View
5
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
MEVLANA OCAGI
Konya, 2007
Mevlana Ocağı
Editör:
Prof. Dr. Mehmet Bayyiğit
Edilör Yarclımcılan:
Doç. Dr. Ahmet Çaycı - Dr. Naci Bakırcı
Tasarım:
Harun Yıldız
Düzelti:
lbrahim Demirci
Fotoğraf:
Hadiye Cangökçe Esen
Desen:
Zeliha Yıldız
Baskı:
Erman Ofset
Ci lt:
Özgü Ciltevi
ISBN 978-6644-116-36-7
Kombassan Vakfı © 2007 Bu eserin bütün haklan Kombassan Vakfı'na aittir.
Yazılı izin alınmadan iktibas yapılamaz.
Herhangi bir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz.
Mevlana'nın Yaşadığı Yüzyılda Tasavvuf Düşüncesi
ey yapan usta, hamışlıhtan bir hamış hesti, ona dolmz deli/ı deldi adım daAdem hoydıı... Ey ney, sen, se
ni çalan, dııdahlanndan feıyada geldin, inlemeye başladın. Fahat sen, seni nefesiyle Jeıyada getiren neyzen in dıı
dahlan değil, o dııdahlara nefes veren dııdahlan gör.
Mevlana, Rubailer
Osmanlı dönemi tasavvuf tarihinin dikkat çekici eserlerinden
biri şair Yalıidi'nin XVI. yüzyılda kaleme aldığı Menakıb-ı Hace
i Cihan ve Netice-i Can adlı eseridir. Eser sözkonusu yıllarda Os
manlı topraklannda varlığını sürdüren Abdallar, Haydertler, Ca
rniler, şemsiler, Bektaşiler, Mevlevıler, Edhemiler gibi Tasavvufı
zümreleri tavır, fikir, yorum ve kıyafetleriyle tanıtmaktadır. Va
hidl'nin senaryosu şöyledir: Hace-i Cihan'ın Medine'de bulunan
dergahına bu zümreler ayn ayn misafir edilmekte ve bütün özel
likleriyle tanıtılmaktadır lar. ı
Vahidi bize göre çok daha şanslıydı. Çünkü yaşadığı toplum
daki insanlan tasvir ediyordu. Biz ise yaklaşık yedi yüz sene ön-
ce yaşamış insanlan tarif etmeye, onlann faaliyetlerini özetleme
ye çalışacağız. Ve dergahım~ı Medine'de değil de Selçuklu ve ,
Osmanlı döneminin merkez şehirlerinde Konya'da ve Bursa'da
kuruyoruz ve objektiftınizi asırlar öncesine çeviriyoruz.
XII. ve XIV. yüzyıllar Islam dünyasının bazı konularda dö
nüm noktalannı banndırmaktadır. Bu yıllar bir taraftan Moğol
istilası ve Haçlı Seferleri gibi, biri putperest diğeri Hıristiyan iki
büyük afetle tanıştığı gibi diğer taraftan Osmanlı'yı tarih sahne
sine çıkaran bir ruhu da beslemiştir.
Bu inkıraz ve istilanın Islam kültür ve medeniyetinde görülen
med ve cezirlerin tasavvufi ·ifade ile cemali ve eelali tece'l:l*rin
mazhan olan beldelerderi Eiri de Anadolu idi. Bu topraklar-ı-içten
fetheden Horasan erenlerinin nefesleri, Moğol nallan altında ezi-
* Mustafa Kara
Prof. Dr., Uludağ Üniversite- ~ si Ilahiyat Fakültesi Tasm-vuf
ABD Öğretim Üyesi.
l Nşr. Ahmet Karamustafa,
Harvard, 1993 Ahmet Kara
mustafa, Vahidi's l'denakib-i
Hvoca-i Cihan \·e Netice-i
Can: Critica! Edition and
Histoncal Analysis, Harvard
1993, s. 67.
.ı.
' -l· ı
len ve Haçlı kılıçlanyla doğranan Diyar-ı Rüm'a yeni bir mesaj sundu. Bu mesaj insanlan ümitsizliğin girdabından kıırtararak onlara Belh'ten Konya'yı, Buhara'dan Bursa'yı, Bursa'dan Bos
na'yı göstermiştir.
Sözkonusu zaman diliminde Anadolu topraklan tasavvuf ta
rihinin büyük şahsiyetlerini tanımıştır. Bölgenin yeni fethedilme
si sebebiyle bu süfilerin büyük bir çoğunluğu dışardan g~lerek bu coğrafyada yaşayan insanlara tasavvufi:-ahlaki dünyanın özel
likleri hakkında bilgi sunmuşlardı. XIII. ve XIV. yüzyıllann tasavvuf tarihi açısından temel özel
liği tarikatiann oluşum safhalannı kapsamasıdır. Bugün Islam
dünyasında yaygın olan tarikatiann kurucu Pirlerinin büyük bir
çoğunluğu bu yıllarda yaşamışlar, daha sonraki yüzyıllarda kurulup, gelişecek olan bu tasavvufı müessesenin ilk tohumlannı
atmışlardır. Sözkonusu asırlann Islam coğrafyasına bir göz at--,
mak bu konuya açıklık getirecektir. Konya'yı dünyanın en cazibeli şehri haline getiren Selçuklu
yönetimi, Afganistan'ın Belh şehrinden Mevlana'yı (ö. Konya
673/1273), Ispanya'nın Işbiliye kentinden Muhyiddin Ibn Ara
bi'yi (ö. şam 638/1240) aynı şehre çekecektir. Orta Doğu'da Abdulkadir Geylani'nin sohbetleriyle mayalan
maya başlayan Kadirtlik, şihabuddin Suhreverdi'nin işaretleriyle oluşum safhasına giren Suhreverdilik, Basra'da Ahmed-i Rifa
i ile temelleri aulan Rifailik bölgenin temel tarikatlan olaı::ak kar-
Mevlana Müzesi ve Selimiye Camii
şımıza çıkmaktadırlar. Orta Asya'da Ahmed-i Yesevi'rıin hikmet
leriyle örülen Yesevilik, Necmuddin-i Kübra'nın firasetiyle şekil
lenen Kübrevilik, biraz geç de olsa tarih sahnesine çıkan Nakşi
bendilik aynı dünyanın esrannı araştınyordu.
Bu yıllarda Kuzey Afrika'da neler olup bitiyor diye sorduğu
muzcia tarih bizim karşımıza Ebu'l-Hasan şazeli ile şazeliliği, Ah
med Bedevi ile Bedeviliği lbrahim Des u ki ile Desukiliği çıkar
ma ktadır.
Orta Anadolu'da durum buradan farklı değildir. Objektifiırıi
zi biraz daha Anadolu üzerine yaklaştınrsak orada pek çok ilmi,
fikri, felsefi ve bedii faaliyetin var olduğu görülür. Bunlardan ko
numuzla ilgili olarılar şu başlıklar altında toplanabilir:
l. Tasavvufi şahsiyetler: Mutasavvıflar, şeyhler, Dervişler.
2. Tasavvufi Eserler: Arapça, Farsça, Türkçe manzüm ve
mensur kitaplar.
3. Tasavvufi Müesseseler: Tekkeler, Zaviyeler, Hangahlar,
Dergahlar.
4. Tasavvufi Ekoller: Tarikatlar, Tasavvufi Zümreler, Cemaat-
ler.
5. Tasavvufi Faaliyetler:\Sohbet, Davet, lrşad
Divan-ı Hikmet'in Türkçe manzümeleriyle bu dünyaya giren
dervişler Fusüsu'l-Hikem ve Fütühatü'l-Mekkiyye'nin Arapça üs
lubuyla daha değişik bir dünyayı tanımış, Farsça Mesnevi ve Di
van ile şiirle hikmetin so:risuz yorumlanna ulaşmıştır. "Oku" em
ri ile başlayan Kur'an ile "dinle" uyansı ile söze giren Mesnevi
birbirini tamamlamış adeta eğitim ve öğretiırıirı iki temel unsu
runu ortaya koymuşlardır.
Bu döneınin insanı, bütün sıkıntı ve çıkınazianna rağmen
Avarifu'l-Maarif sahibi şihabuddin Suhreverdi'yi, Usülü'l-Aşere
yazan Necmuddin Kübra'yı, Mirsadu'l-lbad müellifi Necmüddin
Razl'yi, Makala~_yazan Hacı Bektaş-ı Vell'yi, görme, tanıma, on
larm söz ve sohbetlerini dinleme fırsatını da elde edebilmiştir.
Makalat'ın Türkçesinden birkaç cümle verilebilir:
"Ol kutb-ı alem eydur kim: Kul Çalap Tannya kırk makamcia
irer, ulaşır, dost olur. Ol kırk makamın onu şeriat içindedür ve
onu Tarikat içindedür ve onu Marifet içindedür ve onu Hakikat
içindedür. Ve amma şeriatuiı evvel makamı iman getürmekdür.
tkinci makam ilim öğrenmekdür. Üçüncü makam namaz kıl
makdur ve zekat vermekd]lr ve oruç dutınakdur ve güci yiterse
hacca varmakdur ve hem gaza eylemekdür ve hem nefir-i am ça
lıcak kaçmayub karşu varmakdur ve hem cenabatdan yunmak
dur. Dördüncü makam helal kesb kazanmakdur. Ve hem ribayı
haram bilmekcl ür. Beşinci makam rıikah kılmakcl ur. Altıncı ma
kam hayzun ve rıifasun cima'ın haram bilmekdür. Yedinci ma
kam sünnet u cemaat ehlinden olmakdur. Sekizirıci ma~~ şa
fakatdur. Dokuzuncu tnak.am aru yimek ve aru giymekdür.
Onuncu makam emr-i maruf ve nehy-i münkerdür"2
2 Hacı Bektaş, Makalat, (nşr.
lv!ahmut Esat Çoşan), Istan
bul 1987, s. 34.
,ı. ı
3 Aşıkpaşa, Garibname, (nşr.,
Kemal Yavuz) Ankara 1984,
s. 328.
Kuşeyrt Risalesi, lhyau'l-ulüm gibi lslam dünyasının her köşesinde yaygın olan eserlerden biri de Avarifu'l-Maarifdir. Ab
dest, oruç, namaz gibi konulara tekke kültürüyle açıklamalar getiren Suhreverdi eserinin büyük bir bölümünü tasavvuf ve tari
kata ait terimiere tahsis etmiştir. 63 bölümlük eserin bazı başlık
lan şöyle: l. T asavvuf ilıııinin kaynağı,
2. Tasavvufun mahiyeti, 3. Tekkelerde yaşayan dervişler,
4. Süfilere göre evlilik, bekarlık,
5. Süfilerin ahlakı, 6. Mürid-Mürşid ilişkileri,
7. Sohbet ve tesirleri,
8. Hal ve makamlar, 9. Kendini tanımak,
·,
lO. Bidayet ve hidayetle ilgili açıklamalar,
ll. Gece namazı ve adabı,
12. Sema, 13. Tasavvufta edeb,
14. Melametılik ve Melametiler, 15. Namaz, oruç, Mevlana'nın açtığı çığır, oğlu Sultan Veled'üı teşkilatçılığı ya
nında Maarif, lbtidaname, Rebabname, lntihaname ile devam et
miş, Feridun b. Ahmed'in Menakıb-ı Sipehsalar ve Efiakl'nin Menakıbu'l-Arifin adlı eseriyle XIV. yüzyıla ulaşmıştır. Mesnevi'yi,
Muini 842/1438 yılında manzum olarak Türkçeye çevirilmiştir: Nale-i neyden işitgil ya bu ney ·
Kim neden ağlar neden inler bu ney
Nalişumden avret u er iniedi Yandı her kim ol iniden dinledi
GUş-i hüş aç duy şikayetler ider
Ayrılıldardan hihayetler ider N ay-i dilde şerha şerha çün firak
Ta ki eyde şerh-i derd-i iştiyah
Yardan ayrılan bil ür ney halini
Cam-ı pur içen bilür mey halini 3
lbn Arabi'nin açtığı irfan yolu, üvey oğlu Sadreddin Kone
vi'nin eser ve faaliyetleriyle devam etıııiş, Konevi'den feyz alan
Abdurrezzak Kaşam'nin yanında yetişen Davüd-ı Kaysert (öl. lznik, 750/1351) ise yaptığı çalışmalar ve özellikle Matla'u Hu
süsıl-Kelim fi Meani Fusüsı'l-Hikem adını taşıyan Fusüs şerhi ile
asırlardan beri şii ve Sünni dünyanın ortak eserlerinden birini ortaya koymuştur (Bombay, 1300).
Konevi'den feyz alan, bir müddet de Tokat'ta bulunan bir diğer sufi, Hemedanlı Fahreddin-i Iraki'yi (ö. şam 688/1289) ve
Lemaat adlı eserini de zikretınek gerekir. 28 Panltıyı ihtiva eden
Lemaat, Fusüs vadisinde aşık ile maşuku tanıtan bir tasavvuf kla-
siğidir. "Aşk öyle bir ateştir ki bir gönüle düşünce bulduğu her şeyi yakar. O dereceye vanr ki, maşukun suretini de mahveder.
Mecnun böyle bir ateş içinde bulunmuş olmalıdır ki, dedikleri
ne göre Leyla başı ucuna geliyor. Mecnun onu görünce başını, yakasımn içine çekiyor. Leyla, 'başını kaldır, sevdiğin ve istedi
ğin benim hele bir bak, ne haldesin, kime benziyorsun' deyince
Mecnun 'benden uzaklaş, ben senin sevginle uğraşıyorum, bu sevgi beni senden kurtarmıştır' diyor" (Panltılar, tre. Safvet Yet
kin). Moğollarla dişe diş mücadele ederken şehid düşen Nec
muddin Kübra'mn(ö. Köhneürgenç 618/1221), Anadolu'ya ula
şan müridi Necmuddin-i Daye'dir. Kayseri ve Sivas'ta bulundu
ğu yıllarda Farsça olarak kaleme aldığı Mirsadu'l-Ibad adlı eseri tasavvuf düşüncesinin vazgeçilmez eserlerinden bir tanesidir. Bu
eser 825/1421 yılında Kasım-ı Karahisart tarafından Türkçe'ye
kazandınlacaktır.
Kübra'nın tesbitleri şöyle: şeriat gemi gibidir, tarikat deniz gi
bidir, hakikat inci gibidir. Kim inciyi elde etmek isterse gemiye
biner, denize açılır ve onu elde eder. Bu sıralamaya uymayan onu
elde edemez.
Mevlana Müzesinde sergilenen tekstil ürünlerinden keınha
-l-
T
-+ Necınüddln Kübra, Fe,·ai
hu'l-cemal:Tasawufı Hayat,
!stanbul 1981, s. 18, 61, 6-t.
"T arikata intisa b etmek gaye değildir. Tarikat vasıtadır. Bu
yolda yürüyüp menzil makama ulaşmak gerekir. Bu yürüyüşteki
istikamet tarikattan çok daha önemlidir".
"T ecellilerin, en yücesi kamil insanıann eşyadaki müşahade
lerinden ayn olarak kalplerinde çakan tecelli şimşeğidir. Bu nok
taya ulaşanlarda ilhad ve sapıklık sözkonusu değildir. Aksine şe
riat, tarikat, marifet süfilerin kendi çoluk çocuklan dahil etrafın
dakiler onun bu halirıi idrak ve ihata edemezler"-+
Kübrevi geleneğinin en mühim temsilcilerinden biri ise daha
sonraki yüzyılda Bursa'ya gelen Emir Sultan'dır (ö. Bursa 833/
1429).
Tarikatlar tarihinin dikkat çekici manzaralanndan biri de Sa
feviyye'dir. Önceleri sünni olan sonra şilleşen bu tarikat ile bu
günkü lran topraklannın şiileşmesi arasında yakın bir bağ vardır.
lbrahlm Zahid-i Geylani'nin (ö. 690/1291) müridi olan Safı
yüddin-i Erdebill'ye (ö. 'ns/1334) mensup bu tarikat ile Anado
lu'daki oluşum arasında bulunan en önemli sufi Hamiduddin-i
Aksarayi olarak da bilinen Kayseri doğumlu Samuncu Bab_a'dır.
Erdebil süfilerinin rüzgannı Hazar kıyılanndan Orta Anadolu'ya
getiren bu sufi, Hacı Bayram-ı Veli'nin de mürşidi olacaktır.
Türk dünyasının en kıdemli tarikatı olanYesevilik için "kuru
cu tarikat" Ifadesi kullanılabilir. Reşahat'ın ifadesiyle "meşayıh-ı
Türk'ün ser-halkası" Ahmed-i Yesevi'nin (ö. Yesi/Türkistan 582/
1166) hikmetleriyle Islam'la yerıi tamşan kitlelere sunuları. bu di
ni derinlik Orta Asya'dan, Orta Anadolu'ya Türk dili ile şeri~tı,
Mevlana Müzesi içinden bir görünüm
tarikatı ve hakikatı öğretmiş yaşatmış ve bütünleştirrniştir.
T aıilwtga şeıiatsız hirgenlenıi
şeytan gelip imanını alur enniş
Işbu yolnı Pirsiz dava hılganlanıı
Sersan bo lup ara yolda halur enniş
T aıihatga siyasetliğ mürşid here h
Ol mılrşide itihatlığ müıid hereh
Hizmet hılıp Pir nzasın tapmah hereh
Mwıdağ Aşıh Hahdm ulaşalar enniş
Cahil, şekilci, mutaassıp zamane şeyhlerinden Hazret-i Tür-
kistan da yaka silkmektedir. T atavvu roze tutar halldarga şeyhlih satar
Ilmi yoh amidin beter ahir zaman şeyhleıi
Başiga destar sarar ilmi yoh neye yarar
Olu yoh yaym hurar ahir zaman şeyhleıi
Yesevl'nin yolundan giden halifesi Süleyman Hakim Ata'nın
(ö. 582/1 186) şu tesbitleri asırlardan beri Anadolu insanının ağ
zından, dilinden ve gönlünden düşmemiştir:
Her himi görürsen Hızır bil
Ve her geceyi Kadir bil
Parça yahşi biz yan.~an
Parça buğday biz saman
i
+ efi:,
r
-1· cfb r
Gümüş Kümbetli şehir: Bursa
XIV. yüzyılla birlikte Konya yerini yavaş yavaş Bursa'ya terk
etmiştir. Ve Anadolu Beyleri biraz daha batıya gitmeyi, şeyh Ede
bali'nin çınanna su vermeyi planlamaya başlamıştır. Abdal Mu
rad'lar, Osman Gazi'ler, Orhan Gazi'ler, Ahi Ahrned'ler, Ahi:
Mehrned'ler yeni bir dünya için kollan sıvarıuştır:
Zilıi Jetlı u zafer ellıamdülillalı
Ki aldı Bursa'yı hafirden Orhan
Didiler T alibi, taıilıin anın
Alındı Bursa aldı dar-ı iman = 726 (1326)
Bursa cenneti temsil ediyordu:
Hazret-i Adeın eğer hah-i Serendib'e bedel
Bursa'ya inse idi çıhtığı deın ceııııetten
Der idi böyle çeınenzar-ı Hüdayi var iheıı
Acının bağ-i cinaıi'da geçen evhatıma beıı
Heterodoks Meselesi i
Gerek mezhepler gerekse tarikatlar için zaman zaman kulla
nılan Batı rnerışeli iki terirn vardır: Ortodoks, heterodoks. Birin
ci kelime dini esaslara bağlı olan hareket ve kururnlar için ikinci
kelime ise değişik - tesirlerle dini tespitierin farklı yorurnlanyla
oluşan anlayışlar için kullanılmaktadır.
Burada bizi ilgilendiren soru şudur: Hangi tarikat ortodoks,
hangisi heterodokstur? Bu soruya cevap verrnek kolay değildir.
Çünkü bu soru hangi hareket dinidir, hangisi dini değildir, han
gi fikir ve müessese bidattır, hangisi değildir sorusuna cevap ver
rnek kadar zordur. Dolayısıyla bir tasnifte sünni:, hak, ortodoks
diye nitelenen s~z geliırıi Mevlevılik tarikatı bir başka açıdan he
terodoks batıl bir tasavvufı teşkilat olarak isirnlendirilebilrnekte
dir. Konumuzia ilgili asırlara bu açıdan bakan tarihçiler özellik
le şu zümreleri heterodoks olarak rıitelernektedirler: Kalendert-
Mevlana Müzesinde sergilenen bir puşide
ler, Hayderiler, şemsiler, Vefailer, Babailer. Bu tesbite göremezkur zümreler, "çizmeden yukan çıkan", "dini hayatın ciddiyetini
sulandıran", "dini müsamahayı istismar eden", "din ve Tasavvufi:
hayatı daha önceki kültür ve medeniyetlerin tesirleriyle yağuran
kişiler" olmaktadırlar.
Herhangi bir tasavvufl cemaati tek kelimeyle "heterodoks" di
ye nitelernek yarnitıcı da olabilir. Bunun en önemli sebeplerinden biri bazı tasavvufi ekallerin zaman içinde çizgi değiştirmele
ridiL Sözgelimi Avarifu'l-Maarifde anlatılan farzlan hiç terket
meyen Kalenderiler'le daha sonraki yıllarda ortaya çıkan 'tip'leri
aynı kefeye koymak mümkün değildir. Suhreverdi'yi dinleyelim. Mevlana'mn muasın olan bu su
fl'nin tahlili şöyle:
Sufi Olmadıklan Halde Sufi Zannedilenler
Kendilerini bazen "Kalenderiyye", bazan "Melametiyye" diye
adlandıran grup bunlardandır. Bundan önceki bölümde mela
metilerin durumunu açıkladık. Onlann halinin yüce, makamla
nnın aziz olduğunu, hadisiere ve sünnete sıkı sıkıya bağlı olduklanm, amel ve hallerinde ihlas ve sadakatin gerçekleşmesine ça
lıştıklanna işaret ettik. Fitneye tutulmuş olan çarpık düşünce sa
hiblerinin zannettiği şeyler Melametilerde yoktur. "Kalenderiyye"; kalb _temizliğinin verdiği sarhoşlukla şer'i hu
dutlan bozan, bir arada oturma ve birlikte olma konusundaki
her türlü kayıtlan ve adabı ortadan kaldıran gnıptur. Bunlar
kalplerindeki temizliğin istediği istikaınette hareket ettiler. Farzlarm dışında, namaz-oruç gibi ibadetleri azalttılar. şeriatın izin
verdiği dünyevi lezzetlerden mübah olarum yemek ve içmek ko
nusunda hassas davranmadılar. Bu konularda azimet yolunun inceliklerini değil de, ruhsada
nn kolaylığını t~r:cih ettiler. Bununla beraber, Kalenderiler dün
yevi ihtiyaçlan giderecek para, yiyecek, içecek ve giyecek gibi eş
yalan biriktirmeyi, bunlan toplama ve çoğaltınayı terkettiler. Dindar, zahid ve abid kimselerin kıyafet ve davramşlanm alma
dılar. Allah ile beraber olduğuna inandıklan kalbierinin güzelli
ği ve temizliği ile yetindiler. Bütün bu güçlerini bu noktaya tek
sif ederek kalbierinin temizliği dışında erişecekleri bir hedef, muttali olmak istedikleri bir nokta bırakmadılar.
Kalenden ile Melameti ,arasındaki fark şöyle açıklanabilir:_
Melameti, ibadetlerini gizlerneye özen gösterir. Kalenderi ise adetleri tahrib etmek, alışılanlan bozmak için çalışır. Melametl,
her türlü iyilik ve haynn kapılanna sımsıkı sarılır ve bunlarda fa
zilet olduğunu kabul eder. Ancak bütün arnelleri ve hallerini başkalanndan gizlerneye çalışır. Melametl kendisini, avam dere
cesindeki insanlar seviyesine kor. Kılıkta, kıyafette, harekef ve davramşlannda onlar gibi gozükerek halini gizleıneye ve tanm'mamaya çalışır.
.j.
'
5 Sühreverdl, Avarifü'l-Ma'a
rif: Tasavvufun Esaslan, (tre.
H.K.Yılmaz - l.Gündüz), Is
tanbul 1988, s. 97-98.
6 Aşıkpaşa, Garibname, (nşr.,
Kemal Yavuz) Ankara 1984
Bununla beraber o, bulunduğu derecelerden daha yüksek derecelere varmak ister. Kendisini Ma'buduna yaklaştıracak herşe
yi bütün gücüyle yapmaya çalışır. Kalendert, bilinmeye ve bilin
memeye aldırmaz. Belli bir kıyafet ve görünüş içine girmez. Bütün sermayesi olarak kabul ettiği "kalb temizliği" dışındaki şey
lere aldırmaz.
Sufiye gelince o, her şeyi yerli yerine koyar. Bütün vakitJeri ve halleri bilerek harcamaya ve tedbirli hareket etmeye çalışır. Hak
kı Hak yerine, halkı da halk yerine kor. Gizlerrilmesi gereken
yerde gizlenir. Açık tavır alınması gereken yerde de açıkça davramr. Her işi yerinde ve zamanında yapmaya, yapılması gereken
herşeyi huzurlu bir akıl, kamil bir ma'rifet ile, ihlas ve sadakat
kaidelerine riayet ederek yerine getirmeye çalışır. Kendilerine "Melametiyye" adını veren, süfilerle uzaktan ya
kından alakalan olmadığı halde, onlardanmış gibi gözükmek
için sufi kisvesine bürÜhen ve onlar gibi giyinen sapık bir grup daha vardır. Bunlar bazan çevreden sakınmak bazan da sufilik
iddiasında bulunmak için, sufi kisvesine bürünür ve kendilerini
gizlerneye çalışırlar. Fakat onlar büyük bir gaflet ve aldamş içindedirler. Zira onlar ibahilerin yolunu tutarak içlerinin Allah'a
ulaştığım iddia ediyor ve bunun da erişilmesi gereken hedef ol
duğunu söylüyorlar. şeriatın gerektirdiği şekilde, emirlere yapışarak, nehiylerden kaçmarak yaşamanın, anlayışlan kıt olan
avam derecesindeki insanlar için lüzumlu olduğu, bunlann kuru bir taklidle başkalanna uyma durumunda bulunarılar tarafın
dan yapılması gerektiğini söylüyorlar. Bu tür fikirler, ilhadın,
zındıklığın ve Hak'tan uzaklaşmamn ta kendisidir. Zira şeriatın
reddettiği herşey zındıklıktan başka birşey değildir. 5
Baballer
Baba Ilyas-ı Horasani ile (ö. 637/1240) oluşan Babailer, özel
likle XIII. ve XIV. yüzyılda carılılığım korurken torunu Aşık Paşa (ö. Kırşehir 733/1332) Garibname'yi Aşık Paşa'mn oğlu Elvan
Çelebi Menakıbu'l-Kudsiyye'yi nihayet daha sonraki torunlann
dan Aşık Paşazade meşhur Tarih'ini kaleme alarak Anadolu tarih ve tasavvııf kültürünün vazgeçilmez üç eseririni ortaya koymuş
lardır.
Aşık Paşa'mn 730/1330 yılında yazdığı 12.000 beyitlik Türkçe Garibname tasavvııfi yollan gösterıneyi hedeflemiştir.
Çün bilesin cümle yol menz.illeıin
Yimıegil sen Türkü Tacik dillerin
Türk diline kimesne bakmaz idi
Türklere hergiz gönül ahmaz idi
Türh dahi bilmez idi bu dilleri
Onca yalı ol ulu menzilleri 6
Baba llyas ve XIII. yüzyılın en mühim olaylanndan biri olan
Baballer hakkında bilgi veren 2081 beyitlik Menakıbu'l-Kuddu
siyye 733/1333 yılında kaleme alınmıştır. 7
Son beyitleri aktaralım:
Bu sözi sıdh-ıla işidenler
Işh-ıla nfış idüb aş idenler
Rahmetün şerhetine tuş olsun
Tal'atunnun-yıla hoş olsun
Ta felehde meleh 1ııla seyran
Ta melehde gönül hala hayran
Fazl u rahmet müdam şey'liilah
Iy hamu halmışa mııin Allah
Irdi encama name-i hudsi
Oldı taıih heft sad u si si
Mustafa yolına aleyhi s,elam
Can u ahl u gönül gulam gulam
Cemaleddin-i Savi'ye (ö. 630/1233) nisbet edilen Kalenderiy
ye'nin en eski kayna!z!_anndan biri Hatib-i Farisi tarafından 7 48/
1348 tarihinde kaleme alınan Menakıb-ı Cemaleddin-i Savi'dir.S
Ela, ey rumuz-ı cantın isteyen
Rumuz-ı canandan beyan isteyen
Beni dinle ey hace bu guş-ı can
Ki sana haleııdeıilih ideııı beyan
Vefa aleıııi"f!:de haleııderlerüz
Cefa ateşinde semenderlerıiz
Bize ateş-i cevr har ey]eınez
Gam u faha bizde harar eyleıııez
Cihan hamhalımda mihlnanlaruz
Bugün geldih irte gider canlaruz
' Bize nzhıçun ne gussa ne gam
Virür Hah bize nzhumuz deıııbedeın
Çun olduh cihan içre mahbub biz
Kamu halha mergub u matlub biz
Bunu sanma ey hace zinhar laf
Ki ralı-ı Kaleııderlih olmaz güzaf
7 Elvan Çelebi, lvlenakıbü'l
Kudsiyye fl Menasibi'l-Ünsiy
ye, (nşr. A.Y. Ocak-!. Erün
sal), Istanbul 1984, s. 98.
S Eser, Tahsin Yazıcı tarafın
dan 1972 yılında Ankara'da
neşredilmiştir.
/ )
ı\ J \ \
.ı.
'
9 Abdülbaki Gölpınarh, Hurü
fılik Metinleri Katalogu, An
kara 1973, s. 8.
ı O Eser, F. Teaschner tarafından
yayınlanmıştır. Leibzig, 1930
ll Eser, Cemal Kuma::: tarafın
dan neşredilmiştir. Ankara,
1991.
Hurüfiyye, Cavidname'nin yazan Fazlullah Hurüfl'ye (ö. 796/ 1394) nisbet edilmektedir. Harflerin esran üzerine kurulu olan
bu cereyanı, tasavvufı düşüncenin bazı yorumlanndan istifade ettiyse de bir tarikat olarak ele almak mümkün değildir.
Hurüfl literatürde tasavvuf ve süfilerin aleyhinde de epeyce
malzeme vardır: ly talib-i tahhih olan erbab-ı tasavvuf
Fadl-ı Hahh'a gel Jeth ola ta bab-ı tasavvuf
Rahs etmemin adını 1wmış halha-i tevhid
Ceyda ile dolmış hamu esbab-ı tasavvıif
Seecadesi tahlid iledür hırhası tezvir
Cühhali dolandınnağa dulab-ı tasavvuj9
Vefaiyye'nin Pi:ri de Tacu'l-Arifin Ebu'l-Vefa Bağdadl (ö. 561/
101 7)'dir. Aşık Paşazade'nin ifadesine göre Geyikli Baba kendi
sini şöyle tanımlıyor: "Baba Il yas müridiyim Seyyid Ebu'l-Ve
fa'nın tarikatindenim". Ömrünün bir bölümünü Kayseri'de\geçiren ve Kırşehir'de medfun olan diğer şahsiyet de Ahi Evren'dir
(ö. 661/1262). Daha sonraki asırlarda iktisadi rengi ağır basan
Ahilik, kuruluş asırlannda dini, içtimai hatta siyasi, askeri bir teşkilat olarak görülmektedir. Gülşehri'nin XIII. yüzyılda kaleme
aldığı Keramat-ı Ahi Evran elimizde ise de Menakıb-ı Ahi Evran kayıp tır. lO
Bizim Yünus
Orta Anadolu'nun XIII. yüzyılda tanıdığı dervişlerden biri de
Yunus Emre'dir (öl. Eskişehir 720/1320). "Mevlana Hüdavendi
gar'ın nazanna" ve Tabduk Emre'nin himmetine mazhar olan Yunus Emre, Divan'ında Bursa Babasultan Köyü'nde medfün Ge
yikli Baba'dan da söz etmektedir.
Geyihli Baba bize nazar hılalı
Hasıl aldı Yunus'a ol ne hi vayesidür
Yünus'la aynı yılda Seydişehir'de vefat eden Horasan'lı bir
derviş de Seyyid Harun'dur. Makalat-ı Seyyid Harun'a göre bu zat bizzat şehir kurmakla görevlendirilen bir Alperendir. "Dam
ceddünıi her ne vakit ziyaret etsem kudretten sem'ime bir avaz
geldi: Ya Harun Rüm'a çık, Karaman vilayetinde Küpe Dağı dirler bir dağın şarkından yanına şehir yap. Ol şehrun halkı suleha
ola, şaki olanın akibeti hayır olmaya deyu işidurin."ll Eserin son
satırlan şöyle:
"Şeri'atün zahirinde dört şey vardur: Tamah, haram, şekk, ah
karn-ı zahirle cehd kılup tahir-i mutahhar makarr olun. Dam
emre müdavemet, nehyden ictinab kılun, imanunuz muhkem ola, magbun olmaktan kurtulasız, amin Ya Rabbü'l-alemin. şe
ri'atün batını tarikatte dört şer vardır. 'Azamet, gazap, riya, süm'adur'. Dervişlere farz u lazuro aldı ki Hakk her yirde hazır
bileler. Her sım alim bile, tahkiken tasdiken cehd idüp şeytanun
şerlerinden kurtıla, imanlan, kavi olıp kıyamet güninde mahrumlıktan kurtula, amin Ya Rabbe'l alemin. Dahi ma'rifet maka
mında dört şer vardır, 'ucb, kibr, hıkd, hased'. Ehl-i ma'rifete farz lazım aldı ki, tevazu'a, ibrete, hikmete cehd ile bular şeyta
nun şerlerinden imanlan şeref bula, merdüd olmaktan kurtılalar
. Ke'ennehu şol haramileri belleri geçüp şerılige yitişüp yitiklerin
bulup şad u hurrem olalar, amin Ya tlahe'l-alemin. Hakikatte şeytanun dalıli yokdur, makam-ı muhlisdür ve 'bi-izzetike le-ug
viyennehum ecmain illa ibadeke minhumu'l-muhlesin'. Temmet bi-avni'llahi'l-Meliki'l- Vehhab" (s. 82).
Menakıbnameler - Vilayetnameler
T asavvuf ve T ekke kültürünün yaygınlaşmasına hizmet eden
kitap türlerinin biri de Menakıbnamelerdir. Bir süfiyi bazan da
bir tarikatı konu alan bu eserlerin konumuzia ilgili olanlauna işaret edilmişti. şunlar da ilave edilebilir:
1. Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli 2. Menakıb-ı Hacı Ahmed Yesevı:
3. Menakıb-ı Sadruddtn-i Konevi
4. Menakıb-ı Seyyid Harun-ı Veli
S. Menakıb-ı Seyyid Mahmud-ı Hayranı
6. Menakıb-ı şeyh Safiyuddin Erdebili: 7. Vilayetname-i Abdal Müsa
Mevlana'nın 616/1219 yılında Nişabur'da görüştüğü Feri
duddtn-i Attar meşhur Tezkiretü'l-Evliya adlı eserinde evliya menkıbelerini okuyup anlamanın faydalanm sıralamıştır. Bu tes
biderin birkaç tanesini aktarmaktayarar var12: l. Şeyh Ebu Ali Dekkak'a:
- Erlerin sözlerini dinlernede hiç fayda var mı, diye sormuşlar.
O da şöyle _demiş: 'Tabii ki var. Bunda iki fayda var: Birinci
si şayet dinleyen şahıs talib ise himmeti kuvvetlenip talebi ziyadeleşir.
!kincisi, şayet bir kimse, kendisinde bir benlik görürse, bu
onun berıliğini ve gururunu kırar. Başındaki davayı ve sevda
yı söküp atar. İyi ve kötü şeyin ne olduğunu ona gösterir. şa
yet kişi kör değilse, bu sayede kendini müşahede eder. Nitekim şeyh Mahfuz (r.a.) :
- Halkı kendi terazinle t<~:rtma, kendini ikan sahiplerinin terazi
siyle tart ki, onlann faziletini, kendi müflisliğini anlayabilesin, demişti.
2. Cüneyd'e (r.a.) sordular:
- Bu hikaye ve rivayetlerde, yani kıssa ve menkıbelerde mürid için ne fayda var? Cevap verdi:
- Bunlann sözleri, Aziz ve· Celil olan Allah'ın ordusundal\_birer askerdir. (bk: Feth, 4, 7 -Müddessir, 31). şayet müridin-k-albi
kınlır ve morali bozulursa, onunla kuvvetlenir, o askerden
12 Feridüddin Attar, Tezkire
tı:ı'l-Evliya, (tre. Süle),nan U
ludağ), Bursa 1984, s. 215.
* ı
meded bulur. Hak Te'ala'nın: "Biz Resullerin haberlerinden,
kalbine sebat verecek olanlan sana hikaye ediyoruz" (Hud, 120). Yani "Ya Muhammed, kalbin huzur ve kuvvet bulsun,
diye evvelkilerin kıssa ve menkıbelerini sana hikaye ediyoruz" buyurmuş olması da bunun delilidir.
3. Peygamberlerin Efendisi (SAV) "lyiler anılınca, gökten rah
met iner" buyurmuşlardır. Imdi bir kimse, üzerine rahJl!.et yağan bir sofra kurarsa, mümkündür ki, ona bir fayda temin et
meden, eli boş geri çevirmezler.
4. Umulur ki, onlann kudsi ruhlanndan, perişan bir halde bulunan şu biçareye bir meded ulaşır da, ecel gelmeden evvel
başına bir devletin gölgesi düşer.
5. Kur'an ve hadisten sonra, sözlerin en iyisi olarak onlannkini gördüm. Sözleri, tümüyle Kur'an ve hadislerin şerbinden iba
rettir. "Her ne kadar onlardan değilsem de, hiç değilse onlara
benzemiş olayım" diye, kendimi bu meşguliyelin içine attım.Çünkü Hadiste: "Bir zümreye benzeyen onlardan sayılır",
buyrulmuştur. Nitekim Cüneyd (r.a.) de şöyle demiştin
- Davacılara iyi muamele edin ki, hakikat ehli olsunlar, ayakla
um öpünüz. Çünkü himmetleri yüce olmasaydı, pekala başka şeyi dava edebilirlerciL (Bu sebeple muddei ve mukallid
süfilerin, muhakkik olabilmeleri için kendilerine ilgi ve yakınlık gösterin).
6. Kur'an'ı ve Hadisi anlayabilmek için lügat ve sarf ilimlerini
bilmek gerekmekte, halbuki halkın pek çoğunun bunda herhangi bir behresi bulunmamaktadır. Oysa bunlann açıklarha
sı mahiyetinde bulunan süfilerin sözlerinden halk da, aydınlar da haz ve nasib almaktadır. Bunun için ekserisi Arapça
olan bu sözleri, faydası umumi olsun diye Fars diliyle ifade
ettim. 7. Zahir itibariyle görüyoruz ki, birisi, aleyhinde aslı olmayan
bir söz söylese, o kimsenin kanına girmek için var gücünle
çabalar, o bir sözden ötürü yıllarca içinde kin tutarsın. Batıl bir söz, sende bu kadar çok tesir meydana getirince, aşikardır
ki, hak söz -farkına varmasarı da- bunun bin misli fazla bir te
sir vücuda getirebilecektiL Nitekim Imam Abdurrahman Ekkafa (r.a.) sordular:
- Kur'an okuyan ama okuduğunu anlamayan bir kimsenin
okuduğu şey hiç onda tesir husule getirir mi? şöyle dedi: - Bir kimse bir ilaç (veya zehir alsa) ama yediği şeyin ne oldu
ğunu bilmese, bu ona tesir eder de, Kur'an hiç tesir etmez mi? Açıkçası Kur'an'ın tesiri bundan çok daha fazla olur. Bir de
bilerek ve aniayarak okusa, o zaman durum nasıl olur? Vann
kıyas edin! Bilmek binlerce çeşit fayda temin eder. Nitekim en hayırlı söz Allah'ın sözüdür, O şefaat eden ve edilen, tas
dik eden ve edilen, tasdik eden ve şahid olan bir sözdür, buy
rulmuştur. Bir de manasını bilir, onunla amel eder, gözünden
nedamet yaşlan akıtırsa, Hak Teala onun hürmetine lutfu ile
bir katre yaş için bir günahkar bağışlar. 8. Bir mecburiyet, zaruret ve çaresizlik halinin mevcud olması
müstesna, süfilerin sözlerinden başkasını ne söylemeye ne de
dinlemeye takat getirerneyen bir kalbe sahibim. Bu sebeple bütün halkı alem için, onlann sözlerinden bir vazife ve vird
vücuda getirmem şart oldu. Olur ki, bu sofradan da bana bir
kadeh nasib olur. Nitekim şeyh Ebu Ali Siyah (r.a.): - Benim iki arzum var: Biri O'nun sözlerinden bir söz dinle
mek. Diğeri de O'nun adamlanndan (Merdan-ı Huda ve Ra
sulullah'tan) birini görmek, demiş, sonra da eklemişti: Ben ne
birşey yazabilen ne de okuyabilen ümmi bir adamım. Bana
biri lazım ki; O'ndan bahsetsin, ben dinleyeyim veya ben bahsedeyim o dinlesin. Eğer cennette O'nunla karşılıklı ko
nuşmak olmasa, derim ki: O cennetten el-eman! 9. Imam Yusuf Hemedani'ye (r.a.):
- Şu zaman geçer ve bu taife perdenin arkasına çekilip gizlenir
se, selamette kalabilmek için biz ne yapalım, diye sorulmuş,
O da: - Her gün, arılarm sözlerinden sekiz sayfa okuyunuz, diye ce
vap verdi. Imdi ben, gaflet ehlinin (böyle) bir vird edinmesi
ni farz-ı ayn görüyorum.
Bir Eser: MuTnü'I-MürTd
Tasavvııf kültürünün topluma aktanlmasında bilindiği gibi
iki önemli alet vardır. Sohbet ve kitap, Selçuklu döneminde Orta Anadolu üç dilden yazılan eserlerle bu ihtiyacını gidermiştir.
Daha önceki yıllarda yazılan Arapça, Farsça eserlerin Türkçe'ye
kazancimlması faaliyetleri yanında Türkçe yazma gayretleri de devam ediyordu. şimdilik bunlann en eskilerinden birine işaret
edelim:
713/1313 yılında yazılan Muinü'l-Mürid Türklere manzum
olarak dini esaslan ve Tasavvııfi prensipleri öğreten ve sevdiren
Mevlana Müzesinde sergilenen tarikat eşyalanndan çanta
~ ö 'il
" i . i·
13 Ünik nüshası Bursa'da Yazma
Eserler Kütüphanesi'nde bu
hınan eser, Recep Toparlı ta
rafından neşredilmiştir. Er
zunım 1988.
407 dörtlük halinde yazılan bir kitaptır. Bu ilmihalde anlatılan bazı konular şunlardır:
lman, marifet, vaaz, nasihat, abdest, namaz, tesettür, oruç,
zekat, adab, sohbet, şeriat, tarikat, kalb, nefis, süluk, zikir, şükür. ..
Şeıiat Resul havli tutgil yüıi
T aıihat Resul fi'li, tutgıl yüıi
Hahihat hahihatnı ol sorar sen
Resul hali alıvali tutgıl yüıi
Şeıiat bilib hasd hılıp sormalı ol
T aıihat giıip yol yürüp bannah ol
Hahihat talip matlubinga tigip
Anıng birle meclis tıizi 1wnnah ol
Son dörtlük eserin ne zaman yazıldığını belgelemektedir. Idi birdi tevfih bu birhaç helam
OruÇ ayı içre ve boldı temam
T aıih yiddi yüz on üç irdi yılı
Selamünaleyhüm aleyhüm selam 13
Bir Tekke: Tarsus Türkistan Zaviyeleri
Orta Asya'dan Orta Anadolu ve Akdeniz bölgesine olan der
viş akımnın en dikkat çekici müesseselerinden biri Tarsus Tür-
Mevlana Müzesincieki mezar taşlan
kistan Zaviyeleridir. Orta Asyalı Abdullah Mencek ve Beyce şeyh
Gürkani tarafından 78ı/l379 yılında kurulan bu tekkenin vak
fiyesinden daha çok o bölgeden özellikle Özbekistan, Türkistan
ve Afganistan'dan gelen insanlara hizmet vermeye yönelik oldu
ğu anlaşılmaktadır. Vakfiyede dikkat edilmesi gereken hususla
nu bir kaç maddesi şöyledir:
ı. Zaviyeye gelen misafirlerin kimlikleri tesbit edilecektir.
2. Misafirlerin üç günlük ihtiyaçlan karşılanacaktır.
3. Misafirler Asya'daki durum hakkında yetkililere bilgi vere
cek, memleketlerine döndüklerinde de Anadolu hakkında hem
şehrilerini aydırılatacaklardır.
4. ZaYiyelerin kapi.cı, bekçi gibi personeli o bölgeden olacak
tır. Böylece zaviyeye ilk defa gelen konuşup anlaşmada zorluk
çekmeyecektir.
5. Orta Asyalı misafirlere gerekli ilgi ve hassasiyeti gösterme
yerıler görevlerinden alınarak orılann yerine "ehl-i takva ve er
bab-ı salah" dan kimseler tayin edilecektir. Tekkerıin imkanla
nndan istifade etmesi öngörülen köyler tanıtılırken özellikle Ha
nefi olduklannın vurgulanması dikkat çekmektedir.l-+
Bir Alperen: Sarı Saltuk'un Kızıl Elması
Hayatı ve faaliyetleri menkıbelerle örülü olan cengaverlerden
biri de San Saltuk'tur. _çihad ve kerametlerle, Balkaniann lslam
laşmasıyla adeta bütünleŞen ve Yunus gibi birçok yerde makam
ve türbesi olan San Saltuk'un menkıbelerinin Saltukname adıyla
bugüne ulaşmasını temin eden zat Cem Sultan'dır (ö. 90ı/l495).
Türbesi Bursa'dadır.
XIII. yüzyılda yaşayan bu gazi dervişin ismi etrafında anlatı
lan olaylan ve rivayet edilen kerametleri toplamak üzere Cem
Sultan, dostlanndan Ebu'l-Hayr-ı Rümi'yi görevlendirmişti. Rü
mi de Anadolu ve Balkarılan gezerek bu işi ı 480 yılında tamam
lamıştır. (Saltukname, rışr. Ş.Haluk Akalın, Ankara ı987).
Geyikli Baba gibi San Saltuk da Yunus'un dostlan arasında
dır.
Yunus'a Taptuhu Saltuhu BaraJı'dandur nasib
Çün gönülden cuş hıldı ben nice pinhan olam
San Saltuk'u günümüze ulaştıran sanatkarlardan biri de Yah
ya Kemal Beyatlı'dır.
Geldikti bir zaman San Saltuhla Asya'dan
Bir bir diyar-ı rum'a dağıldıh Saharya'dan
Seyıindeyiz atıldığı sahilsiz enginin
At meydanında ölmüş "enelhah" şehidinin
r·\ Abdullatif-i Kudsi'nin müridi tarihçi Aşık Paşazade'rıin..meş-
hur dörtlü tasnifine atıf yaparak konuyu günümüze bağlıyalım:
H Bk::. H. Baki Kumer, ·Tar
sus'daki Türkistan Za}iycle
rinin Vakfiyeleri", VakıOar
Dergisi, sy. VI. s.3L
"'-' ı
.j.
?
"Hududlarda gaza bayraklanndan alma ışıklar" vuran gazi
yan-ı rum, çarşı, pazar ve dükkarılarda helal kazanem doyumsuz huzurunu yaşayan Ahiyan-ı Rum, dünyamn ve ukbanın temel
esprisini yakalayan abdalan-ı rum, nihayet bütün bu gönül fatih
lerini taşıyan, doğuran, emziren, besleyen ve büyüten badyan-ı rum insan olmalanndan kaynaklanan bazı eksik ve yanlış yo
rumlanna rağmen bu topraklarda dirıle devletin, tekke ile atölye
nin, tefekkürle tebessüm ün, madde ile mananın, harp ile sulh un, tevazu ile vakann, namus ile iffetin, cesaret ile şecaatin, kazan
mak ile bölüşmenin, teenrıi ile teşkilatın, sevgi ile şefkatin, ko
nuşmak ile susmanın, mazi ile istikbalin güzel sentezlerini sun
muşlardır.
Son söz Yunus'un:
Fakih Ahmed Kutbuddin
Sultan Seyyid Necmüddin
Mevlana Celaleddin',
Ol kutb-ı cihan k'anı.
Türbe önünde yapılan.bir sema töreni
Recommended