351

Lesley kagen Karanlıkta Islık Çalmak

Embed Size (px)

Citation preview

Kız Kardeşlerim İçin

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Teşekkürler

Aşağıdaki insanlara yüreğimin derinliklerinden milyon-larca kez teşekkür ediyorum:

Ellen Edwards, Molly Böyle ve NAL'deki diğer yete-nekli insanlar

Olağanüstü menajerim Bili Reiss Cömert ilk okuyucular Eileen, Hope, Emity, Angela.

Nancy, Stephanie ve Donna Her zaman destekleyen Backspacers Hep leziz olan Hama Restoran Akıllı ve muhteşem Dr. Mike Lebow Muhteşem bir ilk okuyucu olan ve inanılmaz bir şekilde

öpüşen Pete Her şeyin nedeni olan Casey ile Riley Hepinizi çok seviyorum.

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Önsöz

Sara Heinemann'in cesedini gölde kimin bulduğunu tam olarak hiçbir zaman öğrenemedim. Ama bize, onun, biraz ba-lık tutmak için bir dolara kiralayabileceğiniz o döküntü kır-mızı kayıkların arasındaki çimenlikte boylu boyunca yattığı-nı söyleyen kişi, Willie O'Hara idi. Sara'nin pembe iç çama-şırları fiyonk gibi boynuna bağlanmıştı. Çırılçıplaktı. Ve ge-çen yaz Junie Piaskowski'nin saçı nasıl kesildiyse, Sara'nin sarı saçlarının bir kısmı da aynı şekilde kesilmişti.

Böyle bir şeyin Vliet Sokağı'nda olduğuna inanamıyor-dum. Fakat Babam her zaman, "Hiç beklemediğiniz anlarda kötü şeyler olabilir," derdi. "Bütün hayatınızı değiştirebilecek şeyler." Ne kadar haklıydı. Çünkü Sara'nm cesedi bulunduktan sonra, geceleri oynadığımız kırmızı ışık, yeşil ışık oyunları ve Dört Temmuz gösterisi ve hatta ensenizdeki saçların di-binden ter fışkıracak kadar sıcak günlerde Honey Deresi'nde serinleme bile, Büyükannemin devamlı bahsettiği eski güzel günlerin parçası hâline gelebilirdi.

1959 yazıydı. On yaşında olduğum yaz. Vliet Sokağı'nda herkesin kapılarını kilitlemeye başla-

LESLEY KAG EN

dığı yaz. Bir kızın ölmesi önemli bir şeydi. Fakat iki kızın ölme-

si... Bu bambaşka bir şeydi. Herkes bir sonraki kurbanın kim olduğunu merak etmeye başlamıştı.

Ben hariç. Sıradaki kurban bendim. Bunu biliyordum.

Annemizin bize hasta olduğunu söylediği sabah, Troo ile ben açık yeşil yaz çimeninde uzanmış yatıyor, çamaşır ipin-de dans eden çamaşırlardan gelen çamaşır suyunu koklayarak, Annemle o isim oyununu oynamaya hazırlanıyorduk.

"Karşınızdaki insanı tanımanız çok önemli, böylece on-lardan ne bekleyebileceğinizi bilirsiniz," dedi Annem, çama-şır sepetinden bir çarşaf daha çıkararak. "Şehirdeki insanların farklı olduğunu unutmamalısınız."

Unutmak mümkün müydü? Vliet Sokağı'ndaki eve ta-şındığımızdan beri Annem bunu bize belki milyonlarca kez söylemişti. Biz, üç kız kardeştik. Annemizden başka kimsemiz yoktu. Ha, sanırım Hall'ı da saymam gerekiyor, çünkü iyi-liksever olmak bunu gerektiriyordu. Hail, Annemin kocasıy-dı; üçüncü kocası.

Troo'yla ben, kendi babamızı Hall'dan çok seviyorduk, fakat babamız iki yıl önce, bir trafik kazası sonrasında ölmüş-tü. Bir Milwaukee kahramanları maçı sonrasında, eve, çift-liğe dönüyordu. Şoför yanındaki koltukta oturan dayımız

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Paulie ön camdan fırlamış ve yangın söndürme musluğuna çarpınca, beyni hasar görmüştü. Sonuçta, Elli Dokuzuncu So-kak'ta oturan Büyükannemin yanına taşınmak zorunda kal-mıştı. Cenazede adamın biri babam için, Donny O'Malley için 'cafcaflı' demişti. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum, bu nedenle ertesi gün kütüphanedeki o büyük sözlüğe baktım. Caf-caflı, lüks anlamına gelen bir sıfattı. Adam haklıydı. Babam lüksü seven bir insandı. Zenginlikle doluydu. İçi çikolata do-lu ve çikolatalı sos kaplı bir çikolatalı kek gibiydi.

Annem ıslak beyaz çarşafı silkeledi ve, "Bir insandan ne bekleyebileceğinizi bilmenin bir yolu, aslında hangi ülkeden geldiklerini bilmektir. Tamam mı? İnsanların soyadları, onlar hakkında bilmeniz gereken her şeyi açıklayabilir," dedi.

Troo'yla ben sızlandık, çünkü isim oyunu sıkmaya baş-lamıştı ve artık pek zevk vermiyordu, hatta başparmağınızın tırnağına batan bir kıymık kadar sinir bozucu hâle gelmişti. Fakat işin kötüsü, Annem bu isim oyununu Çin satrancından bile çok seviyordu!

"Bütün gün bekleyemem." Annem bize yanıniza gelirsem gününüzü gösteririm bakışıyla baktı, bu nedenle Troo,

hızlı bir şekilde, "Latour?" dedi. Troo muhteşem görünüyordu. Omuzlarına inen dalgalı

kızıl saçları ve yalnızca burnuna yayılan çilleri vardı. Ayrıca, sabah uyandığında gökyüzüne benzeyen ve günün ilerleyen saatlerinde koyulaşmayan mavi gözleri vardı. Troo, dudakları dışında zayıftı, fakat her zaman biraz dudak bükmuş gibi gö-rünmesine neden olan şişkin dudakları vardı. Aslında bazen

12

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

gerçekten dudaklarını büküyordu. Uzun parmakları sayesin-de, salonda bulunan ikinci el piyanoyu çalabiliyordu. Annem piyanoların aileleri daha soyluymuş gibi gösterdiğini düşü-nüyordu. Büyükannem bana, annemin bu piyano işini, kızı-nın biraz abarttığını söylemişti, zira Annem aslında Milwau-kee'de, şimdi oturduğumuz yerden yalnızca birkaç sokak aşa-ğıda yetişmişti. Damla çikolatalı kurabiyeleri dünyanın dört bir yanında tanınan Feelin' Good Kurabiye Fabrikası'nın tam karşısında. (Büyükannemin aslında söylediği şey şuydu - de-vamlı böyle şeyler söylüyordu - "Eşeğe semer vursan da, eşe-ğin yine de eşek olacağını öğrenmiş olmalısın.")

Annem elini bükerek kulağına götürdü, bu nedenle Troo biraz daha yüksek sesle bağırdı, "Latour?"

Helen ile Troo. Büyükannem hep onlara bakarak, "Şun-lara bir bak. Bir elmanın iki yarısı gibiler!" derdi.

Ben, Troo'ya benzemiyordum. Anneme de. Gözlerim, onlarınki gibi mavi değildi. Benim gözlerim yeşildi ve nere-deyse çıplak gözle görülemeyen, ama yine de belli bir hacimliliği

olan kaşlarımın altında duruyordu. Troo benden küçük olmasına rağmen, ben ondan kısaydım. Uzun bacaklarını vardı, ancak ellerim ve ayaklarım küçüktü, çünkü bir ay erken doğmuştum. Ayrıca yüzümde hiç çil yoktu. Bir tane bile! Fa-kat bir-iki kere bana çok sevimli gamzelerim ve güzel kalın sarı saçlarım olduğu söylenmişti. Hatta Annemle Nell, sır-tıma kadar inen saçımı tek bir örgü hâlinde toplamaya çalışır-ken her sabah kavga ederdi. Bu arada Nell, ablamdı, ama üvey ablamdı. Nell'in babası, Annemin birinci kocasıydı ve bana

13

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

amonyak koklamaktan öldüğü söylenmişti. Annem yanıt verdi, "Latour Fransızca." En sevdiği koku

olan Evening in Paris koktuğunu bildiğim bileğini kokladı. "Fransızlar aşk dilini konuşur."

Troo dinlemiyordu. Aklı başka yerdeydi. Yan komşu-muzun evine bakıyor ve bu ev hakkında duyduğumuz hikâ-yelerin doğru olup olmadığım merak ediyordu. Yalnızca on ay arayla doğmuş olan iki kız kardeş olduğumuzdan, nere-deyse ikiz sayılırdık ve aramızda, istesek de istemesek de birbirimizin aklından geçenleri okuyabilmemizi sağlayan türde bir telepati vardı. Bu nedenle, hemen her zaman Troo'nun ne

düşündüğünü bilirdim. "Kenfield?" diye haykırdı. "Kenfıeld İngilizce," dedi Annem. "Genellikle soğukkanlı

insanlardır. Yani, duygularını belli etmekten hoşlanmazlar." Eğilerek, çamaşır sepetinden bir çarşaf daha aldı ve böyle yapınca, beyaz kurdeleyle bağlı saçları dağıldı. Ne kadar uzun olduklarına hep şaşırırdım. Ve saçlarının üstüne güneşin pa-rıltısı geldiğinde, kızıl olmasına rağmen, içinde gizlenen altın sarısını görebilirdiniz. Annemin sinema yıldızı Maureen O'-Hara'dan daha güzel olduğunu düşünüyordum. Sokaktaki er-kekler de öyle düşünüyor olmalıydı, çünkü Annem yanların-dan geçerken bira şişelerini masaya bırakırlardı ve bazen, o şişelerin hepsi içilip bitirilmişse, arkasından alçak sesle ıslık çalarlardı; Annem de bunu duymazdan gelirdi.

Troo dirseğiyle beni dürttü ve kıkırdamaya başladı. "0'~ Malley."

Annem parmağını salladı ve, "Troo O'Malley, saçma-

14 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

lamak insana hayatta hiçbir şey kazandırmaz," dedi. Fakat bir yandan da, ağzının kenarlarını hafifçe yukarı kaldırarak, bize herkesten iyi olduğumuzu belirtiyordu. Patates kafalı-ların veya bizim sokakta yaşayan İtalyan, Polonyalı ya da Al-manların bizden bahsederken söylediği gibi, yalnızca İrlandalı değildik. Biz onlara makarnacı (gürültülü, fakat çok güzel yemek yapan) ya da Polonyalı (pek akıllı değil) veya kabiliyetsiz (kalın bilekli) derdik, yani herkesin kim oldu-ğunu biliyorduk.

Sokağın aşağısından birisi, "Ollie, Ollie, salıver öküzle-ri!" diye seslendi ve sokaktan geçen bir arabanın radyosun-dan Little Richard'in söylediği "Tutti Frutti" şarkısı duyulu-yordu. Vliet Sokağı'nda hayat böyleydi. Her zaman eğlenceli bir şeyler olurdu. Sokaktaki herkesin öldürüldüğünü ve te-cavüze uğradığını söylediği zavallı Junie Piaskowski dışında. Annem son mandalı çamaşır ipine takıp, "O'Malley kardeş-ler, buraya gelin. Size söylemem gereken bir şey var," dedi-ğinde, Sara Heinemann henüz tecavüze uğramamış ve öldürülmemişti.

Tabii, Troo'nun, birbirlerinin üstüne devrilen pembe şa-kayık çiçeklerinin yanındaki taş bankın üstünde, Annemin yanına oturmasına izin verdim, çünkü babama, ölmeden önce bazı sözler vermiştim. Benim hakkımda şunu bilmelisiniz; hayatım pahasına da olsa, verdiğim sözden asla dönmem.

Guneş ağaçların arkasında kaybolurken, Babam odadaki

15 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

herkesi dışarı çıkartıp, benim, istediği zaman kaldırıp indire-bildiği hastane yatağında yanına uzanmamı istedi.

"Sally?" Her tarafından tüpler çıkıyordu ve yanında, Troo'yla benim şehir dışındaki sinemada izlediğimiz Deniz-ler Altında 20,000 Fersah adlı filmde gördüğümüz denizaltı gibi sesler çıkaran bir makine vardı.

"Evet, Babacığım?" Artık pek kendine benzemiyordu. Yüzü şişmişti ve ağzının kenarında kesikler ve çıkmak bil-meyen kan izleri vardı. Ayrıca göğsünde, direksiyon göğsüne battığı için oluşan daire şeklinde büyük bir morluk vardı. Yaşlı hemşire, orada bir şeyin çöktüğünü söylemişti.

"Troo'ya çok iyi bakmak zorundasın," dedi Babam, her zamanki sakinliğiyle. Genellikle sonbahar yaprakları yığını gibi

duran kırmızı kabarık saçları, tutamlar hâlinde alnına dökülmüştü. "Bana söz vermeni istiyorum, Sally."

Babamın elini okşadım, yumuşacıktı, çünkü yaşlı hem-şire biraz önce krem sürmüştü. "Söz veriyorum. Troo'ya göz kulak olacağım. Sana söz veriyorum. Ama sana gerçekten çok önemli bir şey söylemem gerekiyor. Ben-"

"Troo'ya üzülmemesini, her şeyin yolunda olduğunu söylemelisin," diye sözümü kesti Babam. "Ona, kazanın onun yüzünden olmadığını söyle."

Troo da hastanedeydi, babamın bulunduğu koridorun sonundaydı, çünkü o da, babam Holly Caddesi'ndeki büyük karaağaca çarptığında arabadaydı. Arka koltukta oturduğu için, Babam ya da Paulie Dayım kadar yaralanmamıştı. Sade-ce kolu kırılmıştı, şimdi de yağmur yağacağı zaman, bazen

16 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

biraz ağrısı oluyordu. Babam, bugüne kadar yaptığı en zor işmiş gibi zorlukla

nefes alıp verirken, "Annene de yaptığı şey nedeniyle onu af-fettiğimi söyle. Söz mü?" Sonra tekrar öksürmeye başladı ve dudaklarında küçük pembe bir tükürük belirdi. "Seni izliyor olacağım, Sally. Unutma... Hiç beklemediğin anda kötü şey-ler olabilir, bu nedenle her zaman hazırlıklı olmalısın. Ayrıca, gözünü dört aç ve detaylara dikkat et. Şeytan detaylarda giz-lidir." Babam sonra bir dakika kadar uyudu, ama yine uyanıp, "Ve Nell, dünyadaki en kötü abla değil. Daha beter bir iki ta-ne vardır."

Yaşlı hemşire tekrar odaya girdi ve Babamın ya kötü-leştiğini ya da komikleştiğini söyledi. Tam olarak anlayama-dım, çünkü tuhaf bir konuşma şekli vardı.

Babamın hastanede olmasının sebebi Troo muydu? Bun-ların hepsi nasıl Troo'nun suçu olabilirdi? Troo araba kulla-namıyordu ki, yalnızca yedi yaşındaydı! Ah, Baba. Ayrıca, Annemi hangi nedenle affetmek istediği ve bunu ona neden kendisinin söyleyemediği konusunda da hiçbir filerim yoktu. Belki de doktorun dediği gibi, Annem üzüntüden deli olduğu için söyleyemiyordu.

Babam uyumuş olsa da, ben, "Anlaşıldı, tamam," diye fısıldadım. Birbirimize hep böyle veda ederdik. Tıpkı Penny'-nin, amcası Gökler Kralı'na, Songbird uçağıyla batının açık mavi gökyüzünde dolaşırken veda ettiği gibi. Babamla ben o televizyon programına bayılıyorduk ve her Cumartesi saba-hı birlikte seyrederdik, çünkü Babam da pilottu.

17 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Sonra yaşlı hemşire, "Ziyaret saati bitti," dedi. "Ama ben..." demeye çalıştım, fakat başını iki yana sal-

layış şeklinden, onu ati atamayacağımı anladım. Ona istedi-ğim şeyleri söylemek için artık yarını beklemem gerekecekti. Elimi onun sakallı çenesine koyup, yüzünü kendime doğru çe-virdim, yanağına hafif bir öpücük kondurdum, çünkü kesin-likle en çok bunu seviyordu, sonra da burnuna bir Eskimo öpü-cüğü kondurdum, zira benim en çok sevdiğim de buydu.

Babamın cenaze töreni, ona o sözleri verdikten üç gün sonra yapıldı. Ona, çok üzgün olduğumu söyleme fırsatını bulamadım.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Geçen yaz, Kara Gölün Canavarı hakkında gerçekten kötü rüyalar görmeye başlayınca, Annem beni Dr. Sullivan'a götürdü. Amazon bölgesinde geçen bu filmde, suyun derin-liklerinde yaşayan, fakat istediği zaman sudan çıkıp insanları alan bir canavar vardı. Babam öldükten sonra, hep bu Yara-tığın beni ya da Troo'yu veya Nell'i ya da Annemi almaya ge-lebileceğini ve gelirse ne yapacağımızı düşünmeye başladım. Güçlü değildik. Kesinlikle değildik. İşin daha da kötüsü, taş-radaki çiftliğimizden şehre taşındıktan sonra, Washington Parkı Gölü, evimizden yalnızca üç sokak ötedeydi. Vliet So-kağı'ndaki ilk yazımızda Junie Piaskowski'nin cesedini işte burada bulmuşlardı. Onu, kiralık kırmızı kayıkların yanında tek başına bırakan kişiyi hiçbir zaman bulamadılar. Junie'yi öldürenin Yaratık olduğunu hiç kimsenin akıl edememesine inanamıyordum, çünkü o Yaratıkta bir yapışıp kalma huyu vardı. Aktris Julie Adams'ı ne kadar istediğine baksanıza!

Ama orada, aşı kokulu doktor muayenesinde otururken, bunu bir süre düşündüm ve sonunda Dr. Sullivan'a, "Peki,

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAUEN

belki de Junie'yi öldüren Yaratık değildi," dedim. Doktor güldü ve başıyla onayladı. "Junie'nin boynuna bağlanan o çamaşırlar yüzünden,"

diye açıkladım. "Yaratığın parmaklan güzel değil ve bir kızın boynuna çamaşır bağlamak için çok güzel parmaklarınız ol-ması gerekir, öyle değil mi?"

Dr. Sullivan bana biraz balık yağı içirdi ve sonra yüzünü yüzüme yaklaştırdı, o kadar yaklaştırdı ki burnundaki göze-nekler, boş yumurta kartonuna benziyordu. "Sally O'Malley, senin aşırı derecede faal bir hayal gücün var," dedi. Nefesi sıcaktı ve kötü kokuyordu, işte Amazon'un da böyle oldu-ğunu hayal ediyordum. "Bu iyi bir şey değil. Aslında-" An-neme baktı ve başını iki yana salladı—"kullanılmayan bir akim, şeytanın yuvası olduğunu bir kez daha kanıtlamış olu-yorsun. Kiliseye düzenli olarak gidiyor musun?"

Dr. Sullivan'in bunu söylemesi, ona olan güvenimi sars-tı. Çünkü çok yanlış düşünüyordu. Ben aklımı her zaman kul-lanıyordum. Hiçbir zaman atıl kalmıyordu. Asla.

Kurabiye fabrikasında öğlen düdüğü çaldı ve Annemin uzaktan, yapacak başka işleri olduğunu belirten bir ses tonuy-la, "Sally? Sally! Beni duydun mu?" dediğini duydum.

"Özür dilerim." Bu şekilde Yaratığı ve Babamı düşünmek, Dr. Sullivan'ın hayal gücünün uçması diye adlandırdığı olay işte buydu. Bu bana Gökyüzü Kralı'ndan miras kalmış olma-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

lıydı. Annem her zamanki gibi, derinden içini çekti ve, "Yarın

hastaneye yatıp ameliyat olacağım. Safra kesemin alınması gerekiyor," dedi. Elini sağ kaburgasının altina yerleştirdi. "Ve ben yokken"—parmağıyla Troo'yu işaret etti—"Senin hayır işlerinde çalışmanı istiyorum ve sen"—beni göstererek—"o hayal gücünü kontrol altına al, yoksa seni doktora geri götü-rürüm."

Sonra başını eğip ellerine baktı ve Hall'ın kendisine ver-diği alyansı döndürdü. Galiba yüzük parmağıni acıtıyordu, çünkü yüzünde acı çekiyormuş gibi bir ifade vardı. Troo ile ben, Annemin kocalarıyla ilgili talihsizlik dikkate alınınca, Babamın ölümünden hemen sonra Hall'la evlenmesinin bir nedeninin, Hall'ın kasları, dalgalı İsveçli saçları ve kolunun üst kısmında ANNE yazan dövmesiyle, yakında ölecekmiş gibi durmaması olduğuna karar vermiştik. Nell, dövmenin Helen'i çok etkilemiş olması gerektiğini söylüyordu. Baba-mın ölümünden hemen sonra belki de etkilemişti. Fakat şim-di Annem, Hall'la yaşamak zorunda kalıyordu, çünkü eğer Katolikseniz ve doğrudan cehenneme gidip, sonsuza dek yan-mak istemiyorsanız, boşanmanız mümkün değildi. Büyük-annemin dediğine göre, eğer Katolikseniz ve artık evli kal-mak istemiyorsanız yapabileceğiniz tek şeyin, ayakkabı satan belirli bir pisliğin işe giderken otobüsün altında kalması için sıkıca dua etmeniz gerekiyordu.

Annem banktan kalktı ve en ciddi sesiyle, "Ben yokken, O'Mailey kardeşler davranışlarına dikkat etseler iyi olur,

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

çünkü eve döndüğümde, birilerine sorun çıkardığınızı duyar-sam, sizi asla unutamayacağınız şekilde döverim." Sonra, sanki yapması gereken başka bir şey olduğunu hatırlamış gibi yürü-dü gitti.

Tel kapı arkasından kapanincaya kadar bekledim ve son-ra Troo'ya, "Belki de babam gibi ölecektir, ne dersin?" de-dim. Eskiden çok fazla kaygılanmazdım, fakat Babamı kay-bettikten sonra kaygının ne olduğunu öğrendim ve şimdi ne-redeyse sürekli olarak kaygı içindeydim. Babamı görebilsey-diniz, nedenini anlardınız. Çok güçlü ve cesurdu, kocaman el-leri, siyah kıllı kolları ve geniş omuzları vardı. Hiç hasta bile olmamıştı, benim Gökyüzü Kralım. Bu, hiç beklemediğiniz bir anda neler olabileceğini gösteriyordu.

Troo, dolgun bir çimen sapını ağzına götürmüş, bazen çıkarabildiğiniz o çalgı sesini çıkartmaya çalışıyordu. "San-mam," dedi, "O ölmeyecek. Helen, ölçmeyecek kadar huy-suz."

Troo hiç kaygılanmazdı ve Babam öldüğünde pek ağla-mamıştı. Bunun biraz tuhaf olduğunu düşünmüştüm. Çünkü Babam beni çok, çok sevse de, o kadar çok seviyordu ki mil-yon yıl geçse de onu hiçbir zaman unutmayacaktım, Troo'yu biraz daha çok seviyordu. Bu durum bir süre duygularımı in-citti ama Troo gibi bir kız kardeşiniz olunca, eh, böyle şey-lerin olmasını beklemeniz gerekiyordu.

Troo, Annem konusunda da son derece haklıydı. Babam hayattayken huysuz değildi, ama bugünlerde öyleydi ve bu-nun kimin suçu olduğunu biliyordum. Bu nedenle, o gece

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Hall'ın, Shuster'in Ayakkabı dükkânına giderken, yolunun üstünde bulunan Kuzey Caddesi'nde koşarak karşıdan kar-şıya geçerken iki tarafa da bakmayı unutaıası için ekstra dualar etmeye karar verdim, çünkü bu gerçekleşirse, Annem, ağzı do-luyken konuşmayan biriyle evlenme fırsatını bulabilirdi. Eğer hastaneden geri gelirse. Muhtemelen gelmeyecekti. Dediğim gibi, Dr. Sullivan'a pek güvenmiyordum. Nefesi ve bunu söy-lemek zorunda kaldığım için özür dilerim, sırf nefesi bile in-sanı öldürebilirdi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Hail ile Annemin evlenmesi, hiç beklemediğiniz anda ola-bilecek olayların en güzel örneğiydi.

Babam öldükten bir ay sonra Milwaukee'ye gittik ve Babamın, kendi babasının yanına gömüldüğü Holy Cross Me-zarlığındaki mezarına koymak için çiftlikten çiçek getirdik. Ben yanındaki çimenlere uzandım ve kalkmak istemedim, ancak Annem kalkmamı ve ağlama sahnesi yaratmamamı, yoksa beni doğduğuma pişman edeceğini söyledi. Sonra, bü-yükannemin evinde salamlı sandviç yedik ve Kakaolu süt içtik. Bulaşıkları Troo yıkadı, ben duruladım, Nell yataklar-daki çarşaflan değiştirdi ve Annem, sallanan mutfak masa-sının üstüne bir parça gömlek kartonu koydu. Büyükannemin çamaşır kalemini kullanarak Satılık 525-6788 - yazdı.

Troo Anneme, "Neden o tabelayı hazırlıyorsun?" diye so-runca, Büyükannem yanıtladı, "Hayat sigortası yok."

Annem dudaklarını eksi işaretine benzetti ve çeşitli eş-yaların durduğu çekmecede yapışkan bant aradı. (Neredeyse parasız kaldığımızı zaten biliyordum, çünkü Annemin parayı

tarama: Pride düzenleme: Nygr

çorap çekmecesinde tuttuğunu biliyordum ve o sabah çama-şırlarını kaldırırken, çorabın hemen hemen dümdüz olduğuna dikkat etmiştim.)

Troo'yla birlikte Annemin peşinden dışarı çıktım ve kar-tonu, Plymouth marka arabamızın arka camına yapıştırışinı izledim. Annem, kartonun kenarları istediği gibi düzgün hâle gelince, arabanın anahtarlarını başımızın üzerinde salladı ve "O'Malley kardeşler, sizi, yeni okul ayakkabısı almak üzere Shuster'in dükkânına götürüyorum," dedi. Paulie dayım, Jer-bak Bira ve Bowling Salonu'ndaki işine giderken yanımızdan geçti ve Troo dişlerinin arasından mırıldandı, "Küçük nimet-ler için Tanrı'ya teşekkürler." Bununla, Paulie dayımın gidişi-ne sevindiğini belirtiyordu. Annem, Troo'nun ayakkabılar için müteşekkir olduğunu sandı, yoksa Troo'ya kabalık konusun-da bir şey söylerdi, gerçi kendisi de kardeşine, "Bana patates püresini verir misin?" demeyi kendine yediremiyordu. Troo neden Paulie dayımı sevmiyordu? Annem sevmediği için mi?

"Ne kadar yoksul olursak olalım," dedi Annem, Kuzey Caddesi'ndeki Shuster'in Ayakkabı dükkânının önündeki park yerine geri geri girerken, "Yine de ayakkabıya ihtiyacımız var." Bize göz kırptı. "Ruhumuz için önemliler." Bay Hail Gustaf-son adında biri dükkânın kapısında bizi karşılayıp, aşırı sami-mi bir şekilde bize, "Bu güzel hanımlara nasıl yardımcı olabi-lirim?" deyince, Troo'yla ben gülmemek için bütün gücümü-zü harcadık, ama neyse ki zamanında durduk. Annemin güzel ayaklarına bir çift ayakkabı giydirirken, kuduz köpek gibi An-neme gülüyordu ve neredeyse salyası akacaktı. Annem hiç

26 tarama: Pride düzenleme: Nygr

de kızmış gibi görünmüyordu. Annemle Hail o gece, başrolünü James Stewart'in oy-

nadığı Vertigo (Yükseklik Korkusu) adlı filme gitti. Çiftliğe geri dönerken Annem bize filmi ve Jimmy'nin nasıl yüksek-ten korktuğunu, çok yükseğe çıkarsa nasıl kriz geçirdiğini an-lattı. Annemin belki de yükseklik korkusuna kapıldığını düşü-nerek kaygılandığımı hatırlıyorum. Hall'in ona patlamış mı-sır ve hünnap şekerlemesi aldığını ve Hall'in ne kadar iyi bir insan olduğunu uzun uzadıya anlatırken o kadar sersemlemiş görünüyordu.

Bundan sonra, Hall neredeyse her akşam çiftliğe akşam yemeğine gelmeye başladı. Annemin ton balıklı fırında ma-karnası lokmaları ağzından dökülürken, bize denizci olduğu günleri ve o gün kaç tane ayakkabı sattığını anlatırdı. Ayrıca, tatlıyı bitirdikten sonra, her zaman o kadar yüksek sesle ge-ğirirdi ki, Troo'nun yaşlı köpeği Butchy, ona gök gürültüsü gibi bir ses çıkararak hırlardı.

"Dinleyin... Dinleyin. Size bir haberim var," dedi Hall, ilk buluşmalarından iki ay sonra. Çenesinden yağ damlıyordu.

Hepimiz sustuk, ama Butchy hâlâ hırlıyordu. "Annenize evlenme teklifi ettim," diyen Hall sırıtarak

Anneme baktı. Dişleri, yağla aynı renkti. Nell'le ben şaşkınlıktan dilimizi yuttuk, fakat Troo san-

dalyesinden fırladı ve Anneme en iğrenmiş ses tonuyla, "Evet demedin, değil mi?" dedi.

Annem, Troo'ya yerine oturmasını söyledi ve Hall, "Ge-lecek hafta evleniyoruz, sonra hep birlikte şehre taşınıyoruz,"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

dedi. Troo'yla ben Siyam ikizleri gibi bağırdık. "Hayır!" Ba-

bamın tarlalarını bırakamazdık. Nell hiçbir şey söylemedi. Yalnızca tıkanmış gibi görünüyordu.

Hall, hükmeden bir ses tonuyla devam etti. "Ben sizin yeni babanız olacağım ve ben ne dersem o olacak. Şehre taşı-nıyorsunuz. Shuster'in dükkânında sağlam bir işim var ve yaşayacağımız evi de tuttum." Sonra birasını başına dikti, şi-şeyi hızla masaya vurdu ve Troo'nun yüzüne eğildi. "Çocuk-ların görülüp duyulmaması gerektiğini bilmiyor musun? Sa-na şikâyet edebileceğin bir neden vermeden, şikâyet etmeyi bırak." Sonra doğruldu ve sanki şaka yapmış gibi sarı dişle-riyle Anneme sırıttı, ama şaka yapmıyordu.

Ayrıca, o gece üç kız kardeş ellerimizin ve dizlerimizin üstüne çöküp Annemize o kadar yalvarmamıza rağmen, An-nem Hall'a telefon açıp, şehre gitmek istemediğimizi söyle-medi. Troo'yla beni yatırdıktan sonra bize, "Bir gün anlaya-caksınız," dedi. Gözleri doldu ve onlara kızdı, "Lanet olası saman nezlesi," dedi ve odadan çıktı.

Annemin de içten içe, şehre taşınmayı biraz istediğinden kuşkulanıyordum. Babamın hasat zamanı burada olmaması, onun için de, benim için olduğu kadar zor olmuş olmalıydı. Ayrıca, Annemin, Babamın mezarına ve Büyükannemle Pau-lie dayıma daha yakın bir yerde yaşamak istediğinden de kuş-kulanıyordum. Eh, en azından Babama ve Büyükanneme.

Böylece, '57 yılının Cadılar Bayramı'nda Hall'la Annem, Waukesha'daki beyaz Adliye Sarayı'nda evlendi. Törenden

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

sonra Nell, fısıldayarak bana, "Annem, hediye yerine kötü şa-kalarla karşılaşabilir, ne dersin?" Sonraki hafta Vliet Sokağı'na taşındık.

Çiftlikte Troo'yla ben çoğunlukla, bizim çakıl yolun so-nunda yaşayan ve bir kere biz onun ormandaki gölünde yüz-dükten sonra ayağıma işeyen Jerry Amberson'la vakit geçi-rirdik. Birlikte okula gittiğimiz diğer bütün çocuklar, tıpkı bi-zimkine benzeyen ve yürüyerek giderken yorgunluktan öle-bileceğiniz çiftliklerde yaşıyordu. Bu nedenle, saklambaç ya da elim sende gibi ikiden fazla çocuk gerektiren oyunlar oy-namak istediğimiz zaman, istesek de istemesek de, işeyen Jerry Amberson'la yetinmek zorundaydık.

Fakat Vliet Sokağı'nda... Şey, hayatında ilk defa Hall hale-liydi. Gerçekten çok sayıda çocuk vardı. Her zaman kapısının önünde oturup, bir yaprak yığınına atlamayı veya Fleykel Te-pesi'ne gidip kızak kaymayı ya da parktaki havuzda yüzmeyi teklif etmenizi bekleyen biri vardı. Zira mahalle, Büyükanne-min "Katolik evliliklerin ürünü" olarak adlandırdığı çocuk-larla hıncahınç doluydu. (Bunu söylerken gözleri yuvaların-dan fırlıyordu, çünkü bacağında bir yerlerde tiroit denilen bir hastalığı vardı.)

Çok daha fazla sayıda olmalarının yanı sıra, Annemin isim oyunu oynarken söylediği gibi, şehirdeki insanlar ger-çekten çok farklıydı. Meselâ, Hızlı Susie Fazio, bizim sokak-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

ta yaşayan ve haberleri herkesten önce duyan bir çocuktu. Troo'yla bana Dottie Kenfield'den bahseden de oydu.

Şehirdeki ikinci yazımız yeni başlamıştı. Sokak lamba-ları yandıktan sonra, üçümüz O'Hara'larin kapısının önünde oturmuş, her gece oynadığımız kırmızı ışık, yeşil ışık oyunu için diğerlerinin gelmesini bekliyorduk. Hızlı Susie, bebek-liğinden beri kesmediği uzun, düz siyah saçlarını fırçalıyordu ve yazın teni o kadar kararıyordu ki, ne zaman bir çeyreklik bulsak Troo'yla birlikte gittiğimiz şehir dışındaki sinemada seyrettiğimiz On Emir filmindeki Mısırlı'ya benziyordu. Ay-rıca, Hızlı Susie İtalyan-Annemin diğer insanlardan daha çabuk olgunlaştığını söylediği insanlardan-olduğu için, he-pimizden daha kıllı olmakla kalmıyordu, göğüsleri de vardı. Hatta onun için, göğüs kısmında daha fazla malzeme bulunan özel izci kıyafeti sipariş etmek zorunda kalmışlardı.

"Duyduğum kadarıyla Dottie Kenfield'e kötü bir şey olmuş," dedim ona.

"Duydun, öyle mi?" Hızlı Susie, kendisinin anlatmadığı bir hikâyeyi duymanızdan hiç hoşlanmazdı. "Eh, bu kez doğ-ru duymuşsun, O'Mal ley. İki ay önce senin yan komşun or-tadan kayboldu. Günün birinde yok oldu." Ürkütücü bir ses tonuyla konuşuyordu ve gözlerini Venedikli körlere benzeti-yordu. "Gitti. Kayıplara karıştı. Puf!"

Hızlı Susie size bir hikâye anlatırken dikkatle dinleme-niz gerekirdi, çünkü bütün İtalyanlar gibi, konuşurken elini kolunu sallamayı çok severdi. Hatta bir gün, çarmıha gerilmeyi canlandırırken, Willie O'Hara'nm gözünü morartmıştı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Evet, Dottie Kenfield herhâlde öldü, tıpkı Junie Pias-kowski gibi," dedi Hızlı Susie, saçını fırçalamaya devam ede-rek. "Bahse girerim, yakında cesedini bulurlar. Ölmüş, çürü-müş, gözleri başından çıkmış bir şekilde ve Doktor Sullivan'-m nefesi gibi kokarak."

Geçen yaz Hızlı Susie, Reese Latour'un zorla onu kendi aletine dokundurttuğunu ve bunu, kızları yalvartmak için kullanılabileceğini söylediğini, ayrıca yaklaşık on üç yaşina gelince, vücudundan kan çıkmaya başlayacağını, o zaman da bebek sahibi olabileceğini anlatmıştı. Bakın? Bazen, Hızlı Susie'nin ne zaman doğruyu söylediğini tam olarak anlama-nız zor oluyordu. Özellikle Dottie Kenfıeld'in ölmediğini dü-şünmek için yeterince nedenim varken.

"Peki, Troo'yla benim, geceleyin Dottıc'nin odasından geldiğini duyduğumuz çığlığa ne diyeceksin?" diye sordum.

Hızlı Susie, dirseğiyle koluma vurdu ve o ürkütücü sesiy-le, "Adımlarınıza dikkat edin, O'Malley kardeşler." Köpek diş-leri, olması gerekenden daha sivri olduğu için daha da korkunç bir şekilde güldü. "O evden çığlık sesleri duyuyorsanız, bunun bir tek anlamı olabilir. Kenfield'lerin evinde hayalet var."

Tam olarak böyle dedi. Yan komşunun evinden gelen o çığlıkların, Dottie Kenfield'in hayaleti olduğunu söyledi.

Belki de Hızlı Susie Fazio, bu kez haklıydı, çünkü o çığ-lıklar duyabileceğiniz en korkunç sesti. Zavallı Dottie!

Bazen, çığlıklar durduktan sonra, penceremin yanında durup Dottie'nin yatak odasına bakardım, çünkü çığlıklar de-vam ederken bunu yapamayacak kadar çok korkuyordum.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Duvarda, kahverengi gözlü ve saçlı çok güzel bir kızın resmi asılıydı. O resimde on sekiz yaşında olduğunu biliyorum, çün-kü Nell'le aynı sınıftaydı. Dottie'nin üzerinde yeşil Son Sınıf Dans elbisesi vardı ve saçları, külâh gibi başının üstüne dolan-mıştı, boynunda da yakut söz yüzüğü vardı. O elbiseyi şehir merkezindeki Gimbel's mağazasından aldığı günü hatırlıyo-rum. Resminin hemen altında, akvaryum başlığının altından suya yansıyan küçük bir lamba vardı ve bir tane dalgıçla, ja-pon balıklarını yüzeye çıkartan küçük kabarcıkları vardı.

Karanlıkta durup o şekilde izlerken, Kenfıeld'lerin, Dot-tie ortadan kaybolalı iki ay olmasına rağmen, odasında hiçbir şeyi değiştirmediklerine bahse girebilirdim. Belki de oda-sında hâlâ onun kokusu vardı. Babam öldükten sonra olduğu gibi. Gardırobunda Aqua Velva'sinın kokusunu içime çekebi-liyordum. Bir gün orada, hâlâ üzerinde çiftliğin çamuru bulu-nan ve çıkmayan çizmelerinin yanina oturdum. Bu olayın er-tesi günü Annem, bütün kıyafetlerini hayır kurumuna verdi ve beni omuzlarımdan sarsarak, "Tanrı aşkına Sally. O gitti ve geri dönmeyecek. Artık geçmişi unutmanın zamanı geldi," dedi.

Fakat Babamın gömleklerinden birini sakladım... Mavi olanı. Gökyüzü Kralımı hatırlamak için. Annemin bulama-ması için yastığımın içine sakladım. Çünkü Annem ne derse desin, günün sonunda, Troo'nun ortadaki iki parmağını em-mesini ve oyuncak bebeği Annie'yi sıkmasını dinlerken, ba-şımı Babama yaslamaya ve olanları asla unutmamaya ihtiya-cım vardı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bazı geceler, Troo'yla birlikte, Annemin yatak odasın-dan gelen ağlama seslerini duyabiliyorduk ve buna inanmak-ta çok zorlanıyorduk. Bu ses neredeyse çöldeki vahaya ben-ziyordu. Çünkü gündüzleri böyle bir şey duymanıza imkân yoktu. Gündüzleri Annem kurutulmuş et kadar sert oluyordu ve ağlamanın, kendine acıyan insanlar için olduğunu söylü-yordu. Büyükannem bana Annemin aslında o kadar sert ol-madığını, yalnızca karanlıkta ıslık çaldığını söylemişti. (An-nemin ıslık çaldığını hiç duymadığıma göre, Büyükannemde, diğer büyükannelerde olduğu gibi damar sertliği olmaya baş-ladığını o anda anladım.)

Troo, bir aynası ve her tarafında ikişer çekmecesi bulu-nan tuvalet masasının önündeki yumuşak taburede oturu-yordu. Masanın üstünde buz pateni ringi şeklinde daha küçük bir ayna daha ve parfüm şişeleriyle losyonları duruyordu. Ben, Babamın Anneme bir doğum gününde aldığı, arkasında helezonlar bulunan altın saç fırçasını tutuyordum. Annemin bluzlarını katlamasını ve yuvarlak Samsonite çantasına, yu-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

muşak kâğıt tabakalarının arasına yerleştirmesini seyrediyor-duk.

Annem bavulun kapağını kapattı ve ten rengi pililı eteği-nin ucunu eliyle silkeleyerek, "Nell'e gereken talimatları ver-dim. Hail saat beş buçukta işten dönünceye kadar bütün ye-mekleri yapacak ve size bakacak. İkisinden birine herhangi bir saçmalık yapacak olursanız..." Benim elimdeki saç fırça-sını aldı, avucuna vurdu ve yatağın üstüne bıraktı. "Hail bv sabah Schuster'e arabayla gitti, bu nedenle hastaneye yürü-yerek gideceğim." Bavulunu aldı ve parlak, yüksek topuklu, bantlı siyah ayakkabılarım giydi. "Bir haftaya kadar geri dö-nerim."

"Seninle gelebilir miyiz?" diye sordu Troo beni şaşırta-rak, çünkü genellikle, bir yere gittiğiniz zaman sizi özleye-cekmiş gibi davranmazdı.

Annem, "Saçmalama," dedi ve öpmemiz için pudralı ya-nağını uzattı. Topuklarının, verandaya çıkan ahşap basamak-lardan inerken çıkardığı sesi ve sonunda kapının kapandığını duyduk.

Hiçbir şey söylemeden, bir süre daha öylece oturduk, ama ben kendimi kötü hissediyordum, çünkü Annem olmadan onun odasında olmamamız gerekiyordu. Aniden Troo, "Haydi süslenmece oynayalım," dedi.

Mücevher çekmecesini açtı ve yeşil cam boncuklara, uzun zincirli gümüş madalyona ve Babamın eski Timex saa-tine dokundu. Annemin, o saati de diğer tüm eşyalarla birlikte hayır kurumuna verdiğini sanıyordum. Saati görünce o kadaı

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

sevindim ki, bileğime geçirdim ve kulağıma tuttum, hâlâ ça-lışıyordu. Babamın öldüğü güne kadar geri kurup, o günü ye-niden yaşayabilmeyi istedim. Böylece özür dileyebilecektim. Troo boncuklan çıkardı ve boynuna doladı. Sonra kırmızı ru-ju süslü altın tüpünden çıkardı ve sarkık dudaklarına sürerek, Annemden gördüğü gibi, iki dudağıni birbirine sürttü. Troo başını bir o yana, bir bu yana çevirerek aynada kendini seyre-diyordu.

"Tıpkı ona benziyorsun," dedim, aynadaki görüntüsüne bakarak.

Troo güldü ve dişlerine bulaşan ruju silerek, "Biliyorum," dedi.

Başka bir çekmeceyi açtım ve Annemin şifon eşarbının üstünde, Babamın fotoğrafını gördüm. Hava Kuvvetleri'nden döndükten hemen sonra çekilen fotoğraftı ve üzerinde üni-forması vardı. Eve döndüğüne çok sevindiğini anlayabiliyor-dunuz. Yanında Annem, sanki Babamın orada olduğunun far-kında değilmiş gibi uzaklara bakıyordu.

"Haydi, gidelim," dedim, çünkü Annemi merak etmeye başlamıştım. Belki ön pencereye gidersek, hastaneye yürüyü-şünü izleyebilir ve seslenerek, çabuk iyileş gibi bir şeyler söy-leyebilirdik!

Babamın saatini bileğimden çıkarıp, çekmeceye geri koydum. "O ruju silmen gerekiyor."

"Hayır," dedi Troo ve dudaklarını iyice çıkardı. "Troo." "Çıkarmıycam."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

"Troo!" Hiçbir şekilde 'mıycam' demememiz gerekiyor-du. Annem, böyle şeyleri ayak takımının söylediğini anlatmıştı.

Troo güldü ve çekmecede bulduğu bir çift kısa-beyaz eldiveni giydi. Bu nedenle salona tek başıma gittim ve başımı pencereden dışarı çıkardım. Pembe şakayıkların kokusu, Fee-lin' Good Kurabiye Fabrikası'ndan gelen damla çikolatalı ku-rabiye kokusuna karışıyordu. Annem, Kuzey Caddesi'nin kö-şesinde küçücük görünüyordu. Bunun, onu en son görüşüm olacağından emindim, çünkü Babam aynı hastaneye yattığı zaman olanlara bakın. Bu nedenle peşinden, "Lütfen geri dön!" diye bağırmaya başladım! Fakat o anda Annem köşeyi döndü ve gözden kayboldu. Ve söylediği gibi bir haftaya kadar eve dönmedi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Ertesi sabah, sıradan yaz dolanmalarımız için Mary La-ne'le buluşmaya gidiyorduk. Washington Parkı kapımızın önünden 1,747 adım uzaktaydı ve insanın isteyebileceği ya da ihtiyaç duyabileceği her şeye sahipti. Kışın üzerinde buz pateni kaydığımız, yazın da balık tuttuğumuz ve Junie'yi bul-dukları bir göleti vardı. Ayrıca devasa bir midyeye benzeyen, yarım daire şeklinde bir sahnesi vardı ve burada Yıldızların Altında Müzik dinleyebiliyorduk. Bir de yüksek bir trample-ni bulunan bir yüzme havuzu vardı: Ama en güzeli, parkın uzak tarafında, en çok sevdiğim şey vardı. Hayvanat Bahçesi!

Neredeyse parka ulaşmıştık, Fitzpatrick'in Eczanesinin önündeydik ki, Troo ayakkabısını bağlamak için eğildi ve durup dururken, "Fransa'ya kaçmayı düşünüyorum," dedi ve başka bir şey söylemedi.

Eczanenin içine baktım ve keşke bir gazoz almak için on sentim olsa diye düşündüm, çünkü sabahın erken saati ol-masına rağmen, hava o kadar sıcaktı ki, göz yuvarlarım bile terliyordu. "Fransa mı?"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Bu Fransa düşüncesini nereden çıkardığı konusunda hiç-bir fikrim yoktu. Muhtemelen, en çok kitap okuyan çocuğa şe-hir dışına pasolar verdikleri Finney Kütüphanesi'ndeki kitap-lardan birinden. Kütüphane memuru hepimizin ismini ve kaç tane kitap okuduğumuzu Kitap Kurdu Billy'nin üstüne yaza-rak erkekler tuvaletinin dışına asıyordu. Troo'nun en sevdiği şey sinemaya gitmekti, bu nedenle Kütüphane memuru Ba-yan Esther Kambowski (Polonyalı Troo için büyük bir deği-şiklikti) bakmadığı zaman, Kitap Kurdunun üstündeki adıni yukarı kaydırmıştı. Hile yapmış olması umurunda değildi. Ben öyle düşünmüyordum, fakat Babama verdiğim söz nede-niyle, ona hemen hemen hiç karşı çıkmıyordum. Babamın araba kazasının Troo'nun suçu olmadığı konusunda söyle-diklerini ona henüz anlatmamıştım, çünkü bu konuyu her açı-şımda çok kızıyordu ve Troo'yu kızdırmak istemezdiniz. Kız-gınlığı çok abartılı ve derin oluyordu. Bir volkan gibi, hiç bek-lemediğiniz bir anda patlayabilirdi.

Mary Lane, Troo'nun Kitap Kurdu listesinde hile yap-tığını biliyordu ve Bayan Kambowski'ye söylemekle tehdit etmişti. Neyse ki bunu bilen Mary Lane'di, çünkü zaten ona hiç kimse inanmazdı, zira etraftaki herkes onun korkunç de-recede yalancı olduğunu biliyordu.

Bir keresinde bize, babasının aletinin aletten çok, küçük bir sosise benzediğini söylemişti. Mary Lane bunu, annesiyle babasını banyoda, muhtemelen yıkandıktan sonra yerde se-vişirken gördüğü için bildiğini anlatmıştı. Yani, Mary Lane kor-kunç bir yalancı olmakla kalmıyordu, aynı zamanda dikizciy-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

di de, yani aslında insanları evlerinde gözetlemeyi gerçekten çok seven biriydi. Yangın çıkarmayı da seviyordu; yangınları sevdiğinden değil de, yangınları çıkarttıktan sonra gelen itfai-ye arabalarına deli olduğundan. Mary Lane, benim ve Troo'-nun en yakın arkadaşımızdı. (Ona Mary Lane diyorduk, çünkü sokaktaki hemen hemen her ailede Mary adında bir çocuk vardı ve bunları bir şekilde ayırt edebilmeniz gerekiyordu.) Mary Lane aynı zamanda dünyadaki en sıska insandı. Yani, Afrika'da yaşayan dinsiz bebeklerden değilse, bu kadar zayıf birini görmenize imkân yoktu. Troo'yla ben, Mary Lane'in altı tane erkek kardeşinin, babası işe gidince ve annesi çama-şır yıkarken evdeki bütün yemekleri bitirdiği için böyle oldu-ğunu düşünüyorduk.

Troo, Mary Lane gerçekten Kitap Kurdunda hile yaptı-ğını ele verse bile, Bayan Kambowski'nin yalancı Mary La-ne'e inanacağını sanmıyordu ama yine de ünlü planlarından birini yaptı. Her ihtimale karşı.

"Randevu denilen bir şey yapacağız. Bu, Fransızca'da biriyle buluşma anlamına gelen bir kelime," dedi Troo. Hay-vanat Bahçesindeki en sevdiğimiz ağaç olan ve goril Samp-son'un mağarasının karşısında bulunan ağacın değişik dallarına tırmanmıştık ve Mary Lane'in Hayvanat Bahçesi yolundan gel-mesini izliyorduk. Buruşuk beyaz şortu ve vücudunda dalga-lanan kirli kırmızı kareli gömleği nedeniyle bayrak direğine benziyordu. "Onu Sampson'un mağarasına iteceğim." Troo da-lın ucuna doğru süründü. "O sinema pasolarını kazanacağım."

Sadece yüksekten attığından ve Mary Lane'i gerçekten tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

mağaraya atmayacağından emindim. Emin sayılırdım. Ba-bamın araba kazasından beri, Troo'nun ne yapacağından pek emin olamıyordum. Bazen o kazada kız kardeşimde de, Pau-lie dayımda olduğu gibi, biraz beyin hasarı oluştuğunu bile düşünüyordum.

Ağaçtan aşağı atladık ve siyah demir parmaklıklara yas-lanıp, Sampson'u izlemeye başladık. Mary Lane'in geldiğini fark etmemiş gibi yapıyorduk. Aslında fark etmiştik, çünkü hep bayat patates cipsi gibi kokuyordu.

"Neye bakıyorsunuz?" diye sordu Mary Lane yanımıza gelerek.

Sampsou'a. Sampson'a bayılıyordum. Gerçekten bayılı-yordum. Babam, Pazar öğleden sonraları Büyükannemi ziya-ret ettikten sonra, çiftlikten dönerken, Troo'yla beni bu hay-vanat bahçesine getirirdi. Babam da Sampson'a bayılıyordu, oturur, onu seyreder ve hep kahkahalarla gülerdi. Yani, Samp-son'u neredeyse doğduğumdan beri tanıyordum. Şimdi de ne zaman biraz canım sıkılsa, Sampson'a geliyordum. Babamın parktaki bankta yanıma oturduğunu, kolunu omzuma dola-dığını ve tok sesiyle bana, "Sally'in, kızım, birçok insan or-manın liralının aslan olduğunu söylüyor. Fakat o insanlara katılamayacağım." Babam sonra gorili işaret eder ve göğsü-nü yumruklardı. Sesi tekleyerek çıkardı. "Kralın Sampson olduğunu söylemeliyim. Şuna bir bak. Çok muhteşem!" Tek-rar Sampson'a bakardım ve onunla aynı fikirde olduğumu göstermek için başımı aşağı yukarı sallardım, ama içimden gizlice, asıl Kralin Babam olduğunu düşünürdüm. Gökyüzü-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

nün ve toprağın. Ve gerçekten muhteşemdi!" Troo yüksek sesle Mary Lane'e, "Sampson sana bir şey

göstermek istiyor, ama daha yakına gitmen gerekir. Arka-sında saklıyor. Parmaklıklara tırman ve eğil, mükemmel bir şekilde görürsün," dedi.

Her türlü gözetlemeye hazır olan Mary Lane, zıpladı ve mağaranın yanındaki çimenin kenarına kadar yürüdü. Troo bana dönerek sırıttı ve parmaklıkları aşarak Mary Lane'in yanına gitti. Gorillerin insanları yediğini sanmıyordum ama sırf düşmesi bile sıska Mary Lane'i öldürebilirdi. Sertleşmiş çiklet gibi ortadan ikiye bölebilirdi.

Sampson, ayağını yere vurarak, dikkatle bizi izliyordu. Hep kendi kendine "Don't Get Around Much Anymore" şar-kısını söylediğini düşünüyordum. Bu, Ethel Jenkins'in en sev-diği şarkılardan biriydi ve bana da öğretmişti. Ethel, 52. So-kak'ta Bayan Galecki'yle birlikte yaşıyordu ve Troo'yla be-nim diğer en yakın arkadaş ımızdı.

"Hey, Mary Lane, Kitap Kurdu listesini biliyor musun? Gerçekten Kambowski'ye hile yaptığımı söylemeyeceksin herhâlde, değil mi?" diye sordu Troo çok tatlı bir şekilde, bir şeyi çok istediği zaman yaptığı gibi. Büyükannem buna, onun bebek sesi diyordu.

Mary Lane, Troo'ya döndü. "Evet, söyleyeceğim." Aslan kükredi ve bir iki flamingo kaçarak saklandı. Troo sordu, "Bunu yapmak istediğinden emin misin?

Kazara mağaraya düşersen ve besleme zamanına kadar seni bulamazlarsa gerçekten çok üzülürüm. Ya da Sampson şu an-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

da çok acıkmışsa"—sesini alçalttı—"kemiklerinden başka hiçbir şey bulamayabilirler."

Anlaşılan goriller hakikaten insanları yiyordu, ancak Sampson, üstünde elbise askısı kadar et olan Mary Lane'i yerse hayal kırıklığına uğrayabilirdi.

Troo, Mary Lane'i dirseğiyle biraz daha dürtiiklcdi ve her zaman giydiği, yarısı çözülmüş yüksek tabanlı siyah tenis ayakkabılarının ucu kısmen mağarada, kısmen de çimenlerin üstünde kalana kadar itekledi.

"Beni içeriye itmeyeceksin, değil mi?" diye sordu Mary Lane. Troo hemen arkasındaydı, bu nedenle kaçacak yeri yoktu.

"Düşünüyorum," dedi Troo ve Mary Lane'in tam olarak ne kadar uzağa duşcceğini anlamasını sağlamak için çikletini mağaraya doğru tükürdu. (Benim hakkımda şunu bilmenizi isterim, Troo'nun onu içeri itmesine izin vermeyecektim.)

"Devam et," dedi Mary Lane ve gözlerini sımsıkı ka-pattı.

"Bana, seni bu mağaraya itersem ve büyük ihtimalle ölüp, söylediğin milyonlarca yalan yüzünden ilelebet Araf'a gidersen umurunda olmayacağını mı anlatmaya çalışıyor-sun?" diye sordu Troo şaşkınlık içinde.

"Ben hayatımda hiç sinemaya gitmedim ve o pasolarla, patlamış mısır ve gazoz istiyorum." Mary Lane derin bir ne-fes aldı ve tuttu. "Onları korumak için ölümü bile göze alırım. Ve ayrıca, ben hayatımda hiç yalan söylemedim, Troo O'-Malley."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Bu, söylediğin en büyük yalan," dedi Troo ve bana baktı. Ben de ona baktım ve ikimiz birden başımızı tekrar, bana gi-derek Jean d'Arc'ı hatırlatan Mary Lane'e çevirdik.

"Tamam, tamam, sadece dalga geçiyordum." Troo güldü ve Mary Lane'i geriye çekti. "Haydi git, Kambowski'ye an-lat." Zihinsel telepati sayesinde Troo'nun, bir kütüphaneci ile bir ölüm ilanını içerecek başka bir plan üzerinde çalıştığı-nı hemen anladım.

Mary Lane geri çekildi ve sanki hiçbir şey olmamış gibi Troo'ya baktı. "Sara Heinemann'in kim olduğunu biliyor musun?"

"Tabii," dedi Troo ve sonra gidip Sampson'un karşısın-daki yeşil banka oturduk. Troo bize, bir şekilde hep yanında bulunan Double Bubble çikletlerden verdi.

Mary Lane çikleti ağzına attı ve, "Kaybolmuş," dedi. "Nasıl yani?" diye sordum, çikletten çıkan karikatürü

okumaya çalışırken." "Aynen dediğim. Sara kayıp. Birkaç gündür ortada yok,"

dedi Mary Lane. "Babam, yabancılarla konuşmamamı tem-bih etti."

Gözlerimi kapadım ve Sara Heinemann olabilecek kızı düşünmeye başladım. "Yakan topu çok seven üçüncü sınıftaki sarı atkuyruklu kız mı?" diye sordum.

Mary Lane evet dercesine başını salladı. "Bizim dört ev altımızda, Koca Kafalı Judy Big Head'in evinin hemen ya-nındaki evde oturuyor. (Mary Lane kabalık etmiyordu. Judy'-nin gerçekten soyadı buydu. Kızılderiliydi.) "Muhtemelen

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Sara da, tıpkı benim gibi kaçırıldı." Troo gözlerini yuvarlayarak bana baktı. Geçen yaz Mary

Lane bize, üzerlerinde pek bir şey olmayan Almanlar tara-fından kaçırıldığını ve ona bütün gün zorla fırın eldiveni yap-tırdıklarını, ancak çamurlu alabalıkla dolu büyük bir gölün bir tarafından diğerine yüzerek kaçabildiğini anlatmıştı. As-lında olanlar şuydu: Ailesi onu Ren Nehri'nin batısında bir kampa göndermişti. Yani, Sara Heinemann'la ilgili bu hikâ-ye, ondan beklenebilecek bir başka büyük yalandı. Anlaya-madığım bir nedenle, Maıy Lane'in yalanlarının birçoğu ka-çırmayla ilgiliydi. Ve penislerle.

"Yakında herhâlde ortaya çıkar. Belki de kaybolmuştur. Bu her zaman olur," dedim. Fakat aslında düşündüğüm şey, eğer Mary Lane haklıysa ve Sara gerçekten kaçırılmışsa, onu asla canlı bulamayacaklarıydı. Junie'de de aynı şey olmuştu. Önce kaybolmuştu, sonra gölün orada cesedini bulmuşlardı. Junie'nin cenazesinden sonra bir süre Troo'yu kaçıracakla-rından korktum. Büyükannem beni eve götürmüş ve tarçınlı turta vererek, bu kadar evhamlı olmamamı söylemişti. Öyle cinayetler, Junie Piaskowski'nin başına gelenler, hayatta bir kere olacak şeylerdi. Büyükannem genelde hiç yanılmazdı. Ama bir yandan da, onun her zaman söylediği gibi, her şeyin bir ilki vardı.

"Ne yapmak istiyorum, biliyor musunuz?" dedim Samp-son'un üzgün gözlerine bakarak. "Onu kaçırıp, ailesine geri götürmek istiyorum."

Mary Lane güldü ve, "Biliyor musun, O'Malley, bu söy-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

lediğin çok tuhaf ve çocukça bir şey. Bir gorili kaçırıp evine götürmek. Bu çok acayip."

Tuhaflıktan bahsedene bakın. "Ben bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum," dedi

Troo. "Ve oraya giderken, Fransa'da durabiliriz." Mary Lane kahkahalarla gülmeye başladı ve Troo ona

sıkı bir tane patlatincaya kadar güldü. "Fransa'nın nesi ko-mik?" dedi.

"Fransa hakkında ne biliyorsun ki?" diye sordu Mary Lane, kolunu ovuşturmadan.

"Aslında," dedi Troo, "Fransa hakkında epey bilgim var." "Eminim vardır," dedi Mary Lane, banktan kalkıp Troo'-

nun erişim alanından çıkarak. "Fransa, aşk dilini konuştukları yer," dedim Sampson'a

bakarak. "Oui," dedi Troo alçak sesle. "Efendim?" diye sordu Mary Lane. "Off, lütfen," dedi Troo, "seni mağaraya itme konusun-

da fikrimi değiştirmeden kapa çeneni." Şimdi ikisi de ayağa kalkmış, ayakuçları birbirine değecek şekilde duruyorlardı. Mary Lane, Troo'yu ittirdi ve yürüdü gitti. Ben, onun peşin-den koşmaması için, arkadan Troo'nun kollarıni tuttum. Feci şekilde sinirlenmişti. Sonunda çırpınarak kendini kurtarınca, hışımla arkasına döndü ve yüzünü yüzüme iyice yaklaştıra-rak, "Sally O'Malley... Sayılı günün kaldı."

Her zamanki gibi, dâhi Troo haklıydı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Bunun tadı berbat!" diye bağırdı Hall. Mutfak masa-sında oturuyordu, ağzından sigarası sallanıyordu ve külü, An-nemin satın almak için bir yıl boyunca S&H Green kuponu biriktirdiği güzelim beyaz tabaklara düşüyordu. Nell yine bize akşam yemeği yapmaya çalışmış, fakat üzerinde patates kızartması bulunan ton balıklı fırında makarnası simsiyah ol-muştu ve ocakta pişirdiği konserve bezelyenin içinde hiç su kalmamıştı, hatta elma püresinin bile tadı bozuktu.

Annem iki haftadan fazla bir süredir hastanedeydi ve bütün konuşmaları hep Hall'la yapmıştı, bu nedenle üçümüz ona ne diyeceğimizi bilmiyorduk. Çoğu zaman, kolsuz oldu-ğu için kol kaslarındaki ANNE dövmesini görebildiğiniz be-yaz tişörtüne bakmamaya çalışıyordum. Dalgalı İsveç saçları aynen sabah uyandığı zamanki gibi duruyordu. Ayrıca, kol-larının altındaki ince tüyler, içtiği tüm biralar gibi kokuyordu.

Hall sigarasından bir nefes daha çekti ve bize sanki sa-ğılmışız gibi, "Biliyorsunuz, size bakmak zorunda değilim. Benim çocuklarım bile değilsiniz," dedi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Nell, "Ben kalkabilir miyim?" dedi ve bulaşıkları topla-mak üzere ayağa kalkmaya çalıştı, ama Hall kolunu yakaladı ve, "Otur oturduğun yerde," diye homurdandı. Fakat sonra fik-rini değiştirdi ve, "Neyse, boş ver, git bana bir bira getir," dedi ve Nell'i o kadar şiddetli bir şekilde itekledi ki, Nell fırının yanına düştü ve papatyalı kolsuz elbisesi beline kadar sıyrıldı.

Benim gözlerim yanmaya başladı ve Troo yere bakarak, sinirli olduğu zaman yaptığı gibi, hızlı ve sert bir şekilde du-daklarını yaladı. Gizlice Annemin odasına girmiş olmalıydı, çünkü dudaklarının kenarında o kırmızı rujun izlerini göre-biliyordum ve Evening in Paris'in kokusunu alabiliyordum. Nell elbisesini aşağı çekerken yanakları, ateşi varmış gibi kı-zarmıştı. Ayağa kalktı ve buzdolabını açtı. İçinde fazla bir şey yoktu, bu nedenle Pabst Blue Ribbon birasını bulması zor olmadı. Hall, gıda alması için Nell'e pek para vermiyor-du. Dün akşam, "Bu benim suçum değil!" diye bağırmıştı. Troo, domuz sosisinden başka hiçbir şey yemediği için huy-suzlaşarak, bir tanesini Nell'e fırlatmış, kanişli eteğine hardal bulaşmasına ve işemiş gibi görünmesine yol açmıştı.

Hall, Nell'in verdiği şişeden büyük bir yudum içti, sonra elinin tersiyle ağzını sildi ve, "Biliyorsunuz, annenizle be-nim"—sonra aşırı derecede yüksek sesle geğirdi—"Bir süre-dir bazı sorunlarımız var ve bu yetmezmiş gibi, bir de ayak-kabı dükkânında işler pek iyi gitmiyor."

"Çok şaşırdım," dedi Troo, en küstah ses tonuyla. Hail o kadar hızlı bir şekilde masanın karşısına uzandı

ki, ben bile geldiğini görmedim, Troo da görmedi. Troo'nun tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

başının arkasına vurdu. Sert bir şekilde. Troo, tokadın şidde-tiyle yüzüne gelen saçlarının arasından ona bakmakla yetindi ve tek kelime etmedi. Bu nedenle, Hall bir daha vurdu. Daha da sert bir şekilde. Hall, Troo'nun asla ağlamayacağını bilme-liydi; eğer bunu bekliyorduysa. Yine kolunu kaldırınca den-gesini kaybetti, mutfak sandalyesinden düştü ve kirli bej li-nolyumun üstünde kalakaldı. "Helen... Helen... Helen!" diye feryat etmeye başladı.

Biz üç kız kardeş birbirimize baktık, ayağa kalktık ve dışarı, ön verandaya çıkarak, cırcırböceklerini dinledik, pek konuşmadık. Çünkü böyle bir olay hakkında söylenecek faz-la bir şey yoktu. Birlikte yaşadığınız, ama hemen hiç tanıma-dığınız ve tanımak istemediğiniz, mutfakta yere yatmış, hay-kırarak ölmek üzere olan Annenizin adım söyleyen bir adam hakkında ne konuşabilirdiniz ki? Daha sonra, sokak lamba-ları yanınca, uzun süre sessiz kalamayan Troo, "Lanet olası aşağılık herif," dedi.

Ertesi sabah Nell, kâselerimize mısır gevreği ve kalan azı-cık sütü koydu. Sonra dün akşamki yemek bulaşıklarını akan suyun altında ovalamaya başladı, çünkü sertleşmiş ton balığı çok kötü kokuyordu. "Annemin safrakesesinden başka bir so-runu var. Dün akşam size söylemek istedim ama sonra..."

Troo kâseden başını kaldırdı ve ters bir şekilde, "Şimdi nesi var?" dedi ve ağzina bir kaşık daha mısır gevreği aldı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Troo'yu çok sevmeme rağmen, eğer sizi sevmezse, Annem kadar huysuz olabileceğim kabul etmem gerekiyordu.

"Dr. Sullivan bana bunu verdi." Nell ellerini şortuna ku-ruladı ve yanımdaki sandalyeyi çekti. Bluzunun cebinden bir kâğıt çıkarmasını ve masanın üzerinde eliyle düzeltmesini izledik.

Hepatit. "Nefesin gerçekten kötü koktuğu zamanki hastalık değil

mi bu?" diye sordu Troo. "Willie bana öyle söyledi. Dr. Sulli-van'da bu hastalık olduğunu ve—"

"Seni kuş beyinli!" diye haykırdı Nell. "O hastalığın adı halitoz." Nell'in bunu bilmesi beni çok etkiledi. Veya Troo ile beni aptal konumuna düşürmek için o anda uydurmuştu, çoğu zaman bunu yapabiliyordu.

"Dr. Sullivan hepatitin, Annemin karaciğerinde bir has-talık olduğunu söylüyor." Nell'in sesi ansızın titremeye başladı. "Bu iyi değil." Odasına koştu ve kapıyı çarptı. Nell'in kendi odası vardı ve benimle Troo gibi paylaşması gerekmiyordu. Eğer burada sevilme sırası yapmak zorunda kalsam, Nell'in birinci sırada olduğunu ve Troo'nun çok az farkla ikinciliği al-dığını söyleyebilirdim; oysa ben şey bende, Annemi bana ba-karken yakaladığımda yüzünü hüzünlü bir ifadenin almasına neden olan bir şey vardı. Bana bu şekilde bakmasına neyin yol açtığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Belki de hayal gücümdü.

Hepatit konuşmasından belki bir hafta sonra, Nell bize

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

durumun daha da kötüye gittiğini anlattı. Annem şimdi de has-tane iltihabı denilen çok kötü bir hastalığa yakalanmıştı. Hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği kadar kötüydü; benim bile. Nell ağladı, ağladı, sonunda Troo onun odasına gitti, yüzüne tokat attı ve çenesini kapatmasını söyledi.

Annem, Haziran ayının neredeyse tamamını St. Joe's Hastanesi'nde geçirdi. Ve DörtTemmuz'u kaçıracakmış gibi görünüyordu. Bu çok üzücüydü, çünkü bir keresinde en ya-kın arkadaşı olan Bayan Betty Callahan'a Troo'ya Havai Fi-şek adını vermeliydim, dediğini duymuştum-Annem, Dört Temmuz'u işte bu kadar çok seviyordu.

Artık Hail, akşam yemeği için eve gelmeyi hemen he-men tamamen bırakmıştı. Salondaki mobilyalara çarptığında veya bazen başka bir dilde-İsveççe olduğunu düşünüyordum -sövüp saymaya başladığında, bizi uyandırırdı. Ayrıca Nell, Troo'nun o kadar sinirine dokunmaya başlamıştı ki, Troo ar-tık beyaz bluz ve iki renkli deri ayakkabı giyen, devamlı olarak Elvis... Elvis... Elvis diye konuşan Nell'in yüzüne bile baka-mıyordu. Bence Nell fena değildi. Mükemmel değildi ama. Ba-bamın, onun dünyadaki yalnızca üçüncü kötü ablası olduğu-na ilişkin sözlerini hiç unutmamaya çalışıyordum. Fakat başın-dan beri Nell'i pek sevmeyen Troo, ondan o kadar sıkılmaya başladı ki, Nell'i evin içinde kovalıyor ve dudaklarına diş fır-çasını tutarak, avazı çıktığı kadar, "You ain't nothin' but a ho-und dog"* şarkısını tekrar tekrar söylüyordu. Sonunda Nell 'in sabrı taşıyor ve Troo'ya bir tane patlatıyordu. Sonra Troo' yu sakinleştirmek ve Nell'i uykusunda boğarak öldürmeye

*Hiç bir şey değilsin, bir av köpeği haricinde 51

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

çalışmayacağına söz vermesini sağlamak için ona bana ait bir şey vermek-örneğin, en sevdiğim çelik bilyeyi-bana dü-şüyordu.

Nel1 bize hastane iltihabından bahsettikten sonra, o sa-bah kiliseye gidip biraz dua etmemin iyi bir fikir olacağını düşündüm. Gerçi Tanrı'nin, benim O'na söylediklerime karşı biraz sağır davrandığını ve söylediğim hiçbir şeyi dinleme-diğini düşünüyordum. Nell bizimle gelmek istemedi, çünkü Fillard'ın Benzin İstasyonuna yürüyecek, orada çalışan ve Ba-yan Callahan'in oğlu olan erkek arkadaşı Eddie Callahan'ı gö-recekti. Nell günlerini işte böyle geçiriyordu; Eddie Callahan için deli olarak. Annem eve gelince Nell'in başı, Annemin tembihlediği gibi Troo'yla bana bakacağına, Eddie'ye baktığı için büyük derde girecekti. Troo çoktan büyük harfli İ ile bir ispiyon listesi hazırlamıştı, hatta bunu yazıya dökmüştü:

1. Nell senin, benim ve Sally'nin çamaşırlarını yıkamanı söylemediğini söylüyor, bu nedenle yıkamıyor.

2. Nell televizyonun açma-kapama düğmesini kırdı ve şimdi Sally Gökyüzü Kralı programını seyredemiyor, Sally bu yüzden birkaç kez ağladı. (Troo'ya ağlama kısmını çıkar-masını söyledim, çünkü Annem bana kızardı.)

3. Nell, şehir dışına gitmemiz için para vermiyor, bu ne-denle Sandra Dee ile Troy Donahue filmini kaçırmak duru-

52

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

munda kaldık.

Böyle devam edip gidiyordu. İspiyon listesi, Troo'nun Noel listesinden uzundu. Ve her gün, eve geldiği zaman An-neme gösterme konusunda daha da heyecanlanıyordu.

En çok Mother of Good Hope kilisesini ve okulunu sevi-yordum, çünkü yalnızca altı sokak ötedeydiler ve O'Malley kardeşler oraya yürüyebiliyordu. Fakat oraya gitmek için Yağlı Al Molinari'nin evinden geçmek zorunda kalmamız, hiç ho-şuma gitmiyordu. Troo'nun dünyada yapmayı en çok sevdiği şeylerden biri Molinari'nin gri evinin önünde durup, çok yük-sek sesle, "Yağlı Al boktan biri!" diye bağırmaktı. Ona makar-na ya da spagetti beyinli gibi başka isimler de takıyordu ve bazen, tam zıvanadan çıktığında, Harry Belafonte'nin o "Day-O" şarkısını söylüyordu, ancak "Day-O" yerine "Dago... da da daago," diyordu.

Troo, geçen yaz bisikletini çalan kişinin Yağlı Al oldu-ğundan emindi ve işte bu nedenle çok kızgındı. Tanrı ve Ba-bam biliyordu ki çok uğraşmıştım ama onu durduramıyor-dum, bu nedenle sonunda, bizi yakaladığı takdirde, kıçımızı yakmakla tehdit eden Yağlı Al bizi hep okul yolunun yarısına kadar kovalıyordu. Ancak bunu yapamazdı, çünkü çocuk fel-ci yüzünden sağ bacağı bir miktar pörsümüştü. Yağlı Al tam olarak koşamıyordu, fakat sizi kovalamak isterse, kambur bir şekilde topallayarak çok hızlı yürüyebiliyordu. Troo'ya her

53

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

zaman, "Seni yakalarsa ne yapacaksın? Biliyorsun, sustalı bıçağı var," diyordum.

Troo buna güler, güler, gülerdi ve gözlerinde, sanki Yağ-lı Al'in kendisini yakalaması umurunda değilmiş gibi çılgın bir bakış olurdu. Bu beni rahatsız ediyordu. Hemen her gün, keşke onu sakinleştirmek için Babam burada olsaydı diye düşünüyordum, çünkü Troo'nun, bu çılgınlığı sürdürdüğü tak-dirde, hayatta fazla kalamayacağına inanıyordum.

O sabah Troo peşimde oyalanıp duruyordu. Biraz kız-gındı, çünkü ruhsal olarak, Yağlı Al tarafından kovalanacak durumda olmadığını, bu nedenle, Annemin dediği gibi, dav-ranışlarına dikkat etmesi gerektiğini söylemiştim. Düşünür-ken yaptığı gibi, bir taşı tekmeliyordu ve sonra son derece alçak bir sesle, o kadar ki neredeyse onu duyamayacaktım, "İyileşe-cek, öyle değil mi, Sal'ly?" dedi.

Arkama dönmedim, çünkü dönseydim gerçekten çok si-nirlenirdi. Troo, onun karanlıkta ıslık çalmayı unuttuğu için korktuğunu görmemden nefret ediyordu. Bunun ne anlama geldiğini, detaylara dikkat ederek çözdüm. Büyükannemde her şeye rağmen damar sertliği yoktu. Annem ile Troo gerçekten bir elmanın iki yarısı gibiydi, ikisi de işler yolunda olmadığı zaman bile, her zaman yolundaymış gibi davranıyordu.

"Evet, iyileşecek," dedim omzumun üzerinden, fakat iyi-leşmezse ne olacağını merak ediyordum. Troo'yla ben, Hall ve Nell'le birlikte mi yaşamaya devam edecektik? Yoksa gi-dip Büyükannemle ve Paulie dayımla mı yaşardık? Ah, Troo bundan hiç hoşlanmayacaktı. Mümkün olduğunca Paulie da-

54 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

yımla karşılaşmamaya çalışıyordu. Ona bunun nedenini sor-duğum zaman bana, "Bitler," dedi. Bundan daha fazlası oldu-ğundan kuşkulanıyordum, ama ona bir daha sormadım, çün-kü Troo'nun volkan gibi patlayan deliliğinin bana denk gel-mesini istemiyordum. Ayrıca, Büyükannemin evi çok küçük-tü ve parasal açıdan kötü durumdaydı. Mahalledeki herkes bunu biliyordu.

"Eğer ölürse, biz ne yaparız?" Troo taşı tekmeledi ve taş uçarak yanımdan geçti. "Sence gidip yetimhanede mi yaşa-mamız gerekir?"

Her yıl Noel zamanı, Brownie takımımız, Lizbon Soka-ğı'ndaki St. Jude's yetimhanesine giderdi. Aslında St. Jude, ümitsiz davalar aziziydi. Yetimhanenize bu adı vermek çok kötüydü ve o zavallı yetimler gerçekten umutsuzluğa kapıl-mış olmalı. "What Child is This?" şarkısını söyler ve onlara, kırmızı kurdelelerle yeşil ince kâğıtlara sarılı kutsal kartlar gibi hediyeler veriyorduk ve ben bundan nefret ediyordum. An-neleri veya babaları ya da onları umursayan herhangi birileri olmayan o çocuklara bakmaya dayanamıyordum. İşte bu ne-denle, "Hayır. Hiçbir zaman gidip yetimhanede yaşamak zo-runda kalmayacağız. Söz veriyorum," dedim.

Troo, Piaskowski'lerin evinin önünde durmuştu. Bah-çeyi otlar bürümüştü ve ev sanki parçalanıyor gibiydi. Be-tondan yapılmış bir İsa heykeli verandanın yanında yan yat-mıştı, sanki şekerleme yapıyor gibiydi. Junie'nin cenazesinden sonra hiç kimse Bay veya Bayan Piaskowski'yi doğru dürüst görmemişti.

55

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

"O şekilde öldürülmek, başına gelebilecek en kötü şey-lerden biri," dedi Troo. Oradan geçerken nefesimizi tuttuk ve yolun geri kalanında pek konuşmadık, ama ben bazı şey-lerin daha da kötü olabileceğini düşünüyordum.

Ayinden sonra, mahallenin yarısı kilisenin avlusunda du-ruyordu ve hâlâ Annemin en yakın arkadaşı olan ve uzun za-mandan beri olan BayanCallahan'in, Bayan Latour'a çok yor-gun bir sesle, "Helen huzur içinde yatıyor," dediğini duydum.

Bayan Latour buna yanıt olarak, "Hall'ın Rosie Rug-gins'le beraber olduğunu duydum," dedi.

Bu kez Bayan Callahan ona, "Helen başında onunla hiç evlenmemeliydi," dedi. Gizlice dinlemek ayıptı ama hiç kim-se bana Annemin iyileşip iyileşmediğini söylemiyordu ve eğer iyi değilse hazırlıklı olmam için öğrenmem gerekiyordu. Bayan Callahan'ın söylediklerini, Annemin ölmek üzere ol-duğu şeklinde algıladım, zira Huzur İçinde Yatıyordu ve Ba-bamın mezar taşında da bu yazıyordu. Ya Bayan Latour'un Hail hakkında söyledikleri? Bu herhâlde, Rosie Ruggins'le biraz seks yaptığı anlamına geliyordu.

Bayan Callahan dönüp bizi görünce, şaşırmış bir ses to-nuyla, "Hey, O'Malley kardeşler, merhaba!" dedi.

Bayan Callahan'ın o kilisenin önündeki çıplak bacakla-rına baktım. Ayak bileğinde küçük bir altın halhal vardı ve bazen bluzlarının düğmeleri fazla açık oluyordu. Büyükan-nem, Annemle Bayan Callahan'ın gençliklerinde, kurabiye fabrikasının karşısında yan yana iki evde oturdukları zaman, azgın iki kedi olduğunu söylemişti.

56

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bayan Callahan öne eğildi ve, "İyi misin, Sally?" diye sordu.

Gözlerim dolduysa da ağlamamaya çalıştım, çünkü Ba-yan Callahan aynı Annem gibi kokuyordu ve bahse girerdim, o sabah çocuklarına yağda yumurta yapmıştı. "İyiyiz, Bayan Callahan," dedim, "Hall'la Nell bize çok iyi bakıyor. Annem iyileşecek, öyle değil mi?"

Bayan Callahan, "Şey, babam çok hastalandı ve Gaziler Hastanesi'nde yatıyor, bu nedenle Helen'le istediğim kadar ilgilenemedim, ama eminim..." Sonra ağlamaya başladı. Buna dayanamadım, Troo da katlanamadı, beni elimden çekti ve kalabalığın içine karıştık.

57

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bayan Callahan'a yalan söylememin nedeni, hastaneye Annemi ziyarete gitmesi olasılığına karşıydı. Annemi kay-gılandırmasını istemiyordum. İşin gerçeği, Hall'la Nell bize hiç bakmıyordu. Hall sürekli olarak Jerbak'in yerinde içiyor-du. Bu nedenle Bayan Latour, onun orada garsonluk yapan Rosie Riggins'le ilgilendiğini söylerken muhtemelen haklıy-dı. Nell de Eddie'yle o kadar meşguldü ki, bize yemek yap-mak istemiyordu. Buna itirazım yoktu, çünkü Hall'la bu ko-nuda, sadece bu konuda aynı fıkirdeydim-Nell gerçekten çok kötü yemek yapıyordu. Ayrıca, güzellik okuluna gitmekten bahsediyordu, bu nedenle çoğu zaman mutfakta Toni'ye per-ma yapıyordu ve sonuçta mutfak, benzin istasyonundaki tu-valetten daha kötü kokmaya başlamıştı. Mahalledeki kızların yarısı şimdi, Nell sayesinde, prize çatal sokmuş gibi görünü-yordu.

Troo ve ben epeyce aç olduğumuzdan, Troo yine ünlü

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

planlarından birini yaptı. "Yemek zamanı insanların evine uğramalıyız," dedi. Böylece dün akşam O'Hara'larda yedik, çok güzel değildi, çünkü üstüne ne kadar çok domuz pastır-ması koyarsanız koyun, ciğer sevmiyordum. Ama bu akşam, Hızlı Susie Fazio'nun evine gidiyorduk, çünkü en güzel ye-mekler onlarda vardı ve Fazio'lar İtalyan olmalarına rağmen, iyi îtalyanlardı, Molinari'ler gibi değillerdi. Troo bunun ne-denini, FazioTarın İtalya'nın Nice gibi güzel bir yerinden gelmelerine, İtalya'nın güzel olmayan bir başka yerinden ge-len Molinari'ler gibi olmamalarına bağlıyordu.

Evde on tane Fazio ve bir de Nana (nine) vardı, bu ne-denle Troo'yla ben, Nana'nın hemen her yemekte kullandığı sarımsak denilen o baharat kokan mutfakta, lavabonun üs-tündeki dolaptan birer tabak aldığımız ve Hızlı Susie'nin ya-nına birer sandalye çekip oturduğumuz zaman kimsenin dik-katini çekmedik.

Masada Nana'nın karşısında oturuyordum. Ona gülüm-semeye çalıştım, ancak onun karşılık vermeyeceğini biliyor-dum, çünkü daha önce denemiştim ve gülümseyerek karşılık vermemişti. Çünkü o bir Strega Nana'ydı... Yani büyücüy-dü. Fliçbir koşul altında Nana'ya ters düşmek istemezdiniz. Şehrin her tarafından başka İtalyanlar gelir, ona bir şeyler ge-tirirdi. O da İtalyanca bir şeyler söyler ve kötü ruhları kovmak için ellerini kollarını sallardı. Ayrıca sürekli olarak, cenazeye gider gibi giyiniyordu. Hızlı Susie bana Nana'nın, birilerinin yeni arabalarının üstüne, bir tür kutsama olarak, hiç kaza yap-mamaları için çiş döktüğünü anlatmıştı, ama ben ona inan-

60 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

mamıştım. Hızlı Susie'nin ağabeylerinin birinin etrafından dolaşıp o güzel ince tereyağlı ekmeklerden birine uzanırken bunu düşünmemeye çalıştım.

"Anneniz nasıl?" diye sordu Johnny Fazio, ekmeği ağ-zıma tıktıktan hemen sonra. Bana, Troo'yla birlikte Eski Za-man Sinema Matinesi Gününde izleyip beğendiğimiz film-deki sinema yıldızı Earl Flynn'i hatırlatıyordu. Filmin adı Captain Blood'dı ve Earl korsandı. Johnny'nin de Earl gibi ince bir bıyığı vardı ve koyu renk saçları başının üstünde bü-yük bir dalga gibi uzuyordu. Bütün büyük kızların çok modern olduğunu düşündüğü Do Wops adında bir grubun şarkıcısıy-dı.

"Hey... Sen." Kolumdan dürttü. "Senin adın ne? Anne-nizin nasıl olduğunu sordum."

"Annem iyi," diye yanıtladı Troo benim yerime. "Ölüyor muydu ne?" diye sordu Johnny. Sözleri kokarca kokusu gibi havada asılı kaldı ve her-

kesin yemeği bırakmasına yol açtı. Sonra Nana Fazio'nun sandalyesi, hızlı bir şekilde geriye itince gıcırdadı. Göğüsleri o kadar uzundu ki, kemerle beline tutturması gerekiyordu ve İngilizcesi de pek iyi değildi, fakat Nana, her dilde iğneli sö-zü anlayabiliyordu. Göğüs kemerini çözmeye başladı.

Fark etmemiş gibi davranmaya çalıştım ve bir tane daha almak için, kırmızı soslu leziz köftelere uzandım.

Sonra, Nana'nin küçük bedeninden-çünkü aslında Nana Fazio'ya neredeyse cüce bile diyebilirdiniz-şu sözler fişek gibi dökülürken, masanın bizim oturduğumuz tarafına geldi

61 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

ve kemeriyle Johnny'nin omuzlarının arasına vurdu: "Böyle konuşmayacaksın. Kadın, bu küçük kızın annesi, bu nedenle annesinin ölmesiyle ilgili hiçbir şey söylemeyeceksin, anla-dın mı?" Nana bunları söylerken Johnny'e öyle bir bağırıyordu ki, o kadar ufak birinden böyle bir ses çıkacağını asla hayal edemezdiniz. "Geri zekâl ı"

Mutfak musluğundan gelen tıp tıp damlama ve uzaktan gelen çim biçme makinesinin sesi dışında, ortalık kütüphane kadar sessızleşti. Sonra birdenbire Troo başını tabağından kal-dırarak, "Que sera sera. Whatever will be will be. The Futu-re's not ours to see. Que sera sera," diye şarkı söylemeye baş-ladı.

Herkes, elinde kemeriyle duran Nana Fazio'ya baktı. Onlar da muhtemelen benim gibi Troo'nun hayatını tehlikeye attığını düşünüyordu. Nana, Troo'ya doğru iyice eğildi ve ben Nana'nın Troo'ya büyü yapacağını ya da Johnny'e vurduğu gibi bir tane patlatacağını sandım, fakat aksine, kara gözle-riyle Troo'ya baktı ve, "Sen, kızım, Doris Day'i sever mi-sin?" diye sordu.

Troo boğazını temizledi ve, "Aslında, Doris Day'in di-limli ekmekten beri en iyi şey olduğunu düşünüyorum," dedi.

Nana yavaş yavaş gülümsedi. Hızlı Susie'nin sivri kö-pek dişlerinin nereden geldiğini artık biliyordum. "Ben de," dedi. "Ben de Doris Day'i seviyorum. Sen ve ablan istediğiniz zaman, istediğiniz kadar yemek yiyebilirsiniz." Nana üzerim-den uzanarak, büyük gümüş kaşığı beyaz kâsenin içine dal-dırdı ve tabağıma üç tane sulu köfte koydu.

62 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Benim kardeşim bir dâhiydi!

Iroo o gece Fazio'larin çatı arasında uyumak istedi ve ben de ona karşı çıkamadım. En son eve gittiğimizde kapı kilitliydi. Ayrıca Troo'yla ben biliyorduk ki, Nell bizi yakala-dığı takdirde, tekneden yeni inmişsiniz gibi görünmenize yol açan o Toni permasından yapmaya zorlayacaktı.

Kırmızı ışık, yeşil ışık oyunundan vazgeçildi, çünkü yağ-mur yağacakmış gibi görünüyordu, bu nedenle gecenin bü-yük bir kısmını, tavandaki tek bir kirli ampul dışında hiç ay-dınlatması olmayan tavan arasında, Hızlı Susie'nin anlattığı hikâyeleri dinleyerek geçirdik.

Hızlı Susie kokuşmuş gri bir şiltenin üstünde bağdaş kurmuş oturuyor, Troo'yla bana bakıyordu. "Yani, mezar hır-sızları o mezarları kazdıktan sonra, ölü bedenleri, üç teker-lekli ahşap at arabasıyla Dr. Frankenstein'e götürüyordu." Hi-kâyeyi boğuk sesle anlatıyordu. "Bu arada yağmur başladı ve mezar hırsızları çirkin ve sıska, ayrıca devamlı öksürüyor ve pis saçlarının kokusundan sarhoş olmuşlar."

Gök gürültüsü, tavan arasının penceresinden yuvarlana-rak geçti ve sallanmasına neden oldu. Birkaç saniye sonra, yaba şeklinde şimşek çaktı. Bunu mükemmel bir şekilde gör-düm ve çiftliği hatırladım.

Troo'ya baktım. Kazada kırılan kolunu ovuşturuyordu ve Hızlı Susie'nin anlattıklarını can kulağıyla dinliyordu.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

"Sonra Dr. Frankenstein, cesedi laboratuvarmdaki siyah masanın üstüne koyuyor ve kesilmiş bedenleri birleştiriyor!"

Yine şimşek çaktı ve bütün tavan arası aydınlandı. Ta-van arası kutularla, bavullarla ve gözümü ayıramadığım o şeyle doluydu. Bu cismin kollan ve bacakları yoktu ve pen-cerenin yanındaki köşede duruyordu. Hızlı Susie, Nana'nın bunu kullanarak kıyafet diktiğini söyledi.

"Sonra,"—Hızlı Susie sesini daha da korkunç hâle ge-tirdi—" ve sonra, Dr. Frankenstein bütün bu ölü parçaları bir-birine dikerek bir canavar yarattı..." Kollarını sağa sola sal-layıp duruyordu. "Ve Dr. Frankenstein bu canavarı diğer ma-sanın üstüne yatırdı ve bütün o cihazları canavara bağladı. Sonra kaleye yıldırım düştü, cihazlara elektrik geldi ve cana-vara ulaştı. Dr. Frankenstein, "Yaşıyor. Yaşıyor!" diye bağır-dı. Hızlı Susie fırladı ve kollarını önünde dimdik tutarak Troo'yla beni kovaladı. İkimiz de çığlık attık, sonunda aşağı-dan birisi, "Kesin sesinizi, burada uyumaya çalışıyoruz!" di-ye bağırdı.

Frankenstein hikâyesinden sonra, Hızlı Susie bize gö-ğüslerini gösterdi ve bizde de çıkacağını ve oğlanların bizi çok seveceğini söyledi. Vay canına! İstersek dokunabileceği-mizi belirtti. Ben dokunmadım. Daha sonra Troo, su balonu-na benzediklerini ama daha sıcak olduklarıni söyledi.

Yağmur damlaları pencereye vurmaya başlayınca, uyu-maya çalıştım, fakat tavan arasının ısısı, üzerimde fazla kalın bir battaniye varmış hissi veriyordu ve tek düşünebildiğim, Dr. Frankenstein'in canavarının, "Ben... ben... ben... Seni

64 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

sevdim," diye homurdanırken, üçümüzü birden öldürme-siydi. Tanrım, Hızlı Susie, hikâyeleri çok gerçekçi yapmayı iyi biliyordu. Canavarın hantal ayakkabılarının, tavan arası-nın zemininde gıcırdadığını duyunca, hayatımda hiç terleme-diğim kadar terledim. Daha fazla dayanamayacağımı anla-yınca, o kokuşmuş şilteden indim ve Hail horlayan bir sarhoş olsa bile, eve gitmek istediğime karar verdim.

Hızlı Susie'ye göre, Franlcenstein hızlı koşamıyordu, çün-kü bacakları iki farklı insana aitti. Ben de uzun bacaklarım sa-yesinde ondan daha hızlı koşup kaçabileceğimi düşünüyor-dum. Babam her zaman onu söylerdi, koşmada bayağı iyiy-dim. "Rüzgâr gibi uçuyorsun." Böyle diyordu. Rüzgâr gibi uçuyorsun. Troo'yu geride bıraktığım için kendimi kötü his-sediyordum, fakat onu koruyabilecek biri varsa, o da her-hangi bir nedenle herhangi birine karşı, Frankenstein dâhil, kemerini çıkarabilecek olan Nana Fazio'ydu. Bu nedenle, te-nis ayakkabılarımı elime alıp, olabildiğince sessiz bir şekilde Fazio'ların tavan arası merdiveninden gizlice inip, arka ka-pıdan dar sokağa çıktım.

Vliet Sokağı'nda müzik gece gündüz sürekli olarak de-vam ederdi, ne olursa olsun. Fakat o gece, fırtına dindikten sonra, cırcırböcekleri ve iki sokak ötede devamlı havlar gibi görünen Moriarty Terin o aptal köpeği dışında her taraf sessiz ve kapkaranlıktı. Fazio'ların ve yan komşuları olan Lato-ur'ların bahçesinden geçtim. Ve bir an için, Latour'larin bah-çesinde bir şey kıpırdadı sandım. Orada bir şey vardı. Hızla başımı çevirdim, sonra bir daha baktım, fakat her şey yo-

65 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

lunda görünüyordu. Sadece Çocuk Bahçesindeki salıncak rüz-gârdan hareket ediyordu. Ama arkamda, Spencer'lerin arka çitinde büyüyen otlar, içlerine bir şey girmiş gibi hışırdıyor-du. Frankenstein gibi. Yanımda Troo olmadan, karanlıkta tek başıma olmaktan o kadar korktum ki, daha hızlı yürümeye başladım. Sonra ortadan kaybolan Dottie Kenfıeld'i, ölen Ju-nie Piaskowski'yi ve Mary Lane'in, Sara Heinemann'in kay-bolmasıyla ilgili olarak söylediklerini ve belki bunun sonuçta kocaman bir yalan olmadığını düşündüm, bu nedenle daha da hızlı yürüdüm. Kulaklarıindaki hışırtının sesi o kadar yük-sekti ki, arkamdan yaklaşan ayak seslerini zor duydum. Fakat o ses kesinlikle vardı. Garaj ışığının uzun görünmesine neden olduğu gölge de öyle. O anda dönüp kim olduğuna bakmalıy-dım. Veya geri dönüp Fazio'lara kaçmalıydım. Ama yapama-dım, çünkü havuzdaki yüksek tramplende hep yaptığım gibi, korkudan donakaldım. Troo'nun her zaman söylediği gibi, Tanrı cesaret dağıtırken, herhâlde tuvaletteydim.

Galiba beni kimin takip ettiğini biliyordum. Gizliden giz-liye, Junie Piaskowski'nin katili olduğuna inandığım o adam-dı. Junie'yi buldukları günden beri buna inanıyordum, ancak hiç kimseye söylemedim, çünkü bana dil çıkarıp, hayal gücüm-le ilgili bir şeyler söylerlerdi, yani değmezdi. Herkes onun özellikle küçük kızlardan hoşlandığını söylüyordu. Peşimden gelen oydu: Memur Rasmussen.

Koşmaya başladım ve ayaklarının çıkardığı sesin hızın-dan, onun da koştuğunu anladım. O kadar hızlı koşuyordum ki neredeyse düşüyordum ve neredeyse eve gelmiştim, ancak

66 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

nefesinden, uzanıp beni yakalayabileceğini anladım. Fakat sonra tökezlediğini ve, "Lanet olsun," dediğini duydum. Ko-şarak Kenfıeld'lerin bahçe kapısından girdim ve garajlarının yanında bulunan dikenli otların altına yuvarlandım. Hemen arkamdaydı. Bahçe kapısı gıcırdayarak açıldı ve sonra çarpı-larak kapandı. Önce patika yolda, sonra çimlerin üstünde ayak seslerini duydum. Tam saklandığım yere kadar geldi. İstesem elimi uzatıp baklava dokumalı çoraplarına dokunabilirdim. Kenfıeld'lerin arka sundurma lambasının ışığında gördüğüm kadarıyla çoraplar pembe-yeşildi. Bu çoraplar, Shuster'in dük-kânından alabileceğiniz sünger tabanlı kalın siyah ayakkabıla-rın içindeydi. Nefes alıp verişini duyabiliyordum. Sonunda hafif sesle şarkı söylemeye başladı, "Dışarı çık, neredeysen dışarı çık, Sally."

6n tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Ertesi sabah, Kenfıeld'lerin çalılarının arasında uyan-dım, uyuyakaldığıma inanamıyordum. Kollarım çizik için-deydi ve biraz kanamıştı, bu nedenle parmağımı yaladım ve kan izlerini temizlerken, Tanrı, kanın tadını gofrete benzet-seydi daha başarılı bir iş yapmış olurdu diye düşündüm. Son-ra Rasmussen'in beni dar sokakta kovaladığını hatırladım ve kalbim, bütün o kovboy filmlerinde kovboylara saldırmadan önce çalman Kızılderili tamtamı gibi çarpmaya başladı.

Bayan Kenfield uyanmış, çamaşır asıyordu. Yuvarlana-rak dışarı çıkıp, öylece, "Hey, günaydın Bayan Kenfield! Yar-dıma ihtiyacınız var mı?" mı deseydim? Hayır. Bana, "Otları-mın altında ne halt ediyorsun?" diye sorabilirdi. Troo gibi iyi bir yalancı olmadığım için ona, Rasmussen tarafından kova-landığımı anlatırdım ve o da bana başını sallayarak, yüreği-me acı veren bir ses tonuyla, "Hadi Sally, yine mi?" derdi. Çün-kü geçen yıl, merhamet göstermeye çalışırken, ona kocasının casus olduğunu düşündüğümü, zira öyle davrandığını, yani gizemli ve sert olduğunu, her gece verandadaki salıncakta

69 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

oturup sigara içtiğini ve bunun gizli bir casus paketinin bıra-kılmasını beklediği anlamına geldiğini düşündüğümü söyle-miştim. Bu nedenle, eğer Bayan Kenfield'e kovalandığımı an-latsam, hemen hastaneye koşup, Anneme, hayal gücümü kont-rol altına almaya çalışmadığımı söylerdi. Bu nedenle, çamaşır sepetim kolunun altına alıp evin içine girinceye kadar orada öylece yattım.

Evinin yanından geçerken, bir şey kaybetmiş de bulma-sına yardımcı olmanızı isteyecekmiş gibi tatlı bir gülümse-meyle size el sallayan Rasmussen adında birini kime anlata-caktım? Bu kişi aynı zamanda polisse, kime anlatabilirdiniz? Rasmussen'in katil olduğundan emindim. Onda da, filmler-deki çok şirin falan davranan ama aslında kalplerinde hiç şi-rinlik olmayan bütün kötü adamlarda bulunan o tehlikeli ifa-de vardı.

Rasmussen'in benim peşimden geldiğini Hall'a söyle-meli miydim? Fakat geçen hafta Hall'ı ne kadar gördüğümü hatırlayamıyordum. Mahallede dolanan diğer polise, Memur Riordan'a mı söylemeliydim? Memur Riordan iyi biriydi, fa-kat Willie O'Hara bana Rasmussen'in, Memur Riordan'ın pat-ronu olduğunu söylemişti. Hayır. Troo'ya anlatacaktım. Troo dâhi olduğundan, ne yapılması gerektiğini bilirdi.

Otların altından sürünerek çıktım ve Kenfıeld'lerin evi-nin önüne yürüyerek, sokağa baktım. Latour'larin evinin önün-de ambulans ışıklan deli gibi yanıp sönüyordu ve iki kişi sed-yeyle, ön merdivenlerden birini indiriyordu. Bayan Ruthie Latour inliyor ve dua ediyordu. Kocası Bili, kolunu onun be-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

line dolamıştı. Latour'larin bir sürü çocuğu da bizler gibi et-rafta dikilip seyrediyordu. Küçüklerden biri ağlıyordu.

Troo kaldırımda Hızlı Susie'yle birlikte oturmuş, muh-temelen Nana'nın onlara kahvaltı için yaptığı börekten yi-yordu. Ben nefes nefese yanlarına gelince, Hızlı Susie, kendi böreğinin yarısını koparıp bana verdi.

"Neler oluyor?" diye sordum, kabarmış hamuru ağzıma tıkarak. Ohhh... Çok güzeldi. Hâlâ ılıktı. "Kim o?"

"Wendy," dedi Troo. "Hem sen nerelerdeydin? Gitme-miz gerekiyor. Bugün Ethel günü."

"Dün gece ben..." Rasmussen'le olanları anlatmaya baş-ladım, fakat sonra nefesim kesildi. Wendy'nin üzerindeki çar-şaf kan içindeydi.

Mongol da olsa, Wendy Latour'ıı severdim. Düz siyah saçlarıyla, o şapşal gülüşuyle ve komik yürüyüşüyle çok tat-lıydı. Sanki Latour'lar tarafından başka bir ülkeden, muhte-melen Moğolistan'dan evlat edinilmiş gibiydi.

Bütün mahalle sessizliğe bürünmüştü, ancak ambulans görevlileri, gürültülü bir metal sesiyle Wendy'i ambulansa sok-tu ve St. Joe's Hastanesi'ne götürmeye hazırlandı. O adamla-ra, Annemden haberleri olup olmadığını soracaktım ama hız-la uzaklaşmışlar ve sokağın yarısına ulaşmışlardı.

Troo'yu bir kenara çektim, herkese veda ettik ve eve yü-rüyerek, ön basamaklara oturduk. O kadar yakından ambu-lans görmenin yanı sıra, içinde tanıdık birini görmenin yarat-tığı şaşkınlık nedeniyle sarsılmıştım. 52. Sokak'ta Etheli zi-yaret etmeye gitmeyi bile unutmuştum.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Ne düşünüyorum, biliyor musun?" diye sordum. "Ne?" Troo merdivenlerde kaykılmış, yukarı bakıyordu. "Galiba, Wendy'e zarar veren Rasmussen'di." Troo bir süre hiçbir şey söylemedi, ama sonra bir bulutu

parmağıyla göstererek, "Bak, Sally, bir at," dedi ve gülmeye başladı. Atları sevmemin komik olduğunu düşünüyordu. Ona Gökyüzü Kralı'in ve uçan çiftlik tahtını hiç anlatmamıştım.

"Kes şunu, Troo," dedim. "Bu ciddi. Rasmussen'in Wen-dy'e bir şey yaptığını düşünüyorum ve—"

Troo doğruldu ve sözümü kesti. "Böyle düşünmekten vazgeçmelisin. Annemin, hayal gücünü kontrol altına almakla ilgili olarak söylediklerini hatırlıyor musun? Polisler böyle şeyler yapmaz. İncire el basıp, kötü şeyler yapmayacaklarına dair yemin etmek zorundalar."

"Ayrıca, sadece Wendy'e de değil," diye devam ettim. "Geçen yaz, Polislerin Pikniğinde Rasımıssen'i Junie Pias-kowski'yle birlikte gördüm. Birlikte uçurtma uçuruyorlardı. Sonra Junie öldürüldü."

"Çok acayipsin. Polisler Pikniğinde herkes bunu yapar, polislerle takılır. Rasmussen yalnızca Junie'ye kibar davranı-yordu."

Bana sorarsan fazla kibar davranıyordu. İkisini birlik-teyken izlemiştim. Rasmussen, Junie'ye belirli bir şekilde gülümsüyordu. Ve elini Junie'nin omzuna koymuştu. Arala-rında kesinlikle bir şey vardı ve bu, yalnızca uçurtma değildi.

"Dün gece beni takip etti," dedim. "Kim?"

72

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA İSLIK ÇALMAK

"Rasmussen." "Hayal gücün," dedi Troo, sıkıldığı zaman kullanmak

üzere şortunun cebinde tuttuğu iple oynayarak. "Ayaklarında pembe-yeşil baklava desenli çoraplar var-

dı, adımı söyledi ve Kenfıeld'lerin otlarının altında uyumak zorunda kaldım ve... Bunların hiçbirisi hayal gücümle ilgili değildi." Çiziklerimi ve şortumun arkasındaki çamurları gös-terdim. "Butchy'nin beynine şeytan girdiğini sandığım za-manki gibi değil. Bay Kenfield'in casus olduğunu düşündü-ğüm zamanki gibi de değil. Hiç de öyle değil."

Troo ipi parmaklarına dolayarak kedi beşiği yaptı ve ağ-zında kötü bir tat varmış gibi, "Kara Göldeki Yaratık gibi mi?"

"Kes şunu." Troo'nun bana inanmasına güveniyordum. Fakat yemin ederim, bazen ben onu, onun beni sevdiğinden çok daha fazla seviyormuşum gibi görünüyordu. Annemin onun hayır işleriyle ilgilenmesini söylediğinden bahsetme-miştim. Aslında bahsedebilirdim. Belki de bahsetmeliydim. Bahsetmeyi kesinlikle istiyordum.

Troo, aynı Annem gibi, sanki Dünya gezegeninde kalan son hava parçasıymış ve hepsini kendine istiyormuş gibi, derin bir nefes aldı. "Wendy'nin nasıl bazen kendi başina do-landığını ve onu ya Flayvanat Bahçesinde ya da derede ve bir keresinde de Kuzey Caddesi'ndeki plakçı dükkânında dans ederken bulduklarını biliyorsun, değil mi?"

Açıklama yapma ses tonunu kullanıyordu, ki en sevdi-ğim ses tonlarından biri sayılmazdı.

73

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Eh, bunların hepsi oldu," dedi Troo. "Wendy dolaşma-ya çıktı ve belki düştü ve başını veya Spencer'lerin köklü seb-zeleri sakladığı mahzende bir şeye çarptı."

Başımı evet anlamında salladım, ama bunu bu fikri ka-bul ettiğim için değil, Troo'yla kavga etmek istemediğim için yaptım."

"Wendy'nin bizim eve gelip, Annem küvetteyken, buz-dolabından tereyağı kalıbını alıp yediğini hatırlıyor musun?" Troo başını arkaya atarak kahkaha attı.

Ben ağlamaya başladım. "Aaaa... Hadi ama." Troo koluma vurdu. "Wendy iyile-

şecek. Bu kadar hassas olmana gerek yok." Annem de hep böyle derdi. Aşırı derecede hassas oldu-

ğumu ve ama bir yandan da, on sentle bir fincan kahve alabi-leceğimi, fakat bunun çok kötü olduğunu, zira kahveye da-yanamadığımı söy1erd i.

Troo kedi beşiğini yüzüme tuttu. Yalnızca pasta kutu-sundan çıkardığı beyaz bir ipti, fakat parmaklarınızın etrafına doladığınız ve döndürdüğünüz zaman, yepyeni ve şahane bir şeye dönüşüyordu.

İpin iki kenarını tuttum ve ortaya getirdim. "Göreceksin," dedi Troo. "Wendy çarçabuk eve dönecek

ve yine kıyafetlerini giymeden ortalıkta koşuşturacak." Wendy gerçekten de öyle yaptı. Bazen kıyafetlerini giy-

meyi unuttu ve sonra Bayan Latour diğer on iki çocuğa ba-karken evden çıkar ve sonra Wendy orada Çocuk Bahçesin-deki salıncaklarda yaş günü kıyafetiyle eğleniyor olurdu. Bu

74

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA İSLIK ÇALMAK

nedenle, birimiz onu evine götürürdük ve Bayan Latour ba-şını sallayarak kızina bakar ve Wendy, "Öşür dilerim, Anne," derdi. Sonra annesine sıkıca sarılıp, onu bırakmazdı, çünkü Wendy, bir şeylere, ama özellikle annesine ve bir nedenle ba-na, Şally O'Malley'e sarılmaya bayılıyordu.

Troo, sırası gelince kedi beşiğinde hamlesini yaparak, karo şeklinde parmaklarımdan çıkardı.

Troo ne derse desin, Rasmussen'in bir şekilde Wendy'e zarar verdiğini biliyordum. Çok şüpheli görünen bir hâli var-dı. Örneğin, herkese aşırı derecede kibar davranması, Fitz-patrick Eczanesi'nin sahibi olan ve çok nazik biri olan Bay Fitzpatrick dışında, mahalledeki diğer babaların veya ağa-beylerin hiçbirine benzememesi. Sanki mahalledeki diğer tüm erkekler, içlerine birkaç şişe bira sokuncaya kadar her zaman bir şeye kızgınlardı, sonra da bazıları daha da sinirli oluyor, bazıları da "Danny Boy" veya "Be Bop ALula" şarkısını söy-lemeye başlıyordu.

Yani belki dün gece Rasmussen, ben ondan saklanarak Kenfıeld'lerin çalılarının altına girince sinirlenmişti ve ara sokakta geriye koşunca, dolaşmalarından biri hâlindeyken Wendy'i görmüş, onu Spencer Terin mahzeninin merdivenle-rinden aşağı itmişti, hatta belki de onu öldürmeye ve tecavüz etmeye çalışmıştı. O tatlı ve sersem Wendy bundan sonra hiç kimseye sarılmak istemezse, bu tamamen benim suçum ola-caktı.

75

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Ertesi sabah, Şampiyonlar Kahvaltımız sırasında bir kez daha Troo'yu ikna etmeye çalıştım. "Sana söylüyorum, Ras-mussen öldürecek kadar öfkelenmişti ve beni öldüremeyince, benim yerime Wendy'i öldürmeye çalıştı." Süt bozulmuştu, bu nedenle mısır gevreğini kuru yedik. Ev, Nell'in odası bile, adını tam olarak koyamadığım bir şey kokuyordu. Hayvanat Bahçesinde duyabileceğiniz bir kokuydu bu.

Troo, Willie O'Hara'nın yaptığı gibi, kaşığı burnuna ya-pıştırmaya çalışıyordu. "Biliyor musun, bana giderek daha çok Snake Pit (Yılan Deliği) filmindeki Virginia Cunningham'ı hatırlatmaya başlıyorsun."

Troo'nun bu yaptığı büyük bir adilikti. Hayal gücüm ne-deniyle sonumun öyle olmasından endişe duyduğumu bili-yordu. Deliler bir sürü şey hayal ederdi. Virginia Cunningham da hayal etmişti ve bu nedenle onu o akıl hastanesine kapat-mışlardı ve gayet temiz olmasına rağmen, beyaz gömlekli adamlar ona bütün gün sıcak banyo yaptırmışlardı. Yalnızca bir saniye için hışımla geri dönüp, Hall'ın yaptığı gibi, Troo'-

77

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ya bir tane patlatmak istedim. O kaşığı, küçük güzel burnun-dan devirip atmak istedim.

Böyle bir şeyi düşünebildiğime göre, korkunç bir insan olmalıydım. Neyse ki benden önce davrandı. Kaşığı attı ve "Haydi, canım top oynamak istiyor. Oraya son giden şeref-sizdir."

viet Sokağı Okulu evimizin tam karşısındaydı. Mahal-ledeki Katolik olmayan çocuklar, bu okula gidiyordu. Ama yaz aylarında, belediye Çocuk Bahçesinde bir program düzen-liyordu ve buna, hangi ülkeden ve dinden olurlarsa olsunlar, bütün çocuklar katılabiliyordu.

Salıncaklar, tırmanma barları ve basketbol sahaları var-dı. Asfaltın üstüne sarı boyayla dört tane kare ve seksek çi-zilmişti. Ayrıca bütün gün boyunca, köşe kapmaca veya sak-lambaç gibi koşmalı oyunlar ya da topla yakan top, istop gibi çeşitli oyunlar oynayabilirdiniz. Öğleden sonra yorulduğu-nuz zaman, üzerine satranç tahtası boyanmış yeşil bankta oturup, diğer herkesin terlemesini izleyebilirdiniz.

Bir de, Vliet Sokağı'ndan olmayıp her yıl ortaya çıkan Çocuk Bahçesi danışmanları vardı. Örneğin Bobby Brophy ile Barb Kircher. Bobby, Çocuk Bahçesinin patronuydu ve Barb da yardımcısıydı. Bobby, jimnastik öğretmeni olmak üzere üniversiteye gidiyordu ve bu nedenle bizimle top oyna-maya bayılıyordu. Barb ponpon kız olmak ve Bobby gibi bi-

78

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

riyle tanışmak için üniversiteye gittiğini söylüyordu. Barb son derece cesurdu. Aynı zamanda kordon yapmada ustaydı ve biz çocuklara, uzun plastik bir maddeyi örerek nasıl anah-tar veya istediğimiz bir şey takabileceğimiz bir tür kolye hâline getirebileceğimizi ve herhangi bir döpiyes ile nasıl takabile-ceğimizi göstermişti. Troo bunu çok beğenmiş ve giysilerine döpiyes demeye başlamıştı. Troo'yla benim yaklaşık elli tane kordonumuz vardı, o kadar seviyorduk. Cafcaflı renklerine ve özellikle de temiz kokularına ve dokunmaya bayılıyorduk. Dokununca kaygan ve serin bir his bırakıyordu. Bobby'nin okulun arkasında bulunan ve sadece danışmanların girebil-diği barakaya girmesine ve bir iki gün gibi görünen bir süre sonra arkasında renkli hamurlarla dışarı çıkmasına dayana-mıyorduk. Çıkınca ellerinden birini seçmemizi ister ve bunu yapıncaya kadar hamurları bize vermezdi. Bobby gerçekten çok espriliydi.

Ağustos ayının sonunda, mahalle arasında düzenlenen gazozlu, yiyecekli ve müzikli büyük bir yaz partisinde, Çocuk Bahçesinin Kralı ve Kraliçesi seçilirdi. Geçen yaz, Vliet So-kağı'nda daha henüz bir yıl bile yaşamamışken, Troo Kraliçe seçilmişti. Troo, işte bu kadar dışa dönüktü. Onu o kadar kıs-kandım ki, tam bir hafta onunla konuşmadım, (Özür dilerim, Baba.) Bu sene daha dışa dönük olmak gibi bir planım var, böylece belki ben de Kraliçe seçilebilirim.

Tabii, rüzgâr gibi uçma hızımla, Troo'yu Çocuk Bahçe-sinde yendim ve tabii benim şerefsiz olmamla ilgili hiçbir şey söylemedi.

79 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Ben salıncakta sallanmaya başlamıştım ki, Troo yanıma geldi ve, "Bakın bakalım kim gelmiş..." diyerek tırmanma barlarını işaret etti.

Wendy Latour barların üstüne yatmış, vişneli dondurma yalıyordu. Başında yarı düşmüş kocaman bir sargı bezi vardı.

"Ne fark eder," dedim. "Ölmemesi, Rasmussen'in onu öldürmeye çalışmadığı anlamına gelmiyor."

"Hey, bir süredir ikinizi görmüyordum," dedi danışman Bobby ansızın ortaya çıkarak. O kırmızı plastik toplardan bi-rini bana doğru sektirdi. "Hızlı Susie ile Mary Lane sizi arı-yor. Seksek oynamak istiyorlar."

Bobby Brophy, asker tıraşlı kum renkli saçları, mavi göz-leri ve yanık teninde, yazı kâğıdından daha beyaz olan dişlerini ortaya çıkaran gtilümsemesiyle çok hoş görünüyordu.

"Wendy Latour'un başına gelenleri duydun mu?" diye sordum ona. "Birisi onu Spencer'lerıin mahzenine inen mer-divenlerden itti ve ambulansla hastaneye gitmek zorunda kal-dı."

Troo, bana dönüp burnundan soludu. "Spencer'lerin mah-zenine inen merdivenlerden düştü."

Bobby dönüp tırmanma barlarına baktı. "Sanki yeterin-ce problemi yokmuş gibi."

İlk bakışta, muhtemelen çok kara ve sıska olduğu için onu fark etmemiştim, ama Mary Lane, Wendy'nin hemen al-tında bara tutunmuş sallanıyordu. Beni görünce aşağıya at-ladı ve çeşmenin yanında, kollarını tanımadığım daha büyük bir oğlanın boynuna dolamış olan Hızlı Susie'nin yanına

80

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA İSLIK ÇALMAK

koştu. Mary Lane, Hızlı Susie'ye bir şeyler söyledi ve Troo'-yla beni işaret etti.

"Biraz sonra bir oyuna ne dersin, Sally?" diye sordu Bobby.

Son zamanlarda bana satranç oynamayı öğretmeye baş-lamıştı. Damaya benzeyebilecek gibi görünmesine rağmen, hiç benzemiyordu. Onunla satranç oynamayı çok seviyor-dum. Bacaklarını aşağı yukarı sallamasını, üşümüş gibi elle-rini ovuşturmasını ve sanki benim vezirimi almak bu kadar kafa yorarken alnında ince çizgiler oluşmasını.

"Çok iyi olur," dedim. "Anlaştık." Bobby güldü, çünkü neredeyse her zaman

gülüyordu, işte bu kadar neşeli ve enerji doluydu. Sonra, atı-cıya ihtiyaçları olduğu için bağırarak onu çağıran çocukların bulunduğu beysbol sahasına ilerledi. Bobby ne kadar iyi bi-riydi. Mahalledeki yaşıtlarından ne kadar farklıydı. Birisiyle gerçekten flört edecek kadar büyüdüğüm zaman, Bobby'nin yaşadığı doğu yakasına giden otobüse binmeyi planlıyordum. Batı yakasındaki çocuklar, bela olabiliyordu.

Mary Lane yanımıza geldi ve elimdeki kırmızı lastik topu düşürttü. "O salak Bobby sizinle ne konuşuyordu?"

Hızlı Susie, Mary Lane'in yanında duruyordu ve ellerini kalçalarına koymuştu. Bobby'nin arkasindan-oldukça uzun boylu olduğu için sırtı da uzundu-bakarak ıslık çaldı, huut huu, ve, "O kediyi yataktan atmazdım," dedi.

"Sen ne zaman kedi aldın?" diye sordum. Hızlı Susie dönüp yüzüme baktı ve başını iki yana sal-

81

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

layaralc, "Tanrım, anlayışın ne kadar kıt, O'Malley. Yoksa se-nin jetonun köşeli mi?" dedi ve sonra beni sarı kutuya doğru çekti. "Anladın mı?" dedi. "Kare. Köşeli." Kutuyu işaret etti. "Köşeli." Sonra beni işaret etti. "Anladın mı?"

Hızlı Susie devamlı olarak benimle bu şekilde dalga ge-çiyordu, çünkü esprilerinin çoğunu anlamıyordum. Troo, bu-nun nedenini Hızlı Susie'nin çok entelektüel olması, benim hiç de çok entelektüel olmamama bağlıyordu. Onunla aynı fi-kirde olmak durumundaydım, çünkü kendimi hiç de entelek-tüel hissetmiyordum ve olsaydım hissedeceğimi düşünüyor-dum. Troo'nun bu yeni kelimeleri hangi cehennemden buldu-ğunu merak ediyordum. Korkunç bir şekilde Fransız bir kütüp-haneciye benzemeye başlıyordu.

Hızlı Susie, servis kutusuna girdi. "Sara Heinemann'm annesinin onu süt almaya Delancey'e gönderdiğini duydunuz mu? Bilin bakalım sonra ne oldu?" Kırmızı topu bana attı, saçları her yöne dağıldı, güneş yeni cilalanmış bir araba gibi üzerinden kayıp gitti.

"Ne?" dedim ve topu gerisin geriye ona fırlattım. "Sara ortadan kayboldu. Puf!" Hızlı Susie topu yakaladı,

havaya attı ve geri gelmesini beklerken, "Sana birini hatırla-tıyor mu?" diye sordu.

Dottie Kenfıeld'den bahsediyordu, ama bunu söylemek istemiyordum, çünkü söylemek, olayı daha gerçek hâle geti-riyordu.

"Hava kararıp da Sara eve gelmeyince," diye devam etti Hızlı Susie, "Bayan Heinemann polisleri arayıp, aramalarını

82

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA İSLIK ÇALMAK

istemiş. Her yerde oııu arıyorlar." Mary Lane sarı bir şey yemiş olmalıydı, çünkü bana di-

lini çıkardığında, Hayvanat Bahçesindeki iguananın diline benziyordu. "Sana söylemiştim," dedi.

Hızlı Susie, "Ve bunun ne anlama geldiğini biliyorsun, değil mi?" diye sordu. Topu bıraktı, Mary Lane 'in yanina yü-rüdü ve ellerini onun boğazına dolayarak boğmaya başladı. Hepsi güldü; ben hariç. Hızlı Susie'nin muhtemelen haklı ol-duğunu herkesten iyi biliyordum. Sara Heinemann herhâlde ölmüştü. Ve onu hiç bulamayabilirlerdi, çünkü bahse girerim ki Bayan Heinemann'in kızının boğulmuş cesedini gidip ara-maları için aradığı polislerden biri Rasmussen'di; katilin ve tecavüzcünün bizzat kendisi.

Barb'la kordon örerek, Bobby'yle satranç oynayarak ve bütün Çocuk Bahçesinde yakan top oynayarak geçirdiğimiz uzun bir günün sonrasında, Nana'nın mükemmel lazanyasin-dan yemek üzere Fazio'lara yöneldik. Akşam yemeği sıra-sında T'roo ile Nana, aktör Rock Hudson hakkında saçma sa-pan konuştular. Troo'yla ben, Hızlı Susie'ye bulaşıkları ku-rulamada yardım ettikten sonra oradan ayrıldık ve eve yü-rürken pek konuşmadık, çünkü ikimiz de, güzel kokular olan ve sanki şehir merkezinin trafiğini idare edermiş gibi havada savrulan kollar bulunan o güzel İtalyan mutfağını bırakmak zorunda kaldığımız için pişmandık.

83

tarama: Pride düzenleme: Nygr

Evimizin kapısının ardına kadar açık olduğunu gördük, ama üst kata, "Merhaba! Evde kimse var mı?" diye seslendi-ğim zaman evde kimse yoktu. Hall kesinlikle çekip gitmişti. Bunu, Annem ölmek üzere olduğu için yaptığını anlamıştım. Aslında bu da pek doğru sayılmazdı, zira Annem hastaneye gitmeden önce, Hail'la Annem kavga ediyor ve Tanrı'nın adı-nı boş yere ağızlarına alıyorlardı. Bu nedenle, ölmesi onun umurunda bile olmazdı.

Troo'yla ben yıkanma zahmetine bile girmedik, çünkü en son denediğimizde su ılık ve turuncu akmıştı. Yalnızca giysilerimizi çıkarttık, yataklarımıza uzandık ve komşuları-mızın verandasmdaki salıncağın gıcırtısını dinledik. Bay Ken-fıeld yazın hemen her gece orada tek başına oturuyor, sadece sallanıyor ve sigara içiyordu. Ses ve koku hep yatak odamı-zın penceresine geliyordu ve bana yalnızlığı hatırlatıyordu. Özellikle bu gece, çünkü ben ve Troo yalnız başımızaydık ve bundan sonra hep böyle olacakmış gibi görünüyordu.

Troo yüzüstü döndü ve tişörtünü yukarı çekerek bana, kendimi bildim bileli her gece yaptığım gibi, sırtını ovmamı istediğini belirtti. "Hızlı Susie'ye neden Hızlı Susie dendiğini biliyor musun?" diye sordu.

O öğleden sonrayı düşündüm. "Yakan top oynarken ta-kımında bulunması gereken mükemmel biri olduğu için mi?"

Troo, "Hayır," diyerek güldü. "Oğlanların biraz seks yap-masına izin verdiği için."

Hızlı Susie benden üç yaş büyüktü. On üç yaşındaydı. Genç kız olmuştu. O kadar büyüdüğünüz zaman değişik şey-

84 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

ler oluyordu. Biraz seks yapmak bunlardan biri olmalıydı. "Hızlı Susie ikinci kaleye geçiyor," dedi Troo. Neden bahsediyordu acaba? Herkes Susie'nin beysbolü

sevmediğini biliyordu ve seksin beysbolla ne alakası vardı? "Hızlı Susie ikinci kaleye geçiyor derken ne demek istiyor-sun?"

Bir an için, beysboldan bu şekilde bahsedince Troo'nun Babam ve Paulie dayımla birlikte maçtan eve dönemediği günü hatırlamasından korktum. Kazadan hemen sonra, Troo'-ya ne olduğunu sormaya çalışmıştım. Babam nasıl olup da karaağaca çarpmıştı? Dikkat etmiyor muydu? Fakat Troo, kazadan sonra uzun süre kimseyle konuşmamıştı ve şimdi bu konuyu açmaya kalksam, ya sinirlenirdi ya da beni duy-mazlıktan gelirdi.

"İkinci kaleye geçmek, bir oğlanın memelerine -bu gö-ğüs için kullanılan başka bir kelimedir-dokunmasına izin vermektir," dedi Troo.

"Haaa..." İğrenmemiş gibi davranmaya çalıştım. Daha entelektüel olmaya çalıştım. "Birinci kale de olacak mı?"

Troo boylu boyunca yanıma uzandı. "Fransız öpücüğü birinci kaledir. Yani oğlan dilini senin ağzına sokar."

Göğüslerim büyüdüğü zaman, birinin dokunmasına ya da ağzımda Fransız öpücüğü yapılmasına asla izin vermeye-cektim.

"Ya üçüncü kale?" diye sordum. Braves takımının üçücü kalecisi ve Babamın favorisi Eddie Mathews'du. Gökyüzü Kralımla birlikte radyodaki maçları dinlemeyi gerçekten öz-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

lemiştim. Elinde birası, kucağında kızı Sal. Aslında beysbol-dan pek anlamıyordum, ama o beysbola tapıyordu. Ben de Babama tapıyordum. Çiftliğin verandası her zaman, tarlada geçirdiği zor günün kokusunu taşırdı ve radyonun üzerindeki sarı ışık, Hank Aaron sayı yaptığı zaman Babamın heyecanlı yüzünde parlardı ve Babam koltuğundan fırlar, kızı Sal yere düşerdi. Özellikle öldüğü yaz. Çünkü o yaz Braves takımı şam-piyonluk karşılaşmalarına katılacaktı, demişti ve gidip tuzlu fıstıkla, hardallı ve turşu çeşnili sosisli sandviç yiyecektik. Bun-lar benim kesinlikle en çok sevdiğim şeylerdi.

"Üçüncü kale, oğlanın orana dokunduğu zamandır." Troo, çamaşırımı işaret ediyordu.

Hiç kimsenin orama dokunmasına izin vermeyecektim. "O hâlde sayı yapmak, seks yapmak anlamına mı geli-

yor?" diye sordum, sonunda olayı kavrayarak. "Evet, sayı yapmak, seks yapmak demek." Asla. Troo, "Junie'ye tecavüz edildiğini biliyorsun, değil mi?"

diye sordu. Döndü ve parmaklarını piyano çalarmış gibi boy-numda gezdirdi.

Junie'yi bir arkadaş gibi tanımıyordum. Fakat onu bazen Çocuk Bahçesinde görüyordum ve gerçekten çok şirin birine benziyordu. Kordon yapmayı benim kadar seviyordu ve çok başarılıydı.

Troo, "Tecavüze uğramanın ne demek olduğunu biliyor musun bari?" dedi.

"Hayır." Yüzümü yastığa gömdüm ve Aqua Yelva ko-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

kuşunu alıncaya kadar bastırdım. "Hızlı Susie, bir kızın tecavüze uğramasının, birisinin

cinsel organına dokunması ve canını gerçekten çok fazla acıt-ması anlamına geldiğini söyledi. Ve kız istemese de, oğlanın zorla seks yapması demekmiş."

Başımı çevirdim ve pencereden Dottie'nin odasına bak-tım. Hayaleti ağlamaya başlamıştı.

"Sally?" Troo çarşafı başımızın üstüne çekerek fısıldadı. "Efendim?" "Duyuyor musun?" "Dottie'nin hayaleti." Troo birkaç santim daha yaklaştı. "Bu gerçekten çok kö-

tü bir şey olurdu." Dottie'nin ortadan kaybolmasından mı, yoksa Junie'nin

başına gelenlerden mi bahsediyordu, emin olamadım. Fakat önemli değildi, çünkü ikisi de gerçekten çok kötü şeylerdi. "Sa-na bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Bunu biliyorsun."

Rasmussen'in, Junie istemediği hâlde ona dokunmuş ol-masını aklımdan çıkaramıyordum. Kim bilir, ne kadar kork-muştu. "Bundan emin misin?" diye sordum. "Tecavüz kısmın-dan?" Sırtını ovmayı bıraktım, çünkü o anda tenlerin birbiri-ne değmesi biraz midemi bulandırdı.

"Hızlı Susie, adamın Junie'ye tecavüz ettiğini ve onunla seks yaptığını, işi bitince de, çamaşırını boynuna doladığını ve artık nefes alamaymcaya kadar çektiğini söylüyor."

Troo uykuya daldıktan sonra, karanlıkta öylece yattım ve umutsuzca Hızlı Susie'nin yanlış biliyor olmasını dileye-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

rek, Dottie'nin hayaletinin ağlamasını dinledim. Çünkü bili-yordum ki, eğer birisi beni dinlemezse, birisi Rasmussen'i he-men durdurmazsa, Junie Piaskowski ile benim, kordon sev-gisinden çok daha fazla ortak yanımız olacaktı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Haziran sonuna göre çok sıcaktı, olması gerekenden çok daha sıcaktı. Ethel, bu kadar sıcağın ve nemin, ona doğup büyüdüğü Mississippi'yi hatırlattığını söylüyordu. Troo'yla ben, her Çarşamba yaptığımız gibi, bu sabahı, Ethel'in uzun zamandan beri baktığı Bayan Galecki'ye iyi davranarak ge-çirmiştik. Bunu yapmamızın nedeni, Ethel'i çok sevmemizin yanı sıra, Eylül ayında okula döndüğümüz zaman Rahibe Imelda'nın "Yazın Yaptığım Hayır İşleri" başlıklı hikâyele-rimizi yüksek sesle okutacak olmasıydı. Olan bitenler yüzün-den bir süre hikâyem üzerinde çalışamamıştım, bu nedenle kendi kendime, Hall burada olsa bile bu konuyla ilgilenece-ğime söz verdim. Hall'ın ne zaman gelebileceğini kestirmek giderek zorlaşıyordu. Eve geldiğinde de, Mary Lane'in dedi-ği gibi "zil zurna sarhoş" olduğunu anlayabilirdiniz.

Ethel'e yardım etmeyi bitirdikten sonra Ethel bize, her zaman yaptığı gibi, birer tane fıstık ezmeli ve şekerlemeli sandviç verdi ve Troo'yla birlikte Hayvanat Bahçesine, Samp-son'un beslenmesini seyretmeye gittik. Bu da her Çarşamba

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yaptığımız bir şeydi. Bütün parkın arkasından geçen Honey deresinden yeni

çıkmıştık ve çıplak bacaklarımız havanın serinliğini ve gü-zelliğini hissediyordu. Troo son zamanlarda, Hail kanepede sızdığı zaman cebinden çaldığı L&M lerle sigara içmeye baş-lamıştı. Ayrıca, başına takmak için, bere dediği düz ve küçük bir Fransız şapkası da bulmuştu. Troo her türlü şapkaya deli oluyordu. "Düşünüyorum da," dedi sigarasını yakarak.

"Neyi?" Hayvanat Bahçesinde en sevdiğimiz ağaca tır-manmıştık ve sandviçimi yerken, hayranlıkla Sampson'u sey-rediyordum. Troo kendininkini gelirken yolda yemişti.

"Sara Heinemann'in kaybolmasını." Troo sigarasından bir nefes aldı ve bazen Annemin yaptığı gibi, dumanı bur-nundan içeri çekti. "Buna Fransız nefesi deniyor." Öksürdü ve tekrar yaptı. "Hızlı Susie'nin haklı olduğunu düşünüyorum. Sa-ra'nın da Juııie gibi öldürüldüğüne ve tecavüze uğradığına inanıyorum."

Ben de Sara'mn öldürüldüğüne ve tecavüze uğradığına inanıyordum ama Troo'y la aynı fikirde olduğumu söyleyerek onu korkutmak istemiyordum. Ayrıca, tıpkı Junie'de olduğu gibi, bunu Rasmussen'in yaptığını düşunüyordum- hayır, bi-liyordum. Ve Wendy'i Spencer'lerin mahzenindeki merdiven-lerden ittiğini de biliyordum, çünkü o gece dışarısı son derece karanlıktı ve muhtemelen iş işten geçinceye kadar Wendy ol-duğunu fark edememişti. Muhtemelen devam edip Wendy'i öldürmemesinin nedeni, mongol birisinin, sıralamada onu gös-teremeyeceğini bilmesiydi. Filmlerde, tutuklandığınız zaman

90 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

böyle yapılıyordu. Troo sigarasını yere fırlattı ve sürünerek kendi bulun-

duğu daldan benimkine geçti. Sampson'u işaret etti ve şaşır-mış bir ifadeyle, "Aa, bak, Sally!" dedi. Başımı çevirince, elimden sandviçimin kalan yarısını kaptı ve ben durdurun-caya kadar ağzına tıktı.

"Troo!" Troo sırıttı ve ağzı doluyken, "Junie'nin gölün kenarın-

da nasıl bulunduğunu hatırlıyor musun?" diye sordu. Cevap vermedim, çünkü kızmıştım. O fıstık ezmeli ve

şekerlemeli sandviçimin kalanını yemeği çok istiyordum. "Belki de Sara'yı da Junie'yi kaçıran adam kaçırdı," de-

di Troo parmaklarını örgüme dolayarak. Bu, onun özür dile-me şekliydi. "Eğer Sara'nın cesedini bulabilirsek, belki bize ödül verirler ve Mary Lane kendi çıkarttığı yangın için itfai-yecileri çağırdığı zamanki gibi, belki bizim de gazetede re-simlerimiz çıkar."

"Bunu yapan Rasmussen, Troo. O adam Rasmussen." Bana inanmadığı için bezmiş bir şekilde elini itekledim.

Sampson'un saat ikideki beslenmesini izlemek için bir-kaç kişi daha gelmişti. Çocukları olan tanımadığım iki kadın. Ayrıca, Wendy'nin ağabeylerinden biri olan Artie Latour. Ar-tie benden iki yaş büyüktü ve gerçekten de saçmalık derece-sinde uzun boyluydu. Gırtlak çıkıntısı o kadar büyüktü ki, sizinle konuşurken onun boynuna bakmaktan, çiftlikteki silo gibi aşağı yukarı hareket eden o şey karşısında hipnotize ol-maktan kendinizi alamazdınız. Ayrıca, Artie'nin doğuştan

91 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

tavşan dudağı vardı. Bunların ve yürürken ayak parmaklarını içeri basmasının dışında dikkati çeken başka bir özelliği yoktu.

Troo, benim peşimden ağaçtan indi ve Sampson'un ka-fesinin önünde duran Artie'nin yanma gitti. Aslında kafes bi-le değildi. Sampson, kışın maymunlar evindeki kafesinde ka-lıyordu. (İçler acısı.) Ama yazın, dışarıda durmayı seviyor-du ve bulunduğu yerde büyük portakal kayalıkları, küçük bir su havuzu ve yan tarafta, sıcaktan kaçarak sığınabildiği ve huzur içinde yemeğini yiyebildiği bir gölgelik alan vardı.

"Artie!" diye seslendi Troo. Herhâlde duymadı, çünkü ağabeyi Reese, bütün dünya-

daki en büyük kabadayıydı. Reese sürekli olarak Artıe'yle uğraşıyordu ve geçen sene, Çocuk Bahçesinde Savaş Gemisi oyununda Artie'ye yenilince, Artie'nin başının yan tarafına bir tane patlatmıştı. Artie'nin kulağı şeftali kadar şişmişti ve şimdi bazen, çok iyi duyamıyordu.

"Artiiieeee!" diye bağırdı Troo. Artie siyah demir parmaklıklardan geriye sıçradı. Kim

olduğunu görünce, yüzü kıpkırmızı oldu. Artie, Hızlı Susie'-nin ifadesiyle Troo'ya "abayı yakmıştı."

Artie'nin yanına giderek, "Wendy iyi mi?" diye sordum. Artie omuzlarını silkti, "Birkaç tane dikişi var." Wendy'ye

hep geri zekâlı diyen Reese'in aksine, Wendy'e mükemmel bir şekilde ağabeylik ediyordu. Reese Latour sonunda cehen-neme gidecekti, bu konuda bir milyon dolar bahse girebilir-dim.

Sampson muz yiyordu ve yerken şarkı söylemiyordu, o

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Latour oğlanlarından çok daha kibar davranıyordu. Troo, bir-kaç gece önce, kendisiyle aynı sınıfta olan Mimi Latour'un yardımıyla bizi gizlice akşam yemeğine sokmuştu. Latour '-larda, büyük cam bir kâsede bulunan ve Annemin ton balıklı fırında makarnasına su dökemeyecek olan etli ve sebzeli bir yemek vardı. Ayrıca, büyük bir ekmek stoğu, yağ ve erimiş te-beşire benzettiğim bir tada sahip olan süt tozundan yapılmış süt vardı. Reese Latour, bütün yemek boyunca Troo'ya baktı ve ona, sanki vişneli turtaymış gibi devamlı olarak gülümse-di.

Artie, hiç umurunda değilmiş gibi sordu, "Dört Tem-muz'da ne yapıyorsun, Troo?"

Sampson'u besleyen adam, Mary Lane'in babasıydı. Yi-yeceklerin bir kısmını eve götürüp, Mary Lane'e vermesi ve böylece onun artık dünyadaki en sıska çocuk olmamasını sağ-laması gerektiğini düşünüyordum.

"Dördü mü?" dedi Troo. "Çin'deki çayın tamamını ver-seler, Sally ve ben bisiklet gösterisini kaçırmayız." Artie'ye göz kırptı ve Artie o kadar heyecanlandı ki, gırtlağındaki çı-kıntı, sakızını yutmasına neden oldu. Bisiklet süsleme yarış-masında Troo'nun ardından ikinci olmuştu ve Boys' Life dergisine abonelik kazanmıştı. Troo ise, bisikleti için yeni bir süs seti ile Beşlik Onluk Dükkânından beş dolarlık bir serti-fika kazanmıştı, çünkü bisiklet süsleme yarışmasının spon-soru Kenfıeld'in Beşlik Onluk Dükkânıydı... İhtiyacınız Olan Her Şey Bizde Var!

Artie kötü olan kulağını çekti, bunu her zaman yapıyor-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

du, çünkü yarış atları gibi biraz gergindi. "Sara Heinemann'-m kayıp olduğunu duydunuz mu?"

Troo kollarını demir parmaklığa dayamış, Bay Lane'in Sampson'a öğle yemeğini atmasını izliyordu. "Evet."

"Bu sabah polisler geldi ve kapılarımızı kilitlediğimiz-den emin olmamızı istedi." Artie pantolonunun paçalarını sı-yırdı. Herhâlde bizim yaptığımız gibi, Honey deresine girip serinleyecekti. "Sen ve Sally dikkatli olmalısınız. Annem, so-kak lambaları yandıktan sonra kız kardeşlerimin tek başlarına sokağa çıkmalarına izin vermeyeceğini söylüyor. Güvenli ol-madığını düşünüyor. Ortalıkta birkaç tahtası noksan olan bir delinin dolandığını söylüyor."

Ben Sampson'a bakıyor ve herkesi nasıl koruyabilece-ğini düşünüyordum. Kocaman ellerinin ve siyah kıllı kolları-nın başınıza kötü bir şey gelmesini nasıl engelleyebileceğini düşündüm. Sonra, sanki ne düşündüğümü anlamış gibi, bana baktı ve el salladı. Ben de ona el salladım.

"Kes şunu," dedi Troo ve elime vurup indirirken, kimse bakıyor mu diye etrafına bakındı. Küçük Fransız şapkası gö-zünün üstüne düştü ve Troo geri itti. "Sana merhaba demiyor. Tanrı aşkına, o sadece bir sineğe vuran bir goril."

"Hayır, Troo," dedim, parmaklıkların üzerinden Samp-son'a mümkün olduğunca uzanarak. Onun yumuşak tüylerini okşamayı o kadar istiyordum ki. "O bir gorilden çok çok daha fazlası." Ona bir kez daha el salladım ve buna karşılık olarak, Sampson mağaranın ucuna doğru koştu ve gözlerimin içine ba-karak, tekrar tekrar göğsüne vurdu. "O muhteşem bir yaratık."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

"Yazın Yaptığım Hayır İşleri" Yazarı: Sally Elizabeth O'Malley

Bu yaz hemen hemen her Çarşamba günü ben ve Troo-bu Trooper'in kısaltılmışı, herkesin sandığı gibi Trudy'nin değil-Bayan Galecki'nin evine gittik. Troo'nun gerçek adı

Margaret, babamız, ölmeden önce AmbersonTarm arka bah-çesinde paslı çiviye basıp aşı olması gerektiğinde hiç ağlama-dığı için ona o adı, yani Real Trooper (Gerçek Süvari) adını verdi. Sonra bütün aile ona Trooper demeye başladı, sonra da bunu söylemek çok zaman aldığı için, Troo diye çağırma-ya başladık. Ona Dâhi Troo da diyorum, çünkü o gerçekten, gerçekten çok akıllı. Yedi yaşındayken, bütün eyaletlerin baş-kentlerini biliyordu. Sonuçta, Troo'yla ben neredeyse her Çar-şamba günü Bayan Galecki'nin evine giderek Ethel'in ona bakmasına yardım ediyorduk. Ethel, Bayan Galecki'yi sırtın-da taşıyıp, siperli verandadaki tekerlekli sandalyesine bindi-rince, ben ona kitap okuyordum. Bayan Galecki burada üvez-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

lere bakmayı çok seviyordu. Biraz dengesizdi ama hâlâ çok akıllıydı. Damarlarında sertleşme olan ve bir süre kendisine Büyükanne Marie Antoinette dedirten diğer büyükanneme hiç benzemiyordu. Bu, Babamın anııesiydi. Öldü. İki Büyük-babamız da öldü. Şimdi de Annemiz ölüyor. Troo'la ben 59. Sokak'ta yaşayan Büyükannemi ziyaret ediyorduk. O henüz ölmemişti, ama her an yaklaşıyordu. Seksen dört yaşındaydı ve artık eğilemiyor veya markete gidemiyordu. Ayrıca kireç-lenmesi ve çarpıntısı vardı, bu nedenle yere düşen şeyleri onun için kaldırmak ve onun iç çamaşırlarıyla Paulie dayımın çorap-larını katlamak zorundaydık. Paulie dayımın aklı, beyni hasar gördüğü için pek yerinde değildi, bu nedenle Büyükannemle yaşamak zorundaydı, böylece Büyükannem ona göz kulak olabiliyordu. Şimdi size yaptığım bir başka iyilikten bahse-deyim. Anneme mektup yazdım. Kapıları kırmadığınız tak-dirde, çocukların hastaneye girmesine izin vermiyorlardı. Bu nedenle mektubu postaya vermem gerekiyordu, fakat pul ala-cak param yoktu. Bulur bulmaz yollayacaktım.

SE VGİLİ ANNECİĞİM, KENDİNİ NASIL HİSSEDİYORSUN? BURALAR-

DA ÇOK ŞEY OLUYOR. BABAM, SANA SENİ AFFET-TİĞİNİ SÖYLEMEMİ İSTEDİ. SENİ ÇOK ÖZLEDİM. LÜTFEN EVE GEL.

TANRI YARDIMCIN OLSUN,

KIZIN, SALLY O'MALLEY

96

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

İşte, o gece, Troo banyodan çıkmadan ve Nell, Babamla birlikte maçlardan evvel, sözleri "Özgürlerin ülkeeeesi ve... Cesurların vatanı..." şeklinde biten "Amerikan Milli Marşı-nı" söylediğimiz Eyalet Stadyumu'nun yanındaki bira fabri-kası gibi kokarak eve gelmeden önce bunları yazdım.

Nell, yatak odamızın kapısına dayanmıştı. "Siz ikiniz sabahtan beri neredeydiniz?" Biraz önce bizim sokakta ko-şarken Hall'1a karşılaştım, son derece sinirliydi ve zurna gibi sarhoştu. Nell, muhtemelen babasından miras kalan çatlak ses tonuyla konuşuyordu.

Troo çarşafı başına çekti ve, "Ah, kes sesini Nell. Burada güzellik uykumuzu uyumaya çalıştığımızı görmüyor musun?"

Yatağa doğru gelirken Nell'in ayağı takıldı, tekme attı ve duvara en yakın yerde yatan Troo'yu yakalamaya çalıştı. "O sivri dilini Allah kahretsin, Troo O'Malley."

"Siktir git," dedi Troo çarşafın altından. "Cehennem ol git, tamam mı? Hızlı Susie, Troo'ya bu küfürü yeni öğret-mişti ve Troo buna bayılmıştı, çünkü s harfiyle başlayan bü-tün kelimeleri her zaman çok sevmişti.

Nell çarşafa vurmaya devam etti ve Troo daha yoğun bir şekilde ve daha yüksek sesle gülmeyi sürdürdü. Sonunda Nell pes etti ve bana vurdu, çünkü ben daha yakındaydım. "Bu, kız kardeşin için küçük bir hediye. Benim yerime ona verir-sin, değil mi Sally'ciğim? Bu arada, seni mankafa"—kırmızı ojeli sivri tırnaklarını omzuma batırarak—"aktörün adı Earl Flynn değil, Errol Flynn." Sonra Nell sendeleyerek odadan çık-tı ve bizim yatağın üstünde asılı olan haçın tren gibi sallan-

97

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

masına neden olacak şiddetle odasının kapısını çarptı. "Ne sıkıcı," dedi Troo, hâlâ çarşafın altında gülerek. Elimi, ağzı olduğunu düşündüğüm yere koydum ve,

"Şşşş!" dedim. Hall ön basamaklardan yukarı çıkıyordu. Şarkı söylü-

yordu. Ve düşüyordu. Sonra tekrar ayağa kalkıyordu. Troo'-nun yanina, çarşafın altına girdim. Bir an için her şey sessiz-leşti ve sızmış olabileceğini düşündüm, bu nedenle elimi Troo'nun ağzından çektim. Fakat o anda Hall, merdiven sahan-lığının üstündeki ön kapıya tosladı, piyanoya çarptı ve ellerini anahtarların ucuna hızla çarpıp koridorda korkunç, kulak tır-malayıcı bir ses yankılanınca, "Tanrı aşkına!" diye haykırdı.

Salondan geçiyordu. Yemek odasının tabanı gıcırdadı. homurdanma ve şarkı sesleriyle, parke zemine saçılan şey-

lerin sesini duyabiliyordum. Sonra bir anda durdu. İşte ora-daydı. Tıpkı Nell'in yaptığı gibi, yatak odamızın kapısına da-yanmıştı. Bira kokusunu alabiliyordum. Troo elimi yakaladı ve bütün gücüyle sıktı.

Sonra Hall yine şarkı söylemeye başladı. "Doksan do-kuz bira şişesi rafın üstünde... Doksan dokuz bira şişesi. İç-lerinden biri yere düşerse... şu işe bakın. Kim varmış burada?" diyerek üstümüzdeki çarşafı çekip aldı. Üzerimizde sadece kü-lotlarımız vardı.

Karanlıkta, sanki birisi kovalamış gibi nefes alıyordu ve hareket etmeye ya da gözlerimizi açmaya cesaret edemedik. Ancak sonunda Troo, "Uyuyoruz, Hall. Çık dışarı ve bizi ra-hat bırak," dedi.

98

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Hall benim üzerimden eğilip, tek eliyle Troo'yu yatak-tan çıkardı.

Bira şişesini yere attı ve şişe çıplak zeminde kendi etra-fında dönüp durdu. Troo'yu yatak odasının duvarına daya-dı, onu sanki bir resim gibi asmak istermişçesine tutuyordu. "Sen biraz önce ne dedin?"

Troo dilini çıkardı ve Hall bağırdı, "Sakın ha..." dedi ve Troo'yu duvardan çekip defalarca duvara çarptı.

Onu durdurmazsam, Troo'nun canını çok acıtacağını bi-liyordum. Hall'ı daha önce de sarhoşken bu hâlde görmüştüm. Yan evde oturan Bay Hopkins'in dudağını şişirmiş ve yere düşünce tekmelemişti.

"Hall?" dedim yumuşak bir ses tonuyla ve bacaklarımı yataktan sallandırdım.

Hall cevap vermedi. Nefes alışı daha da hızlandı ve Troo'-nun kolları giderek daha çok kızardı.

"Doksan dokuz bira şişesi rafın üstünde..." diye şarkı söylemeye başladım. Hall, Troo'nun yüzüne aşırı derecede yaklaşarak, "Annen artık burada olmadığından, seni koruya-maz. Eğer benimle bir daha bu şekilde konuşursan, seni öyle bir döverim ki, bir hafta yürüyemezsin, seni küçük—"

"Bırak beni, lanet ol—" Hall'in, Troo'nun söyleyeceği şeyi duymaması için ava-

zım çıktığı kadar, "Doksan dokuz şişe rafın üstünde!" diye bağırdım. "Doksan dokuz bira şişesi rafın üstünde. İçlerinden biri yere düşerse, rafta kaç şişe bira kalır?" Gözlerimi Hall'-dan ayırmadan, yatağın yanında topak hâlde duran geceliği

99 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

kaptım. "Hall?" Hall, Troo'yu bıraktı, sanki onu tamamen unutmuş gi-

biydi. Troo duvardan kayarak yere indi. Hall, "Doksan sekiz bira şişesi rafın üstünde," diye şarkıya devam etti.

Hall'ın elini tuttum ve salona götürdüm. Seksen sekiz şişeye ininceye kadar birlikte şarkı söyledik ve Hall kırmızı-kahverengi kanepe sızdı.

Sonunda başımı kaldırdığımda, Troo piyanonun tabure-sinde oturuyordu ve elinde Annemin uzun bıçaklarından biri vardı.

100 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Kenfıeld'in Beşlik Onluk Dükkânı, bütün dünyadaki en iyi dükkân olmalıydı. Kokusu bile güzeldi, çünkü camdan yapılmış ve içinde, kırmızı sıvı dolu parafın şişeler ve beyaz kâğıda sarılı bonbonlar gibi tonlarca şeker bulunan bir sandık vardı ve kenarda, dipte, bütün gün boyunca taze patlamış mı-sır yapan küçük bir makine bulunuyordu.

Parke zemin, dalgalı koyu bej renkteydi ve koridorlar dar-dı ama o kadar çok malzeme vardı ki, Bayan Kenfield bunları yıllarca toplamış olmalıydı ve şimdi de insanlara satıyordu. Kenfield ailesindeki en iyi insan oydu. Tabii buradayken, or-tadan kaybolmadan önce, Dottie de çok iyiydi. Bay Kenfi-eld asık suratlı bir adamdı. Annem, Dottie'nin başına gelen-leri kabullenemediği için böyle olduğunu söylerdi. Ona, "Bu arada sahiden, Dottie'ye ne oldu?" diye sorduğum zaman, Annem bana o kötü bakışlarından birini atıp, kendi işime bak-mamı söylemişti.

Kenfıeld'in dükkânında, evcil hayvan reyonu bile vardı ve Troo'yla ben buradan, Elmer adını verdiğimiz bir kaplum-

101

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

bağa almıştık. Ayrıca, bahçe tohumları, kalemler ve Ivory sa-bun kalıpları da vardı. Mahalledeki bütün kadınlar, kocaları akşam fabrikadan geldiğinde onlara güzel görünmek için, saçlarında sünger bigudilerle Beşlik Onluk Dükkânına gelip alışveriş ederdi. Bu nedenle, burası bazen bana güzellik sa-lonlarım hatırlatırdı.

Üçüncü koridorda ilerledik ve birbiri üstüne yığılmış Kleenex kâğıt mendil kutularını gördük. Bayan Kenfield, Ba-yan Plautch'a, mutfağı için yeni nihaleler seçmesine yar-dımcı olurken, Troo tetikte bekliyordu. Troo, Kleenex çiçek-lerini çok güzel kullanıyordu. Bu yıl, Nell'in Müstakbel Kua-för Setinden çiçek yapmak için ihtiyaç duyacağı madeni saç tokalarını çalacaktı. Bu setin parasını Mali vermişti ve herke-sin saçı olduğundan, herkesin ayağı olduğundan, Nell için iyi bir iş olacağını söylemişti. Hail, geçen hafta Nell'i Yvonne Güzellik Okulu'na götürmüş ve kaydettirmişti. Nell eve bir pembe şapka kutusu dolusu makas, toka, tarak ve tabii ki, en sevdiği perma çubukları, kâğıt ve tekrar ısıtılmış ölüm gibi, hatta Dr. Sullıvan'ın nefesinden bile beter kokan solüsyon ge-tirmişti. Nell, Hall'dan, sarhoşken kendisini kaydettirmesini is-teyerek akıllılık etmişti.

Troo'nun bir kutu Kleenex'i tişörtünün altına sokmasını izledim ve sonra arka kapıdan çıktık. Kapı o kadar sert bir şe-kilde çarptı ki, Bayan Kenfıeld'in dikkatini çekti ve arkamız-dan, "Umarım, Anneniz biraz daha iyidir, kızlar!" diye ses-lendi. Kleenex kutusunu almak vicdanımı rahatsız etti, bu nedenle arkadaki dar sokağa çıkınca, "Bunu geri götürmeli-

102

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

yiz. Çalmak doğru değil," dedim. "Aman bu kadar iyiliksever olmayı bırak. Bu Kleenex

mendil kutusu bir teselli ödülü, çünkü Annemiz ölüyor olabi-lir. Helen'in ütü yaparken seyrettiği yarışma programlarında-ki kadınlara verilen teselli ödülleri gibi. Hatırlıyor musun?" Annemi düşünmek bana o kadar acı verdi ki, Kleenex hak-kında başka hiçbir şey söyleyemedim.

Eve dönerken, Troo'nun söz verdiği gibi, park gölünde durduk. Olta takımımı getirmiştim. Hiçbir şey yakalayamı-yordum ama haftada bir kere, söğüt ağacının yanında, gölge-de, balık tutmayı seviyordum. Bende, babamla benim, ben üç yaşındayken çiftliğin yakınındaki gölde balık tutarken çekil-miş bir resim var. Babamın saçları rüzgârdan iki küçük boy-nuz şeklini almıştı. Annem, bu resimde babamın umursamaz göründüğünü söylüyordu, bence bunu söylemesi çok komik-ti.

"Hail, Annemin öleceğini düşünüyor olmalı," derken, gölün çamurunda solucan arıyordum ve sonunda buldum.

Troo, çöp kutusunda eski bir Kroger torbası bulmuş ve Kleenex kâğıt mendilini içine atmıştı. Şimdi de, gölün kena-rına oturmuş, ayaklarını suya sallandırıyordu. O kız yalın-ayak dolaşmaya bayılıyordu ve tekrar paslı bir çiviye basabi-leceğini düşünmüyor, hiç kaygılanmıyordu. Bunu gerçekten lakdir ediyordum. "Hangi Hail?" diye sordu.

Troo, her türlü ölümden bahsetmekten nefret ederdi ve hep bu şekilde konuyu değiştirirdi. Ben de konuyu tekrar oraya getirdim, çünkü bu konuda ne düşündüğünü bilmem gereki-

103

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yordu. "Hall, Annemin öleceğini düşünüyor olmalı, yoksa Jer-

bak'taki Rosie'yle beraber olmaz ve bu kadar sarhoş olmaz-dı." Cebimden bir olta mantarı çıkarıp oltama taktım. "Hasta-neye bir tek Hall'la Nell gidebildiğine göre, haklı olabilir." Ol-tayı göle attım ve bazı söğüt yapraklarının tam ortasına düştü. Suda kendimi görebiliyordum. Yüzüm, bedeninden yaklaşık otuz santim uzakta yüzüyordu.

Troo ayaklarını çırptı ve kaybolmamı sağladı. "Eh, Do-ris Day'in ne söylediğini biliyorsun. Que sera sera. Bu Fran-sızca, biliyorsun."

Troo yalnızca karanlıkta ıslık çalıyor, korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu. Kalbinin derinliklerinde Helen'i be-nim kadar özlediğine bahse girebilirdim-ki ben onu çok öz-lemiştim. Her şeyini. Bağırmasını ve titrek sesle şarkı söyle mesini bile, özellikle Pazar sabahları kiliseye giderken özenle giyinip süslendiği ve Komünyon sırasındaki en güzel kadın olduğu zamanı. Keskin pililer hâlinde ütülenmiş beyaz elbi-sesi ve buna uygun beyaz yüksek topuklu ayakkabılarıni En-sesinde altın rengi bir baretle topladığı muhteşem saçlarını. Benim bakmadığımı sandığı anlarda bana bakarken yüzünde beliren o hüzünlü bakışı bile özlüyordum. Ayrıca, nefesinin kokusunu, alnımda soğuk ve çilli ellerinin yarattığı duyguyu.

Oltamda bir çekilme hissettim, ama çok hızlı çekince, solucanın gittiğini gördüm. "Lanet Olsun," dedim ve Troo'ya döndüm. Troo, suya eğilmiş, yüzünü şekilden şekle sokuyor-du. İşte o anda onu gördüm. Rasmussen'i. Sokağın karşısına

104 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

park etmişti ve ekip aracının camından bize bakıyordu. Onu gördüğümü anlayınca, arabasıyla hızla uzaklaştı.

"Onu gördün mü?" diyerek ayağa fırladım ve Lizbon Sokağı'nı gösterdim. "Rasmussen'di. Bizi izliyordu."

Troo etrafına bakındı, ama artık arabayı bile göremiyor-du. "O Rasmussen değildi. Öyle olsa bile, neden bizi izlesin ki?" Tenis ayakkabılarım giydi ve emekleyerek, salkımsöğüt ağacının derinliklerine girdi. Burası, Troo'nun yazın en çok sevdiği yerlerden biriydi. Orada oturup, dışarıdan hiç kimse onu göremezken, herkesi izleyebilmesine ve güneş tam yap-rakların üstüne vurduğu zaman, geçen kış, Hail bir günde çok fazla ayakkabı sattığı bir gün Çin usulü sebzeli tavuk yedi-ğimiz Pekin Palas'taki boncuklu perdeleri hatırlatmasına ba-yılıyordu. Troo bir L&M yakmıştı. Dumanı söğüt dallarının arasında oynuyordu.

Ben kıyıya oturdum ve solucanım olmasa da, oltamı gö-le attım. Gölün içindeki balıkları ve üstlerinde yüzen, onları Rasmussen'in bizi izlediği gibi izleyen kırmızı olta mantarı-mın onlara nasıl göründüğünü düşünmeye başladım.

"Aman Tanrım. Yüce Tanrım!" diye bağırdı Troo, ağa-cın altından sürünerek çıkarken. Avucunun içinde bir tenis ayakkabısı vardı.

"Vay canına!" diye fısıldadım. Troo ayakkabıyı yere koydu ve ters çevirinceye kadar, bir sopayla dürtükledi. Bi-risinin topuğun yakınına küçük ve pembe bir kelebek işledi-ğini görebiliyordunuz. "Bu Sara'nin olmalı. Şu kana bak. Bi-risine söylememiz gerekiyor."

105 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Belki de Rasmussen bizi izlemiyordu, diye düşündüm. Belki de oradan ayrılmamızı istiyordu, çünkü dün gece tam uyumadan önce, Sara'ya tecavüz edip öldürdüğü zaman, to-puğunda küçük kelebek bulunan bu ayakkabıyı bıraktığını hatırlamıştı. Onu almaya gelmişti. Bağcıkları hâlâ bağlıydı. Ve kan damlaları, bir tür noktaları-birleştirm motifi oluştu-ruyordu.

"Bu kesinlikle Sara'nın," dedim, ayakkabıyı incelerken. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordu Troo. "Başka kimin olabilir?" "Haydi ama. Herkesin olabilir. Örneğin..." Kimsenin

adını hatırlayamadı, bunun üzerine ayağa kalktı ve şortun-daki söğüt yapraklarını fiskeleyerek temizledi. "Zaten muh-temelen yalnızca çamur."

Polis çağırmamız gerektiğinden emindim. Fakat bu, Ras-mussen'in gelmesi anlamına geliyordu ve bu onun açısından mükemmel olmayacak mıydı? Tecavüz etmek ve öldürmek is-tediği kız, yani ben buradaydım ve onun aradığı kanlı ayak-kabıyı dürtiiklüyordum. Bu onun için bir taşla iki kuş demek-ti.

Sonra aklıma bir şey geldi. Benim, dışa dönük ve dâhi olduğu için genellikle fikir üreten Troo'nun değil. Ayakkabı-yı gölün kenarına bıraktım. Dik koydum, böylece Shuster'in dükkâmndakiler gibi, daha çok göze çarpıyordu. Sonra yan-gın söndürme kutusuna yürüdüm ve, "Bu şeyi çekeceğim," dedim.

Rüzgâr yön değiştirdi ve damla çikolatalı kurabiyelerin

106 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

kolcusu, gölün üstünde küçük girdaplar yapan esintiyle süzü-lerek bize kadar ulaştı. Troo gözlerini kapattı ve kokuyu içine çekerek, "Yapmasan daha iyi olur. Son defasında ne kadar kızdıklarını hatırlıyor musun?" diye sordu.

Geçen yaz, hemen hemen bu zamanlarda, aynı yangın kolunu çekmiştim. Ve Tanrım, o itfaiyeciler, yangın olmadı-ğını anlayınca ne kadar sinirlenmişti. Bunu yapmamın nede-ni, Mary Lane'in yaparsam bana on sent vereceğini söyleme-siydi ve ne de olsa, o en yakın arkadaşımızdı.

"Birisinin bu ayakkabıyı bulması için çekeceğim," de-dim. "Bu bir ipucu. Sinderella'daki gibi. Hazır mısın?"

Küçük siyah kolu hızla aşağı çektim. Troo, Kroger tor-basını kaptı, koşarak sokağın karşı tarafına geçtik ve bir ga-rajın arkasına saklandık. Yaklaşık üç dakika sonra Lizbon Sokağı'nda siren sesleri çığlık çığlığa ilerliyordu. İtfaiyeci-lerin itfaiye aracından atlayıp dumanı arayışını izledik. Sonra itfaiyecilerin bir tanesi itfaiyeci şapkasını çıkarıp yere attı ve bizim duyabileceğimiz şekilde bağırarak, "O lanet olası ço-cuklar. Bu ay üçüncü kez oluyor!" dedi. Fakat tam planladı-ğım gibi, gölün yanındaki ayakkabıyı gördü ve kısa boylu bir başka itfaiyeciye seslendi. Bu itfaiyeci ayakkabıyı yerden aldı ve araçlarına binerek uzaklaştılar. Bir saniye için, daha şişman olanın bizi gördüğünü sandım ve oradan hızla çekip gitmek için Troo'nun elini yakaladım.

Ayakkabı sonunda, onun Sara'nin olabileceğini düşüne-bilecek birinin eline geçmişti ve neyse ki, o birisi, Sally O'-Malley değildi. Bu çok rahatlatıcıydı, çünkü kaygılanmak

107 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

için yeterince nedenim vardı. Örneğin Rasmussen'den hızlı davranmak zorunda kalmak gibi.

Eve kestirmeden giderek Von Knappenslerin arka bah-çesinden geçtik ve Vliet Sokağı'na çıkan köşeyi döndüğümüz zaman, keşke görmeseydim dediğim bir şey gördüm. O anda, kaygılanabileceğim sorunlarımın düşündüğümden çok daha fazla olduğunu anladım. Aslında o anda Troo'yla benim, Hall'-ın söylediği gibi, "Başımız büyük beladaydı."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Tam kapımızın önünde bir polis devriye arabası vardı. Rasmussen, sokağa en yakın basamaklarda oturuyordu. Ley-lek gibi bacaklarını uzatmıştı, dirseklerini bir üst basamağa koymuştu. Arkasında, Bayan Goldman, yani bizim altımızda-ki katta oturan ev sahibemiz, dantel perdelerinin arasından gizlice bakıyordu, muhtemelen bu patırtının nedenini anla-maya çalışıyordu.

Polisin elinde iki tane kola şişesi vardı. "Merhaba, kız-lar," dedi kibar bir şekilde.

Ben ağzımı açmadım ama Troo, "Merhaba, Memur Ras-mussen," diyerek o Kolalara baktı. Alnının arkasındaki saçlar her zamankinden çok kıvrılmıştı ve eve yürüyerek döndüğü-müz için, çok terlediği zamanki gibi, yani beş senti uzun süre tuttuğunuzda eliniz nasıl kokarsa ona benzer bir şekilde ko-kuyordu.

Rasmussen yanındaki basamağa eliyle hafifçe vurdu. Troo oturduktan sonra, ona Kolasını verdi ve Troo şişeyi ka-fasına dikerek bütün şişeyi midesine indirdi. Rasmussen bana

tarama: Pride düzenleme: Nygr

güldü ve, "Pekâlâ, siz ikiniz bugün neler yaptınız?" diye sor-du. Diğer Kolayı önümde salladı. Başımı iki yana sallayarak hayır dedim, o da şişeyi Troo'ya verdi ve Troo, on yaşında biri için çok gürültülü bir şekilde geğirdi ve o şişeyi de içti.

"Dilini mi yuttun, Sally?" Rasmussen'in üstünde koyu mavi polis üniforması vardı. Bir ter damlasının şapkasının altından çıkıp, şakağindaki damarın üstünde dolaşmasını sey-rettim.

Troo, "Hayvanat Bahçesine gittik," dedi. Eğer midemde bir parça çikletten başka bir şey olsaydı,

kesin kusardım. Benim kendi kız kardeşim onunla nasıl ko-nuşurdu?

"Hayvanat Bahçesi, ha?" dedi Rasmussen. "Eğer hafı-zam beni yanıltmıyorsa, hayvanat Bahçesi göle yakın, öyle değil mi?"

Kapımızın önündeki merdivende oturan bu çok büyük gamzeli Frankenstein canavarından gözümü ayırmaya cesa-ret edemiyordum.

"Sally? Doğru değil mi?" diye sordu. "Göl, Hayvanat Bahçesinin hemen karşısında."

Sahtekâra bakın. Bizim oraya gittiğimizi biliyordu. Bizi izlemişti.

"Sampson bugün nasıldı?" diye sordu Rasmussen. Troo, "Sampson'u görmeye gitmedik," dedi. "Artık pek ortalıkta dolaşmıyor," diyerek kendimi tuta-

madım. Rasmussen gülmeyi bıraktı. "Neydi o?"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Onu dikkate almayın Memur Bey. Sally'nin hayal gücü çok geniştir. Artık pek ortalıkta dolaşmıyor demesi gibi." Troo kıkırdadı. "Sampson'un devamlı olarak kendi kendine bu şar-kıyı söylediğini düşünüyor."

Rasmussen kahkahayla güldü ve çok güzel bir kahkahay-dı, biraz bowling topunun yuvarlanırken çıkardığı sese ben-ziyordu.

"Aaa, demek hayal gücünü kullanıyorsun, Sally?" dedi. "Bu iyi bir şey. Kız kardeşim Carol'un da hayal gücü çok ge-niş ve sonunda kitap yazmaya başladı."

Annem hayal gücümün kötü bir şey olduğunu düşünü-yordu ve bu durum hep benim kendimi gerçekten ümitsiz görmeme neden oluyordu, çünkü onun için bunu değiştirebi-lecek olsaydım, değiştirirdim.

Bayan Goldman hâlâ penceredeydi ve seyrediyordu. Şü-kürler olsun, Tanrım. Eğer tabancasını kapıp Rasmussen'i vur-mak zorunda kalsam, Bayan Goldman beni tavan arasında sak-lardı, tıpkı geçen yaz, ona ve Bay Goldman'a bahçelerinde yardımcı olduğum için bana verdiği kitaptaki Anne Frank gibi.

Rasmussen neye baktığımı görmek için döndü ve şapka-sının ucuna dokunarak Bayan Goldman'ı selamladı ve o da perdeyi kapattı. O sabah bahçedeki otları yolmak için birlikte çalışırken, ev sahibemize az kalsın Rasmussen'in peşimde ol-duğunu anlatacaktım, çünkü polisleri pek sevmiyordu ve ba-zen onlara Gestapo diyordu. Şimdi, keşke söyleseydim diye düşünüyordum.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Rasmussen, altındaki basamağı işaret etti. "Neden otur-muyorsun, Sally?"

Geriye doğru bir adım attım. Bana biraz komik bir şekilde baktı ve, "Bir süre önce

birisi gölün yakınındaki yangın alarmını çekti. İtfaiye Mü-dürü Bailey bana, Wahlstrom'larm garajının arkasında sakla-nan iki kız gördüğünü sandığını anlattı."

Junie Piaskowski'yi geçen yazın sonunda öldürmüştü. Sara'yı da muhtemelen öldürmüştü. Ve bundan yakasını nasıl kurtardığını biliyordum. Çünkü Troo haklıydı, Rasmussen kibar davranıyordu. Hatta misyonerlere para toplamak için okulda her yıl düzenlenen kâğıt toplama kampanyasında gö-nüllü olmuştu. Kuvvetliydi de. Kırmızı vagonumda getirdiğim kâğıt yığınını nasıl kaldırdığını ve sanki çok hafîfmiş gibi tartıya indirdiğini hatırladım. Ve, "Tebrikler, Sally, günün ka-zananı sen oldun," deyişini. Sonra, bir şeyler toplama konu-sunda çok iyi olan Willie O'Hara'nın yarısı kadar bile kâğıt toplamamış olmama rağmen, bana bir çeyreklik ve her Cuma gecesi okul kafeteryasında yediğimiz kızarmış balık için pa-rasız giriş kartı vermişti.

"Sally?" Troo'ya baktım. "Hayal gücün faaliyete mi geçti?" Troo, Kolayla sarhoş

olmuş gibi davranıyordu. Ayrıca bana, ağzının yalnızca bir kenarının yukarı kalktığı gülümsemesiyle bakıyordu. Bu, kö-tü bir gülümsemeydi. Alay eden bir gülümsemeydi. "Memur Rasmussen, yangın alarmını çekip çekmediğini öğrenmek is-

112 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

tiyor." "Yanlış alarm verince başının ciddi olarak belaya gire-

ceğini zaten biliyorsun. Geçen sene bu konuda uyarılmıştın, doğru değil mi?" Rasmussen yine şapkasını çıkardı ve par-maklarım saçlarının içinden geçirdi. "Senin yapmadığını duy-duğuma sevindim. Hep senin mükemmel karakterli bir kız olduğunu düşündüm."

Beni yağlamaya çalışıyordu. Kandırarak itiraf ettirmeye çalışıyordu. Aşağıya, ayakkabılarına baktım. Kahverengiydi-ler ve sürünmekten topukları aşınmıştı. Geçen gece beni dar sokakta kovaladığı zaman giydiği siyahlar gibi değillerdi. Ve ayaklarında, mavi puanlı beyaz çoraplar vardı. Pembe-yeşil baklava desenliler değil. Ama beni kandıramazdı.

"Eh, ben gidip mahallede alarm hakkında sorular sora-yım. Belki de Latour kızlarından bir iki tanesiydi. Yabancılarla konuşma konusunda geçen sene size söylediklerimi hatırlıyor-sunuz, değil mi?" Ayağa kalktı. Tanrım, çook uzun boyluydu.

"Neden hâlâ Sara'yı bulamadınız?" deyiverdim. "Yakında ortaya çıkacağından ve endişelenecek hiçbir

şey olmadığından eminim." Rasmussen bunu söylerken kır-gın görünüyordu ve bu nedenle ondan daha da iğrendim. Son iki basamağı indi ve koluma sürtündü. İçim titredi. Sonra Kroger torbasını işaret ederek çok ciddi bir şekilde, "O Klee-nex'lerin parasını Bayan Kenfıeld'e ödemelisin, Troo. Dör-düncü Emri hatırla," dedi.

Troo'nun gözleri kocaman oldu, neredeyse Büyükanne-min tiroitli gözleri kadar büyüdü. "Evet, bunu yapacaktım

113 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

zaten," dedi, gözden ırak gönülden ırak misali, çantayı arka-sına almaya çalışarak.

"Bunu ihmal etme," dedi Rasmussen. "Ayrıca, anneniz hasta olduğu için çok üzgünüm. Belki bugünlerden birinde be-nim evime gelirsiniz. Yeni bir köpek yavrusu aldım, küçük kız-ları çok seviyor."

"Teşekkür ederiz, Memur Rasmussen," dedi Troo. "Bir daha Ethel'le Bayan Galecki'yi görmeye gittiğimizde, Sally'y-le birlikte size uğrarız." Troo, Hall'ın ifadesiyle, Shuster'in dükkânında yeni çalışmaya başlayan Jim adındaki o adam gibi, biraz dalkavukluk yapıyordu.

Rasmussen, Latour'lara doğru yürümeye başlayınca, Troo kahkaha attı ve, "Kıl payı kurtulduk," dedi. Çimenlere yu-varlandı ve bunu yaparken midesinden yanardağ patlaması gibi bir gurultu geldi. "Açlıktan ölüyorum."

Ben hâlâ Rasmussen'i izliyordum. Bisikletinin tekerle-ğini işaret eden Willie O'hara'yla konuşuyordu. Rasmussen eğilip baktı ve Willie'ye bir şey söyledi, Willie de başıyla onay-ladı. Sonra Rasmussen ayağa kalktı ve onun başına vurdu. Willie de, sanki mükemmel biriymiş gibi ona gülümsedi. Ba-bamın her zaman söylediği gibi, şeytan her kılığa girebilirdi.

"Büyükannemlere gidelim mi?" dedim, kendimi güven-de hissederek, çünkü Rasmussen'in sonraki yarım saat bo-yunca Latourları sıkıştıracağını biliyordum. Ben de acıkmış-tım ve Büyükannem en azından bize birer kupa çay verirdi. Çay fincanlarına böyle diyordu. Paulie Dayı orada olsa bile, muhtemelen bizimle ilgilenmezdi ve her zamanki gibi, don-

114 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

durma çubuklarından yaptığı evlerle uğraşırdı. Büyükanne-min küçücük evinde, bu dondurma çubuğu evlerinden ton-larca vardı. Nereye baksanız, bir tane görürdünüz. Troo, Bü-yükannemi seviyordu, fakat Paulie Dayım onu ürkütüyordu. Özellikle de, en sevdiği oyun olan Ce-e oynamak istediği za-man. Troo yalnızca bitleri yüzünden olduğunu söylüyordu, fa-kat sonunda onu neden sevmediğini anladığımı sanıyordum. O'Malley kardeşlerin telepati gücü sayesinde. Paulie Dayım, Troo'ya kazayı hatırlatıyordu.

Troo, "Büyükannemi ziyaret etmeye gidecek vaktim yok. Kleenex çiçeklerime başlamak zorundayım."

İki gün sonra bisiklet geçidi, bayrak yarışı, piknik ve so-nunda, gölde havai fişek gösterisi yapılacaktı. Dört Temmuz, Cadılar Bayramı ve Noel'den sonra, yılın en güzel bayramıy-dı.

"Siz ikiniz nerelerdeydiniz?" Troo ve ben başımızı kaldırdık. Nell, merdivenlerin te-

pesindeydi. Saçları, Troo'nun alışverişte kullandığı kesekâ-ğıdı gibi kahverengiydi. Boynunun biraz altına iniyordu ve şimdi, "köpük" dediği bir model hâlindeydi. Aslında, Nell'in kendi şekli de buna benziyordu. Bu biraz abartılı olabilir. An-nem, Nell'in zevk düşkünü olduğunu söylerdi. (Bu, gösterişli olmaya benziyor.)

"Dolanıyorduk," dedi Troo, çimlere oturduğunda bazen yaptığı gibi, dört yapraklı yonca ararken.

"Bütün sabah sizi aradım," dedi Nell. "Annemizi gör-meye gitmek ister misiniz?"

115 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

"Ne demek, Annemizi görmeye gitmek ister misiniz?" diye sordu Troo, umursamaz bir ifadeyle.

"Eddie'nin teyzesi Margie, St. Joe's Hastanesi'nde hem-şire ve eğer siz ikiniz isterseniz, gizlice içeri sokabilecek." Nell temiz kıyafetler giymişti, çünkü çamaşır makinesini ve çamaşır sıkma mengenesinin nasıl çalıştırılacağını biliyordu. Pembe kapari pantolonu ve pembe bluzuyla yetişkine benziyordu. Üçüncü ve dördüncü düğmelerin arasından beyaz sutyeni gö-rünüyordu. Göğüsleri çok büyümüştü! Sanki karpuz kadar yuvarlak ve olgun hâle gelmeleri için gereken tek şey bu sı-cak ve nemli yazdı.

Troo, düşüncelerimi okuyarak, "Nell, göğüslerin koca-man olmuş," dedi. "Neredeyse güneşi engelliyorlar. Ne yapı-yorsun sen onlara?"

Nell homurdandı. Troo'nun çok kıskandığını biliyordu. Hızlı Susie bize göğüslerini gösterdiğinden beri, Troo her sabah tişörtünü kaldırıp, yatak odamızın kapısının arkasında-ki aynada kendine bakıyordu ve doğru açıdan baktığı zaman göğüsleri biraz çıkmış gibi görünüyordu, fakat bunun ayna-nın dalgası nedeniyle olduğunu düşünüyordum.

Nell kollarını göğsünde kavuşturdu. Güç bela. "Anne-mizi görmeye gitmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

Troo, bahçeden bir tutam çimen kopardı ve ağzına sok-tu. Gözlerini kapattı. Düşünüyordu.

Ben ayağa fırladım ve, "Ben giderim," dedim. Anneme yazdığım mektup için pul parası bulamadığımdan, Anneme, Babamın ölmeden önce söylediklerini, onu affettiğini, yüz

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

yüze anlatmam gerekiyordu. Çünkü eğer gerçekten ölüyor-duysa, birbirlerini Cennette gördükleri zaman, bu mutlu ha-beri bilmek isteyecekti.

"Sen geliyor musun?" diye sordum Troo'ya. "Hayır." Kleenex torbasını aldı ve arka bahçeye doğru

yürüdü. Bu beni endişelendirdi. Benden daha cesur, daha güzel,

daha akıllı ve daha dışadönük olan Troo, ölüm döşeğindeki Annesini görmenin iyi bir fıkır olmadığını düşünüyordu. Bu-nun üzerine ben de tereddüt ettim ve neredeyse peşinden gi-decektim.

Fakat bu arada, Chevrolet arabasıyla Eddie Callahan geldi. Turkuvaz-beyaz bir arabaydı ve yüzgeçleri vardı, yani eğer arabayı kazara göle sürerseniz, bir şey olmazdı. Nell bana, Eddie 'nin bu Chevrolet arabada gerçekten iyi bir fiyat aldığını, zira eski sahibinin kumar kayıtlarını tutanlarla ciddi bir sorunu olduğunu söylemişti. Bense bunun Finney Kütüp-hanesi ile ilgili olduğundan emindim. Belki Chevrolet'nin eski sahibi borçlarını ödememişti ve Bayan Kambowski çok sinir-lenmişti. Bunun üzerine arabasını Eddie'ye satmak zorunda kalmıştı. Bayan Kambowski'yi susturmak için mi? Troo'ya daha sonra sorardım. Son zamanlarda kütüphanede çok vakit geçirmeye başlamıştı. Muhtemelen Kitap Kurdu Listesinde biraz daha hile yapıyordu.

"İşler nasıl güzeller?" diye sordu Eddie, Nell'in göğüsle-rine, gözlerini onlardan alamıyor gibiydi. Onu suçlayamıyor-dum. Arabasının farları gibi, bunlar da Nell'in bedeninden

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

dışarı uzanıyorlardı. Arka koltuğa oturdum ve Eddie radyoyu sonuna kadar

açtı. Vliet Sokağı'ndan aşağı ilerleyerek hastaneye gidiyor-duk ve "Love Portion #9" şarkısını dinliyorduk. Kuzey Cad-desi ile Lizbon Sokağı'nın köşesinde durunca, Eddie, "Lanet olsun, hızlı mı gidiyordum?" dedi. Dikiz aynasından bulanık görünen aynasızlara bakıyordu.

Oturduğum yerde döndüm ve arka camdan dışarı bak-tım. Arkamda Rasmussen duruyordu. Arabasının lambaları yanıp sönüyordu.

Eddie kaldırıma çekti ve eline nefesini üfledi, bu iyi bir fikirdi, çünkü bir polisle konuşurken nefesiniz asla kötü kok-mamalıydı. Rasmussen bir anda Eddie'nin arabasının camın-da belirdi. Başını içeri doğru eğdi ve doğrudan bana bakarak, "Sally, arabadan iner misin, lütfen?" dedi.

Eddie, hız yapmaktan ceza yemeyecek olmanın mutlu-luğu içinde, arkaya uzanıp beni ön koltuğa çekti ve kapıdan dışarı itti.

Rasmussen biraz uzakta kaldırıma oturdu ve beni yanina çağırdı, "Otur, lütfen," dedi. Şapkasını çıkardı ve bir kez da-ha ne güzel dolgun saçları olduğunu düşündüm, gerçi şapka şeridi yüzünden etrafında bir iz vardı. Üst yarısı terden daha koyu renkti ve alt yarısı çiftlikteki tane mısırların toplanma-ya hazır oldukları zaman aldıkları renkti.

"İtfaiye Şefi Bailey ile konuştum," dedi Rasmussen, ben ondan birkaç metre uzakta kaldırıma oturunca. "İtfaiyecile-rin, gölün yakınında bir ayakkabı bulduğunu ve bu ayakka-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

bınm, Sara Heinemarm'in kaybolduğu gece giydiği ayakka-bının aynısı olduğunu biliyor musun?"

Haklı olduğuma sevinerek, dar sokakta Rasmussen'den kaçtığım gece Kenfıeld'lerin dikenli otlarının neden olduğu kesik üzerindeki kabuğu yolmaya başladım.

"Sally?" Rasmussen ekstra güzel kokuyordu; Babam gibi Aqua

Velva değil de, kabuğunu çıkardığınız anda portakaldan çı-kan koku gibi. "Başın derde girmeyecek. Yalnızca bana doğ-ruyu söyle. O ayakkabıyı sen mi buldun?"

Dönüp Chevrolet'ye baktım. Nell'le Eddie, benim oldu-ğum yöne bakmıyordu bile. Yeterince hızlı davransa, Ras-mussen beni yakalayabilir ve arabasının bagajına tıkabilirdi. İnsanlar daha sonra Sally O'Malley'i sorduğunda da, "Tanrım, onu en son gördüğümde, Kuzey Caddesi'nde aşağıya doğru yürüyordu. Galiba Beşlik Onluk Dükkânından Kleenex kâğıt mendil alması gerektiğini söylüyordu," diyebilirdi.

"Sally?" Kaldırımın yanındaki sokağa baktım. Yerde bir dondur-

ma çubuğu vardı. Onu yerden aldım, daha sonra Paulie Dayı-ma verecektim.

"Senin ve ailenin ne kadar zor durumda olduğunu biliyo-rum," dedi çok sevecen bir şekilde. "Gerçekten biliyorum."

Hayır, bilmiyordu! Onun annesi ölüyor muydu? Üvey babası devamlı olarak sarhoş muydu? Vaatlerde bulunduğu ölü bir babası, güvende tutması gereken bir küçük kız kardeşi ve dalgın bir aşk budalası olan bir ablası var mıydı? Bir an

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

için, beni kaçır, tecavüz et, öldür, diye düşündüm. Bitir şu işi. Böyle düşünmek beni korkutuyordu. Bu düşünce tarzı, baba-mın benden beklediği türdeki vazgeçmeme duygusunu gös-termiyordu.

"Bana gerçeği söylemek zorundasın, Sally. Bu çok önem-li."

"Yangın alarmını ben çektim. Troo ayakkabıyı, göldeki büyük söğüt ağacının altında buldu."

Rasmussen'in dudakları aşağıya doğru kıvrıldı. "Bütün bilmek istediğim buydu."

Ayağa kalktı ve cüzdanını çıkarmak üzere arka cebine uzandı. Cüzdanı açtı ve bir kartvizit çıkardı. Üzerinde: David Rasmussen. 6. Bölge. Sicil Numarası 343 ve bir telefon nu-marası yazıyordu. "Bana söylemek istediğin ilave herhangi bir şey olursa, beni bu numaradan ara." Kartın üstündeki tele-fon numarasını gösterdi. Tırnaklarının içinde kir vardı. Muh-temelen Sara'yı gömerken olmuştu. "Ya da gerçekten acil bir durum olursa, evime gelip bana anlatabileceğini biliyor-sun." Biraz çekinerek ekledi, "Evimde bahçe var. Bahçeleri sevdiğini duydum."

Bunu nereden biliyordu? Ayağa kalktım ve Rasmussen, üzerinde adı ve numarası

yazılı olan kartı verdi. Arkasına bir beş dolarlık bantlanmıştı. Bu oldukça tuhaftı. Ancak cüzdanında gördüğüm fotoğraflar kadar tuhaf değildi. Bir tanesi benim fotoğrafımdı ve geçen yıl okul üniformamla çekilmişti. Ve başka resimler koyabil-diğiniz plastik bölmede, Junie Piaskowski'nin, Birinci Kutsal

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Komünyon elbisesiyle çekilmiş, kahkahalarla güldüğü bir resmi duruyordu. O resimde, başına geleceklerin farkında de-ğildi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

Arabaya geri dönünce Eddie, "Ne istiyormuş?" dedi. "Yalnızca bazı sorular sordu." "Ne hakkında?" diye sordu Nell, Eddie'nin kolunu ok-

şayarak. "Sara Heinemann." Eddie, "Kaybolan çocuk mu?" Onlara Rasmussen'in kartvizitini göstermedim. Ayrıca

onlara, benim ve Junie Piaskowski'nin fotoğraflarından da bahsetmedim. Neden zahmet edeyim?

"Bunu sokakta buldum." Rasmussen'in, onun tacizci ve katil olduğunu bildiğimden kuşkulandığı için sus payı olarak verdiği beş doları Nell'e verdim. Troo'yla birlikte seyrettiğim filmde olduğu gibi. Filmin adını hatırlamıyorum ama şantajla ilgiliydi, yani birisi başka birisine koca ağızlarını kapalı tut-maları için para veriyordu, yoksa... O beş dolar kan para-sıydı.

Eddie kaldırımdan uzaklaşınca, "Artık hastaneye gitmek istemiyorum," dedim.

123

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Annemi görmek ve Babamın onu affettiğini söylemek, belki biraz yanma yatmak ve Rasmussen'in cüzdanında be-nim ve ölmüş bir kızın fotoğrafının olduğunu anlatmak isti-yordum. Ve bana inanmasını umuyordum, ama inanmazdı. Bu beni, gemi kazası geçirerek, adamım Cuma olmadan ıssız bir adada mahsur kalmaktan daha çok üzüyordu.

"Harika." Eddie kaldırımdan uzaklaşırken beş doları Nell'in elinden kaptı. "Samanyolu'na gidelim."

Nell, Annemi ziyaret etmediğimiz için kızmış görünmü-yordu, fakat Eddie'nin yapmak istediği hiçbir şeye kızmı-yordu. Havanın yüzümü yalamasını sağlamak için kafamı camdan dışarı çıkardım. Kuzey Caddesi'nde ilerlerken, Mars-ha'nın Dans Stüdyosunun ve Mary Lane'in yanlışlıkla ateşe verdiği terk edilmiş lastik binasının Önünden geçtik. Yanık lastik kokusunu hâlâ aldığıma yemin edebilirdim.

"Sally?" Nell başını camdan dışarı çıkardı. "Efendim." Ben başımı geri içeri çekince, o da çekti. "Sen ve Troo iyi misiniz?" "Evet." "Hall'ı biliyorsun, değil mi?" Hall'ın Rosie Ruggins'le, yani dudağının kenarında, bir

parça yumuşak şekerleme yemiş gibi görünmesine neden olan beni bulunan garson kızla ilişkisinden bahsediyordu. Jerbak Bira ve Bowling salonunun önünden geçmiştik. Hall'-ın kamyoneti tam kapının önündeydi. İşte olup Shuster'in dükkânında ayakkabı satıyor olması gerekiyordu.

Nell başını Eddie'nin omzundan kaldırdı. Bulaşık teli

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

saç modeli, benimle hiç akrabalığı yokmuş izlenimi veriyor-du. Bir gün Annem bana onun ve Nell'in babasının bir ara-banın çamurluğuna oturmuş hâldeki resmini göstermişti ve doğruya doğru, Nell babasının köşeli çenesini ve çok popüler olan sivri burnunu almıştı.

Nell koltuğunda döndü ve beni gerçekten kaygılandır-maya başlayan şefkatli bir ses tonuyla, "Doktor, Annemin pek iyi görünmediğini söylüyor. Hazırlıklı olmalısın," dedi.

Eddie, "Hey, siz ikiniz! Bu ölüm meselesini konuşmayı kesin. Çok sıkıcı." Kuzey Caddesi'nin ortasında durmuş, so-la, Samanyolu'na dönmek için sola sinyal veriyordu. Saman-yolu'nu duymuştum ama hiç gitmemiştim. Deri ceketleri ve ördek kuyruklu saçları olan oğlanlar ve atkuyruklu kızlar or-talıkta dolaşıyor, kahkaha atıyor, arabalarına yaslanıyorlar ve kimin baktığını görmek için etrafa bakmıyorlardı. Çok yük-sek sesle Rock'n'roll müzik çalmıyordu ve herkes, ayaklı kır-mızı tepsilerle dışarıya yiyecek getiren pateni i kızların dikka-tini çekmeye çalışıyordu.

Eddie boş bir yere girdi ve camına, ucunda hoparlör olan bir şey takarak, "Merhaba," dedi.

"Samanyolu'na hoş geldiniz... Yiyeceklerimiz olağa-nüstüdür," dedi tiz bir ses, ama buna inanıyormuş gibi gö-rünmüyordu.

"Hey, Nancy Teyze, benim, Eddie." Hoparlör cızırdadı. "Ne istiyorsun, Eddie?" "Bana dört tane eheeseburger, soğansız, dört tane pata-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

tes kızartması ve dört tane üçlü Mars shake ver." İşte o anda oraya neden Samanyolu dendiğini anladım,

çünkü her tarafta direklerden sallanan bu kırmızı ve mavi ge-zegenler, aylar ve yıldızlar vardı. Patenli kızlar gümüş rengi etekler giymişlerdi ve başlarına, antene benzeyen ve araba-ların arasında dolaştıkça sağa sola sallanan bir şey takmış-lardı.

"Yağımı ne zaman değiştireceksin?" dedi Nancy Teyze hoparlörden.

"Aaaa... Beni sıkboğaz etme. Bir ara yapacağımı söy-ledim ve yapacağım."

hoparlör yine cızırdadı ve Nancy Teyze bağırdı, "Dört Galaksi burger, soğansız, dört patates kızartması ve dört çi-kolatalı shake. İki elli yedi." Sonra şunları söyledi: "O yağı yarın hallet, Eddie, yoksa annene, fenerimi ararken arabanın bagajında ne gördüğümü anlatırım."

Eddie'nin yüzü o kadar kızardı ki, Nell'in pantolonunun rengiyle aynı renk oldu.

"Bagajda ne buldu?" diye sordu Nell. "Hiçbir şey." Eddie yalan söylediği zaman, hep sol kaşı

seğirirdi. Nell'in buna dikkat edip etmediğini merak ettim. "Yalnızca birkaç bira kutusu, ama babamın kazasından sonra annemin içki konusunda nasıl olduğunu biliyorsun."

Eddie'nin annesi, yani Bayan Callahan'in kocası geçen kış, Feelin' Good Kurabiye Fabrikası'nda ölmüştü. Cenazede tabutun kapağı açıktı, yani ölü Bay Callahan'ı görebiliyordu-nuz. Yaşarken pek güzel görünmeyen Bay Callahan, ölümde

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

daha da beter görünüyordu, özellikle kurabiye presine sıkış-tıktan sonra. Fakat Becker Cenaze Evi'nden Bay Becker, gü-zel bir iş çıkararak Bay Callahan'in yüzünü dışarı doğru ka-bartmıştı, böylece Wisconsin Eyalet Fuarı'nda on sent verip gördüğünüz mumya mankenlere benzemışti. Bu mumyalar genellikle Marilyn Monroe'nun ya da Clark Gable'in mum-yası oluyordu.

Eddie aynada saçlarını kontrol etti, arabadan indi ve BE-BEKLER yazılı kapının dışındaki parmaklıklara dayanan Ree-se Latour'la konuşmaya gitti. Reese bazı çocuklarla zar atı-yordu. Tam bir baş belasıydı, devamlı olarak birilerini dövü-yor, tartaklıyor veya küfür ediyordu. Fakat bana göre, Eddie ile Reese arkadaştı, çünkü konuşuyorlardı, sonra arabaya ba-karak gülüyorlardı. Nell için kaygılanmaya başladım. Bü-yükannemin söylediği gibi, köpeklerle yatan bitlenirdi.

Nell, Eddıe'ye sanki çok yakışıklı biriymiş gibi bakı-yordu, oysa sıskanın tekiydi ve derisinde bazı sorunlar vardı ve ben onun o kadar yakışıklı olduğunu düşünmüyordum. Ancak, arkaya taradığı güzel kahverengi saçları vardı ve Nell, saçları çok sevdiği için, belki ortak noktalan buydu. Annem, insanlar ortak yanları olduğu için âşık olurlar, derdi.

"Onu seviyor musun?" diye sordum. Nell aynaya bakıyor, parlak pembe rujunu tazeliyordu.

"Kitap mı yazıyorsun?" Sonra, patenli kız geldi ve Nell hemen gülümseyerek,

"Merhaba Melinda," dedi. Melinda yiyecek torbalarıyla dolu tepsiyi, Nell'in tara-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

fındaki cama taktı. "Merhaba, Nell." Küçük anteni, başının üs-tünde sallanıp duruyordu. Melinda'nin ne olması gerektiğinden emin değildim, ama sonra araba servisinin, Flash Gordon fil-mindeki gibi, uzayla ilgili olduğunu hatırladım, bu nedenle Melinda herhâlde uzay karıncası falan gibi bir şeydi.

Nell, Eddie'nin dikkatini çekmek, yemeklerin geldiğini haber vermek için uzandı ve arabanın havalı kornasını çaldı. Eddie, Reese'in söylediği bir şeye güldü ve yavaş yavaş ara-baya doğru yürüdü.

Yanından geçen Melinda'ya güzelce gülümsedi, ancak arabaya binince Nell'e kaba bir şekilde, "Arabaya hazır oldu-ğum, canım istediği zaman dönerim." Ön camdan dışarı bak-tı. Reese Latour dik dik ona bakıyordu. "Sakın, bir daha böy-le bir şey yapayım deme. Bu şekilde korna çalma, anladın mı?" Sonra Eddie, Nell'in saçlarını öyle bir çekti ki, boynu arkaya kıvrıldı.

"Üzgünüm," diye inledi Nell. Eddie biraz daha çekerek, "Üzülsen iyi olacak, kızım,"

dedi. Sonra da Nell'in saçlarını bırakarak başını itekledi. Eve dönerken hiç kimse konuşmadı. Yalnızca, radyo-

daki DJ, Dört Temmuz'da yağmur yağabileceğini söyledi. Yiyecek torbası kucağımı ısıttı ve çok aç olsam da, Eddie'nin Nell'e yaptıklarını, Nell'in bu şekilde teslim olmasını düşü-nerek yiyemedim.

Evin önüne gelince, Nell arabadan çıktı. Nell, Annemin sarı eşarbını boynuna takmaya başlamıştı ve rüzgârda uçu-şuyordu. Nell kapıyı kapatır kapatmaz, Eddie patinaj atarak

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

gitti. Nell'le ben öylece durduk ve onun Vliet Sokağı'nda hız-la gidişini seyrettik. Dion, gençlik aşkımızın süzülerek geri döndüğünü söylüyordu.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

Troo'nun arka bahçedeki bankta oturmuş olacağım tah-min etmişti. O kâğıt mendilleri ileri geri, ileri geri katlayarak doldun bir şerit hâline getirecek, sonra da ortasından metal saç tokası geçirerek, kâğıdın katlarını ayıracak ve tamamen bir ka-ranfile benzetecekti. Annem hep bunun mükemmel bir cena-ze çiçeği olduğunu söylerdi.

Ev sahibimizin mutfak penceresinin önünden geçerken, dün ben solucan aramak için toprağı eşelerken, Bay Gold-man'in Bayan Goldman'a yakındığı konuyu hatırladım. Pen-cerenin telinden sesini yükselterek, Hall'ın ayyaşın teki oldu-ğunu, kirayı ödemediğini ve yakında ödemezse... Ayvayı yiye-ceğimizi söylemişti. Bayan Goldman alçak sesle kocasına yanıt vererek, "Ama, Otto, çocuklar ne olacak?" demişti.

"Troo!" diye seslendim, evin etrafından dolandığım za-man onu korkutmamak için. Troo'nun nefret ettiği bir şey varsa, o da gizlice yanına gelinmesiydi. Kazadan sonra bu konuda gerçekten gergin olmuştu.

"Troooo..."

131 tarama: Pride düzenleme: Nygr

Cevap yoktu. Bu kez ben korktum. Belki de Rasmussen beni takip etme konusunda fikrini değiştirmişti. Belki de Troo'yu takip etmeye karar vermişti. Kokularını yitirmiş ve dökülmeye başlamış olan pembe şakayıkların yanındaki pa-tikayı koşarak geçtim. Evin kenarında durdum ve etrafa ba-kındım. Troo'nun etrafında belki yirmi tane beyaz Kleenex çiçek vardı, gösteri salmdaki kız gibiydi. Beni duymamıştı, çünkü bir şeyle uğraşırken sağırlaşabiliyordu. Büzülmüş du-daklarının arasından, dilinin ucu görünüyordu.

Bir süre kız kardeşimi izledim, sonra bahçemiz Kenfı-eld'lerin eviyle yan yana olduğundan, Dottie'nin bir üst kat-taki odasına baktım ve bir an için, pencerede durduğuna ye-min edebilirdim. Bunun üzerinde, hayal gücümle ilgili olarak ben bile kaygılandım.

"Ne yapıyorsun orada?" diyen Troo güldü. "Dottie'nin dışarı çıkıp oyun oynamak isteyip istemediğini mi anlamaya çalışıyorsun?"

"Çok komik." Kız kardeşime yiyecek torbasını salladım. "Sana bir şey getirdim." Ayakkabılarımı çıkardım ve çimde ona doğru yürüdüm.

"Sen misin, Liebchin?" diye seslendi Bayan Goldman, garajın yanındaki bahçeden başını uzatarak. Bana böyle di-yordu. Liebchin, Almanca'da tatlım anlamına geliyordu.

Bayan Goldman iri yapılı bir kadındı ve bahçede çalı-şırken, bazen Bay Goldman'ın kahverengi parlak pantolonu-nu giyerdi. Pantolon, kıvırcık saçlarıyla aynı renkti. Alman-ya'da öğretmenlik yapmıştı, ama şimdi yalnızca ev sahibe-

132

tarama: Pride düzenleme: Nygr

siydi. Üzerinde sarı, ütülü bir gömlek vardı, kollarını kıvır-mıştı ve her zamanki gibi ilk dikkatimi çeken şey, kolundaki o rakamlardı.

Geçen yaz bahçenin sulanmasına yardım ettiğim ilk gün, Bayan Goldman'a o dövmeyi sormuştum. Hail gibi de-nizci miydi, diye sormuştum. Hortumu yere bırakıp, neden böyle düşündüğümü sormuş, kolunu işaret edince, sanki bir süredir gülmemiş gibi, buruk bir şekilde gülmüştü. Sonra Al-manya'da kendisiyle Bay Goldman'ın bazı kötü insanlar ta-rafından yakalanarak, toplama kampı denilen bir yere götü-rüldüğünü anlattı. Orada onları büyükbaş hayvan gibi dağla-mışlardı. O kötü insanlara Nazi deniyordu. Bu Bayan Goldman için, Frankenstein canavarı gibi bir şeydi, çünkü Nazi dediği zaman titriyordu. Sanki bunlar, hiçbir zaman dalaşmak iste-meyeceğiniz türde insanlardı. Bahse girerim ki bunların Alman kurt köpekleri vardı ve bu köpeklere hiç güvenilme-yeceğim herkes bilirdi. (Tabii, bu kuralın istisnası olan Rin Tin Tin hariç.)

"Yardıma ihtiyacınız var mı, Bayan Goldman?" diye sordum, çünkü Troo'nun acımasız şeyler düşündüğünün far-kındaydım ve belki ben hayırsever davranırsam, ikisi birbiri-ni götürebilirdi. Troo ev sahiplerimizi sevmiyordu, çünkü ki-ra kontratında evcil hayvan besleyemeyeceğimiz yazıyordu ve bu nedenle köpeği Butchy, çişli Jerry Amberson'la taşrada kalmak zorunda kalmıştı. Troo bu nedenle Goldman'ları suçlu-yordu.

"Bahçeye gel. Sana bir şey göstermek istiyorum," dedi

133 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Bayan Goldman, barakadan tamamen dışarı çıkarak. Troo bana bakarak gözlerini devirdi ve ben yanından ge-

çerken, Kleenex çiçekleriyle ilgilenmeye devam etti. "Bak!" Bayan Goldman toprağa çömeldi ve parmağıyla

işaret etti. "Bu, emeğimizin meyvesi. İlk domatesimiz." Bir şey türediğinde her zaman söylediğim şeyi söyle-

dim: "Bu bir mucize." O küçük sepileme tohumlarını ekmek ve bir süre sonra

kokusu ya da güzel bir şeyin büyümesi. Beni her defasında hay-rete düşürüyordu. Ayrıca, Babamın çiftlikte çamurlu baharda ekim yaptığını ve yaz gelince uzun mısırların tarlada dalgalan-dığını, geceleri yatak odamızın penceresinden, "Şışt... şışt... şışt..." diyerek hışırdadıklarını hatırlatıyordum.

"Evet, haklısın," dedi Bayan Goldman, küçük yeşil top-ları, sanki zümrütlermiş gibi parmaklarının arasında şefkatle yuvarlayarak. "Bu bir tür mucize."

"Marta, buraya gel!" Bay Goldman arka kapıdan ses-lendi ve hemen içeri girdi. Bay Goldman çok konuşmazdı. İngilizcesi pek iyi değildi.

Bayan Goldman'in kalkmasına yardım ettim ve elimle dövmeli kolunu tuttum ve acımamasını diledim. Bana, "Bahçe hazırlıklı olmanın da yoludur. Ne olacağını bilemezsin. Fakat ne olursa olsun, taze sebzelerin olacağını bilmek güzel bir duygu." Bayan Goldman'la Babam herhâlde çok iyi anlaşır-dı. Bayan Goldman pantolonundaki toprağı silkeledi, sonra eliyle çenemi tuttu ve öğretmen sesiyle, "Dikkatli olmalısın, Liebchin. Hayat, çiçeklerin her zaman çiçek ve tohumların

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

her zaman tohum olduğu basit bir bahçe gibi değildir," dedi. Sonra, yavaş yavaş eve doğru yürüdü ve Troo'nun yanından geçerken, "Muhteşem," dedi.

Troo onu duymamış gibi davrandı. Burgerleri, patatesleri ve shakeleri tamamen unutmuş-

tum. Dönüp banka doğru yürüdüm ve şeffaf torbayı Troo'nun yanma bıraktım.

"Nereden aldın bunu?" diye sordu. "Nell ve Eddie beni Samanyolu'na götürdü. Bir ara ora-

ya gitmeliyiz. Çok modern bir yer." Troo modern şeylere ke-sinlikle bayılıyordu. "Orada, arabaya servis yapan Melinda adında patenli bir kız var ve yiyecekler hazır olunca patenle arabaya getiriyor."

"Sahi mi?" Troo torbayı açtı ve patates kızartmalarını çıkardı. "Ben büyüyünce o işi yapacağım. Arabayla gidilen öy-le modern bir yerde çalışıp para kazanacağım ve gidip Butchy'i çişli Jerry Amberson'dan alacağım." Bayan Goldman tel ka-pıyı çarparak kapatınca, Troo başını çevirip baktı ve yuh çek-ti. "Ne düşünüyorsun?" diye sordu bisikletini göstererek.

"Güzel görünüyor." Tekerlek tellerine kırmızı, beyaz ve ınavi krepon kâğıdı sarmıştı. Gidonlara da. Bisiklet mavi bir Schwinn'di ve eskiden Nell'indi. Troo'nun bisikleti kaybo-lunca, Annem bunu Troo'ya vermişti. Benim bisikletim yok-tu ve nedenini bilmiyordum. Herhalde herkes Troo'nun kendi bisikletini benimle paylaşacağını sanıyordu ama böyle düşü-nenler herhâlde Troo'yu pek tanımıyordu.

Troo, Galaksi burgerlerimizi torbadan çıkardı ve bana tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

bir tane verdi. "Annemi gördün mü?" "I-ıh." Bir anda görmüş olmayı diledim. Babamın onu

affettiğini Anneme söylemediğim için kendimi kötü hissedi-yordum ve yakında, çok geç kalmış olabilirdim. "Ama Ras-mussen'i gördüm ve bana bunu verdi." Elimi cebime sokup, Rasmussen'in verdiği kartı çıkardım ve Rasmussen bizi Ku-zey Caddesi'nde durdurduğu zaman olanları anlattım.

"Yani seni konuşturdu, öyle mi?" Bana tıpkı Annem gi-bi kötü kötü baktı, çünkü Troo, Rasmussen'e asla söylemez-di. Böyle bir şeyi söyleyebilmesi için tırnaklarının altına bambu batırmanız gerekirdi. "Yangın alarmını senin çektiğini söyle-diğinden emin misin?"

Kleenex çiçeklerinden birini alıp Troo'nun saçına taktım. "Söylemek zorunda kaldım. Beni pusuya düşürdü."

"Başka ne dedi?" diye sordu Troo, ağzına bir patates kı-zartması atarak.

"Bahçesi olduğunu ve benim bahçeyle uğraşmayı sev-diğimi duyduğunu söyledi."

Troo ağzını ardına kadar açtı ve kahkaha attı, ağzındaki patatesin bir kısmını püskürttü. "Bunu nereden biliyormuş? Bahse girerim, ödün patladı." Elinin tersiyle ağzını sildi ve sonra da elini bluzuna temizledi. Ayağınızdan çıkardığınız anda tenis ayakkabılarınız nasıl kokuyorsa, Troo da aynen öyle kokuyordu. Acaba ben de mi böyle kokuyorum, diye merak ettim. Belki de Nell'i dinleyip birkaç kez yıkanmalıydık. İki-miz de herhâlde bir haftadır kıyafet değiştirmemiştik ve Troo'-nun şortundan, zamanımızı nasıl geçirdiğimizi anlayabilirdiniz.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Ön tarafta Kola damlaları ve Latour'ların sebzeli güveci var-dı, cebine de küçük bir parça çiklet yapışmıştı. "Ödün patla-mıştır."

"Kes sesini, Troo! Yoksa ben kesmesini bilirim." "Yok ya?" Troo torbayı buruşturdu ve bana attı. "Bu çi-

çekleri yapıştırmama yardım edersin, değil mi?" Troo'ya benim ve Junie'nin fotoğrafının Rasmussen'in

cüzdanında olduğunu söylemedim, çünkü hiç kimsenin bana inanmamasından sıkılmaya başlamıştım. Ayrıca muhtemelen yalnızca bana güler, hatta belki çatlak derdi.

Sonraki yarım saati pek konuşmadan, sadece bisikletin her tarafına yapıştırdığımız şeritlere karanfilleri bantlamakla geçirdik.

"Sence Annem ölürse, Bay Callahan'da yaptırdıkları gibi Annemi tabutta görmek zorunda kalır mıyız?" diye sor-dum. Troo geriye çekilmiş, hayranlıkla Schwinn bisikletini seyrediyordu.

"Herhâlde. Hatta belki onu öpmek zorunda kalırız." Du-daklarıyla duygusal bir ses çıkardı. "Eddie babasını dudakla-rından öpmek zorunda kalmıştı. Hatırlıyor musun?"

Babamın tabutu kapalıydı, çünkü Annem, açık tabutlu cenaze törenlerinin korkunç olduğunu düşündüğünü söyle-mişti. Fakat Babama bir kez daha Eskimo öpücüğü verme şan-sım olsaydı, memnuniyetle yapardım. Memnuniyetle.

Beysbol sopasıyla topa vurulma sesi ve tezahürat sesleri geldi. Çocuk Bahçesinden gelen bu sesler bana hep Rahibe Imelda'nın Din dersinde günaha teşvik konusunda anlattığı

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

hikâyeyi hatırlatıyordu. "Ben bir gidip bakacağım, geliyor musun?" diye sordu

Troo, başını yana yatırarak. "Gelemem. Wendy'e uğrarım demiştim." Aslında Wen-

dy'e böyle bir şey söylememiştim, ancak evimizin bodrumuna inmek ve oranın serinliğinde, ya Anneme bir mektup daha yazmak ya da hayır işleri hikâyemi yatağın altından çıkarıp üzerinde biraz daha çalışmak istiyordum. Bodrum, yalnız kal-mak istediğim zaman gittiğim yerdi.

Troo tuhaf bir ifadeyle bana baktı. Genelde, Troo bir şey yapmak istediği zaman, ben ona uyardım. Fakat o gün Troo'-dan biraz sıkılmıştım. (Özür dilerim, Baba.)

Troo bisikletine baktı, bir kez daha gülümsedi ve koşa-rak gitti. Atkuyruğu bir sağa bir sola sallanıyordu.

Gittiğinden emin olmak için onu bir süre takip ettim, çünkü Troo bazen öyle numaralar yapabiliyordu. Beni gizlice takip ediyordu. Top oyununu seyreden Danışman Boblıy'yle konuşmaya başlayıncaya kadar bekledim, sonra arka kapıya yürüdüm.

"Merhaba, merhaba, merhaba, Şally O'Malley." Sıçradım ve etrafıma bakındım, ama onu göremedim. "Şally O'Malley." Belki de Virginia Cunningham gibi sesler duymaya baş-

lıyordum. Fakat sonra arkama döndüm ve Wendy Latour işte oradaydı, Kenfield Terin ön verandasındaki salıncakta oturu-yordu, sanki benim Troo'ya yalan söylediğimi duymuş, bu hafta yalan söyleme günahı işlemeyeyim diye ortaya çıkmış

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

gibiydi. "Gel, Şally O'Malley," diye daha yüksek sesle şarkı söy-

ledi. Wendy genellikle söylediği her şeyi şarkı hâlinde söylerdi. Bu da Tanrı'ran bir şeyleri aldığı zaman, size başka bir şey ver-diğinin kanıtıydı, çünkü Wendy hemen hemen her zaman ger-çekten mutluydu.

Onu görmezlikten gelip, bodrumdaki gizlenme yerime inecektim ama birden, benim kadar şanslı olmayan insanlara iyi davranmam gerektiğini hatırladım. Gerçi son zamanlarda kendimi bir İrlandalı kızın hissetmesi gerektiği kadar şanslı hissetmiyordum.

Kenfield'lerin ön basamaklarını çıktım. Wendy hızlı bir şekilde sallanıyordu, bu nedenle onu bir şeyin rahatsız ettiği-ni anladım. Heyecanlandığı zaman, sallanmak onu sakinleş-tiriyordu.

"Şally O'Malley, kıçım acıyor!" diye bağırdı, hâlbuki yalnızca yarım metre uzağindaydım.

Uzaktan, Çocuk Bahçesindeki Troo'ya baktım, kavga gürültü, Bobby'nin elinden herkesin çok sevdiği topu almaya çalışıyordu. Diğer danışman Barb ile Willie ve Artie onları sey-rederek gülüyorlardı.

"Wendy, bu şekilde sallanmayı bırak, yoksa düşeceksin ve kıçın gerçekten acıyacak." Anında durdu. Troo hep Wen-dy'nin beni ne kadar sevdiğiyle dalga geçerdi. Sanırım biraz kıskanıyordu, çünkü dışa dönüklüğü nedeniyle herkes Troo'-yu benden çok severdi. Troo, Wendy'nin yalnızca isimlerimiz kafiyeli olduğu için sevdiğini söylüyordu.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Tahta salıncakta yanina oturdum. Wendy her zaman te-miz olurdu, çünkü Bayan Latour onunla daha fazla ilgileni-yordu ve son derece parlak siyah saçları vardı. "Wendy ayak-kabıların ve çorapların nerede?"

"Tanıştığımıza şevindim." Bana uzandı ve ayı gibi sarıl-dı.

"Tamam, Wendy, bu çok güzel," dedim içimden ona ka-dar saydıktan sonra. Daha da sıkı sarıldı. "Nefes alamıyorum."

Beni bıraktı ve başını omzuma koydu. Saçındaki Prell şampuanının kokusunu alabiliyordum. "Kıçım acıyor."

"Önemli değil. Benim de kıçım acıyor." Uzun zaman ön-ce, Wendy'nin bana söylediklerini tekrar edersem, aynı şeyi üst üste söylemeyi bıraktığını anlamıştım.

Başını kaldırdı. "Öyle mi?" "Öyle." "Troo? Kızgın mı?" Sokağın karşısındaki Troo'yu işaret

etti. "Kesinlikle öyle." Kız kardeşim bağırarak, Çocuk Bahçesi danışmanı Bob-

by'e bir şey söylüyordu. Ne söylediğini duyamıyordum, fa-kat işler istediği gibi gitmediği zaman yaptığı şekilde, ayağını yere vuruyordu. Bobby onunla dalga geçiyor, topu Troo'nun yetişemeyeceği şekilde, başının üstünde tutuyordu. Troo her saniye biraz daha sinirleniyordu, neredeyse patlayacaktı. Troo'nun istediğinin olmamasına her saniye biraz daha mem-nun olduğumdan, kendimi biraz kötü hissediyordum, bu hiç de hayırsever bir duygu değildi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Wendy, düşünme şapkanı takman gerek. Sana bazı so-rular sormak istiyorum." Spencer Terin mahzenine düştüğü zaman neler olduğunu öğrenmek zorundaydım. Rasmussen'-in ona ne yaptığını. Mongol olmasına rağmen, oldukça akıl-lıydı. Annem Wendy'nin yalnızca biraz Mongol olduğunu, bazıları kadar kötü durumda olmadığını söylüyordu. "Birinci soruya hazır mısın?"

Başını yukarı aşağı salladı. "Bu nasıl oldu?" dedim, kaşının üstündeki yara bandını

göstererek. Salıncakta önce yavaş yavaş sallanmaya başladı, sonra

hızlandı. Durması için ayağımı yere vurdum. "Wendy?" "Kıçım—" "Biliyorum." Wendy'nin sizi dinlemesini sağlamak için

her seferinde birkaç kez denemeniz gerekirdi. "O yara nasıl oldu?" Bana, başını bir "Sahibinin Sesi" köpeği gibi hafifçe yan yatırarak baktı. Yine yara bandını işaret ettim. "Bunu bir adam mı yaptı?"

"Düştüm." "Düştün mü?" diye bağırdım, çünkü Rasmussen'in canı-

nı çok yaktığını söylemesini istiyordum, böylece iki kişi ola-caktık ve belki o zaman birileri bize inanırdı. "Umarım, bana yalan söylemiyörsündür."

Wendy ağlamaya başladı, çünkü çok kolay ağlıyordu, özellikle de ona karşı sesinizi yükseltirseniz. "Kıçım—"

"Özür dilerim, özür dilerim... Lütfen, ağlama." Küt par-maklı elini tuttum. Birisi tırnaklarına karpuz pembesi oje sür-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

müştü. Aynca, hep yüzük parmağına taktığı ve bir Cracker Jack mısır kutusundan çıkmış olan plastik bir yüzük vardı.

"Memur Rasmussen miydi? O seni itti de bu yüzden mi düştün?"

"Weeeennndy!" Wendy başını kaldırdı. Annesi onu çağırıyordu. Her gün

yemeğe on üç tane çocuk çağırmanız gerekseydi, sizin de opera sanatçısı gibi ciğerleriniz olurdu, diyordu Annem. Bayan La-tour'la Annem, kilise korosunda beraber olmalarına rağmen, Annemin, Katolik olsalar bile on üç çocuk doğuran herkesin son derece aptal olduğunu düşündüğünü anlayabilirdiniz.

"Weeeennndy!" Wendy ayağa kalktı ve Kenfield'lerin merdivenine doğ-

ru yürümeye başladı. "Anneme gidiyorum, Şally O'Malley." "Peki," dedim pes ederek, ama sonra bir kez daha dene-

yebileceğimi düşündüm. "Rasmussen seninle birlikte mah-zende miydi?"

Wendy başını önce evet anlamında aşağı yukarı, sonra da hayır anlamında iki yana salladı, bu nedenle hangisini kas-tettiğini anlayamadım, fakat artık sormak için çok geçti, çün-kü basamaklardan atlamıştı bile.

Son basamakta durdu ve, "Raşmuşşen," diyerek Kenfı-eld'lerin çimlerine basarak evine yöneldi.

"Dışarıda bir yerlerde kötü bir adam var. Gözlerini dört aç, Wendy!" diye seslendim arkasından.

Döndü, gözlerini gerçekten kocaman açtı, sonra o tuhaf koşma şekliyle yine yola koyuldu. Orada bir süre oturup sal-

142 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

landım. Kendimi oldukça iyi hissediyordum, çünkü artık, en azından, Mongol olsa bile Wendy benim tarafımdaydı. Ne de olsa, bana hemen hemen Rasmussen'in ona tecavüz etmeye ve öldürmeye çalıştığını söylemişti.

143 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bodruma kendi başıma ilk kez, Bayan Callahan'ın do-ğum günü partisinden sonra Annemle Hall feci şekilde bağ-rıştığı gece indim. Annem, Hall'ın bu kadar çok içmekten vaz-geçmesini istiyordu, Hall da Annemin, içkisi konusunda çene-sini kapatmasını istiyordu. Troo, Hızlı Susie Terde kalıyordu ve Nell okul dansına gitmişti. Kavga etmeye başladıklarında, odamda tek başıma oturmuş, My Friend Flicka (Arkadaşım Flicka) kitabını okuyordum. Sonra Dottie'nin hayaleti ağla-maya başladı ve bütün bunları dinleyemeyecek hâle geldim. Bu nedenle gizlice yataktan çıktım, parmak uçlarıma basa basa mutfaktan geçtim. Ocağın hemen önünde bulunan ve üstüne bastıkça karnı ağrıyormuş gibi sesler çıkaran linolyum parçasına basmamaya özen gösterdim. Goldman'ların arka kapısından geçip, bir kat daha aşağıya giden merdivenleri in-dim. Elimde fenerim vardı, bu nedenle çok da korkunç değil-di.

Oraya ulaştığımda, Hall'a ait olan ve denizciyken kul-landığı, üzeri uzak ülkelerden çıkartmalarla dolu olan kah-

145

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

verengi sert bavulun üstüne oturdum. Radyatörlerden gelen bağrışmalar duruncaya kadar bodrumda kalıp, kitap okuya-caktım. Feneri eski bir lambaya dayadım ve bir süre parmak-larımla duvarda gölgeler yaptım. Kuş ve bir de başka şekilde bir kuş yapabiliyordum. Kuşlardan biri bodrumun duvarla-rında uçarken, bir bankta oturan şapkalı bir kadının resmine geldi. O gün öğleden sonra Annemin gömlekleri mengenede sıkmasına yardım etmek üzere buraya geldiğimde-bunu yap-maya bayılıyordum, çünkü Annem bazen Hall'in bu gömlek-lerden birinin içinde olmasını dilerdi bu resmi görmediğime inanamadım. Resme dokununca duvardan aşağıya kaydı ve asılı olduğu yerde gizli bir delik ortaya çıktı. Ayakkabı kutu-suna benzer bir şeyin ucunu görebiliyordum. Sonra, fareye ben-zer bir şey cıyakladı ama bu beni korkutmadı. Fakat sonra ya-rasa olabileceği aklıma geldi ve Troo'yla birlikte seyrettiğim llorror of Dracula (Drakula'nin Dehşeti) adlı film nedeniyle bundan korktum. Bu nedenle, ses kesilinceye kadar bekledim ve sonra elimi o delikten içeri soktum, kutuyu çıkardım ve kimin olduğunu merak ettim. Bayan Goldman'ın mı? Kutu-nun yan tarafını kontrol ettim ve üzerinde "Shuster Ayakkabı Dükkânı, Numara 37" yazıyordu, yani Annemin olması ge-rekiyordu, çünkü Bayan Goldman, toplama kampında ayak-ları çok kötü olduğu için 40 numara sağlam tabanlı özel ayak-kabılar giyiyordu. Nell ise 35 numara giyiyordu. Kutunun kapağını kaldırdım. Kutunun altında iki tane fotoğraf ve Fee-lin' Good Kurabiye Fabrikası'nda damla çikolatalı kurabiye-leri koyduklarına benzer, buruşuk kurabiye paketleme kâğı-

146 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

dmdan yapılmış küçük bir yüzük vardı. Fotoğraflarından bi-rinde, Nell'in mezuniyetinde giydiğine benzeyen cübbeler giy-miş ve püsküllü şapkalar takmış çocuklar vardı. Ancak Nell'in fotoğrafı değildi. Daha eskiydi ve çocukların saçları Nell'inkin-den daha komikti. Bunun mümkün olabileceğini sanmazdım. Fotoğrafın altında süslü harflerle, "Washington Lisesi... 1940 Mezunları... Jim Madigan Fotoğraf Stüdyosu" yazılmıştı.

Bu nedenle, o gün öğleden sonra, Wendy'yle konuştuk-tan sonra, bodruma inen merdivenlerden indim, gizli delikten ayakkabı kutusunu çıkarttım ve eski kahverengi bavulun üs-tüne oturdum. Kâğıttan yapılmış yüzüğü parmağıma geçir-dim, ama her zamanki gibi hemen düştü. Bu nedenle tekrar kutunun dibine, diğer resmin altina koydum. Bu en sevdiğim resimdi. Bu resimde Annem, dalgalı saçları ve çilleriyle, göl-de bir kayıkta oturuyordu. Bu fotoğrafta Nell kadardı ve üze-rinde, güzel bacaklarını, ince ayak bileklerini gösteren bir şort vardı. Son derece mutlu görünüyordu; o kadar mutluydu ki, Babamın ölümünden beri onu o kadar mutlu gördüğümü ha-tırlamıyordum. Onun bu şekilde güldüğünü görünce içimden, o kömür cürufu kokan bu rutubetli bodrumda ağlamak geldi. Ağlamak, hiç kimse keş şu ağlamayı demeden ağlayabilmek istedim. Tanrı aşkına, eğer ağlamamanız gerekiyorsa, Tanrı neden gözyaşı kanalları yaratmıştı?

Diğer fotoğraf, mezuniyetle ilgili olan, beni üzmüyordu. Kendimi iyi hissetmeme neden oluyordu, çünkü fotoğraftaki birçok insanı tanıyordum. Bayan Callahan ve Bayan Latour vardı, Bay Kenfîeld ile eczaneden Bay Fitzpatrick de vardı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Sonra iki kişi daha dikkatimi çekti. Biraz sivri kulakları olan cana yakın görünümlü bir oğlan göze çarpıyordu, ancak kim olduğunu anlayamadım, çünkü yüzünü döndürmüştü ve ka-meraya bakmıyordu. Kimdi o? Onu daha önce gördüğümü bi-liyordum, ama tam olarak o değildi. Sonra, bu mezuniyet res-minin en üstünde, çok uzun boylu-ve açık renk saçlı—biri dikkatimi çekti. Bu Rasmussen'di! Bu detaya daha önce dik-kat etmediğime inanamıyordum. Fazla değişmemişti. Bir daha Büyükanneme gittiğimde bu fotoğrafı da götürecek ve Rasmussen'in bir katil ve tecavüzcü olacağını o zaman hemen anlayıp anlayamadığını soracaktım. Vliet Sokağı'nda tanıdığım çocuklardan bazıları büyüyünce hapse girecekti. Örneğin, er-kek kardeşi Coochie, kısa süre önce, yaşlı Holzhauer'in ga-rajında sakladığı, ancak artık kullanmadığı Cadillac arabayı çaldığı için götürülen Yağlı Al Molinari. Reese Latour da hapse girecekti. Bu çocuklar o kadar kötüydü ki, başlarına iyi bir şey-ler gelmeyeceğini hemen anlayabilirdiniz. Aslında gelmeme-liydi.

Arka merdivenlerden inen ayak sesini duyunca, her şeyi kutunun içine tıktım.

"Kim var aşağıda?" "Benim, Bayan Goldman." "O karanlık bodrumda ne yapıyorsun, Liebehin?" "Hiçbir şey." Sesini çıkarmadı. Sonra, "Anlıyorum," dedi. Dönüp merdivenlerden yukarı çıktı ve sahanlıkta durdu.

"Hiçbir şey yapmayı bitirince, lütfen arka kapıya gel. Sana

148 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

küçük bir şey yaptım." Bunu yapınca... Bana ne halt olduğunu anlayamadım.

O gözyaşı kanallarını gerçekten kullandım. İki gözüm iki çeşme ağladıktan sonra, çamaşır makinesinin üstünde duran kirli beyaz bluza yüzümü sildim ve ayakkabı kutusunu gizli deliğe soktum. Sonra, arka merdivenlere yürüdüm ve Bayan Goldman'ın kapısının önünde yeşil bir cam tabak buldum. Bayan Goldman'ın arka kapısının dışına, yere, tıpkı Annemin bana yaptığı gibi altı tane esmer şekerli kurabiye ve süslü bir bardağa konulmuş bir bardak soğuk, taze süt konulmuştu.

Kurabiyelerle sütü arka bahçedeki banka götürdüm. Troo'-nun Dört Temmuz bisikletine bakarak, Annemin aşağıdaki gizli delikteki mutlu, gülen fotoğrafını ve Bayan Goldman'ın ne kadar iyi biri olduğunu düşündüm. Aslında iyi olması ge-rekmiyordu, özellikle o Naziler onun küçük kızını alıp duşa götürdükleri ve bir daha geri getirmedikleri zaman ona hiç iyi davranmamışken. Ayrıca son zamanlarda işler benim için de pek iyi gitmiyor olsa da, o süslü bisiklet, o eski fotoğraf ve tatlı ev sahibem kendimi o kadar minnettar hissetmeme neden oluyordu ki, ellerimi birleştirdim ve başımı eğerek, Babamın böyle hissettiğim zaman hep yapmamı söylediği şeyi yaptım. Yüce Tanrı'ya nimetleri için, özellikle de, sizin Jackie Robin-son diyebileceğinizden daha hızlı bir şekilde ağzıma tıktığım o nefis, ağız sulandıran esmer şekerli kurabiyeler için teşek-kür ettim. Troo'ya bir kırıntı bile bırakmadım.

149 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Willie O'Hara pul biriktirse de ve her zaman herkesten kullanılmış zarf istese de, Troo onu seviyordu. Ben bunun aptalca bir hobi olduğunu düşünüyordum, ama bu onun suçu değildi. Annesi bir sanatçıydı ve Willie bu nedenle tuhaftı. Ba-yan O'Hara kilden bir şeyler yapıyordu. Willie bunlara büst diyordu. Bunun yalan olduğundan emindim, çünkü büst, gö-ğüs için kullanılan bir başka kelimeydi. Willie muhtemelen bunu, Troo'yu güldürmek için uydurmuştu ve onu suçlaya-mıyordum. Kız kardeşimin kahkahası, piyanoda çaldığı "Chop-sticks" şarkısına benziyordu. Duyunca kendinizi iyi hissedi-yordunuz.

Willie şişmandı ama iri kemikli olduğunu söylüyordu ve komik bir şekilde konuşuyordu. Troo'nun bana söylediğine göre, buna Brooklyn aksanı diyorlardı. Bizim sokağa geçen sene New York'tan taşınmıştı, çünkü babası, kokain bağımlı-sı sekreteriyle kaçmıştı ve annesinin bu civarlarda, kendi ayak-ları üzerinde durabilecek hâle gelinceye kadar ona yardımcı olabilecek akrabaları vardı. Var gibi görünüyordu, çünkü Me-

151 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

mur Riordan'la yemek kulüplerine gidiyordu ve Hızlı Susie evlenmiş olabileceklerini söylüyordu.

Sokak lambaları yanmıştı. Bu nedenle, hep birlikte O'-Hara'lann ön basamaklarında oturuyor, kırmızı ışık, yeşil ışık oyunu oynamaya hazırlanıyorduk ve hayaleti görmeyi umut ediyorduk. O anda bunun, bir süre için son oyunumuz olaca-ğını bilmiyordum.

Willie açıklama yaptı, "Bugün, kırmızı kayıkların orada Sara Heinemann'ın cesedini buldular ve annem, küçük bir kız olmadığım için çok memnun, çünkü bensiz yaşayamaya-cağını düşünüyor."

Hepimiz sessiz kaldık, sonunda Troo dudaklarını yaladı ve sordu, "Junie gibi tecavüz edilip öldürülmüş mü?"

"Evet." Willie eğildi ve iki düğümle ayakkabılarını bağ-ladı. Willie pek düzenli değildi, hatta geçen hafta tam da bu ba-samaklarda takılmış ve düşmüştü. Kolunda kötii bir kesik oluşmuştu ve bunu beş dakikada bir herkese gösteriyordu. "En azından, Memur Riordan'ın Anneme söylediği bu."

Artie Latour benim yanımda oturuyordu ve onun yanın-da da Wendy oturuyordu. Hızlı Susie kırmızı ışık-yeşil ışık oynamayı bırakmıştı, çünkü söylediğine göre, artık çok bü-yümüştü. Sokağın karşısında, Çocuk Bahçesindeydi ve yeşil banklardan birine oturmuş, Bobby ve Barb'la konuşurken, kırmızı lastik toplardan birini zıplatıyordu.

"Sara bü sene Birinci Komünyonunu gerçekleştirecek-ti," dedi Artie. "Onu beyaz elbisesiyle gömeceklerine emi-nim. Junie'ye de öyle yaptılar."

152 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bu o kadar üzücü bir olaydı ki, birbirimizin yüzüne bile bakamıyorduk.

"Annem merak etmememiz gerektiğini belirtiyor," dedi Willie. "Kısa sürede adamı yakalayacaklarını, çünkü Memur Rasmussen'le Memur Riordan'ın mükemmel polisler oldu-ğunu söylüyor."

Ah, zavallı Willie. Anlaşılan sanatçı anneler pek akıllı olmuyordu, çünkü insanların bir nefes alıp bir dakika düşün-se, Rasmussen'in göründüğü gibi olmadığını gün gibi anla-yacağına inanıyordum. Büyükannem olsa, herkesin kitabı, ka-pağına bakarak değerlendirdiğini söylerdi.

Wendy'e baktım ve Dinah Shore'un "ABD'yi Chevro-let'nizle Görün" programında yaptığı gibi, gürültülü bir mu-cuk sesiyle bana öpücük gönderdi.

"Anneniz nasıl?" diye sordu Mary Lane, benden bir basa-mak yukarıdan. Benimle ve Troo'yla konuştuğunu anlamış-tım, çünkü birileri bunu bize günde en az bir kez soruyordu.

Troo, "Çok daha iyi," diye yanıt verdi, ama Annemin nasıl olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu, çünkü Nell birkaç gündür bizimle konuşmuyordu, zira Eddie'yle büyük bir kav-ga etmişlerdi. Dün gece Nell'in Eddie'ye bağırdığını duy-muştum, çünkü elinde bir sutyenle onu Vliet Sokağı'nda ko-valıyor ve avazı çıktığı kadar, "Melinda mı? Melinda mı? O uzaylı ahlâksız Melinda'yla ikinci kaleye mi geçtin?" diye ba-ğırıyordu.

Nancy Teyzenin, Eddie'nin arabasının bagajında gördü-ğü şey hiç de bira kutusu değildi. (Yalan söylediği zaman gö-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

zünün seğirdiğini söylemiştim.) Nell, Eddie'yle odasındaki günlük egzersizlerini tamamladıktan sonra Eddie uykuya da-lınca, kotunun cebinden arabasının anahtarıin almıştı. Niyeti, iyilik olsun diye, bagajdaki bira kutularını temizlemek, böy-lece Eddie'nin annesiyle sorun yaşamasını önlemekti. Nell, stepnenin altında sutyeni bulmuştu. Salı gününden beri oda-sında ağlıyordu, bu nedenle Annemin durumuna bakmak için St. Joe's Hastanesi'ne gitmemişti. Hail'in da gitmediğini bi-liyordum, çünkü Jerbak'taki Rosie'yle işi pişirmekle meşguldü. Bunu herkes biliyordu, zira mahallede hiçbir şey gizli kalmı-yordu. Artık herkes Troo'yla bana daha fazla acıyarak bakıyor-du ve biz yanlarına gidince konuşmalarını kesiyordu.

Troo'yla ben. Hail'in Rosie'yle işi pişirmesiyle ilgilen-miyorduk, çünkü onu bir daha hiç görmesek, umurumuzda olmazdı. Rosie Ruggins'in yeni annemiz olmasını istemedi-ğimiz konusunda hemfikirdik, çünkü çok yaramaz ikiz oğlu vardı. Rickey ile Ronney burunlarını karıştırmakla kalmıyor, sıranıza gürültü minderi koymak veya tam otururken sandal-yeyi çekmek gibi eşek şakaları da yapıyorlardı. Çok acayip-lerdi.

"Galiba yine fırtına çıkacak," dedi Artie. Kokusu gelme-ye başlamıştı. Troo'ya baktım, kolunu ovuşturuyordu. Soka-ğın karşısında Hızlı Susie, Bobby ile Barbara'ya topları, so-paları ve kaleleri toplamakta yardım ediyordu. Bunların ka-palı bir yere konması gerekiyordu, çünkü yağmur yağdığın-da, kimseye yıldırım düşmesin diye, Çocuk Bahçesi kapanı-yordu.

154 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Hep birlikte, yağmur başlamadan önce bir oyun oyna-maya karar verdik. Bu nedenle ilk hayaletin kim olacağını be-lirlemek için sayıştık. Artie çıktı.

Biz hep birlikte yüksek sesle, "Bir Mississippi... iki Mis-sissippi... üç Mississippi" diye sayarken Artie, O'Hara'ların ön bahçesinin çimlerinde yürüyerek uzaklaştı.

Gecenin bu saatini gerçekten çok seviyordum, anne-ba-balar verandada oturup radyo dinliyor ve belki uzun bardak-larla bira içerek, eskiden Annemle Babamın yaptığı gibi, sohbet ediyor, o gün yaptıklarını birbirlerine anlatıyorlardı.

"On Mississippi... on bir Mississippi." Eğer birisi, gözlerimi kapatıp teker teker bu evlerin içine

soksa, akşam yemeğinden sonra nasıl koktuğuna bakarak kimin evi olduğunu söyleyebilirdim. Fazio'lar ve sarımsak-ları, Goldman'lar ve lahana turşuları, Latour'lar ve sebzeli güveçleri ve O'Hara'ların konserve sığır etleri ve lahanaları.

"On beş Mississippi... on altı Mississippi..." Gizlice, Bay Kenfıeld'in ön verandasindaki salıncakta

oturduğu yere baktım. Her gece yaptığı gibi sokağa bakıyor-du, muhtemelen Dottie'nin nasıl ortadan kaybolduğunu dü-şünüyordu.

"Yirmi iki Mississippi... yirmi üç Mississippi." Annemin ne yaptığını merak ettim. Keşke bazen izin

verdiği gibi saçlarını altın saç fırçasıyla yüz kere fırçalaya-bilsem, diye düşündüm.

"Yirmi beş Mississippi... ister hazır olun, ister olmayın... işte geliyoruz!"

155 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Wendy, her zamanki gibi hemen yakalandı. Artie, kendi yatak odasının penceresinin altındaki çalılıklara saklanmıştı ve Wendy, "Kırmızı ışık, yeşil ışık, hayaleti..." diye şarkı söy-leyerek yanından geçerken, fırlayıp ona, "Bööö!" dedi. Fakat Wendy, bir şekilde her zaman yaptığı gibi gülmek yerine ağ-lamaya başladı. Bu nedenle Artie'nin evlerinin bodrumuna gidip, buzluklarından meyveli dondurma alıp gelmesini bek-lemek zorunda kaldık. Kocaman bir buzluktu ve av etinin yanı sıra, Ruslar'm saldırısına uğradığımız takdirde hazırlıklı olmak amacıyla, başka bir sürü yiyecekle doluydu. Bay La-tour ayrıca arka bahçelerine bombadan korunmak için bir sı-ğmak da yaptırmıştı. Bu nedenle, Troo'yla ben, her ihtimale karşı onlara iyi davranıyorduk. Troo'yla ben, çiftlikte yaşar-ken bir bomba sığınağımız olmasını istemiştik, fakat Annem bomba meselesinin büyük bir saçmalık olduğunu ve Kızıl-lar'dan başka endişelenecek bir sürü sorunumuz olduğunu söy-leyip, sığinağa ihtiyacımız olmadığını belirtmişti. Babam bu-na gülmüş ve, "Bunlarla ilgili olarak da kaygılanmamıza ge-rek yok. Lawrence'in top atış şekline bakacak olursak," de-mişti. İkinci turda sayma işlemini atladık, yalnızca Willie ile Wendy kaçıp saklanırken başka tarafa baktık. Çocuk Bahçesi, İlçe Stadyumu gibi aydınlatılmıştı. Hafif bir çiseleme başla-dı. Eddie ile Nell, okulun köşesine sokulmuşlardı ve kimse-nin onları görmediğini sanıyorlardı. Artık birbirlerine kızgın olmadıklarını tahmin ettim, çünkü Eddie'nin ikinci kaleye doğru kaydığını görebiliyordum.

Troo, "İster hazır olun, ister olmayın... işte geliyoruz!"

156 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

diye bağırdı ve hepimiz dağıldık. Ben Fazio'larin eviyle La-tour'larm evi arasında dolaşıyor ve itiraf etmeliyim, fazla yüksek olmayan bir sesle, "Kırmızı ışık, yeşil ışık, hayaleti gö-relim artık. Kırmızı ışık, yeşil ışık, hayaleti görelim artık," di-yordum.

Tam Fazio'ların yan çalılıklarını etrafından dolanmıştım ve arka pencerelerinden, Nana'nin mutfak penceresinde kı-zarttığı o lezzetli kremalı pastaların kokusunu alabiliyordum. Troo'ya anlatmayı unutmayayım diye kendimi çimdikledim, çünkü en çok bunları seviyordu ve sırf tatlı niyetine onları yiyebilmek için, yarın yemeğe oraya gitmek isteyebilirdi. Ba-şımın üzerinde bir gök gürültüsü daha oldu, fakat aşağıdan bir bağrışma sesi geldi, sanki birisi hayalete yakalanmış gi-biydi, bu nedenle oraya doğru koşmak üzere döndüm ve o anda, birisi saçımın örgüsünden beni yakalayıp çimlere de-virdi. Sert bir şekilde. Onun üzerinden bir şeyin döküldüğünü hissedebiliyordum. Bir duygu gibi. Korktuğunuz zaman ken-dinizi nasıl hissederseniz öyle. O anda şimşek çaktı ve başına geçirdiği yastık yüzünü gördüm. Göz ve ağız yerlerinde de-likler vardı ve kaim tabanlı ayakkabılarını iki yanıma koyup başımın üstünde dikilirken, yelken kadar az hareket ediyor-du. Yağmur şiddetli bir şekilde yağmaya başladı, fakat Ras-mussen kulağıma eğilip, "Sally, tatlım, seni seviyorum," de-diğinde onu rahatlıkla duydum. Bu sözleri o kadar tatlı bir şekilde söyledi ki, ona neredeyse inanacaktım.

157 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Nana Fazio, "II mio Dio... il mio Dio!" diye bağırdı ve uzun siyah elbisesiyle bana doğru koştu. Göğüs kemerini kü-çük başının üzerinde kement gibi sallıyordu. Rasmussen ha-fif bir kahkaha attı ve, "Tekrar görüşünceye kadar," diyerek arka sokağa doğru koştu. Çok hızlı kalktığınız zaman hisset-tiğiniz gibi, başımın içinde bir şey oynuyormuş gibi geldi ve sağanak yağmura rağmen, birkaç tane yıldızın kaydığını gör-düm. Troo daha sonra bana, tıpkı Rüzgâr Gibi Geçti filmindeki Scarlett O'Hara gibi düşüp bayıldığımı söyledi.

Ayıldığını zaman, Fazio'ların ön basamaklarından ini-yorduk. Rasmussen'in muhtemelen Nana'yı atlatıp, Spen-cer'lerin garajının arkasından kaçarak yastık kılıfını çıkardı-ğını düşündüm. Şimdi de beni kollarına almış duruyordu ve lıiç kimse onu durdurmak için bir şey yapmıyordu. Troo ne-redeydi? Çığlık atmaya çalıştım ama sesim çıkmadı. Onu it-meye çalıştım, fakat bunu bile hissetmiyormuş gibi davrandı. Sanki ben bir böcektim ve beni fark etmiyordu. Sonra biraz sakinleştim, çünkü bütün mahallenin ortasında bana tecavüz

159 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

edip öldüremeyeceğini düşündüm. Yoo, hayır, kurnaz Ras-mussen bunu yapmazdı.

Beni göğsüne çekmişti, üstünde 343 yazan yaka rozeti yüzüme batıyordu ve yağmur devam ettikçe, üniformasını kokladım. Çoraplarımın, kızak kaydıktan sonraki kokusuna benziyordu ve bu bana, Annemle sıcak çikolatayı hatırlattı. Belki de bu kadar bitkin olduğum için ya da belki bir an için hatalı olduğumu ve Rasmussen'in gerçekten herkesin söyle-diği kadar iyi biri olduğuna inanmak istediğim için. Bu ne-denle, üzülerek belirtmek zorundayım, teslim oldum ve mü-cadele etmedim. Sadece ona sokuldum, göğsünde nefes alıp verişini hissettim ve mırıldandığı melodinin ne olduğunu çı-karmaya çalıştım.

Kenfıeld'lerin evinin tam önünde Rasmussen bana baktı ve sordu, "Sana bir şey söyledi mi, Sally? Onu tanıdın mı?"

Hah! Sanki ne dediğini ve neye benzediğini bilmiyordu. Başımı önüme eğdim ve, "Dottie Kenfıeld'i tanır miy-

din?" diye sordum. Ayakkabılarına bakmaya çalışıyordum. Her zaman giydiği kahverengi ayakkabılardı. Bana pusu kur-duğu zaman ayağında olan yüksek tabanlı siyah ayakkabıları değiştirmiş olmalıydı.

Rasmussen, Bay Kenfıeld'in sigarasının karanlıkta kır-mızı kırmızı parlayan ateşine baktı ve neredeyse duyamaya-cağım kadar alçak bir sesle, "Bu senin anlayamayacak kadar küçük olduğun çok üzücü bir hikâye," dedi. Sonra, Kenfıeld'le-rin verandasına doğru daha yüksek sesle, "İyi akşamlar, Chuck!" dedi.

160 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Hiçbir zaman Rasmussen'in gözlerinin içine bakmadım, çünkü orada görebileceklerimden çok korkuyordum. Babam, hep gözlerin ruhun aynası olduğunu söylerdi. Bu pek anlamlı değildi, çünkü ruhumuzun, göz bebeklerimizde değil, bir şe-kilde kalbimize yakın bir yerde olduğunu sanıyordum. Fakat Babam böyle söylüyorsa, doğru olmalıydı ve Rasmussen'in pejmürde ruhunu asla görmek istemiyordum.

Merak etmem gerekmiyordu, çünkü kenarına yağmur birikmiş olan polis şapkası gözlerini kapatıyordu, fakat sokak lambaları dudaklarında yansıyordu. Bebek battaniyelerinin sateni gibi yumuşacık görünüyorlardı. O, Junie'yi öldürmüş-tü; ve Sara'yı. Büyükannemin söylediği gibi Allah'ın hakkı üçtü. Bir dahaki sefere beni öldürecekti, bu nedenle ağzım-dan küçük bir, "Ohhh!" kaçtı.

"İyi misin, Sally?" dedi, sanki umurundaymış gibi. Yağmur, ne yapacağına karar veremiyormuş gibi bir

başlayıp bir duruyordu. Bizim evin verandasına baktı. Troo, elinde ateşböceği dolu bir kavanozla oturuyordu. En muhte-şem ateşböceği yakalayıcısıydı. Sevimli Ateşböcekleri alcın akın Troo'ya gelirdi, muhtemelen s harfiyle başladıkları için. Bana kendimi daha iyi hissettirmek için hızlı bir şekilde bir-kaç tane yakalamak amacıyla çok uğraştığını biliyordum, çün-kü ben keyifsiz olduğum zaman hep böyle yapıyordu. Ateşbö-cekleri, çenesinin altında tuttuğu kavanozda yanıp sönüyordu ve beni görünce iki başparmağıyla her şeyin yolunda olduğu-nu işaret etti. Babam bunu yapardı ve bu hareketi görünce so-nunda ağlamaya başladım. Çünkü burada, beni öldürmek is-

161 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

teyen adamın kollarmdaydım ve bu konuda hiçbir şey yapa-mıyordum. Kendimi, fırtına sonrasında Honey Deresi'ne dü-şen bir yaprak gibi hissediyordum.

Rasmussen beni evin kenarındaki merdivenlerden çı-kardı ve Troo'nun yanina oturtarak, "Banyo yapmasını sağ-la," dedi. Sonra, sanki yapacak acil bir işi varmış gibi dönüp gitti. Herhâlde, Fazio'larin bahçesinde bıraktığı ayak izlerini temizleyecekti.

Troo, "Beğendin mi?" dedi. Neredeyse boğuluyordum, "Rasmussen'i mi?" "Hayır, çatlak... bunları." Ateşböceği kavanozunu eline

tutuşturdu. Korktuğu belliydi. Kavanoza baktım ve aklıma ilk gelen s harfli kelimeyi

söyledim: "Süper." Bunun üzerine Troo dudaklarını yalamayı bıraktı.

Ancak daha sonra, Nell'in benim için hazırladığı ılık ban-yoda yatarken, Rasmussen'in Fazio'lardan eve gelirken mı-rıldandığı melodinin ne olduğunu çıkardım. Geçen sene en sevdiğim şarkı olan ve Perry Como'nun söylediği "Catch a Fal-liııg Star" şarkısıydı. Troo'yla ben salonda küçük bir gösteri yapıp şarkıyı söylerken yıldız yakalıyormuş ve yağmurlu günlerde kullanmak üzere pijamalarımızın cebine koyuyor-muş gibi yapardık, ama sonunda Hall bize bağırarak, sesimizi kesmemizi söylerdi.

Daha sonra, çarşafların arasında sırtımı her zamankin-den daha uzun süre ovarken Troo, "Fazio'larda sana saldıran herhâlde Yağlı Al'dı. Her zaman nasıl kabadayılık yaptığını

162 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

biliyorsun," dedi. Troo'ya, Rasmussen olduğundan emin olduğumu söyle-

me zahmetine bile girmedim. Ne yararı olacaktı ki? "Merak etme," dedi Troo karanlıkta, bedeninin ısısı be-

nimkine karışırken. Ateşböcekleri de şifoniyerimizin üstünde yanıp sönüyordu. "Acısını çıkarmak için bir planım var. Bi-sikletimi de. İyi geceler, Sal." Parmaklarını ağzına soktu, oyun-cak bebeğini göğsüne bastırdı ve hızla arkasına döndü. Sanki yarın olmasını bekleyemiyor gibiydi, çünkü yarın Dört Tem-muz'du, mahalle partisinden sonra yazın en heyecanlı günüy-dü.

"İyi geceler, Troo." Troo'nun uyuduğundan emin olduktan sonra, yataktan

kalktım ve Annemin odasına gittim. Şifoniyerinin alt çekme-cesinden sarı geceliği çıkardım, sonra tuvalet masasından Babamın Timex saatini aldım ve bileğime taktım. Her akşam yaptığım gibi, dualarımı edip Babamdan özür diledikten sonra, Annemin yatağının ayak ucuna yattım ve ekinlere yarayacak kadar şiddetli olan yağmurun sesine kapılarak, en son ne za-man kendimi güvende hissettiğimi hatırlamaya çalıştım.

163 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Saaaally... Saaaally!" Onun çığlığının sesi, rüyamı kov-du. Hall mı kovalıyordu? Rasmussen mi? "Geliyorum!" diye yanıtladım bağırarak, Annemin kördüğüm hâline gelen sarı geceliğinden çıkmaya çalışarak.

Troo arka merdivenlerden koşarak Annemin odasına geldi ve yatağa atlayarak yanıma yattı. "Haydi uyan, saat ne-redeyse yedi buçuk, saat tam sekizde parkta olmamız gereki-yor." Yastıkla başıma vurdu ve sonra Annemin tuvalet masa-sına gitti. Annemin yatağında uyuyarak ne yaptığımı sandı-ğımı sormadı, fakat aynadaki yansımasından zaten bildiğini anladım ve onun yaptığı hakkında bir şey söylemem için ba-na meydan okuyordu. Göz kapaklarına biraz mavi far, küçük dudaklarına biraz kırmızı ruj sürdü ve Evening in Paris şişe-sini baş aşağı çevirerek bileklerine biraz sürdü. Sonra ayağa kalkıp, bana yastıkla bir kez daha vurdu ve, "Aşağıda buluşu-ruz. Acele et. Sana bir şey göstereceğim," dedi ve koşarak gitti.

Tıpkı Hall gibi, Nell de dün gece eve gelmemişti. (Troo bunu ispiyon listesine bir sürü bayraklı yıldızla ekledi.)

165 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Annemin geceliğini çıkardım ve Babamın saatini öp-tüm, sonra ikisini de yerlerine koydum. Giyinmeyi bitirince, koşarak aşağı indim ve tel kapıyı açtım. Tanrım, radyoda ha-va durumunu sunan adam ne kadar yanılmıştı. Dört Temmuz 1959, şahane bir gündü. Bugün Troo'm o bisiklet süsleme ödülünü kazanacaktı çünkü, Schwinn bisikleti inanılmaz bir şekilde, muhteşem görünüyordu! Erken kalkıp, üzerinde bi-raz daha çalışmış olmalı. Bisikleti parka kadar sürebileceğini sanmıyordum, çünkü her tarafı çiçeklerle, şeritlerle ve krepon kâğıdıyla kaplıydı.

Troo bisikletin önünde durmuş, gölde bulduğu o eski Kroger torbasından yapılmış dev bir dondurma külâhina ben-zeyen bir şeye tutunuyordu. Başında alüminyum folyodan yapılmış ve bir sürü sivri ucu olduğundan, bana Butchy'nin eski köpek tasmasını hatırlatan bir taç ya da benzer bir şey takmıştı.

Aşırı derecede dikildi ve ciddi bir suratla ileriye baktı. Ben hiçbir şey söylemeyince, "Anlamıyor musun? Özgürlük Anıtı oldum," dedi.

"Haaa," dedim, kesinlikle gözünüzü çıkarabilecek o siv-ri taca fazla yaklaşmak istemedim.

"Bu, pièce de résistance, öyle değil mi?" Troo güldü. "Kü-tüphanede bir resme baktım ve Bayan Kambowski bana bir-kaç Fransızca kelime daha öğretti. Bu heykelin Fransa'dan hediye geldiğini biliyor muydun?"

Keşke Brownie fotoğraf makinem olsaydı, diye düşün-düm. Troo'nun fotoğrafını çeker, koşarak hastaneye, Anneme

166 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

giderdim. Troo o kadar güzel ve o kadar... yabancı görünü-yordu ki.

"Chapeau'mu beğendin mi?" Chapeau'nun ne olduğunu anlamak için etrafıma bakın-

dım. Tacını gösterdi. "Haaa," dedim yine. "Peki, dondurma külâhınin ne ilgisi

var?" Troo külâhı bana doğru sallayarak, "Bu dondurma külâ-

hı değil, sersem. Bu heykelin meşalesi. Elbisesi için eski bir çarşaf buldum ama çıkardım, çünkü devamlı olarak üstüne basıp düşüyordum."

Bisikletini dikkatle sürerek, arka bahçeden geçti ve ön taraftaki tepeden inmeye başladı. Ben de peşinden gidiyor-dum. O sabah parka giderken ve güneş parlak chapeau'sunda parlarken Troo'ya baktım ve onu korumak için ne yapmam gerektiğini anladım. Küçük Özgürlük Anıtım için bir plan yap-malıydım. Bunu neden daha önce düşünmemiştim? Çünkü eğer Rasmussen bana tecavüz edip beni öldürürse, Troo buna asla dayanamazdı. Hiç kimse karanlıkta o kadar yüksek sesle ıslık çalamazdı; Troo'm bile. Bu nedenle, ihtiyacım olan şey, bir plandı. Şehir dışındaki o filmlerde olduğu gibi. Tıpkı o Humphrey Bogart gibi. Onun her zaman bir planı vardı.

Evet, yapmam gereken şey, Rasmussen hakkında bilgi toplamaktı. Onu gizlice izlemek, yapmaması gereken bir şeyi yaparken yakalamak veya kanıt bulmaktı. Sonra onun gerçek yüzünü herkese anlatabilirdim. Fakat belki, Mary Lane'le

167 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

konuşma fırsatı yakalayıncaya kadar başlamazdım, çünkü mahalledeki en iyi casus oydu. Mary Lane, sıradan bir Mata Hari'ydi ya da belki Sara Heinemann'ın cenaze töreninin bit-mesini beklerdim. Tören yarın yapılacaktı. Rasmussen cena-zeye gelecek miydi? Bazen filmlerde, birisi birisini öldürdük-ten sonra, cenazeye gidiyordu. Mary Lane, ateş yaktıktan sonra hep civarda kalıyordu. Öylece durup, her şey kül oluncaya, sa-dece koku ve yüzündeki gülümseme kalıncaya kadar izli-yordu.

Ne gösteriydi ama! Yüzlerce çocuk, bisiklet ve boyun-larına fiyonk bağlanmış köpek, hatta bebek arabası, honey Deresi'nin kıyısındaki çimlik alanı doldurmuştu. Ağaçlardan balonlar sallanıyordu ve civara dağılmış olan piknik bankla-rına, herkesin salladığı küçük çubukların üstündeki bayrak-larla aynı renk kâğıt masa örtüleri serilmişti. O yazın en sıcak günüydü ve herkes gölge olmasına şükrediyordu. Buralarda Dört Temmuz her zaman sıcak olurdu, ondan emin olabilirdi-niz. Fakat o gün, emin olabileceğinizden bile sıcaktı.

Everly Kardeşler hoparlörden haykırarak Küçük Su-sie'yi uyandırmaya çalışıyordu. Sonunda birisi çıkıp, "On iki yaşın altındaki tüm çocukların, kırmızı kurdeleli meşe ağacı-nın altında toplanması gerektiğini" söyledi. Troo çimlerden atladı ve, "Birincisi para için, ikincisi gösteri için, üçüncüsü hazırlanmak için, haydi git, kedi git," dedi.

154

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Daha büyük çocukların arasından itekleyerek geçerken, ben de peşindeydim. Bunlardan bir tanesi, muhtemelen sa-dece, çocuklar tuvalete gittiği zaman bisikletlerini çalmak üzere orada bulunan Yağlı Al Molinari'ydi.

Yağlı Al, Troo'nun tacıni ve meşalesini işaret ederek, "Sen ne rolündesin, O'Malley? Külâhta dondurma yiyen te-levizyon anteni mi?" dedi. Boncuk gibi duran yağlı gözleri, aşağıya sarkan siyah kaşlarının altından bakıyordu. Ağzı her zamanki gibi yarı yarıya açıktı. "Seni arıyordum."

"Öyle mi?" dedi Troo. Güldü ve, "Senin gibi spagetti beyinli birinin benimle ne işi olabilir?" diye sordu.

Yağlı Al'ın kolundaki kaim kaslar seğirmeye başladı. O ve kardeşleri, garajlarında bulunan ve Ava Gardner'in leopar desenli mayolu resminin altına yerleştirdikleri bankta ağırlık kaldırmayı seviyorlardı. "Sen şimdi bana ne dedin bakayım, seni küçük İrlandalı?"

Troo daha da güzel bir şekilde gülümsedi, her bir dişini gösteren gülümsemesini kullandı. "Beni duydun. Yoksa ço-cuk felçli bacakların gibi, kulakların da mı sakat?"

Yağlı Al ağaçtan doğruldu ve bize doğru yürüdü. "Güzel bisiklet."

"Bu bisikleti çalmayı aklından bile geçirme," diye hır-ladı Troo. "Ayrıca, eğer bir kez daha ablamı takip edersen, senin—"

Hoparlörden cızırtılı bir ses geldi. "On iki yaş altı bisik-let süsleme yarışması için son çağrı. Kırmızı kurdeleli meşe ağacının altına gelin."

169 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Bırak beni, İtalyan," dedi Troo, onu itip yanından geç-meye çalışarak. Troo'nun bisikletinin ön tekeri, Yağlı Al'in bacaklarının arasındaydı.

Sonra Yağlı Al, gerçekten hızlı bir şekilde arka cebinden sustalı çakısını çıkardı ve bir eliyle Troo'nun iki gidonundaki bütün beyaz çiçekleri keserken, diğer eliyle tacını kopardı. Kambur bir şekilde topallayarak ve kahkaha atarak giderken, parlak alüminyum folyoyu parmaklarının arasında ezdi.

"On iki yaş altı için son çağrı," dedi ses yine. Bu olay, Troo'nun dışında başka birinin, örneğin benim

başına gelseydi, avazım çıktığı kadar bağırırdım. Ama Ger-çek Süvarim böyle yapmadı. Yağlı Al'in arkasından baktı. Bakışlar adam öldürebilseydi, Yağlı Al çoktan öbür tarafı boylamıştı.

Sonra birdenbire, tişörtünde HAKEM yazılı bir kurde-leyle Rasmussen belirdi. Sanki nereye gidersek gidelim, ne yaparsak yapalım, Rasmussen hemen oracıktaydı.

"Günaydın, kızlar," dedi. Polis üniforması giymediğinde farklı görünüyordu. Mahalledeki diğer erkeklere daha çok ben-ziyordu. "Hemen oraya gitsen iyi olacak, Troo. Değerlendirme başlamak üzere." Cebinden seloteyp çıkardı ve hızla yerdeki beyaz çiçekleri toplayıp Troo'nun gidonlarına bantladı.

Troo bisikletini onun yanından itti ve meşe ağacına gitti. Rasmussen'e teşekkür etmeyi unuttu, çünkü biliyordum ki kafası daha sonra Yağlı Al'ı nasıl bulacağını düşünmekle meş-guldü. Kız kardeşimin yüzünde, bela arayan o vahşi ifade vardı.

Rasmussen gülerek bana baktı ve, "İyi misin? Dün ge-

170 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

ceden sonra kendini toparladın mı?" diye sordu. Başımı kal-dırmadım, ama evet anlamında salladım. "Bunu duyduğuma sevindim." Sonra not kâğıtlarıyla birlikte, bebek arabalarını süslemiş olan bir grup annenin yanına gitti. Rasmussen'in kız-lara tecavüz edip öldürmeyi sevmesi çok kötüydü, çünkü böyle olmasaydı, muhtemelen iyi biri olarak değerlendirilebilirdi. Junie ile Sara bu nedenle onunla gitmişti, çünkü o filmlerden öğrendiğim kadarıyla, bir cinayet işlendiği zaman, genellikle hiç kimsenin şüphelenmediği biri yapmış oluyordu. Örneğin, iyi kâhya Jeeves.

Sabahın erken saati olmasına rağmen, ızgaradaki sosisli sandviçlerin, hamburgerlerin, İtalyan sosislerinin ve domuz sucuklarının kokusu havaya yayılmıştı. Troo'yla ben, çuval yarışlarından sonra, o kadar çok yemek yemeği planlıyorduk ki bizi el arabalarıyla taşımaları gerekecekti. Develer gibi, bir-kaç gün yemek yemeden idare edebilecektik. Sonra da, Per-şembe akşamı Willie bizi, annesi ve Memur Riordan'la bir-likte yemek yemeğe davet etmişti. Sonuç olarak, zamanlama uygun olduğu takdirde, Memur Riordan'a Rasmussen'den bahsetmeye karar vermiştim.

Yarışmaya otuzdan fazla çocuk katılmıştı, fakat oradaki herkes, bunun, tıpkı geçen yıl olduğu gibi iki kişi arasında ger-çekleşecek bir yarış olacağının farkındaydı. Troo hakemler-den birine, yani Mary Lane'in babasına gülüyordu. Sanırım,

hayvanat Bahçesi hemen yanda olduğundan ve o anda Samp-son'u beslemediğinden, buraya gelip, bisiklet süsleme yarış-masında hakemlik yapmasını söylemişlerdi.

171 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Bay Lane, Artie Latour'un bisikletine bakıyordu. Aman Tanrım! Artie bu kez gerçekten elinden geleni yapmıştı. Çok fazlasını! Gidonlardan şeritler çıkıyordu ve tekerlek tellerine beysbol kartları takmıştı ve sepetinde Abraham Lincoln'un devasa bir kartona yapıştırılmış resmi vardı ve bu resim-da-ha önce hiç fark etmemiştim-Nana Fazio'ya çok benziyordu, ama çok daha uzundu.

Bay Lane yanımıza geldi ve, "Anneniz nasıl?" diye sor-du. Eğilerek, Rasmussen'in Troo'nun gidonlarına tekrar ya-pıştırdığı çiçeklere baktı.

En kibar hâlini takman Troo, en şeker ses tonuyla, "An-nem gayet iyi, Bay Lane," dedi. "Sorduğunuz için çok teşek-kürler."

"Birinci sınıf süsleme, Troo. Birinci sınıf." Bay Lane, not kâğıdına bir şey yazdı ve sırada ilerledi.

Hoparlör yine cızırdadı ve adam, "Beş dakika, hakem-ler. Beş dakika kaldı," diye uyarı yaptı.

Yağlı Al Molinari bir piknik masasının üstüne oturmuş, sustalı bıçağıyla kahverengi tahtada bir şeyler oyuyordu. Troo, Rasmussen onun yanına gidip konuşmaya başladıktan sonra bile gözlerini ondan ayıramadı. Yağlı Al'ın sustalı bıçağını Rasmussen'in avucuna koyuşunu ve Troo'nun ezilmiş tacını yerde tekmeleyerek Honey Deresi'ne doğru topallayışını sey-rettim.

Troo, "Çuval yarışından önce dereye gidip biraz serinle-yelim, olur mu?" dedi, koluyla alnındaki teri silerken.

"Evet. Bu gerçekten iyi fikir." Troo'nun bu yıl kaybe-

172 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

debileceğini biliyordum, çünkü Artie'nin bisikleti olağandı-şıydı ve Troo'nun kendisini iyi hissetmesi için elimden gelen her şeyi yapardım, hatta onunla dereye gidip, Yağlı Al'a taş bile atardım.

Hoparlörden yine cızırtılı bir ses geldi. "Pekâlâ, millet. Değerlendirme sona erdi. Adınızı duyarsanız, lütfen, piknik alanının yanında bulunan hakem masasına gidin ve ödülünü-zü alın."

En güzel süslenmiş tekerlekli vagon ödülünü aldı. Beni görünce, "Şally O'Malley, hey... hey... hey," diye şarkı söy-ledi ve bana Dinah Shore USA öpücükleri gönderdi.

Anonsu yapan Bay Mahlberg, en iyi üç tekerlekli bisik-let ödülünü Billy Quigley adında bir çocuğun kazandığını söyledi. Sonra, "Bu yıl on iki yaş altı yarışması çok zorluydu. Gerçekten çok çekişmeli oldu." Hayır, olamaz, olamaz, za-vallı Troo. "Artie Latour'la Troo O'Malley hakem masasına gelebilir mi?"

Tabii, ben de gittim. Masaya ulaştığımız zaman Bay La-ne gülerek, "Tebrik ederim, Troo. Sen ve Artie berabere kal-dınız." Ben hakemlerin, Annem ölmek üzere olduğu için be-rabere bıraktıklarını düşündüm, çünkü aslında birinciliği Ar-tie hak ediyordu. Fakat beraberlik iyi bir şeydi. Böylece gü-nün geri kalanında hiç kimse birbirine pis pis bakmayacaktı. Ancak beraberlik Troo'yu pek mutlu etmedi. Fazla geniş, sahte gülümsemesinden bunu anlayabiliyordum. "Git, ödülünü al," dedi Bay Lane, arkamıza işaret ederek.

Ödül masasının arkasında Kenfıeld'in Beşlik Onluk

173 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAG EN

Dükkânının büyük bir afişi vardı. Bayan Callahan kazanan-ları kutluyordu.

"Merhaba, kızlar," dedi biz yanina gidince. "Tebrikler, Troo."

Betty Callahan katlanan koltuktan kalktı ve bize sarıldı. Üzerinde beyaz kolsuz bir bluz, lacivert bermuda şort ve altın küpeler vardı. Ayrıca yeni değiştirdiği saçlarında ayrı bir ca-zibe vardı. "Siz ikiniz iyi misiniz?" diye sordu.

Bayan Callahan o kadar güzel kokuyordu ki, neredeyse ağlamaya başlayacaktım. Troo'ya baktım ve bana, sakın ak-lından geçirme bakışı fırlattı. O da Evening in Paris kokusu-nu almış olmalıydı.

"Dün Annenizi ziyaret ettim," dedi Bayan Callahan. Troo sabırsızlanmaya başladı, ödül masasına bakıyordu

ve Bayan Callahan'ı dinlemiyordu bile. Neyi gözüne kestir-diğini biliyordum. Gerçek bir Davy Crockett rakuıı derisi şap-ka. Şapka delisi olduğundan, geçen haftadan beri bu şapkaları Beşlik Onluk Dükkânında beğenip duruyordu ve şimdi Artie Latour parmaklarını kürkünde dolaştırıyordu.

"Kız kardeşim Margie, St. Joe's Hastanesi'nde hemşire ve bana Helen'in dayandığını söyledi," dedi Bayan Callahan.

Troo ödül masasına yöneldi ve Artie'nin hemen arkasına geçerek kulağına bir şey fısıldadı. Muhtemelen, rakun derisi şapkayı kendisine bırakmazsa, onu Honey Deresi'nde boğmak-la tehdit ediyordu.

"Sizin evde her şeyin yolunda olduğundan emin misin, Sally?"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Her şey yolunda, Bayan Callahan." Artie şimdi rakun derisi şapkayı eline almıştı ve Troo rakun derisi kuyruğu ya-kalamıştı. Eğer ben bir şey yapmazsam, bu olay, Troo'nun adının çıktığı bir yerde-yuvarlanarak-edilen kavgaya dönüşe-bilirdi.

Hızla onlara doğru gitmeye başladım, fakat sonra dur-dum ve başımı Bayan Callahan'a çevirdim. "Annem hakkın-da biraz önce söyledikleriniz doğru mu? Dayandığı yani?" Ne demek istediğinden emin değildim ama iyi bir şey gibi geldi ve gerçekten dayanıyor olmasını diledim. Bayan Calla-han gözlerimin içine baktı ve başka bir şey söyleyemedi, böy-lece bunları sadece ben kendimi iyi hissedeyim diye söyle-diğini hemen hemen anladım.

"Kavga var!" Döndüm ve Artie ile Troo'nun güreştiğini ve toprakta

yuvarlandığıni gördüm. Troo, rakun derisi şapkayı kolunun altına sıkıştırmıştı ve vermiyordu. Sonra Artie'yi bacağından sıkı bir şekilde tekmeledi. Bu arada, Bay Lane gelerek Troo'-yu kaldırdı. Bay Lane rakun derisi şapkayı aldı ve Troo'nun başına yerleştirdi. Dönüp Artie'ye baktım, yerde iki büklüm olmuş, bacağıni tutuyordu. Gömleği yırtılmıştı ve terli kolları toprakla kaplanmıştı. Bir şekilde, Annemin ölmek üzere ol-masının özel bir şekilde bizim işimize yaradığını, çünkü bize her türlü kıyağın yapıldığını düşündüm.

Troo da aynı şeyi düşünüyordu. Zira yerden kalktı, ra-kun derisi şapkanın kuyruğuyla Artie'ye vurdu ve kahkaha atarak uzaklaşırken, dondurma meşalesini ileri geri sallayıp,

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Yorgunluğunuzu göreyim, zavallılığınızı göreyim. Perişan-lığınızı göreyim!" diye bağırdı.

176 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Yaklaşık on beş dakika boyunca, bütün kırmızılıkların, maviliklerin ve beyazlıkların arasında Troo'yu kaybettim, bu nedenle Bayan Galecki'nin bakımından bir gün izin alan Et-hel'le sohbet ettim. Ethel, Bay Raymond Buckland Johnson adında bir beyle gelmişti. Ona kısaca Ray Buck diyebilece-ğimizi söylüyordu. Ethel gibi, o da güneyliydi. Galiba Geor-gia demişti. Ray Buck belediyede otobüs sürücüsüydü ve de-risi, uğursuz kara kedinin tüyleri kadar siyahtı. Sütlü çikolata renginde olan Ethel'den çok daha siyahtı. Ray Buck ayrıca uzun, ince biriydi ve omuzları da biraz kamburlaşmıştı, bu ne-denle yan döndüğü zaman soru işaretine benziyordu. Troo'y-la ben Ethel'e bayılıyorduk. Ray Buck'u da biraz daha yakın-dan tanımaya başlamıştık ve ona da bayılıyorduk.

Burada bazı insanlar Zencileri sevmiyordu. Örneğin Hail. Ve Troo ile bana her fırsatta zenci sevenler diyen Reese Lato-ur. Troo'yla ben bunun nedenini Ethel'e sorduk. Nedenini tam olarak bilmediğini, ama bazı beyaz insanların gerçekten si-yahları sevmediğini söyledi. Hatta Güney de, zencilere ger-

177 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

çekten kötü davranan KKK adında bir kulüp bile vardı. Be-yaz çarşaf giyiyorlar ve Zencilerin ön bahçelerinde, duygula-rını incitmek için haç yakıyorlardı. Bunun üzerine, Fazio'larin orada beni yakalamaya çalışırken başına geçirdiği o yastık yüzü nedeniyle acaba Rasmussen KKK'ya üye miydi diye merak ettim.

"Peki, Bayan Sally, Anneniz nasıl?" diye sordu Ethel, Ray Buck'a meşrubat tezgâhına gidip ona soğuk bir şey ge-tirmesini söyledikten sonra. Ethel bize hep Bayan Troo veya Bayan Sally derdi, çünkü son derece kibar biriydi ve başka-larının da kibar olmasını isterdi. Onun konuşmasını dinleme-ye bayılıyordum. O da aksanlı biriydi, ama Willie'nin Broolc-lyn aksanı ya da Goldman'ların Alman aksanı gibi daha kaba duran ve sanki her an sizinle kavga edecekmiş izlenimi ya-ratan bir aksan değildi. Ethel'in aksanı Honey Deresi gibi akıyordu ve bir keresinde, kek yapmak için çilek ayıklama-sında ona yardım ederken, mutfak sandalyesinde uyuyakal-mıştım çünkü, düşününce, sesi gerçekten ninni gibiydi.

"Bayan Callahan biraz önce Annemin dayandığını söy-ledi, Ethel, sorduğun için teşekkür ederim," dedim. Troo'ya daha iyi bakabilmek için, Ethel'in altında oturduğu ağacın ilk dalına tırmandım.

"Öyle mi? Annenin durumu aynı mıymış? Tanrım, bu yorgun kulaklar için çok güzel bir haber bu." Ethel, benim al-tımda, plastik bir koltukta oturuyor ve olan-bitenden haber-dar olmak önemli diye okumayı sevdiği gazeteyle yelpazele-niyordu. Başını kaldırıp bana baktı. "Neden son zamanlarda

178 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bayan Troo'yla birlikte uğramadmız?" "Meşguldük." Ethel'e, Rasmussen'in nasıl beni taciz

edip öldürmek istediğini ve onun evinin hemen yanındaki evde oturduğu için içimden uğramak gelmediğini anlatmak istedim. Fakat Annemin her zaman söylediği gibi, her şeyin bir yeri ve zamanı vardı. "Bayan Galecki nasıl?"

"Sizi soruyor. Bay Gary'de öyle." "Bay Gary burada mı?" diye sordum heyecanla. Bayan Galecki'nin oğlu Bay Gary Galecki, California'-

da oturuyordu ve her yaz annesini görmeye geliyordu. En son buraya geldiğinde benimle ve Troo'yla, veranda da iki saatten fazla papaz kaçtı oynamıştı. Bunun üzerine Troo, Bay Gary çocukları çok seviyor olmalı diye düşünmüş, zira büyük-lerin sizinle bir şey yapmasını sağlamanın pek mümkün ol-madığını söylemişti. Bay Gary Galecki de iyi bir insandı.

"Bay Gary, sen ve Bayan Troo ona merhaba demek için uğramadmız diye gerçekten alınmış." Ethel bugün çok güzel görünüyordu. Başında, üzerinde yumuşak menekşeler olan küçük bir hasır şapka vardı. Elbisesi limon rengindeydi ve çikolata renkli teninin çok güzel görünmesini sağlıyordu. İşte bu nedenle, Ray Buck, bir bardak buzlu çay getirdiğinden ona bu şekilde bakıyordu. Gerçekten yenecek kadar güzel görü-nüyordu. Ray Buck onunla sohbet ettiğimi görünce, Ethel'e içeceğini verip göz kırparak, düzgün yürüyüşüyle diğer tara-fa yöneldi ve çakmağını şaklatarak sigarasını yaktı.

"En kısa zamanda geleceğiz, söz veriyorum. Troo da bu-gün bana Bay Gary'i görmeyi ne kadar istediğini anlatıyor-

179 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

du." "Peki o hâlde, ona uğrayacağınızı ve sizi beklemesini

söyleyeceğim." Ethel bardağından büyük bir yudum aldı, sonra da biraz rahat etmek için koltuğunda oturuşunu değiş-tirdi, çünkü her zaman mümkün olduğunca rahat edilmesi gerektiğine inanıyordu. Hayatta yeterince rahatsızlık var, di-yordu hep.

"Siz kızlar, dikkatli oluyorsunuz, değil mi? Gazetede okuduğuma göre, dışarıda bir yerlerde deli bir adam var ve geçen gece, birisinin Fazio'ların bahçesinde sana saldırdığını duydum. Dışarıya çıktığınız ve dolaştığınız zaman çok dik-katli olmanızda fayda var." Ethel, sanki saldırıya uğramanın ne demek olduğunu biliyormuş gibi konuşuyordu. "Bütün di-yebileceğim, Tanrı'ya şükür ki Bay Rasmussen yanımdaki evde oturuyor. Kendimi çok güvende hissediyorum."

Ona söylese miydim? Ethel'e, sevgili Zenci arkadaşıma, bazı konularda, örneğin hastalara nasıl bakılacağı, en güzel esmer şekerli brownie'nin nasıl yapılacağı gibi konularda çok akıllı olmasına ve cennetteki bütün melekler kadar güzel bir sesi olmasına rağmen, Rasmussen konusunda yanıldığını, tamamen yanıldığını söylemem gerekmiyor muydu?

Bu konuda karar vermeye çalışırken, etraftaki kalabalığa baktım ve Troo'nun Özgürlük Anıtı meşalesini gördüm. Sa-atte bir dolar on sent karşılığında çalıştığı Jerbak Bira ve Bow-ling Salonu'nda lobut dizen ama muhtemelen Dört Temmuz olduğu için her yer gibi kapalı olduğundan, bugün çalışmayan Paulie Dayıyla konuşuyordu. Paulie Dayımın, kendisi ve Bü-

180 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

yükannem için para kazanmak amacıyla yaptığı bir başka iş de, insanların çöplerinden gazoz şişesi toplamak ve bunları Delancey bakkalına götürmekti. Bayan Delancey ona şişeler için iki peni veriyordu ve Paulie Dayı, sanki Bayan Delancey onu dolandıracakmış gibi, her seferinde şişeleri dikkatle sa-yıyordu.

Paulie Dayı yere bakıyor ve bir şeyi işaret ediyordu. Troo eğildi ve alıp ona verdi. Sonra Troo'nun etrafında koşmaya başladı ve eliyle Troo'nun gözlerini kapattı. Dudaklarının oy-nadığını görebiliyordum. "Ce-ee" dediğini biliyordum. Troo onun parmaklarını yüzünden itti ve kaçtı.

"Ne dediğimi duydun mu, Bayan Sally?" "Efendim?" Ethel'in yanındayken kibar davranmam ge-

rekiyordu, yoksa canıma okurdu. Ethel içini çekti ve böyle yapınca, göğsü yukarı kalkıp

indi, tıpkı Artie Latour'un gırtlak kemiği gibi. "Dedim ki, sen ve Troo gelip Rasmussen'in aldığı köpek yavrusunu görmeli-siniz. Troo'nun o Butchy denen köpeğini hâlâ ne kadar özle-diğini biliyorum." Rasmussen'e muhtemelen köpeği nasıl çift-likte bırakmak zorunda kaldığımızı anlatmıştı. Rasmussen de herhâlde benim ona güvenmemi sağlamak için o köpek yav-rusunu almıştı. Troo'yla benim her türlü hayvana yakınlık duy-duğumuzu herkes biliyordu.

"Memur Rasmussen'in karısına ne oldu?" diye sordum, bunu yapmayı planlamadan.

Ethel hızla bana döndü. "Dave Rasmussen'in karısı yok. Hiç evlenmedi."

181 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Acaba neden karısı yok?" Ağacın dalında ayaklarımı ileri geri sallıyordum. Rasmussen'den bahsederken artık asa-bım bozulmaya başlamıştı, çünkü neden evli olmadığını za-ten biliyordum. Rasmussen kadınları sevmiyordu. Rasmus-sen küçük kızları seviyordu. Ağacın kıvrımından, herkesin ne yaptığını görebiliyordum. Troo, Willie'yi bulmuştu. El ele tu-tuşmuşlar, Honey Deresi'ne giden oyuğa doğru yürüyorlardı.

Ethel, " Buraya gel, Bayan Sally. Başımı kaldırıp eğme-ler, boynumu ağrıttı ve Tanrı biliyor, başka ağrılara ihtiyacım yok."

Ben hep Ethel'in söylediklerini yapardım, bu nedenle ağaçtan atladım ve yanındaki çimenlerin üstüne indim. Eliyle saçlarımı okşadı ve ona yeni toplanmış pamuk torbasını ha-tırlattığını söyledi.

"Biliyorsun, annem genç yaşta öldü," dedi Ethel alçak sesle. "Bir kadının anneliğini tamamlamadan hastalanıp öl-mesi çok acı. Adıl ve sıralı değil. Bu nedenle, annenin iyileş-mesi için çok dua et, tamam mı?"

Peki anlamında başımı salladım. Sonra Ray Buck yanı-mıza gelerek, "Biraz dolaşma zamanı geldi," dedi ve Hay-vanat Bahçesini işaret etti. Sampson'u görmeye gidiyorlardı çünkü herkes onu görmeyi seviyordu; Ormanın Kralı'in tak-dirle seyretmeyi.

"Sonra görüşürüz, Bayan Sally. Belki havai fişek göste-risinde." Ethel ayağa kalktı, limon rengi elbisesini aşağı çekti ve Ray Buck ona kolunu sununca, ona güldü. "Bayan Troo'-ya sevgilerimi ilet ve Bay Gary'nin, yanında eski papaz kaçtı

182 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

kartlarım da getirdiğini ve oynamaya can attığını söyle." "Sen de Bay Gary'e bizden selam söyle ve bu hafta Ba-

yan Galecki konusunda sana yardıma geleceğimizden emin olabilirsin. Kütüphaneden yeni bir kitap aldım ve içinde onun beğeneceğini sandığım çok güzel resimler var. Kitabın adı Black Beauty."

Ethel sırıttı ve, "Neden birisi bana benim hakkımda bir kitap yazıldığını söylemedi?" diye sordu.

Ray Buck kahkahalarla gülmeye başladı, o kadar çok güldü ki, sonunda boğazım temizleyip tükürmek zorunda kaldı.

İkisi Sampson'a giden yolda yürümeye başlayıncaya kadar espriyi anlamadım ve sonra dereye gidip Troo'yu al-mamın iyi olacağını düşündüm, çünkü biraz önce çuval ya-rışının beş dakika sonra başlayacağı anons edilmişti. Bunun iyi bir yarış olduğunu daha sonra Ethel'e anlatacaktım.

Üzerinde dört tane çubuk dizili olduğu için, üçüncü ve-ya dördüncü Eskimo turtasını yediğini sandığım Mary Lane beni yanina çağırdı ve, "Bunları al ve Paulie Dayına ver, böy-lece yaptığım hayır işleri hikâyeme ekleyebilirim," dedi.

Mahalledeki herkes, Paulie Dayıyı ve meyveli dondur-ma çubuklarını biliyordu. Aynı şekilde, herkes Bayan Gold-man'ın asla gri bir şey giymeyeceğini, Ethel'in içine fıstık atmadıkça Coca-Cola içmediğini ve Bayan Latour'un başka çocuk sahibi olamayacağını, çünkü hastaneye gidip, içindeki her şeyi aldıkları ve çöpe attıkları bir ameliyat geçirdiğini de biliyordu.

183 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Peki... tamam," diyerek çubukları aldım. Mary Lane çu-bukları ona kendisi vermek istemiyordu, çünkü Paulie Dayı çok tuhaftı. Her zaman, sanki bir şey arıyormuş gibi yere bakarak yürüyordu. Ayrıca gerçekten çok yavaş konuşuyordu ve ba-zen anlamsız şeyler söylüyordu. Bir de, çok fazla gülüyordu, özellikle kimsenin gülmediği şeylere gülüyordu. Mesela, Bü-yükannemin arka bahçesinde bulduğum ölü kuşa. Kaza ge-çirmeden ve beyni hasar görmeden önce, hemen hiç gülmez-di. Büyükannem onun ayağının altından çekilmemi, Paulie Dayımın ters tarafına çatmamamı söylerdi, çünkü "O çocu-ğun İrlandalı damarı kabarabilirdi." Büyükannemin söyleyiş şekline bakınca, kendi oğlundan korktuğunu görebiliyordum.

Mary Lane'in çubuklarını cebime koydum ve bazen kendi dayımı sevmediğim için kendimi kötü bir Katolik gibi hissettim, bu nedenle gidip onu aramaya karar verdim. Ama önce Troo'yla serinlemek ve Yağlı Al'a bir şeyler atmadığın-dan emin olmak istiyordum.

"Üç dakika kaldı... Çuval yarışma üç dakika kaldı... Partnerinizi bulun," sesi geldi hoparlörden.

Herkes gülüyor, yiyor ve terliyordu. Güneş o kadar ya-kıyordu ki, yeterince kalırsak, hepimiz dondurma gibi eriye-cektik ve geriye insan göletinden başka bir şey kalmayacaktı.

Dereye giderken Nell'le karşılaştım. Biraz sarhoş görü-nüyordu, çünkü sabahları ya da aslında herhangi bir zamanda davrandığından daha iyi davranıyordu. Hatta bana sarıldı, ki bu Nell'in pek sık yaptığı bir şey değildi. Fakat sonra biraz ağ-ladı. Eddie ona bir bardak alkolsüz bira getirince, hemen gül-

184 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

meye başladı, belli ki Nell deliriyordu. (Şey, saçları kesinlikle bu duruma uyuyordu.)

Dağın tepesinde durdum ve dereye baktım. Çocuklar bir kayadan diğerine atlıyorlar ve bazen dereye gülerek gülüşü-yorlardı. Sonra tekrar ayağa kalkıyorlardı. O anda Troo'yu gördüm. Willie ile birlikte küçük şelalenin yanında oturuyor-du ve çok sıcak olmasına rağmen, rakun derisinden yapılmış şapkası başındaydı. Ona seslendim: "Çuval yarışları başla-mak üzere!"

Bana geri seslendi: "Bekle, geliyorum!" Yarış alanına gitmek üzere arkamı dönünce, Reese Lato-

ur'a ve tavaya benzeyen suratına tosladım. Tepeden Troo'ya bakıyor, sırıtıyor ve pantolonun önünü ovuşturuyordu. Reese bunu her zaman yapıyordu. Hızlı Susie Fazio, Reese'in ken-disine, orada sihirli bir perisi olduğunu ve bir dilek tuttuğunu söylediğini anlatmıştı.

"O ilci zenciyle ne konuşuyordun?" dedi salyasını akı-tarak. Reese, saçlarımı ateşe verebileceğini düşündüğüm bir şeyler içmişti, o kadar çok kokuyordu.

Ona, kendi işine bakmasını söyleme fırsatını bulama-dan, Artie koşarak yanıma geldi ve, "Merhaba, Sally," dedi.

Reese tek kelime etmeden arkamdan dolandı ve karde-şini yere itti. Artie'nin seçtiği bisiklet süsleme ödülü, yani gümüş bisiklet zili havaya uçtu ve boks maçlarının başlarında çalman zillere benzer bir ses çıkararak, ayaklarımın dibine düştü. "Benim onunla konuştuğumu göremiyor musun?" di-ye söylendi Reese. "Geri zekâlıya göz kulak olman gerekmi-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yor mu?" Reese, Nell'le yaşıttı, neredeyse yetişkindi ve kendisin-

den küçük birini tartaklamamalıydı. Reese, etraftaki insanla-rın duyup bize bakmasını sağlayacak kadar yüksek sesle, "Tav-şan dudaklı, tavşan dudaklı, tavşan dudaklı," diye şarkı söy-lemeye başladıktan sonra Artie'nin kalkmasına yardım ettim ve zilini geri verdim. Sonra kahverengi kâğıt poşetin içinde ne varsa, bir yudum daha içti ve bana çok yaklaşarak, "Eğer zencileri bu kadar çok seviyorsan, neden bir tanesiyle evlen-miyorsun?" diye sordu ve çekip gitti.

"İki dakika... iki dakika kaldı. Partnerinizi alın ve çuva-lınızı seçin."

"Partnerim olmak ister misin, Sally?" Artie, sanki Ree-se'in kendisini tartaklamasının önemi yokmuş, çünkü her gün oluyormuş gibi davranıyordu. Sonra fark ettim ki, muh-temelen oluyordu ve onun adına üzüldüm.

Troo'nun gelmesi gereken yola baktım. Aman, boş ver. Ona biraz da Willy baksın. "Evet, çok iyi olur, Artie," dedim.

Artie ile birlikte, çuval yığınına gittik ve sağlam görü-nen, fazla kokmayan bir çuval bulduk. (Bay Lane, her yıl, Dört Temmuz çuval yarışında Amerikan devriminden beri aynı çuvalları kullandıklarını söylüyordu.) Bacaklarımızı çu-valın içine soktuk ve Bayan Callahan bir iple bizi bağladı. Zıplayarak başlangıç çizgisine gittik. Artie'nin terli, kıllı ba-caklarını bacaklarımda hissetmek tuhaf geliyordu. Troo, onunla değil de, Artie'yle yarıştığım için çok kızacaktı. Artie'ye fikir değiştirdiğimi söylemek istedim, fakat sonra, onunla tavşan

186 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

dudaklı olduğu için partner olmak istemediğimi sanacağını düşündüm.

Yine Troo'ya bakındım ve endişelenmeye başladım. Çu-val yarışını çok seviyordu ve geçen yıl kazandığımızdan beri, bütün yıl boyunca dört gözle bugünü beklemişti. Bay Lane, "Sıraya geçin..." diye sordu. Troo'yu aramak için çok geç kalmıştım. "Hazır..." Çizgi boyunca rakiplerimize baktım. Sıranın en sonunda Troo vardı. Willie'yle. Bana el salladı ve muzip bir şekilde güldü. O anda, o çuval yarışını kazanmayı her şeyden çok istedim.

"Başla!" Hayretler içinde, Tanrı'mn tavşan dudağını telafi etmek

için Artie'ye muhteşem bir zıplama yeteneği verdiğini gör-düm. Çok hızlıydı. Ne olduğunu anlamadan, kendimi bitiş çizgisinde buldum. Bayan Callahan gülüyor ve boyunları-mıza mavi kurdeleler takıyordu. Herkes tezahürat yapıyordu. Troo hariç.

"Arkadaşlar, çuval yarışında yeni bir rekor kırıldı!" diye bağırdı Bay Lane. "Bunu yapan, Sally O'Malley ile Artie La-tour. Haydi onları alkışlayalım." Herkes el çırptı ve sonra, Burleigh Sokağı'ndaki Tick Toclc Kahve Dükkânı'nin sahibi olan ve piknikten sorumlu görünen Bay Larseıı haykırarak, "Gelin, alın!" diye bağırdı. Bedava yemek yiyebileceğiniz ve tatlı olarak karpuzla kâğıt bardakta dondurma yiyebilece-ğiniz piknik alanına doğru bir bayrak salladı.

Sanki hâlâ çuvalın içinde birlikte bağlıymışız gibi, Artie benimle beraber o tarafa yöneldi. Troo biraz uzakta bir piknik

187 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

masasının ucuna oturmuş, bana kötü kötü bakıyordu, bu ne-denle, yanına gidip onunla konuşmamın yararlı olacağını dü-şündüm.

"Sonra görüşürüz, Artie," dedim. Boynundaki kurdeleyi düzeltti ve, "Sen iyi bir kızsın,

Sally," dedi. Sonra hamburger kuyruğuna girdi. Şimdi belki de Artie Latour benden hoşlanıyordu.

Kollarını göğsünde kavuşturmuş olan ve ayak parma-ğını yere vuran Troo, çok sinirli görünüyordu. Benim ne söy-lememi ve ne yapmamı istediğini biliyordum. Çuval yarışını kazandığım için özür dilememi ve mavi kurdeleyi ona ver-memi istiyordu.

Piknik masasının üstünde yanina oturdum ve kolumu omzuna dolamaya çalıştım, ama silkindi. "Biliyorsun ki beni bekleyebilirdin," dedi burnundan ateş saçarak.

"Sana seslendim. İki kere. Gelmedin ve Artie için üzü-lüyordum, çünkü Reese onu yere itti ve ona tavşan dudaklı dedi."

"Sen bilirsin," diyerek uzaklaştı. Troo çok çabuk teslim olmuş ve gerçek bir kavga başlatmamıştı, çünkü ikimiz de bi-liyorduk ki o gece, ilerleyen saatlerde üzerinde altın harflerle ŞAMPİYON yazan o mavi kurdeleyi ona verecektim. İkimi-zin arasında hep böyle oluyordu. Tıpkı Babamın istediği gibi.

Yumurta yarışından, iki hamburgerden, bir sosisli sand-viçten ve dereye kısacık bir dalıp çıkmadan sonra, büyük ak-ça ağacın altında çimlere uzandık ve güneşten yanan tenimi kokladım. Hep bunun güzel bir koku olduğunu düşünürdüm.

188 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Hava kararıncaya kadar Mary Lane ve Mimi Latour'la kâğıt oynadık. Sonra Nell ve Eddie gelip, benimle Troo'yu buldu ve birlikte gölün kenarında yumuşak bir battaniyenin üstüne oturup, havai fişekleri izledik.

Gökyüzünde patlayan o kırmızı, beyaz ve mavi yıldız-ları izlerken iki şeyi merak ettim. Birincisi, tecavüze uğrayıp öldürülürken canınız ne kadar acıyordu, çünkü Troo'nun Sa-ra Heinemann'm ayakkabısını bulduğu söğüt ağacından fazla uzakta değildik. Bütün havai fişekler aynı anda söndüğünde, herkesin yüzü aydınlanıp gökyüzüne çevrildi. Bu arada, ılık göl esintisi yanaklarıma vuruyordu, Troo'nun başı kucağım-daydı ve bu şekilde orada otururken merak ettiğim ikinci şey şuydu: Acaba Annem hastane penceresinden bu havai fişek-leri görebiliyor muydu ve o da beni, benim onu özlediğim ka-dar özlüyor muydu?

189 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Havai fişeklerden geriye sadece dumanı kalınca, Nell battaniyeyi topladı ve benimle Troo'ya, Latour'larla birlikte eve yürümemizi, zira onun Eddie'yle birlikte denizaltı yarış-larını izlemek üzere Michigan Gölii'ne gideceğini söyledi. Bu benim işime geldi. Ilık bir geceydi ve yürümeyi, ışıkları yanarken büyük pencerelerinden insanların evlerine bakmayı seviyordum. Bir anne, bir baba ve çocuklar oluyordu ve bazen tıpkı bir resme benziyorlardı. Ben Mary Lane gibi röntgenci değildim. O kadar yakından bakmayı sevmiyordum. Yalnızca o duyguyu... her şeyin olması gerektiği gibi olduğu duygu-sunu seviyordum.

Sokağın yukarısında, mahallenin geri kalanı evlerine dönüyordu ve Bayan Latour'un çocuklarından birine bağı-rarak susmasını ve mızmızlanmayı kesmesini söylediğini du-yabiliyordum. Troo, "Derede, Willie'nin beni öpmesine izm verdim," dedi. Bir oğlanla öpüşmenin, Wendy Latour'un bu-gün piknik masasının altında bulduğu kirli sosisi yemesinden daha iğrenç olduğunu düşünüyordum, bu nedenle konuyu de-

191 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ğiştirdim. "Ethel'le Ray Buck'u gördün mü?" diye sordum. Ecza-

nelerinden bir sokak uzaklıkta oturan Fitzpatrick'lerin evinin önünden geçiyorduk. Evde kimse yoktu.

"Evet. Ethel, Ray Buck'un muhteşem bir otobüs sürü-cüsü olduğunu söylüyor. Şehrin her tarafına gidiyor ve hepsi-ni ezbere bilmesi gerekiyor." Troo bir taşa tekme attı. "Ayrıca bana Bay Gary'nin şehirde olduğunu ve bizi sorduğunu söy-ledi, bu çok hoş, çünkü Bay Gary çok paralı, Sally. Annem öldükten ve Hall'in başı belaya girdikten sonra-nasılsa gire-cek, biliyorsun bize borç para vermesini isteyebiliriz ve son-ra Fransa'ya taşınabiliriz."

İşte bu nedenle ona 'Dâhi Troo' deniyordu, çünkü bunu ben hiçbir zaman düşünemezdim. İyi bir plandan daha da iyiydi. Troo, özellikle Hall konusunda çok haklıydı. İki gece önce, bir kere arka bahçede bulduğun kuş yuvası gibi kokan çarşafımla yatağımda yatarken, onun banyoda kendi kendine konuştuğunu duymuştum. "O müdür," dedi Hall, sonra kus-mak için durdu. "Shuster'de Cincinnati'den gelen o büyük müdür, kiminle uğraştığım bilmiyor. Mississippi'nin batısın-daki en iyi ayakkabı satıcısı gidince çok pişman olacaklar." Sa-bahleyin, onu küvette uyurken buldum. Hall'ın yön duygusu hiç gelişmemişti.

"Bay Gary'nin çok güzel gözleri var," dedi Troo uykulu bir sesle, Bay Gary'nin geçen sene durup dururken bize taa California'dan getirdiği Motorola transistörlü radyoda Bobby Darin'i dinlediği zamanki sesiyle. Belki de Troo, kulakları

192 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

çıkıntılı olsa da Bay Gary'den hoşlanıyordu, diye düşündüm ve... Buldum! Annemin mezuniyet resmindeki diğer çocuk oydu. Bay Gary'ydi! Annemi tanıdığını bilmiyordum. Bugü-ne kadar hiçbir şey söylememişti. Detaylara dikkat etmem ge-rekirdi, çünkü bütün yapmanız gereken, başından kürek gibi fırlayan kulaklarına bakmaktı. Onu görünce ekstra heyecan-landım, çünkü Annem hakkında sorular soracaktım ve belki de, üst sırada duran adamın kim olduğunu öğrenmem gereki-yordu. Rasmussen.

Fitzpatrick'in Eczanesinin önünden geçerken, pencere-den sınıf arkadaşım olan Henry Fitzpatrick'e el salladık. Ec-zanede soda makinesi vardı ve Henry bazen kola manyağı olabiliyordu. Böyle adlandırılmak hoş bir şey değildi. Ken-dimi kötü hissettim, çünkü Henry'de hemofili denilen bir has-talık vardı ve Çocuk Bahçesinde düşmemeye özen göstermesi gerekiyordu, çünkü bu hemofili hastalığı yüzünden yaraları bütün kanı bitinceye kadar kanayabilirdi. Bu nedenle Henry biraz solgundu ve her türlü konserveyi açarken aşırı derecede dikkatli davranıyordu.

Fakat Henry de, tıpkı benim gibi, okumayı seviyordu, bu nedenle bazen eczanenin önündeki basamaklarda oturup kitaplar halikında konuşurduk. Diğer çocukların çoğu ona, sa-nırım kanama hastalığı yüzünden, Homo Henry diyordu, bu nedenle çok arkadaşı yoktu. Büyüyünce pilot olmak istiyor-du, bu yüzden uçaklarla ilgili bir sürü kitap okuyordu. Bu bana Gökyüzü Kralı'nı hatırlatıyordu. Fakat Henry'nin, hiçbir he-mofilinin pilot olamayacağını bilmesi gerekirdi, çünkü uçak

193 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

düştüğü zaman ya da başka bir şey olduğunda, kanaması olursa her tarafı kan içinde kalırdı, ormana doğru kaz izi bırakırdı, sonra Rasmussen onu bulup, işkence ederek devlet sırlarını söyletebilirdi. Henry'nin babası gibi eczacı olacağını tahmin ediyordum ve kendisinin de bunu bildiğine emindim. Bu ne-denle çoğu zaman üzgün görünüyordu.

Henry başını, eczanenin kapısından çıkardı ve, "İçeri gel," dedi.

Troo'nun bisikletini binanın yanma dayamasını bekle-dim, sonra eczanenin kapısını çekerek açtım. İçerisi çok se-rindi, tıpkı kapıdaki çıkartmanın vaat ettiği "Buz Gibi Soğut-ma" sağlıyordu. Henry tezgâhın üstünde oturuyordu ve çiko-latalı fosfat yudumluyordu.

"Bir tane ister misin?" diye sordu Henry, bardağını gös-tererek.

"Çok iyi olur," dedim. "Havai fişek gösterisi nasıldı?" Henry ayağa kalktı ve

tezgâhın arkasına geçti. Raftan iki bardak aldı, bunları hav-luyla sildi ve tezgâhın üstüne koydu.

"Geçen yılkinden daha iyiydi," dedi Troo. Sanırım, Hen-ry'nin gitmediğini biliyordu ve kanama hastalığıyla ilgili ol-masından korkuyordu, bu yüzden nedenini sormadı, zira Troo hasta insanlarla pek iyi değildi. Yaşlılıktan sertleşen ve bazen Troo'yla beni karıştıran, ama hasta görünmeyen Bayan Ga-lecki hariç.

Henry uzun bardaklara biraz çikolata sıktı. Rafın üstün-deki aynadan yüzünü görebiliyordum. Henry çok yakışık-

194 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

lıydı. Biraz hayalete benziyordu ama çok yakışıklıydı. Troo'y-la Willie kız arkadaş-erkek arkadaş olacaklarsa, belki Hen-ry'yle ben de aynı şeyi yapabilirdik.

Henry, kabarcıklı suyla çikolatayı karıştırmak için ince, uzun bir kaşık kullandı. "Yarın Sara'nın cenazesine gidiyor musun?"

Gecenin bu saatinde Fitzpatrick'in Eczanesinde bu şe-kilde oturmak komik geliyordu. Işıklar çok loştu ve o büyü-leyici fındık kokusu ile klima, tüylerimi iyi anlamda diken diken etti. Eve gitmek yerine, keşke o dondurucu soğuklukta-ki tezgâhın üzerinde uyuyabilseydim.

Fosfatımdan bir yudum aldım ve Henry'nin çıkardığı iyi işten etkilendim. Ayrıca Troo'ya onunkini vermeden önce bana benimkini verdiği için memnun oldum. "Sen?"

"Evet, gitmek zorundayım," dedi zorlukla duyulan bir sesle. "Sara Marie kuzeııimdi."

"Oh," dedim. "O hâlde cenazeye kesinlikle gidiyoruz, öyle değil mi, Troo?" Troo benimle ilgilenmeden elini, Cola makinesinin yanında duran Dubble Bubble çiklet kâsesine daldırdı ve istediği kadar aldı.

"Cenaze saat dokuzda," dedi Henry. Bay Fitzpatrick'in genellikle oturup insanlara ilaçlarını verdiği yere baktım. Bir an için onu gördüğümü sandım veya yalnızca, duvarda asılı olan büyük parlak kırmızı Coca-Cola saatin gölgesiydi.

Sonra birdenbire Henry'nin ince hemofili omuzları, benim olta mantarlarım gibi aşağı yukarı zıplamaya başladı. Tabureden kalktım ve tezgâhın ucundan dolanıp Henry'nin

195 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yanına gittim. Bir an durup, ona ne söyleyeceğimi düşündüm. "Ağlama, Henry. Rahibe Imelda'nin Din dersinde her zaman söylediklerini hatırla. İnsanlar öldüğü zaman sorun olmadı-ğını, çünkü Tanri'yla birlikte eve döndüklerini söylerdi. Muh-temelen Sara da şu anda böyle hissediyordur; sanki yorucu bir günün sonunda eve dönmüş gibi. Sara ile Tanrı herhâlde bulutların üstünde uzanmış, I Love Lucy seyrediyordun"

Bu sözler, daha çok ağlamasına neden oldu. Muhteme-len Henry Fitzpatrick de benim kadar hassastı.

Soda makinesinin üzerindeki aynada Troo'nun raflardan aldığı eşyaları ceplerine doldurduğunu görebiliyordum.

"Gitmemiz gerekiyor. Yarın sabah görüşürüz, tamam mı?" Henry'nin sırtını sıvazladım ve tabureme geri döndüm, çünkü tezgâhın arkasında olmak korkunç bir duyguydu. Yap-mamanız veya söylememeniz gereken bir şey yaptığınız ya da söylediğiniz zaman midenize kramp girmesi gibi. Babama kaza günü söylediğim sözler hakkında da mideme kramplar giriyordu.

"Yarın görüşürüz, Henry!" diye seslendi Troo, kapıda beni beklerken. Cebi çaldığı mallarla dolmuştu. Bahse gire-rim ki Troo'nun midesine hiç böyle kramplar girmiyordu.

Henry'i orada, başı tezgâhın üstünde, öylece bıraktık. As-lında bize tam olarak güle güle demedi, çünkü herhâlde Junie Piaskowski'ninkine benzer küçük tabutundaki kuzenini dü-şünüyordu. Cenazede bu konuda kaygılandım, çünkü tabutla-rın tek boyutta, sadece yetişkin boyutunda olduğunu sanıyor-dum. Fakat birisi çocukların sürekli olarak öldüğünü ve ölen

196 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

çocuklar için içi pembe kaplı, gergin dantelli yastığı olan kü-çük tabutlar yapmanın görevleri olduğunu biliyordu.

Eczanenin penceresinden Henry'e baktım. Başını tezgâh-tan kaldırmamıştı. Kızarmış gözlerine iyi geliyor olmalıydı. Eminim şu anda, kız gibi ağladığı için kendini kötü hissedi-yordu, çünkü herkes biliyordu ki oğlanların ağlaması, Willie O'Hara'nin söylediği gibi "efemine" olmaları anlamına ge-liyordu. Bu, homo demenin başka bir şekliydi. Belki de diğer çocukların ona Homo Henry demesinin nedeni buydu. O za-man onunla kız arkadaş-erkek arkadaş olmamız anlamsız ola-caktı. Willie, New York'ta efemine erkekler görmüştü. Hatta bir keresinde, kadın gibi giyinmiş olan bir tanesiyle aynı tak-siye binmişti ve adam ona kedicik demişti! Homo olmanın, diğer homoları sevmek anlamına geldiğini biliyordum. Ama bir erkek neden böyle yapardı? Neden o şekilde giyinirdi? Wil-lie yanlış biliyor olmalıydı.

Taksideki adam herhâlde bir oyun için öyle giyinmişti. Peder Jim'in yaptığı gibi. Bir gece Mary Lane, annesinin kı-zarmış tavuk yapması için dua etmek amacıyla kiliseye git-mişti ve duasını tamamlayınca, biraz gözetleme yapmaya karar vermişti. Bu nedenle, papazın evine giderek pencere-den bakmıştı. Peder Jim, kabarık iç etekli beyaz bir elbise ve yüksek topuklu ayakkabılar giymiş bir şekilde, "Some Enc-hanted Evening" şarkısıyla salonda dans ediyordu.

Peder Jim, Mary Lane'i görünce onu içeri davet etmiş ve Cuma günü olmasına rağmen, çavdar ekmeğiyle büyük bir jambonlu ve çedar peynirli sandviç yapmıştı. Peder ona

197 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

kilisenin Erkekler kulübünün sahneye bir oyun koyduğunu an-latıp, onu o şekilde giyinmiş şekilde gördüğünü kimseye an-latmaması konusunda söz verdirmişti, çünkü oyun bir sürp-rizdi ve anlatırsa sürpriz bozulurdu. Mary Lane, hayatı üzeri-ne söz vermiş, fakat ertesi gün bizim eve gelip bana ve Troo'-ya bütün hikâyeyi anlatmıştı. Hâlâ da yaşıyor. Yani o "Some Enchanted Evening" hikâyesinin tamamı muhtemelen yine Mary Laııe'in büyük yalanlarından biriydi.

"Yani," dedi Troo, bisikletini bacağında dengeleyerek ve Fitzpatriek'in kasasının arkasından aldığı yeni paketten bir tane L&M yakarak, "henry ile Sally ağaç kovuğunda ö-p-ii-ş-ü-y-o-r." Kibritin aleviyle yüzü aydınlandı. Henry'nin fosfatı önce bana vermesini konu edeceğini biliyordum. Troo, hiçbir şeyin peşini bırakmamakla ünlüydü. "Önce aşk gelir, sonra evlilik..." Durdum ve ŞAMPİYON kurdelemi başım-dan çıkarıp, Troo'nun başından geçirdim, çünkü onun için daha önemliydi ve bunu yapınca o aptal şarkıyı söylemekten vazgeçeceğini biliyordum. Ama en önemlisi bunu, Babam şu anda cennetten bize bakarak iki kez baş parmağını kaldırıp bana tam not verdiği için yaptım.

Troo parmaklarını kurdelede dolaştırdı ve sigarasından bir nefes daha çekti ve, "Biliyor musun, Sal? Sen dünyadaki en iyi ablasın ve sakın unutma..." O anda çalılıklardan bir şey fırladı ve Troo kaldırıma devrildi. İtalyan sucuğu kokan büyük ve siyah bir nesne Troo'nun üstüne yatıp homurdana-rak onu çimdikledi, kollarındaki kaslar, halat kadar gergindi.

Yağlı Al, Troo'nun üstünde oturuyordu ve ellerini kal-

198 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

dırıma bastırıyordu. Sırtına atladım ve beni bir mekanik bo-ğa gibi fırlatıp attı. Eczanenin yanında saklandığı çalılıkların içine yüzüstü düştüm. Troo çırpındı, döndü, bağırdı, ayakla-rını kaldırıp indiriyordu. "Lanet olası İtalyan, bırak beni!"

"Seni bırakmamı mı istiyorsun, küçük İrlandalı? Senin isteğin emir demektir." Yağlı Al, Troo'nun ellerini bıraktı, yön değiştirdi ve ona yumruk attı, sonra da üstünden kalktı. Troo bisikletini kaldırıma düşürmüştü ve Yağlı Al topallaya-rak bisiklete doğru yürüyordu, ama sonra Troo'yu biraz daha dövmek istedi ve topallayarak geri geldi. O yağlı kahkahasını atıyordu. Ona doğru koştum ve o anda, sessizleşen Troo in-lemeye başladı, bu nedenle kime gideceğimi bilemeden dur-dum. Sonra karanlıkta bir ses son derece yumuşak bir tonla, "Onu rahat bırak," dedi.

Önce yanlış duyduğumu ve uydurduğumu sandım, çün-kü her zaman kurtarıldığımı hayal ediyordum. Fakat sonra sokak lambasının altına geldi ve beyaz sıska bacaklarını gör-düm. Gözlerim bedeninde tırmanarak puro kutusundan geniş olmayan göğsüne ulaştı. İki solgun eliyle bir tabanca tutuyordu. Henry Fitzpatrick daha yüksek sesle, "Onu rahat bırak, Yağlı Al!" diye bağırdı. Sonra bütün dünya durdu ve duyabilece-ğiniz tek ses, bizim nefes alışımızdı; duyabileceğiniz tek ko-ku, Troo'nun çimde yanan sigarasıydı. İşte tam bu sırada Bay Fitzpatrick neler olduğuna bakmak amacıyla eczaneden çıktı.

Henry'nin elinden silahı aldı ve, "Tamam, oğlum. Bun-dan sonrasını ben hallederim," diyerek, Henry'yi arkasına çekti.

199 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Yağlı Al ayağa kalktı ve topallayarak karanlıkta kaybol-du.

Bay Fitzpatriek, geri dönmediğinden emin olmak için arkasından baktı ve sonra, "Troo'yu toparladıktan sonra Da-ve Rasmussen'i çağıracağım," dedi. Troo'yu kucağına aldı ve Henry kapıyı açmak için önden koştu. Yere baktım ve Troo'yla benim el izlerimizi gördüm. Bunu geçen sene, Bay Fitzpat-riek, büyük bir delik olduğu için ve hiç kimsenin ayağını burkmasını istemediğini söyleyerek kaldırımı yamalattığı zaman yapmıştık. Troo'nun ölü gibi yatan rakun derisi şap-kasının yanında ellerimiz çok küçük duruyordu.

Henry başını eczanenin kapısından çıkarıp seslendi: "Bu-raya gelsen iyi olur. Babam, Troo'yu hastaneye götürmemiz gerekebileceğini söylüyor. Burnu kırılmış olabilir." Sonra tekrar içeri girdi.

Ben hayatım pahasına, Troo'nun muhteşem Schwinn'-ine tutunuyordum. Oraya geri gitmek istemiyordum. Sadece eve koşmak, bodruma inmek ve o gizli deliğe girmek istiyor-dum, çünkü küçük kız kardeşime kötü bir şey olmasına izin vermiştim.

Henry eczaneden çıktı ve yanıma geldi. "Her şey yolun-da. Troo iyileşecek. Babam şimdi yalnızca kötü bir şişkinlik olabileceğini söylüyor. Arabayı getirecek ve ikinizi eve gö-türecek. Artık bir daha Yağlı Al konusunda kaygılanmanız gerekmeyecek."

Bu doğru değildi. Çünkü geçen sene Yağlı Al, Teddy Mahlberg'i bacağından bıçaklamıştı ve hiç kimse hiçbir şey

200 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

yapmamıştı. Bu olay olduğunda ben Çocuk Bahçesindeydim. Her şeyi görmüştüm. Yağlı Al, basamakların yanındaki çi-menlerde bazen oynadıkları bıçak oyununda Teddy onu yen-diği için sinirlenmişti. Bobby aynasızları çağırmıştı ama Yağlı Al'a hiçbir şey olmadı, çünkü Molinari İtalyan Restoranından Bay Molinari, polis komiser muavini D'Amico'yla arkadaştı ve gözlerimin önünde olaya gülmüşler, çocukların çocuk ol-duğunu söyleyerek, birbirlerinin sırtını sıvazlamışlardı.

Henry'nin beni eczaneye yönlendirmesine izin verdim. Bay Fitzpatrick, Troo'yu soda makinesinin yanındaki tezgâ-hın üstüne yatırmıştı. Troo'nun cebinden dökülen o eşyalar-dan bahsetmemesi ne büyük incelikti. Yara bantları, çikletler ve kırmızı-beyaz L&M paketleri. Sanki bir şekilde, daha son-ra bunlara ihtiyaç duyacağını biliyordu. Ben kırmızı tabureye oturunca, başını bana doğru çevirdi. "Ağlamayı bırak," dedi meraklı bir sesle. Henry raflardan birine gitti, bir paket kâğıt mendil aldı ve bana getirdi. Bay Fitzpatrick soda makinesinin arkasından aldığı birkaç tane buzu Troo'nun burnuna koydu ve sonra gidip bir telefon açması gerektiğini söyledi. "Bisik-leti aldı mı?" diye fısıldadı Troo. "Aldı mı?"

Başımı salladım. Troo gülümsedi ve gülebilseydi kahkaha atardı. Troo

böyle biriydi. Çok ağrı çekiyormuş gibi durmuyordu bile. Fakat Yağlı Al onun bisikletiyle aksayarak gitseydi, Virginia Cun-ningham kadar delirebilirdi.

Eczanenin ışıkları bu kadar loş olunca, Henry'nin Earl Flynn'e ne kadar benzediğini düşündüm. Nell ne derse desin,

201 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Earl Flynn'di. Hayır, tam olarak benzemiyordu. Ama Henry'-de o tür bir kahramanlık vardı. Bu nedenle, o anda, homo bi-le olsa, Henry Fitzpatrick'le evleneceğimi anladım, çünkü hiç kimse beni, Yağlı Al'a direndiği zamanki hâliyle, onun kadar etkileyemezdi. Elini aldım ve elindeki azıcık kan vücudunda başka bir yere-umarım kalbine-gidinceye kadar sıkıca tut-tum.

Sonra Bay Fitzpatrick'in Rambler arabasının farları Ec-zanenin içine yansıdı ve Henry'yle ben Troo'nun tezgâhtan kalkmasına yardım ettik.

Dışarı çıktığımızda, Rasmussen orada durmuş bizi bek-liyordu. Elinde Troo'nun rakun derisi şapkası vardı, ayağını ekip arabasının tamponuna dayamıştı.

"Kızlar," dedi Bay Fitzpatrick arabasından çıkarak, "Me-mur Rasmussen'i tanıyorsunuz, değil mi?"

"Evet, Memur Rasmussen'i tanıyoruz, öyle değil mi, Sally?" Troo herhâlde kendini daha iyi hissediyordu, çünkü bu sözleri o muzip ses tonuyla söyledi. Rakun derisi şapka-sını Rasmussen'in elinden kaptı ve başına geçirdi.

Rasmussen bana bakıyordu. Etrafta kim olursa olsun, sadece beni görüyordu. Bunu hiç kimse fark edemiyor muy-du? "MolinariTerin oğlu muydu, Sally?"

Evet anlamında başımı salladım, ama yüzüne bakmayı reddettim.

"Ben gidip onu arayayım," dedi Rasmussen. Sonra Bay Fitzpatrick'i Rambler arabasının yanından çekti ve ona bir şeyler söyledi. Birkaç dakika sonra Bay Fitzpatrick başını

202 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

salladı ve Troo'yla bana bakarak, "Aman Tanrım. Zavallı ço-cuklar," dedi.

Rasmussen'in Bay Fitzpatrick'e söylediklerinin hepsini duyamamıştım, ama yumuşak bir sesle, "Sara için çok üzgü-nüm. Neler hissettiğini biliyorum. Alice ne durumda?" dedi-ğini duydum.

"Alice fena değil, kız kardeşi için güçlü olmaya çalışı-yor," diye yanıtladı Bay Fitzpatrick.

Rasmussen bana baktı ve, "Sally, Bay Fitzpatrick sizi Büyükannenizin evine bırakacak. Troo'nun burnuna ne ya-pılması gerektiğini o bilir," dedi.

Kısık erkeksi sesleriyle bir şeyler daha konuştular ve konuşmaları Rasmussen'in, "Yarın sabah görüşürüz, Lou," demesiyle bitti.

Bay Fitzpatrick iki eliyle Rasmussen'in elini sıktı ve, "Her şey için teşekkürler, Dave. Gerçekten minnettarım," dedi.

Rasmussen bir kez daha bana baktı ve arabayla uzak-laştı.

Ekip arabası gecenin içinden, Edward G. Robinson'un varoşlarda dolaşması gibi kaybolup giderken arka farlarını seyrettim. Rasmussen'in önce Junie Piaskowski'yi, sonra da Sara Heinemann'ı öldürdüğünü kanıtlayabildiğim zaman, elektrikli sandalyeye bağlanıp, Nell'in ton balıklı fırında ma-karnasından daha fazla yakılmadan önce, Rasmussen'i Bay Fitzpatrick'in önünde diz çöktürüp özür diletmeye söz ver-dim.

203

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Arabayla Büyükanneme giderken, Henry'yle ben, hâlâ biraz yeni kokan Rambler arabanın arka koltuğuna oturduk.

henry'nin elini bırakmamıştım ve eli terlemeye başlamıştı, ama benim için fark etmiyordu. Ona âşık olduğumu işte böy-le anlamıştım, çünkü o kadar ıslak olduğu zaman Troo'nun bile elini tutmaktan hoşlanmıyordum. Troo daha iyiydi. Yal-nızca, burnu çok daha büyüktü. Ön koltukta, Bay Fitzpatrick'in yanında oturuyordu. Başını koltuğun arkasına dayamıştı. Ara-banın penceresinden giren rüzgâr, rakun derisi şapkasının al-lında, alnında biriken teri kurutuyordu. Neredeyse uyuyacak-

mış gibi görünüyordu. "Sally?" dedi Bay Fitzpatrick yavaşça. Dikiz aynasın-

dan bana bakıyordu. Henry'nin babası beyaz tenli bir adam-dı, bu nedenle acaba Henry hemofiliyi babasından mı aldı tliye düşündüm. Bay Fitzpatrick kalın kara gözlükler takıyordu ve neredeyse tamamen keldi, bu nedenle alnı bir bebeğinki gibiydi, fakat çenesi kayaya benziyordu. Troo'ya, "Bay Fitz-patrick?" demek istiyordum ve onun "İrlandalı" demesini

205

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

umuyordum. "Efendim, Bay Fitzpatrick?" dedim. "Memur Rasmussen bana biraz önce, Hall'la ilgili bir

problem olduğunu anlattı. Bu gece Büyükannenizde kalma-nız gerekiyor. Yarın Nell'le Eddie gelip sizi alacak."

Bunun olacağını biliyordum. Bahse girerim, Hall ölmüş-tü.

O güzel yoğun yaz havasından biraz almak için pence-remi açarken, Henry elimi biraz daha sıktı. Hazır olduğumda sordum, "Hall'a ne oldu?"

Bay Fitzpatrick'in ensesine baktım. Yeni tıraş olmuş ol-malıydı, zira beyaz eczane ceketinin kenarı boyunca kızarık-lık vardı. Annem, Babama, böyle durumlarda vazelinin iyi geldiğini söylerdi

Bay Fitzpatrick dikkatini tekrar yola verdi. "Hall'in, başı biraz belaya girdi ve şu anda şehir hapishanesinde."

Hiç de uyumadığı anlaşılan Troo, "Kavgaya mı karıştı?" diye sordu.

Bay Fitzpatrick, "Hail, bira şişesiyle Bay Jerbak'in ka-fasına vurmuş ve şimdi, Bay Jerbak hastanede," dedi.

"Ve bunun için hapse mi girdi?" diye sordu Troo, şaşır-mış bir ses tonuyla. Çocuklara devamlı olarak vuruluyordu ve kimse hapse gitmek zorunda kalmıyordu.

"Hall hakkında dava açılıyor," dedi Bay Fitzpatrick. Sinyal verdi ve hafif bir tik, tik, tik sesi çıktı. Elli Dokuzuncu Sokak'tan aşağı döndük ve Delancey'in dükkânını geçtik. Bu-rayı görünce, zavallı Sara Heinemann'in annesine bir miktar

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

süt almaya ve belki yatağa yatırılmadan bir bardak Kakaolu süt içmeye gidişini, fakat bunların yerine öldürülüşünü hatır-ladım. Şortlu ve tişörtlü bir çift ön basamaklarında oturuyor, şişeden bira içiyor ve radyodaki caz müziğini dinliyordu. Bir tanesi Bay Fitzpatrick'e el salladı. O da karşılık verdi.

"Ben de Yağlı Al'ı dava edebilir miyim?" diye sordu Troo.

Bay Fitzpatrick hayır anlamında başını iki yana salladı ve kaşlarını çatarak, "Merak etme sen, o Molinari oğlanı artık seni rahatsız etmeyecek, Troo. Memur Rasmussen onun ica-bına bakacak," dedi.

Eczanede onunla konuşma şeklinden, Bay Fitzpartick'in Rasmussen'e hayran olduğunu anlamıştım. Ona, yeğeni Sa-ra'ya tecavüz eden ve onu öldüren kişinin Rasmussen oldu-ğunu anlatmayı o kadar istiyordum ki. Boynundaki kızarıklık nedeniyle ve oğlu hemofili hastası olduğu için bazı şeyleri an-layabileceğini düşündüm. "Memur Rasmussen..." diye baş-ladım.

Bay Fitzpatrick gözlerini dikiz aynasına çevirdi. "Ne olmuş Memur Rasmussen'e?"

"O... o..." "Evet... o müthiş biri, değil mi?" dedi Bay Fitzpatrick.

"Bu zor zamanlarda Dave aileye çok yardım etti." Henry'nin elini o kadar sıktım ki, acıyla bağırdı. Büyükannemin evinin önüne park ettiği anda, "Eve git-

mek istiyorum," dedim. Bay Fitzpatrick kolunu kendi koltuğuna koyarak, bana

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ve Henry'e döndü. Güzel bir altin saati vardı ve beyaz tenli kolları kıllıydı. Başımı o kola dayamamak için kendimi tut-mak zorunda kaldım, çünkü Babamın koluna çok benziyor-du. "Kusura bakma, Sally. Memur Rasmussen şu anda eve gitmenizin iyi bir fikir olmadığını düşünüyor."

Eminim düşünmüyordu. Rasmussen yalnızca nerede ol-duğumu bilmek istiyordu, böylece hava iyice kararınca Bü-yükanneme, beni eve götürmeye geldiğini söyleyebilirdi. Bü-yükannem de çok yaşlı olduğu için beni, eski bir gazete gibi ona teslim ederdi.

Bay Fitzpatrick saatine baktı. "Şimdi karımı almam ge-rekiyor, kızlar. Bu gece burada rahat edersiniz."

Troo, sandığımdan daha sert bir yumruk yemiş olma-lıydı, çünkü fazlasıyla sessiz kalıyordu ve, "Peki," dedi. Bay Fitzpatrick arabadan indi ve Troo'ya kapıyı açtı. Burnuna tekrar baktı ve, "Bu gece burnuna buz koy. Yarına daha iyi olur," dedi.

Henry'e döndüm ve en güzel-gamzelerim o kadar bü-yük oluyordu ki, içine Dubble Bubble çiklet koyabildiğiniz-gülümsememle ona baktım. Henry, "Yarın cenazede görüşü-rüz, Sally," dedi. Ve pencereden, "Bisikletini merak etme, Troo. Babam güvende olsun diye dükkâna koydu. Dondurma külâhıni da!" diye seslendi.

Troo, "O dondurma... ah, neyse boş ver," diyerek Bü-yükannemin evine yöneldi.

Ben şaşkınlık içindeydim, çünkü Troo'nun neden Wil-lie'yle öpüşmek istediğini anlamıştım. Şu anda dudaklarımı

208 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Henry Fitzpatrick'in tüylü solgun yanağına değdirip, "Bizi Yağlı Al'dan kurtardığın için teşekkür," ederim diye fısılda-mayı her şeyden çok istiyordum. Fakat Bay Fitzpatrick ora-daydı ve bunu nasıl karşılayacağından emin değildim.

Araba uzaklaşmaya başlayınca Troo sordu: "Ondan hoş-lanıyor musun?"

"Evet," dedim. Rambler'in sokaktan aşağıya ilerleyişini izledik. Arka pencereden Henry beyaz eliyle bize el sallıyor-du.

"Acıyor mu?" diye sordum, burnuna bakarak. "Daha kötülerini de yaşadım." Araba kazasını düşünüyordu, çünkü yüzünde hep, diğer

ifadelerden çok farklı bir ifade beliriyordu: Bir tür Özgürlük Anıtı bakışı.

"Onu özlüyor musun?" diye sordum. Babamı kastettiğimi biliyordu, ama anlamamazlıktan

geldi. Buzu çimlerin üstüne attı ve cebinden bir L&M çıkar-dı. Sigarayı yaktı, derin bir nefes çekti ve başımın üzerine üflerken halkalar çıkardı. Şaşkınlığıma güldü. "Bunu yap-mayı bana Hızlı Susie öğretti. Buna Fransız duman halkası de-niyor." Duman başının üzerinde hale gibi süzülüyordu. "Haydi gidip Ethel'i görelim. Onunla ve Bay Gary'yle kâğıt oynamaya hayır demem. Aslında, şu anda yapabileceğimiz en güzel şey, gidip biraz Papaz kaçtı oynamak. Belki Ethel bize biraz es-mer şekerli brownie verir. Açlıktan ölüyorum."

Çok rahatlamıştım. Troo çok daha iyiydi, çünkü bu ara-da dört tane s harfli kelime kullanmıştı. Ayrıca, Büyükanne-

209 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

min evinde, Rasmussen'in nerede kaldığımı bildiğini bilerek, pencerenin kenarındaki o eski koltukta oturmak ve Paulie Da-yımın, eski şarkıları ıslıkla çalarken meyveli dondurma çu-buklarını yapıştırmasını izlemek zorunda kalmayacağım için de rahatlamıştım. Bu nedenle, kız kardeşimin duymaktan hiç-bir zaman bıkmayacağı şeyi söyledim: "Dâhi Troo."

210 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bayan Galecki'nin ön verandasında duruyorduk. Kapıyı çaldıktan sonra, kimse açmadı ve hepsinin uyumuş olabile-ceğini düşünerek endişelendim. Durduğum yerden bizim evin ve Kenfıeld'lerin evinin damını görebiliyordum ve Dottie'-nin odasında hayalet ağlaması olacağını biliyordum. Ve tabii, Rasmussen'in evini görebiliyordum, çünkü üç metre uzağın-daydım. Onun evi, Bayan Galecki'nin evinden büyüktü. Dub-leks değildi ama tek bir ailenin yaşadığı bir evdi. Bizim taş-radaki eski evimiz gibi. O evi çok özlüyordum. Çişli Jerry Am-berson'u bile. Orada her şey daha güvenli görünüyordu. Şim-di sert, içi boş ve tırnakları pembeye boyanmış bir eli olan Bay Jerry Amberson'a olduğu gibi, Uluslararası Biçerdöver tarafından devamlı olarak kolu ya da bacağı kesilen çiftçileri saymazsanız tabii. Ama en azından taşrada katil veya tecavüzcü yoktu; hem de polis olan... Şu anda eline dokunabileceğim bir polis.

"Biliyorsun, yakında mahalle partisi olacak," dedim, Bü-yükannemin evinden buraya yedi sokaklık yürüyüş sonrasında

211 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

çok yorgun görünen Troo'ya. Onu neşelendirmek istediğim zaman hep mahalle partisinden bahsederdim, çünkü yazın en çok sevdiği şey buydu. O zaman, Çocuk Bahçesinin Kraliçe-si olarak taç giymişti ve en sevdiği kısım, kar kıyafetine uy-madığını bin kere söylediğim suni elmas taçtı.

Troo cevap vermedi. "Ve eyalet fuarı," diyerek yazın en sevdiği üçüncü şeyi

ekledim. Troo havayı kokluyordu. Rüzgâr, damla çikolatalı ku-

rabiye kokusunu bizim olduğumuz yere getiriyordu. Feelin' Good Kurabiye Fabrikası'nda fırınlar gece gündüz çalışıyor-du. Annem hep, o kurabiyelerin kokusunun karnını ağrıttığım söylerdi. Belki de safrakesesini o kadar bozan şey bu kokuy-du.

"Troo?" "Şşşş... Galiba bir ses duydum." Geri çekilerek veran-

dadan indi ve başını kaldırıp eve baktı. Sonra ben de bir şey duydum. Troo'nun peşinden, Bayan Galecki'nin evinin, Ras-mussen'in evine çok yakın olan yan tarafına geçtim. Her adım-da kahkaha sesi daha da yükseliyordu.

Bay Gary Galecki'nin geçen yaz Dört Temmuz'dan son-ra, sivrisineklere yem olmadan geceleri rahat oturabilsin diye annesi için yaptığı camlı verandada, Ethel, Ray Buck John-son ve Bay Gary oturuyordu. Bay Gary annesi için o veran-dayı yaparken Troo'yla ben onu seyretmiştik. Bızzz sesi çı-karan o testereyle kestiği zaman, tahta çok güzel kokuyordu. İstediği zaman ona içecek su getirmiştik ve bize California

212 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

hakkında hikâyeler, evinin arka bahçesindeki ağaçlarda bü-yüyen portakalları ve yirmiden fazla muhteşem gül goncaları olduğunu anlatmıştı. Bay Gary, belki bir gün Troo'yla benim onu ziyaret edebileceğimizi, bizi Disneyland'e götüreceğini söylemişti.

"Bakın bakalım, kim gelmiş?" dedi Ethel, biz köşeyi dö-nünce, oysa kim olduğumuzu bal gibi biliyordu.

Bay Gary ayağa kalktı ve verandanın kapısını açarak bizi içeri aldı. Uzun boylu sayılırdı ve göründüğünden çok daha kuvvetliydi. Ve görebileceğiniz en güzel ellere sahipti. İnce, uzun ve güçlü temiz tırnakları vardı. Tabii, Dumbo'nun kulaklarına benzeyen kulakları vardı, bu nedenle Tanrı bu kulakları telafi edebilmek için o elleri vermek zorunda kal-mıştı. Ray Buck küçük hasır bir kanepede oturuyordu ve puro içiyordu. Ethel, içeri girmiş olma ihtimaline karşı siv-risinekleri uzak tutmak için tahta sallıyordu, çünkü Ethel ke-sinlikle sivrisineklerden nefret ediyordu ve onlara 'Tanrı'nın en kötü fikri' diyordu. Evin içinde plak çalıyordu ve Nat King Cole, mutfağın telli kapısından verandaya doğru "Mona Lisa" şarkısını söylüyordu.

Bay Gary ikimize de güzelce sarıldı. "Artık gelmenizin zamanı gelmişti. Belki de yaşlı Bay Gary'i artık eskisi kadar sevmiyorsunuz diye düşündüm." Yaşlı değildi, sadece espri yapıyordu. Gizli deliğimdeki mezuniyet fotoğrafındaki diğer herkesle aynı yaştaydı. Annemle aynı yaştaydı. Otuz sekiz yaşındaydı. "Hey, siz ikiniz ne kadar büyümüşsünüz," dedi sanki şaşırmış gibi ve belki biraz hayal kırıklığı içinde.

213 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Bay Gary'i tam bir yıldır görmüyorduk. Buraya en son geçen yaz, Junie Piaskowski'nin ölü bulunduğu dönemde gelmişti. Herkesin konuştuğu ya da düşündüğü tek şey Junie olduğundan, onunla fazla vakit geçirememiştik. Bay Gary sadece yaz aylarında ziyarete geliyordu, çünkü kış soğuğu-nun dişlerini ağrıttığını söylüyordu. Zaten California'ya da bu nedenle taşınmıştı.

"Siz ikiniz kaç yaşında oldunuz?" diye sordu Bay Gary, elini Troo'nun omzuna koyarak. Troo'nun, aileden biri veya en, en yakın arkadaşlarından biri değilseniz ona dokunma-nızdan hoşlanmadığını bilmesine imkân yoktu. Fakat Ethel biliyordu, bu nedenle hemen oturduğu minderden fırladı ve, "Aman Tanrım, Troo, burnuna ne oldu?" diye sordu, Troo'yu mutfaktan gelen ışığa çekerek. Troo başını Ethel'e doğru kal-dırdı. "Tanrım, sana bunu kim yaptı, güzelim?"

Troo konuşmaya katılamayacak kadar bitkin göründü-ğünden, Yağlı Al'la yaşadıklarımızın hikâyesini ben anlattım. Sonra da Hall'in nasıl hapse düştüğünü, Nell'in nerede oldu-ğundan emin olmadığımızı ve Bay Fitzpatrick'in bizi nasıl arabayla Büyükanneme götürdüğünü, ancak (burada yalan söyledim, bu nedenle özür dilerim Tanrım ve Babacığım) Büyükannemin kapıyı açmadığını ve bu nedenle buraya gel-diğimizi anlattım.

"Çok iyi yaptınız," dedi Ethel ve endişeli bir şekilde Ray Buck'la Bay Gary'e baktı. "Bu gece burada, verandada yat-manızda herhangi bir sakınca yoktur herhâlde."

Bay Gary, "Kesinlikle. Burada bütün olanlardan sonra,

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

sokaklarda dolanmanızı istemeyiz." Ray Buck ayağa kalktı ve Troo'ya hasır kanepedeki ye-

rini verdi. Bu arada Ethel, muhtemelen Bayan Galecki'ye bakmak için eve girdi. Ateşböcekleri çıkmıştı. Ethel bir kere-sinde bana ateşböceklerinin onu Mississippi'den takip ettiği-ni söylemişti. Özel insanlar, ateşböcekleri, cırcır böcekleri, ka-yan yıldızlar ve dört yapraklı yoncalar gibi özel şeyleri çeki-yordu. Bu doğruydu, öyle değil mi?

Ethel, elinde bir tabakla geldi. Ray Buck bir brownie aldı, ama Bay Gary, hayır teşekkürler, dedi. Troo'yla ben, Mis-sissippi'nin en güzel esmer şekerli brownie'lerinden ikişer tane yedik.

Ray Buck çiğnemesini tamamladıktan sonra Ethel'i ya-nağından öptü ve, "Gitmem gerekiyor. Erken kalkan yol alır," dedi. Hepimiz ona iyi geceler diledik ve sonra Ethel onu evin önüne kadar yolcu etti. Burada, köşede duran otobüse bine-cekti. Otobüs onu Core'a, diğer bütün zencilerin yaşadığı ma-halleye götürecekti. Ray Buck otobüse bedava biniyordu, çün-kü kendisi de otobüs sürücüsüydü, yani onun işine geliyordu.

Bay Gary ayağa kalktı ve gerinerek kollarını havaya kal-dırdı. Böyle yapınca gömleği sıyrıldı ve karnını gördüm. Ütü tahtası kadar düzdü ve California güneşiyle yanmıştı, göbek deliğinin etrafındaki siyah kıvırcık kıllar, çizgi hâlinde pan-tolonunun üstüne kadar iniyordu. "Geç oldu. Gidip yatağa devrileyim," dedi. "Yarın biraz Papaz kaçtı oynamaya ne der-siniz, kızlar?"

"İyi olur, Bay Gary," dedim, annemi tanıyıp tanımadı-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ğım, lisede arkadaş olup olmadıklarını sormayı planlayarak. Hatta belki ona Rasmussen'le ilgili bir iki soru da sorabilirdim. "İyi geceler."

"Tahta kurularının sizi ısırmasına izin vermeyin," dedi ve verandanın kapısına yürüdü, fakat sonra döndü ve hüzünlü bir şekilde bize baktı. Sanki Bay Gary'nin kafasına takılan bir şey vardı, ancak hiçbir şey söylemedi. Yalnızca elleriyle pantolonunu ovuşturdu ve Ethel'in yanından geçerek içeri girdi.

Ethel'in kollarında Tide çamaşır deterjanı kokan ütülü yastık yüzlerine konulmuş yastıklar vardı ve dışarıda hava ılık olmasına rağmen, çıplak bacaklarımızı temiz bir beyaz çarşafla örttü. Troo, "Lütfen bir bardak süt alabilir miyim?" diye sordu. Ethel gidip ona süt getirdi. Sonra koltuğa çöktü ve ateşböcekleri dışında bütün lambalar söndü. Sıcak yaz akşam-larında sesleri yükselen cırcır böcekleri ile Moriarity'lerin havlayan köpekleri dışında bütün sesler kaybolmuştu. Ethel, "Küçük kızlar, şu anda üstesinden gelinmesi zor bir durumla karşı karşıyasınız. Hep birlikte biraz dua edelim."

Ethel Katolik değildi. Baptist'ti. Bu nedenle her Pazar öğleden sonra, Zenci mahallesindeki kiliseye gidiyor, bu ara-da Bayan Galecki'ye Rasmussen göz kulak oluyordu. Bunu yapması büyük bir incelik değil miydi? Pah.

Ben büyüyünce bundan, yani Baptist olacaktım. Yaz ay-larında Ethel benim de gelmeme izin veriyordu. Kilisede hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Muhterem Joe büyük bir şevkle vaaz veriyordu. Son derece coşkulu biri olan Ço-

216 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

cuk bahçesi danışmanı Barb'dan bile daha şevkliydi. Tören-den sonra her zaman, kilisenin arka bahçesinde bir araya ge-liniyordu. Burası aslında bir kilise değildi, önünde hâlâ yıp-ranmış harflerle JOE KOOL'UN ZOR BEĞENENLER İÇİN KÜÇÜK VE BÜYÜK EV ALETLERİ yazılmış olan tabelası asılı olan eski bir ev aletleri dükkânıydı. Ispanağa benzeyen, ama daha güzel olan yeşil örtülerin yanındaki kırmızı kareli masa örtülerinin üzerinde bir ton kızarmış tavuk oluyordu. Eve dönerken bindiğimiz 63 numaralı otobüste bir keresinde şunu sormuştum: "Ethel? Bir daha buraya geldiğimizde, lüt-fen Mary Lane'i de getirebilir miyiz? Zira onun kesinlikle en sevdiği yemek kızarmış tavuk." Ethel kahkahalarının ara-sında, "Bu çok düşünceli bir fikir. Bayan Mary Lane biraz kilo alsa hiç fena olmayacak. O kız yoksul akrabalardan daha zayıf," demişti.

Şimdi Ethel dua sesiyle, "Yüce Tanrım, bu kızların ke-sinlikle yardımına ihtiyaçları var," derken ben gözlerimi ka-pattım, Troo da kapattı. Ethel devam ederek Tanrı'ya bizim iyi kızlar olduğumuzu ve Annemizin hasta olduğunu söyledi, bel-ki annemizin canını bir süre daha bağışlayabilirdi, böylece o da geri gelip bize bakabilirdi. O anda kalbimde büyük bir üzün-tü hissettim. Derin bir üzüntü, daha ziyade, bir şeyi çok istemek gibiydi. Çok aç bir üzüntü. Ağlamaya başlamış olmalıyım, çün-kü Troo beni tekmeledi.

Ethel, "Aaamiiiinn," diyerek ayağa kalktı ve ikimizi de alnımızdan öptü. Tel kapıyı çarparak eve girdi. Ardında bırak-tığı o tatlı vadi zambağı parfümü bizimle bir süre daha kaldı.

217 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Benim başım, hasır kanepenin bir uçundaydı. Troo'nun başı da diğer uçundaydı ve ayakları göbeğime geliyordu, bu nedenle o uyuyuncaya kadar ayaklarını biraz ovdum. Zaten neredeyse hemen uyudu. Sonra, geceleri uyuyamadığmız za-manlarda olduğu gibi, mümkün olduğunca sessiz bir şekilde kalktım. Troo'nun rakun derisi şapkasından çıkan kızıl dalga-larına baktım. Dolunay vardı ve ışığının bir kısmı Troo'nun yüzüne vuruyor, azize gibi görünmesine neden oluyordu. Çarşafı çenesine kadar çektim ve sonra, Rasmussen'in evine iyice bakabilmek için, camlı verandanın ucuna doğru yürü-düm. Mutfak olabileceğini düşündüğüm bir yerde yanan bir lamba dışında her yer karanlıktı. Belki de Rasmussen, Bay Fitzpatrick'e söylediği gibi yağlı Al Molinari'yi arıyordu. Veya belki, köşede saklanıyor, ilk gece beni dar sokakta ko-valadığında yaptığı gibi, beni bekliyor ve izliyordu. Rasmus-sen beni yok ettikten sonra, Troo tek başına kalacaktı. Bazen son derece katı görünse de, Babam öldükten sonra nasıl ol-duğunu gayet iyi hatırlıyordum. Böyle bir şeyi bir daha kaldı-ramazdı. Çıldırır ve ilin tımarhanesine gidip, orada, Hi Mount Sokağı'nda oturan ve Tanrı ona onların küçük şeytanlar oldu-ğunu söylediği için iki çocuğunu küvette boğmaya çalışan Bayan Foosman'la birlikte yaşamak zorunda kalırdı. Bunun olmasına izin veremezdim. Babamı asla bu şekilde hayal kı-rıklığına uğratamazdım. Ölmeyi tercih ederdim. Trooper'imi işte bu kadar çok seviyordum.

Onu güvende tutmak için, planımı gerçekleştirmem ge-rekiyordu. Rasmussen'in evine gidip, etrafa biraz bakacak,

218 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Sara'nin diğer tenis ayakkabısını ya da Junie'nin Birinci Kut-sal Komünyonunda aldığı ve Hızlı Susie Fazio'nun hiçbir zaman bulunamadığını söylediği Aziz Christopher madalyo-nunu bulmaya çalışacaktım. Sonra eve dönüp, Bay Gary'i uyandıracaktım. O da ayakkabıyı ve madalyonu alıp bunları polis karakoluna götürecekti. Sonra polisler gelip Rasmussen'i alacak ve en kısa sürede elektrikli sandalyede idam edecek-lerdi.

Ethel'den yardım istemeyi tercih ederdim ama isteme-dim, çünkü onun Rasmussen'i gerçekten sevdiğini biliyordum. Hatta ona iyilikler bile yapıyordu. Örneğin, hava sıcak olmuşsa ve karakoldan gelmemişse, bahçesini suluyordu. Ya da sa-bahları çok erken çıkması gerekince Ethel sütünü ve tereya-ğını oluktan getirip buzdolabına koyuyordu.

Bir gece, Ethel'le kâğıt oynarken, ona neden Rasmus-sen'i neden bu kadar sevdiğini sordum. Öne eğildi, hızla elin-den üç kart çekti ve kapalı bir şekilde önüme koydu. Açtığı ilk kart, kupa valesiydi. "Bunu görüyor musun?" dedi. "Bu-nun Dave Rasmussen olduğunu düşünelim." Sonra ortadaki kartı açtı. "Sonra bunun"—kupa kızını gösterdi—"Bunun..." neredeyse bir isim söyleyecekti ama kendini tuttu. Gözlerimi kısarak ona baktım. Ethel'in yüzünde sakin-sorma bakışı vardı, bu nedenle, dilinin ucuna kimin geldiğini sormanın bir yararı olmayacağını anladım.

"O kupa valesinin yüzünde neden bu kadar üzgün bir ifade olduğunu biliyor musun?" diye sordu Ethel.

Kartı inceledim. "Bu aptal görünüşlü kıyafetleri giymek

219 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

zorunda olduğu için mi?" Ethel homurdandı. "Onun yanı sıra." Hayal gücüm sayesinde, genellikle tahmin oyunlarında

çok iyiyimdir, fakat ne yaptıysam, bir yanıt bulamadım. "Bil-miyorum, Ethel. Neden bu kadar üzgün görünüyor?" Ger-çekten berbat görünüyordu.

"Şey, buradaki kupa kızı nedeniyle." Ethel kartı eline aldı ve bana doğru salladı. "Kız, bu valeye çok derinden âşık olmuştu ve evlenmek istiyordu." Evlenen bir çiftmiş gibi iki kartı yan yana koydu. "Fakat bu vale"—kartı burnuma sok-tu—"o da çok âşık olmasına rağmen, kıza onunla evleneme-yeceğini söyledi." Ethel, tsk... tsk... tsk yaptı. "Bunun üzerine kız gidip başkasıyla evlendi." Son kartı çevirdi. Karo papa-zıydı: "Yani zavallı valenin kalbi daimi olarak kırıldı."

Bazen Ethel'e ve hikâyelerine çok dikkat etmem gere-kiyordu. Mutfakta ütü yaparken radyoda dinlediği pembe di-ziler kadar şaşırtıcı olabiliyordu.

"Ethel, Rasmussen'in bir zamanlar bir kadını bütün kal-biyle ve ruhuyla, gökyüzündeki yıldızlar ve denizdeki deniz yıldızları kadar sevdiğini ve kadının başkasıyla evlendiğini mi söylüyorsun?"

"Aynen böyle söylüyorum, Bayan Sally," dedi. "Doğru-yu söylemek gerekirse"—bana o kadar yakınlaştı ki, burnun-daki kılları bile görebiliyordum—"o kız, valenin yerine baş-kasıyla birden fazla kez evlendi." Kaşlarının arasında beliren kırışıktan, gerçekten romantik bir kadın olan Ethel'in Ras-mussen için çok üzüldüğünü anlayabiliyordum.

220

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Ah, Calhoun County, Mississippi'li zavallı Bayan Ethel Jenkins. Rasmussen, en akıllı kadını bile kandırmıştı. Ama beni kandıramazdı. Troo'yu uyandırmamak için, verandaya çıkan gıcırtılı tel kapıyı yavaşça açtım. Sonra Bayan Galec-ki'nin bahçesinden dar sokağa çıktım, çünkü iki bahçeyi uyu-yan sarı güllerle dolu beyaz bir çit ayırıyordu ve her tarafım çizilmiş olarak dönmek istemiyordum. Sabah Ethel bundan kuşkulanabilirdi. Nefesimi tuttum ve etrafıma bakındım. Her şey olması gerektiği gibi görünüyordu, bu nedenle Rasmus-sen'in garajının etrafından dolandım ve içeriye bakmaya ça-lıştım. Kızları kaçırdığı zaman, onları taciz etmek için buraya getirdiğinden emindim. Çünkü o kızların ikisi de kaldırımdan kaçırılmıştı. Sara, annesine süt almaya gidiyordu ve Junie, duyduğum kadarıyla, çocuklara step dansı ve bale dersleri veren Marsha'nin Dans Stüdyosundaki dans dersine gidiyor-du. Yani, Rasmussen onları kaçırdıktan sonra bir yere götür-müş olmalıydı. Muhtemelen Bay Gary'nin arabasına benze-yen bir arabası vardı. Buralarda insanların öyle arabaları yok-tu. İnsanlar sabahları çoğunlukla otobüse biniyor veya gitme-leri gereken yere, örneğin Feelin' Good Kurabiye Fabrikası'na ya da kiliseye veya Kroger'e yürüyorlardı.

Gizlice Rasmussen'in arka bahçesine girdim, bahçe ka-pısını yavaşça kapattım ama hızla kaçmam gerekirse diye sürgüsünü kapatmadım. Gözlerime inanamıyordum! Ras-mussen'in bahsettiği bahçe buradaydı. Görülmeye değer bir şeydi. Suyu olan bir kuş havuzu ve bir sopanın üstünde kü-çük bir kuş kulübesi vardı. Sıralar hâlinde havuçlar, doma-

221 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

tesler ve turp ekmişti. Ayrıca, kızılderili çadırlarına benzeyen büyük direklerde küçük yeşil fasulyeler yetişiyordu. Bazıla-rını daha önce hiç görmediğim bir çok çeşit değişik çiçek vardı, gerçekten bir Cennet bahçesiydi. Bayan Goldman bu bahçe için deli olabilirdi. Babam da öyle.

Çimenlerin üstünde sessizce yürüyerek eve gittim. Arka kapısına dayanıp, kalbimin rüzgârlı havada dalgalanan uçurt-ma gibi çırpınmasının durmasını bekledim. Sonra haç çıkara-rak, kapının kulbunu yavaşça aşağı indirdim. İşte o anda arka bahçenin tamamı gündüz gibi aydınlandı. Rasmııssen'in ga-rajına bir araba giriyordu. Yere yattım ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde sürünerek bahçeye gittim, çünkü saklanılabi-lecek tek yer orasıydı. Rasmussen'in garaj kapısını klik klik klik sesiyle kapatması sanki sonsuza dek sürdü. Ayak sesle-rini duyabiliyordum ama onu göremiyordum. Evine girme-sini, kapının çarpmasını beklemek için, yeşil fasulye çadı-rının içine girmiştim. Fakat hiçbir şey olmadı. Birkaç dakika sonra gizlice baktım. Keşke bakmasaydım. Birisinden sak-lanırken bunu yapmamanız gerektiğini hep söylerler, ama Ras-mussen'in nerede olduğunu öğrenmeliydim, çünkü Rasmus-sen çitin üzerinden bakabilecek kadar uzun boyluydu ve camlı verandada Troo'nun uyuduğunu görebilirdi. Ethel'in sözüyle; kolay lokma. Nefesimi tuttum ve yeşil fasulye yapraklarının arasından baktım. Ay ışığında Rasmussen'in, sarı güllerin hemen yanında, salıncaklı koltuğuna oturmuş ileri geri sal-landığını ve hüngür hüngür ağladığını gördüm.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Evin içinden köpek yavrusu havlamaya başlayınca Ras-mussen mendile burnunu sildi ve, "Tamam, tamam, bekle bir dakika Lizzie, geliyorum," dedi.

Kapının kapanma sesini duyduktan sonra, yeşil fasulye çadırının içinde oturdum ve altmış Mississippi'ye kadar say-dım. Artık dışarı çıkmamın güvenli olacağını düşünüyordum. Burada yapılacak en akıllıca şey Bayan Galecki'nin evine dönüp Troo'nun yanında çarşafın altına girmek olacaktı, an-cak sanırım Nell'in her zaman söylediği kadar akıllı değil-dim, çünkü böyle yapmadım. Bir planım vardı ve ona sadık kalacaktım.

Etrafıma bakinarak üzerinde durabileceğim bir şey ara-dım, böylece ona gizlice bakabilecektim. Arka kapının yanın-da, önde içi kırmızı sardunyalarla dolu olana benzeyen boş bir turuncumsu saksı vardı. Sardunyalar dikkatimi çekmişti, çünkü bunlar Annemin en sevdiği çiçeklerdi. Ama bu saksı boştu, bu nedenle neredeyse sürüyerek evin yan tarafında bir pencerenin altına getirdim. Üstüne çömeldim ve yavaş yavaş

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

doğruldum. Rasmussen'in evinin içini tam olarak görebiliyor-dum! Orada konserve bir şey açıyordu, herhalde köpek mama-sıydı, çünkü yavru köpek, ben Butchy'i beslerken Butchy'nin yaptığı gibi, ayaklarının dibinde zıplayıp duruyordu. Ras-mussen'in başka neler yaptığını, bir tecavüzcü ile katilin yat-maya nasıl hazırlandığını görmem gerekiyordu. Belki Sara'-mn ayakkabısını veya Junie'nin Aziz Christopher madalyo-nunu gizlediği yerden çıkarırdı.

Parmaklarımın ucuna basa basa patikada ilerledim ve saksıyı doğrudan yemek odasına bakan bir başka pencerenin altına koydum. Bizimkine çok benziyordu, fakat parlak ahşap masanın her tarafında Pabst Blue Ribbon bira şişesi yoktu. Ancak başka bir şey vardı. O kadar müthiş bir şeydi ki, hayal edip etmediğimden emin olamadım. Orada, yemek odasının duvarında, altın bir çerçeve içinde bunu çok net görebiliyor-dum, çünkü üstünde küçük bir lamba vardı-Birinci Komün-yon elbisesi içinde Junie Piaskowski'nin resmi asılıydı. Ras-mussen'in cüzdanında bulunan resmin aynısıydı, fakat çok daha büyüğüydü. Rasmussen yemek odasından geçince he-men çömeldim. Durup resme bakmadı bile. Sanki önemli de-ğilmiş gibi yanından geçip gitti.

Gözlerimi kapattım ve aklımı kaçırdığımı düşündüm. Fakat sonra yine açtım, resim Junie-hâlâ oradaydı. Rasmus-sen yine resmin yanından geçti, bu kez, boxer tipi iç çamaşırı ileydi ve göğsü çıplaktı. Junie'nin Birinci Komünyon resmi-nin üstündeki dışında bütün lambaları söndürdü ve o küçük köpekle yine kayboldu. Ben tekrar Junie'ye baktım. Karan-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

lıktaki beyaz ışık adasına bakarak gülümsüyordu, ellerini ku-cağında kavuşturmuştu, sanki parmaklarına doladığı tespihle dua ediyor gibiydi.

Rasmussen, olabilecek en kötü yaratıktı! Junie'ye teca-vüz edip öldürmekle kalmamış, övünür gibi, resmini yemek odasına asmıştı. Bay Jerbak'm Bira ve Bowling Salonunun duvarına o geyik başlarını asması gibi.

Hemen gidip Ethel'i uyandırmalı ve anlatmalıydım. İşte kanıtı buradaydı. Belki artık Rasmussen'in iyi biri olmadığını düşünürdü. Saksıyı geri, yerine bile koymadım. Koşarak bah-çeden geçtim, arka yola çıktım, cam kapıdan ve Troo'nun yanından geçtim ve Bayan Galecki'nin evine girdim. Ethel'-in yatak odası, bizim evde Nell'in odasının olduğu gibi, mut-fağın ilerisindeydi ve kapıya vurmayı düşünmedim bile, o kadar korkmuştum. Ethel'in yatağına atladım ve kalçasından sarsmaya başladım. "Ethel... Ethel Jenkins... uyan." Bunu yapmaktan nefret ediyordum, çünkü gecenin-bir-yarısında bu tür korkular yaşama konusunda pek iyi olmadığını biliyor-dum, çünkü o KKK kulübü çok kötü anılar yaratmıştı. Gecenin kadife karanlığında.

Ethel hemen doğruldu. Saçlarında şapka veya başka bir şey vardı ve üzerinde beyaz fırfırlı bir gecelik vardı. "Ne oldu?" dedi.

"Ah, Ethel, gelip görmek zorundasın. Gelip bakmak zo-rundasın." Elini tutup çektim ve Ethel çarşafı bir kenara attı. Ayaklarına şıpıdık dediği terliklerini geçirdi ve onu camlı ve-randaya sürüklememe izin verdi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Ethel fısıldayarak, "Bayan Troo'ya bir şey mi oldu? Ken-dini kötü mü hissediyor?" diye sordu. Troo'ya baktı, Troo hasır kanepede oturuyordu ve yerinden bir zerre kadar kıpırdama-mıştı.

"Troo iyi," diye cevap verdim fısıltıyla. "Sorun Junie Piaskowski."

Bunu söyleyince Ethel yüzüme baktı ve elini alnıma ko-yarak ateşimi kontrol etti. "Biliyor musun? Ethel'i kaygılan-dırma-ya başlıyorsun."

"Lütfen hemen benimle gel, Ethel. Çok çabuk. Sana ina-namayacağın bir şey göstereceğim!" Yine bana baktı, sonra Troo'ya göz attı, fakat terliklerini şapırdatarak Rasmussen'in evine kadar beni takip etti. Bahçe kapısından girince Ethel bir saniye durdu ve ıslık çalarak, "Bu adam kadar bitkilerden anlayan birini hayatımda görmedim," dedi. Küçük bir doma-tes kopardı ve ağzına attı. Artık iyice uyandığından ve ne halt ettiğimi merak ettiğinden, "Bayan Sally, sanırım bir tür kâbus görüyorsun veya uykunda yürüyorsun. Haydi, yatağa döne-lim," dedi.

O ana kadar sahip olduğumu bilmediğim en ciddi sesim-le, "Ethel, hayır!" dedim.

Ethel homurdanarak bana baktı, çünkü davranışlarıma dikkat etmiyordum, fakat yine de evin yan tarafına geldi. Ben yine saksıya çıktım, ama onun çıkmasına gerek yoktu, çünkü birçok erkekten daha uzun boyluydu. Junie'nin resmini gös-terdim ve başka bir şey söylememe gerek olmadığını düşün-düm. O resim, Büyükannemin söylediği gibi, bin kelimeye

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

bedeldi. Ethel, Junie'nin küçük beyaz Komünyon elbisesiyle ve tülüyle resmini görünce, yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. Bana baktı ve, "Senin neyin var, çocuk?" diye sordu. Sanki Rasmussen'in yemek odasında ölü Junie Piaskowski'nin res-minin asılı olması normal bir şeymiş gibi davranıyordu.

Aynı anda hem o kadar sinirlendim ve hem de o kadar üzüldüm ki, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

Ethel, "Tamam, tamam. Her şey yoluna girecek," dedi. Bayan Galecki'nin porselen bebeklerinden biriymişim gibi, eliyle özenle sırtımı sıvazladı. "Bayan Junie, İsa'yla birlikte Cennette."

"Ethel, a-a-anlamıyor musun?" Yine Junie'nin resmini işaret ettim. "Onları geçen yaz Polislerin Pikniğinde beraber gördüm, uçurtma uçuruyorlardı ve Rasmussen, Junie'ye be-lirli bir şekilde bakıyordu... Sanki ona âşıkmış falan gibi... hatta elini Junie'nin omzuna koymuştu ve ona dokunuyordu, sonra Junie ölü bulundu. O bir tecavüzcü ve katil. İşte k-k-kanıtı."

Ethel'in ağzı açık kaldı ve neredeyse kaldırıma değe-cekti. Sonra en düşük ses tonuyla, sıcak bir günde kutu fanla-rın çıkardığı sese benzeyen bir tonla, "Aman, aman, aman," dedi.

Ethel'in nesi vardı? Neden gidip Bay Gary'i uyandırmı-yordu ve onun polise Rasmussen'i ihbar etmesini sağlamı-yordu?

Ethel beni saksıdan kaldırdı ve yavaşça yere indirdi. "Konuşmamız gerekiyor, Bayan Sally?"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Elimi elinden çektim ve fısıltıyla bağırdım, "Ethel!" "Yanıma gel." Beni göğsüne çekti ve popoma hafifçe

vurdu. "Şimdi biraz sakinleş de sana neler olduğunu anlata-yım. Düşündüğün gibi değil."

Beni evin köşesine ve üzerinde hâlâ Rasmussen'in por-takal tıraş losyonunun kokusu bulunan yeşil salıncağa götür-mesine izin verdim. Oturduk ve bizi birkaç kez salladı. "Ga-liba bazı şeyleri anlamadan hüküm vermişsin. Bu iyi bir şey değil."

"Ama, Ethel..." "Bir dakika susar mısın?" O kadar gergin ve sinirliydim

ki, salıncaktan kalkmaya çalıştım, fakat Ethel kolumdan ya-kaladı ve beni oturttu. "Bay Rasmussen'in Bayan Junie'ye onu seviyormuş gibi bakmasının nedeni, onu gerçekten sev-mesiydi. O, Bayan Junie'nin dayısıydı. Bunu bildiğini sanı-yordum."

"Anlamadım?" Zira onu yanlış duyduğumdan emindim. Ethel yavaş yavaş, her kelimeyi çok dikkatle söyleyerek,

"Junie, Bay Rasmussen'in yeğeniydi. Kız kardeşi Betsy'ııin kızıydı," dedi.

Buna inanamıyordum. Bu adam, etrafta dolaşan en kötü iki ayaklı yaratıktı.

Rasmussen kendi yeğenine tecavüz etmiş ve öldürmüş-tü!

Bir dakika süreyle konuşamadım, çünkü aniden Ethel'e güvenmemeye başlamıştım ve bu nedenle içten içe kendimi iki yüzlü hissediyordum. "Zavallı Dave. Küçük Bayan Junie

228 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

gözünün bebeğiydi." Bizi sallamayı bıraktı ve, "Tanrı aşkına, neden gidip de Rasmussen'in Junie'yi öldürdüğünü düşün-dün? Tanrı aşkına, Bay Rasmussen Tanrı'nın en kötü düşün-celerini bile öldüremez. O kadar iyi bir adamdır."

"Bunu söylemek zorunda kaldığım için özür dilerim, ama yanlış düşünüyorsun, Ethel. Rasmussen, Junie'yi öldürdü ve Sara Marie'yi de öldürdü." Beynim arı kovanı gibiydi. "Ayrı-ca, cüzdanında benim fotoğrafım var, yani bundan sonra be-nim peşimden gelecek demektir."

Ethel şaşkınlıkla çığlık attı. "Ah, bunu Ray Buck'a an-latmam lazım." Sonra da kahkahalarla gülmeye başladı, belki yorgundu, belki de kendimi iyi hissetmemi sağlamak istiyor-du, çünkü mükemmel bir ses çıkaran, dolu dolu ve sonu ol-mayan kahkahasını duymayı ne kadar çok sevdiğimi biliyor-du. "Sana her zaman o hayal gücünün bir gün başını derde sokacağını söylüyordum ve işte o gün geldi, Sally."

Gülüyor olmasına rağmen, bana biraz kızdığını hisse-debiliyordum, çünkü bana Bayan Sally demeyi unutmuştu. Kolunu dolayınca, ona yaslandım ve, "Sana yemin ederim. Bay Rasmussen etraftaki en iyi insan. Gerçek bir beyefendi. Hiç kimseye zarar vermez ve bir şekilde böyle düşünmekten vazgeçmen gerekiyor."

Rasmussen'in güllerinin kokusu, damla çikolatalı kura-biye kokusuna karışıyordu ve içine balıklama dalmak istedi-ğim bir tatlılık dalgası yaratıyordu. Ethel'e inanmak ne kadar kolay, ne kadar güzel olurdu. Rasmussen'in tecavüzcü ve ka-til olduğu düşüncesine, Bay Kenfıeld'in casus olduğu ve But-

229 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

chy'nin kıyafet değiştirmiş bir şeytan olduğunu nasıl düşün-düysem, aynı şekilde kapıldığımı düşünmek. Parkta o uçurt-mayı uçururken Rasmussen'in Junie'ye bakışını görmem ve bir şeyler planladığını düşünmem, her zaman çok kibar dav-ranırken bazen evinin önünden geçerken üzgün görünmesi, hiç evlenmemesi ve düşündüğüm diğer her şey... Bunların hepsi hayal gücümün ürunü müydü?

"Belki Annen hasta olduğu içindir. Bu konuda endişe-lenmek bazen insanın beyninin doğru olmayan bir şeyler dü-şünmesine yol açabilir," dedi Ethel. "Ayrıca kısa süre önce Babanın ölmesi. Bunu daha önce de gördüm. İnsanlar bir şe-ye üzüldükleri zaman, biraz akıllarını yitirebilirler."

Ay ışığında onunla birlikte sallanmak, her şeyin aslında sadece kenarları küçük ve yumuşak olan bir rüya gibi görün-mesine neden oluyordu. Olayların nerede başlayıp nerede bit-tiğini anlayamıyordum. Belki de Ethel'in söylediği gibi, biraz deliriyordum. Sonra fark ettim, eğer Ethel haklıysa ve Ras-mussen beni taciz edip öldürmeye çalışmıyorsa... başka biri-si bunu yapmaya çalışıyordu. Birisi beni o dar yolda kova-lamıştı. Kırmızı ışık-yeşil ışık oynarken birisi beni Fazio'la-nn arka bahçesinde yere düşürmüştü. Nana Fazio'ya bile so-rabilirdiniz.

"Kendini biraz daha iyi hissediyor musun, Bayan Sally?" dedi Ethel uzaklardan.

"Evet, Ethel, daha iyiyim. Her şey yoluna girecek. Ras-mussen hakkında söylediklerinin gerçekten doğru olduğunu, onun tecavüzcü ve katil olmadığını şimdi görebiliyorum,"

230 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

diyebilmeyi çok isterdim. Ama bunu yapamadım. Ethel'i dün-yalar kadar seviyordum ve ona hiçbir zaman yalan söyleme-dim.

"Haydi, şimdi git ve uyu, tatlım. Senin için en iyisi bu. Ethel gidip senin için bir dua daha edecek." Bahçede havaya dağılan yumuşak ve net tatlı sesiyle, "Artık gidip yatacağım, tanrıya ruhumu koruması için dua edeceğim. Eğer uyanma-dan ölürsem, Tanrının ruhumu almasını isteyeceğim," dedi.

Uykuya dalmadan önce, Ethel'le yarın, dua seçimi ko-nusunda biraz konuşmam gerekeceğini düşündüm.

231 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Ertesi sabah Ethel'in yatağında uyandım. Dün geceyi ve bana Rasmussen hakkında söylediklerini, ne kadar iyi bir insan ve gerçek bir beyefendi olduğunu düşündüm. Junie'nin sevgi dolu dayısı. Kesinlikle katil ve tecavüzcü olamazdı. Buna inanmak benim için o kadar zordu ki. Aslında, imkân-sızdı. Böyle bir şeye inanabilmem için hafızamı kaybetmem gerekiyordu.

Ethel odanın kapısından başını uzatarak baktı ve, "Kuy-ruğunu kaldırmanın zamanı geldi," dedi. Elinde, şeffaf bir tabakta birkaç dilim kızarmış ekmek ve çok sevdiğimizi bil-diğinden, Çarşamba ziyaretlerimiz için özel olarak satın aldı-ğı kakaolu süt vardı. Ethel de çok sevmeye başlamıştı. Kim sevmezdi ki? Kahvaltımı, yatağın başucundaki komodinin üs-tüne, İncil'inin ve bazı sayfaları katlanmış Sears ve Roebuck katalogunun hemen yanına koydu.

Ethel yatak odasının penceresine gitti ve doğrudan Ras-mussen'in bahçesine bakan sararmış gölgelikleri açtı. Ras-mussen'in orada olduğunu ve Troo'nun onunla beraber oldu-

233 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ğunu zaten biliyordum, çünkü pencereden seslerini duyabi-liyordum. Troo'nun üstünde, kolalı büyük bir tişört olduğunu gördüm. Muhtemelen Bay Gary'nindi, çünkü üzerinde elbise gibi duruyordu. Saçlarının, Anneminki gibi altın parıltılarla pırıl pırıl olmasından, yıkandığını anlamıştım.

"Bu sabah kendini nasıl hissediyorsun?" Ethel yatağın kenarına oturdu ve ben ona doğru yuvarlandım.

"Bu sabah kendimi iyi hissediyorum, Ethel. Sorduğun için teşekkür ederim. Ona söyledin mi?" Başımla pencereyi işaret ettim.

"Hayır. Kesinlikle söylemedim. Bunlar, onun tecavüzcü ve katil olduğunu düşünmen, Bay Rasmussen'in duygularını incitebilir, diye düşündüm, öyle değil mi?" Ethel geceliğini çıkartmış, Salı olmasına rağmen Pazar kıyafetlerini giymişti. "Bay Rasmussen'in senin hakkında çok iyi şeyler düşündü-ğünü biliyorum, Bayan Sally, bu nedenle aklını eğitmen, onun hakkında düşündüğü şeyleri düşünmesini durdurman gere-kiyor."

Aklımı, onun hakkında düşündüğü şeyleri düşünmesini durdurma konusunda eğitmek için çok, çok çalışmam gere-kecekti. Fakat eğer Ethel haklıysa, bunu yapmam gerekiyor-du. Çünkü eğer Rasmussen değilse, benden kurtulmak iste-yen kişi her kimse, ona karşı dikkatli olmalıydım.

"Saat kaç?" diye sordum Ethel'e. Kızarmış ekmekten bir lokma ısırdım. Üstündeki çilek reçeliyle o kadar lezzetliydi ki. "Troo'yla benim bugün o cenazeye gitmemiz gerekiyor. Henry Fitzpatrick'e söz verdim."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Yediyi biraz geçiyor." Ethel yataktan kalktı. "Troo'yu çoktan yıkadım. Sıra sende. Ben suyunu hazırlayayım. Sen de ekmeğini bitir, kabukları dâhil."

Diğer tarafa döndüm ve Troo'nun küçük çoban köpeği-ne topu atmasını izledim. Köpek, dili dışarıda, Troo'nun etra-fında koşuştururken çok eğleniyor gibiydi. Rasmussen belin-den iki büklüm bükülerek ikisine gülüyordu.

Duvarın öte yanında Ethel'in suyu açtığını duydum. An-nem hastalanmadan önce, banyoyla pek ilgilenmezdim ve devamlı yakınırdım, ama şimdi küvette temizlenme düşünce-si çok güzel geliyordu. Ethel içine köpüklü sabun koyacaktı, çünkü Bayan Galecki'ye de hep böyle yapıyordu. Köpüklü sabun, küçük sarı bir Avon şişesinde bulunuyordu ve bütün evin vanilyalı dondurma gibi kokmasına neden oluyordu. Bu nedenle ekmeğin kalanını, kabuklan dâhil, ağzıma tıktım ve Bayan Galecki'nin uyanıp uyanmadığına bakmak üzere kalk-tım. Troo'yla benim gece evinde kalmamıza izin verdiği için ona hemen bir hikâye okuyabileceğimi düşündüm.

"Hey, günaydın, Uyuyan Güzel." Bay Gary annesiyle birlikte mutfak masasında oturuyordu. Güzel bir beyaz göm-lek ve şort giymişti. Bay Gary hemen her zaman beyaz giyi-yordu. Görünümüyle gurur duyuyordu.

Bayan Galecki, "Günaydın, Sally," dedi. "Günaydın," dedim onun gülen yüzüne. Oğluna kesinlikle

tapıyordu ve burada olmadığı zaman devamlı ondan bahse-der, bana onun hakkında küçük hikâyeler anlatırdı. Örneğin, Bay Gary'nin geç gelişen biri olduğunu. Okulda, kötü çocuk-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ların ona kırk beş kiloluk nanemolla diye sataştığım. Ama Gary'sinin bu kadar sallantılı bir başlangıçtan sonra, ne kadar iyi durumda olduğunu ve onunla ne kadar gurur duyduğunu anlatırdı. Bu nedenle, Bayan Galecki, doğal olarak, çay bar-dakları, kızarmış ekmek, hatta biraz üzüm bulunan yuvarlak kahvaltı masasında oğluyla birlikte oturduğu için, Noel sa-bahında olduğu kadar heyecanlı olmalıydı.

"Gel, bize katıl," dedi Bayan Galecki, küçük eğri büğrü eliyle bana gel işareti yaparak.

"Yalnızca bir dakika kalabilirim, çünkü gerçekten yı-kanmam gerekiyor." Neredeyse kendim bile kendi kokumdan rahatsız olmaya başlamıştım. O kadar kötü kokuyordum. Ta-bii, Rasmussen'in yeşil fasulye çadırında toprağın içinde oturmak da durumu kolaylaştırmamıştı.

Yüzünde, özellikle ağzının kenarında çok sayıda kırışık olan Bayan Galecki'nin yanına oturdum. Fakat daha önce görmediğim tonda güzel kahverengi gözleri vardı. Göldeki suyun renginde. Açık çamur renginde.

Bay Gary annesine gazete okuyordu. Kulakları, gizli de-likte bulunan mezuniyet resmindeki kadar kötü görünmüyor-du. Yine sivriydiler, fakat yüzü daha genişlemişti. "Bugün, parkta buldukları küçük kızın cenazesi var. Onu tanıyor muy-dun, Sally?"

"Pek sayılmaz," dedim, ağzıma bir üzüm atarak. "Sara, benden ve Troo'dan küçüktü. Üçüncü sınıftaydı."

Bayan Galecki oynak kafasını ileri geri salladı. "Annesi için ne kadar üzücü. Cathy Miller'i hatırlıyorsun, değil mi,

236 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Gary? Frankie HeinemannTa evlenmişti. Sara, Cathy ile Fran-kie'nin küçük kızıydı."

Bay Gary gazetesini salladı ve, "Tabii, Cathy Miller'i hatırlıyorum. Okuldaki en güzel kızdı. Muhteşem bir kızdı."

"Galiba bütün dünya giderek daha kötüye gidiyor, sen ne dersin?" dedi Bayan Galecki. "Zavallı savunmasız çocuk-lara ne tür bir canavar zarar verebilir?"

Dün, hiç düşünmeden Rasmussen yapar, diyebilirdim, ama artık böyle düşünmemeye çalışıyordum. Ethel'in hatırı-na. Fakat bu akıl eğitiminin epey zaman alacağından emin-dim. Yeni bir kart numarası öğrenmek gibi olacaktı.

Bay Gary'ye Annem ve lisede nasıl bir kız olduğu, onunla arkadaş olup olmadığı hakkında sorular sormaya hazırlanıyor-dum ki, Ethel seslendi: "Bayan Sally... Banyo hazır!"

"Troo'yla benim gece kalmamıza izin verdiğiniz için te-şekkür ederiz," diyerek sandalyemi geriye ittim. "Çok mak-bule geçti."

Bay Gary gazetesini masaya bıraktı ve o yumuşak, alçak sesiyle, "Ne kadar kibarsın, Sally," dedi.

Kızarmış olmalıyım, çünkü ekledi, "Ve ne güzel rengin var. Bunun anlamını biliyor musun?"

Başımı salladım. "Yeşil gözlerin, sarı saçların var ve tenin en güzel şeftali

tonunda," dedi Bay Gary. "Bunlar renklerini oluşturuyor." Ga-zetesini kaldırdı ve arkasından, "Sen çok güzel bir kızsın," dedi.

"Bayan Saaaalllyy, bu su soğumadan lütfen buraya gelir misin?" diye seslendi Ethel.

237 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Sonra Bar Gary elinin arkasından Bayan Galecki'ye bir şey söyledi. "Troo" ve "Renkler" kelimelerini yakaladım ve bu konuda biraz güldüler.

Banyonun kapısına gittim ve Ethel küvetin kenarına oturmuş, beni bekliyordu. "O kıyafetlerini çıkar. Ben onları senin için yıkarım."

"Ama o zaman ne giyeceğim?" Tişörtümü, şortumu ve iç çamaşırlarımı ona verdim. Büyükannem herhâlde bu kı-yafetlerin, içinde kedi dolaşmış gibi göründüğünü söylerdi.

"Nell'i aradım. Hemen gelecek ve gelirken sana ve Troo'-ya temiz kıyafet getirecek. Eddie'nin arabasıyla sizi götüre-cek, beni de bırakacak." Demek Ethel, bu nedenle Pazar kı-yafetlerini giymişti. Bizimle birlikte cenazeye geliyordu. As-lında buna şaşırmamalıydım, çünkü Ethel hiçbir cenazeyi ka-çırmazdı. Ölen kişinin ailesi için, kaç kişinin onları özleyece-ğini bilmenin önemli olduğunu söylerdi.

Bacağımı küvete soktum ve o sıcak suyla köpükler çok iyi geldi. Ethel küvetin kenarına, yepyeni bir kalıp Ivory sa-bun çıkarmıştı ve ben, biraz gerinerek yüzdüm. "Kulakların arkasını da," dedi. "Saçlarını da yıka." Ethel kapıyı kapattıktan sonra, Nell'i ve kabarık saçlarını düşündüm. Nell, Troo'yla bana bakma konusunda hiç de iyi iş çıkaramamasına rağmen, Annem hastalanmadan, dünyadaki üçüncü kötü ablaydı. Ger-çi, bunu kendime saklayacaktım, çünkü Troo'nun, Nell'in dün-yanın bir numaralı kötü ablası olduğunu düşündüğünü bili-yordum. Bebekken bile Troo, Nell'i hiç sevmezdi. Yalnızca, dişleri çıktığı zaman ısırmayı sevdiği biri olarak görmüştü.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bunun bir nedeni de yoktu. Troo sadece adilik yapıyordu. Belki de Nell'i biraz kıskanıyordu.

Kapı üç kere tıkırdatıldı. "Rahatsız ettiğim için özür di-lerim," dedi Bay Gary, banyonun kapısından. "Ecza dolabın-dan Anneme aspirin almam gerekiyor. İçeri girebilir miyim?"

İyice yatarak köpüklerin altına daldım ve, "Tabii," de-dim, aslında girmesini istemiyordum. Ne de olsa onun eviydi ve hayır demek kabalık olacaktı.

Bay Gary içeri girdi, ilaç kutusunu aldı, ecza dolabının kapağını kapattı ve aynadan bana baktı. "Bahse girerim, çok güzel geliyordur, değil mi, Sally? Ben suyu çok seviyorum. California'daki evim kumsalda ve her sabah yüzmeye gidi-yordum." Ayaklarımın olduğu uca yakın bir yerde küvetin kenarına oturdu. Her tarafımın köpüklerin altında kaldığından emin olmak için tekrar kontrol ettim. "Güne başlamak için ha-rika bir yol. Kendimi hep daha iyi, daha temiz ve yeniden doğ-muş gibi hissederim." Bana biraz su fışkırttı.

Bunu düşündüm ve, "Evet. Haklısınız, Bay Gary," de-dim, fakat keşke gitse ya da gülmekten vazgeçse diye düşün-düm, çünkü gözlerinden biri kayıyordu ve anormal görün-mesine neden oluyordu. "Rengi" biraz bana benziyordu. Ya-nık tenli, sarı saçlıydı, ama yeşil gözler yerine, annesiyle aynı renk gözlere, göl kahverengisi gözlere sahipti. Ayrıca sarı saçları o kadar sarıydı ki, Nell'in sözleriyle, şişeden çıkmışa benziyordu. Nell bilirdi, çünkü artık Kuzey Caddesi'nde bu-lunan Yvonne Güzellik Okulu'ndaki ikinci haftasındaydı.

Ethel geri döndü ve Bay Gary'yle beni konuşurken bul-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

du. Bay Gary'i kapıya doğru biraz iteledi ve bana, "Saçlarını yıkadın mı?" diye sordu.

Suyun altına kaydım, ama Ethel'in, Bay Gary'e bir şey söylediğini duydum. Doğrulduğumda, Bay Gary gitmişti.

Ethel, küvetin yanında çömeldi ve sabun kalıbını alarak, köpürünceye kadar iki elinin arasında ovuşturdu. Başım bir anlamda suyun altındaydı ve aslında onu duymadım, yalnız-ca dudaklarının oynadığını gördüm. Ethel'in muhteşem du-dakları vardı. Büyükçe. Ve her zaman Fire Engine No. 5 adlı parlak kırmızı ruju sürerdi. Bahse girerim, Mary Lane de bü-yüyünce bunu sürecektir.

Ensemden tutup beni sudan çıkardı ve köpüğü saçlarıma sürdü ve kafatasımı, kendisine zorluk çıkaran bir ekmek ha-muru gibi yoğurdu. "Bay Gary sana ne söylüyordu, dedim?"

"Suyu ne kadar sevdiğini ve nasıl kendini yeniden doğ-muş gibi hissettirdiğini anlatıyordu."

Ethel gözlerini yuvarladı ve sabırsızlıkla, "O çocuğun çok acayip düşünceleri var ve onun, senin hayal gücünü ye-niden galeyana getirmesini istemiyorum," dedi. Sabunu elin-den sıyırdı ve küvetin içinde salladı. "Suya dal ve dışarı çık."

Çıkmak istemiyordum. Orada kalıp sonsuza dek yüz-mek ve Bay Gary'nin söylediği gibi, kendimi yeniden doğ-muş gibi hissetmek istiyordum, fakat Ethel bana yumuşak ve temiz bir havlu savurdu ve, "Zaman geçiyor," dedi. Küvetten çıktım ve havluyla beni sarmasına izin verdim. "Şimdi benim odama git ve arkandan kapıyı kapat. Nell herhalde gelmek üzeredir."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Havlumla falan, Ethel'in yatak örtüsünün altına girdim ve Ethel'in söylediği gibi beklerken, pencerenin dışında Troo'-yu, Rasmussen'in fasulye toplamasına ve gümüş bir kâseye koymasına yardım ederken izledim. Rasmussen saatine baktı ve dudakları oynadı. Sonra benim olduğum yöne baktı ve el salladı. Onu görmemiş gibi davrandım ve diğer tarafa döne-rek Nell'in acele edip hemen gelmesine dua ettim, çünkü bu kadar sıcak bir gün olmasına rağmen, Troo'yla Rasmussen'i birlikte, bu kadar dostane bir şekilde görmek içimi titretiyor-du.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Troo'yla ben, Nell'in getirdiği solmuş lacivert kilise elbi-selerimizi ve parlak pençeli ayakkabılarımızı giydikten sonra, veda etmek amacıyla Bay Gary'i aramaya gittik. Ön sahan-lıkta sigara içerken bulduk.

"Bay Gary, şimdi bir cenazeye gitmemiz gerekiyor, ama söz veriyoruz, en kısa sürede geri gelmeye çalışacağız, biraz Papaz kaçtı oynarız."

Bay Gary sigarasından derin bir nefes çekti ve, "Mümkün olduğunca çabuk gelseniz iyi olur, Sally. Birkaç gün sonra Ca-lifornia'ya geri dönüyorum," dedi.

Troo, "Süt ve bal diyarı," dedi. Bu sabahki banyoyu hatırlayarak, "Ve su," dedim. Ok-

yanus hâlindeki su diyarı. Bay Gary ayağa kalktı ve ikimize iyice bakabilmek için

bir adım geriye gitti. "Siz kızlar süslü elbiselerinizle ne kadar güzel ve temiz görünüyorsunuz," dedi kelebek-kadar-hafıf sesiyle. Sigarasını çimene fırlattı, teker teker yanaklarımız-dan okşadı ve neşeyle, "Anneme, onun için birkaç çiçek ke-

243 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

seceğime siz verdim. Sonra görüşürüz, kızlar," diyerek basa-maklardan atladı. Arka bahçeye döndükten sonra bile, bebek pudrasının kokusunu alabiliyordum.

Ethel'le Nell çoktan Eddie'nin arabasına binmiş, bizi bekliyordu. Troo'ya gidedurmasını söyledim ve Bayan Ga-lecki'ye, gece orada kalmamıza izin verdiği için tekrar teşek-kür etmek üzere eve girdim. Mutfak sandalyesinde uyuyakal-mıştı, bu nedenle peçetenin üstüne not yazdım, "Binlerce te-şekkürler!" "O'Malley kardeşler," diye imzaladım ve erik suyu bardağına dayadım.

Parmaklarımın ucuna basa basa ön kapıdan çıkıp arkamı döndüğüm zaman, verandanın merdivenlerinde beni bekli-yordu.

"Günaydın, Sally." Korkuyla sıçradım. Bu adam insanlara gizlice yaklaş-

makta çok iyiydi. Rasmussen çok şık bir siyah takım elbise giymişti ve mükemmel görünüyordu. Ayrıca siyah parlak ayak-kabıları vardı. "Seni arabayla cenazeye götürebilir miyim?"

"Hayır, teşekkür ederim." Bayan Galecki'nin ön yoluna çıkarak ondan yeterince uzaklaştım. Böylece beni yakalaya-mayacaktı.

Zira Ethel onun hakkında ne derse desin, hâlâ en çok Rasmussen'den kuşkulanıyordum. Sonra, bana ne olduğunu bilmiyorum. Güneşin parıltısından ve küçük köpek Lizzie'-nin büyük meşe ağacına kovaladığı sincaba havlamasından cesaret alarak, gözlerimi kısıp Rasmussen'e baktım ve, "Ne-den cüzdanında benim resmim var?" diye sordum.

244 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bu, onda rahatsızlık yarattı. Nell'le Eddie'ye seslenip, bir dakika beklemelerini söy-

ledi ve sonra yanımda çömeldi. "Şu anda bir süre anlayama-yacağın bir sürü şey oluyor. Ama sana söz veriyorum, her şey yoluna girecek. Bana biraz güvenmen gerek. Bunu yapa-bilir misin?" Elini omzuma koymaya çalıştı, fakat o kadar şiddetle geri çekildim ki, dengesini kaybetti ve elleriyle diz-lerinin üstüne devrildi. Ayağa kalktı ve pantolonunu silkeledi ve sert bir şekilde, "Sanırım, bu sabah kiliseye benimle bera-ber gelmek zorundasın. Konuşmamız gerekiyor." Nell'le Ed-die'ye el salladı ve onlar Ethel ve Troo'yu alıp gitti. Troo ba-na, 57 Model Chevrolet'nin arka camından el sallıyordu, çün-kü bunun, benim Rasmussen'le geride kalmamın komik ol-duğunu sanıyordu.

"Lizzie'yi eve sokayım," dedi Rasmussen. "Sonra acele edip kiliseye gitmemiz gerekiyor. Ben, tabutu taşıyacaklar-dan biriyim."

Evi çok güzeldi. Pitoresk, diyebilirdim. Kırmızı tuğla-dan yapılmıştı ve yan tarafında büyüyen bir sarmaşık vardı. Pencerelerinde beyaz kepenkler vardı ve pencerelerdeki çi-çekliklerde kırmızı-beyaz sardunyalar vardı.

Köpeği eve soktuktan sonra verandadan bana seslendi: "Ben gidip arabayı getireceğim. Beni kaldırımda bekle!"

İki arada kalmıştım. Henry Fitzpatrick'le evleneceğime göre, beni o şeytan Rasmussen bile götürse, o cenazeye git-mek zorundaydım. Bu nedenle evinin basamaklarından in-dim ve kendi kendime iyi olacağımı tekrarlayarak, Junie'nin

245 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yemek odasında asılı bulunan resmini düşünmemeye çalış-tım. Zira Rasmussen bile, cenazeye giderken bana tecavüz edip öldüremezdi. Hiç kimse bu kadar kötü olamazdı, değil mi?

Kaldırıma yanaştı ve koyu kahverengi Ford arabasından çıkıp, arka çamurluktan dolaşarak bana doğru geldi. Tekrar kaldırıma çıkmayı başardım ve Bayan Galecki'nin basamak-larını yarı yarıya çıkmıştım ki, beni kolumdan yakaladı. O kadar yüksek sesle bağırdım, çığlık attım ki, Bay Gary elinde pembe çiçeklerle, koşarak arka bahçeden geldi ve seslendi: "Her şey yolunda mı, Dave?"

Rasmussen yalnızca başını evet anlamında salladı. "Sally Elizabeth O'Malley, senin neyin var? Yalnızca

sana arabanın kapısını açmaya geliyordum." Rasmussen ko-lumu bıraktı ve arabanın kendi tarafına yöneldi.

O anda Babamın nasıl Anneme bunu yaptığını hatırla-dım. Onun kapısını açar, beline kadar eğilir ve, "Arabanız si-zi bekliyor, madam," derdi. Uzun zamandan beri hiç kimse-nin bu kadar nazik bir şey yaptığını görmemiştim. Filmlerde, Cary Grant dışında. Yani belki, Ethel'in söylediği gibi, Ras-mussen gerçek bir beyefendiydi. Veya belki de çok, çok iyi bir aktördü.

Hiç konuşmadan iki sokak ilerledik ve sessizlik gerçek-ten çok gürültülüydü. Ama sonra Rasmussen, "Annenle be-nim arkadaş olduğumuzu biliyorsun, değil mi?" diye sordu.

Arabanın penceresinden dışarı baktım ve damla çikola-talı kurabiye esintisi, kaküllerimi karıştırdı.

"Dün Helen'i görmeye gittim." Rasmussen, Lizbon

246

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Caddesi'ne dönmek üzere sinyal verdi. "İyi mi?" Rasmussen gözlerini yoldan ayırmadı. "Evet, iyi." Ona Annemle ilgili bir sürü soru sormak, bana bütün de-

tayları anlatması için yalvarmak istedim-Örneğin, Beni sor-du mu? Eve ne zaman gelebilecekti? Altın saç fırçası gibi bir şeylere ihtiyacı var mıydı? Fakat doğruyu söylediğinden yüz-de yüz emin değildim ve doğruyu söylüyorsa bile, ona, ondan bir şey istediğimi göstermek içimden gelmiyordu.

"Annen tehlikeyi atlattı, ama..." Rasmussen 56. Sokak'a döndü. "Hall'la ilgili bazı sorunlar oldu ve bu seni üzebilir, Sally, ama Hall... Hall... ah..."

"Lanet olası bir baş belası mı?" Rasmussen güldü, fakat hemen sustu ve çok ciddi gö-

rünmeye çalıştı. "Her ne kadar kullandığın dili onaylamasam da, genç bayan, sanırım bu sözler durumu özetliyor."

O konuşurken hep onun çenesine bakardım. Altında vir-güle benzeyen küçük bir yara izi vardı. Ethel ne derse desin, asla gözlerine bakmıyordum. Gözlerine baksam, ruhum göz-lerimden fırlayıp onun gözlerine girebilirdi. Ya da, kadının içinde çok fazla sayıda insan yaşadığı için doktorun Eve'i hipnotize ettiği ve birkaç tanesinin dışarı çıkmasını söylediği The Three Faces of Eve filminde olduğu gibi, beni hipnotize edebilirdi. Gözlerime bak. Gözlerime bak. Hayır, teşekkür ederim.

"Annenle benim lise yıllarından beri arkadaş olduğu-muzu biliyorsun, doğru mu?" diye tekrarladı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Bunu itiraf etmek istemiyordum, ama Annemle Rasmus-sen'in arkadaş olduğundan kuşkulanıyordum, çünkü gizli de-likteki mezuniyet fotoğrafında yan yana duruyorlardı ve Ras-mussen, Jim Madigan Fotoğraf Stüdyosundan Jim Madi-gan'm kamerasına gülmesi gerekirken, Anneme bakarak gü-lüyordu.

"Yani, dediğim gibi, Hall'ın başı büyük belada," dedi Ras-mussen.

"Bunu biliyorum." Saçımı parmağıma dolamaya başla-dım. Bunu son zamanlarda yapmaya başlamıştım, çünkü san-ki hayal gücümü sakinleştiriyor gibiydi. "Bay Fitzpatrick bi-ze Hall'ın Bay Jerbak'a bira şişesiyle vurduğunu ve hapiste olduğunu, hakkında dava açılacağını anlattı."

Elli Sekizinci Sokak'a, Piaskowski'lerin sokağına dön-düğümüz zaman, Rasmussen arabayı onların evinin önüne çekti ve camdan dışarı baktı. "Junie öleli neredeyse bir yıl oldu. inanmak çok zor." Hissettiklerinizi hissetmeye dayanamadı-ğınız ve bu durumdan çıkmak için kendinizi zorladığınız za-man yaptığınız gibi silkindi. "Ev satışa çıktı. Bir ara buraya gelip, bahçeyi adam etmeliyim," dedi.

Piaskowski Terin evine baktım ve Annemin hastane en-feksiyonunu öğrendikten hemen sonra Troo'yla birlikte kili-seye giderken buradan geçtiğimizde dikkat etmediğim bir şey fark ettim. Yağmur oluklarına yarı asılı vaziyette duran komik küçük mavi bir kuş kulübesi duruyordu ve yan tara-fında, bir çocuk tarafından yazılmış, okuyamadığım bir yazı vardı. Rüzgârda dönüyordu.

248 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Rasmussen de buna bakıyordu, çünkü titrek bir sesle, "Bu kuş kulübesini Junie'yle birlikte yapmıştık. Mavi en sev-diği renkti. Kuşlara bayılıyordu. Özellikle de mavi kuşlara. Onlara kanatlı mutluluk adını takmıştı," dedi.

Hiçbir şey söylemedim ama Rasmussen'in iri, kuvvetli dış görünüşünün, aşırı duygusal iç yapısıyla pek uyuşmadı-ğını düşünüyordum ve bana çikolata kaplı vişneyi hatırlat-ması beni çok şaşırttı. Ethel haklıydı. Sağlıklı düşünemiyor-dum, fakat Junie'nin en sevdiği rengin mavi olduğunu söy-lerken doğruyu söylediğini anlayacak kadar sağlıklı düşüne-biliyordum, çünkü mavi Lik-m-aid şekerlerini ne kadar sev-diğini, hatta dudaklarının hep mavi Peygamber çiçeği gibi göründüğünü hatırlamıştım.

"Junie'nin yeğenim olduğunu biliyorsun, değil mi? Kız kardeşim Betsy'nin kızı olduğunu?"

"Ethel söyledi," dedim çabucak. "Betsy taşınmak zorunda kaldı, çünkü Junie'den sonra

o ve kocası için burada yaşamak çok üzücü oldu..." Gaza bastı ve hareket etti.

Yarim blok sonra Rasmussen, aslında okulun Çocuk Bah-çesi olan, fakat cenaze, düğün ya da başka büyük bir olay ol-duğu zaman park yerine dönüştürülen yere girdi. Bir an önce arabadan çıkmak istiyordum. Rasmussen, onun için üzülme-me yol açıyordu, ki dünyada onun için hissetmeyi düşündü-ğüm en son şey buydu ve o kadar tedirgin olmuştum ki, şakır şakır terlemeye başladım. Vitesi P'ye alınca, kapının kulpunu aşağı indirdim.

249 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Bir dakika bekle, Sally. Sana söylemem gereken önem-li bir şey daha var."

Elleriyle direksiyonu sıkıca kavramıştı ve benim kadar tedirgin görünüyordu. Belki kiliseye bu kadar yakın olduğu-muz için kendini gerçekten suçlu hissetmeye başlamıştı ve cinayetleri itiraf edecekti. Aynen böyle davranıyordu. Tıpkı filmlerde polisler birini üçüncü dereceden cinayetle suçla-dıkları zaman, adamın her tarafının kasılması ve başını masa-ya koyup, "Peki. Ben yaptım. Ben yaptım!" diye bağırmaya başlaması gibi.

Rasmussen, "Bay Jerbak öldü," dedi. "Ne?" "Bay Jerbak öldü." Bay Jerbak'ı zaten hiç sevmezdim, demek istedim. Hep

oğlu Fritz'i dövüyordu ve çocuk okula gözü morarmış bir şe-kilde geliyor ve köpeğe takılıp düşünce olduğunu söylüyor-du. Ama herkes, Fritz Jerbak'ın köpeğinin olmadığını bili-yordu.

"Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?" diye sordu Rasmussen.

Kilisenin köşesinde, hanım evladı Aziz Francis'in hey-kelinin yanında Troo'yu gördüm. Aziz Francis'in durumunda bu, efemine anlamına geliyordu. Bunu Willie O'Hara bulmuş-tu.

"Bir cenaze töreni daha olacak anlamına mı geliyor?" dedim.

"Evet, doğru. Fakat söylemek istediğim bu değildi. Bay

250 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Jerbak'in ölmesi, Hall'in artık ortalıkta olmayacağı anlamına geliyor. Hapishanede birkaç günden fazla kalacak."

Bu büyük bir darbeydi. "Yani, Hall'in hapiste sonsuza dek kalacağını mı söylemek istiyorsun?" Eğer Hall, Shuster Ayakkabı Dükkânında ayakkabı satarak kazandığı parayla kirayı ödemezse, yaşayacak yerimiz olmayacaktı. Mahvola-caktık. Ulu Tanrım. Dişlerimi sıktım ve Rasmussen'in, Troo'-yla benim Lizbon Caddesi 'ildeki yetimhanede yaşayacağı-mızı söylemesine hazırlandım.

"Belki sonsuza kadar değil, ama Hall gerçekten çok uzun bir süre ortalıkta olmayacak," dedi Rasmussen, takım elbisesinin cebinden çıkardığı katlı beyaz mendille alnındaki teri silerek. "Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?"

Galiba biliyordum. "Yani sen, Nell ve Troo evinizden taşınmak zorunda ka-

lacaksınız. Goldman'lar bir hafta daha kalmanıza izin vere-cek ama sonra... şey, para ödeyebilecek insanlara kiraya vermeleri gerekiyor. Anlıyor musun?" Kolunu ön koltuğun arkasına koymuş ve bana doğru eğilmişti, o kadar yakındaydı ki, portakal dilimlerinin kokusunu alabiliyordum.

Pencereden dışarıya, Troo'ya bakıyor ve St. Jude'daki yalnız yüzleri düşünmemeye çalışıyordum. Ben ve Troo, iki tane daha ümitsiz vaka hâline gelmek üzereydik. "Yani, gidip yetimhanede mi yaşamamız gerekiyor?"

"Şimdi oraya geliyorum." Kelimeler Rasmussen'in ağ-zından bir delik bulmuş gibi fışkırmaya başladı. "Anneniz, ken-disi eve gelebilecek derecede iyileşinceye kadar seninle Troo'-

251 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

nun benimle yaşamanızın iyi bir fikir olacağını düşünüyor." "NEE?" Bu, şimdi söyledikleri, bana hayal gücümün bir

oyunu olmalıydı, zira gidip onunla yaşamak hayatımda duy-duğum en Virginia Cunningham çılgınlığında düşünceydi!

Yarı açılmış pencerede bir tıkırtı oldu. Bay Fitzpatrick'-ti, o da siyah takım elbise giymişti ve yakasında beyaz bir ka-ranfil vardı. Başını eğdi ve, "Hepimiz hazırız, Dave," dedi.

Rasmussen, "Hemen geliyoruz, Lou," dedi Buna inanamıyordum. Annem, Troo'yla benim gidip

Rasmussen'le yaşamamızın iyi bir fikir olduğunu mu düşü-nüyordu? Anne, bunu nasıl yaparsın? Bundan emin olmak zorundaydım ve Nell'e soracaktım. Evet, böyle yapacaktım. Muhtemelen Rasmussen bunların hepsini uyduruyordu. Tabii uyduruyordu.

Rasmussen arabasının kapısını açtı ve, "Evimde bir sürü yer var. Dört tane yatak odası var. Ayrıca, benim yardımcı olamadığım konularda, meselâ saçınızı yapma konusunda, Ethel istediğiniz zaman gelip size yardım eder." O sabah Et-hel'in yaptığı örgümü eline aldı ve bir an ağlamaya başlaya-cağını sandım. Gerçi hâlâ katil ve tecavüzcü olabilirdi, fakat onu itmedim. İtsem, herhâlde Anneme söylerdi. Artık Ras-mussen'le Annemin arkadaş olduğunu bildiğime göre, onun yanında temkinli davranmak zorundaydım.

Bacaklarını arabadan sallandırıp dışarı çıktı, ama sonra Bay Fitzpatrick gibi başını eğerek içeri baktı ve, "Troo'yla bir konuş. O'Malley kardeşlerin ne düşündüğüne bakın," dedi. Sonra kilisenin önüne yürüyerek, siyah takım elbiseli, inanı-

252 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

lamayacak kadar üzgün yüzleri yeni tıraş olmuş diğer adam-ların yanina gitti.

Arabada öylece oturdum. Gözlerimi bile kırpamıyordum, o kadar şaşırmıştım, ama sonra Troo geldi ve pencereden ka-fasını soktu.

"Sana söyledi mi?" Dayanamayacak kadar heyecanlı ol-duğu zamanlarda veya tuvalete gitmesi gerektiğinde yaptığı gibi bir ayağından diğerine sekip duruyordu. "Eee, söyledi mi?"

"Bana neyi söyledi mi?" Bana ne söylediğini anlatmak istemiyordum, zira birilerinin ona söylediğinden farklı ola-bilirdi. Özellikle, hiçbir şekilde Rasmussen'le gidip yaşama-yacağım için, gidip yetimhanede yaşayacağımızı bilmesini istemiyordum.

Troo beni çekip arabadan çıkardı ve kilisenin kapısına doğru yürümeye başladık. "Hall gerçekten uzun süre hapis-hanede kalacak, çünkü Hail bira şişesiyle başına vurduğu için Bay Jerbale ölmüş. Ve Annem ölmeyecek."

"Evet, bana bunları anlattı." "Bu muhteşem bir şey!" diye bağırdı Troo avazı çıktığı

kadar, ama sonra cenazede olduğunu hatırladı ve daha yavaş bir sesle, "İnanılmaz derecede muhteşem bir olay!" dedi.

Bir kısmı gerçekten muhteşemdi: Annemin iyileşme-siyle ilgili kısım. Hatta Hall'la ilgili kısım da öyleydi, çünkü ondan gördüğümüz tek şey, başımıza aldığımız tokatlar ve bir-kaç kez kemeriyle vurmasıydı. Artık Annem özgür kalıp baş-kasıyla evlenebilirdi, çünkü Papa'nın sizi bir katille evli kal-

253 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

maya zorlayacağını sanmıyordum. Ancak, Rasmussen'le ya-şama kısmı? Bunun inanılmaz derecede muhteşem bir şey olduğunu sanmıyordum.

"Yaşasıiin!" diye bağırdı Troo, Rasmussen'in bahçe-sinden aldığı sarı gül başında sekerken.

Latour'larin hemen arkasından kiliseye girdik, bu ne-denle bir süre beklememiz gerekti, zira on beş kişinin kutsal çeşmede durması, özellikle de Wendy Latour içinde yüzünü yıkamaya karar verince, epey zaman alıyordu. Troo'ya, "Sana bütün bunları kim anlattı?" diye sordum.

"Yolda gelirken Nell anlattı." Troo, Artie Latour'a gül-dü. Artie hâlâ Troo'dan hoşlanıyordu, zira küçük tavşan du-dağı çekilerek gülümsemeye dönüştü, ta ki Reese parmakla-rını boynuna geçirip, Artie tekrar arkasına dönünceye kadar. Latoıır'lar kahvaltıda mısır unlu domuz pastırması yemişti. Üzerlerinde kokusunu alabiliyordum.

"Nell, Rasmussen'le konuştu. Sana söylediğim gibi, o iyi biri." Troo iyice alçak sesle konuşarak fısıldıyordu, çünkü tütsü kokan ve güneş içeri girince yerde kırmızı, sarı ve yeşil ışıklardan oluşan yapboz parçaları oluşturarak beni sakinleş-tiren lekeli camları olan kilisede böyle davranmanız gereki-yordu. Ana koridora gitmek için sırada beklerken, ne olursa olsun, pembe dudakları ve sizi gittiğiniz her yerde takip eden gözleriyle size hep gülen Meryem Ana heykeline baktım. Ayak-larının altında bulunan ve teneke kumbaraya on sent atarak İsa'nın annesinden, oğluyla dualarını kabul etme konusunu konuşmasını isteyen insanlar tarafından yakılan mumlar tit-

254 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

reşiyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, o kilisede olanların ya-

rısını bile anlamıyordum. Bütün o anlamsız Latince sözler, ha-çın duruşu ve buz pateni yaparmış gibi dans ederek ortalıkta dolaşan, ama ilahiyi birlikte söylemediğiniz zaman size bir tane patlatan rahibeler. İnsanların çok önemsemesine, hedi-yeler almama ve Jim Madigan'ın fotoğrafımı çekmesine rağ-men, Birinci Komünyonumun ne hakkında olduğunu bile an-lamamıştım. İsa'nın, büyük beyaz bir kurabiyeye yapıştırıl-mış bedeninin tadına ilk kez baktığım an olduğunu biliyor-dum. Ve eğer o ince kurabiyeyi ağzınızda eritmeyip ısırırsa-nız, İsa sıçrayarak gelirdi ve ölümcül bir günah işlemiş olur-dunuz. Ama yine de, bunu neden yapmamız gerektiğini anla-mıyordum. Fakat o Meryem Ana heykeli hep gülüyordu ve ne olursa olsun, sevildiğinizi hissettiriyordu... Bunu anlıyor-dum.

Troo'yla birlikte, kilisenin sıralarına bakarak Ethel'i bulduk. Aslında Ethel göze çarpıyordu, çünkü Zenciydi ve başka hiç kimse değildi. Ayrıca başında, sanki başına uçan daire konmuş gibi duran kocaman bir şapka vardı. Troo'yla ben diz çöktük ve sırada, "Affedersiniz... Affedersiniz..." di-yerek ilerledik.

Ethel'in yanma ulaşınca, Troo'ya fısıldadım, çünkü öğ-renmek zorundaydım. "Nell sana Rasmussen'in, Annem has-taneden çıkıncaya kadar gidip onunla yaşamamızı istediğini, çünkü Goldman'ların evi para ödeyebilecek birilerine kira-lamak zorunda olduklarını söyledi mi?"

255 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Troo sırıttı ve başıyla onayladı. Onları bahçede izlerken, Troo'nun Rasmussen'i gerçekten sevdiğini görmüştüm, çün-kü başını yana yatırmış ve ona, birisini gerçekten sevdiği za-man güldüğü şekilde gülmüştü. Bu nedenle, eğer Rasmussen hepsini uydurmadıysa, Troo'nun istediğini yapacak, gidip Rasmussen'le yaşayacaktık. Zira Troo'm çok mutluydu, se-vinçten havalara uçuyordu ve gerçekten ne düşündüğümü, Ras-mussen'in evine taşınmanın, Hansel'le Gretel'deki cadıya fırını nasıl yakacağını göstermek gibi olacağını söyleyerek mutluluğunu bozmak istemiyordum.

256 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Mahalledeki herkes, taziyelerini sunmaya gelmişti. Ken-fıeld'ler, Mahlberg'ler, O'Hara'lar, Fazio'lar ve Mother of Good Hope kilisesine bağlı hemen herkes oradaydı. Hatta ço-cuk bahçesinin danışmanları Bobby ile Barb bile gelmişti, bu çok düşünceli bir davranıştı. Bobby koridorun karşısından, birkaç sıra öteden bana güldü ve Barb, beni neşelendirmek istermiş gibi şevkle el salladı.

Peder Jim vaaz verdikten sonra, hepimiz ayağa kalktık ve "Holy Holy Holy" ilahisini söyledik. Bayan Heinemann cemaate bunun, Sara'nn en sevdiği ilahi olduğunu söylemiş-ti ve kilisedeki hemen herkes Bayan Heinemann'la birlikte bağırmaya başladı. Troo hariç. Troo yalnızca tavana bakıyor ve dudaklarını yalıyordu. Onu suçlayamıyordum. Ben de o kadar endişeliydim ki, Meryem Ana'ya otoriter davrandım, polislere kısa sürede tecavüzcüyü ve katili yakalamaları ko-nusunda yardım etmesinin iyi olacağını, yoksa seyredeceği bir sonraki cenazenin benimki olacağını söyledim.

Bu üzücü tören sona erince Ethel sırılsıklam mendilini

257 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

çıtçıth çantasına koydu ve bana, "Gerçekten güzel bir uğur-lama oldu," dedi. Söylemek istediği bir şey olduğunu anla-dım, çünkü yüzünde bir-sırrım-var gülümsemesi vardı. Ethel dışarı çıktığımız zaman sordu, "Bay Rasmussen seninle ko-nuştu mu?"

"Bana Hall'in başının büyük dertte olduğunu, Annemin iyiye gittiğini ve onunla birlikte yaşamamızı istediğini an-lattı."

"Artık iyi olacaksınız," dedi Ethel bana sarılarak. "Beni eve Bay Dave bırakacak. Git Nell'i bul. Galiba onun da sana söyleyeceği başka bir şey var." Ethel, "Don't Get Around Much Anymore" şarkısını mırıldanarak, park yerine giden kaldı-rımda yürümeye başladı. Uçan daire şapkası rüzgârda tahte-revalli gibi kalkıp iniyordu. Büyük bir saygınlığı vardı. Sanki hiçbir zaman ölmeyecek, hastalanmayacak veya hiç kimseyi terk etmeyecek gibi görünüyordu. Ethel Jenkins, ateşlendi-ğim zaman yastığımın serin kenarıydı.

"Görüşürüz, Ethel!" diye seslendim arkasından. Arkası-na dönmedi, yalnızca el salladı; masmavi gökyüzüne karşılık kakao renkli kolunun üzerindeki şekerleme kadar beyaz el-divenli elini.

Troo'yla ben, sokağa bakan kilise kapılarının dışındaki tepeye çıkmıştık. İnsanlar uzun siyah arabalara biniyordu. Henry Fitzpatrick bana baktı ve sanki şimdiden savaş pilotu olmuş gibi bana küçük bir selam verdi. Ben de ona selam ver-dim.

Üzerindeki beyaz cenaze bayrağı veda ederek dalgala-

258

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

nırken, arabanın mezarlığa gidişini izledim ve nefes alabil-diğim, kalbim çarptığı için kendimi şanslı hissettim. Bu günü hiç unutmayacağımı biliyordum. Aynı şekilde, Junie'nin ce-naze törenim de unutmayacaktım. Bugün, bir küçük kız daha, üzerinde pembe karanfil bulunan küçük bir beyaz tabutla gö-mülecekti.

Neil'i aramak için döndüm, fakat Reese Latour, Troo'y-la benim arkamızdan gelip yolumu kesti. Mısır unlu domuz pastırması kokan nefesiyle, "Cenaze arabası giderken, bun-dan sonra ölecek kişinin sen olabileceğini aklına getirdin mi? Büyük beyaz bir çarşafa sarıyorlar ve yerin iki metre altına gömüyorlar. Kurtlar sürünerek içine giriyor, kurtlar sürüne-rek dışarı çıkıyor..." diye ötmeye başladı. Bayan Latour onun söylediklerini duyunca, kulağından yakalayıp çekti ve sırtına vurdu. O sefil yaratık yalnızca güldü ve ötmeye devam etti. Troo, Reese'e, Hızlı Susie'nin öğrettiği o el işaretini yaptı. Parmaklarını çenesinin altında salladı ve bunun kötü bir anla-mı varmış. Troo son derece İtalyanlaşıyor ve Fransızlaşıyor-du. İrlandalı bir kızdan çok, Kroger'deki salata sosu reyo-nuna benziyordu. Annem hastaneden çıkınca, buna bir dur diyecekti.

Nell'le Eddie'yi kilisenin merdivenlerinde gördüm. Ta-nımadığım bazı kızlarla konuşmalarını tamamlıyorlardı. Hepsinin saçları, yaklaşık bir kutu Aqua Net spreyle arı kova-nına benzemişti ve hiç uçuşmuyordu, bu nedenle kızların Yvonne Güzellik Okulu'ndan olduğunu tahmin ettim. Nell'in, kendi boyutuna göre çok küçük olan ayaklarının, bana doğru

259 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

gelirken ıslak çimenlere batmasını izledim. Nell de Rasmus-sen'in evinde yaşamaya gelecek miydi?

"O'Malley kardeşler için biraz daha iyi haberlerim var," dedi Nell, peşinde Eddie'yle.

"Tahmin edeyim," dedi Troo. "Göğüslerin artık büyü-müyor mu?"

Eddie iki büklüm oldu ve eşek gibi güldü. Ben de gül-düm ama hemen sustum, çünkü küçük bir kızın toprağın al-tında sonsuza dek uykuya yatırılacağı bir günde gülmenin doğru olmadığını düşündüm.

"Hiç komik değilsin, biliyorsun, değil mi, Troo?" dedi Nell.

Cenaze arabası yola çıktıktan sonra, Rasmussen'in, Bay Fitzpatrick ve tanımadığım iki adamla birlikte Sara'nin kü-çük tabutunu taşırken nasıl göründüğünü düşündüm. Rasmus-sen, Büyükannemin tabiriyle dünyadan bezmiş gibi görünüyor-du. Ve zavallı Bayan Heinemann. Tek kızının tabutunun ar-kasından yürürken, mendilini yüzüne kapatmış, hiçbir zaman çıkarmayı umut etmeyeceğim sesler çıkarmıştı.

Şimdi, Peder Jim'in, Sara'nm annesini susturmaya ça-lışmasını izlerken, onu Mary Lane'in kiliseyi dikizlediği gece giydiğini söylediği kabarık beyaz elbiseyle, iç eteğiyle ve yük-sek topuklu ayakkabılarla hayal ettim. Ve onun için kaygı-landım. Çünkü Erkekler Kulübü oyun sahnelemiyordu. Bü-yükanneme sormuştum ve o biliyordu, çünkü kocası Charlie, yani Büyükbabam, Mother of Good Hope Erkekler Kulübü'-nün başkanlığını yapmıştı. Büyükannem bana erkeklerin otu-

260 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

rup puro içtiğini, seyyar satıcılar hakkında fıkralar anlattığını, bol miktarda İrlanda viskisi, İtalyan şarabı ve Alman birası içtiklerini, fakat oyun sahnelemekten hiç bahsedilmediğini anlatmıştı. Peder Jim, oyun olduğunu ve Mary Lane'in bunu gizli tutması gerektiğini, yoksa sürprizi bozacağını uydur-muştu. Erkekler Kulübü'nde oyun olmadığını başka hiç kim-seye söylemedim, çünkü Peder Jim bir kere bana, en sevdiğim Aziz olan Aziz Patrick'in kutsal kartıni vermişti ve itiraflar-dan sonra bana hiçbir zaman uzun cezalar vermemişti. Peder Jim'in neden o kadar güzel ve süslü şeyler giydiğini gerçek-ten bilmiyordum, fakat beni hiç ilgilendirmediğine memnun-dum.

Bay Gary arabasıyla kilisenin önündeki kaldırıma park edip, koşarak tepeyi aşıp Peder Jim'in yanma gittiğinde, ce-naze kalabalığı neredeyse dağılmıştı. Bay Gary ona bir şeyler söyledi ve Peder Jim bağırdı, hatta biraz haykırdı: "Nasıl ba-karsan bak, bu büyük bir günah, Gary! Büyük bir günah!"

Büyükannem, cenazelerin herkes için zor olduğunu ve eğlence kelimesinin kimseyi yoldan çıkarmaması gerektiğini söylerdi.

Nell dirseğiyle kaburgalarıma vurdu ve, "Beni duydun mu, Sally?" dedi.

"Efendim?" Ben hâlâ, kolunu Peder Jim'in omzuna do-lamış olan ve onu rahibin evine yönlendiren Bay Gary'e ba-kıyordum. Peder, belinden itibaren biraz bükülmüştü ve kol-ları, sanki sirkte halatın üstünde yürüyormuş gibi iki yana açıl-mıştı. Sanki yanlış bir adım atarsa yere düşecek ve bir daha

261 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

kalkamayacaktı. Nell, "Annemi görmeye gidiyoruz," dedi. Eddie gururlu bir sesle, "Margie Teyzem ayarladı. Tey-

zem, Annenin giderek iyileştiğini söylüyor," dedi. Bir an için, söyleyecek hiçbir şey bulamadım, çünkü yü-

reğimde, Rasmussen ölmeyeceğini söylemesine rağmen, An-nemin öleceğini kabullenmiştim.

Troo, "Yaşasın!" diye bağırdı. "Sahi mi, Eddie?" diye sordum. "Margie Teyzem, Annenin iyi olacağını söyledi. Hemen

değil ama yine de ölmeyecek." Annem neredeyse Haziran ayının tamamında ve Tem-

muz'un beş gününde yoktu ve şimdi bize geri geliyordu. Ne-fesim kesilmişti. Annem iyileşecekti. Tıpkı Rasmussen'in söylediği gibi. Troo'ya baktım. Deli gibi bir ayağından diğe-rine zıplıyordu.

"Eddie bizi hastaneye götürecek," dedi Nell, hep birlikte park yerine doğru yürürken. "Dün gece Anneme gittim ve uzun süre kaldım. Sabırsızlıkla O'Malley kardeşleri görmeyi bekliyor."

Chevrolet'ye binip birkaç sokak geçtikten sonra, dünya-nın düne göre çok daha güzel görünmesine şaşırdım. Kaldı-rımlar daha temiz görünüyordu, arabalar daha parlaktı, hatta radyoda Paul Anka'nın sesi her zamankinden iyi geliyordu.

Nell, ön camın üstündeki güneş siperliğini indirdi ve mak-yajını kontrol ettikten sonra, arka koltuğa dönerek Troo'yla bana baktı. "Ayrıca, başka güzel haberlerim de var."

262 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Yani göğüslerin gerçekten artık büyümüyor, öyle mi?" dedi Troo yine. Troo ne kadar komikti, görüyor musunuz? Nell bile güldü.

Bize döndü ve ellerini koltuğa koydu. "Eddie ile ben ev-lenmeye karar verdik."

"Aman Tanrım!" dedi Troo gerçek bir şaşkınlıkla. Eddie gülmeye başladı ve Nell, "Nişanlandık," dedi. Sol

elini kaldırıp yüzüme yaklaştırdı ve parmağında, ortada bir-leşen eller bulunan altın bir İrlanda yüzüğü vardı. "Bu Bayan Callahan'in nişan yüzüğüymüş. Bana vermesi için Eddie'ye vermiş."

Kendimi, Eyalet fuarında bulunan dönme dolaptan in-miş gibi hissediyordum, başım dönüyordu ve her şey çarpık görünüyordu. Bu yaz başka bir şey olabileceğini hiç düşünme-miştim. Ama olmuştu. Şimdi de Nell evleniyordu.

59. Sokak'a dönünce, "Bir dakikalığına Büyükanneme uğrayıp Annemin iyileşmeye başladığını söylemeliyiz," de-dim.

Eddie, "Pekâlâ," dedi ve Büyükanneme giden sokağa döndü. Önce Delancey'in bakkalına uğrayıp kendine Camei sigara ve hepimize Coca-Cola aldı. Nell de onunla birlikte gitti, çünkü sanki artık elini bırakamıyormuş gibi davranıyor-du. Eddie de bundan rahatsız olmuyordu. Sanırım Eddie, Nell'-in göğüslerini Melinda'ninkilerden daha çok sevdiğine karar vermişti, çünkü gözlerini, kendi ifadesiyle, "otuz altı beden güzellerden" alamıyordu. Nell de göğüsleriyle gurur duyuyor-du. Yani, ikisinin ortak yanları göğüslerdi. Henry'yle benim

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ortak yanımız olan kitaplarımız, çikolatalı fosfatlarımız ve uçaklar gibi. Annem, Hall'la hiç evlenmemeliydi, çünkü tek bir ortak noktaları olduğunu sanmıyordum.

Nell'le Eddie, Delancey'e girince, Troo eğildi ve, "Bü-yükanneme sen kendin gidip anlat, olur mu?" dedi.

"Tabii." Annemin ölmeyecek olmasına, eve gelinceye kadar Rasmussen'de kalacak olmamıza ve Hall'ın hapse gir-mesine çok sevindiğini, ama bu mutluluğunu Paulie Dayımı görerek ve onunla ce-e oynayarak ya da çubuk evlere baka-rak bozmak istemediğini biliyordum, zira insan ister istemez üzülüyordu, çünkü Paulie Dayım kazadan önce marangozluk yapıyordu.

O anda, bunun mükemmel bir an olduğunu düşündüm. Belki de olabilecek en iyi zamandı, çünkü Troo'yu o kadar uzun süredir bu kadar mutlu görmemiştim, ki bir anlamda onun mutluluk paketinin üstündeki parlak fiyonk olmak isti-yordum. "Bir süredir sana bir şey söylemek istiyorum." Ona Babamın söylediklerini anlatmaya hazırlanıyordum. Kazanın onun suçu olmadığını anlatacaktım.

Troo pencereden dışarı, Delancey'in dışında bir-iki-üç buçuk oynayan çocuklara bakıyordu. "Boş ver," dedi. "Artık senin Rasmussenle ilgili hayallerini dinlemeyeceğim. O bir katil ve tecavüzcü değil." Sonra yüzünü bana döndü ve iki elini yanaklarıma koyup, yüzünü iyice yaklaştırarak fısıldadı, "Ama galiba kimin olduğunu biliyorum," dedi.

264 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Eddie ile Nell, Delancey bakkal dükkânının basamak-larından zıplayarak inince, Troo dudaklarında bir kilit varmış ve bunu pencereden dışarı atıyormuş gibi davrandı. Bu bana, tecavüzcünün ve katilin kim olduğunu bildiği konusunda çe-nemi sıkıca kapatmamı söyleme şekliydi. Nell'e veya Eddie'-ye hiçbir şey söylememem konusunda uyarıydı. Bunun, O'-Malley kardeşler arasında gizli kalmasını istiyordu.

Eddie, arabanın penceresinden, bana ve Troo'ya birer kola verdi, sonra pakette kalan diğer iki kolayı uzattı. "Onları Büyükanneye ve Paulie Dayıya ver." Galiba, evlenmek Ed-die'ye uygun bir olaydı, çünkü kesinlikle daha olgun davra-nıyordu. Neredeyse, Father Knows Best (Babalar En İyisini Bilir) dizisindeki Bay Anderson gibiydi.

Arabayı on ev ileriye sürdü ve Chevrolet'yi, Büyükan-nemin evinin önünde bulunan ve Büyükannemin bungalow dediği-bu, insanın yaşayabileceği en küçük yer için kullanı-lan bir başka kelimeydi-büyük meşe ağacının altına park etti. Büyükannem çok daha büyük bir evde yaşayabilirdi, çünkü

265 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

enine boyuna iri bir kadındı, özellikle kollarında bol miktarda sallanan deri vardı. Fakat yüzünde pek kırışık yoktu, omuz-larına kadar inen saçları, ev yapımı ekmek gibi yoğun ve be-yazdı. Dişleri mükemmeldi ve kullanmadığı zaman, su dolu bir bardağa koyuyordu. Onu tanışanız, bir doların üzerindeki adama çok benzediğini düşünebilirdiniz.

"Fazla uzun sürmesin, saat on birde hastanede olmamız gerekiyor!" diye seslendi Nell, ben arabadan indikten sonra. "Dr. Sullivan orada bizimle buluşacak ve Annem hakkında bilgi verecek. Ayrıca, Büyükanneme Eddie'yle benden bah-setme. Ona sürpriz yapmak istiyorum."

Anlaşılan hiç kimse benim birilerine bir şey söylememi istemiyordu.

Büyükannemin biraz boya isteyen ön kapısını çaldım ve Paulic Dayımın kapıyı açmasını bekledim. Hep o açıyordu, çünkü Büyükannem sakat dizleri nedeniyle o kadar yavaş yürüyordu ki, onu bekleşeniz, akşama kadar verandada otu-rup bekleyebilirdiniz. Tel kapıyı iterek açınca, "Merhaba, Pa-ulie Dayı," dedim.

Üzerinde her zamanki kıyafeti vardı, ten rengi pantolon ve üstünde, gördüğüm en soluk çiller bulunan çubuk kadar ince kollarını gösteren beyaz tişört giymişti. Saçları koyu kı-zıldı ve başının biraz gerisinden başlıyordu. Başka birine ait olması gerekiyormuş gibi görünüyordu.

"Ce-e, Troo." "Hayır, ben Sally, hatırlıyor musun, Paulie Dayı? Troo'-

nun saçları da aynı seninkiler gibi kızıl." Onu hafifçe iterek

266 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

içeri girdim ve Büyükannemi aramaya gittim. Mutfakta, ba-kır çaydanlığına su dolduruyordu.

"Merhaba, Büyükanne. Sana bir hediye getirdim." Buz-dolabını açtım ve Coca-Cola'lan daha sonra içmesi için buz-dolabına koydum. Büyükannem Coca-Cola'ya bayılıyordu. Her gün neredeyse bir altılı paketin tamamını içiyordu. Ona canlılık verdiğini söylüyordu.

Tiroit hastalığı yüzünden, Büyükannem, "Hey, merhaba Sally. Bu ne güzel sürpriz. Bir bardak çay ister misin?" derken gözleri daha da büyümüştü. Bana sarılmadı. Büyükannem sa-rılmayı sevmezdi.

"Hayır, teşekkür ederim. Fazla kalmayacağım. Troo, Nell ve Eddie beni arabada bekliyor. Annemi görmeye—"

"Ce-e, Troo! Ce-e, Baba!" Paulie Dayım arkamdan ge-lerek elleriyle gözlerimi kapattı.

Zamk kokan parmaklarını gözlerimden sıyırdım ve ki-barlık ederek güldüm, fakat Paulie Dayımın giderek daha da tuhaflaştığını ve belki de Büyükannemin onu Lizbon Cadde -si'ndeki yetimhaneye koyması gerektiğini düşündüm.

"Bu kadar yeter, oğlum," dedi Büyükannem. "Odana git ve evlerinle uğraş."

Paulie Dayım yere bakarak, "Peki, Anne," dedi. Büyükannem, Paulie Dayı gidinceye kadar bekledi ve

sonra, "Peki, ziyaretini neye borçluyum?" diye sordu. "Annem iyileşiyor. Nell, Annemin iyileşme yolunda ol-

duğunu söyledi," dedim, ona hasta kızıyla ilgili bu kadar gü-zel haberler vermenin heyecanı içinde.

267 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Biraz geç kaldın, Sally'ciğim." Büyükannem dolaba uzandı ve anavatanından kalan o zarif çay fincanlarından bi-rini aldı. "Memur Rasmussen, Annenin hastanede geçirdiği hemen her gün uğrayıp nasıl olduğu hakkında bilgi verdi."

Yüzümü öyle bir şekle sokmuş olmalıyım ki, Büyükan-nem güldü.

"Bunu neden yaptı?" diye sordum. Bakır çaydanlık ıslık çaldı ve Büyükannem ocağı kapat-

tı. "Annenle Dave Rasmussen'in arkadaş olduğunu bildiğini sanıyordum."

Büyükannemde gerçekten en sevdiğim şeylerden biri buydu. Mahallede yaşayan herkes hakkında birçok şey bili-yordu ve size anlatmaktan asla çekinmezdi. Örneğin, Brow-nie McDonald'in bütün Komünyon şarabını içtiği için papaz okulundan atıldığını ve köşedeki bakkaldan Bayan Delan-cey'in eskiden, şehir merkezinde bir dans kulübünde Yılan Kız Shelly olduğunu biliyordu. (Galiba Bayan Delancey'in Büyükannemden, Coca-Cola'larda yarı ücret almasının ne-deni buydu, yani bu bilgiyi başkalarına söylememesiydi.)

"Yani Memur Rasmussen, iyi bir adam mı?" "Her zaman öyle oldu. Danimarkalı olmasına rağmen."

Büyükannem İrlandalı olmayanları pek sevmezdi. "Ayrıca babası da iyi bir adamdı. Adı Ernie'ydi."

Onun, çay poşetinin üstüne sıcak su döküşünü izlerken, birden onu ne kadar özlediğini anladım. Ayakları dengesiz olan küçük mutfak masasında oturmak ve tanıdığımız insan-lar hakkında konuşup durmasını dinlemek ne güzeldi. Tıpkı

268

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

eski güzel günlerde olduğu gibi. Bir an için, keşke Büyükan-nem sarılmayı seven biri olsaydı, diye düşündüm.

"Biliyorsun, Rasmussen ailesi eskiden kurabiye fabrika-sının sahibiydi," dedi Büyükannem. '"55'te Doğudan gelen büyük bir şirkete sattılar."

Eddie'nin havalı kornasını çaldığını duyabiliyordum. Büyükannem kaşığını şeker kabına daldırıp üç kere dol-

durdu ve fincanına boşalttı. "Uzun zaman önce Dave'le He-len'in nişanlı olduğunu biliyordun, değil mi?"

Bilmiyordum! Arkadaş olmak normal bir şeydi. Ama Rasmussen'le Annemin nişanlı olması? Nell ve Eddie gibi? Büyükannem yanılıyor olmalıydı. "Evlenmek amacıyla mı nişanlanmışlardı?"

"Ah, evet. Düğün tarihini bile belirlemişlerdi. Fakat Da-ve'in annesi Gertie, hep kendini bir şey sanırdı ve Dave'e, He-len'den iyisini bulabileceğini, Helen'in yeterince kaliteli ol-madığını söyledi." Büyükannem tsk sesi çıkarıyordu. "Gertie Rasmussen'i hiçbir zaman sevmedim. Hep insanlara karşı parasını kullanırdı. Ayrıca bacaklarıyla övünüyordu. Bacak-ları oldukça güzeldi ama o kadar da güzel değildi."

Büyükannem fincanına, bej rengi oluncaya kadar süt koydu, sonra gelip yanıma oturdu. "Fakat sonra Dave nişanı bozdu, çünkü Helen'i ne kadar severse sevsin, annesinin is-teklerine karşı gelmenin doğru olmayacağını düşündü, çünkü Gertie o aşamada tüberküloz olmuştu. Bu nedenle, Annen, onun yerine Nell'in babasıyla evlendi."

Bir kez daha, milyonuncu kere, yetişkinlerin, çocukların

269 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

bilmediği şeyleri nasıl bildiğine ve bunları gizlemede ne ka-dar başarılı olduklarına hayret ettim.

Paulie Dayı yatak odasında ıslıkla "Pop Goes the Wea-sel" şarkısını çalıyordu. Eddie de yine korna çaldı.

"Nell'in babası ölünce Helen'le Dave'in evleneceğini sandım," dedi Büyükannem, çayını üfleyerek. "Fakat Annen onun yerine Babanla evlendi, çünkü Gertie'ye karşı çıkmadı-ğı için Dave'e hâlâ kızgındı."

Bazen Büyükannemi kollamanız gerekebilirdi. Size yağ çekebilirdi ve onu yakaladığımı düşündüm. "Bütün bunlar doğruysa, Annem neden Babam öldükten sonra Rasmussen'-le evlenmedi?"

"Şey, her zaman söylediğim gibi, kızım Helen, kambur bir katır kadar inatçı olabiliyor. Lafı gelmişken, o konuda ba-basına benzemiş. Riley ailesinde inatçılık çok kolay geçen bir özelliktir." Çayından dolu dolu bir yudum aldı. "Başka bir deyişle, Sally, Annen çok gururluydu. Birçok para sorunu vardı, çünkü Baban ona bir yığın fatura ve siz kızlar dışında hiçbir şey bırakmamıştı. Helen, ne kadar kötü durumda oldu-ğunu Dave'in öğrenmesini istemedi. O zaman biraz alçakgö-nüllülük etse, bütün sorunları çözülürdü."

Büyükannem, tipik bir İrlandalı gibi derin derin içini çekti. "Helen her zaman pire için yorgan yakmaya razıydı."

Tanrı aşkına, Annem neden yorganını yakacaktı? "Sonra Hall ortaya çıktı," diye homurdandı Büyükan-

nem. İnanamıyorum. Bu iş uzayacaktı. Büyükannem, Hall'a

270

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

tahammül edemiyordu. "Annen yalnızca iki aydır tanıdığı bir ayakkabı satıcısıyla evlendiğine göre, ne kadar çaresiz kalmış olmalı. O kadar olaydan sonra, artık evlilikten biraz kaçına-cağını sanırsın, değil mi?" Bana çayından bir yudum verdi. "Evlilik konusunda her zaman ne derim biliyor musun, Sally?"

Evet, biliyordum. Defalarca söylemişti. "Sütten ağzı ya-nan, yoğurdu üfleyerek yer."

Araba kornası yine çaldı ve kornaya basma süresinden, Eddie'nin beklemekten ne kadar sıkıldığını adayabiliyor-dum.

"Aynen." Korna sesini Büyükannem de duymuştu. "An-laşılan Eddie öfkesine hâkim olmakta zorlanıyor." Sonra fı-sıldayarak, "Pantolonuna da," dedi. Ellerini kaldırdı. "Gitme-den önce, banyonun lavabosundaki çorapları da durulaman gerekiyor. Bugün romatizmalarım gerçekten azdı." Elleri ger-çekten pençeye falan benziyordu, bu nedenle, bazen yaptığı gibi numara yapmadığını anladım. Bir şeyi yapmak isteme-diği zaman, bana "çarpıntısı" olduğunu söylerdi ve çarpıntısı olup olmadığını anlama imkânım olmadığından yapardım, çünkü Büyükannem çarpıntıdan öldüğü takdirde, başımın na-sıl belaya gireceğini düşünmek istemezdim. "Paulie'nin bu akşam işe giderken o çoraplara ihtiyacı var, bu nedenle acele et," diyerek beni geriye, hole doğru itti. Büyükannem son de-rece otoriterdi. Annem bu özelliğini ondan almıştı. Troo da. Ayrıca, bana kötü kötü bakıyordu da.

"Peki, peki." Büyükannemi daha sık görmeye gelmedi-ğim için ve ayrıca, Paulie Dayımın tuhaflığı hakkındaki kötü

271 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

düşüncelerim nedeniyle midemde bir ağırlık hissediyordum. Bu nedenle, banyoya yürüdüm ve ellerimi soğuk gri suya dal-dırdım. Birinci siyah çorabı çıkardım, sıktım ve Büyükanne-min küvetteki tahta kurutma sopasına astım. Sonra elimi yine suya soktum ve bir çorap daha çıkardım ve bunu yaparken, lavabonun üstündeki aynaya gözüm ilişti. Burnum güneşten yanmıştı ve saçlarım neredeyse Büyükannemin saçları kadar beyazlaşmıştı. Daha yaşlı görünüyorum, diye düşündüm. Ed-die yine korna çaldı, bu kez o kadar uzun çaldı ki, beynime işledi ve başka şey duyamaz oldum. Bu nedenle acele ettim, bir sonraki çorabın suyunu sıktım ve asmak üzere döndüm... Aman Tanrım! Ulu Tanrım! Çorap, pembe-yeşil baklava de-senliydi.

272 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Paulie Dayım tacizci ve katil değil," dedi Troo dolgun dudaklarını oynatmamaya çalışarak. The Peny Como Show'-daki vantriloğu görmüştü ve Samanyolu'nda çalışma konu-sunda fikrini değiştirmişti. Artık büyüdüğü zaman ya Edgar Bergen ya da Sal Mineo olmak istiyordu. Ya biri ya da diğe-ri. Fakat Edgar Bergen'e daha eğilimliydi, çünkü Troo bütün o davulların başını ağrıtabileceğini ve sesini o şekilde kulla-nabilmenin çok eğlenceli olacağını söylüyordu. Onu yapabi-liyorsanız, bazı insanların başını belaya sokabilirdiniz.

Bekleme salonunda, metal ayaklı plastik iskemlelerin üstünde oturuyorduk. Nell'le Eddie, St. Joe's Hastanesi'nin lobisinde danışmadaki kızla konuşuyordu. Troo, Nell'le ilgili ispiyon listesini dürmüş, elinde tutuyordu.

"Paulie Dayımda o çoraplardan olması çok önemli san-ki," dedi Troo. "Bir sürü insanda pembe-yeşil baklava desenli çorap var. Geçen hafta Willie'nin ayağında da vardı. Dün ak-şam yemekte Johnny Fazio da giymişti. Hatta Çocuk Bahçe-sindeki Bobby bile giyiyor."

273 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Evet, ama..." demeye çalıştım. "Bence katil..." Troo, kafasını çevirip etrafına bakındı

ve kimsenin gizlice yanina gelmediğinden emin oldu; ben de gelseler bile söyleyeceklerinden tek kelime anlamayacakla-rını söylemeye kıyamadım. Ben kesin anlamazdım. "Bence Reese Latour. İçi kaynıyor, rahatlayamıyor. Reese kötü biri, Sal. Gerçekten kötü." Elleriyle kollarını ovuşturarak ürperen tüylerini ısıtmaya çalıştı. "Geçen hafta, Hızlı Susie arka bah-çesinde güneşlenirken, gelip bikinisinin üstünü çektiğini an-lattım mı?"

Başımı iki yana salladım. Troo titredi. "Reese gözleri kapalı tecavüz edip öldüre-

bilir." "Evet, neyse, göreceğiz," dedim alçak sesle, çünkü Nell'-

le Eddie geri geliyordu ve bu konuyu fazla büyütmek istemi-yordum, çünkü artık Rasmussen'ın suçlu taraf olmadığından oldukça emindim ve olduğundan ne kadar emindim. Sonuçta, eğer Rasmussen hakkında yanıldıysam, Paulie Dayı hakkın-da da yanılmış olabileceğimi anladım. Herkesi ayağa kaldır-mak istemiyordum. Özellikle de Troo, Reese Latour hakkın-da bu kadar haklıyken. Onu açıp içine bakabilseniz, kalbi kır-mızı olmayacak ve sevgiyle dolup taşmayacaktı. Nefret dolu, çürümüş bir kurt kadar simsiyah olacaktı. Reese bir nefeste cinayet işleyip tecavüz edebilirdi. Troo'nun haklı olmasını diledim. Reese hapse girerse, herkes rahat edecekti. Özellikle zavallı Artie. Reese'in herkese, sanki onlar bakınca anlaya-mazmış gibi, kendisinin tavşan dudaklı olduğunu anlatmasını

274 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

dinlemek zorunda kalmayacaktı. Daha da kötüsü, Reese'in Wendy'e davranış şekliydi. Ona geri zekâlı diyor ve konuş-masıyla alay ediyordu. Tabii, Reese'in Troo'ya her zaman nasıl baktığından bahsetmiyordum bile, sanki ondan hoşlanıyor-muş gibi bakıyordu... Tanrı şahidimdi, düşüncesi bile tüyle-rimi ürpertiyordu. Evet, Reese Latour kesinlikle tecavüzcü ve katil olabilirdi.

"Pekâlâ, Dr. Sullivan'la yukarıda buluşacağız," diye ses-lendi Nell danışmanın oradan.

Asansöre bindik ve Nell üç numaralı düğmeye bastı. Üstü dar, altı geniş elbisesiyle ve makyajıyla, tam bir yetişkin gibi duruyordu. Eddie de cenaze için şıklaşmıştı. Kendisine çok büyük gelen kareli spor ceket giymiş, üstünde Chevrolet araba bulunan bir kravat takmıştı, fakat her zaman olduğu gibi, benzin kokmuyordu. Onun yerine, English Leather sür-müştü. Asansörün kapıları açıldı ve bir an çıkmaya korktum. Bu, Babamla Troo'nun kazadan sonra yattığı kattı. Asansö-rün dışındaki duvarda asılı olan İsa ve Kanayan Kalbi resmi-ni hatırladım. Troo da hatırlamıştı, çünkü elimi tuttu ve sert bir şekilde sıktı.

Koridorda ilerlerken, son derece parlak zeminde, Nell'in dolgu topuklu ayakkabılarının çıkardığı tok, tok, tok sesi, ilaç kokusu ve hemşirelerin kalın ayakkabılarının tok sesi duyu-luyordu. Solaryum denilen bir odaya döndük, masalarda der-giler ve duvarlarda çiçek resimleri vardı. Büyük pencerenin yanında, tekerli sandalyede Annem oturuyordu. Saçından Annem olduğunu anlamıştım, fakat sadece saçlarından tanı-

275 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yabilirdim, çünkü Mary Lane'den daha zayıf görünüyordu insani olarak bunun mümkün olduğunu sanmazdım. Hiç bronz laşmış ya da güçlü görünmüyordu. Ayrıca onda gerçekten farkl görünen başka bir şey daha vardı ve bu, hasta olmasıyla bağ-lantılı değildi.

"O'Malley kardeşler," dedi yumuşacık bir sesle. Üze-rinde daha önce hiç görmediğim pembe bir sabahlık ve kü-çük pembe ponponlu terlikler vardı. Saçları, parlak pembe biı kurdeleyle arkasına toplanmıştı. Yanında Dr. Sullivan duru yordu, sanki yeni doğmuş bir civcivi koruyordu.

Troo, "Merhaba, Anne," dedi, fakat dudaklarını yalama şeklinden, son derece gergin olduğu anlaşılıyordu. "Nell, ba-na ve Sally'e iyi bakmadı. Sana göstermek istediğim bir liste var."

Annem kollarını açtı ve ben gidip sarılmak istemedim çünkü çok zayıf görünüyordu. Ama gittim, Troo'da geldi Konuşamadım bile, ölmediği için ne kadar mutlu olduğumı söyleyemedim. O kadar şiddetli bir şekilde ağlıyordum. Ta-bii, Troo ağlamadı. Tek bir damla gözyaşı dökmedi.

"Pembeler çok yakışmamış mı?" Dr. Sullivan kendi es-prisine güldü ve Annemin ne kadar süslendiği dikkate alına-cak olursa, güzel bir espriydi. "Muhteşem!"

Dr. Sullivan'ın yeni gözlüklere ihtiyacı vardı, çünkü An-nem kesinlikle mükemmel görünmüyordu, ama ona kavuştu-ğum için o kadar mutluydum ki, doktora, görüııdüğünder çok daha sert olan şişman göbeğinden sarıldım.

"Teşekkür ederim, Sally," dedi doktor. (Üzülerek belirt-tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

mek zorundayım, nefesi düzelmemişti.) "Senin hayal gücün ne durumda?"

"İyi, Dr. Sullivan. Gayet iyi." Keşke bu konuyu Anne-min yanında açmasaydı, diye düşündüm. Ona sarıldığım için şimdi kendime kızıyordum.

Cebinde, bir zincirin ucunda sakladığı saatine, sonra da solaryumun penceresinden dışarıya baktı. Yumruğa benzeyen bulutlar toplanmaya başlamıştı. "Yine yağmur yağacak," de-di. "Bu kadar yağmur yağan bir yaz geçirdiğimizi hatırlamı-yorum." Sonra ellerini çırptı. "Eh, bir gün için bu kadar he-yecan yeter. Helen'i yatağına geri götürelim. Ucuz atlattı, kız-lar, çok ucuz atlattı. Anneniz eve dönünce, ona çok iyi bakma-nız gerekecek. Doktorun emri." Sonra o penguen yürüyü-şüyle, solaryumun kapısından çıktı.

Nell, ellerini tekerlekli sandalyenin arkasına koydu ve itmeye başladı, fakat Annem elini kaldırarak onu durdurdu ve zayıf bir sesle, "Nell, Troo'yu aşağıya indir. Sally'le özel bir konuda birkaç dakika konuşmam gerekiyor."

"Peki, ama uzun sürmesin," diye azarladı Nell. "Dokto-runun söylediklerini duydun." Annemi başından öptü ve şirin bir sesle, "Artık neredeyse kuaför oldum. Eve gelince saçla-rını yıkayıp yapabilirim," dedi.

"Çok iyi olur." Annem saçlarını okşadı, çünkü onlarla gurur duyuyordu ve biraz harap göründüğünü biliyor olma-lıydı. "Haydi git artık, Nell."

"Ama listem ne olacak?" diye mızmızlandı Troo. Annem, "Bana ver, Troo. Daha sonra bakarım," dedi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Troo, ispiyon listesini Anneme uzattı. Kullanım şeklin-den epeyce kirlenmiş ve yırtılmıştı. Kıskanarak bana baktı ve komik bir şekilde Annemin elini sıkarak veda etti.

Eddie ceketine çok benzeyen, hatta bir an onun orada olmama neden olan kareli koltuktan kalktı. "Tekrar görüştü-ğümüze sevindim, Bayan Gustafson." Bu, Hall'in soyadıydı. Hail hapse gittiğine göre, belki Annem yine O'Malley soya-dını alırdı.

"Bana Anne diyebilirsin." Helen elini "Neli'in karnına koydu. "Ne de olsa yakında aile olacağız, Eddie." Nell'in gü-lümsemesi, güneşi yeniden solaryuma sokacak kadar par-laktı. Eddie yalnızca ellerini cebine koydu ve parlak zemine bakarak sırıttı.

"Haydi bakalım, artık işe koyulalım," dedi Nell, Troo'-nun elini tutmaya çalıştı. Troo elini çekti, bana bir kez daha kıskançlıkla baktı, sonra öfkeyle topuğunun üstünde döndü. Troo gerçekten ikinci sırada olmaya dayanamıyordu. Bir da-kika sonra Nell koridorda, "Troo O'Malley, çabuk buraya gel!" diye bağırıyordu ve bahse girerdim, Troo ona parmak gösteriyordu. Bu da Hızlı Susie'den öğrendiği başka bir şey-di.

Annemle ben yalnız kalmıştık ve gök gürültüsü duy-dum. "Sally, yakma gel." Bir şeye dikkatlice bakmak istedi-ğiniz zaman yaptığınız gibi, detaylara dikkat edebilmek için ondan biraz uzak duruyordum. Annemin hemen karşısına, üzerinde plastik bir örtü bulunan kahverengi bir koltuğa otur-dum.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Sana söylemem gereken bir şey var," dedi. Gözleri, ölen Büyükannemin evinin yakınındaki soğuk gölde bulunan ufak balıklar gibi sağa sola savruluyordu. Bu, asla atlamaya-cağım bir detaydı, çünkü annemi daha önce hiçbir zaman ger-gin görmemiştim. Muhtemelen hastanede olduğu içindi, bu durumda herkes sinirli ve gergin olabilirdi. Benim midem bi-le, Kenfıeld Beşlik Onluk Dükkânına yeni getirdikleri sıçra-yan Meksika fasulyelerinden bir avuç yutmuşum gibiydi. Koltuğun kollarını tuttum ve Annemin beni, hayal gücümle ilgili olarak güzel bir şekilde azarlamasına hazırlandım. Biri-leri, bu konuda zorlandığımı söylemiş olmalıydı. Günümü görecektim.

"Bunu sana uzun zaman önce söylemeliydim." Annem her zaman yaptığı gibi derin bir iç çekti. "Hâlâ da zamanla-manın doğru olup olmadığından emin değilim."

Annemin emin olmaması, her zaman görülen bir şey de-ğildi. Çılgın bir şekilde her zaman emin olurdu.

Bana, ona bakmadığımı sandığı zamanlarda takındığı üzgün bakışıyla baktı ve sonra, "Bazen kadınlar, kocaları uzakta olduğu zaman, kendilerini yalnız hisseder," dedi.

Annem o kadar kırılgan görünüyordu ki, Troo'da olduğu gibi, onu koruma duygusuna kapıldım. Hemen onun kendi-sini daha güçlü hissetmesini sağlamalıydım, bu nedenle açık ve net bir şekilde, "Babam, benden seni affettiğini söyleme-mi istedi," dedim.

Başını bana doğru çevirdi. "Sen şimdi ne dedin?" "Babam ölmeden hemen önce, seni affettiğini söyleme-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

mi istedi ve bunu sana daha önce söylemediğim için özür di-lerim, ama her zaman dediğin gibi, zaman her şey demektir ve bir türlü doğru zamanı bulamadım." Omuzlarım çöktü ve kahverengi koltuğa daha da gömülerek, bana bağırmasını bek-lemeye başladım. Bunun, Babamın onu affettiğini söyleme-nin kötü bir fikir olduğunu çok geç anladım, çünkü gülmü-yordu ya da bu iyi bir habermiş gibi davranmıyordu. Aslında, Annem, en şaşırtıcı şeyi yaptı. Geceleri duyduğum olmuştu, ama hiç görmemiştim. Ağlamaya başladı. Ve biraz hıçkırma şeklinde de değildi... Büyük bir sağanak yağmur gibiydi. Göz-yaşları ellerinin içine dökülüyordu. Hall'ın verdiği alyans git-mişti, fakat taktığı yerde küçük yeşil bir iz vardı.

Ellerimi, tenis topu hissi veren dizlerine koydum ve yal-nızca, "Şşş... Şşşş... Şşşş," dedim.

Annem çok uzun süre ağladı, gözyaşları yüzünün her yerine akıyordu. Ama sonunda kekeleyerek, "Bana söyledi-ğin için teşekkür ederim," dedi. "Bu birçok şeyi değiştiriyor." Bana bağırmaya başlamayacağı için o kadar rahatlamıştım ki, cebimi eşeledim ve Troo'nun kâğıt çiçeklerinden birini buldum ve ona verdim.

"Benim de bir sırrım var. Bu senin için büyük bir şok olabilir, Sal. Büyük bir şok. Buna hazırlıklı ol." Bulutlar so-nunda boşanmıştı ve yağmur, pencerelere saldırıyor, dalgalı çizgiler hâlinde ölüyordu. "Sana, Memur Rasmussen'in cüz-danında neden senin resminin bulunduğunu anlatacağım."

Hayır, olamaz! Şimdi ona Rasmussen'le ilgili kuşkula-rımı anlatmak zorunda kalacaktım. Gidip onunla yaşamamız

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

konusunda zaten plan yapmıştı ve ona, eskisi kadar olmasa da, hâlâ Rasmussen'in, lise arkadaşının, bir katile ve tacizci-ye dönüşmüş olma olasılığının çok yüksek olduğunu söyle-mem, her şeyi mahvedecekti.

Sanki düşmekte olduğu kayalığın kenarıymışım gibi el-lerime sarıldı ve, "Dave Rasmussen senin baban," dedi.

Bir şeyler daha söylemesini bekledim, fakat yalnızca, mavi krater gözleriyle ve bembeyaz yüzüyle bana bakıyordu. "Ah, Anne, bu çok saçma." Çok komik bir espri olduğunu dü-şünmemekle birlikte, yine de güldüm.

Gözlerini daha da açtı ve ağzının dümdüz bir çizgi hâli-ne geldiği bakışıyla baktı. Son derece ciddi bakışıyla.

"Anne?" O anda gerçekten korktum ve o plastik kaplı koltuktan kalktım.

"Sally Elizabeth..." Benim Gökyüzü Kralım. Sana ihtiyacım var! Annem bundan sonra gerçekten hızlı bir şekilde konuş-

tu, ağzından çıkan kelimeler birbirini kovalıyordu. "Çok özür dilerim. Sana uzun zaman önce söylemeliydim... Uzun süre kendim bile emin olamadım. Sen büyüyüp Dave'e çok ben-zemeye başlayıncaya kadar... Senin gözlerin yeşil... Fakat Faye Halanın da gözleri yeşildi... Ama sonra, sarı saçların ve gamzelerin... Baban şüphelendi... Emin değildi ama..." Elle-rimi tuttu ve beni tekrar koltuğa çekti. Sanki konuşmak çok acı veriyormuş gibi, fısıldayarak, "Beysbol maçından döner-ken, kazanın olduğu gün, Paulie, Donny'e söylemiş olmalı... Söylemiş olmalı..."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Ben Babamın kızı Sal değildim. Ben Rasmussen'in kızı Sal'dim.

"Bu durum, Babanın seni ne kadar sevdiğini değiştirmez." Annem, Troo'nun karanfilliyle gözlerini sildi.

Rasmussen'in kızı Sal. Yeşil gözlü. Annem her zaman yeşil gözün ender görüldüğünü söylerdi. Rasmussen'in göz-leri yeşil miydi? Benimkiler gibi miydi?

"Baban Hava Kuvvetlerindeyken, Memur Rasmussen'le ben... şey..." Annem özür diler gibi gülümsedi. "Biz birbiri-mize yeniden âşık olduk. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?"

Pencereye bakakaldım, yağmurun başlayıp durmasına, yön değiştirmesine. Evet, ne anlama geldiğini biliyordum. Annemle Rasmussen'in ağaçta oturup ö-p-ü-ş-m-e-s-i demek oluyordu. Önce aşk geliyordu, sonra da evlilik... Sonra be-bek arabasında Sally. Koşarak koridordan geçmek, asansöre binmek, hastaneden çıkmak, sokağa inmek ve kendimi 23 numaralı otobüsün önüne atmak istiyordum.

Gökyüzü Kralı benim gerçek Babam değildi. "Ama..." demeye çalıştım. Annem bu konuda yanılıyor

olmalıydı. Hastane enfeksiyonu beynine vurmuş ve damar-larını sertleştirmiş olmalıydı.

"Bunun aması yok, Sally. Baban sana beni affettiğini söylediği zaman, bunu kastediyordu." Ender bulunan yeşil gözlerimin içine baktı. "Dave'e tekrar âşık olup, seni doğur-duğum için beni affetti."

Ağlamaya başladım ve Annem beni kucağına çekti. Ba-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

şımı onun göğsüne yasladım. "Bunun senin için zor olduğunu biliyorum ve düşünmek

için zamana ihtiyacın olacak, Bebeğim." Babam öldüğünden beri bana Bebeğim dememişti ve bunu duymak çok güzeldi, uzun bir günün sonrasında eve gelip, onu mutfakta tencere-nin üzerine eğilmiş, içinde taze havuçlar bulunan tavuk suyu-na şehriye çorbası karıştırırken bulmak gibi bir şeydi. "Ben biraz daha güçlenince, bu konuyu tekrar konuşacağız, ama bilmeni istedim. Bilmen çok önemli." Kalbi o kadar hızlı atı-yordu ki, içeriye uzanıp sakinleştirmek istedim. "Ayrıca öl-mediğime de çok memnunum, yoksa hiç öğrenemeyebilirdin, çünkü Dave... yani, Memur Rasmussen sana hiçbir zaman söylemezdi, zira o, kelimenin tam anlamıyla, bir beyefendi." Bunu son derece tatlı bir şekilde, sevecenlikle söyledi. Deği-şen detay buydu. Annem artık mutluydu. Neredeyse ölümden döndükten sonra bile, bodrumdaki gizli delikte bulunan re-simdeki gibi gülüyordu. "Şimdi, endişelenmeye başlamanı is-temiyorum," dedi. "Artık her şey yoluna girecek." Başını be-nim başıma dayadı. "Çok yoruldum, Sal. Lütfen beni odama götür."

Tekerlekli sandalyeyi koridorun sonuna kadar ittim ve onu yaşlı hemşireye teslim ettim. Aynı hemşire Babama da bakmıştı. Annemi yatağa yatırırken, beni hatırlamamış gibi baktı.

Helen'in yanina gitmeye korkuyordum, bu nedenle, oda-nın karanlık köşesinde durdum. Belki o da benim gerçek An-nem değildi. Belki Troo kız kardeşim değildi. Hatta Nell de

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ablam değildi. Annem, zayıf bir sesle bana, "Yanıma gel," dedi. Sesi o

kadar umutsuz geliyordu ki, dayanamadım. "Beni affet," di-ye fısıldadı ve hemen uykuya daldı.

Yağmur penceresinden akarken, ben yanında oturdum. Nefes alıp verdikçe, beyaz çarşaflar kalkıp iniyordu. Şimdi bana baktıkça yüzünde beliren üzgün ifadenin anlamını bili-yordum. Annem, Memur Rasmussen'i seviyordu ve ben o aş-kın parçasıydım. Onu affetmek mi? Asla.

Ama sonra Babamı ve kazadan sonra onunla buna çok benzeyen bir odada oturduğumu hatırladım. Ve Annemi affet-tiğini söylerken sesinin tonunu. Bunu kalbindeki gerçek aşk-la söylemişti. Bu nedenle, orada bir süre oturdum ve her şeyi düşündüm. Sonra kendimi bile şaşırttım ve Annemin uyuma-sını, belki de rüya görmesini seyrederken bugüne kadar yap-tığım en büyük iyiliği yaptım. Memur RasmussenTe seviştiği için Annemi affettim. Gökyüzü Kralımın yaptığı gibi, ben de affettim. Ne de olsa, sevdiğin birini özlemenin ne demek ol-duğunu biliyordum. Babamı çok özlemiştim ve tuhaf bir şe-kilde, Annemi de her zaman özlemiştim. Eğer onu affeder-sem, belki artık bana o üzgün gözlerle bakmazdı. Geçmişi unut-mamız gerekiyordu, çünkü herkes affetmenin muhteşem bir şey olduğunu biliyordu. Bu nedenle, eğildim, yanağımı ya-nağına koydum ve nefesiyle nefes aldım. Sonra fısıldadım, "Seni affediyorum." Evening in Paris'ini kokladım ve sonun-da Troo'nun neden Fransa'ya kaçmak istediğini anladım.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Hastaneden eve dönerken arabanın silecekleri, Annemin piyanonun üstüne koyduğu ve kendiniz tutamadığınızda, za-manı tutmanızı sağlayan metronom gibi, ileri geri gidip ge-liyordu. Evimizin önüne gelince Nell, "Sally... geldik," dedi. "Sally... eve geldik," demedi.

Bayan Goldman, sanki birini kolluyormuş gibi ön pen-cerede duruyordu. Aklında bir şey varmış bibi dönüp bana bakan Troo'ya baktım. Konu neyse, ikimiz yalnız kalıncaya kadar, sırf O'Malley kardeşler hâlinde kalıncaya kadar bek-leyeceğini biliyordum, çünkü Troo hâlâ Nell'in, evlenecek olsa da ve nikâhta çiçekçi kızlar olmamız gerekse de, yine de sıkıcı olduğunu düşünüyordu.

Eddie, "Ben Kroger'e gidip, birkaç kutu alacağım," de-di.

Verandaya doğru koşarken Nell bize, "Yağmur damla-larının arasından koşun, O'Malley kardeşler!" diye seslendi. Annem de havanın böyle olduğu günlerde hep böyle söyler-di. Nell, giderek Annem gibi oluyordu. Korkunç görünen

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

saçları olan çirkin, yaşlı bir tırtıl gibi olan Nell, Breck şam-puan şişesinin üstünde olabilecek bir kelebeğe dönüşüyordu.

Nell, ön kapıyı açmak için anahtarını çıkarınca-ölen kızlar nedeniyle herkese kapılarını kilitlemeleri söylenmişti-Bayan Goldman tel kapısının ardından, "Liebchm, seninle konuşabilir miyim, lütfen?" dedi. Kutsal kartlardaki Bebek İsa gibi, yüzünden hüzünlü ışınlar çıktığını gördüğümü dü-şündüm. Alman aksanıyla, "Çok üzgünüm, çok üzgünüm. Para ödeyebilecek birine kiraya vermemiz gerekiyor. Bunu anlıyor musun?" dedi.

Nell'le Troo, eşyalarını toplamak üzere merdivenleri ayak-larıni yere vurarak çıkıyorlardı, çünkü ikisi de Bayan Gold-man'ı benim kadar sevmiyordu. Bııtchy probleminin yanı sı-ra, ev sahibemizin çok mızıkçı olduğunu düşünüyorlardı, çün-kü bize devamlı olarak sessiz olmamızı söylüyordu. Fakat, Bayan Goldman'ın kulaklarının toplama kampında çok has-saslaştığı ve her türlü yüksek sesin, günlerce geçmeyen bir baş ağrısına yol açtığını bilmiyorlardı.

"Evet, anlıyorum," dedim, ona doğru yürüyerek. "Lüt-fen merak etmeyin. Artık her şey yoluna girecek."

Bayan Goldman kapıyı biraz araladı ve bana bir tabak o leziz esmer şekerli kurabiyelerden ve beyaz bir kesekâğıdı verdi. "İçinde senin için bir kitap var. Okumayı ne kadar sev-diğini biliyorum."

Gitmek üzere dönecekken, kibar davranmam gerektiğini hatırladım. "Teşekkür ederim. Ve eğer Bay Goldman gelip, o domateslerdeki tırtılları toplamamı isterse, bunu yapabili-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

rim." Bayan Goldman'ın bir sürü kötü şey görmüş olan kah-verengi gözlerine baktım. "Dottie Kenfıeld'in hayalet oldu-ğuna inanıyor musunuz?" diye sordum. Troo'nun dışında, Dottie'nin penceresinden gelen sesleri duyan tek kişi Bayan Goldman'dı. Gitmeden önce öğrenmem gerekiyordu. Eğer ağlayan Dottie'nin hayaletiyse, taşınıp onu tek başına bıraka-bileceğimi sanmıyordum.

"Nem, hayalet yok. Bazen gerçekten olanlardan uzak-laşmak için hayal gücünle düşünmek daha iyi, öyle değil mi?" O anda toplama kampını düşündüğünü biliyordum, çünkü hep gözlerini kısarak bakıyordu ve ağzının kenarındaki çiz-giler bahçe olukları kadar derinleşmişti. "Bunu anlıyor mu-sun? Bazen gerçek hayatın insanlar için çok korkutucu oldu-ğunu, bu nedenle onu bırakıp, başka şeyler düşündüğümüzü anlayabiliyor musun?"

"Galiba anlıyorum." O toplama kampmdayken birçok değişik şeyi düşünmek zorunda kalmış olmalıydı. Örneğin, en sevdiği şeyleri. Çikolatalı dondurma, soğuk kırmızı elma, Opperman kasabından aldığı ve schnitzel dediği et. "Peki, hayalet değilse, Dottie'nin odasında ağlayan kim?"

Bayan Goldman komşumuzun evine doğru döndü. "Ağ-ladığını duyduğun kişi galiba Audrey Kenfield, Dottie'nin annesi."

Bayan Goldman, bir konuda karar vermeye çalışıyor-muş gibi bana baktı, sonra tekrar fikrini değiştirdi, ama so-nunda, "Bay Kenfield, kızı hamile kalınca, evli değil diye kızını evden kovdu. Dottie'nin eve dönmesine izin verilmiyor ve...

287 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Dottie'nin annesi bu nedenle ağlıyor. Kaybettiği kızını ve ka-yıp kızının kızını özlüyor," dedi.

Bir dakika süreyle Bayan Goldman'ın gözlerine, gözle-rinin içine baktım. Sonra da kolundaki rakamlara. "Sizi her zaman ziyaret edeceğim. Söz veriyorum." Doğruyu söyledi-ğini biliyordum, çünkü Bayan Goldman bana asla yalan söy-lemezdi. Özellikle böyle bir konuda. Bayan Goldman'ın kızı Gretchen, duştan sonra bir daha toplama kampına dönmediği için, muhtemelen çocuğunu kaybeden bir annenin nasıl ola-cağını biliyordu.

"Marta, sineklerin içeri girmesine neden oluyorsun," dedi Bay Goldman evin içinden.

"Bu kitap... siz... en sevdiğim kitaplardan biri." Bayan Goldman ellerini omuzlarıma koydu ve beni kendine çekerek sarıldı. Bunu daha önce hiç yapmamıştı, bahçeden yirmi beş-ten fazla ot topladığım günden sonra bile. "Offveedersane, Liebchin," dedi ve kapıyı kapattı.

Merdivenleri ikişer ikişer çıktım ve kapıdan girerek sa-lona geçtim. Yerlere gazeteler saçılmıştı ve köşelerde toz yu-makları oluşmuştu. Pabst Blue Ribbon bira şişeleri, sigara izmaritleriyle dolu pencere eşiklerine sıralanmıştı. Artık hiç kimsenin ilgilenmediği bir yer gibi kokuyordu. Lekeli kırmı-zı-kahverengi kanepeye bakınca Annemi ve geceleyin Troo'y-la benim uyuduğumu sanarak orada oturup pencereden dı-şarıya baktığını, aradığı şeyi asla bulamıyormuş gibi görün-düğünü düşündüm. Fakat belki artık bulmuştu.

Piyanonun sandalyesine oturdum ve Bayan Goldman'ın tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

verdiği beyaz kesekâğıdıni açtım. A Secret Garden (Gizli Bahçe). Marta Goldman çok düşünceli biriydi. Belki bu ki-taptan, bahçe konusunda daha fazla bilgi edinebilirdim ve onlara yardım etmek amacıyla geri geldiğimde, çok daha iyi bir bahçıvan olduğuma şaşırırlardı. Rasmussen de iyi bir bah-çıvandı. Yani istersem, belki ondan bir şeyler öğrenebilirdim. Gerçi, bunu isteyip istemediğimden henüz emin değildim. Annemi affetmek bir şeydi... ama Rasmussen'i affetmek? Bu biraz zor olabilirdi.

Eşyalarımı toplamak üzere odamıza gittiğim zaman -böylece, Eddie kutuları getirdiğinde hazır olacaktım Troo yatağımıza uzanmış, fırtınadan karanlık olan odada kar me-leği oluşturur gibi bacaklarını ve kollarını iki yana açmıştı. Şifoniyerin üstündeki küçük lambayı yakmaya çalıştım ama hiçbir şey olmadı.

Troo, "Annem sana ne söyledi?" dedi. Bunun Troo'yu rahatsız edeceğini biliyordum, bu ne-

denle yanına oturdum ve anlattım. Babamın gerçek Babam olmadığını. Rasmussen'in babam olduğunu. Yeşil gözlerimi-zi. Ben anlatıp bitirince, Troo çok sessizleşti. Anladığım ka-darıyla, konuşamayacak kadar üzgündü. Bu nedenle hemen ekledim, "Senin için de bir sırrım var." Bunun onu mutlu edeceğini biliyordum, çünkü Troo güzel sırlara bayılırdı ve çoğu zaman bunları tutmakta başarılıydı.

İkimiz de tavanda boydan boya ilerleyen ve Honey De-resi'ne benzeyen çatlağa bakıyorduk. Elimle yoklayarak Troo'-nun elini buldum ve sevdiği gibi, baş parmağımla okşadım.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Babam, ölmeden hemen önce," dedim alçak sesle, "bana, sana her şeyin yolunda olduğunu söylememi istedi." Aynen bu şe-kilde söyledim, çünkü bunun en iyi yol olduğunu düşündüm. Yüzmeye gittiğinizde, su çok soğuksa yavaş yavaş girmek Çin işkencesi olabilirdi ve en iyisi hemen suya atlamaktı.

Yüzünü ellerimin arasına aldım ve ruhunun pencerele-rine baktım. "Babam, kazanın senin suçun olmadığım söyle-memi istedi."

Troo geri çekilip, duvara döndü. Hiç ses çıkarmıyordu, ama nefes alıp verişinden anlıyordum. Kız kardeşimi ilk defa ağlarken görüyordum. Yavaşça başını kaldırdım ve Gökyüzü Kralı kokan yastığıma yerleştirdim.

Nell içeri girdi ve, "Burada neler oluyor?" diye sordu. Elinde bir paspas ve başka temizlik malzemeleri vardı.

"Hiçbir şey," dedim. "Troo'nun nesi var?" "Hiçbir şeyi." "Ben burayı temizleyeceğim ve sonra Eddie sizi Memur

Rasmııssen'in evine götürecek." "Bugün mü? Hani bugün sadece toplanacaktık?" Bu be-

nim için çok sürpriz olmuştu. Çok hızlı. "Sen de Rasmus-sen'in evinde mi kalacaksın?"

Nell'in, kendi işine bak, bacaksız, diyeceğini sandım. "Ben Eddie'yle kalacağım, çünkü Bayan Callahan, artık ev-leneceğimize göre, sorun olmayacağını söyledi." Troo'ya baktı. Troo hâlâ sağanak şeklinde ağlıyordu, çünkü Babamın ölümünden beri çok gözyaşı biriktirmişti ve benim gibi, ora-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

da burada ve her yerde bahar yağmurlarına benzer şekilde ağlamamıştı. Nell, Troo'ya hiçbir şey söylemedi, ama bana, "Biliyor musun, Sally? Her zaman ikinci planda kalmak zo-runda değilsin," dedi.

İkinci planda kalmak gibi bir şey yapmadığımdan, Nell'in yine sarhoş olduğunu düşündüm, özellikle de odadan çıkma-dan bana sırıtınca. Evet, artık emindim. Nell kesinlikle sarhoş-tu.

Tekrar Troo'nun yanına uzandım ve hızla inip kalkan sırtını ovdum. Kazadan sonra yaptığı gibi, sessizleşip konuş-maktan vazgeçeceğini sandım. Fakat her zamanki gibi, kar-deşim sürprizlerle doluydu. "Benim de sana söyleyecek bir sır-rım var," dedi duvara.

Aslında bir sır daha dinleyecek kadar heyecanlı değil-dim, çünkü o gün yeterince sır duymuştum.

"Ellerimi Babamın gözlerinin üstüne koydum," dedi Troo. "Tam gözlerinin üstüne."

Yatak odamızın penceresinin dışında yağmur şiddetli bir şekilde yağıyordu. Genellikle bu sesi severdim, fakat çok gü-rültülüydü ve ağacın bir dalı, kırıp içeri girmek istiyormuş gibi cama sürünüyordu.

"Maçtan eve dönerken, Babam ve Paulie Dayım kavga ediyordu," diye inledi Troo. "Durmalarını o kadar istiyordum ki. Seninle ve doğum gününle ilgili olarak bağrışıyorlardı. Benimle ilgilenmelerini istedim ve bu nedenle Babamla ara-bada ce-e oynamaya başladım. Bana durmamı söylemesine rağmen devam ettim. Bu yüzden ağaca çarptı. O ses, arabanın

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

çarpma sesi çok korkunçtu. Dişlerinin titremesini önlemek için yastığın kenarını dişlerinin arasında tutuyordu. "Ben... ben Babamı öldürdüğüm için çok üzgünüm."

Zavallı, zavallı Troo. Bu kadar feci bir sırrı bu kadar uzun süre içinde saklamak çok korkunçtu. Sırtını sıvazladım ve, "Babam, senin suçun olmadığını söyledi ve ciddiydi. O'-Malley kardeşlerin kalbi ile, Cennette ve Dünyada kutsal olan ne varsa onun adına yemin ederim ki, seni affetti."

Troo, doğruyu söylediğimden emin olduktan sonra, be-bek sesiyle, "Bir bardak su verebilir misin, lütfen?" dedi.

Mutfağa giderken Troo'nun yeniden ağlamaya başladı-ğını duydum, yalnızca kendi üzüntüsü için değil, sevdikle-rinde neden olduğu üzüntü için ağlıyordu, ki bu en kötü üzün-tüydü. Troo, belki bir süre sonra kendini affedebilirdi, fakat arabanın o karaağaca çarpma sesini hiçbir zaman unutmaya-cağını biliyordum.

Tıpkı, 2 Ağustos, 1957 günü Babamın yüzündeki ifa-deyi benim hiçbir zaman unutmayacağım gibi.

"Beni hayal kırıklığına uğrattın, Sal," demişti o sabah. Benim için sürmesini istediğim, hatta yalvardığını küçük sebze bahçesindeki otları öfkeyle yolarken. "Bugün benimle beysbol sahasına gitmek yerine, evde kalıp bahçenle uğraşa-caksın. Senin terine Troo'yu götüreceğim."

"Ama, baba," diye ağlamıştım. "Bütün hafta bu maçı ip-le çektim." Güneşin altında oturacak, tuzlu fıstık ve hardallı, soslu sosisli sandviç yiyecek ve son anda "Take Me Out to the Ball Game" şarkısını söyleyecektik. Card'lara karşı üst

292 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

üste iki maç oynanacaktı. "Galiba, iple çekmeye daha az zaman ayırıp, ot yolmaya

daha çok zaman harcamalıydm. Bu bahçe, eve döndüğüm zaman, biri tarafından bakılıyormuş, birisi ilgileniyormuş gibi görünse iyi olur." Ellerini tulumuna silmiş ve sert adım-larla eve doğru yürümüştü.

Arkasından seslenerek, "Ama söz vermiştin!" diye ba-ğırmıştım.

Fikrini değiştirmiş gibi bir an durmuş, fakat sonra eve yürümeye devam etmişti.

"Senden nefret ediyorum!" diye arkasından bağırmış-tım. "Keşke başka bir babam olsaydı."

Babam içeri girince, arkasından tel kapı çarpmıştı. Babam öldükten sonra bu sırrı o kadar sık hatırladım ki,

bazen kalbimi paramparça ettiğini ve artık asla tamir edile-meyeceğini düşünerek endişeleniyordum.

Büyükannem, zamanın tüm yaralan iyileştirdiğini söy-lerdi. Bundan emin değildim.

293 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Annem her zaman bir evin sadece içinde yaşayanların yansıması olduğunu söylerdi. Haklıydı, çünkü Rasmussen'in evi de bana çikolata kaplı vişneyi, içi dışından da iyi olan bir şeyi hatırlatıyordu. Temizdi ve bir sınıf kadar düzenliydi. Ama kitap ya da poster zamkı veya lastik çizme kokmuyor-du. Rasmussen'in bahçesinde yetiştirdiği ve köpek yavrusu Lizzie gibi kokuyordu.

Giysi kutularımızı Rasmussen'in ön kapısından taşırken Nell bize Rasmussen'le Eddie'nin diğer eşyaları, örneğin şi-foniyerimizi, küçük lambamızı daha sonra taşıyacağını ve bu gece Bayan Galecki'nin cam kaplı verandasında uyuyabile-ceğimizi söyledi. Herkes bunu yapmayı ne kadar sevdiğimizi biliyordu. Özellikle Troo, uykuya dalarken ateşböceklerini seyretmeye bayılıyordu, sanki onlar, kendisini güvende his-setmesini sağlayan gece lambalarıydı. Nell, Rasmussen'in, Troo'yla benim, kendi başımıza ayrı ayrı odalarda kalabile-ceğimizi söylediğini anlattı. Fakat ben Nell'e, Rasmussen'e teşekkür etmesini, ama mümkün olamayacağını, zira birbi-

295 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

rimizin sırtını sıvazlamadan ikimizin de uyuyamayacağını söyledim. Fakat aslında, belki günahkâr bir şekilde bencillik ediyordum, çünkü bazen olduğu gibi, gecenin bir yarısında, Kara Göl canavarı beni her yerde kovaladığı için uyandığım zaman, yanımda Troo olmazsa, parmaklarını emerken çıkar-dığı sesi duymazsam, bebeği Annie'nin bana yeni tanışmışız gibi kocaman gözlerle baktığını göremezsem dayanamazdım.

Böylece, bir gezegenden diğerine ışınlanmışız gibi, er-tesi sabah Rasmussen'in çok modern sarı formika mutfak masasında oturuyorduk. Troo'nun buna bayıldığını biliyor-dum, gerçi bunu ona itiraf ettirmek için onu zincire vurup, altı gün boyunca alnına su damlatmanız gerekebilirdi. Troo, artık Babamın tek kızı olduğu için mutluydu, ama Rasmus-sen'in babam olmasından ve bu evin reisi olmasından mem-nun değildi. Sanki burada komutan yardımcısı olması gere-kebilecekti ve bu konuda güzel şeyler söylemeyecekti.

Rasmussen kahvaltıda bize, kuzeyden gelen gerçek ak-çaağaç şurubuyla waffle yapmıştı ve iki dakikada bitti. Ayrıca bol miktarda güzel pişmiş ve gevrek domuz pastırması da vardı.

Rasmussen bizimle oturmamıştı, bir fincan öğütülmüş kahve içiyordu ve polis üniforması içinde lavaboya dayan-mıştı. "Siz ikiniz, yarın akşam eyalet fuarına gitmeye ne der-siniz?"

Troo'nun ucube gösterisini ne kadar sevdiğini Annem ona söylemiş olmalıydı ve iyi davranmaya çalışıyordu. Troo o ucubeleri inanılmaz derecede büyüleyici buluyordu. Ben

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

bunları biraz hüzünlü buluyordum; bu şekilde teşhir edilme-lerini, hapsedilmelerini falan. Ama Troo, hayır diyordu, onlar diğer herkesten farklıydı ve bu nedenle özel ilgiyi hak edi-yorlardı. Bu Troo açısından, olağandışı hayırseverlikti.

"İyi olur," diye cevap verdim. "Peki o zaman. Yarın akşam oraya gideriz, siz ikiniz

pamuk helva yersiniz, bazı şeylere binersiniz ve..." Rasmus-sen hemen hemen beş saniyede bir boğazını temizliyordu. Bu, birinin gergin olduğunu anlamanın en kesin gösterge-siydi. "Senin için de uygun mu, Troo?"

Troo ona baktı ve ben delilik lavlarının kulaklarında çık-tığını neredeyse görebiliyordum. "Benim adım Margaret."

Rasmussen tereddüt etmedi. "Peki, fuara gitmek senin için de uygun mu, Margaret?"

Troo patlayıp bir şeyler söylemeden, ben hemen, "Fuara gitmek onun için de uygun, Memur Rasmussen," dedim.

Rasmussen bana baktı ve benimkine çok benzeyen, ama daha büyük olan gamzelerini gösterdi. Ben de onun suratına baktım, yeşil gözlerinin içine. Bir elmanın iki yarısı. Bir anda her şey anlam kazandı. Bana neden o şekilde baktığı. Beni özlüyordu. Bunu kabullenmem çok zordu, çünkü bu, aynı anda birçok şey anlamına geliyordu.

Lavaboda kahve fincanını çalkaladı ve Beşlik Onluk Dükkânının ikinci koridorundan yeni alınmış görünen kırmı-zı bir havluyla kuruladı. "İkiniz de bana Dave diyebilirsiniz, tamam mı?"

Troo, daha önce hiç duymadığım, tüylerimi diken diken

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

edecek kadar soğuk bir ses tonuyla, "Sally'nin sana Baba de-mesi gerekmiyor mu?" dedi.

Buz gibi bir sessizlik oldu, sadece fırının arkasındaki duvarda asılı olan ve kara kediye benzeyen mutfak saatinin tik-takı duyuluyordu.

Rasmussen, "Ablan bana Dave diyebilir. Şimdilik bu ka-darı yeterli, öyle değil mi Sally?"

Yalnızca olumlu anlamda başımı salladım, çünkü Ras-mussen'e Baba demenin nasıl bir şey olacağını hayal etmeye çalışıyordum. Hall'a hiçbir zaman Baba dememiştim. Sadece Hall demiştim. Ayrıca bazen, beni duymadığı zamanlarda başka sıfatlar da kullanmıştım. Artık uzun süre hapiste ola-cağından, bunları itiraf etmek durumunda kalacaktım. Muh-temelen bunu asla yapmayacaktım, yani Rasmussen'e Baba demeyecektim. Belki bir süre sonra Bay Dave diyebilirdim. Çünkü kim ne derse desin bana göre Babam, hâlâ Gökyüzü Kralıydı ve geçmişi asla unutmayacaktım.

"Benim şimdi karakola gitmem gerekiyor." Rasmussen, onun kalçasındaki tabancaya bakakaldığımı fark etmişti. Hiç bu kadar yakından silah görmemiştim. "Bu, evdeki birinci kural, kızlar. Bu silahtan uzak durun." Kılıfına dokundu ve sonra polis şapkasını başına taktı. "Bir süredir sana söylemek istiyordum, Troo, yani... ah... Margaret, artık Yağlı Al, yani... Albert Molinari konusunda kaygılanman gerekmiyor. Bu ko-nuyu hallettim." Sanki kitabın sayfasını çevirmiş gibi, gayet mutlu bir şekilde, "Çok güzel bir gün. Neden siz ikiniz Ço-cuk Bahçesine gitmiyorsunuz? Ayrıca daha sonra, mümkün

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

olursa, Lizzie'yi yürüyüşe götürebilirsiniz. Tasması, arka ko-ridorda asılı," dedi.

Rasmussen'e ve boyunun uzunluğuna baktım. Sonra kendi rüzgâr-kadar-hızlı uzun bacaklarıma baktım. Sonra yine onun yeşil gözlerine baktım. Bunu söylediğim için özür dilerim ama kendimi iyi hissettim, çünkü hayatımda ilk kez, sonunda birine benziyordum. Bu nedenle ve çok kibar dav-randığı için, bize waffle ve gevrek domuz pastırması yaptığı ve bizi fuara götüreceğini söylediği için, "Sonra görüşürüz, Bay Dave," dedim.

Yüzündeki ifadeden, bunun hoşuna gittiğini anladım. "Sonra görüşürüz, Sally." Aydınlık mutfaktan çıkmak üzere harekete geçerken, bir anda çok ciddi bir şekilde, "Sara ile Junie'ye olanları aklından çıkarma. İkinizin Sampson'u ne kadar sevdiğinizi biliyorum, fakat bir süre Hayvanat Bahçe-sine veya parkta herhangi bir yere gitmenizi istemiyorum. Bu herifi yakalayıncaya kadar. Tamam mı?"

Ben, "Peki," dedim. Ama Troo demedi. "Ben işteyken bir şeye ihtiyacınız olursa, beni arayabi-

lirsiniz. Numara orada, telefonun yanında yazılı. Ayrıca, Et-hel de size yardımcı olacak." Bana bir daha hızlıca baktı ve tel kapı arkasından kapanırken, yanakları pembeleşti.

Troo, dirseklerini masaya, ellerini çenesinin altına da-yamış bir şekilde oturuyordu. "Yani Babam gerçekten böyle mi dedi? Emin misin?"

"Eminim." "Yani, kaza benim suçum değil miymiş? Yemin eder

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

misin?" "Yemin ederim." Kalbimin üstünde haç işareti yaptım.

"Biraz kakaolu süt ister misin?" Rasmussen, dolapta kakaolu sütü nerede tuttuğunu gös-

termişti. Ethel ona, Troo'yla benim kakaolu sütü ne kadar sevdiğimizi söylemiş olmalıydı.

Troo yüzünü sarı mutfak masasına dayadı ve hayretle, "Yani Babamın ölümü tamamen benim suçumdu diye suçlu-luk duymayı bırakabilir miyim?" dedi.

"Evet." Bizim eski buzdolabından çok daha büyük olan ve meyve, soğuk yiyecekler ve Graf'ın vişneli sodasıyla dolu olan yeni buzdolabını açtım. Yiyecekler sanki üstünüze atla-yacakmış gibi ağzına kadar doluydu. Hayatımda hiç bu kadar dolu bir buzdolabı görmemiştim. "Babamı sen öldürmedin. Bir kaza geçirdiniz ve bu ikisi birbirinden tamamen farklı şeyler."

"Peki ya Paulie Dayı? Beyninde hasar yarattım ve beni affetmiyor," dedi Troo buruk bir şekilde. "İşte bu nedenle de-vamlı olarak ce-e diyor."

Ne diyeceğimi bilemedim, çünkü Paulie Dayımın başına aynen bunlar gelmişti. Ayrıca hakikaten hep ce-e diyordu. Troo'nun onu neden sevmediğini artık anlıyordum. "Şey, belki sen..."

Ethel, Bayan Galecki'nin arka bahçesinden seslendi, "O'Malley kardeşler?"

Tanrı'ya şükür, çünkü Troo'yu tuhaf Paulie Dayı ve ha-sarlı beyni konusunda teselli edebilecek tek bir şey aklıma gel-

300 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

miyordu. "Uygun durumda mısınız?" Ethel kahkaha attı ve tel ka-

pıdan içeri girdi. "Günaydın," dedim. Ethel'in artık yan komşumuz olma-

sı muhteşem bir şeydi. İkimize de sarıldı. İkimizin de bu ka-dar güzel ve temiz göründüğüne memnun olduğunu, zira her-kesin bildiği gibi, temizliğin imandan geldiğini söyledi. Ras-mussen'in bardakları nereye koyduğunu bilmiyordum, bu-nun üzerine Ethel gösterdi ve dolaptan üç tane bardak çıkar-dı. Üç bardak kakaolu süt hazırladım ve masanın üstüne koy-dum. Ethel'in üzerinde, Bayan Galecki'nin evinde görevdey-ken hep giydiği beyaz bol bir elbise vardı. Ayrıca Troo'yla benim ona yaptığımız birkaç tane kordon takmıştı. Ethel'i çok sevmenin birçok nedeninden biri buydu. Benim gibi, in-sanların duygularına karşı duyarlıydı ve o kordonları görme-nin bize iyi geleceğini biliyordu, çünkü aslında, Rasmussen'in evine taşındığımızı ve diğer şeyleri dikkate aldığınızda, dün büyük, gizli, çok şaşırtıcı bir gün geçirmiştik. Ethel yalnızca yarısını biliyordu, bu nedenle saçımı örerken ona diğer yarı-sını anlattım. Her şeyi. Babamın Annemi affetmesini, araba kazasında Troo'yla yaşananları ve Rasmussen'in Babam ol-duğunu.

Ben bitirince, Ethel, "Canım benim, hepiniz ne kadar hareketli bir yaz geçirdiniz," dedi.

Ethel'in, başından beri Rasmussen'in Babam olduğunu bildiği konusunda her türlü bahse girebilirdim, çünkü kaşla-rını kontrol etmek için dönmüştüm ve o kısmı anlattığım za-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

man kaşları hiç havaya kalkmamıştı, oysa şaşırdığı zaman kaşları her zaman havaya kalkardı. Ne de olsa, Calhoun Coun-ty, Mississippi'li Bayan Ethel Jenkins, tanıdığım en akıllı ka-dındı ve Bay Dave'le beni bir kez yan yana görseniz, detay-lara dikkat ettiğiniz ve bu tür bir şey aradığınız takdirde, muh-temelen akraba olduğumuzu hemen anlardınız.

Ethel masanın üzerinden Troo'ya eğildi ve, "Biliyor mu-sun, Bayan Troo, babanın kazsını artık geride bırakman gere-kiyor. Çocuklar, ne halt ettiklerini bilmezler, bu nedenle, çok çok büyüyüp, yaptıklarının kötü olduğunu anlayıncaya kadar, Tanrı'nin gözünde onların yaptıkları sayılmaz. Biliyorum ki, Bay Rasmussen, diğer babanızın yerini alamaz, ama..." Et-hel kakaolu sütünden bir yudum aldı ve dudağının üstünde kalan bıyığı, şaşırtacak kadar pembe olan diliyle yaladı. "Eğer Bayan Sally'i biraz tanıyorsam, en iyi özelliği paylaşmayı bilmesi."

Troo bana baktı ve ben başımla onayladım, böylece Et-hel'in söylediklerinin doğru olduğunu anlayabilirdi. Ben ger-çekten paylaşmayı iyi biliyordum ve Bay Rasmussen'i Troo'y-la eşit olarak paylaşmaya hazırdım. Ne de olsa, Troo da Gök-yüzü Kralını benimle paylaşmıştı. Bilmeden. Ama paylaş-mıştı. Bilseydi bile paylaşırdı. Belki hemen değil, çünkü bu konuda Trooper'ı biraz işlemek gerekebilirdi, ama sonunda paylaşırdı. Sanırım.

Ayrıca, Troo da benim gibi, Ethel'in tanıdığımız en akıl-lı insan olduğuna inandığından, sabah bana sorduğu soruyu ona da sordu, zaten ben de bunu yapmasını umuyordum. "Pe-

302 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

ki ya Paulie Dayı? Onu beyin-hasarlı biri hâline dönüştürdüm ve şimdi yalnızca dondurma çubuklarından evler yapıyor, es-kisi gibi marangozluk yapamıyor."

"Paulie ve marangozluk mu? Bu kanıya nereden kapıl-dın?" diye sordu Ethel kaşlarını çatarak. "Paulie Dayın ma-rangoz değildi. Paulie, bahisçiydi."

Troo'ya Paulie Dayımın marangoz olduğunu söyleyen bendim, çünkü kazadan önce, Paulie Dayı, Büyükanneme yaptığım ziyaret sonrasında beni çiftliğe bırakacağı zaman, Bay Jerbak'ın, ona marangoz dediğine yemin edebilirdim. Yol-da giderken, Jerbak Bira ve Bowling Salonuna uğramıştık, çünkü bir işi olduğunu söylemişti. Vitalis, bira ve damla çiko-latalı kurabiye kokan karanlık odaya girdiğimiz zaman, Bay Jerbak barın arkasından, "Hey, bakın kim gelmiş!" diye ba-ğırmıştı. "Marangoz Paulie. İsa'nın çivilediği tahtalardan daha çok kadını çivileyen adam." Sonra bardaki bütün adamlar kahkahayla gülmüş, gülmüş, gülmüştü. Ben üç tane çocuk kok-teyli içerken, adamlardan bazıları Paulie Dayıya paralarını ver-mişti. Yani belki de Ethel karıştırıyordu.

"Bunun, yani bahisçinin ne demek olduğunu biliyor musun?" diye sordu Ethel.

Eddie, Chevrolet arabasını, borcunu ödeyemeyen bir ba-hisçiden almamış mıydı?

Troo'yla ben, "Hayır," dedik. "Bahisçi, başkalarının bahislerini alan kişidir," dedi Et-

hel. Troo sordu, "Neye bahis oynanıyor?"

303 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Şey, artık pek fark etmiyor, öyle değil mi? Ama Paulie Dayınız böyle biriydi. Bahisçi."

Ethel, terlemiş lavantalı metal bardağından uzun uzun içti ve sonra bardağı mutfak masasının üstüne koydu. "Sana bir şey söyleyeyim, Bayan Troo, kazadan sonra dayında dik-kat ettiğim bir şey. Kazadan önce onu iyi tanırdım, çünkü o dönemlerde atları seven bir beyefendiyle beraberdim."

Atları seven biri mi? Benim gibi mi? Ethel ayağa kalktı ve boş bardağını eviyeye götürdü.

"Bunu söylediğim için üzgünüm ama Paulie Dayınız, o gün-lerde pek iyi biri değildi. Aslında bazı insanlar, Paulie Riley'-in etraftaki en kötü insan olduğunu düşünüyordu. Bu neden-le, belki bir anlamda kendine ve ailene bir iyilik yaptın, Ba-yan Troo. Aslında düşünecek olursan, Paulie'ye de. Ethel buzdolabını açtı ve bir şey çıkardı. "Turplu sandviç isteyen var mı?" Ethel yazın yemek aralarında hep bundan yapardı. Nedenini Tanrı bilir. Fakat turpları o şekilde sallayınca, bir anda sıcak bir rüzgâr dalgası gibi, bir şey hatırladım.

Kazanın olduğu günün öğleden sonrasında, Annem ve Paulie Dayı çiftliğin verandasında ayakta duruyorlardı. Ben hortumdan su içiyordum ve bahçeden yeni topladığım küçük turpları temizliyor, Babam maçtan döndüğünde onu daha faz-la hayal kırıklığına uğratmamak için, onlarla Babamın gös-terdiği şekilde ilgileniyordum. Ona o kötü şeyleri söylediğim için kendimi gerçekten çok kötü hissediyordum. Kendi ken-dime bunu telafi etmeye söz verdim. Daha sonra bronzlaşmış boynunu ovacaktım. Bunu özellikle çok seviyordu. Annemle

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Paulie Dayım orada olduğumun farkında değildi. Hortumu yere bırakıp, gizlice biraz daha yaklaştım, çünkü Annemin yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Babamla Troo evin önündeki yolda, arabada oturuyordu. Eve bakmıyorlardı ve radyoda gürültülü ça-ça müziği dinliyorlardı. Paulie Dayının Anneme söylediklerini duyabilmek için hiç kıpırdamadan durdum. Sesi, kemiğini almaya çalıştığınız zaman Butchy'nin çıkar-dığı sese benziyordu.

Paulie Dayı, Anneme çok yaklaşmıştı, göğsü, Annemin göğsüne baskı yapıyordu. "Başım biraz belaya girdi ve biraz paraya ihtiyacım var. Zulada gizlediğin paralarını çıkar, Ba-yan Ukala, yoksa kocana ismi lazım-değil, birini anlatırım." Paulie Dayı sonra Annemin dudaklarına dokundu ve parmak-larını dudaklarında gezdirdi. Annem geri çekilip, Paulie Da-yının yüzüne tokat attı ve ağzındaki sigarayı düşürdü. Sonra Paulie Dayı tel kapıdan çıktı gitti, ama önce, "Bunu yaptığına pişman olacaksın, Helen," dedi.

Paulie Dayı arabaya bininceye kadar, Annem verandada arkasından bakakaldı. Sonra koşarak eve girdi ve yatak oda-sının penceresinden ağladığını duydum. Çok korkmuştum. Babama geri dönmesini söylemek zorundaydım... Paulie Da-yının Annemi ağlattığını... Ondan nefret ettiğimi ve başka bir Baba istediğimi söylediğim için üzgün olduğumu anlatmam gerekiyordu. Hemen söylemeliydim. Hortumu yere attım ve araba yolunda, peşlerinden koştum, fakat geride sadece ara-banın aceleyle ana yola çıkarken bıraktığı toz kalmıştı.

Turpların bana bu olayı hatırlatması çok komikti, ama tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

bazen beysbol ve hardallı, çeşnili sosisli sandviç de Babamı hatırlatıyordu. Belki de aynı türde bir şeydi. Fakat artık Ethel'-in, Dayımın kötü bir insan olduğu söylerken gerçekten doğruyu söylediğini anlamıştım. Ona, "Junie ile Sara'yı öldüren ta-cizcinin, Paulie Dayı olabileceğini düşünüyorum," dedim.

Ethel'in gözleri o kadar açıldı ki, kahverengi kısmı, bir tabak patates püresinin üstündeki sineğe benziyordu. "Paulie mi tacizci ve katil? Ah, Bayan Sally, o hayal gücünü kesin-likle kontrol altına almalısın. Paulie asla böyle bir şey yapa-maz. Kendi başına zor giyiniyor." Troo'ya baktı ve, "Eski günlerde belki böyle bir şey yapabilirdi, çünkü o zamanlarda tulumba kolundaki tavuk pisliğinden daha beter biriydi. Size, onun hakkında tüylerinizi diken diken edecek hikâyeler an-latabilirim. O dönemlerde Paulie hep Jerbak'ta içki içiyor, bahis alıyor ve en kötüsu-kadın peşinde koşuyordu." Ethel, sanki iğrenmiş gibi başını iki yana salladı. "Şimdi size bir şey anlatacağım, aslında belki anlatmamam gerekir, ama Bayan Troo'nun hatırına, yine de anlatacağım." Daha alçak sesle, "Fakat, hiç kimseye söylemeyeceğinize yemin etmeniz gerekiyor. Namusunuz üzerine," dedi. Ethel eline tükürdü, biz de aynı şeyi yaptık ve el sıkıştık. "Paulie o yaz, kendisine bahis parasını ödemeyen bir adamın bacaklarını kırmaktan ve karısından yararlanmaktan tutuklandı. Bu yüzden uzun süre hapiste yatması gerekecekti. Fakat Babanızla geçirdiği kazadan sonra... Anneniz, Memur Rasmussen'den, adamla karısına, şikâyetlerini geri almaları için biraz para vererek durumu düzeltmesini istedi."

306 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

O'Malley kardeşlerin ağızları açık kaldı. Ethel başını ileri geri sallayarak, ahhh-haaa sesini çı-

kardı. "Tanrı gerçekten tuhaf işler yapıyor." Biz orada öylece oturup, birlikte düşündük. Sonra Ethel,

"Neden Paulie'nin katil ve tacizci olduğunu düşündün, Sally?" diye sordu.

Ona, arka sokakta takip edildiğim geceden, Hızlı Susie'-nin Troo'yla bana o Frankenstein hikâyesini anlattığı gece-den bahsettim. Kenfıeld'lerin çalılarının arasında nasıl sak-landığımı ve oradayken pembe-yeşil baklava desenli çorapla-rı gördüğümü anlattım. Daha sonra da aynı çorapların, Bü-yükannemin lavabosunda suda bekletildiğini gördüğümü söy-ledim.

Şimdi ağzı açık kalma sırası Ethel'e gelmişti. "Neden hiç kimseye o dar sokakta o şekilde takip edildiğini anlatma-dın?"

"Çünkü o zaman Rasmussen olduğunu düşünüyordum ve hayal gücüm fazla çalıştığı için, hiç kimsenin bana inan-mayacağını düşündüm."

"Aman Tanrım, Aman Tanrım, işten gelince bunların hepsini Dave'e anlatacağım, gerçi bundan sonra neye yarar, emin değilim." Ethel saatine baktı. "Bayan Galecki birazdan sabah uykusundan uyanır. Onu sakinleştirmek için gidip yeni ilacından vermem gerekiyor. Bay Gary'yle ilgili bir şeyler oluyor. Size daha sonra, öğle yemeğinde anlatırım." Ethel, "Şimdi siz ikiniz Çocuk Bahçesine gidin ve saat on ikideki kilise çanlarını duyunca geri dönün. Size fıstık ezmesi ve re-

307 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

çelli sandviç hazırlarım," diyerek, tel kapıya yürüdü. Troo, Ethel'in peşinden gidip, başını o kocaman göğ-

süne koydu. Troo, Paulie Dayı hakkında anlattıkları için Et-hel'e teşekkür etmek istiyordu, çünkü artık kendini o kadar kötü hissetmediğini fark etmişti. Bunu söylemedi, ama Troo'-nun başka zaman, onun için bu kadar zor olmadığı bir anda bunu söyleyeceğini biliyordum.

Troo, Ethel'i bırakınca, Ethel biraz ürkütücü bir şekilde, ikimizin de gözlerinin içine baktı ve, "Siz ikiniz verdiğiniz sözü unutmayın," diyerek yürüdü ve tel kapı onun arkasından çarptı.

"Biliyor musun, Ethel haklı. Tanrım," dedi Troo geri ge-lerek, "gerçekten gizemli şeyler yapıyor."

Yeni mutfağımızda, kareli sarı perdelerin arasından gelen damla çikolatalı kurabiye kokusu arasında, yemek oda-sının duvarında Junie Piaskov/ski'nin resmi asılı dururken, o saat kedi adımlarıyla yavaş ve düzenli bir şekilde dakikaları sayarken, aklıma, "Evet, gerçekten öyle. Gerçekten öyle," demekten başka bir şey gelmedi.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Artık Çocuk Bahçesinin karşısında oturmadığımızdan, Troo'yla ben, oraya gitmek için Fazio'ların arka bahçesinden geçmek zorundaydık. Hızlı Susie, beyaz bir battaniyenin üze-rine çimlere uzanmış, rock'n'roll müzik dinliyordu. Üzerinde pilili etekli, pembe puantiyeli mayosu vardı ve yanında, kıya-fetine uygun bir bardak pembe limonata vardı.

"Merhaba," dedim, onun yanına giderek. Hâlâ bronzlaş-maya çalıştığına inanamıyordum. Artık Mısırlılar'dan bile es-mer olmuştu, neredeyse Ray Buck'la aynı renkti.

Hızlı Susie ellerini gözlerinin üstüne koyarak gölge yaptı ve bize baktı. "O'Malley kardeşler? Siz misiniz? Hangi cehennemdeydiniz?" Bize anlatmak üzere olduğu şey onu çatlatacakmış gibi kahkaha attı. "Olanları duydunuz mu?"

Troo, onu gördüğüne sevinmişti, bu nedenle o kadar çok sırıttı ki, ağzı neredeyse başının arkasına dolanacaktı. Hızlı Susie, Troo'nun idolüydü.

Hızlı Susie, Alice in Wonderland (Alice Harikalar Diya-rında)'daki kedi gibi sırıttı. "Reese Latour askere gidiyor."

309 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Sahi mi?" diye bağırdım. Reese Latour'dan nefret edi-yordum ve Artie adına çok sevinmiştim, zira Reese artık tav-şan dudaklı, tavşan dudaklı diye bağırarak mahallede dolana-mayacaktı. Ayrıca, Wendy'e de geri zekâlı diyemeyecekti. Ayrıca, pantolonunun önünü ovuştururken Troo'ya, beni ür-küten o korkunç gözleriyle bakamayacaktı. Hiç kuşkusuz, Reese'in askere gitmesi, muhteşem bir haberdi! İnanılama-yacak kadar güzel bir haberdi.

"Kesinlikle emin misin?" Hızlı Susie, Groucho gibi kaşlarını kaldırdı ve indirdi,

"Tabii ki, küçük hanım," dedi. Nana Fazio bu akşama sarımsaklı ne yapıyorduysa, lez-

zeti arka pencereden dışarı çıkıyordu ve radyoda Elvis, "A Big Hunk o' Love" şarkısını söylerken, Hızlı Susie, "Tony ile Jane'i bu konuda konuşurken duydum." Bunlar, Hızlı Susie'-nin annesiyle babasıydı. Bazen onlara maymun adam ve Jane diyordu. Onu suçlayamıyordum, çünkü Bay Fazio neredeyse Sampson kadar kıllıydı. Dalga geçmiyorum. Bay Fazio, gü-müş satışıyla uğraşıyordu. Willie O'hara, Bay Fazio'nun Bı-çakçı Frankie adında biri için çalıştığını duymuştu.

"Wendy'nin, Spencer'lerin mahzen merdivenlerinden düştüğünü hatırlıyor musunuz?" diye sordu Hızlı Susie.

Troo, "Eveeet..." dedi. "Ayrıca herkesin, onun tuhaf dolaşmalarından birini ya-

şadığını sandığını hatırlıyor musunuz?" "Yoo, olamaz..." dedim. Buna bir an bile inanmamıştım. "Reese yapmış." Hızlı Susie ayağa fırladı ve Troo'yla

310 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

benim sıçramamıza neden oldu. Zaten yapmaya çalıştığı şey de buydu.

"Wendy'i Spencer Terin mahzenindeki merdivenlerden Reese mi itmiş?" diye sordum ona.

"Evet. Wendy sonunda onu ele verdi." Wendy'yle birlikte Kenfield'lerin verandasındaki salın-

cakta oturduğum günü hatırladım. Ona, bunu Rasmussen mi yaptı, diye sormuştum ve sonra annesi, operacı ciğerleriyle onu çağırmış, Wendy de eve koşmuştu. O zaman neden bana Reese olduğunu söylememişti?

"Tabii Reese, bunların hepsini Wendy'nin uydurduğunu söylüyor." Hızlı Susie eline biraz bebek yağı sıktı ve bacakla-rına sürdü. Troo'yla bana, yaz başında, tıraş olmaya başlama-yı düşündüğünü söylemişti. Ben bunun iyi bir fikir olacağını düşünmüştüm, çünkü bacakları maymun-adam Tony'e ben-zemişti. "Herkese Wendy'nin yalnızca budala bir geri zekâlı olduğunu ve ona inanan herkesin de geri zekâlı olacağını söy-lüyor."

"Aman Tanrım! Ulu tanrım!" dedim. Başından beri teca-vüzcü ve katil, Reese Latour'du. Buna inanamıyordum. Aca-ba detaylara neden dikkat etmemiştim?

"Bay Latour, Reese'in Wendy'e yaptıklarını duyunca, Reese'i kayışla eşek sudan gelinceye kadar dövmüş. Sizin evde çığlıklarını duymamanıza şaşırdım." Hızlı Susie bize bu haberleri anlatırken büyük keyif alıyordu. Reese'den, geri kalan hepimizden daha çok nefret ediyordu. Kim etmezdi ki?

Troo homurdanarak, "Neyse ki bu pislikten kurtulduk."

311 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Ayrıca, bilin bakalım, kim kısa bir yolculuğa çıkıyor?" diye sordu Hızlı Susie, köpek dişlerini göstererek. "Yağlı Al."

Troo zıplamaya başladı. "Sahi mi? Sahi mi? Yağlı Al da mı askere gidiyor?"

"Hayır, çocuk felçli topal ayağı yüzünden onu askere al-mamışlar," dedi Hızlı Susie limonatasından bir yudum ala-rak. "Kuzeydeki ıslahevine gidiyor."

Demek, Rasmussen'in konuyu hallettim derken kastet-tiği buydu.

O anda Yağlı Al'ın gidişini zihnimde algılayamadım, çünkü hâlâ Hızlı Susie'nin bize Reese hakkında anlattıkları-nın şaşkınlığı içindeydim. Beni o gece dar sokakta kovalayan oydu ve beni yakalayamayınca evine yönelmiş olmalıydı. Wendy de dolaşmaya çıktığından, onu bulmuş ve kendi kız kardeşini taciz etmeye ve öldürmeye çalışmıştı. Wendy her-hâlde gerçekten kuvvetli olduğu için kurtulmuştu ve bu da Tanrı'nin, insanlardan bir şey aldığı zaman, yerine verdiği şeylerden biriydi. Bir keresinde Wendy Latour'un sinirlen-diği için Artie'yi kaldırıp iki metre havaya fırlattığına tanık olmuştum. İşte Wendy bu kadar kuvvetliydi. Hele bana sa-rıldığı zamanlar...

Ama bir dakika. Eğer Reese tacizci ve katilse, nasıl oluyordu da elektrikli

sandalyeye gönderilmiyordu da sadece askere gönderiliyor-du? Bu pek doğru görünmüyordu. "Peki ya Sara ile Junie?" diye sordum Hızlı Susie'ye.

"Ne olmuş onlara?" Kollarına bebek yağı sürüyordu ve

312 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

saçları siyah bir orman gibi ayaktaydı. "Sence onları öldüren Reese değil miydi?" diye sordum. Troo, "Evet, sana daha önce söylediğim buydu!" Ken-

diyle gurur duyuyor gibiydi. "Reese Latour'un katil ve taciz-ci olduğunu söylemiştim." Haklıydı. Bunu bana hastane lobi-sinde vantrilok dudaklarıyla söylemişti.

Hızlı Susie, "Yoo Reese olduğunu sanmıyorum. Öyle olsaydı, Memur Rasmussen gelip Reese'i kelepçelerle götü-rürdü. Ben sabahtan beri burada yatıyorum ve gelse, görür-düm."

Yine de Troo'nun haklı olduğuna inanıyordum. Katil Reese'ti. Bu gece Bay Dave karakoldan eve dönünce, bunu ona söyleyecektim. Benim onun yeni kızı olmam ve diğer şeylerin heyecanı içinde, bu konuyu herhâlde enine boyuna düşünmemişti.

"Troo," dedim, Latourlarin bahçesine geçerek, "hemen geliyorum. Gidip Wendy'e bir bakacağım."

"Ben Çocuk Bahçesine gidip, Yağlı Al'in ıslahevine gi-dişini kutlayacağım. İşin bitince oraya gel, Şally O'Malley." Troo, Wendy'nin taklidini o kadar güzel yapıyordu ki, ister istemez güldüm. Bu kibar bir hareket olmasa da, yine de gü-zel bir taklitti.

Neredeyse LatourTarm ön kapısına gelmiştim ki, Hızlı Susie bana seslendi: "Sen iyi bir çocuksun. Biraz geri kafalı, ama iyi bir çocuksun!" Sonra "Splish Splash, I was Taking a Bath" şarkısına eşlik etmek için radyosunun sesini açtı.

Hızlı Susie'nin bunu söylemesi çok güzeldi. Kendimi

313 tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

iyi hissediyordum. Reese artık hiç kimseyi taciz edip öldü-remeyeceği için mutluydum. Özellikle de beni. Ayrıca belki kuzeyde, Yağlı Al ıslah olurdu ve eve döndüğünde bu kadar kabadayı olmazdı. Dahası, Annem ölmemişti ve Bay Dave'in evi, eski evimizden çok daha güzeldi. Nell'le Eddie evleni-yordu. Ethel yan komşum olacaktı ve Bay Gary her yaz zi-yarete gelecekti. Hatta, Paulie Dayının beyin hasarlı olması konusunda da kendimi daha iyi hissediyordum, çünkü Et-hel'e göre, kazadan önce tam bir baş belasıydı.

Yani kendimi... bunu tam olarak nasıl tanımlayacağımı bilemiyordum. Belki... hafiflemiş mi hissediyordum? Uzun zamandan beri kendimi bu kadar hafiflemiş hissetmemiştim.

Bu duygular içinde, hayatımın en büyük hatasını yap-tım. Detaylara dikkat etmedim. Babamın beni uyardığı ko-nuyu hatırladığımda, çok geç kalmıştım.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Wendy'nin annesi kapıya gelip Wendy'nin evde olma-dığını söyledikten sonra, onu aramaya başladım ve sonra onun Çocuk Bahçesindeki salıncakta olduğunu gördüm. Çıp-lak dolaşmalarından birini gerçekleştiriyordu ve o kadar yük-seğe sallanıyordu ki, sokağın karşısından zincirlerin çatırtısı-nı duyabiliyordum. Karşıya geçip oraya gittiğimde, Çocuk Bahçesi danışmanı Bobby, "Yapma şunu, ters döneceksin!" diye bağırıyordu.

Wendy gülüyordu ve Bobby'yi dinlemiyordu, fakat beni görünce, "Şally O'Malley, bana bak! Kuş Wendy!" diye ses-lendi.

Bobby, "Ne geri zekâlı kız," dedi ve yürüyüp gitti. Hey, Bobby'nin nesi vardı? Bu kadar kötü bir şey söyle-

mek ona yakışmıyordu. Belki keyfi yoktu. Bu tür yaz sıcak-ları insana böyle şeyler yapabilirdi. Onun arkasından gidip, "Wendy geri zekâlı değil, yalnızca kutlama yapıyor, çünkü Reese bütün hayatı boyunca ona kötü davrandı ve şimdi, Bay Dave onu sorguya çektikten sonra hapishaneye gidiyordu,"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

demek istedim. Fakat bunu söylemedim, çünkü Bobby bizden biri değildi. Çocuk Bahçesi gelecek ay kapandığı zaman, üni-versitesine geri dönecek ve gelecek yaza kadar gelmeyecekti. Yani aslında bu konu Bobby'i ilgilendirmiyordu. Vliet Soka-ğı'nı ilgilendiriyordu.

"Wendy Latour, sallanmayı bırak, sana bir gofret vere-yim!" diye bağırdım.

Bu onun dikkatini çekti, çünkü Wendy şekeri tereyağın-dan veya yerdeki eski sosisli sandviçlerden daha çok sevi-yordu. Wendy şekere bayılıyordu. Troo geldi ve Wendy'nin yavaşlamasını seyretti. "Dünyanın en mutlu kızı, öyle değil mi?" dedi, hüzünlü, takdir eden bir ifadeyle.

"Fler şey yoluna girecek, Trooper, göreceksin," dedim. Wendy durunca, ona cebimdeki gofreti verdim ve sonra

salıncakta, çırılçıplak bir şekilde, zevkle yemesini seyrettim. "O'Malley'ler!" diye bağırdı birisi arkamdan. Dönünce,

Mary Lane'in Çocuk Bahçesinde ilerleyerek geldiğini gördüm. İnanılmaz derecede sıska görünüyordu. Büyük siyah boğazlı ayakkabıları ve beyaz çoraplarıyla, ünlem işaretine benzi-yordu! Troo'yla ben onu Dört Temmuz'dan beri görmemiş-tik, bu nedenle yanıma gelince, onu gördüğüme o kadar sevin-dim ki, neredeyse ona sarılacaktım ama sarılmadım, çünkü Mary Lane çok kuvvetliydi ve eşek sudan gelinceye kadar dövebilirdi. Kavgada Mary Lane'i yendiğini gördüğüm tek kişi Troo'ydu ve bunun tek nedeni Troo'nun İrlandalı gibi dövüş-mesiydi.

"Neler yaptın?" diye sordum. Her zamanki patates kı-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

zartması kokusunu değil, çok daha kuvvetli bir koku aldım. "Hayvan besleme konusunda gizlice babama yardım

ediyorum, çünkü o lanet olası flamingolar, babamın elini ısır-dı." Mary Lane yere tükürdü. "Lanet olsun, o kuşlardan nef-ret ediyorum. Çok güzel görünüyorlar ama onları yakından tanıyınca, çok kötü kişiliklere sahip oldukları anlaşılıyor. Bu-rada birine benziyor." Bobby'nin çift ip atlayan bazı küçük kızlara ip sallamasını seyrediyordu. Mary Lane, Bobby'den nefret ediyordu.

Tekrar Wendy'e baktım, gofretin tamamını ağzına tık-mıştı ve Mongol olmasına rağmen, göğüslerinin büyümeye başladığını fark ettim. Ayrıca, çıplak olduğu için aşağı kısmı-nın kıllanmaya başladığını görebiliyordum. Bu durum bana çok tuhaf geliyordu. Bedeni o olmadan gelişiyordu.

Çocuk Bahçesinin diğer ucunda top oynamakta olan Artie Latour'a seslendim. "Artiiieeee..." Tabii, Reese'in çok sert vurduğu kulağı yüzünden beni duymadı, fakat yer de-ğiştirirken, tesadüfen bizim olduğumuz tarafa baktı ve koşa-rak geldi.

"Eve, Anneye gitme zamanı geldi, Wendy." Artie kız kardeşinin salıncaktan inmesine yardım ederken, Troo'ya baktı ve güldü. Hâlâ ondan hoşlanıyordu.

Troo, "Reese'in gideceğini duyduk," dedi. Yediği çikolata nasıl Wendy'nin suratına yayıldıysa, Ar-

tie'nin gülümsemesi de bütün yüzüne yayıldı. "Evet, önemli bir şey, değil mi?"

Artie, çırılçıplak kardeşini eve yönlendirirken, üçümüz

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

seyrettik. Tam sokağı geçerken, Wendy, Artie'nin elinden kur-tuldu, koşarak geri geldi ve beni yakalayarak, bazen yaptığı gibi sıkıca sarıldı. Yeniden nefes alabilecek duruma geldiğim-de, ona, "Demek seni Spencer'lerin merdivenlerinden iten Ree-se'ti," dedim.

Wendy beni bıraktı, gözlerimin içine baktı ve bir Mon-golun yapabileceğini sanmadığım, daha önce Wendy'nin yap-tığını görmediğim bir şey yaptı. Wendy Latour bana göz kırp-tı! Ve o anda, Wendy'nin Spencer'lerin merdivenlerinden, sadece dolaşmalarından biri sırasında düştüğünü anladım. İtilmemişti. Yalnızca annesine bu hikâyeyi uydurarak Ree-se'in suçlanmasına yol açmıştı. Ah, Wendy! Ne gıcıksın! Ha-yal etmediğimden emin olmak için ona yakından bir daha baktım. Güldü ve Artie'niıı yanına gitti. O kız ,sevgili karde-şini her zaman kötü olan Reese'den kurtarmıştı. Artie'nin bu-nu bilip bilmediğini merak ettim. Her neyse. Bu benim hayal gücümün ürünü değildi. O göz kırpma her şeyi anlatmıştı. Ve Wendy'nin o muzip gülüşü, duanın sonundaki âmin gibiydi.

Bir anlamda. Zira o anda anladım ki, eğer Reese, Wendy'yi merdiven-

lerden aşağı itmediyse, aynı gece beni dar sokakta kovalayan ya da Fazio'1 arın arka bahçesinde yakalayan da muhtemelen Reese değildi. Ortalıkta iki tane deli olamazdı, öyle değil mi? Hayır. Troo yanılıyordu. Sonuçta Reese katil ve tacizci değil-di. Öğleden sonrasını mahvetmek istemiyordum. Ona yanıl-dığını söylemek istemiyordum. Bay Dave'in, yeni Babası ol-ması nedeniyle, zaten kafası karışıktı. Doğru zamanı yaka-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

layincaya kadar bekleyip, öyle anlatacaktım. Troo, Mary Lane ve ben salıncaklara bindikten sonra,

Mary Lane, "Peder Jim'le Bay Gary Galecki hakkında söy-lenenleri duydunuz mu?" diye sordu.

Keşke hepimiz aynı anda yükselip inseydik, ama öyle olmuyordu. Ben ortadaydım, Troo sağımdaydı ve Mary Lane solumdaydı. Hepimiz deli gibi pompalıyorduk, ama farklı zamanlarda. Bu nedenle, "Peder Jim'le Bay .Gary'e ne ol-muş?" diye sormak için, salıncaklarımızın karşılaşmasını bek-lemek zorunda kaldım.

Mary Lane yanımdan geçerken, "İkisi de homoseksüel ve beraberler."

"Neee?" Troo bağırdı yanımdan. "Sen şimdi ne dedin?" Mary Lane dünyanın en büyük yalancısıydı. Yalan söy-

lemeden ancak bu kadar dayanabiliyordu, sanki yalan söy-lemesi gerekiyordu, yoksa alev alacaktı. Bu işine gelebilirdi. Herhâlde bundan sonra, Bay Gary'nin Peder Jim'i kaçırdı-ğını ve gidip Ren Nehri'nin batısında, içinde çamurlu alaba-lık bulunan büyük bir gölün yanında Almanlar ile fırın el-diveni yapacaklarını söyleyecekti.

"Peder Jim'le Gary Galecki birlikte Ren... aman, yani California'ya kaçmışlar ve evleneceklermiş!" diye bağırdı Mary Lane, Troo'ya. "Bu sabah, Ethel, eczanedeki Bay Fitz-patrick'e anlatırken duydum. Mary Lane, Ethel'in ses tonunu taklit ederek ve Ethel'in yaptığı gibi parmağını sallayarak, '"Bay Gary'nin annesine çok sevecen davranması hakkında bazı kuşkularım vardı, ne demek istediğimi anlıyorsanız.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Şimdi herkes öğrenecek. O çocuk tam bir kraliçe.'" Mary Lane bana baktı ve yüzünü komik bir şekle soktu, sanki ne demekse? Demek ister gibiydi. "Peder Jim, kutsal odaya bir not bırakmış ve özür dilediğini, fakat elinde olmadığını ve bunun büyük bir günah olduğunu bildiğini, ama Gary Galec-ki'ye âşık olduğunu ve onunla birlikte California'ya kaçtığını yazmış."

Ulu Tanrım! Ethel'in, Bay Gary'yle ilgili küçük bir so-run var derken kastettiği bu muydu? Neredeyse Bayan Ga-lecki'nin evine koşup, ona soracaktım. Mary Lane'in yalan söyleyip söylemediğini öğrenecektim. Fakat sonra Mary La-ne, "Ayrıca ne var biliyor musunuz?" dedi.

Sallanmayı bıraktı, ben de durdum, Troo da, çünkü Mary Lane bize muhteşem şeyler anlatıyordu ve çok dikkatle dinle-mek istiyorduk.

"Başka ne var?" diye sordu Troo. "Ukala Bobby bir şeyler çeviriyor," dedi Mary Lane. Bobby'ye duyduğu nefret, son iki yazdır devam ediyor-

du. Bobby bir gün, Mary Lane barlardan baş aşağı sallanır-ken şakacı bir tavırla, "Kendi evindeymiş gibi takılan Mary Lane'e bakın," diyerek başlatmıştı. Sonra yere bir muz bı-rakmış ve koltukaltını kaşıyarak uzaklaşmıştı. Tamam, bunu söylemek zorunda kaldığım için özür dilerim ama Mary La-ne, sıska küçük bedeni, uzun kolları ve basıl burnuyla, ger-çekten bir şempanzeye benziyordu. Fakat Bobby ona bunu söylememeliydi. O gün de huysuzluğu üstündeydi herhâlde.

"Bobby bir şeyler çeviriyor derken ne demek istiyor-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

sun?" diye sordum sırf kibarlık olsun diye, çünkü ne de olsa Mary Lane en iyi arkadaşımızdı. Yine kuyruklu yalanların-dan birini söyleyeceğinden emindim.

Mary Lane, "Dün barakadayken onu gözetliyordum ve bir Kroger torbasının içine bakıyordu."

"Eee, ne olmuş?" dedi Troo. "Kendisine dokunuyordu." Başım hızla Mary Lane'e döndü. "Ne demek istiyor-

sun?" "Ne demek istediğimi biliyorsun. Reese Latour'un her

zaman yaptığı gibi." Mary Lane elini şortunun önüne koydu. Troo salıncakta geriye yatmıştı, o kadar ki, neredeyse saç-

ları yere değecekti. "Çantada ne vardı?" Troo'nun ona inanma-dığını ve sadece dalga geçtiğini görebiliyordum.

Çocuk Bahçesinin karşı tarafında Bobby benim ona dik dik baktığımı hissetmiş olmalıydı, çünkü bana baktı.

Mary Lane, "Çantadan bir şeyler çıkarıyordu ve baraka-daki tahta masanın üstüne koyuyor, özel şeylermiş gibi bakı-yordu."

"Çantada ne vardı?" diye sordum tekrar. Bobby atlama ipini yere koymuştu ve bize doğru geli-

yordu. "Biliyorsunuz, barakanın penceresi biraz kirli, bu ne-

denle net bir şekilde göremedim ama bir ayakkabı olduğun-dan eminim."

"Nasıl bir ayakkabı?" İçimde kötü bir his vardı. "Tenis ayakkabısı."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Salıncaktan fırladım ve Mary Lane'in önünde diz çök-tüm. "Şaka yapıyorsun. Emin misin?"

Evet anlamında başını salladı. "Şimdi çeneni kapat, bu tarafa geliyor."

Hemen o anda Bay Dave'in evine koşmalı, karakoldaki telefondan aramalı, tacizcinin ve katilin kim olduğunu bildi-ğimi söylemeliydim. Fakat bir yandan da, herkesin bana ha-yal gücümü kontrol altına almam gerektiğini söylemesinden bıkmıştım. Herhâlde Mary Lane de bıkmıştı. Herkes ona ya-lancı, yalancı, sana kimse inanmaz diyordu. Tabii, Mary La-ne'in büyük kuyruklu yalanlarından birini söylüyor olabile-ceğini de hesaba katmalıydım. Emin olmak mümkün değildi.

Daha detaylı düşünmek için tekrar salıncağa bindim. Bobby bize doğru yürümekten vazgeçmişti ve çeşmeden su içiyordu. Ondan kuşkulandığım için suçluluk hissettim. Bu-günlerde biraz huysuz olsa da, iyi bir adamdı. Genellikle he-pimiz için çok iyi bir arkadaştı ve hep güzel ve temiz giyi-nirdi. Mary Lane uyduruyor olmalıydı.

"Bundan kesinlikle emin misin?" diye sordum yine. Ondan daha fazla kuşkulanmaya başlamıştım, çünkü bize Peder Jim ve Bay Gary'le ilgili o hikâyeyi anlatmıştı ve bu çok korkunç bir yalandı. Peder Jim ve Gary Galecki? Homo-seksüel? Sonra Peder Jim'in iç etekli beyaz elbisesiyle yük-sek topuklu ayakkabılarını hatırladım. Ve Bay Gary'nin yu-muşak tenini ve ince sesini. Willie O'Hara'ya göre birinin ho-moseksüel olduğunu işte böyle anlayabilirdiniz. Zira annesi, sanatsal yönü ağır olan bir çok homoseksüel tanıyordu. Yu-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

muşak ten, ince ses ve sonra Willie bileğini sarkıtarak, "Elle-riyle de böyle yapıyorlar. Ayrıca çiçekleri de çok seviyorlar," demişti. Çiçekler mi? Bay Gary çiçeklere bayılıyordu. Peder Jim de öyle! Kilisenin bahçesine ondan fazla mor kartopu çi-çeği ekmişti. Tanrım. Ethel'le konuşmam gerekiyordu.

"Bunu, yani Bobby'yle ilgili olanı uydurmuyorsun, de-ğil mi?" diye sordum tekrar Maıy Lane'e, bakışlarımı Bobby'-den ayırmadan. Bu arada Bobby ayaklarının ucuna kalkmış, elektrik enerjisiyle yüklü bir şekilde, seke seke bize doğru geliyordu.

"Hayır," dedi. "Ayrıca Peder Jim ve Gary Galecki hak-kındaki hikâyeyi de uydurmadım. Ethel'e git de bak."

Maıy Lane belki yalan söylüyordu, belki de söylemiyordu. Bobby otuz metre uzaktaydı ve bize doğru dev adımlar atı-yordu.

Saçları soprano bir koro elemanı gibi sıkı bukleler hâlin-de olan Bobby'nin elinde, içinde Sara HeinemannTn tenis ayakkabısı olan bir Kroger torbasına sahip olduğuna inanmak çok zordu. Bize hiç kimse inanmazdı. Ben de inanmazdım. Tabii Bay Dave de kesinlikle inanmazdı. Onunla gerçekten iyi bir başlangıç yapmak istiyor, Troo'yla benim onun yanina taşınmamıza izin verdiğine pişman olmasını istemiyordum. Belki fikrini değiştirirdi. Peki o zaman biz ne yapardık? An-nem çok kızardı.

"Neler oluyor, kızlar? Top oynamak isteyen var mı?" dedi Bobby yanımıza gelince. "Belki barlara gitmek istersiniz?" Mary Lane'e sırıttı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Troo, "Ah... teşekkürler. Şimdi Hayvanat Bahçesine git-mekten bahsediyorduk," dedi.

Bobby çok yakışıklıydı, çok ooh la la idi. Üçümüze te-ker teker tuhaf bir şekilde baktı ve sonra, "Belki döndüğünüz zaman oynarız?" dedi.

"Çok iyi olur," dedim. "Peki," dedi gerileyerek, "sonra görüşürüz." "Tanrım, ondan nefret ediyorum," dedi Mary Lane, Bobby

duyma menzilinden çıkınca. "Bana avını sıkıca saran bir boa yılanım hatırlatıyor, soğuk ve kaygan. Afrika'da boaların, bir çocuğu bütün olarak yutabilecek kadar büyüdüğünü biliyor muydunuz?"

İçimi çektim ve yeni baştan ondan, Bobby ile Bay Gary ve Peder Jim hakkında söylediklerinden kuşkulanmaya baş-ladım. "Bu doğru değil."

"Doğru." "Değil." Üçümüz salıncaklardan indik ve Şehir dışındaki sine-

mada gördüğümüz Fransız Yabancı Lejyonu filmindekine benzeyen sıcak dalgasının içinden Çocuk Bahçesinin sonuna doğru yürümeye başladık.

"Doğru." "Değil." Hayvanat Bahçesine giden yolu, bunu yapmamamız ge-

rektiğini düşünerek geçirdim. Bay Dave bu sabah bizi, Hay-vanat Bahçesinden uzak durmamız konusunda uyarmıştı. Fa-kat, Tanrım, Sampson'u çok özlemiştim ve onu görmeye ger-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

çekten çok ihtiyacım vardı. Troo, bütün yol boyunca bir taşı tekmeledi böylece, onun da düşündüğünü anladım. Mary La-ne devamlı olarak gidip, insanların bahçelerini gözetliyor, Raymond' larin orada gördüğü işeyen çocuk heykeli dışında hiç de heyecanlı olmayan şeyler anlatıyordu.

Sampson'a giderken bir iki kafesin daha önünde durduk. Aslanın tüyleri dökülüyordu ve saçkıran gibi bir hastalığa yakalanmıştı. Ayrıca filler de hiç hareket etmiyordu ve sahte gibi duruyordu. Hipopotamlar suyun altındaydı ve onları suç-layamıyordum, çünkü hava biraz daha ısınırsa yüzümde yu-murta pişirebilirdim.

Sampson'un kafesinin karşısındaki ağacımıza tırman-dıktan sonra Kralı gördüğüm için o kadar rahatladım ki, ne-redeyse ağlamaya başlayacaktım. Sırtüstü yatmış şarkı söy-lüyordu, ama ben ona seslenince bana döndü ve gözlerine bakınca, onun da beni, benim onu özlediğim kadar, insanın uzun zamandır görmediği bir akrabasını özleyeceği gibi öz-lediğini anladım. Sonra ayak parmaklarını emmeye devam etti. Sampson'u böyle, dünyayı umursamaz bir şekilde gö-rünce güldüm. Endişelendiğim her şeyin-Bobby'nin baraka-da kendini ovuşturması, Bay Gary'yle Peder Jim'in homo-seksüel olup birlikte kaçması ve Bay Dave'le Troo'nun Kav-gacı Bickerson'lardan daha kötü geçinmesi-kafamdan uçup gitmesini sağladı.

Ta ki Troo bir sigara yakıp, o Fransız halkaları hâlinde üfleyerek, "Kızlar... bir planım var," deyinceye kadar.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

O gece hava ılıktı. Bazı akşamlar sokak ışıkları yandık-tan sonra olduğu gibi ısı yayılmıyordu. Etrafımdaki hava, yeni kesilmiş çimen ve Bay Dave'in bize yaptığı peynirli ma-karna kokuyordu. Tatlı olarak Ethel'in çikolatalı turtasından birer dilim yemiştik.

Mary Lane, Troo ve ben barakaya en yakın tırmanma barlarının üstünde oturuyor, Bobby'nin banklarda Mimi La-tour'la dama oynamasıni seyrediyorduk ve Troo'nun dâhice planını bir kez daha gözden geçiriyorduk.

Barakanın kapısında zincirli bir asma kilit olduğunu her-kes biliyordu. Fakat zinciri gevşekti ve kapıyı epeyce açabi-liyordunuz. Çok da fazla değil, yani zincirle kapı arasından çocuk geçemezdi. Sıradan bir çocuk geçemezdi. Ama Mary Lane gibi bir çocuk, bütün dünyadaki en sıska çocuk, oradan girebileceğinden oldukça emindi ve içeri girdikten sonra o Kroger torbasını bularak polislere götürecekti.

"Hazır mısınız?" diye sordu Mary Lane tırmanma bar-larından aşağı atlayarak.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Troo'yla benim Mary Lane'i sevmemizin nedenlerinden biri buydu, her zaman her şeye hazırdı. Kapıları çalıp kaçmak ya da Fillard Benzin İstasyonu'nda tekerlekleri tekmelemek ve sonra yere yatarak, ezilmiş gibi inlemek. Hatta bir kere-sinde, sakat olduğunu söyleyerek kapı kapı dolaşmış ve para toplamış, sonra da gidip kendine meyankökü almıştı. Mary Lane küçük vahşi bir maymundu! Özellikle gözetlemeye ge-lince.

"Hazırım," dedim. Ama hazır değildim. Yüzme havu-zundaki yüksek tramplene çıkan basamakları tırmandıktan sonra, o kaba tahta üzerinde yavaş yavaş uca kadar yürürken ne kadar korktuysam, şimdi de o kadar korkuyordum. O za-man, rüzgârda zıplayarak orada öylece durmuş ve cesareti-min gelip beni itmesini beklemiştim. O basamaklardan kaç kere başım önümde, utanç içinde geri dönüp indiğimi anlata-mam.

Fakat bu gece caymayacaktım. Bunu hissediyordum. Bunun nedenini merak ettim. Belki Bay Dave'in Babam ol-masından veya Annemin iyileşmesinden ya da ikisinin aynı kaba konulup karıştırılarak farklı ve daha cesur bir Sally O'-Malley yaratmasından kaynaklanıyordu. Büyümek böyle mi oluyordu?

Sokağın karşısında, Çocuk Bahçesinde büyük ışıklar ya-nıyordu. Mahalledeki erkekler softbol maçı yaptığı zaman yak-tıkları ışıklardı bunlar. Bu gece Feelin' Good Kurabiye Fabri-kası, Polislere karşı oynuyordu. Bay Dave oradaydı. Üçüncü kalede oynuyordu. Bütün erkekler birbirlerine bağırarak beys-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

bol kelimeleri kullanıyorlardı: Haydi, Gil, küçük bir atış. Vur, ilk kez buluşan iki tavşan kadar kontrol edemiyorsun. Hey, eğer sadece seyredeceksen, git bilet al. Ayrıca tribünlerden bir sürü yuhalama ve bağrışma geliyordu. Rüzgârın yönü de-ğişince, kurabiye fabrikasının kazanacağından emin oldum. O damla çikolatalı kurabiye kokusu, fabrika oyuncularına güç verecekti.

Barlardan aşağıya atladım ve kırmızı çizgili beysbol üniforması içindeki Bay Dave'e baktım. Hemen üçüncü kale-ye koşup, ona Mary Lane'in barakada Kroger alış veriş tor-bası gördüğünü anlatmayı düşündüm.

Troo benimle zihinsel telepati kurdu ve kibirli bir şekil-de, "Unut gitsin, Baban olması umurumda değil, sana inan-mayacaktır ve top oynarken onu rahatsız ettiğin için sana kızacaktır," dedi.

"Baban kim?" diye sordu Mary Lane. Troo, sakin bir şekilde, "Babası Rasmussen," dedi. Mary Lane, bazen Ethel'in yaptığı gibi, bilgiç bir şe-

kilde, evet anlamında başını salladı. "Ha, evet, bunu biliyor-dum," dedi.

"Biliniyordun, Mary Lane. Bu, söylediğin en büyük ya-lan," dedim.

"Tabii ki biliyordum. Tanrı aşkına, Sally, kimsin sen? Helen Keller mi? Birbirinize ne kadar benzediğinize bak."

Softbol sahasına baktım. Mary Lane haklıydı. Bay Dave üçüncü kalede çömelmiş, elini eldivenine vuruyordu. Bana ve Troo'ya, istersek gidip maçı seyredebileceğimizi, fakat

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

hiçbir koşul altında Çocuk Bahçesinden ayrılmamamızı söy-lemişti. Eddie Callahan, kurabiye fabrikasının takımında oy-nuyordu, çünkü babası, kurabiye presine yakalanmadan önce orada çalışıyordu. Bu nedenle, Nell tribünlerde oturuyor, iki dakikada bir Eddie'ye el sallıyordu. Keşke Annem burada olup, Bay Dave'i görebilseydi, diye düşündüm. Bal rengi te-lliyle çok yakışıklı duruyordu, saçı neredeyse benim saçlarım kadar açık renkteydi, yeterli miktarda kası vardı, fakat mo-bilya kaldırmanız gerekse, işe yarardı. Ona bakmak bile An-nemin kendisini daha sağlıklı hissetmesine yeterli olabilirdi. Bahse girerim, sonunda evlenecekler ve ikisinin de sevdiği bir yere, belki Miami Beach, Florida gibi büyüleyici bir yere balayına gideceklerdi ve geri döndüklerinde—

Mary Lane beni itekleyerek, "Hayal kurmayı bırak... gö-zetleme yapma zamanı geldi," dedi ve Maymunlar Adası'nda yaşayan şempanzeler gibi güldü. "O bir şair ama kendi bilmi-yor, fakat ayaklarından anlaşılıyor. Çok uzunlar. He he he." Korkuyormuş gibi görünmüyordu. Aslına bakarsanız, geçen yıl Kuzey Caddesi'nde yanlışlıkla o büyük yangım çıkardığı günden beri Mary Lane'i bu kadar mutlu görmemiştim.

"Troo," dedim, "Bobby'nin bankta kalmasını sağla, eğer kalmazsa, çok yüksek sesle, 'Ah, merhaba Bobby, top oyna-mak ister misin?' gibi bir şeyler söyle, olur mu?"

Troo, konsantre olmuş bir şekilde, dilini dudaklarının arasına sıkıştırarak Bobby'e bakıyordu. "Gözümün önünden ayırmayacağım." Davy Crockett rakun derisi şapkası başın-daydı ve yaz güneşinde rengi açılarak henüz tam olmamış

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

çilek rengine dönüşen kıvırcık kızıl saçları, sırtının ortasına iniyordu. "Peki, Barb ne olacak?"

"Bu gece çalışmıyor. Sordum," dedim. Haydi gidelim demek amacıyla Mary Lane'e döndüm,

ama o zaten barakaya doğru yola çıkmıştı. Bir kez daha Bay Dave'e baktım ve eğer Bobby'nin tacizci ve katil olduğu or-taya çıkarsa, benimle ne kadar gurur duyacağını düşündüm. Eğer katil o değilse... zarar vermediğimiz sürece sorun yoktu.

Mary Lane okulun köşesini dönerek kayboldu. Ben bir kez daha Bobby'e baktım, dama tahtasının üzerinden Mimi Latour'a doğru eğilmişti. Eli Mimi Latour'un elinin üzerin-deydi.

"Sally," diye yüksek sesle fısıldadı Troo dikkatimi çek-mek için.

Ona baktım. İki elimin başparmaklarını yukarı kaldırdı. Ben de ona aynısını yaptım ve köşeyi döndüm. Zavallı

kalbim. Kuduz kapmış köpek gibi kesik kesik nefes alan göğ-sümde atıp duruyordu. Epey karanlıktı, çünkü barakanın ka-pısının üstündeki küçük lambadan başka ışık yoktu ve o da yanıp sönüyordu. Gözlerim karanlığa alışınca, serin olacağı ümidiyle, yüzümü okulun tuğlasına dayadım. Ama serin de-ğildi. Sıcaktı, pütürlüydü ve kaldırım gibi kokuyordu.

"Mary Lane?" diye seslendim. Solumda, bir ağacın arkasından yüksek sesle fısıldadı.

"Haydi gel, fazla zamanımız yok. Sekizinci atıştalar." Bara-kanın kapısına doğru koştu ve bana el sallayarak gel işareti yaptı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

İçeride bir lamba yanıyordu ve bir çizgi hâlinde baraka-dan çıkarak kırık bir cam parçası gibi çimenlere vuruyordu. Mary Lane kapıyı işaret etti. Plana göre, benim kapıyı müm-kün olduğunca çekmem gerekiyordu, çünkü bahçeyle uğraş-tığım için çok güçlüydüm. Kapının kenarını tuttum ve hızla çektim. Mary Lane kapının önünde yan duruyordu. Vücudu-nun büyük bir kısmını geçirdi, fakat sonra durdu ve, "Biraz daha, biraz daha açman lazım, Sally. Başımı sokamıyorum," dedi. Konsantre olabilmek için gözlerimi kapadım ve sahip olduğum kuvvetin her gramıyla, kendi kendime bunu yapa-bilirsem Çocuk Bahçesinin Kraliçesi olarak adlandırılacağımı söyleyerek, daha fazla çekmeye çalıştım. Çekiştirdim ve ho-murdandım, sonunda işe yaramış olmalı, çünkü gözlerimi aç-tığım zaman Maıy Lane, "Bu sıskalığın bir gün işime yaraya-cağını biliyordum," diyerek barakanın içinde kayboldu.

Bunu dünyadaki hiçbir insan yapamazdı. Sonra Troo'nun sesini dinledim, ama hiçbir şey duya-

madım, uyarı yoktu, konuşma yoktu. Hiçbir şey. Kapıdaki yarıktan, Mary Lane'in barakanın içinde ilerlemesini, içinde büyük kırmızı toplan tuttukları büyük metal konteynırm ya-nından geçmesini, bir sürü beysbol sopasıyla eldivenini geç-mesini seyrettim. Hızlı bir şekilde hareket ederek, muhteme-len üzerinde, Çocuk Bahçesinde arızalanan şeyleri tamir ettik-leri ve Bobby'nin o Kroger torbasını açtığını gördüğü uzun tahta çalışma masasına gitti. Dolaba ve küreklerin arkasına baktı. İçinde boya tenekeleri bulunan yeşil metal bir kutunun kapağını açtı. Mary Lane bana döndü ve omuzlarını kulak-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

larına kadar kaldırıp indirdi. Torbayı bulamıyordu. Belki, Bobby, Mary Lane'in kendisini gözetlediğini fark etmişti ve torbadan kurtulmuştu. Veya Mary Lane o büyük yalanların-dan birini söylemişti.

Kolumu kapıdaki yarıktan içeri sokup, bakmadığı kö-şeyi işaret ettim. "Oraya bak."

Mary Lane oraya yürüdü ve eline bir şey aldı. Yalnızca çürümüş bir salıncak zinciriydi. Geri döndü ve yüzüme, şim-di ne olacak der gibi baktı. Kırmızı top konteynırını göster-dim. İçimde bir his vardı. Gözümün önüne, Bobby'nin de-vamlı olarak o kırmızı toplardan birini zıplattığı geldi. "Top varilinin içine bak. Aşağılara in."

Beysbol maçından alkış sesleri geldi. İki... dört... altı... sekiz... Biz onları çok severiz! Maç bitmişti. Çocuk Bahçesi kapanıyordu. Bobby, büyük ışıkları kapatmak üzere birazdan burada olurdu. Kapıdan seslendim: "Çabuk ol." Mary Lane sıska kollarını mümkün olduğunca varilin içine daldırdı ve dolaştırdı. Sonunda kolunu çıkardı ve elinde üstü katlanmış Kroger torbası vardı. Sırıttı ve bana doğru yürümeye başladı. Tam alnının akıyla çıkmak üzereyken, ıslık sesini duydum.

Ensemde nefesini hissedebiliyordum. Troo'yu nasıl aş-mıştı?

"Beni mi arıyorsun, Sally?" diye sordu Bobby, gerçek-ten dostane bir tavırla. Ellerini omzuma koydu ve yüzümü kendisine doğru çevirdi. "Çünkü ben seni arıyordum." Yere baktım ve artık ayaklarında o beyaz tenis ayakkabıları yoktu. Siyah ayakkabılar vardı, o hantal olanlardan. Ve pembe-yeşil

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

baklava desenli çoraplar. Mary Lane yalan söylememişti. Katil ve tecavüzcü, Bobby Brophy'ydi. Elinde barakanın asma kilidinin anahtarı vardı. Eğer onu

uyarmazsam, Mary Lane, Bobby tarafından yakalanacaktı. Bu nedenle Bobby'nin her zaman sandığım insan olduğunu hayal ettim, bir an hayal ettim. Arkadaşım. Satranç öğretme-nim. "Ah, Bobby," dedim gerçekten yüksek sesle ve güldüm. "Beni korkuttun. Yalnızca barakaya girip, kendime birkaç tane kordon alayım demiştim. Anneme bir tane yapmak isti-yorum, çünkü hastaneden çıkıp eve gelecek. Senin de Mi-mi'yle dama oynamakla meşgul olduğunu gördüm ve... hey, hızlı bir satranç oyununa ne dersin?"

Bobby beni dikkate almadı ve etrafa bakındı. "Arkada-şın Mary Lane nerede? Birlikte buraya geldiğinizi gördüm. Nereye kayboldu?" Barakanın içine baktı, ışık yüzüne vur-du ve bir melek gibi yüzünü aydınlattı. Nefesimi tuttum ve Meryem Ana'ya, yardım etmesi için dua ettim. Başını yarık-tan çekmesi sanki çok uzun zaman almıştı. Sonra tekrar sor-du, "Nerede o, Sally?"

"Burada değil. Eve gitmesi gerekti. O..." Bobby sırıttı ve bana bir adım daha yaklaştı. "Ah, Tan-

rım bu çok kötü. Onun için gerçekten çok özel bir şey plan-lamıştım. Şimdi bütün eğlenceyi kaçıracak."

"Bobby, gerçekten gitmem gerekiyor. Troo beni bekli-yor." Dönüp yürümeye çalıştım. Ama beni bileğimden yaka-ladı. "Aslında Sally, beklemiyor. Troo galiba tırmanma bar-larından düştü ve biraz uyuyor."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Troo," diye inledim ve elinden kurtulmaya çalıştım. Beni daha yakınma çekti.

Bobby'nin ön dişleri arasında küçük bir aralık vardı ve buna daha önce hiç dikkat etmemiştim. Saç örgümü tuttu ve ucunu dudaklarına sürttü. "Sarışınlara bayılıyorum. Ve o ye-şil gözlerin. Muhteşem." Gırtlağından komik bir ses çıkarı-yordu, Kenfıeld'lerin kedisinin göbeğini ovuşturduğum za-man çıkardığı sese benziyordu. "Çok özel bir gece geçire- ce-ğiz. Bütün yaz bunu planladım. Hazır mısın?"

O anda çığlık atmaya çalıştım, ama çıkarabildiğim tek ses, "Ahhh," oldu. Tıpkı rüyamda, Kara Göldeki canavar be-ni yakaladığı zaman olduğu gibi. Sadece benim ve Bobby'-nin duyabildiği hırıltı sesi.

"Bu bir evet mi?" diye mırıldandı. Parmaklarını blu-zumda dolaştırıyordu ve şortuma iniyordu. Nefesi, top oyna-dıktan sonraki gibiydi. Sonra kollarını bedenime doladı ve yüzünde yastık yüzüyle Fazio'ların arka bahçesinde beni ko-valadığı gece vücudundan çıkan duyguyu tanıdım. Ondan çıkan korku olduğunu sandığım duyguyu. Korku değildi... O zaman anladım. Bobby heyecanlanmıştı. Uzun zamandır is-tediğiniz bir şeye sonunda sahip olduğunuz zaman hissetti-ğiniz gibi.

Beni göğsüne çekti ve sarıldı. Ensemde hissettiğim ılık nefesi, bir bebeğin nefesi gibi süt kokuyordu. Sokağın karşı-sındaki evlerden birinde olup, bizi seyrediyor olsaydınız, kendi kendinize, şu Bobby Brophy ne kadar iyi bir danışman ki, çocuklarla bu kadar ilgileniyor, diye düşünebilirdiniz. Du-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

daklarinı kulağıma soktu ve titreyen dili kulağımın içini ya-ladı. Düşünebildiğin tek şey, avını sıkıca saran ve çocukları bütün hâlinde yiyen boalarla ilgili olarak Mary Lane'in an-lattığı şeylerdi.

Gözümün ucuyla, Mary Lane'in o çalışma masasının al-tındaki gri gölgeden çıkıp, fare kadar sessiz bir şekilde, ma-sanın hemen üstündeki kirli pencereyi iterek açtığını gördüm. Kroger torbasını yanina almış mıydı? Eğer almadıysa ve ko-şarak gidip Bay Dave'i bulup, Bobby Brophy'nin tecavüzcü ve katil olduğunu anlatırsa, Bay Dave, yalancı Mary Lane'e inanmazdı.

Bobby geri çekildi ve bir elini enseme götürdü. Önce gıdıkladı, sonra da sıktı. Diğer elini, barakanın kapısındaki yarığa soktu, bir şeyi çekti ve Çocuk Bahçesi kapkaranlık ol-du. Sonra beni hızla okulun arkasına doğru çekti, zira başka bir çıkış yolu vardı. Direnmeye çalışınca, başka türlü bir hı-rıltıyla, "Bana karşı koymaktan vazgeçmezsen, seni şimdi, burada boğarım ve sonra ne yaparım, biliyor musun?" dedi. Beni çekerek 50. Sokak'tan karşıya geçirdi ve Grinder'lerin evinin arkasına götürdü. Beni garajlarına dayadı ve vücuduy-la beni itmeye başladı. Pantolonunun içinde sert bir şey göğ-süme baskı yapmaya başladı. "Gidip Troo'yu alacağım."

Direnmeyi bıraktım ve onun üstüne yığıldım. Sonra gü-zel gelen bir sesle, "Bu kadar acele ettiğim için özür dilerim, Sally. Normalde gelinlerimi kırlarda bir yere götürmeyi ve onlarla biraz daha vakit geçirmeyi severim, birbirimizi biraz daha yakından tanıdıktan sonra onları tekrar göle getiririm."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Beni, zincirine karşı mücadele eden siyah bir köpeğin havla-dığı başka bir bahçeye götürdü. Bobby köpeği başından tek-meledi. Köpek cıyakladı, sonra sustu. "Nereye gittiğimizi bi-liyor musun? Sana üç tahmin hakkı vereceğim." Bacaklarım o kadar titriyordu ki, yürüyemedim ve sonunda Bobby beni sürüklemekten vazgeçti ve beni kucağına aldı. "Senin en sev-diğin yerlerden birine gidiyoruz."

Fitzpatrick'lerin eczanesinin önünden neredeyse koşa-rak geçerken, gömleğinin altından kaslarını hissedebiliyor-dum. Vitrinin loş ışığında, Henry'nin içeride kitap okuduğu-nu görebiliyordum. "Henry... imdat," diye seslenmeye çalış-tım. Bobby, araba yağı gibi kokan eliyle ağzımı kapattı ve nefes nefese, kaba bir sesle, "O küçük Homo Henry'i sevi-yorsun, değil mi?" dedi. Sanki duygularını incitecek bir şey yapmışım gibi konuşuyordu. "Henry'i, Bobby'den çok sev-miyorsun, değil mi?" Pencereden, asla evlenemeyeceğim ço-cuğa bakıyordu.

"Hayır, Bobby. Hayır. Henry'i senden çok sevmiyorum. En çok seni seviyorum," diye fısıldadım. Bunu neden söyle-diğimi bilmiyorum, çünkü söyleyince ağlamaya başladım.

Bobby, babacan bir tavırla, "Ah, haydi ama, yapma. Bir-likte çok eğleneceğiz ve işimiz bitince, babanla beraber ola-bilirsin. Tıpkı Junie ve Sara'ya yaptığım gibi, senin cenazene de pembe karanfiller getiririm." Yanağımı okşadı ve Baba-mın eskiden yaptığı gibi, burnunu burnuma sürttü. Mırılda-narak, duyduğum siren seslerine eşlik etti. Benim için mi ge-liyordu?

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

"Ne düşündüğünü biliyorum, tatlım, ama sakın ümit-lenme. Bobby, bu polislere göre çok akıllı. Bana inan. Hiç kimse bilmiyor." O anda aşırı derecede güçlenmiş gibiydi. Sanki deneyimle pratik kazanmıştı. Neredeyse göle gelmiş-tik. "Ah, bak, işte orada. Balayımızı geçireceğimiz nokta." Ben kollarında sallanırken, koşarak sokağı geçti. Sirenlerin yak-laştığını duyabiliyordum ve lütfen, lütfen, lütfen, Mary Lane, Kroger torbasını almış ve Bay Dave'i bulmuş olsun diye dua ettim. Eğer bulamadıysa, Bobby benimle işini bitirdikten sonra, gidip Kroger torbasını alabilirdi ve hiç kimsenin ruhu duymazdı. Sonra Mary Lane insanlara olanları anlatmaya ça-lışınca, herkes başını sallayıp, yine hikâyelerinden birini an-lattığını düşünecekti. Ya Troo... Troo'ma ne yapmıştı?

Bobby, beni Hayvanat Bahçesinin hemen girişinde bu-lunan ağaçların altındaki çimenlere yatırınca kıkırdadı. Kır-mızı kayıklardan yakın sayılırdık, fakat sokak lambalarından uzaktık. Islak toprak kokusunu alabiliyor ve göl suyunun ça-murlu kayalıklara çarptığını, yakında bir yerlerden gelen müzik sesini ve bir kızın kahkaha attığını duyabiliyordum. Bobby gömleğini başının üzerinden çıkardı ve sonra deri kemerini çekiştirmeye başladı, biraz zorlanınca homurdandı. Çözmek için kemer tokasına bakınca; kafamda Babamın sesini duy-dum... Şimdi, Sal, şimdi. Rüzgâr gibi uç. Hemen fırladım, beni yakalamasına fırsat vermeden çitin üstünden atladım ve Hayvanat Bahçesine giden yolda koşmaya başladım. Arkamda Bobby'nin ayakları zincir korkuluğunda takırdayıp duruyor-du ve, "Kırmızı ışık, yeşil ışık, hayaleti görelim artık," diye

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

şarkı söylüyordu. Kahkahası çok tizdi, hava akımı sirenine benziyordu.

Bu şekilde koşmaya devam edemezdim. Çok yorgun-dum ve göğsüm yanıyordu, bu nedenle yavaşlamak zorun-daydım. Yavaşladığım takdirde Bobby'nin beni yakalaya-cağını biliyordum. Bu nedenle yoldan çıkıp, hayvan kafesle-rinin olduğu yere yöneldim. Bobby Hayvanat Bahçesini be-nim kadar bilmiyordu, çünkü ayıların ininin önünde asfalttan çıkan eski kanalizasyon koluna takıldığını duydum. "Lanet olsun!" diye bağırdı. Fakat hemen ardından, ayak seslerinden tekrar koşmaya başladığını anladım. Karanlıkta terinin ko-kusunu yakında, çok yakında hissettim. "Dur, yoksa seni ya-kaladığım zaman, canını hayatında hiç yaşamadığın kadar acıtırım, seni küçük kaltak." Sesi daha önce hiç duymadığım kadar sertti ve derinden geliyordu. Yüreğimde Bobby'nin, şeytanın ta kendisi olduğunu biliyordum. Ve sözünün eri ol-duğunu. Hiç kimse bilmiyordu. Siren durmuştu.

Ama ben durmadım. Bazı hayvanların karanlıkta kıpır-dandığını duyabiliyordum ve kokularını alabiliyordum. As-lan kafesinin yanından koşarak geçtim, Troo'yla benim en sevdiğimiz ağacın yanından geçtim ve Sampson'un bölme-sinin önündeki siyah demir çitin üstünden atladım. Bu kadar sıcak olduğu zaman hayvanları evlerine sokmadıklarıni bili-yordum. Orada karanlıkta, beni bekliyordu. Hızla, mağaranın kenarındaki çimlere gittim.

Bobby'nin arkamdan yaklaştığını duyabiliyordum. Yü-zümü ona dönünce, "Yakaladım, seni," dedi. Beni yakalamak

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

için hamle yapınca, vücudundaki hava, kalkan bir uçak gibi dışarı çıktı, kolları kanat gibi açıldı. Sonra, son anda yere eğil-dim ve üzerimden uçtu. Göğsü parlak ve pürüzsüzdü. Son de-rece yavaş bir şekilde oldu, sanki görünmeyen bir kuvvet onu havada tutuyordu. Gülerek bana uzandı ve böyle yapınca, onu tutan şey bırakıverdi. Mükemmel, şahane bir gürültüyle Sampson'un oyuğuna düştü.

Bir süre derin bir sessizlik oldu. Sadece benin nefes alıp verişim duyuluyordu. Sonra aşağıdan hışırtılar duyuldu ve Gökyüzü Kralım melek gibi bir sesle şarkı söylemeye baş-ladı... "Don't Get Around Much Anymore."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

O gece bizi hastaneye götürdüler. Troo'nun başının yan tarafında kocaman bir şişkinlik vardı. Bobby gizlice arkasın-dan gelerek onu tırmanma barlarından aşağı çekmiş ve ba-yıltmıştı. Ayrıca Troo'yu dikenli otların arkasına sürükleye-rek çektiği zaman bacaklarında çizikler oluşmuştu. Benim boynumda, Bobby'nin parmaklarının şeklinde morartılar ve kesikler vardı, fakat Dr. Sullivan bunların zamanla geçeceği-ni söyledi.

Gecenin gerçek kahramanı Mary Lane'di, çünkü bara-kanın penceresinden sürünerek çıkarken, Kroger torbasını al-mıştı. Torbanın içinde bir yastık yüzü, Junie'nin madalyonu, Sara'nın tenis ayakkabısı ve kesilmiş sarı saç parçaları ve hiç kimsenin haklarında hiçbir şey bilmediği başka kızlardan al-dığı başka şeyler vardı. Artık polisin elinde, Bobby'nin taciz-ci ve katil olduğuna dair kanıt vardı. Ona, bütün sıska yaşamı boyunca istediği kadar fıstık ezmesi ve reçelli sandviç yapa-cağımı söyledim. Sırf bizimle olmak için hastaneye gelmişti, çünkü iyi olduğumuzdan emin olmak istiyordu. Hatta onu

tarama: Pride düzenleme: Nygr

durdurmaya çalışan Komiser D'Amico'nun bacağını tekme-lemişti. Sonunda onun ekip arabasına binmesine izin vermek zorunda kalmıştı. Ekip arabası, itfaiye aracı kadar iyi değildi ama idare ederdi. Acil Serviste, Dr. Sullivan, Troo'yla beni muayene ederken, Mary Lane'e de baktı ve, "O çocuk ke-sinlikle gıdasız kalmış," dedi.

Bay Lane onu eve götürmeye gelince, Dr. Sullivan ona bir şey söyledi ve Bay Lane olumlu anlamda başını salladı. Fakat Mary Lane, gitmeden önce Troo'yla benim (Acildeki yataklardan birini paylaşıyorduk) yanıma gelip, "Dr. Sulli-van'ın nefesi, aslan kafesi gibi kokuyor," diye fısıldadı. Troo'-nun başını inceledi ve, "Bobby'nin kötü biri olduğunu söy-lemiştim. Belki gelecek sefere, size bir şey söylediğim za-man, bana inanırsınız," dedi.

Bunu gerçekten yapmaya çalışacağımı düşündüm... fakat muhtemelen yapmayacaktım. Benim için kitap okumak neyse, Mary Lane için de yalan söylemek aynı şeydi. Çok önemliydi. Belki de ikimiz açısından, Bayan Goldman'in bana söylemeye çalıştığı şeye benziyordu. Schnitzel'le dolu bir yere gidebilmeniz için, bir süre hayatınızın başka türlü oldu-ğunu hayal etme şekli.

"Yarin akşam kırmızı ışık-yeşil ışık oynar mıyız?" diye sordu Mary Lane.

Troo'yla ben, "Tabii," diye cevap verdik. Sonra yaşlı hemşire gelip, Troo'yla beni yukarıya, An-

nemin odasına çıkardı. Aslında sanırım Bay Dave hastaneye gitmemizi istemişti, çünkü böylece O'Malley kardeşler, An-

342 tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

neleriyle birlikte olabilirdi. Zira henüz Babalık konusunda çok başarılı sayılmazdı. Bu biraz deneyim gerektirecekti. Böy-lece Troo'yla ben Annemin iki yanma yattık. Kollarıyla iki-mize de sarıldı. Daha iyi görünüyordu. Artık o kadar şeffaf değildi.

Annem o mükemmel iç çekmelerinden birini yaptı ve, "Eh, ben bir süre uzaklaştım diye, Ulu Tanrım, siz O'Malley kardeşler nelere bulaştınız?"

Anneme Troo'nun Bobby'i yakalama planını anlattım. Dikkatle dinledi ve arada bir nefesini tuttu. "Biliyor musun, Anne, o isim oyununda belki yanlış yaptın. Çünkü İrlandalı bir çocuk beni öldürmeye ve taciz etmeye çalıştı ve bir İngiliz kız günü kurtardı," demek istiyordum. Ama kendisim kötü his-setmesini istemiyordum, bu nedenle söylemedim. Ama bunu düşündüm, unutmayacaktım ve daha iyi olduğu zaman söy-leyecektim, çünkü bu hayatta sahip olunması gereken önemli bir bilgiydi.

Sonra Troo araya girerek, "Mary Lane sürünerek pen-cereden çıktıktan sonra, Rasmussen'i bulmuş ve ona Kroger torbasını göstermiş. Bu kolay bir şey değildi, çünkü çok ka-ranlıktı. Sonra ona, Bobby'nin Sally'i kaçırdığını ve beni na-sıl tırmanma barlarından çektiğini anlatmış. Polisler beni o otların arkasında buldu ve çok kötü kokan bir şeyle uyandır-dı. Onlara nereye gitmeleri gerektiğini söyledim, Rasmussen ekip arabasına koşarak sireni açtı. Diğerlerinin hepsi normal arabalarıyla ve beysbol sopalarıyla gitti," dedi. Yutkunarak nefes aldı. "Sally'i tam söylediğim gibi, Sampson'un kafe-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

sinin önünde bulmuş." Sampson'un adını duyunca Annem güldü. Onun hak-

kında ne hissettiğimi ve nedenini biliyordu. Aslında bu du-rum onu biraz kızdırıyordu ama bu gece, "Anlaşılan Kral bu gece seni kolluyordu, Bebeğim," dedi.

Ona, Babamın bana rüzgâr gibi uçmamı söyleyen sesini duyduğumu söylemedim. Onun, ikimizin arasında sır olarak kalmasını istedim.

Sonra, hastane odasına Nell geldi. Ve Eddie. Ve Tabii, Bay Dave. Annem uyuduktan ve yaşlı hemşire bize gitme-mizi söyledikten sonra, Bay Dave, Troo'yla beni yeni evimi-ze götürdü ve bize banyoyu hazırlayarak içine vanilya kokulu Avon banyo köpüğü koydu. Troo küvette, "Doksan dokuz bi-ra şişesi rafın üstünde," şarkısını söylerken, Bay Dave, onun-la verandada oturmamı istedi. Üst basamakta yan yana oturu-yorduk. Bacaklarımız birbirine değiyordu. Taze sıkılmış por-takal suyu gibi kokuyordu. Birden Bay Gary'i ve Califoraia'-da arka bahçesinde yetişen portakal ağacını düşündüm.

"Mary Lane, Peder Jim'le Bay Gary'nin birbirlerine âşık olduğunu ve evlenmek için California'ya kaçtıklarını söyledi. Bu doğru mu?" dedim.

Bir süre hiçbir şey söylemedi. "Evet... doğru." "Sence bu doğru mu?" "Emin değilim. Sence?" Biraz düşündüm. "Sevdiğin biriyle beraber olmakta bir

sakınca olmadığını düşünüyorum. Başka insanlar öyle dü-şünmese de."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Bay Dave'in gözüne herhâlde bir şey kaçmıştı, çünkü mendilini çıkardı ve uzun süre gözlerini sildi. "Biliyor mu-sun, bugün gerçekten çok cesurdun. Fakat bir daha birinin sana inanmasına ihtiyaç duyarsan, bana gel."

"Ama cesur değildim," dedim üzüntüyle. "Korkudan ödüm patladı."

"Cesur olmak, korkmamak anlamına gelmez, Sally." Saç örgümü okşuyordu. "Cesur olmak, korkmak, ama yine de yapmak demektir. Herkes korkar."

"Sen?" "Uzun süre çok korktum," dedi omzumu sıkarak. "Ama

şimdi kendimi çok daha iyi hissediyorum." Cırcır böcekleri çıldırmıştı ve yanda Ethel, akşam bula-

şıklarını yıkarken alçak sesle bir şarkı mırıldanıyordu. Bayan Galecki'nin, oğlunun Peder Jim'e âşık olmasını kabul etme-sini diledim. Sonunda kabul edeceğinden emindim. Bayan Galecki, geç gelişen Gary'sini çok seviyordu ve birini sevdi-ğiniz zaman, onları ne olursa olsun sevmeniz gerekir, doğru değil mi? Homoseksüel ya da Ethel'in ifadesiyle kraliçe olsa-lar da.

"Bobby'e ne olacak?" diye sordum. Bay Dave bir süre gökyüzüne baktı ve sonra yumuşak

bir sesle, "Bobby öldü, Sal. Düştüğü zaman boynunun kırıl-dığını sanıyoruz," dedi. Yeşil gözlerimizle bana baktı. "Samp-son Bobby'i kafesin üstüne götürdü ve bırakmadı, sanki onu bi-zim için tutuyor gibiydi. Ambulans sürücüleri Bobby'nin bedenini oradan çıkarabilsin diye, Bay Lane, Sampson'u uy-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

ku iğnesiyle vurmak zorunda kaldı." Sampson. Muhteşemsin! Bobby için hiç üzülmedim. Başına gelenleri hak etmişti.

Belki biraz üzüldüm, çünkü hayırsever birinin yapması gere-ken şey buydu, fakat sonra, bana nasıl homurdandığinı, Ju-nie'yle Sara'ya nasıl tecavüz edip öldürdüğünü ve Troo başı-nın şişmesine sebep olduğunu hatırladım ve hayırsever olma-nın canı cehenneme diye düşündüm.

Konuşmadan orada biraz daha oturduk. Sonra Bay Dave şefkatle kolunu omzuma doladı ve beni kendine çekti. Bunu ilk kez yapıyordu ve hiç de tuhaf gelmemişti.

Daha sonra, ben banyo yaptıktan sonra, Troo'yla ben, ahşap karyola başlığı ve saçaklı beyaz kadife yatak örtüsü olan güneş kokulu yeni yatağımızda çarşafların altına girdik. Odanın karşı tarafında hep istediğim bir şey vardı. Bay Da-ve'in bana bunu almayı nasıl akıl ettiğini merak ettim. İçinde, şaşırtıcı derecede pembe çakıl taşlarına yarıya kadar gömül-müş olan küçük bir altın sandığı ile çok sayıda küçük balıkla, birkaç tane melek balığı-en sevdiğim balık-bulunan bir ak-varyum duruyordu. Dottie'nin akvaryumuna çok benziyordu, yani Bay Dave Beşlik Onluk Dükkânına gitmiş olmalıydı.

Troo'nun sırtını ovarken, bir yandan akvaryuma bakı-yor, bir yandan da Dottie'yi ve yanında annesi-babası olma-dığı için ne kadar üzgün olabileceğini düşünüyordum. Onlar da Dottie olmadığı için çok üzgündü. İnsanlar neden böyle şeyler yapıyordu?

"Bu unutulmayacak bir yaz oldu, değil mi, Sally?"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

"Haklısın, Troo." "Biliyorsun, Rasmussen'in Babam kadar iyi olmasına

imkân yok." "Biliyorum." "Uzaktan yakından ilgisi yok." "Uzaktan yakından ilgisi yok." Yan evde, Ethel, Ray Buck'la birlikte cam kaplı veran-

daya çıkmıştı. Caz müziği dinliyorlardı ve arada bir gülüyor-lardı. Uzun metal bardaklarindaki buzlar sağa sola çarparak ses çıkarıyordu.

Troo esnedi ve, "İyi geceler, Sally," dedi. "İyi geceler, Sally." Bu yaz gecelerinden birinde, Troo parmaklarını emmeyi

bırakmıştı, fakat oyuncak bebeğine hâlâ sıkı sıkı sarılıyordu. Troo'nun uyku nefesi odayı doldururken, Annie'yle ben pa-rıltılı akvaryum suyunda ve içinde ne olduğunu bilmediğimiz altın sandığın üstünde dolaşan balıkları seyrettik. O gece rü-yamda gömülü bir hazine bulduğumu gördüm.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Gazeteciler gelip fotoğraflarımızı çektikten sonra, Dr. Sul-livan, Mary Lane'in bağırsak kurdunu aldı. Meğer bu kadar sıska olmasının nedeni buymuş. (Bize tüm iğrenç detayları anlatmaya çalıştı, fakat bir noktadan sonra, Troo'yla ben bir dakika daha dinleyemeyecelc hâle geldik.) Yazın geri kala-nında günler, kapılarımızı kilitlemek zorunda kalmaya başla-madan önceki hâline döndü.

Vliet Sokağı'nda çocuklar kırmızı ışık-yeşil ışık oyna-maya devam ettiler. Hatta sonra fazla büyümediğine karar veren Hızlı Susie Fazio bile oynadı ve bize O'Hara'ların ba-samaklarında, tavan arasında "mercimeği fırına verirken" ya-kaladığı danışman Barb'la kardeşi Johnny hakkında muhte-şem bir hikâye anlattı.

Troo salkımsöğüt ağacının altına saklasın, ben de biraz balık tutayım diye birkaç kez göle gittik. Troo artık sigara iç-miyordu. Annem, üstünde sigara kokusu almıştı ve bir daha yakalarsa, sigarayı vücudunun başka bir tarafından içeceğini söylemişti. Parka, o yazdan sonra, çok çürüdükleri için artık

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

orada bulundurmayacakları kırmızı kayıklardan çok uzakta olmayan bir yerde balık tutarken Sara'yı ve Junie'yi düşün-düm. Özellikle Junie'yi ve eğer yaşasaydı, benim ve Troo'-nun kuzeni olacağıni düşündüm. Bizim hiç kuzenimiz yoktu ve artık hiç olmayacaktı.

Troo hâlâ Bay Dave'e çok alışamamıştı, oysa ikisi de küçük köpek Lizzie'yi çok seviyordu. Bu arada, köpeğe, be-nim adımı, yani Sally Elizabeth O'Malley adını vermişti. Fa-kat Troo kendisine bu kadar zorluk çıkarırken, Bay Dave ne yaptı biliyor musunuz? Troo için, çişli Jerry Amberson'un evine gidip Butchy'i geri aldı. Şimdi Butchy, Lizzie'ye âşık olmuştu.

Ne olduğunu anlamadan Ağustos ayı bitiyordu. Bir süre sonra Rahibe Imelda, elinde cetvelle sınıfımızın kapısında durmaya başlayacaktı. Yani Troo veya Mary Lane'le ortalıkta dolanmadığım ya da arka bahçede Annemle oturup ona Sec-ret Garden (Gizli Bahçe) kitabımı okumadığım (ki herkese bu kitabı tavsiye ediyorum) veya Bay Dave'e otları yolma ve sulama konusunda yardım etmediğim zamanlarda, öde-vimi tamamladım.

"Yazın Yaptığım Hayır İşleri" Yazan: Sally Elizabeth O'Malley (2. Bölüm)

Bu yaz Vliet Sokağı'nda bir sürü hayır işi yapılıyordu. Bay Dave, Troo'yla beni eyalet fuarına götürdü ve çok iyi

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

vakit geçirdik. Ucube gösterisi bu yıl mükemmeldi. 106 ya-şında bir kadın ve bacakları olmayan, fakat ellerinin üzerinde yürüyen bir adam vardı. Troo gecenin büyük bir kısmını adı-nın Moline, Illinois'1i Vera olduğunu öğrendiği ve gerçekten kibar biri olan şişman kadınla konuştu. Kadın şişman olarak doğduğunu, bu nedenle şişman olmayı iş hâline getirdiğini söylüyordu. Hayattaki en iyi meslek bu değil miydi? Troo bu soruyu bana daha sonra pamuk helva yerken sordu. Yani Troo galiba Samanyolu'nda araba garsonu veya vantrilok ya da Sal Mineo olmaktan vazgeçti ve şimdi büyüyünce şişman bir kadın olmak istiyor. Bay Dave, süt şişelerini devirerek ikimiz için birer tane kocaman oyuncak ayı kazandı. Sonra hız tre-nine, dönme dolap, dönen arabalar ve en çok sevdiğim, atlı karıncaya bindik. Bay Dave, Troo'yla bana, sadece ve sadece eyalet fuarında yapılan kremalı pastadan aldı ve bir kutu da Ethel'le Bayan Galecki için aldı. Tabii, sonuç olarak ölmeyen Anneme de aldık. Bu Annem açısından çok hayırsever bir iş olmuştu. Benim açımdan da. (Çünkü, fuardan eve dönerken Annemin kremalı pastasını yemeği gerçekten çok istedim.)

Nell'le Eddie, Nell, Yvonne Güzellik Okulu'ııdan me-zun olduktan sonra evlenecek. Ayrıca bir de sürpriz paketleri olacak ve teslim edildiğinde erkek olursa Elvis, kız olursa Peggy Sue adını verecekler.

Galiba, Annemle Bay Dave, Papa'yla konuştuktan sonra evlenecekler, ama çocuk sahibi olmayı düşünmüyorlar. An-nem eve çıkalı iki hafta oldu ve Bay Dave'in evimizde özel olarak hazırladığı odada dinleniyor. Oda alt katta, çünkü An-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

nem hâlâ çok güçsüz ve dinlenmesi gerekiyor. Hatta Dr. Sul-livan, bir daha yürüyemeyebileceğini, zira bacaklarının çok fazla zayıfladığını söylüyordu, ama ben ona inanmıyordum, çünkü Annemin ne kadar inatçı olabileceğini bilmiyordu. Odası çok güneş alan ve birçok çiçek-özellikle de Bay Dave'in baş-tan beri Annemin en sevdiği çiçek olduğunu bildiği kırmızı sardunyalar-bulunan bahçeye bakıyordu. Bay Kenfıeld, An-nemi ziyarete geldi ve bir kese kâğıdı dolusu şeker getirerek, Annemi, şişmanlatmak için her gün bir tane vermemiz gerek-tiğini söyledi. Zira aynı liseye gitmişlerdi. Uzun süre konuş-tular ve sanırım Dottie'den bahsettiler.

Yazın yaptığım bir başka hayır işi, Fritz Jerbak' in baba-sını bira şişesiyle öldüren Hall'a mektup yazmak oldu:

SEVGİLİ HALL, HAPİSTE OLDUĞUNU DUYDUĞUMA ÜZÜLDÜM.

LÜTFEN BANA CEVAP YAZIP, TAM ADINI BİLDİRE-BİLİR MİSİN? TROO, HALLITOSIS OLDUĞUNU SÖY-LÜYOR VE BENİMLE İDDİAYA GİRDİ.

TEŞEKKÜR EDERİM, SALLY O'MALLEY

Bayan Kambovvski, Troo'nun Kitap Kurdu listesinde hi-le yaptığını anladı, ama yine de ona şehir dışındaki sinemaya giriş pasolarını vererek, "C'est la vie," dedi. Neden olduğunu hiç anlamadım. Mary Lane'i Acil Durum kapısından gizlice

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

soktuk. The Tingler gördüğüm en korkunç filmdi ve çok kor-kunç Vincent Price tarafından canlandırılan Doktor, Ting-ler'in sinemada kaçtığını söyleyince, koltuğum ötmeye baş-ladı ve yüksek sesle çığlık attım. Mary Lane çığlık atmadı, çünkü o çığlık atan biri değildir. Troo da çığlık atmadı, ama kolumu öyle bir çimdikledi ki, bıraktığı iz herhâlde hiç geç-meyecek.

Ayrıca, tabii ki Hayvanat Bahçesine gittik ve Sampson'u ziyaret ettik. Onun "Don't Get Around Much Anymore" şar-kısını söylememesini yadırgadım. Belki her konuda kendini daha iyi hissediyordu, çünkü Hayvanat Bahçesi ona, adı Lola olan bir kız arkadaş bulmuştu ve galiba evleneceklerdi, çün-kü ortak bir yanlan vardı. Zamanlarının büyük bir bölümünü, birbirlerinin üstünden bir şeyler toplamakla geçiriyorlardı.

Hatta Troo'yla ben yeniden Çocuk Bahçesine gitmeye başladık. Şimdi patron Barb'dı ve sohbet sırasında birkaç kez Bobby'den bahsetti, fakat sonunda Troo öfkeyle bağırarak, "Bu işi kurcalamaktan vazgeç!" dedi. Barb bir daha Bobby konusunu açmadı.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

Yakında yapraklar dökülecekti ve biz, ne olduğunu an-layıncaya kadar, soğuk kakaolu süt yerine, sıcak kakaolu süt içecektik. Ethel o sabah bizi yeni ayakkabı almak üzere Shuster Ayakkabı Dükkânına götürmüş, oradan da Kenfield'in okula-dönüş reyonuna götürerek kalem, silgi ve boya kalemi almış-tı. Sonra üçümüz Büyükanneme Coca-Cola götürdük. Çatla-yan kahverengi ayakkabılarına parlak altın peniler yapıştır-mış ve, "Saklanan bir peni, kazanılan bir peni demektir," de-mişti.

Öğle yemeğinden sonra Troo, ben ve Barb çocuk bahçe-sindeki bankta oturuyor, tatilin son gününün tadını çıkarıyor-duk. Barb, "Kızlar, bu geceki mahalle partisine hazır mısı-nız?" diye sordu.

Troo'nun dilinin ucu, dudaklarının arasından çıkmıştı, ama yine de, "Evet," dedi. Kordonun ucuna düğüm attı ve in-celemek için kaldırdı. Beyaz ve altın rengiydi. İkimiz de An-neme yeni kordonlar yapıyorduk, böylece ucuna düdük takıp, bizim bir şey getirmemizi istediği zaman çalabilirdi, çünkü

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

zayıf bacakları yüzünden pek iyi yürüyemiyordu. "Peki... sizce Çocuk Bahçesinin Kraliçesi kim olacak?"

diye sordu Barb, dalga geçerek. "Bay Gary?" dedi Troo. Barb buna çok güldü, fakat sonunda, Troo, "Bu sene

Kraliçe Sally olacak," dedi. Sonra Barb'a tehlikeli bakışla-rından birini fırlattı. "Yani, olsa iyi olur. Yoksa fena olur."

Vliet Sokağı'nın iki ucu, sarı barikatlarla kapatıldı. So-kağın her tarafına, üstü yiyecekle doldurulan portatif masalar konulmuştu. Bay Gary, California'dan Ethel'i aramış ve ma-halle partisi için Johnny Fazio'nun grubu Do Wops'u tutma-sını söylemişti. Bay Gary bunun parasını karşılayabilirdi, çün-kü Ethel'in belirttiği gibi, "Kızlar, Gary homoseksüel olabi-lirdi, ama cimri değildi." Sonra bana doğru eğilip, "Sana o çocuğun tuhaf fikirleri olduğunu söylemiştim," dedi.

Sonuçta o gece, herkesin ön verandasında Noel ışıkları yanıyordu ve hepimiz çok mutluyduk, çünkü artık aramızda bir katil ve tecavüzcü ortaya çıkmadan önceki hâlimize döne-bilirdik. Bu büyük bir rahatlıktı. Savaşın bitmesi gibi bir şey, diyordu Bay Dave. Gecenin hem acı hem de tatlı olduğunu söylüyordu.

Müzik grubu için basketbol sahasında küçük bir plat-form kurulmuştu ve grup Chuck Berry'nin "Johnny Be Go-od" adlı şarkısıyla rock'n'roll çalıyordu. Bütün kızlar Johnny Fazio'ya bayılıyordu. Annem bir süre izlemeye geldi ama dans edemedi. Bay Dave ona çok iyi bakıyordu. Ona, Hail ha-piste olduğu için Schuster'in Ayakkabı Dükkânında şef olan

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

dalkavuk satıcı Jim'den, Annemin çok sevdiği açık burunlu pembe ayakkabıları almıştı. Ayrıca, Annemin parmağında, gizli delikte bulduğum yüzük vardı; kurabiye ambalaj kâğı-dından yapılan yüzük. Bay Dave bunu Anneme nişanlandık-ları zaman vermişti ve Annem bunu yıllarca saklamıştı.

Bay Dave, Anneme bir tabak yemek almaya gidince, ben o tahta banklardan birinde Annemin yanina oturdum. "Artık mutlu musun?" diye sordum ona.

Önce beni duymadığıni sandım ve tekrar soracaktım, fakat sonra, "Mutlu mu? Şey, bir süre seninle Troo'nun bü-yüdüğünü göremeyeceğimi sandım ve..." dedi. Bana eskiden yaptığı gibi hüzünlü gözlerle bakmadı ama sesinde biraz hüzün vardı. "Beni affettin, değil mi? Olanları unutabilecek misin?"

"Evet," dedim, gerçi bu tamamen doğru değildi. Onu at-fetmiştim. Bay Dave'i de. Fakat olanları unutmadan önce yap-mak gereken bir şey daha vardı.

"Aklıma gelmişken. Biraz erken olacak ama sana bir doğum günü hediyesi aldım." Annem eteğinin cebini karış-tırdı ve Babamın Timex saatini çıkardı. "Bunu senin almanı isterdi."

Saati avucuma bıraktı. Eskiden olduğundan daha küçük görünüyordu.

"Haydi, tak koluna," dedi. "Senin için küçülttürdüm. Se-ninle birlikte büyüyecek."

Esnek gümüş kayışı bileğime geçirdim ve kulağıma gö-türdüm. Yanağımı Babamın eline dayadığım zaman, sesinin

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

nasıl bana kendimi hep güvende hissettirdiğini hatırladım. Sonra Bay Dave, yiyeceklerle dolu iki tabakla geri dön-

dü. İkimize de yemek getirmişti. Benim diğer yanıma oturdu ve, "Ah, Tanrım. Galiba saatimi almayı unutmuşum. Saatin kaç olduğunu bilen var mı?" diye sordu.

Görsün diye elimi kaldırdım. Her şeye rağmen, saat tik-tak çalışıyordu.

Sonra yerleşip yemeğimizi yedik ve herkesin çılgınca dans edişini seyrettik. Ethel'Ie Ray Buck'un dans edişini gör-meniz gerekirdi. Gerçekten inanılmazlardı. Bana göre, Ame-rican Bandstand'deki Justine ve Tony'den bile iyilerdi. Ethel, kısa bir süre için, tekerlekli sandalyeyle Bayan Galecki'yi ge-tirdi. Herkes Bay Gary'nin Peder Jim'le kaçmasını ve cehenne-me gideceklerini konuşuyordu, fakat bunun Bayan Galecki'-yi rahatsız etmediğini görebiliyordum. Ya da, bu kadar gül-mesine neden olay şey, o yeni ilaçtı.

O gece, o kadar çok yedik ki, Troo yeni şişman kadın işinde önemli bir adım attı, ben de öyle. Nana Fazio'nun spa-gettisi ve köfteleri, Bayan O'Hara'nın (Bayan Memur Rior-dan olmak üzereydi) sığır eti ve Bayan Latour'un sebzeli gü-veci. Hatta Nell, Annemin ton balıklı fırında makarnasından yapmış, üstüne patates kızartması koymuştu. (Hâlâ biraz ka-rarmıştı, ama son yaptığından çok daha az kararmıştı.) Tabii Ethel, esmer şekerli Mississippi brownie'sinden getirmişti. Bayan Goldman, hasır bir sepet içinde, bahçesinden şahane domatesler verdi. Bayan Kenfıeld tek başına ve eli boş geldi.

Herkes Stroll dansı yaparken ben büyüme sancıları çe-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

kiyordum ve yürüme ihtiyacı hissettim. Hava artık kararmıştı ve cırcır böcekleri ötmeye başlamıştı. Biliyordum ki, salınca-ğın gıcırtısı da başlamıştı. Her zaman kendimi yalnız hisset-meme neden olsa da, bu sesi özlemiştim. Troo'nun "Chop-stick" kahkahasını ve Nana Fazio'nun bağırarak İtalyanca bir şeyler söylediğini duyabiliyordum. Kenfıeld'lerin evinin önün-de dururken, herkes alkışlarla tempo tutuyordu. Fakat veran-daya bakınca, onun külçe hâlinde orada oturduğunu gördüm ve ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Dönüp partiye gide-cektim ki, Bay Kenfıeld karanlıktan seslendi: "Buraya gel, Sally!"

Basamakları çıktım ve bir an kaçmayı düşündüm. Ama o anda, eliyle salıncağın boş tarafına hafifçe vurdu. Bir an-lamda gitmek zorunda kaldım, çünkü kabalık etmek istemi-yordum. Ama kalbim, fırtınada sıkışıp kalmışçasına, yerin-den çıkacakmış gibi atıyordu. Bay Kenfıeld'den korkuyor-dum. Bugüne kadar benimle konuştuğunu hatırlamıyordum. Herhâlde, Troo'yla ben devamlı olarak dükkânından bir şey-ler aşırdığımız için bana nasihat edecek, hatta belki Bay Da-ve'i partiden çağırarak, benim ıslahevine gönderilmem ge-rektiğini düşündüğünü söyleyecekti.

Yanina oturdum ve ellerine baktım. Tırnakları diplerine kadar yenmişti. "Neden mahalle partisinde değilsiniz, Bay Kenfield?" diye sordum.

Sigarasını otların arasına attı. "Kutlama yapacak du-rumda değilim."

"Dottie yüzünden mi?"

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Verandanın ışığında, yüzünden gerçekten sinirlendiğini görebiliyordum ve sanki bağırarak bir şeyler söyleyecekti, fakat sonra sakinleşti.

"Biliyor musunuz?" dedim elimi onu elinin üstüne ko-yarak, zira eli ihmal edilmiş gibi görünüyordu ve biraz Jer-gins losyonu iyi gelebilirdi. "Annemin her zaman söylediği gibi 'En iyisi affetmek ve unutmak. Geçmişe sünger çekmek.'"

Kaba bir şekilde, "Sen, gerçekten Annenin kızısın. Ar-mut fazla uzağa düşmemiş," dedi.

Bay Kenfıeld pantolonunun cebine uzandı ve bir şey çı-kardı. Dottie'nin fotoğrafıydı. Fotoğrafı sık sık çıkarıp bak-tığını anlayabiliyordunuz, çünkü biraz yıpranmış ve grileş-mişti. Onun gibi. Dottie, bu salıncakta oturmuş, ellerini başı-nın arkasına koyarak gülüyordu.

"Bunun kim olduğunu biliyor musun?" Fotoğrafı işaret etti.

Yüzüne baktım. Gözleri gölgelenmişti. "Evet." "Ne yaptığını biliyor musun?" "Evet." Annemle aynı şeyi yapmıştı. Olmaması gereken

birine âşık olmuştu ve ondan bebeği olmuştu. "Bu büyük bir günah. Bazı şeyleri unutamazsın ve affe-

demezsin." "Bu konuda yanlış düşünüyorsunuz, Bay Kenfıeld. Dot-

tie'yle bebeğinin eve dönmesine izin vermelisiniz, çünkü on-ları ne kadar özlediğinizi biliyorum. Tanrı'nın buna itiraz edeceğini sanmam."

Görmemem için elleriyle yüzünü kapattı, ama sesi tanı-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

dim. Bayan Goldman hata yapmıştı. Dottie'nin odasında her gece ağlayan, Bayan Kenfıeld değildi. Babasıydı. Sonuçta soğukkanlı davranamayan, metin olamayan Bay Kenfıeld'di.

O anda ayağa kalktım ve gittim. Yürekten gelen o ağla-ma sesini tanıyordum. Ayrıca onu teselli etmek için söyleye-bileceğim hiçbir şey yoktu. Başka bir şey insana, özledikle-riniz için döktüğünüz gözyaşları kadar acı veremez.

Test... test... bir... iki... üç," dedi Barb sahnede, mikro-fonun önünde. "Bir dakika beni dinler misiniz, lütfen? Bek-lediğiniz an geldi. Test... bir... iki... üç." Mikrofondan tiz bir cızırtı geldi. Ellerimizle kulaklarımızı kapatınca Barb güldü. Sahnede, Johnny Fazio'nun yanında duruyordu ve Johnny Fazio'nun ondan hoşlandığını hemen anlayabiliyordunuz.

Barb, "Bu yıl Çocuk Bahçesinin Kraliçesi olan kızın adı-nı açıklama zamanı geldi," diye anons etti. Johnny'e döndü ve gayet ciddi bir sesle, "Trompetlerin sesini duyabilir miyim?" dedi. Tekrar dönüp kalabalığa baktı ve yapay elmastan ya-pılmış muhteşem tacı sahne ışıklarına tuttu. O kadar güzeldi ki, anlatmaya kelimeler yetmezdi.

Troo elimi tuttu ve sıktı. Ben olduğumu biliyordum. Öy-le olmalıydı. Fakat Barb, "Bu yıl Çocuk Bahçesinin Kraliçe-si..." derken bana baktı... ben de Wendy Latour'a baktım. Artie'nin elini tutmuştu ve son derece saf bir şekilde gülü-yordu. Yakası dantelli, pembe bir parti elbisesi giymişti ve

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yanaklarına biraz ruj sürmüştü. Dudaklarında da parlak bir şey vardı,.

O gece ikinci defa, bana ne olduğunu anlamadım, ama sahneye fırladım ve Bar'in elinden mikrofonu kaparak, "Bu yıl Çocuk Bahçesinin Kraliçesi... Wendy Latour," dedim.

Sonradan bunu neden yaptığımı düşününce, Wendy'nin her zaman yüzük parmağına taktığı Cracker Jack yüzüğü ne-deniyle olduğunu anladım. Kraliçe olmaya benden daha fazla ihtiyacı vardı. Biliyordum ki, ben hayatıma devam edecek-tim, evlenecektim, çocuk sahibi olacaktım, hatta belki bir ec-zacıyla evlenecektim. Ama Wendy... şey, en azından hep bir yapay elmas tacı olacaktı.

Aıtie onu tacının takılması için sahneye çıkarınca, Wen-dy bana sıkıca sarıldı ve herkese Dinah Shore öpücüğü gön-dermeye başladı. Barb, Teddy Mahlberg'in Kral olduğunu açıkladı ve Wendy ona da sıkıca sarıldı. Teddy bunu oldukça iyi karşıladı. Sonra herkes çılgınca bağırmaya, tezahürat yap-maya başladı. Çünkü herkes, en azından çoğu, ayakta dura-mayacak kadar sarhoştu ve bunun genellikle insanların ruh hâlini iyileştirdiğine dikkat etmiştim.

Johnny Fazio gecenin son şarkısı olan "That's Amore" şarkısını söylerken herkes partnerini buldu. Nana Fazio bu kelimenin İtalyancada aşk anlamına geldiğini söyledi ve ke-sinlikle söylenebilecek en uygun şarkıydı, çünkü etrafta çok sayıda aşk dansı vardı; ben ve valsı bitirdikten sonra duda-ğımdan ilk defa dudağımdan öpen Henry Fitzpatrick dâhil. Dudakları, hiç sevmediğim kara meyankökü tadındaydı ama

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

geri kalanı fena değildi. Hepimizi bu şekilde orada görünce, Babamın partiyi ne

kadar seveceğini düşündüm. Keşke burada olsaydı. Burada olsaydı baş parmaklarını havaya kaldıracağını biliyordum. "Söylediklerim için özür dilerim..." demeye çalıştığım za-man da, kıllı bronz kollarıyla bana sıkıca sarılacağını ve ka-zanın olduğu gün söylediklerimi kastetmediğini bildiğini söyleyeceğini biliyordum. Bana söylediklerini yaptığım için benimle gurur duyduğunu da söylerdi. Verdiğim sözleri tut-tuğum için. Bahçeme baktığım için.

Parti bittikten sonra, Vliet Sokağı çocukları birbirlerine, "Yarın okulda görüşürüz!" diye seslendi. Eve kendi başıma yürürken, uzaklara bak tim, sevginin hiçbir zaman ölmediğini düşündüm. Her zaman buralardaydı ve hiç beklemediğiniz bir anda gerçekten bir şeylerin olabileceğini unutmaya ihti-yaç duyduğunuz zaman gidip dinlenebileceğiniz başka bir yere ulaşmak için parıldayan bir iz bırakıyordu. Ve bazen bu olanlar hayatınızı tamamen değiştirebilirdi. Fakat Babamın bana anlatmaya fırsat bulamadığı ve o gece kendi başıma an-ladığım şey; olanlar ne kadar korkunç olursa olsun, toparla-yabildiğiniz bütün inadınızla hayatınıza devam etmeniz ge-rektiğiydi.

Böylece, ateşböcekleri yanıp sönerken, damla çikolatalı kurabiyeler kokarken, iki sokak ötede Moriarity'lerin köpeği havlarken, O'Hara'ların ön basamaklarına oturdum, yukarı baktım ve en kararlı sesimle, "Batının masmavi gökyüzü, be-nim, Sal, kızın, Gökyüzü Kralıma, muhteşem Gökyüzü Kra-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEYKAGEN

lina söylüyorum... "Anlaşıldı, mesaj alındı, tamam."

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

KONUŞMA KILAVUZU

Lesley Kagen

Bu konuşma Kılavuzunun amacı bireylerin okuma deneyimini geliştirmenin yanı sıra,

bu konuları birlikte keşfetmektir-çünkü kitaplar, ve hayat, paylaşılmak içindir.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

KONUŞMA KILAVUZU

Soru: Karanlıkta Islık çalmak, Milwaukee'de geçiyor. Orada mı yaşadınız?

Cevap: Evet. Batı kısmında, Vliet Sokağı izlenimi ve-ren bir mahallede yaşadım ve büyüdüm. İrlandalı ve Alman Katolik aileler, iki katlı evlere tıkışmışlardı. Sokak lambaları yandığı zaman, konserve kutusu tekmeleme veya kırmızı ışık, yeşil ışık oynayan bir grup çocuk vardı. Çocukluğunuzu yaşamak için mükemmel bir ortamdı. Yetişkin olarak New York'ta, Los Angeles'te ve Chicago'da yaşadım, ama çocuk-larımı yetiştirmek amacıyla Milwaukee'ye döndüm. Belki de benim açımdan, çocukluğumun tadinı-özellikle o Bavyera kreması dolu kahveli kekin tadını- yeniden yakalama girişi-minde bulunmuş olabilirim.

Soru: Kitap, 1959 yazında geçiyor. Doğruluğunu merak ediyorum. Kaç yaşında olduğunuzu sorabilir miyim?

Cevap: 1959 yılında on yaşındaydım. Yani otuz-dokuz

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

yaşındayım.

Soru: Aslında elli yedi yaşında oluyorsunuz.

Cevap: Öyle mi?

Soru: Bu kitabı yazmak nereden aklınıza geldi?

Cevap: Sanırım, hepimiz hayatımızın bir noktasında, çocukluk anılarımızı eski dostlarımız olarak görmeye başla-yıp, yeniden onlarla beraber olmak isteriz. Bir an bile, geze-gende, hayatın bugünlerdeki hızıyla kendinden geçen tek kadın olduğumu düşünmedim. Verandadaki yazları özlemeye baş-ladım. Vişneli dondurmaları. Gizli bölmeleri. Kız kardeşimin yanımda yavaşça horlamasını. Bu duygulan yeniden yaşama-lıydım.

Soru: Hikâyenin ne kadarı gerçek deneyimlere dayanı-yor?

Cevap: Epey bir kısmı. Babam ben dört yaşındayken trafik kazasında öldü, parasız kalan annem hemen, sarhoş ol-mamakla birlikte, Hall'la kişilik açısından birçok ortak özel-liği olan bir adamla evlendi. Ben on yaşındayken Annem ne-redeyse hastane enfeksiyonundan ölüyordu ve hastanede iyi-leşirken biz üç kız kardeş bir başımıza kaldık. Sally karakte-rini, kız kardeşim Ellie'den esinlenerek oluşturdum. Nell'de, ablam Ronney'den esinlendim. Ve Troo'yla benim çok ortak

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

noktamız var. Soru: Dönemin ikilemi beni çok etkiledi. Çok fazla ma-

sumiyet var ama yine de...

Cevap: Aynen. Benim yaşımdaki kadınlarla, anıları hak-kında konuşurken, bir çoğu çift ip atladıklarını, bulut izledik-lerini ve hayal gibi olan güzel anları hatırladı. Fakat kaçınıl-maz olarak duraksayıp, utanarak yan komşularının onlara teş-hircilik yaptığını anlattılar. Veya ağabeylerinin gece yarısı zi-yaretlerini. Ya da onlara belirli bir şekilde dokunan amca ve-ya dayılarını. Bu travmaların çoğu ellili yılarda hasır altı edil-di. Çocuklar, özellikle kız çocuklar şimdi daha değerli. Tanrı-ya şükür.

Soru: Kızın annesine çok acıdım. O da dönemin kurba-nı olmuş.

Cevap: Bazı şeylerin çok fazla değiştiğini sanmıyorum. Hâlâ kendilerini sevgisiz evliliklerde sıkışıp kalmış gibi his-seden birçok kadın var. Tek kelimeyle gitmekten korkuyorlar, çocuklarına, kendilerine bakıp bakamayacaklarından emin değiller.

Soru: Romanda en sevdiğiniz karakter hangisi?

Cevap: Bu, en sevdiğim çocuğumun hangisi olduğunu sormak gibi bir şey.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Soru: Peki, romanda en sevmediğiniz karakter?

Cevap: Bu, en sevmediğim çocuğumun hangisi olduğu-nu sormak gibi bir şey.

Soru: Bir deneyin.

Cevap: Sally'yi çok seviyorum. Son derece tatlı bir kız. Ruhuna işlemiş olan sorumluluk duygusuna bayılıyorum. Umutsuzca Troo'yu koruma gereği duymasına. Bunlara artı değerler olarak görüyorum. Diğer taraftan, en az Hall'ı sevi-yorum. Tabii, Bobby iğrenç biri, fakat Hall, sıcak ilgiye ihti-yaç duyan iki küçük kızı terk etti.

Soru: Ethel, şahane bir karakter. Neden Güneyli Baptist bir kadını ellilerin Malwaukee'sine dâhil ettiniz?

Cevap: Çünkü orada olmayı hak ediyordu ama değildi. Bugün olduğu gibi, ellilerde de Milwaukee çok ırkçı bir şe-hirdi. Renkli birini görebileceğim tek yer, kumsala giderken yolda Core'den geçerkendi. On üç yaşıma girdiğim yaz, üvey babam eve çimleri biçmek üzere on sekiz yaşında bir çocuk getirinceye kadar. Çok şaşırmıştım. Derisinin parlak siyahlı-ğı, dans eden temiz saçları. Teddy'nin arka bahçemizdeki var-lığı bile beni gerçekten çok etkilemişti. Heyecan verici gülü-şü, bir kızın, isterse, başını derde sokabileceğini vaat ediyor-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

du. Aman Tanrım. Ne diyordunuz? Soru: Ethel?

Cevap: Ha, evet. Ethel'e bayılıyorum. Saçmalıklara ta-hammülü yok, seni parçalayacağım, ama yalnızca seni çok sev-diğim için diyen bir Güneyli sorumluluğu var. Buna tapıyo-rum. Hep çok sevdim. Sanırım bunun temelinde, To Kili a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek) filmindeki Atticus Finch rolünde Gregory Peck'e tapmam yatıyor. Babasını küçük yaşta kaybeden bir kız, onun yerine birini koymak ister. Ben onu koymuştum.

Soru: Bu sizin ilk romanınız. Neden bu kadar bekledi-niz?

Cevap: Ödül kazandığım dördündü sınıf şiirim "I Am The Sun" (Ben Güneşim), kızımın odasında asılı. O erken başarının ardından, on bir yaşında 77 Sunset Strip'in senar-yosunu yazdım. Hâlâ telif ücretlerimi bekliyorum. Üniversi-tede yazım okudum ve yıllarca reklâm metni yazdım. Kızım üniversiteye gitmek üzere evden ayrılınca ve yeniyetme oğ-lum net bir şekilde benimle pizzasındaki peynirin kızarması için gerekenden daha zaman geçirmek yerine böbreğine bı-çak batırmayı tercih ettiğini belirttikten sonra, koşarak bilgi-sayarıma gittim. Bir ay boyunca çoğunlukla Solitaire oyna-dım çünkü yeni bir yol seçmek, bir romanın konusunu belir-lemek ödümü patlatıyordu.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Soru: Nasıl?

Cevap: Bu biraz Rooney-Garland'in "Haydi bir gösteri sahneye koyalım!" repliğine benziyor. Eğlenceli görünüyor, etrafta birkaç aktör var, fakat bir dakika... böyle bir şeye ne-reden başlarsınız? Roman yazımında gereken maharet konu-sunda hiçbir fikrim yoktu.

Soru: Bunu nasıl aştınız?

Cevap: Hikâyelerini nasıl oluşturduklarını görmek için beğendiğim yazarların eserlerini inceledim. Filmleri analiz ettim. Ayrıca, her gün yazdıklarımı düzelten ve "Bu güzel bir hikâye, canım. Karakterleri sevdim. Fakat fiilen bir şeyler yapacaklar mı? Bir sürü zamanı şey, sadece hissetmekle ge-çiriyorlar" diyen eşim Pete gibi değerli ilk okuyucularımdan yardım aldım. Konuyla karakterleri, espriyle trajediyi nasıl bütünleştireceğimi öğrenmek-o dengeyi bulmak - bayağı zor oldu.

Soru: Bu hikâyede, esas olarak kayıplar hakkında olan espriler önemli bir rol oynuyor. Neden?

Cevap: hepimizin hayatı zor. İnsanları kaybediyoruz, sevgiyi kaybediyoruz, işimizi kaybediyoruz, sağlığımızı kay-bediyoruz. Bildiğim kadarıyla, dinselliğin dışında, acının öte-

tarama: Pride düzenleme: Nygr

KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK

sine geçmeye yardımcı olan tek şey, espri. Soru: Neden hikâyeyi on yaşında bir çocuğun perspek-

tifinden yazmayı tercih ettiniz?

Cevap: Ben aslında pek tercih kullanmadım. Yazmak tuhaf bir şey. Benim için, ana karakterin fısıltılı sesinin ge-celeyin beni uyandırması ve bir hikâye dinlememi rica etme-siyle başlıyor.

Soru: Birçok yazarın, yazmaya başlamadan önce, kitap-larının genel çerçevesini çıkardığını biliyorum. Siz nasıl ya-pıyorsunuz?

Cevap: (Kahkahalarla gülerek) ben alış veriş listemi düzgün yapabilirsem şanslıyım. Yaptığım tek şey sabahlan kalkıp, dört bardak çay içip, bir sigara yakıp (biliyorum, bi-liyorum) ve en iyi şekilde sonuçlanmasını ummak. Karak-terleri daha yakından tanımaya başladıkça, gerçek bir düşün-ce süreci uygulayabiliyorum. Fakat başlangıçta, yazdıklarım tamamen karakterlerle ilgili oluyor. .

Soru: Kitabı bitirince, kendinizi nasıl hissettiniz?

Cevap: İnanılmaz derecede üzgün. O iki küçük kızı çok seviyorum. Sally ve Troo adında iki tüylü köpek almam lâ-zım. Onları yakınımda tutmayı, sevebilmeyi o kadar çok is-tiyorum.

tarama: Pride düzenleme: Nygr

LESLEY KAGEN

Soru: Hikâyenizin yayınlanacağım öğrenince ne hisset-tiniz?

Cevap: Karanlıkta Islık Çalmak'ı bir yılda bitirdim. Üç yüz altmış beş sabah duası... Lesley, sen bir aptalsın. Sabahı daha verimli bir şey yaparak geçirmen gerekmiyor mu? Kat-layacak çoraplar yok mu? Yazmak yalnız yapılan bir faaliyet. Yandaki bölmede, sana iyi iş çıkardın demeye hazır biri yok. Ve arkadaşlarımla ailem, yazdıklarımı kesinlikle çok sevdik-lerini kaç kere söylerse söylesin ve sonunda yayınlanacağın-dan ne kadar emin olurlarsa olsunlar... İyimser, bardağı yarı dolu gören biri olmama rağmen... diyebilirim ki, Sheboy-gan'daki kuzenim Joyce dışında birilerinin fena yazmadığımı söylemesi, beni oldukça rahatlattı.

Soru: Sırada ne var?

Cevap: Web sitem aracılığıyla okuyucularımla buluş-mayı sabırsızlıkla bekliyorum. Onları izlenimlerini, düşünce-lerini, anılarını duyacağım için heyecanlanıyorum. Ayrıca sushi restoranımı işletmekle meşgulüm, sonbaharda oğlum Riley'i üniversiteye göndereceğim ve kızım Casey gelecek yaz evlenecek. Hâlâ reklâm seslendirmeleri yapıyorum. Ve tabii, bir sonraki romanım için ufak ufak hazırlık yapıyorum.

tarama: Pride düzenleme: Nygr