48

Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç
Page 2: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 2 23 Mayıs 1998

Halkı-mızın hesap sorma ve adalet özlemleri-nin uygu-layıcısı cilan DHKC, d e ğ i ş i k mahalle-lerde yap-tığı eylem-lerle birçok

halk dü şm a n ı faşisti döverek ce-zalandırdı, işbirlikçi faşistlerin iş-yerlerini tahrip etti ve Susurluk devletin ka-yıpların, katliamların hesabını sordu...

DHKC, 15-21 Mayıs tarihlerinde yaptığı ey-lemlerle hesap sormaya devam etti.

MHP Okmeydanı binası 21 Mayıs günü saat 06.00'da atılan üç el bombası ile tahrip e-dildi... Binanın alt kat denilirlerine ise bombalı DHKC bayrağı bırakıl-dı... Eylem KAYIPLARIN VE FAŞİST SALDIRILA-.RIN HESABINI SORMAK,İÇİN,yapıldı

.Çünkü MHP Susurluk devletinin partisiydi... Tüm düzen partileri, MGK ve Hükümet kayıplardan,sorumluydu.DHKC,bu eylemiyle "NESLİHAN, METÎN, HASAN, ALİ NEREDE?" diye so-ruyordu. "HESAP SO-RACAĞIZ, KAYIPLARI-MIZ NEREDE?" diyor-

du. Eylem halk tarafın-dan büyük bir coşku ve sempatiyle karşılanır-ken DHKC, eylemleriyle kaybedenlerden, katle-denlerden hesap sor-maya devam edeceğini gösterdi...

Yine 21 Mayıs günü sabah saatlerinde Ok-meydanı Piyalepaşa köprüsüne "KAYIPLA-RIN HESABINI SORA-CAĞIZ-DHKC" yazılı bir pankart asıldı ve dört sivil faşist dövüle-rek cezalandırıldı.

Ayrıca Şişli Beledi-

yesi karşısındaki üst ge-çite 21 Mayıs günü Nes-

lihan Uslu, Metin An-daş, Mehmet Ali Man-dal ve Hasan Aydo-gan'ın kaybedilmesi ve son dönemlerde artan faşist terörü protesto etmek için "KAYIPLA-RIN HESABINI SORA-CAĞIZ DHKC" yazılı bombalı bir pankart a- sıldı.

Sarıyer Doğanev-ler'de İ6 Mayıs gecesi saat 02.00'de faşist bir kahve molotofla tahrip edildi. O sırada bölge-den geçmekte olan po-lis arabası da molotofla geri püskürtüldü.

Maltepe Esen-kent'te 15 Mayıs gecesi "KAYIPLARIN HESABI-NI SORACAĞIZ DHKP-C" yazılı bomba süsü verilmiş bir pankart a-sıldi. Eylemi Esenkent Devrimci Halk Güçleri üstlendi. 20 Mayıs günü saat 19.00'da Baruthane Çöp Arıtma Mer kez i 'n in karş ıs ındaki köprüye "Kayıpların

Hesabını

Soracağız" DHKC yazılı bomba süsü verilmiş bir pankart asıldı. Ayrıca üç siviy faşist dövülerek

cezalandırıldı. Eylemi Okmeydanı Devrimci Halk Güçleri üstlendi.

I Mayıs Mahalle-si'nde 20 Mayıs gecesi saat 02.30'da sahibi iş-birlikçi bir faşist olan kuyumcu dükkanı 1 Ma-yıs Devrimci Halk Güç-leri tarafından molotof-landı.*

ONLARI İSTİYORUZ Bizim olanı İçimizden kalleşçe koparılıp alınanları istiyoruz. Onları istiyoruz Onları.. Daha dün omuz başımızda, bizimle halaya

duranları Daha dün birlikte konuşup güldüklerimizi Aynı sevdayı bir solukta bölüşüp,

birlikte yumruk yumruğa dövüştüklerimizi istiyoruz

Biliyoruz, Korkuyorlar, Bir türlü kaybedemedikleri umuttan Aydınlık yüzleriyle, davetsiz

gecelerden yeni sabahlar doğuranlarımızdan

Pusu kurmuş karanlıktan hesap soranlarımızdan

Korkuyorlar Korkuyorlar halktan Genç yürekleriyle yılların sevdasını omuzlayan-

lanmızdan Yaşlı bedenlerinde civan mert bir delikanlının

Yüreğini taşıyanlarımızdan Korkuyorlar Korkuyorlar bizden.

Zorlukların en koyu deminde Hayat dolu gülmesini bilen Gürcü kızının gülüşü

Korkusudur alçaklığın Korkusudur zehir saçan eşkıyalığın yüzüne, "Toprağımı terket" diye haykıran, halkının bağrına sürgün verip, yıkılmaz bir çınar olanların öyküsü Korkusudur zorbalığın Bir sabah vakti Gurbet diyarlara el sallayıp Vatanının gözlerini hasretle öpenlerin türküsü Tokat'ın semahını döne döne

Ege'nin zeybeğine karışan yiğitlerin son sözü

Hesapsa hesap Kavgaysa kavga Hınçsa hınç And olsun ki büyüteceğiz korkularını Ve biz Gece ve gündüz Yazın sıcağında Kışın ayazında Bıkmadan Usanmadan Hep aynı şeyi isteyecek Onların adıyla çınlatacağız dört bir yanı "Ben Hayat'ım, Metin'im, Hasan'ım, Mehmet Ali'yim" Ve "Ben de... Ben de... Ben de..." diye başlayan Ve hiç bitmeyecek bir türkünün En güzel ezgisini O en büyük özlemi Hiç durmadan haykıracağız Kurtuluş umudu kaybedilemez asla Ve ondan korkanlar kaybedecektir bir kez daha. İSTİYORUZ VE ALACAĞIZI"

21 Mayıs 1998, Okmeydanı MHP Karşısı

21 Mayıs 1998, Okmeydanı Piyalepaşa Köprüsü

Dersim Hozat'taİki DHKC Savaşçısı Şehit Düştü Dersim'in Hozat ilçesine bağlı Tavuklar Mezrası'nda 21 Mayıs sabahı devlet güçleriyle girdikleri silahlı çatışmada henüz isimlerini öğrenemedigimiz birisi bayan birisi erkek iki DHKC gerillası şehit düştü. Öğrenebildiğimiz kadarıyla saatlerce süren çatışma sonu-cunda bir asker ölürken çok sayıda asker de yaralandı. DÜZELTME Geçen sayımızın 7. sayfasında "Basına ve Kamuoyuna, Akın Birdal Katledildi" başlıklı açıklama yanlışlıkla Halk İçin Kurtuluş Gazetesi imzalı olarak yayınlanmıştır. Doğru imza "Göçmen İşçiler Derneği" olacaktır. Halk İçin Kurtuluş imzalı açıklama ise yayınlanmamıştır. Düzeltir, özür dileriz.

Page 3: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998

DEVRİMİN YOLU DÜZLEŞİYOR SAFLARI SIKLAŞTIRALIM

GK, devrimci harekete, Kürt ulusal . hareketine, islamcılara saldırıyor. Bütün alanlara,

demokratik mevzilere saldırıyor. Artık sıra düzen içindekilere kadar geldi.

MGK ne istiyor o zaman? MGK "huzur ve istikrar" istiyor.

Tekelci burjuvazinin gökdelenlerde korkusuz yaşayacağı bir huzur, halkın hiçbir kesiminin ekonomik ya da demokratik haklan için düzeni hiçbir eylem biçimiyle zorlamayacağı bir istikrar istiyor.

Bunun için düzenin tüm resmi, gayri-resmi güçlerini seferber etmiştir, Ordusunun, polisinin yanında MHP'li sivil faşistlerden üniversite yönetimlerine kadar çeşitli Örgüt ve kurumları bu hedefe yönlendirmiştir.

Akın Birdal'a bu politika çerçevesinde saldmlmıştır.

Saldırıyı MHP'lilerin mi, "özel kuwetler"in mi yaptığı Önemli değildir.

Saldırının amacının doğru tespit edilmesi, saldırıyı yapan ve yaptıranların doğru tanımlanması önemlidir. Toplumsal muhalefet ancak bu başarılabildiğinde doğru hedeflere yönelebilir.

Kimdir MGK? Cuntanın, açık faşizmin kurumsallaşmış ifadesidir. Düzenin, karşıdevrimin politik ve askeri karargahıdır. Düzen adına, uygulanmış ve uygulanacak tüm politikaların belirleyicisidir. Tekellerin, toprak ağalarının çıkarlarının koruyucu ve kollayıcısıdır.

Böyle bir yapıda "ilercilik" arayanlar, onun "demokratikleşme"yi gerçekleştireceği, gericiliği ezeceği, Kürt sorununu çözeceği gibi tespitler zorlamadır, hayal mahsulüdür. Halka düzen için şu ya da bu kurumları çözüm olarak sunulan bir umut tacirliğidir. İlericiymiş, gericiliği ezecekmiş, sola bundan sonra daha tolerans tanıyacakmış... Öyle bir olay yok. Aslında MGK kendini artık o kadar gizleyen bir kurum da değildir. Çok çeşitli biçimlerde de açığa çıkmıştır ki, faili meçhullerin

kararı MGK'da alınmıştır. Sansür, sürgün kararnamesi, terör yasası gibi halkımız için yalnızca zulüm demek olan ne kadar yasa varsa MGK'da kararlaştırılmıştır. Karşımızda MGK devleti vardır.

MGK devleti Susurluk devletidir. Hiç kimse boşuna kafaları bulanıklaştırmasın. Halka, devrimcilere, yurtseverlere, demokratlara, işçilere, memurlara, gecekondululara, Öğrencilere, aydınlara saldırının karargahı MGK'dır.

Kimdir MHP? Faşizme kitle tabanı oluşturmak için örgütlendirilmiş faşist bir örgütlenmedir. Her dönem devrimcilere karşıdır. MHP bildiğimiz MHP'dir. Değişmez. Düzen içindeki rolü, konumu budur. Katliamlar yapacak, şovenizmi kışkırtacak, cinayetler işleyecek, işçilerin, öğrencilerin, gecekondu emekçilerinin, devrimci demokratik mücadelesinin karşısına çıkarılacaktır. Yani bugün olanlar, boyutları daha da büyüyerek olmaya devam edecektir.

MHP, düzenin örgütlediği ve kullandığı tek saldırı aracı da değildir. Ordu, polis, mafya içinde resmi hiyerarşiler dahilinde örgütlendirilmiş onlarca, yüzlerce çete vardır. Ordu, polis kurum olarak halk karşısında faşist, saldırgan bir çete durumundadır. Düzen partileri birer soygun, talan çetesidir, soygunun, talanın karşısında halka karşı saldırının

yasalarını yapmakla görevlendirilmişlerdir. Hepsi MGK'nın emireri durumundadır.

Kısacası halka, devrimcilere karşı savaşı yöneten, yürüten MGK'dır. MGK bu yanıyla

devlettir. Daha kısa bir süre önce çeteleri

üç kişiye indirgeyenler, bütün bu olup bitenler karşısında tespitlerine ilişkin hala konuşmayacaklar mı? Ağar kızağa çekilmiş, Çiller iktidardan uzaklaştırılmış, Bucak geri plana gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir.

Aslında üç kişiyi, "Çiller-Ağar-Bucak"la Susurluk'un özdeşleştirilmesini MGK, ANAP çıkarmış, burjuvaziden reformistlere kadar çeşitli kesimler de bu çarpıtmayı kabullenip, halka da Susurluk'u bunlarla sınırlı olarak göstermeye çalışmışlardır.

Dün de çeteleri MGK yönetiyordu, bugün de. Susurluk'tan sonraki süreçte yalnızca tetikçiler değişmiştir.

MGK'nın yönettiği, çeşitli politika ve kararlarıyla yönlendirdiği tetikçiler, düzende reformdan başka bir şey istemeyen, burjuvazinin, Oktay Ekşi gibi en gerici kesimlerinin bile "şiddete karşıydı, bu düzenin iyileştirilmesini istiyordu" diye övdüğü, insan haklarında Amerikan standartını Türkiye'ye yerleştirmeye çalışan, düzen içi bir

aydın, demokrat olan Akın Birdal'ı vurdular.

Çeteleri üç kişiye indirgeyen, MGK'dan, CHP'den, ANAP'dan bir şeyler bekleyen reformistler bu olayı nasıl değerlendiriyorlar? Kimileri fazlaca telaffuz etmek istemese de hemen hepsi kontrgerilla yaptı diyor. Evet, kontrgerilla yapmıştır. Ancak bunu tespit etmek tek başına fazla

Nasıl karşı koyacağız? Sorun budur. Soru budur. Bu cevaplandırılmalıdır.

Sistemi mi değiştirmek gerekiyor, nasıl değiştireceğiz? Akın Birdal'a yönelik kontra saldırısına, "en şiddetli" cevaplan kır çiçekleri getirme ve Meclis'te soruşturma komisyonu kurulması isteme olan reformizm, faşist saldırıyı nasıl durduracak?

Reformizmi hiç olmazsa bu saldırıdan sonra dönüp geriye bakmalıdır. Susuruluk devletine karşı halkın mücadelesinin hedeflerini daraltıp, MGK'nın Susurluk manevrası için alanı genişletmediniz mi?

ANAP'ı işbaşına getirmek için destek vermediniz mi? ÖDP ve HADEP'in Sultanahmet mitingi MGK'nın Refahyol'u yıkma politikasıyla birebir örtüşmüyor muydu?

Şimdi diyorsunuz ki "İçişleri Bakanı istifa etsin". Siz getirdiniz, getirilmesine yardımcı oldunuz. Bu hükümetin veya bakanlarının faşistliğini, halka, devrimcilere, demokratlara saldırılarındaki sorumluluğunu yeni mi keşfettiniz?

Yoksa Birdal'dan sonraki saldırıları fazla kayda değer mi saymadınız?

Her türden reformizm, "icazetçilik" üzerine politika yapmaktadır. İnfazlar, kayıplar, . katliamlar karşısındaki tavırsızlıklarıyla, devrimcilerden uzak duruşlarıyla, devrimci eylemlere herkesten önce karşı çıkışlarıyla, MGK'ya diyorlar ki "yapacağınızı onlara yapın, ama bize dokunmayın"

Yok öyle... işte size de dokundu.

Bu ve benzeri süreçler

3DEVRİM KURTULUŞ

M

Page 4: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ ülkemizde defalarca yaşanmıştır. 76-77'lerde faşist terör tırmanırken yaşanmıştır. 12 Eylül'de yaşanmıştır. 90'ların başında yaşanmıştır. Tekrar bu süreci yaşayın. On yıl sonra belki yine özeleştiri verirsiniz. Ama işe yaramaz.

1 Mayıs'ta aynı şey olmuştur. Reformizm MGK'ya, MGK planının alandaki silahlı uygulayıcısı polise "onlara saldır, bana dokunma" demiştir.

Düşman aptal mı? Düşmanın aptallığı üzerine bir devrimci politika olmaz. Düşmanın aptallığı üzerine politika yapanlar sonuçta yanıldıklarını anlarlar. Ama . anladıklarında çoğu defa iş işten geçmiş olur.

Düşman böylesine ders çıkarmayan bir solu bulmuş, bırakır mı? Bunun üzerine manevra üstüne manevra yapıp halkın örgütlü güçlerini, demokrasi güçlerini böler birbirinin karşısına diker.

Ve tabii sonuçta işte böyle olur. Akın Birdal'lar da vurulur. Örgüt düşmanlığı üzerine teori yapan öğrencilere örgütten cezalar verilir. Burjuva aydınlarının bile çalıştıkları gazetede iş güvencesi kalmaz. Yasal parti binaları pervasızca basılır. Parti yöneticileri yaka paça içeri alınır.

Herkesin başına gelebilir bunlar. Burası Türkiye.

Oligarşi devrimci hareketi de, demokratik muhalefeti de, reformizmi de şiddetle ezmeye, bastırmaya, geriletmeye, kendine yedeklemeye çalışıyor. Faşizmin her türden şiddetine karşı kim ne diyor, hangi anlayışı savunuyor? Faşizmin şiddeti nasıl geriletecek, nasıl durdurulacaktır?

Bu işin Beyoğlu'nda yürümekle olmayacağı açıktır. Diyelim yürüdünüz, bir-üç-beş... Sonra?.. Şiddetiyle, terörüyle yürümeni engellediğinde, seni parti binalarından sokağa adım atamaz hale getirdiğinde ne yapacaksın?

Herkes nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu, düşmanın hangi yöntemlerle üzerimize geldiğini görmek zorundadır. Aksi halde örneğin MGK'yı iyi tanımazsak MGK'nın laiklik politikalarına, 1 Mayıs politikalarına yedeklenmek kaçınılmazdır. Örneğin MHP hakkında burjuvazinin demagojileri kafamızı bulandırırsa faşist çeteler her gün birini bıçaklayacak MHP de her gün "ferdi olaylardır" açıklamasını yapacaktır.

Taktik adına herşeyi yapmak mübah olmuştur. Bu tür taktiklerle ülkedeki gerçek çelişkiler, gerçek

saflaşma isteyerek, veya istemeden bulanıklaştırılmaktadır... Biri SHP'yle ittifak yapıyor, sonra aradan bir süre geçiyor, belli olaylar yaşanıyor, o ittifakı yapanlar bu defa "katil SHP" diye yürüyor. Biri ANAP'ı destekliyor, sonra "bunlar insana ve haklarına düşmandır" diye yürüyor. Siz böyle kararsız, böyle tutarsız olur, kitlelerin yanıtılmasına, düzen partilerinin aklanmasına bu kadar alet olursanız düşman, daha çok düşmanlık yapmaya devam edecek ve her seferinde sayenizde kendini aklayacaktır.

Rıdvan Budak, Bayram Meral daha dün polisin vahşi saldırısını seyrettiniz. Ahmet Özdemir'in katili sizsiniz. Şimdi neyi kınıyorsunuz? ÖDP, EMEP, SİP, HADEP, siz değil miydiniz, daha dün "herkes alana girmeden miting başlamayacak" kararına rağmen MGK sendikacılarının polisle işbirliği içinde mitingi başlatmasına ve devrimcilere saldırının zemininin hazırlanmasına sessiz kalan siz değil miydiniz?

Kürt milliyetçiliği, MGK'nın son saldırıları, şovenizmi geliştirmesi, infazların, kayıpların önünü açması karşısında "çıldırmış bunlar" diyor. Ne çıldırması? Onlar sınıf savaşının bir tarafı olarak kendi sınıflarının çıkarlarını egemen sınıfların iktidarını savunuyor, bunun için halka, devrimcilere saldırıyorlar. Siz "çözüm"ü, "diyalog"u kafaya taktığınız için, başka hiçbir şeyle karşılaşmak istemediğiniz için bütün bunlar size çılgınlık gibi geliyor. MGK'nın politikaları "yadırganıyor". Oligarşi içi çelişkiler yanlış tahlil edilir, kah ANAP'tan, kah MGK'dan halkın çıkarları doğrultusunda bir şeyler beklenirse elbette bu tablo yadırgatıcı olur.

Oligarşi içindeki "kanatlar"dan kendine basamak arayan TKP tarihi ibret vericidir. Bu kafa yapısıyla yıllarca CHP'nin yedeğinde kalmış, işçi hareketini düzen içi çelişmelerin bir parçası yapmıştır. O kafa cunta içerisinde bile "demokrat, ilerici" kanatlar aramış, bulmuş, cuntacılara "MHP"yi kapatın" çağrısı yapmıştır boyuna. Ama her seferinde sonuçta, düzenin, devletin saldırısına hedef olmaktan kurtulamamıştır.

MGK'da bazı generaller bugüne kadar sola çok katı davranıldığını söyleyip, sola karşı artık daha toleranslı bir politika izleneceğini belirtmiş... MGK yine bu çerçevede MHP'yi de "tehdit" listesine almış. Generaller Kürt

sorununu çözmek istiyormuş ama siviller buna engelmiş... Bütün bu teoriler Aydınlık'ındır.

Yeni konseptler, kilik çatışmaları bunlar oligarşi ve devlet gerçeğiyle ilgisi olmayan şeylerdir. MGK halka karşıdır, devrimcilere, yurtseverlere düşmandır. Hiçbir konsept, hiçbir kilik çatışması bu gerçeği değiştirecek kapsamda değildir ve olamaz.

Bunlar, sınıflar mücadelesini sınıfların, egemen sınıflarla ezilenlerin, emperyalizmle halkların savaşı olarak değil de komplolardan ibaret gören Aydınlık'ın zırvalarıdır.

Aydınlıktan çıkan. Türkiye Marksist-Leninistleri, Aydınlık'ın etkisi altına girecek kadar geri, bu kadar aymaz, bu kadar kapasitesiz değildir.

Türkiye'nin aydınları herşeyi komplo teorilerinden ibaret görecek kadar bilimsel düşünceden uzak değildir.

Aydınlık'ın teorileri, Yalçın Küçük'ün aklıyla politika yapmak, geriliktir.

Elbette bu komplo teorileri, bu senaryolar ülke gerçeğini, sınıflar savaşı gerçeğini değiştirmiyor. Yalnızca şu son süreçte olup bitenleri söz önünde bulundursa bile, görürüz ki her şey kendi yatağına yeniden oturuyor.

Yok TÜSİAD raporu ilerici bir muhteva taşıyormuş, yok MGK yenilikçiymiş, hayat bu teorileri ezip geçiyor. Bu komplocular, bu senaryocular Akın Birdal'a saldırıyı bile yok Amerikancıları, yok Almancıların işi. veya ordunun planını bozmak için yapıldı gibi olmadık teorilerle açıklamaya çalışmıyorlar mı? Bu doğaldır. Her türlü komplo teorisi egemen sınıfların işine yarar. Egemen sınıfların şu ya da bu kesiminin aklanmasına hizmet eder.

Ama belirttiğimiz gibi, sınıflar mücadelesi bu teoriyi dinlemeden hükmünü sürdürüyor. MGK halka ve devrimcilere karşı savaş tırmandırıyor. Sivil faşist çeteleri, kontrgerilla çetelerini yine kullanmaya devam ediyor. Hayat karmaşıklıkları atıyor, güçleri ayrıştırıyor.

Bu devrimin yolunun düzlenmesi demektir.

Susurluk konusunda oluşan yoğun kamuoyu tepkisine rağmen, bir Veli Küçük'ü bile kurban vermeye yanaşmayan, Susurluk'u bir kez olsun gündemine almayan MGK'da "ilericilik" keşfedenleri kuşkusuz en başta MGK gülerek izlemiştir. Pekala nereden doğuyor bu çarpık teoriler ve düşünceler? 1983'ten beri Türkiye ve Türkiye

23 Mayıs 1998 Kürdistan'ında her türlü zulmün uygulayıcısı olan ANAP'tan çözüm beklemek, 91'de koalisyon ortağı olduğunda halka karşı bu topraklarda yürütülmüş en vahşi savaşlardan birinin sorumluluğunu üstlenen CHP'yle ittifakı düşünmek, Kürdistan'ı yakıp yıkan, milyonlarca yoksul Kürdü yerinden yurdundan süren bir ordudan "çözüm" beklemek, hangi mantığın ürünü olabilir?

Örgütsel bağımsızlık, ideolojik bağımsızlık bir kez kaybolmaya, halka ve özgüce güven bir kez sarsılmaya başladığında, şunun veya bunun etkisine girmek kaçınılmazdır.

Bütün bu çarpık, halk için çözümsüzlükten hatta umutsuzluktan başka bir şey üretmeyen teorilerden, taktiklerden çıkılmalıdır.

MGK'nın dümen suyundan çıkılmalıdır.

Ülkemizin yurtseverleri, aydınları, tüm ilerici, devrimci, demokratik güçleri, yani kendini emekten ve halktan yana sayanlar, herşeye halkın çıkarları açısından bakmaya başladıklarında herşey onların gözünde de daha netleşmiş olacaktır. Sınıflar mücadelesinin gerçekleri zaten nettir.

Netlik, her geçen gün daha da belirginleşmektedir.

Halk iktidarından başka, devrimden başka çıkar yol olmadığı yaşanan her gelişmede bir kez daha kanıtlanmaktadır.

Evet, slogancı olalım. Çünkü bazen sloganlar çok şeyi az kelimeyle anlatma gücüne sahiptirler. Devrimcisinden aydınına, hep bir ağızdan haykıralım: TEK YOL DEVRİM. Kim ne derse desin başka yol yoktur.

"Var" diyenlerin, seçimden, erken seçimden ve yine ANAP'lı, CHP'li, RP'li, DYP'li hükümetlerden başka gösterebileceği bir şey yoktur. Bu ise, 50 yıllık demagojinin, demokrasicilik oyununun devamından başka bir şey değildir.

Devrimin yolu düzleşiyor. Bir, bu yolda devrimcilerin

öncülüğünde yürüyen halk vardır, bir de bu yolda yürüyen halkın ilerleyişini durdurmak isteyenler. Yolun iki ucundaki saflaşma da böyle biçimlenmektedir.

Saflarımızı belirleyelim ve safları sıklaştıralım.

Neslihan'ları kaybetmemek için, Kenan'ları, Birdal'ları vurmalarını önlemek için, halka karşı işlenen suçların cezasız kalmasını önlemek için, adalet için, bağımsızlık ve demokrasi için, safları sıklaştıralım.*

4 DEVRİM

Page 5: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998

Faşist Saldırılara Karşı Örgütlenmek ve

Silahlanmak Gerekli ve

Meşrudur

Halkın Can Güvenliği Yoktur Can Güvenliğini

Ortadan Kaldıranlar, Susurluk Devletinin

Resmi Güçleri, Kontra

Çeteleri, Sivil Faşist

Çetelerdir Can Güvenliğimiz için Katleden, Kaybeden, İnfaz Eden, Coplayan Susurluk Devletinin Polisine ve Ordusuna Güvenemeyiz! Halk Kendi Can Güvenliğini Kendisi Sağlamak Zorundadır Can Güvenliğini Sağlamanın Yolu Örgütlenmekten ve Silahlanmaktan Geçer

Tarih: 1 Mayıs 1998... Belki birçoğumuzun adını ilk kez

duyduğu Cimşit köyünde, 25-30 kişilik bir faşist güruh, göçmenlerin . oturduğu bir mahalleye saldırıyor ve saldırıda 5 kişi yaralanıyor.

Yer: İstanbul... Tarih: 1 Mayıs 1998... 1 Mayıs mitingine gitmek için

yola çıkan belediye işçilerine faşistler planlı ve hazırlıklı biçimde saldırıyor. 10'dan fazla işçi yaralanıyor.

Yer: Bolu... Tarih: 2 Mayıs 1998 ■ Kenan Mak

adlı üniversite öğrencisi faşistler tarafından katlediliyor. Mahallelerdeki, üniversitelerdeki eski ve yeni saldırılarla bu liste uzayıp gidiyor. Ancak asıl önemlisi listenin daha da uzayacağı açıkça görülüyor.

Ve yine bu olaylarda da görüldüğü gibi, faşist saldırıların ne zaman, nereye, kime yöneleceği belli değildir. Bazen ilinde, ilçende, köyünde gezintiye çıkarken. Bazen

okulun kantininde bir çay içerken. Bazen bir kitle gösterisindeyken. Bazen mahallenin kahvehanesinde sohbet ederken, ilçemizde, hatta köyde faşist bir saldırıya maruz kalınabilir.

Faşist saldırıya uğramak İçin İlle de devrimci, yurtsever olmak da gerekmiyor. Bir göçmen, Kürt, Türk, Çerkez... Alevi, demokrat... Yani kısacası faşist olmadığın için saldırıya uğrayabilirsin. Dünden bugüne faşistlerin hedefi "kendisinden olmayan herkes" olmuştur.

Bütün bu gelişmeler karşımıza şu soruyu getirmiştir: Devrimciler, yurtseverler, kitle örgütleri ve en geniş halk kesimleri can güvenliklerini nasıl koruyacaklar?.. Can güvenliğimiz, 1 Mayıs '98'de olduğu gibi kafa göz yaran, genç yaşlı, kadın erkek, çoluk çocuk demeden herkesi kan revan içinde bırakan polis korumayacaktır. Veya evlatları kaybedildiği, tutsak edildiği için her hafta Cumartesi günü

Galatasaray Lisesi önünde oturan analara, "Anneler Günü"nde saldıran, gözaltına alan polis korumayacaktır. 31 Mart 1998'de İzmir'de olduğu gibi M. Ali Mandal, Neslihan Uslu, Metin Andaş ve Hasan Aydoğan'ı gözaltına alınıp kaybeden, kaybetmek isteyen polis korumayacaktır. Ya da Kürdistan'da, Karadeniz'de katliamlar yapan, köyleri yakıp, yıkan, insanları köylerinden, yurtlarından koparan özel tim veya asker de korumayacaktır. Evet, bunların hiçbiri halkın can güvenliğinin güvencesi olamaz: Bu açıktır.

O halde biz halk olarak can güvenliğimizi kendimiz alacağız. Nasıl mı? Örgütlenerek ve silahlanarak... Evet, silahlanmak gerekir. Susurluk'un üzerinin örtülüp, katillerin, mafyacıların bir bir serbest bırakıldığı günden bugüne onlarca faşist saldırı gerçekleşti. Yarın öbürgün biz eğer faşistlerden yana değilsek saldırıya uğrayabiliriz, çünkü faşist saldırılar hızını kaybetmeden artarak sürüyor.

Kahvemiz, işyerini iz, fabrikamız,

okulumuz veya evimizde saldırıya uğrayabiliriz. İşte tam da bu noktada silahlanmak meşrudur. Faşist saldırılara karşı silahlanmak, faşist olmayan herkes için meşrudur, zorunludur.

Durumun önemini görmek İçin hafızalarımızı tazeleyelim. 1 Mayıs '98 sabahı İstanbul'da Genel-lş üyesi belediye memurlarının faşist saldırıya uğraması, bir kişinin Ülkü Ocakları binasından linç girişimi ile atılmak istenmesini hepimiz hatırlıyoruz. 2 Mayıs '98'de Bolu'da bir üniversite öğrencisi Kenan Mak ülkü ocaklarının Önünde saldırıya uğruyor ve Kenan Mak katlediliyor. Bu saldırıyı İstanbul Seyrantepe'de yine "kapatılan" (!) bir Ülkü Ocağının önünden geçerken bir grup faşistin saldırısına uğrayan Bilal Vural ve Hakim Atik'in katledilmesi izledi. Aynı günlerde Mersin'de bir kahvehane faşistler tarafından tarandı.

Görüldüğü gibi ülkenin dört bir yanında "bir düğmeye basılmışçasına" aynı anda saldırılar

FAŞİZM

Y er: Ankara SincanCimşit Köyü...

5 KURTULUŞ

Page 6: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 6 FAŞİZM 23 Mayıs 1998

gerçekleşebiliyor, katliamlar yaşanıyor. Elbette düğmeye basanı halkımız biliyor; MGK! işte bunun için silahlanmak gerekiyor. Çünkü artık herkes, faşist olmayan herkes, faşistlerin hedefidir. Çünkü faşist saldırıları püskürtmek ve can güvenliğini sağlamak için silahlanmak meşrudur. Yazının başında da söz ettiğimiz Cimşit köyüne saldırı veya örneğin Nisan '98'de Antalya'da katledilen yurtsever gerillaların cesetlerinin kepçelerle gömülüp çıkarılmasından sonra faşistlerin bir Kürt mahallesine saldırı girişimi üzerinde önemle durulması gereken saldırılardır. Bu iki örnek bize Maraş, Çorum ve benzeri katliamları hatırlatıyor. Bu saldırıların, Maraş'tan, Çorum'dan farkı olmayacağına yarın öbürgün kimse garanti veremez.

İşte yalnız bu iki örnekten yola çıksak bile her aile evinde, mahallesinde gerçekleşebilecek bir faşist saldırıya karşı hazırlıklı olmalıdır. Faşistlerin hedefi bir bütün olarak halktır, halkı sindirmek, korkutmaktır. Eli boş bir şekilde halkımızın kendini faşist saldırılar karşısında koruması, saldırıları-püskürtmesi mümkün değildir.

Mahallelerde oturanlar, evlerinde bir bidon benzin, av tüfeği, tabanca, barikat malzemesi gibi neyi temin edebiliyorlarsa etmelidir. Fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda da kendi koşullarına uygun hazırlıklar yapılmalıdır.

Faşist Saldırılara Karşı Devrimciler Silahlanmak, Halkı Silahlandırın alıdır... Faşist saldırıların

Öncelikli hedefi devrimcilerdir, yurtseverlerdir. Ümit Cihan Tarho, Kenan Mak, Bilal Vural ve irili ufaklı onlarca faşist saldırının hedefi her seferinde, çoğunlukla devrimciler yurtseverler olmuştur. Çünkü devrimciler halkın öncüleridir.

Faşist saldırılar bir yandan devrimcileri sindirmeyi amaçlarken bir yandan da en geniş anti-faşist ve devrimci

potansiyeli oluşturan kesimlere yöneliyor, örneğin faşist saldırılarda Kürt mahallelerinin hedef seçilmesi, Maraş'ta alevi mahallelerin seçilmesi, devrimci potansiyelin güçlü olduğu mahallelerin seçilmesi hep bu anlayışın sonucudur. Hedefler gelişigüzel seçilmemiştir.

O halde devrimcilere şu görev düşüyor: Devrimciler, faşist saldırılara karşı halkı örgütlemeli ve silahlandırmayıdır. Ancak örgütlü bir halk faşist saldırılar karşısında direnebilir, saldırıları püskürtebilir. '80 Öncesinde bunun örnekleri çoktur. M ara şiarın, Corumların çoğalmasını engelleyen devrimcilerdir. Halkı örgütleyerek faşistlerin karşısına çıkarmışlardır.

Bunun yolu hızla Faşist Teröre Karşı Savunma Ve Mücadele Komitelerini örgütlemekten, yaygınlaştırmaktan geçiyor. Burada önemli olan politikalarımızı hayata geçirmek ve FTKSMK'ları ülkenin dört bir yanında yaygınlaştırma ataklığını ve yeteneğini gösterebilmektir. Eğer Örgütlenmelerimizi yaygın olarak hayata geçiremezsek, kitleleri faşist teröre karşı seferber etmezsek, faşist terör amacına ulaşacaktır.

Bugün tepki göstermek için oturup faşist saldırıları beklemek durumunda kalmamalıyız. Faşistlere ve faşist örgütlenmelere karşı her alanda halkın tavır alışını geliştirmeliyiz. Faşistlere tavır onlara mahallemizde ev ve işyeri vermemekten onları kitlesel eylemlerle kovmaya, faşist odakları devrimci şiddetle dağıtmaya kadar uzanır. Faşistleri bulunduğumuz her yerde tecrit ederek, kovarak temizlemeliyiz. Faşist odaklar herhangi bir saldırı beklenmeden dağıtılmalıdır. Bunları silahlanmak ve örgütlenmektir. Bugün, "ülkü ocakları gerçekleştirmenin yolu faşizme karşı apatılsın" sloganı ile yetinenler halkı faşist saldırılar karşısında savunmasız bırakıyorlar demektir. Cephelilere düşen görev, halkı her düzeyde örgütlendirip silahlandırmaktır.*

Bir grup işçi alanda sendikacıların Öncülü-ğünde slogan atıyor: "Susma, sustukça sıra sana gelecek"...

Oysa aynı anda, alandan bir kaç yüz metre aşağıda polis vahşice devrimcilere saldırıyor ve alandakiler susuyor.

Nerede bu sloganın samimiyeti? Binlerce in-sana saldırılıyor. Ve susuyorsunuz.

Akın Birdal'a yönelik faşist saldırının sonra-sında çeşitli kesimler yürüyor ve sıkça aynı slo-ganı atıyorlar: "Susma, sustukça sıra sana gele-cek"...

Oysa, o sloganı atanların önemli bir kesimi, saldırı Akın Birdal'lara yönelinceye kadar susan kesimlerdir.

Susmuşlar ve sıra kendilerine gelmiştir. Susuyorlar ve Akın Birdal vurulunca "Sus-

ma..." diyorlar. Bu sloganı ilk biz attık. Kamuoyuna malettik. İyi, güzel öğrendiniz, benimsediniz ama, biz

böyle öğretmedik. Biz o sloganla herkesi çağırdık. Herkesi sa-

hiplendik. Sİz kendiniz için atıyorsunuz. Mesela Ufuk Uras? Neye ses çıkardı bugüne kadar? Katledilen hangi devrimcinin cenazesine ka-

tılıp katillere lanet yağdırdı ve "Susmayın" diye bağırdı?

İyi, güzel Öğrendiniz, benimserimiz ama, biz böyle öğretmedik.

İnfazlar, kayıplar bizle başlamıştır. NİYE SUSTUNUZ? Susmadık diyenler şunu yaptık desinler. Daha çok kısa süre Önce dört Cepheli'nin

kaybedilmeye çalışıldığı açıklandı kamuoyuna. Mesela, ÖDP Ufuk Uras, Akın Birdal, EMER

odalar, sendikalar ne yaptılar? Cevabını söyleyelim: SUSTULAR. Sustular, çünkü kaybedilmek istenen Cep-

heli'lerdi nasıl olsa. Devlet kendilerine ilişmez, kendilerini kaybetmezdi.

Dün infazlarda da aynı mantıkla susmuşlar-dı..

'Aman devlet kızar" diyerek susmuşlardı. Sonra sıra onlara geldi.

Onlarca Parti-Cepheli'nin katledildiği infazların davaları sürüyor.

Kim geliyor? Burjuvazinin icazet verdiği Göktepe davası-

na gidilip "susma sustukça sıra sana gelecek" sloganı atılıyor da niye bu davalara gelinmiyor?

Metin Göktepeler katledilmesin, tamam. Ama Cepheliler kati edilebilir mi?

Evet, ülkemiz aydınlarının, demokratlarının, ne yazık ki, Önemii bir kısmı bu sloganı yalnızca kendisi için atıyor.

Yalnızca kendisine saldırıldığında susulma-sın istiyor.

Bencilcedir. Korkakçadır.

Devletin icazetini kabul eden bir tavırdır.

Demokrasi mücadelesinin özüne de aykırıdır.

Cepheli'ler katledilirken susanlar, SIRANIN KENDİLERİNE

GELMESİNİ ENGELLEYEMEZLER. Tarih öğreticidir. Ama ne yazık ki, öğrenmesini bilmeyen İçin

de hiçbir şey ifade etmez. 12 Eylül cuntası da önce devrimcilere saldır-

mıştır. Sonra sıra DİSK'e, TÖB-DER'e gelmiştir. Sonra Barış Derneğine... Dört devrimci kaybedildi. Henüz bir buçuk ay geçti üzerinden. Susan-

lar kimlerdi? Ve şimdi "Susma sustukça sıra sana gelecek"

sloganını atanlar kimler? Birinciler ve ikinciler arasında aynı kesimler

vardır. Gerçekçi olmalıyız. Gerçeği görmeliyiz. Bir adam onbinlerin karşısında kürsüye çı-

kıp "emekçilere kurşun sıkanlardan hesap sor-maya geldik" diyor ve aynı anda hemen bir kaç yüz metre yakınında emekçilere kurşun sıkılma-sına sesini çıkarmıyorsa, BU SAHTEKARLIK-TIR.

Onlarca, yüzlerce devrimci katledildiğinde sesini çıkarmayıp, ancak kendi siyasi konumun-dakilere saldın yönelince "Susma sustukça sıra sana gelecek" sloganını atanlar gerçekte karşıla-rındaki "sen" için değil, yalnızca "kendileri" için kaygı duymaktadırlar. BU BENCİLLİKTİR.

Haksızlık etmeyelim. Bu kesimlerin önemli bir kısmı yüreklerinde devrimcilerin de katledil-mesini istemezler. Ama devrimcilerin katledil-mesine karşı susmamak, devletle karşı karşıya gelmektir. Bunu göze alamadıkları için susarlar. BU KORKAKLIKTIR.

Korkunun ecele faydası yoktur. Korkarak üzerinize doğru gelen saldırıları

püskürtemezsiniz. Kontrgerilla çeteleri infazlarına PKK gerilla-

larına ve Devrimci Sol savaşçılarına karşı başla-mıştır.

Sonra faşist çetelerin kurşunları sendikacıla-rı, aydınları hedef almaya başlamıştır.

Bakın Latin Amerika tarihine. Başta devrimcilere yönelen "kaybetme" po-

litikası, hepsinde giderek aydınlara da uzanmış-tır.

Kırkbin, ellibin, altmışbin diye açıklanan "kayıp" rakamları içinde aydınlar, insan hakları savunuculan okulunda ders yapmaktan başka bir şey yapmayan profesörler de vardır.

SUSMAYIN. BAŞKALARI İÇİN DE SUSMAYIN. Bıkmadan aynı örneği hatırlatacağız. BAŞKALARI YOK EDİLİRSE SALDIRI SİZE

GELDİĞİNDE SES ÇIKARACAK KİMSE KAL-MAMIŞ OLUR. *

SUSMA SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK

Page 7: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 MGK 7 KURTULUŞ "EŞGALLER BELİRLENDİ":

EŞGALİ BELİRLENEN SALDIRGAN MGK

12 Mayıs 1998 günü saat 11:30'da İHD Genel Merkezi'nde üst üste silah-lar patladı. İHD Genel Başkanı Akın BİRDAL.'a yönelik saldırıda kullanılan silahlaların sesleriydi bu patlamalar. Saldın sonrasında günlük gazetelerde yer alan haberlerde saldırganların eş-gallerinin polis tarafından belirlendiği yazılıyordu.

Evet doğrudur; çizilen robot re-simlerin üstü kazındığında altından saldırının gerçek sorumlularını gör-mek hiçte zor değildir.

Ama bu gerçeği karartmak için Su-surluk medyası hemen işe başladı. Onlara göre katiller profesyonel değil-di. Susurluk çetesinin işi böyle olmaz-dı. Onlar tek kurşun sıkarlardı. Ya da kaçırıp Adapazarı tarafına atarlardı. Açaha katiller kimdi? sorunun cevabı Başbakan Mesut Yılmazdan geldi. Sal-dın bir "iç hesaplaşma" olabilirdi. Kı-sacası bol bol yalan, demagoji, spekü-lasyon yapıldı. Oysa herkes saldırının altında, belirlenen eşgalleri altında MGK'nın imzası olduğunu biliyor, gö-rüyordu.

"Robot Resim"lerdeki Gerçek Yüz: MGK Tüm yalan haberlere rağmen her

kesin kafasından aynı fail geçiyordu: Susurluk Devleti...

Yüzler halkımızın gerçekten de ya-bancısı değildi. Halka yönelik "Bin Operasyon"nun hazırlayıcıları ve ya puması için katillere emir ve talimat veren Genel Kurmay Başkanı İsmail H. Karadayı. Çevik Bir gibi halk düş-manlar ına ait olabilirdi . Veya MGK'nın planlayıp, yönettiği katliam-ların, uygulayıcısı Özel Kuvvetler Ko-mutanlığı'nın başındaki kontrgerilla şefleri de olabilirdi resimdekiler. Veya kontrgerillanın yönetimindeki sivil fa-şistler... Yani eşgaller Susurluk Devle-tinin birbiriyle bütünleşmiş çetelerini: aitti. Bu gerçeği bilen, gören halk saldırı karşısında duyduğu öfkeyi, tepkiyi kontrgerillanın kendisine, Su-surluk Devleti'ne yöneltti: "Katil Dev-let!".

Kontrgerilla devleti halka ve dev-rimcilere karşı açık bir savaş yürütü-yor. Dönemsel ve kısmi bir geri çekili-şin ardından, düzene, faşist devlete yönelen balkın öfkesini bastırmak, halkın örgütlenmesinin önünü kes-mek için bir yandan devrimci hareke-te, silahlı güçlere infazlar, katliamlar, kaybetmelerle saldırırken, bir yandan da en sıradan hak istemli eylemlere bile saldırıyor. Memurlara saldırı. Halk Meclislerine saldırı, Adana ve İs-tanbul'daki infazlar, 4 Cepheli'nin kaybedilmesi, faşist saldırılar, Akın

Birdal'ın vurul-ması aynı saldı-rının değişik alanlardaki, de-ğişik biçimleridir. Kontrgerilla şeflerinden ve "Bin Operas-yon"un baş ak-törlerinden biri olan Mehmet Ağar devletin gerçek yüzünü "Devlet için bin operasyon yap-tık" sözleriyle çok açık bir şe-kilde ifade et-mişti. Bugün de Bin Operasyon sürüyor. Akın Birdal'a yönelik saldırı, Susurluk devletinin icra-atlarına devam eniğini görmek isteyen herkese, infazları, kayıpları görmemekte ısrar edenlere bile, göstermeye yeterlidir.

Katiller Nasıl Bulunacak, Kim Hesap Soracak? Asıl olarak görülmesi gereken te-

mel noktalardan biri de bu sorunun cevabıdır. Sloganlar katleden, kaybe-den, işkence yapan devletten "Hesap Sorulsun" istiyor.

Peki hesap nasıl sorulacak?.. ÖDP gibileri bu işi "bağımsız yar-

gı"ya, "soruşturma komisyonları"na bırakıyorlar. Hangi yargıya? Hangi Meclise? Yani Susurluk devletinin kontrgerilla yargısına havale ediyorlar sorunu MGK'nın kukla meclisine ha-vale ediyorlar. Başka bir şey de yapa-mazlar. Nasıl yapsınlar? Çünkü hesap sormak ÖDP EMEP gibi reformistlerin doğasına aykırıdır. Neyle soracaksın hesabı ve nasıl soracaksın?.. Soruları-nın bu kesimler için cevabı yoktur.

Oysa 98 yılının başından itibaren halka yönelik saldırılar MGK"nın em-riyle her yönden arttırılmıştır. Bu sal-dırılar sürerken "Bağımsız Yargı", sal-dırganları aklamakla kalmamış, aynı zamanda saldırıya uğrayan kesimleri suçlu ilan etmiştir. '98 yılı ile birlikte gündeme gelen sivil-resmi faşist sal-dırılar ve katliamlar sonrasında yaşa-nanlara baktığımızda da benzeri ge-lişmeler görülür.

Üniversite öğrencileri Ümit Cihan Tarho, Kenan Mak, işçi Bilal Vural'ı bı-çaklayarak katleden faşistler serbest

bırakıldı. MGK'nın bilgisi dahilinde devlet

çıkarları için "Bin Operasyon" yaptığı-nı açıklayan Mehmet Ağar hakkında DGM'de görevsizlik kararı verildi.

Aydın'da Baki Erdoğan'ı işkenceyle katleden polisler mahkeme salonun-da gazeteci ve avukatlara saldırarak yaraladılar.

Tüm bunlar gösteriyor ki, halka karşı suç işlemiş olanların hesabını soracak olan yine halkın kendisidir. Halkın adaletidir. İşte bu gün görül-mesi gereken budur.

Eğer "Bin Operasyon"a yenilerinin eklenmesini istemiyorsak, adalet iste-mekte, "Katil Devlet"ten hesap sor-makta ısrarcı ve kararlı olmak gereki-yor. Kontrgerilla devletinin işlediği suçların hesabını sormanın yolu, haik hareketini okullardan, İşyerlerinden, mahallelere kadar her alanda, dev-rimci savaşı şehirde kırda yükseltmek-ten geçiyor.

Geçmişten bugün devletin halka karşı izlemiş olduğu politikalara bak-tığımızda ikili bir yan görülür. Devle-rin çıplak zoru ve bu zoru destekleyen sosyal, dinsel, geleneksel ögeler. Bura-da amaçlanan birlikte hareket etme-yen, parçalanmış ve güçten düşmüş bir halk yaratmaktır. Bunun için de halkı yıllardır bıkmadan milliyetler te-melinde, mezhep farklılıklarıyla, mes-lek gruplarıyla birbirinin karşısına di-kerek bölmeye, parçalamaya çalışmış-lardır.

Bu da yetmemiş, belli bir duyarlılı-ğa, belli örgütlülüğe sahip kesimleri havuç-sopa politikalarıyla birbirin-

den koparmaya çalışmış, bu yolla da halk hareketinin belli kesimlerini dü zen içine çekip devrimcileri tecrit er-meyi hedeflemişlerdir

faşizmin bu politikalarında pek başarısız olduğu söylenemez. MGK sendikacıları, solcuları, küçük burjuva aydınları kendine yedekleyerek taban yaratması başka türlü açıklanamazdı. MGK çeşitli manevralarda kullanabi-leceği "silahsız kuvvetleri'ni laik-şeri-at gündemi yaratarak oluşturdu. Geli-nen noktada yukarıda belirtilen poli-tikalarından sonuç aldığı ortada. En son 1 Mayıs '98 pratiği bunun en so-mut örneğidir.

Ancak bütün bunlara rağmen halk kitlelerinin talebi çok açıktır. Halk binlerce operasyonunun, halihazırda ki faşist saldırıların hesabının sorul-masını istiyor. Evet, gelinen noktada kendisine İlerici, demokrat, solcu, devrimci, yurtsever diyen herkesin temel görevi bu sloganda ifadesini bulan halkın ta-lebine sahip çıkmaktır. Bunun gerek lerini yerine getirmektir.

Çok fazla teori yapmaya, üzerinde uzun uzadıya tartışmaya gerek yok. Çünkü bu bir tercih meselesidir. Tıp-kı I Mayıs'taki gibi ya devletten yana olunup, halkın taleplerinin, öfkesinin, mücadelesinin karşısında durulacak ya da halkın yanında olunacak, Susur-luk devletine karşı her biçimiyle mü-cadele edilecektir. Bu ikisinin arasının ortada bir yer yoktur. Artık herkes ye-rini çok açık ve net olarak belirlemeli-dir.*

Page 8: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 8 GENÇLİK 23Mayıs1998

YOK Genel Kurulu 17 Ni-san'da yaptığı toplantıda Öğ-renci Disiplin Yönetmeli-gi'nin bazı maddelerini de-ğiştirdi. En önemli değişiklik üniversite rektörlerine öğ-renciler ve öğrenci olayları hakkında "soruşturma yap-ma-yaptırma" yetkisi veril-mesiydi.

Yani, üniversite yönetim-leri artık işkencecilere, savcı-lara iş bırakmayacaklardır. Tabii bu arada "suçlu öğren-cilere çeşitli cezalar verilmesi de hayli kolaylaştırılmış bulunuyor.

Esasında YÖK Genel Ku-rulu'nda alınan kararlar bun-dan kısa bir süre önce topla-nan Üniversiteler arası Ku-rul'daki kararların bir deva-mıdır. İki toplantının kararla-rı yanyana getirildiğinde rek-törlüklerin birer "polis mer-kezine" dönüştürülmekte ol-duğu açıkça görülüyor.

Samsun 19 Mayıs Üniver-sitesi Rektörü Profesör Os-man Çakırın başkanlığını yaptığı Üniversiteler Arası Kurul, 11 Nisan'da yaptığı toplantının ana gündemi "öğrenci olaylarını önlemek amacıyla alınacak önlem-lerdi. Prof. Çakır, toplantı sonrası yaptığı konuşmada, "Üniversiteler, bir takım ide-olojik faaliyetlerin ve din is-tismarının yapıldığı yerler ol-mayacak, şu anda idareciler kanalıyla bir çalışma yapılı-yor. Özel Birimler oluşturul-du, eylemci öğrenciler ve po-tansiyel suçlular tespit edil-meye çalışılıyor. Kimdir bun-lar? Ele başları kimlerdir? Öncelikle ideolojik ve din is-tismarına yönelik faaliyetler-de lider konumunda olanları belirliyoruz" diyordu.

Bir üniversite rektörünün sarfettigi sözlere bakın! Bir öğretim üyesi mi, yoksa bir emniyet müdürü mü konu-şuyor? Aslında "dürüsttür" Rektör. Cuntanın has kurum-larından YÖK'ün yetiştirdiği öğretim üyelerinin niteliği konusunda devrimcilerin yıl-lardır söylediklerini kanıtla-maktadır. Üniversite yöne-timleri öğrenciye, bir ticaret-hane patronu ve bir işkenceci polis şefi gözüyle bakmak-tadırlar. Bir eğitimci gözüyle ise bakmadıkları bellidir. Bu nedenle soruşturma, fişleme tam onların yapacağı işlerdir.

Bugün dekanlar, rektörler MGK'nın birer emireri, birer kuklası durumundadır. Tali-mat MGK'den gelmiştir. Bu çok açıktır. Gelişen halk mu-

halefetinin önemli bir ayağı konumunda olan öğrenci gençliğin büyüttüğü demok-ratik üniversite mücadelesi MGK'yı çeşitli önlemler al-maya İtmiş, copla, gözaltılar -la, işkencelerle, tutsaklıklar-la, katliamlarla sürdürdüğü politikalara şimdi de "soruş-turma, fişleme ve özel birim" saldırısını eklemiştir. Daha önce Rektörler Toplantısında "brifing" adı altında rektörle-re öğrenci gençliği susturma-ları için ne tür yöntemler uy-gulamaları gerektiği konu-sunda talimatlar veren MGK, kuşatmayı daraltmaya çalış-maktadır. Özel Güvenlik Bi-rimleri, yeni bir uygulama değildir. Üniversitelerin bir-çoğunda (özellikle mücade-lenin gelişkin olduğu üniver-sitelerde) vardı zaten. Ancak, şimdiye kadar yeterince ve-rim almamış olacaklar ki, iş-levini genişletmek, daha aktif hale getirmek için çalışıyor-lar. Fişleme politikası da yeni değildir. 12 Eylül askeri faşist cuntası hemen tüm halkı fiş-lemeye çalışmıştır. Bu "iş-lem" üniversitelerde de yapı-lıyordu. Şimdi kapsamı ge-nişletiliyor. "Fişleme" faşist düzenin her dönümde ve her alanda yaygınlaştırmak İste-diği bir uygulamadır. Benzer bir uygulama daha geçenler-de Maliye Bakanlığı tarafın-dan "herkese bir vergi numa-rası" adı altında uygulamaya konulmuştur, halktan korkan her iktidar, halkı fişleyerek kendi güvenliğini sağlamaya çalışır.

Üniversiteler için alınan son kararlar, bu korkunun dı-şında değildir. Özellikle son dönemde sivil faşistler, dev-rimci öğrenci hareketine karşı idare ve polis baskısına destek güç olarak daha fazla ve daha açıktan devreye so-kulmuş, MGK, kılık-kıyafet genelgesiyle islamcı kesimi de zapt-ı rapt altına almak is-temiş, beklemediği bir karşı koyuşun örgütlenmesi ve tepki gösterenlerin sadece is-lamcı kesimle sınırlı kalma-ması nedeniyle geri adım at-mak zorunda kalmıştı. Kılık-kıyafet genelgesi, sadece is-lamcıları hedeflemiyordu. Hedef tüm gençlikti, hedefle-nense tek tip bir öğrenci gençlikti. DEV-GENÇ bunu doğru bir biçimde tespit ede-rek, en geniş öğrenci muha-lefetinin ortaya çıkmasını sağlamış, saldırı püskürtül-müştü.

Soruşturma yetkisi ve fiş-

leme, faşistler dışında tüm öğrenci gençliği hedeflemek-tedir. Öğrenci gençlik kitlesi üzerinde korku ve panik ya-ratmak, örgütlü güçleri genel kitleden soyutlamak, Önder konumundaki insanları çe-şitli yöntemlerle tasfiye edip, gençliği Öndersiz, yöneticisiz bırakmak ve sonuç olarak da gençliğin örgütlülüklerinin dağıtılmasıyla, üniversiteleri dikensiz gül bahçesi haline getirmek amaçlanmaktadır.

MGK'nın üniversiteler üzerinde uygulayacağı başka bir politika da bulunmamak-tadır. Üniversiteler bugün resmen gecekondu üniversi-teleri haline getirilmiş, her türlü bilimsel çalışma rafa kaldırılmış, gerici-faşist eği-tim sistemi hakim kılınmış, öğretim kadroları gerici-fa-şistlerden oluşturulmuş, en küçük hak alma mücadelesi gözaltılarla, disiplin cezala-rıyla, tutuklamalarla cevapla-nır hale gelmiştir ve tüm üni-versite yönetimleri, senatola-rı, MGK'nin emir eri konum dadır.

Üniversitelerin bu görün-tüsünü bozan tek şey DEV-GENÇ'in 70'lerden başlayan geleneğini bugünlere kadar sürdüren öğrenci gençliğin mücadelesinin varlığıdır. Tüm saldırılar da bu "ayrık otu"nun ortadan kaldırılması için değil midir zaten!

Ama saldırı ne yalnız DEV-GENÇ'lilere, hatta ne de yalnız devrimci, demokrat öğrencileredir. Saldırı tüm gençliğedir. MGK'nin kapı-kulları durumundaki öğretim üyesi ve yöneticiler, kendileri gibi de bir gençlik yetiştir-mek isliyor. Gençlik aslında düşünmeyen, üretmeyen bi-rer robot, tekelci patronların, kontrgerilla devletinin birer uşağı mı, yoksa ülkeyi ve hal-kı için çalışan, bilimi gelişti-ren, bağımsızlığı ve demok-rasiyi gerçekleştiren bir gençlik mi olacağına KARAR VERMEK durumundadır.

Unutmayalım, kimse bize hakkımızı bahşetmeyecektir. Bize layık gördükleri gelece-ğin nasıl bir gelecek olduğu da bellidir. Bağımsız, demok-ratik bir ülkede, halk için eği-tim yapılan bir geleceği kendi ellerimizle kuracağız.

Bizi bugüne kadar hiçbir politika, hiçbir saldırı teslim almaya yetmedi. Fişlemeler, soruşturmalar, yeni cezalar da yetmeyecek. Susmayaca-ğız. Geleceğimizi kazanaca-ğız. *

1 MAYIS YARGILANAMAZ Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri, 1 Mayıs günü gö-zaltına alınarak tutuklanan M.Ü. İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü 2. sınıf öğrencisi Leyla Çolak ve diğer tutsaklar için 15 Mayıs Cuma gü-nü bir basın açıklaması yaptılar. Okuldaki diğer devrimci-demokrat öğrencilerin de destek verdiği basın açıklamasında, 1 Mayıs'tan haftalar önce saldırı sinyalleri veren devle-tin, ülke genelinde adı konulmamış bir sıkı yönetim ilan edip, yüzlerce kişiyi gözaltına alarak halka gözdağı vermeye çalıştığı belirtildi. Saldırıda gözaltına alındıktan sonra tutuklanan ve aralarında IYÖ-DER'Ii Leyla Çolak'ın da bulunduğu 49 kişinin bilinçli bir şekilde Bakırköy ve Bayrampaşa Özel Tip gibi adli tutukluların kaldığı ve bütün hakları gasp edilmiş durumda olan hapishanelere koyulduğu ifade edildi. Açıklamada," Saldırı, arkadaşımız Leyla Çolak nezdinde, Halk İçin Bi-lim, Halk İçin Eğitim talebiyle alanlara çıkan bütün gençliğedir. Genç-liğimize ve geleceğimize sahip çıkacağız" denildi. Eylemde, TÖDEF/İYÖ-DER İmzasını taşıyan "1 Mayıs Yargılanamaz Tutsaklara Özgürlük" yazılı pankart açan öğrenciler, sık sık "Yaşasın 1 Mayıs", "Kahrolsun Faşizm Yaşasın Mücadelemiz" ve "Zindanlar Boşal-sın Tutsaklara Özgürlük" şeklinde slogan attılar. Eylem, Çav Bella ve Gündoğdu marşlarının söylenmesinin ardından sona erdi. FAŞİST SALDIRILAR BALIKESİR'DE PROTESTO EDİLDİ

Balıkesir Üniversitesi öğrencileri tarafından 11 Mayıs Pazartesi gü-nü, Barış Partisi Balıkesir Şubesi'nde faşist saldırıların protesto edildiği bir basın açıklaması yapıldı. Bolu'da faşistler tarafından katledilen Ke-nan Mak, İstanbul'da katledilen Bilal Vural ve sonrasında tüm ülkede gelişen faşist saldırıların devrimci-demokrat öğrencileri yıldıramayaca-ğı, akademik-demokratik öğrenci mücadelesine engel olamayacağı söylenerek basın açıklaması bitirildi. DİYARBAKIR'DA FAŞİST SALDIRILAR PROTESTO EDİLDİ Diyarbakır Ofis semtinde son günlerde yaşanan faşist saldırılar 17 Ma-yıs günü bir basın açıklaması yapılarak protesto edildi. Eylem devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilerin ve halkın desteği ile yaklaşık 5 bin ki-şinin katılımıyla gerçekleştirildi. Ofis semtini kuşatmaya alan polis, özel tim ve sivil faşistler eylemden iki saat önce HADEP binasını ablukaya al-dılar. Binaya giriş çıkışları yasaklayan faşist güçler şehit ailelerini ve HA-DEP yöneticilerine pervasızca saldırarak gözaltına aldılar. Saat 13.00'da kitle "Faşizme Karşı Omuz Omuza" sloganını atarak gözaltıları kınamak için binaya geldiler. Yalnız polis pervasızlığını sürdürüp kitleyi dağıtmak için yine saldırdı. Dağıtamayacagını anlayınca panzerleri kitlenin üzerine sürdüler. Ara sokaklarda aralarında TÖDEF'li öğrencilerin de bulun-duğu kitle taşlarla ve sopalarla polislerle çatışmaya girdi. Semte ek kuv-vetler getirilerek giriş çıkışlar yasaklandı. Daha sonra kitle "Kahrolsun Faşizm" sloganı atarak dağıldı. Gün boyunca keyfi bir şekilde gözaltılar devam etti. Diyarbakır TÖDEF yaptığı yazılı basın açıklamasında "MGK tarafından artırılan son günlerdeki faşist saldırıları, eylem esnasında ai-lelere, halka yapılan saldırılan ve keyfi gözaltıları kınıyoruz" dediler. YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ'NDE FAŞİST SALDIRILAR PROTESTO EDİLDİ Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde aralarında TÖDEF'lilerin de bulundu-ğu devrimci, yurtsever öğrenciler tarafından 14 Mayıs günü faşist saldı-rılar protesto etmek İçin devrimci öğrencilerin birlikte aldıkları karar doğrultusunda bir eylem gerçekleştirildi. Saat 12.00'da Merkez Kafeterya Önünde başlayan eylemde "Faşizme Karşı Omuz Omuza", "Çeteler Halka Hesap Verecek", "Kahrolsun Faşizm" sloganları atıldı. Eyleme ka-tılan 800 kişiyi dağıtmak isteyen jandarma öğrencilere saldırdı ve gözal-tına almaya çalıştı. Öğrenciler dağılmayarak gözaltına alınmak istenen arkadaşlarını bırakmadılar ve kararlılıkla jandarma tarafından tutulan arkadaşlarını geri aldılar. Daha sonra sloganlarla süren protesto alkışlar-la bitirildi. Yazılı bir açıklama yapan öğrenciler yapılan saldırıların kendilerini yıl-dıramayacağını, mücadelelerini sürdüreceklerini belirttiler. DİYARBAKIR TÖDEF'TEN DOSTLUK VE DAYANIŞMA PİKNİĞİ Her yıl geleneksel olarak Diyarbakır'da yapılan "Dostluk ve Dayanışma Pikniği" bu yılda geçekleşti. 10 Mayıs günü Dargeçit Baraj Gölü'ne ya-pılan bir geziyle TÖDEF'li öğrenciler tarafından yapılan pikniğe Koma Berfin de katıldı. Piknikte TÖDEF'liler tarafından hazırlanan İki ayrı tiyatro gösterimi sunuldu. Koma Berfîn'in verdiği müzik dinletisi eşliğinde halaylar çekildi. Yapılan sohbetlerde öğrenci meclislerinden bahsedildi. Çevrede bulunan evlere yapılan ziyaretlerden sonra piknik sona erdi.*

ÜNİVERSİTEYÖNETİMİ Mİ, POLİS MERKEZİ Mİ?

Page 9: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 KAYIPLAR 9 KURTULUŞ

Ülkemizde özellikle 1990 yılından sonra gözaltında veya faili meçhul şekilde kaybetme devlet politikası haline geldi. Ve kaybedilenlerin sayısı bugün yüzlerle ifade edilmektedir. Faili meçhullerin, gözaltında kayıpların önlenmesi ve İzmir'de gözaltına alındıktan sonra kaybedilmek İstenen dört devrimci, Neslihan uslu, Hasan Aydoğan, Metin Andaç ve Mehmet Ali Mandal için bir basın toplantısı yapıldı.

Genel-İş Anakent şubesinde 21 Mayıs 1998 perşembe günü saat 12:00'da gerçekleştirilen basın toplantısını Ankara Haklar ve Özgürlükler Platformu, Halkın Hukuk Bürosu, insan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, ve Genel-iş Anakent Şubesi ortak düzenledi.

Haklar ve özgürlükler Platformu adına basın açıklaması okuyan Betül Gökoğlu açıklamasında '28 Şubat kararlarıyla birlikte gerçek yüzü ortaya çıkan devlet, yıpranan kurumlarını yeniden yapılandırmaya çalışıp göstermelik açtığı mahkemeleriyle çetelerin hepsini aklayarak çetecilere güç ve moral vermiştir. Ve şimdi halkımızın her kesimine karşı azgınca bir saldırı başlatmış durumda. Kamu Emekçilerine gaz bombalarıyla saldırıyor, gecekondu semtlerinde terör estiriyor, üniversitelerde sivil faşistlerle birlikte devrimci demokrat öğrenciler gözler önünde katlediliyor. Üç yıldan beri göz altında kayıplara karşı mücadelenin odağı haline gelen Galatasaray önündeki kayıp ve tutsak ailelerine yönelen saldırılar, dört devrimcinin kaybedilmeye çalışıldığı şu günlerde Susurluk Çeteleri'nin politikalarını ortaya koymaktadır. En son 31 Mart günü İzmir'de gözaltına alman Neslihan Uslu, Hasan Aydoğan, Metin Andaş, ve Mehmet Ali Mandal'dan 47 gündür bir haber alamıyoruz, polisin ve jandarmanın elindeler ve Susurluk Devleti onları kaybetmek istiyor. Tıpkı bugüne kadar kaybettikleri yüzlerce insanımız gibi. Kaybedilmek istenen dört devrimcinin şahsında tüm

halkımızın geleceğidir. Susurluk çetelerinin kaybetme ve katletme politikalarına karşı geleceğimize, umudumuza sahip çıkalım. Saldırılara karşı sesimizi yükseltelim" dedi.

Daha sonra söz alan Mahmut Alınak konuşmasında "Halkın bizim geleceğimiz kaybedilmeye çalışılıyor. Cezaevlerinde sokaklarda değişen bir şey yok. Sokaklar mezbahaya, cezaevleri kamplara çevrildi. Bugün bizim üzerimize ölü toprağı serpilmeye çalışılıyor. Cezaevlerindeki insanlar bizim vicdanımızın sorumluluğundandır. Yaşam hakkımız devlet tarafından budanıyor. Geleceğin özgür toplumunu yaratmak için 'Bizi de Gözaltına Alın' kampanyası başlatacağız. Desteğinizi bekliyoruz" dedi.

Genel-İş Anakent Şube Başkanı Murat Coşkun konuşmasında "Devlet terör estiriyor, bu terörün hedefi tüm halk. Olaylara karşı duyarlı olmalıyız. Yoksa ne yaşamımızı, ne çocuklarımızı ne de geleceğimizi özgürleştirebiliriz" dedi.

Açıklamalardan sonra sorulan "Gözaltında kayıplarla ilgili ileriki süreçte neler düşünüyorsunuz? sorusuna Betül Gökoğlu "21 Mayıs Perşembe günü 2 günlük açlık grevine başlıyoruz. Açlık grevimiz Cumartesi Yüksel Caddesi'ndeki oturma eyleminde sona erecek. İzmir ve İstanbul'da bir dizi eylemlilikler gerçekleştirildi. İstanbul'da telgraf çekme eylemi yapıldı. Kaybedilmeye çalışılan dört devrimci ile ilgili bir kampanya başlatıyoruz ve devletten gözaltında kaybettiği insanlarla ilgili bir açıklama istiyoruz" dedi.

Ayrıca dün polislerin Genel-İş'e gelip "Yarın TİYAD'lılar burada açlık grevine başlayacakmış. İzin vermeyeceksiniz deyip bir kişiyi gözaltına alıp ve daha sonra serbest bırakmış" denildi.

Açlık grevi 21 Mayıs Perşembe günü saat 13:00'daTİYAD'h ailelerle başladı.*

31 Mart 1998 gününden itibaren İzmir'deyken bir daha kendilerinden haber alınamayan Neslihan Uslu, Hasan Aydoğan, Metin Andaş ve Mehmet Ali Mandal ile ilgili olarak yaptığımız başvurulara karşılık başta TBMM, Başbakanlık ve diğer kurumların sergilediği tutumlar kayıpların adresinin bir kez daha Susurluk devleti olduğunu ortaya koyuyor.

Kendilerinden son haberin alındığı andan İtibaren İzmir ili ve çevresinde bizzat yaptığımız araştırmalarda İzine rastlamadığımız Neslihan Uslu, Hasan Aydoğan, Metin Andaş ve Mehmet Ali Mandal'ın akibetlerinin araştırılarak ortaya çıkarılması için 20 Nisan 1998 günü TBMM, Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı'na yaptığımız başvurular İle 23 Nisan 1998 günü 8 ilin Başsavcılığı ve Adalet Bakanlığına yaptığımız başvurular hakkında şimdiye kadar hiçbir işlem yapılmadı. Uluslararası Af Örgütü tarafından Başbakan Mesut Yılmaz'a 27 Nisan 1998 tarihinde konu ile ilgili mektup gönderilerek olayın araştırılması istendi. Basında konu ite ilgili haberler çıktı. Devletin ilgili mektup gönderilerek olayın araştırılması istendi. Devletin ilgili tüm kurumlarına yakınları ve aileler tarafından telgraflar çekildi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kayıplar konusundaki sabıkası resmi raporlarına dahi yansımış iken kayıplar konusundaki iddialarımız aradan uzunca zaman geçmiş olmasına rağmen halen görmemezden geliniyor. Devletin bu konudaki aymazlığı suçüstü yakalanmış olmasından kaynaklanıyor.

"DİCLE KENARINDA KAYBOLAN KUZUNUN HESABINI BENDEN SORUN" DİYENLER NE YAPIYOR

Süleyman Demirel daha yeni tarihli açıklamasında "Dicle kenarında kaybolan kuzunun hesabını benden sorun" derken gösterilen vurdumduymazlık onun yıllardan beri kayıplar konusunda değişmeyen "cebimdemi ki çıkarıp vereyim" politikasını gizlemeye yetmiyor.

Bir kez daha ortaya çıkmıştır ki; Kaybetme bir devlet politikasıdır. Devlet bu politikaya çeşitli sonuçlar bağlamaktadır. 1960'lı yılların Latin Amerika ülkelerinde halk karşıtı yönetimlerin halkın İstem ve beklentilerini karşılamak yerine baskı ve zulmünü dahada yaygınlaştırmanın bir aracı olarak kullandığı bu politika 90'lı yılların başında ülkemizde de aynı amaçlarla sistematik olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kaybetme tüm halkı sindirmeyi hedefleyen bir kontgerilla politikasıdır. Kaybedilmek istenenler politik düşünceleri nedeniyle devlete muhalif kişiler arasından seçilmektedir. Geride kalan tüm halk kesimlerine "yerinizde oturun yoksa sonunuz böyle olur" mesajı verilmek istenmektedir.

Kayıpların bir politika olarak geliştirildiği bu ortamda sessiz kalmak, kafayı kuma gömmek çözüm değildir. Kanıksanan her olay Susurluk devletinin hak ihlalleri konusunda biraz daha cesaretlenmesini sağlayacaktır. Susurluk Çeteleri dağıtılmadıkça kayıp, katliam, infaz, işkence ve diğer hak ihlallerinin artarak süreceği bugün daha net anlaşılmaktadır. Kayıplar konusunda hesap sormak geleceğimize sahip çıkmak demektir. Herkesin bu bilinçle hareket ederek üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir.

Av. Metin Narin

KAYIPLAR İÇİN AÇLIK GREVİ

KAYIPLAR KONUSUNDA DEVLETİN AYMAZLIĞI SUÇÜSTÜ YAKALANMASINDAN KAYNAKLANIYOR

MALATYA KÜRTULUŞ'TAN KAYIPLAR İÇİN BASIN AÇIKLAMASI

Gazetemiz Malatya Temsilciliği 15 Mayıs Cuma günü bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamaya okurlarımızın yanısıra sosyalist basında katıldı. Yapılan açıklamada İzmir'de gözaltında kaybedilmek istenen dört devrimcinin akıbeti sorulurken İHD Genel Başkanı Akın Birdal'a yapılan saldırı da kınandı.

Tüm devrimci demokrat kamuoyuna seslenilen açıklamada kayıplarından Susurluk devletinin sorumlu olduğu belirtilerek, hesap sorulması istendi.*

Page 10: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

İzmir Haklar ve özgürlükler Plat-formu "Biz karşılarına dikilirsek kaybe-demezler" diyerek 31 Mart tarihinden itibaren gözaltına alınıp kaybedilmeye çalışılan Neslihan Uslu, Metin Andaç, Mehmet Ali Mandal ve Hasan Aydoğan için 15 Mayıs Cumartesi günü bir basın açıklaması yaptı.

Konak Hasan Tahsin Anıtı önünde saat 13.00'de toplanan kitle önce dö-

Adana kayıp ve tutsak aileleri 17 Mayıs Cumartesi günü 26. kez toplan dı. Saat 12:00'da toplanan tutsak ve ka yıp yakınları oturma eylemi için gel-dikleri sanatçılar parkında polis kuşat-masıyla karşılaştılar. Topluluğu alana almak istemeyen Terörle Mücadele polisi bundan sonra oturma eyleminin yasaklandığı ve yapılmayacağını söyle-di. Ailelerin kararlı tavrı karşısında acizleşen polisler geri adım atmak zo-

vizlerini açtı. Dövizle-rin açılmasıyla 100 kişi-ye yaklaşan kitleye ba-sın açıklamasını İzmir HÖP adına Kurtuluş Gazetesi İzmir Temsil-ciliği'nden bir arkadaş okudu. Basın açıkla-masında; "Susurluk devletinin kayıp ve katliam politikası de-vam ediyor. Daha dün Efeoğlu kardeşleri, Yu-suf Erişti'yi, İsmail

Bahçeci'yi. Düzgün Tekin'i ve Ayşenur Şimşek'İ kaybettiler. Bugün de halkın içinden halkın öncüsü dört devrimci-yi kaybetmeye çalışıyorlar. Bu dört devrimci düşünceleri nedeniyle kay-bedilmek isteniyor. Onlar adalet iste-dikleri, onurlu ve namuslu bir yaşam istedikleri için kaybedilmek isteniyor.

Hayatın her alanında saldırılarını sürdüren Susurluk devleti Galatasaray

runda kaldılar. Aile-ler ise alkışlarla ve "Baskılar BiziYıldı-ramaz" sloganla-rıyla alana girdiler. Yapılan eylemde İzmir'de kaybedil-mek istenen Hasan Aydoğan, Neslihan Uslu, Mehmet A1İ Mandal, Metin An-daç'dan 31Mart'tan bu yana haber alı-namadığı, Susurluk devletinin katliam-lara devam ettiği vurgulandı. "Susur-

luk devleti kaybetmeye devam ettikçe bizler çoğalacağız" denilerek, "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek", "Halkız Haklıyız Kazanacağız", "Bedel Ödedik, Bedel Ödeteceğiz" sloganları atıldı.

Eylem sonunda da "Zindanlar Bo-şalsın Tutsaklara Özgürlük", "Kayıpla-rın Hesabını Soracağız", "Devrim Şe-hitleri Ölümsüzdür" sloganları atıla-rak, alkış ve tilililerle coşkulu bir şekil-de bitirildi.*

önündeki aileleri döverek gözaltına alıyor. Sudan gerekçelerle Ege TİYAD'ı kapatarak ailelerin örgütlenmesini en-gellemeye çalışıyor. TİYAD üyesi ana-mıza komplo kurarak tutukluyor.

Kaybetmelerin, katliamların, gözaltı terörünün karşısına dikilelim, kay-betmelerine izin vermeyelim, hesap soralım" denilerek kamuoyunu kayıp-ları sahiplenmeye ve hesap sormaya çağırdı. Basın açıklamasının ardından "Gözaltında Kayıplara Son", "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak", "Halkız Hak-lıyız Kazanacağız" sloganları atılırken polis saldırarak kitleyi dağıtmaya çalış-tı. Ancak kitle düzenli bir şekilde Ko-nak Çarşısı'nın İçine "Katil Polis", "in-sanlık Onuru işkenceyi Yenecek" slo-ganlarıyla girerken polisin saldırısında yaralanlar oldu. Çarşının içinde kimseyi ayırt etmeden saldıran polis çarşıya halkın üzerine panzer sürdü. Burada iki kişi gözaltına alındı, biri ağır olmak üzere birçok kişi yaralandı. Kitlenin dağılmasından sonra polis Kemeraltı sokaklarında terör estirdi. Gözaltına alınanlar daha sonra serbest bırakıl-dı.*

İRFANI UNUTMADIK İrfan Ağdaş katledilmesinin yıl

dönümünde Mersin'de de anıldı. Demokratik Lise İçin Mücadele Komiteleri'nden öğrenciler Mersin Eğitim-Sen Şubesi'nde 18 Mayıs Pazar günü bir basın açıklaması yaparak katliamların sorumlusunun Susurluk devleti olduğu, devletin kayıplara katliamlara devam ettiği en son 31 Mart'ta gözaltına alınan dört devrimciden haber alınamadığı üzerinde duruldu. Son olarak katliamlarını kayıpların . mücadelelerini engelleyemeyeceğini, onların verdiği mücadeleye dört elle sarılacaklarını daha kararlı bir şekilde kavgayı sürdüreceklerini, katliam ve kayıpların hesabını soracaklarını belirterek açıklamayı okunan bir şiirle bitirdiler.

Ankara Yüksel Caddesi'nde İnsan Haklan Anıtı önünde yapılan oturma eyleminin 25.si bu hafta gerçekleştirildi.

TİYAD'lı aileler, İHD'liler, Diyarbakır'dan gelen Demokrasi

23 Mayıs 1998 ANKARA DLMK İRFAN AĞDAŞ'I ANDI

Alibeyköy Saya Yokuşu'nda 13 Mayıs 1996'da Kurtuluş Gazetesi satarken kontgerüla tarafından katledilen İrfan Ağdaş Ankara'da anıldı. Ankara Tüm Maliye-Sen'de 13 Mayıs Çarşamba günü saat 16:00'da, Demokratik Lise İçin Mücadele Komiteleri 'nin düzenlediği anmada "İrfan Ağdaş Ölümsüzdür" yazılı pankart ile sarı bez üzerine yapılmış İrfan'ın resmi duvara asılan anmada üm devrim şehitleri için yapılan bir dakikalık saygı duruşunun ardından şiirler okundu ve dia gösterimi yapıldı. Ankara DLMK'nın "Demokratik Lise Mücadelemiz" broşüründen "Demokratik Lise Nedir?" ve "Taleplerimiz" yazıları okunarak devrimci mücadelenin önemi anlatıldı. İrfan Ağdaş'm katledilişi tiyatro oyunu ile canlandırıldı. "İrfan Ağdaş Ölümsüzdür", "Yaşasın Demokratik Lise Mücadelemiz" sloganları atıldı. DLMK Müzik Grubu'nun sahnede yer almasından sonra "Zafer Yakında" marşıyla anma 17.30'da sona erdi. ANTAKYA'DA İRFAN AĞDAŞ'A ANMA

Antakya Demokratik Lise İçin Mücadele Komiteleri 'nden öğrenciler; Kurtuluş Gazetesi satarken 31 Mayıs 1996'da katledilen İrfan Ağdaş anısına 17 Mayıs Pazar günü piknik düzenledi.

Pikniğe tüm Devrim Şehitleri ve İrfan Ağdaş için yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başlandı. İrfan Agdaş'ı anlatan yazı ve şiirlerden sonra saz ve flüt eşliğinde Grup Yorum'dan türküler söylendi. İrfan'ın hiçbir zaman ölmeyeceğini O'nun mirasını devamlı mücadelelerinde yaşatacaklarını belirten Demokratik Lise için Mücadele Komiteleri'nden öğrenciler ayrıca 31 Mart günü kaçırılarak kaybedilmek istenen Neslihan Uslu, Metin Andaç, Mehmet Ati Mandal, Hasan Aydoğan'ı da anlatarak; devletin kaybetme ve katliam politikalarının asla amacına ulaşamayacağı vurgulandı. Piknik halaylar ve sloganlarla sona erdi.*

Platformu Üyeleri ve öğrenciler her hafta olduğu gibi bu hafta, da gözaltında ayıpların önlenmesi İH D Genel

Başkanı'na yapılan saldırıyı ve İnsan haklarına yapılan saldırının son bulması için bir araya geldiler.

Yaklaşık 150 kişinin katıldığı

oturma eyleminde TİYAD'lı aileler ellerinde, İzmir'de gözaltında kaybedilen Neslihan Uslu, Metin Andaç, Hasan Aydoğan, Mehmet Ali Mandal'ın resimleri ile katıldılar.

10 KAYIPLAR KURTULUŞ

İZMİR HÖP'TEN BASIN AÇIKLAMASI

KAYIP VE TUTSAK AİLELERİ 26. KEZ ADANA'DA

YÜKSEL CADDESİ'NDE 25. HAFTA

SAĞ ALDINIZ SAĞ İSTİYORUZAdana Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi'nde 18 Mayıs

Pazartesi günü İzmir'de gözaltına alınan ve 31 Mart'tan beri kendilerinden haber alınamayan dört devrimci için TÖDEF'İi öğrenciler kayıplarla İlgili bîr açıklama yaptılar.

Yapılan açıklamada Neslihan Uslu, Metin Andaş, Mehmet Ali Mandal ve Hasan Aydoğan'ın bağımsız demokratik bir ülke için mücadele verdikleri, devletin baskı gözaltı katliam ve kaybetme politikalarına devam ettiği vurgulanarak "Bu insanlar nerede? Onları sağ aldınız sağ istiyoruz, kayıpların hesabını soracağız" diyerek açıklamayı bitirdiler. "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek", "İnsanhk Onuru İşkenceyi Yenecek", "Faşizme Karşı Omuz Omuza" sloganları atılarak alkışlarla eylem sona erdirildi.*

Page 11: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

Halka karşı başlattğı her saldırıda Galatasaray mevzisini de hedef alan Susurluk devleti kaybettiği dört devrimcinin ardından mevzimize saldırarak sesimizi boğmak istiyor. '96 Ölüm Orucu süreci boyunca postalların, copların altında ezilen kayıp tutsak yakınları, devrimciler yılmadan mevzilerine sahip çıkmış ve Susurluk devletine geri adım attırmıştır. Susurluk 'u unutturma çabalarının ardından saldırılarını yoğunlaştıran MGK devletine inat mevzılerimizi koruyacak geri adım atmayacağız.

GK'nın direktifiyle her ke-simden halka karşı saldırı-larını yoğunlaştıran Susurluk devleti, kayıp ve tutsak

ailelerin.üç senedir seslerini duyurdukları mevzileri Galatasaray Lisesi önünü işgal ederek eylemi kırmaya çalışıyor. 156. haftada ailelere saldıran ve Düzgün Tekin'in annesi Elif Tekin'in de aralarında bulunduğu bir çok insanı gözaltına alan işkenceciler 157. haftayı yaptırmayacak-larını söylemişlerdi. Bu tehdite inat 157. haftada yaklaşık üçbin kişi kayıpların hesabını sordular.

Özellikle İzmir'de dört devrimciyi kaybettikten sonra kayıp eylemine sal-dırmaya başlayan Susurluk devleti böy-lece pervasız saldırılarını da meşrulaş-tırmak, halkın muhalefetini kırmak is-

GALATASARAY önünde toplanan Haklar ve Özgürlük-ler Platformu kitlesi "Haklıyız Kazana-cağız" sloganlarını atarken kaybedilen dört devrimcinin yerlerinin açıklana-masını istedi. HÖP Sözcüsü Oya Gök-bayrak burada yaptığı konuşmada Akın Birdal'ı katledenlerin İzmir'de dört dev-rimciyi kaybedenlerle aynı kişiler oldu-ğunu; bu devlet bu sistem sürdükçe ka-yıpların ve katliamların çoğalacağını ifade ederek Susurluk devletinin bu tür saldırıları ile haklı mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini, yılmayacaklarını belirtti. Açıklamasında "Kayıplar ve katliamlar hiç bir zaman bizleri yıldıra-mayacaktır. Taki iktidarı alana, bağım-sız demokratik bir ülkeyi kurana kadar bu saldırılar devam edecektir" diyen Oya Gökbayrak coşkulu alkışlarla karşı-landı. Sık sık "Kayıpların Hesabını So-racağız, Anaların Öfkesi Katilleri Boğa-cak" sloganlarını atan İşkencecilere hiç bir gücün mevzilerini elerinden alama-yacağını ve haftaya yine geleceklerini haykırdı.

Daha öncede devletin saldırıları ile kar ş ı laşarak ,

mevzileri elle-rinden alınmak istenen kayıp ve tutsak yakınları, hemen her haf- ta yerlerde sü-rüklenmiş, cop-lanmış, postal-lar altında ezil-miş fakat mev-zilerini terk et-memiştir. Dev-rimci sanatçıla-rın, kurumların da sürekli gide-rek sahip çıktığı kayıp mevzisi tüm baskılara rağmen bırakıl-mamış ve dev-lete geri adım

at t ır ı lm ış t ır . Şimdi yeniden saldırıya geçen Susurluk devleti karşısında aynı kararlı kitleyi ve öfkeyi görecek-tir.*

Kayıp ve tutsak ailelerini sürekli hedef haline getiren devlet, 156. haf-tasında yine saldırdı. Bu konuda sizin düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Oya Gökbayrak: Galatasaray Lisesi önünde kayıp, tutsak ve şehit aileleri her cumartesi oturma eylemi yaparak, hesap sorarak, evlatlarına, yakınlarına sahip çıktı. Devlet her zaman bu eyle-me saldırdı, kazanılan mevziyi almaya çalıştı. Saldırılarının en yoğunlaştığı dönem '96 Ölüm Orucuydu. Çünkü '96 Ölüm Orucu çok güçlü bir eylem-di. Şimdi de saldırılar sürecin günde-miyle alakalı gelişiyor. 0 dönem dört

hafta üst üste saldırıldı. 5. Hafta teslim oldu. Mehmet Ağar televizyona çıkıp "annelere bir müjdem var" diyerek kendileri hak veriyormuşcasına sal-dırmayacaklarını açıkladı. Halbuki haftalardır en vahşi saldırılara maruz kaldık. 50-60 yaşındaki analarımızla yerlerde sürüklendik, gözaltına alın-dık. Ama ısrarla bu mevziyi biz kazan-dık. Zafer bizimdi. Susurluk devleti 1 Mayıs'tan önce tüm halka karşı saldı-rılarını başlattı. Hedeflerinin arasında kayıp ve tutsak aileleride vardı.

Devlet bir taraftan kayıp ve tutsak ailelerine saldırırken bir yandan da

kaybetmeye devam ediyor. Saldırıdan bir ay önce İzmir'de dört devrimciyi kaybetti. Artık herşeyiyle iflas eden devlet "Ben kaybederim ,ben kazandı-ğınız mevzilerinizi de geri alırım"di yor.

156. haftasında Galatasaray Lisesi önündeki eyleme yine saldırıldı. 157. haftada daha kitlesel bir katılım sağ-landı. Bu kitlesellik ve kararlılık polise geri adım attırdı. Alana HÖP olarak iik gittiğimizde polis barikat kurmuştu ve bizleri alana almayacaklarını söyledi. Ama biz kararlıydık. Bu sırada alana üç koldan kitle gelmeye başladı. Avu-katları yoğun olduğu bir yürüyüş kor-teji, diğer taraftan da İHD'lilerin yürüyüş korteji ve HÖP olarak biz üç koldan atana girmek için polis barikatlarının önünde durduk. Polis alan ı çember altında tutmas ı nedeniyle alanın üç tarafında da ey- lem yapmışolduk.Kendisine devrim-

ciyim demokratım diyen herkes ey-lemlere katılmalı. Çünkü bugün dev-let kendisinden olmayan herkese tüm emekçi halklara saldırıyor. +

23 Mayıs 1898 157. Haftada Yine Galatasaray'da Kayıpları İstedik

MEVZİLERİMİZİ ELİMİZDEN ALAMAYACAKLAR

runda kal-dılar. Meyda-nı boşaltma-yan polise rağmen bu-lu nd uk lar ı yerde otur-ma eylemine b a ş l a y a n gruplar ayrı ayrı basın açıklamaları yaptılar. Ey-lemde kayıp-ların yanısıra İHD Genel Başkanı Akın Birdal'a yapı-lan saldırıda p r o t e s t o edildi. Alkış-lar ve slogan-larla inleyen İstiklal Cad-desi'nde Az-navur pasajı

tiyor. Cumartesi günü saat 11.50'de topla-

nan kayıp ve tutsak ailelerinin yanısıra Haklar ve Özgürlükler Platformu'nun da içinde bulunduğu kitle örgütlülükle-ri, sendikalar ve bazı sanatçı, aydınlar üç ayrı noktadan Galatasaray Lisesi'ne doğru yürüyüşe geçtiler. Sabah saatle-rinden itibaren Galatasaray 'ı işgal eden ve tüm istiklal Caddesi'ni, Taksim'in gi-riş ve çıkışlarını panzerler polis otaları ile yığınak yaparak tutan resmi-sivil yüzlerce İşkencecinin engellemesine rağmen eylem gerçekleştirildi.

Polisin işgali altında olan Gaİatasa-ray Lisesi önüne oturamayan kitle den bir grup İstiklal caddesi tünel girişi yö-nünden gelirken, İHD yönünden gelen diğer grup Çiçek Pasajı önünde ara so-kaklardan gelen üçüncü grup ise Azna-vur Pasajı önüde toplandı. Ara sokak-lardan gelen bir çok insan ise meydana giremedi. İlk önce eylemi kesinlikle yaptırmayacaklarını söyleyen polis şef-leri üç ayrı koldan yürüyen Üç bin kişi-lik kitle karşısında geri adım atmak zo-

M

11 KURTULUŞ

"Direnecek Ve Yine Biz Kazanacağız"

Page 12: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 12 KAYIP 23 Mayıs 1998

Susurluk devleti kaybetmeye,

katletmeye devam ediyor. 31 Mart'ta İzmir'de gözaltına alınan Neslihan Uslu, Metin Andaş, Hasan Aydoğan, Mehmet Ali Mandal halen "kayıp"lar. Halka karşı savaşın bu biçimlerini kısa bir dönem geriye çeken Susurluk devleti, şimdi tüm pervasızlığıyla halka saldırıyor.

Susurluk süreci ülkemizde devlet gerçeğinin gözler önüne serildiği bir süreçtir. Devletin yıllardır halka yönelik olarak sürdürdüğü haksız savaşın tüm yöntemleri teşhir olurken, gerçek karakteri 60 milyon tarafından görüldü. "Baba devlet" diye halkı kandırmaya çalışanlar her türlü pisliğin içerisinde yüzen ırz düşmanları, uyuşturucu tacirleri, parlamentoda, orduda, poliste, mafyada örgütlenmiş eli kanlı halk

düşmanlarıydılar: Kayıpların, katliamların, tüm zulüm politikalarının uygulayıcısı da bunlardı.

Bu gizlenemez gerçekler karşısında Susurluk devleti adeta felç oldu. Ciddi bir moral bozukluğuna uğradı. Kurumlarıyla devlet işlemez hale gelirken, var olan yönetememe krizi büyüdü, çelişkiler her geçen gün daha da keskinleşti.

MGK'nın dizginleri eline aldığı, daha açıktan oynamaya başladığı bu süreçte Susurluk devleti bir taraftan zaman kazanmaya çalışırken, diğer taraftan da saldırılarını sürdürebileceği yeni düzenlemelere girişti. Teşhir olan, işlemez hale gelen kurumlar yeniden düzenlenirken devleti aklamaya yönelik de birçok faaliyet yürütüldü. "Şeriat- darbe" tartışmalarıyla yaratılan gündem etrafında düzen partilerini disipline eden MGK, çeşitli kesimleri de kendine yedeklemeye çalıştı. Özellikle de Susurluk sürecini en az kayıpla atlatmaya çalışırken, halkın devlete olan güvensizliğim gidermek, devleti aklamak için yoğun bir çaba içerisinde oldu. Son süreçte gündeme gelen Kutlu Savaş'ın Susurluk Raporu bu amaç çerçevesinde hazırlanmıştı. Hapımla devletin bazı uygulamalarının daha "usulüne uygun" yapılması gerektiği vurgusu

devletin gerçek amacını, niyetini ele vermekteydi. Kayıplar, katliamlar düzenin bekası için yapılmalı, ama bunlar "usulüne uygun" olup, gizli kalmalıydı.

Susurluk sürecini belli ölçüde kapatan devlet, halka yönelik saldırılarını yeniden yoğunlaştırdı. Devletin bu saldırılarından payını almayan hiçbir kesim yoktur. Öğrenciler, memurlar, işçiler, gecekondu semtleri devlet terörünün çok çeşitli biçimlerine maruz kalmaktadırlar.

Oligarşi bu saldırı kapsamında değişmez, geleneksel politikalarını da

hızla uygulamaya koydu. Katliamlar yemden birbirini izlemeye başladı. Önce Adana'da 3, sonra İstanbul'da 2 devrimci katledildi. Halka yönelik savaşın önemli bir ayağı olan kayıplar da yeniden gündeme geldi. Neslihan, Hasan, Metin, Mehmet Ali kayıplar zincirinin ne ilk ne de son halkası olacaklardır. Oligarşi tüm toplumu suskunluğa boğmak için "kaybediyor". Ama kesin olan bir gerçek var ki, bu 4 devrimcinin kaybedilmesi daha önce yüzlerce insanımızda olduğu gibi devletin tükenişini hızlandıran, onu vuran bir silaha dönüşecektir.

Kayıp Politikası Ve Ülkemiz Başta Latin Amerika olmak üzere

pek çok ülkede uygulanan kayıp politikası, ülkemizde de esas olarak 12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte uygulanmaya başlamış, özellikle 1990'lardan itibaren de hızlandırılıp, sistemli bir hale getir il niiştir. Cunta döneminde gözaltında kaybedilenlerin sayısı 10'lu, 2O'li rakamlarla ifade edilirken, 1991 yılından itibaren gözaltında kaybedilenlere ait rakamlar hızla büyümüş, sayı yüzlerle ifade edilmeye başlanmıştır. Örneğin sadece 1995 yılında gözaltında kaybedildiği tespit

edilenlerin sayısı 213'tür. Onlarcası da netleştirilememiştir.

Özellikle 90'lardan itibaren yoğunluk kazanan kayıp politikasıyla devrimciler teslim alınmaya, devrimci örgütlerin halk nezdinde güvenilirliği zedelenmeye çalışıldı. Kayıp politikası sadece devrimcilerle de sınırlı kalmadı. Kısa sürede tüm halk kesimlerini de içine almaya başladı. Halkın sindirilmesi, halk saflarında yılgınlık, pasifizm yaratılması amacıyla CIA laboratuarlarında geliştirilen bu yöntem yaygın bir şekilde kullanıldı. İlk Kayıp: Hayrettin Eren Hayrettin Eren, bundan tam 18 yıl

Egemenler, haksız düzen-

lerini sürdürebilmek için tarih boyunca ezilenlere karşı her türlü insanlık dışı uygulama-

larını sürdüregelmişlerdir. İk-tidarlarını sağlama almak, sü-rekli kılabilmek için insanların örgütlenmelerini ve kendilerine karşı mücadele etmelerini engelleyebilmeleri gerekiyor-du. Bu nedenle ezilenlere kar-şı egemenlerin zoru hep var olmuştur.

Haksızlıklara karşı sava-şanlara direnen h88alklara karşı uygulanan işkence, katli-am ve zindanlar bunun için-dir.

Yoksul halka karşı uygula-nan bu yöntemler toplumla-rın gelişimiyle birlikte, amaç

ve özde değişmemekle birlikte biçim olarak değişmiş, içinde bulunulan sürecin özellikleri-ne uygun yöntemler geliştiril-miştir.

İnsanların vahşi hayvanlar önüne atılarak parçalanması, kazığa oturtulması, yakılarak, taşlanarak öldürülmesi ya da diğer işkence yöntemleri yeri-ni yeni yöntemlere bırakmış-tır.

Kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm döneminde özellikle de 11. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası ortaya çıkan 'insan hakları' demago-

jisi ile birlikte halkların ba-ğımsızlık, demokrasi ve özgür-lük mücadelesine karşı daha bilimsel ve "ince" yöntemler uygulamaya konuldu. Dünya halklarına yönelik saldırılar, emperyalist merkezlerden ve tek elden yönlendirilmeye başlandı.

Bu dönemde emperyaliz-min efendisi haline gelen ABD, o zamana kadar dünya-daki kurtuluş mücadelelerin-den çıkardığı derslerle birlikte halklara karşı yeni saldırı poli-tikaları çıkardı. Fiziki ve psiko-lojik yeni yöntemler geliştire-

rek, uygulamaya koydu. Bun-lardan biri de emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin, dev-rimcilere, halklara karşı uygu-ladığı KAYIP politikası oldu. İlk "Kaybetme" Talimatı: GECE VE SİS "Kayıp" politikası sistema-

tik bîr biçimde ilk kez, II. Pay-laşım Savaşı'nda, Hitler faşiz-minin işgali altındaki ülkele-rin halklarına karşı Naziler ta-rafından uygulanmıştır.

Avrupa'da faşizme karşı

Page 13: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

önce, 12 Eylül Faşist Cuntası'nın hemen ilk döneminde kaybedildi. 20 Kasım 1980'de gözaltına alınan Hayrettin'den bir daha haber alınamadı. Devrimci Sol'cu Hayrettin Eren işkence, infaz, darağaçları arasında cuntacıların o dönem çok yoğun kullanmadığı kayıp politikasının İlk hedeflerinden biri oldu.

Hayrettin Eren Saraçhane'de Haşim Işcan geçidinde 34 F 798 plakalı Murat 124 marka otomobiliyle birlikte gözaltına alındı. Gözaltı sonrası hemen Gayrettepe'ye oğlunu sormaya giden annesi Elmas Eren, Hayrettin'İn arabasını şubenin önünde gördü. Fakat işkencecilerden aldığı cevap "Bilmiyoruz. Biz de onu arıyoruz" oluyordu. Oysa Hayrettin'le beraber gözaltına alınan 8 kişi onunla birlikte şubede kaldıklarını söylüyorlardı. Bu tanıkların açıklamalarına, yapılan tüm başvurulara rağmen Hayrettin'den bir daha haber alınamadı. Onu en son 18 Şubat 1981'de Mahmut Dikler'in cezalandırılması nedeniyle gözaltına alınanlar şubede gördü.

Hayrettin'in annesi evladını aradığı o günleri şöyle anlatıyor:

"Ben karakollardan başlayıp Konsey'e hatta Kızılhaç'a kadar götürdüm bu olayı, o yıllarda doğru dürüst araştırma da yapılamıyordu. Tanıkları bulduk, hepsi de şubede aynı hücrede kalıp, birlikte işkence görmüşler. Zaten o kadar çok gören var ki. Kimse siyasi şubede aylarca tutulduğundan şüphe etmiyor. Ama tüm bunlara rağmen savcı dava açmaya gerek görmedi. Oysa o da biz de. kaybedilenlerin devletin elinde yok edildiğini biliyoruz. Ama devlet kendi pisliğini örtmeye çalışıyor bir sürü

KAYIP tanığın ifadesini görmemezlikten geliyor," (Zafer Yolunda Kurtuluş, sayı 20, s.9)

'90'lı Yıllar... Oligarşi "Kaybetmeyi" Sistemleştiriyor '90lı yıllar ülkemizde 12 Eylül sonrası

gerileyen devrimci mücadelenin giderek yükselişe geçtiği bir süreçtir. Gerek Devrimci Sol gerekse de Kürt ulusal hareketi oligarşi cephesinde derin korkular yaratıyordu.

Ulusal ve sınıfsal mücadelenin yükselmesiyle beraber oligarşi arka arkaya yeni önlemler almaya, yeni yasalar çıkarmaya başladı. Bir taraftan "demokrasicilik" masalları anlatılırken, diğer taraftan çıkarılan "anti-terör yasası"yla halka yönelik tüm baskı, işkence, katliam politikaları yasal kılıfa büründürülüp meşrulaştırılmaya çalışıldı. Gerçekte bir "Terör Yasası" olan, ancak "Anti-terör yasası" olarak adlandırılan düzenlemeyle beraber boyutlandırılan saldırıda oligarşinin asıl olarak kimleri hedeflediğini Turgut Özal o dönem şöyle İfade ediyordu:

"...Bugün PKK ve Dev-Sol gibi örgütler tamamen ortadan kalkmaktadır. Bundan önce PKK"nin, Dev-Sol gibi örgütlerin İdare edildiği merkez herkesçe malum olan Rusya idi. Orada bile dağılma varken, bu örgütler Türkiye'de neden ayakta kalsınlar?... Terörle Mücadele Yasası'nda (bunlar için) ağır

hükümler getirilmeli."8 Egemenler yönetememe krizi

yaşarken, halktaki derin memnuniyetsizlik büyümekte, tüm düzen partileri bir bir teşhir olmaktaydı. Bu yıllardan itibaren azgın terörünü sürdüren oligarşi kayıp politikasını sistemli bir tarzda adım adım uygulamaya başladı. Devrimci Sol savaşçısı Yusuf Erişti de bu sürecin ilk kayıbı oldu.

Tanıklar Var, Üstelik Bir De Resim Var... Ama O "Kayıp" Yusuf Erişti, 14 Mart 1991'de

Devrimci Sol ayrıca Yusuf Erişti'nin kaybedilmesi üzerine katillerden hesap sormaya yöneldi. 1. Şubede Devrimci Sol Timi'nde olan işkenceci Hacı Beykara'yı cezalandırdı.

Her kayıpla beraber verilen mücadele de gelişmeye, tüm ülkeye yayılmaya başladı. Egemenlere devrimcileri kayıp etmenin, katletmenin öyle kolay olmadığı, kayıpların peşinin bırakılmayacağı her seferinde gösterildi.

"Keşke Kamuoyuna Yansımasaydı" Soner Gül ve Hüsamettin Yaman 4

Mayıs 1992'de İstanbul'da gözaltına alınıp kaybedildiler. Gençliğin mücadelesi içerisinde yer alan DEV-GENÇ'li Hüsamettin ve Soner'in

yükselen anti-faşist direniş karşısında Hitler, "İdamlar kahramanlar yaratıyor" diyor ve Naziler, "kahramanlar ya-ratmayacak" farklı bir uygula-ma arayışına giriyorlardı, İşte bunun sonucu olarak Şubat 1942de "Nacht Und Nebel" yani "Gece ve Sis" kararname-si yayınlandı. Buna göre tu-tuklular Almanya'ya gece nak-ledilecekti. Onbinlerce insan gece yolculuklarıyla bir belir-sizliğe gönderiliyordu. Neden böylesi önlemlerin alındığı ise şöyle açıklanıyordu: ■"Bu önlemlerin bitirici bir

etkisi olacaktır, çünkü; a) Tutsaklardan asla tek

bir iz olsun kalmayacaktır, b) Onların nerede oldukla

rı ya da kaderleri konusunda herhangi bir bilgi verilmeye cektir."

Böylelikle gece yarıları va-gonlara doldurulan onbinler-ce insan fırınlarda katledile-rek, kitlesel "kayıp"lar tarihte ilk kez yerini alıyordu.

İlk olarak Naziler tarafın-dan uygulanan bu politika, II. Paylaşım Savaşı sonrası em-peryalist ABD tarafından ge-liştirilerek yeni-sömürge ülke-

lerdeki sınıfsal ve ulusal kur-tuluş mücadelelerine karşı uy-gulanmaya başlandı.

Naziler Emperyalizmin Hizmetinde "GECE VE SİS" YENİ SÖMÜRGELERE YAYILIYOR II. Emperyalist Paylaşım

Savaşı'nın sonlarına doğru ye-nileceklerini anlayan Hitler'in faşist generalleri gizlice ABD i-le temasa geçerler. ABD ile ya-

pılan pazarlıklar sonucu bu generallerin bir kısmı ABD'ye, bazıları ise Latin Amerika'ya yerleşirler. Bunlar içerisinde faşist yer altı örgütlenmeleri konusunda tecrübeli ve biri-kim sahibi olan General Geh-lim de vardır. Faşist generaller bütün tecrübe ve bilgi biri-kimlerini ABD emperyalizmi-ne sunarak dünya çapında sı-nıfsal ve ulusal kurtuluş mü-cadelelerine karşı kontrgerilla örgütlenmelerinin de temelle-rini atarlar.

II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında, Avrupa'da

Alman faşizmine karşı direni şe geçen halklara karşı uygula-nan ünlü "Gece ve Sis" karar name inden edinilen dene-yimler ve ABD'nin o güne ka-dar halklara karşı sürdürdüğü savaşlardan çıkardığı dersler birleştirilerek, "kayıp" politi kası, daha sistematik bir bi çimde özellikle Latin Amerika ülkelerindeki halklara karşı uygulanmaya başlandı. Ve tüm dünyadaki yeni-sömürge ülkelere yayıldı.

Ve işte bu vahşi insanlık dı-şı politika sonucu, Arjantin, Şili, El Salvador, Brezilya, Gua-

13 23 Mayıs 1998 KURTULUŞ

Belgradkapı'da gözaltına alındı. Gözaltına alındığında avukatların DGM başvurusu sonucu aldığı izne rağmen işkenceciler onu avukatlarla görüştürmediler. Sonrasında beraber gözaltına alındığı arkadaşlarının tüm açıklamalarına ve tanıklıklarına rağmen Yusuf Erişti kayıplar listesine geçti. 12 Temmuz sonrası İbrahim Ilçi'nin cesedini teşhis için Adli Tıp'a giden avukatlara polis Yusuf Erişti'nin katledilmiş resmini gösterdi.

Yusuf Erişti'nin gözaltında kaybedilmesi üzerine başta o süreçte yeni kurulan Özgür-Der olmak üzere birçok demokratik kurum eylemler gerçekleştirdi. Yusuf'u bulmak için bir kampanya düzenlendi. Bu kampanya ile kayıp politikası ilk kez kamuoyunun gündemine girerken, oligarşi teşhir ediliyordu.

Page 14: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

bulunması için de bir kampanya yürütüldü. Avukatlar kayıp olayını Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na götürdüler. Aileler 9 Haziran 1992'de suç duyurusunda bulunurken, İYÖ-DER'liler okullarda ve okul dışında yaptıkları çeşitli eylemlerle "Hüsamettin Yaman, Soner Gül neredeler?" diye sordular. Ayrıca İYÖ-DER'liler, Tüm Özgür-Der, Ortaköy Kültür Merkezi ve Devrimci Mücadelede işçiler oluşturdukları bir heyetle Ankara'ya gittiler. TBMM'de bakan ve milletvekilleriyle görüştüler. "Keşke bu kayıplar kamuoyuna yansımasaydı" diyen insan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Kahraman'a kayıpların peşinin bırakılmayacağını söylediler.

1992 yılının Ekim ve Kasım aylarında ise kayıplara karşı mücadelenin yeni ve önemli bir süreci yaşandı. Arka arkaya kayıpların yaşandığı bu dönemde yürütülen mücadele kayıpları tüm ülke gündemine sokarken, iktidarı sıkıştırıp, teşhir ediyordu. 20 Temmuz'da Hasan Gülünay, 6

Ekim'de de Ayhan Efeoğlu gözaltında kaybedildi.

"Kan İstiyorsanız İşte Kan" Ekim ayı içerisinde yürütülen

kampanyada birçok eylem düzenlendi. Basın açıklamaları yapıldı, forumlar düzenlendi. Dev-Genç 27 Ekim'de Beşiktaş Akaretler'de bir silahlı gösteri düzenledi. Yolun yakılarak trafiğe kapatıldığı, bir banka şubesinin molotoflandığı eylemde Ayhan'ı katledenlerden hesap sorulacağı gösteriliyordu.

Kayıp anaları ise 2 Kasım'da HEP İstanbul Eminönü ilçe binasında açlık grevi başlattılar. 4 Kasım'dan itibaren de açlık grevlerini Ankara'da sürdürdüler.

Aileler 6 Kasım'da DYP Ankara il binasını işgal ettiler. 7 Kasım'da Demirel'in Güniz Sokak'taki evinin önünde gösteri yaptılar, sloganlarını haykırdılar. Ve tüm oyalama çabalarına rağmen Demirel'le görüştüler. "Cebimde mi kî çıkarıp vereyim" diyen Demirel'in yakasına yapışan analar, babalar ondan hesap sordular. 12 Kasım'da ise bu kez

33 Mayıs 1998 tarafından yayınlanan "Kayıplar Ülkesi Türkiye'de Analar Çocuklarını Arıyor" başlıklı bildiride yaşanan süreç şu sözlerle özetleniyordu:

"Şimdi ülkemiz, dün Nazi Almanya'sında, Arjantin'de, Şili'de yaşanmış olan vahşeti yaşıyor. Oligarşi kayıplar politikasıyla sonuç alacağını, halkımızı korkutacağını sanıyor. Oysa yanılıyorlar. 60 milyonu korkutup teslim alamazlar."

Bir Katliam, Bir Kayıp 13 Ağustos 1994'te Perpa'da 5 kişi

katledildi. Oligarşi sadece devrimcileri değil, devrimcilerle hiçbir ilgisi olmayan insanları da katlederken, o gün Perpa'da gözaltına aldığı Erdoğan Şakar'ı da gözaltında kaybetti.

Özgür-Der'li şehit ve tutsak aileleri bir kez daha "kayıpların ve kaybedenlerin peşinde" Ankara'ya giderek, bakanlarla, milletvekilleriyle görüştüler. Erdoğan Şakar'ın katillerini istediler. 23 Eylül günü de SHP MYK toplantısı, tüm engellemelere rağmen basılarak Murat Karayalçın'dan hesap soruldu. Sürdürülen açlık grevi de bundan sonra bitirildi.

Her "Kayıp"la Birlikte, Kayıplara Karşı Verilen Mücadele Büyüdü Daha önce gözaltında kaybedilen

Ayhan Efeoğlu'nun ağabeyi olan Ali Efeoğlu, 5 Ocak 1994'te gözaltına alındı ve kaybedildi. Yapılan tüm başvurular sonuçsuz kalırken, İstanbul DGM nöbetçi savcısı "belki de kardeşinin yanına gitmiştir" diyordu.

Ali Efeoğlu'nun kaybedilmek istenmesi kayıp ve tutsak yakınları, gençliği bir kez daha harekete geçirdi. Birçok açıklama, gösteri yapıldı. İYÖ-DER'li öğrenciler Ocak ayının son haftası İçinde Üniversitelerde forumlar düzenlediler. 31 Ocak'ta ise Taksim'de SHP İstanbul il binasını işgal ettiler. Aynı süreçte Devrimci Sol tutsakları da mahkemelerdeki eylem ve açıklamalarıyla kampanyaya güç verdiler.

'94 yılının Nisan ayında bu kez yine Devrimci Sol'dan Recep Güler

temala, Meksika, Peru, Kolom-biya, Brundi, Fas, Kamboçya, Filipinler, Ekvator, Haiti, En-donezya, Zimbabwe, Hindis-tan, Kuveyt, Ruanda, Namib-ya, Papua Yeni Gine, Türkiye... "kayıp"lar ülkesi haline geldi.

Guatemala "Sisler" İçinde 40 BİN KAYIP 1954 yılında Guatemala'da,

Albay Castillo Armas yönetimi ele geçirdi. Albay Castillo Ar-mas ABD'de CIA uzmanlan ta-rafından eğitilmiş bir subaydı.

Böylelikle yerli halka karşı diz-ginsiz bir terör başlatıldı. Cun-ta döneminde emperyalist bir tekel olan United Fruit'in et-kinliği arttırıldı ve daha önceki iktidar tarafından kamulaştırı-lan topraklar büyük toprak sa-hiplerine geri verildi.

Tüm ülkenin emperyaliz-me peşkeş çekilmesiyle birlikte halka karşı başlatılan terör dalgası 1966 yılında doruk noktasına ulaştı. 1967'de de-vam eder terör döneminde ge-rilla hareketlerini "kuşatma ve yok etme" operasyonları so-nucu yol kenarları cesetten

geçilmiyordu. Su kuyuları ve ırmaklar cesetlerle doluydu. işkence ile tanınmayacak hale getirilmiş, derileri yüzülmüş cesetler, kesik başlar, elleri ve ayaklan kesilmiş gövdeler... Bütün bunlar sıradan görün-tüler haline gelmişti.

Bu dönemde ABD ile tam bir işbirliği içinde olan "Şanlı Guatemala Ordusu" ile birlikte NOA (Yeni Anti-Komünist ör-güt), düşmanlarının sol elleri-ni kesip, dillerini koparıyordu. MANO (Örgütlü Ulusal Anti-Komünist Hareket) adlı kont-rgerilla örgütü ise muhalifle-

rin kapılarına siyah çaprazlar koyarak mimliyordu. Açık ve gizli katliamların yanı sıra se-faletin günlük kıyımları da de-vam etti. 1968'de Guatema-la'da ölen 70 bin insandan 30 bini çocuktu. Bebek ölüm oranı ise ABD'dekinin 40 katı idi. Egemenlerin halkların mü-cadelesi karşısındaki çaresiz-liklerinin bir sonucu olarak başvurdukları bir yöntem olan "kayıp" kavramı ilk kez bu yıl-larda Guatemala'da sıkça kul-lanılmaya başlıyor ve giderek en temel baskı biçimine dönü-şüyordu.

1966'dan günümüze kadar geçen süre içinde Guatema-la'da 40 bine yakın kişi "kaybe-dilmiş" durumda.

Yıl 1973... Uruguay ve Şili Tarım ve hayvancılığa

dayalı bir üretime sahip olan Uruguay'da 1968'de başlayan ekonomik-siyasi krizle birlikte artan yoksulluk ve sefalete karşı birbiri ardına gösteriler, grevler patlıyordu. Kurtuluş mücadelesi veren ve silahlı. bir hareket olan

14 KAYIPKURTULUŞ

analar Başbakanlık binasının önünde "Kana doymayan hükümet ve devlet yetkililerine... Kan istiyorsanız işte kan" diyerek ellerindeki kan dolu şişeleri fırlattılar.

Kayıp ailelerinin gerçekleştirdiği bu eylemler, tüm engelleme, sansürleme çabalarına rağmen kamuoyuna ulaştı, gündem oldu.

Katiller ilk kez bu denli sıkıştırıldı. Oligarşinin temsilcileri tüm demagojilerine rağmen kayıp politikasını gizleyemediler. Katliamcı yüzleri açığa çıktı.

Anaların gerçekleştirdiği, katillere Ankara'yı dar eden eylemlere ülkenin birçok yerinde de yapılan destek açlık grevleriyle, telgraf eylemleriyle destek geldi.

Avrupa'da bulunan birçok kurum ve kuruluş da "kaybetmelere karşı sesimizi yükseltelim" çağrısı yaptı.

Devrimci Sol da kayıpların sorumlularından hesap sormak için DYP ve SHP'nin seçim bürolarına yönelik bombalamalar, molotoflamalar gerçekleştirdi.

Bu süreçte Devrimci Sol Güçler

Page 15: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 KAYIP 15 KURTULUŞ

gözaltında kaybedildi. 24 Nisan'da gözaltına alınan Recep Gülerden o tarihten sonra bir daha haber alınamadı. Tüm başvurularda alınan cevap aynıydı: "Bizde yok"...

1994 yılının Ekim ayında da gözaltına alınan Devrimci Sol'cu Lütfiye Kaçar kaybedildi. İstanbul polisinin Lütfıye Kaçar'ı gözaltında kaybettiği bu süreçte, TDKP'li Kenan Bilgin de Ankara DAL'da birçok kişinin tanıklığına rağmen gözaltında kaybedildi.

Bu dönemde Haklar ve Özgürlükler Platformu kayıplara, katliamlara, köy yakmalara karşı yürüttüğü mücadelede çerçevesinde 26 Ekim günü SHP İstanbul İl binasında açlık grevine başladı.

Bu yılın son günlerinde ise 24 Aralık'ta gözaltına alınan İsmail Bahçeci de kendisinden öncekiler gibi kaybedildi. İsmail Bahçeci için de yaygın bir kampanya yürütüldü. Birçok basın açıklaması, forum yapıldı. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli gösteriler düzenlendi. Oluşturulan Gözaltında Kayıplara Hayır Komitesi Ankarada birçok girişimde bulundu. 21 Ocak 1995'te Ankara'da yapılan memur mitinginde bir konuşma yapıldı.

Devrimci Halk Güçleri İstanbul’da SHP Esenler binasını basıp, SHP'nin suç ortaklığını teşhir ederken, birçok mahallede kayıplar için yollar ateşe verilerek gösteriler yapıldı. İstanbul'dan Trabzon'a, Adana'ya kadar birçok ilde devlet kurumlarına yönelik bombalamalar ve molotoflamalar yapılırken, yaygın biçimde yazılama, pankartlar asma gibi eylemler gerçekleştirildi.

Avrupa'da İsmail Bahçeci İçin heyetler oluşturuldu. Özgür Halklar Komitesi'nin oluşturduğu Avusturya, Hollanda ve Yunanistan'dan gelen heyetler Ankara ve İstanbul'da çeşitli görüşmeler yapmaya çalıştılar. Sıkışan İktidar ise heyetlerle görüşmemek için köşe bucak kaçtı.

İsmail Bahçeci için yürütülen kampanya hem yurt içinde hem de yurt dışında geniş ölçüde yankı buldu ve kayıplar konusunda önemli bir duyarlılık yarattı. Bu kampanya İle kayıpların peşinin hiçbir koşulda bırakılmayacağı gösterildi.

Sürecek

HÜSEYİN TORAMAN - TKP/ML Hareketi’nden Toraman,

27 Ekim 1991'de Kocamustafapaşa'da evinin önünden polisler tarafından gö-zaltına alınarak kaybedildi.

HASAN GÜLÜNAY - 20 Temmuz 1992de Tarabya'daki

evinden Sirkeci'deki işyerine giderken polis tarafından kaçırıldı. TKP/ML'li Gülünaydan o günden bu yana haber alınamıyor.

AYSEL MALKAÇ - Özgür Gündem İstanbul muhabiri

olan Aysel Maikaç 7 Ağustos 1993'te ga zetenin önünden sivil polisler tarafın dan gözaltına alındı. O günden beri ha ber alınamıyor.

MUSTAFA GÜNKAN - 18 Ağustos 1994'ten beri haber alınamıyor.

KENAN BİLGİN - 12 Eylül 1994'te Ankara'da bir dol-

muş durağından sivil polislerce gözal- tıına alında.

AHMET YETİŞEN -14 Kasım 1994'te sivil polisler tara-

fından Batman'daki evlerine yapılan baskın sonucu gözaltına alındı. Kendi-sinden bir daha haber alınamadı.

HASAN OCAK - 21 Mart 1995'te gözaltına alındı,

kaybedildi ve 26 Mart'ta katledildi. MLKP'li Ocak'ın cesedi 57 gün sonra bulundu.

ALİ İHSAN DAĞLI - 14 Nisan l995'te Silvan'a bağlı Eş

me Köyü'nde 8 köylüyle birlikte gözal tına alındı ve kendisinden bir daha ha ber alınamadı.

ABBAS GÜL - 1 Haziran 1995'te Kahramanmaraş 'ta bulunan Sütçü İ-mam Üniversitesi'nde gözaltına alı- nan Abbas Gül adlı öğrenciden bir da-ha haber alınamadı.

RIDVAN KARAKOÇ - Uzun süre kendisinden haber alı

namayan Rıdvan Karakoç 2 Haziran 1995'te gömüldüğü kimsesizler mezar lığından çıkartılarak 3 Haziran'da top rağa verildi.

FEHMİ TOSUN - 19 Ekim 1995'te Avcılar Gümüşpa-

la mahallesindeki evinin önünden po lisler tarafından kaçırıldı.

MURAT AYAZ - (1995] Mehmet Murat Ayaz Dersim Alyazı köyünden E-lazığ'a giderken Elazığ'a bağlı Nişanka-ya Karakolu askerleri tarafından gözal-tına alındı, kendisinden bir daha haber alınamadı.

NAZIM BABAOĞLU - 12 Mart'ta bir haber için Urfa'nın

Siverek ilçesine giden Özgür Gündem gazetesi Urfa muhabiri Nazım Babaoğ- lu'ndan bir daha haber alınamadı.

Tupamarolar'ın ülkedeki etkinliği giderek artıyor, egemenlere karşı gerçekleştirilen silahlı eylemler yükseliyordu.

Halkın yükselen mücadelesini bastırabilmek için 1973 Temmuz'unda faşist cunta yönetimi ele geçirdi. Faşist cunta ile birlikte Uruguay, büyük bir toplama kampından farksız hale getirildi, İşkence ve katliamın yanı sıra "kayıplar sıradan, günlük olaylar haline geldi. Katledilen,"kaybedilen"ler yalnızca Tupamarolar değildi.

Aydınlar, öğrenciler ve düzene muhalif olan halkın tüm kesimleri de faşist cuntanın bu pervasız terörünün hedefi oldular.

Montevideo'daki Libertad zindanlarında haftalarca, aylarca süren ağır işkencelerden geçirilenler daha sonra "kayıp" edildiler. Cesetler lağım çukurlarına, İSSİZ ormanlara atılarak çürümeye terk edildiler. "Kayıp"Iarın bir kısmı ise daha sonraları başlarına geçirilmiş kukuletalar ile ıssız yerlerde bulundular.

Askeri faşist cunta döneminde binlerce Uruguaylı "kayıp" edildi.

1973'te seçimle İş başına gelen sosyalist Ailende hükümeti dünyanın en önemli bakır rezervlerine sahip Şili'de, uluslararası bakır temellerinin sömürüsüne son vermek istedi. Maden endüstrisi ulusallaştırılacaktı. Çıkarları tehlikeye giren emperyalistler, Ailende hükümetine karşı savaş açtı. Şili tam bir ekonomik cendere altına alındı. Halk hükümete karşı kışkırtıldı ve sonunda

ABD'nin desteklediği askeri cuntayla yönetimi ele geçiren faşist Pinochet iktidarı ele aldı. Ailende katledildi ve ülke bir kan gölüne çevrildi. Santiago'daki ulusal stadyum dev bir işkencehaneye dönüştürüldü. Onbinlerce Şilili bu stadyumda işkencelerden geçirilerek, katledilerek "kayıp" edildiler. Bu dönemde "kaybedilenler yalnızca Şilililer değildi. Pinochet iktidarı, birçok demokrat, aydın yabancıyı da "kaybetmek"ten

çekinmemişti. Şili 'yi "kayıplar ve katliamlar ülkesi haline getiren 2Pinochet bu uygulamalarıyla tarihe en kanlı diktatörlerden biri olarak geçti.

O dönemde istihbarat örgütü DINA'nın işkence yöntemleri ve "kayıp"ların akıbeti, birçok insanın katledilmesine neden, olan ve bunalıma giren DINA mensuplarının sonraki yıllardaki itiraflarıyla tüm dünyanın gözleri önüne serildi.

Sürecek

Page 16: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 16 KAYIPLARIMIZ 23 Mayıs 1998

Merhaba, Sesim sana ulaşmaya-cak belki, Ama yine de yürek do-lusu

MERHABA... Öyle zaman oluyor ki Hayat, insanın düşünce sistematiği duruyor sanki,en çok tanıdığını anlatamıyor, ya da en çok bildiklerinisöyleye-miyorsun... Seni anlat-mak istiyorum ama her kes seni öyle tanıyor ki, bir Hayat dediklerinde sanki ağızlarından bin Hayat dökülüyor... Seni seviyorlar... Ve öyle zaman geliyor ki, kayıpların arkasın-dan aynı senin gibi boğazına düğümle-nen çığlığı fırlatıp atmak istiyorsun... Ve öyle anlatıyorlar ki, önünde saygıyla eğil-mek dışında, diyecek söz kalmıyor.

Seni her anlatanın ağzından dökülen ilk sözcük "Bizim Hayat" oluyor... Öyle iç-ten söyleniyor ki, tıpkı senin gibi sarıyor bu sözcükler bizleri... "Bizim"... Bu "bizim"de bir sahiplenme var. İn sanlara verdiğin değerin, yoldaşla sa- hiplenmenin karşılığı var.Vefa da bu değ i1 mi zaten... Harcanan emeği, verilen değe ri unutmamak, ona layık olmak, bırakılan yerden devam etmek... Senden öğrendik vefavı, bağlılığı.. Sana emek verenleri unutmadığını, onların sözlerini her fi a ta yinelediğini biliyoruz. Yetmediğinde, işin içinden çıkamadığında şehitlerimize sarıldığnı, onların sözlerini rehber yaptığını, onlardan güç aldığını biliyoruz. Çoğu kez tanık olmuşuzdur. "Faruk bana şöyle derdi... Ekrem bunu hep böyle ya pardı.. Ali Rıza şöyle yapma demişti Çoğumuzun tanıdığı şehitler vardır. Sık ık da onları anarız... Kimi zaman nostal-jiye kaçar sohbetler... Ama senin her an latımında çıkarılmış bir ders vardı... Şe-hitlere saygının, onları anmanın ne de-mek olduğunu öğreniyorduk senden...

Bir hata yaptığında yaşadığın sıkıntı "fırça yeme", "bana ne söylerler" sıkıntısı değildi, böyle kaygıların olmamıştı hiç. Sen aslolarak, şehitlerine, sana layık olup olmamayla yapardın hesaplaşmanı... "Fırça yeme" kaygısıyla sakladığın, gizle-diğin ya da eksik gedik anlattığın bir şey olmadı. Senin en çok bu yanını severdi Partimiz... Kimi zaman "pot"ta kırsan, her şeyi anlatır, eksik gedik hiçbir şey bırak-mazdın. Nerede ne yapacağını, nerede nasıl davranacağını bilirdi parti... İşte bu açıklıkta olabilmektir Hayat olmak. Hayat gibi hesapsız...

Günlerce salça ekmek yedik. Arada bîr yumurta eklenirse ne ala... Bir süre sonra salça ekmeğe Dev-Genç'lilerin yemeği demeye başladın. Bir de makarna ve hazır çorba. Dergimizin vazgeçilmez yemekle-riydi... Bilet bulamaz yürürdük, üst baş alamaz sağdan soldan yetinmeye çalışır-dık.

Çok insanımız böyle yaşamıştır. Hala da yaşıyor. Biliyoruz ki kavgada bedel ödemek bir yanıyla da yokluklara göğüs germektir. Ve yokluklarla yaşama deyince ilk aklımıza gelenlerimizden biri de sen-din. Yoldaşlarımızın anlatımında bu ya-nınla Özel bir yer aldın.

Denilecektir ki herkes benzer şartlar-da yaşıyor... Yaşamak zorunda, yaşaya-caktır da. Ama yoklukları engel kabul et-mediğinde, yokluklardan yakınmadığın-da bu anlatılmaya değerdir. Tıpkı senin gibi. "Paramız yok", "kalacak yerimiz yok" yakınışlarını bilirsin Hayat. Yapılmayan-

ların tembelliklerin kendini dayatmanın, kimi zaman korkaklıkların, kon - formizm arayışlarının bir cümlede özetlenişidir aslında. Kimi zaman da çok daha farklı çıkar karşımıza Buna halkımız "başına kakma" der. Zorluklar yaşanmıştır gerçekten, ama kendine yönelen eleştiri lerde hemen bunu kalkan

yapar."Bana bunu nasıl söylersiniz, ben şunlara şunlara katlandım" diye uzayıp gider yakınmalar. Böyle olunca da hiçbir değeri kalmıyor gösterilen fedakarlığın. Artık o fedakarlık olmaktan çıkıyor, neredeyse kullanılan malzemelere dönü-şüyor. Ve artık çektiğimiz "cefanın" "sefa-sını" sürmek istiyoruz... Öyle değil mi Ha-yat? İşte senin fedakarlığını bu yüzden anlatıyor, bu yüzden örnek alıyoruz. Çün-kü seninki karşılıksız, seninki hesapsız... Sen hiç oflamadın. İddia ediyorum hiç kimse senin ağzından oflama belirtisi sayılabilecek bir kelime duymamıştır. Seninle geçirdiğimiz günler geliyor aklıma Senin bir simidi iştahla yediğini ve işine devam ettiğini öte yandan önüne ge1en yemeği beğenmeyip "bugünde mi aynışeyi yiyeceğiz" deyip somurtanlar...

Hatırlıyor musun Uğur'a darbe kontra tarafından işkence yapılmıştı. İlk tedavisini yapıp bir eve yerleştirdik.Ba şında da iki kişi vardı ona baksınlar diye Akşam gittiğimizde o İki kişi yoktu, "İşle-

ri" olduğu için gitmişlerdi. Uğur' un o gün akşama kadar bir şey yemediğini, bu yüzden de ağrı kesici dahi alamadığını öğrenince isyan etmiştin. Bu durumu kabullenemeyişini hatırlıyorum. Yoldaşlarını seviyor musun diye sorulduğunda "bu nasıl soru, tabiiki seviyoruz" deriz. Oysa sevginin altını doldurmak gerekiyor. Ya da sevmek sorusunun cevabını bulmak gerekiyor. Kendimize baktığımızda en ufak şeyde şeşimizi yükseltip, azarlayabiliyoruz yoldaşlarımızı. Çok kolay didişiyoruz. Nasıl kızabiliyoruz birbirimize. Tahammül süzleşebiliyoruz. Değil ölümü paylaşmak, bir elbiseyi paylaşmakta ben ölüklerimiz ortaya çıkıyor. Bu somutlukta kendimize dönüp baktığımızda sevi yoruz"un altını ne kadar doldurduğumuz ortaya çıkıyor aslında

Yoldaşlarımı seviyorum diyebilmek için Hayat olmak gerekiyor. Hayat gibi düşünmek, Hayat gibi yoldaşa sarılmak gerekiyor. "Senin başın ağrıdığında en de rahat etmiyorsun ben de, en iyisi ben ana masaj yapayım rahatlarsın" diyen bir Hayat bu. Yoldaşı rahatsız olduğunda rahatsız olan, sıkıntısında sıkıntısını, se-vincinde sevincini paylaşan... Kendinden önce onları seven, kendinden önce onları düşünen.

Yani Hayat, bencilliklerimiz öyle öne çıkıyor ki, kendimizden vazgeçemiyoruz bir türlü. Ve böyle olunca da yani bencil-likte ayak direyince de "savaşma kararlılı-ğı", "bağlılık" bizi saran ve büyüten olmu-yor. Çünkü önlerine bencillik zırhı koyu-yoruz. İşte sende bu zırhın parçalandığını görüyoruz. Halka bağlılığın, emektarlığın, başarma kararlılığın, düşman karşı-sındaki inadın, ataklığın vefa ve bağlılı-ğın, yoldaş ve halk sevgisinin bencillik zırhını parçalamaktan geçtiğini, özcesi devrimcileşmenin buradan geçtiğini öğ-reniyoruz senden. Öğretiyorsun. Her za-manki gibi işine devam ediyorsun yani. Aynı mütevazilikle, aynı bağlılıkla...*

Bundan on yıl önceydi... Evinde, okulundaydı kimi. Kimi tarla-

sındaydı. Kadını-erkeğiyle pamuk toplu-yor, tütün diziyorlardı...

Emekçiydiler... Bu ülkede yaşayan milyonlar gibi... Bir gün koca koca makineleriyle, adı

bile telaffuz edilemeyen, tabelasında "EU-ROGOLD" yazan emperyalistler çıkıp gel-di topraklarına.

'Bu zengin verimli topraklarda altın var. Altını çıkaracak, sizi daha da zengin yapacağız' dediler.

Zenginliğin ne menem bir şey oldu-ğunu öğrenmekte gecikmedi Bergama'lı-lar...

Siyanürün zehir olduğunu öğrendiler önce.

Zehir demek; yemyeşil ovaların, ucsuz bcaksız tarlaların, her şeyden önemlisi; insanın insanların yavaş yavaş ölmesi de-mekti.

Direnişi seçtiler... Bergamalıların, 17 köyün efsanesi

böyle başladı Ama efsaneleri gerçek kılan, efsanele-

rin türkü gibi dilden dile, yürekten yüreğe akmasını sağlayan KAHRAMAN'larıdır.

Ancak o zaman öğretici olabilirler; Ancak o zaman geçmişten geleceğe

uzanan bir gelenek olurlar. Bergamalıların efsanesinde de kahra-

manlar vardı. Direniş onların cesaretleri, özverileri üzerinde büyüdü.

Metin Andaş onlardan biriydi. Adı direniş, adı emek, adı sabır oldu

yıllar yılı. Halkını seven, halktan biriydi. On yılın her gününde O vardı. Önce Eurogold'u anlattı onlara. 'Onlar

için önemli olan ceplerini doldurmaktır' derken insan yaşamının ne kadar değerli olduğunu anlattı

İnsanı sevmenin mücadele etmek ol-duğunu onunla, yaşayarak öğrendi Berga malılar

Araştırdı... Tartıştı... Durup dinlenme den ısrarla doğada sahip oldukları güzel İlklerin, ağaçların, çimenlerin, ırmakların yokolacağını anlattı Bergamalılara.

Onları geçmişlerine götürdü. Direniş ler ve zaferlerle dolu tarihlerine götürdü onları. Efe'ler sadece anlatılmaz; yaşanır yaşatılır derken kendine güvenli ve cesur olmaları gerektiğini öğretti onlara.

Ve tarihlerinden aldıkları güçle, 'Hepi-miz Birer Çakırcalı'yız' kararlılığıyla mey-danları doldurdu Bergamalılar.

Vatan topraklarımız yine işgal altında. Yine en güzel değerlerimizi koparıp al-mak, bizi inançsız, bizi tarihsiz, bizi doğa-sız, bizi insansız bırakmak istiyorlar der-ken Eurogold somutunda gerçek düşmanı gösterdi onlara.

Vatan için mücadele kararlılığıyla yü-rüdü Bergama'lılar.

Güçlü olmanın, birlik olmaktan geçe-ceğini, zaferin ancak elele verildiğinde ka-zanılabileceğini anlatırken meclisleri öğ-retti.

Meclisleri kurdu Bergama'lılar. Su pa-ralarının ortak ödenmesinden toplantıla-rın nasıl yürütüleceğine, karar almaktan alınan kararlan uygulamaya kadar her şe-yi Meclislerinde başardılar.

Haklı olduklarını, haklı olanın er-geç kazanacağını öğretti.

'Haklıyız Kazanacağız' sloganını her geçen gün daha inançlı, daha azimli atar oldu Bergama'iılar.

Zulüm bezirganı Eurogold'a boyun eğmediler.

Ege'den başlattığımız direnişi Anado-lu'ya yaymalı, örnek olmalıyız diyordu Metin Andaş. Ege'den yükselttikleri isyan; İstanbul'a Karadeniz'e yurdun dört bir yanına yayıldı. Dünyanın her tarafından, farklı inanç ve kültürlerden halklar sahip çıktılar Bergamalılara.

On yılın her gününde O vardı. Halkının, köylülerin yanındaydı Metin

Andaş. işgallerde, eylemlerde en öndeydi. Tarladaydı; ekin biçti, çapa salladı,

gübre attı. Köy kahvehanelerindeki en sıcak

sohbetlerde hep o vardı. Köy gençlerinin önünü açan, yol gös-

teren 'düşmanı düşman, dostu dost'belle-ten ağabeyleriydi.

Yedine yetmişe bütün Bergamalıların hemşehrisi, dostu, sırdaşı, yoldaşıydı...

Ve bir gün zaferi kazandıklarında; 'Kutlu olsun' diyerek gururla diktiler kita-belerini.

Kitabelerine özlemlerini, acılarını, umutlarını, direnişlerini, on yıllık müca-delelerini yazdılar...

Her zaman olduğu gibi o gün de ora-daydı Metin Andaş. Onurluydu. Emeğinin karşılığını almış olmanın sevinciyle gülü-yordu yüzü...

Ta ki 31 Mart'a; dört yoldaşıyla birlikte kayıp edildiği tarihe kadar...

Şimdi o gülen yüze, o yüreğe sahip çık-ma zamanıdır.. EGE'LİLER BERGAMA'LILAR! Çok değil bir buçuk ay kadar önce ara-

nızdaydı. Eurogold'un yeni provokasyon-larla haklılığınızı boğmaya çalıştığı bu sü- -reçte yine kavganızda, yine kavganızın omuzlayıcısı, yine kavganızın önderiydi.

17 Köyün kitabesindeki özlemleriniz- . de O'nun umutları da saklı.

17 köyün kitabesi bir miras bırakacak-sa eğer arkadan gelenlere; o miras Metin Andaş'tır.

Metin Andaş'ın emeğidir. Metin Andaş'a sahip çıkmak

onyıllar'ın emeğini sahiplenmektir. Metin Andaş'a sahip çıkmak haklılığı-

mızı savunmaktır. Metin Andaş'a sahip çıkmak; Euro-

gold'a karşı direnişinizi, çabanızı, sevgini-zi, onurunuzu sahiplenmektir.

Ona sahip çıkmazsak, bundan Euro-gold'cular cesaret alacaktır.

Sahiplenmek; hesap sormaktır. 'Ölene kadar' diye başladığınız kavga-

nızda sizi yarı yolda bırakmadı. Metin Andaş'ın hesabını soralım. O'nun hesabını sormak, topraklarımı-

zı emperyalistlere peşkeş çekenlerin mü-cadelemizi engelleme çabalarına verilen en güzel cevap olacaktır.

"METİN ANDAŞ NEREDE?" Soralım, sesimizi yükseltelim... Metin Andaş Ege'linin halkımızın 50

yaşındaki bir yiğididir. Çok güzellikler, çok değerler katmıştır

kavgamıza. Değerlerimize sahip çıkalım. Bu, Ona vefa borcumuzdur. Bu, boynumuzun borcudur. Bu, namus borcudur. *

METİN ANDAŞ'A SAHİP ÇIKMAK İNSANLIK GÖREVİDİR!

Page 17: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 KURTULUŞ 17 KURTULUŞ

17 Şubat günü gazetemize yapılan baskı-nın ardından 23 Şubat günü tutuklanan Genel Yayın Yönetmenimizle birlikte dört çalışanımız ve üç misafirimiz çıkarıldıkları mahkemeden serbest bırakıldılar. Genel Yayın Yönetmenimiz Hamdi Kayısı, çalışanlarımız Banu Güdenoğlu, Zehra Kurtay, Kültür ve Sanatta TAVIR Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Aynur Alak ve iki misafirimiz şerbet bırakılırken, Malatya DGM'den yeni bir tutuklaması çıkan arkadaşı-mız Şengül Akkıırt tahliye olamadı.

Başından beri yıldırmak susturmak amacı ile başlayan baskın, gözaltı ve tutuklama gayri meşrudur ve amacına ulaşamamıştır dedik. Tutsaklıksa bu gayri meşruluğu örtmek için bir yerde mecbur kaldıkları, kullandıkları bir kılıftı. Arkadaşlarımız üç ay boyunca hiç bir gerekçe gösterilmeksizin tutsak kaldılar. Çıkarıldıkları mahkemede ise iddia daha komikti. Minareyi çalan kılıfını hazırlar atasözünü yerine getirmek istercesine arkadaşlarımıza DHKP-C'ye yardım yataklık yaptıkları gerekçesi ile dava açılmıştı. Davayı ailelerin, herkesimden halkın yanısıra Belçika ve İngiltere'den gelen Avrupa Demokratik Avukatlar Dernegi'nden avukatlar izledi. İşçisi, memuru ev hanımı'ile mahalle-lerden, İşyerlerinden bir çok insan mahkemede hazırdı. Oturmak için yer bulamayanlar yerlere oturmuş pür dikkat mahkemeyi dinlerken, her fırsatta tutsaklara sesleniyor, tutsakların çevresini saran askerlere sinirleniyorlardı. Hal-kımız Kurtuluş'u yine sahipleniyordu fakat dü-şünce ve basın özgürlüğünü savunduğunu id-dia eden basın örgütlülükleri, kurum vb. "ay-dınlar" mahkemeye gelmediler. Saat 14.00'de başlayan mahkemede önce kimlik tespiti ya-pıldı ardından davanın açılmasına sebep ola-rak gösterilen iddia okundu. "DHKP-C örgütüne bilerek ve isteyerek yardım ve yataklıkta bu-lunmak" . İlk savunmayı İdil Kültür Merke-zi'nin ve Kültür Sanatta Tavır Dergisi'nin sahibi aynı zamanda Halk Meclisi Üyesi olan Aynur Cihan Alak yaptı. Aynur Cihan Alak savunma-sında şunları söyledi; "Yaptığımız devrimci sa-nat, sömürü ve zulüm politikalarıyla ezilmeye çalışılan emekçi halkın mücadelesinin içinden doğmuştur. Devrimci sanatçı, halklarımıza yö-nelik kültürel, siyasal ekonomik ve askerî saldırı karşısında her zaman halkın yanıbaşında, ununla omuz omuza olmuştur. Halkın umudu, öfkesi neredeyse yerimizde orası olmuştur. Ya-rattığımız değer ve geleneklerin halkın içinde kökleştiğini gören devlet bu nedenle sanatımı-za ve bizlere saldırarak boğmaya çalışmıştır. Bu nedenle sahibi bulunduğum Kültür ve Sa-natta TAVİR Dergisi'ne sayısız davalar açmış, faaliyet yürüttüğümüz kültür merkezimizin kapısına kilit vurmuş, kültür-sanat faaliyetleri-mizi engellemeye çalışmıştır. Çünkü devrimci sanat yapmak devletin karşısında olmak de-mektir. Devletin devrimci sanatçılara düşman-lığı da bu nedenledir. Bu yüzden de halktan ya-na düşünen, mücadele eden herkes devlet gö-zünde "suçlu" sayılıyor. Bizler halkın sanatçıla-rıyız. Halkın sanatçıları olarak Halk Meclisle-rinde yeralmak üzerimize düşen sorumlulu-ğun bir gereğidir. Halkın sanatçısı olarak hal-kın yanında, Halk Meclislerinde yeraldık...." Genel Yayın Yönetmenimiz ve üç çalışanımız ise okudukları yazılı savunmada tamamen si-yasi bir nedenle açılan bu davanın neden, na-sıl açıldığını ve Kurtuluş'un kim olduğunu, nasıl bir gazetecilik anlayışını savunduğunu ve bu anlayışa devletin nasıl yaklaştığını açıkladı-

lar. Burada yargılanmak istenilen Kurtuluş ça-lışanlarının; devrimci gazeteciliğin yaratıcıları ve temsilcileri olduğunu söyleyen Genel Yayın Yönetmenimiz Hamdi Kayısı, Kurtuluşlun ga-zetecilik anlayışının burjuva basında çalışan basın emekçilerinden, sol muhalif, sosyalist devrimci tüm basın emekçilerini sarsan, dü-şündüren kendisine gıpta ile baktıran, onları da sanp sarmalayan, etkileyen bir gelenek ol-duğunu ve bu yüzden köhnemiş olanı savu-nanlar için elbette bir tehlike olacağını söyledi. Savunmalarında Türkiye'deki basın tarihinden verdikleri örneklerle faşizmin düşünce ve ba-sın özgürlüğünü engellemeye yönelik çeşit yöntemler uyguladığını anlattılar. Gazetemizin varlığının Susurluk devletini, burjuvaziyi, MGK yi ve hepsinin iplerini elinde tutan emperyaliz-mi rahatsız ettiğini belirten arkadaşlarımız Kurtuluş 'a yapılan saldırının Susurluk devleti tarafından emredildiğini de söylediler. Yargıla-nan değil, yargılayan hesap soran olduğumu-zu, DGM de zaman zaman tahammülsüzleşe-rek sözlerinin kesilmek istenmesine rağmen arkadaşlarımız kararlılıkla savunmalarını sür-dürdüler. Yapılan savunmalarda en son İz-mir'de kaybedilmek istenilen dört devrimciye değinilirken kayıplardan Neslihan Uslu'nun bir dönem Kurtuluş çalışanı olduğu ve işkence tezgahlarında baş eğmeyen bir devrimci oldu-ğu İçin kaybedilmek istendiği belirtildi.

Bir çok basın yayın organının "tarafsız ba-ğımsız" nitelemesiyle halka karşı holdinglerin, egemenlerin yanında taraf olduklarına fakat bunu açıkça söyleyemediklerine değinilen sa-vunmada Kurtuluş 'un mücadele edenlerin ya-nında taraf olduğunu haykırmaktan korkmadı-ğı ve açık açık söylediği anlatıldı. Yaptıkları sa-vunmanın her satırında haklılığımızı, doğrulu-ğumuzu vurgulayan arkadaşlarımız, gazetemiz Kurtuluş'un bağımsız, demokratik bir ülke için mücadele edenlerin sesini kamuoyuna ulaştır-dığını, bağımsızlık ve demokrasi mücadalesi içerisinde devrimci basın devrimci gazeteci kimliğimizle yer aldığımızı, emekçi halka her

ların savunmasını ilgi ile dinleyen izleyicilerden bir ana coşkusunu sevgi dolu sözleri ile dile getiriyordu.

Arkadaşlarımızın ardından ilk savunmayı avukat Suat Parlar yaptı. İddia edilen suçlamaların tamamen dayanıksız, delilsiz ve gayri ciddi olduğunu vurgulayan Suat Parlar Kurtuluş'un muhalif basın olmasından kaynaklı sürekli bu saldırılarla karşılaştığını belirterek tahliye talebinde bulundu. Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Metin Narin ise davanın hukuksuzluğuna değinerek, iddia edilen suçlamalann da aynı hukuksuzluğu taşıdığını zira üç dört bilgisayar arasında seçilen bit bilgisayarın "örgüt bilgisayarı" olduğunun nereden anlaşıldığına anlam veremediklerini, bîr gazete bürosunda bulunması çok doğal olan ve isteyen herkesin de elde edebileceği bir takım belgelerin, arşivin örgüte ait, örgüt propagandası olarak gösterilmesinin mantıksızlığını vurgularken aslında tamamen siyasi bir neden güdülerek açılan bu davada niyetin herkesin gözleri önünde olduğunu belirtti. Tahliye kararı, bekleyen izleyiciler tarafından coşku ile karşılandı.

fırsatta yönelen egemenlerin saldırıların n kar şısında yer aldığımızı, zulme karşı direnişin meşruluğunu savunduğumuzu, köyler boşal tılan hakları gasp edilen Kürt halkının müca delesini savunduğumuzu ve bu anlayışımızla baskının bize yöneldiği zaman kendi direnişimizi de yarattığımızı belirttiler. Susurluk basınından, medyada ki tekelleşmeden ve medyanın televizyonu, gazeteleri ile devletin en büyük silahı halinde olduğundan bahseden arkadaşlarımız bütün bunlarla mücadele etmenin onurunu taşıdığımızı vurgularken, Kurtuluş'u susturmanın halkın sesini susturmak demek olduğunu ve bunun mümkün olmayacağını ifade ettiler. 17 Şubat günü yapılan gayrı meş ru saldırıyı bir kere daha anlatan arkadaşları mız, bu saldırıya direnmenin Kurtuluş gelene ği olduğunu ve saldınlar sürdükçe direnişinde olacağını, bunun içinse hiç bir bedelden kaç madiğimizi vurguladılar.

Savunmalarına Kurtuluş'ta çalışmaktan onur duyuyoruz diyerek başlayan ve aynı şekil-de bitiren arkadaşlarımız, Kavganın Onurlu

i i hi ki i

gösteriyor. Devlet, bu baskını ger-çekleştirmek için ciddi bir güç yığmıştı. Adeta bir prestij meselesi haline getirmişti. Gözaltına alındığımızda Siyasi Şube'de bizlere bizzat söylenenler, yaşanan dialoglar devletin ne denli büyük kaygı içinde olduğunu göstermekteydi. Ve tabiki hiç bir hukuki dayanağı bulunmayan tutukluluk kararıyla yaptıkları saldırıyı sonuçlandırmak istediler. Polis tarafından basıldığında halk onu sahiplendi. Çünkü bu gazete halka ait bir gazeteydi. Devletin oyunu da böyle bozuldu. Biz tutuklandık ve üç ay Ümraniye ha-pishanesinde tutsak kaldık. Benim tutuklanmam asıl olarak Halk Medüi üyesi olduğum için-di. Evet ben bir sanatçıyım. İdi! Kültür Merkezi'nin sahihiyim, Kültür Sanatta TAVIR Dergisİ'nin sahibiyim ama bu benim Halk Meclisleri'nde çalışmam için bir

Üç Ay Tutsak Kaldıktan Sonra Tahliye Oldu. Halk Meclisi Üyesi ve Tavır Dergisi Sahibi Aynur Cihan Alak İle

Görüştük:

Gazetemizin basıldığı gün siz de ziyaret amacıyla gazetemizde buluınıyordunuz. Gözaltına alınıp, tutuklananların ara-sındaydınız. Tutuklanma süreciniz nasıl geçti?

Kurtuluş Gazetesi yıllarca be-deller ödeyerek bu günlere geldi. Büroları bombalandı, çalışanları gözaltına alındı. Her gün işken-ceyle tutsaklıkla içiçe geçen bir mücadele tarihine sahip oldu. Kurtuluş Gazetesi her zaman ezi len emekçi halkın mücadelesini omuzladı savaş gerçekliğini say-falarına taşıdı. Devlet bu yüzden özel olarak hedef seçti ve saldırdı. Bizim gözaltına alınıp, tutuklan-mamız da bu gerçeği daha

Olunmasına insan diyecek söz bulamıyor. Mahkemede neden tutuklandığımızı anlatan hiçbir hukukigerekçe yoktu. Mahkeme- ye gittiğimizde gördük ki hakim bile böyle bir hukuksuzluğu savunabilecek bir cesareti taşıyamıyordu Hakimin tam bize savunmalarımızı okutmadan bir an önce olay daha da büyümeden bizleri tahliye etmek yönündeydi. Bir yandan davayı sahiplenen büyük bir kalabalık ve tepki vardı yine Avrupa'dan davayı iz-lemek, için gelen avukatlardan oluşan bir heyet vardı. Böyle bir durum karşısında düştükleri acizlik ve teşhir olmuştuk duygu-suyla sürekli savunmalarımızı okumamıza müdahale edildi-Ama herşeye rağmen bütün sa-vunmalar son noktasına kadar okundu. Ve üç aylık bir tutsaklığın ardından tahliye edildik.*

engel değildi Devlet Halk Mec lisleri'ni yasadışı bir örgütlenme olaıak göstererek Halk Meclisleri’nin meşruluğunu gölgelemeye çalışıyor Beni de Halk Meclisi üyesi olduğum için tutukladı. Mahkemede Halk Meclislerinde çalıştığımı Halk Meclisi üyesi ol-duğumu savundum, Buna mah keme heyeti di. itiraz edemedi ve kabullenmek zorunda kaldı.

Halk Meclisleri'ne şehit ve tutsak ailelerimize teşekkür ediyoruz. Onlar hiçbir zaman bizleri yalnız bırakmadılar Gazetelerden takip edebildiğimi kadarıyla bu olayla ilgili gazeteciler cep hesinden beklenen tepki maalesef gelmedi Oysa basılan yer bir basın kuruluşuydu Fakat basın örgütlülüklerinden kendine ile rici, aydın dı\enlerden hiç birse gelmedi. Gerçekten devlet politi kalarının bu kadar iyi dikiş tut masına ve buna böyle açık alet

"Devlet Halk Meclislerinin Meşruiyetini Zedeleyemedi"

Page 18: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 18 KURTULUŞ 23 Mayıs 1998

Bu dava herşeyden önce şahısların yargı-landığı bir dava değildir. Bir çoklarının yayın politikasından, hiçbir baskı ve tehditten vaz-geçmemesi, yıllardır halka doğru haber ver-me, onların sorunlarını işleme, çıkarsızlık vb. birçok yönüyle gıbta ile baktığı Kurtuluş Ga-zetesi'ni yargılanmaya çalışılmaktadır. Önce-likli olarak devrimci bir yayın, devrimci gaze-teciler olduğumuz için buradayız. Çünkü ya-yınlanınız sesi kısılmaya çalışılan büyük ço-ğunluğun sorunlarını, çözümlerini dile geti-rirken mutlu bir küçük azınlığı rahatsız et-mektedir. Kimdir bu rahatsız olanlar?

En başla Susurluk iktidarı ve çetelerdir. Çünkü 3 Kasım 1996'dan bu yana, yani Su-surluk'taki kazadan bu yana onaya çıkan iliş-kileri, devletin yapısını, halka karşı "bin ope-rasyon" da somutlaşan düşmanlığı en açık haliyle Kurtuluş Gazetesi yazmıştır. Eğer ba-kılırsa kontrgerilla gerçeği Susurluk'tan çok Önce yine defalarca Kurtuluş'ta yazılmıştır....

ikinci rahatsız olanlar ise; sermaye kesi-mi, burjuvazidir. Koçlar, Sabancılar, Eczacı-başı vb.leridir. Neden mi? Çünkü onların halkı nasıl sömürdüğünü yazdık... En çok polis düşman oldu bize. Çünkü yularca halk için görev yaptıklarını anlatıp durdular. Ama ger-çek böyle değildi. Ve biz gerçeği tüm çıplaklı-ğı, belge ve kanıtlarıyla yazıp kamuoyuna açıkladık... MGK toplumun tüm kesimlerini laik-anti laik ekseninde politikalarına uydur-maya çalışıyor. Biz buna uymadık. Ve bu yüz-den "susturulması gerekenler" listesinin en başlarındayiz..,.

Burada Yargılanmaya Çalışılan Devrimci Basın, Devrimci Gazeteciliktir. Yargılan-mak İstenen Basın Özgürlüğüdür...

17 Şubat günü büromuza gelen polisle-rin sonradan öğrendiğimiz 1 Nolu DGM ta-r tından verime anma kararının gerekçele-rinden birisi aranan sahi olduğu iddiası. Neden aranan şahı Kurtuluş Gazetesi'nde aranıyor.Örneğin aksam Sabah Milliyet ya da Hürriyet gazetelerinde aranmıyor? Cevap verelim Yasadışı hukuksuz bir gerekçe yaratılmaya çalışılmıştır Ve bu tur aldırılar hep devrimci basına yönelmektedir Basına yönelik saldırılar konusunda çeşitli basın örgütleri tarafından hazırlanan rapolara bakalım.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Şubat 198 raporu şöyle der: "19 Gazeteci saldırıya uğra-dı. Çoğu sol eğilimli gazetelerde çalışan 19 gazeteci gözaltına alındı"...

Bize yönelik saldın da devrimci basını susturmaya yöneliktir. Bu kadar baskıya ma-ruz kalan devrimci basın kimdir? Neyi savu-nup, ne yanmaktadır ki saldırılara maruz kal-maktadır?

Devrimci basın, yalana ve spekülasyona dayanan haber yapmaz. Devrimci basın, hal-kın sorunlarını yazar, onlara çözüm üretilme-si gerektiğinde ve bu çözümün nasıl olacağı-na sayfalarında yer verir.

... Ve devrimci basın cephesinde en önde gelen ve bu alanda yaratılan geleneklerin bir çoğunu yaratıcısı olan gazetemizdir.

Devrimci gazeteci İse hiçbir kişisel çıkarı olmadan dürüstlük, namus gibi erdemleri yaşamının bir parçası haline getiren, halka doğrulan veren, halkın demokrasi mücadele-sinin bir parçası olan, zulme, zorbalığa karşı meşru hakkını tereddütsüz kullanarak dire-nen, kalemini holding patronlarına satma onursuzluğu göstermeyen, egemen olanın değil, halkın çıkarma yazan, baskılar, gözaltı ve tutuklamalar karşısında susmayandır.

Devrimci gazeteci, yılların köhnemişliği ve yoz ilişkileri içerisindeki gazetecilik anla-yışının ortasında yeni bir geleneğin temsilcisi olma onurunu taşıyanlardır.

Devrimci gazeteci, Susurluk medyasının pislikleri örtmeye çalıştığı ülkemizde kontr gerillanın üzerine korkusuzca yürüme cesa reti ve güvenine sahip olandır.

Ve bugün sızın yargılamaya çalıştığınız biz Kurtuluş çalışanları devrimci gazetecili ğin yaratıcılan ve temkinleriyiz

Kurtuluş'a yapılan aldırı bunlardan dolayı devrimci basınadır devrimcilik gaze tecilik anlayışındadır. Bize yapılan saldırı aynı zamanda basın özgürlüğüne yapılan bir saldı Basın emekçilerine daha rahat saldıracaklar, yazarları daha rahat hapse atacaklar, Susurluk'takiler icraatlerine daha rahat devam edecektir. Yani sizler de basın ve düşünce özgürlüğünü bizim temsil ettiğimizi biliyorsunuz. Bu nedenle bugün buradayız...

Saldırıya Karşı Direnmek Kurtuluş Geleneğidir ...Onikİ yıldır halkın yanında halkın mü-

cadelesinde sesi soluğuyuz. Oniki yıldır her türlü baskıyla, yasaklamalarla karşı karşıya kaldık. Gazetemizin kapatılması, sesimizin çıkmaması İçin başvurmadıkları hukuksuz, pervasız yöntem kalmadı....Meşruluğu muzu ve gücümüzü halktan aldık. Elbette bize yö-nelen saldırılara sessiz kalamazdık, kalma-dık. Bugün hala gazetemizi elden ele dolaşı-yorsa, bu direnmemizin yılmamamızın ve halkın sahiplenmesinin sonucudur. Keyfi sal-dırılara, yasadışı baskınlara karşı direnmek, gazetemizi, mesleki onurumuzu savunmak geleneğimiz olmuştur. Ve bu geleneği, üzeri-mizde ki saldırılar devam ettiği sürece sürdü-receğiz.... Yapılan gayri meşru bir saldırıdır. Polisin canının istediği gibi terör estirmesi-nin hiçbir meşruluğu olamaz. Gazetemizi ka-muoyuna bir hücre evi gibi göstermesinin ne yasallığı vardır, nede meşruluğu. Yasadışı, hukuksuz gayrı meşru bu saldırıya tavır al-mamız en meşru hakkımızdır. Zulme karşı direnmek yüzyıllardan bu yana en meşru do ğal hak olmuştur Binlerce örneği var..

Bu aldırılarla yüzlerce kere karşılaştık Baskınların talanların kapatmaların haddi hesabı yoktur

13 Mayıs 1996 günü 17 yaşındaki dağı tımcımız İrfan Agdaş Alibeyköy Saya Yoku şunda sokakta oynayan çocukların gözleri önünde sırtından kurşunlanarak kadedildi.

20 Ağustos 1996; Senem Adalı, Muham med Kaya... İkisi de kurtuluş dağıtımcılarıydı Ve yine Alıbeyköy 'de evlerinde uyurken kat ledildiler.

22Haziran 1997 Ankara'da bulunan gazete tem ikiliğimiz kontrgerilla devleti tara fından bombalandı

28 Ocak 1998 Adana; Kiremithane Ma hallesi'nde amcasının evinde kalan temsilci miz Mehmet Topaloğlu iki devrimci ile birlik te katledildi.

Türkiye'de Basın Özgürlüğü Yoktur.. Evet Türkiye de basın özgürlüğü yoktur

Ve tarihin hiçbir döneminde gerçek anlamda

bir düşünce ve basın özgürlüğü olmamıştır.... ...ilk gazete 1830 yılında 2. Mahmut'un

girişimiyle yayınlandı bu ülkede. Yani bu halkı aydınlatmak amaçlı değil devletin sesi olarak. Bu nedenle bu gazetenin dili de Fransız-ca'dır....

Sansürün 24 Temmuz 1908'de kaldırıl-ması uzun sürmez. Ve ilk basın şehidi 1909 yı-lında verilir. En son halkası gazetemizin Ada-na temsilcisi Mehmet Topaloğlu'nun katle-dilmesidir. Ve bugün savcının iddianameye "suç" delili olarak konan "Devrimci Gazeteci-leri Katlederek Tüketemezsiniz" pankartı işte bu katliamın lanetlenmesidir. Savcı gazeteci-lerin katledilmesini onaylamaktadır, sessiz kalınmasını mı istemektedir.?

...Susurluk'a doğru geldiğimiz yıllarda özellikle devrimci gazetecilere yönelen cina-yet ve aldırılar arttı Kurtuluş ve Özgür Gün-dem Gazeteleri çalışanları başta olmak üzere, burjuva basında çalışan dürüst basın emek-çileri dahi sokak ortasında kontrgerilla tara-fından k atledildi. İşte başbakanlık Teftiş Ku-rulu Başkanı Kutlu avaş'ın hazırladığı Su surluk Raporu'nun 74 ve 75. sayfasındaki an-latımla gazetecileri kimin katlettiğini gösteri-yor Musa Anter'i vuranların pişmanlığından bahsedip vurulan başka gazeteciler de oldu-ğu söyleniyor. Böylece itiraf ediliyor. Ama katledilen gazetecilerin İsimleri 'devlet sırrı' dîye gizleniyor. Ama biz biliyoruz. Hafız Ak-demir.. Bülent Ülkü... Hüseyin Deniz irfan Ağdaş.. Metin Göktepe...Mehmet Topaloğlu ve daha onlarcası...

...Türkiye'de basın Özgürlüğü yoktur Bu nu söyleyen sadece biz değiliz. Gerek Türki ye'deki basın kuruluşlannın raporları gerekse uluslararası basın örgütlerinin raporları her defasında söylüyor bunları. Aynı zamanda polisin saldırısına uğrayan da sadece devrim ci gazeteciler olmuyor her zaman Herhangi bir hak arama eyleminde polisin müdahale edip hakkını arayan işçi, memur öğrencileri jopladığı gösterilerin hangisinde basın emek cileri polisin saldırısından kurtulmuştur. Hiç-birinde. Hepsinde kafası kırılan gozu patlatı lan, kameraları kırılan basın emekçilerini gö rürüz. Polisin pervasızlığının en on örneği daha geçtiğimiz günlerde Aydın Adliyesi' nde yaşandı. Ve milyonlarca insanın izlediği gö rüntüler ortadayken İçişleri Bakanı Başesgi oğlu, "polislerimiz tahrik edildi." açıklaması nı yaptı. Aslında söylenen şudur Eğer çıkar lanmıza göre haber yapmıyor, yazı yazmıyor sa gazetecilere rahatça saldırın, katledin Evet Başesgioğlu bunu söylemektedir...

Burada bulunma gerekçemizden birisi olarak savcının iddianamede yazdığı. Haklar ve özgürlükler Platformu tarafından hazırla nıp tartışmaya açılan ve gazetemiz tarafından yayınlanan "Halk Anayasası Taslağı"ında ba sına hangi koşulda sınırlama getirdiğine ba kalım. Tek sınırlama halk düşmanlığı ve halk düşmanlığı ispatlanmış faşist ideolojinin temsilciliğini yapmaya getirilir. İşte kimin neyi, kime karşı, nasıl savunduğu ortadadır

...Bugün burada yargılanmaya çalışan ga zetemiz KURTULUŞ nasıl bir yayın politikası izlemekte, neleri savunmaktadır ki burada aldırı ve baskıya maruz kalmaktadır

Gazetemiz KURTULUŞ herşeyden önce tarafsız değildir. Halktan haklıdan yana taraf tır.

Biz açıkça söylüyoruz ki hakkını arayan mücadele edenlerin yanında tarafız

Gazetemiz KURTULUŞ emperyalizmin yoz kültürü karşısında halklarımızın kültürü nu yaşatmak, geliştirmeyi yayınlarının temel politikalarından biri olarak görür Unutturul maya çalışılan halkımızın dayanışma yar dımlaşma sevgi, hoşgörü gibi değerlerinin savunucusu bizleriz....

bu ilkemizden hareketle gençliğin yoz laştırılmarına hizmet eden ve bilinçli olarak desteklenen yayınların karşısında halklarımı zın öz kültürü ve ahlakı olan devrimci kültür ve ahlakı savunuyoruz...

Gazetemiz KURTULUŞ, bağımsız, de-mokratik bir ülke için mücadele edenlerin sesini kamuoyuna ulaştırır. Bağımsızlık ve

demokrasi mücadelesinin içerisinde devrim-ci basın, devrimci gazeteci kimliğimizle yer alırız...

...Gazetemiz, köyleri boşaltılan, hakları, kültürü yokedilen Kürt halkının mücadelesi-ni.savunur.

Gazeterniz KURTULUŞ basında sıkça rastlanan, spekülasyon, komplo, yalan haber ve entrikaların karşısında dürüst olan, temsil eder...

...KURTULUŞ sayfalarında başka bir ba sın yayın organında göremeyeceğimiz bir ta rih görürsünüz Okullarda resmi kurumlarda öğretilen tarihin dışında zulme karşı başkal dırılarla dolu Anadolu halklarının tarihini araştırıp, halka anlatmayı gorev biliyoruz Bu tarihte kimler mı var7 Hallacı Mansur Şeyh Bedrettinler Baba Ishaklar Pir Sultan lar, Köroğulları Çakırcalı Mehmet Efeler var dır. Kurtuluş savaşının kahramanları gerçek vatanseverler vardır Mahir Çayanlar Deniz Gezmişler, İbrahim Kaypakkayalar ve yüzler ce devrimcinin bağımsız özgur bir ülke mücadelesinin tarihi vardır

...Dünyanın neresinde olursa olsun em peryalizme karşı mücadele eden ezilen sömürülen halkların mücadelesinin de sesiyiz. Onurlu mücadelelerin emperyalizme karşı direniş mesajlarının halkımıza ulaştırıl-masın bir sorumluluk olarak goüyoruz..

Gazetemiz KURTULUŞ basın özgür lüğunün tavizsiz savunucusudur Düşünce ve basın özgürlüğünün örgütlenerek mücadele ile kazanılacağını söylüyor Ve kendi alanımızda basın emekçilerinin örgütlülüğünü savunuyoruz Susurluğun üzerine gitmek adalet istemek özellikle aydınlar, gazeteciler için bir onur sorunudur Biz böyle değerlendiriyoruz Biz Susurluğun üzerine hala gidiyoruz hiç susmadan hemde Basının gazetecilerin de bunu onur sorunu yapmaları gerektiğini düşünüyoruz Hiçbir düşünen yazan görevi halk aydınlatmak olan kimsenin Susurluk pilığini sineye çek mesini istemiyoruz.

KURTULUŞ Halkın Sesidir. Bu Sesi Sus-turmak Mümkün Değildir...

Burada yargılamaya çalıştığınız gazetemiz KURTULUŞ Halkın sesidir. Tarihin hiçbir döneminde halkın sesini susturmak mümkün olmamıştır. Baskı ve zorbalığın ay-yuka çıktığı dönemlerdeki sessizlik sizleri yanıltmasın...

Devrimci gazeteciler nasıl katledilerek tüketilemezse, devrimci basını da baskılar, davalarla susuturmak mümkün değildir. Çünkü: Bu sese tarihin derinliklerinden gelen ve dünya dönüyor" demekle yaşamını ortaya koyarak ısrar eden GALİLE'nin sesidir.

Bu ses; Şehzade ordusunun karşısına ak-lıbaılanyla "ortakça, hakça" bir düzen için dikilen ve kılıçtan geçirilen Bedrettin yiğitlerinin, Börklücereler'in sesidir

Bu ses kölelik zincirlerini öfkeleriyle par çalayıp Roma İmparatorluğunun temellerin sarsan Spartaküslerin sesidir.

Bu ses; dönen dönsün ben dönmezem yolumdan" diyen Pir Sultan Abdalların sesidir Hızır Paşaların karşısına defalarca dikilir bu ses.

Bizim sesimiz efeler diyarı ,Ege'den ağa zulmüne karşı dağları mesken eden Çakır calının sesidir.

Bizim sesimiz, Sütçü İmamların Kara Fatmalar'ın Kurtuluş Savaşının kah ramanı köylülerin sesidir.

Bu ses bağımsız bir ülke için yola çıkan Mahirlerin Denizler'in sesidir.

Bu ses; Gazı mahallesinde direnen kat ledilen onbinlerce milyonlarca gecekon dulunun sesidir.

Bu ses işçi memur köylü, öğrenci kos koca bir halkın sesidir.Bu sesi susturmaya kim kimin adına yola çıkarak kalkışabilir. Ve bu sesi susturmaya kimin gücü yetebilir. Kim halkın karşısına çıkıp "sizin karşınızdayım" deme cesaretine sahip olabilir...*

Gazetemizin çalışanları Hamdi Kayısı, Banu Güdenoğlu, Şengiil Akkurt. Zehra Kurtay'ın mahkemede yaptıkları savunmadan;

Page 19: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 KURTULUŞ 19 KURTULUŞ

Kurtuluş Gazetesi Çalışanı Olma Onurunu DGM'de de Taşıdık ve Değerlerimizi Savunduk

Gazetemize yapılan yasadışı baskının ardından 23 Şubat gü-nü tutuklanan ve 15 Mayıs'ta tahliye olan Genel Yayın Yönetme-nimiz Hamdi Kayısı, çalışanlarımız Banu Güdenoğlu ve Zehra Kurtay'dan tutsaklık ve tahliyelerine ilişkin görüşlerini aldık.

Yaşadığımız baskının ardından sizler tutuklandınız, üç ay tutsak kal-dınız ve tahliye oldunuz. Gelişmeleri, tutsaklığınızı değerlendirebilir misi-niz.

Hamdi KAYISI: Öncelikli olarak gazetemizi sahiplenen, mahkememize katılanlara teşekkür ediyoruz. Gazetemizi halkımızın sahiplenmesi; baskında binamızın önüne toplanmaya, sonrasında hiçbir çalışanının dışarıda kal-mamasına rağmen yayınını sürdürmesine, ve mahkeme salonunda meşrulu-ğumuzun savunulması ve sevincimizin paylaşılmasına dönüştü. Bu ailenin üyesi olmaktan mutluyum. İşte bugün yine devrimci kimliğimizle, devrimci gazeteci kimliğimizle buradayız ve tüm okurlarımıza merhaba diyorum.

Banu GÜDENOĞLU: Öncelikle yeniden sizlerle, halkımızla birlikte dışa-rıdaki mücadeleyi omuzlamaktan çok mutlu olduğumu belirtmek isterim. Evet. Yaşadığımız, gayri meşru baskının amacı neye, kimlere hizmet ettiği he-pimiz tarafından biliniyor. Tutuklanmamızda oynanan oyunun bir parçasıy-

dı. Gazetemize savaşa gelir gibi gelmiş, talan etmiş hepimizi kanlar içinde gözaltına almışlardı. Bu kadar pervasızlıktan sonra yaptıklarını kapatmak için bizleri tutuklamaları şüphesiz şaşırtmadı ki bu tutuklama aynı zaman da susturma, yıldırma en önemlisi de Kurtuluş'un yayınını engelleme politi kasına hizmet ediyordu. Elbette başaramadılar. Gazetemizi daha biz gözal tındayken sahiplenen halkımız baskıya hazırlayarak yenildiklerini göster mişti. Aynı kararlılığı mahkeme salonuna da taşıdık. Bizler bu mücadeleye girdiğimizde bedeller Ödeyeceğimizi elbette biliyorduk. Ki Kurtuluş'ta çalış mak tutsaklıktan, katledilmeye kadar en ağır bedelleri göze almak demektir Tutsaklığımız bu ülkede onuru, ahlakı, namusu savunmamızın ve bunlar için mücadele etmemizin bir bedeliydi Devrimci gazeteciler bu bedellere j a bancı değillerdir ve bizleri yolumuzdan döndüremeyecegini daha çok kinlen direceğini biliyorduk. Öylede oldu zaten. Mücadelemizi hapishane de de öz gür tutsak olarak devam ettirdik.

Tutuklandıktan kısa bir süre sonra devletin Buca Hapishanesi'nde Özgür tutsaklara yönelik saldırısı gerçekleşti. Tüm hapishanelerden bu saldırıya karşılık verdik. Bu sefer özgür tutsaklar olarak barikat arkasındaydık ve ya-şadığımız coşku gazetemizde yaşadığımızdan farklı değildi. Tutsaklığımızın her günü bizler için bir eğitim oldu. Şimdi yeniden sizlerleyiz.

Biraz mahkemeden ve mahkemedeki gelişmelerden bahsedebilir mi-siniz?

Zehra KURTAY: Baskın sırasında bizlerle birlikte olan halkımız mahke-memizde de bizleri sahiplenmesini sürdürdü... Sanatçılardan, mahallelerden hatta yurtdışından davamızı izlemek üzere gelen her kesimden insanımız orada Kurtuluş'un susturulamayacağını gördü ve bu onuru bizlerle birlikte paylaştı.

Mahkemedeki gelişmeleri ise şöyle Özetleyebiliriz; Devlet tarafından yar-gılanmak İstenen, sanık sandalyesine oturtulmak istenen KURTULUŞ' tu. Ama biz bunu tersine çevirdik, yargılayan, sorgulayan olduk... Bu davanın aslında siyasi bir dava olduğunu Özellikle belirttik. Tek tek verdiğimiz sorgu-larımız kişisel savunmalardan öte Özde Kurtuluş'u, devrimci basını, yaratı-lan gelenekleri, taşıdığımız misyonu savunma temelindeydi. Heyetin bu yön-deki rahatsızlığı sorgularımızı okurken belli oldu ve heyet başkanının müde-haleleri zaman zaman duruşmanın gergin geçmesine neden oldu.

Bizler haklılığımızı, meşruluğumuzu DGM salonlarına taşıdık. Neyi, kimi temsil ettiğimizin bilinciyle hareket ettik. Her zamanki gibi kazanan biz ol-duk.*

KURTULUŞ Gazetesi Mahkemesi Yapıldı Basın Örgütleri Ve Düşünce Özgürlüğünü Savunduğunu Söyleyenler Yoktular

15 Mayıs günü KURTULUŞ Mahkemesi yapıldı ve tutsak bulunan arkadaşlarımız tahliye oldular. Mahkeme baştan sona Devrimci Gazetecilerin kimliklerini ve basın-düşünce özgürlüğünü savundukları ve onları yargılamaya çalışanları yargıladıkları bir mahkeme oldu. Ancak raporlarında basın özgürlüğünü savunanlar, ağızlan her açıldığında düşünce özgürlüğünden bahsedenler o gün mahkeme salonunda yoktular. Ne Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, ne Basın Konseyi ne de başka bir kurum. Mahkeme öncesinde davanın içeriğini anlatan dosyalarla bir çok kuruluş ve kişi, "aydın" yazara gidilip anlatıldı ve mahkemeye davet edildiler. Yani 'haberimiz yoktu' diyecek durumda değiller.

TGC'nin yayınladığı Mart ayı raporunun başlığı şöyleydi: "BASIN ADLİYEYE TAŞINIYOR". Evet Türkiye'de gerçek anlamda basın ahlak ve İlkelerini savunanlar, bedeller ödeyerek kazandıklar mevzilerinden ve haklarından vazgeçmeyenler adliyelere, DGM'lere taşınıyor. Ancak bu raporun hazırlayıcıları ve Basın Öz gürlüğünü savunduğunu söyleyen Gazeteciler cemiyeti bîr basın kuruluşunun mahkeme ine gelmedi. Ve bu raporlarında aslında çok da a mimi olmadığını göstermiş oldu. Evet Gazeteciler Cemiyeti neden gelmedi? Basın özgürlü-ğünden bahsederken kimin özgürlüğünü savu-nuyordu? Bunları açıklamak zorundadır Eğer basının özgürlüğünden bahsettikleri sadece burjuva basın için geçerliyse bunu da çok açık olarak ifade etmeliler. Ortada yaşanan çok açık bir hukuksuzluk vardır ve bu hukuksuzluk mahkeme salonunda da devrimci gazeteciler tarafından ifade edilmiş ve mahkeme heyeti de suçluluk içerisinde seslerini çıkartamamışlar-dır. Nail Güreli'nin Metin Göktepe'yi nasıl bir bakış açısıyla savunduğunu daha önce söylemiştik defalarca. Ve bu sahiplenişin altında da samimiyetsizlik olduğunu söylemiştik. Bugün bu çok daha nettir. Tabi Emek Gazetesi, "gaze-teci" Göktepe'nin bu şekilde sahiplen İlmesin i yeterli görüyorsa onlara bir diyeceğimiz yok. Ama Emek gazetesi Nail Güreli'ye verdiği ödülü Kurtuluş davasındaki tavrından sonra bir daha düşünmelidir. Tabi sol basın içerisinde sayılan Emek gazetesinin de mahkemeye gelmemesi zaten bu düşünmenin sonucunun ne olacağını bir şekilde açıklamış da oluyor. Bir gün sonra sıradan bir mahkeme haberi gibi kulaktan dolma ve burjuva basının diliyle yapdıkları haber de bir başka örnektir.

Basın konseyi vb. örgüt ve sendikaların durumu da çok farklı değildir. Onlar da yoktu. Oktay Ekşi'nin kontra komplolarında yetenekli kalemi bir basın davasının takibinde suskundu. O'na söyleyeceğimiz çok fazla bir şey yok. O safini yaranmaya çalıştığı MGK'dan yana çoktan belirlemiştir zaten.

Mahkemeye çağrılı olup da gelmeyenler arasında sadece basın örgütleri ve basın kuruluşları yoktu tabiki. Bu davanın düşünce özgürlüğünün de yargılanmaya çalışıldığı ve devrimci gazeteciler tarafından da savunulduğu bir mahkeme olmasından kaynaklı yazarlar "ünlü" Düşünce Özgürlüğü kitabının kahra manian da vardı. Ama onlar da gelmediler. An

Iaşı1an kontrgerilla son günler- deki aydın-ları sindir-me politi-kasından sonuç al-maya baş-lamıştı.

K ö ş e yazarları da

tek bir satır yazmadılar mahkeme öncesi ve sonrası gelişmeler konusunda. Anlaşılan o ki Kurtuluş mahkemesi onlar için "duyarlılıklarını" ispat edecekleri bir olay değildi. Kendi hayal dünyalarındaki olayları yazmak ya da oligarşiyi gelişebilecek tehlikeler konusunda uyarmak onlar için daha çok tercih edilecek bir durumdur. Birçokları davet edildiklerinde gelme konusunda söz vermiştir. Anadolu insanı için sözün anlamı açıktır. Ama halkına yabancı olma konusunda epeyce bir mesafe katletmiş olan bu "aydınlar" bunun gibi değerleri çoktan unuttular. Kurtuluş basıldığında sayfalarında haber yapanlar, ekranlardan uzun uzun gösterenler mahkemeye ilişkin haber yapmadılar. Neden haber yapmadılar? Mahkemenin "haber değeri" mi yoktu onlar için? Anlaşılan vardı ki mah-kemede her türden basın gelmiş ve bolca resim de çekmişti. Ancak savunmalar da Susurluk Ba-sının da yargılananlar arasında olması patron-ların hoşuna gitmemişti ki haber olarak yayın-lamadılar. Tabi işin esas yanı bekledikleri sah-neler olmadı. Yani kan göremediler. Onların bekledikleri oydu. Yani devrimci gazetecilere saldırılacak ve kan akacak onlar da devrimci ga zetecileri "suçlu" gösteren haberlerini yapacak-lardı. Ama olmadı. Onlar için orada bir basın kuruluşunun yargılanmak istenmesi, dolayısıyla, düşünce ve basın özgürlüğüne yönelik bir saldırının sözkonusu olması o kadar Önemli değildi

Devrimci gazetecilerin savunmalarında burjuva basının gerçek yüzünü ifade etmesi, basın emekçilerinin sorunlarını da anlatıp on lara sahip çıkılması, polis saldırıları karşısında yaşanan vahşete değinmeleri şüphesiz salonda bulunan basın emekçileri tarafından beğeniyle dinlenen şeyler oldu. Ve bir kez daha devrimci-lerin, devrimci gazetecilerin ne için mücadele ettiklerini, kendi sorunlarının çözümünün de onlarla birlik olmaktan geçtiğini görmeleri açı-sından canlı tanık oldukları gelişmelerden biri-si daha oldu. Devrimci gazeteciler orada "yap-madık, etmedik" demediler. Yargılayan ve he-sap soran oldular. En başta yaşanan hukuksuz-luğun hesabını sordular. Basın özgürlüğünün anlamını anlatıp, basın özgürlüğünü bizim sa-vunduğumuzu ve devletin saldırısının hesabını sordular. Saldırı emirlerinin yasal kılıfını hazır-layanların karşısında neden ve neye dayanarak saldırı emri verdiklerini sordular.

Her gösteri de polisin basın emekçilerine neden saldırdıklarını sordular. Basın emekçile-rine saldın sadece devletin polisinin saldırısı da değildi elbette. Medya patronları da saldırı-yor, işten çıkarıyor, sendikasızlaştınyorlardı. Ve böylece saldırı anlaşmalı bir ortaklık halinde ■ devam ediyordu. Bunu da devrimcî gazeteciler somut örnekleriyle anlattılar, hesap sordular.

Kurtuluş mahkemesi her yönüyle onurun, özgürlüklerin savunulduğu bir duruşma oldu ve orada devrimci gazetecilerle birlikte o onuru okurlarımız, her yaştan her meslekten halkımız paylaştı. Basın örgütleri, yazarlar vb. bu onuru paylaşamadılar. Ve demokrasi mücadelesinde, basın özgürlüğünün savunulmasında olmaları gereken saflarda olmadıkça benzer durumlar yaşanmaya devam edecektir. Basın emekçileri bu örgülerin gerçek niteliklerini kendi yaşadık-ları saldırılar karşısında aldıkları göstermelik tavırlarla zaten biliyordu ama bu mahkeme vesilesiyle bir kez daha kimin haklarını ne için savunduklarını görmüş oldular.*

Page 20: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ. 20 BASIN 23 Mayıs 1998

GELENEK SÜRÜYOR Antakya Büromuz 14 Mayıs Per-

şembe günü çok sayıda resmi ve ivil polislerce basılmış, İçerde bulunan muhabirimiz özgür Orak ve çalışını mız Sedat Şafak gözaltına alınmıştı Bugün serbest bırakılan arkadaşları mızın baskın ile ilgili anlatımlarını ya-yınlıyoruz.

ÖZGÜR ORAK: Saat 15:00 sıraların-da büromuza iki basın polisi geldi. Biz-lere toplatma kararlarını göstererek toplatılan sayıları alacaklarını söyledi-ler. Tutanak yazmadan gazeteleri al-dıklarını görünce karşı çıktık. Bizlere "Çok istiyorsanız emniyete gelin orada yazarız" dediler. Belli ki amaçları sade-ce gazeteleri almak değildi. Tutanağı yazmadan gazeteleri vermeyeceğimizi söyleyince bizi zorla almaya çalıştılar. Başaramayınca telsizle yardım çağırdı-lar. Yaklaşık on dakika sonra Terörle Mücadele Şubesinden yunuslardan resmi polislere kadar çok sayıda polis geldi. Merdivenlerden indirilirken "İn-sanlık Onuru İşkenceyi Yenecek" slo-ganını atmaya başladık. Bu arada bu-lunduğumuz işhanından çevremizde-ki esnaf halkına kadar herkes toplan-mış olanları izliyordu. Birçok insan dı-şarıda toplanmış ve işkencecilerin ger-çek yüzlerini görmüştü. Dışarıya sü-rüklenerek çıkarıldığımız esnada "İşte Halk Düşmanları Bunlardır" diyerek işkencecileri teşhir ettik. Fotoğraf çek-meye çalışan yerel basından bir mes-lektaşımızın da makinesine el koyup bir saat gözaltında tuttular.

SEDAT ŞAFAK: Emniyete götürü-lürken girişte sürekli yumruklar, tek-meler bir de hiç ağıza alınmayacak kü-fürler edildi, İçeri almaya geldiklerinde gözlerime bant taktılar, hiç beklet-meden bir odaya götürdüler. Hiçbir soru sormadan sürekli tekmeler, yum-ruklar ve küfürler ediyorlardı. Daha sonra papaz rolünü oynayan İşkenceci birden üstümü başımı düzeltmeye başladı. Sanki birkaç dakika önce beni döven o değilmiş gibi adımı çok nazik bir şekilde sordu. Cevap alamayınca papaz rolünü oynamaktan vazgeçip o anda gerçek yüzünü gösterdi, ard arda yumruklar savurmaya başladı ve cin-sel tacizde bulundu.

ÖZGÜR ORAK: Özellikle son bir kaç aydır her alanda oligarşinin saldı-rılarını yükselttiğini gördük. Adana katliamı, gazetemizin merkezinin ba-sılması, Anadolu bürolarımızın basılıp çalışanlarının tutuklanması, Halk Meclisleri'ne yönelik saldırılar, üniver-sitelere yönelik katliam boyutuna va-ran sivil faşist saldırılar 31 Mart'ta gö-zaltına alınıp kaybedilmeye çalışılan dört arkadaşımız, artarak süren ve sü-recek baskıların sadece bazılarıdır.

SEDAT ŞAFAK: Kontrgerillanın kat-liam, gözaltında kaybetmeleri halkın sesi olan gazetemizin dağıtılmasını okunmasını engelleyemeyecektir. Devrimci basın susturulamaz.

ÖZGÜR ORAK: Bizleri gözaltına al-mayı başardılar ama gösterdiğimiz di-reniş özellikle bulunduğumuz çevre-deki esnaf halkının sempatisini kazan-dı. Baskından sonra esnaf halkının bizlere geçmiş olsun demesi, direnişi-mizden dolayı bizleri tebrik etmesi bu-nun bir göstergesiydi. Kurtuluş hiçbir zaman susmadı, susmayacak. Onlar kaybetti, biz kazandık.*

KALEM YAZMAYINCA Gündem Gazetesi'nden 1 Mayıs haberi:

"Şişli'de Türk-İş, Hak-îş, ÖDP, SİP, İP ve sivil toplum örgütleri, Kasımpaşa'da ise KESK, HADEP, DİSK, EMEP, Öğrenciler ve Devrimci 1 Mayıs İçin Güç Birliği Platfor-mu'nu oluşturan dergiler düzenli kortejler oluşturarak, Abide-i Hürriyet Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti..."

İyi bakın alıntıya. Dikkatli bakın. İster-seniz bir daha bakın. Orada ne HÖP'ü, ne Cephe'yi göremezsiniz. Herkesler var, Cephe yok.

Onbinlerin yeraldığı Cephe korteji, is-teseler de, istemeseler de mutlaka ama mutlaka gözlerine takılmış, objektiflerinin içine girmiştir. Ama Cephe Gündem'in ha-berine girememiştir.

Çünkü Gündem, Cephe'nin olmaması-nı istiyor.

Bunu sağlayamıyor doğallıkla. O za-man BİLE BİLE GERÇEĞİ ÇARPITARAK YANLIŞ YAZIYOR!

DİL DÖNMEYİNCE Bu da Atılım'dan. Atılım İstanbul'daki

1 Mayıs'ı anlatıyor: "... miting sürerken Devrimci Güç Birliği ve diğer devrimci gruplara polisin saldırdığı..."

Kim "diğer devrimci gruplar"? Diliniz mi dönmüyor Cephe demeye? YANLIŞTIR; Orada, polisin saldırdığı

noktada başka "diğer devrimci gruplar" fa-lan yoktur. Cephe vardır. Ama artık anlaşı-lan Cephe'nin adını bile yazmak zor gelir olmuştur...

Bunun böyle olduğunu kuşkusuz Atı-lım'cılar da biliyor; yani o halde KASITLI BİR YANLIŞTIR.

BU DA EMEKTEN Adana 1 Mayıs mitinginin haberini

okuyoruz Emek Gazetesi'nden: "DlSK, KESK, Türk-lş Hak-lş konfederasyonları-nın oluşturduğu düzenleme komitesi ön-cülüğünde başlayan mitinge EMEP, HA-DEP ÖDP, İP, CHP, DBP ve İHD, TMMOP, Halkevleri, Çukurova Üniversitesi öğrenci-leri katıldı."

YANLIŞ; Yaklaşık 800 kişilik bir kortej var Emek'in yazmadığı. Önlerinde kosko-caman Haklar Ve Özgürlükler Platformu yazılı bir pankart. Hadi onu görmedi, arka-dan Kurtuluş yazılı bir pankart daha geli-yor... Ama...

Ama, görmek istemeyen bir gözden daha körü yoktur.

Emek de görmek istemiyor. Görmek zorunda kalıyor. Bu defa YAZMIYOR. YAN-LIŞ YAZIYOR.

BİR KEZ DAHA "DÜZELTİYORUZ" Daha önce açıklama yapıldı, ancak hala

bazı gazetelerin yazmaya devam etmesi, özellikle Anadolu'da 1 Mayıs'ı daha çok te-levizyonlardan izleyen insanların hala öyle bilmeye devam etmesi nedeniyle burjuva basındaki bir çarpıtmayı bir kez daha dü-zeltiyoruz:

1 Mayıs'taki TV yayınlarında veya 2-3 Mayıs tarihli gazetelerde "Piyalepaşa Bul-varı'ndaki korteje katılmak isteyen yasadı-

TKP-ML'lilerle DHKP-C örgütü üyesi arasında Perpa'mn altın- daki yolda kavga çıktı.",İşci Par tililer ile DHKP/C Örgütü üyeleri arasında geçen yıl olduğu gibi

bu yıl da kavga çıktı, gibi

haberler yeralmıştt. YANLIŞTIR. Ne TKP/ML, ne İP gibi

herhangi bir grupta DHKP-C'lilerin her-hangi bir çatışması olmamıştır. Zaten ÎP bizim bulunduğumuz tarafta da değildir. Sadece üç beş darbeci artığına müdahale edilmiş ve provokasyonlarına İzin verilme-miştir.

AHMET ÖZDEMİR'İ, POLİS VE HASEKİ HASTANESİ SORUMLULARI KATLETMİŞTİR Ahmet Özdemir'in ölümü bir kısım

burjuva basın ve TV'lerde şu biçimde verildi: "... Kazım Karabekir Mahallesi 7. Cadde 39 numarada bulunan apartmanın 3. ka-tında oturan Ahmet özdemir (41), annesi Hanım Özdemir ile tartıştı, özdemir, tar-tışma sonrası apartmanın çatısına çıka-rak. 4. Kattan atladı. Hastaneye kaldırılan Özdemir, kurtarılamadı." {6 Mayıs, Akşam)

YANLIŞTIR, BİLİNÇLİ BİR ÇARPITMA VARDIR. Annesinin ismi Hanım özdemir değil, Haney Özdemir'dir. Oturduğu cadde 7. değil, 13.'dür. Daha önemlisi, Ahmet Öz-demir'in sanki annesiyle tartışması sonu-cu intihar ettiği ima edilmektedir. Onu in-tihara götüren, maruz kaldığı polis vahşeti ve Haseki hastanesi sorumlularının gerekli tedaviyi yapmamasıdır. Polis ve Haseki sorumluları, Ahmet'i birlikte katletmişler-dir.

SAĞ PARTİLERE DEĞİL, DÜZENE KARŞI CHP İçel Milletvekili Fikri Sağlar, Deniz

Geçmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için şunları söylüyor; "Tek suçları halklarını sevmek, ülkelerinin yeraltı ve yerüstü kay-naklarını talan eden uluslararası kartellere ve emperyalizme, Cumhuriyet'i 50'lerden sonra şeriatın kucağın adım adım iten ge-riciliğe ve halkımızı 'Küçük Amerika' ha-yalleriyle açlığa ve sefalete İtmeye mahkum eden sağ iktidarlara karşı mücadele etmek olmuştur." (6 Mayıs, Gündem)

YANLIŞ! Deniz'lerin Sağ iktidarlara karşı mücadele ettiğini" söylemek, ya ca-hillik, ya bilinçli bir çarpıtmadır. Fikri Sağlar da, düzen için kabul edilebilir "liderler" yaratma demagojisine katılıp Denizleri gerçek düşüncelerinden, inançlarından soyutlayarak kamuoyuna sunma oyununa ortak olmaktadır. Deniz'lerin mücadelesi bu düzenin tümüne karşı, sosyalizm için bir mücadeledir.

CUMHURİYETİN "FAŞİZME KARŞI BİRLİK"İ BÖYLE Mİ? Cumhuriyet'te bir haber. Başlığı "Faşiz-

me Karşı Birlik". Başlığın altında şunları okuyoruz; "Bolu'da Mak'ın ülkücü faşistler tarafından linç edilmesiyle başlayan infial sürüyor. CHP, DSP, ANAP, MHP, BBP'nin de aralarında bulunduğu partiler ... Kenan Mak'ın öldürülmesini üzüntüyle karşıla-dıklarım bildirdi." (7 Mayıs, Cumhuriyet)

Sayılan partiler, ne zamandır faşizme karşı acaba?

Ne zamandır "üzüntü bildirmek" fa-şist katliamlara karşı çıkmanın göstergesi oldu?

Kahramanmaraş katliamında da, Sı-vas katliamında da, Uğur Mumcu katle-dildiğinde de Demirel'ler, Çillerler 'üzüntülerini bildirmemişler miydi?"

Herkes faşizme karşı olduğuna göre bu faşizmi kimler yürütüyor acaba?

4N,1K Bir haber: "Türkiye'nin Londra'daki

Turizm Müşavirliği, yasadışı Dev-Sol üyesi 30'a yakın militan tarafından, iki saat sü-reyle işgal edildi. Binanın camlarına önce-den hazırlanan pankartları asan militan-lar, slogan atmaya başladılar, ihbar üzeri-ne olay yerine gelen polis, caddeyi trafiğe kapatarak binayı kuşattı. Eylemleri süre-since Turizm Ataşesi Nilgün Atalay ile bir grup memuru rehin alan militanların gö-zaltına alındığı bildirildi. Olay anında Tu-rizm Müşaviri Savaş Küce ile diğer Ataşe Şermin Dedeoğlu'nun dışarıda olduğu be-lirtildi." (9 Nisan Posta)

YANLIŞ; Dev-Sol değil, DHKC'lilerin eylemidir.

KASITLI EKSİK; Gazetecilikte bir kural vardır, kısaca "4N, 1K" olarak adlandırılır. Her haber, Ne, Nerede, Nasıl, Niçin, Kim sorularına cevap vermelidir. Haberde eyle-min niye yapıldığı görülmüyor. Eylem, kaybedilmeye çalışılan 4 Cepheli için, Nes-lihanlar için yapılmıştır.

Tabii, burjuva basındaki yazı işleri mü-dürleri bu kuralı bilmediği için değil, eyle-min nedeninin bilinmesini istemedikleri için bu haber böyle çıkıyor.

UNUTMAYIN "Eşit, bilimsel, anadilde eğitim', 'Öğre-

nim hakkımız engellenemez', 'Baskılar bizi yıktırmaz' dövizlerini açarak Edebiyat Fa-kültesi'nin bahçesine yürüyen öğrenciler yaptıkları basın açıklamasında, saldırılara karşı sessiz kalmayacaklarım açıkladılar. Erkut Direkçi, Burhanettin Akdoğdu, Ali Serkan Eroğlu, Ümit Cihan Tarho'nun fa-şistlerce katledildiği belirtilen açıklamada, İHD Genel Başkan'ı Akın Birdal'a yapılan saldırı, Ülkede Gündem gazetesinin l0gün süreyle kapatılması, Cumartesi Annele-ri'nin gözaltına alınması ve yüzlerce öğren-cinin soruşturmalarla okullarından atıl-ması kınandı." (EMEK, 16 Mayıs)

Öğrenci arkadaşlar, açıklamanızda söyledikleriniz doğru ve yerindedir. Ancak EKSİKTİR.

Son dönemde devletin uygulamaları, faşist saldırılar açısından en önemli olay-larından biri eksiktir. Dört devrimcinin 31 Mart'ta gözaltına alınıp kaybedilmek is-tendiklerinden sözedilmemiştir.

Belki bilinçli bir sözetmemedir, belki "unutulmuş"tur. Ancak bilmelisiniz ki, ikisi de aynı yere çıkar.

Çeşitli kesimlerin açıklamalarında bu tarza çok sık rastlandığı için bunu örnek olsun diye DÜZELTİYORUZ.

Bilmelisiniz ki, doğrudan devrimcilere, silahlı halk kurtuluş savaşçılarına yönelik infazların, kaybetmelerin görmemezlikten gelinmesi, bu ülkede eskiden beri refor-mistlerin, oligarşiyi kızdırmayacak söylem ve eylemlerle, ondan icazet dilenen uzlaş-macıların politikasıdır.

Ve yine bilmelisiniz ki, devrimcilere, halk kurtuluş savaşçılarına yönelik baskı-lara karşı çıkmayanlar, çok geçmeden ken-dileri de aynı baskılarla, infazlarla karşı karşıya kalırlar.Ozaman reformistler,uz-laşmacılar, bugün sahip olduklarını sandıkları hakların da hiç birinin ellerinde kalmadığım go 1

Nerede bir zulüm varsa, ona karşı çık-malısınaz. Bunun her istisnası zulmeden- lerin işine yarar.*

Page 21: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 ;; H ABER/ YORUM 21 KURTULUŞ

demeden önüne geleni kanlar İçinde bırakıyor. Yaşlı analar tepeden aşağıya yuvarlanıyor. Kanlar içinde yerde baygın yatanlara tekrar tekrar coplar iniyor; bu da Arpacı'nın talimatı.

1 Mayıs öncesi reformist partilerle yapılan görüşmelerimizde MGK solcuları seviniyorlar. "İ Mayıs ile Hüseyin Arpacı ilgilenecekmiş, bize söz verdi. Hiçbir şey geçen yılki gibi olmayacak, dedi." diyorlar. Hüseyin Arpacı eminiz ki kendisiyle görüşen reformistlere "namus şeref" sözü de vermiştir. Çünkü Hüseyin Arpacı'nın en çok

televizyon-larda sık sık reklam ın ı izledik on-ların. Med-yadaki ha-mileri her gün yeni İtirarla, "poliste her şeyi degişti-recekler" , "ş i r in,sempatik poli s ler”dem ogoji ler onları halka sevdirmeye çalışıyorlar dı.

Tıpkı "pembe, şeffaf karakollar" pro-pagandasında olduğu gibi, bütün amaç İşkenceci, katliamcı polisin imajını dü-zeltmekti. Yani göz boyamaktı. "Çevik Ayşe"lerin "şefkatli" elleri, poiisin "sert" imajını değiştirecekti. Daha baştan bek-

herhangi bir konuda namus, şeref sözü verilebilir. Onların namusları ceplerine indirdikleri rüşvet paralarıdır. Her türlü değerleri gibi namusları, şerefleri de satılıktır. İki dudaklarının arasında rahatça çıkan iki kelimedir; namus ve şeref. Ama halkımız bu kelimelerin anlamını çok İyi bilir. Namusu ve şerefi İçin ölüp, öldürmüştür. Laf söyletmez namus ve şerefine.

Halkımız için yaşamanın ve yaşamın zorlukları ve zulme karşı mücadelenin temel nedenlerinden birisidir namus ve şeref.

Hüseyin Arpacı elbette bunlardan çok uzak birisidir. Ne namusu, şerefi için ölebilir ne de öldürebilir. Onun namus ve şerefi sallabaş Hasan gibi ağababalarının talimatlarına teslim edilmiştir.

Hüseyin Arpacı, Sallabaş Hasan'dan devrimcileri daha iyi tanımak için sorsun. Sallabaş bizi çok iyi tanır, anlatacaktır. Yapılan hiçbir şeyi cezasız bırakmayacağımızı bilir.*

madıklarına tanık oluyoruz. Kameralara dönüp poz veriyorlar. O kısacık anda kendilerini pazarlamak peşindeler. Kimbilir belki "yeni teklifler" alacaklar o pozla. Öyle ya; "görev" başındayken bile süslenip, püslenmeleri, yüzlerine bir ton boya sürmeleri başka nasıl açıkla-nabilir ki? Sonra bu konuda onlardan biraz daha becerikli olduğu her halın den belli olan birinin pozlarını yayınla-maya başlıyor kameralar. Amerikan modeli saçı, kara güneş gözlüğü, üze-rinde TEM yazan yeleği ve elindeki o pasıyla emir yağdırırken, köpüren ag zıyla görüyoruz onu. Hepsi ahlaksızlık-ların adresidir bu gün ülkemizde. Ma nukyanlann kulluğunu yapan genelev kadınları rahat olsun!!! Halkımız hiç de-ğilse "isteyerek düşmemiştir bu yola' "yazık" diyor onlar için. Ama bunların böyle acınarak bakılabilecek bir yanla rnıı da bulmak mümkün değildir.

Alanın bir başka yerinde aynı gü-ruhtan başkaları takılıyor gözlerimize. Nedense en az iki-üç kişilik gruplar ha-linde dolaşıyorlar. Kendilerini Mürüv-vet'in sonu gibi bir sonun beklediğini anlamış olmalılar. Tek başlarına cesaret edemediklerinden olsa gerek, topluca saldırıyorlar. Topluca da sırıtıyorlar ob-jektif ve kameralara. Ki ertesi gün bu-nun karşılığını alacaklardı. 2 Mayıs ta-rihli gazetelerde yeni methiyeler düzül-müştü kendilerine. Kimi "erkek gibi ka-dın polis" diye, kimi "göstericilere polis şefkati" diye yazmıştı. Sırmaları dökü-len Susurluk Devleti'ni nasıl olur da da-ha fazla yaşatırız telaşındaydı hepsi. Ama ne yazık ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. Yorgan yine kısa geldi terör uz-manlarına.

Adi "Ayşe" de olsa, işkenceci yine iş-kenceciydi. Halka inen copu bir erkek polisin yerine, kadın polisin tutması o coplamayı ne sempatik, ne de haklı hale getirebilirdi. Halka kalkan her el, kadın da olsa, aynı suçu İşliyordu... Hal böyle olunca, polisin "imaj" operasyo-nunun bu defa da bir yararı olmadı.

Allayıp pulladıkları, özenle satışa çı-kardıkları "Çevik Ayşe'ler, o günden bu yana kendilerini yalnızca iki konuda ka-nıtlayabildiler: halk düşmanlığı ve fu-huş.

Pisliklerin ait oldukları yer, bataklık-tır.

Bunlar insanlık ve kadınlık onuru ta-şımayan halk düşmanlarıdır. İki görevleri vardır ve bunun İçin para alırlar. İlki 1 mayıs'ta olduğu gibi halka ve devrim-cilere saldırmak ve işkence yapmaktır. İkincisi bağlı bulundukları teşkilatın res-mi fahişeleri olmalarıdır. Bunlar hiç kimse için sır değildir. Ahlaksızlıkları ne-deniyle bunalıma girip intihar eden, ya da "dost" hayatı yaşadıkları diğer işken-cecilerce vurulanları ya da cinnet geçirip birbirlerini vuranları halkımızca bilini-yor. Sık sık basına da yansıyor, İşkence-cilik ve fahişelik bunların karakteri ol-muştur. Ya bu İşi bırakıp milyonlarca in-san gibi doğru dürüst, namusuyla bir İşte çalışıp geçineceklerdir, ya da suç ve fuhuş batağına her gün biraz daha fazla gömüleceklerdir. Kİ o durumda halkın' adaletinin tecelli edeceği günün korku-sunu şimdiden yaşamaya başlayabilirler. Emeğiyle, alın teriyle, namusuyla ya-şayanları daha fazla rahatsız etmemeleri ve daha fazla mide bulandırmamaları için halkın arasında yeri yoktur on-ların.*

PAVYONCU HASANIN NAMUS, ŞEREF SÖZÜ VERİP TUTMAMAKLA TANINAN MÜDÜRÜ:

HÜSEYİN ARPACI 1 Mayıs'ta halka

saldıran polisin başında görüntüsünün arkasındaki saldırganlık ve halk

Emniyet Müdür Yardımcısı Terörle Mücadele Şube Müdürü Hüseyin Arpacı vardı.

Kimdir Hüseyin Arpacı? Son yıllarda özellikle

kitle gösterileri, hak arama eylemlerinin karşısına çıkıp barikatlar ören polisin önündedir. Çoğunlukla göstericilerle "pazarlık yapan, anlaşmaya çalışan" adam pozlarında görürsünüz Hüseyin Arpacı'yı.

Onun bu "uzlaşmacı"

düşmanlığı İstanbul'da alanlara çıkıp, hak arayan herkes yakından bilir, kafasına inen coplardan tanıyordur.

1 Mayıs'ta Cephe korteji karşısında korkusunu gizlemeye çalışan Arpacı, ağababası Sallabaş Hasan'dan aldığı talimatlarla saldırının önünde emirler yağdırıyor. Ve bu emirlerle çevik, sivil, özel tim ve tüm işkenceciler saldırıya geçip genç-yaşlı, kadın-erkek

ledikleri etkiyi yaratmak şöyle dursun hepsi halkımızın İsabetli küfürlerinin hedefi oldular.

Halkın tek bir küfürünün bile boşu-na olmadığı da kısa sürede açığa çıktı. 1 Mayıs'ta "Çevik Ayşe"lerin "şefkatli" kol-larına diyecek yoktu doğrusu. Erkek "meslektaşlarını" aratmadılar pek. Bi-raz çelimsizdiler yalnız.

O kadar insancıl (!), o kadar yardım-sever (!)diler ki, tek bir kişinin yardımına 5-6 kişi birden koşuyordu. Üzerlerinde çelik yelekleri, kaskları ve coplarıyla emek için alanlara çıkanları yerlerde sü-rüklerken, bağırıp, çağı.nrken, küfreder-ken gördü halkımız onları. Sıkı direnen Cepheli kadınlar karşısında o şatafatlı kıyafetleri İşe yaramıyordu. Mesela böyle bir olayda üç beşi bir devrimciyle ba-şetmeye çalışırken, biri bacaklarından, ikisi kollarından tutuyor, biri de saçları-na yapışıyordu. Serseri güruhu salyalarını akıtarak saldırıyordu. Kameralar üzer-lerinde. Vücutlarını pazarlamaya alışkın olanların orada da böyle bir fırsatı kaçır-

MANUKYAN'IN "ÇEVİK AYŞE"LERİ 1 MAYIS'TA İŞBAŞINDAYDI...

birisi "namus, şeref" sözüvermektir.En son Kurtuluş baskınında da verdiği namus, şeref sözünü tutmadığını hatırlatıyoruz. Avukatların yanında yapmış ve yine onların tanıklığında çiğnemiştir. Elbette namus ve şerefleri Susurluk'la ortaya çıkanların sözlerini tutmasını kimse beklemiyor. Çünkü Hüseyin Arpacı gibileri için her türden sözü vermek çok ucuzdur. Bakkaldan sigara alırken bile her an

Kontrgerillanın en son piyasaya sür-düğü "kahraman" iyeleri 1 Mayıs'ta işba-şındaydı. Kendilerinden beklenen görevi layıkıyla yerine getirmenin "huzuru" içindeydiler.

Yaklaşık üç aydan beri gazetelerde,

Page 22: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 22 HAPİSHANELER 23 Mayıs 1998

Hapishaneler birçok siyaset in bir arada bulunduğu mekanlardır. Her ne kadar bu bir arada oluş, siyasetlerin, tutsakların kendi İsteklerinin dışındaki zorunluluklardan kaynaklı nedenlerden dolayı olsa da sonuçta tutsaklar bir aradadır.

Tutsaklık koşullarında, geçmişten . bu güne gelen birlik biçimi konsey tipi örgütlenmelerdir. Siyasetlerin hapisha-nedeki örgütlü yapıları, temsili düzeyde bir araya gelerek konsey tarzı birlik ör-gütlenmelerini oluştururlar.

Konsey, düşmana karşı direnişi Ör-gütleme, hapishanedeki koşullan dev-rimcilerin avantajına olacak şekilde ge-liştirme, tutsaklar açısından herkesi il-gilendiren, en genel yaşam kurallarını düzenleme gibi amaçlarla oluşturul-muş yapılardır.

Konseyler, cunta koşullarından bu güne, işleyişlerinde koşullardan kay-naklanan değişiklikler olsa da hep var olmuştur.

İşleyişi, en genel haliyle, konseyi oluşturan siyasetlerin temsilcileri aracılı-ğıyla eşit söz ve oy hakkına sahip oldu-ğu, hapishaneyi, tutsakları ilgilendiren konularda, yetkisi ve sınırları dahilinde kararlar aldığı, bunları uyguladığı bir muhtevadadır.

Konseyin almış olduğu kararların uygulanmasını sağlayacak, düşmanla i-lişkileri sürdürecek, tutsak kitlesini . düşman karşısında temsil edecek bir yürütmeye de sahiptir. Konsey yürüt-mesi, konseyi oluşturan siyasetler ara-sından oylama ile seçilirler.

Bugün bazı hapishanelerde ismi "platform" olarak adlandırılan siyaset-ler arası birlikler olsa da, işleyişleri öz o-larak konsey biçimindedir. Ancak daha geri ve şekilsiz yanlan vardır.

'9O'lı yıllara kadar hapishanelerde konseyler, hapishanedeki tüm tutsak kitlesini kapsayacak bir güce ve genişli-ğe sahipken, PKK'li tutsaklar merkezi o-larak aldıkları kararla, konseylerden ay-rılmış ve tutsak kitlesinin örgütlülükle-rinde ciddi bir kitlesel bölünme yaşan-mıştır. Bu gelişmenin ardından özellikle reformistler de bazı birimlerde konsey-lerden ayrılarak PKK ile birlik oluştur-muştur. Hapishanedeki tutsakların ör-gütlü gücünü oluşturan konseylerden ayrılanlar, somut, devrimci, tutsaklık koşullarında mücadeleye hizmet eder hiçbir gerekçeye sahip değillerdir.

Daha sonraki yıllarda PKK'li tutsak-lar bazı hapishanelerde tekrar konsey örgütlülüğüne geri dönmüş, bazı hapis

hanelerde ise hala konseyden ayrı bir durumdadırlar.

1995 yılına gelindiğinde tutsakların örgütlülüğü önemli bir aşama kayde-derek, en geniş tutsak kitlesinin düş mana karşı direnişini merkezileştire-cek olan Cezaevleri Merkezi Koordi nasyonu kurulmuştur

Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu (CMK), tüm tutsak kitlesini kapsamı yi, örgütlülüğünü merkezileştirmeyi maçlamış, tartışmalar sonucunda, DHKP-C, TKP(ML), MLKP, TKP/ML, TtKB, TKEP-Leninist, Direniş Hareketi, HKG siyasetlerinin tutsaklık koşulların-daki merkezi birliği sağlanmıştır. Ve CMK, kurulduğu günden bu yana ör-gütlediği direnişlerle gücünü dosta düş-mana kanıtlamıştır.

Cezaevleri Merkezi Koordinasyo-nu'nun kararları, bu yapıyı oluşturan si-yasetlerin tüm hapishanelerdeki tutsak kitlesi açısından bağlayıcıdır.

Devrimci tutsaklar, gerek tek tek bi rimlerde gerekse de merkezi anlamda belli bir örgütlülüğe sahip olsa da bu birlik örgütlenmelerini zaafa uğratan sorunlar, açmazlar, olumsuz tavır ve davranışlar da yaşanmaktadır.

Birincisi; Hapishaneler, birlik için çok olanak-

lı koşullara sahipken, birlikten kaçan, mevcut birlikleri bozucu, dağıtıcı tavır lar sürmektedir.

CMK, belli bir tut ak kitlesini pek çok hapishanede merkezi tarzda; ör gütlemeyi, düşmana karşı direnişi bu örgüdülük temelinde sürdürmeyi ba-şarmıştır. CMK, daha geniş bir tutsak kitlesini bünyesinde toparlayabilecek-ken, bazı siyasetler böylesi bir merkezi-leşmeden kaçınmaktadırlar. Hapisha nelerde bugün 20 civarında siyaset, grup vardır. Amaçladığımız, CMK'nın tüm tutsak kitlesi açısından merkezi bir örgütlülük haline gelmesidir. An-cak, PKK tutsakları, tutsaklık koşullarını ele alış, direnişe yaklaşım, düşmanla ilişkilerde sürdürdüğü tarz gibi ne-denlerle, "ortak noktamız yok" diyerek böyle bir merkezileşmeden uzak dur-maktadır. Sorun bakış açılarındaki çarpıklıklar, sakatlıklardadır... Diğer ki-mi siyasetler ya da gruplar açısından da, hapishanelerdeki örgütlü yapılarının taşıdığı zaaflardan, sayısal, niteliksel geriliklerinden, yetersizliklerinden, perspektif bozukluklarından dolayı merkeziliğe gelememe, uzak durma söz konusudur.

Tutsakların merkezi örgütlenme orunlarından biri, en geniş tutsak

kitlesinin merkezi yapısının oluşturul-masından kaçan siyasetlerin varlığıy-ken; diğeri ise CMK'yı mevcut duru-mundan daha ileri, daha güçlü bir ör-gütlülüğe taşımak gerekirken, mevcutu da bozmaya, geriletmeye çalışan tu-tumlardır. Bu tavırlar özellikle CMK i-çinde yer alan siyasetlerden MLKP'de görülmektedir. CMK iradesini boşa çı-kartma çabası, alınan kararlara karşı u-yup uymama noktasında belirsizlikler yaratma, direniş örgütlenmesi tartış-malarında sürekli direnişi geriye çekme tutumları bu tavra tipik örneklerdir.

İkincisi; CMK'nın alt örgütlenmeleri duru-

mundaki tek tek hapishanelerde yaşa-nan sorunlardır. CMK kararları, CMK'yı oluşturan siyasetler açısından bağlayıcı olmasına rağmen, hapishanelerde bu kararlara uymama. CMK'yı fiili olarak yok sayma, tanımama tavırlarıyla karşılaşılmaktadır.

Bunun dışında, hapishanelerde CMK'yı oluşturan siyasetlerin en azın-dan CMK'ya karşı sorumluluklarından dolayı birbirleriyle ilişkilerinde buna uygun bir şekillenme olması gerekir-ken, buna tamamen ters durumlar doğabilmektedir. Tutsak örgütlenmesi-nin parçalanmışlığının önündeki temel engel CMK'dır. Birim hapishanelerde yaşanan parçalanmışlığın Önüne geçe-cek temel işlerlik de CMK işlerliğidir. Ancak CMK üyesi siyasetlerin birimler-deki örgütlülükleri bu durumu gör-mezlikten gelerek, parçalanmayı, ör-gütsüzlüğü pratik olarak dayatabilmek-tedir.

Son süreçte, 30 Mart'ta örgütlenen direnişin ardından bazı hapishaneler-de, DHKP-C tutsaklarına karşı tecrit et-me tavırları gündeme geldi. Mevcut konsey dağıtılmaya çalışıldığı gibi, CMK'nın İşlerliği de tümüyle boşa çı-kartılmak istendi

Örneğin bir birimde mevcut konse-yin dışında, Parti-Cepheli tutsakların dışında bırakılacağı ayrı bir örgütlen-meye gidilmek isteniyor.

Başka bir birimde, direniş sonrası süreçte arkadaşlarımız 30 Mart-17 Ni-an etkinlikleri çerçevesinde -diğer si-yasetlere de haber vererek ve hiçbir iti-raz görmedikleri halde- hapishane kori-dorunda temsili gerilla birliği yürüyüşü yapıyorlar. Bunun üzerine siyasetler aldırı olacak" psikolojisiyle kapılara, koğuşlarına barikat hazırlığı yaparlar. Bu gelişmenin hemen ardından bizimle "insani ve CMK dışındaki ilişkilerini dondurduklarını" açıklıyorlar.

Bu tarz ilişki kesme, tecrit etme ça-balarının dışında yaratılan sorunlar da vardır, Örneğin, Cepheli tutsakların ye-ni gittikleri bir hapishanede, düşmanla ilişkileri başka siyasetten bir temsilci sürdürmektedir. Arkadaşlarımız bir sü-re sonra, örgütlü bulunduğumuz bir hapishanede düşmanla ilişkileri sürdü-ren bir yürütmede bizim de yer alma-mız gerektiği düşüncesini savunuyor. Kİ, bu herkesin kabul etmesi gereken bir gerçektir. Bizim bu düşüncemize karşılık "ya bizim sözcülüğümüzü kabul edersiniz ya da bu platformdan ayrılır-sınız" dayatmasıyla karşılaşıyoruz.

Yine başka bir örnek: Cephemize yönelik "reformistleşme" spekülasyon-larını dillerinden düşürmeyen kimi si-

yasetler, hapishanede düşmanla ilişki-leri sürdürecek yürütmenin seçiminde, mesela tüm tutsak kitlesi 5-10 kişiyi geçmeyen, üstelik ÖDP'ye kapağı at-mış bir TKEP'i yürütmeye seçebiliyor-lar. MLKP'si, TÎKB'si böyle bir oylamada TKEP'e oy verebiliyor.

Kuşkusuz ki hapishanelerde yaşa-nan bu tür sorunların temelinde, tut-saklığa bakış, direnişçi bir öze sahip olup olmama, devrimci sorumluluktan uzak olma veya Cephe'ye karşı iflah ol-maz rekabetçilik ve subjektivizm gibi nedenler vardır. Parti-Cepheli tutsaklık, her şeyden önce düşmana karşı direnişçiliktir, sa-vaşçılıktır. Bunu herkes biliyor. Tut-saklık koşullarında bize karşı geliştiri-len bu tarz tavırlar, devrimciliğe, dire-nişçiliğe karşı olmak anlamına geliyor. Kim ne derse desin, hangi gerekçeyi ile-ri sürerse sürsün, özü budur. Sorunların kaynağında yatan diğer nedenler olarak; Parti-Cephe'ye karşı beslenen düşmanlıktan, günübirlik si-yasal hesaplarına genel devrimci çı-karları feda etmeye; düşmanın hapis-hanelerde yarattığı rehavet ortamın-dan, baskıyla, korkuyla oluşturduğu psikolojinin etkisine girmeye; hapisha-neyi kendi mülkü zanneden mantık-tan, örgüt bilincindeki, ahlakındaki çarpıklıklara kadar değişik etkenler de belirtilebilir. Ayrıca çeşitli siyasetlerin kendi içlerinde merkezilikten yoksun oluşları, kimin hangi hapishanede ne yaptığının belirsiz oluşu, ideolojik,poli-tik şekilsizlikler ve gerilikler de nedenler,arasındadır.

Hapishaneler devrimci birlikler oluş turamayanlar hiçbir alanda bir l ik oluşturamaz.

Özellikle CMK'yı oluşturan örgütler, merkezi birliğin gerektirdiği sorumlulu-ğa sahip olmak durumundadırlar. CMK'nın yaşatılması, hatta bundan da öte geliştirilip güçlendirilmesi için daha ilkeli, özenli olup, emek ve çaba sarfet= melidirlerÇeşitli hapı hanelerde kendi in anlarından kaynaklanan orunlara da ciddiyetle eğilmelidirler

Sonuçta bu bit eğitim ve örgütlülük sorunudur

Şu unutulmamalıdır devrımcı tut sakların eyleminin birliğini sağlamak merkezi örgütlülüğünü güçlendirmek yaşadığımız koşullarda daha da hayatı bir önem kazanmaktadır

Biz tut aklık koşullarında devrimci birlikleri oluşturmada geliştirmede u zerimize düşeni yaptık ve yapmaya de-vam edeceğiz. Emekle, çabayla oluşan birlikleri dağıtmaya kalkanlar, bölücü-lük yapanlar, statükoculuğu dayatanlar, devrimci eylemliliği geriye çekmeye ça-lışanlar bize engel olamaz.

Bize karşı, bahsedilen şekilde dayat-malar içerisinde olanların bize verebile-cekleri hiçbir zarar olamaz. Sorun bu değildir. Sorun, birlik kültürünü en a-zından bulunduğumuz alanda geliştir-mek, devrimci sorumluluğa sahip ol-mak, günlük hesaplar uğruna genel devrimci çıkarları feda etmemektir.

Somut görev, birlik edebiyatı yap-mak değil, devrimci çaba ve sorumluluk gösterip, devrimin çıkarlarını gözet-mektir.*

DHKP-C Tutsaklar Örgütlenmesi

TUTSAKLIK KOŞULLARINDA YAŞANAN BİRLİK SORUNLARI

Page 23: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 ŞEHİTLERİMİZ 23 KURTULUŞ

BİLİYORUZ "Pekala, öyleyse ölümü hakettin." dedi işkenceci. "Nasıl öldürüldüğümü herkes bilecek", diye cevap verdi işkence tezga-

hındaki. "Hayır kimse bilmeyecek."dedi işkenceci. "Evet "dedi adam yeniden: "Herkes, her zaman, her şeyi biliyor7'. Evet biliyoruz. Neredeler diye soruyoruz, ama kim kaybetti diye sormuyoruz, nasıl

kaybettiniz diye sormuyoruz. Çünkü biliyoruz. Kaybedilenleri kimin, nasıl kaybettiğini biliyoruz. Kaybedenler de bildiğimizi biliyorlar. Bilmemizi istiyorlar. Çünkü bilirsek, korkup yılacağımızı umuyorlar. İşte burada yanılıyorlar. Yanıldıklarını bugüne kadar defalarca gösterdik onlara. Ama yanıldıklarını bile bile yılacağımızı ummaktan başka çareleri

yok. Çünkü yılmazsak, bunun kendi sonları olduğunu, olacağını çok iyi

biliyorlar. Hayır, yılmayacağız. Bu topraklarda zulme , sömürüye karşı mücadele yüzyıllardır sürü-

yor. Kana kan, dişe diş. Kavgayla büyüyen umudun Anadolu toprağına yapışmış köklerini besleyen kandır, candır. .

Anadolu halkları en yiğit oğullarının, kızlarının destanını dolaştırır dilinde.

En yiğitlerimiz... Onlar, hiç çıkarsız ve hesapsız düştüler toprağa... Onların gözlerinde korkuyu arayanlar yanıldı. Sessiz ve sakindiler ölümün üstüne yürürken. Depremler yarattılar düştüklerinde. Düşerken tereddüt etmediler, dönüp arkalarına bakmadılar. Çünkü biliyorlardı ki, kavga daha da büyüyecekti. Ve ölüm sonsuz

BİZİM CADDELERİMİZDE

DE Açmaz

Açmaz deme Hiçbir

Zaman Bu

Nar Çiçeği

Açacaktır Elbet Bizim

Caddelerimizde

Page 24: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 24 NEREDEN NEREYE 23 Mayıs 1998

BAŞLARKEN... Tartışmadan, eleştirmeden,

sorgulamadan, muhasebe yap-madan ilerlenemez.

Ulusal hareket dünden bu-güne savunduğu, İzlediği stra-tejilerin, politikaların, taktikle-rin eleştiri ve muhasebesini yapmaktan uzaktır. Pragma-tizm bunun önünde engeldir, Öngörülenlerin gerçekleşme-miş olması, birbiriyle açıkça çe-lişen taktikler, savaşın ortaya çıkardığı açmazların hemen hiç biri tartışılmamaktadır.

Ulusal hareket kendi eleşti-risini, muhasebesini yapmıyor. Türkiye solunun da ulusal ha-reket karşısında eleştiri ve mu-hasebe görevini yerine getirdi-ğini söylemek mümkün değil-dir. Daha doğru bir deyişle ne desteği, ne de eleştiriyi bir türlü yerine oturtamamıştır.

1978-79'larda oligarşinin "bölücülük" demagojisiyle . "Apoculara" saldırırken, solun önemli bir bölümü de PKK'yı ajan-provokatör, karşı-dev-rimci olarak değerlendirip bu saldırıya soldan destek oluyor-du. PKK, 1984'te gerilla savaşı-nı başlattığında da, büyük bir kesimi aynı değerlendirmeleri-ni koruyor, silahlı mücadelenin çok geçmeden yenileceği dü-şüncesini taşıyordu.

PKK güç kazandıkça değer-lendirmeler de değişmeye baş-lar. Kimileri ajan provokatör demekten şakşakçılığa evrilir-ler. Bu kesimlerin Kürdistan'ın sosyo-ekonomik yapısına iliş-kin tahlilleri de aynı sağlıksız çizgiyi izler. Dün ortak yeni sö-mürgecilik tespiti yapanlar, PKK güçlenince Kürdistan'ı sö-mürge ilan ederler.

Tabii bütün bu ilişkilerin sağlıksız biçimlenişinde PKK pragmatizminin de önemli bir payı vardır.

Mesela bir Aydınlık çizgisi-nin muhtelif dönemleri ilginçtir.

1970'li yılların sonunda PKK Aydınlık'a göre "Apocu provoka-törler'dir. Aydınlık, Apocuları gazetesinde isim isim ihbar eder.

1984'te silahlı savaş başla-mıştır. Aydınlıkçıların cuntanın icazeti altında çıkardığı Saçak adlı dergide PKK'nın adı "asker katilleri"dir, "terörist"tir.

1980'li yılların sonuna doğ-ru, bu tespitlerin sahibi olan Doğu Perinçek'in PKK kampla-rında askeri törenle karşılandı-ğına tanık oluruz. Bu süreçte Ay-dınlık'a göre PKK "Yurtsever"dir.

Sonra yine bildik Aydınlık karşı-devrimciliği çıkar karşı-mıza. PKK'ya her türlü iftira ve karalamayı yapan Perinçek, bu dönemde PKK'nın "Amerika'nın güdümünde" olduğunu yazma-ya başlar.

Türkiye solunda da PKK'ya ilişkin bu kadar olmasa da zik-zaklar çoktur.

Bir TKP-ML geleneği, PKK'yı kah karşı-devrimci, kah halk saflarında, kah devrimci ilan et-miş, bu değerlendirmeler bir kaç kez yer değiştirmiştir.

TDKP ve AEP'çi diğer sol ke-simler de PKK'yı çoğunlukla ajan-provokatör, karşı-devrimci diye değerlendirirken, PKK güç-lendikçe bu tespitlerinden vaz-geçmişlerdir. Ama bu vazgeçişle-rin ciddi, köklü bir özeleştirisine de pek rastlanmaz.

Kısacası, sonuçta tablo şu-dur; ulusal harekete ne gereken zamanında destek verilmiş, ne gereken eleştiri zamanında ya-pılmıştır.

Bunun istisnası, hiç tered-dütsüz söyleyebiliriz ki, Cep-he'dir.

Oligarşinin ve hemen tüm solun, birbirinden farklı söy-lemlerle de olsa PKK'ya "bölü-cülük" demagojisiyle saldırdığı dönemde Devrimci Sol, PKK'yı bir ulusal hareket olarak sa-hiplenmiş, savunmuştur.

1984'te gerilla savaşı başla-dığında da aynı politik desteği-ni sürdürmüştür.

1984'te, 86'da oligarşinin PKK'ya ve Kürt halkına karşı en vahşi operasyonlarını sür-dürdüğü dönemde, Kürt halkı-nın yalnız olmadığını göster-mek için tüm örgütsel imkan-

kırını ve gücünü zorlayarak, dönemin ANAP iktidarına yö-nelik eylemler gerçekleştirmiş-tir.

O günden bu yana da gerek Kürt halkının haklı talepleri-nin sahiplenilip savunulma-sında, gerekse de Kürt ulusal hareketinin desteklenmesinde aynı tereddütsüz çizgi sürdü-rülmüştür.

Aynı süreçte Kürt ulusal ha-reketinde görülen yanlışlar da halkın ve devrimin çıkarları te-melinde eleştirilmiş, bu eleştiri halklarımızın birlikte mücade-lesinin gereği olarak ele alın-mıştır.

Burada yapacağımız eleştiri ve muhasebenin doğru kavran-ması için bu sürecin, bu süreç-teki Cephe yaklaşımının doğru bilinmesi şarttır.

PKK açık ki Türkiye siyase-tinde gündemi belirleyen güçte bir örgüttür. Binlerce şehidin ve-rildiği bir gerilla savaşının yü-rütücüsüdür.

Ancak eleştirinin sınırlarını tek başına güç olma olgusu be-lirlemez. Eleştirinin sınırlarını bu belirlemeye başladı mı, yu-karıda örneklerini verdiğimiz sağlıksız değerlendirme tablola-rı çıkar ortaya.

Devrimci bir hareket şu veya bu dönemde, şu veya bu nedenle güçsüz durumda olabilir. Veya tersine, bir hareket belli koşul-larda çok güçlü de görülebilir.

Evet, PKK savaşmış ve bir güç yaratmıştır. Ama nereye geldi?

Evet, PKK güçtür. Ama nereye gidiyor? Asıl sorun budur.

Bugün PKK bazı "yeni" şey-ler söylüyor. "Türkiyelileşme" diyor örneğin. Bundaki olumlu ve olumsuz yanlar nelerdir? Ortaya konulan gerekçeler ne ölçüde tutarlı ve açıklayıcıdır?

Dünkü tezler ne olmuştur? PKK bugüne kadar Türkiye

solu üzerine adeta ağzına gele-ni söylemiştir. Bu tahammül-süzlüğün kaynağında ne var-dır?

Yanlış bir eylem çizgisi, tüm eleştiri ve uyarılara, tüm vahim zararlarına karşın ısrarla sür-dürülmüştür. Bu "israfın kay-nağında ne vardır?

Yıllardan beri söylenegelen barış, silah bırakma, oligarşiyle çeşitli çözümler, ne anlama gel-mektedir? Bunların PKK'nın çıkış noktasıyla yakınlığı veya uzaklığı nedir?

Sorular çoğaltılabilir.

ürt ulusal kurtuluş mücadelesi, 1984 çıkışından itibaren -eylem çizgisindeki kimi yanlışlıklarla yer yer

olumsuzluklara yol açsa da, bu süreçte esas olarak olumlu, ilerletici bir işleve sahip olmuştur. 1991 sonlarına doğru netleşen ve bugüne kadar gelen çizgi ise, yanlış bir kanala akışın tüm göstergelerini taşımaktadır.

Bu gelişim, ne yalnızca Kürtleri, ne de yalnızca PKK'yı ilgilendiren bir sorun olarak görülemez. Türk ve Kürt halkının ve diğer Anadolu halklarının tarihsel geçmişi ve tarihsel birlikteliği, herhangi bir halka ilişkin gelişmeleri birbirine sıkıca bağlamaktadır.

PKK'nın daha 1991'in son aylan içinde Kürdistan'daki mücadeleyi Türkiye metropollerine taşıması zorunluluğunu ifade edişinde de görüleceği gibi, Türkiye ve Kürdistan'da süren ulusal ve sınıfsal mücadele "Kader birliği" içindedirler. Bu bile, her iki halkın kurtuluşunun ortak olduğunu, Örgütlülüklerinin de ortak olması gerektiğini gösterm ektedir.

Dünya'da, ulusal ve sınıfsal mücadeleler tarihinde pek çok örneğine rastladığımız, bir hareketin çizgi değiştirmesine, ya da görünürdeki çizgisinden gerçek çizgisine oturması örneğine bugün Türkiyeli devrimciler de tanık olmaktadır.

1970'li yıllarda, prestiji alabildiğine yükselmiş olan sosyalizmden ve devrimci hareketten büyük ölçüde etkilenerek Marksizm-Leninizmle sosyalizmle ulusalcılığı harmanlayarak ortaya çıkan PKK'da, 1980'li yılların sonuna doğru öne çıkan ise küçük burjuva .milliyetçiliği olmuştur.

Yurtsever hareketin, oligarşi ile anlaşarak (ki, bu bir uzlaşmadır) silah bırakmayı, bağımsızlık yerine Türkiye oligarşisi ile federasyonu tartıştığı düşünülürse, PKK'daki gelişmelerin Türkiye halklarının çıkarına olmadığı görülecektir. PKK'nın oluşum sürecindeki söylem ve iddialarından bu noktaya gelişi Marksist-Leninistler açısından sürpriz olmasa ve önceden görülse de, bu gelişim, incelenmesi, dersler çıkarılması gereken bir olgudur.

PKK'Yİ BUGÜNLERE GETİREN ULUSAL BAĞIMSIZLIKÇI ANLAYIŞI VE SİLAHLI MÜCADELESİDİR PKK'nın kuruluşu Aralık I978'dir, ancak

ideolojik şekilleniri 1970'li yıların başlarıdır. PKK tarihinde bu süreç 1973'te başlatılmakta ve 1973-. 78 süreci "İdeolojik mücadele ve ülkeye yöneliş dönemi"; 1978-80 İse, "Partileşme süreci ve Parti'nin ilanı" olarak adlandırılmaktadır.

Hemen tüm siyasal yapılanmaların politik hattının oluşumunda ve gelişiminde etkisi olan dönemsel koşullar, ulusal temelde gelişen PKK için de belirleyici etkide bulunmuştur.

1940'lı yılların sonlarından İtibaren Doğu Avrupa ülkelerinin emperyalist zincirden kopup sosyalizme yönelmeleri ve pek çok ülkede Halk Kurtuluş Savaşlarının zaferle taçlanması sosyalizmin prestijini üst boyutlara tırmandırmıştır. Sosyalizmin, ezilen halklarının kurtuluş umudu olması, sosyalizmin dünya Ölçeğinde kazandığı ağırlık ulusal temelde hareket eden siyasal yapıları da etkilemiştir. Bu dönemde artık hemen her ulusal/milliyetçi hareket kendisini sosyalist ilan ediyor; mücadelesinde başarıya ulaşanlar ise sosyalist ülkelerle İlişkilerini geliştiriyor, ülkelerinde sosyalizmden etkilenen politikaları yaşama geçiriyorlardı.

Türkiye de bu gelişmelerin dışında kalmamıştır. Özellikle 1960-70 süreci, Marksist-Leninist düşüncenin yaygınlaşması ve buna bağlı olarak da revizvonizmle. reformizmle bir

K

Page 25: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 ayrışma ve kopuşun yaşandığı yıllardır. Bu yılların ideolojik, pratik mücadelesi içinde şekillenen başta THKP-C olmak üzere THKO ve TKP/ML yürüttükleri savaşla statüleri sarsmış, oligarşiye darbeler vurmuş, geniş kesimlerin sempati ve desteğini kazanmışlardır.

12 Mart açık faşist cuntası, silahlı devrimci hareketi fiziki olarak tasfiye etse de özellikle THKP-C'nin Türkiye Devriminin Yolu'na ilişkin bütünlüklü teorik tespitleri ve silahtı mücadelesinin yarattığı potansiyel, 1973 sonrasına taşınmıştır.

PKK'nin hemen tüm görüşlerini barındıran Kürdistan Devriminxxin Yolu adlı broşürde (1978) bu sürecin İzlerini fazlasıyla görmek mümkündür. Bugün pek telaffuz edilmeyen "sınıflı toplum", "sosyalizm", "yeni-sömürgecilik", "bağımsızlık" gibi kavramlara burada sıkça rastlanmaktadır.

Sosyalizmin dünya halklarının ilgi odağında bulunması; SSCB'nin ulusal kurtuluş hareketlerine desteğinin sürüyor olması, enternasyonalizm ruhunun güçlülüğü, Mahir'lerin önderliğindeki silahlı mücadelenin yarattığı sonuçlar ve PKK bugün ne kadar "Kemalizm", "Sosyal şovenizm" vs. derse desin THKP-C, THKO ve TKP/ML'nin "Kürt sorunu"nda temel doğruyu yakalamış, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı doğrultusunda bîr çizgi benimsemiş olmaları PKK üzerinde etkili olmuştur. Bu etki diğer Kürt milliyetçi örgütlenmeleriyle PKK arasındaki ayrım noktalarını da belirlemiştir. Tam bağımsızlığın savunulması, bağımsızlığın kazanılabilmesi için silahlı mücadelenin verilmesi, proletarya önderliği temel ayrım noktalandır.

"//. Paylaşım Savaşından sonra belirginleşen... Bu şartlar sömürgesel devrimlerde burjuva önderliğinin kaypaklığını ve uzlaşmacı niteliğini açıklarken, aynı zamanda, emekçi yığınlara dayanan proletarya önderliğinin tam bağımsızlığa götüreceğini ortaya koymaktadır..." (1)

Sonraki yıllarda bu etki ve devrimci çizginin yolaçıcılığı çoğu kez

Yazı dizimizin bu ilk bölümünde, PKK'nin 79'daki ülkeyi terkedişini, 12 Eylül karşısındaki tavırsızlığın, Yurt-dışı Cephe oluşumunu ve 1984 atılı-mını ele alıyoruz.

Peki neden? Üzerinden bunca yıl geçmiş olay ve tavırları tartışmanın ne gereği var diye düşünülebilir?

Bu, hem sürecin bütününü tarih-sel gelişimi açısından ele almak açı-sından gereklidir, hem de bunlarla BUGÜN arasında doğrudan bir bağ olduğu için gereklidir.

1982'de FKBDC adındaki yurtdışı cepheyi oluşturan PKK "güçsüz" bir PKK'dır. Sonraki yıllarda sayısız birli-ğin içinde yeralan PKK ise. "güçlü", binlerce gerillaya sahip bir PKK'dır.

Ama PKK'nin birliklere, ittifaklara yaklaşımındaki mantığı, bakış açısını, daha FKBDC içinde görmek müm-

yadsınmış, örneğin Mahir'in Misak-i Milli ve Kürt ulusal sorununa ilişkin yazdıkları görmezden gelinip Cephe çizgisinin savunucuları, "Misak-ı Millicilikle" eleştirilmişlerdir. Oysa bugün dönüp dolaşılıp gelinen noktada söylenen çoğu şeyler, Parti-Cephe'nin 30 yıl önceki söylediklerinden başka bir şey değildir.

REFORMİZMİ MAHKUM EDEN PKK Sosyalizmin prestiji, sosyalist

ülkelerin "etkin desteği" ve ulusal kurtuluş İçin devrimin objektif şartlarının "olgunluğu"ndan hareketle "tam bağımsızlığa" gitmede proletarya önderliğinin gerekliliğini savunan PKK, bu tespitleriyle reformizmden ayrılmakta, reformizmin ulusal kurtuluş önünde engel olduğunu söylemekteydi.

"Ulusal kurtuluş hareketlerinin çağımızın başta gelen bir devrimci akım haline gelmesinden itibaren, bu alanlarda da çeşitli sapmaların boy verdiğini görmekteyiz.... Burjuva ideolojilerinin tamamen deşifre edilmesi ve halktan yüz bulamaması bu eğilimleri görünüşte sosyalist olmaya zorlamaktadır." (2)

"Emperyalist dönemde reformların belirgin özelliği, halkların tam bağımsızlık yolundan alı konulmasında bir araç rolü oynamasıdır."(3) O zaman bu tespitleri yapan PKK daha da İleri gidip reformizme kesin bir sınır çizmektedir:

"Ulusal kurtuluş hareketlerinde bağımsızlık olgusu dışındaki tüm eğilimler reformisttir. Her reformist eğilim de özünde emperyalizme, sömürgeciliğe ve yerli gericiliğe maddi bağlarla bağlı olanların eğilimidir." (4) (abç)

Dahası, reformizmle ezilen ulus milliyetçiliğinin "özdeşliğine vurgu yapmaktadır:

"... sömürgeci düzende bazı reformları gerçekleştirmekle sorunu çözüme kavuşturacağını savunan, sorunun çözümünün devrimde, ulusal bağımsızlıkta olduğunu

kündür. Veya; PKK'nin oligarşiyle federasyon o-

luşturmayı tartışabilmesiyle, 79'da ül-keyi terkedişin, 12 Eylül karşısındaki tavırsızlığın kuşkusuz ki, birbirini etki-leyen bağları vardır.

Devrimci politikanın tarihselliği, sonra elde edilen başarılar önceki yanlışları siler şeklinde ele alınamaz.

Çünkü Önceki yanlışlar, daha son-ra elde edilen başarıları da sürekli ola-rak tehdit eder. Muhasebesi yapılma-mış, özeleştirisi verilmemiş yanlışlar, o başarıları yenilgilere dönüştürme, sağ, reformist çizgilere geri döndürme potansiyelini hep taşırlar.

Nitekim, PKK'nin bugün yaşadığı süreç de böyle bir süreçtir.

Demek ki, geçmişin bu yanlarıyla tartışılmasına büyük bir ihtiyaç vardır.

göremeyen tüm görüşler özünde ezen ezilen ulus milliyetçiliğinden kaynaklanıp sömürgeciliği meşrulaştırmaya hizmet eder..." (5)

Reformlar İçin değil, devrim için mücadele edilmesi gerektiğini savunan PKK'nin, 1980 öncesi mücadelesine baktığımızda devleti hedefleyen bir çizgiye sahip olmadığını, böylesi bir pratiği hayata geçirmediğini görürüz. PKK'nin silahlı mücadelesinin başlangıcı asıl olarak 1984 Ağustos'udur. 1980 öncesi gelişen anti-faşist mücadelede de fazlı yeralmayan PKK, 1978 24 Aralık'ında gerçekleşen Maraş katliamı sonrasında İlan edilen sıkıyönetimle birlikte mücadele arenasını terketmiş, kendi

"Baktık ki ülkede kalsak en fazla bir ay ya da iki ay kalabilecek ve sonunda boğulacağız. Yurtdışına çıkışımız, Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretine benziyor. O zaman Hz. Muhammed oldukça sıkıştırılmıştı, eğer bir gece daha kalsaydı boğulacaktı. İşte bizimki de tamamen böyleydi. Eğer kalsaydık biriki ayda boğulurduk..."(Abdullah öcalan, Serxwebun, Mayıs 1990, sayı 101, sayfa 104)

PKK daha sonra yaptığı değerlendirmelerde, ülkeyi terketmelerini oligarşinin PKK'ya özel olarak yönelmesine bağlar. Bu, tarihi sonradan yeni duruma uydurmaktan başka bir şey değildir. 1978 Kasım'ında resmi olarak kuruluşunu ilan eden PKK'nin 1978 Aralık'ındaki Maraş katliamına İlişkin değerlendirmesi bu tür tarih yazımının karakteristik bir örneğidir:

"... Maraş partimizin etkinlik kurduğu bir saha idi. Partimizin

KURTULUŞ Maraş katliamına üzerine değerlendirmesi vardır... kesinlikle bizim yol açtığımız uyanışa faşizmin verdiği bir cevaptır."(PKKTanhi)

PKK, belli bir güç olmasıyla beraber en uç noktaya savrulan benmerkezci anlayışıyla o yıllarda gerçekleşen tüm gelişmeleri de kendine bağlı olarak açıklamaya çalışmaktadır. Bu tarihte, Maraş ilanı, Ecevit'in iktidardan düşmesi PKK kaynaklı gelişmeler olarak ifade edilmektedir.

Oysa ülkemizde sınıf mücadelesinin giderek yükseldiği bu yıllarda PKK, kendi örgütsel yapısını bile korumakta '

zayıflamanın gerçek nedenlerine İnilince, karşılarına mesela PKK'nin diğer sol örgütlerle çatışması çıkacaktır. Bunları tespit etmek yerine Maraş katliamı üzerine subjektif değerlendirmelerle, çıkışı "mazur" göstermek tercih edilmektedir.

Ortada düzenli bir geri çekiliş yoktur. 12 Eylül sonrası hapishanelerde, yurtdışında yaşananlar bunu yeterince göstermektedir zaten. Bu süreçte PKK genel bir demoralizasyon içindedir.

Sonuçta PKK'nin belli bir hazırlık sürecinin arkasından tekrar ülkeye girerek silahlı savaşı başlatması ve gerilla savaşıyla önemli başarılar elde etmesi o dönemde yurtdışına çıkışı meşrulaştırmaya yetmemektedir. Çünkü bu çıkışı açıklama mantığı ve tarzı son derece sakattır. Bu mantık, reformist ve revizyonist geleneği kırıp silahlı mücadele ile halkların kurtuluşunun yolunu açan'71 silahlı mücadelesinin fiziki yenilgisini

25 NEREDEN NEREYE

Ulusal bir hareketindevrimcileşmesi, halkların birlikte

mücadelesine güç verenbir konuma gelmesi,

Türk, Kürt tüm halkların kurtuluşu içinbir ilerlemedir. Türkiyedevrimini güçlendiren

bir gelişmedir. Aynı şey tersi durumda da

geçerlidir. Oligarşiye darbeler vuran bir ulusal

hareketin uzlaşma çizgisine gelmesi, halkların

ve devrimin, en azından bir süre için zararınadır.

Devrimci hareketin eleştirive uyarıları işte burada

anlamını bulur. Uzlaşmacılığı, milliyetçi çizginin kaçınılmaz bir sonucu olarak görüyoruz, ama bu yine de MUTLAK

anlamda kaçınılmaz değildir; kaçınılmazlık,

devrimcileşmeyle engellenebilir.

BUNLARI TARTIŞMAK NEDEN GEREKLİ?

deyimleriyle yurtdışına "hicret" etmişlerdir.

RİCAT- HİCRET

1979 ortalarına gelindiğinde, 1978 yılında kuruluşunu resmi olarak ilan eden PKK güçten düşmüş, tümüyle yenilgi psikolojisine kapılmıştı. Gerek oligarşinin operasyonları, gerek içerisinden çıkan itirafçılar, gerekse de birçok insanın yaşamını yitirdiği sol içi çatışmalar PKK'yİ bu duruma getirmişti.

Bu noktada PKK bu çıkmazdan kurtulmanın kendi varlığını sürdürmenin tek yolu olarak yurtdışına çıkışı gördü. Ülke topraklan terkedildi.

zorlanan, henüz ciddi bir gücü olmayan bir Örgütlenmedir. Nitekim yukarıdaki değerlendirmenin yapıldığı PKK Tarihi isimli kitabın bir başka yerinde ise bu durum açıkça ifade edilmiştir:

"1978-1979'da örgütü ilan ettiğimizde iş yapabilecek adamımız yoktu. Bu nedenle geriye çekilişi ve 6 yıl gibi bir hazırlık evresini yaşadık."

PKK 80 öncesi süreçte ne anti- faşist mücadele görevlerini doğru tespit etmiş, ne devlet karşıtı bir mücadele geliştirmiştir. Sürece hiç bir müdahalede bulunamayıp, kendi çizgisinin sonucu olan bir zayıflama sonucu yurtdışına çıkılmıştır. Tabii bu

Page 26: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 26 NEREDEN NEREYE 23 Mayıs 1998

kendileri gibi savaş alanını terketmemesine bağlayabilmiştir:

"Bence yurtdışındaki çalışmalar o dönemde de düşünülmeliydi. Filistin gerçeği iyi değerlendirilse, fazla acele edilmese ve bizim deneyimimiz 1970'lerden sonra sabırla uygulanmış olsaydı, Türkiye devrimciliği 12 Mart faşizmi karşısında ezilmezdi.

(...) Mahir Çayan ve arkadaşları bunu ülke içinde yapmak istediler. Deniz gezmiş ve yoldaşları gerçekte birer militan olmaktan öteye pek bîr şey düşünmediler ve başarılı olamadılar. "Kaçarsak bu yiğitliğe sığmaz" dediler. Bu dar ve fazla önlemlere dayanmayan bir yaklaşımdı, dolayısıyla çok ciddi bir fırsatın kaçırılmasıydı." (Seçme Yazılar, Abdullah Öcalan, sayfa 212)

PKK önderi kendi terkedişlerini meşrulaştırmak için 71 dönemine inkarcı bir mantıkla yaklaşmaktadır. PKK'nİn eleştirdiği pratik, her şey bir yana en basitinden ülkedeki 50 yıllık revizyonist, reformist geleneğin kırılması silahlı mücadele geleneğinin kökleştirilmesi ve Türkiye devriminin yolunun çizilmesidir. Eğer 71'in önderleri, o koşullarda mücadele arenasını terketselerdi, ne Kızıldere'ler olurdu, ne o siyasal sonuçlar ortaya çıkardı. Kendisi de 71 silahlı mücadelesinin yarattığı sonuçlardan biri olan Kürt ulusal hareketi de olmayacaktı belki.

12 EYLÜL VE PKK 12 Eylül geldiğinde PKK'nin ülke

içinde hemen hiçbir faaliyeti yoktur. O çoktan, bütün kadrolarıyla ülkeyi 1979 ortalarında terk etmiştir. Dolayısıyla Cuntaya karşı da bir direniş programı olmamıştır. Bu sürece ilişkin PKK'nin değerlendirmeleri oldukça çelişik ve tutarsızdır:

"... 12 Eylül faşizminin iktidara gelişinin birinci nedeni, PKK önderliğindeki ulusal kurtuluş mücadelemizi tasfiye etmektir. Bu kesin olarak belgelenmiş olan bir durumdur. Amaç hareketimizi bir daha doğmamacasına imha etmekti." (Seçme Yazılar 4, sayfa 82)

Bu sürece ilişkin bir başka değerlendirme ise şöyledir:

"Faşist-askeri darbe gerçekleştiğinde, UKM'nin örgütsel yapısı gelişen mücadeleyi ilerletmeye yetmiyor ve bir örgütsel bunalım yaşanıyordu. Böyle bir yapıyla Eylül darbesine karşı savaşamayacağını anlayan devrimci mücadele, diğer sol örgütlerin de darbeye karşı çıkacak güç ve niyetlerinin olmadığını gördüğü için güçlerini toparlama, eğitme ve hazırlama çalışmalarına yöneldi. Bunun için yurtdışına açılmayı ve yurtdışı olanaklarından faydalanmayı gerçekleştirdi."Özgür Halk, 15 Aralık 1993, sayfa 13)

Daha 79 ortalarında ülkeyi terk eden, tüm faaliyetlerini askıya alan PKK'nin darbe bize yönelik yapıldı demesinin hiçbir nesnel temeli yoktur.

"Hiç kimsenin savaşmaya niyeti yoktu, bizim de durumumuz uygun değildi" açıklaması da ülkeden çıkışa sonradan uydurulan bir gerekçedir. PKK'nin o dönemde ne savaşacak gücü, ne de buna niyeti vardır. Bu

açıktır. Ama bunun ötesinde savaşanlar vardır.

12 Eylül 1980, Türkiye'deki devrimci, yurtsever örgütlenmeler açısından tam bir turnusol kağıdı olmuştur. Bu süreçte gerçekten kim devrimci, kim değil, kimler her şeyi göze alıp 12 Eylül faşizmine karşı savaşacak, kim teslimiyeti, mülteciliği tercih edecek, bunlar cevaplanmıştır. '80 öncesinde mangalda kül bırakmayanların darbe sürecinde sesi-soluğu çıkmaz olmuştur. Darbenin ayak seslerini hissedenler soluğu yurtdışında almışlardır. Geç kalanlar ise, kısa süren şaşkınlıktan sonra ülkeyi terketmişlerdir. PKK ilk gidenlerdendir. Yılların kanıtladığı gerçek şudur: Sol yenildiği için geri çekilmemiştir. Geri çekildiği için yenilmiştir. 12 Eylül yenilgisi, esas olarak bu ricatların, mülteciliklerin sonucudur ve PKK da bu yenilginin sorumlularındandır.

YURTDIŞI CEPHE VE PKK 1 Haziran 1982'de yurtdışında

oluşturulan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) asıl olarak PKK ve DY'nin öncülüğünde kurulmuş, adı var kendisi yok bir yurtdışı cephesidir. Pratiği, bol bol bildiri yayınlamaktan öteye geçmemiştir.

PKK, 2. Kongre Belgeleri'nde bu cephe hakkında şunlarısöylemektedir:

"Partimizin etkin katılımıyla dokuz grup ve örgütün yer aldığı Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi kurulmuştur. Bu cephe program ve yaklaşımıyla Türkiye sathında alternatifi olmayan bir mücadele cephesidir. Türkiye ve Kürdistan halklarının devrimci ittifakının yaratılmasında tarihi önemde bir başlangıç ve atılmış bir adımdır. Eğer yüklendiği görevleri başarıyla yerine getirebilirse sömürgeci faşist diktatörlüğün yıkılması ve Türkiye ve Kürdistan halklarının kurtuluşa götürülmesi mücadelesinde en temel rolü oynayacaktır." (2. Kongre Belgeleri, sf. 49)

PKK, 12 Eylül öncesinde Kürdistan'ı tekelinde görerek devrimci demokrat güçlerin varlığını yok saymış; pek çok grup hakkında "karşı devrimci", "ajan", nitelemesi yapıp silahlı çatışmaya girerek onlarca devrimcinin kanını dökmüştür. Bu döneme kadar hiçbir birlik girişimi olmayan PKK, 12 Eylül hezimeti içinde yeniden güç toplamak ve solla bozuk olan ilişkilerini düzelterek kendisini "Kürdistan temsilcisi" olarak meşrulaştırmak için böyle bir cephenin oluşturulmasında oldukça çaba sarfetmiştir.

Birlikte mücadele ve ortak devrim anlayışına sürekli karşı çıkan PKK, Yurtdışı Cephe İle iktidarın ortak alınacağını belirtmektedir. Peki değişen neydi? Ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel yapısındar en azından devrim stratejisine etkide bulunabilecek bir değişiklik olmadığına göre, "Türkiye ve Kürdistan halklarının devrimci demokrat iktidarı"nı dile getirerek cephe çağrısı yapmak ne anlama geliyordu? Bu sorular ne o zaman, ne

İlk yazılı, programatik metinlerin-de "2. Paylaşım Savaşı sonrası ortaya çıkan şartlarda ulusal kurtuluş hare-ketlerinin zafere ulaşmasının objektif koşullarının olgunlaştığını" söyleyen ve "tam bağımsızlığa gitmede proletar-yanın önderliğinin gerekliliğini" savu-nan PKK bu tespitlerini asıl olarak sos-yalist sistemin ulusal kurtuluş hareket-lerine desteğinin varlığına dayandır-mıştır:

"Dünyanın en ücra köşesinde mey-dana gelen her toplumsal olayda sos-yalist ülkelerin etkisini görmemek mümkün değildir. Anti-faşist ve ulusal kurtuluş hareketlerinin başarıya ulaş-masında, sosyalist bir dünyanın varlığı en önemli faktörlerden birisidir. Sö-mürge ülkelerde devrim emperyalist sisteme karşı sosyalist sistemin varlığı ve sistemden görülen etki, destek ve yardımla mümkündür. Emperyalizmi çökerten güçlerin başında ulusa! kur-tuluş hareketleri olmakla birlikte, bu hareketlerin başarıya ulaşmasını sağ-layan arkasındaki güç, sosyalist sistem-dir." (Kürdistan Devriminin Yolu -abç)

de daha sonra cevaplanmamıştır. Ancak verilmeyen cevap, bu Cephe'nin Özünde içinde yeralanların güçsüzlüğünü örtme çabasından başka bir şey olmadığıydı. Amaç mücadele kaçkın lığının, mülteciliğin üzerini örtmekti.

Ülke ve halk gerçeğinden uzak olan Yurtdışı Cephe'nin ne yaptığı ve neden dağıldığı ise ne PKK, ne diğerleri tarafından hiç bir zaman açıklanamamıştır.

1984 ATILIMI VE GERİLLANIN GELİŞİMİ Kürt halkının ulusal uyanışı bu

düzeye ulaşmasının belirleyici başlangıç noktası 1984 çıkışıdır. "Kürdistan halkının silahlı halk ordusunun çekirdeği" olarak nitelenen HRK (Hezen Rızgariye Kürdistan/Kürdistan Kurtuluş Birlikleri) nin 15 Ağustos 1984'te Eruh Şemdinli baskınları, ulusal kurtuluş savaşının ilk kıvılcımlarıdır. Eruh-Şemdinli-Çatak baskın planında Çatak hariç diğer eylemler plan dahilinde gerçekleştirilmiştir. Cuntanın "Terörün kökünü kazıdık" dediği dönemde bu çıkış Türk ve Kürt devrimcilerine, Türkiye halklarına büyük bir moral-coşku vermiştir. Bu yanıyla 1984 Ağustos'undakİ gerilla eylemleri hiç kuşku yok ki tarihsel bir öneme sahiptir.

"1984 -85 yılında bir adım daha attık, Mücadelemizi bir üst aşamaya sıçratma cesaretini gösterdik. 15 Ağustos'ta patlayan silahlar ilk defa Kürdistan tarihinde gerçekleştirilen bir olaydı, Bu aynı zamanda oldukça zorlu bir dönemdir de..."(age, sf:15)

Gerçekte ülkeye dönüş ve gerilla savaşının başlatılması İçin düşünülen daha erken bir tarihtir. Ancak işte tam

Tespit böyle olunca, kuşkusuz, SSCB ve diğer bir dizi sosyalist ülke yı-kılınca, ulusal kurtuluşun bağımsızlık hedefi de savunulamayacaktır.

Küçük burjuva hareketlerin tipik ö-zelliği kendi güçlerine güvenmemeleri, yani özgüvenden yoksun olmaları ve bundan dolayı kendi dışındaki ge-lişmelerden aşın derecede etkilenerek politika belirlemeleridir. Küçük burju-va milliyetçi anlayışlar her zaman sırt-larını dayayabilecekleri, güç alabile-cekleri bir kuvvet arayışındadır. Bu, bir dönem sosyalist sistemse, o yıkılınca yerine başkası aranacaktır.

Sosyalist ülkelerdeki karşı-devrim-lerle birlikte PKK adeta kendini boş-lukta bulmuştur. Emperyalizmle ve o-ligarşiyle uzlaşma işte bu noktada bir tercih olarak ortaya çıkmıştır. Kah em-peryalist güçler arasındaki çelişkiler-den hareketle bir emperyalist gücün desteği aranacak, kah oligarşi içi çeliş-kilerden dolayı, oligarşi içi bir kanat-tan çözüm beklenecektir. Bu, başka güçlere bel bağlayan küçük burjuva hareketlerin kaçınılmaz sonudur. bu noktada, önceki sürecin geri çekilmelerinin sonuçlan kendini hissettirir. Mücadele etmeden "geri çekilme", Kürt halkını sıkıyönetim sonrasında 12 Eylül koşullarıyla başbaşa bırakma ve mültecilik, PKK saflarını fazlasıyla etkilemiştir. 1980-81'de düşünülen dönüş 1983'lere, gerilla savaşını başlatma 1984 Ağustos'una sarkmıştır. Bu arada yine aynı etkinin bir sonucu olarak yenilginin, içine düşülen olumsuzluğun nedenleri farklı yerlerde, örneğin "Birliğin sağlanamamasında" aranmış, yurtdışı cepheyle güya bu telafi edilmeye-çalışılmıştır.

PKK'nin yurtdışı ilişkilerini, özellikle kamp olgusunu kullanması, yine İrak sınır bölgesinin seçimi, IKDP'nin ve BARZANl'nin denetiminde olan bölgenin cephe gerisi olarak kullanılabilmesi atılımın koşullarını hazırlamada önemli etkenler olmuştur.

Savaşı başlattıktan sonra karşı karşıya kalınan zorlukların da niteliği değişmiştir.

Kürt halkının bu yıllar boyunca sindirilmişliği, baskınlar sonrası terörün daha da artması, bir yerde ülke koşullarından kaynaklanan ama bir yanıyla da PKK'nin daha 1979'da ülkeyi terkedişinin halkta yarattığı güvensizlik, eylem bölgesi olarak seçilen Botan'ın geçmişte PKK'nın çalışmasının olmadığı bir bölge olması, gerillanın üst üste darbeler yemesine, ağır kayıplar vermesine yolaçmıştır. (Bu konuda bir değerlendirme için bkz; Serxwebun, Ağustos 1989 Özel Sayı: 15 sf:30)

1986'ya gelindiğinde gerilla adeta varolmayla yokolma arasında bir sınırdadır.

HALKA, ÖZGÜCÜNE GÜVEN VEYA BAŞKA GÜÇLERE BEL BAĞLAMA

Page 27: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 İşte bu noktada kayıplardan

korkmama ve savaşta ısrar, gerillayı yokolmaktan kurtarmış, gerilla savaşının önünü açmıştır. Silahlı mücadele sürekli kılındığı ölçüde de halkın sempatisi artmış ve giderek desteğe dönüşmüştür. Kayıplardan korkmama ve savaşta ısrar, PKK pratiğinin tüm devrimci hareketler açısından üzerinde önemle durulması gereken en önemli derslerinden biri olmuştur.

Türkiye oligarşisi başlangıçta ciddiye almıyor görünmesine rağmen, PKK'nın verdiği kayıplara rağmen savaşta ısrarlı olması karşısında, oligarşinin tüm İnkar politikası iflas etmiş; savaş gerçeğini ve giderek Kürt gerçeğini ve de gerilla karşısında kısa vadede sonuç alamayacağını kabul etmek zorunda kalmıştır.

"BİR PARÇA ÖZGÜR VATAN" 1985'te ERNK (Eniye Rızgariye

Netawa Kürdistan/Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)'nin kurulduğu ilan edildi. 1988'de ise HRK'nın ARGK (Arteşe Rızgariye Gele Kürdistan/Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu)'na dönüştüğü açıklandı. Bu süreç gerillanın gelişimini sürdürdüğü, giderek halk desteğini büyüttüğü bir süreçtir.

PKK'nın 1987'de yapılan 3. Kongresi'nde Kürdistan genelinde "'Özgürlüğe Yürüyüş Hareketi" kararı alındı, Bu yeni bir "atılımdır" ve PKK önüne Botan'da "Bir parça özgür vatan"da simgesini bulan "kurtarılmış bölge" hedefini koyar. PKK 1988'de bu karar doğrultusunda "Düşmana ait olan her şeye saldır, dağıt, yok et, yerine ulusal kurtuluşu temsil edeni inşa et" (Serxwebun, Temmuz 1988, sayı 79) şiarını ortaya attı.

Bu dönem boyunca, daha sonra özeleştirisi verilen "Zorunlu Askerlik Yasası"nın kurumlaştırılması yolunda başarılar kaydedildi. O günlere ait PKK yazılarında yüzlerle ifade edilen katılımlarla ordulaşma yolunda büyük adımlar atıldığı, Botanda taburlar düzeyinde ordu birimlerinin oluşturulmaya başlandığı belirtilmektedir.

Ancak bu gelişme kendi içinde, PKK'nın gerilla stratejisinin açmazlarını da barındırmaktaydı ve çok geçmeden bunlar da açığa çıkmaya başladı.

PKK'nın gerilla savaşı stratejisi asıl olarak büyük ölçüde Vietnam devrimini örnek alıyordu. "Kurtarılmış bölgeler" düşüncesi bunun ürünüydü. "Bir parça özgür vatan" şiarı da bu çerçevede ortaya atılmıştı. Ama işte bu noktada Türkiye Kürdistanı'nın gerçekleriyle, PKK'nın halk savaşı stratejisi arasındaki çelişki ortaya çıktı.

Kurtarılmış bölgeler, hemen her yıl "bu sene bir parça özgür vatanımız olacak" denilmesine rağmen, bir türlü gerçekleştirilemedi. Yine buna bağlı olarak şekillendirilen halk örgütlenmeleri de hayata geçirilemedi. 1990'ların başında Türkiye Kürdistan'ında çok yaygın bir potansiyel ortaya çıkmış olmasına rağmen, buna denk düşecek, bu potansiyelin kendisini ifade edebileceği halk örgütlülükleri yoktu

ortada. 1987 ve sonrasında kurtarılmış

bölgelerin neden gerçekleşemediği sorgulanmaksızın, bunun yarattığı ve giderek savaşı etkiler hale gelen askeri açmazlar üzerinde durulmadan, aynı şiar tekrarlanmaya devam etti. (Bunların neden gerçekleşemediğinin tek cevabı elbette Halk savaşı stratejisinin yanlışlığı değildir, daha başka nedenler de vardır. Bunlara İleriki bölümlerde değineceğiz.)

GÜÇLENİRKEN GÜÇSÜZLEŞMEK PKK, 1984 15 Ağustos Atılımından

bugüne karşılaştığı tüm zorluklara rağmen silahlı mücadelede ısrarlı olmasıyla bugün bir güç olabilmiştir. Belli bir döneme kadar "Bağımsız-Özgür Kürdistan"ı propagandasının odağına yerleştiren PKK, Kürt ulusunda geliştirdiği ulusal bilinçle orantılı olarak halkın mücadeleye destek ve katılımını da sağlayabilmiştir.

Binlerce şehit pahasına ve Kürt ulusuna gösterilen "bağımsızlık" hedefi ile 9O'lı yılların başında oligarşi karşısında ciddi bir güç konumuna gelmeyi başaran PKK, ne yazık ki, aynı dönemde gündeme getirdiği politikalarla da en güçlü göründüğü bir aşamada, politik olarak en güçsüz dönemini yaşamaya başlamıştır. Gerilla gücüne ve kitle desteğine rağmen bağımsızlık hedefinden giderek uzaklaşıp, düzen içi çözümlere bel bağlamasıyla politik olarak güçsüzleşmiştir. PKK'yi hızla uzlaşmacılık noktasına doğru iten nedenleri PKK'nin sınıf temelinde; proletaryanın sınıf bakış açısına sahip olmayışında, Marksist-Leninist temellere oturmayışında; çıktığı koşullarda etkisinde kaldığı sosyalizmin sistem olarak güç ve prestij yitirişinde aramak gerekir.

Sosyalizmden etkilenmiş, küçük burjuva milliyetçi temelde de olsa önüne koyduğu bağımsızlık hedefiyle oligarşi karşısında silahlı bir güç olan PKK'nin uzlaşmacı çizgisi değişik olaylar karşısındaki tutumlarıyla giderek belirginleşmiştir. PKK'nin böylesi bir "düşüş" çizgisine gelmesi doğal ki, bir anda olmamıştır. Bunun nedeni, PKK'nin bünyesinde varolan eksikliklerin, dünyada ve ülkemizde

yaşanan gelişme ve değişmelerin yanlış yorumuyla birleş mesidir.

PKK, kendisini ne olarak adlandırırsa adlandırsın, ve yine başkaları PKK için ne tür nitelemelerde bulunurlarsa bulunsunlar, PKK'nin Kürtlerin tarihsel gelişimine ilişkin tespitlerinden ittifaklar politikasına, sosyalizm ve devrim anlayışından, nihai hedef ve amaçlarına kadar temel teorik yaklaşımları PKK'nin milliyetçi yanını açığa vurmaktadır. Çıkış döneminde (niteliği aynı olsa da) söylemi bugünkünden oldukça farklıdır. PKK, siyaset sahnesine çıktığı koşullarda sosyalizmden, Türkiye'de gelişen sınıf mücadelesinden ve devrimci hareketten büyük ölçüde etkilenmiş bir hareketti.

Ancak çıkış yıllarında uzunca bir süre yazılı bir görüş, yayın ortaya koymamasının da gösterdiği gibi PKK'da baştan itibaren belirsizlikler mevcuttur. Marksizm-Leninizmi, yani sosyalizmi "Türkiye topraklarından

Kürdistan topraklarına taşıma" misyonunu üstlendiğini söyleyen PKK'nin sosyalizme ilişkin görüşleri siyaset sahnesine çıktığı günden bugüne belirsizliğini korumaktadır. Bunun temel nedeni, sosyalizm hedefinden çok, Kürt ulusunun "kurtuluşu"nun temel görev olarak belirlenmiş olmasıdır.

Lenin'in "devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz" (8) tespiti veya bunun "tersi" olarak Engels'in "genel olarak bir Parti'nin resmi programının o Parti'nin hareketlerinden daha az önemli olduğu doğrudur." (9) tespitini PKK'ye uyguladığımızda şunları söyleyebiliriz: PKK'nin teorik söylemi, en azından başlangıçta sosyalizm içerikli olsa da Marksist-Leninist temellere dayanmamaktadır; programında sosyalizm hedefi olsa da attığı adımlar, pratiği bununla çelişmektedir.

BİR YOL AYRIMINA GELİNMİŞTİR "Bağımsız Kürdistan" hedefiyle

yola çıkan PKK, Özellikle '9O'lı yıllardan itibaren ciddi bir açmaz ve tıkanıklık yaşamaya başlamıştır. PKK'nin içine düştüğü tıkanıklık küçük-burjuva milliyetçiliği için çok

da sürpriz olmayan bir durumdur. Dünya deneyimlerine de baktığımızda göreceğimiz gibi küçük-burjuva milliyetçiliği hiçbir zaman halkları gerçek kurtuluşa götürmemiş, ya iktidar alınmadan emperyalizmle uzlaşılmış ya da iktidarın alınmasına rağmen yine de emperyalizmin yedeğine düşmekten kurtulunamamıştır.

'90'lı yıllarda sosyalist sistemde yaşanan karşı-devrim dalgası birçok örgütün sağa-sola savrulmasına yol açmış, sosyalizmden belli düzeyde etkilenen PKK de bu gelişmenin dışında kalmamış, sosyalizm değerlerinden hızla uzaklaşmaya, milliyetçiliğe daha fazla sarılmaya başlamıştır. Kürt milliyetçiliği yarattığı gelişkinliğe rağmen bir duraksama, gerileme dönemine girmiştir. Sömürgecilik teorisiyle halkların ortak mücadelesini bölen, halkları emperyalizm ve oligarşi karşısında zayıf düşüren PKK, mücadeleyi bir alana, bir bölgeye sıkıştırmanın sonuçlarını da boyutlu olarak yaşamaya başlamıştır. "Bağımsızlık" söyleminin yerini "federasyon", "uzlaşma", "siyasi çözüm" gibi kavramlar almış, "barış", "ateşkes" dillerden düşmez olmuştur. PKK'yi bugünlere getiren gerilla, oligarşiyi masaya oturtmak için kullanılan bir koz haline getirilmiş, burjuva partilerinden, TÜSİAD ve MGK'den beklentiler gündeme gelmeye başlamıştır.

PKK içine düştüğü bu açmazlardan kurtulmak için strateji ve taktiklerini sorgulamak ve devrimci sonuçlar çıkarmak yerine "siyasal çözüm" adına halklar nezdinde kaygı verici bir uzlaşma sürecine girmiştir. PKK bugün gelinen aşamada açmazlarını sorgulamadığı sürece de milliyetçiliğinin daha da boyutlanması, uzlaşmanın derinleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Yaşanan gelişmelerle PKK önemli bir yol ayrımına gelmiştir. YA açmazlarını doğru tarzda sorgulayıp M-L çözümler bulacaktır -ki, bu yakın bir ihtimal olarak görülmemektedir- YA DA geri dönülmesi mümkün olmayan bir yolda ilerlemeyi sürdürecektir.

Ülkemizde Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden halkların tek kurtuluş yolu emperyalizme ve oligarşiye karşı verilecek ortak mücadeleden geçmektedir. PARTİ-CEPHE yıllardır bunu söyledi, bunun için savaştı. Ortak mücadeleyi savunduğu, milliyetçiliğin halkları kurtuluşa götüremeyeceğini söylediği İçin "Kemalistlikle", "Misak-i Millicilikle" suçlandı ama PKK'nin bugün geldiği durum, yaşadığı süreç, söylem düzeyinde de olsa yaşadığı tıkanıklık sonucu ortak mücadeleden bahsetmek zorunda kalması PARTİ-CEPHE çizgisini bir kez daha doğrulamıştır. Bu anlamda belirtmeliyiz ki, yol ayrımının devrimci yönü, Parti-Cephe çizgisi doğrultusunda olanıdır.

Gelecek Sayıda SÖMÜRGECİLİKTEN TÜRKİYELİLEŞMEYE

NEREDEN

DÜN-BUGÜNDÜN'den"... Bir halk, nüfusunun azlığına ya da çokluğuna eğer savaşacaksa, uzun

süreli bir halk savaşına hazırlanmabakmadan lıdır. Bu savaş, çeşitli evrelerden geçerek o halkı kurtuluşa götürecektir. Kürdistan halkı eğer savaşmaya cesaret etmişse, mutlaka uzun süreli ve çeşitli evrelerden geçecek olan bir halk savaşına hazırlanmalıdır-." (Kürdistan Devriminin Yolu)

"Bu konuda, gerek ezen ulus 'devrimcilerinden' gerekse onlarla farklı nüanslardan ama aynı telden çalan ezilen ulus 'devrimcilerinden' gelen, ulusal mesele konusundaki 'bölgesel özerklik', 'federal birlik", 'dil-kültür özerkliği' biçimindeki çözüm yollan gericidir ve günümüzde 'ulusların kendi kaderini tayin hakkının' biricik doğru yorum tarzı olan 'bağımsız devlet' tezine aykırıdır. Bağımsız devlet, günün şartlarında tek doğru, doğru olduğu için de devrimci bir tez olup diğer tezler ve çözüm yolları devlet sınırlarına dokunmadığı için reformist, reformist olduğu için de gerici tezlerdir." {Kürdistan Devriminin Yolu)

KURTULUŞ 27

Page 28: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 28 EĞİTİM 23 Mayıs 1998

"AŞIĞAVATANINI SORMUŞLAR, SAZINI GÖSTERMİŞ" Anadolu'da yaşamış hemen hiçbir

ha!k aşığının "nereli" olduğu kesin ola-rak bilinmemektedir. Elbette aşıkların da doğduğu, büyüdüğü bir yer vardır. Ama bir kere sazı ellerine aldılar mı, yer-leri, yurtları yoktur. Nereye gitse sıla hasreti çeker. Aşık gezgindir. Hemen hepsi diyar diyar gezmiş, gurbette kal-mış, hatta gurbette sır olmuş gitmişler-dir. Bu yüzden sayısız yerde Anadolu halkı onları "hemşehrisi" sayar. "Şuralı" değil, "bir çok yerli"dir onlar. Doğrusu da budur; Anadolululardır. Gurbet Aşık'ın alınyazısı sayılır. Bunun için bir çok beyitlerinde gurbet ve sıla iş-lenir. Ezelden biz de binerdik Arap ata Türkü nibet çekilirdi sanata Terkettim sılayı, çıktım gurbete

AltıArapatlı beylerperi-şan(l)

16. YÜZYIL; AŞIKLAR YÜZYILI Şiirlerine baktığımızda

halk ozanlarının belirli top-lumsal dönemlerde daha bir yoğunlaştıklarını, bu dö-nemlerde etkilerinin arttığını görürüz. Osmanlı'nın işgal ve talan seferlerinde Anadolu halkına ettiği zulüm, Anadolu beylikleriyle Osmanlı'nın savaşları ve yoksul köylülerin ayaklanmaları halk ozanlarını da kavganın içine katmıştır. Yani onları etkileyen, bir anlamda orta-ya çıkartan bir hareketlenme vardır. Bu da sömürüye karşı başkaldıran halk ha-reketleridir. En ünlü, etkili aşıklar ayak-lanmaların en yoğun olduğu 16. yüzyıl-da çıkmışlardır.

Özellikle bu yüzyılda Anadolu aşık-larının halk nezdinde yeri, saygınlığı, et-kinliği oldukça büyüktür.

Tabii ki, halk ozanlarının, halk şiiri-nin tarihi bu yüzyılda başlamaz, çok es-kidir. Ancak halk ozanları hep düzene muhalif olduğundan düzen de onları yok saymıştır. Bu yok sayma ve engelle-me, resmi tarih yazımında da sürdürü-lünce onlara ilişkin bilgiler de tarih içinde yer yer belirsizleşmiştir. Halk ozanları ve halk şiiri, Osmanlı sarayından ve bey konaklarından içeri pek sokulmamış, bunun yerine egemen sınıfların zevk ve düşüncelerini yansıtan "divan edebiyatı" geliştirilmiştir. Osmanlı'nın

d i v a n edebiyatı mensupları, yani dönemin elit aydın zümresi’ de, halk ozanlarını küçümse- miş, hor- lamış, ve onlara adeta d ü şm a n

o l m u ş l a r - d ı r . Divan edebiyatı

nın nesir ve şiir yazarları, yazdıkları tarihi nitelikteki belgelerde bu düşmanlığın sonucu olarak halk ozanlarına yer vermemişlerdir. Tüm bunlara rağmen günümüze ulaştığı ka-darıyla, bu yüzyılda en iyi tanınanlar; Karacaoğlan, Keremdede, Kul Mehmet, Öksüz Ali, Hayali, Bahşi, Armutla, Çır-panh, Kulçuha, Karaoğlu, Köroğlu'dur. Fakat aşıklık 13-14.yy arasında Yunus

Emre'den 20. yy'da yaşayan Aşık Veysel'e kadar uzanan bir tarihtir. SARAY ŞAİRLERİ Pir Sultan, Dadaloğlu, Köroğlu gibi nicelerine

baktığımız zaman

tari-himizin ve

kültürümü-zün Osmanlı sarayı et rafında değil,

Anadolu top-rakla- rında

ha lk ın

s ü r - d ü r d ü ğü mücad e l e d e yoğrulduğunu görürüz. Asıl kültürü-müz Anadolu'dur, Anadolu halklarıdır.

Aynı dönemde egemen sınıfların da bir kültürü gelişir. Sanat, edebiyat ala-nında bu kültür Divan edebiyatı'nda ifadesini bulur

Bu edebiyatın ne olup olmadığı so-rusuna "adı üstünde" diye cevap verebi-liriz. Divan, padişahın huzurunda dava-ların görüldüğü yerdir. Divanı Hüma-yun da denir. Divan edebiyatı da İşte sı-nıfsal niteliğini buradan alır.

Halkla birlikte olmayan ve halktan üstünlüğünü ve ayrıcalığını koruyan egemen sınıfın şairleridir onlar. Divan edebiyatı ve şairleri, egemen ve batı kaynaklı aydın zümreden çıkmışlar ve eserlerinde de halk dilini değil, saray ve kent dilini kullanmışlardır. Biçimsel ola-rak da Arap ve Fars edebiyatının etkisi altındadırlar. Dönem dönem halkın so-runlarını dile getirseler de halk ozanları gibi halkın içinde olmamışlardır. Leyla ve Mecnun, Yusuf ile Züleyha gibi aşk destanları, kişilere hitaben şiir diliyle yazılmış methiyeler, bu edebiyatın belli

başlı eserlerindendir. Baki, Fuzuli, Ne-dim, Nef'i, Şeyh Galip gibi temsilcileri zamanında en olgun haline ulaşmıştır. Özellikle 19. Yüzyılda yaygınlaşmış, öne çıkmışlardır. 19.yy aşıkları da büyük oranda Divan Edebiyatı'nın tesiri altında kalmışlardır.

CUMHURİYET BOYUNCA AŞIKUK GELENEĞİ Ozanlık kültürü Kurtuluş Savaşı yıl-

larında da devam etmiş, Çakırcalı, Yö-rük Ali, Demirci Efe, Şahın Bey, Karayı-lan, Gizik Duran gibi halk kahramanları üzerine onlarca türkü yakılmıştır. Adı İtibarıyla çok öne çıkanlar olmasa da ge-lenek sürmüştür. Cumhuriyet sonrası için de aynı şey geçerlidir. Ozanlık kültürü ve halk türküleri çeşitli İsimler ve biçimler altında Anadolu halklarının zenginliğine orantılı olarak kendi içinde çok çeşitlilik göstermiştir. Sevda, hasretlik türküleri olduğu gibi, esas belirleyici olan mücadeleyi anlatan türküler olmuştur, Özellikle Osman-lı'nın son dönemlerinden başlayarak ulusal temelde ayaklanmalar gerçekleş-tiren Kürt halkının, cumhuriyetin he-men sonrasında devletin asimilasyon ve yoketme politikalarına karşı direnişi Kürtçe türkülerin de buna göre şekillen-mesini sağlamıştır. Kürt ozanlar, halkın çektiği acıların sonucu olarak çoğunlukla ağıt tarzında veya Kürt tarihini anlatan şiirler okumuşlardır. Kürt halkı ve Kürt dili üzerindeki yasak, bunların da belgelenmesini, kalıcılaştırılmasını neredeyse imkansızlaştırmış, Kürt halk şiir, halkın dilinde çoğu kez ozanı

belirsiz olarak yaşamaya devam etmiştir.

Kurtuluş Savaşı'nda bilhassa Alevî ve Bektaşi'lerden gelen aşıklar sazlarıyla, beyitleriyle halkı emperyalizme karşı savaşa çağırmış, moral vermişlerdir. Cumhuriyet devriyle tekkelerin, medreselerin kapatılmasına, hatta şeyhliğin ve dervişliğin yasaklanmasına, bu yasak Alevi inancı üzerinde de bir baskıya dö-nüşmesine rağmen, bu ozanlar çoğun-lukla devletle "barışık" kaldılar. Düzenin daha çok "gericiliğe karşı" görünen yan-larını esas alıp bunları desteklediler. Da-ha önce düzen karşıtı halk muhalefeti-nin sesi olan özellikle Alevi-Bektaşi ozanlarının devletle uzlaşmaya gitmeleri, Osmanlı'nın zulmünden sonra Cum-huriyete sarılmaları muhalif seslerini de kıstı. 1950'li yılların sonlarına kadar devlete, düzene yönelik bir tavırları ol-madı. Hatta fazla eleştiri bile çıkmadı. CHP'nin son döneminde düzene yöne-lik eleştiride bir iki ses gelse de bu etkin değildir. DP'nin sonlarında ve asıl ola-rak da 1960 sonrası ise eleştiri şiiri yeni-den genişledi, ozanlık geleneği yeniden canlandı.

GELİŞEN KAPİTALİZM VE AŞIKLAR Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte

ozanlık kültürü de tahribata uğramıştır. Ekonomik kaygılar ön plana çıkmış, em-peryalist yoz kültürün de etkisiyle birlik-te belli bir dejenerasyon yaşanmıştır. Kaset-plakçılık, yani piyasa türü müzik ön plana çıkmış, toplumsal türküler ye-rini halkın sorunlarıyla bağdaşmayan, kısmen arabeskleşen "türkü"lere bırak-mıştır. İsyan türküleri önce "Türkçe sözlü hafif müziğe", ardından pop'a, rock'a

kurban edilmek istenmiştir. Ancak tüm bu olumsuz örneklere karşın ozanlık kültürünün özünü yaşatan muhalif kimliğini koruyan Reyhani, Kaplani gibi halk ozanları, devrimci mücadelenin de etkisiyle halkın sorunlarına, özlemleri-ne cevap veren, toplumsal eşitsizlikleri dile getiren türküler yakmaya devam et-miş ve yozlaşmanın dışında kalabilmeyi başarabilmişlerdir.

"SORMAYAN AŞIK" VE AŞIK VEYSEL Devlet, halkın ozanlara yönelik sev-

gisini, sahiplenmesini bildiğinden, ken-dine yakın, başkaldırıyı değil, tevekkülü öğütleyen "ozan"!arı öne çıkarmaya, ■ halkı düzen sınırları içinde tutmak için onlardan yararlanmaya çalışmıştır. Devletin bu politikasının en somut ör-neklerin d en-sonuçların dan biri Aşık Veysel'dir. Aşık Veysel, halkın acılarını, sorunlarını anlattığında bile sebebini, sorumlusunu anmamış, mücadeleyi an-latan değil, suya-sabuna dokunmayan türküler yakarak gelenekten bu .yanıyla uzaklaşmıştır. Aşık Veysel, bunun karşı-lığında özellikle ölümünden sonra devlet tarafından kabul görmüş, televizyon, radyo vb. iletişim araçlarından yararlan-dırılarak öne çıkarılmıştır. Aşık Zama-ni'nin bu konuda söyledikleri, Aşık Vey-sel'i yerli yerine oturtmakla kalmaz, aynı zamanda düzeni temsil eden "ozan"lıkla gerçek ozanlık arasındaki farkı da ortaya koyar;

"Battı sapı için çattı hırsıza Dur demedi sömürücü arsıza Vatandaş muhtaçken ekmeğe-tuza Bunun nedenini sormadı Veysel Der Zamani: Veysel büyük ozandı Halkın değil, kendi derdin yazardı Sözü hançer iken kaçıp saklandı Zalimin başına vurmadı Veysel" DEVRİMCİ MÜCADELE KENDİ AŞIKLARINI YARATIYOR Kapitalizmin geliştiği süreç, aynı za-

manda devrimci mücadelenin de geliş-tiği, güçlendiği bir süreci beraberinde getirmiştir. Gelişen mücadele ise Ana-dolu aşık geleneğini yeniden güçlendir-miştir. Aşık İhsani, Aşık Kul Hasan, Aşık

Bu haklı davada olanlar gelsin Bu yolun uğrunda kanlar saçmışım Yumruğu haksıza vuranlar gelsin" Aşık Devrimi "Çürümüş düzeni kaldıracağız Haksızın haddini bildireceğiz Halkımızın yüzünü güldüreceğiz Bundan böyle sosyalizm geliyor" Aşık Haşimi "Haykır arlık dostum, bitsin bu zulüm Gerçek insanlara vız gelir ölüm Birleşmektedir, tek kurtuluş yolun Uyan, faşist sana çelme takıyor"

Aşık Nesimi "Adalet kalmadı hep zulüm doldu Geçti şu baharın gülleri soldu Dünyanın gidişi acayip oldu Koyun belli değil, kurt belli değil Deliktaşlı Ruhsati

OZANLAR, TÜRKÜLER (2)

Page 29: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 EĞİTİM 29 KURTULUŞ

Nesimi, Mahsun-i Şerif, Feyzullah Çınar gibi unlarca ozan, ozanlık geleneğini devrimci mücadele ile birleş-tirmiştir. Bu ozanlarımız üzerinde devletin baskısı çok daha yoğun olmuş, tutuklamalar, yasaklamalar ya-şamlarının bir parçası halini almıştır. Devlet bu ozan-lara düşmanlığını en somut olarak Ruhi Su örneğinde ve Sivas katliamında göstermiş, Pir Sultan'ı asanlar Nesimi Çimen'i, Hasret Gültekin'i, Muhlis Akarsu'yu diri diri yakmışlardır. Ancak tüm bu baskı ve katliam-lara karşın, yer yer etkilenmeler, düzen içi çizgilere savrulmalar olsa da ozanlar halkın özlemlerini, zulme, sömürüye karşı kavgasını dile getirmeye devam et-mişlerdir.

"Ağlayanlar gülmedikçe Haklı hakkın almadıkça Haksız hesap vermedikçe Barış

desen barışamam Görüş desen görüşemem

Sosyalizmi kurmadıkça Kurtuluşu görmedikçe Bağımsız, hür olmadıkça Barış

desen barışamam Görüş desen görüşemem"'(2)

Bu dönemde gelişen sosyalist düşünce bir çok halk ozanını da içine aldı. Gerek Alevi-Bektaşi halk ozanla-rının gerekse de kırsaldan koparak kentlere yerleşen ozanların şiirlerine girdi. Aşık toplumsallaştı. Sevgili, yar, tanrı kavramları giderek daha fazla özgürlüğe, eşitliğe, emekçiye dönüştü. Saz ozanın yareni, karde-şi değil silahı olarak anılmaya başladı. Devlete, düze-ne, mebuslara ilişkin taşlamalar politikleşerek sürdü-rüldü. 12 Mart ve özellikle 12 Eylül darbesi halk ozan-larını da sarstı. Bazıları yazıp söylediklerini inkara gi-derken bir çokları da sustu.

Günümüzde halk ozanlarının eski geleneği yoktur. Anadolu'nun bazı şehirlerinde mahalli aşıklık vb. isimlerle âşıklık yapan kimselere rastlanır. Aşıklar bay-ramı veya ülkeye özgü özel günlerde görülen bu kesim kendi çevresinde kalmış, öne çıkamamıştır. Yine Ana-dolu'nun bazı kentlerinde aşıklar kahvelerinde sazlı-sözlü atışan ozanlara rastlayabilirsiniz. Atışma biri pes edene, alttan alana kadar sürer.

Halkın mücadelesiyle bütünleşmiş ozanlık gelene-ği asıl olarak devrimci sanatçılar tarafından sürdürül-mektedir. Halkın sanatçıları, ozanları onlardır günü-müzde. Pir Sultan'ların kavgasını, geleneğini günü-müzde de canlı tutan Grup Yorum bunun en güzel ör-neğini teşkil eder.

Halkın ozanlara yönelik olumlu yaklaşımlarından faydalanmak isteyenlerden bir diğeri de gericiler ve si-vil-faşistlerdir. Bunlar devletin de desteğiyle geniş ola-naklardan yararlandırılmakta, bu şekilde halka gerici-liğin, şovenizmin, faşizmin propagandasını yapmak-tadırlar. Bunun için hazırlanan özel tv ve radyo prog-ramlarıyla yalan ve demagojiyle halkı etkilemek İste-mektedirler. Örneğin faşist Hilmi Şahballı'nın bu amaçla hazırladığı tv programıyla, Ozan Arif gibi fa-şistlerle halkın bu kültürünü, sazını kirletmeye çalış-maktadırlar. Ama bunu asla başaramayacaklardır. Çünkü ozanlık kültürünün kökü, zulme karşı başkal-dırı, isyan ve direniştir. Doğruluğu, dürüstlüğü, eşitliği öğütler. Bunun içindir ki, bu gerici ve faşistler tüm olanaklarına ve uğraşlarına karşın halk müziğini ken-dilerine maledememişlerdir.

Ozanlık kültürü, türkülerimiz bizimdir. Değil mi ki, isyan bayrağı, adaletin-onurun-erdemin bayrağı biz-lerin elinde, türküler de bizlerin dilinde olmalı; en ka-rarlısı, en boyun eğmezi, en coşkulusuyla. Derviş Ke-mal'in dediği gibi; "Saz ile, söz ile ozanlar savaşta ge-rek'lidir. Bu noktada ozanlık kültürünü ve geleneğini yaşatacak ve sahiplenecek olan da bizlerden başkası değildir. Ozanlarımız savaştaki yerlerini alacak, Ana-dolu toprakları yeni Pir Sultan'lar, Karacoğlan'lar, Kö-roğlu'lar, Aşık Devrimi'ler, Nesimiler yetiştirecektir.

(l):Karacaoglan (2): Aşık Kul Hasan*

Haramiler el uzatmış aşına Tütününe, fındığına, çayına Ne susarsın çağır can yoldaşını Dağlar başına...

1998 yılı yaş çay alımı için dev-letin verdiği taban fiyatlar açık-landı. Verilen fiyat bir kilogramı 92 bin lira. Üreticilerin beklediği daha doğrusu istedikleri fiyat ise 140 bin liraydı.

Çay üreticilerinin istediği ile verilen arasındaki rakam ortada-dır. Üreticiler neye göre belirle-mekte bu fiyatı. Elbette öncelikli olarak, tarımda girdi olarak ifade edilen gübre, ilaç, tarım araçları vb masrafları ve asgari olarak da geçimini sağlama üzerinden be-lirlemektedir. Pekiyi devlet, hükü-met neye göre belirlemektedir? O da en fazla nasıl köylüyü sömüre-ceği, soyabileceği ve anlaşmalı bir kıskaç içinde tefeci, tüccarı nasıl kalkındıracağı üzerine belirleyip hesap yapmakta, ona göre fiyat belirlemektedir, ilk günlerde alımlarda yaşananları izlediği-mizde de özel sektör ile ÇAY-KUR'un nasıl bir anlaşma içeri-sinde oldukları ortaya çıkmakta-dır. ÇAYKUR üreticiden alması gereken çayı "işleme yapmak için kontenjan yok" diyerek almıyor ya da alımı geciktiriyor. ÇAY-KUR'un belirlediği ilk kota dekar başına 15 kilo iken ürün işleme düşük çıktı denip bu miktar 10 ki-loya düşürülüyor sonra da "yağ-mur bol oldu ürün çok oldu tama-mını alamıyoruz" denerek üreti-cinin çayı alınmıyor. Sahtekarlı-ğın bu kadar açıktan yapılması yüzsüzlükten başka bir şey değil-dir. Çay üreticileri bilir ki 48 saat içinde işlenmeyen yani satılma-yan çay birinci kalite olmaktan çı-kar ve daha düşük fiyatla satılmak zorunda kalınır. .Bir yıl boyunca tefeciye, resmi tefeciler olan ban-kalara borçlan biriken çay üreticisi ise ürününü bir an önce satmak istiyor. Daha doğrusu satmak zo-runda bırakılıyor. Ve üretici özel sektöre gidiyor. O güne kadar alımları peşin yapan özel sektör ise bu fırsatı değerlendirip 3-4 ay-lık vadelerle çayı köylünün elin-den alıyor. Tam olarak sergilenen köylünün her zaman olduğu gibi kıskaca alınmasıdır.

Çay, daha çok Doğu Karadeniz

Bölgesi'ndeki halkımızın başlıca geçim kaynaklarından birisidir. İlk fidanı dikip üç yıl ürün alma-dan bekleyerek geçen zamandan sonra, bir yıl boyunca da toplaya-cağı çayın dalına bakar, toplaya-cak satacak ve borçlarını ödeye-cektir. Belki "çocuklarıma bir de bayramlık alabilirim" diye de dü-şünür. Dört gözle bekler taban fi-yatlarının açıklanmasını. Her köy kahvesinde fiyatların açıklanacağı günler yaklaştıkça tek sohbet konusu çaydır. Tahminler yapılır, umutlar dile getirilir. Ve neredeyse her sene beklenenin çok altında açıklanan fiyatlarla karşılaşır. Devlet yine yapacağını yapmıştır. Oysa hükümetler hep vaatlerle gelmiştir. Bu sene hem de ANA-SOL-D hükümetinin başbakanı "hemşerileridir" hallerini anlaya-caktır. Oysa Mesut Yılmaz ve o'nun gibileri için temel olan hiz-met ettiği efendilerinin çıkarları-dır. Tıpkı Kürdistan'da Kürt halkı-nın katledilmesine destek veren "bölge milletvekilleri" gibi. Ve açıklanan fiyatlarla Doğu Karade-niz köylüsü, her siyasi iktidarın aynı yalanları söyleyerek iktidara gelip, bu vaatlerini daha sonra unuttuğuna bir kez daha tanık ol-dular.

Köylülük giderek yoksullaşan ve göç etmek zorunda kalıp aynı açlığı kentin gecekondularında yaşayan kesimlerin başında gel-mektedir. Köylülüğün adım adım açlığa sürüklenmesinde bilinçli bir politika izlenmektedir. Çay üreticisi köylülük de bu politika-nın dışında değildir.

12 Eylül cuntasından bu yana çay fiyatlarında ciddi boyutlarda bir gerileme söz konusu olmuş-tur. Paranın değeri giderek düşer-ken verilen taban fiyatlar bunu karşılamaktan oldukça uzaktır. Rakamlarla çay üreticisinin duru-muna bir bakalım;

1979 yılında çay üreticisi bir kilo çay satıp 13.1 kilo gübre ala-bilmekteyken, 12 Eylül cuntasının gelmesi İle birlikte ilk açıklanan taban fiyatlarına göre çay üreticisi artık sattığı bir kilo çay ile ancak 3.6 kilo gübre alabilmektedir. 1998 yılına geldiğimizde geçtiği-miz günlerde açıklanan fiyatlara göre çay üreticisinin bir kilo çayı ancak 1.5 kilo gübre alabilecek duruma gelmiştir.

Bugün, her alanda bir özelleş-tirme furyasıdır gidiyor, işçiler özelleştirmenin ne demek oldu-ğunu çok iyi biliyorlar. Özelleştir-me açlık, işsizlik demektir. Devlet köylülük üzerindeki benzer poli-tikasını da direk özelleştirme yo-luyla değil de (en azından çayda şimdilik) kota, kontenjan vb uy-gulamalarla çay alımını özel sek-töre havale ederek yapmaktadır. Köylü tamamen bu "özel sektör" denen tefeci tüccarın insafına bı-rakılmaktadır. ÇAYKUR'un işleme kapasitesinin düşük olması kon-tenjan yetersizliği vb. hepsi bir gerekçeden ibarettir. Çünkü Kara-deniz köylüsü düne göre çayı da-ha fazla üretmiyor, ekili alanların miktarında önemli bir değişiklik yoktur. Ancak bugüne kadar ÇAY-KUR kapasitesini artırmak için bir girişimde bulunmamıştır. Tam tersine ithal çayların artışını teş-vik etmiş ve buna "gelişme" adını vermiştir. Bir zamanlar "tahıl am-barı" olarak bilinen ülkemizin buğday ithal etmesinin altında yatan politika da aynıdır. Her şey emperyalist şirketlerin ve onların Türkiye'deki işbirlikçileri içindir. Ve hangi hükümet gelirse gelsin değişen hiçbirşey olmamaktadır.

12 Eylül öncesinde Karadeniz köylüsünün DEV-GENÇ'lilerle birlikte örgütlediği tütün çay mi-tingleri, devrimcilerle birlikte ör-gütlenmesi ve hak arama eylem-lerine girmesinin etkisiyle bugü-ne oranla verilen fiyatlar çok daha iyi durumdadır. Ne zaman ki bu örgülülükler fiili olarak dağıtıl-mış, o zaman çaydaki sömürü çok daha katmerleşmiştir. Çaydan geçimini sağlayan 600 bin civarındaki Karadeniz köylüsü şöyle bir gerilere dönüp hatır-ladığında bu gerçeği görecektir rakamlara dahi bakmasına ih-tiyaç olmayacaktır.

Karadeniz köylüsü, çay üreticileri bugün büyük oranda örgütsüz durumdadırlar ve kar-şılaştıkları da sürekli artan sömürü ve baskıdır. Bugün yine devrimciler Karadeniz'in dağ-larındalar. Yine Karadeniz köy-lüsünün candostu dağlarını mes-ken eylediler. Tefecinin, tüccarın, devletin baskı ve zulmünün kar-şısında onlar var.

Artık çay üreticilerinin hak-larını almak, ürünlerinin kar-şılığını elde edebilmek İçin örgüt-lenmeleri bir zorunluluk haline geldi. Daha ne zamana kadar umutlarımızın yarıda kalmasının acısını yaşayacağız, daha ne kadar bir yıl boyunca büyütüp beklediğimiz çaya hükümetin verdiği komik taban fiyatlarla aç-lığa mahkum olmaya devam edeceğiz.

Karadeniz köylüsünün tarihi, geçmişi sömürüye karşı örgüt-lenip, güçlenilebileceğinin örnek-leriyle doludur. Bu örgütlülükleri yaratacak gücümüz olduğu kesin-dir.*

KÖY'DEN KÖYLÜ'DEN

Çay Taban Fiyatı Açıklandı Üreticiler Yine Açlığa Mahkum Edildiler

Page 30: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 30 İŞÇİLER 23 Mayıs 1998

24 Ara l ık’ta toplu sözleşme sürecinin tıkanması nedeniyle greve çıkan Şişe-Cam Holding'e bağlı Makina Kalıp İşçilerinin grevleri devam ediyor.

Direnişin 147. günü olan 19 Mayıs Salı günü Makina Kalıp İşçilerinin yanında olduklarını söyleyen Sağlık

Emekçileri Sendikası (SES) Aksaray Şubesi üyesi sağlık emekçileri ve Tez Koop-İş Sendikası üyesi işçiler grevde bulunan Makina Kalıp işçilerini ve ailelerini sağlık taramasından geçirerek desteklerini sundular. Saat 12:30'da bir basın açıklaması yapan SES üyesi sağlık emekçileri şunları söylediler; "İşçi sınıfı yaşantısının her alanında saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Esnek üretim, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma, sermayenin sınıfa saldırısının parçalarıdırlar."

Açıklamanın ardından "Yaşasın Sınıf Dayanışması", "Makina Kalıp İşçileri Yalnız Değildir" sloganlarının atıldı. Daha sonra sağlık taraması için Birleşik Metal-iş Sendikası Bayrampaşa Şubesi'ne gidilerek sağlık taraması yapıldı. Sağlık emekçilerinin destek için yaptığı sağlık taraması saat 14:00'a kadar sürdü.

24 Aralık'tan bu yana grevde olan Makina Kalıp işçileriyle

direnişlerinin başlaması ve gelişimi üzerine görüştük.

Birleşik Metal-İş üyesi HASAN AKSU 97' Nisan'ında 9 arkadaşımızın

işten atılmasıyla direnişe geçtik. Hepimiz bir atölyede toplandık. 36

saat iş bırakarak geceli gündüzlü iş yerinde kalarak direnişe başladık. 9 arkadaşımızın işe geri alınmasını istedik. İşveren işe almayacaklarını fakat sendikayla beraber çalışabileceklerini söylediler.. Sendika yöneticileri

tarafından direniş durduruldu ve yasal prosüdürler başladı. Sözleşme için masaya oturuldu ancak işveren oyalayıcı gerekçeler öne sürerek sözleşme süresi durduruldu ve arabulucuya gidildi. Buradan sonuç alamayınca tüm arkadaşlar ve sendika yöneticileri ile birlikte greve çıkacağımız tarihi belirledik. Ve büyük bir coşkuyla greve çıktık. Dönüşümlü olarak grev nöbeti tutarak işyeri önünde geceli gündüzlü 4 kişi beklemeye başladı. Bu grev sürecinde işveren bazı taktikler uygulamaya başladı. Burada ulaşabildiği arkadaşların bizzat evlerine giderek veya telefonla görüşerek alçakça teklifler sunarak, (memurluk statüsüne yükseltme para teklif etme) direnişimizi kırmaya çalıştı. İşverenin bu oyunu tutmayınca 30-40 kişilik bir grubu (grev kırıcıları) parayla satın aldığı insanları Tuzla'da Tezsan Fabrikası'nda çalıştıracağını söyleyerek direnişi bölmeye çalıştı. Biz bunu duyduk ve karşılarına 100'e yakın işçi arkadaşla çıktık. Sendika yöneticileri de vardı yanımızda. Bunlara müdahale ettik. Araya fabrika yönetcileri ve fabrika ile hiç bir alakası olmayan fedailer girdiler. Met Gorup güvenlik elemanları ile beraber gelmişlerdi. Bu güvenlik

elemanları bizim yanımızdaki taşeron firmamın güvenlik elemanları. Sonra bunları Metro Durağı'ndan servislere bindirerek grevde bulunan İşyerimiz Cam-İş ve Makina Kalıp Sanayi'ne çalışmaya getirdiler. Fakat umduklarını bulamadılar. Grev kırıcı işçileri serviste birlikte işyerine sokmaya çalıştılar. Biz direnişçi İşçiler olarak

müdahale ettik. Arabadaki grev kırıcılardan bir kaç tanesi bize saldırdı. Biz bunları arabadan çıkarıp dövdük. Daha sonra diğer grev kırıcılar "Bizim yerimiz işverenin yanı değil, İşçilerin yanı" diyerek pişman olduklarını söylediler ve geri sendikalarına döndüler. Bu arada fabrika müdürlerinden Sacit Gümüş "Yiyin birbirinizi köpekler" diyerek geriye çekildi. Fabrika yönetcilerinden grev kırıcılarına güvenlik konusunda sadece ben yeterim diye kendini ortaya atan yönetici kendisini kenara çekerek parayla satın aldığı işçileri satarak onları

ortada bıraktı ve dayak yemelerine sebep oldu. Ve bundan sonra grev tüm canlılığıyla devam ediyor. 147 gündür direnişteyiz.

Fakat biz grevci işçiler olarak bütün demokratik kitle örgütlerinden beklentilerimiz var. Bu beklentilerimiz grev yerine fotoğraf makinasını omuzuna atıpta bir turist gibi gelmesi yerine mümkün olduğu kadar çeşitli konularda görev alsalar, maddi, manevi her türlü yardımlarını sunsalar bizim için daha çok destekleyici olur.

Yine sendikalara da seslenmek istiyorum. Bu bizim sürdürdüğümüz grev kendi mücadelemiz değil tüm işçi sınıfını ilgilendiren mücadeledir. Fakat ne yazık ki diğer işçi arkadaşlara greve çıkış amacımız anlatılmamaktadır. Yanı başımızda bulunan Şişe-Cam'da örgütlü bulunan Kristal-İş bizim için tüm işçilerine bir günlük bir eylem

yaptırsa bizim bu grevimizin olumlu bir şekilde çabucak çözümleneceğine inanıyorum. Mersedes'teki işçi arkadaşlar bizi gördüğü zaman "oo grevde misiniz?" diye soruyorlar. Oradaki sendikanın ne kadar duyarsız olduğunu ortaya koyuyor. (Türk-İş'e bağlı Türk-Metal Sendikası) Tüm İşçi sınıfı sendikalar; bize dayatılan bu esnek üretim denilen işçi kıyımı dokuzuncu aydaki MES sözleşmesilerinde sizinde

karşınıza çıkacak. buna karşı sizi Makina Kalıp İşçileri İle dayanışmaya çağırıyoruz. Biz bu grevin zaferle bitmesi için sonuna kadar mücadelemizi devam ettireceğiz.

Birleşik Metal-lş üyesi MAHSUNİ HAN 147 gündür grevdeyiz. Grevimiz haklarımızı alana kadar onurlu bir şekilde sürecek.

Grevimizin sağlıklı bir şekilde başarıya ulaşması için diğer işyerlerinde çalışan işçi arkadaşların, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, yani tüm emekçilerin bize destek sunmaları lazım. Bizi ziyaret etmek bize güç verici konuşmaları yapmaları yetmiyor. Biz burada kendimiz için direnmiyoruz. Bütün işçi sınıfı için direniyoruz. Grevi başarıyla bitirmemiz halinde bütün işçi sınıfına mal olacak. İşçilerin kazancı olacaktır. Kendilerini

bizim yanımızda gören işçilerden beklediğimiz bulundukları işyerlerlerinde boykotlar iş bırakma eylemleri yapabilirler. Bu tür destekler sunuldukça direnişe etkisi olacak, kazanmamız daha kolay olacaktır. Bütün demokratik kitle örgütlerinden destek, dayanışma bekliyoruz, İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız.

Birleşik Metal-İş Sendikası İşyeri Temsilcisi

SALİH ÇOBAN Bu fabrikaya sendikayı direnişle

soktuk. İki gün süren bir fabrika işgalimiz oldu. İşveren yasal prosüdürü tanımak istemedi. Bu nedenden dolayı 9 arkadaşımızı işten attı. Biz de işverene fabrika işgaliyle cevap verdik. Ve toplu sözleşme görüşmeleri başladı, İşveren yine sendikayı sözde bir sendika anlayışıyla görmek istedi. Adının var olduğu fakat işlevinin olmadığı Türk-Metal gibi bir sendika. Bizimde buna cevabımız tepkisel olarak grev oldu. Biz şu anda grevde bütün sosyal haklarımızla birlikte demokratik haklarımızı da istiyoruz. Bunun için de mücadeleye devam edeceğiz. Mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. *

MAKİNA KALIP İŞÇİLERİNİN GREVİ

Salih Çoban

Mahsuni Han

Hasan Aksu

Page 31: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 TARİHİMİZ 31 ! KURTULUŞ

Sınıflar mücadelesin-de başvurulabilecek ey-lem biçimleri çok çeşitli-dir. Bunlar döneme, ko-şullara, eylemin konusu-na göre değişirler. Her-hangi bir eylem biçimi kendi başına doğru veya yanlış değildir. Onu doğ-ru veya yanlış yapan za-manında, yerinde yapı-lıp yapılmamasıdır.

İşgal, ülkemizde çe-

Eski-şehir Ana-dolu

Üniver- sitesi'nde 29 Mayıs'ta gözaltında kayıplara ve katliamlara karşı tüm devrimci ve demokrat öğrencilerin katıldığı bir imza kampanyası başlatıldı. Polis ve sivil faşistlerin imza masa- larına saldın girişimin-de bulunmaları öğren-cilerin kararlı tutumları ve barikat kurarak di-renmeleriyle boşa çıka-rıldı. Öğrenciler daha

sonra

rektörlüğe kadar yürüdüler.

1 Haziran'da ise 300 öğrencinin açtığı imza

masalarına Terörle Mü-cadele timleri ve çevik kuvvet saldırdı. Saldırı sonucunda 16 kişi gö-zaltına alınırken İki öğ-renci de yaralandı. Bu-nun üzerine öğrenciler CHP binasını İşgal ede-rek gözaltına alınan arkadaşlarının serbest bırakılmasını istediler. İşgal gözaltına alınan 16 öğrencinin serbest bırakılmasıyla sona er-di.

KAYIPLAR İÇİN İ ŞG A L

şitli halk kesimlerinin zaman za-man başvurduğu etkili ve aktif mücadele biçimlerinden biridir. Düşman ve kamuoyu üzerinde etkili bir biçimdir. Egemen sınıf-lar bunu bildiklerinden bu tür ey-lemleri oldukça ağır cezalarla en-gellemeye çalışmaktadırlar. An-cak yaygınlaşması ve kitleselleş-mesi durumunda bu meşru ey-lemlere ilişkin düşmanın yapabi-leceği fazla da bir şey yoktur.

İNSANCA YAŞAM İÇİN İŞGAL

29 Mayıs 1995 Mayıs 1995'te Eminönü Belediyesi'nden atılan 259 işçi, haklarını elde etmek için

eşleri ve çocuklarıyla birlikte direnişe geçmiş, bir çok eylem hayata geçirmişlerdi. Düzen partilerinin binalarının basılıp, işgal edilmesi de bu eylem biçimlerinden biriydi.

İşçiler ve aileleri direnişin İlk günlerinden ANAP Eminönü İlçe binasını işgal ederek taleplerini duyurmaya çalıştılar.

Ardından 29 Mayıs'ta direniş yerleri olan Eminönü Belediyesi önünden CHP Laleli ilçe binasına doğru yürüyüşe geçtiler ancak polisin engellemeleriyle karşılaşınca Eminönü Belediyesine geri dönmek zorunda kaldılar. İşçiler ve aileleri pes etmeyerek CHP Eminönü ilçe binasına ulaştılar ve İşgal ettiler. 5 saat süre işgal işçilerin taleplerinin kabul edilmesiyle sona erdirildi

İŞ İÇİN İ ŞG A L

Eskişehir'de işten atılan ve tekrar geri alınma sözü verildiği halde işe

alınmayan 14. Bölge ve Köy Hizmetleri İl Müdürlüğüne bağlı işçiler, 24 Mayıs'ta işlerine tekrar geri dönmek için DYP Eskişehir İl binasını İşgal ettiler, İşçiler sorunlarına çözüm bulunamadığı taktirde açlık grevine başlayacaklarını belirterek işgale son verdiler.

24 Mayıs 1991- Olağanüstü Hal Bölgesi Asayiş Kolordu Komutanlığını yapan Korgeneral İsmail Selen İle Siirt 11 Jandarma Alay Komutanlığı

yapan Tuğgeneral Temel Cingöz Kür-distan'da Kürt halkına uygulanan baskı ve

katliamlardan sorumlu olduklardan dolayı Devrimci Sol tarafından cezalandırıldılar.

27 Mayıs 1980- Devrimci Sol'un faşist teröre kar-şı başlattığı "Faşist Teröre Karşı Mücadele Kampan-yası" çerçevesinde toprak ağası, sermayedar, kaçak-çı, faşist şef Gün Sazak 27 Mayıs 1980'de Devrimci Sol savaşçıları tarafından cezalandırıldı.

27 Mayıs 1995- Almanya'nın Köln kentinde DHKC Avrupa Örgütü, MLKP-K, YÜK, TKP-ML, YDB, Direniş Hareketi ve TKP-Kıvılcım tarafından gözal-tında kayıpları protesto etmek amacıyla ortak yürü-yüş ve miting düzenledi. Mitinge 2500 kişi katıldı. 27 Mayıs 1997- MLKP tarafından cezalandırılan

itirafçı Ka-sım A-çık'ın 21 E k i m 1995'den

beri kayıp olan Düz-gün Te-kin'i katle-dip Çadır-k e n t ' t e ç ö p l ü ğ e gömdük,

leri şeklin-deki İtiraf-ları doğ-

rultusunda harekete geçen Haklar ve Özgürlükler Platformu, DKÖ'ler, sendikalar, avukatlar ve aileler Çadırkent'te Düzgün'ü arama çalışmalarına başladı-lar.

28 Mayıs 1995- Devrimci Halk Güçleri Nurtepe direnişinden sonra artan polis baskılarını protesto etmek amacıyla 28 Mayıs'ta Güzeltepe'de bir gösteri düzenlediler. Güzeltepe minibüs son durağında yolu molotoflarla trafiğe keserek düzenlenen gösteride polis baskıları protesto edildi.

28 Mayıs 1996- DHKC Dersim İbrahim Erdoğan Kır Silahlı Propaganda Birliği Komutan lığı'na bağlı gerillalar Hozat-Elazığ yolu üzerinde Hıdırdamı mev kiinde düşmana saldırdı. Saldırıda düşman iki ölü ve bir çok yaralı verirken gerilla kayıp vermeden çekildi.

29 Mayıs 1996- Diyarbakır Hapishanesinde 25 Nisan'dan beri açlık grevinde olan tutsaklara karşı aç lık grevinin 35. gününde hapishane idaresi, savcı, as ker ve doktorların katıldığı bir saldırı düzenlendi. Sal dırıda 19 tutsak yaralandı.

30 Mayıs 1995- İTÜ'de Kayıp Aileleriyle Daya nışma Komitesi tarafından kayıp ve katliamları pro testo etmek amacıyla yapılan forum, polisin 3 öğren ciyi gözaltına alması sonucu Metalürji Fakültesinin işgal edildiği ve saatler süren bir direnişe dönüştü.

30 Mayıs 1995- Pir Sultan Abdal Derneği'nin İs-tanbul'daki tüm şubelerinde gözaltında kayıpları, katliamları, Erzurum ve diğer hapishanelerdeki bas-kıları protesto etmek amacıyla 29 Mayıs'ta süresiz aç-lık grevi başlatıldı.

Mayıs 1993- Diyarbakır Belediyesinde çalışan 2170 işçi, belediyenin işçi düşmanlığını protesto et-mek amacıyla 7 gün boyunca iş bırakma eylemi yap-

tılar.

İŞGALLER: ETKİLİ BİR EYLEM BİÇİMİ

GÖZALTILAR İÇİN İŞGAL

EKMEK İÇİN İŞGAL

ESHOT İşçileri maaşlarının ödenmemesi, az veya geç ödenmesi nedeniyle İnsanca bir yaşam için atölyeleri ve fabrikaları işgal ettiler. Sendika "işçiler eylemden yoruldu" gerekçesiyle daha geri eylem hazırlığı içerisindeyken, "yorulmadık, işyerlerini terk etmeyeceğiz" diyen işçiler, devrimci işçilerin öncülüğünde ana atölye olan Troatölye ile Bornova, Karşıyaka, Mürselpaşa, Buca, Basma-ne atölyeleri ve havagazı fabrikasını işgal ettiler.

işyerlerini terk etmeyen işçiler ailelerini arayarak "bu akşam size ekmek getiremiyoruz, biz de eve gelmiyoruz" dediler. Sabaha kadar süren işgal boyunca İşçiler çeşitli konularda tartıştılar, kitap, dergi okudular, türküler

İ

Almanya Devrimci Halk Güçleri, Tfaşist iktidarın kaybetme politikasını protestoNurtepe halkının Devrimci Halk Kurtuluönderliğindeki direnişini desteklemek amMayıs'ta Almanya'nın Köln, Stuttgart kentlerinde işgal eylemleri gerçe

Köln'de Türk Alman İşadamları Dernekleri Almanya Fe-derasyonu binası işgal edilirken aynı saatlerde Stuttgart'ta-ki Ziraat Bankası Şubesi ve Berlin'de SAT 1 adlı televizyon kanalı işgal edildi.

Page 32: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998

KIZILAY DİRENİŞİ REFORMİZME VE KESK

YÖNETİMİNİN UZLAŞMACI POLİTİKALARINA

MEMURLARIN VERDİĞİ CEVAPTIR

Yeniden, Nisan 98 tarihli 34. sayı-sında "Kızılay direnişi, geleneksel sola da verilen bir cevaptır!" ve "Yeni bir süreçte KESK" başlıkla iki yazıyla KESK yönetimini ve onun reformist, icazetçi çizgisini sahiplenip savunmaktadır; yazılarda herkesin gözünün içine baka baka hiç utanıp sıkılmadan gerçekleri ters yüz etmeye çalışarak 4 Mart Kızılay direnişini reformizme (esas olarak da tabii ÖDP-DY'ye) maletmeye çalışmaktadır.

ÖDP/DY=KESK YÖNETİ-Mİ = REFORMİZM

ÖDP-DY'nin reformist KESK yöne-timini sahiplenmesinden doğal bir şey olamaz. Bunu hiç kimse de garipse-mez. Aksine tersi olsaydı şaşırmak ge-rekirdi. Çünkü herkes bilir ki, KESK'in reformist çizgisine ele geçirdikleri kol-tukları sayesinde yön veren ÖDP-DY'dir. Yani ikisi aynı elin parmaklan gibidir. Dolayısıyla Yeniden'in KESK'in bugüne kadar izlediği politi-kaya methiyeler dizip, muhalif sesler-den rahatsız olması da gayet anlaşıla-bilirdir.

Ancak, KESK'i kuruluşundan itiba-ren adım adını sağa çekip kendi refor-mist çizgisine oturtmayı başaran, dünden bugüne devletle hep karşı kar-şıya gelmekten kaçan, ne kadar uzlaş-macı bir çizgiye sahip olduğunu gös-termek için KESK Kurultayı'na eli kanlı katil faşist MHP yöneticilerini çağır-maktan Gazi katliamının ardından - halk ayağa kalkmışken KESK mitingini tepeden İnme kararla iptal etmeye ka-dar her türlü numarayı çeviren, 4 Mart Kızılay direnişinde eylemden ka-çan reformizmin neden Kızılay dire-nişine sahip çıkmaya çalıştığını me-murlar anlamakta epeyce zorlanacak-lardır. Hele ki I Mayıs'ta KESK yöneti-cilerinin ve ÖDP'lilerin MGK sendika-cıları ve devletle yaptıkları işbirliğini

gördükten sonra bunu anlamaları hepten zor olacaktır.

KIZILAY DİRENİŞİ REFORMİZM VE KESK YÖNETİMİNE RAĞMEN GERÇEKLEŞMİŞTİR Reformizmin 4 Mart direnişine sa-

hip çıkıyor görüntüsü vermeye çalış-masının tek nedeni eylemin kumu emekçileri ve halk üzerinde yarattığı sempatidir. ÖDP-DY Kızılay direnişi ve direnen kamu emekçileri üzerin-den siyasi çıkar, rant peşinden koşu-yor. Tıpkı CHP'nin yapmaya çalıştığı gibi.

Oysa direniş öncesinde, direniş gü-nü ve hemen sonrasında yaşanan ge-lişmeler reformizmin tersyüz edeme-yeceği kadar çıplaktır.

Yeniden'de "4 Mart'ta KESK üyeleri-nin Kızılay'da gösterdiği özverili, di-rençli ve kararlı tutumu, bütünlüklü, uzun süreli bir çalışma inancı ve ka-rarlılığı üzerinden ortaya çıkmıştır" deniyor. Çok doğru, kelimesi kelimesi-ne katılıyoruz. Ancak, maalesef Yeni-den'in çarpıtmaya çalıştığının aksine 4 Mart direnişini ortaya çıkaran özverili, dirençli ve kararlı tutumu gösteren KESK üyelerinin içinde ÖDP-DY'liler ve KESK yöneticileri yoktur. Onlar da bütünlüklü, uzun süreli bir çalışma ve bir kararlılık göstermişlerdir elbette, hem de KESK'in kuruluşundan bu ya-na. Ama o uzun süreli, bütünlüklü, ka-rarlı çalışma 4 Mart gibi direnişleri or-taya çıkarmak, örgütlemek için değil, böylesi direnişlerin ortaya çıkmasını engellemek için olmuştur hep.

ÖDP-DY boşuna direnişten kendi-sine pay çıkarmaya kalkmasın. Çünkü böyle bir direnişi örgütlemek anlayı-şıyla oraya gelmemişlerdir ve saldırı başlar başlamaz da büyük çoğunluğu meydanı terkedip kaçmışlardır.

Devrimci memurlar Kızılay direni-şinden aylar öncesinden sahte sendi-ka yasasını tartışmaya başlamışlar ve işyerlerinde buna yönelik çalışmalar başlatmışlardı. Sonuçta KESK yöneti-minde tabanın baskısıyla basın açıkla-maları, telgraf çekme, parti binaları önlerine siyah çelenk bırakma, 4-5 Mart'ta iş bırakma gibi kararlar alındı. Ama hemen her süreçte olduğu gibi bu eylemlerin hayata geçirilmesini de kendiliğindenciliğe bırakan KESK yö-netimi 4-5 Mart'ta iş bırakma eylemi çalışmasını da sürüncemeye bıraktı. GYK'da alınan kararların üzerine MYK'da sünger çekildi. GYK da MYK'nın bu tutumuna sessiz kalarak onay verdi

Ne zamanki hükümet KESK'teki bu tutarsızlık ve sessizlikten yararlanıp alelacele sahte sendika yasasını ko-misyonda onaylayıp meclise indirdi, bunu duyan ve o güne kadar devrimci memurların uyanlarını dikkate alma yan KESK yönetimi 2 Mart akşamı, o güne kadar sürüncemede bıraktığı 4-5 Mart'taki iş bırakma eylemini hayata geçirme kararı aldı. Ama bu kararda bile icazet, uzlaşmacılık baştan ha kimdi. Hiç bir gerekçenin ardına sığın madan açıktan iş bırakma çağrısı yap-ma ve bunu örgütleme sorumluluğu-nu üstlenme yerine belirsizlik ve ken-diliğindenciliğe bırakma hakim anla yıştı. Bu ise Eğitim-Sen başta olmak üzere özellikle reformizmin yöneti minde olduğu sendikaların yalnız baş-larına iş bırakma kararı alamamaları na bunun yerine sevk, izin, rapor al-ma gibi yöntemlerle üretimden gelen gücün kullanılması (!) yoluna sapılma ına neden oldu. Bu hem memurlar arasında çeşitli tartışmalara, güvensiz-liklere ve bölünmelere neden olan hem de eylemin gücünü oldukça za-yıflatan bir tutumdu. Tüm bu olum-suzluklara ve reformist KESK yönetici-lerinin sorumsuzluğuna rağmen dev-rimci memurlar bulundukları İşyerle-rinde ve sendika yönetimlerinde eyle-me en geniş kitleyi katmak için azami çabayı gösterdiler.

REFORMİZM KIZILAY DİRENİŞİNDEN KAÇMIŞTIR 4 Mart günü devletin kamu çalı-

şanlarının önüne diktiği barikatlar aşı-lırken, Kızılay'da polis saldırısı karşı-sında direnişin en önünde yer alan ve kitlenin dağılmaması için en büyük çabayı harcayan devrimci memurlar-dı. Saldırının ardından dağılan kitleyi yeniden toparlamaya çalışan, direnişi sokak sokak sürdüren ve ertesi gün Kı-zılay meydanını tekrar fethetmeye çı-kan, kitleyi direnişe motive eden yine

devrimci memurlardı. Peki o sırada KESK yöneticileri ve

ÖDP-DY'liler ne yapıyordu? Yaşadıkla-rı tam bir panikti. Ürkmüşlerdi ve tek bir şey için uğraşıyorlardı; bir an önce eylemi bitirmek, kitleyi geldikleri yer-lere göndermek.

Ne yazıyor Yeniden'de KESK Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Sekreteri Hasan Hayır'ın ağzından: "... direniş akşamı yapılan değerlendirmede, devletin gazlı-bombalı, saldırısıyla yasayı kabul ettirme şeklindeki tutumunun kamuoyu ve toplum tarafından reddedildiği, KESK taleplerini kavrama ve savunma konusunda geniş bir meşruiyet ilişkisi üzerinden bir haklılık yarattığı ve KESK üyesi olsun, olmasın geniş emekçi kesimlerde grevli-toplu sözleşmeli sendika talebinin bilince çıktı- ' ğı üye olmayanların bile taraf olduğu tespitleri aktarıldı.

Buraya kadar bir şey yok. Haklılık, meşruluk, geniş emekçi kesimlerde grevli-toplu sözleşmeli sendika talebi nin bilince çıkması, üye olmayanların bile taraf olması... yani bir eylemin sürdürülmesi ve talepte ısrar etmek İçin hemen tüm uygun koşullar var. Ama KESK yöneticileri bu uygun ko-şulları değerlendirip, direnişte ve ta lepte ısrarlı davranmayı düşünmüyor-lar. Tabii bunun gerekçesi de hazır: "Ayrıca, hükümetin muhtemelen ger ginliği tırmandırarak KESK' in haklılı ğını zedeleyen bir tutum alacağı..." Re-formizm gerginliğin tırmanmasından korkuyor. Asıl karakteri hemen ortaya çıkıyor: korku ve direnişten kaçış. Tek düşündüğü bedel ödemeden, gerginliği artırmadan sorunu bir uzlaşma yolu bularak "çözmek(!)" Tabii direniş sıra-sında uzlaşmanın gittiği yer teslimiye-te dönüşüyor.

"Bu değerlendirmeler ışığında, Kı-zılay direnişi ile amaçlanan hedefe ulaşıldığı..." söyleniyor.

Sahte sendika yasasının maddeleri mecliste görüşülmeye devam ederken hangi amaca ulaşılmıştır? Memurlar Ankara yoluna çıkarken amaçları sahte sendika yasasını meclisten geri çektirerek iptal ettirmek ve grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkının kabul edilmesi için hükümete baskı yapmak değil miydi? Bu amaca ulaşılana kadar eylem sürdürülmeyecek miydi? Yeniden'ciler bunları es geçiyor. Onlara göre memurlar Ankara'ya sırf pro-paganda yapmak, seslerini kitlelere duyurmak için gelmişlerdir.

"Ankara'da bulunan kitlenin illeri-ne gönderilerek, ertesi gün, 'üretimden gelen gücün kullanılması' ve alan fa-aliyetlerinin daha etkin ve daha kitle-sel yapılması' kararının TÜRK-ÎŞ Top-lantı Salonu'nda bir basın toplantısı ile kitleye aktarılması kararı alındı."

32 MEMUR

KURTULUŞ

Page 33: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 MEMUR 33 KURTULUŞ

Hani kitlenin inisiyatifi, hani sen-dikal demokrasi, hani "söz ve karar ta-banındı? Kime sorulup alındı bu ka-rar? Daha önce alınan karara ne oldu? Kızılay direnişinden önce sendikalara iletilen karar metninde Ankara'da iki gün kalınacağı, eylemin daha ileriye de uzatılabileceği, bunun ikinci günün sonunda belli olacağı yazmıyor muy-du?İşine gelmeyince alelacele ayaküstü kararları değiştirmek ne kadar da kolay oluyor.

Tabii reformizm Ankara'ya gelirken 4 Mart'taki gibi bir saldırının olabile-ceğini ve böyle bir direnişin yaşanabi-leceğini düşünmüyordu. Onun için saldırının hemen ardından panik ve korku içinde direnişi bir an önce bitir-mek ve kitleyi dağıtarak evlerine gön-dermek için hızla kararlar aldılar. Hatta kararlardan Önce eylemi bitirme kitleyi dağıtma çabalarını başlattılar. Oysa KESK yöneticileri eylemi bitirme ve kitleyi dağıtma kararları alırken sal-dırıyı öğrenen Ankara dışındaki bir çok ilden binlerce memur Ankara'ya gitmek için yola çıkma hazırlığı yapı-yordu.

Hızla telgraflar çekildi. Kimsenin Ankara'ya gelmemesi istendi ve Anka-ra'daki kitle geri gönderilmeye başlan-dı. Ertesi gün tekrar Kızılay Meyda-nı'na çıkmak için bir araya gelen me-murlar polis engelinden önce refor-mizmin barikatıyla karşılaştılar. Sen-dika bürokratları devletle anlaşmış ve Kızılay Meydanı'na gitmeyecekleri ko-nusunda uzlaşmışlardı.

Sonra ne oldu? Ankara'daki direniş bitirilirken güya KESK yöneticilerine göre "Bundan böyle eylemler, Türki-ye'nin her ili Ankara kabul edilerek, daha yaygın, daha kitlesel ve Anka-ra'ya gelemeyen üyelerin ve diğer top-lum kesimlerinin de katılabileceği bir tarzda il merkezleri esas alınarak yapı-lacaktı". Peki yapıldı mı?Yok. Çok daha alt düzeyde birkaç eylemlilikten sonra memurların ayağa kalkışı balon gibi söndü gitti. KESK yöneticilerinin iste-diği de buydu zaten. Onun için "Bu ey-lemlerin illerdeki şubeler aracılığıyla sürdürülmesi kararlaştırıldı". Böylece KESK yönetimi illerde yapılacak ey-lemlerin sorumluluğunu da üzerinden atmış oluyordu. Eylem kararı alınır-ken, iptal edilirken bildiğini oku, kitle-yi, sendika şubelerinin taleplerini, önerilerini dikkate alma; onun yerine en koyu merkeziyetçiliği, dayatmayı uygula, sıra eylemleri uygulamaya ge-lince topu başkalarına at, sorumluluk-tan kurtul. Sonra olumlulukları kendi-ne yontmaya çalış, olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tut. Ne güzel bir demokratik işleyiş!

MEMURLAR KESK'İN REFORMİST-İCAZETÇİ POLİTİKALARINI AŞMADAN SENDİKAL HAKLARINA

KAVUŞAMAYACAKLARDIR Hasan Hayır, "Bir kesim MYK üyesi ise anlamsız bir gerilim politikasıyla, KESK'in meşruiyetini zorlayacak bi-çimde 'Kızılay' diye ısrar ederek MYK'yı tekrar oylamaya zorladılar. MYK'dan istedikleri kararları çıkartamayınca

da, örgütün genel eğilimlerini, duygu ve düşüncelerim hesaba katmadan, KESK'in hukukunu ve örgütsel birliğini bozacak açıklamalar ve davranışlarda bulundular", diyor.

Hem bir yandan 4 Mart Kızılay di-renişine sahip çıkıyormuş gibi davra-nacaksın hem de Kızılay'da ısrar etmeyi "meşruiyeti zorlama" olarak göre-ceksin. Açıktır ki burada meşruiyetle kastedilen memurların ve halkın gö-zünde KESK'in meşruluğu değil, oli-garşinin gözündeki meşruiyettir. Me-selenin esası da budur. KESK yönetimi de, ÖDP-DY de hiçbir zaman 4 Mart Kızılay direnişinde olduğu gibi devletle karşı karşıya gelmeyi istemez. Kızılay direnişi onlara rağmen bir kere ol-muştur. İyi de olmuştur. Bir yerde KESK'in de giderek yitirdiği prestiji, namusu kurtarılmıştır. KESK refor-mistleri bundan neden faydalanmasını ama yeni Kızılay direnişlerini de en-gellemek gerekir. Çünkü beyinleri oli-garşinin yasalarıyla, düzenin icazet sı-nırlarıyla çerçevelenmiştir. Bu kafaya sahip olanlar ne Kızılay direnişini da-ha ileriye taşıyabilirler, ne de bugüne kadar kazanılan hakların "radikal sa-vunucusu" olabilirler.

"Örgütün genel eğilimleri, duygu ve düşünceleri" dedikleri kendi icazetçi, uzlaşmacı eğilimleri, korkuları ve re-formist düşünceleridir. Kendileriyle duygu ve düşünce birliği içinde olma-yanlar ise onlara göre birliği bozucu-durlar. Kendilerini eleştiren, zorlayan devrimcilerden oldukça rahatsızdırlar. Rahatsız etmeye devam edeceğiz. Devrimci Memur Hareketi memurla-rın taleplerinin ısrarlı savunucusu ve dayatıcısı olmaktan hiç vazgeçmeye-cek, teslimiyetin hesabını sormaya de-vam edecektir.

Hiç kimse 4 Mart Kızılay direnişleri yeniden yaşanmadan, bu direnişleri büyütüp yaygınlaştırmadan grevli top-lu sözleşmeli sendikal hakkın alınabi-leceği hayaline kapılmasın. Oligarşi-nin bu konuda ki tavrı çok nettir. Te-kelci burjuvazi, MGK tavrını çok açık ortaya koymaktadır. Memurlara sendi-ka adı altında işlevsiz bir dernekçilik dayatılmaktadır. Bunu ne MGK'ya no-terlik görevi yapan parlamento değiş-tirebilir, ne de reformizmin burjuva partileriyle kurduğu iyi (!) ilişkiler. Ka-zanmanın tek yolu vardır; O yolu Kızı-lay direnişi göstermiştir. Bu yolu red-dedenler sendikal hakları kazanmanın önünde barikat görevi görmekte, kit-leyi oyalamaktadırlar. KESK yönetici-lerinin ve reformizmin yaptığı da bu-dur. Bu barikat aşılmak durumunda-dır. Aksi takdirde pusuda bekletilen sahte sendika yasasının meclisten geçmesini engellemek de mümkün olamayacaktır.

Barikat memur kitlesinin söz ve ka-rar hakkını kullanmasını sağlayabil-mekten, sendika bürokrasisinin zincir-lerini kıracak, inisiyatif ve iradesini or-taya çıkaracak örgütlülüğünü sağ-layabilmekten geçmektedir. Sendika üyesi olsin olmasın memurların ör- gütlü gücünü, tabanın iradesini ortaya çıkaracak olan meclislerin bunda oy-nayacağı önemli rolü, işlevi görmek gerekir.*

Kurtuluş muhabiri SES Adana Şubesi Başkanı'na, "1 Mayıs hazırlıkları sırasın-da Haklar ve Özgürlükler Platformu'nu NEDEN dıştalamaya çalıştıklarım" soru-yor. Devlete karşı emekçilerin haklarını savunacak bir sendikanın başkanı, biraz ıkınıp, sıkıldıktan sonra "NEDEN" soru-sunun asıl cevabını veriyor: "Sonuçta biz devlete bağlıyız. Onların kararlan dışı-na çıkamayız"...

Adana SES Şube Başkanı sonuçta

devlete bağlı olduklarını, devletin karar-larının dışına çıkamayacaklarını açıkça söyleme cesaretini gösteriyor. Ama bu bir ANLAYIŞTIR. Ve ne yazık ki, sadece bu sendikacıyla sınırlı değildir. KESK, DİSK, EMER ÖDP 1 Mayıs'ta Abide-i Hürriyet'i seçerek bu anlayışın gerçek sahibi ve savunucusu olduklarını göster-mişlerdir.

1 Mayıs tartışmalarının özündeki so-run da budur işte. Devlete bağlı olmak ve devletin kararlan dışına çıkamamak.

Devlet, 1 Mayıs 98'te halkı ve devrim-cileri alana almayacaksınız demiştir. Bu bir emirdir ve devlete bağlı olanlar bu emri ikiletmeden yerine getirmişlerdir Devrimcilerin alana sokulmaması için her tür oyunu devletle birlikte tezgahla- mışlardır. Başka türlü olması yüzlerini burjuvaziye değil, halka döndüklerini gösterirdi. Bu kesimler geleceklerini halk saflarında görmedikleri için halka ve devrimcilere sırtlarını döndüler. Çünkü hiçbirinin devletin kararlarının dışına çı-kacak niyeti ve cesareti yoktur.

Bu kesimler, "alana herkes girmeden programı başlatmayacağız" karan al-mışlardır. Ama devletin kararı başkadır. O zaman hemen kendi kararlarını çiğne-yerek programı başlatırlar. Henüz dev-rimciler alana girmemiştir. Kendi karar-larını çiğnemekte sakınca görmezler. Bu bir alışkanlıktır. Önce "Taksim'de ısrar e-deceğiz" deyip yüz geri etmek gibi. Bir kez daha devletin kararlarının dışına çık-mazlar. Çıkamazlar değil, çıkmak iste-mezler. Çünkü Cephe onların da korku-sudur. Onbinler Cephe bayraktan altın-da saf tutmuş yürümektedir. Bu güç kar-şısında acizliklerinin görülmesini iste-mezler. Cephe, kırılmalı, ezilmeli hatta yapılabiliyorsa yokedilmelidir ki, rahat

rahat politika yapsınlar. İşte bu tavır devrimcilere ve halka

karşı olmadır. Cephe'ye alınan bu tavır reformizmin tercihini gösteriyor. Refor-mizm için 1 Mayıs yol ayrımıydı. Bu yol-da "ya halktan yana olunacaktı ya devlet-ten yana." Reformizm tercihini yapmış-tır.

Cephe'nin 1 Mayıs öncesinde, bu ke-simlere yönelik olarak yaptığı "MGK'ya daha fazla yedeklenmeyin, halkın, dev-

rimcillerin yanında olun"çağrıları, uyarı-ları cevapsız kalmıştır. Onlar tercihlerini halka karşı MGK'nın yanında yer almak-la yapmışlardır.

Daha önce söylemiştik. Bu yol, yol değil diye. Çünkü MGK'ya yedeklenme-nin, düzenin batağında saplanmanın so-nu yoktur. MGK bununla da yetinmeye-cektir. Daha fazlasını isteyecektir, İste-miştir de. 1 Mayıs'ta, reformistlerin dev-rimcilerle yan yana olmamasını yeterli görmemiş, onları devrimcilere KARŞI TAVİR ALMAYA, MGK planının aktif bir unsuru olmaya zorlamış ve istediğini el-de etmiştir. Bundan sonra da yetinmeye-cek, hep daha fazlasını isteyecektir. Ta ki, CHP çizgisine, sıradan bir düzen par-ti 1 noktasına, katliamları onaylayacak, devrimcilere karşı açık tavır alacak bir noktaya getirinceye kadar.

Reformizm bugün sadece elini MGK'ya kaptırmakla kalmamış artık MGK'nın emir eri durumuna düşmüştür

Ancak CEPHE, reformizmin, MGK solcularının oyununu bir kez daha boz-muştur. Bu kesimlerin MGK'cı yüzü hal-ka gösterilmiştir. Bundan sonra da oyun-larını bozacaktır.

Devlete bağlı olarak ne işçilerin, me-murların, ne öğrencilerin, gecekondu yoksullarının hakları savunulamaz. Dev-lete' bağlı olarak demokrasi mücadelesi verilmez. Bu noktada CEPHE her kesimi saflaşmaya daha fazla zorlayacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Bundan sonra da her alanda saflaş-ma sürecektir.

Ya halktan yanaşınız ya da devletten yana.

Kabul etseniz de etmeseniz de saflaş-ma bu eksende sürecektir.*

"SONUÇTA BİZ

DEVLETE

BAĞLIYIZ!.."

Page 34: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 34 MEMUR 2.1 Mayıs 1998

Kamu Emekçileri Mücadelesi içinde pek çok farklı sendikal anlayış vardır ve olması da zenginliktir. Her sendikal anlayışın kendine göre bir mücadele yöntemi vardır ve hedefleri vardır ve bunları geliştirmeye çalışır. Aslında bunlar mücadele seyri içinde İki sayfa top-lanmıştır. Reformist ve devrimci sendikal an-layışlar.

Sendikalarımızda yapılan ittifaklar ve bir-likler bu anlayışlar çerçevesinde yapılmalıdır. Amaç güçlerin birleştirilip her türlü sarı sen-dika oluşumların ve uzlaşmacı yaklaşımların önüne geçmek olmalıdır.

Devrimci Memur Hareketi olarak sendikal mücadeleyi devrimci sendikacılık ilkeleriyle " ilk baştan olma misyonumuzu ittifaklar, bir-likler konusunda da sürdürdük. İlk saldırıları tek başımıza göğüslerken dahi uzakta kalıp seyredenleri birlikte mücadeleye çağırdık. Tabi ki uzak durmalar Devrimci Memur Hereketini hiçbir zaman güçsüzleştirmedi. Çünkü biz gerçek birliğin kamu emekçilerinin tabanda yapacağı birlik olduğu gerçeğiyle hareket ettik. Dürüst, ilkeli herkesle anlayış ve düşün-celerine bakmadan programlar çerçevesinde birlikte davrandık.

Kamu emekçileri içerisinde Devrimci Güç birliğinin ilk adımlan Devrimci Memur Hare-keti tarafından atılmıştır. Devrimci sendikacılık ilkeleri çerçevesinde oluşan bu birlik ne yazık ki küçük çıkarlar uğruna reformizmle iş-birliği yapılarak İşlemez hale getirilmiş, sadece seçimlerle sınırlı kalmıştır. Güçsüzlerin zo-runluluktan kaynaklı bir birlikteliği olarak görülen bu birlik, kendime güven temelinde programlar ortaya koymadığı gibi, emeğe da-yanmayan bir rekabatçilikle karşı karşıya bı-rakılmıştır. "Ben yapmıyorsam oda yapma-sın" ya da "Şuna mal olur" mantığıyla tam bir tıkanma yaşanmıştır. DMH olarak çekildiği-miz bu birlik, özellikle SES içinde birbirine tu-tunarak var olma çabasıyla, yine yönü belirsiz bir şekilde devam ettirilmeye çalışılmaktadır.

Yurtsever kamu emekçileri ile ilkeler ve program bazında oluşturduğumuz birlik ise hiç işlemeyen bir birlik olarak tarihe geçmiş-tir. Kendi politikalarına göz tarpan herkesle, hiçbir nitelik aramadan işbirliği yapan yurtse-verler, programımızı hayata geçirmek için hiçbir adım atmadığı gibi verdiği sözleri tut-mamış, özellikle geçen SES Genel Kurul'unda bunu üst sınıra taşımışlardır.

Yurtsever kamu emekçilerini devrimciler-le birlikte davranmaları ve devrimci sendika-cılık ilkelerini savunmaları için defalarca uyarmamıza rağmen ciddi bir adım atılama-mıştır.

Devrimci Memur Hareketi olarak KESK'in uzlaşmacı yönetimine karşı daha etkin çalış-malar yapılması için programlar çerçevesinde defalarca çağrıda bulunduk. Bunun en son örneği 18 Nisan'da dört bölgede yapılan bölge toplantılarıdır. Bu konuda tüm anlayışlardan sendikacılara çağrıda bulunulmuştur.

Tekrar bir kongre dönemini daha yaşıyo-ruz. Yine ittifaklar gündemde. Yine ilkesizlik-

ler devam ediyor. İttifaklarda sendikal ilkeler, programlar değil, kafa sayıları ve reformist yasal partilere daha fazla para-vanlık yapma hesaplan var. Geçen dönemin muhasebesine ise kimse yanaşmıyor. "Sahte Sendika Yasası" ise şimdilik kamu emekçileri gündeminden çıkarılmış. Tabi KESK'in aldığı bölge mitingleri ve 11 Haziran iş bırakma karan hiç konuşulmuyor bile. Za-ten bu kararların yasak savmacı olduğu her halinden anlaşılıyor. Geçen dönemde günah keçisi bulunmuş: ÖDP'liler. ÖDP'lilerin yerini EMEP'liler almak için çaba harcıyor. Yurtse-verlerin tercihi şimdilik ÖDP'liler yerine EMEK Partililer gibi görünüyor. Tabi görüntü-yü kurtarmak için çok çeşitli bileşeni olan Güç Birliği'ne de zaman zaman kırnıtılar veri-yor bu ittifaklarda. ÖDP'liler bu yanlız bırakıl-madan rahatsız görünüyorlar ama kendile-rince tedbirlerini alarak çoğu yerde daha geri olan sendikal birlikle ya da CHP'lilerle ittifak yaparak yerlerini alıyorlar.

Şu ana kadar dönen bu ittifak oyunlarının dışında kalan yalnızca Devrimci Memur Ha-reketi'dir. Devrimci Memur Hareketi olarak, ilkelerimiz ve programlarımız çerçevesinde İP, SİP ve geri anlayışlar dışında herkesle itti-fak yapabileceğimizi ve tercihimizin olmadı-ğını açıklamıştık. Bu tavrımızın doğruluğu şu sorularla daha İyi anlaşılacaktır.

-Geçen dönemin sorumlusu olarak göste-rilen ÖDP'li anlayışı, ilkesiz ittifaklarla kim egemen hale getirdi?

-KESK yönetiminin uzlaşmacılığı ve tesli-miyetini teşhir etmek, devrimci sendikacılığı hayata geçirmek için kim ne yapmıştır?

- Yurtseverlerin bugünkü EMEP ile ittifakı hangi sendikal anlayış çerçevesindedir. ÖDP'lilere bu tercih sebebi nedir?

Pek çok soru ile irdelenecek bu ilkesizlik-lere Devrimci Memur Hareketi'nin tutumu, şu anki ittifaklar içinde adının geçmemesini getirmiştir.

Devrimci Memur Hareketi bu durumdan rahatsız değildir. Kongrelerde koltuk paylaş-ma ve kafa sayısına göre şekillenen ittifaklar-dan har zaman uzak durulmuştur ve bundan sonra da bu tavrımız değişmeyecektir. Hele il-kesizliklerin payandası hiç olmayacaktır. Biz birliği, 20 Aralık'ta 30'a yalan ilden gelen ka-mu emekçileri ile yaptığımız kurultayda Ör-dük.

Sahte sendika yasasına karşı mücadele-mizde, 18 Nisan Bölge toplantılarında gerçek-leştirdik.

Uzlaşmacılığa karşı mücadelemizde, 15 Martta barikatları aşarken yakaladık. Doğru-ları, ilkelerimizi savunmadaki cesaretimizde ördük.

Tabanda yaptığımız bu birlik çalışmaları-mız memur meclisleri İle birlikte büyüyecek-tir. Memur Meclisleri kamu emekçilerine bö-len her türlü suni ayrımı ortadan kaldıracak-tır.

Bu kongrede de değişen birşey yok gibi görünüyor. "Kel Hasan yerine Hasan Kel" An-cak yinede devrimci sendikacılığı hayata ge-çirmek isteyen tüm anlayışları birliğe çağıra köşemizden biriliğe çağırıyoruz. Yurtsever ka-mu emekçilerine, Güç Birliği'ne sendikal ilke-lerine sahip çıkmaları ve gelecekte yaşanacak

BOZULAN KİMİN HUZURU?

Katliam ve kaybetme, ideolojik-psikolojik savaş, provokasyon edebi-yatı, hepsi kitabına uygun bir şekilde yapılmaya devam ediyor. Çünkü başka türlü Susurluk devleti ayakta kalamaz.

Tüm bu saldırıların hain Şemdin Sakık'ın sözde ifadeleri ile bir ilgisi yoktur. Saldırılar çok daha öncesinden bizzat MGK tarafından planlan-mıştır. Hainin itirafları sadece demagojik olarak kullanılan birer bahane-dir.

Her şey Türkiye kontrgerillasının akıl hocası olan CIA belgelerinde ya-zıldığı gibi işlemeye devam ediyor.

Susurluk devletinin Akın Birdal'a yönelik saldırısı sonrası aynı devle-tin yetkili ağızlarının açıklamaları dikkat çekicidir. Adeta hep bir ağızdan koro halinde şunu söylemişlerdir:

"Huzuru bozmak isteyenler var!" Bilmeyen de Akın Birdal'a saldırı öncesinde Türkiye'de "huzurlu" bir

ortam var sanacak. Oysa daha bu yılın başında Adana'da herkesin gözü ö-nünde üç cepheli katledildi. Yetmedi, Fatih'de iki yurtsever infaz edildi. Yetmedi İzmir'de gözaltına alınan dört Cepheli kaybedilmeye çalışılıyor. Yetmedi 1 Mayıs'ta vahşice halka saldırıldı. Yetmedi, Kayıp ve Tutsak aile-leri eyleminde analara saldırıldı.

Tüm bunların hedefi halk hareketini durdurmaktır. Silahlı mücade-le yürüten örgütlenmelerin yok edilmesi ve silahlı savaşın etkisizleştiril-mesidir. Ve nihayet düzene muhalif tüm kesimleri susturup sindirmektir.

Kontrgerillanın her türden ideolojik, psikolojik ve askeri saldırılarının tümü bu hedefe uygun bir şekilde gerçekleştirilip yoğunlaştırılmaktadır.

Bu nedenle Akın Birdal'a yönelik saldırıyı da halk ile emperyalizm ve oligarşi arasında süren savaş gerçekliğine göre değerlendirmek gerekir. Bunun aksi değerlendirmeler olan biteni kavrayamaz. Komplo teorileri i-çinde boğulup gider.

Bilindiği gibi kontrgerillanın bu türden eylemleri içinde bulundukları ihtiyaçlara ve devrimci gelişimin seyrine göre belirlenir. Geçmiş mücade-le tarihi bu konuda öğreticidir.

77-'80, kontra eylemlerinin kitlelere yönelik katliamlar biçimini aldı-ğı yıllardır. Bu dönemin öne çıkan kontra eylemleri iki türdür: Birincisi Abdi İpekçi, Ümit Kaftancıoğlu, Doğan Öz, Kemal Türkler gibi kamuo-yunda sol, demokrat bilinen aydınlara yönelik cinayetler, ikincisi ise kit-lesel katliamlardır. Susurluk devleti o yıllarda gerçekleştirdiği bu türden katliamlarla devrimci mücadelenin önünü almak istemiş ama başarama-mıştır.

Cunta yılları ise her şeyin, katliamlar, kayıplar, İdamlar,infazlar biçi-minde açıktan sürdüğü yıllardır.

Halk düşmanlarının cezalandırılmasıyla birlikte devrimci savaşın yükseltilmiş olduğu '90'lı yıllarla birlikte halk hareketi silahlı mücadelenin temel olduğu bir rotaya giriyordu.

İşte bu gerçeği gören faşizm de kendi cephesinden sürece müdahale edecek ve böylece kontrgerilla eylemlerini başlatacaktı. '89 1 Mayıs şehidi M. Akif Dalcı'nın katili Kazım Çakmakçı'nın Devrimci Sol tarafından cezalandırılmasından sonra çok geçmeden kontrgerilla da sahnedeki yerini aldı. 31 Ocak 1990 günü Prof. Muammer Aksoy katledildi. Ancak kontrgerillanın provokasyon ve katliamları bununla sınırlı kalmayacaktı. Turan Dursun, Çetin Emeç, Vedat Aydın, Bahriye Üçok, Musa Anter, Uğur Mumcu vb.lerinin katledilmeleriyle bir yandan devrimci savaşın amaç ve eylemleri bulamkiaştırılmaya, bir yandan da küçük burjuva aydın kesimler sindirilmeye çalışılıyordu.

İki ayrı dönemde de kontrgerilla tarafından işlenen cinayetlerin ortak yönleri çok fazlaydı. Bu yüzden de birbirlerine çok benziyorlardı.

Hepsinin temel ortak noktası devrimci mücadelenin gelişmesi, yani oligarşinin her geçen gün daha da artan devrim korkusuydu.

Yine ortak olan yanlarından biri de oligarşinin büyüyen devrim kor-kusunun nedeni olan devrimci halk muhalefetinin gelişmesine engel ol-mak için ideolojik, psikolojik savaşını da yoğunlaştırdığı süreçler olması-dır.

Bugün şu ya da bu şekilde MGK'ya yedeklenen kesimler şapkalarını önlerine koyup düşünmek zorundadırlar. Susurluk devleti iş başındadır. "Huzur"u sağlamak İçin halk, devrimciler, aydınlar, Kürt ulusalcıları, is lamcılar herkese saldırıyor. Onların huzuru her kesimin terör altında sin- mesidir. Aydınlar ve hiç kimse böyle bir "huzur" ve "barış ortamı"nın sa vunucusu olamaz. Süreçte değişen hiç bir şey yoktur. Cepheliler katledi lir, kaybedilirken susup izleyenler, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye düşünenler tekrar bir muhasebe yapmak zorundadırlar. Çünkü o yı lan kendilerine de o kadar uzak değildir. Devrimci savaş karşısında sıkış tıkça, yani huzurları bozuldukça kendilerini de sokacaktır. Saldın halk güçlerine karşıdır. O halde halk safları güçlendirilmeli ve devrimci savaş büyütülmelidir. Çünkü başka kurtuluş yolu yoktur.* :

Kamu Emekçileri Cephesinde İttifaklar, Yaşanan Birlikler

BOZULAN KİMİN HUZURU?

Page 35: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 KÜRDİSTAN 35 KURTULUŞ

Bir süredir kısmen durulmuş görülen şovenizm rüzgarı Sakık hainin teslim olması ve Türkiye'ye getirilmesi vesilesiyle yeniden körüklendi. "33 askerin ölümü" sık sık gündeme getirilerek vatan, millet, sakarya ve mehmetçik edebiyatı yapıldı. Ölen askerlerin aileleri televizyonlara çıkartılarak saatlerce konuşturuldu, ağızlarından histerik açıklamalar yaptırıldı. Şovenizmin körüklenmesi MGK'nın halka karşı savaşın yeniden tırmandırılması politikasına ve devrimci ve ulusal harekete karşı geliştirdiği psikolojik savaşa da uygundu. Bu nedenle şovenizm kışkırtıcılığı burjuva medya tarafından kısa sürede bir kampanyaya dönüştürülmekte gecikmedi.

Kürt halkını katletmek, kanını dökmek, köylerini yakmak, yıkmak, ormanlarını yakmak, gerillayı katletmek, cesetlerini mezara kepçeyle gömmek, çıkarmak her şey, her türlü pis yöntem, faşizm tarafından meşru gösterilmeye, mubah sayılmaya çalışıldı.

Antalya'da kontrgerilla tarafından örgütlendirilip yönlendirilen gösterilerle gelenek, görenek, inançlar, kutsal değerler ayaklar altına alındı. Gerillaların cesetleri günlerce kasaba kasaba, köy köy dolaştırılıp halka teşhir edildi. Cesetlerin gömüldüğü yerler faşistlere bildirilip, faşistlerin yönlendirmesiyle toplanan insani değerlerin yitirmiş bir güruh cesetleri mezardan çıkarmaya çalıştı. Bütün bunlara "23 Nisan" ve "19 Mayıs" milli bayramlarındaki şovenizm edebiyatı eklendi.

Özellikle gerillaya yönelik yeni katliam saldırısı da bu şovenizm rüzgarının üzerinde geliştirildi. 23 Nisan'da 40 bin askerle başlatılan operasyonda her gün televizyonda "ölü ele geçirilen" gerilla cesetleri izletildi.

Şovenizm, ülkemizde yaşayan başta Kürt ulusu olmak üzere Arap, Çerkez, Gürcü, Laz, Boşnak, Terekeme, Çingene gibi tüm milliyetlerin varlığını inkar etmektir. Tek dil, tek milliyet anlayışında

somutlanır. "Resmi dil Türkçe'dir", "Türkiye Türkler'indir" sözleriyle dile getirilen ezen ulus milliyetçiliğinde ve ırkçılığında somutlanır.

1920'lerde Kurtuluş savaşı yıllarında tüm ulus ve milliyetlerden Anadolu halkları, emperyalizme karşı kardeşlik duyguları içinde savaştı. Ne var ki, halkların kardeşliği egemen

sınıflar için tehlikeliydi. Cumhuriyet iktidarı diğer milliyetlerden ve azınlıklardan halkların dili, kültürü, baskıyla, zorla yasaklandı Verilen sözler unutuldu, iktidarı paylaşmak bir yana katliam ve asimilasyon politikaları devreye sokuldu.

Bunun üzerine Kürt isyanları patlak verdi. Ayaklanmalar, küçük-burjuva diktatörlüğü tarafından kanla, vahşetle bastırıldı.

Irkçılık-şovenizm kendini yalnızca kanlı bastırmalarda göstermedi. Bu politika devletin her hücresine sirayet etti. Eğitim politikasının temeline ırkçılık-şovenizm kondu. Ders kitaplarında Kürt halkına, azınlık halklarına tek bir kelimeyle dahi yer verilmedi. Türkçeden başka bir dilde konuşmak yasaklandı. Her sabah öğrenciler "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözleriyle derslere başlamak zorunda bırakıldı.

Katliamları izleyen asimilasyon politikasıyla Kürtler ve azınlıklar Türkleştirilmeye çalışıldı. Bunun için "Türkleştirme Kampları", yani yatılı bölge okulları açıldı.

1950'li yıllara gelindiğinde şovenizmin bayraktarlığını, vatanı emperyalizme satan "Yollar Kralı Menderes" yapmaya başladı. Bu seferki amaç vatan, bayrak, ezan demagojisiyle birlikte emperyalizmin ülkeye girişini gizlemeye çalışmaktı.

60'ların ikinci yansından sonra başlayan ve '80 12 Eylül cuntasına kadar devam eden dönemde şovenizmin kirli bayrağını faşistler, MHP eline aldı.

Halkları arasına düşmanlık ve ayrılık tohumları ekmeye çalıştılar. Din temelinde sünnileri alevilere, ırkçılık temelinde Türkler'i Kürtler'e karşı kışkırtmaya çalıştılar.

1980'li yıllarda Türkiye Kürdistan'ındaki gerilla savaşıyla birlikte şovenizm bizzat devlet tarafından günlük bir politika haline

getirildi. Askere uğurlamalarda, Kürdistan'da ölen asker cenazelerinde ve hatta "milli" maçlarda yoğun bir Kürt düşmanlığı işlenmeye başlandı.

Şovenizm propagandasının en önemli ayaklarından biri de "Dış Mihraklar", "Dış Düşmanlar" demagojisi olmuştur. Ülkemizde "Rus", "Ermeni" kavramları adeta bir küfür haline getirilmiştir. Yani

halklar arasında öylesine bir düşmanlık ve güvensizlik yaratılmış ki, bir ulusu ifade eden kavramlar küfür sayılabiliyor. "Türkün Türkten başka dostu yoktur" sloganı bu durumu anlatmaya yeten bir örnektir.

Rus ve "Moskof" düşmanlığının tarihi Osmanlı'ya dayanır. Sürekli Rusya ile savaş halinde olan Osmanlı, çok derin bir Rus düşmanlığı yaratmıştır. Rus düşmanlığı Ekim Devrim'inin ardından devrimci örgütlerin kökünün dışarıda, Moskova'da olduğu demagojisiyle birlikte yürütüldü. Yüzyılların Rus düşmanlığı bu sefer devrimci-yurtseverlere karşı kullanıldı. Ermeni düşmanlığı da Rus düşmanlığı gibi Osmanlı'ya dayanır. Osmanlı Kürtler'i, Türkleri ve Ermeniler'i birbirine karşı kullanarak halklar arasında düşmanlık yaratmıştır. Bununla kalmayan Osmanlı Kürt'lerden oluşturulan "Hamidiye Alayları" ile Ermenileri kırmış, katletmiştir. Ermeni düşmanlığı da halen "Ermeni uşağı", "İçlerinde Ermeni var", "İçlerinde sünnetsizler var. vb. demagojilerle devrimcilere karşı kullanılmaktadır. Rum düşmanlığı İse esas olarak Kurtuluş Savaşı'yla birlikte başlamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Karadeniz ve Ege Bölgesi'nde yoğun olarak yaşayan Rumlar İngiliz emperyalizmi tarafından kullanılmış ve halklar arasında düşmanlık tohumları o günlerde atılmıştır. Bu düşmanlık Kıbrıs, Ege adaları vesilesiyle halen canlı tutulmaktadır. Ve tabii bu düşmanlık da devrimcilere karşı kullanılmaktadır. "PKK- Yunan işbirliği", "DHKP/C -Yunan işbirliği" haberleri burjuva basında sık sık yeralır.

Kısacası, tarihsel kökenleri de olan şovenizm, bugün oligarşinin elinde halklara karşı, devrimcilere karşı kullanılan bir silahtır. Halkları birbirine düşürmek için, halkları devrimcilerin karşısına çıkarmak için hemen her fırsatta kullanılmaktadır.

Bu nedenledir ki, şovenizmin etkisizleştirilmesi, halklar arasında güven yaratılması, devrimci politika açısından halkın savaşını geliştirmek için vazgeçilmez, ertelenemez bir görev niteliğindedir. Oligarşinin şovenizmi geliştirmesine malzeme vermemek de bu görevin önemli bir yanıdır.

Oligarşi özellikle 80li yılların

ortalarından itibaren şovenizmi çok yoğun bir biçimde yeniden güçlendirmeye çalışırken, Kürt ulusalcı hareketin çeşitli tavır ve eylemleri de bu noktada oligarşiye malzeme vermiştir. Bu noktada gereken özen gösterilmemiştir.

Geçtiğimiz günlerde Ülkede Gündem'de yeralan bir yazı, Kürt milliyetçiliğinin bu konudaki payı ve görevinin hala kavranamamış olduğunu göstermektedir:

"...Kürtlerin tavrı çok nettir. Çünkü Kürt halkı bu savaşı kime karşı yürüttüğünü iyi biliyor. Yöneldiği bütün hedefleri içinde halka ait olan tek bir tanesi olmamıştır, şimdiye kadar. Türk halkına zarar vermemek, hatta ulusal duygulan incitmemek için her türlü özeni gösteriyor." (Sadrettin Aydınlık, 26 Nisan)

Kuşkusuz herkes biliyor ki, gerçekler hiç de yazıldığı gibi değildir. Gerçek, PKK'nin bulanık, yanlış, halka zarar veren eylem çizgisiyle, düşmanla dost arasında itinalı bir ayrım yapmamasıyla şovenizme zemin hazırlamasıdır.

"Tek bir tane halka yönelik eylem yok diyenler, Başbağlar'ı hatırlamazlar mı? Çetinkaya'yı hatırlamazlar mı? Otobüs bagajlarına konulan bombalar hangi kategoriye giriyor? "Benim kültürümü yok edenin ben de kültürünü yok ederim" denilmemiş midir? Ormanlar yakılmamış mıdır? Bunları çokça yazıp eleştirdiğimiz için tekrarlamaya gerek yoktur.

Ama daha da vahim olanı şudur. "Kürt halkı düşmanını biliyor" deniyor. Oysa Kürt milliyetçiliği değil midir ki, zaman zaman "tüm Türkleri" hedef gösteren.

Evet, Kürt ulusal hareketi, devletin katliam, soykırım ve asimilasyon politikaları karşısında milliyetçilik temelinde örgütlenmiş ve tepkilerini ortaya koymuştur. Ancak bu halka karşı bir eylem çizgisini, tüm ulusu, ezen ezilen ayrımı yapmadan mahkum etmeyi meşru ve haklı göstermez.

Bugün tüm ulus ve milliyetlerden devrimciler, esas olarak şovenizme ve bağlı olarak da milliyetçiliğe karşı İdeolojik mücadeleyi yoğunlaştırmalıdırlar. Bu güncel ve tarihsel bir görevdir.

Ancak, şovenizmin önünü kesmenin, halklarımız arasında

kardeşlik ve güveni pekiştirmenin asıl yolunun da, yalnızca İdeolojik mücadeleyle, yalnızca propaganda düzeyindeki çabalarla sağlanamayacağını, bunun asıl olarak Anadolu halklarının ortak

mücadelesi ve ortak örgütlenmesinden geçtiğini bilmeliyiz.

Halklarımızın kurtuluşu da zaten bir yanıyla buna bağlıdır.*

ŞOVENİZM HALKLARIN DÜŞMANIDIR

Page 36: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

MALATYA HAPİSHANESİNDE TUTSAK OLAN BAKİ BUDAK'IN ŞE-HİDİMİZ BARIŞ B UDAK İÇİN YAZDI-ĞI ANI:

Merhaba kardeşim, yoldaşım, Aylar sonra tutsaklıkta aldım haberi-ni. Üzülmedim dersem yalan olur her-

halde. Ben "acaba gerillaya alıştı mı?" di ye düşünürken alıyorum çünkü haberini Haberi duyar duymaz çocukluktan beri yaşadıklarımız bir film şeridi gibi gözle-rimden geçti. Acılarımız, sevinçlerimiz güzellikler ve kötülükler ama herşey can landı birden. Onur, gurur ve üzüntü yan-yana geldi. Halklarımız için şehit düş-men ağabeyin olarak onur ve gurur veri ciydi. Böyle erken şehit düşmen ise ü-züntü verici. Daha yapacak çok şeyin vardı çünkü. Ama savaş bu. Savaşımız genç bedenlerimizin omuzları ve kanlan, şehitlikleri üzerine yükseliyor. Sen ne ilk-tin ne de son olacaksın. Senden sonra daha nice genç bedenlerimiz kök verecek topraktan, veriyor da. Düşenler ve öfke-leri kına sığmayanlar göğsü çapraz fişekli yeni gelenler, dedik ya savaş bu.

Sen bu köklerden biriydin yoldaşım. Evet, kardeşim sana yoldaşım diyorum. İşte dedim ya bu gurur verici. Bir kardeşe yürek dolusu kır çiçekleri misali selam vermek ve İçten bir "yoldaşım" demek. Savaşta duyulan tek şey yüreklerde ve beyinde büyütülen kinin ateşinin sıcaklı-ğıdır. İşte sen o ateşli kıvılcımların kökle-

rinden biri oldun. Satırlarda anlatmak güç. Ama seni kalemin yazdığı kadarıyla yazmaya çalışacağım: Yoldaşa karşı say-gılı, ağırbaşlı biriydin. Yanlış yapmazdın. Hatta bu en dikkat ettiğin konulardan bi-riydi. Şımarıklığın aile içinde babama ve anneme karşıydı. Çünkü onlar seni öyle büyütmüşlerdi. Ancak bu şımarıklığın onlara karşı da saygılı davranmamanı getirmiyordu. Onlara karşı da saygılıy-dın. Okulu bulunduğumuz köyde oku-muştun. Başarılı bir okul sürecin vardı Köyümüz çok büyüktü, kasaba gibiydi Sen okulda başarılıydın. Fakat okula de vam etmedin. Çünkü boyun çok uzundu. Okulu bırakmayıda boyunun uzunlu ğundan dolayı utandığın İçin istiyordun. Çevrende sakin, efendi biri olarak tanı-nır, bilinirdin. Bunun için herkes severdi seni. Çocuk yaşına rağmen çevrende belli bir saygınlığın vardı. İnsanların yardı-mına koşmayı çok severdin. Bu noktada iş aramaz her işe koşardın. Bunu isteye-rek, severek, sıradan bir iş gibi yapardın. Bu olumlu yanlarınla insanlarla çabuk i-lişki kurardın. Sıcak bir kişiliğin vardı. Ve sıcak ilişkiler kurmakta zorlanmıyordun. İster evde olsun, ister dışarıda olsun en ufak bir haksızlığa bile tahammül edemi-yordun: Yanlış olan şeyi kim ne derse de-sin yapmazdın. Karşı çıktığın en büyük şey haksızlıktı. Senin yanında başkası hakkında gıyaben konuşulsa ve ona hak-sızlık yapılsa dahi daha çok kızardın.

ve onu yıkacak alternatifin devrimciler olduğunu biliyordun. Bunun için dev-rimcileri çok severdin. Hep onların yanı-na gider hiç ayrılmazdın. Devrimcileri o kadar çok severdin ki özelliklede önemli konularda devrimciler üzerine yemin e-derdin. Öyle ki bu yeminden sonra kim olursa olsun sana anında inanırdı. Bazen düz yemin ettiğinde ben inanmazdım. Hemen "devrimciler üzerine" derdin ve iş orada biterdi. Ama hiç bir zaman ne de olsa inanıyorlar diye yalan söyleyip bu sözün arkasına sığınmadın. Bu senin için namustu. Sana göre devrimcilerin adını ağzına alıp hele de yemin edipte yalan söylemek en büyük namussuzluklardan biriydi. Onuruna çok düşkündün. Onur-suzluğa düşeceğine her şeyi yapacak bi-riydin. '94 sürecinde Kurtuluş'a gidip gelmeye başladın. Hatta bildiri vb. dağıt-maya başlamıştın. Dağıtmayı sen istiyor-dun. Biz sana vermiyorduk. Ama sen is-teyip, alıp dağıtıyordun. Köyümüzde da-ğıtım yapıyordun. Ve daha çok görev isti-yordun. Benim Kurtuluş'ta çalıştığım dö-nem daha sık gelmeye başladın. Bende yazılamaya, bildiri dağıtmaya çıkacağım diyordun sürekli. Ben o zaman küçüksün diye sana görev vermek İstemiyordum Ama savaşta küçük ayrımı yokmuş. Sen bu güvendeydin. Küçüklerin de en iyisini yaptığını gösteriyordun. Ben de ısrarın-dan dolayı sana gazete veriyordum ve

23 Mayıs 1998 köyde dağıtıyordun. Enerjine, çalışkanlı-ğına şaşıyordum. Aldığın görevi en iyi şe-kilde yerine getiriyordun. En çok yakın-dığın konulardan biri arkadaşların du-yarsızlığı idi. Herkes gazete dağıtmak ve parasını toplamakla kendini sınırlıyordu. Sen "kimse bu gazete nasıl çıkıyor, dü-şünmüyor" diyordun. Daha fazla emek ve çaba gerek diyordun. '95 Seçimlerinde bildiri, afiş, çıkartma vb. köyde yapmak üzere sen almışdın. Köy büyüktü ama sen tüm köyü bildiri, afiş ve çıkartmayla donatmıştın. Hem de tek başına. Yaptı-ğın işi gösteriş için yapmazdın. Bir gün eyleme çıkan bîr yoldaş yaptığını ulu orta anlatırken duymuştun ve hemen o-nunla sert bir şekilde tartışmıştın. Yaptığın işi niye anlatıyorsun demiştin. Çabuk gelişiyordun. Yine bizim eski bir insanı-mız '95 sürecinde Parti'den atılmıştı. Se-nin en samimi olduğun insanlardan bi-riydi. Ama sen bırakanları yılgınları hiç sevmezdin. Ve senin için aslolan feodal arkadaşlık değil, yoldaşlık ve mücadeley-di. Bunun için ilişkini anında kesmiştin. Ben tam kesmemiş konuşuyordum. "A-bim diye eleştirmeyeyim" mantığına düşmedin ve bana çok kızmıştın. Hatta seni Kurtuluşa şikayet ederim diyordun. Bu davranışlarınla çocukluğun üzerinde bir olgunluktaydın. Evde çocuksu tavır-ların vardı. Mücadelede yılların tecrübe-si vardı sanki. Dedikodu yapandan aşın kaçınır ve yapana hiç iyi bakmazdın. Ben tutsak düşmüştüm. Ziyaretime gelip gi-diyordun. "Cihan GÜRZ yoldaşa seni so-ruyordum. Gelişmeyi çok seviyor ve isti-yordun. Hatta yoldaşlarla siyasi tartış-malar yapıyordun. Öğrenmeye açtın. Bizleri sahipleniyordun. Ölüm Orucu sü-recinde 17 günlük AG'ye girmiştin. Evet yoldaşım seni daha uzun yazmak müm-kündü. Ama bu kadar yazabiliyorum. A-ma unutma kalbimdesin. Halkımızın

Özgür (Barış BUDAK) yoldaşla ilk karşılaşmamızda sıcaklığını hemen his-sedebilirdiniz. Ayrı bölgelerde olduğu-muz için gerillaya katılımından kısa bir süre sonra görüşebilmiştik. Uzun bir yoldan gelmişlerdi. Ama özgür'ün yü-zünde yorgunluğa dair bir ize rastlamak mümkün değildi o an. İlk kez karşılaş-mamıza rağmen yıllardır tanışıyormuş-çasına içten ve sıcaktı davranışları. Aynı gece noktaya vardığımızda önce mevzi-lerimizi yapmamız ondan sonra dinle-nebileceğimiz talimatıyla ilk Özgür ha-rekete geçti. Büyük bir enerji harcayarak yaptığı ilk mevzi kamufle olmak ve çatış-mak İçin uygun olmadığından İkincisini yapmak zorunda kaldığında hiç yakın-madan aynı enerji ve sabırla en uzak yerlerden en büyük taşları getirerek ör-müştü mevziini. Gün ışıdığında olağan yaşantımız devam ederken üzerimizden bir kaç kez helikopter geçmişti. Komu-tan yoldaşımız tepedeki nöbetçinin ya-nına çevreyi kontrol etmeye gittikten kı-sa bir süre sonra haber geldi. "Kuzey batı istikametindeki tepeye düşman indirme yaptı. Düzenli aralıklarla çekilin" ta-limatıyla toparlandık, Özgür yoldaş be-nim arkamdan geliyor. Epey bir mesafe katlettikten sonra geri çağrılıyoruz. Daha sonra bunun bir tatbikat olduğunu öğre-niyoruz. Aynı noktaya döndüğümüzde çekilme tarzımız, hantallığımız, aramız-daki mesafe ve diğer konularda eleştirili-yoruz, Özgür'ün ve diğer yoldaşların bü-

yük bir dikkatle dinlediğini görüyorum. Hele Özgür'ün gerilla olmanın incelikle-rini öğrenme merakı sorduğu her soruda açığa çıkıyor. Gerilla yaşamını yeni bir yaşam biçimi olarak kavrıyor ve kendini bir DHKC gerillası olarak yetiştirmek is-tiyordu. Bir Özgür, bir Kenan, bir Erkan olmak onun en büyük hedefiydi. Şehit-lerimizin Dersim'de yaratttığı kahra-manlıkları anlatan Komutan yoldaşımızı büyük bir hayranlıkla dinler ve "Nasıl çatışırlardı, ilk eylemlerinde nasıllardı, düşmanla ilk kez karşılaştıklarında ne yaptılar?" diye sorardı. Bu sorularının cevabını mutlaka alırdı. Özgür yoldaş düşmanla ilk karşılaşmanın heyecanını sanırım en rahat yaşayan yoldaşlarımız-dandı. Düşman kuşatması altındayken sırtüstü yere uzanmış ellerini de başının altına bağlamış bir halde uzanmıştı. Ko-mutan yoldaşımızın "Özgür ne yapıyor-sun?" sorusuna da gayet rahat bir şekil-de "hava saldırılarına karşı mevzileniyo-rum" cevabını vermişti. Burada onun düşman saldırıları karşısındaki rahatlı-ğını ve soğukkanlılığını görebiliriz. O di-ğer yoldaşlar gibi korkuyu yenebilmişti kafasında. Bu rahatlık halkla ilişkilerine-de yansıyor, gittiği her yerde her evde hangi yaşta olursa olsun ilişki kurabili-yor ve kendini sevdirebiliyordu. Hatta bir gün geç vakitlerde çevreyi öğrenmek İçin girdiğimiz bir köyde gecenin ilerle-miş saatlerinde kapısını açmakta zorluk çıkaran bir ananın evinde Özgür yolda-

şın gayet rahat davranışları şaka konu-muz olmuştu. Öyle ki kadının gecenin bir vakti belki de ilk kez gördüğü birileri-ne sıcak davranması beklenemezken yoldaşımız "Gala bir ayran verimlisin" diyerek ne denli kendini halkının bir parçası gördüğünü gösteriyordu. Ama o-nun bir Ğala deyişi vardı ki gülmeden e-demezdin. "H" harfini çok kabalaştıra-rak söylemiş ve ona takılmamıza sebep olmuştu. Her görüşmemizde yediği kap-lumbağaların ve kurbağaların hikayesini anlatır, artık dağlarda yaşamayı öğreni-yoruz derdi. Evet büyük bir hızla gerilla olmayı öğreniyordu. Taşıdığı silahı onun ne denli gurur duyarak taşıdığı, silahına İltifatlar yağdırırken görülüyordu. Askeri ve siyasi eğitiminde büyük bir moral ve enerjiyle öğrenme merakı taşıdığını gör-mek mümkündü her zaman.

Bütün bunlarla beraber düzen kültü-rünün ona kazandırdığı alışkanlıklarını bir anda yok edememişti. Bayan yoldaş-lara "kız" deme alışkanlığını bırakmıştı ve "artık söylemiyorum" derdi. Gerilla, savaşçı onun için yeni ve aydınlık kav-ramlardı. Yeni bir yaşamdı, disiplindi, kendisiyle, doğayla, düşmanla, halkın yürüttüğü özel savaşla mücadeleydi. Hepimiz gibi onunda disiplin edilmeyen yanları vardı. Bir Özgür, bir Kenan ol-mak İstiyordu ama düzen kişiliğiyle dev-rimci kişiliği belli noktalarda çelişkiye düşüyordu. Bunlar her yeni gerillanın farklı farklı konularda yaşadığı şeylerdi.

Özgür'de bunları yaşıyor olmasına rağ-men evine dönmeyi, düşmana gitmeyi, kaçmayı yani İhaneti hiç bir zaman dü-şünmedi ve bunu hiç bir zaman dile ge-tirmedi. Çünkü Özgür biliyordu ki Ke-nan, Ali, Nihat olmak zordu. Zor dağlar-da savaşmakla aşılacaktı. Başka bir çıkış onun için ihanet demekti. Çünkü Özgür İhaneti her zaman lanetle anıyordu. Sa-vaşçı gururuna dönüşmeye çok yakın gururu onu ihanet etme yerine ölümü seçmeye götürdü. Bu tercih onurdur. Bu tercih ihanete başkaldırıdır. Devrimci kişiliğiyle düzen kişiliğinin çatışması so-nucunda kaybeden yine düşman olmuş-tur. Çünkü şehitliğiyle düşmana giden yola set olmuştur. Düşmana gideceğine ölürüm demiştir. Bu konuda yolumuza ışık olmuştur. Açacak bahar çiçekleri Sağanak yağmurun ardından Patlayacak tomurcuk sabırsızca ka-bından

Adı Barış olacak vatan toprakların-daki her karış toprağın Sabah seheri yeline kattı haberini İhanetin sırtına nasıl tükürdüğünü alıp götürdü dalga dalga Her şafak daha kızıl doğuyor güne

Dağların doruklarına dikeceğimiz bayrak Senin kanınla daha bir kızıllaşıyor Onun şehitliği ihanete tavır almanın sembolüdür şimdi. Dağlardan selamladı bizleri. Kısa da olsa gerilla olmanın gu-rurunu yaşadı, şimdi dağlara sevdalan-manın tam zamanı diyerek. Onurlu bir savaşçı olarak aramızdan aynldı.*

36 ŞEHİTLERİMİZKURTULUŞ Şehit Barış Budak'ın Abisi Bitki Budak;

"Onursuzluğa Düşeceğine Herşeyi Yapacak Biriydin"

Çünkü hiç bir şeyi göster-melik, halkımızın deyimiyle "yağ çekmek" İçin yap-mıyordun. Haksızlıklara karşı oluşun senin kişiliğinde içselleşmişti. İnsanları seviyor, ne olursa olsun onlarda kötülük ara-mıyordun. Haksızlıkların düzenden kaynaklandığını

TUTSAK BİR GERİLLA YOLDAŞININ ANLATIMINDAN BARIŞ BUDAK:

Page 37: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 ŞEHİTLERİMİZ 37 KURTULUŞ YOLDAŞLARININ ANLATIMINDAN MAKSUT POLAT

HEP GERİLLA OLMAK İSTİYORDU GERİLLA OLARAK ŞEHİT DÜŞTÜ

Sorumlu yoldaşı yüzünde tebes-

sümle; -Gel, gel şöyle otur. Sana öyle bir ha-

ber vereceğim ki çok sevineceksin, dedi. Sabırsızlanan Mesut, -Kıra mı gideceğim? dîye heyecanla

sordu. ' -Kampa gidiyorsun kampa. Hazır-

lıklarını yapmaya başta. Kısa sürede alırlar.

Mesut'un gözlerinin içi parlıyordu. Gazi'nin sokaklarında dolaşıyor, bir yandan da "sakin olmalıyım, belli etme-meliyim yoksa anlarlar" diye düşünü-yordu. Bütün Gazi'yi. sık sık eylem yap-tıkları köşe durağını, molotofla aydın-lattıkları köprüyü, ikinci nalburu, daha birçok yeri dolaştı. Yoksul konduları iz-ledi. Bir lokma ekmeklerini kendileriyle paylaşan aileleri anımsadı. Çok sevdiği baraja doğru yavaş adımlarla ilerledi. Bir süre tepesinde oturup etrafı seyretti. Barajın yeri bir başkaydı hepsi için. Nice önemli görüşmeyi orada yapmışlardı. Yerinden kalktı, çok sevdiği bir aileyi zi-yarete gitti. Mesut'u gören çocuklar he-men boynuna atladılar. Biri hemen sor-du:

-Abi silah getirdin mi? Hani silah ge-tirecektin? Mesut çocuklara sevgiyle -Siz molotof yapmayı aklınızda tuttunuz mu? Önce anlatın bakalım dedi. Hızlı hızlı anlattı çocuklardan biri. -Hadi abi bak, ezberledim. -Bir de slogan at bakayım. Çocuklardan biri küçük elini yumruk yapıp, sloganın temposuna göre indirip kaldırarak attı sloganı:

-Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş.

Mesut gülümseyerek çocuğu kuca-ğına aldı, sevdi. Ali Rıza Karagöz, İbra-him Yalçın, Yüksel Güneysel, Veysel Bey-süren, Murat Gül, Ali Özbakır, Tuncay Geyik, Ali Haydar Çakmak ve Mesut; O gece hep birlikte tekrar baraja gittiler.

Bu Mesut'un baraja son gidişi olacaktı. Zulalarından teyplerini ve kilimlerini çı-karttılar. Teybe boş bir kaset taktılar. Hepsi Mesut'tan bir türkü söylemesini istedi. Mesut söylemeyi çok sevdiği için hemen başlardı. O gece de başladı Kürt-çe ağıdını söylemeye.

"Ero vusenemıı daye dayeee Vusen vano talıbemı talıbemııı" Sohbet koyulaştıkça söz düşmana

gelip dayandı. Düşmandan söz açılınca Mesut'un bakışları farklılaşırdı.

-Rambo'yu mu? Onu .....şöyle ceza landıracağız. Uzak değil, dedi Mesut.

Hepside gerilla olmak istiyordu. Kır-ları, Munzur'u konuştular.

-Doruğunda, tam doruğunda benim için Cemo'yu söyle, dedi İçlerindeki yaş-lıca bir halk ilişkisi. Sonra devrimi ko-nuştular, devrim sonrasını... Konuştuk-ları düş değildi.

O düşleri nasıl gerçekleştireceklerini biliyorlardı.

OGazi'nin Mesut'uydu. Adının Maksut olduğunu birçok yoldaşı ve Gazi halkı o şehit düştükten sonra öğrendi. Mesut bir emekçiydi. İlk göze çar-

pan elleri olurdu. Tornacı olarak çalıştığı İçin elleri nasır bağlamıştı. Mesut'tan bahsedince ilk akla gelen onun emekçi, coşkulu, inançlı, her işe koşan özellikleri olurdu. Her dönem çevik, atak, cesur yanlarıyla öne çıkardı.

Okuduğu dönemde tatillerde dahi hep çalışmıştı. Ailesine, çevresine karşı sorumluluk duygusu gelişkindi. Düzen-li bir yaşamı vardı ama bu İşten eve ev-den işe, hiçbir şeye karışmayan bir ya-şam da değildi. Zulmü de, yoksulluğu da yaşayan Mesut için savaşçı olmak uzak değildi. Bu yüzden yoldaşı Ali Hay-dar, Tuncay gibi İlle de kır diyordu. Sa-vaşın en zor yerinde, ortasında olmak istiyordu.

Kampta olmak onun için

bambaşka bir duyguydu. Şehirden gidenlerin içinde ilk başlarda güçlük çekenler oluyordu. Ama Maksut koşullara uyum sağlamakta zorluk çekmemişti. Kampta Kürdistan Birliği'nin öncü-

süydü. Bir gün kamp dışında bulunan arazide birlik olarak bir hafta eğitime tabi tutuldular. Bu bir hafta boyunca kır-daymış gibi yaşayacaklardı. Yiyecekleri, her şeyleri ona göre ayarlanmıştı. Hiç beklemedikleri anda pusu atılıyor, ger-çek mermilerle ayaklarının altına ateş ediliyor, deneniyorlardı. Bu ciddi bir sı-navdı ve onlar birlik olarak bu sınavı ba-şarıyla yerine getirmişlerdi. Maksut'un öncülüğü, toparlayıcılığı, ataklığı bura-da da kendini göstermişti. Birlik olarak

disiplinleri, kolektif yaşamları ve coşku-lanyla öne çıkıyorlardı.

Bazen şenlikler düzenlerlerdi. Mak-sut halayların başına geçer herkesi coş-tururdu. Özellikle böyle günlerde yol-daşlarına un helvası yapmayı çok sevi-yordu. Kimse şehirden geldiğine inana-mıyordu. Hep daha öncesinden köyde ya da kırda yaşamış izlenimi uyandırı-yordu herkeste.

Kampta kaldığı süre içinde bir an önce ülkeye gelmek, dağlarda savaşmak için yanıp tutuştu. Ülkeye gidecekleri söylendiğinde yerinde duramaz olmuş-tu. Keyfine diyecek yoktu artık.

Ülkeye döndükten çok kısa süre sonra yapılan bir operasyonla gözaltına alındılar.

Ne yaşadığı işkenceler, ne tutsaklık Maksut'un inancından, coşkusundan bir şey götürmemiş, aksine daha da güçlenmişti. Bir süre Ankara ve Bayram-paşa hapishanelerinde yattıktan sonra dışarı çıktı. Bir an önce kıra gitmek için her gün hareketi zorluyordu.

Beklediği an gelmişti. Yine o çok sev-diği yoldaşıyla birlikteydi. Tutsaklığı da birlikte yaşamışlardı. Gazi'nin iki yiğit evladı şimdi dağlara şahan olmaya gidi-yorlardı. Gitmeden Tuncay'ın kızı Ol-cay'a doya doya sarıldılar. Komutanları Şerafettin ve can yoldaşları Tuncay'ın silahlarını devralmaya gidiyorlardı. Bundan daha onurlu ne olabilirdi ki. Maksut geride kalan bir yoldaşına dö-nerek:

"Olcay'a İyi bakın. O bize Tuncay'ın yadigarı, ihmal etmeyin. Gazi artık size emanet. Eksiğiyle, iyisivle buraya kadar getirdik. Faşistler buraya asla girememe-li, düşmanın buraya adım atmaya kor-kacağı günler uzak değil" demişti.

Oçok sevdiği kırlardaydı işte. Gerilla olmak bir tutkuydu Maksut için. Beyni, yüreği, her şeyiyle gerillaya kilitlenmişti. Her sohbetinde "iktidarı gerilla ordusuyla alacağız" derdi. Maksut zor bir süreçte kıra gitmişti.

Darbe süreciydi, olanaksızlıklar vardı. Yaşanan olumsuzluklar nedeniyle bir süre tek başına kaldı kırda. Ve bu süre-cin bir kaç ayında da silahsızdı. Bu, bir devrimci için ciddi bir sınavdı ve Mak-sut bu sınavı başarıyla, alnının akıyla vermişti. Kolay değildi bir gerillanın si-lahsız olması.

Oysa ne çok düşlemişti kleşi takaca-ğı, karademiri elleriyle kavrayacağı bu günü. Hayıflanmadı. Olanak bulmak, gerilla çıkartmak için çaba sarfetti. O bir Devrimci Sol'cuydu ve zorluklara teslim olmadı.

"Bir devrimci asla zorluklar karşısın-da pes etmemeli. Sorun varsa, olumsuz-

luklar varsa karamsarlığa düşeceğimiz yerde, dışımızda göreceğimiz yerde biz çözeceğiz. Sorunlar da bizim ve hep ola-cak" diyordu. O koşullarda kırda tek ba-şına hareketi temsil etti. Köylere gidiyor, ilişki çıkartıyordu. Kaldığı her aile adeta çocukları gibi görüyordu Maksut'u Çünkü halkla ilişkileri örnekti Mak-sut'un. Sıcak, saygılı, nerede nasıl dav ranacağını biliyor, halka güven ven\or bu ilişkileri kalıcı örgütlü ilişkilere dö-nüştürüyordu.

M.aaksut'a Toroslar'a gideceği

söylendiğinde mutluydu. Aklına M a fa Sefer gelmişti. Onu tanıyordu Maksut. Şimdi yoldaşlarının bıraktığı yerden gerillayı yeniden oluşturacıaktı..Akde-niz'deydi işte, Takip aldığını farkettiğinde araba-

dan indi. İndikten hemen sonra di ş man onu kalleşçe katletti. Yere di ş günde yumruğu sıkılıydı. Aklında Toros lar, Tarık, Mustafa ve yarım kalan işle vardı. İşini yarım bırakarak gitmek en ağırıydı o an.

Kurban bayramının ilk günüy-

dü Adana'da, Gazi'de, Malatya'da Mak-sut'un anılarının dolaştığı emekçi mahalleler yastaydı o gün. "Bayram günü kan olur mu? İnanmam" dedi bir ana. Ağlayan başka bir ana "olur, olur bu alçaklar bayram mı dinler" diye cevapladı onu. Gazi'de herkes öfke doluydu. "Ko-mutan Maksut'u vurmuşlar" sözü dolaştı Gazi sokaklarında. Gazi yanıyordu. Yollar bu kez de ko-

mutan Maksut. İçin aydınlatıldı. Daha 15'İnde bir yoldaşı o koca yüreğiyle hız-la fırlattı molotofu. "Bu Maksut için. Bu İbo için"...

Cenaze hazırlıkları yapıldı. Cenaze Maksut'a yakışır olmalıydı. Onlar cena-zeyi beklerken, polis cenazeyi kaçırarak şehitlikten çok uzakta aşağılara bir yere gömdü. Öfkeleri daha da arttı yoldaşla-rının. Ne olursa olsun gelenek yaşatıl-malı, cenaze töreni binlerle yapılmalıy-dı. Bir saat sonra binlerle Maksut'un ba-şucu ndaydılar. Çelenkler, karanfiller, pankartlar, uğruna şehit düştüğü bayra-ğı, anaları, yoldaşları tüm sevdikleri düşmana inat O'nu uğurlamaya gelmiş-lerdi.

Sözler verildi Maksut'a: "Kanın yerde kalmayacak. Daha ne gerillalar çıkacak Gazi'nin bağrından. Toroslar'da, Kürdis-tanda, ülkenin tüm dağlarında gerilla güçlenecek. Gözün arkada kalmasın."

Maksut'a o gün verilen sözler şimdi yoldaşları ve partisi tarafından yerine getiriliyor. Tüm dağlarımızda gerillalar ve halk kurtuluş savaşımız büyüyor.*

Page 38: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ

miş, ışıltısı kaybolmuş-tu. Ayakları artık birkaç yüz adım bile taşımaz ol-muştu onu. Seyrek açılır olmuştu du- dakları. Ağ-zından çıkan

k e l i m e l e r belli-belirsiz

işitilir olmuş-tu. Elleri de böyle cansız, kuru, takat-sizdi işte. Başka türlü de olamazdı. Çalan kapının

sesiyle kendine geldi.

Başından kaymış olan eşarbını dü-zeltti. Meh-met'in resmi-ni yerine astı

ve kapıya yöneldi. Gelenler, Meh-met'in arkadaşlarıydı. Genç kızı da-

karken genç kız, "Analarımızın ey-lemlerine hala gelmeyecek misin? Oysa Mehmet de gelmeni isterdi" dedi. Gerçekten ister miydi Meh-met de? Elbette isterdi. Sırf kendi anası değil, hiçbir ana, hiçbir insan ağlamasın isterdi Mehmet. Ona hep bunları anlatmaz mıydı zaten.

Gözlerinde biriken yaşlar görül-mesin diye başını önüne eğdi, usul-ca salladı elini, ağzından belli belir-siz çıktı kelimeler; "Tamam, geli-rim". Birkaç damla süzüldü yanakla-rından. Misafirleri sokağın sonunda gözden kaybolana dek arkalarından baktı.

Cumartesi günü erken uyanmış-tı. Telaşlı, heyecanlıydı. Uzun süre-dir haberi vardı aslında kayıp ve tut-sak yakınlarından. Kaç defa İzlemişti televizyonlardan dayak yemelerini, sürüklenmelerini. O gitmiyordu ama eylemlere. "Onlar yaptı" diyor-du. "Mehmet'imin aklını onlar çeldi, yoksa devlete başkaldırmazdı benim oğlum." Ama Mehmet'in kayboldu-ğunun anlaşıldığı ilk günlerde baş-vurduğu yerlerde o devletin hiç de sandığı gibi olmadığını görmüştü. Yine de "eylem" uzakbir düşünce gibi geliyordu ona. Ama hiçbir şey yapmamak, yapamamak da başka bir çaresizlikti. Kafası, yüreği çok-tandır o anaların yanındaydı zaten. Şimdi kendisi de gidecekti işte... Mehmet'in fotoğrafını çantasına koydu, çıktı evden. Aylardır ilk defa ayakları tüy gibi hafif gelmişti. Bir solukta taşımıştı minibüs durağına onu.

23 Mayıs 1998 İDİL KÜLTUR MERKEZİ ETKİNLİKLERİ Oliver Stone Toplu Gösterimi İdil kültür merkezi dereboyu cad. no: 110/55 ortaköy tel/fax: 0 212 2613219 18-19-20 Mayıs 98 "Salvador". James Woods, JimBelushi, Michael Murphy, John Savage Yönetmen: Oliver Stone Oyuncular: Nikolay Çerkaşov, Ludmilla Tseli-kevskaya, Serafima Birman, Piotr Kondoçnİkov "Oliver Stone'un Salvador filmi. Bu Latin Ame-rika ülkesindeki yakın tarihte yaşanan müca-delenin konu edildiği, dayanılmaz bir cüret-karlıkta, büyük, ses getiren, çarpıcı, tüm ana renkleri İçeren.ve 10 filmdeki toplam enerjiden daha çok enerji yüklü bir film." 21-22 Mayıs '98 "Sırdaş Radyo" Eric Bogosian, Alec Baldwin, Ellen Greene, John Pankovv Yönetmen: Oliver Stone Gelişmiş sanayi toplumlarında insan ilişkileri tamamen kopmuş, komşuluk ve sıcak dostluk ilişkilerini yeniden yaratmaya çalışmaktadır. Bu iş oldukça güçtür, çünkü insanların sıcak ve içten beklentilerine karşılık vermenin sırları-na, sorunlarına ortak olmanın sonu yoktur. Bu insanlar kendileri için değil, başkaları için ça-lışmaktadır.

yaşamıştı şu birkaç saatte? Meh-met'i doğurduğu günden, çocukken yaptığı yaramazlıklardan, okuldaki başarısından, büyümesine kadar ne çok şey gelmişti hatırına. Meh-met'in sevinçleri, umutları, acılan, üzüntüleri... Hepsini bir kez daha yaşamıştı. Yaşadıkça acılan ansa da bunu sık sık yapıyordu.

Dizlerinin üzerine bırakıp elle-riyle bir kez daha okşadı Meh-met'inin yüzünü, saçlarını. Sonra yine dalgın, baktı ellerine. Nasırlı, çatlak, toprak yarığı ellerine... Baktı, yıllardır iş yapmaktan yorulmayan, sürekli üreten, güçlü, öfkeli ellerine. Kocasının, çocuklarının çamaşırla-rını yıkadığı, söküklerini diktiği, üşümesinler diye kazaklar, çoraplar ördüğü elleri. Çocukluğundan bu yana Mehmet'ine dokunduğu, sarıl-dığı, üstünü giydirdiği, geceleri üşü-mesin diye üstüne örttüğü, hastala-nınca terini sildiği, Mehmet'in saç-larını okşadığı elleri... Eskiden nasıl canlı, verimli, güçlüydüler. Kat kat nasır tutmuş, kabuk bağlamış olsa da, oğlunu okşadığında yumuşacık gelirdi ona. Şimdi kurumuş, susuz kalmış bir dal gibi cansız, İnce, ta-katsiz duruyorlardı. Nasıl canlan-sındı ki? Kime sarılsın, kimi giydir-sin, kimin üstünü örtsündü? Şimdi kimin saçlarını okşasındı bu eller? Oğlu gittiğinden beri böyle cansız, kuru, takatsiz değil miydi? Sırf elleri değil elbette; gözlerinin canlılığı git-

aklını onlar çelmemiş miydi? Yoksa uslu, kendi halinde bir çocuktu Mehmet, devlete karşı çıkmazdı. Mehmet'in kaybolmasından da on-lar sorumluydu. "Aklını çeldiler, dev-let düşmanı yaptılar çocuğumu" di-yordu hep. Şimdi ne istiyorlardı da yine kapısına gelmişlerdi? Tüm bu düşüncelerle biraz kızgın bakıyordu gelenlerin yüzüne. Suskunluğu genç kızın sesi bozdu.

- Bayramını kutlamaya geldik ana, bizi içeri buyur etmeyecek mi-sin?

Bir anda daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Demek bayramdı bugün. Günlerin nasıl geçtiğinin farkında değildi ki, bayramdan da haberi ol-sundu. Mehmet'in arkadaşları şimdi bayramını kutlamaya gelmişlerdi. Az önce düşündüklerinden dolayı utandı, misafirlerini içeriye davet etti. Çay yaptı. Yarım saat sürdü soh-betleri ,Önceleri bir türlü açılma-mıştı sohbet. Yavaş yavaş başladı misafirler konuşmaya. "Bizler de se-nin evladınız" diyorlardı. Meh-met'ten, kavgasından bahsediyor-lardı. "Mehmet, halkımız acı çekme-sin diye, analarımız acı çekmesin diye kavga ediyordu, şimdi biz varız onun yerinde" diyorlardı. "Biz de Mehmet'iz" diyorlardı. Konuşmaları, oturuşları, gülüşleri... Mehmet'e benziyordu arkadaşlarının. Daha birçok şey anlattılar. İçi ısınmıştı bu defa onlara. Kalkma vakti geldiğinde kapıya kadar uğurladı. Evden çı-

selam verdi ve oturdu yanlarına. Kendisi gibi evlatlarını, eşlerini, babalarını, kardeşlerini arayan yüzlerce İnsan vardı. Ellerinde fotoğraflar, çiçekler, gözlerinde umut ve öfke. Türküler söylendi. Ardından birkaç kişi konuşma yaptı. Çok fazla anla-mıyordu söylenenleri. Ama hep ta-nıdığı kelimeler vardı. "Evlatları-mız", "kayıp", "adalet", "umut"...

Genç bir delikanlı konuşma ya-pıyordu. Yüzüne baktı gencin. Göz-leri, yüzü, sesi... Sanki Mehmet'i karşısında duruyor, o konuşuyordu. Biraz sonra polisler yaklaştı. Konuş-ma yapan genci almaya çalışıyorlar-dı. Herkes ayağa kalktı, vermiyorlardı genci polise. Polisler de hareket-lendi. İyice yaklaşıp etraflarını sar-dılar. Bir sivil polis yurmruk attı gencin çenesine, itişmeler, bağrışa-lar arasında atıldı en öne, bir elinde Mehmet'in fotoğrafı, diğeriyle sım-sıkı yapıştı genci yumruklayan poli-sin boğazına. Korkuyla gözleri açıldı polisin, inler gibi sesler çıkardı, kıp-kırmızı oldu yüzü. Güç gelmişti elle-rine, cansuyu yürümüştü sanki o an. Aylardır ilk kez canlandığını hissetti ellerinin. Gözleri öfkeyle dolmuştu, boğazını parçalarcasına haykırdı, genci yumruklayan polisin yüzüne. Can gelmişti tüm bedenine.

Oğlunu, Mehmet'ini bulmuştu işte, hem de bir değil binlercesini bulmuştu.*

28-29-30 Mayısr98 "NIX0N" Antony Hopkins, Joan ailen, Ed. Herris, Bob Hopicins Yönetmen: oliver Stone 1996 yılında en iyi erkek, yardımcı kadın oyunu, senaryo ve özgün müzik dalında oscara aday gösterilen; yine aynı yıl altın küre ödülü alan film, Amerika'nın 37. başkanı NİXON'un yaşamını konu alıyor. Kaçırılmaması gereken bir politik film. 23-24-25 MAYIS'98 "Katil Doğanlar"

Yönetmen: Oliver Stone Tommy Lee Jones, Woody, Harrelso İşte Amerika'nın Gerçek Yüzü Fuhuş, uyuşturucu, Cinayet... Yönetmen Oliver Stone ünle baştan çıkarılan, suça tutkulu ve medya tarafından tüketilen bir ülkeye tamamen yeni bir bakış açısı getiriyor..

söyleşi KONSER "Brecnt üzerine..." ÖZGÜRLÜK Hazırlayan ve Sunan TÜRKÜSÜ Yiğit Tuncay 31 MAYIS 24 Mayıs Pazar 14.00 PAZAR

15.00

KÜLTÜ8R

ha önce de birkaç kez görmüştü. Hatta son karşılaşmalarında nere-deyse kavga edeceklerdi. Herşey on-ların yüzündendi çünkü. Mehmet'in

Saatlerdir' elindeki fotoğrafa bakıyordu. Odanın İçinde dolaşmış, duvarda asılı olan oğlunun fotoğrafını okşamış, sonra fotoğrafı kucağına alıp olduğu yere oturmuştu. Kaç saattir aynı yerde kımıldamadan oturup seyrediyordu oğlunu. Neler

Minibüsten inip biraz yürüdü, İşte karşısındaydı o hep televizyonda gördüğü analar. Mehmet'in fo-toğrafını eline aldı. Gidip sessizce.

26-27 Mayıs’"JFK"Kevin Costner Yönetmen: Oliver Stone Amerikan Başkanlarından Joneathan E Kened-diy'in öldürmesini konu alan film başkanın öldürülmesinin ardından yapılan suiskastı araştıran bir dedektifin yaşadıkları, üzerine gittiği konunun birbiriyle olan bağlantılarını anlatıyor.

Page 39: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

İki üç hafta aradan sonra bu hafta tekrar Selim Ahilerdeyiz. Hapishaneye tutsak arkadaşları ziyarete gidenler ne olup bittiğini, arkadaşlarla neler konuştuklarını anlatıyorlar, Önümüzdeki hafta da bu hafta gitmeyenler gidecek. Özellikle Sinan ve Erkan'ı yakından tanıyan mahalledeki ilişkilerimizden de her hafta ikişer-üçer kişiyi de ziyarete götürmeye çalışacağız. Zaten bu yönde talep de var. Sinan ve Erkan'dan boşalan yerleri ise aramızda yaptığımız yeniden görev paylaşımı ile doldurduk. Ancak bununla da yetinmeyip çalışma alanımızın sınırlarını daha da genişleteceğiz. Böylece düşmanın vurmak istediği darbeyi boşa çıkarıp biz ona yeni bir darbe daha vuracağız. Saldırıların daha da yoğunlaşacağını göz önüne alarak buna göre bizde karşı önlemlerimizi geliştiriyoruz.

—Evet arkadaşlar, sohbetimize daha sonra devam ederiz, şimdi çalışmamıza geçelim. Konuyu biliyorsunuz. İki ayrı başlık gibi ama aslında birbirleriyle yakından ilgili. Önce önderlikten başlayalım. Biliyorsunuz, öncülük ve önderlik konusu, özellikle kitlelerin hareketlendiği, tepkilerin yükseldiği süreçte üzerinde en fazla konuşulan, irili-ufaklı hemen tüm siyasi yapıların gerçeklere, kendi konumlarına ve mücadelenin somutluğuna bakmadan hak iddia ettikleri bir konudur. Bu konuda adeta komik denecek kadar işin sulandırıldığını çok sık görüyoruz. Bir bakıyorsun en geniş kitle eyleminde bile en çok 50-100 kişiyi zor bir araya getiren, kendi başına bağımsız neredeyse tek bir kitle eylemi örgütleyemeyen, seneler boyunca ülkede yaşanan yüzlerce gelişmeden, kitle hareketlerinden birine bile müdahale edip yön veremeyenler kendilerini işçi sınıfının, Türkiye halklarının öncü partisi ilan ediveriyorlar. Hele ki birkaç tane küçük bir direnişte rol oynamışsa görme gitsin. Artık ayakları yere değmek bilmiyor. Peki ben öncüyüm, önderim demekle öyle olunmayacağına göre bu nasıl olacak?

—Elbette her siyasi hareket halkların mücadelesine öncülük, önderlik yapmak için ortaya çıkar. Daha doğrusu böyle bir iddiası olması gerekir. Böyle bir iddiası yoksa zaten iktidar mücadelesi veremez, öncü ve önder olamaz. Ancak böyle bir İddiaya sahip olmakla, böyle bir iddiayla yola çıkmakla öncülük yapabilmek, önder olabilmek farklı şeylerdir. Kimse kendine ben öncüyüm, önderim demekle öyle

olmaz. Her şeyden önce önderlik ve öncülük hiç kimse tarafından bahşedilmez, Önderlik, halk kitlelerinin mücadelesine pratikte öncülük edilerek, ancak ve ancak mücadeleyle hak edilir, kazanılır. Ne kadar büyük laflar edilirse edilsin, hangi düzeyde teorik çözümlemeler, saptamalar yapılırsa yapılsın, pratiğin içinde olmayan, somutu yaşamayan ve söylediklerini hayatın içinde, halkın içinde pratiğe geçiremeyenler ancak kendilerine "Öncü", kendilerine "önder" olabilirler. Pek tabii bu durumda olanlar çok açıktır ki, sorunlarla boğuşan, sokaklarda, alanlarda taleplerini dile getiren, düzenin saldırılarına karşı direnen, yani mücadele içinde yer alan kitlelerin de hiç, ama hiç umurunda olmayacaklardır.

Özcesi kim kendisine hangi misyonu biçerse biçsin, hangi abartılı söylemleri kullanırsa kullansın, öncülük ve önderlik misyonunun gereklerini kimlerin nasıl ne kadar yerine getirdiğini mücadelenin pratiği ortaya koyacaktır. Kitleleri örgütleyen, birleştiren, saleplerine sahip çıkan, mücadelesine yön veren doğal olarak öncü ve önder konumuna gelir.

—Mesela ben bir örnek vereyim. 1978'de siyasi arenaya çıkan Devrimci Sol faşist saldırılar karşısında halkın can güvenliği talebine sahip çıkarak halkı bu temelde örgütlemiş, anti-faşist mücadelenin en önünde yer alarak faşist işgallerin kırılmasına, faşist saldırıların püskürtülmesine, halkın can güvenliğinin sağlanmasına öncülük etmiştir. Selma sen hangi örneği vereceksin?

—12 Eylülden bu yana hapishanelerdeki mücadele pratiği bir örnektir. Faşizm tutsakları teslim alma politikalarının, saldırılarının karşısında her zaman en önde Devrimci Sol ve Parti-Cephe'lileri bulmuştur. Tüm saldırıları Devrimci Sol ve DHKP-C'nin ördüğü barikatlara çarpmış ve başarısızlığa uğramıştır. Çeşitli yaptırımlara karşı, Tek Tip Elbise uygulamasına karşı direnişlerde, açlık grevlerinin örgütlenmesinde Devrimci Sol'un belirleyiciliği vardır. Ölüm Oruçları örgütlenerek, barikat savaşları verilerek, göğüs göğüse çatışılarak, rehin alma eylemleri örgütlenerek düşmanın saldırıları boşa çıkarılmıştır. Bedeller ödenmiş, pek çok şehitler verilmiş ama direnişin hep en önünde olunmuştur.

—Sıra sende Erdal. —Ben de gençliğin 17 Nisan

eylemlerini örnek verebilirim. DEV-GENÇ sürece yerinde ve zamanında

müdahale ederek gençliğin mücadelesini örgütlemiş, 12 eylül sonrasının en kitlesel eylemlerinin öncülüğünü yapmış ve üniversitelerde mücadelenin önünü açmıştır. Bugün de TÖDEF öğrenci gençliğin en kitlesel ve merkezi tek örgütlülüğü durumundadır.

—Sen ne diyorsun Ayşe? —Ben de o süreçte içinde yer

aldığım için 90'ların başında gecekondu halkının su, gecekondu yıkımları vb. sorunlarına sahip çıkarak on binleri harekete geçirdiğimiz ve bunu kitle hareketine dönüştürdüğümüz süreci örnek verebilirim. Bu, 12 Eylül sonrasında İlk kez bu kadar geniş halk yığınlarıyla buluştuğumuz bir süreçti.

-Evet daha onlarca örnek verebiliriz. Ben hemen aklıma gelen

bir kaçını söyleyeyim. Mesela, memurların sendikal mücadelesini başlatan, bunun pratikte öncülüğünü yaparak memurların mücadelesini sokağa taşıran, en radikal eylemlerini örgütleyen biz olmuşuz. Devrimci Memur Hareketi'nin öncülüğünde Hemşireler Derneği, Bem-Der, Bem-Sen, Sağlık-Sen, Kam-Sen'le başlatılan süreç yüz binlerce memurun sendikalarda örgütlenmesinin önünü açmıştır.

Mesela, yine 91de Körfez'deki emperyalist savaşı oportünizm seyrederken emperyalist savaşa karşı kurduğumuz komitelerimizle, aylarca sürdüğümüz kampanya, dar-kitlesel, yasal-yasadışı, silahlı-silahsız eylemlerimizle, mücadelenin her biçimi ve çeşidini kullanarak halkın emperyalist savaşa karşı tepkisinin Örgütleyicisi olduk."

Mesela yakın bir süreçten, Susurluk sürecini de örnek verebiliriz. Susurluk kazasının hemen ardından bunun kitlelerde açığa çıkarabileceği tepkiyi önceden görebilmeyle, sürece müdahale yöntemleriyle, kitlelerin tepkisinin açığa çıkarılıp onbinlerin sokağa taşınmasıyla Susurluk süreci öncülüğün ve önderliğin ne demek olduğunu yalnızca devrimcilerin nezdinde değil, halk kitlelerinin nezdinde de açığa çıkarmıştır. Görmek isteyenler için her şey oldukça net ve açıktır. Bu kadar örnek yeter sanıyorum. Peki şimdi şöyle bir sorayım: önderlik nedir? Evet Ömer, seni dinliyoruz.

—Önderlik halkın mücadelesini örgütleyebilmektir. Kitleleri düzenin her türlü saldırısına karşı bir güç olarak dikebilmek ancak ve ancak örgütlemekle mümkündür. Hangi faaliyet yapılırsa yapılsın, eğer bu, kitleleri devrim saflarına kazanmaya, onların örgütlenmesine hizmet etmiyorsa, gelip geçici etkileri dışında herhangi bir sonuç vermeyecektir. Kitleleri örgütlemeden, bunun için çaba harcamadan, yapılacak tüm etkinliklerin reklamcılıktan, lafazanlık yapmaktan öteye bir anlamı olmayacaktır. Kitlelerle somut bağlar kurmadan, onların eylemlilikleri üzerinde abartılı söylemlerle hak iddia etmek kendini kandırmaktan başka işe yaramaz.

Kitleleri örgütlemek büyük bir çabayı, özveriyi, sabrı ve ısrarı

KURTULUŞ gerektirir. Örgütlemeyi hedeflediğimiz insanların, halkın her an yanıbaşında olmayı, her türlü sorunuyla ilgilenmeyi, onu tüm yanlarıyla tanımayı gerektirir. Ama bunun İçin de öncelikle halkı sevmek gerekir.

—Evet, başka. Selma. —Önderlik, birleştirici ve

toparlayıcı olmaktır. İçinde bulunduğumuz süreçte halkın çeşitli kesimlerinin ve bunların ayrı ayrı tepkilerinin, taleplerinin birleştirilmesinin ve iktidara yöneltilmesinin önemini biliyoruz. Dahası halkın da en önemli taleplerinden biridir birlik olmak. Ama bugün herkesin gözü önünde yaşanan bir de gerçek var. Kendilerine öncülük, önderlik misyonu biçenler halk örgütlülüklerinden, meclislerden ısrarla kaçıyorlar. Devrimin, halkın çıkarları yerine kendi gündelik çıkarlarını düşünen, faydacı, reklamcı, anlık kazanımlar peşinde olanların mücadeleden ve halktan uzaklaşmaları kaçınılmazdır. Ancak tüm halk güçlerini birleştirecek politikalar üretenler, bu politikalarını hayata geçirmede ısrarcı olabilenler, birleştirici olabilenler öncü ve önder olabilirler.

Önderlik sonuç alma kararlılığına sahip olmayı gerektirir. Devrimci politika somutun üzerinde yükselir, hedefi de somuttur. Bu doğrultuda ürettiği politikalarda gerçekçidir. Yapılması mümkün olmayanı önermek ne kadar gerçek dışıysa, abartıcılıksa, yapılabilecek olanın çok gerisinde kalmak da o oranda devrimde samimiyetsizliktir. Ne yazık ki, önerilenleri, savunulan politikaları yerine getirme sonuç alma konusunda genel olarak solun olumlu bîr gelenek coşturabildiğinden söz etmek mümkün değildir.

Oysa ürettiği politikalarda ısrarcı olmayan, sonuç alma kararlığına sahip olmayan hiçbir hareket ne kendini geliştirebilir, ne de kitlelere önderlik edebilir. Gerçekçi politikalar üretenler, ürettiklerinin doğruluğuna inananlar politikalarına ısrarla sahip çıkar, sonuç alırlar. Elbette sonuç almada ısrarcı olmak çoğu zaman daha fazla bedel ödemeyi gerektirir. Özellikle düzene karşı geliştirilen her politika faşizmin karşı politikalarıyla, esas olarak da zoru, faşist terörü ile karşılaşacak, ezilmeye, yok edilmeye çalışılacaktır. İşte bu noktada faşizmi geriletmek, politikalarını gerçekleştirmede ısrar etmek ve sonuç almak ancak bedel ödemeyi göze almakla mümkündür. Politikasında tereddütlü olan, bedel ödemeyi göze alamayanlar sürecin gerisinde kalmaya mahkumdur.

—Önderlik ve Öncülük politikada doğruluk, taktikte ustalıktır. Doğru politika ancak doğru bir ideoloji ve doğru bir çözümleme ile mümkündür. İdeolojik gıdasını ülkesi ve halklarının somut gerçekliğinden değil, farklı kıblelerde arayanlar kıblesini kaybedince yalpalamaya, bocalamaya başlayacaklardır. Şablonlara sığmayan somut gerçeği bütünüyle kavrayamazlar. Dolayısıyla

39 23 Mayıs 1998 EĞİTİM

Page 40: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

süreci, sürecin dinamiklerini yakalayamaz ve buna uygun politikaları üretemez, uygulayamazlar. Düşmanın çok yönlü saldırıları karşısında etkisiz, tutarsız ve hatta tavırsız kalırlar. Son birkaç yıllık mücadele pratiğinde bunun onlarca örneği yaşanmıştır. Oysa önderlik, öncülük sürece müdahale etmektir. Kitleleri yönlendirebilmektir. Her tür gelişmeye anında tavır geliş tire bilen, yalnızca birebir örgütlü ilişkilerini değil, bunun dışında halkı harekete geçirebilmektir önderlik.

Politika güçle yapılır, Önderlik politik güç olmaktır. Düşmanın politika ve taktiklerine karşı alternatif politika ve taktikler üretebilen, bunları yaşama geçirecek gücü olanlar önder olabilirler. Halk kitleleri doğruluğu yaşamda sınanmayan, pratikte yaşama geçmeyen, yanıbaşında güç olarak görmediği hiçbir politikanın, hiçbir teorinin savunucusu ve uygulayıcısı olmaz. Keza, düşmanın nezdinde de hiçbir caydırıcılığı olmaz. Oysa önder olmak her şeyden önce gündemi belirleyebilen, en azından gündemin odak noktalarından birini oluşturabilen bir güç olmayı gerektirir. Ancak böyle bir güç düşmanın ideolojik yönlendirmesinden etkilenmeden, kendi politika ve kararlarıyla süreci devrimci tarzda dönüştürebilir.

—Önderlik, politik ileri görüşlülükle süreci görebilmek, doğru eylem tarzını ve mücadele yöntemlerini belirleyebilmek ye uygulamakla kazanılabilir. Bu da mücadelede istikrarlı olmanın, sürekliliğin ve iradiliğin sonucu

olarak ortaya çıkar, Önderlikten söz ediyorsak, Öngöremeden, tahlil edemeden, dolayısıyla politika üretip pratiği örgütleyecek gücü yaratmadan yalnızca "biz de varız" demekle önderlik yapılamaz. "Biz de varız" tavrı, önderlik değil katılımcılıktır. Mütevazilik, gerçekçilik hiç kimseye bir şey kaybettirmez, aksine çok şey kazandırır. Politik tavır geliştirirken ne kazanacağına değil, ne kaybedeceğine yoğunlaşan kafa yapısı istikrarsız, kararsız, günübirlik hesaplarla hareket edendir. Oysa önderlik istikrarıyla, kararlılığıyla güven veren, sağa-sola savrulmayandır.

yaşatabilmek, onları

geliştirebilmektir. Pragmatizmi, faydacılığı, kendine güvensizliği, kararsızlığı ve kısırlığı yaşayanlar sonuçta İlkeler ve değerler noktasında da aynı sorunları taşıyanlardır. Devrimci değer ve gelenekleri halkla bütünleştirmek, halkı savaştırabilmenin ve nihai zaferin garantisidir. Devrimci değer ve gelenekleri bu önemde ele alamayanlar öncülük ve önderlik iddiasını da taşıyamazlar.

İktidar bilincine, zafer tutkusuna sahip olabilenler devrimci mücadeleyi büyüten, yeni değerler yaratan cüret ve cesareti gösterebilirler, Öncülük ve önderlik iddiası tüm bu özelliklen üzerinde taşıyabilenlerde somutluk kazanabilir. Ülkemiz devrim tarihinde ürettiği politika ve taktiklerle yarattığı geleneklerle, ideolojik sağlamlılık ve kendi güvenle öncü ve önder olmanın gereklerini yerine getiren güçtür Parti-Cephe.

—Önderlik halka devrimin yolunu göstermek, halkla birlikte savaşmaktır.

Kim 12 Eylül faşist cuntasına karşı yok olma pahasına savaştıysa, can bedeli, kan bedeli tek tipleştirme, kimliksizleştirme saldırılarına karşı uzlaşmaz bir derinişi yarattıysa öncü ve önder odur.

Kim faşizmin karanlığını parçalayarak halk örgütlülüklerini yarattıysa, savaşı yükselterek düşmanı gerilettiyse Öncü ve önder odur.

Kim yükselen halk muhalefetine devrimci yön verdiyse, toparlamaya, birleştirici olmaya çalıştıysa, halka kendi iktidarını kurma hedefini gösterdiyse öncü ve önder odur.

Kim ölüm Oruçlarını planladıysa, programladıysa ve adım adım gerçekleşmesinde inisiyatif koyarak zafere ulaşmasını sağladıysa öncü ve Önder odur.

Kim halkı kendi örgütlülüklerine kavuşturup iktidar hedefiyle binleri yürütüyorsa öncü ve önder odur. Öncü ve önder, oligarşinin korkulu rüyası, halkın umudu olan güçtür. Bu güç Parti-Cephe'dir.

—Evet arkadaşlar, önderlik nedir sorusuna daha onlarca cevap vererek devam edebiliriz. Ancak belli başlılarına değindiğimiz için bu kadar yeter. Şimdi gelelim bizim açımızdan meselenin özüne. Bugün Türkiye halklarının kurtuluş mücadelesine öncülük ve önderlik etmeye çalışan bir halk hareketiyiz. Düşmanın senelerce sürdürdüğü imha politikalarına rağmen, tüm bu politikaları göğüsleyebilen, düşman kuşatması altında yenilgilerden zaferler çıkarabilen güçlü bir önderliğe sahibiz. Bulunduğumu nokta yeterli mi? Elbette hayır. Daha çok eksiğimiz var, daha yolun başında sayılırız, tşte burada bize büyük görevler düşüyor. Çünkü, Partimizin öncü ve önderlik rolünü büyütecek olan bizleriz. Milyonları örgütleyip, harekete geçirecek olan bizleriz. Yani tek tek yöneticiler, kadrolar, savaşçılardır. Biz bulunduğumuz alanda, birimde önderlik misyonunu yerine getirebildiğimiz ölçüde, partinin önderlik misyonu büyüyüp güçlenecektir. O zaman biz de kendimizi önderlik misyonuyla donatmamız, bulunduğumuz alanın, birimin önderleri olmalıyız. Bakın bu konuda Kongre kararlarında ne deniyor. Bîr kaç önemli noktayı aktaralım.Şu işaretlediğimiz yerleri okur musun Ayşe?

—(...) Her bölge ve alanın, en küçük bir birimin, askeri birliğin yöneticisi, partinin devrim stratejisinin, programının bir parçası, onu tamamlayan vazgeçilmez bir unsurudur. Parti ve örgüt nedir: parti ve örgüt stratejinin hayata geçmesi için, devrim için bir araçtır. Bu aracın motoru kadrolardır. Kadrolar veya bölge, alan, birim yöneticileri, kendilerini bu aracın motoru gibi görmez, onun fonksiyonunu yüklenmezse, araç işlemez hale gelir.

(...) Kuşkusuz hepimiz biliyoruz. Stratejik hedefimiz anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir, yani devrimci halk iktidarıdır. Bütün çabamız, bütün faaliyetlerimiz, çalışma tarzımızın esasları, bütün alan ve bölgelerin, birimlerin, tek tek kadroların, özelgörev ünitelerinin programlan bu stratejik hedefe kilitlenmek zorundadır. Bu stratejik hedefe varmak için, stratejik güçlerimiz, temel mücadele biçimimiz, hangi sınıf ve tabakaları öncelikle örgütleyeceğimiz belirlenmiştir. Sorun, bunları nasıl örgütleyebileceğimiz, bu örgütlenmede ve savaşta hangi araçları, nasıl kullanacağımız, yöneticinin ve kadronun oynaması gereken rol, halk kitlelerinin ve düşmanın içinde bulunduğu durum ve bunun için geliştireceğimiz

23 Mayıs 1998 programlar, politikalar ve taktiklerin neler olduğunun gerçekçi bir şekilde belirlenmesi ve hayata geçirilmesidir.

(...) Çalışma yapacağımız alan, siyasal perspektiflerimiz doğrultusunda doğru analiz edilmeden olumlu sonuçlar alarak hayata geçebilen programlar ve taktikler oluşturmak mümkün olmaz. Çalıştığımız alanda, hangi kesimleri, hangi sınıf ve tabakaları örgütleyeceğiz? Bu sınıf ve tabakaların tarihsel, siyasal, kültürel özellikleri nelerdir? Bunlar İçerisinde olumlu ve olumsuz etkiler göstererek, savaşımızı engelleyici ve geliştirici unsurlar neler olacaktır? Nereden ve nasıl başlamalıyız? Dost ve düşman güçler kimlerdir? Dost güçleri saflarımıza kazanmayı, bazı düşman görünen tereddütlü güçleri tarafsız hale getirmeyi, tarafsızları kazanmayı ve düşman cephesini daraltmayı nasıl bir programla başaracağımızı önümüze koymak zorundayız. Dahası, bölge ve alan nezdinde örgütlemeyi hedeflediğimiz halk kategorisinin çok daha ayrıntılı tahlilini yaparak, örgütlenmede, propagandada, taktiklerde, alan ve bölge özellikleri çerçevesinde yaratıcı bir çalışma tarzını hayata geçirerek işe başlamak zorundayız. Alan ve bölgelerdeki halk kitlelerinin, düşmanın durumunu göz önüne almayan, buna uygun mücadele biçimlerini ortaya çıkarmayan bir çalışma tarzının, istenen sonucu alması olanaksızdır.

(...) Stratejik hedefe varan çizgide, her yönetici ve komutan ülke düzeyinde tüm halkı örgütlemeyi ve savaştırmayı hedeflemiş ve silahlı savaşı temel almış bir partinin her komitesi kendisi parti, her kadrosu ve sorumlusu partinin genel önderi gibi düşünerek sorumluluk alanını tahlil edip, savaşa komuta edeceği alanı ayrıntılarıyla tanımak ve taktikleri belirlemek zorundadır. Savaş birçok cephede birden sürer. Bu cephelerden birinin zayıflaması, görevini yapmaması durumunda savaşın bütününün şu veya bu biçiminde zaafa uğraması kaçınılmazdır. Bunun için hangi savaş cephesinde olursa olsun, her parti komitesi ve kadrosu, kendi cephesindeki savaşı kazanmayı hedeflemelidir.

(...) Kurmayca çalışan, stratejik hedeften sapmayan ve yirmi dört saatini bu hedefte yoğunlaştıran bir yönetici için, olmazlar ve yoklar yoktur. Gerekçeler, tebessümle karşılanması gereken, sorunlardan kaçışın, çaresizliğin bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Tersi bürokratizmdir, hantallıktır. Devrime gerekli emeği vermemektir.

(...) Bir önder, bir yönetici, potansiyelin, hem de büyük bir potansiyelin olduğu bir yerde, bu potansiyel içerisinden örgütlenme için ihtiyacı olan her şeyi çıkarabilmelidir. Eğer çıkaramıyorsa, uygulanan yöntemlerde ve hayata geçirilen çalışma tarzında bir yanlışlık, bir bozukluk, aranmalıdır. Yönetici, 'potansiyel var'denilen yerde, işe nereden ve nasıl

40 KURTULUŞ

H a l k M e c l i s l e r i , halkın örgütlendiği, halkın devrimekazandığı örgütlenmeler olarak Parti-Cephe tarafındangündeme getirildi giderek gelişen bir güç haline geldi

Önderlik, devrimci değer ve gelenekleri

Page 41: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 EĞİTİM 41 KURTULUŞ

başlayacağını bilmek zorundadır. Bir yöneticinin öncelikli görevi kadro yetiştirmektir. Kadro yetiştirmeyen, yetişmesi için emek vermeyen bir yönetici, devrimci bir yönetici, bir önder değil, olsa olsa bir bürokrattır. Bürokrat nedir? bürokrat, üstten aldığı emri yerine getiren, her türlü personel, araç ve gereç ihtiyacı yukarıdan aşağıya karışlanan bir ilişki ağında, aynı zamanda emir verendir. Araç gereçlerin tükendiği, personelin olmadığı koşullarda ise yan gelip oturabilendir. Onun yaratıcı olması, eksiklerinin yerlerini doldurup üretmesi için herhangi bir neden yoktur. Doğal ki, bu tür bir çalışma tarzının oluşturduğu bir yaşam biçimi ve düşünce sistemi kendine uygun olacaktır. Hantal, emir alan, emir veren, konum ve yetkilerini dayatarak insanları ezen, yukarıya karşı hoş görünen, alta karşı sekter olan birisidir. Yükselme, daha çok yetki sahibi olma onun temel amacıdır. Çalıştığı alanda kadro yoksa, kadro eğitmek için bizzat seferber olanlar ise, en küçük bir olanağı, en küçük bir ilişkiyi değerlendirerek, gecesini gündüzüne katarak 'mutlaka partiyi ve cepheyi burada örgütleyeceğim, hareketin istediklerini bulacağım anlayışıyla gerektiğinde her türlü riski göze alarak, olmaz gibi görünen şeyleri ortadan kaldırır, hatta yoktan var eder. 'Yok, olmaz' türü gerekçeleri getirmeyi, kendini aşağılama olarak kabul eder. Hazırlopçuluğa asla tenezzül etmez. Kolay kazanılan her şeyin kolayca kaybedilebileceğini bilir. Bir devrimci yönetici asla sıradan bir bürokrat gibi emir alan ve emir veren olamaz. Devrimci ilişkilerde, her şeyden önce yaratıcılık ve inisiyatif esastır. Yaratıcılığım ve inisiyatifini geliştirmeyenler, devrimci ilişkileri emir alıp verme olarak kavrayanlar, emirleri de uygulamazlar.

(...) Gerçek bir Önder, bırakın yoğun devrimci potansiyelin olmasını, hiçbir ilişkinin, hiçbir olanağın olmadığı koşullarda dahi yaşamanın ve kitlelere uzanmanın yolunu bulan insandır. Nasıl sorusunun reçetesi yoktur. Bunun cevabı, devrimci inanç, yaratıcılık, disiplinli olmak ve engin bir halk sevgisindedir.

Yöneticiliği, yaratıcılık, özveri, daha çok çalışma, sorumluluk alma, en tehlikeli durumları göze alma olarak kavramamış olanlar, hep dışarıdan gelecek, temin edilecek olanaklara güvenerek yöneticilik yapmayı düşlerler. Bu tür bir yöneticilikte yaratıcılık ve özveri yoktur. Aldığı emri yerine getirmeyi düşünür ama emri bizzat yerine getirenin kendisi olmasını hiç düşünmez. Bütün programını ve planını, emri başkalarının yerine getirmesi üzerine düzenler. (Dursun Karataş, Kongre Belgeleri I, sayfa 254-259)

—Evet arkadaşlar, biraz uzun bir alıntı oldu gerçi ama her kelimesinden kendimize çıkaracağımız bir pay olmalı. Çünkü biz de burada Parti-Cephe'yi

örgütlemeye soyunmuşuz. Yani motor biziz. Bizden başka kimse olamadığına göre yönetici, kadro, savaşçı, komite biziz. O zaman üstlendiğimi misyonun hakkını vermemiz, her birimiz önderlik vasıflarına sahip olmayı önümüze hedef olarak koymamız ve bunun gereklerini yerine getirmemiz gerekir.

Şimdi isterseniz inisiyatif konusuna geçelim. Demin de zaten kongre karalarından aldığımız alıntının içinde de geçti. "Devrimcî ilişkilerde, her şeyden önce yaratıcılık ve inisiyatif esastır" diyordu. Bir yandan düşmanın saldırılarının alabildiğine arttığı, gözaltıların, tutsaklıkların, kayıpların çoğaldığı, öte yandan baskı ve zulüm altındaki halkın öfke ve tepkilerinin had safhaya vardığı içinde yaşadığımız bugünkü süreçte inisiyatif sorunu çok daha önemli hale geliyor. Hem saldırıları püskürtmek, doğan boşlukları hızla doldurmak, hm de düşmanın saldırıları altında mücadeleyi örgütlemek ve savaşı daha da büyütmek göreviyle karşı karşıyayız. Bunu başarmak da inisiyatifli olmadan, bu yanımızı güçlendirmeden mümkün olmaz. Evet Ömer bira da sn devam et istersen.

—İnisiyatif, partinin politikalarını kavrayıp yerinde, zamanında ve işleyişe uygun olarak gelişmelere müdahale etmektir. Bunun İçin amaç ve hedefin net olması gerekir. Hedefimiz nedir? Kitlelerin tepkilerini harekete geçirmek, kitle hareketlerini politikleştirmek,radikalleştirmek, buna süreklilik kazandırmak ve toplumun tüm kesimlerini örgütlemek. Tüm bunlar neye hizmet edecektir? İktidarı almaya. Aslında her şeyin düğümlendiği nokta da burasıdır. Yani iktidarı alma iddiası ve ısrarı. İktidara yürüyen bir partinin iktidara yürüyen insanları, kadroları olabilmek. Bu neyi, niçin ve nasıl yapmak gerektiğini bilmek ve örgütlemede emekçi, sabırlı olmakta somutlanmaktadır.

Elbette inisiyatifli olmak, doğru, yerinde ve zamanında kararlar verip uygulayabilmek için partinin politikalarını, yaşanılan süreci, sürecin ihtiyaçlarını bilmek, halkı tanımak, ülke gerçeklerin kavramak gerekir. Hedefinin ne olduğunu bilen, bu konuda kafası net olan insan partinin, halkının çıkarlarının nerede olduğunu ve nasıl davranması, nasıl kararlar alması gerektiğini de bilecektir. İlke ve değerlerimize, bugüne kadar yaratılan geleneklerimize ters düşmeyecek tarzda davranacaktır. Kafamız netse, partinin perspektifini, politikalarını kavramışsak yapacağımı müdahaleler doğru olacaktır. Bu noktada asla kendimize güvensizlik, tereddüt yaşamamalıyız. Tarihimiz bize kendine güvenli, sağlam adımlarla ilerleme cesareti aşılamaktadır. Bunu hiçbir zaman unutmamalıy ız.

Yalnız burada yanlış bir kavrama olmasın, inisiyatif sorunu tek başına olağanüstü durumlar, eylem anları

veya ani gelişen olaylar karşısında tavır almak olarak anlaşılmamalıdır. Elbette böyle durumlarda inisiyatifin çok daha büyük önemi ortaya çıkar ama sadece bununla sınırlı düşünmemek gerekir. İnisiyatif yaşamın, mücadelenin bütününe yönelik bir sorundur. Tüm süreci kapsar. Yani yeni yeni kararların alıp uygulamak, bulunduğumuz birimdeki, alandaki çalışmayı partinin hedeflerine uygun olarak örgütlemek, özcesi kurmayca çalışmak. Bulunduğumuz alandaki, birimdeki faaliyetin bütününde bizim irademiz olmalı. Hiçbir şeyi kendiliğindenciliğe bırakmamalıyız.

—Elbette İnisiyatifli bir kişiliğin birden şekilleneceğini beklemiyoruz. Ancak şu da bir gerçek ki, kolektif çalışma bunu kazanmanın en büyük atacıdır. Çünkü kolektif çalışma üretimi, yaratıcılığı geliştirecek, biribirini tamamlamayı sağlayacaktır. Bunlar aynı zamanda kendine güvenin gelişmesini sağlayan faktörlerdir. Kolektif işleyişin, üretkenlik ve yaratıcılığın olduğu yerde inisiyatifsizlikten söz edemeyiz.

Demek ki inisiyatifli olmak için üretici ve yaratıcı bir kafaya sahip olmamız gerekir. Çünkü somut koşullar, hayatın gerçekleri mekanik şekilde söylenenleri yapan, ona kendinden bir şey katmayan insan tipini reddeder. Kendimizden bir şey üretmeden, katmadan hareket ettiğimizde sıkıntıların, sorun ve tıkanıkların yaşanması kaçınılmazdır. Bu da uygun fırsatların kaçırılmasına, değerlendirilemeyen olanakların heba olup gitmesine neden olacaktır. Bunun da düşmanın işine yarayacağı unu güçlendireceği açıktır.

Şu bir gerçek ki, sorumluluk hem de taşıyabileceğimiz en üst boyutta sorumluluk üstlenmeliyiz. Çünkü devrimcilik sorumluluk üstlenme cesaretidir aynı zamanda. Sorumluluk alma cesaretini gösterme üretken ve yaratıcı bir kişiliği de geliştirecektir. Cesaret iddiadır, kararlılıktır. Cesaretli İnsan hata yapmaktan korkmaz. Önemli olan hatalardan ders çıkarabilmeyi bilmektir. Yapılan hatayı telafi etmek için çaba sarfetmek, kendini geliştirebilmektir. Hata yapmaktan korkan insan iş yapmaktan da kaçıyordur.

Bilgi, deney, tecrübe vb. eksikliklerden kaynaklanan hatalar, yanlış müdahaleler de yaşanabilir. Ancak bu da bizi kendimize olan güveni sarsmamalı, inisiyatifsiz davranmaya sürüklememelidir. Elbette göz göre göre hata yapmak, yapılan hatalardan dersler çıkarmamak bizim için olmaması gereken şeylerdir. Koyduğumuz İnisiyatifte, bir müdahalede yanlışa düşmüşsek doğru olan cesaretimizin kırılması değil, nerede, nasıl yanlış yaptım, neyi eksik bıraktım, sureci kavradım mı, nasıl adım attım vb. sorulan sorarak kendimizi sorgulamak, yanlışlarımızı ortaya çıkarmak, doğruyu arayıp bulmak olmalıdır. Buradan yanlışları, hataları giderecek ve bizi geliştirecek somut sonuçlara varmak gerekir ki aynı

şeyler bir daha tekrarlanmasın. Bir devrimcinin "Ben şu işi

yaparken yanlış inisiyatif kullandım, artık sorumluluk üstlenmek istemiyorum" demeye, tereddüt ve kararsızlığa düşmeye hakkı yoktur. Tereddüt kararsızlıktır, inisiyatifsizliktir.

Devrimci kendini sınırlamayan insandır. Yaşadığımız süreç öyle hızlı gelişiyor ki, sürece yetişmek, müdahale edebilmek ve inisiyatifimizi geliştirmek için bunu hepimizin en kısa zamanda başarması gerekiyor. Hayat boşluğu, atıllığı affetmiyor. Biz boş bıraktığımızda orayı bir biçimiyle düzen İçi güçler, düşman dolduruyor.

Büyük ve hızlı adımlara ihtiyacımız var. Büyük işler başarmak zorundayız. Devrimin gelişmesi, düzeni daha fazla tehdit ederek ona iradesini kabul ettirir hale gelmeye başlaması için omuzlarımıza daha fazla yük almamızı gerekli kıldığı açıktır. Bu da daha İnisiyatifli olmak anlamına gelir. Yüz binleri yürütmek, ayağa kaldırmak bize hayal ve uzak gelmemelidir. Bunu başarabilecek güce sahibiz. Ayaklanmaların yöneticisi olmak, buna hazırlanmak zorundayız.

İşte Ali Haydar yoldaşımız somut örnektir Önümüzde. O ne 12 temmuz katliamı sonrasında ekip otosunu molotoflarken, ne polisin silahını kamulaştırırken, ne de Gazi katliamının ardından kitleleri "hedef karakol" deyip düşmanın üzerine yönlendirirken, "Saldıran Devlet, Direnen Gazi Halkıdır/DHKP-C" pankartını yazarken, barikatlar kurup çatışırken özel bir talimat beklememiştir. Kullandığı inisiyatifi, yerinde ve zamanında müdahalesiyle büyük bir kitle hareketinin gelişmesine ön-ayak olmuştur. Onbinlerin sorumluluğunu omuzlamıştır. İşte önderlik budur.

örgüt gibi düşünen, örgütüyle bütünleşen, kafasında örgütün politikaları net olan, sorunlara kafa yoran bir Parti-Cephe'linin tavır bulunduğu yerdeki sorunlar, gelişmeler karşısındaki tavrı müdahale olacaktır. İnisiyatifini kullanmak olacaktır. Örgütün iradesiyle bütünleşen bunu yaşamına da hakim kılacağı için tökezlemez. Tereddüt göstermez. Örgüt disiplinine sahip olan, plan ve programlı çalışan inisiyatif kullanmada da zorlanmaz. Ani gelişmeler karşısında şaşırıp kalmaz. Soğukkanlılığını koruyarak, partinin ve halkın çıkarlarını düşünerek hızlı kararlar alıp uygular.

İnisiyatif kullanmak her işte, her müdahalede kendi başımıza buyruk davranmak değildir. Örgütsel bağ korunduğu, ilişki olduğu sürece bu örgütle paylaşılarak kullanılır. Partinin politikalarını, talimatlarını en iyi biçimde hayata geçirmek için çaba harcamak da inisiyatif kullanmaktır. Partinin inisiyatifini hayata geçirmektir.

Evet arkadaşlar, bugün de çalışmamızı burada noktalayalım. Sohbetimize devam ederken ayrıca sorularınız varsa onları da tartışırız.*

Page 42: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 42 ENDONEZYA

23 Mayıs 1998

"Asya Kaplanları" Çöküşü Yaşıyor

ENDONEZYA'DAKİ HALK AYAKLANMASI

MEŞRU VE HAKLIDIR!..

Dünyanın nüfus bakımından en bü-yük dördüncü ülkesi olan Endonezya'da-ki halk ayaklanması, CIA tarafından dü-zenlenen faşist bir cunta ile iktidara ge-len ve 32 sene boyunca halka kan kustu-ran Suharto'nun diktatörlüğünü sarsı yor.

Çok değil, daha bir yıl öncesine kadar emperyalistler tarafından, dünyaya "model" olarak lanse edilen "Asya Kap-lanları'nın içine girdiği çöküş, bugün iki yüz milyonluk Endonezya'da halk ayak lanmasına kaynaklık ediyor.

Endonezya'da faşist yönetime karşı halkın tepkilerinin ilk kıvılcımı Şubat ayında yakıldı. Ülkenin içine girdiği eko-nomik kriz sonucu, ülke parası Rupi'nin ABD Doları karşısındaki rekor düzeyde değer kaybetmesiyle birlikte, ülkenin Pek çok yerinde halk, fiyatlarının artacağını düşünerek mağazalara yöneldi ve yağmalamaya başladı.Ancak bu tepkiler fazla yayılmadan terörle bastırıldı. Aradan geçen zaman içinde halkın tepkisi yatışmadı. IMF'nin dayattığı program doğrultusunda Mayıs başında bazı temel mallara yapılan sübvansiyonu kaldırıl-ması, akaryakıt, elektrik ve yiyecek mad-delerine % 75'lere varan zamların yapıl-ması bardağı taşıran son damla oldu.

32 yıldır ülkeyi baskı ve terörle yöne-ten Suharto diktatörlüğünün yolsuzluk-larına ve IMF'nin kemer sıkma progra-mına karşı ortaya çıkan son tepkilerin halk ayaklanmasına dönüşmesinde öğ-renciler başrolü oynadı.

Halk ayaklanmasına giden sürecin ilk kıvılcımını yakan öğrenciler, başlan-gıçta belirli bir programa ve hedeflere sahip olmadıkları gibi örgütlü de değil-lerdi. Suharto'nun 2005 yılına kadar dev-let başkanlığına seçilmesini protesto eden ve istifasını amaçlayan bir tepkiydi bu. Her şeyin düzelmesini bu istifaya bağlamaları onların doğru bir perspekti-fe sahip olmadıklarının işaretiydi. Müca-deleleri başlangıçta üniversite kampüsü ile sınırlıydı.

Ancak Suharto'nun IMF'nin ve Dün-ya Bankası'nın dayattığı programı ha-yata geçirme karan öğrencileri Medan kentinde sokağa döktü. Öğrencilerin so-kağa çıkması, iktidarın saldırılarını daha da artırdı. Genelkurmay Başkanı VViran-do, eylemlerin sona erdirilmemesi duru-munda daha sert önlemler alınacağını açıkladı.

Öğrencilerin bu tehdide yanıtı, ülke-nin 15 üniversitesinde eylemleri kam-püs dışına taşırma oldu. Bunu bütün üniversitelerdeki eylemlilikleri koordine edecek yeni bir örgütlenme yaratma adı-mı İzledi. Suharto, bunun üzerine, ey-lemlerde önemli bir yeri olan Nommen-sen Üniversitesi'ni kapattı. Ancak bu saldırı da, yanıtsız bırakılmadı ve dört üniversiteden 3000 öğrenci ülkenin için-

de bulunduğu ekonomik ve siyasal du-rumu protesto etmek için Samarinda kentinde gösteriler düzenledi. Başkent Jakarta ve Bopor kentindeki gösterilere İse polis saldırdı ve 10'a yakın insanı kat-iettı Üniversite öğrencilerine Surabaya kentindeki Lise öğrencilerinin de katıl masıyla eylemlerin çapı daha da büyü dü.

Suharto faşizminin tüm çabası, öğ rencilerle halk arasındakı bağlan kes me ye dönüktü. Ancak öğrencilerin okaga inmesiyle birlikte halk ve öğrenciler arasında bağlar kuruldu Bu bağın kurulması öğrencilerin taleplerini daha da belirgin hale getirdi Bu talepler bütün halkın en genel ekonomik demokratik isteklerini yansıtmaktaydı Terör yasalarının kalkması, insan haklarının ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi, yargının bağımsızlaştırılması, gıda fiyatlarının düşürülmesi, Suharto ailesinin yolsuz-larınının soruşturulması, soyguna ve çürümeye son verilmesi, seçim sistemi ve parlamentonun halkı temsil edecek şekilde demokratikleştirilmesi vb.

Öğrencilerin ekonomik-demokratik taleplerine sahip çıkanların başında işçi-ler geldi. Tangerang kentindeki 4 bin işçi benzer taleplerin dile getirildiği bir gös-teri yaptı. Kerawang kentinde ise 1500 işçi greve gitti. Ayaklanmaya katılan bir başka kesim ise işsizler oldu. Onları me-murlar, doktorlar ve hemşireler izledi. Köylüler ise, gösterilerin daha başından itibaren harekete geçtiler. Çünkü, tarım-daki yoğun sömürüden ve şiddetli yağ-murların yol açtığı yıkımdan dolayı bü-yük sefalet içindeydiler. Kısacası, halkın bütün kesimleri öğrencilerin başlattığı harekete katıldı, öğrenciler için "Onlar bizim temsilcimiz, biz onları destekliyo-ruz"'diyorlardı.

Öğrencilerin halkın ta-leplerini gündemlerine al-ması mevcut örgütsel dü-zeylerini de yükselten bir işlev gördü. 30 işçi grubu-nun temsilcileriyle birlikte Jakarta'da düzenlenen toplantıda alınan daya-nışma karârları, diğer kentlere de (Bundung, Su-rabaya vb.) taşındı. Aynca öğrenciler kendi örgütle-melerini de ayaklanma İle birlikte yeniden düzenle-diler. Tek tek şehirlerdeki örgütlenmelere ulusal dü-zeyde bir Özellik kazandır-dılar. Ülkenin değişik yer-lerinden gelen temsilcile-rin oluşturduğu "Öğrenci Forumları" ile merkezi bir organizasyona gittil er. Ülke çapında koordinasyonu sağlayan

bu Forumla-

nn esnek bir merkeziyetçiliği vardı. Forumların bir diğer hedefi de, öğ-

rencilerin ittifak İçine girdiği işçi ve emekçi kesimlerle ortak bir platform yaratmaktı. Ayrıca, bu örgütlenme biçi-mi müslüman, Hindu, Hıristiyan öğren-ciler arasındaki dini ayrımcılığı da kal-dırmayı başardı.

Suharto, başlayan halk ayaklanma ı nı bastırmak için ikili bir politikaya baş-vurdu. Bir yandan orduyu da devreye so-karak ayaklanan halkın üzerindeki terö rünü artırdı, diğer yandan da reformlar yapacağı sözü vererek halk ayaklanma ı m yatıştırmak İstedi. Ancak halk, gerek yüzlerce insanın katledilmesine, gerekse de Suharto'nun "reform" vaatlerine al-dırmadı, ayaklanma ülkenin her bölgesi-ne daha da büyüyerek yayıldı

Ayaklanmanın başladığı günlerde Suharto, Mısır'da yapılmakta olan "Ge-lişmekte Olan ülkeler Konferansı"na gi derek "her şeyin kontrolünde olduğu' imajını vermek istemesine rağmen, geli şen halk ayaklanmasından duyduğu kor-kuyla konferansı bırakıp ülkeye geri dönmek zorunda kaldı.

Suharto'nun dönüşte yaptığı, "Ulu-sun önünde bir engel olarak kalmayaca-ğım. Bana güvenilmediğini anlarsam akıllı davranıp Allah'a yakınlaşamaya çalışacağım" açıklaması da halkın öfkesi-ni, tepkisini yatıştırmaya yetmedi. Su-harto'nun ülkeye geri dönmesiyle birlik-te halkın üzerindeki terör daha da arttı.

Genel Kurmay Başkanı VVirando'nun verdiği saldın emriyle Üniversite kenti Salo'da, Güney Sulawesi, Ujungpan-dang, Yogyakarta kentlerinde sayıları onbinlere ulaşan halka bombalarla, kur-şunlarla, panzerle saldırıldı: Yüzlerce İn- . san katledildi, kaybedildi, tutuklandı. Ancak tüm bu teröre rağmen halk ayak-

lanması bastırılamadı. geri adım atmadı, ayaklanma yavaşlama eğilimi gösterse de sürüyor.

YAĞMALANAN KİMİN MALI? Emperyalist propaganda araçları

halkın öfkesini yağmacılık olarak sun maya çalışmasına rağmen, yönelinen hedeflerin başında Suharto'nun, ailesi nin yakın çevresinin sahip olduğu şir ketler ve bankalar gelmektedir. 80 mil-yar dolar dış borcu olan ülkede halk yok-sulluk içinde yaşarken, Suharto ve ailesi-nin, ülkenin en büyük şirketlerine ortak olması ve 16 milyar dolarlık (4 katril-yon) gibi bir servetinin olması, halkı bu-raları yağmalamaya, yıkmaya götüren en önemli neden oldu. Endonezya'nın en büyük bankalarından olan ve Suhar-to'nun çocuklarının ortak olduğu Asya Merkez Bankası'na ait şubelerin özel he-def olarak seçilmesi de Suharto ailesine duyulan nefretin ürünüdür.

Halkın yöneldiği diğer bir kesim de Çin kökenli Endonezyalılardır. Ülke nü-fusunun % 5'nİ oluşturmalarına rağmen, ekonomik zenginliğin % 80'nine sahip olmaları. halkı Çinlilerin mağazalarını, binalarını, arabalarını yakıp-yıkmaya yöneltti. Bu yönetim milliyetçi kimi pro-pagandaların etkisi olarak ifade edilse de esas olarak sınıfsal bir öz taşımaktadır. Ülkenin en büyük burjuvalarından Çin asıllı Lim Sioe Liong'un evine yapılan saldırı da halkın sömürücü sınıflara karşı duyduğu tepkinin somut bir örneğidir.

Ayaklanma en çok emperyalistleri kaygılandırdı. Halk arasında Suharto'ya karşı oluşan nefreti gören emperyalistler durumu değiştirecek çareler arıyorlar. Suharto'nun şiddete başvurmamasını, "Hoş görülü olmasını", "reformlar" yap-

Endonezya halkı Diktatörlüğe karşı öjlcesiııi giiıtlı>rce dile getirdi

Page 43: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 ENDONEZYA 43 KURTULUŞ

masını dile getirmeleri, özünde devrim korkusundan başka bir şey değildir. Londra'da düzenlenen G-7'ler Zirvesin-de Endonezya sorununu görüşen em-peryalistler, 32 yıldır kullandıkları Suhar-to'nun artık bir kenara çekilmesi ve yeri-ne "daha demokratik" görünümlü biri-nin getirilmesi seçeneğini dahi gözardı etmiyorlar. Kısa süre içinde ayaklanma bastınlamazsa emperyalizmin Suhar-

to'yu gözden çıkaracağı kesindir. Emperyalizmin kaygısını büyüten

nedenlerin başında da Endonezya'dakİ gelişmelerin ve ayaklanmaların bütün Asya ülkelerini (Güney Kore, Filipinler, Tayvan vb.) sarabileceği ve bölgedeki çı-karlarının tehlikeye girebileceği endişesi gelmektedir.

Suharto ise, bir yandan halk ayaklan-masını şiddetle bastırmayı denerken, di-

ğer yandan da tavizli ile durumu yatıştı racağını umuyor. Zamları geri aldığını, gerekirse ' iktidardan çekilebileceğini , en kısa zamanda seçimlerin yapılabile-ceğini söyleyerek tepkileri yumuşatmak istiyor Ancak ne kesin bir şey söylüyor ne de tarih veriyor.

Endonezya da halkın ayaklanmasına önderlik edebilecek, devrime taşınabile-cek devrimci hır alternatifin olmaması

halk ayaklanmasının en zayıf yanıdır. Bu nedenle ayaklanmanın büyük ihtimalle emperyalistler ve işbirlikçiler tarafından "reformlarla" etkisizleştirilmesi sözko-nusu olacaktır. Buna rağmen Endonez-ya'daki halk ayaklanması, emperyaliz-min bunalımını daha da derinleştirmek-te, bütün yeni-sömürge halkların gelece-ğe ilişkin umutlarını büyütmektedir.*

- 1917 Ekim Devrimi'nin tüm dünya-da olduğu gibi Endonezya'da da etkisi bü-yük oldu. Hollanda Emperyalizminin sö-mürgecilik siyasetine karşı milliyetçi-devrimci eğilimler bu dönemde ortaya çıktı. 1920'de kurulan Endonezya Komü-nist Partisi' nin amacı ülkenin bağımsızlı-ğım kazanmak ve sosyalizme geçmekti. 1926'da küçük-burjuva milliyetçileri ite birlikte Hollanda sömürgeciliğine karşı başlattıkları isyan yenilgiyle sonuçlandı ve bu isyana katılan pek çok parti yöneti-cisi sürgüne gönderildi.

Aynı dönemde, küçük-burjuva milli-yetçileri de Sukarno önderliğinde 1927'de Endonezya Milliyetçi Partisini kurdu. Ayaklanmada yeralmalarından dolayı bunlarda sürgüne gönderildi, hapse atıldı.

2. Paylaşım Savaşı'na kadar Hollanda sömürgesi olan ülke, bu tarihlerde Al-manya'nın Hollanda'yı İşgal etmesiyle birlikte, işgalden kurtuldu. Ancak bu kez, Japon emperyalistleri tarafından işgale uğradı. 1945'de Japon emperyalizminin yenilgisiyle birlikte Sukarno başkanlığında Cumhuriyet ilan edildi. Ancak savaş sonrası dönemde Hollanda emperyalist-leri adaya çıkartına yapıp bağımsızlığı or-tadan kaldırarak, "Endonezya halkına Hollanda-Endonezya Federasyonu'nu dayattı. Bunun üzerine Sukarno ve Ko-münist Partisi Hollanda emperyalizmine karşı gerilla savaşma başladı. 1949 yılm-da ise Endonezya bağımsızlığını tekrar kazandı.

Endonezya'nın bağımsızlığını kazan-masından sonra, Sukarno kaypak bir po-iitika benimsedi. Komünist Partisi'nin ge-lişmesini engellemek amacıyla "Anti-Em-peryalist Geniş Cephe" sloganı etrafında "NASOKAM" adlı bir Ulusal Cephe kur-du. Genelkurmay Başkan yardımcılığına Suharto'yu getirdi, Öte yandan Sukarno, komünistlerin etkisiyle, anti-emperyalist bir dış politika izleme yolunu tuttu. An-cak ülke içindeki egemen sınıfların, siya-sal-ekonomik güçlerini kırmayı başara-madığı için bir süre sonra Geniş Cephe koalisyonu sarsılmaya başladı. Ülkede sömürge yönetiminin getirdiği köklü so-runlar yanında, başta ABD ve İngilte-re'nin yeni-sömürgeci oyunlarının boşa çıkartılamaması da bu açmazı derinleş-tirdi.

Kore ve Vietnam'da uğradıkları yenil-gi sonrasında Güney Doğu Asya'da etkin-liği zayıflayan emperyalizm, Sukarno'yu köşeye sıkıştırmaya ve giderek iktidardan uzaklaştırma çabalarına hız verdi. Bu du-rumu gören Sukarno, anti-emperyalist politikalarını daha kararlı bir şekilde yü-rütmek için sosyalist ülkelere (Kore, Viet-nam) ve özelliklere Çin'e yanaştı. Komü-nist Partisi ise bu dönem Sukarno'yu des-tekleyen bir hat izledi.

Emperyalizmin ve yerli işbirlikçileri -

iktidardan düşürecek komplolarını hızla örgütlemeye başladı. Ordu içerisinde Sukarno'ya karşı CIA öncülüğünde faşist bir darbenin hazırlıklarına girişti.

Sukarno'nun özel muhafızları komu-tanı Albay Untung, bu faşist darbe girişi-mini önlemek üzere harekete geçti. Hare-ketin merkezi başkent Jakarta'ydı. Hare-ketin amaçları, darbe planını boşa çıkar-mak ve ordu içerisindeki faşist örgütlen-meyi dağıtmaktı. İkinci bir amacı ise, NA-SAKOM (Ulusal Cephe)'adestek olmak ve halk demokrasisini geliştirmekti. Ancak hareket Komünist Partisi'nin desteğine rağmen yenilgiyle sonuçlandı.

Yenilginin en önemli nedeni Komü-nist Partisi'nin ideolojik-siyasi ve örgütsel konulardaki zaaflarıydı. Acele devrimi ka-zanma isteği, devrimci gelişmeyi sağlıklı bir zeminde sürdürmenin önüne çıkartıl-dı. Kitlelerin hareketin saflarına çekilme-sine önem verilmedi, halka sosyo-ekono-mik bir program bile sunulmadı. Hatta hareket mevcut orduyu dağıtma yerine, orduyu öven bildiriler bile yayınladı. Böy-lesine bir perspektifsizlik yenilgiyi doğur-du.

General Suharto'nun kısa sürede bas-tırdığı ve 30 Eylül 1965 tarihinde yenilgiyle sonuçlanan hareket sonrasında. Ko-münist Partisi bu harekette rol aldığı ge-rekçesiyle yasaklandı. İslamcı ve Milliyet-çi güçlerin desteğini arkasına alan CIA ajanı Generaller Sukamo'ya emperyaliz-min politikalarını dayattılar. Bu, dış poli-tikada emperyalizme teslimiyet, iç politi-kada komünistlerin katliamlarla tasfiye-siydi.

Sukarno o güne kadar orduya karşı Komünist Partisi'ni bir denge unsuru ola-rak görürken, Komünist Partisi'nin tasfi-yesi İle birlikte CIA'cı generaller karşısın-da büyük bir açmaza düştü. General Su-harto, 1965 yılındaki ayaklanmadan sonra ipleri iyice ele geçirdi. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle Sukarno'nun bir kı-sım görevlerini kendi üstüne aldıktan sonra bununla da yetinmedi ve 1967 yı-lında Sukarno'yu tutuklayarak tümüyle tasfiye etti.

1965 yılının sonundan 1966 yılının ilk aylarına kadar Endonezya'da büyük bir katliam gerçekleştirildi. Yakın tarihin en büyük toplu katliamlarından birini yaşa-yan Komünist Partisi, 1 milyon üyesini ve taraftarını kaybetti. Yüzbinlerce insanı zindanlara atıldı. Dünyanın en büyük ko-münist partilerinden biri olan Endonezya Komünist partisi toplam 3 milyon üyeye ve 20 milyon sempatizana sahipti. Gerek 1945'de gerçekleştirilen burjuva devrimi sırasında, gerekse de daha sonra ki geliş-meler karşısında doğru bir ideolojik-poli-tik hat tutturamamıştı. Faşist darbeden sonra bir süre saklanmayı başaran KP Lideri Nusantara Aidit, 1965 yılında kur-şuna dizildi.

13 Mayıs günü Hamburg Kayıplara Son Komitesi tarafından Hamburg'da-ki konsolosluğun önünde bir eylem gerçekleştirildi. Eylemcilerin bir kıs-mının taşıdığı kefenlerin üzerinde soru İşaretleri ve kaybedilmek istenen Neslihan Uslu, Mehmet Ali Mandal, Hasan Aydogan ve Metin Andaş'ın fo-toğrafları vardı. "4 YENİ KAYIP DAHA-SORUYORUZ NEREDELER? Kayıplara Son Komitesi" yazısıyla açılan pankartın yanında "SUSURLUK DEVLETİNDEN HESAP SORALIM" Pankartı da dikkat çekiciydi. Eylem sırasında "Kayıplar Bulunsun Hesap Sorulsun", "Çeteler Halka Hesap Verecek", "Kahrolsun MİT CÎA Kontrgerilla", "Yaşasın Halkın Adaleti" sloganları atıldı. 4 devrimcinin biyografileri Türkçe ve Almanca olarak okundu. Protesto çe-şitli Türkiyeli ve Alman sol, demokrat örgüt ve kuruluş tarafından destek-lendi. Almanca ve Türkçe olarak yapı-lan konuşmalar ve sloganlarla kayıp-ların takipçisi olunacağı vurgulandı, saat 11.00'de başlatılan eylem iki saat sürerek kitlenin yürüyüşe geçmesiyle sona erdi. Bu sırada 16 Mayıs 1998 günü Ham-burg'da, İnsan Haklan Derneği Genel Başkanı Akın Birdal'a yapılan silahlı saldın temelde, Türkiye ve Kürdistan halklarının yükselen devrimci muha-lefetini bastırmak için yapılan faşist saldırıları, katliamları, kayıpları, yargı-sız infazları, köy boşaltmaları ve sür-

günleri kınayan bir protesto yürüyüşü düzenlendi. Türkiyeli ve Kürdis-tanlı devrimciler ve yurtseverler tarafın-dan gerçekleşen ortak protesto yürüyüşünde Hamburg kayıplara Son Komitesi 31 Mart 1998 gününden itibaren haber alınamayan Neslihan

Uslu, Mehmet Ali Mandanl, Hasan Ay-doğan, ve Metin Andaş için hazırladı-ğı büyük pankartlar ve dövizlerle "Ka-yıplarımızı Bulacağız Kaybedenlerden Hesap Soracağız" diye haykırdılar. Ge-niş bir katılım sağlanılan protesto yü-rüyüşü Türkiye Konsolosluğunun önünde sona erdirildi. Aynı gün 11.00-14.00 saatleri arası Duisburg Kayıplara Son Komitesi tarafından kaybedilmek istenen 4 devrimci için şehir merkezinde stand açıldı. Dört devrimcinin resimleri bulunan bildiriler yoğun bir şekilde dağıtıldı. Almanca ve Türkçe olarak "Kayıpları Bulacağız, kaybedenlerden Hesap Soracağız" ve "Dört Kayıp Daha" pankartları açıldı. Sloganlar eşliğinde hesap soruldu. Ayrıca Susurluk devle-tinin kaybetme politikası Alman izle-yicilere açıklandı, ve ardından kaybet-me politikalara karşı imza kampanyası başlatıldı. 19 Mayıs günü bir kez daha Duris-burg'da bir satand açıldı. Burada İn-sanlar teker teker bilgilendirildiler, bildiriler dağıtıldı ve imzalar toplandı. Açılan stand hem Almanlar hem de Türkiyeliler için dikkat çekiciydi ve herkes tarafından duyarılılık gösterildi Duisburg Kayıplara Son Komitesi 20 Mayıs'da da stand açtı ve kayıplar bu-lunana kadar hesap sormaya devam edeceklerini duyurdu.*

nin Sukarno’nun anti-em emperyalist politikalarına tavır almaları kaçınılmazdı. Emperyalizm Sukarno'yu

Kayıpların Hesabını Soracağız ENDONEZYA'DA MÜCADELENİN TARİHİ

Uluslararası Tepkiler SürüyorGözaltında kaybedilmek istenen 4 devrimcinin sesi her tarafta duyuldu. Baş-latılan kampanya Dortmund'a bölge milletvekilleri Ulla Jelpke, Cem Özdemir, Martsch, Siegfried, sikora Gabriele, Kreutz Daniel, Redez Dorather, Kocay Ute ve Karsll Jamel tarafından destekleniyor. Demokratik Sosyalizm Partisi PDS bu faaliyetlerde kendi İsimlerini de kullanılmasını isteyerek desteklerini sunuyor. Ayrıca Avukat Roland da kayıplarla ilgili bir toplantı düzenledi. Avrupa Parlamentosu milletvekili Mihali Paapyannakis de yaptığı bir açıklamayla olayı protesto ettiğini duyurdu. Papayannakis Mesut Yılmaz'a gönderdiği mektupta kayıpların sorumlularının bulunmasını istedi. Alman gazetelerinden STERN, DİE ZElT, NEUES DEUTSCHLAND, TAZ kayıplara ilgi gösterirken JUNGE VVELT gazetesi bir röportaj için Kayıplara Son Komitesi ile irtibata girdi, 22 Mayıs'da Duisburg'da çeşitli Alman gruplarıyla birlikte Kayıplarla İlgili bir seminer de verilecek. İnsan hakları örgütü Medico International e. V. Martin Schulz Türkiye'deki Adalet Bakanına, İçişleri Bakanına ve İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne protesto açıklamaları gönderdiler.*

Page 44: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

KURTULUŞ 44 YURTDIŞI ■ 23 Mayıs 1998 Endonezya'da çatışmalar sürerken, çatışmalarda birçok önder kadrosunu kaybeden PRD (Halk Demokrasisi Partisi) ile bir görüşme

yaptık. PRD Yurtdışı Temsilciliği, Kurtuluş'a Endonezya'nın dünden bugüne tarihini anlatırken, faşist diktartörlügü yenmelerin tek yolunun halkların birliğinden geçtiğini söyledi.

Endonezya çarpıcı bir tarihe sahip. 1965'de Suharto bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirdi Aynı yılın Eylül ayında 1 milyonun üzerinde insanı katletti veya toplama kamplarına attı. 1965 katliamı öncesi ülkede önemli bir güç olan Komünist Partisi'nin hemen bütün kadrolarını yoketti. Her türlü ilerici yayını yasakladı. O günden bu yana Marksist-Leninist klasiklerin Endonezya'da yayınlanması veya bulundurulması ağır cezaya çarptırılan bir suç durumunda PRD, bunun ülkedeki kadrolarının ideolojik donanımlarını etkilediğini ifade ediyor. Bir diğer ilginç nokta Suharto'nun kurduğu rejime "Yeni Düzen" adın vermiş olması. Hitler de dünyayı Avrupa'da "Yeni Düzen'i kuracağının ve faşist ordularını bunun için savşatırdığının propagandasını yapıyordu. 1975'te Suharto rejimi Doğu Timor'u işgal etti. PRD'nin de belirttiği gibi Doğu Timor nüfusunun üçte biri katledildi Başlangıçta güçlü bir gerilla hareketine sahip olan Doğu Timor'da bütün muhalefet vahşi bir şekilde kan dökülerek ezildi. Suharto rejimi son dönemde "Endonezya'yı bir Asya kaplanma çevireceğinin" propagandasını yapıyordu.

Aşağıda, PRD Yurtdışı Temsilciliği'nin Kurtuluş için yazdığı açıklamayı yayınlıyoruz.

ENDONEZYA VE DOĞU TİMOR HALKLARININ BİRLİĞİ GENERAL SUHARTO 'NUN FAŞİST REJİMİNİ YENMENİN TEK YOLUDUR

965 Eylül'ünde devrimci olarak tanınan bir milyonun üzerinde insan katledildi.Toplama kamplarına atıldı. Ya da

mahkeme edilmeden uzun yıllar hapsedildi. Bu yıllarda halkımız tarihindeki çok karanlık bir döneme girdi: Bu dönemde General Suharto ABD emperyalizminin ve silahlı kuvvetlerin desteği ile iktidarını koruduktan sonra Yeni Düzen" rejimini kurdu. Alman ve Japon faşist diktatörlüklerinin dünya çapındaki anti-faşist ittifak tarafından ezilmesinden 20 yıl sonra, dünya bu defa Endonezya'da yeni bir faşist diktatörlüğünün kurulduğunu gördü. Ülkemizin tarihinde 1965'deki katliam sol devrimci harekete karşı sistematik ve vahşi bir saldırı sürecinin başlangıç noktasıdır.

On yıl sonra, 1975'te, Endonezya'daki faşist rejim Doğu Timor'a kanlı bir müdahalede bulundu ve daha sonra da işgal ve ilhak etti. Bu dönemde Maubere halkının üçte birinden fazlası Endonezya ordusu tarafından vahşi bir şekilde katledildi.

Ulusal çaptaki protestolar Endonezyalıların ve işçilerin öğrencilere katılımıyla geçtiğimiz haftalarda hızla büyüdü. Jakarta'daki çatışmalarda ordu yüzlerce insanı katletti. Bütün bunlar dünyaya Endonezya'daki krizin politik olduğu kadar ekonomik olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bu "Yeni Düzen" rejiminin gerçek faşist karekterini çok açıkça gözler önüne serdi. Halkın direnişi karşısında iktidarını ayakta tutabilmek için faşist egemenler hem gerçek hem de potansiyel muhaliflerini tutuklamak, işkence etmek ve katletmek üzere yeni bir

kampanyaya başlamak için baskıcı devlet aygıtlarını kullandılar.

Bu terör kampanyası rejimin, Endonezya halkın hakları için ayaklanan öğrenci hareketinin protesto eylemleriyle yüz yüze gelmesiyle hala devam ediyor. Pek çok yoldaşımız kaçırıldı ve kaybedildi. Çok sayıda insan da onlar gibi kayıptır. Bu fırsatçı ve vahşi hareketler daha önce yaşanmadığı kadar derin bir politik krize giren devletin ölüm korkusunu ortaya çıkarmıştır. Devlet aynı zamanda silahlı kuvvetler tarafından kaçırılan ve kaybedilen insanların sayısının hızla arttığı pek çok kentte ve Doğu Timor'da terör hükümdarlığını daha da boyutlandırmıştır. Bu faşist rejimin Doğu Timor halkının bağımsızlık mücadelesini karşısındaki korkusunun da bir göstergesidir. Bu biz bunun bugün Endonezya'da faşizme karşı savaşan Endonezya halkları ve Doğu Timor'un bağımsızlığı için savaşan Maubere halkı arasında güçlenen bir işbirliği ve birlikteliği gerektirdiğine ve bunun da Suharto oligarşisini yenmek için başlıca gereklilik olduğuna inanıyoruz. REJİMİN BAŞLICA ARACI: ASKERİ AYGIT

1965'te kurulan Suharto rejimi altında, rejimin faşist baskıcı doğasına uygun olarak, Endonezya'daki askeri yönetimden kanlı siyasi baskı, demokrasi ve İnsan haklan ihlalleriyle, ırkçılıkla, ekonominin manipule edilmesi ve yanlış yönetilmesiyle, sınır tanımayan yolsuzluklarla, akraba ve ahbap kayırmasıyla Maubere halkı kadar Endonezyalılar da tarifsiz

zorluklar altında kaldılar. Bunun sonucu ise, halkımızın bugün artık Suharto rejiminin karakterini açıkça görmesi ve İdrak etmesidir. Teröre rağmen Endonezya halkları demokratik ve adil bir toplum için mücadele etmekten vazgeçmiyorlar. Hatta halkımız, enternasyonalizmi yaşatabilmek için, bütün baskılara ve sömürüye direnmektedir.

Mahkemeler ve tutuklamalar, muhalif eğilimleri ve onların mücadelesini ortadan kaldırmak için, kamu vicdanını ve özgür düşünceyi yasaklayan "Yeni Düzen"in politik araçlarıdır. Ordu kendisini, günlük yaşamın ve sivil toplumun tüm alanlarına hükmeden, yokedici bir güç olarak göstermektedir. Bu tam da ordunun gerçekliğidir. Onunla "Yeni Düzen" rejimi ihtiyaç duyduğunda silahlarıhı kullanır ve yasalarını uygulatır. Ordunun hakimiyeti rejimin resim SİLAHLI KUVVETLERİN ÇİFTE FONKSİYONU (DWt FUNGSİ ABRİ) politikası esasına dayanmaktadır. Bu çifte fonksiyon, yanlızca askeri işlevinin görmenin yanış ıra aynı zamanda sosyo-politık bir fonksiyona sahip olmanın anlamına da gelir. Bütün insan hakları ihlallerini meşrulaştırmak ve demokratik hak ve özgürlükleri ezmek için rejim çok sayıda anti-demokratik yasayı uygulamaya sokmuştur. Burada biz yalnızca 1985'te sunulan, kitle örgütlerinin yaratılmasını, toplu halde bulunmayı ve siyasi partilerin kurulmasını yasaklayan, özgür genel seçimlere ve referanduma engeller getiren beş siyasi yasaya (5 paket U U Politik) İşaret edeceğiz.

Bütün bu yasaların Endonezya'da demokrasinin artması için yürütülen mücadele karşısına büyük engeller

diktiği açıkça ortada. Politik stratejisini"Yeni Düzen rejiminin faşist yönetimiyle işbirliği yaparak yürütmüş olmasaydı. PRD (Demokrat Halk Partisi) gibi bir kurumu savunabilmenin hiçbir noktası olmazdı.

Endonezya halkın problemlerine bir göz attıktan sonra, ekonomik kültürel ve politik politikalar dahil, halk yanlısı demokratik bir gelecek yaratabilmek, bir muhalefet partisi için zorunludur. Kapitalist sistemden artık sınırlarına kadar sömürülen bir Endonezya'da, ülkenin varolan ekonomik sorunlarına son vermek için siyasi çözümün bulunmasının başlınca önem taşıdığına inanıyoruz. Gelecek için Önemli olan, halkın hükmetme hakkına değer veren ve demokrasiyi kelimenin tam anlamıyla yürüten çağdaş bir sivil toplumun kurulması gerektiğine inanıyoruz. Bu amaç için ise, halkın tüm eylemliliklere katılımını sağlamak için, halkın demokratik koalisyonu kapsayan bir hükümet kurulmalı. OBJEKTİF KOŞULLAR

Son yıllarda halk direnişi büyük güç kazanmış durumda, İlk olarak işçiler, köylüler ve kent yoksulları gibi, toplumun temel kesimlerinden başlatılan direniş, bugün Endonezya halkı içinde daha büyük kesimler içerisinde de yankı buluyor. Suharto rejimine karşı büyüyen muhalefetin başka bir işareti ise, PDİ'nin (Endonezya Demokrat Parti) genel sekreteri olan bayan Megavvati'nin çevresinnde giderek daha fazla insanın toplanmasıdır ve bunların Mart 1998'dekİ başkanlık seçimleri için Megavvati'ye verdikleri destektir. Halk, insan hakları ve sosyal adalet

1

Page 45: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

28 Mayıs 1998 YURTDIŞI 45 KURTULUŞ

için verdiği mücadelenin başarıyla ulaşması için devam ettirilmesi gerektiğine inanıyor.

General Suharto 7 kez başkan olarak yeniden seçildi ve ailesi Asya7daki en zengin aileler arasında yer aldığı tespit edilmiştir. 27-28 Temmuz 1996'da PDİ'nin merkez binasına yapılan askeri saldırı, "Yeni Düzen" rejiminin kanlı doğasını gözler önüne serdi. PRD (Demokrat Halk Partisi) saldırıdan sonra çıkan çatışmaların kışkırtıcısı olmakla suçlandı. Demokrasi yanlısı gruplardaki genel çöküntü 124 insanın çatışmaların çıktığı gün gözaltına alınması ve daha sonra PRD başkanı (sözcüsü Budiman Sudjatmiko ve yoldaşlarının tutuklanmasıyla başladı.

Ülkedeki mali kriz Suharto rejiminin geri kalmış Endonezya toplumunu yeni bir "Asya Kaplanı"nı dönüştürecek bir ekonomik mucize yarattığı efsanesini yıktı. Ekonomik belirsizlik ve politik kriz atmosferi içerisinde, Endonezya toplumu içerisinde yaşanmış eski ve acılı parçalanmaların yeniden yaşanacağı ve bu durumun gene sömürüleceği korkusu var. Suharto rejimi suçlarını yalanların, çarpıtmaların ve Endonezya'daki demokrasi yanlısı hareket ve Doğu Timor'daki bağımsızlık yanlısı hareket gerçeğinin karartılması arkasında gizleyemez.

Ordu, açıkça, örgütlü olmayan, halkın spontane tepkisi olan çatışmaları yönlendirmeye çalışıyor.

Her ne olursa olsun, eğer bu çatışmalar Soharto'ya karşı değil de, Çin asıllı Endonezyalılara yönelik olsaydı, Suharto'nun askeri yönetimine destek olurdu. Çünkü Çin karşıtı şiddet ve diğer ırkçı ve dini kökenli şiddet, rejim için "anti-

İşçiler, köylüler, şehir yoksulları, öğrenciler ve nüfusun diğer kesimleri grevler, gösteriler ve diğer şiddet eylemleri şeklinde kendi direnişlerine başladılar. Bu halk hareketi politik bir önderliğin eksikliği yüzünden halkın yararına olacak şekilde belli başlı değişiklikler gerçekleştiremedi. Fakat halkın bu direniş dalgaları halkın bilincini yalnızca Suharto'nun düşürülmesi zorunluluğu üzerine değil, aynı zamanda da Endonezya'daki politik ekonomik sistemin değiştirilmesi noktasında yükseltmek için bize iyi bir fırsat veriyor.

yayılmasını önleyen yasalar), yani muhalefete karşı kullanmak üzere askeri şiddet uygulamasına gerekçe olurdu. Bugün artık silahlı kuvvetlerin (ABRİ) şiddete dayalı müdahaleleri büyük çoğunluğunun içinde bulundukları koşulların nedeniyle korkularına kaybetmiş olduğu halkın muhalefetini bastıramıyor. ABRİ sorunu yalnızca etnik bir çatışma sorununa çevrilebilir. Böylelikle de muhalefet egemenler İçin doğrudan bir tehlike teşkil etmez.

Kalimantar ve Sumatra'daki orman yangınlarından kaynaklanan sis ve ülkedeki hava kirliliği Sumatra, Malezya yarımadasındak ve Borneo'da yaşayan milyonlarca insan solunum yetmezliği ile karşılaştı. Birçok kişi dumandan öldü, binlercesi hastaneleri doldurdu ve geri kalan diğer milyonlarca insan da bu durumdan önümüzdeki yıllarda ciddi boyutta etkilencek Yangınlar Sumatra, Kalimantan ve Irian Jaya'da 80.000 hektar toprak yuttu. 300.000 hektar toprak hala yanma tehlikesi altında. Susuzluktan dolayı yiyecek sorunu yaşanıyor ve birçok bölgede insanlar açlıkla karşı karşıya.

Son olarak Soharto giderek artan bir şekilde uluslalarası kuruluşlardan izole edilmekte. Uluslalarası topluluk her vahşetten ve onun insan haklan ayıbından daha fazla haberdar olmakta. Hareket Etme Zamanı

Bu arada, bu objektif koşullar altında, halkın öfkesi kaynama noktasına vardı. Böyle olunca halk 30 yıldan beri temel insan haklarından yoksun edildiğini ve bu rejimin egemenlerinin günbegün tiranlığa soyunduklarını kavramakta.

Bugün mevcut demokratik güçlerin seferber edilmesi ve birleştirilmesinin kapsamında, katılabilecekleri, muhalefet güçlerinin birleşik eylem içerisinde yer alabilecek bir platform inşa edilebilir. Bu amaçla halkın genişleyen katılımını hedefleyerek, devrimci durumdan yararlanacak ortak eylemler yapılabilir. Sahte başkanlık seçimerine karşı, ortak bir platform temelinde birleşik bir cepheyi kurmak üzere, ilk gerekli adımlar atıldı. Bu seçimler hilelidir, çünkü 500 üyeli parlementonun sadece 425'i seçilmekte, geri kalan 75'i de esas olarak silahlı kuvvetler tarafından atanmaktadır. Ek olarak başkanı seçecek olan 500 kişilik danışma meclisi de bu Sahtekarya'nın (Endonezya ve Sahtekar arasında kelime oyunu yapılıyor-bn) hükümet tarafından belirleniyor. (Yani, parlamentoda silahlı kuvvetler ve Suharto'nun iradesi dışında seçilen 425 kişinin tümü de başkanlık seçimlerinde Suharto'ya karşı oy verse bile, danışma meclisinin ve parlamentoda geri kalan 75 üyesinin, yani toplam 575 kişinin oylarıyla Suharto kendisini ömrünün sonuna kadar garanti altına almış durumda bn)

Yunanistan Türkiye Büyük Elçiliği Önünde Protesto

21.MAYIS. 1998 Neslihan Uslu, M, Alî Mandal, Hasan Aydoğan ve Metin Andaş'ı kaybetmek

isteyen Susurluk Devleti, Atina'da Türkiye Büyük Elçiliği önünde yapılan gösteri ile protesto edildi. Agiosogia meydanında başlayan ve en önde DHKC ve DHKP-C bayraklarının,ardında Türkçe ve Yunanca yazılı" Sağ aldınız Sağ istiyoruz", "Kayıp ve Katliamların Sorumlusu Susurluk Devletinden Hesap Soracağız" pankartlarının açıldığı, Yunanca ve Türkçe sloganların atıldığı yürüyüş, Türkiye Büyük Elçiliğinin önünde atılan sloganlar ve marşlarla yaklaşık bir saat sürdü. Sloganların sesini duyar duymaz kapflannı kilitleyen ve perdelerini kapatan Türkiye Büyük Elçiliğine hitaben okunan bildiride şu görüşlere yer verildi.

"Dört devrimcinin başına gelecek her türlü olumsuzluktan, Işişleri Bakanlığınız, Jandarma Genel Komutanlığınız, Genel Kurmaylığınız, Hükümetiniz, Başbakan ve Bakanlarınız, İzmir Emniyet Müdürünüz sorumludur. Çünkü herşey onların emirleri, onların bilgileri ile oldu.

Dört devrimciyi; adalet ve özgürlük İstedikleri için, onurlu ve namuslu bir yaşam İstedikleri için, baskısız, sömürüsüz bir dünya istedikleri için, halkların kardeşliğini İstedikleri için, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizmi istedikleri için kaybetmek İstiyorsunuz.

Onlar nezdinde tüm devrimcileri tüm emekçi halkı korkutmak, sindirmek ve teslim almak istiyorsunuz. Ama bizi kaybetmekle, katletmekle tüketemezsiniz, korkutamazsınız. Bunu asla başaramayacaksınız.

Siz kaybettikçe biz çoğalacağız, siz böldükçe biz birleşeceğiz, siz işkence yaptıkça, tutukladıkça biz yılmayacağız, halkın mücadelesini geliştirmeye devam edeceğiz.

Katliamcı, çeteci, kontrgerillacı, soyguncu yüzü Susurlukla ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti Devletinize soruyoruz: DÖRT YOLDAŞIMIZ NEREDE?

Cevap vermek zorundasınız, Dört devrimciyi sağ aldınız sağ teslim etmek zorundasınız.Herşey ortadadır, saklayamaz, gizleyemezsiniz. Bu gün hesap vermeyenler yarın halkın adaletine hesap vermekten kurtulamayacaktır. Kayıplarımızın peşini asla bırakmayacağız ve sorumlularının yakasına yapışacak ve hesap soracağız." denilerek Elçiliğin kapısına kayıplarla ilgili bir dosya bırakıldı.

Gösteri, hep birlikte "Gün Doğdu" ve "Bize Ölüm Yok" marşları söylenerek bitirildi. *

Doğu Timor'daki Maubere halkı ve Endonezya halkı Suharto diktarörlüğünün yenilmesi doğrultusunda omuz omuza olmalarıdır.

Suharto'ya birçok cepheden saldırılmakta: Endonezya'dan, Doğu Tİmor'dan ve uluslararası kamuoyundan, halkın düşmanına karşı bu birlik hiç şüphesiz halkımızın direnişini güçlendirecek ve bizi sonuç almaya götürecektir. Bu yoldan Suharto'nun politik manevra alanı daralacak, destekçileri küçülecek ve iktidan zayıflatacaktır.

Halk Suharto'nun 1965 te batının ekonomik güçlerinin, başta da ABD emperyalizminin göz yummasıyla iktidarını 1 milyondan fazla insanın tutuklanmasını ve katledilmesini beraberinde getiren bir hükümet darbesiyle nasıl koruduğunu unutulmamalıdır. O zamandan beri katliamlar, yasadışı gözaltılar, işkenceler, kayıplar ve diğer baskıcı ve demokrasi karşıtı yöntemler halkın direnişinin her çeşit eylemin karşısında rejimin gündelik uygulamaları oldu. Doğu Timor'a müdahale ve işgalle Endonezya anayasasının lafzına ve ruhune ihanet edildi ve Suharto'nun faşist rejimi tarafından insanlığa karşı bir kez daha suç işlendi. Halk bugün adalet ve demokrasi için tek çözümün General Suharto'nun faşist rejimini yenmek olduğuna inanıyor.*

İşçiler, köylüler, şehir yoksulları, öğrenciler ve nüfusun diğer kesimleri grevler, gösteriler ve diğer şiddet eylemleri şeklinde kendi direnişlerine başladılar. Bu halk hareketi politik bir önderliğin eksikliği yüzünden halkın yararına olacak şekilde belli başlı değişiklikler gerçekleştiremedi. Fakat halkın bu direniş dalgalan halkın bilincini yalnızca Suharto'nun düşürülmesi zorunluluğu üzerine değil, aynı zamanda da Endonezya'daki politik ekonomik sistemin değiştirilmesi noktasında yükseltmek için bize iyi bir fırsat veriyor.

Doğu Timor'da Maubere halkı silahsız mücadele ile askeri müdahale ve kendi ulusal topraklarının "Yeni Düzen" rejimi tarafından işgal edilmesine karşı muhalefet etmeye sıcak bakmakta. Bu, Endonezya'daki demokrasi yanlısı hareket ve Doğu Timor'daki kendi kaderini tayin hakkı yanlısı hareket arasında birlik ve bir birlikte çalışma siyasetinin kurulması için koşulların uygunluğunu da ortaya koyuyor.

Demokrasi ve adalet mücadelesi Muabere halkının bağımsızlık mücadelesine bağlanmalıdır. Açıkça Doğu Timor'un kendi kaderini tayin hakkı için mücadelesi Suharto rejiminin yenilgisi ve silahlı kuvvetlerin (ABRİ) siyasetten izole edilmesi gerçekleştiği taktirde büyük ölçüde kolaylaşacaktır. Bu nedenle

Page 46: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

Demirel demiş ki: "Devlet eskidi." Hadi ya! Demiş, "Partiler hükümet olunca halka söylediklerini yapmıyor"

Bak sen! "İşlerin görülmediği, iltimas olduğu gibi şikayetler geliyor."muş bir de.

Allah Allah... Sonra da eklemiş: "Böyle

devam etmesi halinde olumsuzluklar yıkıcı boyutlara ulaşacak..."

Ya... İşte... kaçınılmaz The End...

Ağzı var... Ama konuşamıyor. Konuştur muyo rlar. Bakın şu işe! Tam "ilericiliği"

keşfedilirken, MGK'nın demokrasisi Kaynak'a bile yer bırakmayacak kadar dar çıktı!..

Ne talihsizlik!.. Tam gerekli olduğu zamanda toplumumuz ve külyutmaz aydınlarımız onun değerli komplo teorilerinden yoksun kaldı!..

EVREN DE ENJİO'CU OLMUŞ! "Evren: Darbe Çözüm Değil 7. Cumhurbaşkanı Kenan

Evren, Türkiye'nin gidişini sivil toplum örgütlerinin (yani NGO'ların) düzelteceğini belirterek 'darbe çözüm değil' dedi.

Evren 'Vatandaşın çoğunluğunda yerleşmiş fikir var. Nasıl olsa asker gelir bu işi düzeltir diye. Bu sakat fikri bir kenara itip sivil toplum örgütleri

görevlerini üstlenmelidir' diye konuştu." (16 Mayıs, Milliyet)

EMLAKÇI MERAL

Bayram Meral, hakkındaki "iddialar" üzerine geçtiğimiz günlerde bir gazeteye mal varlığına ilişkin bir yazı göndermiş. İşte yazıdaki liste. Mübarek sanki sendikacı değil, emlakçı! Ha unutmadan ekleyelim: listedekiler yalnızca Bayram Meral'in aklında olanlarmış...

ELİNDEKİLER . Gaziosmanpaşa’da Gaziosmanpaşa'da

Ayvalık Sarmısaklı'da bir evi varmış... Satmış... halen oturmakta - Etiler'de dayalı.döşeli bir evi varmış... Satmış... olduğu ev... - İzmir'de EVKA'da bir ev varmış... Satmış... - Mersin'de bir . - Yorgunlar sitesinde bir arsası varmış... Satmış... kooperatif evi... - Altınova'da - Bursa'da kooperatifte evi varmış... Satmış... yazlık... - Aydın Akbük'te tripleks evi varmış Satmış... - MESA sitesinde - Ankara Barış Yapı Kooperatifinde evi varmış.. daire... Satmış... Karum’da bir

- İzmir Karşıyaka'da bir evi varmış... Satmış... dükkan ve - Yenimahalle'de kooperatifte yeri varmış... Rüzgarlı'da bir Satmış'.. büfe... -Kayseri'de kooperatif evi varmış... Takas etmiş.

UZAKTAN DUYDUĞUNUZ ÇAKALLARIN ULUMASIDIR

SAFLARI SIKLAŞTIRIN ÇOCUKLAR

46 MİZAH 23 Mayıs 1998 KURTULUŞ

SİLAH VE GEREKÇEDEMİREL'Lİ BİR HİKAYENİN SONU "Manavda kurşun yağmuru: 2

ölü - İstanbul Pendik'te önceki gece aldığı domatesin parasını vermek İstemeyen Sürmeli Özyolu, manav Haluk Ayhan ve yanında çalışan Kemalettin Arslan'ı aralarında çıkan tartışma sonucu kurşun yağmuruna tuttu."

"Yemek soğuk diye vurdular -İzmit Fuar Alanı'ndaki gazinoda çalışan Nihat Ceylan ile Metin Olcar, Yemeğin soğuk olması ya/ünden... garson Yıldızhan'ı ıssız bir yere götürerek ayaklarından vurdu." (14 Mayıs, Hürriyet)

SİLAHA, VURMAYA BU KA-DAR ÇOK MERAKLIYSANIZ, BÖYLE UCUZ KABADAYILIK YERİNE, CESARETİNİZ VARSA, SİLAHINIZI GERÇEKTEN HAK EDENE ÇEVİRİN BARİ!..

"Piar Gallup'un Türkiye genelinde yaptığı kamuoyu araştırmasında "Türkiye'yi İstikrarlı ve Güvenli Buluyor musunuz?" sorusuna şu cevaplar verilmiş:

% 24.9 - İstikrarlı bir şekilde yönetilen ve kendimi güvenlik duygusu içinde hissettiğim bir ülkede yaşıyorum.

% 66.9 - Hergün yeni ve sarsıcı bir takım olayların meydana geldiği ve kendimi güvenlik doygusundan yoksun hissettiğim bir ülkede yaşıyorum.

% 8.3 - Fikrim yok. Bilmiyorum." (artıHaber,9-15 Mayıs '98)

a-) Manukyan'ın sermayeleri - b-) Pavyoncu Hasan'ın Konsomatrisi) c-) Bayan işkenceciler d-) Madam kontralar e-) Polisin "yüz akı", kadınların yüz karası f-) Hepsi

SATTIKLARI

Page 47: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç

23 Mayıs 1998 BAYRAK 47 KURTULUŞ

Page 48: Ş 2 23 May - ozgurluk.info€¦ · gitmiştir. Ama kayıplar, infazlar sürmektedir. Aslında üç ki iyi, "Çiller-A ğar-Bucak"la Susurluk'un özde şle tirilmesini MGK, ANAP ç