı. Üçüncü sınıfı bitiren öğrenciler üst
öğrenimlerini devam ettirmek isterlerse ya Acıpayam Ġlk-
mektebine veya Kızılhisar Ġlkmektebine gidiyorlardı.
Yassıhöyük Ġlkokulu 1943 yılında köyün doğu-
sundaki Cumayanı çayırlığındaki halen kullanılan arazi
üzerine 2 derslikli olarak yapılmıĢtır. Binanın yapımında
köylü imece usulüyle çalıĢmıĢtır. Bina taĢ yapı olup, o
günün Ģartlarında ilk kez çimento kullanılmıĢtır. Okul
binasında 1 müdür odası, birisi bitirilmiĢ diğeri bitiril-
memiĢ 2 derslik ve öğretmen lojmanı bulunmaktaydı.
Okulun bahçesi 10 dönümdü ve öğretmene ait sebze ve
meyve bahçesinin yanı sıra tarım dersleri için de uygu-
lama bahçesi bulunmaktaydı. Erkek ve kız öğrenciler için
ikiĢer kabinli ve kiremitli olarak yapılan tuvalet koku
yapmaması için okulun 20 metre kadar uzağına yapılmıĢ-
tı. Tuvaletin fosseptik çukuru bulunmaktaydı. Ayrıca ilk
kez öğretmen lojmanın banyosu ve tuvaleti için de fos-
septik çukuru kazılmıĢtı. Bu bina 1944-45 öğretim yılın-
da beĢ sınıflı ve bir öğretmenli olarak öğretime baĢlamıĢ-
tır. Ġlk öğretmeni Himmet SÖZER‟dir. Daha sonra
Karahöyük AvĢar‟lı Mehmet Ali ÖZDEMĠR atanmıĢ ve
burada uzun yıllar görev yapmıĢtır.
116
1960-61 öğretim yılında Sabri ÖZTÜRK öğret-
men olarak atanmıĢtır. 1962-1963 öğretim yılından itiba-
ren öğrenci sayısının artması ve 3 öğretmenin daha atan-
masıyla mevcut binada tadilat yapılarak derslik sayısı üçe
çıkarılmıĢ, ayrıca Halk kahvesinin üstü ile Eski Cami‟nin
bulunduğu yerdeki Abazlıların kahvesi sınıfa çevrilerek
okul beĢ sınıflı hâle getirilmiĢtir. 1963 yılında 3 derslikli
yeni ek bina yapılmaya baĢlanmıĢ 1964 yılında bitiril-
miĢtir. Öğrenci sayısının artmaya devam etmesi üzerine
1968 yılında 5 derslikli üçüncü bina yapılmıĢtır.
Ġlkokulu bitiren ve ortaokulu okumak isteyen öğ-
renciler Kızılhisar Ortaokuluna kaydolmuĢlar, lise öğre-
nimi için de Acıpayam Lisesine devam etmiĢlerdir.
Ġlçe genelinde ortaokulların yaygınlaĢması üzeri-
ne 1977-1978 öğretim yılında Yassıhüyük Ortaokulu
açılmıĢtır. Ortaokul binası olarak üç sınıflı eski bina kul-
lanılmıĢ, 1984 yılında da ilkokulun bahçesine tek katlı
ve 3 derslikli ortaokul binası yaptırılmıĢtır.
Ġlkokul ve ortaokul 1994 yılında Yassıhüyük Ġl-
köğretim Okulu adı altında birleĢtirilmiĢtir. 1996 yılında
devlet vatandaĢ iĢ birliği ile ortaokul binasının üstüne 5
derslik ilave edilmiĢtir. Yassıhüyük Ġlköğretim Okulu
hâlen 10 derslikli olup 230 öğrencisi bulunmaktadır. Ay-
rıca Apa ve Ovayurt köylerinin öğrencileri de taĢımalı
ilköğretim kapsamına alınarak buraya taĢınmaktadır.
Kasabada 1950‟li yıllarda Halkevinin ikinci ka-
tındaki bir odada halk kitaplığı kurulmuĢtur. Daha sonra-
ki yıllarda bu kütüphane kapatılmıĢ ve kitapları okula
taĢınmıĢtır.
Kasaba halkının %96‟sı okuryazardır. Bunların
%40‟ı ilkokul, %35‟i ilköğretim okulu, %11‟i lise ve
dengi okul, %10‟u da yüksekokul mezunudur. %4‟lük
117
okuma yazma bilmeyenler genellikle 60 yaĢ ve üzerinde-
ki yaĢlılardır.
ALĠ ĠLE ALI
Gocu Gulaklan Mandalı bi gün gaveden gelirken
yolda Kel Ġbram‟ın gücük gardeĢi Erceb‟i gömüĢ. Ercep
yolun genarına oturmuĢ da elindeki bi çöple topurağı
çizip duruyomuĢ.
Mandalı yanına varınca höle bi dikelivemiĢ de
Erceb‟e marakla bakmıĢ. Ercep ise onu gömemiĢ habire
biĢele yazcen deye uğraĢıyomuĢ.
-Ula gocu gafalı ne edibban? diye sölemiĢ. Ercep
ise o gada meĢgulmüĢ ki baĢını galdırmamıĢ.
-Duymadın galiba? demiĢ Gocu Gulak Mandalı.
BaĢını acık galdırıvede yüzüme bak be meymınatsız!
Ercep istime istime baĢını galdırmıĢ da:
-Git ulan iĢine gaydına! demiĢ. Benim bi sürü
iĢim va.
-Gitcen emme ne yaptını merak ettim hele bi
söleve …
-Okume yazme talimi yapıpban görmeyon mu?
demiĢ. Benim oğlan okumeyi yazmeyi söküvedi de beni
de öretmeye baĢladı.
-Vay anasına! Sen Ģinci okuma mı öğrendin?
-Tabi, ne sandın? demiĢ Erecep. Sonra da yere
yazdığı gocaman “Ali” yazısını göstemiĢ. ĠĢte bak. Nasıl
da Alı yazdım görmeyon mu?
118
Gocu Gulak Mandalı bi Ġreceb‟in yüzüne bakmıĢ,
bi yerdeki yazıya. Sonra yürümüĢ. Gideken de:
-Bi kerem o yazdığın yanıĢ! diye bağırmıĢ. Senin
yazdığın Alı değil Ali. Ben esgede Ali yazınceye gada az
ecel terleri dökmedim. Bana hiç gabarma. Oğluna söle.
Önce Alı yazmasını örensin de sonura sene öretsin.
UYKU ĠLE ĠLGĠLĠ ADETLER
1980‟lere kadar yer yatağında yatmak bir gele-
nekti. Evlerde yatak odası diye bir oda yoktu. Divan,
koltuk, sedir gibi mobilyalar da bulunmadığından genel-
likle yer minderlerinde oturulur ve yine yer yataklarında
yatılırdı.
Yer yatağı döĢek, yorgan ve iki yastıktan oluĢur.
Eğer tek yastık kullanılacaksa bu yastık döĢeğin eni
uzunluğunda; çift yastık kullanılacaksa yarımĢar metre
boyunda olur.Yastık ve döĢeklerin iki kılıfı vardır: Ġç kılıf
çuval Ģeklinde ve kaput bezinden, dıĢ kılıf ise beyaz pa-
tiskadan dikilir. Yastık kenarlarındaki kılıflar da parlak
kumaĢlardan dikilir. Evin kızının veya gelinin zevkine
göre yastık kılıfının kenarlarına dantel örülür veya dikilir.
ĠĢlemeli yastık yüzleri de çeyizlerde yer almaktadır.
DöĢek, yün veya pamuktan yapılır. Tek kiĢilik
veya çift kiĢilik olarak iki çeĢidi bulunur. Çift kiĢilik
olanlarının eni bir bucuk metre kadar olup boyu yüz yet-
miĢ beĢ cm ile iki metre arasındadır. Önce bezden iç kılıf
hazırlanır. Bunun içine en az on kilogram kadar yün veya
pamuk doldurulur. Ağzı dikildikten sonra basmadan yüz
geçirilir. DöĢek çarĢafı ancak varlıklı evlerde kullanılırdı.
119
1970‟lere kadar kasabadaki evlerin çoğunda kullanılan
döĢeklerin çarĢafı bulunmazdı.
Yorganlar genellikle pamuk dolgulu olup, günlük
yorganlarla misafir yorganları olmak üzere iki çeĢittir.
Günlük kullanılan yorganlar ev halkının her gece kullan-
dığı, yüzü genellikle basmadan yapılan, beyaz bezden
çarĢaf çekilen yorganlardır.
Yorganlar köydeki yorgan ustası kadınlar tarafın-
dan dikildiği gibi çevre köy ve kasabalarda da usta yor-
gancılar bulunmaktadır. Bunlardan birisi de ninem Hali-
me Avcıoğlu‟ydu. Misafir yorganlarının yüzleri ipekli
veya parlak kumaĢlardan yapılır. BaĢ tarafına dantelli yüz
çekilir. ÇarĢafı da özel olurdu. Yorganların ağırlığı, kıĢ-
lık veya yazlık oluĢuna göre değiĢirdi.
Yatak serme: Yatma zamanı geldiğinde yataklık-
tan önce döĢek alınır ve yere serilir. DöĢeğin çarĢafı da
üzerine itina ile yerleĢtirildikten sonra yastıklar ve yorgan
döĢeğin üzerine konur. Sabahleyin de düzgün bir Ģekilde
katlanarak yataklığa veya yüklüğe kaldırılır. Yatağın baĢ
ucu mutlaka kıbleye dönük olur. Çünkü ayakların kıbleye
gelmesi günah kabul edilir. Yatağa besmele ile girilir ve
sonra sesli veya sessiz bir Ģekilde “Yattım Allah kaldır
beni, sol yanımdan sağ yanıma döndür beni, sabah erken
kaldır beni, iman ile doldur beni, kalkamazsam Le ilehe
illallah, Muhammeden Resulullah” diye dua edilir.
Yatağa yüz yukarı yatılmaz. Önce sağa yatmak
sevaptır. Bir müddet sonra sol yana dönülebilir. Daima
yatağın sağından kalkılır. Sabahleyin yataktan kalkınca
ilk iĢ tuvalete gidilir. Sonra eller ve yüz bol suyla yıkanır.
Sabah temizliğini yapmayanın yüzünü Ģeytanın yalaya-
cağı inancı vardır. El ve yüz yıkanmadan sabah kahvaltısı
120
yapılmadığı gibi, ekmeğe de el sürülmez. Çünkü evin
bereketi kaçar.
DöĢek atılmadan önce mutlaka yatak serilecek yer
süpürülür.Yatağın altında ekmek kırıntıları, yiyecek ka-
lıntısı kalmamasına dikkat edilir. Yatakta konuĢmak, bir
Ģeyler yemek, kötü düĢünmek uykuyu kaçırır. Ayrıca
kabus görülmesine neden olur. Uyumadan önce mutlaka
dua ve tövbe edilir. Yatan insanın üzerinden geçilmez.
Uykuyla ilgili bazı sözler de Ģöyledir:
-Yatak diken oluvedi.
-Ben acık Ģekelevecen.
-Anası uyumuĢ, gızı böyümüĢ.
-Uyu uyu ĢiĢmiĢ.
-Uyku basıvedi bedene, Allah ırazı olsun kalkıve-
rip gidene.
-Adam eĢĢenden, garı döĢĢenden belli olur.
-Er yatan er kalka.
-DöĢĢene güneĢ düĢürenden kork.
-Bugün sol yanından kalkıvemiĢ.
TÖVBE DUASI
Yöremizin insanı her fırsatta dua eder. Bunlardan
en önemlisi Tövbe duasıdır. Duaları genellikle yaĢlı dede
ve nineler torunlarına öğretirlerdi. Bu dua Ģöyledir.
“Tövbe Yarabbi.Tövbe Yarabbi. Eğer benim
elimden, dilimden gözümden, kulağımdan ve sair bütün
azalarımdan, bilerek veya bilmeyerek iĢlediğim büyük ve
küçük günahlarımdan tövbe ettim. Nadim oldum.Bir
daha iĢlememeye azmettim. Peygamberlerin evveli Hz.
Adem aleyhisselam, ahiri iki cihan serveri Muhammed
121
Mustafa hazretleri efendimiz ve ikisinin arasında her ne
kadar peygamber gelip geçtiyse onların peygamberlikle-
rine inandım. Ġman ettim. Kitaplarına da inandım, iman
ettim. Dilimle ikrar ettim. Haktır.Gerçektir. EĢhedü en lâ
ilehe illâllah, eĢhedüenne Muhammeden abdühü ve
resülühü.”
RÜYALARLA ĠLGĠLĠ ĠNANÇLAR VE RÜYA
YORUMLARI Rüyalar, kiĢilerin ve yakınlarının gelecekleri ile
ilgili ipuçları veren özel durumlardır. Bu yüzden herkes
gördüğü rüyaya önem verir. Rüya ile ilgili inanıĢlar Ģöy-
ledir:
Ġki çeĢit rüya vardır: rahmanî rüyalar, Ģeytanî rü-
yalar. ġeytanî olan rüyalarda Ģeytan insanı aldatır. Bu
rüyalar erotiktir. Herkese anlatılmaz. Rahmanî olanlar ise
iyidir. KiĢinin gördüğü rüya gelecekten haber alma de-
ğildir. Çünkü geleceği Allah bilir. KiĢinin yaptığı sevap-
ları, günahları, yaĢamdan beklentileri, baĢına gelecek
hayır ve Ģerler rüya yoluyla kiĢiye haber verilir. KiĢi rü-
yalarını anlayabilir ve yorumlayabilirse gelecek yaĢantı-
sıyla ilgili ipuçları yakalayabilir. Böylece gelecekte baĢı-
na gelecek olaylar için gerekli önlemleri alırsa pek bir
sorunu kalmaz. Bir de baĢkaları için görülen rüyalar var-
dır. Özellikle yaĢlı kimseler baĢkaları için rüyaya yatar-
lar. Rüyaları yorumlamak özel bir bilgi ve beceri ister.
KiĢileri çok etkileyen rüyalar bu konuda uzmanlaĢmıĢ,
iyi rüya yorumlayanlara anlatılarak yorumlatılır. Ninele-
rimizin hemen hemen hepsi rüya yorumcusudur.
122
Rüyayı daima hayra yormak adettir. “Hayır diye-
lim hayır olsun!” diye tabire baĢlanır. Kasabada rüya
deyimi yerine “düĢ görme” deyimi kullanılır ve “Bu
gece bi düĢ gödüm emme!” diye söze baĢlanır. Yorumcu
da “DüĢün hayır olsun. “ diyerek yoruma baĢlar.
Kötü, istenmeyen, yorumu olumsuz olan rüyalar
için rüyayı gören kiĢi uyandıktan sonra “Euzu bi‟llahi
mine‟Ģ-Ģeytani‟r-racim” sözünü üç kez söyleyip sol tara-
fına tükürür. Sabahleyin veya öğle namazına doğru da
hayır yapar. Hayır, bazen ölen yakınların görülmesiyle de
yapılır. Hayır genellikle çörek, Ģeker, bisküvi gibi yiye-
ceklerin çocuklara dağıtılması(üleĢtirmesi)yla olur. Hayır
üleĢtirmek, en az yedi parçadan olur ve en az yedi çocuğa
dağıtılır. Soranlara da: “DüĢ gödüm de hayır
üleĢtiriyom.” denir. Eğer hayır yetiĢkin birisine veriliyor-
sa alan “Allah gabul etsin.” der.
YaĢlılar tarafından yorumlanacak rüyalar sabaha
karĢı görülen rüyalardır. Diğerleri genellikle çok yemek
yemekten kaynaklanan kabuslar olarak değerlendirilir.
Sık sık kötü rüya görenlere oruç tutup, namaz kılması ve
sadaka vermesi öğütlenir.
Bazı rüya (düĢ) yorumları Ģöyledir:
Ağeç (Ağaç): (Güzel rüyalardandır.) Çok malı, uzun yaĢı,
bitmeyen soyu gösterir. Ayrıca gören kiĢi fakirse zengin
olacak demektir.
Alıma (Ağlama): sessizce alasan sıkıntın gidivecek,
bağırı bağırı alasan bi musibete uğrecen, ölüye gözünden
yaĢ gelinceye gada alıveriyosan yakınından biri ölcek,
gözünden yaĢ akmıden alıyosan helal mal gazancen de-
mektir.
123
Altın: Hiç iyi bi düĢ değildir. Ġsana üzüntü ve geder geti-
rir. Eğer düĢü gören gebeyse veya çocuk bekleyosa gız
çocu olcek demektir.
Ġnahtar (Anahtar) Güzel düĢledendir. Hem Ģansın açılır
hemi de gısmetin.
Bahçe: Gören erkekse garısını görüyo demektir. Uzun ve
güzel geçincek demektir. Eger garı ise geçincimesi iyi
olçek demektir. Bekarsa evlencek, iyi güze bi evi olçek
demektir.
Arpa: Rüyasında sürekli arpa görenlerin çocuklarından
birisi kısa ömürlü olur. Normal arpa görenin define veya
hazine bulacağına veya bir yerden yüklü bir Ģekilde para
geleceğine iĢarettir.
AteĢ: Kudretli, güçlü veya mevki sahibi birisinden yar-
dım geleceğine iĢaret olarak yorumlanır.
Bağ: Kadın, mal, servet demektir.
Deli: Mal kaybına, belaya, musibete iĢarettir.
BeĢik: Kızlar için evleneceğine iĢarettir. Evli olanlar için
de çocuk demektir. Evdeki beĢiğini baĢkasına vermek ise
boĢanacağına iĢarettir.
Buğday: Altın ve paraya iĢarettir.
DiĢ: Ölüm, fakirlik demektir.
Ev: Mezar demektir. Eski ev, mal ve rızkın artacağını;
yeni ev yaptırmak ise bir yakının ölümüne iĢarettir.
Ezan: Hacca gidilmeye iĢarettir.
Güvercin: Ġyi haber demektir.
Ġçki içmek: Haram mal edinmek veya yemek demektir.
Ġğne: DikiĢ iğnesi iĢlerin yolunda gideceğine; tütün iğne-
si iĢlerin zorlu ve zahmetli olacağına; yorgan iğnesi de
öfkeye, kavgaya iĢarettir.
124
GÜNLERLE ĠLGĠLĠ ĠNANÇLAR
En hayırlı gün cuma günüdür. Nikah kıyma, bina
inĢaatına baĢlama, yolculuğa çıkma veya özel bir iĢe baĢ-
lama hep bugüne denk getirilir. Bugünde kötü bir iĢ ya-
pılmamaya çalıĢılır. Günah iĢlenmemeye çalıĢılır. Cuma
namazından önce “çörek üleĢtirilir” (hayır amacıyla
çörek dağıtma). Sadaka dağıtılır.
En uğursuz gün cumartesidir. Bu yüzden günlük
iĢlerin dıĢında bugün hiçbir Ģeye baĢlanmaz. Tırnak ke-
silmez.
Pazar, hayırlı günlerdendir. Bina yapımına, kerpiç
kesimine, yeni bir iĢ yeri açılmasına, nadas sürmeye bu
günde baĢlanır. Son yıllarda düğünler de bugünde sona
erer.
Pazartesi günleri ticarete baĢlanması, ticaret için
yola çıkılması iyidir. Ticaretin bereketli olmasına neden
olur. Uğur getirir. Hafta içinde düğün yapılacaksa pazar-
tesi günü baĢlanır.
Salı uğursuz günlerdendir. Özellikle bu günde
yola çıkılmaz. Saç, sakal ve tırnak kesilmez. Banyo ya-
pılmaz. Bu günde yapılacak ticaret kârlı olmaz. Bu yüz-
den uzun yıllar Acıpayam pazarı geliĢememiĢtir.
ÇarĢamba zararsız iyi günlerdendir. Bugünde ya-
pılacak ticaret çok kârlı olur. Pazara gitmek iyidir.
Karahöyük pazarı bu inanç nedeniyle bugünde kurulmuĢ-
tur. Bu pazar yaklaĢık üç yüz yıl canlılığını ve çevrenin
en önemli pazarı olma özelliğini korumuĢtur.
PerĢembe hacet günüdür. TıraĢ olunur. Evliler
gecesinde banyo yaparlar. Ev temizlenir. Evin avlusu ve
koca kapının önündeki sokak genç kızlar veya gelinler
tarafından süpürülür. PerĢembe akĢamı içki içilmez.
Çünkü perĢembe cumanın kapısıdır.
125
BEDDUALAR VE ĠLENÇLER
Canı yanan, kızan, öfkelenen veya zorbalık karĢı-
sında çaresiz kalanlar beddua eder, ilenirler. Beddua ve
ilencin mutlaka geçeçeğine, o kiĢinin Allah tarafından
cezalandırılacağına inanılır.
Kavgada da beddua çok kullanılır. Bedduayı her-
kes kullanırken, ilenmeyi daha ziyade yaĢlı kadınlar
yapmaktadır. Bazı örnekler Ģöyledir:
-Allah belanı versin!
-Sebep olanla kebap olsun.
-Yağlı gurĢun önüne gelesin.
-Irabbım Allah bilinmedik dertle vesin.
-Naha iki gözün önüne akıvesin.
-Ġki gözlen kör osunda sürüm sürüm sürünesin.
-Çiğer bağlarından yansın.
-Ocağı tütmesin. Ocağı batsın.
-ĠnĢallan gıymatlından bulusun.
- Ahirette iki elim yakanda osun.
-Gözüne dizine dursun.
-Gıran giresice.
-Çiğer bağına ateĢ düĢesice.
ĠYĠLĠK DĠLEMELER
Ġlenmenin veya bedduanın karĢıtıdır. Ġyi duygular
taĢır. Güzel sözlerdir. En sık kullanılanları aĢağıda belir-
tilmiĢtir.
-Allah her tuttuğunu sarı sarı altınlar etsin.
-BaĢ ucun pınar ayak ucun göl olsun.
-Allah ne muradın varsa versin.
-Güzel Allahım sevdiğine kavuĢtursun.
-Allah kuvvet vesin.
126
-Bereketli osun.
-Nur göllerinde yatasın.
-Bir avuçladığın gümüĢ, bir avuçladığın sarı sarı
altın olsun.
-BaĢına gün doğsun.
-Cennet mekanın olsun.
-Ocağın tütsün.
-Uğurlu kademli olsun.
-YokuĢun iniĢ, iniĢin tatlı olsun.
-Allah senden razı olsun.
BEBEKLERLE VE KÜÇÜK ÇOCUKLARLA
ĠLGĠLĠ ADETLER
Doğum, insanımız için en önemli olaylardan biri-
sidir. Annenin ve bebeğin sağlığı ile hemen hemen her-
kes ilgilenir. Doğum iĢini köyde, bu iĢi çok iyi bilen
“ebe” kadınlar yaptırırdı. Kimin ne zaman doğum yapa-
cağı aĢağı yukarı önceden tahmin edilirdi. Bebeğin doğ-
masıyla birlikte önce akrabalar sonra komĢular ziyarete
gelirler. Ziyarete gelen misafirler çocuğa veya annesine
küçük bir hediye getirirler. Çocuğun ismi doğumdan son-
ra hemen konur (Bebek ölecek olursa isimsiz ölmesin
diye). Eğer çocuk önemli bir günde doğmuĢsa o günün
manasıyla ilgili bir isim seçilir. Çocuğun ismi seçilirken
aile büyüklerine sorulur. Öncelikle ve muhtemelen baba-
nın anne ya da babasının ismi tercih edilir.
Çocuk masum ve günahsızdır. Soyun devamı,
geleceğin garantisi, yaĢlılığın sigortasıdır. Bu yüzden
küçük çocuklar herkes tarafından sevilir ve sevindirilir.
Bayramlarda el öpen çocuğa her zaman küçük bir arma-
ğan verilirdi. Bu para olabileceği gibi lokum, Ģeker, bis-
küvi gibi yiyecekler de olabilir. Mevsimine göre elma,
127
ayva, nar, portakal gibi kasabada yetiĢmeyen meyveler-
den de verilirdi.
AĢerme ve hamilelikle ilgili inanıĢlar: Hamileli-
ğin belirli bir aĢamasında kadında bazı istek ve arzuların
belirmesi Ģeklinde gerçekleĢen davranıĢlardır. Hamile
kadının durup dururken mevsimli veya mevsimsiz canı
bazı yiyecekleri yemek ister. Böyle bir durumda hamile
kadının isteği yakınları tarafından mutlaka yerine getiri-
lir. Yemek istediği meyve mutlaka bir Ģekilde bulunur ve
yedirilir. Eğer kadın bu yiyeceği yiyemezse doğacak ço-
cuğun eksik veya sakat olacağına inanılır.
-Hamile kadın acı, ekĢi ve tuzlu yiyecekleri çok
yerse doğacak çocuk kız olur.
-Hamile kadın tatlı yerse erkek çocuk doğar.
-Hamile ayıya, deveye bakmaz. Balığa ve tavĢana
dokunmaz.
-Kelle, paça yemez, sakız çiğnemez.
-Cenazeye gitmez, cesede bakmaz.
-Doğacak bebek güzel olsun diye gül gibi kokulu
çiçekleri koklar.Güzel kimselere bakar.
-Ayva, elma, yeĢil erik, üzüm gibi meyveleri yer.
-Öfkelenmez, sinirlenmez. Ağır eĢya kaldırmaz.
Çocuğun Göbeği ve EĢi Bebeğin ana karnında iken içinde bulunduğu etten
keseye “eĢ” denir. Bu kese doğumdan sonra temiz bir
beze sarılarak uygun bir yere dikkatlice gömülür.
Göbek bağı ile çocuğun gelecekteki yaĢantısı ara-
sında bir iliĢki inancı vardır. Bebeğin göbek bağı onun
ilerideki iĢini, baĢarısını veya yaĢantısını etkileyecektir.
Bundan dolayı göbek bağı geliĢigüzel bir yere gömül-
mez. Ailesinin isteğine göre; dini bütün olsun diye cami
avlusuna, okusun adam olsun diye okul bahçesine, malı-
128
na sahip çıksın diye tarlaya, evcimen olsun diye de evin
avlusuna gömülür.
Göbekle ilgili âdet ve inanmalar günümüzde de
sürmektedir.
Loğusalık Yeni doğum yapmıĢ ve henüz yatakta olan kadına
loğusa denir. Doğumdan sonra kadın en az üç gün kadar
yatakta kalır. Bu süre içinde tüm ihtiyaçları yakınları
tarafından karĢılanır. Bu süre içinde bir takım doğaüstü
güçler tarafından zarar göreceğine inanılır ve yalnız
konmaz. Doğum yapan kadın kırk günlük oluncaya kadar
kendisine ve bebeğine çok dikkat eder. Ağır kaldırmaz.
Hızlı hareket etmez. Çok acı, tuzlu ve ekĢi yiyecekler
yemez. Temizliğine dikkat eder. Ayrıca kırklı olduğu için
evden dıĢarıya zorunlu olmadıkça çıkmaz. Kendisi gibi
doğum yapmıĢ ve kırklı olanlarla görüĢmez. “Kırklı ka-
dının mezarı kırk gün açık olur.” inancı vardır.
Al basması: Doğum yapmıĢ kadınlara ve yeni
doğan bebeklere zarar verdiğine inanılan “cazı, cadı, al
anası”na karĢı bazı önlemler alınır. Loğusanın baĢına al
yazma veya kurdele takılır.
- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere Kur‟an-ı Ke-
rim, soğan, sarımsak ve nazarlık gibi Ģeyler asılır.
- Annenin ve bebeğin yastığının altına iğne, bıçak gibi
Ģeyler konur.
Çocuklarla ilgili olarak : Bebekler ve küçük
çocuklar henüz günah iĢleyecek yaĢta olmadıklarından
melek olarak kabul edilirlerdi. Rüyasında gülen bebekler
için “meleklere gülüyor” inancı yaygındır.
Çocuk sevgisi olmayanda din iman olmaz denir.
129
Bebeğe adı verildikten sonra kulağına dedesi tara-
fından ezan okunur.
Yerde uyuyan bebeğin üzerinden kesinlikle ge-
çilmez. Geçilirse bebeğin sağlıklı büyüyemeyeceğine
inanılır. Bu yüzden nerede olursa olsun bebekler herkesin
gelip geçeceği yerlere yatırılmaz. Kendiliğinden uygun
olmayan bir yerde uyuyakalan küçük çocuklar hemen
besmeleyle kucaklanır ve uygun bir yere yatırılır.
Uyuyan bir çocuk bağırılarak, sarsılarak uyandı-
rılmaz. Böyle uyandırıldığında “beleg” olacağına inanı-
lır. “beleg” ani Ģoka uğrama, korkma anlamına gelmekte-
dir.
Bebekler aynaya baktırılmaz. Aynaya baktırılan
bebeğin ĢaĢı olacağına veya zekaca geri olacağına inanı-
lır.
Bebeklerin tırnakları birkaç aylık olduktan sonra
kesilir.
Yeni doğan bir bebek kırkıncı gününde, kırk taĢ-
la birlikte “tuzlanır”. Tuzlama bebeğin ılık ve tuzlu suy-
la banyo ettirilmesi demektir. Tuzlu su bebeğin vücuduna
bolca dökülür. Tuzlanmayan çocuğun ileride kokacağına,
burnunun akacağına inanılır. Tuzlama iĢi aynı zamanda
kırklamadır da.
Kundaktaki veya beĢikteki bebekler hiçbir zaman
yalnız bırakılmazlar. Yalnız bırakılan bebekleri Ģeytanla-
rın veya cinlerin değiĢtireceklerinden korkulur. Bebek
yalnız bırakılacaksa beĢiğin üzerine veya odanın kapısı-
nın eĢiğine süpürge konur.
Yürümeyi öğrenmiĢ çocukların aniden emekle-
meye baĢlaması, eve misafir geleceğinin iĢareti olarak
yorumlanır.
130
Bebek diĢ çıkarmaya baĢladığında “diĢ tiridi” pi-
Ģirilir ve dağıtılır, bebeğin diĢini ilk kez gören “gövnek”
(gömlek) alır.
Bebeğin düĢen göbek bağı çocuğun ileride ne
olması isteniyorsa o niyete uygun bir yere gömülür. Ör-
neğin imam olması isteniyorsa göbek bağı caminin bah-
çesine, memur veya büyük adam olması isteniyorsa oku-
lun bahçesine gömülür.
Küçük bir çocuğu veya bebeği seven birisi önce
“maĢallah, kırk bir kere maĢallah” der. Sonra da nazara
uğramaması için elbisesinden birkaç tel iplik verir. Ço-
cuğun nazara uğradığına inanılırsa bu iplikler yakılarak
çocuk tütsülenir.
Erkek çocuklar ailenin ekonomik durumuna göre
ya bir düğünle ya da aile içindeki basit bir törenle sünnet
ettirilir. Sünnet edilmenin belirli bir yaĢı yoktur. Ancak
çocuğun sünnet edildiğini bilecek yaĢa gelmesine dikkat
edilir. Çoğunlukla birinci sınıfa baĢlamadan önce veya
birinci sınıftan sonra sünnet ettirilir. Bebeklerin sünnet
edilmesi adetten değildir. Sünnet için belirli bir ay veya
mevsim yoktur. Ancak yazın iĢlerin yoğun olması ve
havaların ısınması nedeniyle sünnet yaptırılmazdı.
Sünnet mürüvvet görmedir. Erkekliğe ilk adımdır. Nine-
ler veya dedeler torunlarının sünnetlerini dört gözle bek-
lerler. “Eh bunu da gördük ya ölsem de gam yemem.”
derler. Sünnetler daha çok Cuma günleri yapılmaktaydı.
Sünnetten önce içi su dolu bir bardak hazır edilir.
Çocuk sünnet olduğunda bu bardak (testi) yüksek bir
yerden atılarak kırılır.Böylece çocuğun erkekliğe geçiĢi
ilan edilmiĢ olurdu.
Çocuğun eğitiminden tüm aile bireyleri sorumlu-
dur. Sokakta, oyunda veya toplum içinde çocuğun bir
131
kusuru görüldüğünde anında aile bireylerinin yaĢça en
büyük olanı, aile bireylerinden birisi yoksa en yakını der-
hal müdahale eder ve çocuğu ikaz ederek hatasını tamir
ettirir.
Çocukların yaptıkları yaramazlıklar çoğunlukla
“çocuk bu…” deyip geçilir. Bazen de çocuklar yüzün-
den küçük çapta komĢu kavgaları olur.
Ölen bebek veya küçük çocuk “öbür tarafta Ģe-
faatçi”dir. Çünkü bebek veya küçük çocuk masumdur,
temizdir, günahsızdır. Ahrette, direk cennete gider ve
annesine, babasına veya aile yakınlarına Ģefaat ederek
onların günahlarının bağıĢlanmasını diler. Ölen bebeğin
dileğinin Allah katında kabul göreceğine inanılır.
BeĢik: Bebeklerin yatağı olan beĢikler tahta veya
demirden yapılır. BeĢiğin ne zaman icat edildiği veya ilk
kez kimlerin kullandığı konusunda kesin bir bilgi olma-
masına rağmen insanımızın yüzlerce yıldır kullandığı en
önemli araçlardan birisidir. BeĢik birkaç parçadan yapıl-
mıĢtır. Bunlar:
a-Tahtadan yapılmıĢ ana gövde: Ġki baĢlık, iki
yanlık, bir de altlıktan oluĢur. BeĢiğin bütün parçaları
geçmelidir. Ġstendiğinde kısa sürede kurulabildiği gibi
istendiğinde de parçalara ayrılabilir. Gerektiğinde her
yere taĢınabilir.
b-BeĢik döĢeği: BeĢiğin içine konan pamuk veya
yünden yapılan küçük döĢektir. DöĢeğin alt tarafında
yuvarlak delik vardır. Buraya “silbiĢ” takılır.
c-SilbiĢ: 30 Cm boyunda 15-20 cm çapında top-
rak kaptır. Bebek beĢikte iken yaptığı çiĢi ve kakası bu
kaba toplanır. Böylece bebeğin altı sürekli kuru kalır.
SilbiĢin bebeğin kıçıyla temas ettiği yere ortası delikli
silbiĢ yastığı konur.
132
d-Sibek: Ağaçtan yapılmıĢ 20-30 cm uzunluğun-
da bir çeĢit borudur. Bebeğin çiĢini etmesi için beĢiğe
yatırılırken pipisinin ucuna takılır. Kız ve erkek bebekler
için iki ayrı Ģekli vardır.
e-Bağırdak: Bebeğin beĢiğe bağlandığı özel ya-
pılmıĢ 25 cm eninde, içi pamuk dolgulu yastıkçıktır.
Uzunlukları yarım metreyi geçer. Uçlarında da bebeğin
beĢiğe bağlanması için özel dokunmuĢ ipleri vardır. Her
beĢikte iki tane bağırdak vardır.
f-BeĢik örtüsü: Çocuk doğmadan önce anne ada-
yı tarafından özel olarak hazırlanan ve bebeği soğuktan
koruyacak örtüye beĢik örtüsü denir. Bu örtü bebeğin
doğumundan sonraki ilk günlerde kullanılır. Daha sonra-
ki günlerde ise battaniye veya kalın bir örtü bu iĢi görür.
g-BeĢik süsleri: Her beĢik annenin çocuğuna ver-
diği değeri yansıtır. Bu yüzden beĢik, örtüleri dahil her
Ģeyi özel olur. Anne elinden geldiğince beĢiği süsler. Be-
Ģikte ses çıkaran oyuncaklar, nazar boncukları gibi baĢka
süsler de bulunur.
-BeĢik gece yatarken annenin sağında olur.
-Her beĢikte nazar boncuğu ve muska bulunur.
-BeĢik insanın ilk yatağıdır. Bu yüzden beĢik ya-
pan ustalar ellerinden gelen her türlü hüneri göstererek
nakıĢlı ve albenisi yüksek beĢikler yaparlar.
-Garibin beĢiği tahtadan, zengininki altından olur
denir.
Bebek beleme: Bebeğin beĢiğe yatırılmasına “be-
leme” denir. Bunun için önce beĢik hazırlanır. Bebeğin
döĢeği ve çarĢafı düzeltilir. SilbiĢ ısıtılır. Sibek temizlenir
ve yumuĢak sibek bezleri hazır edilir. Sonra bebeğin
üzerindeki kalın giysilerle altındaki giysiler çıkarılır. Be-
bek döĢeğin üzerine yatırılır. Kıçının altına silbiĢ döĢeği
133
konur. Pipisine sibek vurulur. Sibekle pipisinin temas
ettiği yere tülbentten yapılmıĢ bez dolanır. Üzeri örtülür
ve önce arka taraftaki bağırdak güzelce bağlanır. Sonra
ikinci bağırdak bağlanır. Bağlama bittikten sonra üzeri
tekrar örtüyle örtülür. Bebeğe meme verilir. Karnı doyan
bebek, ninni söylenerek ve beĢik sallanarak uyutulur.
Sallangeç: BeĢiğin bulunmadığı yerlerde, bağ,
bahçe ve tarlalarda bebeklerin veya küçük çocukların
uyuması için hazırlanan pratik yataktır.
Ninnilerden birkaç örnek:
Dandini dandini dastarım, Uyusun da büyüsün ninni,
Oğlumu balla beslerim. TıpıĢ TıpıĢ yürüsün ninni.
Babası göynek getirirse, Ninni ninni ninnice,
Ben oğlumu gösteririm. Bol soğanlı böğrülce.
Dandini dandini dansun bu. Uyuyup büyüyecek.
Gırmızı güllere baksın bu. TıpıĢ tıpıĢ yürüyecek.
Gırmızı güller içinden, Ak konaklar yapacak,
Gınalı keklik dursun bu. Oğlum anasına bakacak.
Oğlum oğlum oyunda, Ninni oğlum ninni.
Yağlı çörek boynunda.
Ben oğlumu ararım.
Oğlum gızla goynunda.
SAĞLIK KONUSUNDA BAZI ĠNANÇLAR
Göz seğirmesi: Sağ gözün seğirmesi iyidir. ĠĢler
yolunda gidecek, hayırlı bir haber gelecek demektir. Sol
gözün seğirmesi ise evden mal, para veya can gibi bir
Ģeyin çıkacağına, kötü haber alınacağına, kavgaya veya
belaya iĢarettir. Sol gözü seğrilenler telaĢlanırlar. Hemen
134
namaz kılıp dua ederler ve imkanlar ölçüsünde “hayır
dağıtır”lar.
Saç ve tırnak uzaması: Saçların ve tırnakların
çok çabuk uzaması o kiĢinin sağlıklı olduğuna iĢarettir.
Ancak uzun saçlar ve tırnaklar kısa sürede kirleneceğin-
den mutlaka zamanında kesilmesi gerekmektedir. Ayrıca
kasabada uzun saçlı erkekler hoĢ karĢılanmaz. Tırnakları
uzun ve kirli olanların elinden bir Ģey alıp yemezler. An-
neler küçük çocukların saçlarını ve tırnaklarının her hafta
sındı(makas) yla keserler. Genç kızlar ve orta yaĢlı gelin-
ler saçlarını uzatmayı severler. Bunlar uzun saçlarını örgü
haline getirirler. Bazıları da zülüf bırakırlar.
Evli veya bekar erkekler birkaç güne bir sakal tı-
raĢı olurlar. PerĢembe günü evli erkekler mutlaka sakalla-
rını keserler
-Geceleri tırnak kesilmez.
-Sofrada veya yiyecek içeceklerin bulunduğu
yerde tırnak kesilmez. Tırnaklar balkonda, hayatta, so-
ğuklukta veya bahçede ıĢık alan bir yerde kesilir.
-Tırnak yemek iyi değildir. Yenen tırnağın mide-
de büyüyüp mideyi deleceğine inanılır.
-Kesilen saçlar geliĢi güzel yerlere atılmaz.
-Sağ elin içinin kaĢınması iyidir. Eve para girecek
demektir. Sol el kaĢınırsa para çıkar.
-Ayak altının kaĢınması uzun bir yola gidileceği-
nin iĢaretidir.
-Bir konuĢma sırasında farkına varmadan birisinin
adını söylemek veya birisini baĢkasının adıyla çağırmak,
adı anılan kiĢinin onu andığı anlamanı gelir. “… beni
andı.” denir. O kiĢi hatırlanır.
-Kulağı çınlayanın birileri tarafından anıldığına
veya hakkında dedikodu yapıldığına inanılır.
135
-Ansızın ölen birisinin sesini duyduğunu sanmak
iyi değildir: Hemen sadaka dağıtılır ve ölene dua edilir.
-Unutulan veya kaybolan bir eĢya bulunmazsa bu
eĢyayı Ģeytanların aldığına inanılır.
-Süpürgenin üzerine oturulmaz. Oturanı Ģeytan
çarpar.
-Abdest ve bulaĢık sularına basmamaya dikkat
edilir. Bu sulara basmak günahtır. Üstelik insanı cinler
çarpar.
-Yer sofrası kaldırıldıktan sonra yeri mutlaka sü-
pürülür. Süprüntüler de besmele çekilerek uygun bir yere
atılır.
-Ayakta su içilmez. Oturarak içilir. Suyu içtikten
sonra da “Ģükür” denir. Yoksa Allah insanın nasibini
keser.
-Helada bir Ģey yenmez ve konuĢulmaz.
-Kedi veya köpek fazla sevilip okĢanmaz. Kedi
veya köpeğin tüylerinin ağza kaçacağı ve seven kiĢiyi
hasta edeceğine inanılır.
-Kapı eĢiğine oturulmaz. Oturanı Ģeytan çarpar.
Üstelik nasibi kesilir.
-“KıĢın yaĢa, yazın taĢa oturulmaz.” Oturan mut-
laka hasta olur.
-Ansızın bir Ģeyden korkana hemen biraz su içiri-
lir.
-Karanlıkta yeterince göremeyen ve görme sorunu
olanlara konan teĢhis “tavuk karanısı”dır. Tedavisi ise
Ģöyledir: Koyun veya dana karaciğeri suda haĢlanır. Göz-
leri zayıflayan kiĢi bir örtü altına girerek gözlerine kara-
ciğer buharı banyosu yapar. Daha sonra da haĢlanmıĢ
karaciğerin bir kısmını yer.
136
NAZARA UĞRAMA VE NAZARDAN
KURTULMA
Nazar, kötü gözle bakma, farkında olarak bir
baĢkasına karĢı kötülük düĢünme veya bakılan kiĢinin
kötülüğünü isteme Ģeklinde tanımlanabilir. Bu gibi du-
rumlarda nazara uğrayan kiĢinin daha sonra baĢı ağrıma-
ya baĢlar. Vücut direnci düĢer. Kendisini halsiz hisseder.
Nazara uğrayan küçük çocuk veya bebekse hiç nedeni
yokken sürekli ağlamaya baĢlar. Uyuyamaz. ĠĢtahı kesi-
lir. Bu gibi durumlarda çocuğun annesi veya yakınları
hemen nazar teĢhisi koyup bebeği en son kimin nazar
ettiğini araĢtırmaya baĢlarlar.
Din kitaplarında nazar “Bazı kimselerin gözlerin-
de bir hâl vardır ki, konsantre olarak baktığı kiĢiye çeĢitli
zararlar verir.” Ģeklinde açıklanmaktadır. Nazar “göz
değmesi”dir. Nazar değene okunan dualar Ģunlardır. “Fa-
tiha Suresi, Ayete'l-Kürsî, Felâk Suresi, Nâs Suresi”
Ergenlik yaĢına girmiĢ herkesin nazarı değebilir.
En çok da nazarı değenler gök gözlüler ve toplum tara-
fından sevilmeyen yaĢlı insanlardır.
Nazarın belirtileri görüldüğünde, bu konuda uz-
manlaĢmıĢ olan yaĢlı kadınlara gidilir ve onlardan nazara
karĢı tedavi yol ve yöntemleri öğrenilir. Nazardan kur-
tulma yol ve yöntemleri Ģunlardır:
KURġUN DÖKTÜRME
137
KurĢun, bu iĢte tecrübeli, “ocaklı” veya bir ocak-
lıdan “izinli” kadınlar tarafından dökülür. “Ocaklı”, çok
eski zamanlardan beri bu iĢle uğraĢmıĢ tecrübeli ve say-
gın bir aileye mensup; bu aile bireylerinin birisinden
kurĢun dökmek için el (destur) almıĢ olan izinli kiĢidir.
KurĢun dökmenin bir usulü ve yöntemi vardır.
Ayrıca kurĢun tavası, özel kurĢun kabı, hastanın baĢına
örtülecek kalınca bir peĢtamal, iki yüz gram ağırlığında
kurĢun parçalarına da ihtiyaç vardır. Bu malzemeler kur-
Ģun döken kiĢinin evinde her zaman hazır tutulur.
KurĢun Ģu Ģekilde dökülür: Külçe veya parçalar
halindeki kurĢun, madenî çukur tavaya konup ateĢte eriti-
lir. KurĢun eridikten sonra hastanın baĢı ve vücudu peĢ-
tamalla örtülür. Madenî tasa su konur. KurĢuncu kadın
erimiĢ kurĢun bulunan tavayı sağ eline, su tasını sol eline
alır. ErimiĢ kurĢun önce hastanın baĢı üzerinde birkaç kez
dolaĢtırıldıktan sonra su dolu tasa birdenbire dökülür.
KurĢun dökülürken dökücünün besmele çekmesi, "Benim
elim değil; AyĢe, Fatma anamızın eli." demesi usulden-
dir.
KurĢun döküldükten sonra kurĢun parçalarının su
içinde aldığı Ģekillere bakılarak yorumlar yapılır. Tavsi-
yelerde bulunulur. Daha sonra da dualar okunur. Tüm
iĢler bitince, kurĢun dökülen tastaki sudan bir kaç yudum
hastaya içirilir. Aynı sudan hastanın alnına, bileklerine,
avuçlarına ve ayaklarına da sürülür. Kalan su da cin ve
perilere ikram için bir köĢeye serpilir.
KurĢuncu kadınlar hastanın evinden ayrılırken
"Allah Ģifa versin.", "Allah bir daha göstermesin." tarzın-
da dileklerde bulunurlar. Hastanın ailesi de "Eksik olma-
yın!", "Allah razı olsun." gibi sözlerle mukabele eder.
Emeğine karĢılık bir Ģeyler hediye eder.
138
Dastar (baĢ örtüsü) ölçtürme:
Nazara uğrayan kiĢinin baĢına bağlanan eĢarp
veya baĢ örtüsü (kasabadaki adı dastardır) ölçme daha
ziyade kadınlar arasında yaygın bir inançtır. BaĢı ağrıyan,
nazara uğradığına inananlar “dastar ölçmeyi” bilen birisi-
ne gider veya evine çağırır. Hemen hemen her ailede das-
tar ölçmeyi bilen birisi vardır. Dastar ölçen kadın, nazara
uğradığına inanılan kadının veya kızın baĢ örtüsünü ala-
rak bir ucuna düğüm atar ve düğümlü yerini dizine kor.
Sonra sağ eliyle okuyup, üfleyerek ölçmeye baĢlar. Her
okuma ve üfleme sonucunda dasdara bir düğüm atar. Bu
arada da nazarın gücüne göre esner. Çok esneme sonu-
cunda okunacak dua sayısı da artar, düğüm sayısı da ço-
ğalır. Okuma ve düğüm atma iĢi bittikten sonra baĢ örtü-
sü hastaya verilir. Birkaç gün hasta baĢını bu örtüyle ör-
ter veya bağlar.
Su okutmak: ÇeĢmeden taze olarak doldurulmuĢ temiz su bir
ĢiĢeye veya testiye konarak, bazı ayetleri okumayı bilen
ve bu alanda ün kazanmıĢ bir kadına veya dedeye götü-
rülerek okutulmasıdır. Suyu okuyan kiĢi genellikle sessiz
ve dudaklarını kıpırdatarak okur. KarĢıdaki kiĢiler ne
okuduğunu çoğunlukla anlamazlar. Ama bu sırada son
derece saygılı bir Ģekilde dururlar. Suya okuyanın son
sözü “Eğer buna inanmıyorsanız hiçbir faydası olmaz ona
göre ha!” Ģeklindedir. Bu söz, karĢısındaki kiĢinin inan-
cını pekiĢtirir.
Genellikle suya önce üç kez “Yasin” okunur.
Sonra dua edilir. Okuma iĢi bittikten sonra suyu okutana
verilir. Suyu içecek olan kiĢi günde en az üç kez olmak
üzere birkaç gün bu sudan içer. Suyun konduğu kap kim-
senin görmeyeceği yerde saklanır.
139
Nazardan koruyan cisimler:
Ġnsanları, hayvanları, ürünü veya evleri nazardan
korumak için bazı koruyucular kullanılmaktadır. Bunlar
üzerlik otundan yapılan süs eĢyaları, nazar boncuğu,
muska, iğde dalı, yumurta kabuğu, nazarlık altını, kuru
hayvan kafatası veya kemiği gibi cisimlerdir. Bunlar in-
sanların giysilerinin içine iğnelenir. Hayvanların boynuna
asılır. Tarlaların bir yerine sopa üzerine veya ağaç dalla-
rına dikilir. Evlerin görünür bir yerine asılır.
Üzerlik otu (yabani sedef otu): Hemen hemen
her yerde yetiĢen bu bitkiyi hayvanlar yemez.
Üzerlik otunun kuruyan ve nohuda benzeyen
meyve kapsüllerinin parçalanmadan sıra ile ipe dizilmesi
ve bu dizilerin dantel gibi örülmesiyle değiĢik Ģekilli na-
zarlıklar yapılır. Bu nazarlıklar evin herkes tarafından
görülebilecek bir yerine asılır. Hatta gelinlerin çeyizine
bile konur.
Üzerlik otunun tohumları nazara uğrayan kiĢilerin
tütsülenmesinde de kullanılır. Tütsüleme için bir miktar
üzerlik tohumu ateĢe atılır. Nazara uğramıĢ olduğundan
korkulan kimse, bu dumanın içine birkaç kez girip çıkar.
Küçük çocuklar da anneleri tarafından dumandan geçiri-
lerek tütsülenir.
Üzerlik otunun tohumlarından özellikle Fas‟ta
“Türkiye kırmızısı” adı verilen renkli bir boya elde edilir.
MUSKA
140
Kazalardan, belalardan, hastalıklardan korunmak;
nazara uğramamak, güç kuvvet kazanmak; düĢmanların
Ģerrinden, Ģeytandan ve cinlerden korunmak amacıyla
bazı duaların yazılı olduğu kağıtlara muska denir. Muska
kağıda yazıldıktan sonra üçgen Ģeklindeki mumlu bezlere
kat kat sarılır ve bir iple boyna bağlanır. Muskayı çev-
redeki tanınmıĢ ve bu alanda isim yapmıĢ hocalar yazar.
Muska yazdıracak kiĢi hocaya giderek derdini anlatır. Ne
tür muska istediğini belirtir. Muskayı aldıktan sonra da
yazana ya para verir ya da bir hediye sunar.
HAMEYLĠ: Birkaç sure tam olarak bir kağıda
yazılır. Bu kağıt özel bir Ģekilde katlanır ve mumlu bir
beze sarılır. Bu bezin iki ucuna ip bağlanır ve boyuna
asılır. Bazı hameyliler beldeki kuĢakta saklanır. Hameyli
muskanın büyüğüdür ve muskayla aynı amaç için kulla-
nılır.
SITMA BAĞLAMA: Sıtma bir zamanlar köyün
bir numaralı hastalığı imiĢ. Gübreliklerin evlerin hemen
yanında yer alması, kanalizasyonun bulunmaması ve da-
ha da önemlisi köyün çevresinde üç tane doğal göletin
bulunması sivrisineklerin üremesi için ideal bir ortam
sağlamıĢtır. Bunun sonucu köyde sıtmaya yakalanmayan
insan kalmamıĢtır.
Sıtma hastalığının yaygın olduğu ve çevrede dok-
tor ve sağlık personelinin bulunmadığı yıllarda sıtma
hastalığı ile mücadele, özel bir ocaktan yetiĢen ve sıtma
bağlamayı sanat edinen bazı kiĢilerce yapılırdı. Bu kiĢiler
pamuk ipliği üzerine okuyup üflerler ve ipliğin birkaç
yerine düğüm atarak bu ipliği hasta kiĢilerin bileklerine
bağlarlardı. Böylece hasta olanların iyileĢeceğine inanı-
lırdı. Bu kiĢiler “Ben elimden geleni yaptım gari, derman
141
Allah‟tan.” deyip sonucun olumlu veya olumsuz olmasını
Allah‟a havale ederlerdi.
GECELERLE ĠLGĠLĠ ĠNANÇLAR
ĠnanıĢa göre geceler tüm iyi canlıların yuvalarına
veya evlerine çekildikleri, cinlerin Ģeytanların, kötü ruh-
ların ortalığa çıktığı, uğursuzlukların ve kötülüklerin kol
gezdiği zamanlardır. Bu yüzden gece yarısına doğru evli
evine çekilir.
-AkĢam ezanından sonra evden soğan ve sarımsak
çıkarılmaz veya eve getirilmez. Ödünç olarak bile alınıp
verilmez.
-Geceleyin birisinin damında baykuĢun ötmesi o
kiĢiye veya eve uğursuzluk getirir. O evden birisinin öle-
ceğine iĢarettir.
-Geceleyin aynaya bakılmaz. Bakanın gözleri ĢaĢı
olur.
-Geceleyin tırnak kesilmez.
-Geceleyin sakız çiğnenmez
-Gece sokağa kül dökülmez.
-Gece olunca sokak kapısının arkasına dayak atı-
lır.
-Geceleri sokaklarda gezmek iyi değildir. Özellik-
le çöplüklerde, gübreliklerde dolaĢmak tehlikelidir. Cin-
ler insanı çarpar.
-Gece gelen misafire çok iyi davranılır. Gerekli
izzet ve ikram mutlaka yapılır.
-Geceleyin evin köpeğinin uluması hayra alamet
değildir.
142
-Erken yatan erken kalkar.
-El ayak kesildikten sonra eve giren veya çıkanlar
mutlaka kötü kimselerdir. Bunlardan sakınmak gerekir.
-Geceleyin bulaĢık sularının döküldüğü yerlerden
geçeni cin çarpar.
HAVA DURUMU ĠLE ĠLGĠLĠ ĠNANIġLAR
Tarım ve hayvancılıkla uğraĢan köylülerimizin en
önemli sorunlarından birisi de hava durumuydu. Çünkü
yapacağı iĢleri hava durumuna göre planlayacaktır. Ayrı-
ca metrolojik olaylar yaĢantısında önemli yer tutmakta-
dır. Radyo ve televizyonun olmadığı, hava tahmin rapor-
larının yayınlanmadığı yıllarda hava tahminleri atadan
dededen gelen bilgilere göre yapılmaktaydı. Bunlardan
bazıları Ģöyleydi:
-GökkuĢağının yağıĢtan sonra doğuda veya batıda
oluĢması, havanın kısa süre içinde tekrar bozacağına iĢa-
rettir. YağıĢtan sonra gökkuĢağının kuzeyde veya güney-
de görünmesi ise havanın sakinleĢeceğini ve ısınacağını
gösterir.
-Bulutların kuzeye gitmesi sakin ve güzel havayı,
güneye gitmesi ise fırtınalı veya yağıĢlı havayı gösterir.
Bunun için de “Bulutlar gider Aydın‟a, git iĢine kaydına;
bulutlar gider ġam‟a, çek eĢeğini dama!” denirdi.
-KıĢın geceleri gökyüzünün açık ve “çakır yıldız-
lı” olması, ertesi gün don olacağını gösterir. Böyle za-
manlarda hava bulutlu ise don tehlikesi azalır.
-Yaz-kıĢ çayırlarda, otlaklarda baĢı boĢ otlayan
koyun, keçi, inek, öküz, eĢek gibi evcil hayvanların eve
erken dönmesi birkaç saat içinde havanın bozacağına
iĢaretti. Eğer hayvanlar huzursuz bir Ģekilde koĢarak ge-
liyorlarsa dolu ve fırtına yaklaĢıyor demekti. Hayvanlar
143
eve dönmekte isteksizse ve otlamaya devam ediyorlarsa
hava sakin ve güzel demekti. Bu yüzden özellikle yazın
hayvanların davranıĢlarına bakılarak havanın nasıl olaca-
ğı tartıĢılırdı.
-KuĢlar kıĢ aylarında gündüz telaĢlı telaĢlı yem
arıyorlarsa akĢama kar yağacak demekti.
-Keçilerin kuyrukları yana yatmıĢsa yağmur ya-
ğacaktır.
-Horozların zamanından önce ötmeye baĢlaması,
tavukların tüneklerinden veya kümeslerinden kaçmaları,
telaĢlanmaları deprem habercisiydi. Ayrıca köpek uluma-
larının artması da bir iĢaretti.
“Gece yağar, gündüz diner, yıl düzgündür;
gündüz yağar, geçe diner, yıl bozgundur” sözü meĢ-
hurdur.
-Yüksek ağaçlar yapraklarını tepeden dökmeye
baĢlarlarsa o kıĢın erken geleceği, alttan dökerlerse kıĢın
geç geleceği tahmini yapılırdı.
YAĞMUR DUASI
Tarımla uğraĢan köylülerin en önemli isteklerinin
baĢında her mevsim yağıĢın düzenli olması gelirdi. Son-
bahar yağıĢlarından sonra tohum ekmeye baĢlanırdı. Kı-
Ģın ise çimlenen ekinlerin ayaz ve dona karĢı kar altında
kalarak güçlenmesi gerekiyordu. Ġlkbaharda ise baharlık
ekimler yapılacak, tütün tarlaları sürülecek, bostanlar
ekilecektir. Ayrıca boy atmaya baĢlayan ekinlerin bu
mevsimde büyümeleri için yağmura ihtiyaçları vardır.
Bazı yıllar kurak geçer. Böyle zamanlarda köylü
yağmur duasına çıkar. Yağmur duası tüm köylünün ka-
tıldığı önemli bir olaydır.
144
Duaya çıkmadan önce ve duadan sonra tüm köy-
lünün topluca yiyeceği yemeğin malzemesi toplanır. Bu-
nun için önce imamın veya muhtarın öncülüğünde bir
komite kurulur. Bu komite yağmur duasının baĢarılı bir
Ģekilde gerçekleĢtirilmesi için bir takım çalıĢmalar yapar.
köydeki hayırseverler yemeklik yağ, tuz, Ģeker, fasulye,
bulgur gibi malzemelerin bir kısmını üstlenirler. Para
toplanarak kurbanlık hayvanlar satın alınır. Ekmeklik un
temin edilir. Kazanlar, tabaklar, kaĢıklar bulunur. AĢçılar
tutulur. Her Ģey hazır olduğunda dua için tespit edilen bir
cuma günü sabahtan itibaren aĢçılar Cumayanı‟ndaki
Kocapınar‟ın yanına ocaklarını yakıp kazanlarda yemek-
lerini piĢirmeye baĢlarlar. Kuru fasulye, et yemeği, Ģehri-
ye çorbası ve patates yemeği ana yemeklerdir. Bulgur
veya pirinç pilavı mutlaka piĢirilir. Yanına da irmik hel-
vası tatlı olarak verilir. Ġçecek olarak da Ģerbet hazırlanır.
Kılınan namazdan sonra avuç içleri yere dönük
olarak dua edilir. Bu duaya genç yaĢlı, büyük küçük her-
kes “amin” der. Yağmur duasından sonra bütün köylü
yağıĢ beklemeye baĢlar. Eğer kısa sürede yağmur yağarsa
duanın kabul edildiğine inanılır.
Yağmur duasının yapılacağı gün çocuklar bir bü-
yüğün arkasında tüm kasabayı dolaĢarak “Teknede ha-
mur, tarlada çamur, ver Allah‟ım ver, sicim gibi yağ-
mur.” diye bağırırlar.
AY VE GÜNEġ TUTULMASI
Ay veya güneĢ tutulması hem hayvanlar üzerinde
hem de insanlar üzerinde olumsuz etki yapardı. Köydeki
bütün hayvanlar bağırmaya, bağlı oldukları yerlerden
kurtularak açık alanlara kaçmaya çalıĢırlar; köpekler ulur,
tavuklar horozlar uçuĢur, ortalık toz duman olurdu. Yö-
145
rede ay veya güneĢi peri kızlarının tuttuğuna inanılırdı.
Peri kızlarının ay ve güneĢi bırakmaları için tenekeler
çalınır, tüfekler atılır, gürültü yapılır, peri kızları korku-
tulmaya çalıĢılırdı. Bu sırada camiden sala verilir, yaĢlı-
lar dualar okurlardı. Çocuklar da korkuyla karıĢık merak-
la bu olayı izlerlerdi. Zamanla ay ve güneĢ tutulmasının
bilimsel nedeninin öğrenilmesine rağmen yakın zamana
kadar silah atma, teneke gibi ses çıkaran araçlara vurarak
gürültü çıkarma geleneği sürdürülmüĢtür.
HIDIR – ELLEZ
6 mayısı 7 mayısa bağlayan gece Hıdır-Ellez ge-
cesidir. Bu gece namaz kılınıp dua edilir. O yıl içinde
gerçekleĢmesi istenen dilekler dilenir. Gece yarısına doğ-
ru gerçekleĢmesi istenen dileğin bir modeli yapılarak
evin bahçesindeki çiçeklerin arasına bırakılır. Genç kızlar
bir mendile bağladıkları yüzüğü gül dalına asarak sevdik-
leriyle evlenmeyi dilerler. Sabahleyin de erkenden bu
yüzüğü alıp sandıklarına koyarlar ve dilekleri gerçekle-
Ģinceye kadar burada saklarlar.
Hıdır-Ellez daha ziyade kadınlar arasında yaygın-
dır. Genç kızlar, çocuğu olmayan gelinler, evlenemeyen-
ler, niĢanlısı, yavuklusu olanlar bu gece çeĢitli etkinlik-
lerde bulunurlar. Kadınlar kendi aralarında toplanarak
maniler okurlar.
Hızır; Ab-ı hayat içerek ölümsüzlüğe ulaĢmıĢ; özel-
likle de ilkbaharda insanların arasında dolaĢarak bolluk,
bereket ve sağlık dağıtan bir peygamberdir. Hızır aslında
bir doğasal durumu, baharla vücut bulan yaĢamın taze-
lenmesini imgeler. Hızır peygamberin kalbi temiz, Allah-
'a inanan insanlara yardım ettiğine; uğradığı köy ve kasa-
balara bolluk, bereket ve zenginlik verdiğine; dertlilere
146
derman, hastalara Ģifa dağıttığını inanılırdı. Ayrıca bitki-
lerin yeĢermesini, hayvanların üremesini, insanların kuv-
vetlenmesini sağlardı. Ġnsanların Ģanslarının açılmasına
yardım ederdi.
Hıdrellez Bayramı 5 mayıs gecesi kutlanır.
Hıdrellez gecesi Hızır‟ın uğradığı evlere, dokunduğu
Ģeylere bereket vereceğine inanıldığından yiyecek kapla-
rının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakı-
lırdı.
SELAMLAġMA
Toplumsal yakınlaĢmanın en önemli ifade tarzla-
rından birisi de selamlaĢmadır. SelamlaĢma kiĢileri bir
birlerine yaklaĢtırdığı gibi gönül bağlarının da güçlenme-
sini sağlar. Ayrıca dinî bir gelenektir de.
Erkek olsun kadın olsun insanımız yolda gördük-
leri kiĢilere mutlaka selam verir. Kadınların selamı daha
çok “laf atma” Ģeklinde gerçekleĢir. “Laf atma” yolda
karĢılaĢılan kadının yaĢına göre değiĢir. “Ebe nere
gidiyon?”, “Gızla nassınız?”, “Tale mi gidibanız?”, “Nire
böle?” gibi cümlelerdir. Ayrıca gençler yaĢlılara, küçük-
ler büyüklere, kızlar kadınlara o andaki duruma göre “laf
atarlar”. “Oturubbe misiniz?” “Gole gelsin”. “Bereketli
ossun.”, Allah guvat vesin”gibi. “Laf” atılan da uygun
bir cevap verir. Selam hiçbir zaman karĢılıksız kalmaz.
Atılan lafa, verilen selama karĢılık vermeyen ayıplanır,
kınanır. Selam vermeden geçip gidenin arkasından da
“Adam olmuĢ da burnu böyümüĢ.” “Allah‟ın selamını
bilem almeyo.”, “Ne edcen zamene çocuğu!” gibi cümle-
ler söylenir. Selam vermeyenin anasına, babasına veya
yakınlarını yaptığı kabalık mutlaka iletilir, duyurulur.
147
Erkekler ise karĢılaĢtıklarında “selamın aleyküm”
“aleyküm selam” gibi dinî içerikli selam verirler. Ayakta
olan oturana, genç yaĢlıya, binekli olan yayaya, yoldan
geçen çalıĢmakta olana selam verir. Dinî içerikli selam
vermeyenler de kadınların yaptığı gibi “laf” atmayla da
selam verebilirler.
Selam verilirken el cepteyse çıkarılır, ağızda siga-
ra varsa ele alınır, oturan edeple toplanır, selam saygıyla
alınır.
Kahveye giden yanına oturmak istediği kiĢinin
yanına gelince selam verir. Diğeri bu selamı alır. Otur-
ması için buyur eder. Oturduğu anda “merhaba” der. Di-
ğeri de aynı Ģekilde cevap verir. Yanına oturulan kahve-
ciyi çağırarak çay, kahve gibi içecek ikram eder. Yanına
oturulan çay kahve ikramı için kahveciyi çağırmazsa ka-
balık etmiĢ sayılır. Bir daha kimse yanına oturmaz. O
geldiğinde de kendisine aynı Ģekilde davranılır.
Bu yüzden kahveye çıkan bir kiĢi kimin yanına
oturursa otursun ona mutlaka bir Ģeyler ikram edilir. Ka-
sabanın erkekleri bu konuda çok duyarlıdır. Eli açıktır.
yanına geleni mutlaka onurlandırır.
Bir iĢte çalıĢanı gören, onun yanından geçerek
“Allah kuvvet versin.” der. ÇalıĢan da selam verenin yü-
züne bakarak “Allah razı olsun.” diye cevap verir.
Selam vermeyenlere “izansız”, “selamsız” gibi
sözler yakıĢtırılır. “Selam Allah‟ın kelamıdır. “Selamün
aleyküm” diyenin selamı alınmazsa kendisi yüksek sesle
“ve aleyküm selam” diyerek kendi selamını kendisi alır.
Selamını almayanlara da öfkeyle “Selam, Allah‟ın kela-
mı!” diyerek azarlar.
148
Kasabamız insanının toplumsal iliĢkileri samimi
ve candandır. YardımlaĢma ve karĢılıklı insanî iliĢkiler
günümüz koĢullarında hâlen devam etmektedir.
AteĢ isteme: Eskiden evlerde zorunlu haller dı-
Ģında kibrit pek kullanılmazdı. Çünkü hem pahalı hem
de her zaman bulunmayan çakmak daha çok erkeklerin
sigara içmek için kullandıkları bir araçtı. Bazı evlerde
kavlı çakmak da bulunurdu. Kadınlarda kibrit “ispirte”,
çakmak gibi araçlar bulunmazdı. Bu yüzden evde ateĢ
yakmak için her zaman ocaktaki külün içine bir köz sak-
lanırdı. Bu köz söndüğünde bir parça bez alınarak konu
komĢudan ateĢ istemeye gidilirdi. KomĢunun ocağından
alınan irice bir köz bezin içine konur ve sönmemesi için
zaman zaman üflenerek hemen eve getirilirdi. Evde de bu
köz bir tutam samanın arasına konup dakikalarca bu köz
üflenerek ateĢ yakılırdı. Misafirliğe gelip de acele gitme-
ye kalkana “AteĢ almeye mi geldin?” denirdi.
Ġmece: Köydeki bütün ailelerin katıldığı ortak
çalıĢmalara imece denir. Yol yapımı, su getirilmesi, so-
kaklara kaldırım yapılması, kum dökülmesi, gibi köyün
önemli iĢleri el birliği ile yapılırdı. Ġmece köy muhtarlı-
ğınca düzenlenirdi ve zorunlu bir çalıĢmaydı. Herkes ya
bedenen katılır veya bir kiĢinin yevmiyesi kadar para
verirdi.
Yine yakın akraba arasında sık sık imece yapıla-
rak iĢlerin birlikte ve kısa sürede bitirilmesi hedeflenirdi:
tütün dikme, ekin yolma (biçme), harman savurma, ker-
piç kesme gibi.
Arkasından su dökme: Evinden uzun süre ayrı-
lıp baĢka yerlere gidenlerin arkasından bir tas su dökülür.
Bu su gidenin yolunun açık olmasını, sağ salim evine
149
dönüp gelmesini istemektir. Su kutsaldır. Su sevilenlerin
arkasından dökülürdü.
ĠSĠMLERLE ĠLGĠLĠ ADETLER VE ĠNANIġLAR
Kasaba halkı, çocuklarına kendi inanç ve kültürle-
rine uygun bir ismi verirler. Bu gelenek yüz yıllardır aynı
titizlikle devam etmektedir. Ad vermede peygamberle-
rin, evliyaların, dini büyüklerin isimleri baĢta olmak üze-
re; atalarımızın, tarihi Ģahsiyetlerin isimleri verilir. Bazen
bir isim aynı anda bir çok kiĢiye de verilebilmektedir.
Soy adının olmadığı zamanlarda benzer isimlerin çoklu-
ğu bir takım karıĢıklıklara neden olmaktaydı. Bu gibi
durumlarda kiĢilere bir de lakap takılır, böylece karıĢık-
lıklar önlenmeye çalıĢılırdı.
Kasabada 1970‟li yıllara kadar ağırlıklı olarak
verilen isimler Ģöyledir:
Erkek isimleri
Mehmet (Memet), Mehmet Ali (Memetalı), Mus-
tafa (Mısdıva), Mustafa Ali (Mısdıvali), Ali (Alı), Ahmet
(Amad), Ahmet Ali (Amadalı), Muhammed , Ġsmail (Ġm-
sel), Bekir, Hasan, Hasan Ali, Halil (Halıl), Ömer (Oma),
Ġsmail (Ġsmel), Ramazan (Irmızan), Mevlüt (Melit), Bay-
ram, Süleyman (Süleman), Osman, Bilâl, Kamil, gibi…
Kadın isimleri
Fatma (Hatma), Fatmaana (Fatmına), AyĢe (AĢa),
AyĢe Ana (AĢana), Hacer, Hatice (Hatca), Zeynep
150
(Zenep), Emine (Ġmine), Elif, Huriye (Hörü), Halime
(Helime), Havva, Raziye (Iraz), Güllü, Cemile, Cennet,
Melahat, Meryem (Merem) Aynur, Mürevvet, Ümmü,
Ümmühün, Melehat gibi..
Doğan çocuklara öncelikle babanın babasının ve-
ya annesinin ismi verilir. Kız tarafının yakınlarının isim-
leri verilmez. Verilecekse ancak birinci çocuktan sonra
doğanlara verilir.
Ailede ölenlerin isimleri, ilk doğan çocuğa mutla-
ka verilir.Ölenin adının yaĢatılması önemlidir.
1980‟li yıllardan sonra çocukların anne ve babaları gele-
nekler dıĢına çıkarak çocuklarına isim vermede daha ba-
ğımsız davranmaya baĢlamıĢlardır. Bunun sonucu ünlü
sanatçıların, siyaset adamlarının, sevilen devlet memurla-
rının, babanın siyasi görüĢünün önemli kiĢilerinin isimle-
ri verilmeye baĢlanmıĢtır. Ayrıca moda olan isimler hızla
yaygınlaĢmıĢtır.
“Adı batasıca” sevilmeyenlere söylenen bir söz-
dür. Büyükler kendi adlarını taĢıyan torunlarını daha çok
severler.
YEMĠN ETME
Yemin bir kiĢinin herhangi bir konuda doğru
söylediğinin en önemli göstergesidir. Bu yüzden yöre-
mizde “vara, yoğa” yemin edilmez. Sık sık yemin eden
kimselerin de inandırıcılığı kaybolur ve toplum içinde
itibarı kalmaz. Ġki kiĢi arasındaki anlaĢmazlıklarda, tanık-
lıklarda, doğruluğu ısrar edilen hallerde sıklıkla yemine
baĢ vurulur. En çok edilen yemin “valla, billa” dır. “Al-
lah belamı versin!”, “Allah canımı alsın!”, “Doğru değil-
se evime varamayayım.”, “kitaba el basarım.”, “Ölümü
gör!”, “Anam avradım olsun!”, “Evlatlarımın ölüsünü
151
öpeyim!” yemini pekiĢtiren sözlerdir. En büyük yemin
“Kur‟ana el basma”dır. Yemin edenin sözüne inanılır.
Eğer yemin edenin sözüne inanılmazsa “Kur‟an-ı Ke-
rim‟e” el bastırılır.
Yemin Ģereftir. Yalan yere yemin edenlerin Ģere-
fini, onurunu kaybettiğine inanılır. Yalan yere yemin
edenler cehennemde yanacaktır. Allah katında en ağır
ceza ile cezalandırılacaktır.
Özellikle dedikodularda, bir olayın doğruluğunun
yeminle inanılmamasında “yüzleĢtirme” yapılır. YüzleĢ-
tirmede iki kiĢiyi bir araya getirerek kimin doğru söyle-
diği ortaya çıkarılmaya çalıĢılır. “Getir yüz edelim.”,
Yalanım varsa yüz edelim.”, “Bak yalan söyleme,
yüzleĢtiririm sonra!” gibi sözler sıklıkla kullanılır.
Yemin eden kiĢi doğru yere yemin etmemiĢse
büyük günaha girdiği var sayılır. Yalan söylemenin
cezaağırdır. Yalan söyleyenin kırk gün namaz kılıp sada-
ka dağıtması gerekir. Bunun için önce imama veya dinî
bilgisinin yüksek olduğuna inanılan kiĢiye baĢvurulur ve
yeminin kefareti öğrenilir.
Bazı durumlarda yalan söylenmesi gerekmektedir.
Bunlar masum yalanlardır: Karı kocanın arasının açılma-
sı ihtimalini önleme, birisinin diğerini öldürme ihtimalini
ortadan kaldırma, düĢmanlığı giderme gibi. Çocukları
kandırmak, sakinleĢtirmek veya susturmak için söylenen
yalannlara da çocuk kandırmaca denir. Bunlar yalandan
sayılmaz. “vara yoğa yemin etme” doğru değildir. Bu
gibi insanlar pek sevilmez. “Bi de utanmadan yalan
söyleyo!” bilinen bir doğrunun baĢkası tarafından farklı
söylenmesidir. “Ġnanmak imandandır. Ġstersen inan-
ma.”, “Yeminin çarpar ha!” önemli cümlelerdir.
152
Bir de yalana benzeyen “insan kandırma” olayı
vardır. Ġnsan kandırma sözle, eylemle veya davranıĢla da
olur. Ġnsanları kandırmak günahtır. Sık sık yalan söyle-
yen veya insanları kandıranlar pek sevilmez. Bunlar her-
kes tarafından dıĢlanır. Bunlara “münafık” denir. Müna-
fık hiç kimse tarafından sevilmeyen insan demektir.
Bir de “vebal alma” vardır. Bir baĢkasının yap-
madıklarını, söylemediklerini yapmıĢ ve söylemiĢ gibi
gösterme, karalamadır. Ayrıca ona inanmama halinde de
kullanılır. “Vobal alma, taĢ kesilirsin.” “Vobalını alma
taĢ olursun.” Vebal aynı zamanda baĢkasının günahını
almak anlamına da gelir.
“Zemir etme” bir baĢkası hakkında ileri geri ko-
nuĢma, yalan Ģeyler söyleme veya aslı olmayan dedikodu
üretme demektir. Hakkında dedikodu eden, yalan yanlıĢ
Ģeyler söyleyen veya o kiĢiyi karalayanlar o kiĢinin
zemirini etmiĢ olurlar.
TELLAL ÇAĞIRMA (TELLAL ÜNLETME)
1970‟lere kadar köyde köy halkına duyurulması
gerekenler tellal çağırttırılarak (tellal ünnettirilerek)
duyurulurdu. Sesi gür olan, genellikle köy bekçisi bu iĢi
yapardı. Köy meydanındaki dikili taĢ “meyit taĢı” bu iĢ
için kullanılırdı. Tellal bu taĢa çıkarak duyuruyu bağıra-
rak okurdu. “Ey ahali, duyduk duymadık demen! Mutarın
emridir. Yarın imece vadır. Her evden bi giĢi yarın
sabahınan halk gavesinin önüne gelcek. Gazmasını küre-
ni getircek. Çalı yolu tamir edilcek. Gatılmecekle
mıhtarı görüp beĢ pangınot vecek. Duyduk duymadık
153
demen!” Tellal çoğunlukla resmi iĢler için çağırttırılırdı.
Tellal bazen de davul çalarak, bütün köyün sokaklarını
dolaĢarak bir ilanı duyururdu. Tellal köyün sokaklarını
gezerken çocuklar da peĢinden koĢarlar ve ilanı tekrar
ederlerdi. Tellalın bir baĢka iĢi de peĢinden koĢan ve bağ-
rıĢan çocukları kovalamaktır. Çünkü tellal iĢini ciddiyet-
le yapmaya çalıĢır. Tellalın yaptığı iĢ beğenilmezse “Gır
Ġbram‟ın eĢĢe gibi anırıyo!” diye alay edilirdi.
Tellal herkesin duyduğundan emin olmak için bü-
tün köyü birkaç kez dolaĢırdı.
1970‟lerden sonra tellal ünletme kalkmıĢ, yerini
caminin hoparlörü almıĢ, duyurular buradan anons edil-
meye baĢlanmıĢtır.
Halk kahvesinde bir de ilan panosu vardı. Bu pa-
noya evleneceklerin “askıları”, askerlikle ilgili listeler,
resmi dairelerden gelen çeĢitli duyurular asılırdı. Tarla
veya mal satmak isteyenler de bu panoya ilan asarlardı.
BÜYÜĞE SAYGI
Kasabada evin reisi babadır. Baba evi yönetir. Ai-
leyi ilgilendiren kararları alır. Anne ise evde ikinci kiĢi-
dir. Çoğu kez evin erkeğini etkiler. EĢinin sözünü dinle-
yen erkeklere “garı gılıklı, garısı ne dese onu yapa,
gılıbık” gibi yakıĢtırmalarla alay edilir. Oğluna söz geçi-
remeyen kaynanalar “Benim oğlan garı ağzına bakıyo!”
diye yakınırlar. Hele iyice kızdıklarında “ġapkesini
atıvesinde dasdar örtsün. ” diye söylenirler.
154
Yöremizde ananın ayrı bir yeri vardır. Her çocuk
anasını sever ve sayar. “Ana hakkı ödenmez”, “Cennet
anaların ayağı altındadır.”, “Ağlarsa anam ağlar, gerisi
yalan ağlar.” anayla ilgili güzel sözlerdir. “Benim anam
ağlayacağına senin anan ağlasın!” genellikle kavgada,
dövüĢte veya çıkar anlaĢmazlığında söylenen sözdür.
Sevilmeyen, haĢarı, kaba ve iĢe yaramazlar da “dul garı
çocuğu” denilerek küçümsenirdi. Ana kutsaldır. Ölen
kiĢi mezara gömülürken anasının adıyla gömülür. “Ana-
nın ilenci de, duası da geçer.”
Dinî bayramlarda önce yaĢlı olan ananın, babanın
eli öpülür. Dede ve ninenin evi ayrıysa önce onların evi-
ne gidilir ve bayramlaĢılır.
Anaya babaya karĢı gelinmez. Kalpleri kırılmaz.
Baba kahvede ise oğlu kesinlikle o kahvede oturmaz.
Eğer oğlu kahvede ise baba kahveye gelince hemen oğ-
luna çevredekilerce babasının geldiği söylenir. Oğul oyun
oynuyorsa oyunu bırakır. Sigara içiyorsa sigarasını sön-
dürür. Sonra da bir bahane ile kahveden ayrılır. Kasabada
eskiden beri iki kahve vardır. Babalar ve oğullar ayrı
kahvelere giderler. Babasının bulunduğu kahvede oturan,
oyun oynayan, sigara içen oğullar ayıplanır; kınanırdı. Bu
gibiler hem hayırsız evlat hem de izansız evlattır. Oğullar
babalarının yanında küfür etmezler.
155
Evde oğullar babanın yanında bağdaĢ kurarak
oturmazlar. Sofrada önce baba yemeğe baĢlar. 1960‟lı
yılların sonuna kadar evlerin çoğunda soba bulunmazdı.
Sobalı evlerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı.
Odanın bir duvarında “ocak” bulunurdu. Ocağın iki kena-
rına “bucak” denirdi. Baba her zaman ocağın sağ tarafın-
daki bucağa otururdu. Evde dede varsa sağ bucak dede-
nindi. Babanın “bucak döĢeği” her zaman temiz ve kabar-
tılmıĢ bir Ģekilde hazır tutulurdu. “Ocağın” sol tarafı ise
ananın veya ninenindi. Çocuklar genellikle ortada oturur-
lardı..
Ailenin bütün parası babanın tasarrufunda bulu-
nur, baba zaman zaman çocuklarına harçlık verirdi.
Evlenen erkek çocukların yeni ev açarak taĢınma-
sı istenmez. Tüm aile bir evde oturmayı arzular. Bu yüz-
den 1960‟lara kadar aileler çok kalabalık olur ve aynı
avlu içindeki evlerde yaĢarlardı. Evlenen erkek çocuğa
hemen aynı avlu içinde bir oda ilave edilirdi. Evin her
odasında bir aile otururdu. 1960‟lardan sonra çekirdek
aile tipi yaygınlaĢmaya baĢladı. Ailesiyle oturan evli çift
sayısı hızla azaldı. Bu yüzden kasabada yeni ev sayısı
artarken eski evlerin çocuğunda yaĢlı kadınlar veya er-
kekler kaldı. ġu anda eski evlerin çoğunda yaĢlı kadınlar
oturmaktadır.
156
Kasabanın gelin kaynana kavgası meĢhurdur.
Kaynanalar evin tek hakimi olmak isterler. Gelinler de
kendi evlerinin sahibi olmayı arzularlar. Sonuçta çatıĢma
çıkar ve çoğunlukla kaybeden kaynana olur. Oğul ya yeni
ev yaparak veya baĢka bir yere taĢınarak evden ayrılır.
1970‟lerden sonra kasabada okuyup devlet memuru olan
kiĢi sayısı hızla arttığı için kasaba dıĢından evlenmeler de
arttı. Bu yüzden bir kısım gençler baĢka köy, kasaba ve
Ģehirlere yerleĢtiler. Bunların kasabadan ayrılmasıyla
kasabanın nüfusu azalmaya baĢladı. “Yabandan alma
düveyi, uyduru gide boğeyi!” bu konudaki en güzel
sözdür.
MĠSAFĠRLĠK
“Gelmek iradeylen, gitmek müsadeylen.”, “Misa-
fir nasibiyle gelir.”, “Yecek ekme, içcek suyu vamıĢ.”,
“Hekes nasibiyle geli.” sözleri misafirler için söylenmiĢ-
tir. Misafirlik toplumsal kaynaĢmanın sağlandığı, iletiĢi-
min ve etkileĢimin geliĢtirildiği, bilginin paylaĢıldığı
önemli sosyal bir etkinliktir. Bağ, bahçe, tarla iĢlerinin
bittiği; mahsulün ambara konduğu, kasaba halkının evle-
rine çekildiği kıĢ aylarında insanımızın yapacak iĢleri
azalır. KıĢın gezmeleri meĢhurdur. Gündüz ev iĢleriyle
uğraĢan insanımız geceleyin konu komĢuya, hısım akra-
baya “oturmaya” gider. “Oturmaya gitmek” misafirliğe
gitmek demektir. Genellikle ev gezmelerine ve oturmaya
kadınlar gider. Erkekler her akĢam kahveye çıkarlar. Ba-
157
zen erkeklerin de misafirliğe gitmesi gerekebilir. Birlikte
gidilecek yerler genellikle akrabalar veya aile büyükleri-
dir. AkĢam namazından önce misafir gidilecek eve bir
çocukla haber gönderilir. Misafirliğe erkekler de gide-
cekse haber mutlaka gönderilir. Kadınlar çoğunlukla ha-
ber vermeden, kim evde varsa diye yola çıkıp evde bul-
dukları ailelere misafirliğe giderler.
Erkekler ev gezmesini sevmezler ve çoğunlukla
kahveye giderler. Kasabada eskiden iki kahve vardı. Bun-
lardan birisi halk kahvesiydi. Bu kahveye daha çok yaĢ-
lılar ve hatırı sayılı kimseler giderlerdi. Gençler
“gocubakkal”ın yanındaki kahveye giderlerdi. Daha son-
ra siyasi yönden kahveler ayrılmaya baĢladı. Sağcıların
kahvehanesi, solcuların kahvehanesi Ģekline dönüĢtü.
Misafirlikte sohbet edilir, dedikodu yapılır; dert-
ler, tasalar, sevinçler paylaĢılır ve bazı sorunlara çare
aranırdı. Nineler masal anlatırlar, genç kızlar maniler
okurlardı. Kadınlar yatsı namazından sonra izin isteye-
rek, erkekler kahveden gelmeden kalkarlardı. Ġzin; “Va-
kit geç oldu, biz gidem gari!”, “Vakit emme de geçmiĢ
ha, hinci adamla geli, bize müsaade!” Ģeklindeki sözlerle
istenirdi. Ev sahibi de “aceleniz ne? Daha vakit erken.”,
“Gelmek iradeylen, gitmek müsadeylen!”, “Acık da otu-
run. Da vakit erken.” diyerek karĢılık verirdi. Misafirler
ev sahibinin ısrarı üzerine biraz daha oturduktan sonra ev
sahibini öven güzel sözler söyleyerek ayağa kalkarlardı.
158
Misafirlikten erkenden ayrılana “AteĢ almeye mi gel-
din?” diye sitem edilirdi. Misafirin gitmek için hızlıca
ayağa kalkanına da “Zengin kalkıĢı kalkıvedi!” denirdi.
Misafir sevilsin veya sevilmesin mutlaka nezaket sözleri
ile karĢılanıp, nezaket sözleriyle uğurlanırdı.
Misafirlikte lokum, gül suyu, Ģerbet, çay, kahve,
ayran gibi yiyecek ve içecekler ikram edilir. Çay daha
ziyade Ballık Dağı‟ndan toplanan doğal dağ çayıdır. Ço-
ğu evde çaydanlık ve çay bardağı bulunmadığından pek
çay içilmezdi. Ayran, pekmez Ģerbeti ise cam kupalarda
ikram edilirdi. Çocuklar en çok hâli vakti yerinde olan
ailelere misafirliğe gitmek isterlerdi. Bu evlerde mutlaka
bisküvi, meyve, nohut veya leblebi ikram edilir; fındık,
fıstık yenirdi. Ayrıca her misafir geldiğinde mısır patlatı-
lır, “gavırga” kavrulur ve ikram edilirdi. Misafirlerin
ayakkabıları evin kızı veya kadını tarafından misafir ev-
den ayrılmadan önce çevrilir, ayakkabıların arkası kapıya
gelecek Ģekilde düzeltilir ve sıraya konurdu. Eğer misafi-
rin ayakkabısı çevrilmemiĢse bu misafire karĢı ağır bir
kusurdur. Ayıptır. “Bir daha gelme!” demektir.
Yemek zamanı gelen misafir mutlaka sofraya bu-
yur edilir. Misafir “Ganım tok!” dese bile zorla sofraya
oturtulur ve yemek yedirilir. “Yemek zamanı gelen ya
soğan yer ya da söven!” denirdi. Misafir aç veya tok mut-
laka sofraya oturur, “sofra hatırına “ birkaç lokma almak
zorunda kalırdı.
159
Sık sık gelen misafire “Aydı gelen doğan gibi,
her gün gelen söven gibi!” denerek sık geldiği hatırlatı-
lırdı.
Söven: Bilek kalınlığında, birkaç metre uzunlu-
ğunda, kurutulmuĢ ağaç dalından yapılmıĢ sopa.
BAĞ VE BOSTAN BEKLEME
Yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte nineler ve
dedeler bağlara ve bostanlara göçerlerdi. Buna bağ bek-
lemek, bostan beklemek denirdi. Bağ veya bostanlara
dadanacak hırsızlara kaĢı yapıldığı söylenen bu bekleme
iĢinin aslında yaĢlıların köyün sıcağından kaçması oldu-
ğunun herkes bilirdi. Bizim Ayaz yolu mevkiinde bir
dönüm bağımız, bağın hemen birkaç dönüm uzağında bir
kısmına bostan ektiğimiz bir tarlamız vardı. Bu tarla
(Kürt) Aziz Dede‟nin bağının hemen bitiĢiğindeydi. Ha-
ziranın baĢında bağın bir kenarına üzerinde çalı çırpı ve
kuru otların da bulunduğu çul çuval karıĢımı çadır kuru-
lur, çadırın önüne de bir çardak yapılırdı. Ayaz yolunun
bu kesiminde bir de Yüreğil yolu vardı. Bu alan bağlarla
kaplıydı. YaklaĢık on on beĢ bağda çadır ve çardak olur-
du. Aziz Dede ile Ali Kayalar‟ın bağındaki çadırlar yaz
kıĢ kalırdı.
Bağların arasında iki tane kuyu vardı. Su ihtiyacı
bu kuyulardan karĢılanırdı. Bazen de köyden testilerle su
getirilirdi. YaĢlılar bütün yazı buralarda geçirirlerdi. Bir-
kaç güne bir eĢekle nineme ekmek ve yiyecek götürür;
dönerken de üzüm, kelek, kavun karpuz getirirdim. Bağ-
larda erik, armut, elma gibi meyve ağaçları da vardı. Bu
ağaçların olgun meyveleri de toplanarak eve getirilirdi.
160
Bağ ve bostanlarda geceleri renkli geçerdi. YaĢlı-
lar her gün birisinin çardağının yanında yanan ateĢin etra-
fında toplanırlardı. Çocuklar saklambaç oynarlar; yaĢlıla-
rın anlattıkları anıları, masalları dinlerlerdi. Bazen kadın-
lar bir çardakta, erkekler bir çardakta toplanıp türküler de
söylenirdi.
Bağdaki meyve ağaçlarından toplanan meyveler
ince dilimler halinde kesildikten sonra güneĢte kurutu-
lurdu. Buna “kak” denirdi. Bağın veya bostanın bir kena-
rında soğan, sarımsak, bamya, börülce, domates yetiĢtiri-
lirdi. Bunlar taze olarak yendiği gibi kurutularak kıĢa
saklanırdı.
Bostanda kavun karpuzun yanı sıra susuz doma-
tes, bamya, börülce, kenevir, ay çiçeği (gün aĢığı) da eki-
lirdi. Her bostan tarlasının kenarına bal kabağı dikilir,
bostan bozumunda kağnılarla kabak eve getirilir, kıĢ bo-
yunca hem insanlar hem de hayvanlar bunları yerdi.
Köyün bağları Ayaz yolu ile Seke (Höyük) çevre-
sindeydi. Bostanlar da genellikle buralarda bulunurdu.
Haziran ayının sonuna doğru bazen Çam yolu,
Ardıç yolu, Uzundere ile Kocadağ‟daki armut ağaçları da
beklenirdi. Çünkü buralardaki armutlar “Kızılhisar armu-
du” denilen kendine özgü tadı ve hoĢ bir kokusu olan
özel armutlardı. OlgunlaĢmaya baĢlamalarıyla birlikte en
çok on gün içinde dalından kendiliğinden düĢerdi. Bu
yüzden kısa sürede toplanması gerekirdi. Bu armutlar
pazarda iyi para ettiğinden komĢu köylerden hırsızlığa
gelenler olurdu. Bu yüzden ağacı çok olanlar armut bek-
lemek için dağa çıkarlardı. Bazen çobanlar bu armutları
silkerek hayvanlarına yedirirler ve köylüyü zarara uğra-
tırlardı.
161
ÇOCUK OYUNLARI
Çocuk oyunları, çocukların vazgeçilmez eğlence-
lerini oluĢturur. Günümüzde oyun araçlarının değiĢmesi
ve oyuncak sanayinin geliĢmesi sonucu çocuk oyunları-
nın içeriği de Ģekli de değiĢmiĢtir.
Oyunlarda ebe, eĢ seçimi ve oyuna ilk kimin baĢ-
layacağı; sayıĢmayla, yazı tura atmayla, kurayla, elde taĢ
saklamayla, kiremidin bir tarafını ıslatarak yaĢ-kuru
deyip havaya atmayla tespit edilir. Oyunlarda kullanılan
oyuncaklar çoğunlukla ip, top, çomak, yapma bez, kire-
mit, aĢık, topaç, tülbent, yüzük, çember, makara, mendil,
gazoz kapağı ve çelik çomaktır.
Çocuk oyunları; saklambaç (sobe), yakan top, kö-
rebe, beĢ taĢ, istop, evcilik, seksek, ağaç kapmaca, bilya,
ip atlama, uçurtma, yağ satarım bal satarım, çelik çomak,
mendil kapmaca, dokuz kiremit, silahçılık (askercilik),
uzun eĢek, birdirbir, gazoz kapağı, eĢek çöktü, köĢe
kapmaca, aç kapıyı bezirgan baĢı, çizgi oyunu, isim-
Ģehir-hayvan, tavĢan kaç tazı tut, hırsız kim?, üç taĢ,
beĢ taĢ, bilye gibi oyunlardır.
Çocuk oyunları kız ve erkek olmak üzere ikiye
ayrılır. Kız oyunları evciliğe dayanan güç ve kuvvet ge-
rektirmeyen oyunlardır. Anneleri kızların oyun oynama-
sını pek istenmezlerdi. Çünkü onların ev iĢlerinde yar-
162
dımcı olmalarını, küçük kardeĢlerine bakmalarını ister-
lerdi.
Aileler 1960‟lı yıllara kadar kız çocuklarını okula
pek göndermezlerdi. Bunun en önemli nedenlerinden
birisi de kızın evde annesine yardımcı olmasıydı. YetiĢ-
miĢ bir kız çocuğu evin tüm iĢlerinde en önemli yardım-
cıydı. Kız çocuk küçük yaĢtan itibaren çeyiz de hazırla-
mak zorundaydı. Bu yüzden oyuna pek vakti kalmıyordu.
Kasabada dinsel yönden tutucu aile sayısı sınırlıdır.
Erkek çocuklar yaz kıĢ sokaklarda olurdu. KuĢ
avlamak en önemli eğlenceleri arasındaydı. Eli sapan
tutacak yaĢa gelen her çocuğun en az iki sapanı olurdu.
Bunlardan biri normal diğeri çatal sapandı.
Her çocuk kendi oyuncağını kendisi yapardı.
Oyuncak yapmayı ya dedelerinden ya da kendilerinden
birkaç yaĢ büyük ağabeylerinden (“aga”larından) öğrenir-
lerdi.
Çocukların en çok oyun oynadıkları yerler, evle-
rin avluları, misafir odalarının önleri, okulun bahçesi,
Cumayanı, Çayırbağları, Koca meĢenin yanı, harman
yeri ve mahalle aralarındaki açık alanlardı.
ÇOCUKLARIN YAPTIKLARI OYUNCAKLAR
Tel çember: Kalın tel bir pense yardımıyla çapı
30-40 cm arasında kıvrılır. Sonra iki ucu birleĢtirilerek
sıkılır ve çember teker haline getirilir. Daha sonra da bir
metre kadar uzunluğunda yine telden çemberi çevirme
dümeni yapılır. Bu dümenin ucunda „U‟ Ģeklinde bir bö-
lüm vardır. Çember bu bölüme takılarak itilir ve hareket
ettirilir.
Tel tekerlekli araba: Kalın “gırmandalı” telinden
bir metre kadar alınır. Önce bir kenarından kıvrılarak
163
birinci teker, sonra tekerin ortasına kadar gelen ve teke-
rin yarı çapı kadar kıvrım bırakılır. Bu kıvrımdan bir
karıĢ kadar ara bırakılarak telin diğer kısmından da aynı
büyüklükte ikinci teker yapılır. Direksiyon olarak da is-
tenilen uzunlukta tel veya bir ucu çatallı değnek alınır.
Bu tekerlekler çevrilerek sürülür.
Çatal sapan: Önce „Y‟ Ģeklinde ve en az 15 cm
boyunda sağlam bir dal parçası bulunur. Çatalların ucu
lastiklerin bağlanması için yontulur. Sonra deriden 3 cm
eninde 10 cm boyunda sapanın “sapan yuluğu” hazırla-
nır. Bu sapan yuluğun iki ucuna lastikler bağlanır. Lastik-
lerin diğer ucu da ağacının iki çatalına bağlanır. Ayarı
yapıldıktan sonra kullanıma hazırdır. KuĢ avlanabilir.
Deve katarı: Karpuz kabuklarının iple arka arka-
ya bağlanmasıyla elde edilen bir oyuncaktır. Genellikle
toprak veya küçük taĢlar taĢınır. Küçük çocukların yazın
harman yerinde, bağda bostanda veya evlerin avlularında
oynadıkları eğlenceli bir oyundur. Yalnız bunun için ön-
ce bir karpuzun kesilip yenmesini beklemek gerekmekte-
dir. Ayrıca karpuz kabukları güneĢin en sıcak olduğu
zamanlarda baĢa giyilen Ģapka da olur.
Kıl top: Özellikle inek, öküz veya eĢeklerin kılla-
rından yapılır. Kıl top yapacak çocuğun birkaç hafta sa-
bırla hayvanları kaĢağıyla tımar etmesi gerekir. En iyi kıl
top inek ve öküzlerin kıllarından elde edilir. Yeterince
kıl toplandıktan sonra ıslatılır ve iki elin arasında sıkıĢtı-
rılarak top Ģeklinde yuvarlanmaya baĢlanır. Bu iĢlem to-
pun büyüklüğüne göre birkaç gün sürer. Sonunda asla
patlamayan bir top elde edilir.
Düdük: Düdük yapımına en uygun ağaç söğüttür.
Uygun bir söğüt dalı bulunur. Bir ucundan 4 cm kadar
uzunlukta bir parçanın kabuğu çizilir ve bu kabuk yavaĢ
164
yavaĢ yerinden oynatılır ve tam oynayınca sesin çıkacağı
yer çevrilerek çıkarılır. Daha sonra da gerekli oyma iĢleri
yapılır. Kabuk yerine takılarak öttürülür.
Köy çocuklarının her zaman düdüğü olurdu. Dü-
dük öttürmek en önemli eğlencelerden birisiydi.
Tahta araba: Önce kalın bir ağaç kütüğünden
dört teker kesilir. Sonra da tahtadan bir araba yapılarak
bu tekerler kenarlarına monte edilir. Ġple çekilerek oyna-
nır.
Cambaz: Bir buçuk, iki metre boyunda iki tane
sopa bulunur. Daha sonra da bu sopaların yarım metre
kadar ki yüksekliğine ayaklık çakılır. Bu ayaklıkların
üzerine çıkılarak sopalarla birlikte yürünür.
Gıdırgeç: Yere yarım metre ile bir metre arasında
sağlam ve kalın dayanıklı bir dilme veya ağaç dalı çakı-
lır. Bunun üzerine tam ortasından delik açılmıĢ en az üç
metre uzunluğunda ağaç konur ve basit bir tahterevalli
elde edilir. Bu tahterevallinin üzerine abanarak dönülür.
Uçurtma: Yarım metre uzunluğunda ve 1cm ka-
lınlığında 5 tane ağaç çıta kesilir. Bu çıtaların uç tarafına
ipin dolanması için çentik açılır. Çıta yerine kargı parça-
ları da kullanılır.
BeĢ çıta bir demet haline getirildikten sonra tam
ortalarından gevĢekçe bağlanıp yıldız Ģeklinde açılır ve
bu kez sıkıca bağlanır. Sonra kalın pamuk ipliği ile çıta-
ların ucundan gergin bir Ģekilde bağlanır ve çıtalar yıldız
Ģeklini alır. Uçurtmanın ana gövdesi hazırlandıktan sonra
naylon veya gazete kağıdından kaplamasına geçilir. Ya-
pıĢtırırı olarak hamur veya badem, erik gibi ağaçlardan
elde edilen zamk kullanılır. Kaplama iĢi bitince kuyruğu-
na sıra gelir. Bir iki metre arasında kuyruk hazırlanıp
uçurtmanın altına bağlanır. Daha sonra uçurtma ipi terazi
165
Ģekline getirilerek bağlanır. Ayarları yapıldıktan sonra
uçurulur. Uçurtmanın renkli ve süslü olmasına özen gös-
terilir.
ÇELĠK ÇOMAK OYUNU
Oyun geniĢ bir alanda iki kiĢi tarafından oynana-
bileceği gibi iki grup arasında da oynanır. Gruplar en az
ikiĢer kiĢiden oluĢur. Oyunda biri 30 cm (çelik), diğeri
ise 70 cm.lik (çomak) iki sopa kullanılır. Ġki tür oynanıĢ
Ģekli vardır.
Birinci oynanıĢ Ģekli: Önce belirlenen yere kü-
çük bir çukur açılır. Çukurdan 20 adım öteye bir çizgi
çizilir. Oyuna ilk önce hangi grubun baĢlayacağını belir-
lemek için “yaĢ mı kuru mu?” diye kura atılır. Kurayı
kazanan grup oyuna baĢlamak için hazırdır. KarĢı gruptan
bir kiĢi elindeki uzun sopayı önceden açılan çukurun üze-
rine yatay olarak koyar. Oyuna ilk baĢlayan kiĢi önceden
çizilen çizgiden elindeki çeliği çukur üzerindeki sopaya
atar. Yerdeki sopayı vurabilirse oyuna baĢlar. Elindeki
büyük sopa ile küçük sopayı havaya kaldırır ve vurur.
Daha sonra çeliğin düĢtüğü yere giderek tekrar vurur. Bu
iĢi üç kez yapar. Çeliğin en son düĢtüğü yerden itibaren
kuyuya kadar adımlayarak sayar. Oyunun sonunda kim
daha çok sayı elde etmiĢse oyunun galibi olur.
Ġkinci oynanıĢ Ģekli: Bir oyuncu elindeki sopayla
çukurun üzerine yerleĢtirdiği çeliği, karĢı taraf oyuncula-
rına doğru atar. Çomağı kaleye bırakır. Eğer „B‟ taraf
oyuncuları atılan çeliği havada yakalarsa hem sayı kaza-
nırlar hem de çeliği kaptıran „A‟ takımı oyuncusu oyun-
166
dan çıkmıĢ olur. Eğer „B‟ takımı çeliği havada yakalaya-
mazsa çeliği düĢtüğü yerden alıp tekrar yerdeki sopaya
doğru atarlar. Sopayı vurabilirlerse karĢı „A‟ takımının
oyuncusu yine oyundan çıkar. Vuramazlarsa „A‟ takımı
çelikle sopanın arasındaki mesafeye bakarak „B‟ takımı-
nın bu mesafeyi kendi belirledikleri bir adımda almasını
ister. Örneğin, “3 adımda al, 5 adımda al.” gibi. „B‟ takı-
mında adımını büyük atabilen ve kendine güvenen bir
oyuncu bulunmazsa ya da bu adım sayısında çomaktan
çeliğe ulaĢamazsa „A‟ takımı adım sayısı kadar sayı alır.
Eğer bu adımda yetiĢebilirse sayıyı „B‟ takımı alır. Oyu-
nun baĢında belirlenen sayıya ilk varan taraf oyunu kaza-
nır. Eğer oyuna devam edilecekse yeni oyuna, önceki
oyunu kazanan taraf baĢlar. Bir taraf önceden kararlaĢtırı-
lan sayıya hiç puan kaybetmeden varırsa daha önce
oyundan çıkan bir elemanlarını oyuna sokar.
Gazoz kapağı oyunu: Gazoz kapaklarının üst üs-
te dizildikten sonra bir taĢla vurulması ve kapanan kapak-
ların ütülmesi Ģeklinde bir oyundur. Kazanma ve kay-
betme üzerine kurulmuĢ bir oyundur. Erkek çocuklar
arasında oynanır.
167
VÜCUT TEMĠZLĠĞĠ VE ÇAMAġIR YIKAMA
Yöremiz insanı temizliğe çok önem verir. Üst baĢ
temizliğinin yanı sıra evin içinin, dıĢının ve çevrenin de
temizliğine özen gösterir. “Temizlik imandan gelir.”
sözü temizliğin önemini gösterir.
Sabahleyin yataktan kalktıktan sonra herkes elle-
rini ve yüzünü mutlaka yıkar. Bu, olmazsa olmaz temiz-
liktir. Bu temizliği yapmamıĢ olanlara “Yüzünü Ģeytan
yalamıĢ.” denir.
Erkekler haftada bir tıraĢ olurlar. Saçlı sakallı do-
laĢanlar kınanır. “Gocu papaz gibi olmuĢ, yüzünde
ırrabiyasil galmamıĢ,” denir. Sık yıkanmayanlar için de
“ĠleĢ gibi kokubba.” , “Heç su yüzü gömemiĢ mi bu?”,
“E ne edcen? Gocubabıcın gızı. Ġsan goynundan çık-
mamıĢ.” Ģeklindeki sözlerle kınarlar.
Ġnsanımız camide, düğünde, bayramda ve misafir-
likte gül suyu, kolonya kullanır. Bayramlarda ve önemli
günlerde çeĢitli esanslar (kokular çalınır) sürünülür. Ge-
linler, genç kızlar daha güzel kokmak için karanfil takı-
nırlar. DiĢlerini fırçalarlar. Böyle günlerde soğan, sarım-
sak gibi kokulu yiyecekler yenmez. Her yemekten sonra
168
diĢ otu ve kürdan ile diĢ aralarındaki yemek artıkları
temizlenir.
Kadınlar makyaj olarak ceviz yağı, ceviz kömürü,
allık, rastık, gül yağı gibi kozmetik maddeler kullanırlar.
Ellerine, ayaklarına ve beyazlaĢan saçlarına kına yakar-
lar. Her zaman güzel görünmek isterler.
Ailenin temizlik anlayıĢına ve mevsime göre en
az ayda bir çamaĢır yıkanırdı. ÇamaĢır yıkamak için bir
gün önceden bir kazan küllü su kaynatılırdı. Ertesi günü
küllü su kazanın yanına sıcak su kazanı vurulur ve suyun
kaynaması beklenirdi. Bu sırada anne veya ablalar küçük-
leri damın içinde küllü su ile iyice yıkarlardı. Gözlerine
su kaçan çocuklar ağlarlar bir an önce bu iĢkenceden kur-
tulmak isterlerdi. Evin bütün fertleri çamaĢır yıkanmadan
önce banyo yapıp kirli çamaĢırlarını değiĢtirirlerdi. Her-
kesin genelde iki kat giysisi olurdu. Biri yıkanınca diğeri
giyilirdi.
Tüm kirli çamaĢırlar bir yerde toplandıktan sonra
önce çok kirli olanlar kaynatmada kaynatılırdı. Sonra bu
çamaĢırlar, çamaĢır teknesinin üzerine konarak tokuçla
dövülüp temizlenmeye çalıĢılırdı. tokuçlamanın bitimine
yakın sabunlanır ve durulanarak bahçedeki uygun yerle-
re serilirdi. ÇamaĢır yıkamada küllü su ve sabun tercih
edilirdi. Daha sonraki yıllarda “canıvar sodası” kulla-
nılmaya baĢlanmıĢtır. Bu soda çamaĢırları daha çok te-
169
mizlemesine rağmen kadınların ellerinde ve kollarında
piĢikler oluĢtururdu.
Kasaba halkı vücut temizliğine dikkat ettiği kadar
elbise temizliğine de dikkat eder; yırtık giysiler mutlaka
tamir edilir, yamanır öyle kullanılırdı.
ÇamaĢır yıkamada; çamaĢır teknesi, ileğen, ça-
maĢır tokucu, honu, kazan, kaynatma, kül, canıva sodası,
su govası, su bakırı gibi araçlar kullanılır.
SOKAK VE ÇEVRE TEMĠZLĠĞĠ
“Temizlik imandan gelir.” sözünü yüzyıllardır
benimseyen insanımız, evini de sokağını da elinden gel-
diğince temiz tutmaya çalıĢmıĢtır. Her evin tavuğu, hin-
disi, köpeği, koyunu, keçisi, ineği, öküzü, camızı, atı,
eĢeği vardır. Bunların da sürekli pislikleri olmaktadır.
Dolayısıyla sokaklar, avlular sürekli evcil hayvanlarca
kirletilmektedir. Bu kirlilik bir süre sonra karasineklerin
çoğalmasına, kötü kokuların yayılmasına neden olmakta-
dır. Bunun için avlunun, hayatın, koca kapının önünün ve
sokağın sık sık süpürülmesi gerekmektedir. Köyde sokak
temizliğini yapan çöpçüler olmadığına göre bu iĢi evin
kadını, kızı veya çocukları yapacaktır. Yüzyıllardır süre
gelen bir âdet olaraktan herkes kendi kapısının önünü
süpürmektedir. Süpürülecek alan önce toz kalkmaması
170
için suyla ıslatılır ve çalı süpürgesi ile dikkatlice süpürü-
lür. Süprüntü de gübreliğe atılır.
Herkes kendi kapısının önünü süpürdüğünden ka-
sabanın sokaklarında pek fazla pislik olmazdı. Her evin
kendine özel bir çöplüğü (tersliği) vardı. Sonbaharda bu
çöplük kağnılarla, at arabalarıyla veya traktörlerle tarla-
lara taĢınır ve doğal gübre olarak kullanılırdı. Ayrıca
ahırlardaki hayvan pislikleri, tuvaletlerdeki insan gübre-
leri de bu tersliğe dökülürdü. Bu gübreliğin komĢuları
rahatsız etmemesi için etrafı, çalı çırpı ile çevrilir, müm-
künse üstü örtülürdü. Tavukların ve diğer hayvanların
deĢinmemesi için gereken önlemler alınmaya çalıĢılırdı.
Gocu kapının önü ve avlu pislik içinde ise o eve melekler
uğramaz inancı vardı.
Sokaklar ve tarlalara giden yollar sürekli temiz tu-
tulmaya çalıĢılırdı. Yollarda veya sokaklarda birisinin
yürümesini engelleyen veya onun düĢmesine neden ola-
cak taĢı kaldırmak, yol kenarlarındaki dikenleri yolmak
sevaptır. Ġnsanlara veya evcil hayvanlara zarar verecek
her türlü engelin kaldırılması “kırk rekatlık namaz
gada sevap”tı. Karlı kıĢ günlerinde sokakların karı te-
mizlenir, insanların ve hayvanların sokaktan rahatlıkla
geçmesi sağlanırdı.
Eskiden bulaĢıklar tahtalıklardaki veya evin bir
kenarındaki bulaĢıklıkta yıkanır, bulaĢık suyu da bahçe-
171
ye veya sokağa akardı. Kanalizasyon olmadığından ban-
yo ve bulaĢık sularının rastgele yerlere veya sokaklara
akmaması için ev sahipleri gereken önlemleri almaya
çalıĢırlardı. Özellikle banyo ve bulaĢık suyu atıkları her-
kesin gelip geçtiği yerlere akıtılmazdı. Çünkü hem akı-
tan hem de bunlara basanları cinlerin çarpacağına inanı-
lırdı. KomĢu kavgalarının çoğu bu yüzden çıkardı. Kom-
Ģusunun kapısının önünü kirleten, pis sularının onun bah-
çesine yönlendiren veya akıtanlar hem ayıplanır hem
kınanırdı. Uyarıldığı hâlde gerekli önlemi almayanlar da
muhtara Ģikayet edilirdi.
KomĢu köylerde “Yassıhüyüklüler üvendireyle
bayramlaĢırlar.” diye bir söz vardır. Bu söz kıĢın köy
sokaklarının çok çamurlu olmasından insanların sokak-
larda yürüyememesinden kaynaklanmıĢtır. Gerçekten
kıĢın çamur deryası haline gelen sokaklardan geçmek
büyük bir sorun olurdu. Bunun için her yıl kıĢtan önce
imece yapılarak sokaklara bir metre geniĢliğinde taĢ kal-
dırımlar yapılırdı. Bu kaldırımların taĢları kağnılarla dağ-
dan getirilirdi. Kaldırımlar birkaç yıl sonra toprağa bata-
rak kaybolduğundan sık sık yenilenmesi gerekiyordu.
Köyün sokakları yüklü iki eĢeğin yan yana geçe-
bileceği geniĢlikteydi.
172
ÇĠÇEK SEVGĠSĠ
Yurdumuzun her yerinde olduğu gibi kasabamız-
da da bir çiçek yetiĢtirme sevgisi ve alıĢkanlığı vardır.
Özellikle kadınlarımız çiçekleri çok severler. Evlerin
avlularında, tahtalıklarda, dam baĢlarında, soğukluklarda
velhasıl uygun olan her yerde mutlaka çiçek saksıları
vardır. Bu saksılar, kırık toprak testilerin sağlam kalan
bölümleri veya eski tenekelerdir.
Zengin yoksul her evde mutlaka çiçek yetiĢtirilir-
di. Her mevsim değiĢik çiçek yetiĢtirilmeye çalıĢılırdı.
Bahçelerde, avlularda ilkbaharda önce sümbüller çiçek
açardı. Onları zambaklar (sutsallar) izlerdi. Karagöz çi-
çekleri, hoĢ kokulu cennetsüpürgeleri, marsımalar, nane-
ler, Ģebboylar daha sonra açmaya baĢlardı. Kadife çiçeği,
keditırnağı, camgüzeli, fesleğen, kartopu, horozibiği,
bağırgan, (fican çiçeği), fatmanagülü (hatmi çiçeği) en
çok sevilen çiçeklerdi.
Patates çiçeği, tatlar (kasımpatılar) akĢam sabah
çiçekleri ve kaynanadili en çok dikilen bahçe çiçekleridir.
Bahçelerde süs ağacı olarak sadece akasya bulu-
nur. Bunun dıĢında süs ağacı pek dikilmez. Bahçelerin
173
kenarlarında armut, erik, iğde, kayısı ve yaz elması gibi
meyve ağaçları vardır. Bu ağaçların hem meyvesinden
hem de gölgesinden yararlanılır.
Evlerdeki çiçekler her gün sulanır. Onların bakı-
mına özen gösterilir. Beğenilen çiçekler kadınlar arasında
değiĢ tokuĢ yapılır. Çok özel çiçeklerin baĢkalarına ve-
rilmesinde kıskanç davranılır.
SAYILARLA ĠLGĠLĠ ĠNANÇLAR
En uğurlu sayılar 3, 5, 9, 41, 52 ve 99 dur. En
uğursuz sayı ise 13 tür. 31 makbul bir sayı değildir.
“Çiftçi isen nadası üçle, çobansan sahilde kıĢla.”, “Bir
olur, iki olur, üçüncüsü b.k olur.”, “Kul hakkı üçtür.”,
“Kırk bir kere maĢallah!”, “kırkı kırklama”, elli ikinci
gün” gibi sözler sayılarla ilgilidir. Doksan dokuz Allah‟ın
adlarının toplamıdır. Tespihte kullanılır. Sevap kazanmak
için dualar doksan dokuz kez okunur.
MĠSAFĠR ODALARI
Köyde han, otel, motel gibi konaklama yerleri
olmadığından köye gelen satıcıların ve diğer esnafın kal-
dığı yerlere “müsefir odası” denirdi. Her mahallede bir
tane bulunurdu. O mahallenin zengin ve varlıklı ailesi
kendi sevabına bu odayı yaptırır ve tüm giderlerini karĢı-
lamaya çalıĢırdı. Misafir odaları, bir oda ve bir ahırdan
oluĢurdu. Odanın önünde yine “hayat” denilen bir kapalı
174
alan vardı. Odalar tek katlıydı. Köye ticaret amacıyla
gelen zanaatkârlar ve diğer kiĢiler buralarda ücretsiz ola-
rak kalırlardı. Mahallede bulunan veya sokakta oturan
aileler “güçlerine”, imkanlarına göre bu misafirlere yar-
dımcı olurlar; kimisi yemeğini, kimisi ekmeğini, kimisi
de hayvanının otunu, samanını verirdi. Sevap kazanmak
isteyen herkes gönüllü olarak hizmet ederdi.
Genellikle bu odalara demirciler, kalaycılar, elek
kalbur yapanlar, ayakkabı tamircileri, “köpekbokcular”
çerçiler, macuncular, sebze ve meyve satan manavlar,
çerçiler gelir; istedikleri kadar kalıp giderlerdi. Bu odalar
herkese açıktı. Odada hasır veya kilim, bir kat yorgan,
döĢek ve yastık, su testisi, lamba ve bir miktar odun bu-
lunurdu. Yatak ve yorganın temiz olmasına özen gösteri-
lirdi. Bir misafir gittikten sonra koruyucu aile veya so-
kağın kadınları odayı temizlerler; yatağı, yorganı ve çar-
Ģafları yıkarlardı. Odada bit pire bulunmasına izin veril-
mezdi. Çünkü bazen eĢine kızan erkeklerin de bu odalar-
da yattığı olurdu.
Odaya misafir gelmesi önemliydi. Çünkü komĢu
köylerden gelen misafirler önce kahveye inerler, burada
hangi odada kalacaklarını öğrenirlerdi.
Odaya gelen misafirler diğer köy ve kasabalardan,
uzak diyarlardan haberler getirirlerdi. Ayrıca mahallenin
bazı alım satım ihtiyaçları ile eĢyalarının tamiri, kapların
175
kalaylanması da burada yapılırdı. Hele “babıĢ yamacı-
sı”nın gelmesi evlerdeki patlak, yırtık, delik “babuĢların”
(ayakkabıların) tamir edilmesi demekti. Odalara gelen
veya oda önlerinde satıĢ yapan esnafın müĢterileri daha
çok pazara gidemeyen kadınlar ve çocuklar olurdu.
Kasabada Ġsmaillerin odası, Mollaların odası, Ço-
lakların odası, Gadıosmanların odası ve Karahasanların
odası olmak üzere dört tane oda vardı. Bugün bu odalar-
dan sadece iki tanesi mevcuttur. Bu iki oda da bakımsız-
dır. Ayrıca dıĢarıdan kasabaya gelip de misafir kalan
kimse bulunmamaktadır.
1900’LÜ YILLARIN BAġINDA GĠYĠM KUġAM
1900‟lü yılların baĢlarında erkekler alta Ģalvar,
çakĢır giyerler, üzerlerine de zıbın geçirirlerdi. Zıbınlar
yakasız, yerli dokuma pamuklu kumaĢlardan elle dikilir-
di. Dinî kılık ve kıyafete özenenler ise daha çok üç etek
entari giyirlerdi. Buna “Ġmam-ı Azam kisvesi” denirmiĢ.
Entarinin altına Ģalvar veya çakĢır giyilirmiĢ.
ÇakĢırı daha ziyade çobanlık yapanlar tercih
ederdi. Çünkü çakĢır keçi kılından dokunurdu. Bele ku-
Ģak sarmak adettendir. KuĢak kiĢinin durumuna göre
değiĢirdi. Varlıklı olanlar deriden yapılmıĢ, süslü kemer
türü kuĢak takarken fakir olanlar kadınlar tarafından örü-
len yün kuĢak takarlardı. KuĢak aynı zamanda cep yerine
176
geçer; kılıç, kama, bıçak veya tabanca da burada taĢınır-
dı.
Ulema sınıfına dahil olanlar ise yeĢil Ģalvar, siyah
renkli cübbe giyerler; baĢlarına da ipekli Buldan sarığı
veya yeĢil sarık sararlardı.
KıĢ aylarında aba, cübbe, palto, sako, kadınların
ördüğü uzun yün ceket ve yağmurluk giyilirdi. Çocukla-
rın ve kadınların sırtında genellikle yünden örülmüĢ ce-
ketler ve kazaklar bulunurdu.
Delikanlılar iki tür kıyafet giyerlerdi. Efeliğe, kı-
zanlığa veya yiğitliğe meraklı olanlar “humayın” deni-
len mavi bezden veya çuhadan, dizleri açıkta bırakan
kısa top don, üzerine de zıbın ve iĢlemeli cepken giyer-
lerdi. Ayaklara ise renkli yün çoraplar giyilir, bu çoraplar
dize kadar çekilir ve renkli kozalarla bağlanırdı. Belde ise
keçe üzerine Acem Ģalı çekilmiĢ geniĢ kuĢaklar bulunur-
du. Bu kuĢağın içine toplu tabanca, kasatura gibi silahlar
sokulur; düğünlerde, bayramlarda köy içinde bu Ģekilde
dolaĢırlardı.
ĠĢ giysisi olarak da bezden siyah, mavi veya yeĢil
renkte dokunmuĢ Ģalvar, zıbın, kazak veya keçeden ya-
pılmıĢ kısa kollu cepken giyilirdi. ĠĢte çarık kullanılırdı.
Kısa konçlu çizme, köydeki saraçların ham deriden yap-
tığı “papuç” hatta nalın giyilirdi.
Medrese öğrencileri veya bunlara özenenler alaca
veya renkli kumaĢtan yapılmıĢ üç etek entari ile çuhadan
177
yapılmıĢ uzun bir Ģalvar giyerlerdi. Entarinin üzerine
giyilen ve apteslik denilen siyah renkli kaftan da kıyafeti
tamamlardı. Bunlar baĢlarına yeĢil sarık veya takke giyer-
lerdi. Sakal bırakmak sünnetti. Özellikle evli erkeklerin
eĢinden izin aldıktan ve “sakal duası” yaptırdıktan sonra
sakal bırakması gelenekti. Sakalsız erkekler pek makbul
karĢılanmaz “garı kılıklı” denirdi.
Erkek çocuklar için özel bir kıyafet yoktu. Aile-
nin gelir durumuna, anne ve babanın beğenisine, çocuğun
da isteğine göre giysi alınır veya evde dikilirdi. 1960‟lı
yıllara kadar erkek çocuklar siyah bezden dokunmuĢ
uzun paçalı don ile alaca bezden dikilmiĢ yakasız zıbın
giyerlerdi. Mevsimine göre ayaklarında çorap ve lastik
pabuç ile sırtlarında da yün kazak bulunurdu. Çocukların
çoğunluğu yaz kıĢ yalın ayak gezerdi.
Erkeklerin ayaklarında ayakkabı olarak çarık bu-
lunurdu. Çarık dana veya öküz derisinden evde dikilirdi.
Hâli vakti yerinde olanlarla yaĢlılar yaz kıĢ mest giyer-
lerdi. Mest abdest almada kolaylık sağlardı. Sabah ab-
destinden sonra mest giyilir gece yatıncaya kadar bir da-
ha ayaktan çıkarılmazdı. Bazı erkekler “gızılassa
(Kızılhisar-Serinhisar) veya Gaysa (YeĢilyuva) pabuçla-
rını giyerlerdi. Lastik pabuçlar yaygın olarak kullanılırdı.
Deri çizme ağalığa meyledenlerin kullandığı özel bir giy-
siydi. Deri çizme pahalı olduğundan herkesin giymesi
mümkün değildi.
178
Kadın giysilerinin baĢında alaca basmadan ya-
pılmıĢ üç etek entari “enteri” gelirdi. Entari iki çeĢitti.
Günlük giyilen entariler basmadan, bayramlıklar ise par-
lak kadife veya ipekli kumaĢlardan dikilirdi. Entarinin
altına renkli ve içine özel astar geçirilmiĢ, paçaları büz-
gülü Ģalvar giyilirdi. Buna alt don denirdi. Donun belde
durabilmesi için uçları iĢlemeli uçkur kullanılırdı. Üç
eteğin içine göynek giyilirdi. Göyneğin alt tarafı, dizlere
kadar inerdi. Göynek genellikle düz renkli (beyaz, kırmı-
zı, sarı, mavi vs.) bezlerden dikilirdi. Kadın giysilerinde
kullanılan kumaĢlar Tavas, Kızılcabölük, Babadağ, Bul-
dan, Denizli ve çevre köylerde dokunurdu. Nazilli Basma
179
Fabrikası kurulduktan sonra artık Nazilli basması kulla-
nılmaya baĢlanmıĢtır.
Kadınların baĢlarında iĢlemeli fes bulunur, fesin
ön tarafında alınlık tabir edilen altın veya pullarla kaplı
süslük yer alırdı. Fesin üzerine ise pullarla iĢlenmiĢ beyaz
baĢ örtüsü örtülürdü. Kadınlarımızın saçlarının görünüp
görünmemesi gibi bir sorunları yoktu. Çünkü genç kızla-
rın ve gelinlerin zülüfleri baĢ örtüsünün dıĢına taĢar onla-
ra ayrı bir hava verirdi.
Düğünlerde gelinlik olarak kullanılan üç etek en-
tariler ipekli ve ağır kumaĢlardan dikilirdi. Bu kumaĢlar
özel olduğu için çok pahalıydı. Bu “enteri”lerin etek
kenarları dalgalı olurdu. Bu dalgalara çeĢitli renklerde
Ģerit kaytanlar çekilir ve süsleme yapılırdı.
Bayramlarda, düğünlerde gelinler ve niĢanlı kızlar
ile varlıklı kadınlar “tura” adı verilen altınları Ģeritler
halinde sıralayarak dikerler ve katarlar halinde boyunla-
rına takarlardı. Ayrıca bunların feslerinin kenarlarında da
altınlar bulunurdu. “Garafilli boncuk”, “garafil”
“gremise”, “aynalı alınlık”, gümüĢ yüzük, “çitme alın-
lık”, tuğralı fes, altın veya bakır bilezikler, altın veya
gümüĢ küpeler kadınların en önemli süs eĢyalarıydı.
Fistan, çevredeki Rum kadınların kullandığı giy-
siydi. 1950‟li yıllardan sonra üç etek entari yavaĢ yavaĢ
kalkmıĢ yerine fistan giyilmeye baĢlanmıĢtır.
180
Kadınlar iĢ giysisi olarak “top don”, “üst donu”
tabir edilen büyük Ģalvar giyerlerdi.
HELE BEN SESLENMEDĠM
Üsen‟len Ġbiram‟ın üç kızı varmıĢ. Üçü de keke-
meymiĢ. Bu yüzden kızlara bir türlü talipli çıkmazmıĢ.
Pepe Rıza da karısı Durkadın da bu yüzden çok üzülür-
lermiĢ. “Ah ne olur Ģu kızların bir mürüvvetlerini gör-
sek!” diye yakınır durularmıĢ. EĢ dost da “Allah‟tan
ümit kesilmez.” diye teselli ederlermiĢ.
Bir gün her nasılsa komĢu köylerin birinden bü-
yük kıza talip çıkmıĢ.
Kız bakmaya geleceklerini öğrenen Durkadın he-
men evi silmiĢ, süpürmüĢ, AĢlar piĢirmiĢ. Kızlar
gocupınardan buz gibi su doldurup gelmiĢler. Sonra da
hepsi yıkanmıĢ, paklanmıĢlar, saçlarını taramıĢlar. Allık-
lar sürünüp giyinip kuĢanmıĢlar. Daha sonra da Durkadın
kızların üçünü de önüne oturtup misafirlerin yanında na-
sıl davranacaklarını anlatmıĢ.
AkĢam olunca misafirler gelmiĢ. YenmiĢ, içilmiĢ;
oturulup konuĢulmuĢ. Bu arada kızlar sessizce misafirlere
hizmet etmiĢler. ġerbetleri sunmuĢlar. Sonra da bir kena-
ra çekilip oturmuĢlar. Derken odanın içinde bir fındık
faresi belirivermiĢ. Kızlar korkuyla ayağa fırlamıĢlar.
Büyük kız bağırmaya baĢlamıĢ.
-Fare va, fa- re va…
Ortanca kız hemen ablasının kolundan yakaladığı
gibi:
-A-nam sa-na hiç ses-len-me deme di-mi? demiĢ.
Küçük kız da kekeleyerek.
-He-le bennn ses-len-me-dim. demiĢ.
181
DemiĢ de olanlar olmuĢ. Görücü gelenler kızların
kekeme olduğunu görünce hiçbir Ģey söylemeden kalkıp
gitmiĢler. Durkadın da hırsından deliye dönmüĢ. Kızları
tam üç gün pataklamıĢ.
HASTALIKLARLA ĠLGĠLĠ OLAN GELENEKLER
VE ĠNANIġLAR Kasabamızda hastalıklarla ilgili büyük bir daya-
nıĢma ve yardımlaĢma vardır. Hastalanan birisine “Ģifa”
dilemek adettendir. Bu amaçla hasta evine duyan herkes
“geçmiĢ olsuna” gelir. Özellikle kadınlar hasta ziyaretine
bir bakraç yoğurt, bir tabak aĢ, mevsimine göre birkaç
tane meyve ve yiyecekler götürürler. Hastanın hâli hatırı
sorulur. Hastalığı öğrenilir. Sonra çeĢitli öğütler verilir,
tedavi usulleri söylenir. Dua bilenler hastaya okuyup üf-
lerler. Aynı hastalığa yakalanmıĢ da kurtulmuĢ olanlar,
baĢlarından geçenleri anlatırlar; tavsiyelerde bulunurlar.
Hastalara meyve götürmek adettendi. Nar, porta-
kal, incir ve elma en gözde meyvelerdi.
BulaĢıcı hastalığı olanlardan çekinilirdi. Bu gibi
hastalarla temas edilmemeye çalıĢılırdı.
Hasta evde yalnız bırakılmazdı.
YaĢlıların çoğu çeĢitli hastalıkların teĢhis ve teda-
visini bilirdi.
YÖRESEL HALK ĠLAÇLARI
Hastalıklar ve tedavi usulleri:
Halkımızın yüzlerce yıldan bu yana kullandığı ve
genellikle bitkisel kökenli olan ilaçlar artık tarihe karıĢ-
mak üzeredir. Çünkü halkımızın eğitim seviyesi yüksel-
miĢ, sağlık alanında her türlü hizmet yöreye gelmiĢ, dok-
tor ve eczane sayısı hızla artmıĢtır. Ayrıca bitkisel köken-
182
li ilaç yapan ninelerimiz ve dedelerimiz de artık kalma-
mıĢtır. Eskiden kullanılan tedavi usulleri ve bazı ilaçlar
aĢağıya çıkarılmıĢtır. Bu örneklerin bilimsel değerinin
olup olmadığı bilinmemektedir. Bu yüzden okuyucunun
bunları ciddiye almaması tavsiye edilir.
Böbrek taĢı düĢürme: Böbreklerdeki ve idrar
torbasındaki taĢları düĢürmek için bitkilerden yararlanıl-
mıĢtır. Bu bitkilerin baĢında “mısır püskülü” gelmektedir.
Mısır koçanının baĢındaki püsküller taze olarak toplanır
ve gölgelik bir yerde kurutulur. Böbrek taĢı belirtileri
görüldüğünde demlenerek çay gibi içilir. Bu çay koyu
demli olmamalıdır. Ayrıca en fazla üç gün sabah öğleyin
ve akĢam içilmelidir.
Böbrek taĢı düĢürmek için bir baĢka tedavi usulü
de yoğurt suyudur. Taze yoğurt temiz bez bir torbaya
konur. Torba temiz ve havadar bir yere asılır. Altına ka-
laylı bir kap konur. Yoğurdun süzülen suyu bu kapta top-
lanır. Bir gece ayazda kalan bu su günde üç kez içilir.
Böbrek sancıları için de yabani böğürtlen kökü
ile mısır püskülü kaynatılır. Dinlendirildikten sonra aç
karnına birkaç defa içilir.
Sancılar için: Her türlü sancının tedavisinde ke-
kik suyu en önemli ilaçtır. Kekik suyu, hazır olarak satıl-
dığı gibi evlerde de yapılabilmektedir. Yöremizde yakla-
Ģık beĢ çeĢit kekik yetiĢmektedir. Ġlkbaharda toplanarak
kurutulan kekikler ihtiyaç duyulduğunda çay gibi kayna-
tılır. Daha sonra kaynatılan su süzülerek ĢiĢelere konur.
Soğuk olarak içilir. Özellikle karın ağrılarına ve bağırsak
sancılarına aç karnına içilecek kekik suyu çok iyi gelir.
Papatya çiçekleri de çeĢitli sancılar için kullanıla-
bilecek bitkilerdendir. Temiz ve gölgeli bir yerde kurutu-
183
lan beyaz renkli papatya çiçekleri demlenerek çay gibi
içilir.
Bebeklerin ve küçük çocukların karın sancıları
için soğan suyu da kullanılmaktadır. Bunun için kuru
soğan havanda ezilir, çıkan suyu bir çay kaĢığı miktarın-
da hasta çocuğa içirilir. Fazla soğan suyu zararlı olabil-
mektedir.
DiĢ ağrıları için: Birkaç tür tedavisi bulunmak-
tadır. Bunlardan birincisi ağrıyan diĢe tuz basılır.
Ġkincisi bir parça pamuğa nane yağı batırılarak ağ-
rıyan diĢe sürülür. Üçüncü olarak da karanfil tanesi ezile-
rek diĢin üzerine konur.
BaĢ ağrısı için: Çiğ patates dilimler halinde kesi-
lir ve alın bölgesine yapıĢtırılır.
Çiğ soğan ezilerek bir bez içinde alna sarılır.
ġiddetli ağrılarda Ģakaklara ve enseye sülük ya-
pıĢtırılır.
Bebeklerin ve çocukların baĢ ağrılarında alınları-
na sirkeli bez konur. Sirke aynı zamanda ateĢ düĢürücü
olarak da kullanılır.
Kabızlık: Bebeklerin ve küçük çocukların kabız-
lığında sabun ve zeytinyağı kullanılır. Bunun için bir
parça çöpün uçuna pamuk dolanır. Sonra sabun rendele-
nir. Zeytinyağı ile ezilir ve bu pamuğa bulaĢtırılarak ço-
cuğun mabadına sokulur.
Kuru erik kompostosu hazırlanır. Bu komposto-
nun suyu süzülür ve hastaya içirilir. Ayrıca aç karnına
içilecek bir fincan zeytinyağı da kabızlığın giderilmesin-
de yardımcı olur.
Ġshal: Ġki kaĢık çiğ niĢasta iki veya üç kaĢık yo-
ğurtla karıĢtırılarak yemeklerden önce yenir. Ayrıca ayva
yaprakları kaynatılarak çay gibi içirilir.
184
Sarılık: Burun ucu, göz pınarı çevresi, üst duda-
ğın iç gerisi özel bir dua okunarak bıçakla veya jiletle
çizilir ve kanatılır.
Bal ve süt karıĢımı her gün bolca yenir.
Sarılık olan hastanın idrarı bir ĢiĢeye alınır. Bir
gece ayazda bekletildikten sonra ertesi günü içine bal
veya Ģeker konarak hastanın haberi olmadan içirilir.
Bu konuda ün yapmıĢ ihtiyar kadınlara, çeĢitli çi-
çek yaprakları okutturularak sarılık kestirilir.
Boğmaca: Bir hafta süreyle hastaya günde üç fin-
can olmak üzere taze merkep sütü içirilir.
Öksürük: On tane incir, dört bardak suda kayna-
tılır. Bu karıĢıma gül suyu, tarçın, karanfil ve Ģeker ilave
edilir. Ġncirler hasta tarafından yenir. Suyu da bitinceye
kadar aralıklarla içirilir.
Fatmacık ve mülver çiçeği çay gibi kaynatılır ve
içine Ģeker konularak içilir.
Nefes darlığı: YavĢan otu kurutulur ve sigara gibi
sarılarak içilir.
KurumuĢ kızılcık çekirdeği çıkarılır ve ateĢte kuru
kuru kavrularak havanda dövülür. Elendikten sonra balla
hamur kıvamına getirilir. Bu hamurdan küçük haplar ya-
pılır. Bu haplar, her gün sabahleyin aç karnına yutulur.
Ardıç ağacının meyveleri çay gibi kaynatılır ve içilir.
Yatılan odaya her gün çam dalı asılır.
Bademcik iltihabı: Ġkiz çocuğu olan bir kadının
baĢ örtüsü ödünç alınarak bu baĢ örtüsüne üç “Elham” ile
iki “Kulfüallahü” okunarak bademciği iltihaplanan çocu-
ğun boğazına bağlanır.
Nane yağı içirilir.
Memeli basur: Daldıran otu lapası tatbik edilir.
Daldıran otu kaynatılarak suyu içirilir.
185
Taze patlıcan meyvesinin yeĢil saplarının etleri
çıkarılır. Yakılarak toz haline getirilir. Bu toz sık sık ba-
surların üzerine sürülür.
Romatizma ağrıları: Geyik elması hamken top-
lanır ve kurutulur. Sonra bu meyveler kaynatılarak ağrılar
geçinceye kadar suyu içilir.
Turp soyulur ve rendelenir. Zeytinyağı ile karıĢtı-
rılarak ağrıyan yere sürülür.
Hasta yeni kesilen oğlak veya kuzu derisine sarı-
larak birkaç saat kadar bu derinin içinde yatırılır. (Özel-
likle yatalak romatizma hastaları bu Ģekilde tedavi edil-
meye çalıĢılır.)
Ayak romatizmaları için tuzlu su yapılır ve bu su
ısıtılır. Ayaklar bu suyun buharına tutulur.
Romatizmalı yere kirli yapağı sarılır.
Yanıklar: Yanık yerin üzerine hemen zeytinyağı
dökülür. Sonra salça veya yoğurt sürülür. Yanıkların üze-
ri kapatılmadığı gibi sargı ile de sarılmaz.
Çiğ patates rendelenir, bulamaç haline getirilince-
ye kadar suyla karıĢtırılır. Bu bulamaç yanığın üzerine
sürülür.
Çıbanlar: Çıbanı olgunlaĢtırmak için üzerine tuz-
lu lokum sarılır.
Kuru soğan ateĢte piĢirilir. Yaprak yaprak ayrılır.
Sonra bu yaprakların üzerine biraz zeytinyağı damlatılır,
tuz ve toz Ģeker ekilir. Bu karıĢım çıbanın üzerine sarılır.
Çıban iyileĢinceye kadar bu pansumana devam edilir.
Ġncinen yerler için: Ilık suyla un yoğrularak ha-
mur haline getirilir. Sonra bir bez üzerine kalınca sürülür.
Daha sonra üzerine biraz zeytinyağı dökülür ve incinen
yere sarılır. Bir gün sonra sargı çıkarılır.
186
Ayrıca incinen kol, bacak gibi bölgelere bal mu-
mu muĢambası sarılır. Bal mumu muĢambası kırık ve
çıkıklar için de kullanılır. Bunun için beĢ-on cm eninde
iki üç m. boyunda bez bir Ģerit kesilir. Sonra bal mumu
bir kapta eritilir ve sıvı haline gelince bu bez mumun
içine batırılır. Her tarafı mumlandıktan sonra çıkarılır ve
biraz soğutulduktan sonra ılık ılık incinen veya kırılan
yere sarılır. Bu sargı birkaç hafta sarılı olarak kalır.
Çekirdeksiz kuru üzüm dibekte ezilir. Macun ha-
line gelince bir bez üzerine alınarak incinen yerin üzerine
düzgünce sarılır.
Lif kopmaları için: Kurbanda kesilen koyunların
kuyruklarının iç kısmındaki tüysüz deri çıkarılıp kurutu-
lur. Bu deri lifleri kopan veya eklem yerlerinde ĢiĢlikler
olan hastaların ĢiĢ olan yerlerine sarılır. Bu deri yağlı
olduğu için genelde yumuĢak olur. SertleĢmiĢse ıslatıla-
rak yumuĢatılır.
Bulgur lapası hazırlanır ve ĢiĢen yere sarılır.
Yaralar için: Kara sakız, koyun, keçi iliği ile ka-
rıĢtırılıp ezilir. Merhem haline geldiğinde de yaraların
üzerine sürülür. Yara iyileĢinceye kadar pansumana de-
vam edilir.
Sabun rendelenir. SüzülmüĢ yoğurt ile merhem
yapılır. Bu merhem yaraların üzerine sık sık sürülür.
Keten tohumu kavrulup bir dibekte un haline ge-
linceye kadar dövülür. Sonra sütle karıĢtırılarak yaraların
üzerine sürülür.
Kuru soğan ateĢte piĢirilir. Sonra iltihaplı yaranın
üzerine sıcak sıcak sarılır.
Çiğ sütün içine suda haĢlanmıĢ bir baĢ soğan in-
cecik doğranır ve iyice ezilir. Bu sırada içine biraz niĢasta
187
konur. Bulamaç haline gelinceye kadar karıĢtırılarak piĢi-
rilir. Soğuduktan sonra yaraların üzerine sürülür.
Taban çatlakları için: Çam sakızı veya çam ak-
ması tereyağı ve bal mumuyla eritilir. Sıcak olarak çatla-
ğın üzerine sürülür.
Mayasıl için: Kirpi veya deve eti piĢirilerek ye-
nir.
NiĢadır, arpa unu ile hap haline getirilir ve beĢ
gün bu hap içilir.
Sülükler mayasıl olan yere yapıĢtırılır.
Sedef hastalığı: Deve dikeni, nöbet Ģekeri ile ka-
rıĢtırılır.Günde üç kere yemeklerden önce iki tatlı kaĢığı
yenir. Bu ilaç aynı zamanda Ģeker hastalarına da iyi gelir.
Egzamalar: Zeytinyağı bir tavada yakılır. Soğu-
duktan sonra üzerine kına ve tuz konup macun haline
getirilir ve egzamanın üzerine merhem gibi sürülür.
Nasırlar için: Limon ve domates nasırlı yerin
üzerine sarılır. Bu iĢlem nasır gidinceye kadar devam
eder.
Küçük bir parça sönmemiĢ kireç nasırlı yerin üze-
rine bir bezle bağlanır.
Verem hastalığı: HaĢlanmıĢ yumurtaların üze-
rindeki ince zar ayrılır. Sonra bu zar yumurta kabuğu ile
birlikte ateĢte yakılır. Külü limon suyu ile karıĢtırılarak
küçük küçük haplar yapılır. Bu haplar sabah akĢam gün-
de iki kez olmak üzere bir hafta yutulur.
Köpek yavrusu kanı içilir.
Böcek ve arı sokmaları: Sokulan yerin üzerine
gaz yağı veya soğuk çamur sürülür.
188
ÖLÜMLE ĠLGĠLĠ ĠNANIġLAR Gelenek görenek ve inançların etkili olduğu kasa-
bamızda ölüm olayında da toplumsal dayanıĢma ve yar-
dımlaĢma görülür. Ölenin ailesi mutlaka ziyaret edilir.
BaĢ sağlığı dilenir. Cenazenin kaldırılıĢında, gömülme-
sinde herkes üzerine düĢeni seve seve yapar.
Bireyin bedensel olarak yok olup, ruh olarak ya-
Ģamaya devam etmesi Ģeklinde kabul edilen ölüm, korku-
lan ancak kabullenilen bir olaydır.
Bir evden veya sokaktan ölü çıkacağına dair
iĢaretler:
-BaykuĢ ötmesi,
-Yıldız kayması,
-Sokaktaki veya kümesteki horozun vakitsiz öt-
mesi,
-Evin veya komĢunun köpeğinin durup dururken
ulumaya baĢlaması,
-Ölecek kiĢinin yakınlarınca görülen rüyalar.
(Rüyada tabut görme, bir kiĢinin diĢinin düĢmesini gör-
me, gelinlik-düğün görme)
-Ayakkabının ters dönmesi,
-Hastanın yüzüne ölümün gölgesinin sinmesi (te-
ninin beyazlaĢması.),
-Ölecek kiĢinin bakıĢlarının bir noktaya sabitleĢ-
mesi,
Öleceği kesin olarak anlaĢılan hastanın rahat can
vermesi için baĢının altındaki yastık alınır, ağzına su ça-
189
lınır (sürülür). Dualar okunur. Hastaya moral verici söz-
ler söylenir. Hastanın baĢında Kur‟an-ı Kerim okunur.
Kasabada vefat eden birisi için aile bireyleri son
görevlerini yapmaya çok önem verirler. Vefat edeceği
anlaĢılan birisi son nefesini vermeden önce evine getirile-
rek yatağına yatırılır ve hısım akrabalarının son nefesinde
yanında olmasına çalıĢılır. BaĢında Kur‟an-ı Kerim oku-
nur. Tüm aile bireyleri ölmeden önce helalleĢmeye çalı-
Ģırlar.
Vefat eden kiĢi öncelikle sırt üstü yatırılır. Sonra
çenesi ve ayakları yumuĢak bir bezle düzgünce bağlanır.
Gözleri kapatılır ve üzerine bir çarĢaf örtülür.
Vefat eden kiĢinin vefatının kasaba halkına duyu-
rulması için camilerden selâ verilir. Selâ imam tarafından
okunur.
Cenazenin mutlaka öğle veya ikindi namazının
arkasından defnedilmesi esastır. Defin iĢi için öncelikle
cenazenin yıkanması gerekmektedir. Vefat eden kadınsa
yıkamayı bilen bir kadın tarafından, erkekse imamlar
tarafından yıkanır. Yıkama iĢi için evin avlusuna veya
önüne kazanlar vurularak sıcak ve soğuk su hazırlanır.
Camiden teneĢir tahtası getirilir. Cenaze teneĢir tahtasına
alınarak burada yıkanır. Yıkamada ölenin yakınlarından
bazıları yardımcı olurlar. Cenaze yıkandıktan sonra peĢ-
kirle kurulanır. Ellerinin ve ayaklarının parmaklarının
aralarına pamuk konur. Kefenlenmesine baĢlanır. Kefen-
leme sırasında kesinlikle iplik ve iğne kullanılmaz. Ke-
fenleme bitince üzerine daha önceden kurutulmuĢ gül
yaprakları serpilir. Gül suyu dökülür. Zemzem suyu varsa
ölenin dudaklarına çalınır. Daha sonra da tabuta veya
“sala” konur. Tabutun üzerine ölenin cinsiyetine uygun
190
halı, kilim, seccade veya battaniye örtülür. Ayrıca üzerine
çiçekler konur.
Defin için hazırlanan tabut “sal”a konarak önce
caminin önündeki “musalla” taĢına götürülür. Vakit na-
mazı kılınırken musalla taĢında bekleyen cenazenin kar-
Ģısında vefat edenin varsa oğulları yoksa cenazeye sahip-
lik yapan akrabası cenaze baĢında bekler. Vakit namazını
müteakip camiden çıkan cemaat tarafından cenaze nama-
zı kılınır.
Cenaze, cemaatin sırtında yaya olarak sal üzerin-
de mezarlığa götürülür. Cenazenin yakınları salın sağında
yer almaya çalıĢırlar. Cenazeye katılanların hepsi sırayla
salın bir kenarından tutarak taĢıma iĢinde yardımcı olur-
lar. Sal taĢınırken kimse geriye dönüp bakmaz.
Mezara gelince tabut saldan alınır. Vefat edenin
oğulları varsa mezara inerler. Cenaze mezara indirilerek
baĢı ve yüzü kıbleye gelecek Ģekilde ve sağ tarafına yatı-
rılarak, mezarın sağ duvarının içine açılan boĢluğa yerleĢ-
tirilir. Daha sonra bu boĢluk kerpiç veya tahtalarla kapa-
tılır. Mezarın baĢ ve ayak kısmına iki adet ağaç dilme
dikilerek mezarın yerinin belli olması sağlanır. Mezara
inenler yukarıya çıkarlar. Cenaze sahiplerinden birisinin
ilk toprağı atmasının ardından cemaat tarafından sırayla
toprak atılarak mezar kapatılır. Testi ile getirilen su me-
zarın üzerine dökülür. Ġmam duasını yaptıktan sonra ce-
maat mezarlıktan ayrılır. Ġmam ise mezarın baĢında kala-
rak geriye kalan dinî gerekleri yerine getirir.
Tabutun üzerine örtülen battaniye, kilim, haba
gibi örtüler camiye bağıĢlanır.
Cenaze evinde o gece yemek piĢirilmez. Konu
komĢu veya hısım akraba evlerinden birer ikiĢer kap ye-
mek getirirler. Geceleyin cenaze evinde Kur‟an okunur,
191
dualar edilir. Ġlk hafta içinde mevlit okutularak konu
komĢuya yemek verilir.
Bu konudaki gelenek ve görenekler:
-Cenaze evinde bir hafta kadar yas tutulur.
-Birkaç gün evde radyo veya televizyon açılmaz.
-Ölenin giysileri fakirlere verilir.
-Ölenin vasiyeti en kısa sürede yerine getirilir.
-Ölümden sonraki üç gün içinde mirası paylaĢılır.
Borçları varsa ödenir.
-Ġlk gün, yedinci gün, kırkıncı gün, elli ikinci gün
ve ölüm yıl dönümünde mevlit okutulur. Hatim indirilir.
-Ölenin adı çocuklarının ilk doğan bebeğine veri-
lir.
-Mezar kazıcıya, selâ verenlere, imamlara, cena-
zeyi yıkayanlara belirli bir ücret verilerek helalleĢilir.
- Mezarların üzerine basılmaz.
-Mezarlıkta hayvan otlatılmaz.
-Mezarlığın yanından geçerken türkü söylenmez,
gülünmez, ıslık çalınmaz. Çalan bir müzik aracı varsa
kapatılır.
-Mezarlıktan geçerken mutlaka dua okunur.
-Cenaze geçerken ayağa kalkılır.
-Cenazenin arkasından kötü söylenmez.
-Cenaze bir gece evde kalacaksa baĢında Kur‟an-ı
Kerim okunur, kadınlar yas tutarlar.
-Ağıt yakmak adettendir.
-Cenaze mezarlığa götürülürken kimse dönüp ar-
kasına bakmaz. Bakarsa ölenin gözü arkada kalmıĢ olur.
-Cenaze olduğu gün Kasabada düğün varsa davul
çalınmaz.
-Yeni mezarın üzeri sulanır. Su testisi eve getiril-
mez.
192
-Mezarlıkta birisinin mezarı sorulduğunda elle
veya parmakla gösterilmez. Gösterenin elinin kuruyaca-
ğına inanılır.
-Mezarlık ziyaretlerinde ölünün baĢ ucuna oturu-
larak dua edilir. Ayakta dua pek makbul değildir.
-Ölen kiĢinin ahirette rahat etmesi, günahlarının
bağıĢlanması, ihtiyaç duyduğu hayırın karĢılanması ve
borçlarının ödenmesi için talkını verilir. Sonra bir miktar
para ile devir (ıskat) yapılır. Bu, kasaba imamlarının tes-
pit edeceği bir miktar paranın yine imamlar eliyle camide
okunması, birkaç misli artırılması için bir birlerine (al-
dım-kabul ettim) diyerek devredilmesidir. Bu para daha
sonra üçe bölünür. Bir kısmı caminin ihtiyaçlarına, bir
kısmı kasabadaki fakirlere, bir kısmı da hocalara verilir.
-Cenaze için mutlaka ağıt yakılır ve evin kadınları
kızları ağlarlar. Cenazesi olup da ağlamayan kadın ve
kızlara iyi gözle bakılmaz: “Gaddar” denir.
-Arife günleri mutlaka mezarlığa gidilerek ölmüĢ-
lerin kabirleri ziyaret edilir. Dua okunur. Kabirler düzel-
tilir ve çiçeklerle süslenir.
MEZAR TAġLARI YAZILARI Mezar taĢları, çağın anlayıĢına ve mezar taĢı yapı-
sına uygun olarak çevre köy veya kasabalardan temin
edilir. Mezarlıkta çok çeĢitli mezar taĢları bulunmaktadır.
Son yıllarda mermerden yapılan lahit mezarlar görülmek-
tedir.
Mezarın baĢındaki taĢta ölenin adı, soyadı, lakabı
veya kadınsa kimin eĢi olduğu yazılır. Ayak ucundaki
taĢa da veciz bir söz veya Ģiir yazılarak “el fatiha” cümle-
si ilave edilir.
193
YaĢlıların taĢlarında kiĢilikleri, gençlerinkinde ise
dünyaya doymamıĢlığın özlemi vardır. Kimisi ecelinden,
kimisi umulmadık bir olaydan göçüp gitmiĢtir. Ġyilikler,
güzellikler tüm acılığı, çıplaklığı ile o taĢlarda sergilen-
miĢtir. Mezar taĢlarındaki sözleri okuyanların kiminde
gözyaĢı kiminde de derin bir düĢünce görülür. Bu dünya-
nın gerçek felsefesi o taĢın baĢında yapılır.
Mezarların üzerine “sustal” (zambak), veya “kar-
topu” çiçeği dikilir. Bu bitki yumru köklü ve susuzluğa
dayanıklı olduğu için tercih edilir. Ayrıca hızla çoğalarak
mezar alanını kaplar. Her mezarın baĢına ağaç dikmek
adettendir. Bu ağaç genellikle bademdir. Mezarların çi-
çeklerle süslü olması ve göze güzel görünmesi için çalıĢı-
lır. Bu yüzden son yıllarda mezar taĢlarında kalıcı olan
plastik yapay çiçekler sıkça görülmektedir.
Mezar taĢlarındaki yazılardan birkaç örnek Ģöyle-
dir:
Eğilip geçme
Ey Muhammed ümmeti.
Ölünün diriden
Bir duadır minneti.
Genç yaĢta Haktan geldi bir nida,
Ölüm geldi baĢa Hakka eyledim,
Bakma sen taĢa, Canım feda.
Ġhsanın olsun bir dua.
Gel efendim nazar eyle,
Kabrimin taĢına,
ġu cihanda neler geldi baĢıma.
Ben gafil oldum,
194
Sen topla aklını,
Bir fatiha ihsan et
Bu müslümana.
Ecel geldi baĢıma,
Bakma sen mezar taĢıma.
Bir gün senin de gelir baĢına.
DüĢtü dalımızdan
Bir yeĢil yaprak,
Bu yıl güller,
Veysel için açacak.
Gitti yıldızlara
El sallayarak,
Gözün yiğit görsün,
Ey kara toprak.
195
MASALLAR
Masalların en güzellerini ebe (nine)lerimiz anla-
tırdı. Yüzyıllar ötesinden gelen masallar olduğu gibi
ebelerimizin hemen o anda uydurduğu masallar da olur-
du. Uzun kıĢ gecelerinde feneri söndürüp yatağa girdiği-
mizde, harman yerinde kağnının üstüne yatağı serip içine
girdiğimizde, yaz geceleri dambeĢde ebelerimize mutlaka
masal anlattırırdık. Onlar önce nazlanırlar, bir takım is-
teklerde bulunurlardı. Ne isterlerse söz verirdik. Yeter ki
bir masal anlatsınlar. Aynı masalı belki yüz kez dinler-
dik. Dinlerdik ama ebelerimiz aynı masalı anlatırken
mutlaka yeni katkılar yaparak bizi ĢaĢırtırlardı.
Keloğlan, Keçi Kızı, Kumru KuĢu Masalı, Yarım
Horoz, Kaf Dağındaki Huri Kızı, Tın tın eder kabacık,
aldattın beni bubecik gibi bir çok masal vardı.
Dedelerimiz ise, Battal Gazi Maceraları, Hz.
Ali‟nin Cenkleri, Kerem Ġle Aslı, Leyla Ġle Mecnun gibi
halk hikayelerini anlatırlardı. Özellikle yazın bağ bekle-
melerinde, harman yerlerinde birkaç dede ve ebe sohbete
oturdu mu biz de hemen yanlarında biter; sesimizi solu-
ğumuzu keserek onları dinlerdik. Azıcık yaramazlık yap-
sak veya konuĢmaya baĢlasak hemen azarlarlar, bizi
uyumaya gönderirlerdi. Bu yüzden çıt çıkarmaz, sabırla
hikâyelerin masalların baĢlamasını beklerdik.
ĠĢte o masallardan birisi. Ninem Halime
AVCIOĞLU‟nun masalı.
196
KUMRU KUġU MASALI
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler
cirit oynarken eski hamam içinde… Ben diyeyim Ģu dağ-
dan, siz deyin bu bağdan. Ne dağdaki ne de bağdaki, illa-
ki ovadaki. Uçtu uçtu kuĢ uçtu, kuĢ uçmadı o uçtu. O
uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düĢtü eĢikten,
babam düĢtü beĢikten… Onlar düĢedursun ben çıktım
yola. Selam verdim sağa sola. Uydurayım dedim uydu-
ramadım, durdurayım dedim durduramadım. Baktım ol-
muyor, boĢ dolmuyor, dolu almıyor, bıraktım mavalı,
anlattım masalı..
Çok çok eski zamanlarda Acıpayam Ovası‟ndaki
bir köyde Mahmut Ağa ve ailesi yaĢarmıĢ. Ailenin kendi-
lerine göre yiyecek aĢları, içecek ayranları, toprak damlı
evleri, üç beĢ inekleri, yay boynuzlu öküzleri, gül ibikli
horozları sürüyle de tavukları varmıĢ. Bağlarıyla, bahçe-
leriyle, ekinleriyle dikinleriyle uğraĢırlar; kimseye muh-
taç olmadan kendi yağlarıyla kavrulurlarmıĢ. Birisinin
adı Osman, diğerinin adı Elif olmak üzeri iki de çocukları
varmıĢ.
Kendi hallerinde mutlu, Ģen Ģakrak yaĢayıp gidi-
yorlarmıĢ. Zaman hızla geçiyor, küçükler büyüyor, bü-
yükler yaĢlanıyormuĢ. Yazları güzler, güzleri kıĢlar, kıĢ-
ları baharlar kovalıyormuĢ. ĠĢte bu mevsimlerin birisinde
ne olduysa olmuĢ. Kem gözlerden mi desem alın yazısı,
kader mi desem bilemiyorum ama bir kara bulut gelip
ailenin damına çöreklenmiĢ. Evin annesi Ümmü Hatun
hastalanıvermiĢ.
O zamanlar, Ģimdiki gibi doktorlar, hastaneler,
eczaneler yokmuĢ. Baba hısım akrabaya koĢmuĢ. Aklı
erenlere varmıĢ. Hastalıktan anlayanlara baĢvurmuĢ. Ot-
lar toplamıĢ kaynatmıĢ, anneye içirmiĢ ama nafile. Ne
197
yaptılarsa olmamıĢ. Ümmü Hatun bir türlü Ģifa bulma-
mıĢ. Gül gibi kadın günden güne bir mum gibi eriyip
gitmiĢ. Bir sabah vakti de ölüvermiĢ. Osman ağlamıĢ,
Elif ağlamıĢ, baba ağlamıĢ, evde feryadı figan kopmuĢ.
Konu komĢu toplanmıĢlar. Hısım akraba gelmiĢler. BaĢ
sağlığı dileyip “Ölenle ölünmez.” demiĢler. Anayı kara
toprağa vermiĢler.
Aile günlerce yas tutmuĢ. Yemeden içmeden ke-
silmiĢler de iğne ipliğe dönmüĢler. Konu komĢu, hısım
akraba ilk günleri ellerinden gelen yardımı yapmıĢlar.
Yemeklerini piĢirmiĢler, kirlilerini yıkamıĢlar, sökükleri-
ni dikmiĢler. Bağ bahçe ve dahi tarla iĢlerine koĢmuĢlar.
Ama zaman içinde evli evine, köylü köyüne çekilmiĢ.
Onlar da kaderleriyle baĢ baĢa kalıvermiĢler. ĠĢ baĢa dü-
Ģünce baba acısını içine gömmüĢ ve öküzün, sabanın ba-
Ģına dönmüĢ. Osman babasına yardım ederken Elif de
evde ufak tefek ev iĢlerini görmeye baĢlamıĢ. Elinden
geldiğince yemek yapıyor, bulaĢıkları yıkıyor, ortalığı
düzeltiyor, etrafı silip süpürüyor, evde kalan hayvanlara
bakıyormuĢ. Birkaç ay içinde de kendilerini tümden iĢe
vermiĢler. Analarının acısı da içlerinde bir top ateĢ olmuĢ
öylece kalmıĢ.
Günler geçmiĢ; yaz bitmiĢ, güz bitmiĢ, kıĢ gelmiĢ.
Köylü köyüne, evli evine dönmüĢ. Ocaklar yanmıĢ baca-
lar tütmeye baĢlamıĢ. EĢ dost hısım akraba, dayı emmi,
hala teyze bir olmuĢlar. Elif‟le, Osman‟la ve dahi Mah-
mut Ağa ile ilgilenmeye baĢlamıĢlar.
-“Bak Mahmut Ağa, ölenle ölünmüyor. Bu genç
yaĢında ve dahi iki küçük çocukla bu böyle olmaz. Bu
eve bir kadın gerek. Bir ana gerek.” demiĢler.
Günler geçtikçe konu komĢu baskısı artmıĢ. Eli
eren, gücü yeten ve dahi dili olan bir Ģeyler söylemiĢ.
198
Mahmut Ağa hepsini dinlemiĢ. Önceleri hık mık etmiĢ.
Kimisini baĢından savmıĢ. Kimisine “ Allah razı olsun,
ama sonra…” demiĢ. Ama bir süre sonra mahalleli
Mahmut Ağa‟yı evirip çevirmiĢ ve dahi devirivermiĢ.
Çaresiz kalan Mahmut Ağa:
“-Gayri ne diyeyim, siz nasıl münasip görürseniz
öyle olsun.” deyivermiĢ.
Tüm mahalleli ve dahi hısım akraba bu kadarcık
oluru aldılar ya hiç dururlar mı? Hemen o ev senin bu ev
benim kız olsun, evde kalmıĢ olsun, dul olsun münasip
birisini bulmak için kapı kapı dolaĢmaya baĢlamıĢlar.
Filanın kızı çok iyi, yok o olmaz filana bakalım, onun
boyu uzun, Zeynepce‟nin burnu eğri, Gülsüm‟ün kaĢı
kara, Emine‟nin gözü ela diye diye sonunda uygun bir
gelin adayı bulunuvermiĢ. Buldukları Kel Mehmet‟in üç
bucuk telli, kurbağa belli, adamdan azma, diĢleri kazma,
bir gözü aya, bir gözü yıldıza bakan kızı Hatçe‟ymiĢ.
Mahmut Ağa‟nın bu iĢe pek gönlü olmamıĢ ama dinleyen
kim. Üstelik bir de bir güzel azar yemiĢ. “Böyle gül gibi
bir kızı buldu da burun kıvırıyor.” diye.
Bir günde kız istenmiĢ. Ertesi günü de gelin eve
gelivermiĢ. Sonra da “Varın bir yastıkta kocayın, bizlere
de ömrünüz boyunca duacın olun.” diyerekten onları baĢ
baĢa bırakıp çekip gitmiĢler.
Ġlk aylar Hatçe öyle iyi, öyle iyiymiĢ ki sormayın.
Osman‟ı okĢamıĢ, Elif‟i sevmiĢ. Evi derleyip toplamıĢ.
Kirlileri yıkamıĢ. Mahmut Ağa‟ya yardım etmiĢ. Aileye
neĢe, sevinç ve güzellik getirmiĢ. Hatçe‟yi önceden bi-
lenler de Onun bu hallerine bakıp bakıp da “Allah Allah
bu Hatçe meğer melekmiĢ de biz bilememiĢiz” diyerek-
ten ĢaĢkınlıklarını belli etmiĢler. “Ġnsanın hası sonradan
belli olurmuĢ. Bizim Mahmut da durdu durdu turnayı
199
gözünden vurdu.” diyerek kıskanmıĢlar. Önceden
Hatçe‟yi oğluna almayan kadınlar ise piĢmanlık içindey-
miĢler.
Ne olduysa Hatçe‟nin kendisi gibi çirkin mi çirkin
bir bebek dünyaya getirmesiyle olmuĢ. O iyilik, güzellik
meleği yavaĢ yavaĢ uçmaya, evi terk etmeye baĢla-
mıĢ.Yeni bebek eve uğur getireceğine kahır getirir olmuĢ.
Ġlk günler hiç kimse Hatçe‟deki bu değiĢikliğe önem
vermemiĢ. Herkes yeni doğumdan kurtuldu, elbette bu
kadar olur. Hele biraz zaman geçsin yine eski haline gelir
demiĢler. Osman olsun, Elif olsun, Mahmut Ağa olsun
ev iĢlerini yapıyorlar, durmadan ağlayan bebeği avutu-
yorlar, Hatçe‟yi hoĢ tutmak için çabalıyorlarmıĢ. Hatçe
ise ahlar vahlar içindeymiĢ. Hiçbir Ģeyden memnun ol-
muyormuĢ. ĠĢe önce çocukları ve dahi Mahmut Ağa‟yı
ufak tefek azarlamalarla baĢlamıĢ. Sonra azarlamaların
yerini, bağırıp çağırmalar, çocuklara da küçük küçük
tokat atmalar eklenmiĢ. Artık evin tadı tuzu kaçmıĢ.
Yaz gelip iĢler çoğaldığından Mahmut Ağa evde
pek durmuyor, Hatçe‟nin bu hallerinden haberi olmu-
yormuĢ. Çocuklar hem bağda bahçede tarlada çalıĢıyor-
lar, hem ev iĢlerinde ter döküyorlarmıĢ. Osman daha çok
babasına yardım ettiğinden olan Elif‟e oluyormuĢ. Evi
süpürüyor, çamaĢırları yıkıyor, yemeği yapıyor, bebeğe
bakıyor, Hatçe‟nin ihtiyaçlarını karĢılıyormuĢ. Hatçe ise
durmadan emir veriyor, saçlarını çekiyor, süpürgeyle
pataklıyormuĢ. Günler geçtikce yediği çimdiklerin ve
dahi Ģamarların haddi hesabı sayılamaz olmuĢ.
Gel zaman git zaman ailenin tadı tuzu hiç kalma-
mıĢ. Mahmut ağa Hatçe‟nin Ģerrinden eve uğramamaya
baĢlamıĢ. Bağda bahçede, tarlada yatar olmuĢ. Osman
çoğu kez babasıyla dıĢarıda olduğu için Hatçe‟nin Ģerrin-
200
den biraz daha uzak kalıyormuĢ. Ama olan Elif‟e olu-
yormuĢ.
Günlerden bir gün evde ekmek kalmamıĢ. Ekmeği
Hatçe yapacak değil ya. ĠĢ yine Elif‟e kalmıĢ. Elif incecik
kollarıyla ve dahi küçücük elleriyle unu elemiĢ, hamuru
yoğurmuĢ. Osman da o gün evdeymiĢ. KardeĢine yardım
ediyormuĢ. Hatçe ise yatağında yatmakta, ahlar vahlar
içinde bağırıp çağırmaktaymıĢ. Bir ara sesi soluğu ke-
silmiĢ. Ġki kardeĢ biraz rahat nefes almıĢlar.
Hamur hazır olunca önce sacayağını sonra da ek-
mek sacını ateĢin üzerine koymuĢlar. becerebildiği kada-
rıyla Elif yufka açmaya, Osman da piĢirmeye baĢlamıĢ.
Ġki kardeĢ öğleye kadar uğraĢmıĢlar. Hamurun
azaldığı bir sırada Osman‟ın canı yağlı ekmek istemiĢ.
Bu isteğini kardeĢine söylemiĢ. Elif üvey annesinden çok
korktuğu için hemen kardeĢine hayır demiĢ. DemiĢ ama
Osman ısrarcıymıĢ. Ne yapsın annesinin yağlı ekmeğini
özlemiĢmiĢ. KardeĢini kandırmak için elinden geleni
yapmıĢ. Sonunda Elif istemeye istemeye de olsa kabul
etmiĢ. Osman da gizlice mutfağa koĢup yağ ĢiĢesini alıp
gelmiĢ. GelmiĢ de her ikisinin de korkudan kalpleri küt
küt atıyormuĢ.
Osman‟ın eve girip çıktığını üvey anne Hatçe
görmüĢ. GörmüĢ de “Bakalım ne yapacaklar?”diye sesini
çıkarmamıĢ.
Elif yufkayı sacın üzerine koymuĢ. Sonra da yağ
ĢiĢesini alıp yufkanın üzerine biraz yağ dökmek istemiĢ.
ĠstemiĢ ama heyecandan mı yaksa korkudan mı olacak
ĢiĢe elinden düĢüvermiĢ. ġiĢe bu! DüĢünce kırılıvermez
mi? Ġçindeki yağ da hem sacın üzerine hem de ateĢin
üzerine saçılıvermez mi? Ġki kardeĢ korkudan bembeyaz
olmuĢlar. Korkuyla bir birlerine bakıĢmıĢlar. Kızgın bir
201
yağ kokusu bir anda her tarafı sarıvermiĢ. Ġki kardeĢ
kendilerine gelince hemen üvey annelerinin görmemesi
için kırık ĢiĢe parçalarını toplamıĢlar. Etrafa yayılan yağ
izlerini yok etmek için üzerine kül dökmeye baĢlamıĢlar.
Onlar öyle uğraĢa dursunlar zaten Kafdağı‟ndaki
kokuyu duyan Hatçe‟nin burnu yağ kokusunu duymuĢ.
Hemen ayağa fırlamıĢ. “Aha Ģimdi elime düĢtünüz!” diye
bağırarak ekmek edilen yere gelmiĢ. Yağ ĢiĢesinin kırık-
larını görünce de aklı baĢından gitmiĢ. Önce eline geçir-
diği odunlarla iki kardeĢe vurmaya baĢlamıĢ. Vurdukça
daha da hırslanmıĢ. Daha sonra da ellerinin yanmasına
bile aldırıĢ etmeden ocaktaki kızgın ekmek sacını kaldır-
dığı gibi iki çocuğun üzerine atıvermiĢ. Bir anda ortalık
toz duman olmuĢ. Acı bir feryat her yeri kaplamıĢ. Fer-
yatları duyan komĢular koĢarak gelmiĢler. Hemen Os-
man‟la Elif‟in üzerindeki kızgın sacı kaldırıp atmıĢlar.
AtmıĢlar ama gördüklerine de inanamamıĢlar. Osman‟la
Elif herkesin gözü önünde birer kumru kuĢuna dönüĢü-
vermiĢler. Sonra da “Guguk guk, yağ döktük, kül örttük,
guguk guk….” diye ötmeye baĢlamıĢlar.
O günden sonra kumrular hep “Guguk guk, yağ
döktük, kül örttük, guguk guk….” diye öter olmuĢlar.
Ġnsanlar da kumrulara saygı göstermiĢler, onları hep ko-
rumuĢlar.
Hatçe‟ye gelince. O da çirkin mi çirkin bir karga-
ya dönüĢmüĢ. O kadar çirkinmiĢ ki hiçbir hayvan onu
yanında istememiĢ. Ġnsanlar onu hiç sevmemiĢ. Her yer-
den kovulmuĢ.
Masalımız burada biterken gökten üç elma düĢü-
vermiĢ. Birisi bu masalı anlatanın baĢına, diğeri bu masa-
lı dinleyenin baĢına. Üçüncüsü de daha yok mu diyenin
202
baĢına. Herkes elini kaldırsın. BaĢındaki elmayı alsın.
Afiyetle yesin. Yeni bir masal istesin.
MANĠLER
Mani dört dizeden oluĢan nazım biçimidir. Özel-
likle kadınlar ve genç kızlar arasında söylenir. Bağ, bahçe
ve tarlalardaki çalıĢmalarda, düğünlerde kına gecelerinde,
akĢam gezmelerinde, kısaca kadın kadına olunan her yer-
de atıĢma Ģeklinde söylenmektedir. Bu atıĢma bir çeĢit
tatlı yarıĢma, bir çeĢit boy ölçüĢme, bir çeĢit Ģiirsel akti-
vitedir.
“Ocak baĢında minde, Karanfilin moruna
altını üstüne dönde, Gitmem elin oğluna,
Çok bekletme bıllacığım, Yirmi altın daksa da,
Mektubunu tez gönde.” Yine vamam yanına.”
Sarı saman ak saman, Penciriden baksana,
Sarılayım bi zaman. Fındık fıstık atsana.
Sormek ayıp olmesin Fındık fıstık istimem.
Düğünümüz ne zaman.” Altın yüzük daksana.”
Al yazmamı düreyim, Dağlar dağladı beni,
Aç koynuna gireyim, Gören ağladı beni.
Uyan uyan sar beni, Ne deyem ne edem,
Yar olduğun bileyim.” Alnımın yazısına.”
Sepet sepet yımırta, Goca gapının ganadı,
Sakın beni unutma, Üstüne guĢla dünedi.
Unutursan küserim, YeĢil ipek gelebi,
BaĢım alı giderim. Arebbamın beni?
203
DEYĠMLER VE ÖZ DEYĠġLER
* Abayla ürküt çomağıyla say.
* Acemi nalbant ustalığı gavur eĢeğinde öğrenir.
* Ağız vardır inci dizer, ağız vardır ağu döker.
* Ah yerde kalmaz.
* Ahı gitmiĢ vahı kalmıĢ.
* Akıllı düĢünene kadar deli oğlunu everirmiĢ.
* Akılsız iti yol kocatır.
* AlıĢmadık kıçta don durmaz.
* Allah bir kapıyı kapatırsa diğerini açar.
* Assı söz sahibine döner gelir.
* Az söyle öz söyle.
* Bağ dua değil, çapa ister.
* Bakmayla öğrenilseydi köpekler kasap olurdu.
* BaĢkasının elinden su içen asla kanmaz.
* Bıçak yarası iyileĢir, dil yarası iyileĢmez.
* Bir çamdan hem dama direk hem de küreğe sap olur.
* Biri verdim ikiyi ister. Ġkiyi verdim çakıyı ister.
* BoĢ çuval ayakta durmaz.
* Boyundan derin çaya girme.
* Can boğazdan gelir.
* Dağ çalısız, yol delisiz olmaz.
* DanıĢan dağı aĢmıĢ, danıĢmayan düz yolda ĢaĢmıĢ.
* Değirmene gelen nöbetini bekler.
* Dildir adamı vezir eder, dildir adamı rezil eder.
* Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
204
* Duydum diyenin kulağını burmuĢlar, gördüm diyenin
gözünü oymuĢlar.
* Düven dönen öküzün ağzı boĢ durmaz.
* Ekmeğin yoksa güler yüzünde mi yok.
* El adama öğüt verir amma para vermez.
* Elin demiĢi, pazarın yemiĢi tükenmez.
* Elin öldürdüğü yılan, dirilir de insanı sokar.
* Eller deliye biz akıllıya hasret gideceğiz.
* Gelin ata binmiĢ ya nasip demiĢ.
* Gençlikte taĢ taĢı, ihtiyarlıkta ye aĢı.
* Hacı hacıyı Mekke‟de, hoca hocayı tekkede, it iti dakka
da bulur.
* Hastaya kar sorulmaz.
* Herkesin kazanı kapalı kaynar. Ġçindeki aĢ mıdır, dert
midir bilinmez.
* Horoz ibiğinden kiĢi ocağından belli olur.
* Ġnanma dostuna, saman doldurur postuna.
* Ġyi söyle iyilik iĢit.
* Ġyiyle konuĢanın baĢı derde girmez.
* Karının dolaĢığı, sabaha kalır bulaĢığı.
* Kendi söyler, kendi dinler.
* Kır beygirin kuyruğu dursa, biz durmayız.
* KıĢın taĢa, yazın yaĢa oturma.
* Kızı olanın dili olmaz.
* Köpek neyler takkeyi, dingilderken düĢürür.
* Kör ölür badem gözlü olur.
* Laf vardır sabaha çıkar, laf vardır mezara yatar.
* Mal canın yongasıdır.
* Misafir nasibiyle gelir.
* Oğlan oda gezmesini babasından öğrenir.
* Öfkeyle kalkan, zararla oturur.
* Öküz ölünce ortaklık da biter.
205
* Paradır para kazanan, koç yiğit bağ beller.
* Pazarda adam ağzı öğrenmemiĢ.
* Ulu doğram yutma boğazını alır.
* Yerden alır, gökte yer.
BĠLMECELER
Uzun kıĢ gecelerinin eğlencelerinden birisi de
bilmecelerdi. Ġki çocuk bir araya geldi mi bir birlerine
bilmece sorarlar ve saatlerce eğlenirlerdi. ĠĢte onlardan
bazı örnekler:
- Alaca mezar, mahalleyi gezer. (Ġdek)
- Dam baĢında çiçekli yorgan. (ralzıdlıy)
- DıĢı var, içi yok; dayak yer, suçu yok. (luvad)
- ArĢın ayaklı burma bıyıklı. (naĢvat)
- Ağacı oyarlar içine tin tin koyarlar. Ağlama tin tinim
ağlama, kulağını burarlar. (oydar)
- Allah yapar yapısını, bıçak açar kapısını. (zuprak)
- Ezan okur namaz kılmaz; karı alır, nikah kıymaz.
(zoroh)
- AkĢam kusar, sabah yutar. (külküy)
- Yer altında bulgur kaynar. ( ralacnırak)
- Helemez melemez, ocak baĢına gelemez. (ığayeret)
- Dağdan gelir taĢtan gelir, kuru üzüm döker gelir. (içek)
- Dolu gelir boĢ gider; ağzımızı hoĢ eder. (kıĢak)
- Altı taĢ üstü taĢ; ha dolaĢ, ha dolaĢ! (eranim)
- Ey hindiri hindiri, beyleri attan indiri. (siç)
- Aç durur, susuz durmaz. (itset)
- Allah‟ın iĢi karnında diĢi. (kabak)
- Ümmü ümmücük, burnu küçüçük. (tuhon)
- Dibi saçak, üstü bacak. (asarıp)
- Hırsız içerde, baĢı dıĢarıda. (iviç)
206
- Buradan attım kılıcı, Halep‟ten çıktı bir ucu. (keĢmiĢ)
- Sarıdır sarkar, düĢerim diye korkar. (avya)
- Küçücük boylu, kadife donlu. (nacıltap)
- Yer altında yağlı kayıĢ. (nalıy)
- Küçücük kuĢlar, camiyi taĢlar; kendisine yapar, sahibi-
ne bağıĢlar. (ralıra)
- Ben giderim o gider, arkamdan tin tin eder. (eglög)
- Dır dır eder, ak ak sıçar. ( nemriğed)
- Tak burada, tak kapı arkasında. (egrüpüs)
- Bir kızım var; geleni öper, gideni öper. (ulvah)
- Kadife yastık, içine un bastık. (edği)
- Ġki delikte mor öküz. (kümüs)
- Bir kızım var, kırk gözü var. (rublak)
- Kayaya kalbur astım. (kaluk)
- On iki kızım var, her gün banyo yaparlar. (ralkıĢak)
PAMUĞA GĠTME
Sonbahar biterken köylünün bağ bahçe ve harman
iĢleri de bitmiĢtir. Birkaç aylık boĢ bir zaman vardır.
Hali vakti yerinde olmayan ailelerin kıĢa girmeden biraz
da para kazanmaları gerekmektedir. Çünkü evdeki para
getirecek ürünler henüz satılmamıĢtır. Arpa ve buğday
piyasada bol olduğu için fiyatı düĢmüĢtür. Hemen satıl-
maz. Tütün parası için daha hayli zaman vardır. Yazın
satılan karpuz, kavun, üzüm gibi meyvelerin parası da
çoktan bitmiĢtir. Para kazanmanın bir baĢka yolu pamuk
toplamaya gitmektir. Bunun için eylül ayının son günle-
riyle ekimin baĢları en uygun zamandır.
Köyde dayıbaĢıları vardır. Bunlar Sarayköy, Na-
zilli, Germencik, Söke gibi yörelerdeki pamuk tarımı
yapan çiftçilerle anlaĢırlar ve pamuk toplama zamanında
207
köylüleri onların tarlalarına götürürler. Bu iĢ için de be-
lirli bir ücret alırlar.
Ekim ayının baĢında köyde bir telaĢ baĢlar. Kim-
ler hangi dayıbaĢı ile gideceklerine karar verdikten sonra
yola çıkılacak güne kadar hazırlıklarını bitirirler. Eski
yorganlar döĢekler denk haline getirilir. Bulgur tarhana
hazırlanır. ÇamaĢırlar yıkanır. Köyde kalacaklar ise garip
bir burukluk içindedirler. Çünkü pamuk toplamaya git-
mek demek yeni yerler görmek, maceralar yaĢamak de-
mektir. Özellikle pamuğa giden çocuklar dönüĢte günler-
ce yaĢadıkları maceraları ve gördükleri yerleri anlatırlar-
dı.
Pamuğa gidileceği günün sabahı erkenden kam-
yonlar caminin önüne gelir. DayıbaĢı kamyonun etrafında
dört dönerek emirler verir. Önce denkler düzgünce kam-
yonun kasasına yerleĢtirilir. Bu sırada genç kızlar temiz
ve güzel elbiselerini giyerek bahçelerden kopardıkları
çiçekleri ellerine alıp sanki bayram günüymüĢ gibi köy
içinde dolaĢırlar, köyde kalanlarla helalleĢirler.Gidilecek
yerin uzaklığına göre kamyonlar belirli bir saatte hareket
eder. Hareket saatine kadar köyde sanki bir bayram yaĢa-
nır. Ayrılık saatinde de kadınlar ve kızlar göz yaĢlarını
tutamazlar. Yola çıkılacağında dayıbaĢı Ģoförün yanına
oturur. Diğerleri de kamyonun kasasına yerleĢirler ve
kamyonlar kornalarını çala çala köyü terk eder.
Bir iki aya yakın pamukta kalan köylüler kasımın
sonlarına doğru köye dönerler. Giderken neĢeyle gidenler
dönüĢlerinde hayli yorgun olurlar. Günlerce evlerde pa-
muğa gidilen yörelerde görülenler, yaĢanılanlar konuĢu-
lur. Herkes kendi gittiği yerin ne kadar güzel olduğunu
anlatır.
208
Pamuktan bazıları daha geç döner. Özellikle yaĢlı-
lar ayrıca zeytin toplamaya kalırlar. Bunlar aralık ayının
sonlarına doğru birer ikiĢer teneke zeytinyağı, birer koli
sabun, biraz sofralık zeytinle dönerlerdi.
ÖZLÜ SÖZLER- AÇILSIN GÖZLER
Kaldık oğlan eline,
Yalvar artık deli geline.
Hanımın hısımları gelince oklavalar takır takır,
Erkeğin hısımı gelince diĢler Ģakır Ģakır.
Evin tek kızını alma,
Evin bir oğlu varsa varma.
Mevla razı gelirse kulun iĢini
Ġnsan taĢlara geçirir diĢini.
Mevla istemezse kulun iĢini,
Leblebi yerken kırar diĢini.
Adam hacı mı olur Mekke‟ye gitmeyilen,
EĢek derviĢ mi olur tekkeye girmeyilen.
Ġnsanoğlu hilebazdır kimse bilmez fendini,
Her kime iyilik edersen koru kendini.
Al zenginin kızını, döndersin yüzünü babası evine
Al fakirin kızını göndersin babası evine.
Akrabaydık akrep olduk biz bize,
209
Ayrı düĢtük bakmaz olduk yüz yüze.
Eller gül verdi elime,
KardeĢlerim diken soktu tenime.
KÖYÜM
Ekin biçti yıllar yılı ellerim,
Deste çektim tutuldu belim.
Tütün tarlasında kurudu terim,
Ben çocukluğumu özlerim.
Ballık Dağı‟nda koyun güttüm her bahar,
Yağmur yağar kaklıklara su dolar,
Kaya diplerinde mor sümbüller açar,
Ben sevgi tüten Ģirin köyümü özlerim.
Çayırlarda kır çiçekleri açanda,
Gövel ördek gök yüzünde uçanda,
Duygularım seller olup akanda,
Kul Bekir‟im Helime ninemi özlerim.
Benim Köylüm
EĢini, aĢını, iĢini bilir.
Eline, diline, beline sahip olur.
“Ġzansız olmaz” izanı bilir.
Selamı sabahı kesmez demiĢler.
Dile dil kakmaz, ele el.
Göze göz atmaz, diĢe diĢ.
Aza kanaat eder, çok da olsa iĢ.
Gönülden selamı verir eli demiĢler.
210
Kul Bekir derki mutlu musun?
Tokluğunla gururlu musun?
Yassıhüyüklü olabiliyor musun?
Artık köyünü de yaz demiĢler.
KAYNAKÇA
1.Güner CANER
2.Halime AVCIOĞLU
3.Fatmana DERĠCĠ
4.Fatmana CANER
5-Hörü TURAN
6-Ġsmail KAYA
7-Güllü KAYA
8-Ali GÜNER
9-Hasan SELÇUK DiĢ Hekimi
10-Bülent TEKELĠOĞLU Bilgisayar Operatörü
Yazılı Kaynaklar:
1.Acıpayam Sempozyumu Bildirileri 1-3 Aralık 2003
Denizli Zirve Medya Grup 2007
2.Ali Ulvi DARIVERENLĠ, Denizli Ġnanç Dergisi 1937-
1941 yılları arası Sayı:1…103
3.Ali Vehbi AYKOTA, Acıpayam, Çankaya Matbaası
1951 Ankara
4.Bekir CANER , Acıpayam Folklor AraĢtırmaları Tica-
ret Ekonomi Gazetesi Denizli 1991
5.Bekir CANER , YeĢilyuva 1986. YeĢilyuva Bel.
Yayınları 1986 Ġzmir
6.Doç. Dr. Ceyhun Vedat UYGUR, Denizli Ġli Ağız Söz-
lüğü Denizli Belediyesi Ya.2007
211
7.H.Ġbrahim BABAOĞLU XX YY. BaĢlarında Aydın
Vilayeti Salnamelerinde Denizli Sancağı (Yayınlanma-
mıĢ Yüksek Lisans tezi) 1996 Denizli
8.H. Hüsesin AYDOĞDU, Kızılhisar Tarihi
9.Ġ. Akcakoca AKCA Denizli‟de Zeybek Oyunları ve
Köy Düğünleri 1937
10.Mithat MAKAL, Atasözleri ve Deyimler, Oğuz Ofset
2001 Denizli
11.Mithat MAKAL, Denizli Manileri ve Beyitleri,Oğuz
Ofset 2004 Denizli
12.Mehmet Hüseyin YILMAZ, Umman Ninenin Mek-
tupları. Ġnan Matbaası 1964 Denizli
13.Orhan ACIPAYAMLI , Acıpayam Köylerinde Mes-
ken. 1955 Ġstanbul
14.Doç.Dr.Selahattin ÖZÇELĠK, XIX YY Ortalarında
Acıpayam ve Çevresi (Temettü Defteri Ġncelenmesi) Fa-
külte Kitabevi 2005 Isparta
15.ġükrü Tekin KAPTAN, Denizli‟nin Halk Kültürü
Ürünleri C.1 Yenigün Ofset1988 Denizli
16.Yassıhüyük Belediyesi, Yassıhüyük Kasabası 2006,
BroĢür ve telefon rehberi
17.Prof. Dr. Tuncer BAYKARA, Alaaddin Kasabası 9
Eylül Üniv. Ġzmir
18.Prof. Dr. Tuncer BAYKARA, Acıpayam AraĢ.Üz.
DüĢünceler 02.12.2003 Eğe Ünv.
212
Bekir CANER Denizli ili, Acıpayam ilçesi Yassıhöyük kasabasında
1952 yılında doğdu. 1971 yılında Nazilli Öğretmen Oku-
lunu bitirerek Sivas‟ta sınıf öğretmeni olarak göreve baĢ-
ladı. A.Ü. AÖF Sınıf Öğretmenliği Ön Lisans Bölümünü
bitirdi. Daha sonra Gazi Üniversitesi E. Fakültesi, Eği-
tim.Yönetimi Bölümden mezun olarak Adana‟ya ilköğre-
tim müfettiĢi olarak atandı. Öğretmen, okul müdürü ve
ilköğretim müfettiĢi olarak görev yaptı. ÇeĢitli dergi ve
gazetelerde Ģiirleri, hikâyeleri, masalları ve folklor araĢ-
tırmaları ile meslekî makaleleri yayınlandı. Hâlen lise ve
dengi okullarda ders kitabı olarak okutulan MEB‟e ait
Genel Türk Tarihi ile Osmanlı Tarihi ders kitaplarının
yazılmasında komisyon baĢkanlığı yaptı.
YeĢilyuva, Ümmü Kız, Masal Bahçesi, Ben Öğ-
retmenim, Birinci Sınıf Öğretmenliği ve Ġlkokuma Yaz-
213
ma Öğretimi, Sınıf Öğretmenliği, Eğitimin Sosyal Boyu-
tu ve Öğrenciyi Tanıma, Öğretmen Rehberi adlı kitapla-
rının yanı sıra Bizim Ada, Sincap Ormanı, Dedemin Öy-
küsü, Gizli Mağara, Kırmızı Kamyon, Papatya Tarlasın-
daki Gelincik, Bütün Yönleriyle Yassıhüyük, Halime
Ninenin Masalları adında kitapları da bulunmaktadır.