48

KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

  • Upload
    others

  • View
    14

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam
Page 2: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

KURTULUŞ

29 Ocak Cuma sabahı istanbul Deviet Güvenlik Mahkemesi'nde olacağız.

Çünkü orada olmak, kavganın onurlu sesi Kurtuluş'a sahip çıkmaktır.

Orada olmak adaletsizliğin kol gezdiği; çetelerin, mafyacıların katillerin, soyguncuların ve namussuzların adalet adına aklandığı, DGM'lere karşı olmaktır. Orada olmak, Susurluk Devleti'ne onun tüm çirkefliğine, katliamcılığına ve işkenceciliğine karşı olmak demektir. Çocuklarımızın daha doğmadan borçlu bırakılmasına karşı olmak demektir. Gençlerimizin daha özgür ve bilimsel bir ortamda yetişmelerini istemek; onların beyinlerini uyuşturucuyla, yoz yaşam alışkanlıklarıyla kirletmeye çalışanlara karşı olmak demektir. Orada olmak açlığa, yoksulluğa, sefalete karşı olmak, omuzlarımıza yüklenmeye çalışılan, egemenlerin krizinin faturasını ödememek demektir. Orada olmak, tarlasında, bağında, bahçesin de üç kuruş için çabalayıp üreten, ama karşılğında bir kış bile kendisini idare ademeyen köylünün yanında olmak demektir. Emeğinin, alınterinin karşılığını alamayan, her türlü sosyal haktan yoksun bırakılma ya çalışılan işçiyle omuz omuza olmaktır. Orada olmak; yıllarca yalanla, demogojiyle; baskı ve zorla susturulmuşluğumuza baş kaldırmak demek tir. Sırasın bize gelmesini beklemeden karanlığın sahiplerinden hesap sormaktır. Orada olmak, onura, namusa, eşitliğe sahip çıkmaktır. Orada olmak adalete duyduğumuz özelmdir.

Page 3: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

3 Kurtuluş OY VERMEYELİM Sayı 14/23 Ocak 1999

KİM

BUNLARIN SORUMLUSU?

Hükümetler değişiyor, düzen aynen devam ediyor.

Yolsuzluklar, ekonomik kriz ve yönetememe krizi içinde debelenen oligarşiye, seçim öncesi ihtiyaç duyduğu rahatlamayı sağlayabilmek için ANASOL-D hükümeti yerini Ecevit'in azınlık hükümetine bırakü. Ecevit hükümetinin hiç bir iddiası yok; onun tek görevi, ülkeyi seçime götürmek. Yani, demokrasicilik oyununun aksamaksızın sürmesini sağlamak.

Ecevit, Başbakan Yardımcısı olduğu ANASOL-D hükümeti işbaşına geldiğinde, "memur, emekli, dul ve yetimleri enflasyona ezdirmeyeceğiz, enflasyonun maaş artışlarından fazla olması durumunda aradaki farkı telafi edeceğiz" diyerek koltuğa oturmuştu. Enflasyon "terörden daha tehlikeli bir canavardı"ve bütün sorunların çözümü ondan kurtulmaya bağlıydı. Aradan bu kadar zaman geçti. SanM bunları söyleyen Ecevit değilmiş gibi, sanki verdiği sözleri yerine getirmiş gibi, aynı pişkinlik içinde bu defa Başbakanlık koltuğuna oturdu. Koltukta oturanlar değişiyor, sömürü ve zulüm sürüyor. Ülkemizin onyıllardır sürmekte olan gerçeği budur.

Gerçek bu olmasına rağmen, 4-5 yılda bir seçim sandığının ortaya getirilmesi, bu

oyunun tazelenmesi, inandırıcılığını yitirmemesi içindir.

işte yine sandığı önümüze getirmeye hazırlarayorlar.

Şimdi merkez, merkez sağ, merkez sol, sosyal demokrat, liberal, sağcı, milliyetçi, veya kendisini "sol", "sosyalist" vb. sıfatlarla tanımlayan onlarca parti oy için yollara düşmeye başlayacaklar.

Onyıllardır oynanan demokrasicilik oyunu bir kez daha tekrarlanacak. Halkı açlığa, yokluğa, yoksulluğa mahkum edenler; halka yapılan işkencelerin, infaz ve katliamlann, kayıpların sorumluları, bulaşmadıklan pislik, yapmadıklan yolsuzluk kalmayanlar, birbirlerinin pisliklerine gözyumanlar, birbirlerinin pisliklerini aklayanlar, yalancılar, hırsızlar, uğursuzlar yine kapımızı çalacaklar, oy isteyecekler.

Oylarımızı alıp milletvekili koltuklarına

oturacaklar ki halka zulmederken ceplerini doldurmaya, hırsızlıklarına, soygunlarına yine devam edebilsinler. Koçlara, Sabancılara hizmet etmeye, emperyalizme uşaklığa devam edebilsinler.

Sen, dağıtılan bir poşet yiyeceğe muhtaç hale getirilen; bir kuru ekmek, başını sokabüecek bir dam bulabilmek için kıvranan; pazarlardan arta kalan çürük sebze ve meyveleri toplamak zorunda bırakılan

YOKSUL; Sen, insan pazarlarında akşama kadar iş

bekleyen, işçi bulma kuyruklarında, kahve köşelerinde zaman öldürmek zorunda bırakılan İŞSİZ;

Sen, akşama kadar üç kuruşluk nafaka için çalışıp çabalayan, üretip yaratan, emeğine, alınterine el konulan, işten atılma tehdidiyle yaşayan İŞÇİ;

Sen, köle olarak kalmaya, sadaka gibi maaşa mahkum edilmek istenen, ay sonunu getirebilmek için binbir cambazlık yapmak zorunda kalan, ikinci bir iş için koşturan MEMUR;

Sen, topraksız, işsiz bırakılan, ürünü

tarlada çürütülen ya da yok pahasına satmak zorunda bırakılan; aracının, tefecinin eline mahkum edilen; yolsuz, susuz, elektriksiz bırakılan KÖYLÜ;

Sen, okumak istemene rağmen yoksulluk;

nedeniyle küçük yaştan beri çalışmak zorunda kalıp okuyamayan; yaşamaya dair tüm umutlarını tüketen GENÇ;

Sen, üniversitelerde harçlarla sömürülen, polis baskısı, YÖK baskısı altında beyni teslim alınmaya çalışılan, mezun olduğunda bir iş bulma güvencesi olmayan ÜNİVERSİTELİ;

Sen, ekmek parasına zor yeten üç kuruşluk maaş için, kar-kış, gece-gündüz

demeden maaş kuyruklarında çile çektirilen, hatta kuyruklarda ölüme mahkum edilen EMEKLİ;

Sen, depremde, selde evi barkı yıkılan, aç açıkta yüzüstü bırakılan AFETZEDE;

Sen, yoksulluktan, topraksızlıktan ya da köyün, tarlan yakılıp yıkıldığı için, koruculuk dayatıldığı için köyünden, yurdundan koparılarak şehirlere göç etmek zorunda bırakılmış olan GECEKONDULU;

Sen, hastane kuyruklarında iki kat eziyet çeken, paran çıkışmadı diye, yoksulsun diye tedavi edilmeden kapı dışarı edilen, rehin kalan HASTA;

Sen, bugün ne pişireceğim, ay sonunu nasıl getireceğim diye kara kara düşünen, rahata, gün yüzü görmeye hasret EV KADINI;

Sen, bir gün aldığını ertesi gün yerine koyamayan, enflasyon, vergi yükü altında ezilen, dükkanını kapatmak zorunda kalan, işinin geleceğinden emin olamayan ESNAF, KÜÇÜK İŞYERİ SAHİBİ;

Sen, haftada bir akaryakıta yapılan zamla şaşkına dönen, bugün de sağsalim dönebilecek miyim endişesiyle evden vedalaşıp çıkan, polise haraç vermekten illallah etmiş TAKSİCİ;

Sen, ekmek paranı kazanmak uğruna yağmur, çamur demeden tezgahın başında

BİZ KONUŞALIM

Page 4: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

- Sayı 14 / 23 Ocak 1999 G Ö R E V İM İZ Kurtuluş 4

bekleyen, akşama kadar zabıtayla köşe kapmaca oynamak zorunda kalan, tezgahı elinden alman, mallan gasbedilen, haraca bağlanan İŞPOKIACI;

Sen, dili, kültürü, kimliği yasaklanmış, onyıllardır asimilasyona tabi tutulmuş KÜRT, LAZ, ÇERKEŞ, ARAI> GÜRCÜ, BOŞNAK, SÜRYANİ... halkı;

Sen, sömürülürken sahte vatanseverlik, milliyetçilik nutuklarıyla uyutulmaya, sömürücülerin iktidarlarım sürdürebilmeleri için başka halklara düşman edilmeye çalışılan TÜRK halkı!

Halinden memnunsan; işte bir seçim daha geliyor. 20'den

fazla parti seçime kanlıyor. Bunlardan birine ver oyunu. Hangisine verirsen ver, hangisi iktidara gelirse gelsin değişen bir şey olmayacaktır.

Çünkü, hangisi gelirse gelsin bu düzen böyle sürecektir.

Çünkü, hangisi gelirse gelsin sömürülmeye, zulüm görmeye devam edeceksin.

Yaşadığın sıkıntıların, eziyetin sürmesini istiyorsan;

Geleceğine güvenle bakamadan, kuşku, korku içinde yaşamak istiyorsan,

bu partilerden herhangi birine ver oyunu.

Ama biliyoruz ki hiç kimse böyle yaşamak istemez. İstemeyiz.

O halde onyıllardır oynanan bu seçim oyununun bir kez daha oynanmasına neden izin verelim?

Seçimden seçime bizi hatırlayıp kapımıza gelenlerin yeni yalanlanyla, vaatleriyle bir kez daha bizi aldatmalarına neden izin verelim?

Hayır izin vermeyelim. Bize faydası olmayan seçimi

reddedelim! Sandık da, seçim de varsın onların

olsun. Gelmesinler yanımıza. Seçimlerin daha aylar öncesinden

bir çok köy oy kullanmama karan aldı. Gazetelerde bu tür haberlere sıkça rastlıyoruz. Biz de evimizde, işyerimizde, semtimizde, köyümüzde veya tek başımıza aynı kararı alabilir, uygulayabiliriz.

HALKIMIZ, Bu karan almak artık hayat memat

meselesidir. Onur, namus meselesidir. Geleceğimiz, kaderimiz buna bağlı olarak şekillenecektir.

Durumu tüm çıplaklığıyla görmeliyiz.

BİZE ÇOK FAZLA SEÇENEK BIRAKILMAMIŞTIR; Ya mücadele edeceksin, ya ezilecek,

sürünecek, aşağılanacaksın. Varolan onurunu, namusunu dahi

yok edecekler. Kızını, kadınını bile koruyamayacaksın. Fahişe olacak, kötü yola düşecekler. Oğlun serseri olacak, mafyacı olacak, çetelerin kucağına düşecek. Kullanılacak. Hatta sana karşı kullanacaklar.

Ülkesini, halkını, anasını, babasını unutturacaklar.

Bunlan kendinden uzak görme. Bu duruma düşürülen kız ve erkek yüzbinlerce, milyonlarca gencimiz, de

kendi halindeki sıradan ailelerin

çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa

çekti onları. Bu düzen partilerinin

iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

edecek. Ya mücadele edeceksin, ya da bunları yaşayacaksın. Başka hiç bir yol yoktur. Ya bu devleti ortadan kaldırıp halkın iktidarını kurmak için savaşacaksın ya da bu düzene hizmet edeceksin. Ara yol, orta yol yoktur.

BÜTÜN ARA YOLLAR, DÜŞMANIN, DÜZENİN İCATLARIDIR. Şimdilik durumu idare edelim, aman kimseyi küstürmeyelim, herkesten yana görünüp işimize bakalım düşünceleri, onlara, bu aşağılık düzenin sürmesine hizmet eder.

Oy istemeye geldiklerinde sizin yalanlarınıza, boş vaatlerinize ihtiyacımız yok, sizi dinlemeyeceğiz, bir kez daha size kanıp oy vermeyeceğiz diyelim.

Ve dediğimiz gibi, sandık başına da gitmeyelim.

Bunların hiçbirinden bize fayda yoktur. Sorunlarımızı, sıkıntılarımızı ancak halk

olarak kendimiz çözebiliriz. Yeter ki

birlik olalım, birleşelim. BİRLİKTE

MÜCADELE, BİRLİKTE İKTİDAR,

KURTULUŞTUR! Artık aldatılmak,

üçkağıtçılar, yalancılar, hırsızlar

tarafından yönetilmek, sürü yerine

koyulmak istemiyoruz diyelim. Düne kadar HANGİ PARTİYE OY VERİYOR OLURSANIZ OLUN; Adaletsizliklerden, ahlaksızlıktan, talandan, soygundan, uyuşturucudan, fuhuştan, kumardan, zulümden rahatsızsanız, oy vermeyelim. Biz halkız, biz çoğunluğuz, biz yöneteceğiz diyelim. İktidan isteyelim. İktidarı almak için mücadele edelim.

Halkın iktidara gelmesini, sömürülerinin, talanın, soygunun son bulmasını istemezler.

Onun için mesela halk için baskı ve zulüm anlamına gelen 1982 Anayasasını on küsur yıldır değiştirmezler.

Onun için halka iktidan seçimlerle vermezler. BAĞIMSIZLIĞI, DEMOKRASİYİ

HEDEFLEYEN BİR ANAYASA İÇİN

MÜCADELE EDELİM! Elbette biliyoruz

ki, onların düzeninde devrimci bir

anayasa olamaz. Devrimci bir anayasa

onların düzeninin değişmesi demektir.

Devrimci bir anayasa, ancak devrimle

mümkündür. Böyle olduğu için de;

DEVRİMCİ BİR ANAYASA İÇİN

MÜCADELE, DEVRİM İÇİN

MÜCADELEDİR! CEPHE devrimin,

iktidarın yolunu gösteriyor. Halkın

iktidan için, baskıya, sömürüye, zulme

son vermek için mücadele ediyor. CEPHE bayrağı altında toplanalım, birleşelim, mücadele edelim, İKTİDARI ALALIM. HALKIN İKTİDARINI KURALIM.*

Page 5: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

- 5 KOVALIM Sayı 14/23 Ocak 1999

Bunca yıl her se-çimde yaşanan-ları şöyle bir hatır-layalım;

Senaryonun Bi rinci Sahnesi; Kelli felli adamlar, ya da pahalı elbiseli ba-yanlar kapımızı çalardı önce. Yüzle-rindeki sahte tebessümle selam verip falanca ya da filanca partideniz, dertleri-nizi, sorunlarınızı dinlemeye geldik derler. Anadolu kültürüyle yoğrulmuşuz. Kapıya gelen misafir çevrilir mi diye düşünür; sevsek de sevme-sek de, içimizden hep bizi seçimlerden seçimlere ha-tırlarsınız, verdiğiniz sözleri tutmazsınız desek de içeri buyur ederdik. Onlar da çocuklarımız evdeyse başlarını ok-şayıp ne güzel çocuklarınız var, cin gibi maşallah derler, baba-can, çocukları, halkı seven insanlar rolüne bürünürlerdi. Ama as-lında biliyoruz ki başka zaman olsa çocuklarımızın başlarını okşamak bir yana, ellerini sürmek istemezler, yüzlerine bakmazlar.

Hal hatırdan sonra ne istediğimizi sorarlar, biz de başlardık anlatmaya. Anlatmakla bitmez aslında ama en önemli gördüklerimizi seçerdik. İşsizsek iş isterdik. Hayat pahalılığından, geçim derdinden enflasyondan şikayet ederdik. Ge-cekonduluysak, semtimizde okul yoksa çocuklarımıza okul, suyumuz yoksa su, yolu-muz yoksa yol, elektriğimiz yoksa elektrik, evimizin tapusu yoksa tapu isterdik.

İşçiysek, memursak maaşlara zam, servis, kreş, kıdem sorunları, atamalardaki haksız-lıklar, amirlerin, müdürlerin baskıları vb. eklenirdi buna.

Köylü ya da çiftçiysek dişimizle tırnağımızla yetiştirdiğimiz ürünün nasıl yok pahası-na elimizden çıktığını, aracının, tefecinin, tüc-carın elinde nasıl oyuncak olduğumuzu, sattı-ğımız malın parasını nasıl alamadığımızı, kredi faizlerinin, gübre, mazot fiyatlarının yüksekli-ğini, kasapta et bilmem kaç milyonken elimiz-deki koyunun, sığırın, sütün, peynirin para et-mediğini anlatırdık. Ekecek toprağımız yoksa bir parça tarlamız olsun isterdik.

Biz anlatırdık onlar dinlerdi; bir de meseleyi ciddiye aldıklarını göstermek için ya kendileri yazar ya da yanlarında getirdikleri birine şika-yetlerimizi, taleplerimizi not ettirirlerdi. Sonra onlar anlatırlardı. İkinci Sahne; Söylediklerine göre so-runlarımızı

çok iyi bilmektedirler. Zaten bütün amaçları da halkın bu sorunlarını çözmektir, Güya vatana, millete çalışmak için çıkmışlardır yola. Başka partiler bunları çözememiş, mem-leketi bu hale getirmişlerdir. Ama kendileri ik-tidara gelirse çözeceklerdir. Bu arada daha (in-ce kendilerinin de iktidara geldiklerini ya da hükümet ortağı oldukların unutmuş gibi dav-ranırlar ya da aslında onlar çok şey yapmak istemişlerdir de birileri engel olmuştur. Ek-sikleri, kusurları olmuştur ama bir daha olmayacaktır. Adeta ağızlarından bal damlamak-tadır. Yeni sözler verirler, yeni vaatlerde bulunurlar. Kapıdan çıkarken de "desteğinizi bekliyoruz" diyerek oyumuzu istediklerini bir kez daha hatırlatırlar. Şöyle belki bir değil, bir kaç farklı parti yöneticisine konukluk yapar fakirhanemiz Üç Üncü Sahne; Sonra seçim günü gelir. Verilen sözlerin, yapılan vaatlerin yerine getirileceğinden emin değilizdir. Ama "belki" deriz, "belki bu kez farklı olur". Gideriz sandık başına. Belki yine bir önceki seçimde oy verdiğimiz partiye ya da ondan umudu-muzu hepten kesmişsek bir başka partiye atarız oyumuzu.

Dördüncü Sahne; Sonra. Sonra yine değişen bir şey olmaz. Eğer oy verdiğimiz parti hükümet olamamışsa bir süre de bununla avunuruz. Sonra zaman geçer oy verdiği-miz parti de hükümet olur fakat yine değişen bir şey olmaz. Lanet olsun onun da diğerle-rinden farkı yokmuş, bize hiçbirinin faydası yok der yine dertlerimizle, sorunlarımızla ya-şamaya devam ederiz.

SEÇİM DEMEK BU OYUNUN TEKRARLANMASI DEMEKTİR Peki şimdi yıllardır tekrarlanan bu oyunun bir kez daha tekrarlanmasına, evimizin ka-

pısını çalıp bizi yalanlarıyla, tutmayacaklarını bildiğimiz vaatleriyle kandırmalarına izin verecek miyiz?

OYUNU BOZALIM! Hayır! Bu yalancılara, talancılara, sahtekarlara kapımızı açmayalım. Onurumuzla, na-

musumuzla yaşamaya çalıştığımız evimizi kirletmelerine izin vermeyelim. Lazım değil pisliklerini bulaştırmasınlar bize. KAPATALIM YÜZLERİNE KAPIYI. Sizin yalanlarınızı boş vaatlerinizi dinlemek istemiyoruz diyelim.

SEÇİM RÜŞVETLERİNİ REDDEDELİM Belki kapımız çalındığında karşımızda elinde bir poşetle falanca ya da filanca partiden

birini göreceğiz. Bu kez poşetteki 3-5 kilo yiyecekle oyumuzu satın almaya gelmişlerdir.

Hayır böyle bir onursuzlu-ğu reddedelim. Yoksul olabiliriz, aç açıkta olabiliriz ama üç

beş kilo yiyeceğe bizi satın alamazsınız diye- lim. KALDIRIP VURALIM O POŞETLERİ KAFALARINA. Nasıl olsa onlar bizi kandırıyor, hiç olmazsa arada birşeylerini alalım diye düşünen kendini aldatır. Belki bir defalığına ;r şeyler vermiş olacaklar, ama bizden aldıkla-rı oylar sayesinde yıllarca halka kan kusturacaklar-dır. Unutmayalım; BİR POŞET İÇİN OYUMUZU SAT-MAK, ONURUMUZU SATMAKTIR.

Hele ki mahallemizde, köyümüzde, kasabamızda biraz tanınan, halk üzerinde etkinliği olan, sevilen, sayılan, sözümüz dinlenen bi- riysek bu kez rüşvetin boyutu da değişir. Bir kere neredeyse kapımızı çalmayan parti kalmaz. Her gelenin diğerlerinden çok farklı bir şey söyle-diği de yoktur aslında. Kimisi açık

ya da imayla muhtarlık, belediye meclis üyeliği gibi şeyleri rüşvet olarak önümüze koyar. Kimisi de ya para teklif eder ya da iktidara gelirlerse, belediye seçimlerini kazanırlarsa şöyle ya da böyle bir maddi olanak.

Hatta belli mahalleleıde, köylerde bazıları çok daha yaygın olarak oy karşılığı para da- ğıtmaya başlarlar. İş vaatlerinde bulunurlar. Kimi dim inançlanmızı sömürmeye, kimi milliyetimizi kullanmaya kalkar. Mezhepçilik de yaparlar, heınşehricilik de oynarlar. Çok yaşanmıştır bunlar, muhtemeldir ki yine yaşanacaktır. Ama bunlara kimse itibar etme- melidıı. Namuslu, onurlu insan bunlara

it ibar etmez. Çünkü, bu yöntemler itibar edeni de çürütür, namussuzlaştırır. Rüşve-te, çıkara oy

satan yarın eşini, dostunu, akrabasını, komşusunu, köylüsünü de sa-tar. Rüşvete oy satmak tüyü bitmemiş yeti-min hakkını yiyen Susurluk partilerinin halka karşı işledikleri, işleyecekleri tüm suçlara, pisliklerine, ahlaksızlıklarına, na- mussuzluklarına ortak olmak demektir. Oy için rüşvet dağıtanları da, verilen rüş-vete oyunu satardan da teşhir edelim. Bunları yanımıza yöremize yaklaştırmaya- hm. ESNAFLAR! Yine çok göreceğiz. Parti başkanlan, mil-letvekilleri,

belediye başkanları, milletve-kili ve belediye başkan adayları yanların-da bir grup partiliyle dükkanımıza gele-cekler ya

da yoldan geçerken uğrayacak-lar. Halimizi hatırımızı sorup, işler nasıl gidiyor diye soracaklar. Hayır sordurmayalım. Hepsinin neler söyleyeceklerini biliyoruz. "Tamam" diyecekler, "ilk işimiz sizin sıkın-

tılarınızı çözmek olacak". Ama biz onları dinlerken, söylediklerinin yalan olduğunu bile-ceğiz. Çünkü yıllardır dinliyoruz bu masalları. Bu masallarla bizi oyalamalarına izin ver-meyelim. Onların konuşurken yaptıkları İKİYÜZLÜLÜĞE, biz de dinlerken inanıyormuş gibi yaparak İKİYÜZLÜCE DAVRANMAYALIM. Hayır, ikiyüzlülüğe son diyelim artık DÜKKANIMIZA SOKMAYALIM. Gerekirse gelecekleri zaman kiiiüeyelim kapılarımızı, in- , dırehm kepenkleri. Toplanalım esnaflar biraraya, yuhalayalım gitsinler.

KAHVEHANE ESNAFI! Onların yalan propagandalan için kahvehanelerimizi kullanmalanna izin vermeye-lim.

Zaten Kahveciler Federasyonu'nun bu doğrultuda karan var, bu karar hayata geçiril-melidir. Belki kahvehanemizi kiralamak için o gün kazanacağımızdan daha fazlasını ve-recekler bize. Onlardan gelecek para haram paradır. O parayı almayalım, başkalarının kandırılmasına alet olmayalım.

HALKIMIZ! Yine bundan sonra en çok karşılaşacağımız manzaralardan biri de mahallemizde, kö-

yümüzde kahvehanelerde, meydanlarda şu veya bu düzen partisinin yapacağı propagan-da toplantılan olacak. Gözümüzün içine baka baka yalanlarını sıralamak için bizleri bu toplantılara çağıracaklar.

Bu sahte demokrasicilik oyunlarına da "son!" diyelim. MİTİNGLERİNE, TOPLANTILA-RINA KATILMAYALIM!

Kısacası, bu sahtekarların, yalancıların, dolandırıcıların, namussuzların evimize, dük-kanımıza, kahvehanelerimize, mahallemize, köyümüze gelerek kirletmelerine izin ver-meyelim.

Evimize, sokağımıza, mahallemize, köyümüze, kasabamıza koymayalım bunları. Han-gi yüzle geliyorsunuz deyip kovalım.*

BİZİ SEÇİMLERDEN SEÇİMLERE YALANCI, SOYGUNCU, NAMUSSUZ

OY AVCILARINI EVİMİZE, DÜKKANIMIZA, MAHALLEMİZE,

KÖYÜMÜZE SOKMAYALIM YÜZLERİNE TÜKÜRELİM, KOVALIM ARTIK ONLARA "SÖZ HAKKI YOK BİZ KONUŞALIM

BUNA MAHKUM MUYUZ? BUNLARI YAŞAMAYA DEVAM ETMEK İÇİN Mİ OY VERECEĞİZ

BİZ KONUŞALIM

Page 6: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14/23 Ocak 1999 - SANSÜR KURTULUŞ 6 Karartılmış Her Kurtuluş Sayfası, Kurtuluş'un Gücü Ve Cesaretini, Onu

Karartanların Güçsüzlüğü Ve Korkaklığını Gösterir

K A R A S A Y F A L A R

Bir süredir Kurtuluş'un bazı

sayfaları son derece özgün bir biçim ve içerikte çıkıyor. Baştan sona karaya boyanmış sayfalar bunlar. "Özgünlük" kendini en iyi bu deliksiz siyahlık içinde ifade ediyor.

Bakınca karşınızda bir karanlık görüyorsunuz. Bir de içinde aydınlığı anlatan bir kelime.

Ama bu karanlık Kurtuluş'a ait bir karanlık değil kuşkusuz. Bu, düzenin karanlığıdır. Kurtuluş'a ait olan ise, o karanlığın ortasında "susmayacağız"da ifadesini bulan inançtır, kararlılıktır.

Kurtuluş sayfalarında ışık vardır. Kurtuluş sayfalarındaki her paragraf, her satır, her kelime halkı aydınlatır. Düzenin sorunu da işte budur zaten. Aydınlıktan, gerçeklerin öğrenilmesinden korkar o. Bu nedenle Kurtuluş sayfalarından yayılan ışığı karartmaya çalışmaktadırlar. Işık karanlıkla boğulmak istenmektedir. Sayfalarımızın üzerindeki siyah örtü budur işte.

Ama bizim ışığımız öyle güçlü ki,

biliyor ve inanıyoruz ki, o karartılmış sayfalardan bile ışık yayılmaya devam ediyor.

O karartılmış sayfalarda üstü siyahla örtülen güzellikler, doğrular bir biçimiyle halkımıza ulaşıyor.

Her düzenin kendini savunma mekanizmaları vardır.

Ama düzen haksız bir düzense, soygun ve talan düzeniyse mantığı yoktur, kendi ideolojisine güveni yoktur. Bunun yerine ahlaksızlığı, keyfiliği, terörü koyar.

Geçen haftaki Kurtuluşta 5 sayfa

kesintisiz biçimde "karartılmıştı". Bu 5 sayfada "Devrimci Yaşam

ve Davranış Kuralları" başlıklı bir yazı vardı.

Pekala bu yazının içinde neler

vardı ki, savcılar bu yazıyı sansür ettiler?

Gençlerimize halk değerlerimiz hatırlatılmaktadır bu yazıda.

En basitinden "Yaşlıların yanında bacak bacak üstüne atılmamalıdır" denilmektedir mesela. Bunun nesinden rahatsız olmuştur savcı? İçki, kağıt oyunu gibi

alışkanlıklardan uzak durmanın nesine karşıdır savcı?

Lüks tüketime, marka özentilerine, abuk sabuk giyim tarzlarına, karşı olunması gerektiğini yazıyor broşür, savcı nesine karşı bunların?

Gelişebilecek herhangi bir çatışmada evinde kalman halk ilişkilerinin öncelikle korunması öneriliyor o broşürde. Tabii savcı bunu da istemez.

Toplumdaki ahlaki dejenerasyonun karşısına bir set örmeye çalışıyor broşür. Savcı belki kişisel olarak bunları doğru görüyor da olabilir. Ama savcı yine de bu maddelerden de rahatsız olmuştur. Çünkü onun efendileri, bu

dejenerasyonu her alanın, her evin içine sokmaya çalışıyorlar. Onun içindir ki, savcılar, piyasadaki onlarca, yüzlerce ahlaksızlık saçan dergiler üzerinde hiç bir hassasiyet göstermezken, Kurtuluş'un sayfalarını karartmayı görev bilirler.

Halk değerlerimizi, namusu, ahlakı savunan, devrimcilerin hatalarını yoketmeyi öngören, devrimcilerle halkı daha fazla bütünleştirmeyi hedefleyen böyle bir yazıyı tabii toplatırlar; çünkü demagoji yapma sahaları

daralmaktadır. Bir broşürden aktarılan bu yazı,

devrimcilerin topluma propagandasını yaptıkları gibi olmadıklarının, anlayış olarak da yaşam tarzı olarak da, bunları reddettiğinin kanıtıdır çünkü.

Onların kitapları yalandır. "Büyüklerini sev, küçüklerini koru" derken bile samimiyetsizdir onlar.

"Bayan yoldaşlarımız sokak kadınları gibi sokakta, takside sigara içemezler" diyor mesela broşürde. Acaba sayın savcı (eğer varsa) kendi kızına veya akrabalarına böyle yapmalarını mı öğütlüyor. Mesela moda adına, göbeği açıkta bırakan lümpence giysiler giyilemez yazıyor broşürde. Sayın savcı kendi kızına, karısına böyle giysiler mi öneriyor acaba? İlişkilerde, dilde, sevgi, saygı

temel olmalıdır diyor broşür. Ne diyor sayın savcı, öyle olmamalı mı?

Ama işte, bunların yazılı olduğu sayfalar da karartılmıştır. Sevginin, saygının, ahlakın, namusum

savunulması korkutmuştur onları. Çünkü savcının savunduğu,

koruduğu düzen sevgisizliğin, saygısızlığın, ahlaksızlığın, namussuzluğun düzenidir.

Gün gelir bir kelime, bir simge, bir resim, bir isim rahatsız eder onları. Çünkü devrime ve devrimcilere dair herşeyden korkarlar

Yeni Çözüm'lere, Mücadele'lere bakın, o zamanlarda da ne ilginç şeyler vardır; her "Kürt" sözcüğünün üstü çizilmiş,

karartılmıştır o zaman da.

Ama sayfaların, satırların üzerine konulan o bantlar Kürt ve Kürdistan gerçeğini ortadan kaldırdı mı?

1990'da savcılar dergilerde "Kürt" sözcüklerinin üzerini bantlarken, 91'de Demirel "Kürt realitesini tanıyoruz' üıyordu.

Savcı, Kurtuluş'un 12. ve 13. sayılarında Ankara Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Zeki Rüzgar'ın bir komplo ile gözaltına alınması, işkence yapılması ve tutuklanması ile ilgili açıklamalara sansür uyguluyor. Neden?

Çünkü düzen meşruluğunu yitirmiştir. Kendi yasalarına, hukukuna uygun davranamamaktadır. Zeki Rüzgar'ın kendi hukuklarına, yasalarına aykırı biçimde gözaltına alınmasının, sorgulanmasının ve tutuklanmasının bilinmesinden korkulmaktadır. Kendi yasalarını çiğneyenlerin sonu da karanlıktır.

Hiç bir karartma, hiç bir karanlık kurtaramaz onları.

Karartılmış her Kurtuluş sayfası, düzenin gerçekten, doğrudan ne kadar korktuğunun kanıtıdır.

Karartılmış her Kurtuluş sayfası, orada dile getirilenler karşısında düzenin baskıdan, yasaktan başka yapacak bir şeyinin olmadığının kanıtıdır.

Karartılmış her Kurtuluş sayfası, Kurtuluş'un gücü ve cesareti, onu karartanların güçsüzlüğü ve korkaklığıdır.

SUSMAYACAĞIZ. Gerçekleri yazmaya devam edeceğiz, öyle ya da böyle gerçekler halkımıza ulaşmaya devam edecek. Sayfalarımızın kararülması bunu engelleyemez.*

OY AVCILARINA ARTIK SÖZ HAKKI YOK

Page 7: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

7 KURTULUŞ HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER Sayı 14/23 Ocak1999

İnsan Haklan Anıtı önünde yapılan eylemin 61.'incisi 16 Ocak günü gerçekleştirildi.

Eylemde yapılan konuşmada DGM'lerin çifte standart uyguladığı ve devrimci, demokrat insanlara yönelik sistemli bir

Kayıp, tutsak ve şehit ailelerinin gözaltına alman çocuklarının nerede olduğunu öğrenmek amacıyla gerçekleştirmeye çalıştıkları eylemin 192.sine polis yine müdahale etti. 16 Ocak Cumartesi günü saat 12.00'da Galatasaray Lisesi önüne

şekilde oluşturulmuş kurumlar olduğunu söyledi. Konuşmada son süreçte üniversiteler üzerindeki yoğun baskı ve estirilen terörün yeni saldırılara zemin hazırlamak için yapıldığı söylendi. 15 Ocak günü Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsüne yapılan saldırının ve saldırı gelen analar yüzlerce çevik

kuvvet polisi ile karşılaştılar. Polis her zaman olduğu gibi, ellerinde ki karanfilleri lisenin önüne bırakmak isteyen analara yine müdahale de bulundu. Bunun üzerine ellerindeki karanfilleri alandaki insanlara dağıtan

sonrasıı gözaltına alınan solcu öğrencinin çevik polisler tarafından ağır dövülmesi ve bu saldırının sadece demokrat ve devrimcilere yönelik olduğu söylendi.

Ayrıca yapılan konuşmada 8 Ocak günü Halkın Hukuk Bürosu

Av. Zeki Rüzgar'in gözaltına alınması ve örgüt yöneticiliği gerekçesiyletutuklandığı, TİYAD

Ba. A. Betül Gökoğlu'nun, örgütlenme sekreteri, Ercan

Gökoğlu'nun tutuklanmasını kınadıklarını belirtti.

Yaklaşık 250 kişinin katıldığı eylemde "TİYAD Susturulamaz", "Yaşasın Halkın Adaleti", "Baskılar Bizleri Yüdıramaz", "Zindanlar Boşalsın Tutsaklara Özgürlük" dövizleri açılırken

"Zindanlar Boşalsm Tutsaklara Özgürlük", "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak" sloganlarının atılmasının ardından eylem saat 13:00'da bitirildi.*

analar baskıların kendilerini yıldıramayacağını, çocuklarının nerede olduğunu sormaya devam edeceklerini söylediler. Eylem katılmak isteyen 6 kişi de polis tarafından gözaltına alındılar. Gözaltına alınaıııaı ayın gun serbest bırakıldılar.*

'"96 Ölüm Orucu Ölümün Ufkundaki

Zafer" Yayınlanmasının

Ardından Toplatıldı Bundan yaklaşık iki Buçuk yıl önce ülkemiz Halkları bir deriniş Destanına daha tınıklık Ettiler. Anadolu birkezxdaha bağrından çıkardığı Kahramanlara arenalık Yaptı. 1996 yılının yaz Aylarında tüm Hapishanelerden Tutsaklar “Artık zafer Ölümle özdeşleşmiştir” Sloganını haykırdılar. Her anı eylem olan 69 gün boyunca tarihin altın sayfalarına içeride 12 dışarıda12, toplam 24 can isimlerini yazdırdılar. 1996 Ölüm Orucu’na ilişkin 3 ayrı kitap Yayınlandı. Her biri farkıl boyutlarda ölüm Orucu'nu anlatıyordu. YAR yayınlarınca Hazi ran 1998'de basılan "Ölümün Ufkundaki Zafer kitabı ise yine aynı süreci anlatan bir kitap. Ölüm Orucu direnişinin kararısın alıp uygula yan , Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu (CMK)'nun hazırladığı bir kitap. Tüm siyasetlerin ortak bir değerlendirmesinin olmasın yanıyla belge niteliği olan bir kitap. Bu arada ; tarihe ortak bir dille ışık tutuması amacıyla yazılan "Ölümün Ufkundaki Zafer" kitabı da DGM'lerin hkuksuz kararlarından nasibini aldı ve toplatıldı. Toplatma nedeni olarak da "bölücülük, örgüt propagandası" yapıldığı gösterildi. DGM tarafından toplatılan "Ölüm Ufkundaki Zafer"sürecin niteliğine ilişkin belirllemeler ölüm orcu şehitlerini yaşamları, mücadeleleri, örnek yanları kahraman kişilikleri anlatılarak başlıyor. 69 gün boyunca yaşanan kimi geliş meler, anadolu hapishanelerindeki durum, ailelerin önünde saygıyla eğinilecek mücadele leri, destek eylemleri ve Ölüm Orucunun dışarıdaki şehitleri de anlatılıyor. Ayrıca direniş sonrası hastahanelerde yaşananlar her boyutuy la yer alıyor bu kitapta.

Yıllardır faşist düzenini ayakta tutan Susurluk devleti halkımızın tüm kesimine saldırdı. Katletti, gözaltına aldı, daha onaltısındaki gencecik çocuklarınızı tutsak etti. Bununlada yetinmedi, tutsakları siyasi kimliklerinden uzaklaştırmak için tektip elbiseyi dayattı.

Yüzlerce kontra şefleri ve uşakları ile özgür tutsaklara saldırdı, katletti. Dışarıda yaşlı bedenleri ile çocuklarını sahiplenen tutsak

ailelerine saldırdı, gözaltına aldı. Özgür tutsakları birbirinden tecrit etmek ve istediği zaman katletmek için zemin hazırlayarak tabutlukları açtı,

Susurluk devletinin faşist kurumu olan DGM'ler de tüm bu yapılanlara göz yumdu ve onayladı. DGM'ler halk muhalefetinin yükseldiği her alanda kendini gösterdi ve kendi koydukları yasaları bile tanımadı, cezalar yağdırdı.

Bu sebepten dolayı 5 Eylül günü özgür Tutsaklarımız DGM’leri boykot kararı aldı ve Mahkemelere çıkılmadı. Boykotun bitirilmesiyle 12 Ocak günü Ankara Merkez Kapalı hapishanesinde bulunan Evrim Turan, Şeref Turan, İnanç Yaman mahkemeye Gelirken hapishane de yapılan keyfi üst Aramasından dolayı mahkemeye çıkmamışlardır. Mahkeme 11 Şubat’a ertelenmiştir. Aynı gün yapılan 1 Mayıs davasında tutuklu Bulunan Oktaya Çelik ve Yücel Karagündüz’de Yapılan keyfi üst aramasından dolayı Mahkemeye çıkmadılar. Dava 4 Şubat tarihine Ertelendi. Duruşmaya TİYAD’lı Alileler, DLMK’lı Ve TÖDEF/AYÖ-DER’li öğrenciler de katıldılar.

BİZ KONUŞALIM

Yüksel Caddesinde 61. Hafta BASKILAR BİZLERİ YILDIRAMAZ

Çocuklarımızın Nerede Olduğunu Sormaya Devam Edeceğiz

"Kavgayı Şehitlerimizden Öğreniyoruz" Buca Göksu Mahallesi'nde 18 Ocak 1996'da ölümsüzleşmiştir. Şehit düştüğü evde duvara

Susurluk devleti tarafından katledilen halk kendi kanıyla DHKC yazmıştır, denildi. Anmada kurtuluş savaşçısı Ercan Özçeken İzmir Haklar ve Devrim Şehitleri ölümsüzdür pankartı ve çeşitli özgürlükler Platformu tarafından Örnekköy'deki şehit resimli dövizler açıldı. Anma mezan başında anıldı. Anmada Ercan'ın halkları yaşasın Önderimiz Dursun Karataş, Devrim . için verdiği mücadele anlatıldı ve şiirler okundu.

Ercan yoldaş Parti-Cephe'nin teslim olmama Ölümsüzdür, Ercan Yoldaş Yaşryor, Parü-Cephe geleneğine yeni halka ekleyerek Savaşıyor ... sloganları atılarak bitirildi.*

Keyfî Üst Aramasını Protesto Eden Özgür Tutsaklar Davaya Katılmadı

Page 8: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14/23 Ocak 1999- HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER

İstanbul Halkın Hukuk Bürosu'nun Ankara ÇHD Genel Merkez Yönetim Kurulu'na yazdığı "ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ GENEL MERKEZ YÖNETİM KURULU'NA, ANKARA" başlıklı yazısı DGM tarafından toplatma gerekçesi gösterilmiştir. Bundan dolayı yayoru

b

iliyordu.Çünkü gündüz yapılırsa bir direnişle karşılaşacaklarını biliyorlardı.Yani yapılan bu gece baskının onların korkularının bir ifadesidir.

Demokratik ülke savunuculuğunu yapanların yapmış olduğu bu talan ve yağmalar karşısında devlet kendisini nasıl savunacaktır? İnsanları düşündüren asıl bu olmalıdır.

Halkımızın gözü önünde cereyan eden bu olaylara halkımız seyirci kalmayacaktır.Bu nun hesabını halkımız er ya da geç ama mutlaka soracaktır. Baskılar halkımızı susturamayacaktır.

Kazanan Yine Devrimci İrade Oldu "Cezaevlerindeki koğuş sistemi insanlık ve sağlık açısından çok önemlidir. Bir hastalık halinde bu durumlarda koğuşlarda kalan otuz-kırk kişi birden etkileniyor. Oysa üç-dört kişi olmalıdır. Zaman içerisinde gerekli iyileştirmeler yapılacaktır." Sağlığımızı düşündükleri bir demagojiden ibarettir. Çünkü daha 31 Aralık 1998 günü Gaziantep Özel Tip ve Kapalı hapishanelerinden, Adana Kürkçüler hapishanesine sevk edilen tutsaklara girişte saldırılmış ve birçok tutsak yaralanmıştır. Bununla beraber suç duyurusunda bulunan tutsakların Adli Tabib'liğe çıkmaması için hapishane kapısında tutsakların kabul etmediğini bildiği insanlık onuruna yakışmayan ayakkabı aramasını dayatmıştır.

Tüm bunların yaşandığı bir süreçte Cumhuriyet Başsavcılığının

"Baskılar Halkımızı Susturamayacaktır."

9 Ocak Cumartesi gecesi TİYAD başkanı Betül GÖKOĞLU ve TÎYAD örgütlenme sekreteri Ercan GÖKOĞLFU'nun gözaltına alınması ve aynı gece yapılan TİYAD baskını ile ilgili TlYAD başkanı yardımcısı Yalçın SAVCI ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz.

Yaşanan gözaltılar ve baskınla ilgili bize neler anlatacaksınız?

-Y.Savcı.Cumartesi saat 8:30 da TİYAD'taydık. Çıkarken haşereler için kükürt dumanı vardı içeride. Kapıcı kükürt dumanını görünce itfayeye haber vermiş. İtfaye de yangın oluduğunu sanıp kapıyı kırarak içeri girmiş. Yangının olmadığını görünce gidiyor. Bu sırada evi basılıp gözaltına alınan TtYAD Başkam Betül GÖKOĞLU ve örgütlenme sekreteri Ercan GÖKOĞLU getiriliyor TlYAD'a. Burada TtYAD eşyaları ve dosyalarını gaspederek ve kırarak bütün odalar talan ediliyor.

Sizce baskının gündüz değilde gece olmasının nedeni nedir? Bu baskını gündüz yapamayacaklarını

"sağlığınızı düşünüyoruz" açıklamasının hiçbir inandırıcılığı yoktur. Yapılmak istenilen tutsakları hücreye koymak için zemin yaratmaktır. Bu yönde kamuoyu oluşturmak için halkımızın duyarlı olduğu sağlık konusunu, demagojileriyle ne halkımızı nede bizleri kandıramayacaklar ve yanıltamayacaklardır.

Ölüm Orucu, Buca, Ümraniye katliamları, Ceyhan, Buca, Sakarya hapishanelerine saldırıların hepsi hala akıllardadır ve yaratılan direnişler de akıllardadır. Bizler hangi bahane adı altında olursa olsun hücre sistemini kabul etmeyeceğiz ve hücrelere girmeyeceğiz. Adana Kürkçüler Hapishanesi DHKP/C Özgür Tutsakları

Hapishanelerde tutsaklara yönelik saldırılar çeşitli bahaneler yaratılarak devam ediyor. Son olarak Ceyhan, Buca, Sakarya, hapishanelerinde gerçekleşti bu saldırılar. Bir türlü teslim alınamayan devrimci tutsaklara karşı icre sistemini hayata çirememenin, hazımsızlığıyla yapılan saldırılarda birçok tutsak yaralandı. Ama bütün bu bedellere rağmen kazanan yine devrimci tutsaklar ve devrimci irade oldu. Aldığı her yenilgiyle çözümsüzlüğü yaşayan Susurluk Devleti hücre sistemini hayata geçirebileceği zamanların hayallerini kurarken bir fırsatla da bu yönde açıklamalar yapıp kendine nin yaratmaya çalışıyor. Adana Cumhuriyet Başsavcılığına yeni

atanan Cemal Sahir Gürçay'da 9 Ocak günü yaptığı açıklamada:

Page 9: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

Sayı 14 / 23 Ocak 1999 Halkın Hukuk Bürosu Basıldı, Av. Zeki Rüzgar Komplo ile Tutsak Edildi,

Maskeler Düştü 8 Ocak 1999 günü Ankara Halkın Hu-

kuk Bürosu basıldı. Görüntüyü kurtarmak için baskına gelen polislerin başında An-kara DGM savcılarından Nuh Mete Yüksel vardı, işkenceciler biliyorlardı ki bir avukat bürosunu başlarında savcı olmadan basar-larsa tepki alacaklar. Ama bir savcmın bu-lunması durumunda her şey yasalara uy-gun olacak.

Halkın Hukuk Bürosu kurulduğu gün-den itibaren baskılarla karşı karşıyadır. Na-sıl ki halkm bütün kesimleri işkenceye alı-nıyorsa, katlediliyorsa Halkın Hukuk Büro-su'da aynı bedelleri ödemiştir. Büro defa-larca basılmış, çalışanları gözaltına alınmış ya da tutsak edilmişir. Büro Avukatların-dan Fuat Erdoğan polis tarafından katle-dilmiştir. Ama Halkın Hukuk Bürosu ku-rulduğu 1989 yılından bugüne Bağımsız ve Demokratik bir ülke kavgasındaki yerini hep almıştır. Bunun için de her türlü baskı-nın-terörün hedefi olmuştur. Kontgerilla tarafından hazırlanan düzmece haberlerle büroya yönelik baskıların temeli atılmaya çalışılmış, Sabancı'dan ya da MGK'dan izin alındığında da büro basılmaya çalışılmış-tır.

Av. Zeki Rüzgar da Susurluk devleti ta-rafından susturulmaya çalışılmıştır. Defa-larca gözaltına alınmış, işkence görmüştür. Ama yılmamış, ödün vermeden mücadele-sini yükseltmiştir. Av. Zeki Rüzgar'ı işkence ile, keyfi gözaltılarla susturamayan Ankara polisi bir komplo ile susturmaya çalışmış-tır. Daha büroya girüir girümez Av. Zeki Rüzgar'a ait ajandayı alan polis şefi bu ajandayı yaklaşık olarak yarım saat elinde gezdirmiş, kuytu köşelerde karıştırmış, so-nuçta da örgütsel şifreli notları buluver-miştir (1) Resmi tanık ta hazırdır. Hazır bu-lunan savcı hemen atılarak evet, evet ben de gördüm, notlar ajandadan çıktı diyerek komplonun parçası olduğunu göstermiş-tir. Aynı savcı arama için gidilen evde ce-binden bir tomar kağıt çıkartarak masaya sermiştir. Kağıtların en üstünde Av. Zeki Rüzgar'in ev ve işyerinde ele geçirilen şif-reli dokümanların çözümleri yazmakta-dır. Yani büro baskını çok önceden plan-lanmıştır. Polis ve savcı tamamen hazırlık-lı olarak gelmişlerdir, itiraz ederek komplo kurulduğunu belirten Av. Zeki Rüzgar yan odalara alınarak susturulmaya çalışılmış-tır. Her şey istedikleri gibi karanlıkta yapıl-mıştır. Aramada hazır bulunmak isteyen 20 kadar avukat içeriye alınmamıştır. Polis komployu kurarken öylesine pervasızdır ki notlar Av. Zeki Rüzgar, büroda bulunan sekreter, stajyer avukatın önünde yerleşti-rilmiştir. Ayrıca kurulan komplo emniyet müdürlüğünde polisler tarafından itiraf edilmiştir. Biz her şeyi hazırladık. Sen 22 yıl ceza aldın diyenler komployu kuran-lardır.

Büronun basılması, komplo ile Av. Zeki Rüzgar'm tutsak edilmesi maskeleri düşür-müştür. Bir yanda meslek onurunu, ahla-kını yücelten genç ve saf temiz avukatlar varken diğer tarafta ise pis hesaplar yapan-lardan koltuk koruma çabasında olanlara, DGM'lere rüştlerini kabul ettirme çabasın-da olanlara kadar bir güruh vardır.

Genç avukatlar Çağdaş Hukukçular Derneği Ankara Şubesi'nin özverili yöneti-

cileri ile birlikte bütün süreç boyunca he-sap soran olmuştur, Av. Zeki Rüzgar ser-best bırakılmalıdır diyerek gidilmedik ku-rum bırakmamışlardır. Öylesine ki DGM başsavcısı benim üzerime çok geliyorsu-nuz, sizler soruşturmayı etkilemeye çalışı-

Çirkinliğin, ahlaksızlığının, iki-

yüzlülüğün en çirkin örnekleri var-dır. Öncelikle bazı ahlaksız avukat-lar tutuklamaya itiraz dilekçelerini imzalamayacak kadar alçalmışlat-dır. Bîr devrimcinin işkencecilerin elinde olmasına sevinmişlerdir. Bir devrimcinin bir avukatın polisin elinde olmasına bir imza atarak karşı çıkmayacak kadar düşkünleş mişlerdir. Sözü edilen avukat, ErgülBüyükdağ'dır.

gelinmez ki demiştir. Polisler Zeki, seni hem yurt içinde hem yurt dışında ne kadar çok seven varmış demişlerdir. Ve kuşku-suz bunlar nedensiz değildir. Harcanan emekle, kararlıklıkla bu noktaya gelinmiş-tir. Londra ve Atina baroları protesto faks-lan ile destek olurken, Belçika'dan iki avu-kat destek amaçlı gelmişlerdir. Belçikalı avukatlar genç avukatlarla birlikte aynı öz-verili çabayı göstermişlerdir. DGM başsav-cısı ve soruşturmayı yürüten savcı Nuh Mete Yüksel ile görüşmeye çalışmışlar, An-kara Barosu başkanı ile görüşmüşlerdir. Çeşitli kurum ve kuruluşlara ziyaretlerde onlar da hazır bulunmuşlar, kendi ülkele-rinin büyükelçileri üe görüşmüşler ve göz-lemlerini Türkiye'de ve Belçika'da birer ba-sın açıklaması ile duyurmuşlardır.

Bu örnekler Halkın Hukuk Bürosu'nu sahiplenmenin olumlu ve güzel örnekleri-dir. Hepsi de şükranla anılacak örneklerdir. Bu özverili emeği harcayanların hepsi ihç-bir hesap yapmadan, hiçbir kaygı ile hare-ket etmeden sahiplenmişlerdir. Gerekti-ğinde polisle çatışmışlar, tehdit edilmişler ama yılmamışlardır. Emekleri çok değerli-dir.

Diğer yandan da çirkinliğin, ahlaksızlı-ğının, ikiyüzlülüğün en çirkin örnekleri vardır. Öncelikle bazı ahlaksız avukatlar tutuklamaya itiraz dilekçelerini imzalama-yacak kadar alçalmışlardır. Bir devrimcinin işkencecüerin elinde olmasına sevinmiş-lerdir. Bir devrimcinin bir avukatın polisin

elinde olmasına bir imza atarak karşı çık-mayacak kadar düşkünleşmişlerdir. Sözü edilen avukat, Engül Büyükdağ'dır. Bu ba-yanın imzası ne kadar önemli ise (!) Av. Ze-ki Rüzgar'ın tutuklanmasına itiraz dilekçe-sine imza atmamıştır. Üstelik imza atma-dığını söylememiştir bile. Kendisine sorul-duğunda ben de imza attım demiştir. Ancak yapılan kontrolda imza atmadığı anlaşılmıştır, insanların çeşitli nedenlerle aralarında sorun olduğu, anlaşamadıkları-nı, dünya görüşlerinin farklı olduğunu dü-şünebiliriz. Ya da aralarında özel bir husu-met olduğunu düşünebiliriz. Ancak hiçbir koşulda imza atmamanın gerekçesi ola-maz. Bu düşmana karşı dostum dediğini yalnız bırakmaya benzer ki böyle bir şeyi ahlaken kabul etmek mümkün değildir. Üstelik bu bayan ÇHD genel merkez yöne-licilerindendir. Sormak gerekli, bu davra-nış niyedir? DGM'lere kendini kabul ettir-me gayreti mi vardır? Bir kin mi vardır? Eğer bir kin varsa bu nasıl bir kindir ki komplo ile gözaltına alınan bir avukatla dayanışmaya dahi engeldir.

Halkın Hukuk Bürosu'nun basılıp Av. Zeki Rüzgar'm gözaltına alınmasından sonra Çağdaş Hukukçular Derneği'nde Ankara şube yöneticileri ve üyeleri olarak toplantı yapılmış ancak bu esnada büroda hazır bulunan ÇHD genel merkez yönetici-leri de toplantıya katılmışlardır. Sonuç maskelerin düşmesidir. ÇHD genel başka-nı seçim çalışmaları dolayısıyla aday ola-cağı bölgede bulunduğundan ÇHD üyesi 'bir avukatın bürosunun basılması, komlo kurulması, gözaltına alınması onu ilgilen-dirmemektedir. Toplantıda hazır bulunan yönetim kurulu üyeleri farklı bir tavır ser-gilememişlerdir. Örneğin Ankara Barosu başkanı toplu ziyaret düşüncesine katıl-mamışlardır. Onlara göre 1-2 kişinin olaca-ağı bir protokol ziyareti yapılmamalıdır. Bunlar asıl olarak polisin istediği koşulla-rın yaratılmasıdır. Egemenler her türlü baskıyı, terörü gözlerden kaçırmak isterler, kamuoyu denetiminden, basından kaçır-mak isterler. Bunun için de gazeteleri emir ve komuta altına almaya çalışırken sosya-list basını her türlü yasadışı baskılarla sus-turmaya çalışırlar. Tek amaçları estirdikleri terörü halkın öğrenmesini engellemektir. Karanlığı severler. Karanlık onların pis işle-rini örtmelerine yardımcı olur. Suskunluğu severler. Kendilerine karşı örgütlü tepkile-rin olmaması onları rahatlatır, işte bu ne-denle ÇHD genel merkez yöneticüerinin basına gitmeme istekleri objektif olarak polisle işbirliği yapmaktan başka bir şey değildir. Niçin gerçeklerin halka açıklan-masını istemesinler ki? Niçin komployu halka açıklamaktan çekinsinler? Üstelik kendileri Çağdaş Hukukçu (!) Bütün bu so-ruların cevabını yine kendileri veriyor. ÇHD genel merkez yöneticileri Ankara DGM savcısını karşılarına almak istemi-yorlar, inanılır gibi değil ama gerçek, Çağ-daş Hukukçular Derneği genel merkez yö-neticileri DGM savcısını karşılarına almak istemiyorlar!... Burada bir kaç tanımı aç-mak gerektiğini düşünüyoruz. Genel ola-rak hukukçu olmak avukat olmaktan daha dar bir anlama sahiptir. Hukuk fakültesini bitirip ruhsatım alan herkes avukat olabilir

ama hukukçu olamaz. Hukukçu olabilme-si için Burjuva demokrat hukuk anlayışını benimsemesi, içselleştirmesi gerekir. En azından hukukun üstünlüğü gibi anlayışı olmalıdır. Asgari anlamda bir insan hakları düşüncesi olmalıdır. Çağdaş Hukukçu bundan da dar ve özel bir alanı ifade et-mektedir. Çağdaş Hukukçu öncelikle aydın olandır. Yani Düşüncesini halkların bağım-sızlık ve demokrasi mücadelesine adayan düşünsel üretimini bu kavgada halkının hizmetine sunan, aynı zamanda kendisi de emekçi olan, üreten kişi aydındır. Çağdaş Hukukçu avukat-hukukçu kimliğiyle sahip olduğu mesleki bilgisini ezilen, sömürülen halkın mücadelesine adamalı, sadece bil-gisini değil emeğini de sunmalıdır. Çağdaş Hukukçu adı üstünde bilimsel düşünmeli, hurafelerden kendisini uzaklaştırılmalıdır. Bilimsel düşünerek geçmişi, bugünü anla-malı, yarını görmelidir. Yüzyıllardır süren ezen-ezilen kavgasında yeri ezilen olmalı-dır. Çağdaş Hukukçu yarını görmeli, sade-ce görmekle kalmamalı aynı zamanda bu-günlere kavuşulması için mücadele etme-lidir. Çağdaş Hukukçu baskı ve terörün karşısında olmalıdır. Halka yönelik tüm baskı araçlarının karşısında olmalıdır. Ve karşı çıkarken de hiç tereddüt etmemeli-dir. Bir Çağdaş Hukukçunun ilk karşı çık-ması gereken kurumlardan biri DGM'ler-dir. Çünkü DGM'ler AİHM'nin bile bağım sız ve adil olmadığını, devletin bakanları-nın bile değiştirilmesi gerektiğini söylediği mahkemelerdir. Buralarda yargılama iş-kencelerle, ölüm tehditleriyle, bunlar da yetmezse MlT ve emniyet raporlarıyla ya-pılır, işte bu mahkemelere karşı çıkmak bir hukukçunun bile doğal görevidir. Ancak ÇHD genel merkez yöneticileri büyük bir ahlaksızlık örneği sergileyerek Biz DGM savcılarını karşımıza almak istemiyoruz demişlerdir. Kendileri oturdukları koltuğa seçimle gelmişlerdir. Seçilmeden önce Çağdaş Hukukçuluğun ne anlama geldiği-ni bilmiyorlar mıydılar? Zorla mı seçildiler? Hayır. O zaman neyin hesabını yapmakta-dırlar. Biz hem koltukta oturur hem de DGM savcılarıyla iyi geçiniriz mi diye dü-şünmüşlerdir? Yoksa DGM savcılarının Her gün gazetesine verdikleri demeçte ÇHD ayaklarını denk alsın demeleri onları etki-lemişmidir? Uykularında sürekli bunu mu görmektedirler? Halkın Hukuk Bürosu'nun basılması ve Av. Zeki Rüzgar'm gözaltına alınmasına sessiz kalarak ayaklarım denk aldıklarının mesajını mı vermektedirler? Ayaklarını denk almanın sınırı olmadığını bilen ÇHD yöneticileri Av. Zeki Rüzgar'ın tutuklanmasından sonra DGM önünde ya-pılacak olan basın açıklamasının metnine müdahale ederek metni değiştiriyor ve açıklamaya katılmadan kaçıyorlar. Metni adeta Av. Zeki gözaltına mı alınmış, ne ayıp aymazlığına getirdikleri halde bu ha-liyle bile açıklamaya katılmıyorlar. Öyle ya DGM savcılarını karşılarına almamaya ka-rarlılar. Gerçi açıklama DGM önünde yapı-lacağından DGM'yi karşılarına değil arka-larına alacaklar ama...

Benzeri bir tavır Ankara Baro başkanı Av. Hakkı Süha Okay'dan geliyor. Büronun basılmasından sonra genç avukatlar gö-rüşmek ve yapılacak işleri birlikte planla-

BİZ KONUŞALIM

9 KOMPLO

Page 10: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14/23 Ocak 1999- KOMPLO -KURTULUŞ

mak üzere Baro başkanını arıyorlar. Ama sayın baro başkanı telefonla görüşme dı-şında hiçbir şey yapmıyor. Avukatların gö-rüşme taleplerini kabul etmiyor ve kaçıyor. Avukatlar Cumartesi günü ancak baro baş-kanının bürosunu işgal ederek büroda ol-masını sağlayabiliyorlar. Büro baskını es-nasında kendisine haber verilmiş olmasına rağmen hiçbir girişimde bulunmayan ken-disi. Bürosunun basılması ile (ÇHD yöneti-cilerinin aksine onlarca avukat büroya gidi-yor) akşam gerçekleştirilebilen görüşmede Hakkı bey Pazartesi gününe kadar bekle-yip, eğer avukat Zeki serbest bırakılmazsa girişimlerde bulunmak üzere Pazartesi gü-nüne randevu veriyor. Pazartesi Av. Zeki Rüzgar'ın serbest bırakılmaması üzerine DGM başsavcısı ile görüşüyor. Daha sonra Belçika'dan gelen avukatlarla tekrar görü-şüyor. Ama Belçikalı avukatlar genç avu-katlar gibi değil Baro başkanı sorular karşı-sında sıkışıyor. Niçin avukat üyenize sahip çıkmadınız? Av. Zeki Rüzgar'ın gözaltına alınmasından sonra neler yaptınız? Baro başkanı öylesine cevaplar veriyor ki şaşıran heyet üyeleri şu soruyu soruyor: Bu adam gerçekten avukat mı? Av. Zeki Rüzgar gö-zaltından çıkarılıp DGM'ye getirildiğinde irade savaşı en üst boyuta çıkıyor. Artık mahkeme binasının her noktasında polis-ler, DGM savcı ve hakimleriyle dişe diş mü cadele yaşanıyor. Her şey, her nokta, her yasal hak irade dayatmanın aracı oluyor. Ye avukatlar polislerin artık sıra sizde teh-ditleri altında işlerini yapmaya çalışıyorlar. Avukatların sorguyu etkileme ihtimali olan bir durumdur denilerek red ediliyor. Bütün bunlar Hakkı Süha Okay'ın makamı-nın bulunduğu binada oluyor. Ve Baro baş-kanı yok. Bir hakim pervasızca savunma hakkına katlanamadığını ilan ediyor ve An-kara baro başkanının kulakları tıkalı. Tepki istanbul Barosu'ndan geliyor. Belçika'da gelen konuk avukatlar Cuma günü Zeki Rüzgar ile görüşmek istiyorlar. Büyükelçi yardımcı olur umuduyla Ankara Baro baş kanını arıyor. Baro Başkanı'nın cevabı... yapabileceğim birşey yok. Yapabileceğim. bir şey olsa bile yapmam... Niye yapmaz-sın? Ne demek istiyorsun? Ne iyi yaptınız da Halkın Hukuk Bürosu'nu bastınız, Av. Zeki'ye komplo kurdunuz mu demek isti-yorsun? Artık Baro başkanının tavrı korkak-lık, hukuku ya da yasaları bilmeme olmak-tan çıkıyor, açık düşman oluyor. Demek ki sayın baro başkanı Halkın Hukuk Büro- . su'nun basılmasına baştan beri içten içe sevinmektedir. Öyle ya kendisinin başka-nın olduğu yönetim kurulu üyeleri DGM savcı ve hakimlerinin karşısında önlerini ilikleyerek hazırola geçmektedir. Kimbilir belki de bu sessizliği ile bir aferin alacaklır. Başkanı olduğu baronun bir üyesine komplo kurulması onu hiç rahatsız etme-mektedir. Gözünün önünde yasaların birer birer çiğnenmesini onu rahatsız etmemek-tedir. Belki de şöyle düşünmektedir; zaten bu ve bunun gibi avukatlar teröristler. Bun-ları ıslah etmek lazım. Islah edemediğinde komplo ile tutuklamak lazım. Üstelik bu baro başkanı kendisini demokrat olarak ta-nıtmaktadır. Halkın Hukuk Bürosu'nun basılması maskeleri düşürmüştür. Bütün ahlaksızlık-lar, işbirlikçilikler, dalkavukluklar, korkak-lıklar ortaya çıkmıştır. Burada eklenecek tek bir şey vardır, hiç kimse DGM savcı ve hakimleri karşısına almama gayretine gir-memelidir. Karşılarına almak istemeyecek-leri halk olmalıdır.*

İstanbul Halkın Hukuk Bürosu !nun Av. Zeki Rüzgar'ın tutuklanmasına tepkisiz kalan Ankara Barosu Başkanı Sayın Av. Hakkı Su Okay' a yazdıkları açıklamayı yayınlıyoruz.... Ankara Barosu Başkanı ANKARA Konu: 8 Ocak 1998 günü Ankan- büromuzun basılarak Av. Zeki i gözaltına alınması karşısındaki tavırlarınız. Açıklamalar: 1-Ankara Halkın Hukuk Bürosu 8 Ocak 1999 günü Nuh Mete Yüksel gözetiminde polisler tarafından basılmış, Av.Zeki Rüzgar komplo kurularak gözaltına alınmış ve 13 Ocak 1998 günü çakıraldığı DGM tarafından tutuklanmıştı. 2- Büromuz basılarak Av.Zeki Rüzgar'a komplo kurulmuştur. Büroda ve evde olmayan begeler, disketler polis tarafından Av.Zeki beyin gözleri önünde defterler arasına konularak bulunmuş gibi işlem yapılarak komplo tamamlanmıştır. Komplonun tanığı Savcı Nuh Mete Yüksel aynı zamanda komplonun ortağıdır. Arama için büroya gelen polislerin başında bulunan komser girer girmez Zeki beyden ajandasını istemiş, bu ajandayı yarım saat elinde gezdirip kuytu köşelerde karıştırdıktan sonra içinde şifreli not buldum diyerek ortaya fırlamıştır. Av. Zeki beyin komplo kurduklarını belirtmesi üzerine de kendisi savcının talimatıyla odadan çıkartılmıştır. Arama için eve gelindiğinde Zeki beyin önünde cebinden bir tomar kağıt çakartarak masaya koymuştur. Kağıtların üzerinde Av.Zeki Rüzgar'ın ev ve işlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen örgütsel şifreleri dökümanların çözümleri yazmaktadır. Yani polis ve savcı birlikte önceden hazırladıkları komployu ugulamak için büroya gelmişlerdir. 3-Büromuzun basılması raslantı değiltir. Büromuz bugüne kadar haklar ve özgürlükler mücadelesinde halkın yanında saf tutmuştur. DGM'lerde onlarca yıl hapis istemleriyle yargılanan (!)devrimcilerin, hapishanelerde katledilmeye-imha edilmeye çalışılan tutsakların, katledilen evlatlarının cenazelerini kucaklamaları dahi engellenen şehit ailelerinin yanında olmuştur. Direniş alanlarında hep biz olduk. Avukatlık mesleğini sadece bir büroda duruşmalara girip çıkma, kendisine hukkuki sorunlar dınışılacak avuktlık olarak görmedik. Bunun içih bedeller ödedik. En son bizlere ödettirilmeye çalışılan bedel ortadadır. Büromuza yönelik olarak bir komplo kurulmuştur. Daha önce de

çalışanlarımız gözaltına alınmış, işkence görmüş tutuklanmıştır. Av. Fuat Erdoğan polis tarafından katledilen şahidimizdir. Bizler bu bedelleri ödemek zorunda olduğumuzu biliyoruz, insanlığın doğumuyla birlikte hiçbir zalim kendiliğinden zulmüne son vermemiştir. Kan-can bedeli direnişlerle yaratılan, kahramanlıklarla zalim püskürtülmüştür. Spartaküs'ten Şeyh Beddin'e Efe'lere kadar milyonlarca onurlu namuslu insan Bağımsızlık ve Demokrasi kavgasında şehit düşmüşlerdir. İşte biz bu geleneğin mirasçıları olmaya alışıyoruz. Av.Zeki Rüzgar bu geleneğ layık olmaya çalışmaktadır. Ve bu nedenle de komplo kurulmuştur. 4- Siz Ankara Barosu başkanısınız. Polis ve savcı tarafından ben koydum, ben buldum mantığıyla kurulan komplo ile tutuklanan sizin baronuzun üyesi avukattır. Öncelikle şunu sormak istiyoruz; Ne yaptınız? Meslektaşımıza, Baranozun üyesine nasıl sahip çıktınız? Av.Zeki Rüzgar'ın kişiliğinde hukukun üstünlüğünü niçin savunmadınız? Büromuzun basılmasından sonra yaşanan olaylar sizin bilinçil bir tercihle bizlere düşmanca tavır takındığnızı gösteriyor. Bir avukatın bürosu basılıyor, dava dosyaları dahil tüm evraklara el konuluyor ve siz bir açıklama yapmaktan bile çekiniyorsunuz. Büromuzu basan Nuh Mete Yüksel'in önünde Baro yönetim kurulu üyeniz ceketini ilikleyip hazırola geçiyor ve öyle selam veriyor. Ne ilginç değil mi? Bilinçli bir tavırla büromuza karşı kurulan cephede yer aldınız. Var lona yasalara dahi sahip çakamadınız, savunamadınız. Bilmiyorsanız biz söyleyelim; Avukatların bürolarının palis tarafından aranamayacağına, avukatlar hakkındaki soruşturmanın polis tarafından yapılmayıp bizzat savcı tarafından yapılması gerektiğine dair Adalet Bakanlığı'nın dahi genelgeleri varken siz ne bunları ne de Hukukun üstünlüğünü, Savunmanın bağımsızlığını savunmamadınız. belçika'dan gelen iki avukat arkadaşımız sizleri ziyaret ettiğinde sinirlendirmişti. Size şöyle sormuşlardı; Baronuz üyesi bir avukatın bürosu basıldı, siz ne yaptınız? Ona sahip çıkmak için ne yaptınız? Avukat keyfi olarak gözaltına alındı siz ne yaptınız? Bu soular sizle sinirlendirmiş olmalı ki feryat figan ettinz. Ertesi gün konuk avukatlar Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi'nde bulunan Av.Zeki Rüzgar'la görüşmek üzere büyükelçiliklerine başvurduklarında da gerçek yüzünü gösterdiniz. Büyükelçi size yapabileceğiniz birşey olup olmadığını sorduğunda siz Benim yapabileceğim bir şey yok. Olsa bile yapmam diyebildiniz. İşte bu gerçek yüzünüzdür. Av.Zeki Rüzgar içih yapılan eylemere katılmamak için, basın açıklamalarına katılmamak için gösterdiğiniz gerekçeler sahtedir. Gerçek budur, yapabileceğniiz bir şey olsa bile yapmazsınız. Niçin Yapmazsınız Hakkı bey. Savcı ve polisin komplosuna inandığınız için mi yoksa sizde mi yedek hakim Ülkü Coşkun gibi koskoca devlet komplo mu kurcak, laf

salatası yapmayın diyenlerdensiniz? Belki de Halkın Hukuk Bürosu basıldığında ilk sevinenlerden oldunuz. Artık bizlere ısrarla meslek onuru, meslek ahlakı, hukukun üstünlüğü gibi kavramları hatırlatacak kimse kalmadı diye düşündünüz. Hata ettiniz Hakkı bey. Avukatlık mesleğinin ahlakı, onuru, namusu hepimizin borcudur. Hepimiz kendimizi bu değerleri «avunma konusunda sorumlu kabul ediyoruz. 5 gün boyunca burnunuzun dibinde irade savaşı yaşandı. 5 gün boyunca bir grup genç avukat gençliklerine, deneyimsizliklerine rağmen canla başla çalıştılar. Birçok yere yetiştiler. Onlarca dilekçe, başvuru açıklama yaptılar. Ve bunun için tehdit edildiler. Bizzat polisler tarafından artık sıra sizde denilerek tehdit edilmişlerdir. Av.Zeki Rüzgar sorgu için mahkemeye getirlidiğinde ne savcılık ne de mahkeme katına alınmayanlar bu genç avukatlar oldular. Kamu görevini yerine getirdiğimiz mahkeme binalarına girmek için polislerle çatışanlar bu genç avukatlar oldular. ama siz yoktunuz. Savcılar, hakimler, polisler birlikte biz avukatların görevlerin engellemeye çalışırken bizlere tehditler yağdırırken siz yoktunuz. Çünkü olsa bile yapmak ismezdiniz. işte sizin gerçek yüzünüz bu Hakkı bey. Yedek hakimlik sorgusuna girmek için verdiğiniz dilekçe adeta Hitler'in hakimlerinin göstereceği gerekçeile red edilmiştir. Sorguda avukatların hazır bulunması soruşturmayı etkileyeceğinden yargılanmaya avukatların katılması, müvekkilerini savunması bir DGM hakim tarafından yargılamayı etkileyecek unsur olarak görülmektedir. Çok açıkça yargılama faaliyetinde savunmaya tahammülsüzlük vardır. Siz buna bile tepki gösteremediniz. Bu persasız davranış karşısında hukukun üstünlüğüne, savunma hakkını sahiplenmek İstanbul Barosu'na düştü. Siz bir açıklama bile yapmazken İstanbul Barosu basında da yer alan açıklaması ile tepkisini göstermiştir. Bunun size örmek olmasını diliyoruz. Ama örnek alacağınız konusunda şühpelerimiz var. Çünkü siz büyükelciye dediğiniz gibi yapabileceğniiz bir şey olsa bile yapmazsınız yapmadınız da. Rahat koltuğunuzun 50 metre ilerisinde sizin varlık nedeniniz ayaklar altına alınırken siz sustunuz bağımsız yargayasavunmadınız. Böyle tepkisiz durarak yönetim kurulu üyeleriniz DGM savcıları önünde önlerini ilikleyip hazırola geçerek neyi kanıtlandınız? Kendinizi DGM savcı ve hakimlerine kabul ettirme çabasına mı girdiniz? Kendinizi AİHM'nin bile bağımsız ve adil olmadığını kabul ettiği mahkemeleri mi kabul ettirmeye çalışyorsunuz? Biz hatırlatalım sizin sorumluluğunuz asıl olarak bizlere kardır. Sizler bizim üye olduğumuz Baro yönetim kurulunun başkanısınız, DGM savcı ve hakimlerin değil. Siz yaptınız ya da yapmadığnız her şeyle bize hasap verme durumundasınız, DGM savcı ve hakimlerine değil.

Page 11: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

11 KURTULUŞ MAHALLELER sayı 14/23 Ocak1999

"Zama Zulme Karşı Ayağa Kalk"

pisliklerini kapatmak için duyarlı demokrat tüm kesimlerin önüne geçmek isteyen Susurluk devleti Bir Mayıs Mahallesi'nde kitleye saldırmış ve muhabirimiz İzzet MAMATÎ üe birlikte bir kişi daha gözaltına alınmıştır.

Cumartesi akşamı saat 20.00 da Köşe Duragı'nda toplanan Gazi halkı ellerindeki tencere ve tavaları çalarak eyleme başladı bir süre sonra sayıları Bin'e yaklaşan mahalleliler yürüyüşe geçti "Iş-Ekmek Adalet Ve Eşit Düzen istiyoruz" yazılı pankartı taşıyan kitle "Zam Zulüm işkence işte Faşizm", "Zama Zulme Karşı Ayağa Kalk, "Yaşasın Halkın Adaleti" sloganlarını attılar.

Grup Özgürlük Türküsü'nün konser verdiği eylemde yürüyüşün ardından konser yerine gelen halk burada gruba coşkulu bir şekilde eşlik edip halaylar çekildi. Konserin ardından Halk meclisi

adına konuşma yapan bir kişi eylemlerin Gazi mahallesinde dört ayrı bölgede her akşam süreceğini ve Cumartesi günleri köşe durağında toplanacaklarını, eyleme buradan başlanacağım; "Krizi kendilerinin yaratmadığını, bedelini de kendilerinin ödemeyeceğini, Seçimlerin krize çare olamayacağını" söyleyerek eylemi bitirdiler.

ALİBEYKÖY Krizin faturasını halka ödetmeye

çalışan devlet son çırpınışlarını yaşıyor. Kriz yoksul halk tarafından her geçen gün daha da hissedilir hale geliyor. Otobüslerde, tranvaylardan halkın olduğu her yerde işsizlikten, açlıktan, yoksulluktan, sefaletten bahsediliyor.

Ekonomik krizin altında gün geçtikçe daha çok ezilen halkın tepkileri de artıyor. Halkın örgütlü gücü olan Halk

bize ödettiler. Hayır buna razı olamayız. Çünkü haklı olan bizleriz. Bunlara YETER ARTIK demenin zamanı geldi. Bu bedeli ödeyen biz olmayacağız, işimiz, ekmeğimiz, onurumuz için ayağa kalkalım. Kendimiz için demokrasi isteyelim. IMF paketlerine bizi vuran krizlere, patronlar için alınan tedbirlere, hep bizim ödememize, baskıya, sömürüye son vermek için, bağımsız demokratik halkın iktidarda olduğu bir ülke için mücadele edelim Faturayı onlara ödetelim" denildi.

BAĞCILAR Düzenin kendi krizi, halkı etkisi altına

almaya devam ediyor. Parası olmadığı için okuyamayan, hastane kapılarında ölen, açlıktan ölen insanların sayısı her geçen gün artıyor. Devlet krizin kendisinden kaynaklanmadığını, kader olduğunu halka kabul ettirmek istiyor. Halk, tepkisini bir çok yerde dile getirerek devletin bu demagojilerinin boş olduğunu göstermek için eylemlere başladı. Bağcılar'da 16 Ocak Cumartesi günü açlığı ve yoksulluğu protesto eden eylemini gerçekleştirdi. Saat 20.00'de 9. Sokak'ta bir araya gelen Bağcılar halkı "Ekmek, Adalet Ve Eşit Düzen İstiyoruz Haklar Ve Özgürlükler Platformu" imzalı pankart açarlarken, "Adalet İstiyoruz",

"Yoksulluğun Suçlusu Susurluk Devletidir", "Ekonomik Krizin Faturasını Biz Ödemeyeceğiz", "Halkız Haklıyız Kazanacağız" yazılı dövizler taşıdılar. Ayrıca kurulan Halk Kürsüsü'nde konuşma yapan insanlar "Bu krizin kendilerinden kaynaklanmadığını krizin faturasını da kendilerinin ödemeyeceğini, artık açlıktan ve sefaletten ölmek istemediklerini ve protesto eylemlerine devam edeceklerini söylediler. Konuşmaların ardından eylem saat 20.30'da sona erdirildi.

1 MAYIS MAHALLESİ Düzenin krizinin yol açtığı açlık ve

yoksulluk 1 Mayıs halkı tarafından da protesto edildi. 16 Ocak 1999 Cumartesi akşamı saat 20:00'de 2 Eylül Zafer Meydanı'nında biraraya gelen 1 Mayıs halkı buradan yürüyüşe geçtiği. Attığı sloganlarla ve taşıdığı dövizlerle açlığı ve yoksulluğu protesto eden 1 Mayıs halkı, kısa bir süre yürüdükten sonra polis saldırısına uğradı.Elindeki sopa ve kalaslarla pervasızlığını gösteren Susurluk devletinin kiralık katilleri 1 Mayıs halkından bir kişiyi ve muhabirimiz İzzet Mamati'yi gözaltına aldılar. Saldırı anından önce muhabirimizin kafasına kalaslarla vuruldu. Daha sonra Terörle Mücadele ekiplerine ait bir oto tarafından muhabirimize bilinçli olarak çarpıldı. Aldığı darbeler sonrasında yere yığılan muhabirimizin üstüne saldıran katil sürüsü, çağırdıkları ekip otosu ile muhabirimizi Ümraniye Karakolu'na götürdüler. Ümraniye Karakolu'nda iki saat kalan muhabirimiz burada haya

burma kaba dayak, tazikli su vb. işkencelere maruz kaldı. Ardından Vatan Caddesi'ndeki ışkencehaneye götürülen muhabirimiz burada yoğun işkencelere maruz kaldı. Bir gün boyunca Askıya alma, tazyikli su sıkma, haya burma vb. işkencelere maruz kalan muhabirimiz, Pazar akşamı hastaneye götürüldü. Hastaneye götürüldükten sonra tekrar Ümraniye Karakolu'na götürüldü. Pazar gecesi de burada kaldıktan sonra Pazartesi günü saat 12:30'da Üsküdar savcılığına

çıkarılarak serbest bırakıldı. Bu arada Üsküdar Savcılığına gidip, muhabirimiz İzzet Mamati'nin durumunu öğrenmek isteyen diğer bir muhabirimiz de polis terörü ile karşılaştı. Muhabir kartım göstererek gazeteci olduğunu söylemesine rağmen adliye içerisinde muhabirimizin

fotoğraf makinesinin filimlerine el konuldu. Bununla birlikte muhabirimiz küfürlü hakaretler ve yumruk darbeleriyle adliye dışına çıkarıldı.*

Meclislerinde birleşiliyor. Bu kapsamda 16 Ocak günü Alibeyköy Halk Meclisi Sayayokuşu Halk ekmek Büfesi önünden başlayarak ara sokaklara doğru yürüyüş yapıldı. Yol boyuncu "Zama Zulme Hayır", "Ne İstiyorsunuz?", "Zam Zulüm, îşte İşkence" sloganlarının yanı sıra Gazi ve Gündoğdu marşları söylenildi. Tekrar toplanma yerine gelen 70'e yakın insanın katıldığı eylem basın açıklaması ardından son verdi. Okunan basın açıklamasında "Sömürü bizim kaderimiz değildir. Krizi biz yaratmıyoruz, faturasını biz ödemek zorunda değiliz. Yıllardır 'ekonomik kriz, istikrar, fedakarlık' deyip bütün krizlerin bedelini

GAZİ Ekonomik krizin altında gün geçtikçe

daha fazla ezilen halk tepkilerini giderek yükseltiyor.

Halkin kendi öz örgütlenmeleri olan Halk Meclisleri 11 Ocak gecesi "Krizi biz yaratmadık bedelini de biz ödemeyeceğiz" diyerek başlattıkları eylemi her akşam tencere ve tavaları eline alıp sokağa çıkan mahalle halkı eylemlerini sürdüyor. 16 Ocak Cumartesi gecesi Halk meclislerinin örgütlü olduğu bütün mahallelerde büyük katılımlarla eylem gerçekleştirildi.

Krizi artıkça saldırganlaşan, kendi

Page 12: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

Başbakanlığı devralan Ecevit'in ilk icraatı ekonomik krize karşı önlemleri belirlemek amacıyla hükümet, işçi ve patronları bayramdan sonra biraya getirmek olacakmış. Yani 51 bin tekstil işçisinin MGK sendikacıları tarafından ilk 6 ay % 45, ikinci altı ay % 30 zam karşılığı satılmasının ardından şu an grevde olan ve grev hazırlığı yapan işçilerle de bir "uzlaşma" sağlanacak. Yani patronların istekleri bir kez daha MGK sendikacıları tarafından onaylanacak ve işçinin umutları bir sonraki toplu iş sözleşmesine kadar ertelenecek.

Patronlarla aynı sofralarda karınlarını doyuran bu

Sendikacılar bu masalarda bir öğünde harcadıkları kadar parayı asgari ücret olarak kabul edip, bu ücreti bir ailenin aylık geçim parası olarak imzalamaya utanıp, sıkılmıyorlar. Ardından da toplu iş sözleşmelerinde "uzlaşma" sağlanmasını gülerek, patronlarla tokalaşarak kutluyorlar. Nasıl yüzleri gülebiliyor, nasıl memnun olabiliyorlar? Neyi başardı bunlar? İşçinin hangi hakkının, hangi lokmasının mücadelesini verdiler ve bir başarı kazandılar? Sömürüyü daha da artırarak sürdürecek olan patronlar elbette halinden memnun. Tüm isteklerini ikiletmeden uygulayan ve bir anda tüm işçilerin kaderini patronların eline teslim eden sendikacılardan neden memnun olmasın? İşçinin hakkını aramasının önüne barikat olup "toplumsal barışı" sağladığı için devlet de MGK sendikacılarından memnun. Peki işçi memnun mu? Hayır. Bundan memnun olmayan yalnızca biziz. Yani işçiler.

"Türkiye'de son 8 yılda toplu iş sözleşmesi yapılan, grev ve lokavt uygulayan işyeri sayısı önemli oranda azaldı. 1990 yılında 458 işyerinde grev, 41 işyerinde lokavt uygulanırken 1998 yılında grev uygulanan işyeri sayısı 44'e, lokavt sayısı Ve düştü." (Radikal 15 Ocak 1999)

8 yılda grevlerin bu kadar azalmış olması işçilerin lehine bir gelişme olduğu anlamına gelmiyor.

Aksine bu tablo, patronların dayatmalarına boyun eğildiği, MGK sendikacıları işçileri satışta daha büyük aşama kaydettikleri için bu şekle gelmiştir. 8 yılda daha çok kazanan patronlardır. Patronlara yaptıkları bu hizmetleriyle rüştlerini ispatlayan ve koltuklarında göbeklerini büyüten bu sendikaciıar bundan sonra da bu şekilde işçileri satmaya devanı edeceklerdir. Ecevit hükümeti ve patronlarla bir araya geldiklerinde de çoğu zaman yaptıkları gibi yine göstermelik olarak bir sürü şikayetlerde bulunacaklar, keskin laflar edecekler ama sonunda yine hükümetin ve patronların hazırladığı sözleşmelere onay vereceklerdir. Oligarşinin seçim öncesi yaratmak istediği "uzlaşma" ve "barış" havasına ortak olacak ve kendilerine biçilen misyonu sürdüreceklerdir. Onların ihanetleri emekçileredir, patronlara ihanet etmezler. Bundan dolayı sırtları sıvazlanmakta, karınları tok, cepleri şişkin tutulmaktadır.

Bir kısım MGK sendikacısı Tekstil'deki sözleşmelerde hiç oyalanmadan işçiyi sattı. DÎSK grevden yanayım dedi. Ama yarın grev ve direniş büyüdüğünde DİSK'li MGK sendikacıların tavrı da farklı olmaz. Biz işçiler olarak grevimize sahip çıkmak, çatışmalara hazırlanmak, tüm direniş ve mücadelelerin iradesini kendimizde, kendi örgütlülüklerimizde toplamalıyız. İşçinin hakkını alması için,

önündeki MGK sendikacılığı engelini aşması şarttır. Kendi irademizi patrona ve devlete dayatabilmenin tek yolu kendi öz örgütlenmelerimizi bir an önce oluşturmak ve mücadelemizin meşruluğuyla sınıf mücadelesini yükseltmektir. Her geçen gün artar saldırılar, elimizi kolumuzu kıran ihanetler karşısında bizim gücümüz örgütlülüğümüz olacaktır. İşçi meclisleri ve işçi cephesinin örgütlenmesi en acil ihtiyacımızdır. Yüzümüzün güldüğü günlerin gelmesi, kazanmamız buna bağlıdır.*

Düzenin kendi krizini halka

daha fazla dayatarak insanları açlığa ve sefalete mahkum etmeye çalıştığı bugünlerde, açlığa ve sefalete karşı örgütlenmeye çalışan işçiler, düzenin sömürücüleri tarafından gerçekleştirilen işten atılmaların bir yenisiyle daha karşılaştılar.

Manyetik kart üretimi yapan, Kartal Soğanlık'ta bulunan Swisscard fabrikasındaki işçilerden 12 işçi, 24 Aralık 98 günü Disk Basın-İş'e üye oldukları gerekçesiyle işten atıldılar. 12 işçinin işten atılmasından sonra arkadaşlarının işe alınması ve sendikal çalışma şartlarının kabul edilmesi için, işçiler direnişe başladılar. Direnişin başlamasından

bir hafta sonra 6 işçinin daha işten atılmasıyla işten atılan işçi sayısı 18'e yükseldi. İşten atılan işçilerin sayısının 18'e yükseldiği 29 Aralık 98 günü patronlar tarafından fabrikaya 15 kaçak işçi getirildi. Fabrika önüne gelen kaçak işçilere direnişteki işçilerin müdahale etmesi üzerine patronlar tarafından polis çağrıldı.Kaçak işçilerin polis koruması eşliğinde fabrikaya girdirilmeye çalışılması üzerine fabrika içerisinde bulunan işçiler barikat kurdular. Barikatın aşılması üzerine çıkan çatışma sonrasında kaçak işçilerin polis tarafından fabrikaya girdirilmesiyle polis de kimin tarafında olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş oldu. Ancak 29 Aralık günü gerçekleşen sıcak saatlerin ardından fabrikaya gelen kaçak işçi sayısı 2-3 işçiyi geçmedi. Fabrikaya gelen 2-3 kaçak

işçi de polis koruması eşliğinde fabrikaya girip çıkmaktadır.îşten atılmaların bütün baskılarla sürmesine rağmen direnişlerine ısrarlı bir şekilde devam eden Disk Basın-İş'e üye 42 işçinin 41'i 7 Ocak 99 günü işten atıldılar. Bunun üzerine fabrika önünde • direnişlerine devam eden işçiler 11 Ocak 99 günü polisle çatıştılar. 11 Ocak günü gerçekleşen çatışmanın ardından Disk Basm-îş Genel Sekreteri Kamil Kartal gözaltına alınarak 24 saat gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Bunun yanında direniş süresince 6 işçi daha gözaltına alndı.Direnişi bozmak suçundan bir işçiyi dövmek sebebiyle gözaltına alınan 6 işçi 24 saat sonra serbest bıraklıdı.

Hasan Bal, Cumhur Abacı ve isveçli Zolf Gürünhut'un patronu olduğu fabrikada ücretler ise çok düşük. 5 senelik işçinin 40 Milyon TL ile 55 Milyon TL ücret aldığı fabrikada daha az süreden beri çalışanlar ise asgari ücretle çalışıyorlar.

Yurtdışı bağlantılı olup birçok emperyalist şirketle işbirliği halinde olan fabrikada direniş öncesi 46 kişi çalışıyordu. 4 kişinin patronun işbirlikçisi olduğu fabrikida 42 işçi de Disk Basın-Iş üyesi. Disk Basın-îş'e bağlı olan işçilerin 41'i şu anda direnişteler.

Şu anda fabrikada hiçbir makine çalışmıyor. İşçiler direnişlerine, işten atılan arkadaşlarının işe alınmadan ve sendikal çalışma şartları kabul edilmeden son vermeyeceklerini söylediler.*

İŞÇİLER Sayı 14 / 23 Ocak 1999 KURTULUŞ 12

Swisscard

Fabrikası'ndaki

İşçilerden Direniş

TEKSTİL'DE İHANET VE GREV

Page 13: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— 1 3 ---- KURTULUŞ - GENÇLİK - Sayı 14 / 23 Ocak 1999 -

Üniversite Öğrencisine Çifte Yök Prangası

Devlet yıllardır okulları birer askeri kışlaya çevirmek ve tek tip insanlar yetiştirmek için her türlü baskıyı; not, sınıf geçme, atılma tehdidini öğrencilerin boynuna birer pranga olarak takmak istedi. Şimdi de bu yetmiyormuş gibi öğrenci gençliğin okul dışındaki yaşamına karışıyor. Öğrenci gençlik YÖK'ün çifte prangasıyla köleleştirilmeye çalışılıyor.

Bugünlerde gündeme giren bu konu Danıştay'ın aldığı bir J kararla ilgili. Okul dışında yürüttüğü iddia edilen kimi faaliyetlere ilişkin bir öğrenciye 1 ay okuldan uzaklaştırma cezası verildi. Bu cezaya itirazda * bulunan öğrencinin itirazı Konya İdare Mahkemesi'nce haklı bulunup disiplin cezası kaldırıldı. Ancak bu kez de Danıştay, Konya İdare Mahkemesinin kararını yanlış bularak; yüksek öğretim yasasının 54. maddesine göre öğrenciye verilen cezayı haklı buldu.

YÖK yasasının 54. maddesinde "yüksek öğretim kurumlarının içinde ve dışında öğrencilik sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, boykot, işgal, engelleme gibi eylemi— anarşik ve ideolog raylara katılım yada i/unları tahrik edenlere, eylemleri başka bir suçu oluştursa bile ayrıca disiplin cezası verileceği" belirtiliyor. Danıştay da buradan hareketle öğrencinin okul dışındaki her türlü davranışına karşı okul yönetiminin istediği disiplin cezasını uygulayabileceğini

onaylamış oluyor. Şimdiye dek öğrenci gençliğin,

özerk, parasız, bilimsel eğitimden yana yürüttüğü mücadele karşısında her

türlü :çlige reva

göriııuşjuıuj. ot-jıcıığin bilimden yana; sorgulayan, araştıran, değiştirmek için uğraşan özelliklerinden hiçbir zaman hoşlanmayan okul yönetimleri, disiplin cezaları ile gençliği yıldırmak, bu talepten vazgeçirmek istemişlerdir.

Danıştay'ın aldığı bu kararla ise, ki karar örnek niteliği taşımaktadır,

üniversite yönetimlerine ; öğrencilerle ilgili tüm tasarruf hakkı

verilmek isteniyor. Öğrenci gençliğin sanki

YÖK'ün malıymışcasına, yukarıda alınan kararlarla yönetilmesi; yediği yemekten, arkadaşlık ettiği insanlara, hatta ve hatta katıldığı cenaze törenlerine kadar, herşeyin denetlenmesi amaçlanıyor. Ve öğrencinin ileceğini -ırartma ehdidiyle, yani okuldan atma tehdidiyle yapılmak isleniyor. - Buna hukuksal kılıf olarak, YÖK öğrenci disiplin yönetmeliğinin 8. ve 11. maddesindeki "kurum içinde gerçekleşen

eylemlerin benzeri eylem" yada "öğrenci sıfat, şeref ve haysiyetine yakışmayan hal ve hareketlerin yapılması uyduruluyor. Hatta öyle ki, mahkemenin aldığı karar delil yetersizliğinden dolayı öğrencinin lehine ise bile sonuç değişmiyor. Zira hazırlanan polis fezlekeleri bunun için yeterli görülüyor. Polisin hazırladığı fezlekelerle

üniversite yönetimleri istediği insanı istediği gibi "disiplin yönetmeliği" diyerek cezalandırabilecek. Yani olumsuzludan, sorunları dile getiren, özerk bilmsel eğitim taleplerini dile getiren herkes yönetimlerinin gazabına uğrayacaklar.

Oysaki bilinmektedir ki faşist nitelikli öğrenciler bırakalım okul dışını, okul içinde satırlarla, bıçaklarla, silahlarla dolaşıp terör estirebilirken; ölen askerlerin ve faşistlerin cenazelerinde boy gösterip ortalığı karıştırırken hiçbir disiplin cezasına çarptırılmazlar. Cezaya çarptırılacak olan duyarlı özerk-demokratik üniversite isteyen, bilimsel eğitimden yana olan öğrenci gençliktir.

Sonuçta Danıştay'ın bu karan on yıllardır süren öğrenci gençliğin mücadelesinin önüne engel oluşturmaktır. Öğrencileri bu tür tehditlerle, tepkisizleştirmek, tektipleştirmektir. Büyük çoğunluğu bu tehdit ve baskı yönetmelikleriyle sindirerek, duyarlı devrimci öğrencileri yalnızlaştırmak, tecrit edebilmektir.

Ancak bilinirki on yıllardır süren özerk eğitim mücadelesi devletin her türlü engellemelerine rağmen yükselmiştir, büyümüştür, gelişmeye devam etmektedir. Öğrenci gençliği her tür ahlak ve insanlık dışı uygulama, yasa ve yönetmelikleriyle zapturapt altına almaya çalışanlar, başarılı olamayacaktır.*

Malatya Halkı Ümit Cihan Tarho'yu Unutmadı alatya İnönü Üniversitesi Tarih bölümü 3. sınıf öğrencisi Ümit Cihan Tarho 7 Ocak 1998'de Üniversite durağında

faşistler tarafından bıçaklandı. Kalbinden aldığı darbe sonucunda ağır yaralanan Ümit Cihan dört gün boyunca hastanede yaşam mücadelesi verdi. 11 Ocak 1998 günü vefat etti. Cenazeyi onbeşbin kişilik kitle sahiplendi.

10 Ocak Pazar günü yapılan anmasına gitmek için bekleyen kitleye polis saldırdı. Başlarında Emniyet Müdürü Kemal İskender vardı. Saldırıdan önce Emniyet Müdürü Kemal İskender öğrencilere "ayaklarınızı yerden keserim, gözaltına alırım, sınava giremezsiniz" tehditlerini savurdu. Kemal İskender'i daha önce Manisa Emniyet Müdürlüğü yaptığı dönemden

tanıyoruz. Saldırı sonucu otuz kişi gözaltına alındı. Kitlede "Yılgınlık yok direniş var", "Ümit Cihan Tarho ölümsüzdür", "Yaşasın halkların kardeşliği" sloganlarını atarak tepkisini dile getirdi. Mezarlığa anmaya giden bin kişilik kitle mezarlık yakınında araçtan indirilerek, kamereya alınma vekimlik kontrolü yapılmakla tehdit edildi. Buna karşı kitle "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganı ile cevap verdi.

Kitlenin direnmesiyle, üst a yapılarak kitle mezarlığa alındı. Mezarlıkta kitle sık sık "Ümit Cihan Tarho ölümsüzdür", "Halkız haklıyız kazanacağız", "Yaşasın halkların kardeşliği", "Türkeş'in itleri yıldıramaz bizleri", "İnönü faşizme mezar olacak" sloganları atılarak "Gündoğdu" marşını söyledi. Mezarı başında Ümit Cihan Tarho ve tüm dünya devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Yapılan saygı duruşunun ardından babası Zülküf Tarho bir şiir okudu. Şiir sonunda getirilen karafinler mezara

bırakılıp, "Devrim şehitleri ölümsüzdür" sloganı atılarak eylem bitirildi.*

M

Page 14: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

-Sayı 14/23Ocak 1999 - YURTLAR 14

Yurtları Faşistlere Teslim Etmeyeceğiz!

Bir süredir üniversitelerde ve yurtlarda öğrenci gençliğe yönelik giderek artan faşist saldırılara tanık olmaktayız. Dışarıdan gelen sopalı, bıçaklı, satirli bir grup faşist, polisin gözü önünde öğrencilere saldırmakta ve geldikleri gibi polis korumasında üniversiteyi terketmektedirler. Ve bu saldırılar burjuva basın, YÖK ve polis tarafından "çatışma", "anarşi" diye çarpıtılarak, saldırıların faşist niteliği gizlenmeye çalışılmaktadır. Ne kadar çarpıtmaya çalışsalar da, gizlemeleri pek mümkün olmamaktadır; herkes bilmekte ve görmektedir ki, Bsaldıranlar, dün Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta, 16 Mart'ta, Bahçelievler'de yüzlerce ilericiyi, devrimciyi katledenlerdir. Saldıranlar faşist Çatlı'ların, Kırcıların çömezleridir. Saldıranlar, Susurluk Devleti'nin üniversitelerdeki uzantılarıdır.

Üniversitelerdeki faşist saldırılar, halkın tüm kesimlerine yönelik artan saldırıların bir parçasıdır. Susurluk düzenini devam ettirebilmenin tek yolunu halkın baskı ve şiddetle sindirilmesinde gören oligarşi saldırılarında giderek pervasızlaşmaktadır. Giderek büyüyen korkuları nedeniyledir ki; duyarlı, aydın, atılgan ve hesapsız yapısıyla, yaşadığı toplumun sorunlarını çabuk kavrayan, sahiplenen ve her dönem toplumsal muhalefetin motor güçlerinden biri olan öğrenci gençlik üzerindeki saldırılarını arttırmıştır.

Saldırıları her zamankinden daha kapsamlı ve daha organizedir. Susurluk Devleti, bir taraftan Çatlı artığı sivil-faşistleri, polis-idare desteğinde satır ve bıçaklarla öğrencilere saldırtırken, bir taraftan da yeni yönetmelik ve genelgeler çıkarmakta ya da varolan yönetmelikler üzerinde düzenlemeler yaparak baskıyı kurumlaştırmanın yeni adımlarını atmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın "Yurt İdare ve İşletme Yönetmeliği"nde yaptığı yeni değişiklikler buna eklenen son örnektir. YurtYönetmeliğindeki Değişikliğin Hedefi Faşist Olmayan Tüm öğrencilerdir; Hatırlanacaktır, öğretim yılı başında hem öğrencilere ve hem de öğretim görevlilerine yönelik yeni yönetmelikler çıkarılmış ve nice bedeller ödenerek kazanılmış haklar gaspedilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından değiştirilen ve 3 Ocak 1999 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren "Yurt

İdare ve İşletme Yönetmeliği" de aynı doğrultuda atılmış bir adımdır.

Yeni yönetmeliğin bir kaç maddesine göz attığımızda bile bu gerçeği görmek mümkündür; bu yönetmeliğe göre, "İdareciler aleyhinde demeç vermek, ulusal birliği bozucu marşlar söylemek, açlık grevinde bulunmak, oturma eylemi yapmak ve benzeri girişimler" öğrencilerin yurttan süresiz çıkarılmalarını gerektirmektedir. Görüldüp üzere yeni yönetmelik, yurtlardaki sorunların çözümü, koşulların iyileştirilmesi yerine, sorunların çözümü için mücadele eden, hakkını arayan, haksızlığa sessiz kalmayan öğrencilerin yurtlardan atılmasını kolaylaştırmak için çıkarılmıştır. Bu bile tek başına yeni düzenlemelerin devrimci, demokrat öğrencilere karşı yapıldığını gözler önüne sermektedir.

Önceki yönetmelikte "dikkat çekme" cezası öngörülen "yurdun herhangi bir yerine açık seçik resimler çizmek ya da asmak" fıkrası da "yurt bina ve tesislerinin herhangi bir yerine demirbaş eşyaya resim yapmak, yazı yazmak, ilan, poster ve afiş yapıştırmak" olarak değiştirilmiştir. Bu da yeni

düzenlemede hedeflenen kitlenin devrimciler olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koymaktadır.

îşte değişikliklerden biri daha: "Yurt ücretleri, yurdun fiziki yapısı ve barındırma durumuna göre farklı alınabilecek. Bir yıllık ücretin peşin ödenmesi halinde yüzde 20 indirim uygulanacak." (4 Ocak 1999 Zaman) Yani, parası olan hem iyi okullarda okuyacak, hem de iyi yurtlarda kalacak.

Yurtlarda sorunlar dağ gibi büyümüşken, onlar nelerle uğraşıyor?

Mevcut yurt sayısı, ihtiya yüzde 10'unu karşılayabiliyor. Bu en temel sorun. Yemeklerin sağlıksız ve yüksek fiyatta olmasından temizlik sorununa, ısınma sorunundan, sözü bile edilmeyen sosyal-kültürel etkinliklere kadar çözülmesi gereken

onlarca sorun mevcut. Ama MEB için bunların bir önemi yoktur. Onların sorun olarak gördüğü devrimci, ilerici, yurtsever öğrencilerdir. Onların sorunu her türlü baskı ve zulme rağmen bir türlü önüne geçemedikleri örgütlü hak arama bilincidir.

Devlet bu değişikliklerle, devrimcileri yurtlardan atarak öğrenci kitlelerini öncüsüz, savunmasız, yalnız bırakarak her türlü faşist uygulamayı rahatça hayata

geçirebilmenin Yurtlan Terk Etmemeliyiz; Yurtlarda varolan ve bizzat polis ve yurt idaresi tarafından organize edilen faşist örgütlenme öğrenci gençlik için öncelikli tehdittir. Bu faşist örgütlenmenin uyguladığı terörün hedefinde genelde faşist olmayan tüm öğrenciler, özelde ise devrimci, demokrat öğrenciler vardır. Faşistlerin istihdam edildiği Kredi ve Yurtlar Kurumu yurtlarında daha kayıtla! şuasında devrimci, demokrat teşhisi konulan öğrenciler elenmekte, MHP ve BBP gibi halk düşmanı partilerden referans getirenlere öncelik verilmektedir. Şans eseri herhangi bir yurda girmeyi başarabilen devrimci, demokrat, ilerici öğrenciler ise ya faşistlerin saldırısına uğramakta ya da sudan bir bahane ile yurttan atılmaktadırlar. Bugün pek çok öğrenci yurdu sivil-faşistlerin üsleri, durumuna getirilmiştir. Yurtlarda MHP kökenli milletvekillerinin katıldıkları çiğ köfte partileri düzenlenmekte, üstelik bu partilere yurt müdürleri ve çalışanları da katılmaktadır. İdarenin her türlü saldırısının yanında polis, silahlı olarak yurtlara istediği gibi girebilmekte, terör estirip, arama adı altında talan ve gasp yapmaktadır. Yine çete beslemesi faşist öğrenciler yurtlarda gruplar halinde saldırılarını sürdürmektedirler. Bütün bunlara rağmen istediği sonucu alamayan devletin yurt yönetmeliğinde düzenleme yapması boşuna değildir. Yurtlar hemen her dönem, öğrenci gençlik mücadelesinin önemli bir mevzisi olmuştur. Bu sebeple de sürekli olarak resmi- sivil faşist

OY AVCILARINA ARTIK SOZ HAKKI YOK

Page 15: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

1 5 KURTULUŞ - ADALET -Sayı 1 4 / 23 Ocak 1999-

saldırıların hedefidirler. Gençliğin 1960'lı yılların sonlarından itibaren yükselen mücadelesinde verdiği ilk şehit olan Vedat DEMÎRCİOĞLU, polisin bir yurt baskınında katledilmiştir. 12 Eylül öncesi anti-faşist mücadelede de yurtlar çok önemli bir yer tutmuştur. Yurtlar günümüze kadar barikat direnişinden, göğüs göğüse çatışmaya kadar irili-ufaklı yüzlerce eyleme ve direnişe sahne olmuştur. Devlet veya sivil faşist çeteler, hiçbir dönem istedikleri başarıyı sağlayamamışlardır.

Yurtları savunmaya, bu mevzide mücadeleye devam etmeliyiz. MGK-YÖK'ün öğrenci gençliği teslim almaya yönelik politikalarının bir ayağı olan bu yönetmelik değişiklikleri karşısında sessiz kalmamalıyız. Onların bizi atmaya çalıştıkları yurtlarda, ısrarla kalarak her zamankinden daha fazla çalışmalıyız. Bugün yurtların faşistlerin üssü durumuna gelmesinde devrimci, demokrat, ilerici öğrencilerin payı hiç de az değildir. Yıllarca öğrenci yurtlarının mücadelemizdeki önemi üzerine vurgu yapılmasına rağmen, yurtlardan ayrılıp evlere çıkarak, yurtları faşistlere bırakan bizlerden başkası değildir. En azından kimi öğrenci arkadaşlarımızın "yemekler çok pis", "çalışma ortamı yok", "çok pahalı" gibi gerekçeler ardından terk edilen yurtlar, geçmişte olduğu gibi bugün de her ne pahasına olursa olsun öğrenci gençliğin asla vazgeçemeyeceği ve de terkedemeyeceği önemdedir. Öğrenci yurtları, barınma ve yaşam koşulları ne kadar kötü olursa olsun, geniş öğrenci kitlesiyle rahat diyalog kurup, ilişkiler kurabileceğimiz yerlerdir. Buraları terketmek devrimci hareketin, mücadelenin potansiyeli olan binlerce öğrencinin faşistlerin kucağına itilmesi anlamına gelmektedir.

Devrimci, demokrat, ilerici öğrencüer, özellikle de TÖDEF'li öğrenciler, böyle bir lüksü kendilerine hak görmemelidirler. Yurtlarda ısrarla kalacak ve bu mevzileri de kazanacağız. Yurtlarda kalan öğrencileri de kendi talepleri etrafında, kendi iradeleriyle harekete geçecekleri, en geniş kesimi kucaklayabilecek Öğrenci Meclislerinde örgütlemeli ve onları DEV-GENÇ ruhuyla saldırıların karşısına dikmeliyiz, dikeceğiz. Bunu başaracak güç ve deney mücadele tarihimizde vardır. Bu gücü kullanmalıyız.*

Mahkeme Kararıyla;

Kontrgerillanın beslemeleri faşistle-

rin silah taşıması, okullara silah

sok-maları serbest. MHP'li, BBP'li faşistlerin devrimci-

demokrat öğrencileri yaralaması, kat-letmesi serbest.

Faşistlerin bayan öğrencilere sataş-ması, tehdit etmesi serbest.

Bunlar aslında pek bilinmeyen şeyler değil. Yüzlerce, binlerce yaşanmış örne-ği var. Bunlara geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi. Ve bu ülkede ada-letsizliğin hangi boyutlara ulaştığını, kontrgerilla adaleti dediğimiz Susurluk devletinin adaletinin kontrgerillacıları, MHP'li, BBP'li faşistleri, katilleri, talan-cıları, soyguncuları nasıl koruduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Ma-

liye Bölümü'nde öğrenci gözüken faşist MUAMMER ÖZGEN 30 Aralık 1998'de mahkemeye çıktı. Ve mahkemeden tu-tuksuz "yargılanmak" üzere serbest bı-rakıldı

Faşist Muammer Özgen neden mah-kemeye çıkarılmıştı:

1- 25 Arahk 1998'de silahla okula gi- den MHP'li faşist Muammer Özgen ön- ce bir bayan öğrenciye sataşarak tehdit etti. Bunun üzerine olaya müdahale eden Mehmet Tuğtan adındaki öğrenci- yi de tabancayla yaralayarak kaçtı. Ka- şist Muammer Özgen'in silah taşıma ruhsatı yoktu ve okula silahla girmişti.

2- Amcasına ait olduğunu söylediği silahla birlikte 30 Arahk'ta polise teslim oldu ve ateş edenin kendisi olduğunu kabul etti. Muammer Özgen 96'dan be- ri Ülkü Ocakları'na gitmekte ve faşistle- rin tüm eylemlerinde, saldırılarında yer almaktadır.

3- Faşist Muammer Özgen 25-30 Aralık arasında kaçak olduğu süre için- de elini kolunu sallayarak dolaşmış, 15 günlük doktor raporu almış ve rapor Adli Tıp tarafından onaylanmıştır. Oysa olayın görgü tanıkları Muammer Öz- gen'e fiili müdahale olmadığını söyle- mektedir.

4- Türk Ceza Kanunu (TCK)'ya göre ruhsatsız silah taşıma, okula silahla girme, adam yaralama suçtur. Bir fiili müdahale ile karşılaşmış olsa bile TCK'ya göre bu durum, bu suçları orta- dan kaldırmaz.

5- Faşist Muammer Özgen'in okula silahla gelmesi ve öğrencileri tehdit et- mesi ilk değildir. 1996'da da aynı fakül- teden başka bir bayan öğrenciyi silahla

tehdit etmiş,

şikayet üzerine

fakülte idaresi tarafından so-ruşturma ya-pılmış, ancak soruşturma so-nunda silahla

tehdit kanıtlanamadığı gerekçesiyle sa-dece "rahatsızlık vermekten" dolayı "uyarı cezasıyla" olay kapatılmıştır.

TÜM BUNLARA RAĞMEN faşist Mu-ammer Özgen çıkarıldığı mahkeme ta-rafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır.

Faşist Muammer Özgen'in neden mahkemeye çıkarıldığı, suçları belli.

Peki bunlara rağmen neden serbest bırakılmıştır? Bunun tek cevabı Susur-luk devletinin halk düşmanı adaletidir. Susurluk adaletinin halka karşı keskin olan kılıcı, faşistler, kontrgcrillacılar, iş-kenceciler, katiller, Susurluk çeteleri sözkonusu olunca tüm keskinliğini yi-tirmekte, kınından bile çıkmamaktadır.

Düşünün. Eğer aynı olayı devrimci, demokrat, solcu olarak bilinen bir öğrenci yapsaydı ne olurdu acaba?

Faşist Muammer Özgen gibi beş gün

elini kolunu sallayarak dolaşabilir miy-di?

Gidip bir doktordan 15 günlük rapor alabilir miydi?

Hadi aldı diyelim, devrimcilere, hal-ka yapılan işkencelere, açık izler olma-sına rağmen işkence raporu vermeyen Adli Tıp tarafından bu raporun kabul edilmesi sözkonusu olabilir miydi?

Bırakın adam yaralamayı, ruhsatsız silah taşıma, silahla okula girme gibi bir nedenle bile hemen tutuklanmaz mıy-dı?

Hakkında ruhsatsız silah taşıma, okula silahla girme, tehdit, öğrenim özgürlüğünü engelleme gibi nedenle-rin dışında acaba silahlı örgüt üyesi ol-mak, devleti, anayasal düzeni silahla yıkmaya kalkmak gibi pek çok suçla-mayla dava açılmaz mıydı? Birini yara-ladığında da kasten adam öldürmeye teşebbüsten hakkında onyıllarca yıl ha-pis cezası istenmez miydi?

Böyle bir sonucun ortaya çıkacağın-dan kimsenin kuşkusu yoktur. Ama sözkonusu faşistler olduğunda durum değişiyor. İşte Susurluk budur. Susurluk adaleti budur.

Faşistler istedikleri gibi örgütlenirler. Örgütlendikleri MHP, Ülkü Ocakları, BBP, Nizam-ı Alem Ocaklarında her türlü pis iş çevrilir. Halkı tehdit ederler, sardırırlar, yaralar, katlederler, haraç toplarlar ama bu pislik yuvalarına do-kunulmaz. Aksine teşvik edilirler, polis korumasına alınırlar. Saldırılarını polis-le birlikte yaparlar. Yaptıklarının tanık-ları, resimleri, belgeleri vardır yine de yakalanmazlar. Es kaza ya da gösterme-lik gözaltına alınanlar da karakollarda, şubelerde ağa, paşa gibi karşılanırlar. Mesela, Kırcı'nın gözaltındaki hali ney-di öyle? Sonra ya oralardan ya da çıka-rıldıkları mahkemeden serbest bırakı-lırlar. Kamuoyu tepkisinin ağır basması nedeniyle göstermelik olarak tutukla-nanlar da bir kaç ay sonra serbest bıra-kılırlar. O da olmazsa hapishaneden kaçmalarına göz yumulur, yâ da bizzat Susurluk devleti tarafından kaçırılırlar. Çatlı, Çakıcı, Haluk Kırcı, M. Ali Ağca, Oral Çelik gibi onların yolunda yetişen Muammer Özgen, Zafer Özbek gibi, Ümit Cihan Tarho'nun, Kenan Mak'ın katilleri gibi yüzlerce örneği var bunun. Onlar Susurluk devletinin gözbebekle-ridir. Dünün eli kanlı faşistleri Muhsin Yazıcıoğlu, Ökkeş Şendiller, Yaşar De-delek, Yaşar Okuyan. Namık Kemal Zeybek gibi 50'den fazla Çatlı, Çakıcı, Kırcı TBMM'nin sıralarında oturuyorlar. Susurluk devleti onları ödüllendiriyor.

Ama devrimci, demokrat öğrencilere bir basın açıklaması yapmak bile yasak-tır. Dernekleri basılır, talan edilir, kapa-tılır. Örgütlenmelerine izin verilmez, varolanları kapatmak, dağıtmak için her şey yapılır. Faşistlerin bıçaklı, satir-li, silahlı saldırıya uğrarlar. Polis saldırır, jandarma saldırır. Seher Şahin gibi kat-ledilir, Ayhan Efeoğlu gibi kaybedilirler. Gözaltına alınan, işkence gören, okul-dan atılan, ceza alan, hapishaneye atılan yine onlar olur. Provokasyonlar yapılır, komplolar kurulur. Asılsız id-dialar ya da sudan gerekçelerle tutsak edilirler, aylar hatta yıllarca hapis cezaları verilir.

SUSURLUK ADALETİDİR BU. Böyle işler.

Burjuva basın, televizyonlar neredesiniz? Bunları niye yazmıyor-sunuz, bu silahlar, satırlar okula nasıl giriyor diye sormuyor muydunuz? İşte çok açık örneği var önünüzde. Gidin o savcıya, hakime sorun, faşistlerin okula silah sokması, öğrencileri yaralaması, katletmesi serbest mi diye?

Ama ne yaparlarsa yapsınlar öğrenci gençliğin, halkın mücadelesini dur-duramazlar. Er ya da geç öğrencisiyle, genci-yaşlısıyla halkımız Susurluk düzeninin adalet sistemini, kontrgerilla hukukunu tümüyle ortadan kaldırıp bu ülkede halkın adaletini egemen kılacak-tır. Çok da uzakta değildir bu. Düzenin adaletsizliği büyüdükçe o günün gel-mesi de yakınlaşmaktadır.*

BİZ KONUŞALIM

İşte Susurluk Adaleti!

Üniversitede silahlı saldırı w tehditte buiunan Ö/gerTin serbest bırakılması tepki çekti

Okiieii öğrenciye ayrıcalık

Page 16: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

-Sayı 1 4 / 23 Ocak 1999- KÖYLÜDEN -KURTULUŞ — 10

Son yıllarda hızla devam eden özel-leştirme furyasıyla işçiler başta olmak üzere tüm emekçiler üzerindeki baskı-lar gün geçtikçe daha fazla artmaya başlamıştır. Değişik biçimlerde hayata geçirilen bu uygulamanın gerekçesi ise "zarar eden, işlevsiz kalan devlet işlet-melerinin özel sektöre devredilerek da-ha 'karlı' hale getirilmesi"dir. Böylece bir yandan özel sektöre yeni sömürü olanakları yaratılırken, diğer yandan da işçiler, köylüler başta olmak üzere tüm halk üzerindeki sömürünün artı-rılması, onların elinde bulunan tüm örgütlenme araçlarının işlevsizleştiril-mesi amaçlanmaktadır.

Özelleştirme politikası hayata geçi-rilirken çeşitli biçimler uygulanmakta-dır. Bu kimi zaman KiT'lerin tümüyle satışı şeklinde olurken, kimi zaman da bunların verdiği hizmetlerin özel sek-töre devredilmesi biçiminde olabil-mektedir. POAŞ, TEK, SEK, EBK, TELE-KOM gibi kurumların tamamı işbirlikçi tekellere peşkeş çekilirken, birçok dev-let kurumunda, bazı belediye hizmet-lerinde, Türk Hava Yolları'nın yer hiz-metlerinde olduğu gibi bir takım hiz-metler özel sektöre devredilmiştir. Bu-nun sonucunda sendikasızlaştırma, iş-ten atmalar, düşük ücretle çalıştırma gündeme gelmiştir. Buna en son örnek Devlet Su İşleri (DSİ)'nde yaşanan kıs-, mı özelleştirmelerdir. Bu kuruluşta yaklaşık 5 yıldır su dağıtım işi el altın-dan, adım adım bazı sulama birlikleri ve kooperatiflere devredilmiştir. DSİ Genel Müdürü Doğan Altmbilek "bu-gün ülkemizde 300'e yakın sulama bir-liği var. Yenileri kuruluyor. Mevcudun yüzde 83'ü çiftçilerimize devredildi. Böylece Türkiye'nin en gizli özelleştir-melerinden birini gerçekleştirdik. DSİ, bu sulama faaliyetini özelleştirmekle 3 bin personelin başka alanlara kayma-sını sağladı. 1998 yılında personel gide-ri olarak 6.3, enerji gideri olarak da 2 trilyon lira kaynak tasarrufu sağladık. Hedefimiz, 2000yılına kadar tüm alan-ların işletmesinin devredilmesi" (Za-man, 12 Ocak 1999) biçimindeki açık-lamalarıyla özelleştirmedeki "başa-

Bugüne kadar hep aynı teraneler okunup durdu. DSİ Genel Müdürü Al-tınbilek de bu açıklamalarıyla devletin ve çiftçilerin bu işten ne kadar karlı çık-tıklarını anlatıyor. Bu uygulamayla gü-ya köylü kendi sulama işini kendi kur-duğu sulama birlikleriyle yapacak-mış (!) Kendi denetiminde olduğu için sulama işindeki aksaklıklar da giderile-cekmişO) Gerçekten böyle mi? Sulama işlerini devralan sulama birlikleri ve kooperatifler köylülerin hizmetinde

Bu birlikler ve kooperatiflerin işlev-lerine bakıldığında devletin gerçek ni-yeti de açığa çıkmaktadır. Köylerde ku-rulan tüm birlik ve kooperatiflerin hiç-birisi yoksul köylünün hizmetinde de-ğildir. Bu yapılanlar tamamen devletin denetiminde olup, toprak ağalan, zen-gin köylüler ve köylünün sırtına bir ke-

ne gibi yapışan tüccarın hizmetinde-dir. Kurulan sulama birlikleriyle bu ke-simler yoksul köylülerin tarlalarına da-ha az su vermekte, dolayısıyla da onla-rın tarlalarından daha az ürün elde et-melerine neden olmaktadır. Yine diğer kooperatifler de köylünün elde ettiği ürünleri çok düşük fiyatlarla satın alıp, köylüyü adeta açlıkla yüzyüze kalacak hale getirmektedirler. Durum böyley-ken sulama hizmetlerinin bu birliklere devredilmesi köylü üzerindeki sömü-rünün daha da artması anlamına gelir. Sulama hizmetlerinin toprak ağaları-nın, zengin köylülerin denetiminde ol-ması, Yoksul köylüye verilecek suyun çok daha fahiş fiyatla satılacak olması demektir. Köylü, tarlasını ya fahiş fiyat-la aldığı suyla sulayacak ya da toprakla-rını düşük bedelle toprak ağalarına ve zengin köylülere satacaktır.

DSİ'nin hizmetlerindeki kısmi özel-leştirmeler bir yandan böylesi bir so-nucu doğururken, diğer yandan bu ku-rumun işlevsizleştirilmesini getirmek-tedir. Çünkü DSİ'nin özelleştirilmesi bizzat Dünya Bankası tarafından is-tenmiştir. Nitekim son 5 yıllık uygula-ma nedeniyle Dünya Bankası DSÎ'de yaşanan sessiz sedasız özelleştirmeden dolayı Türkiye'yi örnek bir ülke olarak göstermiştir. Çünkü özelleştirme poli-tikasının başarıyla uygulanması, em-peryalizmin isteklerinin yerine getiril-mesi anlamına geliyor. Emperyalizm ve işbirlikçileri KiT'leri verimsizmiş gi-bi göstererek özelleştirmeyi meşrulaş-tırmaya çalışıyorlar. Özelleştirmeyle burjuvazinin karı artırılırken, işçiler, köylüler, yani tüm emekçiler daha çok sömürülecek, sendikasızlaştırma, ör-gütsüzlük dayatılacak, her türlü örgüt-lenme işlevsiz kılınmaya çalışılacaktır. DSİ'nin özelleştirilmesinin odağında halka yönelik saldırılar vardır.

Emperyalizm son yıllarda gündeme getirdiği politikalarla köylülüğün genel nüfusa göre oranının düşürülmesini amaçlamaktadır.

Bu ne anlama geliyor? Bu, yoksul köylülüpn ekonomik if-

lasa sürüklenmesi, elindeki topraklan toprak ağalarına ve zengin köylülere bırakması ve böylece tarım alanlarının tamamen emperyalizmin ve işbirlikçi-lerinin denetimine sokulması anlamı-na geliyor. Daha önce Süt Endüstrisi Kurumu ve Et ve Balık Kurumu'nda ya-şanan özelleştirmelerle ağır bir darbe alan köylüler, şimdi de DSİ'nin kısmi olarak özelleştirilmesiyle daha fazla sö-mürü cenderesi altına sokuluyor. Önü-müzdeki süreçte yeni özelleştirme po-litikalarıyla, yeni yaptırımlarla bu sal-dırı daha da kapsamlı hale getirilecek-

Tüm bu saldırıları boşa çıkartmanın yolu örgütlenmektir. Başka yol yoktur. Köylüler devletin, tüccarların, toprak ağalarının ve büyük toprak sahipleri-nin sömürüsüne baskılarına karşı Köy-lü Meclislerini kurarak örgütlenmeli-dirler.*

Pamuk üreticisinin birliklere verdiği 500 bin ton kütlü, pamuk tekstil patronlarına aktarılıyor. Kriz nedeniyle hükümetten yardım isteyen tekstil ve konfeksiyon patronlarının istekleri hükümet tarafından karşılandı. 10 milyon pamuk üreticisinin emeği tekstil patronlarına peşkeş çekildi. Çukobirlik, Antbirlik ve TARiŞ'in elinde bulunan 500 bin ton kütlü pamuğun, hükümetin hazırladığı pamuk kararnamesinin 6 Ocak 1999'da Resmi Gazete'de yayınlanmasıyla tekstil patronlarına aktarılması kesinleşti. Buna göre, Çukobirlik, Antbirlik, TARİŞ ellerindeki pamuğu hammadde olarak ve 6 ay vadeyle faizsiz olarak patronlara verecekler. Pamuk kararnamesi ile devlet, patronlar ve birlikler (Çukobirlik, Anbirlik, TARİŞ) arasındaki fiyat anlaşmasına müdahale etmiştir. Devlet patronlar lehine karar almış, hem birlikleri hem de üreticiyi tekstil patronları karşısında pazarlık yapamaz duruma getirmiştir. Pamuk üreticisi 500 bin ton kütlü pamuğun tekstil patronlarına aktarılmasına itiraz ederken, birlikler çok daha geri bir tavır almıştır. Pamuk kararnamesi tasarı aşamasındayken birlik yöneticüeri sadece Sanayi ve Ticaret Bakanlığına giderek patronlar krizden kurtarılırken kendilerinin mağdur edilmemelerini istemişlerdir. Yani pamuk üreticisinin daha fazla yoksullaşmasına neden olan bu kararnameye karşı aktif bir tutum almayarak kararnameyi desteklemişlerdir. Üretici birlikleri olmalarına rağmen üreticinin çıkarlarını savunmamışlardır.

Bu uygulamada patronlar ve devlet

ıldukça karlıdır. Zarar eden ise çiftçidir. Birincisi: Pamuk 6 ay vadeli ve faizsiz olarak patronlara aktarılacak. Bu şu demektir; pamuk üreticisi 9-10 aylık emek harcayarak yetiştirdiği ürününün bedelini aylar sonra alacaktır. Bu arada patronlar ise ucuza malettikleri pamuğun parasını 6 ayda faizsiz olarak ödeyerek iki kez kar etmektedir. 6 ay sonra ürününün bedelini almaya başlayacak üreticinin sı ise enflasyon karşısında değer kaybetmiş olacaktır.

İkincisi: Tekstil patronları 500 bin

ton pamuğu öncelikle lif haline getirecek, 120 bin ton işlenmiş pamuk elde edecektir. İşlenen pamuk, piyasaya tüketim eşyası olarak sunulacak, ihracat yapılacak, böylelikle

tekstil patronları yok pahasına aldığı pamuktan trilyonları kazanacaktır.

Üçüncüsü: Üretici pamuk üretmekten caydırılmaktadır.

Dördüncüsü: Pamuk tarlalarında çalışan işçiler pamuk üretimindeki düşüş nedeniyle işsiz kalacaktır.

Kısacası patronlara destek için çıkarılan bu kararname pamuk üreticisine vurulan büyük bir darbedir.

"Sanayicilere 6 ay vadeli ve faizsiz satılacak pamuktan çiftçi kesiminin zararı en azından 200 ila 250 trilyon lirayı bulacak..." (Cumhuriyet 7 Ocak 1999) Çiftçinin zararı bununla da kalmayacak. Pamuk kararnamesi ile; "pamuk üreticisi bu yıl 250 bin liraya malettiği pamuğu 80 ile 150 bin lira arasında satarak tarihinin en kötü yılını yaşarken çiftçiyi sürekli gözardı eden hükümetler, yasalarda ufak bir değişiklik yaparak yüzbinlerce ortağı bulunan tarım satış kooperatiflerinin malını, mülkünü kullanma hakkını çiftçinin elinden aldı." (Cumhuriyet 7 Ocak 1999)Bu uygulama devletin çiftçiye saldırısından başka bir şey değildir. Çiftçinin daha fazla yoksullaşması, emeğinin çalınmasıdır. Kilosu 250 bin liraya mal edilen pamuğu 80 ile 150 bin lira arasında satmak zorunda kalacak olan çiftçi daha fazla borç batağına saplanacaktır. Nereden bakılırsa bakılsın çiftçi kilo başına 100 ile 170 bin lira arasında zarardadır. Çiftinin tarihinin en kötü yılını yaşadığı söyleniyor. Doğru, ancak o kadar da değil. Tütünde, çayda, zeytinde, şeker pancarında ve daha onlarca üretilen üründe de üretici zarar etmektedir. Her geçen gün yoksulluk sınırının artması, hayat pahalılığı ve devletin köylünün ürününe biçtiği düşük taban fiyatları çiftçiyi vurmaktadır.

Evet, nasıl ki dün devletin tütünde, pancarda uyguladığı kota küçük üreticinin tasfiyesine yol açtıysa bugün de aynı manevralar tekrarlanmaktadır.

Bugüne kadar birliklerin üreticinin

hakkın koruyamadığı ortadadır. Birlikler üretici lehine bugüne kadar karar almak, bu kararlarda direnmek yerine, devletin uygulamalarına boyun eğmiştir. Geriye tek alternatif kalmaktadır; o da pamuk üreticisinin kaderini birliklerin eline terketmeyip, kendi örgütlenmelerini yaratarak, açlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe karşı çıkmasıdır. •

OY AVCILARINA ARTIK SÖZ HAKKI YOK

KÖYDEN KÖYLÜDEN

Sulama Hizmetlerindeki Özelleştirme ile Hedeflenen Köylülerin Daha Fazla Sömürülmesidir

Pamuk Üreticisine Bir Darbe Daha

Page 17: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

TBMM - Sayı 14 / 23 Ocak 1999 -

Oy Avcılarının, Yalancıların, Talancıların, Katillerin, Ahlaksız Ve Namussuzların Toplandığı Yer; Yani Kısacası Susurluk Düzenin Batakhanesi:

TBMM

Susurluk Devletinin her kademesindeki çürüme kokusu, artık dayanılmaz bir hal aldı. Üstelik de devletin tepesindeki kurumlara doğru çıkıldıkça bu koku daha ağırlaşıyor. Bunlara her gün yeni pisliklerin kokulan ekleniyor.

Bu kokuşmuş düzenin en tepesindeki kurumlardan biri olarak TBMM, pisliğin de başını çekiyor. Her türlü dalavereyi çevirerek, parti adı verilen çıkar gruplarından birinin listesinden Meclis'e girmeyi başaran milletvekilleri, ihale takipçiliğinden uyuşturucu kaçakçılığına, rüşvet almaktan yolsuzluğa kadar ceplerini dolduracak her türlü pis işi yapıyorlar. Yağma ve talandan biraz daha fazla kapabilmek için kılıktan kılığa giriyorlar. Bu parlamento öyle bir ahlaka sahiptir ki halka karşı yapmayacakları şey yoktur. Bugün bilinen, ortaya çıkan yolsuzlukları, ortaya çıkmayanların yanında herhalde devede kulak gibidir.

BALIK BAŞTAN KOKMUŞ! 38 yıldır halka yapılan her türlü

zulmün altında imzası olan vo İLKS AİV jüfo uzluğunun sorumluluğunu pişkince üsüenen Süleyman Demirel, kardeşleri ve sülalesiyle birlikte köşeyi dönenlerin başında gelmektedir. Parası, ziynet eşyaları dışında bunların sahip olduğu arsa, tarla ve evlerin adeta

haddi hesabı yok. Islamköy'ü, İsparta'yı kendi çiftliklerine dönüştürmüşler. (Merak edenler Kurtuluş'un 21 Kasım 98 tarihli 15. sayısına bakıp, Demirel ailesine ait karun hazinesi gibi servetin bir bölümünü görebilirler)

MGK'nm kontrgerilla yöntemlerini canla başla uygulayan, örtülü ödenek yolsuzluğu ayyuka çıkan ABD vatandaşı Tansu Çiller'in trilyonluk servetleri, sahip oldukları şirketler milyarlar kazanırken nasıl zarar ediyor gösterip vergi kaçırdıkları, satın aldıkları çiftliği hizmetçilerinin üzerine gösterip sonra kendi üzerlerine geçirmeleri, Özer Çiller'in uluslararası mafyacılarla ilişkileri... hepsi biliniyor. Servetlerine kaynak olarak analarının çıkınını

termeleri ise zaten başlı başına bir mizah konusuydu. Öyle ya,

ölüler nasıl olsa konuşmaz. Anasının sözünü ettikleri parayı nasıl biriktirdiğini soran Soruşturma omisyonu'na da alay edercesine "annem yaşasaydı da ona sorsaydmız" diyecek kadar utanmaz ve ikiyüzlüdür. Basın pek diline dolamamış olsa da, Mesut Yılmaz ve Deniz Baykal'ın da epeyce yüklü servet sahibi oldukları biliniyor. Mesut Yılmaz'ın Türkbank yolsuzluğundaki foyası ortaya çıkalı da daha çok olmadı. Kardeşi Turgut, biliyorsunuz "işadamı". Abisinin başbakanlığında işleri de bir hayli iyi gitmiştir herhalde. Mercümek'li Refah Partisi'nin yasaklı başkanı Necmettin Erbakan'ın altınları üzerine de ek söze gerek yok sanırız. Tabii

bunlar yalnızca bilinenler, açığa çıkanlar; saklı kalanlar, eş dost akraba üzerine kayıtlı olanlar ne kadar kim bilir?! MECLİS BAŞKANLARININ NEYİ EKSİK?

Mesela, Meclis başkanı Mustafa Kalemli. Başbakanlar, parti başkanları, bakanlar vurguncu olur da, onlara mecliste başkanlık yapanlar aşağı kalır mı? Mustafa Kalemli de böyle düşünmüş ve meclis salonunun tadilatını yapan MESA firmasına fazladan yüzmilyarlar kazandırırken kendisini de bu soygundan nemalandırıp arada çaktırmadan lüks daireleri kapıvermiş Tabii ortaya çıkanı o

kadar! Meclise başkanlık yapan bir diğeri de, ayık gezmeyi pek sevmeyen Kamer Genç. Onun Meclis dışında bulunabileceği yerler de bellidir. Korkmaz Yiğit'in kasetiyle çete ilişkilerinin, yolsuzlukların ortalığa günlerde Kamer Genç de

"benim onlardan ne eksiğim var" dercesine mafyayla diz dizeydi. 20 Kasım akşamı Samba Gazinosu'nda birlikte eğlendiği kişi 1982 yılında Avustralya'ya konserve kutuları içinde bugünkü değeri 1 milyon dolar olan eroini sokmaya çalışırken yakalanan Hüsrev Akın'dı. Kamer Genc'in vukuatı bununla da sınırlı değildi. Gazinodaki bayan şarkıcıya yaptıklarıyla ahlaksızlığını gizleme gereği bile duymayan yüzsüzlerdendi. Bu yüzsüz ve ahlaksız TBMM'de Meclis Başkanvekilliği yapıyor.

BAŞLAR KOKARSA, AYAKLAR NE YAPAR? Bilirsiniz "Devletin malı deniz,

yemeyen domuz" diye bir laf vardır. Hiç kuşkunuz olmasın bunu ilk söyleyen TBMM'dekilere bakıp söylemiştir. İşte size, bu sözü yalanlamamak için milletvekillerinin yaptıklarından bir kaç örnek:

TBMM Lojmanlarında Neler Oluyor? Eski Orman Bakanı DYP'li Adana

Milletvekili Halit Dap lojmanın garajında tadilat yaparak buraya sanayi tipi çamaşır makineleri yerleştiriyor. Niye mi? Halit Dağlı Ankara'da iki kebap ve bir balık lokantasının sahibidir, işte Halit Dağlı bu lokantaların kirli çamaşırlarını getirip lojmanlarda yıkatıyor! Çünkü lojmanlarda su bedava, elektrik bedava. Adam zavallı, çok yoksul, maaşı da yok denecek kadar az, lokantalarının su, elektrik parasını bile ödeyemiyor, ne yapsın? (Ahlaksız,

Korucubaşı DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Bucak da TBMM'nin tahsis ettiği çok katlı lüks lojman garajını tadilatla korumaları ve silahlı aşiret mensupları için 10 kişilik yatakhane haline getirmiş. Korku TBMM lojmanlarını sarmış, ne yapsınlar!

Milletvekili sayısı artınca doğal olarak milletvekillerine ek yeni konut "ihtiyacı" çıkıyor. Devlet hemen yeni ve daha lüks lojmanlar yaptırıyor. Milletvekilleri arasında ise bu yeni lojmanlara geçmek için bir yarış başlıyor. Ancak bir sorun vardır. Eski lojmanlar devlet tarafından dayalı-döşeli olarak milletvekillerine tahsis edilmiştir. Oysa bu yenileri öyle değildir. Milletvekillerinin de lojmanlardan başka evleri, eşyaları, ve eşya alacak paraları olmadığı için(!) başlarlar kara kara düşünmeye. Fakat eski Turizm Bakanı İbrahim Gürdal

BİZ KONUŞALIM

KURTULUŞ -17

Page 18: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14 / 23 Ocak 1999 - TBMM -KURTULUŞ -18

"kıvrak" zekasıyla bunun da çaresini bulur. Oturduğu eski lojmanın demirbaş eşyalarını yüklendiği gibi yeni lojmanın yolunu tutar.

Osman Pepe, RP yani bugünkü Fazilet Partisi'nin Kocaeli milletvekilidir. Osman Pepe de yeni konuüara geçildiği dönemde lojmanını boşaltan ve anahtarı teslim edenler arasındadır. Ancak bir gün Pepe'nin oturduğu eski lojmandan gürültüler gelir. Ne olduğunu anlamak için lojmana gelen Koruma Amirliği ne görür dersiniz? Evde Osman Pepe'nin oğlu, yanında da kızlı-erkekli 6 arkadaşı daha vardır. Lojman TBMM'nin; vur patlasın, çal oynasın!

30 Ocak 1998'de yapılan bir araştırmaya göre milletvekillerine ayrılan birçok konutta kendileri yerine yakın çevreleri oturmaktadır. Örneğin Çiller başbakanlığı döneminde Başbakanlık konutunda oturmasına rağmen lojman talebinde de bulunur. Tabii lojmanda kendisi değil oğlu oturur. Olsun, otursun. Yazıktır, onun oğlunun da "dikili bir ağacı yoktur" muhtemelen... Devlet malı deniz, eş dost akraba da yiyecek tabii.

TBMM Lokantasında Ne Var, Ne Yok? Biliyorsunuz milletvekilleri gece-

gündüz halkın sorunlarına çare bulmak için çalıştıkları için aç ve bitap düşmektedirler. Susurluk devleti de bunu düşünerek, TBMM'de leziz

- ~MPr çıkaran ve oldukça ucuz olan bir lokanta yapumu?tır. Milletvekilleri de bu hizmetten sonuna kadar yararlanırlar. Zaten yüzlerine, göbeklerine bakıldığında da bu hemen belli oluyor.

Arada bir yemeklere zam yapılmaya kalkıldığında milletvekilleri anında ayaklanıp tepki gösterirler. Bununla acaba ey halk bakın biz şuncacık zamma bile karşı çıkıyoruz, siz onca zamma karşı neden sessiz kalıyorsunuz, bizim gibi ayaklanın mı demek isterler acaba?

Lokanta milletvekilleri için aynı zamanda "adam kafalama" yeridir. Bir dahaki seçimlere yatırım amacıyla seçmenlerin etkili isimlerini, parayla, ihtişamla kendine sürekli bağlamaya çalışan milletvekillerinin yaptığı ilk

işlerden biri bu kişilere TBMM lokantasında ziyafet çekmektir. Üstelik bu da güya yasaktır. Ama onlar "dokunulmaz" olduğu için yasakları çiğneme "hakları" vardır.

Bu sözde "yasağı" en çok delenlerden biri de ANAP'lı Ali Er'dir. Ali Er 15 günde bir 650 kişiye böyle yemekler verir. Ancak TBMM lokantasını taban toplamak için bir çeşit rüşvet merkezi haline getiren milletvekilinin sayılarının sürekli artması sonucunda zavallı milletvekilleri lokantada yemek yiyecek yer bulma sorunu yaşamaktadırlar. Görüldüğü gibi onlar da büyük sorunlar, sıkıntılar yaşıyorlar.

Siz Hiç Bedava Ya da Yarıya İndirimle Uçağa Binebiliyor musunuz? Sürekli görüyoruz ki, başbakanlar,

bakanlar özel uçaklardan, yatlardan inmiyorlar hiç. Peki kimin bu uçaklar, yatlar? Bunlar Erol Evcil gibi mafyacılar, Cavit Çağlar, Aydın Doğan gibi ihalelerle köşeyi dönen büyük patronlardır. Bunlar kendileri için canla başla çalışan başbakanlara, bakanlara yaptıklarının karşılığı olarak böyle "kıyak"lar yaparlar. Ancak tüm milletvekillerine aynı kolaylığı gösteremedikleri için milletvekilleri genellikle THY'yi kullanmak zorunda kalırlar. Halkını düşünmeyen devlet onları yine düşünmüştür. Milletvekilleri Türk Hava Yolları uçaklarıyla yüzde 50 indirimli yolculuk yaparlar. Fakat bir ara bu indirim yüzünden 30'a düşürülür. Tabii kızılca kıyamet kopar. Halkın açlığı, ihtiyaçları için-açmadıkları ağızlarını, kendi cepleri, çıkarları sözkonusu olunca öyle bir açar, öylesine yaygara koparırlar ki, aradaki farkın da TBMM tarafından ödenmesi kararlaştırılır. Peki Meclis bu paraları nereden bulur dersiniz? Cevap bellidir, her zamanki gibi; fatura yine halka çıkarılır.

Halk Hastane Kapılarında Sürünsün Önemli Değil, Yeterki Milletvekillerinin Sağlığına Bir Şey Olmasın! Hastane kapılarındaki halkın hali

herkesin malumudur.

Halk böyle eza, cefa içindeyken yalnız 550 milletvekilinin sağlık harcamaları için TBMM bütçesinden ayrılan para tam 1 trilyon 505 milyar liradır. TBMM idare Amirliği'nin açıklamasına göre milletvekillerinin yakınlarıyla birlikte bu harcamalar 2 trilyon lirayı buluyor. 65 milyon için Sağlık Bakanlığına ayrılan bütçe ise ancak devlet bütçesinin yüzde 2.8'i yani 663 trilyon liradır. YANİ; Bir milletvekili için yılda 1 milyar 200 milyon harcayan devlet, sade vatandaş için 30 milyon, yeşil kartlılar için ise yalnızca 4 milyon liralık harcama yapıyor. Vatandaşın değeri bu kadar işte! Emekli Sandığının tüm üyelerinin yıllık sağlık giderlerinin 45 katma denk düşen sağlık harcamalarım biraz daha arttırmak isteyen milletvekilleri, tüm partilerin ortak imzasıyla seçim öncesi yangından mal kaçırır gibi kendilerine özel sağlık sigortası çıkarıyor!..

Ama tüm bunlar da yetmiyor milletvekillerine. Ülke içinde sağlık hizmetlerini beğenmeyip yurtdışına gidenlerin tedavi masraflarının da % 90'ı devlet tarafından karşılanıyor.

TBMM'nin Kaldırım Taşları Altından! Milletvekillerinin elinde her şey

ama her şey yolsuzluk yapmak için bir araç haline getirilmiştir. Hatta öyle ki kaldırım taşları bile yolsuzluk yapmak için bir fırsattır.

Tarih '98 Mart'dır... Meclis'e 8 milyar liralık bir fatura

çıkartılır. Faturada yapılan iş olarak kaldırım taşlarının yenilenmesi gösterilir. Ancak işin garip yanı kimsenin TBMM arazisindeki kaldırım taşlarının yenilendiğinden haberdar olmamasıdır. Yolsuzluğun nasıl olduğu bir süre sonra anlaşılır;

"Kaldırım aynı kaldırım. Taşlar aynı taşlar. Söküp tekrar aynı yerine koymuşlar. Zaten kaldırımların bozuk olduğundan da kimsenin haberi yoktu. Nasıl olmuşsa, kağıt üzerinde bozmuşlar ve sonra onarımına karar vermişler..."

TBMM'de 1 Dakikada Yasalar Nasıl Çıkardır? "Yenilenen" kaldırım taşlan,

değiştirilen koltuklar, halılar her şey ama her şey yolsuzluk aracı haline getirilerek, irili ufaklı onlarca yolsuzluk "Yüce Meclis" dedikleri TBMM çatısı altında, kendilerine "milletin vekili" diyen bu düzenin uşaklarınca yapılıyor. Halkın yararına bir araya gelmeyen, işi olmadığı sürece yaptıkları "iş takipleri"nden dolayı TBMM'ye dahi uğramayan milletvekilleri söz konusu olan kendi çıkarları olunca neredeyse kanatlanıp geliyorlar. Halkın yararına kaldırılmayan eller, kendilerine ilişkin bir yasa çıkarılacağı zaman çift çift kaldırılıyor.

Onları böylesine hızla bir araya getiren sebep, ya maaşlarının artırılacak olması ya da "kıyak emeklilik" gibi yasaların

çıkartılmasıdır. Bunlar sözkonusu olunca tüm milletvekillerinin elleri hep birden havaya kalkar. Havaya kalkan elleri saymaya bile gerek kalmadan tasan "oy birliğiyle" yasalaştınlır. Memur ya da işçi ücretleri sözkonusu olduğunda bir lira fazla vermemek için günlerce Meclis'te adeta savaşanlar, kendi maaşlarının arttırılması sözkonusu olduğunda hemen "tam bir milli birlik" içinde davranıyorlar. Şu an TBMM'de 463 milletvekili

"kıyak emekli" olarak çift maaş alıyor. Tam bir vurgun olan bu "kıyak emeklilik" yasası "hakka, hukuğa, eşitliğe aykın" denilerek bir ara Susurluk devletinin yargı organlarınca bile iptal edilse de, yine uygulanmaya devam etti. Bu tür durumlarda milletvekillerine yasa, hak, hukuk, eşitlik gibi şeyler asla engel olamıyor!

Döneklerin, Fırıldakların, Kumarbazların TBMM'si Yüzsüz sözcüğünün bile yetersiz

kalması nedeniyle burjuva medya tarafından "fırıldak" namı uygun görülen Kubilay Uygun tam 7 kez parti değiştirerek Türkiye tarihinin

belki de dünya tarihinin-"dönme" rekorunu kırdı!..

Ama aslında "Kubi"ye haksızlık yapıldığını belirtmek gerek. Çünkü diğer milletvekillerinin ondan aşağı kalır yanı yoktur. Parti değiştiren onlarcası var. Değiştirmeye hazır olanlar ise yüzlercedir. Yeter ki karşılığını görsünler. Aziz Nesin'in zübükzadesi bunların yanında amatör kalır.

Bugünlerde seçilme kaygısına kapılan milletvekilleri transfer trafiğini iyice hızlandırdılar.

Barajı aşamayacağı belli olan DTP'den 'batan gemiyi terkeden fareler1 gibi seçilme şansının daha yüksek olduğu büyük partilere kaçışan milletvekilleri, burjuva politikacıların nasıl "Kubileştiğinin" bir göstergesi değil mi?

Tabii ki, seçilmek için dünyanın "yatırımını" yapan milletvekilleri, yatırımlarının karşılığını alabilmek için kaç parti dolaşmaları gerekiyorsa dolaşacaklar!

Kimi zaman da, yolsuzlukların, pisliklerin aklanması için transferler

OY AVCILARINA ARTIK SÖZ HAKKI YOK

Page 19: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

19 TBMM

gerçekleştiriliyor. Örneğin; DYP hükümetinde Enerji Bakanlığı yapan ve TEDAŞ ihalelerinde yolsuzluk yaptığı için hakkında soruşturma açılan Şinasi Altıner gibi... DYP hükümetten düşünce, bu defa iktidarda olan ANAP'a geçerek kendini "aklattı", ardından yine DYP'ye geri döndü.

Epeyce bir parti dolaşan Yıldırım Aktuna da halkın değerleriyle, onuruyla oynayan, halkın çektiği çileler üzerinden iddiaya girmekten hoşlanan ahlaksızlardan bir başkasıdır. Onun gece kulüplerinde kadeh tokuşturduğu günlerde memurlar yine sokaklarda eylemler yapıyordu, işte bugünlerde "eğlence" arayışı içerisinde olan Aktuna ve bir grup milletvekili kendi aralarında bir iddiaya tutuşurlar. Iddia memurların ne kadar zam alacağı"dır. İddiayı kaybeden diğerini Avrupa'ya gönderecek ve tüm masraflarını da ödeyecektir. Ahlaksız, her taraflarından pislik akan, kokuşmuş düzenin kokuşmuş milletvekillerinin halkın sorunlarına ilgisi(!) böyle oluyor. Halkın ekmek kavgası onlar için eğlence, kumar aracı oluyor.

Halk Düşmanı Eli Kanlı Faşistler; Kontrgerilla Şefleri

TBMM'de Cirit AtıyorElbette TBMM'deki ahlaksızlıklar, yolsuzluklar bu kadarla sınırlı değildir. Eğer bilinenlerin hepsi toplanıp yazılmaya kalkılsa değil bir kaç sayfaya sığdırmak gazetenin bütün sayfaları yetmez. Ancak TBMM'nin bir yanı daha var ki oraya da değinmeden geçmek olmaz. TBMM denilen yer, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Cefhi Kamhi, Yalım Erez, Ali Coşkun, Cavit Çağlar, Sedat Aloğlu, Ali Osman Sönmez gibi patronlar'dan; Nairn Geylani, Mustafa Zeydan, Kamuran İnan, Sedat Bucak gibi toprak ağalan'ndan; Yaman Törüner, Emre Gönensay, Cihan Paçacı, Zekeriya Temizel, Rüştü Saraçoğlu gibi IMF uşağı ekonomistler'den; eli halkın kanına bulaşmış Doğan Güreş, Mehmet Ağar, Ünal Erkan, Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu, Saffet Arıkan Bedük, Necati Çetinkaya gibi kontrgerillacılar'dan; Maraş katliamını gerçekleştiren katillerden Ökkeş Şendiller, 12 Eylül öncesi Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Ayvaz Gökdemir, Yaşar Okuyan, İbrahim Yaşar Dedelek, Sadi Somuncuoğlu, Namık Kemal Zeybek, Adil Aşırım gibi 50 civarında kontrgerilla beslemesi eski MHP'li

faşistler'den oluşmaktadır.

İŞTE ÜLKEYİ BU SOYGUNCULAR, TALANCILAR, HIRSIZLAR, AHLAKSIZLAR, KATİLLER YÖNETİYOR Düzen politikacılığına yön veren çıkarlardır. Milletvekillerinin çıkarlarıdır, patronların, mafyacıların çıkarlarıdır, emperyalizmin çıkarlarıdır. Hükümetler bu çıkarlar doğrultusunda kurulur, bakanlıklar ganimet gibi

dağıtılır, komisyonlar daha rahat iş takipçiliği yapmak, yolsuzlukların üstünü örtmek için oluşturulur. Tüm yağma ve talanı bir kılıf gibi örten TBMM çatısı altında çıkarları çakışanlar çeşitli parti adları altında gruplaşırlar. Birbirlerinden tek farkları isimleridir. Hepsinin asıl işi her yanından pislik akan Susurluk devletinin devamını sağlamaktır. Onun için itirazsız önlerine gelen ve halkın çıkarlarının karşısında olan her türlü yasanın altına imza atarlar. Halka

işkence, katliam, zam, zülüm uygulanması kararı alırlar, onay verirler ya da bunlara sessiz kalırlar. Halkın çıkarları ilgilendirmez onları. Şimdi yalanda yine seçim var. Yine halkı hatırlayacaklar, ortaya çıkıp il, il, ilçe ilçe dolaşacaklar, yine halkın gözlerinin içine baka baka yalan söyleyerek, aldatmaya çalışarak oy isteyecekler.

Yine yerine getirmeyecekleri vaadlerde bulunacaklar, tutmayacakları sözler verecekler.

Oluşacak yeni meclis de yukarıda anlatılan gibi olacaktır. Başka türlü de olamaz.

Kendi elimizle bize daha çok zam,

zulüm, yoksulluk getirecek olanlara oy verip başımıza getirmeyelim.

Ne seçimler, ne TBMM, ne düzen

partileri, ne de reformist partiler halkın sorunlarını çözemez. Hiçbiri Susurluk'u çözemez.

Çözüm HALKIN İKTÎDARINDADIR. Çözüm DEVRÎMDEDİR.Çözüm için

PARTt-CEPHE bayrağı altında birleşelim. HALKIN İKTİDARINI KURALIM.*

yazarlarda okuyabileceğiniz veya aydınlarımızın dilinden , dinleyebileceğiniz bir yazıyı aktarıyoruz:

"Serbest Seçim... Hoş bir öyküdür... Bir grup İstanbullu turla

Karadeniz'e gitmiş, neşe içinde güle oynaya deniz kıyısında bir otele yerleşmiş. İlk gün yemekte hamsi ve salata çıkmış... İkinci gün yine hamsi

salata... Üçüncü gün de masaya hamsi konunca İstanbullu turistler otelin sahibine çıkışmış;

-Otelin ilanlarında 'yemekte serbest seçim' diyordu... Halbuki geldiğimizden beri her öğünde hamsi yiyoruz... Nerede serbest seçim?..

- Yiyip yememekte serbestsiniz, demiş otel sahibi, işte serbest seçim...

Nisan'da serbest seçimler yapılıyor. Mönü'de 5 parti var. İstediğinize oy verebilirsiniz. Ama sonuç değişmeyecek. Partilerin adları değişik. Ama program ve ideolojileri hemen hemen aynı. Kime oy verirseniz verin, zenginin fakiri üttüğü yağma ve talan düzeni aynen sürecek.

O yüzden birçok vatandaş seçim hakkını 'Oy vermek ya da vermemek' şeklinde kullanmayı düşünüyor. Şu günlerde 'Ben bu 4'ü kirli 1 'i aptal 5 partinin hiçbirine oy vermem'diyenlere sıkça rastlıyoruz. Tabii bunu söyleyenler hemen:

-Bu durumda Fazilet'e oy vermiş olursun, çünkü onlar silme sandığa gidecek, yanıtını alıyor ama...

Fazla bir şey farketmiyor... Millet kendisini Faziletle

korkutup soymaya çalışanlardan da Fazilet kadar yaka silkmiş durumda... Ne haliniz varsa görün havasında.

Üstelik laik hırsızlara oy vermesi şeriatçılığa da geriletmiyor. Aksine hızlandırıyor.

Beş açıkgöz partinin rekabete kapalı bir siyasi partiler ve seçim yasasıyla siyaset arenasını demokrasiye ve halka kapatmasına karşı halkın da bir diyeceği olacak elbet. Köyle kurnazlarının oyunu bir noktada bozulacak. O noktaya doğru yaklaşıyor gibiyiz." (Melih Aşık, 17 Ocak Milliyet)

Sayın Melih Aşık, evet, yazdıklarınız gerçektir ve gerçekçidir.

seçim dönemi boyunca bu tabloyu resmetmeye, düzen partilerinin hiç birinin işe yaramaz olduğunu yazmaya devam edecekler. Hemen her seçimde tanık oluruz buna.

Ama yarın, tam sandıklar ortaya konulduğunda, şu veya bu düzen partisine oy verme çağrısında bulunursanız, hangi konuma düşeceğinizi kendiniz hesaplayın.

O zaman size ne diyeceğimizi de bilirsiniz.

Biraz yukarıda dediğimiz gibi, bu tür yazılara, konuşmalara her seçim döneminde sık sık tanık oluruz, ama sonra seçim arifesinde bir bakmışsınız, kitleler yine "ehveni şer" diye, "kötünün iyisini" seçmek için veya dincilerin, şeriatçıların önünü kesmek gerekçesiyle sandığa çağrılır.

Sizi, ve sizin nezdinizde tüm aydınlarımızı tutarlılığa çağırıyoruz.

Kesin artık bu düzenden umudunuzu.

Ne yaparsanız yapın, bu düzende demokrasinin gerçeğini bulamadınız, bulamayacaksınız.

Bu tabloları son derece gerçekçi çizip çizip sonra burjuvaziye akıl vermeyi, halkı kötünün iyisini seçmeye çağırmayı bırakın.

Halkın aydını olun. Bu işe yaramaz partiler yerine

HALKIN İKTİDARINI sağlamak için yazın bundan böyle.

Değilse, ikiyüzlülükte, halkı kandırmakta, namussuzlukta, bu düzen partilerinden, düzen politikacılarından hiç bir farkınız kalmaz.

HEPİNİZİ SEÇİM GÜNÜNE

KADAR ISRARLA TAKİP EDECEĞİZ!

VE BİLİNİZ Kİ, BU YANLIŞA DÜŞERSENİZ, BU TUTARSIZ AYDIN TAVRINI SERGİLERSENİZ, HESAP SORULACAKLAR SINIFINA GİRMEKTEN KENDİNİZİ KURTARAMAZSINIZ!

BİZ KONUŞALIM

Page 20: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14/23 Ocak1999 MAHALLELER -KURTULUŞ —20

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü tarafın-dan "kaçak gecekondu ve villa yapımını önleme" bahanesiyle özel timler kuruldu. MP-5 silahı taşıyan bu özel timlerin "Bo-ğaz'a bakan tepeleri korumakla görevlen-dirildiği" söyleniyor; onlara "vur emri" verildiğinin propagandası yapılıyor.

Bizi açlığa, yoksulluğa itenler, derme-çatma kondulara muhtaç hale getirenler, başımızı soktuğumuz kondularda da bizi hiç bir zaman rahat bırakmamışlardır.

Oluşturulan özel timler, özellikle "bo-ğazdaki gecekondulaşmaya" karşı kurul-muş. Gecekondularımızın "Yoksul görü-nümleriyle Boğaz'ın muhteşem manzara-sını bozduklan"nı söylüyorlar.

Doğrudur, onların "kaçak yapılanma-dan" anladığı villalar değil, gecekondu-lardır. O sözünü ettikleri silahların nam-luları hiçbir zaman villa sahiplerine dön-memiştir. 0 timler de villalar ve Boğaz'da-ki yalılarıyla "ünlenen" vurguncuların, mafyacıların çıkarları için orada bulunur-lar ve silahlıdırlar. "Vur emri" de gece-kondulu halk içindir.

Büyükşehir Belediyesi'nin, "seçim dö-nemini fırsat bilip kaçak inşaat yapmak isteyenlere karşı böyle bir önlem aldıkla-rı"nı söylemesi, sadece bir yalandan iba-rettir. Onların Boğaz'ın doğal güzellikleri-ni korilmâk gibi bir kaygısı olamaz. Bu bölgelerin silahlı korumalığını sadece te-kellere ve kendi partilerinin yandaşlarına daha fazla olanak sunmak için yaparlar.

Hazine arazilerini, ormanları, fidanlık-ları, kısaca rant getirecek tüm bölgeleri zenginlerin, tekellerin talanına açmak için uğraşıyorlar. Boğaz'ın tepelerindeki gecekondular yıkıldığında ya da yenileri-nin yapılması engellendiğinde ne olacak? Bunun cevabını sözü edilen gecekondu bölgelerinde yaşayanlarımız çok iyi bili-yor.

Susurluk devletinin son patlayan pis-liklerinden Türkbank ihalesinde adı sıkça geçen Kamuran Çörtük '93 'te Beykoz Ki-razlı Çiftliği mevkiinde Kirazlı Özel Or-manı'nda binlerce konutluk site yapımı-na başlamıştır.

Acar tnşaat da Beykoz Soğuksu mev-kiinde bulunan özel ormanda site yap-mak için izin almıştır. Yasalarca yüzde 6'sı inşaat yapmaya açık olan ormanın yüzde 50'sinden fazlası Acar İnşaat'ın 700 villa-sıyla doldurulmuştur.

Ve yine Halkalı Kingilik'ten Altmşe-hir'e kadar 40 bin konutun yapımına baş-layan ALARKO, SOYAK, AKFEN, ALTEK, ESTEN gibi holdingler, bu bölgelerdeki, gecekonduların yıkımına neden oldular.

O günlerde yıkımlarda görevli bir yar-bay direnen halka şöyle diyordu:

"Burada peygamberin türbesi dahi olsa yıkarım." Bu sözleri ona söyleten

mantık, Küçükarmutlu'ya saldıran polis-lerin "Buraları size yedirmeyeceğiz" sö-zünde de aynen kendini gösteriyordu. Susurluk devleti holdinglerin, inşaat te-kellerinin göz koyduğu o topraklan kendi itlerinin de dediği gibi halka "yedirmek" istemiyor.

Bir yanda milyarlarca liralık villalar ve onların sahipleri, diğer yanda derme-çat-ma kondulara mahkum edilen biz. İstan-bul Boğazı'ndaki bu görüntü ülkemizde yaşanan açlığı, sömürüyü, gelir dağılımı arasındaki uçurumu gösteren tablolar-dan biridir.

Gecekondulaşmanın doğru ve sağlıklı bir yaşam tarzı olmadığı açıktır. Fakat bu ülkede iftar çadırları önünde kar-kış de-meden uzun kuyruklar oluşturan, çöp-lüklerden ekmek toplayan, gecekondu bi-le denilemeyecek kulübelerde yaşayan milyonlarca insan var. Biz gecekondulu-lar onlardanız işte. Başka da çaremiz yoktur. İftar çadırları önünde birikmeyi, çöp-

lüklerden ekmek toplamayı, gecekondu-larda oturmayı biz istiyor muyuz sanki? Ancak içinde yaşadığımız sömürü düzeni bizi buna zorlamaktadır. Gecekondular, düzenin bizi mahkum ettiği yoksulluğa karşı, barınma hakkımızı kullanmamızın sonucudur.

Boğaz'ın "ön görünümü" de "arka gö-rünümü" de çelişkilerle doludur. Bir ta-rafta villalar, gökdelenler bir tarafta bizim yıkık dökük kondular, barakalar vardır.

Bu çelişki her geçen gün büyüyor. Her-kes bilsin ki bu çelişki bizim kinimizi, öf-kemizi, mücadelemizi de büyütüyor. Su-surluk Devleti zaten esas olarak da bunun için yıkmak istiyor kondularımızı.

Semtlerimizde aylardır estirilen gö-zaltı terörü, operasyonlar, bir yanıyla da bizi yerleştiğimiz yerlerden söküp atmak içindir. Gecekondulu halkımız bunların arasındaki bağı iyi görelim. Semtlerimiz-deki devrimcileri dağıttıklarında, halk ör-gütlülüklerimizi dağıtıp sindirdiklerinde yapacakları bellidir. Bizi hiç bir hakkımızı arayamaz hale getirdikleri gibi, bizi kon-dulanmızdan kovmaya da çalışacaklardır. Hal böyle olduğu için, devrimcileri des-tekleyelim, halk örgütlülüklerine katıla-lım. Onlar bizim örgütlülüklerimiz. Bun-ların dışında kalarak kimse "bela"dan, devletin teröründen kurtuluruz zannet-mesin. Biraz önce dediğimiz gibi, bizi ör-gütsüz, güçsüz durumda yakaladıkların-da, üzerimizdeki baskı, yasaklar, daha çok olacaktır, bunu hep yaşadık, gördük. Bu silahlı timleri bize karşı niye hazırlı-yorlar, çok açık değil mi?

Kondularımıza, geleceğimize, hakları-mıza sahip çıkalım. Sahip çıkabilmek için de, meclislerimizde örgütlenelim, örgüt-lenelim, örgütlenelim.*

ONLARIN YAPTIĞINI HEPİMİZ YAPABİLİRİZ!

EKİM 1998, KÜTAHYA; 22 KÖYDEN OYYOK! Kütahya'nın Simav ilçesine bağlı Dağardı bölgesindeki 22 köyün muhtarı,

bugüne kadar sorunlarına cüzüm getirmeyen siyasi partilere tepki göstermek amacıya önümüzdeki seçimlerde oy kullanmama karan aldı.

9 OCAK 1999, BEŞKÖY-TRABZON; "GELDİLER Mİ BURADAN KOVALAYACAĞIZ" Trabzon'un Beşköy beldesi 6 ay önce yaşanan sel felaketiyle yerle bir olmuş,

bütün evler yıkılmış, 42 kişi ölmüş ve belde haritadan silinmişti. Her zaman olduğu gibi felaketten sonra bir sürü devlet yetkilisi, politikacı-

lar beldeye giderek en kısa zamanda yaraların sarılacağı, yıkılanların tekrar ya-pılacağı sözleri vermişlerdi. Ancak aradan 6 ay geçmesine rağmen Beşköylüle-ri ne arayan var ne de soran. Halk da bu durumu protesto etmek için seçimler-de oy kullanmayacaklarını söylüyor. Beşköylüler 9 Ocak'ta basına yaptıkları açıklamalarda tepkilerini şöyle ifade ettiler:

"Afet olduğunda bir kaç şey dağıttılar. Yiyecek, giyecek o kadar." "Yalanladılar, konuştular. Kaldıracağız, öyleyapacağız dediler. Bir şey yap-

tıkları yok. Biz de şimdi oy vermeyeceğiz." "Oy almaya gelecekler. Seçim zamanı geldi. Öyle bir şey yok Bizi düşünme

diler." "Geldiler mi buradan kovalayacağım milletvekillerini." 12 OCAK 1999, ESKİŞEHİR; "KAHVEHANELER DÜZEN PARTİLERİNE YASAK" Türkiye Kahveciler Federasyonu, "siyasiler kahvecilere ve halka verdikleri

vaatleri tutmadıkları için kahvehaneleri seçim propagandası amacıyla top-lantılar yapmak için kullandırmama"kararıı aldı.

Türkiye Kahveciler Odası Eskişehir Şubesi Başkanı ve Türkiye Kahveciler Fe-derasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Ekrem Birsel, 12 Ocak'ta yaptığı açıklamada "kahvehanelerde siyasiler propaganda toplantısı düzenleyemeyecekler"'diye-rek Federasyon'un almış olduğu kararı uygulayacaklarını söyledi.

14 OCAK 1999, ADANA; "GELSİNLER OYLARI ALSINLAR BAKALIM" Oy kullanmayacaklarını söyleyen bir kesim de Adana depremzedeleri. Dep-

remde evleri yıkılan ya da göçme tehlikesi olan evlerde oturamayarak hala dı-şarıda kalan halk kendileriyle igilenilmemesine büyük öfke duyuyor. Deprem-de tahrip olan evler ne onarılıyor, ne yıkılıyor, insanlarımız hala çöktü çökecek durumdaki evlerde oturmak zorunda bırakılıyor. Geçtiğimiz günlerde bu ev-lerden bir kısmı daha yıkıldı. Belediyeden, hükümetten, milletvekillerinden gelen giden olmadı yine. Ama birkaç TV kamerası yıkıntıları çekmek için ora-daydı. Halk öfkeyle soluyarak konuştu mikrofonlara. Biri hepsinin düşüncele-rini özetledi: "kim geliyor, kim soruyor halimizi hatırımızı? Seçim geliyor. Gel-sinler oyları alsınlar bakalım..."

19 OCAK 1999, ARPAÇAY-KARS; "HİÇBİRİNE OYYOK" Kars'ın Arpaçay ilçesine bağlı 226 haneli Doğruyol Köyü'nde oturanlar 18

Nisan seçimlerini boykot etme kararı aldı. Köylüler DYP kurulduğu zaman kendilerine yararlı olur düşüncesiyle köylerine Doğruyol adını verdiklerini ama bunun hiçbir yararını göremedik/erini söyleyerek "Daha beter olduk. Bir ara belde olma durumumuz vardı. DYP Genel Merkezi'ne gittik, 'Bizi ilçe ya-pın, adınızı yaşatalım' dedik. Ama bırakın ilçe olmayı, belde olma hakkımız bile elimizden gitti. Sadece DYP değil, seçimlerde hiçbir partiye oy yok" (20 Ocak, Milliyet) diyorlar.

Hiç bir partiden bekledikleri ilgiyi göremeyen, köylerine hizmet gelmeyen Doğruyol köylüleri 1995'deki seçimleri de 7 komşu köyle birlikte boykot ede-rek, sandık basma gitmemişlerdi.*

OY AVCILARINA ARTIK SOZ HAKKI YOK

"Buraları Bize Yedirmeyeceklermiş!"

Page 21: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

BİZ KONUŞALIM

Savı 14 / 23 Ocak

Page 22: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

SEHİTLERİMİZ DEVRİME DÖRT ELLE SARILMAK

Ayşenur ŞİMŞEK; "9O'lı yıllarda hareketimiz her alanda atılıma geçmiştir. Ankara'nın bürokrat havası, sarsılmaz denilen statüleri bir bir kırılmaya başlamıştır atılımla beraber. Ayşenur bu süreçte Ankara Dev-Genç'te Birtan'la, Berdan'la, Besat'la, Mustafa Aktaş'la bu ruhu taşıyanlar içerisindedir. 6 Kasım boykotlarında, emperyalist savaşa hayır kampanyasında, forumlarda, kitle gösterilerinde, Newroz kutlamalarında Ayşenur hep vardır.

Düşenler, yarı yolda bırakanlar, gözlerini gerçeklere kapatanlar, devrime sırtını dönenler de olmamış mıdır, olmuştur elbette. Ama Ayşenur gibi tek başına da olsa yükü omuzlamaktan çekinmeyenlerle, bağlılığını, kararlılığını yitirmeyenlerle büyüdü kavga. Ayşenur'un gençlik içerisinde tek başına kaldığı dönemler de oldu, sıkıntıya düştüğü dönemler de. Tek başına kalmak; ama tek basmayken bile o büyük ailemizin kopmaz bir parçası olduğunu hiç akıldan çıkarmadan, devrime dört elle sarılmak... İşte sessiz, sakin, mütevazi yapılı, coşkusu gözlerinden okunan Ayşenur böylelerindendi. Gençlik içerisinde bolca laf etmek, "aydın"ca düşünmek, yaşamak revaçtadır. Ayşenur'u böylesi boş sohbetlerde, boş davranışlarda görmek mümkün değildir. Hatta o birçoğuna göre fazla sessiz, sakindir. Ama o devrimciliği hiçbir zaman geçici bir iş, hiçbir zaman tumturaklı laflar söylemek olarak algılamadı.

Ankara bürokrasinin, Ankara memurların kentidir. "Demokratlık"ın revaçta olduğu, düzen soluna sırtını dayayıp sendikacılık yapıldığı günlerde Ayşenur devrimci bir sendikal çalışmanın içerisindeydi. Bir gün Ankara Hastanesi'nin bahçesinde eylemde, bir gün bir toplantıda, bir gün kampanya eylemlerinde, bir gün Ankara Özgür-Der'de bir seminerde... Onun için şu veya bu iş, küçük veya büyük iş diye bir şey hiçbir zaman söz konusu olmadı.

Hiçbir engel, hiçbir zorluk onu alıp götüremedi bu düzene. Hacettepe Eczacılık Fakültesi'ni bitirmiş, bir de eczane açmıştı. İstese düzende rahat bir şekilde yaşayabilirdi. Ama Ayşenur tüm bunları elinin tersiyle itti. Ailesi onu mücadeleden koparmak için pek çok yönteme başvurdu. Ama o, ailesinin onu çekmek istediği düzenin nasıl bir düzen olduğunu iyi biliyordu.

Ayşenur bir Dev-Genç'li, bir devrimci sendikacı, bir kadın savaşçı, bir Parti-Cepheli olarak yaşamıyla mücadelemizde yaşıyor." İLLEGALİTE VE GELENEKLERİMİZ

Besat AYYILDIZ; "94 ortalarında aranır durumdayken Ankara'da demokrat bir arkadaşın evinde kalmaya başladım. Bu arkadaş bana daha önceleri Besat'ın da eve gelip gittiğini ama uzun süredir uğramadığını söyledi. Hatta bir seferinde biz bu arkadaşı ziyarete gittiğimizde o da ordaymış ve bizimle karşılaşmamak için diğer odadan sessizce çıkıp gitmiş. Bu durumu öğrendiğimde kendime çok kızmış, belki de onun sokakta kalmasına neden olduğum için canım sıkılmıştı.

Kaldığım evde bizi fazla tanımayan henüz liseye giden bir arkadaş da vardı. Ev sahibi arkadaş, en çok bu küçük kardeşinin Besat'a tepki gösterebileceğini, hatta dışarıda konuşarak onu deşifre edebileceğini düşünmüş ama Besat bu arkadaşla öyle bir ilişki kurmuş, kendini o kadar sevdirmişti ki, hiçbir sorun çıkmamış.

Evdekiler beni doğal olarak sürekli Besat'la kıyaslıyorlar ve ben çoğunlukla bu durumun altında eziliyordum. Ben illegalitenin gereklerini yeterince bilmiyordum, örneğin işyerinden çıkıp doğrudan eve geliyoruz. Yanımdaki arkadaş eve geldiğimizde 'Besat eve hiç bir zaman böyle gelmezdi. Hergeleliğinde farklı bir yolu kullanır, yarım saatlik bir yolu ancak bir kaç saatte katederdik' diyordu. Ben bu anlatılanların altında bir kez daha eziliyorum. Çünkü, benim pratiğim hiç de uymuyor bu doğrulara. Arkadaş anlatmaya devam ediyor; 'Besat illegale çekildikten sonra kendine çok farklı bir görünüm vermişti. Saçlarını boyatmış ve perma yaptırmıştı. Giydiği kıyafetler de bu görünüme uygun olduğundan tanınması imkansız hale gelmişti. Ankara'da tanımadığı bir semt, bir sokak yoktu. Bazen kendisiyle gezerken, Ankara'da büyümüş olmama rağmen bilmediğim yerler, semtler arası geçişler olduğunu öğrenirdim kendisinden.'

Besat'ın evde olduğu bir gün, eve yine onu tanıyan iki arkadaş geliyor ve evin etrafında çok yoğun bir polis yığılması olduğunu, Besat'ın evde olduğunu tahmin ettiklerini söylüyorlar. Bunun üzerine Besat evdekilerin çoğunu dışarı gönderiyor, çatışmaya hazırlanıyorlar. Arkadaşı da dışarı gönderip, bir kontrol etmesini söylüyor. Arkadaş bir süre sonra geri dönüyor ve yığılmanın azaldığını, polislerin geri çekildiğini söylüyor. Daha sonra da polis yığılmasının bizim o bölgede bulunan bir kurumumuza yönelik olduğunu anlıyorlar. Ama arkadaşlar Besat'ın evdekileri korumaya yönelik tavrından ve korkusuzca çatışmaya hazırlanmasından çok etkileniyorlar.'

OY AVCILARINA SOZ HAKKI YOK

22 -KURTULUS

24 Ocak 1995 24 Ocak'ta kontrgerilla tarafından kaçırıldı. 13 Nisan'da Kırıkkale'de işkencede katledilmiş olarak bulundu, 1968 doğumluydu, Türk milliyetindi. Ankara kamu öğütlenmesinde emeği vardır. Sağlğk-Sen'in nndandır. '93-'94'de Devrimci Sol Güçler örgütlenmesinin Ankara-iç Anadolu Koordinasyonu'nda görevlidir. 1994 yılı sonunda bölge veraltı örgütlenmesinde ver aldı.

1966 Yozgat Boğazhyan doğumlu; Türk milliyentinden yoksul bir ailenin çocuğudur. Lise yıllarında Devrimci Sol ile tanıştı. Ankara Dev-Genç ve tç Anadolu Bölgesi'nde çeşitli görevler aldı. En zor koşullarda dahi inancını ve Parti-Cephe'ye kararlığını yitirmedi. Şehit düştüğünde devrime ve halka bağlılık, özveri ve mücadele ile dolu yıl lar ı miras b ırakt ı .

1976 Kayseri Pınarbaşı doğumlu; Kürt milliyetindendir. 1993'te üniversite hazırlık sınavları için İstanbul'a geldiğinde Devrimci-Sol ile tanıştı. Bir süre İngiltere örgütlenmesi içerisinde çeşitli faaliyetlerde bulundu. 1997'de Akdeniz Bölge Komutanlığına bağlı Kır Silahlı Propaganda Birliği'ne savaşçı olarak gönderildi.

1972 Adana doğumlu; Türk milliyetinden yoksul bir ailenin çocuğudur. 28 Ocak 1998'de Adanada Besat ve Bülent yoldaşlarıyla birlikte katledildiğinde Kurtuluş Gazetesi Adana Temsilcisi'ydi.

— Sayı 14 / 23 Ocafe 1999 -

"Şahan olacak elbetCanlar düşecek toprağa Ben düşeceğim Sen düşeceksin,., 28 Ocak 1998 Yoksa nasıl durur Munzur Karadeniz, Ege Sivas, Tokat, Toroslar..."

Mehmet Topaloğlu

Page 23: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

BİZ KONUŞALIM

— Sayı 11/23 Ocak 1999

Page 24: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

Sayı 14 / 23 Ocak 1999 SEÇİM HESAPLARI -KURTULUŞ —24

YASALCI SOLUN SEÇİM

eleştirenlere dönüp, bakın seçimlerimize kaç tane sosyalist parti, kaç tane işçi, emekçi partisi katılıyor, bundan ala demokrasi mi olur, diyebilir. Demektedir de zaten. Aynı aldatmaca halka karşı da geçerlidir. Sonuçta, mevcut konumla " nyla ülkemizdeki devrim mücade-lesine, halk kurtuluş savaşına bir katkıları olmadığı gibi, icazetçi-likleri o boyuttadır ki, demokra-si mücadelesine bile doğru dü- rüşt bir katkıları yoktur, olmadı- ğı için de sıradan düzen partileri kadar bile bir tabana sahip değil- lerdir. Seçimlerde, diğer düzen par- tileri gibi kendilerine oy tabanı oluş-

çabasına girmişlerdir. İşte bu partiler bugünlerde harıl harıl birlik tar-

tışmaları sürdürmektedirler. Yasala sol arasındaki birlik-ittifak tartışmaları, karşılıklı suçla-

HADEP; KÜRT SORUNU HERŞEY MİDİR? SEÇİM SANDIĞINDA MI ÇÖZÜLÜR?

Legal sol partiler içinde belli bir kitle tabanına sahip parti durumundaki HADEP, birlik tartışmalarının da odağı durumundadır. Birliğin kendi parti adı altında olmasını istiyor ve başka da bir biçimi kabul etmiyor. Bu HADEP'in doğasına, politikalarına uygun olanıdır. Çünkü HADEP'in tek sorunu Kürt sorunudur. Bütün derdi emperyalistleri nerede, nasıl olacağını kendisinin de ortaya koyamadığı Kürt çözümüne ikna etmektir. Tabii bunun için de Kürtleri kendisinin temsil ettiğini kanıtlamak onun için seçimlerin tek amacıdır. Bunun için güç gösterisi yapmak istiyor. Bu nedenle başkalarına da bana oy verin diyor.

Onlar için "Kürt sorununda" temsili kabul edildikten sonra, başka hiç bir şey önemli değildir. Örneğin, halk kitlelerinin sandıktan uzaklaşmaya başladığı bir süreçte halkı sandık başına çağırmanın Türkiye ve Türkiye Kürdistan'ındaki devrimci mücadele açısından olumsuz bir rolü olacağım düşünmez HADEP. Faydacılık herşeydir. Daha önce de HEP olarak SHP listesinden seçime girdiler, ideoloji yoktur. Her şey mubahtır. Yeter ki bir yerde Kürt kelimesi

olsun. Yeter ki çıkarı olsun. Bunun dışmda hiç bir politikaları yoktur, işçi sınıfı, memurlar, gençlik içindeki yerleri "banş" politikalarına, Kürt sorununun emperyalist çözümüne destek sağlamaya çalışmaktan öteye gitmez, işçiler, sömürülüyormuş, işten atılıyormuş, sendikasız

bırakılıyormuş, memurlar eziliyormuş, gençliğin şöyle sorunları varmış, bunlar ilgilendirmez onu. Direnişlerde, işgallerde, boykotlarda pek göremezsiniz onları. Devrimcilerin cenaze törenlerinde göremezsiniz. Emperyalizme yemin billah karşı olmadıklarım ispat etmek için çırpınırlar. Emperyalistler başka halkları mı katletmiştir? Ses çıkarmazlar. Hatta işimize yararsa iyi olur, yolumuza devam edelim derler. Halk da merak ediyordur, biz de merak ediyoruz, ve

soruyoruz: HADEP, ABD'nin Irak'a saldırısına ne diyor? HADEP, işçilerin kurtuluşunu nerede görüyor? HADEP, kapitalizme karşı mıdır? HADEP, tekellere karşı mıdır? HADEP, toprak ağalarına, büyük toprak sahiplerine karşı mıdır?

HADEP'in Susurluk Devleti yerine alternatifi

var mıdır? Kimin, kimlerin nasıl bir iktidarını istiyor?

HADEP, iktidar olursa veya parlamentoya girerse, ne yapacak? Bir programı var mıdır? Varsa, bütün bu konularda ne der?

Belirttiğimiz gibi, bütün bu konulardaki bugüne kadarki tavırları günübirliktir. Çıkarım nerede görürse o yönde tavır alır veya tavrrsız kalır. Ama bu yalnızca bu konularda değil, bizzat Kürt sorunu için de geçerli bir politikadır. Bu konuda da en başta "çözüm", "barış" sözü olmak üzere, bunlardan neyi kastettikleri belirsizdir; netleşme için sormaya devam edelim:

HADEP, seçimlerde kitlelere ne anlatacak? "Kürtler için özgürlük ve banş"dan başka ikinci bir cümlesi var mı?

HADEP Kürt halkı için ne istiyor? Dikkat edüsin, "Kürt halkı için" diyoruz; çünkü

HADEP "Kürt halkı"ndan çok, genellikle "Kürtler" der. Dolayısıyla bunun içine "Kürt" toprak ağası da girer, "Kürt" burjuvazisi de girer. HADEP, örtülü olarak onların çıkarlarım da savunur. Ve işte TEMEL ÇELİŞKİSİ DE burada açığa çıkar. Çünkü, hem toprak ağalarının, burjuvazinin, hem de halkın çıkarları birarada savunulamaz.

Evet ne istiyor? Otonomi mi? Otonomide neyapacak? Herşey sadece Kürtçe

konuşmak için mi? Yoksa Barzani ve Talabani'nin "Kürtlere

otonomi, Irak'a demokrasi" sloganını, talebini Türkiye'ye mi uyarlıyor?

HADEP emperyalizm ve MGK'nın Kürt çözümünden farklı ne düşünüyor? Onlar da "kültürel haklar"ı savunuyor. Ne fark var? Sadece zamanlama mı?

HADEP, Türk halkı ve diğer halklar için ne istiyor? Onlar için ne yapıyor?

Kürt ulusalcılığı, kurduğu tüm legal partilerde bu soruların açık cevaplarını vermekten kaçmıştır. "Kürt" demiş başka bir şey dememiştir. Hep başkalarını kendilerine destek vermemekle suçlamış, ama kendisi başkalarını desteklemek için kılını bile kıpırdatmamıştır.

HADEP, herkes beni desteklesin, herkes bana güç versin... ama ben hiç kimseyi desteklemeyeyim der... HADEP'in birlik, dayanışma politikası budur.

Ancak yıllardır sürdürülen bu politika, Kürt ulusalcılannı alabileceği desteklerden de yoksun bırakmış, milliyetçi, pragmatik politikalar, çevrelerini daraltmıştır. HADEP nereye gelindiğini görüyor mu acaba? Saygınlığını yitirmektedir. Bütün dayanışma duygularını yok etti. Dün kimileriyle hiç değilse seçim bloku kurabiliyordu, bugün onu da yapamıyor. Neden mi? Çünkü, herkesi faydacılıklarıyla bezdirdiler. Hemen her olumsuzluğa ben yaparım, olur biter... Olur böyle şeyler, geleceğe bakalım... Kim yapmış, bilmiyoruz, bakarız... diye yaklaştılar. Ama bu tarzda yürütülen çocuklara masallar dönemi bitti anlaşılan. Kimse bunları artık yutmuyor. Yutmak istemiyor.

Herkesten sürekli destek isteyen ve herkesi sürekli olarak desteklememekle suçlayan HADEP,

Seçimlere katılacak onlarca parti arasında, "klasik" düzen partilerinin dışın-da, kendilerini devrimci, sosyalist, yurtsever olarak niteleyen yasal sol par-tiler de var. Hem de öyle sayıları bir-iki de değil. Herhalde ilk kez bir se-çime bu iddialara sahip bu kadar çok parti katılıyor. Peki bu bir "iler-leme" mi, demokratikleşmenin bir göstergesi mi acaba? Yoksa farklı lı bir anlamı var?

Hemen en başta söyleyelim ki, bu halkımız için ne "sol", "dev-rimci" alternatiflerin çoğalması anlamına geliyor, ne de düzenin demokratikleştiğinin bir göstergesi.

Yasala sol partiler, hemen tümü itibarıyla, halkın savaşını yürütme, omuzlama cesaret ve kararlılığına sahip olmayan sol kesimlerin sığındıkları limanlardır, içlerinde "Barış partisi" gibi alevi oylarını düzenin kanallarına akıtmak için kurulmuş olanla- n da vardır. Yasala solcular, sığındıkları bu limanda "siyasi ömür- lerini" uzatabilmek için, bir, oligarşinin icazetinde hareket etmeyi temel politika olarak benimsemekte ve iki, doğal olarak seçimlere ' katılmaktadırlar.

Partileri ve seçimlerdeki tutumlarıyla, düzenin demokrasicilik vitrininin en nadide parçalarını oluşturuyorlar. Oligarşi pekala her zeminde Türkiye'yi

Page 25: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

SEÇİM HESAPLARI -Sayı 14/23Ocak 1999

HESAPLARI malar içinde sürüyor. Herkes birbirini birliğin önünü tıkamakla,

dayatmacılıkla suçluyor. F.MEP, ÖDP ve HADEP'i suçluyor. HADEP, ÖDP'yi

suçluyor. ÖDP muğlaklık içinde ne birliğe karşı, ne birlikten yana, belirsizliği sürdürüyor. Hepsi

birlikten bahsediyor. Birlik sadece seçimle sınır-lı kalmamalıdır diye açıklamalar ya-pılıyor ama görünen o ki seçim için bile birlik yapılamıyor. Hesaplar ne, neden anlaşamazlar? Anlaşamazlar. Çünkü, reformistler, halktan,

halkın çıkarlarından, demokrasi mücadele-sinden tümüyle

kopukturlar. Halkı değil, kendi küçük-dar çıkarlarını düşünürler. Yıllardır yaşanan onca yoksulluk, baskı, işken- e,

katliamlar karşısında bunlara karşı mücadele eı-mek için biraraya gelemeyenlerin seçimler için bile birlik mamalarının garip olan bir yanı yoktur.

Onları birlik arayışına götüren de, birliklerini engelleyen de oy hesabıdır. Sorun bakalım, birlik görüşmelerinde halkın sorunlarını nasıl çözeceğiz, mücadeleyi na-sıl yükselteceğiz, oligarşinin saldırılarının önüne nasıl barikat olacağızı mı tartışı-yorlar? Hayır. Ne tartışıldığı bellidir. Tarüşmanın odak noktası hangi partinin çatı-sı altında seçime katılacaklarıdır. Hesap nedir? Ben partimi nasıl daha büyük gös-teririm, nasıl daha fazla milletvekili adayımı kabul ettiririm, nasıl daha çok oyu kendime yönlendiririmdir.

Tablo budur. Bu tabloda burjuva politikacılığından başka bir şey yoktur. Öy-le olunca bir seçimde bile anlaşamazlar. Hepsi aynıdır. Hepsi benmer-

kezct ve despottur. Pıagmatizm artık tüm politikaları belirlemektedir. Ortada yalnız-ca, benim partim acaba bundan nasıl faydalanır hesabı vardır. Bunun dışında söylem olarak varolan gerekçe ve kaygılar yal-nızca görüntüyü kurtarmak içindir.

Bu bakış açısı herşeyde geçerli hale gelince, tabii ki devrimci-lik, demokratlık, halka karşı sorumluluk herşey tartışılır hale gelmekte, daha doğrusu bir kenara kaldırılıp atılmaktadır. Bunlar niye

birleşemiyor sorusunun cevabı buradadır. Her-şeyin temeli budur. Devrimciliğin reddedildiği, bittiği yerde düzen politikacılığı başlar. Şunu çok açık olarak ifade ediyoruz. Bugün solcu olmak, dev-rimci olmak, halktan yana olmak, devrim için çalışmaktır. Bu-nu yapmayan hiç kimse kendine ne ad verirse versin, halktan ya-na değildir. Halktan bu sıfatlar adına oy isteyenler, halkı bu sıfatlar adına sandıktan umut

kesmemeye çağıranlar da halkı aldatmaya çalı-şan düzen politikacılarıdır.

başkalarının ölümlerinde, işkence görmelerinde, baskıya maruz kalmalarında yoktur. Yüzlerce örnek verilebilir. Onu kendi dışında hiç bir şey ilgilendirmez. Daha geçtiğimiz günlerde tanık olduk, DGM'ler bile onları ilgilendirmedi. En üst düzey parti yöneticileri, bu demokratik eylemde, eylem kırıcılığı yapmakta tereddüt etmediler. Bu konuda devrimcilere, sola, halka bir açıklama yapma gereği bile duymadılar. İzmit'te Kurtuluş bürosu basılır.

Onlarca insan polis ve MHP'lilerin linç girişimine maruz kalır. Çok sayıda yaralanan olur, hastaneye

kaldırılırlar. Hastanede serumları zorla sökülüp işkenceye götürülürler. HADEP seyreder... Bütün ülkede Kurtuluş büroları

basılır, talan edilir. Bazen günde üç kez basılır. HADEP'i yine hiç ilgilendirmez. İnfazlar olur, onu hiç

mi hiç ilgilendirmez. Hatta bunların birçoğunun da kendilerini provoke

etmek için yapıldığını söyler. Onların bir türlü cevaplamadığı soruları biz cevaplayalım: HADEP, Kürt, Türk, Arap, Laz, Çerkez, tüm halklarımızın kurtuluşunu devrimde gören bir

parti değildir. HADEP emperyalizme karşı

değildir. Bağımsız bir ülke için herhangi bir programı, mücadelesi yoktur. HADEP, kapitalizme karşı değildir. HADEP, kendini Kürt halkına otonomi ile sınırlamış dar ufuklu, milliyetçi bir partidir.

Böyle olduğu için de, seçimlerde sağcı, reformist bir tutumla halkı sandığa çağırmakta, devrimi geliştiren değil, halkı düzene çeken bir misyon yüklenmektedir.

Böyle olduğu için de desteklememiz mümkün değildir.

ÖDP; "DÜZENE DÖNMÜŞLERİN ÇIKARLARI HALKIN ÇIKARLARI YERİNE KONULABİLİR Mİ?

Birlik üzerine yapılan açıklamalardan anlaşılıyor ki, yasala solun birlik tartışmalarında birliğin "kendi çatısı altında" olmasını dayatan partilerden biri de ÖDP'dir. ÖDP'nin ne olup olmadığı bilindiğinde aslında bunun şaşılacak bir yanı olmadığı görülür.

ÖDP, ortaya çıkışından itibaren "solun birliği" diye sunulmuş, bu imajla halkın ve örgütsüz sol kesimlerin çekim merkezi olmaya çalışmıştır. Ama yoktur öyle bir şey. Ne başta, ne bugün solun birliğini "büyük ölçüde" bile temsil etmemiştir. ÖDP asıl olarak DY+TKP'dir. Diğerleri bunlara eklemlenmiştir.

Bugün gelinen noktada ise, ÖDP

diye bir şey yok esasında. Eski DY'liler var. Devrimi terketmiş, parlamenter olmak isteyen DY'liler. Ama burunları hala bir karış havadadır. Korkunç derecede hırslıdırlar. Devrim ile ilgili herşeylerini tüketmişlerdir, ama küçük-burjuva gurur ve kibirleri

duruyor. Hala kendilerini dünyanın merkezi

sanırlar. Böyle olduğu için de birlik sorunlarına yaklaşımları hep benmerkezcilik etrafında döner. Parti binaları bile açılmayan ÖDP-DY'liler böyledir.

Ama bu kibir bir şeyi değiştirmiyor. Bugün ÖDP içinde, bizzat ÖDP'lilerin yazdığına göre partinin durumu "kriz", "dağılma", "çözülme", "durgunluk", "tıkanıklık" kavramlarıyla tanımlanıyor. "Solun birliğini sağladıkları" gibi büyük iddialarla yola çıkan ama kendi içinde bile birliği sağlayamayan, tasfiyelerin, ayak oyunlarının yaşandığı ÖDP, kendi dışındakilerle neyin birliğini, niçin yapacaktır? MGK ve burjuva

basının desteğiyle bir dönem için yakaladıkları rüzgar çoktan etkisini kaybetmiş, gerileme başlamıştır. Seçimlerin gündeme gelmesinden bu yana, ÖDP'nin yürüttüğü faaliyetler ağırlıklı olarak bazı sendika ve oda gibi kuruluşlar üzerinde yoğunlaşmıştır. ÖDP çeşitli demokratik örgütlerle güç olacağını ve oy toplayacağını sanıyor. Ama yanılıyor. ÖDP bunlarla halkın gözünü boyamaya çalışıyor. TMMOB veya adı geçen çeşiüi "oda"ların, bir çok DKÖ'nün hiç birinin tabanlarıyla ilişkisi yoktur. Tabanlarına şu veya bu partiye oy verin düşüncesini bile kabul ettiremezler. TÜRK-İŞ de, DlSK

de böyledir. Hele DlSK, 30 işçiye bile düşüncelerini kabul ettiremezler. Bunlar dernek ve sendikaların başına bir biçimde çöreklenmiş üç-beş bürokrattır. Halka gitmeyen, halka güvenmeyen, kitleler içinde çalışmanın gereği olan sabır ve emeği gösterecek durumu olmayan ÖDP, bunun kaçınılmaz sonucu olarak işte bu bürokratlardan medet umar durumdadır. Halka gidemez, halkı

örgütleyemezler. Bu herşeyden önce ÖDP'nin yapısının bir sonucudur. ÖDP örgütlenmeye başladığından itibaren, mücadelenin yükünü kaldıramamış, risklerine katlanamamış, bu nedenle de devrimciliği bırakmış yorgunlar, yılgınlar üzerine oturan bir partidir. Geçtiğimiz günlerde ÖDP içinde yeralan gruplardan biri olan eski KSD'lilerin 1. Sayısını çıkardığı "Kurtuluş, Sosyalist Demokrasi için (K-SDÎ)" adlı dergide bakın ne yazıyorlar:

"Partimizin ilk elden etki alanına giren ve üyesi olmayı kabul eden kitle, seksen öncesi herhangi bir sol gurupla

ÖDP

Page 26: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

Sayı 14 / 23 Ocak 1999 SEÇİM HESAPLARI -KURTULUŞ 26

bağlantısı olan, sonra yenilgiyle birlikte politikanın kenarında duran veya kimi 'sosyal demokrat'partilerde siyaset yapmaya çalışan insanlardan oluşmuştur."

ÖDP gerçeği budur. Bunları örgütlemişlerdir.(!)

Evet, kuruluş zamanındaki tüm farklı iddia ve teorilere rağmen, ÖDP bu kesimlerin ihtiyacından doğmuştur. ÖDP yılgınların, devrim kaçkınlarının birbirlerinden güç almak için biraraya gelip kurduğu partidir dediğimizde hoplayıp, zıplayanlar bu itirafları şimdi yapıyorlar. Kaç yıldır bu gerçekleri niye tartışmıyordunuz?

Bunları şimdi yazmaya başlayan KSD'liler, uzun zaman sonra bir de yayın organı çıkarmaya karar vermişler. Halbuki, ÖDP'nin yayın organı "V Özgürlük" çıkmaya başlayalı çok da zaman olmadı. Niye ÖDP'nin yaygın organı ihtiyacınızı karşılamıyor mu, hani kanatlar ortadan kalkıyordu? Görülen o ki, kanatlar çoğalmakta, tüylenmekte. Şimdi bu kanatlara da ayrıca sormak gerekiyor, yayın organının gereğini, yararını şimdi mi keşfettiniz? Aslında niye böyle davrandıklarının nedenleri görülmeyen bir şey değildir. Dükkanlarına çoktan kepenk indirtmiş olanlar, şimdi tasfiye olma ihtimali veya ÖDP'nin kötüye gidişine karşı önlem olarak, artık ahı gitmiş vahı kalmış gruplarını yeniden toparlama çabasındalar. Beyhude bir çabadır. Kafalarındaki tüm nirengi noktaları kaymış, üzerinde siyaset yaptıkları zemin değişmiştir. Eski dükkanlarını bile açmaları, eski gruplarını toparlamaları mümkün değildir artık. İdeoloji kalmamış, pragmatizm her şey olmuştur, eskiden kalma bazı söylemlerle devrimcilik iddiasında bulunulmaya çalışılıyor. Evet, ÖDP "12 Eylülden sonra veya ÖDH'nin kötüye gidişine karşı önlem olarak, artık ahi gitmiş vahı kalmış gruplarını yeniden toparlama çabasındalar. Beyhude bir çabadır. Kafalarındaki tüm nirengi noktaları kaymış, üzerinde siyaset yaptıkları zemin değişmiştir. Eski dükkanlarını bile açmaları, eski gruplarını toparlamaları mümkün değildir artık. İdeoloji kalmamış, pragmatizm her şey olmuştur, eskiden kalma bazı söylemlerle devrimcilik iddiasında bulunulmaya çalışılıyor.

Evet, ÖDP "12 Eylülden sonra politikanın kenarında duran veya 'sosyal demokrat' partilerde siyaset yapmaya çalışan insanlardan oluşmuştur." "80 öncesi herhangi bir sol grupla bağlantısı olan'bu insanlar düzene yerleşmiştir. İş-güç sahibi olmuşlar, bir çoğu kendi tezgahını kurmuş, dükkanını açmıştır. Çoğu, bürokrat, yönetici, müdür, işyeri sahibi, serbest meslek sahibi, ticaretle uğraşan insanlardır. Yani emekçi sınıfın üzerinde bir sosyal yaşam düzeyine sahiptirler. ÖDP'nin ideolojisini, politikalarını belirleyen de bu kesimler belirlemektedir. Bunun içindir ki, yoksul halk kitleleri düzenden uzaklaşır, düzen partilerinden umutlarım keserken, onlar halkı sandık başına çağırmaktadırlar. Bunun içindir ki, oligarşi anti-demokratik bir seçim yasasını alenen dayatmasına rağmen, hala oligarşinin temsilcileriyle görüşmeler yapıp barajın kaldırılmasını lütfunu istemeye ve seçime katılma ısrarını sürdürmeye devam etmektedirler.

ÖDP tabanında ise ağırlıklı olarak, onların eski "sol"culuklarından kalan devrimci, sol söylemlerden etkilenen ağırlığı memurlardan oluşan küçük burjuva kesim vardır. Düzen içi politikalar, bu kesimlerin de belli statükolarına denk düşmekte, ÖDP, kitleleri devrimcileştirmek,

dönüştürmek yerine, bu geri, statükocu eğilimler üzerine oturup, böylelikle bir "güç" olmaya çalışmaktadır. Bu nedenledir ki ÖDP, devrimin reddi olarak doğmuş ve düzende kendine bir yer edinmeye çalışarak gelişmeyi hedeflemektedir. Ve aynı nedenle de sürekli ve istikrarlı(!) bir şekilde giderek devrimcilerden uzaklaşmaktadır.

Seçim politikaları da bu çerçevededir. Onlarca katliamın sorumlusu, düzenin koltuk değneği olan CHP gibi burjuva partilerine göz kırpmakta, onlarla ittifak zemini aranmaktadır.

Özcesi, eskiden "sosyal demokrat partilerde politika yapmaya çalışanlar" şimdi bu politikalarını ÖDP'de devam ettirmektedirler. ÖDP'nin eylemlerini neden gecekondu mahallelerinde değil de, Beyoğlu'nda yaptığının, neden gecekondu kadınlarının, köylü kadınlarının sorunlarını temel almayıp da "Beyoğlu'nda gece de rahatça gezebilmek" isteyen kadınlar üzerine politikalar yaptığının açıklaması da buradadır. Kent merkezlerindeki salonlarda, panellere, toplantılara katılan Ufuk Uras'ın gecekondu mahallelerinde yaptığı kaç tane toplantıya, panele tanık oldunuz?

İşçiye uzaktır, gecekonduluya uzaktır, köylüye uzaktır. Ne onları anlayabilir, sorunlarını sahiplenip, paylaşabilir ne de onların diliyle konuşabilir. Konuşabilmek için gerçekten devrimci olmak, sosyalizme sahip çıkmak gerekir. ÖDP ancak sınırlı bir küçük burjuva, aydın, kesimi etkileyebilir; onların özlemlerine, beklentilerine hitap edebilir. Hepsi o kadar. Daha fazla gelişebilmesinin tek olanağı devrimcilerin, devrimci muhalefetin olmadığı, bastırıldığı bir ortamda burjuvazinin desteğini alabilmektir. Ki devrimci muhalefeti uzaktır, köylüye uzaktır. Ne onları anlayabilir, sorunlarını sahiplenip, paylaşabilir ne de onların diliyle konuşabilir. Konuşabilmek için gerçekten devrimci olmak, sosyalizme sahip çıkmak gerekir. ÖDP ancak sınırlı bir küçük burjuva, aydın, kesimi etkileyebilir; onların özlemlerine, beklentilerine hitap edebilir. Hepsi o kadar. Daha fazla gelişebilmesinin tek olanağı devrimcilerin, devrimci muhalefetin olmadığı, bastırıldığı bir ortamda burjuvazinin desteğini alabilmektir. Ki devrimci muhalefeti bastıran bir oligarşinin de zaten ona ihtiyacı kalmaz.

ÖDP'nin devrimi, halkın iktidarını istediği yoktur. O Avrupa'nın emperyalist demokrasilerine hayrandır, istediği burjuva demokrasisidir. Eskaza mecliste bir kaç koltuk alabilirlerse de bunun için mücadele (!) edeceklerdir.

Bu nedenle seçimler onun için çok önemlidir. Mücadele alanlarında ortaya çıkan güçsüzlüğünü, seçimlerde sağlayabileceği oy artışıyla örtmek, kitlelere geliştiğini, büyüdüğünü göstermek zorundadır. Bunu yapamadığında bitişinin hızlanacağını, kendi tabanından bile kendisine karşı güvensizliğin, kopmaların büyüyeceğini görmektedir. İşte bu noktada seçimde birlik meselesi onun için handikaplarla doludur. Açmazdadır.

Üstelik ittifak yapabileceği asıl parti de "Kürt sorunu"nu temel almıştır. HADEP'le ittifak yapılsa, oligarşinin icazetiyle,- tabandaki geri eğilimlerle çatışacaklardır. Yapmasalar, barajı aşabilecek bir varlık göstermeleri mümkün değildir; ve parlamentersiz kalma koşullarında ÖDP'nin soluğu iyice kesilecektir. Çelişkileri buradadır. Bu çelişki, düzen içileşmenin, sağcılaşmamn çelişkisidir.

İşte bu nedenlerle ÖDP'yi de desteklememiz sözkonusu bile değildir.

"EMEKÇİ HALKA YÖNELİK SALDIRILAR" SANDIKLA MI PÜSKÜRTÜLECEK?

EMEP, "halkın birlik ihtiyacına yanıt verilmelidir" diyerek, ÖDP ve HADEP'i suçluyor. Peki EMEP farklı mı?

Yıllardır ne yapar EMEP? Bu sorunun cevabını bilen, bir çırpıda somut olarak bir şeyler sayabilecek olan var mı? Gökte-pe'nin mahkemelerinin dışında hangi pratikte görünmüştür EMEP? Kiminle hangi birlik içinde, hangi dayanışmada bulunmuştur?

EMEP de diğerleri gibi, kuruluşunun ardından icazeti esas alan bir çizgide yer almıştır, ilk zamanlar sınırlı bir kaç çıkış yapmış, ancak oligarşinin terörü karşısın-da hemen gerilemiş ve o çizgide kalmış-tır. 96 Ölüm Orucunun Türkiye'yi sarstığı, dünyayı etkilediği bir ortamda o buna gö-zünü kapayabilmiş "işçilik" yapmaya devam ederek, oligarşiyle yaşanan bu bü-yük hesaplaşmanın dışında kalmıştır. Ama bunun para etmediğini gördükçe o da eski "komünistliğinden" tavizler verip, "halkı" keşfetmeye başlamış, o güne ka-dar hep eleştirdiği "Demokratik Türkiye"

EMEP de diğerleri gibi, kuruluşunun ardından icazeti esas alan bir çizgide yer almıştır. İlk zamanlar sınırlı bir kaç çıkış yapmış, ancak oligarşinin terörü karşısın-da hemen gerilemiş ve o çizgide kalmış-tır. 96 Ölüm Orucunun Türkiye'yi sarstığı, dünyayı etkilediği bir ortamda o buna gö-zünü kapayabilmiş "işçicilik" yapmaya devam ederek, oligarşiyle yaşanan bu bü-yük hesaplaşmanın dışında kalmıştır. Ama bunun para etmediğini gördükçe o da eski "komünistliğinden" tavizler verip, "halkı" keşfetmeye başlamış, o güne ka- . dar hep eleştirdiği "Demokratik Türkiye" gibi sloganlarla politikasızlığım örtmeye çalışmıştır. Ama bu da zorlamadır, sunni-dir. Sağa savruluş, halka aydınca yaklaşı-mı, dilinde, üslubunda bile sırıtmaktadır. Konduların tozunu, çamurunu ayaklann-da taşımayanlar, yoksul halkın sofrasına oturmayanlar, kafalarında soyut işçi sınıfı kalıplarını taşıyanlar, halkın sorunlarım, taleplerim de paylaşamazlar, onları savu-

EMEP'in seçimlerle ilgili yazılardan bi-ri şöyle başlıyor: "Emekçi halka yönelik saldırılar, dayanılmaz bir hal almıştır. Se-çimler büyük sermaye açısından bu saldı-rıların tırmandınlacağı ortamın kolaylaş-tırılması yönünde kurgulanmaktadır. Bu saldırıların püskürtülmesi ihtiyacı, işçi ve emekçilerin birliğinin sağlanmasını son derece önemli kılmaktadır." (16 Ocak, Ev-rensel)

Pekala "emekçi halka yönelik saldırı-lar"seçimler kesinleşince mi aklınıza gel-di? Niye bundan önce bir birlik çabanız yoktu? Evet, seçim ittifakları dışında bu saldırılan göğüslemek için kime ne öner-diniz, kimle birlik içinde davrandınız? Yoktur. Böyle bir niyetleri de, pratikleri de olmamıştır. Bugün de zaten "emekçi halka yönelik saldırılar" ve benzeri gerek-çeler yalnızca bir dekordur.

Devam ediyor EMEP: "îşçi ve emekçile-rin birliği ve Türk-Kürt kardeşliği, özellik-le bu dönem vazgeçilmezdir..." Niye "özel-

likle bu dönem"? Dö-nem dediğiniz nereden nereye ayrılıyor? Daha geçtiğimiz ay şovenizm ayyuka çıkmışken, parti olarak "Türk-Kürt kar-deşliği" için ne yaptı-nız? Yoksa MGK'nın hış-mını, düşmanlığını üze-rinize çekmemek için es mi geçtiniz bu konuyu? Cümleleri doğru kur-muyorsunuz. "İşçi ve emekçilerin birliği ve Türk-Kürt kardeşliği,

özellikle bu dönem vazgeçilmezdir..."'de-diğiniz cümlenin doğrusu "İşçi ve emekçi-lerin birliği ve Türk-Kürt kardeşliği, özel-likle seçim için vazgeçilmezdir..."'şeklinde olsa gerek. Çünkü pratiğiniz asıl olarak buna uymaktadır.

Seçim geçince, bu vazgeçilmezlik de vazgeçilir olur nasıl olsa.

EMEP'in huyudur zaten. Onun da par-tinin kuruluşu döneminde en çok vurgu-ladığı şey, "legal partinin kitlelerin ihtiya-cı olduğu"ydn. Yani kendileri değil de, halk legal partilere ihtiyaç duyuyordu.

Her şey oy yüzdeleri hesabı üzerinden yapılmakta, birliğin gerekliliği, zorunlulu-ğu, muhtemel yararları hep bu yüzdeler üzerinden kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Sorun bu kadar açıktır. Birlikten ne anla-şıldığı, ne yarar umulduğu bu kadar açıkça ortadadır. O zaman bunu "mücadele, dev-rim, saldırıların göğüslenmesi" gibi kav-ramlara bulandırmanın ne alemi var?

"Çünkü birlik halkın ihtiyacı ve özlemi durumundadır" demektesiniz. Yazınızda isabetli bir cümle var; bu iddianıza karşı önce onu hatırlatmalıyız: "Hiç bir parti kendisini halkın yerine koyamaz, ve koy-mamalıdır." yapmakta, birliğin gerekliliği, zorunlulu-ğu, muhtemel yararlan hep bu yüzdeler üzerinden kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Sorun bu kadar açıktır. Birlikten ne anla-şıldığı, ne yarar umulduğu bu kadar açıkça ortadadır. O zaman bunu "mücadele, dev-rim, saldırıların göğüslenmesi''gibi kav-ramlara bulandırmanın ne alemi var?

"Çünkü birlik halkın ihtiyacı ve özlemi durumundadır" demektesiniz. Yazınızda isabetli bir cümle var; bu iddianıza karşı önce onu hatırlatmalıyız: "Hiç bir parti kendisini halkın yerine koyamaz, ve koy-

Seçimler konusunda bir birliğin halkın ihtiyacı ve özlemi olduğunu da nereden çıkarıyorsunuz? Siz yoksul halkın oturdu-ğu semtlerden, kahvehanelerin havasın-dan uzaksınız, ama anlaşılan pek televiz-yon falan da seyretmiyorsunuz. Halk se-çim sandığından "vebalı" gibi sözediyor. Buna rağmen sandığın başına giderse de bu, çaresizliğindendir. Halkın birlik özle-mi, ihtiyacı vardır, ama bu mücadele için, direniş için bir birlik ihtiyacıdır. Seçimler için değil.

Bir önceki seçim hatırlardadır. EMEP'li-ler burjuva partilerinden farksız bir seçim propagandası yürütülmüştür. Vaatler ve abartılar üzerine kurulu bu seçim çalış-masından devrimci anlamda geriye bir şey kalmış mıdır acaba? Küçük-burjuva ke-simlerin "güçlüden yana" olma eğilimleri-ni kullanıp, abartılarla oy toplayacaklardı. Hesaplan tutmadı.

Kitleleri yalanla, abartıyla kendine yö-neltmeye çalışmaktan ne yarar umulmuş, ne bulunmuştur?

Bu seçimde de aynısı olacaktır. EMEP'in seçimlerde ne yapacağı, nasıl bir propaganda yürüteceği bugünden bellidir. Bir blokla veya yalnız. Mantık burjuvazi-nin seçim ufkunu aşan bir mantık değildir.

Bu nedenle de bizim EMEP'İ veya aynı kategorideki herhangi bir legal sol partiyi, seçimlerde desteklemek sözkonusu değil-dir.

OY AVCILARINA ARTIK SÖZ HAKKI YOK

EMEP;

Page 27: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

27 KURTULUŞ TUTSAKLARDAN - Sayı 14/23 Ocak 1999 -

Burjuva medyanın manşetlerini günlerdir bir haber süslüyor. Abdullah Çatlı'nın "halefi" diye lanse edilen faşist katil Haluk Kırcı'nın gözaltına alınması "büyük bir olay" olarak yansıtılıp, "özel" ve "flaş" haberler yapılıyor; sözde "özel dosyalar" hazırlanarak Susurluk sonrası ortaya saçılan devletin tüm katliamlarının kördüğümünü açacak "anahtar"ın, Haluk Kırcı'da gizli olduğuna halk inandırılmaya çalışılıyor. Bizzat egemenlerin dikte ettirdiği başlıklar ve haber içerikleriyle, devletin "Susurluk'un karanlık dehlizlerini" aydınlatmada ne denli samimi bir çaba içerisinde olduğu vurgulanırken, diğer taraftan Haluk Kırcı'nın sorguda direndiğinden, susma hakkını kullandığından söz ediliyor. Tam bir komediye dönüştürülen eli kanlı faşist katil Haluk Kırcı'nın sorgusu, sözde Haluk Kırcı'nın direniş duvarına çarpmış ve istenilen bilgilere ulaşılamamıştır.. Susma hakkını kullanan Haluk Kırcı sorgusunda konuşmamakta direnmişmiş, ayrıca Kırcı şeker hastasıymış, ağzına su dahi koymamış, kan değerleri ve tansiyonu sorgunun daha da boyutlandırılmasına izin vermiyormuş, vs. Komedi sürdürülüp, halkın gözlerinin içine baka baka alay etmeye devam ediyor, Haluk Kırcı için "konuşmadı" diyorlar. Tepeden tırnağa işkence ve katliama batmış devletin, tüm ülke emniyet müdürlüklerinde, hatta mahalle karakollarına varıncaya kadar nasıl bir sorgu yaptığını bu topraklarda yaşayan hiç kimse için sır olmadığı açıktır. İşkenceli sorgularla alınan ifadelerle deliller oluşturulduğu; devrimci ve yurtsever insanların işkenceyle yapılan sorgular ve "kanlı eylemlerin failleri" haline getirildikleri; susma hakkını kullanıp insanlık onuru için direnen ve işkenceli sorguları protesto eden insanların daha yoğun işkencelere tabi tutulduğu, olmadı kaybedildiği, sorguda katledildiği bilinen gerçeklerdir. En son Halkın Hukuk Bürosu avukatı Zeki Rüzgar'a Ankara DAL işkencehanelerinde, üstelik ameliyatlı, ağır hasta iken işkence yapılmıştır. Avukat Zeki Rüzgar'ın kemik veremi de denilen kemik tüberkülozu hastası olması, işkenceli sorgulara engel olamamış ama her nasılsa işkenceli sorgularıyla ünlü İstanbul Emniyeti'nin "tecrübeli" polisleri, Haluk Kırcı'dan ifade alamamış(!).. 1970'li yıllardan bugüne sırtı sıvazlanan, takdir edilen ve Ankara

Bahçelievler'de yedi TİP'linin katledilmesi gibi birçok katliamın hem planlayıcısı, hem de uygulayıcısı olan Haluk Kırcı'nın bu anlamda sorguda konuşmadığı, susma hakkını kullandığı yalandır. Haluk Kırcı yakalanmamış, planlı bir operasyonun parçası olarak gözaltına

alınmış, göstermelik sorgu senaryosu görüntüsü altında bizzat devlet tarafından İstanbul Emniyeti'nde adeta ağırlanmış, misafir edilmiştir. Haluk Kırcı'nın sorgusu bu nedenle danışıklı bir dövüştür. Devlet, Haluk Kırcı'nın konuşması için değil, aksine ifade vermemesi için her şeyi yapmıştır. Haluk Kırcı'yı sorgulamak istememiştir, çünkü Haluk Kırcı'yla birlikte suçlu olan bizzat devletin kendisidir. Bırakalım sağlam olmayı, yaralı, kurşunlanmış ya da sakatlanmış bir biçimde gözaltına alınan devrimci ve yurtsever binlerce insana sadece karakol ve emniyet müdürlüklerinde değil, hapishanelerde de işkence yapanların; susma hakkını kullanmayı örgüt üyeliğine kanıt olarak gösteren DGM savcılarının ve polislerin Haluk Kırcı'nın "şeker hastahğı"nı ciddiye alıp, susma hakkını kullanması karşısında çaresiz kaldığı senaryosuna kimseyi inandıramazlar. Sömürüsüz bir ülke ve dünya için savaşır ve mücadele ederken değişik tarihlerde gözaltına alınan, işkenceli sorgulardan geçirilerek polis fezlekeleriyle tutuklanan, susma hakkını kullandıkları için "örgüt üyesi" muamelesi gören binlerce insandan bazı örnekler şunlardır: ŞEVKET DALBOY (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 22 Mart 1996 tarihinde İzmit'te Terörle Mücadele polisleri tarafından gözaltına alındı. Kurtuluş gazetesi İzmit muhabiri. Gözaltına alındığındaki rahatsızlıkları; boynunda kemik uzaması ve sol kolunda kırıktan dolayı platin takılı. Bu rahatsızlıkları bilinerek sol kol, boyun ve boğaza tekme ile vurularak işkence yapılıyor. Sol kolundaki platine rağmen Filistin askısına (ters askı) alınıyor. Askıdayken sol koluna basınç yapılarak daha fazla yük binmesi sağlanıyor. Bu işkence yapılırken işkenceci polisler kolundaki platinin ne zaman fırlayacağı üzerine iddiaya girerek psikolojik baskı uyguluyorlar. Ayrıca izmit'teki son gözaltısından 10 gün kadar önce Bursa'da bir kez daha gözaltına alınıyor. Burada haya burma işkencesi nedeniyle testislerde şişme oluyor. Serbest bırakıldıktan sonra bu rahatsızlığının tedavisi yapılırken gözaltına alınıyor. İşkencede bu rahatsızlığı görülmesine rağmen haya burma yöntemi sürekli uygulanıyor. Ayrıca Filistin askısı sırasında vücudun çeşitli yerlerine elektirik veriliyor. OKTAY KARATAŞ (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 4 Ocak 1996'da Ümraniye Hapishanesinde asker ve polislerin tutsaklara saldırısı sonucu duyma yeteneğini tamamen kaybetti. Yeniden duyabilmesi için yapılması gereken Biyonik Kulak Nakli (Cochlear İmplantasyanu) giderlerinin Adalet Bakanlığı'nca ödenmemesi nedeniyle tedavisi

yapılamıyor. CENGÎZ BAYIR (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 4 Nisan 1996'da gözaltına alınıyor. Gözaltına alındığında 8 yıldır Epilepsi (Sara) tedavisi görüyordu. Daha önce GATA vd. Hastnelerde yatarak tedavi görüyor. Gözaltına alındığında bu rahatsızlığını bilen işkenceciler özellikle kafasını duvarlara vuruyorlar. Bunun yanı sıra elektrik, askı, testisleri burma. Sıcak ve soğuk suyla ıslatma, vantilatörün önünde bekletme, camdan sarkıtma, farelerin bulunduğu bir yere kafasını sokma, elle boğma, suyla boğma gibi fiziki işkencelerin yanı sıra küfür, hakaret vb psikolojik işkenceler yapılıyor. Kafasına aldığı darbeler nedeniyle uzun süredir tekrarlanmayan epilepsi nöbeti burada yeniden başlıyor. Son gözaltısından bugüne gittikçe sıklaşan aralıklarla nöbet geçirmeye başlıyor. Bugün bu nöbetler hemen her gün tekrarlanmaktadır. TEKlN TANGÜN (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 22 Mart 1996 tarihinde Kocaeli'nde gözaltına almıyor. Sol böbrekte 1.5 cm çapındaki taş nedeniyle hidronefroz (Böbreklerde su toplanması) var. Elektrik, ters askı, testis burma, beton zeminde soğuk su altında bekletme, özellikle böbrek bölgesine darbe ve kaba dayak gibi fiziki işkencelere maruz kalıyor. Yapılan işkenceler sonrasında idrardan kan gelmesi üzerine hastaneye kaldırılıyor. Doktorlar hastaneye yatırılması gerektiğini söylemelerine rağmen işkenceciler hastaneden kaçırarak tekrar işkence yapmaya götürüyorlar. Durumunun- daha da ağırlaşması üzerine aynı gün tekrar hastaneye yatırılıyor. Çıkarıldığı izmit Adli tabiplikten kati rapor için sevk edilmesine rağmen izmit Adli tabipliği'ne götürülmüyor. ŞABAN TONTA (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 26 Aralık 1995 tarihinde istanbul Avcılar'da gözaltına alınıyor. Gözaltına alındığında Parkinsonizm hastası olması nedeniyle tedavi görüyor. Polis bunu bilmesine rağmen kafasını duvara vurarak gözaltına alıyor. Bu darbeler sonucu kafası kırılıyor. Tutuklanıyor. Rahatsızlığının belgelenmesine rağmen tahliye edilmeyerek dışarıda devam eden tedavisi engelleniyor. Hastalığı işkencenin ardından daha da üerliyor. BÜLENT YİĞİT (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 1996 Mart'ında istanbul Maltepe'de yolda yürürken Terörle Mücadele Şubesi'ne bağlı polisler tarafından gözaltına alınıyor. Yol ortasında daha üst araması yapılırken polis göğüs bölgesine ateş ederek yaralıyor. Sol akciğeri parçalanıyor. Ameliyat ediliyor ve akciğerin yarısı alınıyor. Ameliyat sonrası polis tarafından şubeye işkeneceye götürülüyor. Kaba dayak, soğukta bekletme gibi fiziki işkencelere ve ölümle tehdit, hakaret gibi psikolojik işkencelere maruz kalıyor. Sorgu sonrasında çıkarıldığı DGM'deki adli tabiblikteki doktor hastayı muayene dahi etmeden hapishaneye gönderiliyor. MUSTAFA ATALAY (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 17 Nisan 1991'de

Mersin'de gözaltına alındı. Gözaltına alındığı sırada beli kırılıyor. Bu haliyle şubeye götürülerek işkence alınıyor. Kaba dayak, elektrik ve özellikle kırık olan bölgeye vurarak işkence yapılıyor. En son 16 kasım 1992 tarihinde Bursa terörle Mücadele Şubesi polisleri tarafından Balıkesir'de gözaltına alınıyor. Yalancı infaz, askı, elektrik, soğuk su banyosu, kabadayak. Özellikle daha önce kırık olan bölgeye sürekli darbeler vuruluyor. Eyüp adli tabibliğinden verilen 7 günlük rapor ile işkence belgeleniyor. ERCAN KARTAL (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 31 Ağustos 1994 tarihinde istanbul Kartal Rahmanlar'da Terörle Mücadele polisleri tarafından gözaltına alınıyor. Şubeye götürmeden önce kaba dayak ve silahla ateş edilerek yalancı infaz senaryoları yapılıyor. Şubede askı, elektrik, tazyikli su vb işkenceler yapılıyor. Dizkapağının altı kısmında çocukluktan kalma kapanmış bir yara oyulup açılarak buradan içeri kablo sokularak elektrik veriliyor. Tutuklanmasının ardından eyüp adli tabipliğinin verdiği 15 günlük işgörmez raporu ile işkence belgelendi. Şubede ifade vermemesi ve susma hakkını kullanması örgüt üyeliğine delil olarak gösteriliyor. BEKİR ŞİMŞEK (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 10 Eylül 1993 tarihinde bacağından kurşunla yaralanmış olarak gözaltına alınıyor Sol bacağının üst kısmında aldığı kurşun yarası nedeniyle kemik kırılıyor. Bu şekilde ameliyat edildikten sonra şubeye götürülerek işkenceye alınıyor. Şubede özellikle kırık bacağına vurulan darbelerle, elektrik, askı vb fiziki işkenceler uygulanıyor. Tutuklanmasının ardından 2 yıl yatakta kalıyor. Daha sonraki bir yıl da koltuk değnekleri ile yürüyebiliyor. Bugün sol bacağı sakat kalmıştır. JALE ÎZZETOĞLU (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 9 Ocak 1996 tarihinde Bursa Terörle Mücadele Ekipleri tarafından gözaltına alınıyor. 1995 ylında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hastanesinde kalp rahatsızlığından dolayı tedavi görüyor. Şubeye alındığında bu rahatsızlığı bilinmesine rağmen kabadayak, işkence, askı biçiminde işkencelere maruz kalıyor. Rahatsızlanması üzerine 4 gün sonra gözaltına almıyor. İşkence hastane odasında da devam ediyor yatağa kelepçe ile bağlanıyor, başında bekleyen nöbetçilerin ve TEM polislerinin psikolojik işkence ve tehditleri devam ediyor. Savcı ve hakimin hastaneye getirilmesi ile yapılan duruşma sonucu tutuklanıyor. ŞENGÜL MERT (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 6 Ekim 1992 tarihinde gözaltına alınıyor, ileri derecede astım bronşit hastası. Bu rahatsızlığı bilinmesine rağmen soğuk su ile ıslatma, askı, elektrik, kaba dayak ve diğer işkencelere maruz kalıyor. Bugün sürekli tedavi altında yaşamak zorunda. Hapishane hastanesinde bulunmaktadır. YAŞAR KIZGIN (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ)

BİZ KONUŞALIM

HALKLARIMIZA

Page 28: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

-Sayı 14/23 Ocak 1999- TUTSAKLARDAN -KURTULUŞ 2 8

Aralık 1995 yılında İstanbul Terörle Mücadele Şubesi polisleri tarafından gözaltına alınıyor. Alındığı dönemde aktif tüberküloz tedavisi görüyor. Bu polis tarafından da biliniyor. Buna rağmen elektrik, soğuk su ile ıslatma ve vantilatörün önünde tutulma, askı, falaka, haya burma gibi işkencelere maruz kalıyor. Tedavisi sürerken yapılan bu işkenceden dolayı hastalığı daha ilerliyor. Hapishane hastanesine kaldırılarak bir süre tedavi görüyor. Bugün bünyesinde yaşanan tahribat nedeniyle sürekli kontrol altında tutulmak zorunda. VEYSEL AKPINAR (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Aralık 1995 tarihinde gözaltına almıyor. Şeker hastası. Bu hastalığı nedeniyle gözlerinde görme kaybı var. Bu rahatsızlığı bilinmesine rağmen şubede kaba dayak, askı, elektirik işkenceleri uygulanıyor. İlaçları verilmiyor. Tedavisi aksatılıyor. ASIM ÖZDEMİR (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) 6 Mart 1993 tarihinde İstanbul'da gözaltına alınıyor. Böbrek hastası. Sürekli tedavi görüyor. İstanbul ve Ankara olmak üzere günlerce işkencede kalıyor. Askı, falaka, kaba dayak, haya burma, elektrik, yalancı infaz tehditlerinin yanı sıra özellikle böbrek kısmına darbeler vurularak daha büyük hasar yaratılmak isteniyor. BİNALI SARIELMAS (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Nisan 1993 yılında İstanbul'da Terörle Mücadele polisleri tarafından gözaltına alınıyor. Alındığı dönemde kronik bronşit tedavisi görüyor. Bu bilinmesine rağmen askı, elektrik, haya burma, falaka, kaba dayak gibi işkencelerin yanı sıra soğuk su ile ıslatıp, soğuk hava veren bir vantilatörün önünde uzun süre bekletme işkencesi ALİ EKBER AKKAYA (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) El ve kollarını kullanamıyor. Yalnız yürüyemiyor. Konuşmada zorluk çekiyor. Versiko Korsakof hastalığı teşhisi konuldu. Tedavisi engelleniyor ve yeniden sağlığına kavuşması mümkün olmadığı halde hapishanede tutulmaya devam ediliyor. ALİ YALÇIN (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Hafıza kaybı. Belleği kaydetmiyor. Versiko Korsakof hastalığı teşhisi konuldu. Tedavisi engelleniyor ve yeniden sağlığına kavuşması mümkün olmadığı halde hapishanede tutulmaya devam ediliyor. SELİM AÇAN (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) İşkenceler sonucu üç kaburga kemiği kırılmış ve adli tıp'ın verdiği 33 günlük işgöremez raporuyla gördüğü işkenceler belgelenmiştir. Mide ve kan şekerinin yükselmesi rahatsızlıkları bulunmaktadır. Bu rahatsızlıklarına rağmen her türlü işkence yapılmıştır. CAFER GÜRBÜZ (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Hafıza kaybı, vücutta koordinasyon bozukluğu, hareketlerde yavaşlama ve titreme var. Tedavisi yapılmamakta engellenmektedir. CAN ALİ TÜRKMEN (SAĞMALCILAR

HAPİSHANESİ) Ayak parmaklarında kılcal damar yetmezliği var. Emniyet işkencehanelerinde falaka, düz ve ters askı gibi işkencelere maruz kalmıştır. İşkenceler sonucu sol kolu 2 ay boyunca haraketsiz kalmış, Adli Tıp'tan verilen 10 günlük işgöremez raporuyla işkence belgelenmiştir. İBRAHİM ÇİÇEK (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Atılım gazetesi Genel Yayın Yönetmeni. Bel fıtığı ameliyatlı ve astımlı olduğu halde ağır işkencelerden geçirildi. Adli Tıp'tan verilen 5 günlük işkence raporuyla yapılan işkenceler belgelendi. İfade vermemesi örgüt üyeliğine delil olarak gösteriliyor. NEJLA ÇOLAK Atılım gazetesi muhabiri. Ölümcül tehlike taşıyan böbrek rahatsızlığı vardı. Bu hali bilinmesine rağmen şubede ağır işkencelerden geçirildi. Susma hakkı ve polis fezleekeleri delil gösterilerek örgüt üyleğinden ceza verildi. ASİYE ZEYBEK Atılım gazetesi eski Yazıişleri Müdürü. Ağır işkencelerden geçirildi, istanbul Emniyeti'nde yapılan işkenceli sorgularda tecavüze uğradı. MÜSLÜM ELMA (SAKARYA HAPİSHANESİ) 1980 cuntası sonrası gözaltına alındı. 1984 Ölüm Orucu Savaşçısı. Uzun süre hapishanede kaldı. Hapishane koşullarının bünyesinde yaratmış olduğu tahribatlara rağmen 1993 yılında İstanbul Terörle Mücadele polisleri tarafından gözaltına alındığında ağır işkencelere maruz kaldı. Yapılan işkence Adli Tıp tarafından belgelenmiştir. Gözaltındayken açlık grevi ve susma hakkını kullanma tavrı DGM Savcılarınca örgüt üyeliğine kanıl olarak gösterildi. Bu doğrultuda hapis cezası aldı. NAZARET VARTANOĞLU (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Epilepsi (sara) hastası 1995 yılı Ekim ayında gözaltına alındı. Hastalığı düzenli ilaç kullanmasını gerektirdiği halde bundan mahrum edildi. Şubede rahatsızlığı bilinmesine rağmen ağır işkencelere maruz kaldı. 10 gün içerisinde 4 kez sara krizi geçirdi. Gördüğü işkenceler Adli Tıp tarafından verilen 1 haftalık işgöremez raporuyla belgelendi. Hastane şevklerinde yaşanan sorunlar nedeniyle tedavisi engelleniyor. DELİL İLDAN (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) El ve kollarını kullanamıyor. Yalnız yürüyemiyor. Konuşmada zorluk çekiyor. Versiko Korsakof hastalığı teşhisi konuldu. Tedavisi engelleniyor ve yeniden sağlığına kavuşması mümkün olmadığı halde hapishanede tutulmaya devam ediliyor. MEHMET ALİ ÇELEBİ (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Hafıza kaybı. Belleği kaydetmiyor. Versiko Korsakof hastalığı teşhisi konuldu. Tedavisi engelleniyor ve yeniden sağlığına kavuşması mümkün olmadığı halde hapishanede tutulmaya devam ediliyor. AHMET TURAN ATMACA (SAĞMALCILAR HAPİSHANESİ) Unutkanlık, denge problemi, baş dönmesi ve ağrısı, ağır deprasyon. Tedavisi engelleniyor ve yeniden sağlığına kavuşması mümkün

olmadığı halde hapishanede tutulmaya devam ediliyor. SEMİRAY YILMAZ gözlerde bulanıklık yorgunluk, yürüyememe, okuyamama ve unutkanlık var. YUSUF DEMİR ayak ile bacağında kangren riski var. Birkaç kez mide kanaması geçirdi. SELİM ÜNAY (SAKARYA HAPİSHANESİ) Ayaklarında mermi çekirdeği var. Yaklaşık 6 ay önce tedavi için Sağmalcılar Devlet hastanesine getirildi. Tedavisi yapılmadan geri gönderildi. İkinci defa yaklaşık 4 ay önce yeniden Sağmalcılar Devlet Hastanesi'ne getirildi ve yine tedavisi yapılmayarak geri gönderildi. Kurşun'un bir tanesini kendi imkanlarıyla çıkardı. Diğer kurşun hala ayağmdadır. ŞEMSETTİN KALKAN (CEYHAN HAPİSHANESİ) Sindirim sisteminden kaynaklanan ciddi rahatsızlıklarının yanı sıra astım-bronşit hastalığı var. Tedavisi engellendiği için halen karın bölgesinde şişme, nefes darlığı, öksürük, çabuk yorulma ve halsizlik şikayetleri devam ediyor. SİBEL SARISOY (SAKARYA HAPİSHANESİ) Daha önce Nefrit tedavisi görmesine rağmen şu anda hapishane idaresinin engellemeleri nedeniyle kontrol ve muayenesi yapılamadığından karın bölgesinde şişme, el yüz ve ayaklarda ödem, çabuk yorulma ve halsizlik şikayetleri devam ediyor. SİNAN YAVUZ (BARTIN HAPİSHANESİ) Ölüm orucu eylemi sorırasınıia gelişen denge sorununun yanı sıra, tedavisi engellendiği için sürekli mide bulantısı ve yüzünde oluşan ödemin nedeni belirlenemiyor. Bu şikayellfj^ ŞÜffima'yöT ve İleri derecede''' unutkanlığın yanı sıra hapishanedeki tutsakların diş tedavisi yapılmadığı için ağzında hemen hemen hiç diş kalmamış durumdadır. Bu nedenle beslenmede güçlük çekiyor. ALİ OSMAN ÇÖPEL İzmir'de üzerine hedef gözetilerek ateş edildi ve yaralı olarak işkenceci polislerce gözaltına alındı. Bu durumdayken askı, elektrik, kaba dayak, uykusuz bırakma vb gibi işkencelere maruz kaldı. İSMAÎL CÜNEYT 21 Aralık 1983'te İstanbul 1. Şube'de işkenceci faşistlerce kurşuna dizilerek katledildi. REMZİ BASALAK 23 Ekim 1992'de Adana'da, Adana emniyeti polislerince gözaltına alındı. Susma hakkını kullandı ve basına sağ ama elleri kelepçeli gösterildiği halde işkencede dili kesilerek katledildi. ATAMAN İNCE 25 Ekim 1981 tarihinde İstanbul Emniyetinde susma hakkını kullanıp tek kelime ifade vermediği için işkenceciler tarafından katledildi. ERKUT DÎREKÇİ Ankara Türk-İş mitinginde gözaltına alındı. Ağır işkence gördü. Susma hakkını kullandı. Bu tavrı örgüt üyeliğine gerekçe olarak gösterilerek tutuklandı. Böbrek kanseri olduğu biliniyordu ama, tedavisi bilinçli olarak engellendi. Son günleri yaşadığı Adli tabip tarafından belgelendikten sonra tahliye edildi ve kısa süre sonra yaşamını yitirdi. TUĞHAN BULDU 1990 yılında

İstanbul'da yaralı olarak Şube'ye alındı ve işkence yapılarak katledildi. SÜLEYMAN CİHAN 1981 Eylül'ünde gözaltına alınan TKP/ML Genel Sekreteri Süleyman Cihan 15 Eylül 1981'de yapılan işkenceler sonucu katledildi. HASAN HAKKI ERDOĞAN 30 Eylül 1984 tarihinde İstanbul Emniyeti'nde yapılan işkenceler sonucu katledildi. ALİ EKBER ATMACA Artvin Şavşat'ta 28 Mayıs 1992 tarihinde gözaltına alındı. Artvin Emniyeti'nde katledildi. SELAHATTİN DOĞAN 5 Ocak 1978'de İstanbul'da gözaltına alınan Doğan yapılan işkenceler sonucunda katledildi. HASAN GÜLÜNAY 20 Temmuz 1990 tarihinde İstanbul'da gözaltına alındı. Yapılan işkenceler sonucu katledildi. MALATYA HAPİSHANESİ, Malatya hapishanesinde kalan hasta tutsakların hastane şevki yapılmıyor. Zorlama ile yapılan şevklerde götürülmüyor. İdare 1 aydır ilaçta vermiyor. Neden olarak "ödenek kesildi vb." diyor. Yani hastaneye giden arkadaşların ilaçları verilmediği için tedavi edilmiyor. Bizim dışarıdan aldırdığımız ilaçların içeri geçmesini asker zaman zaman engelliyor. Durumu ciddi ve tedavisi engellenen arkadaşlar şunlar -BESİME DURU: Bacağında mermi var. Sakat kalma tehlikesi var. Merminin çıkması gerekiyor. İdare bilinçli olarak engellediği için ameliyatı yapılmıyor. -EYLEM YEŞİLBAŞ: 1.5 aydır bel kayması olduğundan hastaneye bile sevk yapılmadı. Zorlamalarla yapılan şevkle 2 gün önce hastaneye gitti sakat kalma tehlikesi

Kulak ıltıhapı var. 2 yıldır hastane şevki yapılmıyor, tedavisi engelleniyor. -GÜI.ERZERE: Hepatit-B geçirdi. Hastaneye şevki yapılmadığından tedavisi engelleniyor. -FERİDE HARMAN: Böbrek hastası. Hastane şevki ve tedavisi yapılmıyor. -HATUN AN: Eklem romatizması var. Vücudunda şarapnel parçası var. Tedavisi yapılmıyor.-ELİF AKKÜRT: Mide ülseri var. Tedavisi yapılmıyor. -GÜLSÜM ÇAKMAK: Migreni var. Tedavi edilmiyor. BERGAMA HAPİSHANESİ: Bulunan tusakların tevadivisi yapılmıyor. -FAİK ÖNDER:Hepatİt-B -ESAT UÇKAN: Denge kaybı, bel rahatsızlığı. Beyin tomografisi gerekiyor. -LEVENT GÖKTAŞ: Bel rahatsızlıkları var. Röntgen çektirmesi gerekiyor. ULAŞ GÖKTAŞ: Bel rahatsızlıkları var. Röntgen çektirmesi gerekiyor. RAMAZAN YILDIRIM: zaman zaman mide kanaması geçiriyor, röntgen çektirmesi gerekiyor. MESUT ÖRGE: Vücütta kısmen denge bozuklukları. ABDULLAH BOZDAĞ: Nefes darlığı. SADIK BAYRAKÇI, Kan pıhtılaşması denge kaybı. BUCA HAPİSHANESİ NEVZAT KALAYCI: Tomografi Çekilmesi Engelleniyor. BARIŞ YILDIRIM: Tomagrafı Çekilmesi Engelleniyor. TAMER ÇADIRCI: Anemi ve Akciğer İltihabı. Tevdavisi Engelleniyor. AYDIN KAYA: Böbrek İltihabı. Tedavisi Engelleniyor. ÜMRANİYE HAPİSHANESİ: RIZA

Page 29: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

- 2 9 KURTULUŞ - TUTSAKLARDAN - Sayı 14/23 Ocak 1999

POYRAZ: Vatan Caddesi Emniyet Müdürlüğünün beşinci katından aşağı atıldı. Hastaneye göstermelik olarak götürüldü. Tedavisi engellendi. Kırık ayaklarıyla yürütülüp DGM'ye götürüldü. FERHAT ERTÜRK: Gözlerinde tedavi gerektiren rahatsızlık var. Götürüldüğü hastanede jandarmanın engelleyici tutumu nedeniyle tedavisi yapılamadı. MADIMAK ÖZEN: İşkence sonucu gözlerinde oluşan görme kaybı var. YAVUZ ATEŞ: Gözlerindeki hastalık nedeniyle götürüldüğü hastanede jandarmanın saldırısına uğradı. Tevdavisi engelleniyor. ERHAN ŞAHİN: Bel fıtığı ameliyatı olması gerekiyor. Götürüldüğü hastanede jandarmanın saldırısına uğradı. ŞERİFE KORKMAZ: Dizinde iç menisküs yırtılması var. Ameliyatı engellendi. DURSUN ALİ PEKİN: Duyma sorunu var. Kulağına alet takılması gerekirken asker saldırısı sonucu tedavisi yapılamadı. TEKİN İME: Belinden ameliyat olması gerekiyor. Jandarma engelledi.

hastalığı teşhisi konuldu. Tedavisi engelleniyor ve yeniden sağlığına kavuşması mümkün olmadığı halde hapishanede tutulmaya devam ediliyor. AHMET POLAT(ÜMRANfYE HAPİSHANESİ): Beyincik küçülmesi olduğu halde iki kez işkenceye alındı. Askı, elektrik, falaka, boğmaya çalışma vb her türlü işkence yapıldı. DOĞAN MEMEClL: Yaralı yakalanarak işkencede katledildi. Gözleri oyuldu, kulakları kesildi. KEMAL ÖZELMALI: Yaralı yakalandığı halde işkenceden geçirildi ve sakat bırakıldı. ALDÜLAZİZ NAKÇI (BARTIN HAPİSHANESİ): El ve kollarını kullanamıyor. Yalnız yürüyemiyor. Konuşmada zorluk çekiyor. Versiko Korsakof hastalığı teşhisi konuldu. Tedavisi engelleniyor ve yeniden sağlığına kavuşması mümkün olmadığı halde hapishanede tutulmaya devam ediliyor. YUSUF ERİŞTİ: İstanbul Gayrettepe işkencehanelerinde işkenceyle katledildi. Cesedi kaybedildi. BİRTAN ALTUNBAŞ: Ankara DAL

işkencehanelerinde gözaltında işkenceyle katledildi. BAKİ ERDOĞAN: Aydın Emniyeti işkencehanelerinde işkenceyle katledildi. ALİ RIZA AĞDOĞAN: Beyoğlu Emniyet Amirliğinde işkencede katledildi. HÜSEYİN FİDANOĞLU: İstanbul TMŞ polislerince gözaltına alınarak bir binanın camından atılarak katledildi. TÜM HAPİSHANELERDEKİ:

DHKP-C, TKP(ML), MLKP, TKP- ML, TİKB, TKEP- Leninist, Direniş

Hareketi, HKG Tutsakları Adına, Sadi ÖZBOLAT, Çiğdem KAZAN, Mehmet

Akif HAN, Nü Pınar ARIN, Can Ali TÜRKMEN, Şerif KARTOĞLU,

Ramazan SADIKOĞULLARI, Hasan DEMİR... BAYRAMPAŞA

HAPISHANESİNDEKİ HDÖ, PYSK, TDP, DY, TKEP, DY Tutsakları Adına

Mehmet ÇİFTÇİ, İlhan ZEYREK, Kamil YILDIZ, Esral KARAGÖZ,

Mehmet Ali AYHAN, Nizam DOĞAN

Tedavisi yapılamadı. CEM SELVİ: Tüberküloz. Film çekilip tedavisi için götürüldüğü hastahanede jandarma saldırısına uğradı. UFUK KESKİN: Şeker hastası. Tedavisi için hastaneye götürülmesi gerekirken jandarma tarafından tedavisi engellendi. ANKARA HAPİSHANESİ: AĞIR HASTA ve AMELİYATLI olup işkence görenler; CEMAAT OCAK: Ev baskınında bayıltılıyor veöldü diye düşünülerek morga konuluyor, saatler sonra yaşadığını morgda bir görevli farkediyor. Baskında kafasına aldığı darbeden dolayı şu an sık sık SARA NÖBETİ geçiriyor. EYLÜL 1997'de oluyor. CEM ŞAHİN: 1995 temmuz'da yaşadığı gözaltında, astımlı ve teslislerinden yeni ameliyat olduğu halde, ağır işkence görüyor ve baygın olarak hastaneye kaldırılıyor. ÇİĞDEM KAZAN(BAYRAMPAŞA HAPİSHANESİ): Hamile iken gözaltına alındı işkence yapıldı. Şu anda el ve kollarını kullanamıyor. Yalnız yürüyemiyor. Konuşmada zorluk çekiyor. Versiko Korsakof

BİZ KONUŞALIM

Page 30: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14 / 23 Ocak 1999 - HALUK KIRCI

HALUK KIRCI

katliamından kalan eski cezası mı? Onu da merak etmeyin, elbet ona da bir yol bulunur.

Baksanıza zaten nedamet getirmiş! Bahçelievler katliamı için "yaptığımız hayvanlıktı" demiş! Zaten pişman ol-muş, içerde tutup da ne olacak? Yasal bir kılıf uydurulamazsa bir kez daha devlet babası yardım eder. Hiçbir yol bulunamazsa kaçırılıverir. Olur biter. En kötü ihtimalle de boynunu koparı -verirler, bir daha da konuşma riski kalmaz. ÖLÜM ORUCUNDAYMIŞ, SUSMA HAKKINI KULLANMIŞ MIŞ!

Rezalete bakın. Adam Susurluk'un en önemli kilit sanıklarından biri ola-rak gösteriliyor ama sanki emniyete tatile getirilmiş. Hergün, bazen günde iki defa törenle hastaneye taşınıyor. Her çıkışında basın kapıda karşılıyor. Beraber hastaneye gidiyorlar, tekrar geri geliyorlar.

SİZ HİÇ DEVRİMCİLERDEN, HALKTAN BİRİ GÖZALTINA ALINDI-ĞINDA BÖYLE HERGÜN BASIN NE-ZARETİNDE HASTANELERE GÖTÜ-

RÜLDÜĞÜNÜ GÖRDÜNÜZ MÜ? Göremezsiniz. Ama o farklı, bir ke-re

onun adı Haluk Kırcı, bir kere o kontrgerilla beslemesi bir faşist, bir kere onun eli halkın kanına bulaşmış, bir kere o Susurluk çetesinden. Yani makbul uşaklardan, "vatan için kur-şun sıkanlardan", "vatan için" uyuştu-rucu gibi her türlü pis işi yapanlardan;

"KIRCI, SAKIN KONUŞMA, BAŞKALARINI DA YAKMA!"

sorgudaki Haluk Kırcı olunca, çeteler olunca birden ne kadar demokrat ke-siliyor. Bukalemun gibi. Katil gazete-cilerle röportaj yapsa bir şey demeye-cekler. Tabii Kırcı da yaratılan bu gü-zel olanakları iyi kullanıyor doğrusu. Basında çıkanların hepsi yalan, ko-nuşmadım, ölüm orucundayım diyor. Mesajı alan alıyor. Demek ki gözaltın-da işi gücü televizyonları, gazeteleri izlemekmiş. Ne de olsa O farklı. İçeride de "Şeker hastasıyım eliniz

de kalır başınıza bela olurum" diyor-muş. Evi basılıp yakalandığında da polisleri "seni tanıyorum, solcu oldu-ğunu biliyorum"'diye posta atıp tehdit ediyor. Ölüm orucuna başladığım açıkla diye de mutlaka birileri ona akıl vermiştir. Yoksa onda ölüm orucu ya-pabilecek yürek yoktur. 12 Eylül'den -

HALUK KIRCININ BAHÇELÎEVLER KATLİAMI İTİRAFLARI

Abdullah Çatlı'nın organize ettiği Bahçelievler'de Türkiye işçi Partili 7 öğrencinin katledilmesi olayını nasıl gerçekleştirdiklerini Haluk Kırcı 12 Eylül'den sonra yakalanınca tüm ayrıntılarına kadar itiraf etti. Bugün de kabul ettiği bu itiraflarından bir bölümü şöyle:

%..)Çatlı arabayı terkettirdi ve Eskişehir yoluna çıktık. Araba süratle gidiyordu. O iki kişiyi indirdim. Tümseğe yüzü koyun yatırdım. Her birinin kafastna üçer mermi siktim. Tekrar eve geldik. Kalan beş kişinin baygın vaziyette yattığını gördük. Mahmut, Kürşat ve Ercüment'e boğarak öldürmenin daha doğru olacağını söyledim. Telden yapılmış bir askıyı aldım ve birini onunla boğmaya çalıştım. Ancak boğamadım. (...) Diğerlerini bu şekilde öldürmenin zor olacağını, onlara gitmelerini, baygın olanları ayıltıp hepsinin kafasına kurşun sıkarak öldürebileceğimi söyledim. Tabancadaki mermilerin hepsini boşalttıktan sonra da dışarı çıkıp kaçmaya başladım. Dört yolda Abdullah'ın bulunduğu eve gittim. Silahı ona verdim."

OY AVCILARINA ARTIK SÖZ HAKKI YOK

Haluk Kırcı güya Susurluk'un çözülmesinde kilit isimdi! YAKALANDI DA NE OLDU?

Kimse boşuna ümitlenmesin, Su-surluk devleti Susurluk'u çözmez.

HALUK KIRCI KONUŞMADI. KONUŞTURMADILAR. KONUŞMASINI İSTEMEZLER KONUŞURSA NE OLUR? Kırcı Demirel'in adamıdır, Ağar'm

adamıdır. Poliste, orduda, mafyadaki tüm kontra şefleriyle bağı vardır.

KONUŞURSA DEMİREL'DEN BAŞ-LAYARAK HEPSİ YANAR.

Herkes, bu sayılan zevatın başları-nın bu pisliğin içine ne kadar gömül-müş olduğunu bir daha görür.

Sakın konuşma Kırcı, kimseyi yak-ma!

Onlar sana hapishanede de gözleri

KİMSE MERAK ETMESİN; DİĞER SUSURLUK ÇETELERİ, KONTRGE-RİLLACILAR GİBİ O DA HAPİSHANE-DE ÇOK KALMAZ.

O şimdi sadece biraz istirahat ede-cek. Susurluk davasından nasıl olsa diğerleri gibi aklanır. Bahçelievler

lamıştır.Bunlar hep senaryonun par-

çalandır. Böylece ne yapalım adam hasta, ölüm orucunda üs-tüne gidemiyoruz denecektir Öyle de yapmışlardır Çok basil bir eylemden gösteriden gozal ına alınan devrimciler için sav ılıktan hemen gözaltının uza tılması için ek sure alınırken Susurluk un en önemli sanıkla rından Haluk Kırcı için buna ge rek duyulmamıştır Neden?

Haluk Kırcı'nın sorgusu bile tek başına, devletin kendini ak-lamak için faşist mafyacılarla giriştiği "danışıklı dövüşü" açık-ça ortaya koyuyor. Emniyet Ge-nel Müdürü Necati Bilican ne diyor? "Haluk Kırcı'nın yaka-lanması için şartlar oluşmuş-tu". Kimbilir bakarsınız yarın Yeşil'in de yakalanması için şartlar oluşur ve o da "yakalanı-verir".

Gazetelerde Kırcı'nın poliste, savcılıkta verdiği ifadeler diye yayınlananlar da senaryonun parçalarıdır. Hiçbir şey yoktur

bir kaç şey geçmektedir o kadar. İfa-delere bakarsanız 96'da gözaltından Ağar'ın devreye girmesiyle serbest bı-rakılan, "iş" kurması için yardımcı olunan, devlet ihalelerine giren, Çat-lı'nın yanından ayrılmayan ve 75 tril-yon liralık servetle oynayan Haluk Kır-cı'nın devletle, Susurluk'la, kontrge-rilla ile uzaktan yakından ilgisi yoktur! Senaryolarınızı yazın, uydurun ba-kalım kimi inandıracaksınız?

KİM DİYOR POLİS SORGUDA KÖ TÜ MUAMELE, İŞKENCE YAPIYOI DİYE.

BAKIN BİR FAŞİST KATİLİN, SU SURLUK ÇETESİNİN EN ÖNEMLİ SANIKLARINDAN BİRİNİN BİLE Ki LINA DOKUNDULAR MI?

Dokunmazlar. Tabii devrimcilerle halkla ilgisi yok bu uygulamaların. Onlar başka hukukla sorgulanır, yargı-lanırlar. Kırcı'ya uygulanan hukuk on-

Page 31: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

31 HALUK KIRCI -Sayı 1 4 / 23 Ocak 1999-

lara uygulanmaz, mıaıı mı, rıasıa mı rarkeı-mez, dayanırlar işkenceye. Hem de yarası-na, kırık-çıkık, ezik yerlerine bilerek yükle-nirler ki işkence daha etkili olsun.

Kaç insanımıza yaralı vaziyette günlerce, haftalarca işkence yapılmıştır. Daha geçen-lerde yaşandı bir yenisi. Vatan'daki işkence-hanenin 4. katından attıkları ve ayaklan kı-rılan Rıza Poyraz'ın hem de kırık alçılı ayak-larına işkence yaptılar.

Kaç insanımız işken-cede sakat bırakılmış, bırakın hastaneye gö-türülmeyi bir ilkyardım müdahalesi bile yapıl-mamıştır.

Yüzlerce insanımız gözaltında işkencede katledilmiştir.

KIRCI'YA SUSMA HAKKI ANAYASAL I HAK;

DEVRİMCİLERE GELİNCE SUSMA HAKKINI KULLANMAK, AÇLIK GREVİ YAPMAK ÖRGÜT TAVRI, ÖR-GÜT ÜYELİĞİNE DELİL OLUR.

Evet yıllardır böyle bu. İnanmayan varsa savcıların sorgularına, tutuklama hakimle-rinin kararlarına bakabilirler. Aslında tüm

Dunlar Düınmez mı Diıınır elbet. Burjuva medyası da çok iyi bilir, bütün gelmiş geç-miş hükümetler de bilir. Başbakanı, cum-hurbaşkanı da bilir. Ama tüm bunları bilen-ler Kırcı'nın açlık grevini, susma hakkını kullanmasını gayet normal karşılarken dev-rimcilere, halka yapılanlar karşısında gıkla-rını çıkarmazlar.

Mesela, Ecevit Kırcı için açıklama ya par; "konuşursa kendisini biraz af-fettirebilir ama konuşmayacak gali-ba" âeı. Ama devrimcileri susma hak-kım kullanmalarından vazgeçirmek için yapılan işkencelere karşı bir şey demezler, bir şey yapmazlar. Çünkü devrimcilere herşey yapılabilir değil mi? İşkence de yapılabilir. Katle-dilebilir, kaybedilebilirler de. Çünkü burası Susurluk devleti. Susurluk devleti kontrgerilla

adaletiy-le yönetilir. Halka zulümden başka bir şey dağıtmaz o adalet.

Bundan sonra da Kırcı rezaletleri daha çok görülür. Yeşil de yakalansa, teslim olsa bir şey olmaz. Yeni bir Kırcı rezaleti daha yaşanır hepsi o kadar.*

istediği için yaptığını ve 2-3 gün Ela-zığ 'da kaldığını söyleyerek bundan Ağar'm haberi yoktu demeye getiri-yor. Ağar da basına yaptığı açıkla-salarda bu ifadeleri teyit ediyor.

Gördünüz mü, böylece "ortada ne suç kald ı, ne suçlu?"

Arand ığı sırada Sedat Buçak'ın evinde bir hafta sakland ığını söy

lemesinde de öyle bir mahsur yok aslında. Sedat Bucak zaten

Susurluk kazasından sonra televizyonlarda

yaptığı aç ıklamalarda Çatlı 'yı çok sevdiğini, onunla iyi dost olduk lar ını kendi ağz ıyla söylemişt i . Susurluk kazasında beraberler,

arabadan dünyanın silahı vs. ç ık mış . Bunlar ın yanında bir hafta

kır c ı 'yı evinde misafir etmiş ne

olacak? Zaten bu da daha önce

bilinmeyen şeyler deği ldi. K ırc ı 'nın Bucak aşiretinin imparatorluğu haline

gel miş olan Siverek'te olduğu zaman günlük basında bile yer alıyordu.

Abdullah Çatlı da Dursun Karataş'ın Peşine Düşmüş Haluk Kırcı ifadesinde şöyle diyor: "(...) Bir süre sonra Çatlı Ankara'ya çağrıldı.Burada, Korkut Eken kendisine, yurtdışında görev teklif etmiş, o da kabul etmiş. Bu görevlendirmeden Mehmet Ağar'ın haberi vardı. Çatlı 94 ve 95 yıllarında, Mehmet Özbay kimliği ile Almanya, Fransa, Belçika, Macaristan, Hollanda ve Yunanistan'a gitti. PKK'lı Ali Sapan, Ka ni yılmaz ile DHKP-C'li

Dursun Karataş ile ilgili istihbari faali yetlerde bulundu. Kendisine eski arkadaşları, Ethem Kıskıs(Bal gat katliamı sanığı), Kürşat Poyraz (Bahçelievler katliamı sanığı), Rıfat Yıldırım (Doç.Bedrettin Cömert'in katili) yardımcı oldu.Raporlarını Ankara'ya, Korkut Eken'e iletiyordu."Oligarşi DHKP-C önderi Dursun Karataş'tan ne kadar korkmuş. Ellinde kullanabileceği ne kadar katil faşist mafya çetesi var sa Dursun Karataş'ı bulabilmek için seferber etmiş. Daha önce de bu iş için görevlendirilenlerden Alaatin Çatıcı, Nurettin Güven, Tevfik Ağansoy, MİT'çi Tarık Ümit gibi bazılarının adı basında da yer almıştı. Yine uyuşturucu mafyasından Hüseyin Bayba şin de yaptığı açıklamalarda kensine bu yönde teklif yapıldığını ama kabul etmediğini söylemişti. Gün geçtikçe liste büyüyor ama biz listenin bu kadarla sınırlı olmadığını biliyoruz. Susurluk devleti kullanabileceği ne kadar olanak, ne kadar faşist katil, mafyacı varsa MİT'i, kontrgerillası, elçilik görevlileri vs. ile birlikte bu iş için seferber olmuştur. Ama tekrar söyleyelim ki boşunadır.

BİZ KONUŞALIM

Page 32: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14 / 23 Ocak 1999 - AKDENİZ KURTULUŞ 32

OY AVCILARINA SOZ HAKKI YOK

Page 33: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— 33 —KURTUTUS AKDENİZ - Sayı 14 / 23 Ocak 1999 -

Page 34: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

OY AVCILARINA SÖZ HAKKI YOK

Page 35: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

35 KURTULUŞ AKDENİZ Sayı 14/23 Ocak 1999-

Page 36: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

Sayı 14 /23 Ocak 1999 AKDENİZ

OY AVCILARINA SOZ HAKKI YOK

Page 37: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

BİZ KONUŞALIM

Page 38: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

- Sayı 14/23 Ocak 1999- MEŞRULUK -KURTULUŞ 3 8

Merhaba İbrahim Abi, Nasılsınız, iyi misiniz? Bayram için gön-

derdiğiniz kartı aldım. Yılbaşı neyse de, bayram için de kart gönderebileceğiniz ak-lıma gelmemişti. Yine şaşırttınız beni... Ar-tık evdekilerin nasıl hoşuna gittiğini tahmin edebilirsiniz. Bayramların halkın gelenekle-ri olduğundan, buna da devrimcilerin sahip çıkacağından bahsetmenize pek memnun oldular. Hatta yine hemen kendilerine pay çıkardılar. Çünkü ben bayram günlerinde yerine getirüen bazı davranışlardan kaçınır, söylenirdim. Ne bileyim işte, örneğin bay-ram ziyaretlerinden sıkılıyorum. Onlar na-sılsa gidiyor, illa ki benim de gitmem gerek-miyor diye düşündüğüm oluyor. Ama arka-daşlann bayramda şehit ve tutsak ailelerini ziyaret edeceğini öğrenince yine yanlış dü-şündüğümü anladım. Bayramın birinci gü-nü kendi aileleriyle ikinci ve üçüncü günü-nü de bu şekilde değerlendireceklerini söy-lediler. Tabii ben de gitmek istedim. Ama maalesef olmadı. Uzaktan misafirlerimiz gelince evde kalıp anneme yardım etmem gerekti. Elimde olmadan anneme içten içe kızdım. Canım sıkıldı. Üstelik bu sabah ar-kadaşlar geldi. Bayramlaştık. Onlarla birlik-te gitmeye niyetlendim ama bizimkiler bir kez "evde misafir var olmaz" diye tutturdu. Gidemeyeceğimi öğrenince onlar da üzül-dü. Ben de şimdi işleri bitirdim, oturdum size yazıyorum. Bayram günü surat asmak pek hoş değil ama ne yapayım? Yine size sı-kıntılarla dolu bir mektup yazdım. Kusura bakmayın. Gecikmiş olsam da bari bu mek-tup aracılığıyla bayramınızı kutlayayım.

ihtiyaçlar ve olanaklara ilişkin söyledik-lerinizi anladım. Arkadaşlara da söyledim. Dediğiniz şekilde yapacağız. Cahide abla her zaman olmasa da tutsaklar için mahal-lede yardım topladıklarını, bizim de bu dö-nemlerde yardım edebileceğimizi söyledi. Daha çok yiyecek topluyorlarmış. "Mesela bayram için böyle bir şey düşünüyoruz, is-terseniz gelebilirsiniz" dedi. Elimizden gel-diği kadar yardım ettik. Cahide abla bu ko-nuda o kadar rahat ve becerikli ki, sorma-yın. Mahallede çalmadığı kapı kalmıyor ne-redeyse. Her çaldığı kapıda da yeni insan-larla tanışma fırsatı yaratıyor. Aynen sizin dediğiniz gibi bağ kurmada bir araç olarak kullanıyor. Buna bizzat tanık olunca insan daha iyi anlıyor. Anlatacak o kadar çok şey buluyor ki. Mutlaka bir şekilde diyalog ku-ruyor. Hatta kapısını açmak istemeyen gö-nülsüz birkaç kişinin evine girip çaylannı bile içtik. Doğrusu benim için çok yararlı ol-du. Cahide abladan bu kadarını beklemez-dim. Meğer ne kadar becerikliymiş.

O gün çok güzel geçti de, ertesi gün mo-ral bozucu bir olay yaşadım. Annemin yaşlı bir teyzesi vardır. O gün bizdeydi. Evi çok uzak değil, ama annem evine kadar götür-memi istedi. Minibüse binip oturduk. Tam arkamızda iki tane orta yaşlı adam. Mahal-

lede toplanan bu yardım hakkında konuşu-yorlar. Kimlerdi, neciydiler tam anlayama-dım. Gürültüden çok iyi duyamıyordum ama devrimcîleri tanımadıkları belliydi. Saygısızca konuşuyorlardı. Belki de faşistti-ler. Yol boyunca kendimi çok zor tuttum. Tanısaydım konuşurdum belki. Tanımayın-ca... Hem 10-15 dakikalık yol boyunca neyi ne kadar anlatabilirdim ki... Faşist olmaları ihtimali de vardı tabii. Yani ne yapacağıma tam karar veremeden o sinirle indim araba-dan. Yanımda arkadaşlar olsaydı daha fark-lı olurdu. Ya da Cahide abla...

Ufkumuzun geniş olması ve mücadele-nin çok yönlülüğü konusunda yazdıklarınız üzerine düşünüyorum. Birçok konuda he-nüz çok yetersiz ve hazır olmadığımı görü-yorum. Elbette daha fazla ne yapabilirim diye de düşünüyorum. Daha fazlasını yap-mak da isterim. Ama sizin de dediğiniz gibi sanırım birden olmayacak.

İşte böyle İbrahim abi. Bunun dışında iyiyim. Bu arada karneleri de aldık. Notla-rımda bir düşüş var. Her yılki ortalamama göre biraz düşük. Çok önemli değil de, alışık olmadığım bir durum. Son dönem dersle-rimle yeterince ilgilenmedim. Ama herke-sin fedakarlık yapması gerekiyor. Benim de derslerimden biraz feragat etmemin hiçbir sakıncası yok diye düşünüyorum. Çünkü başka türlü derslerden kafamı kaldıramaz-dım. Daha önceleri öyleydi biliyor musu-nuz? Ev ve okul dışında yapüğım hiçbir şey yoktu. Okul yetmezmiş gibi gece yarılarına kadar da çalışırdım. Böyle olunca insan ta-bii ki çevresinde ne olup bittiğinin farkına varamaz. Oysa şimdi öyle mi?

Evdekiler pek hissettirmemeye çalışsalar da biraz bozuldular. Beklemiyorlardı. Ben onlara göre hep "çalışkan bir kızdım" bugü-ne kadar. Akıllarında "dersleri dışında şey-lerle ilgilenirse böyle olur" gibi bir düşün-cenin geçtiğine eminim. Nedense tartışma-dılar. Belki de oluruna bıraktılar, bilemiyo-rum. "Üniversiteye hazırlansın, üzerine git-meyelim" diye de düşünmüş olabilirler.

Tatile girdiğimiz çok iyi oldu. Bol bol za-manımız olacak. Güzel planlarımız var. Çok netleşmiş olmasa da size biraz bahsedeyim. Bir kere düzenli eğitim çalışması yapmayı düşündük. Başlamıştık ama çok düzene gir-memişti. Tatil bunun için epey yararlı ola-cak. Sonra Idü Kültür Merkezi'nde güzel filmler varmış. Bunlara gideceğiz. Ne za-mandır istiyorduk. ÎKM'den çok bahsettiler, merak ediyorum. Böylece görmüş de olaca-ğım. Tabii dedim ya bu bizim aklımıza ge-lenler. Daha başka neler olacak ya da böyle mi olacak bilemiyorum.

Şimdilik bu kadar yazabiliyorum. Dert-

lerimle canınızı sıktıysam kusura bakma-yın. Hepinize sevgi ve selamlarımı gönderi-yorum. Hoşçakalın.

Kardeşiniz Meral

Sevgili Meral, Merhaba!.. Ben de sana bir ziyaret gününün akşa-

mında yazıyorum. Gönderdikleriniz için sa-ğolun. Bizi gönderdiğiniz eşyalardan daha çok yaptığınız çalışma sevindirdi. Cahide de uzun uzun anlattı. İnsanlarla tanışmak, on-ları bir şekilde mücadeleye kanalize etmek işte böyle olacak. Her kapıyı çalacağız. Ka-pıdan olmazsa bacadan gireceğiz. Bugün tutsaklar için yapılan yardıma katılan insan belki yarın Halk Meclisi'ne gelecek, öbür gün bir protesto gösterisine katılacak. Bun-lar olmaz değil, ama her şeyin başı sabır, emek ve inattır. Bunlar olduktan sonra ba-şarırız. O gün epey yorulmuşsun. Eve gidin-ce "ayaklanma kara sular indi" deyip de kendini hemen yatağa attın mı? Olsun, böy-le yorgunlukların tadı bir başkadır, insana mutluluk ve coşku verir. Gönderdiğiniz eş-yaların epeyce işimize yaradığım da ekleye-lim. Tatile girmeniz güzel de, notlarında düşme olmasaydı daha iyi olurdu. "Son dö-nemde derslerimle yeterince ilgileneme-dim" diyorsun. Gerçekten çok mu yoğun-dun?.. Tabii öğrencilik ve devrimciliğin nasıl içice olabileceği hassas bir konu. Ne kadar olabilir, ne kadar olamaz, her durum için, herkes için geçerli ölçüler koymak zor. Ama şunları söyleyebiliriz: devrimci olduk diye, aslında zamanımız olduğu halde dersleri asmak pek doğru değil. Bu biraz işin kolayı-na kaçmaktır. Aradaki denge devrimciliği-mizin gelişimine göre belirlenecektir. Ger-çekten daha yoğun, daha aktif devrimcilik yapmaya başladıkça, derslere ayırabileceği-miz zaman azalır doğal olarak. Ama faaliye-timiz o yoğunlukta değilse, dersleri de oldu-ğu kadar ihmal etmemekte yarar var. Oku-luna gitmeyen, derslerine girmeye çalış-mayan bir devrimci, okulda öğrencileri ör-gütleycmez. Bu, bu kadar basittir. Ha, ken-dimizi çok belli bir düzeyde geliştirmişsek, artık okul bize dar geliyorsa, o zaman otu-rulur, konuşulur, gerekirse okul da terkedi-lir. Ama hala öğrenciysek, onun gereklerini de asgari ölçüde yerine getirmek gerek. Ki-tap, Kurtuluş okumak, arkadaşlarla yaptığı-nız çalışmalar, hatta mektup yazmak için ayırdığın zaman dışında derslerine de çalı-şırsın. Böyle düşündüğünde 2. dönem ders-lerini de toparlansın sanırım. Derslerinle devrimciliğin arasındaki çelişki eğer daha derinleşirse, tekrar tartışır, konuşur, ona gö-re biçimlendiririz.

Şimdi bir de moralini bozduğunu belirt-tiğin olaya gelmek istiyorum. Hani şu mini-büste tanık olduğun olaya. "Bu olay da ibra-him abinin neden bu kadar ilgisini çekti acaba" diye düşünebilirsin. "Hem o kadar da önemli bir olay değildi" de diyebilirsin. Anlatacağım konuya geçmeden önce sana birkaç soru sormak istiyorum. Ama bu so-ruları okuduktan sonra mektubu okumayı bırak ve düşün. Soruları cevaplamaya çalış. Ondan sonra okumaya devam edersin. An-laştık mı?

Şimdi birinci sorum şu: Herhangi bir ko-nuda haklı ve doğru olduğunu düşünüyor-sun. Haklı ve doğru olduğundan yüzde yüz eminsin. Bu durumda haklı olduğunu dü-şündüğün konuda karşına bir yanlış çıkarsa ne yaparsın?

İkinci soru: Diyelim ki, yanlışı savunan-lar senden daha kalabalık, hatta sen onların arasında tek başına kalmışsın. Ne hisseder-sin?

Son sorum da şu: Haklı olduğundan emin olduğun konuyu rahatlıkla ifade ede-bilir misin?..

Düşünüp cevapladıysan devam edebili-

riz. Sana bir soru daha soracağım. Ama dü-

şünmene gerek yok. Televizyonlardaki ha-ber programlarını takip ediyor musun? Si-yaset Meydanı, Objektif, A Takımı gibi ya da bir takım belgeseller vs. Bunlardan daha önce hiç sözetmiş miydik hatırlamıyorum. Düzenli izlemiyor olsan bile mutlaka denk gelmişsindir. En azından son dönemlerde bu tip programların işlediği konular dikka-tini çekmiş olmalı. Örneğin üç hafta önce "Objektif" programı gençlikle üniversiteler-deki olaylarla ilgili bir tartışma düzenlemiş-ti. Bu programı televizyonlardan izleyenler için şöyle bir tablo vardı. Bir tarafta faşistler, bir tarafta da solcu gençler, insanlar deva-mında da şunu izledi. Faşistler kalkıp bol bol konuştular. Propaganda yaptılar. Solcu-lara söylemedikleri laf kalmadı. "Haklılıkla-rım" anlattılar. Sonra da çekip gittiler. Bu-nun karşısında solcular ne yaptı? Ya da izle-yenler solcular hakkında nasıl bir fikir edin-di? Ne yazık ki, niye orada olduğunu pek de anlatamadı solcu, devrimci gençler.

Katiüerin şefi Mehmet Gül konuşup de-folup gittikten sonra bir-iki slogan atmanın dışında hiçbir şey yapmadılar. İyi de haklı olan, doğru olan solcular değil mi? Peki o zaman neden haklılıklarını savunamadılar? Üstelik karşılarında sıradan insanlar değil faşistler var. Devletin besleyip büyüttüğü, devrimcilerin üzerine saldığı katiller. Bugü-ne kadar yüzlerce devrimcinin kanını dö-ken faşisüer. Okullarda, sokaklarda dişe diş, can pahasına çatışılan, halkın olduğu her yerden atılan, cezalandırılan faşistler... Ora-da kendisine solcuyum, devrimciyim diyen öğrenciler tüm bunları bilmiyor muydu sence, ne dersin?

HELE Kİ Kİ üniversite gençliği faşistleri çok yakından tanır. Üzerleri aranmadan okula giren onlardır. Baltalan, döner bıçaklan, si-lahlarıyla devrimcilere saldınp ağır yarala-yan, katleden onlardır. Her çatışma sonra-sında yaralı devrimciler işkenceye götürü-lürken, polis korumasında istedikleri gibi dolaşan, istedikleri yere giden yine onlardır. Yani ülkemizde hemen her dönem, sürekli faşist saldırılara maruz kalan kesimlerden biri üniversite gençliğidir. Gençliğin, üstelik devrimci gençliğin bunları bilmemesi mümkün değil. O zaman sorun neydi?

Şimdi deminki sorulara gelelim. Sanınm neden o sorular üzerinde düşünmeni iste-diğimi şimdi daha iyi anlamışsındır. Ben de kısa kısa cevap vereyim. Haklı olduğundan eminsen karşına çıkan yanlışları düzeltme-ye çalışırsın. Çünkü doğruyu bilen sensin-dir. Tek başına da kalsan haklı olduğun için kendini güvenli hissedersin. Doğruyu bil-mek insanın kendinden emin olmasını ve kendinden emin hareket etmesini de getirir. Demek ki tek başımıza olsak da haklılığımı-zı, doğru bildiklerimizi savunuruz. Kendi-mizi de güçlü hissederiz. Haklılığımızı ifade etme meselesine gelince. Elbette herkes her şeyi çok iyi, çok güzel ifade edemeyebilir. Ama sorun bu değil. Biz sadece doğrulu-ğundan emin olduğumuz konuyu anlatsak dahi bu yeterlidir. Yani bildiklerimizi, doğ-rularımızı anlatacağız. Çok uzatmaya, süs-lemeye falan da gerek yoktur. Sorun haklı olduğumuzu bir şekilde ifade etmektir. Ta-bii bunu elimizden geldiğince iyi yapmaya çalışırız.

Şimdi sana anlattığım "Objektif" progra-mı ile birlikte düşünelim.

Devrimciler her şeyden önce faşizme karşı savaşüklan için, verdikleri mücadele faşizme karşı yürütülen bir mücadele oldu-ğu için meşrudurlar. Dünyanın neresinde olursa olsun faşizme karşı savaşmak meşru-dur. Faşizm halkın baskı ve zulüm ile yöne-

Page 39: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

MEŞRULUK -Sayı 14/23 Ocak 1999-

tildiği devlet biçimidir. Baskının, zulmün olduğu yerde elbette bir mücadele olacaktır. Çünkü o mü-cadele halka uygulanan zulüm so-na ersin diye verilir. Haklılığı da buradan gelir. Haklı olduğu için meşrudur. Sadece devrimcilerin değil, herkesin faşizme karşı mü-cadele etmesi meşru ve zorunlu-dur. Onyıllardır devrimcilerle bir-likte halkın faşizmi lanetlemesi bu haklılığın bir anlamda ispatıdır. "Kahrolsun Faşizm'" sloganı halkı-mızın neredeyse en çok aşina ol-duğu, bildiği, katıldığı bir slogan-dır.

Bunlar bilindiği halde haklılığı-nı gösteremiyor. Savunamıyor. Bunları bırakalım, neden demok-ratik üniversite mücadelesi verdi-ğini anlatamıyor. Oysa anlatsa, bunları ifade etse her şey çok daha kolay olacak. Gerisi gelecek. Çün-kü kitlenin önünü açmış, düşün-celerini dile getirmiş olacak, in-sanlar bekliyor. Ama o meşruluğu-na inanmıyor. Çünkü o zeminde sadece devrimciler yok. Faşisti var, Rektörü var. İP'lisi, SlP'lisi hepsi orada: Çekiniyor, ürkek davranı-yor. "Acaba ne olur" düşüncesin-den kurtulamıyor. Kaldı ki, son dö-nemde bu tip programlarda faşist-lere sık sık yer verilmesi boşuna değü.

Devlet faşistleri meşrulaştırma-ya çalışıyor. Dikkat ettiysen faşist-lerin sürekli kullandıkları bir de-magoji vardır.

"Ülkücü gençlik tahriklere, pro-vokasyonlara gelmeyecektir. Biz olay yaratmak istemiyoruz" vb. Di-ğer yandan devlet nasıl propagan-da yapar? Okulda faşisüer saldırır "sağ-sol çatıştı" der. Oysa gerçek ortadadır. Devrimcilere ve halka saldıran faşistlerdir. Faşistleri des-tekleyen devlettir. Yani bu saldırı-ları bizzat planlayan, yönlendiren devletin kendisidir. Neyse konu-muz bu değil. Ama bu arada şunu da söyleyeyim, bu tip programlan izlemen iyi olur. Mümkün oldu-ğunca takip etmeye çalış.

Senin yaşadığın olaya döner-sek, orada ne devrimciler hakkın-da ileri-geri konuşanları tanıman ne de onların kimliklerini bilmen önemli. Biz devrimcilerin, müca-delenin haklılığına inanıyorsak onu her koşulda savunuruz. Haklı olan biziz, neden susalım, bir kö-şeye sinelim ki? Bu yüzden gerekir-se kıran kırana tartışır, gerekirse kavgaya gireriz. Tek başımıza dahi olsak orada güçlü olan bizizdir. Gücümüzün haklılığımızdan gel-diğini biliriz. Haklılığına inanan insan kendini her koşulda güçlü ve güvenli hisseder. Devrime inanan insan kendine, yaptıklarına da ina-nır. Kendinden emindir. Emin ol-duğu için tek başına da olsa gerek-tiği yerde müdahale eder, doğruyu hayata geçirir. Bu inisiyatifiyle de kitlelere önderlik eder. Çünkü ço-ğu kez kitleler ufak bir kıvılcım, bir hareket, bir adım önde olan birile-rini bekler. Gördüğü noktada arka-sından gider, doğru tavrı alır. Sana hemen bir örnek vereyim. '89 yı-

lında İstanbul Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu'nda faşistler afiş asmaya kalkar. Her türlü opor-tünist gruptan insan vardır. Ama kimse çıkıp da bir şey demez. O an . okulda tek başına olan bir Dev-Genç'li, bu duruma tavır alır. Gidip ülkücülerin afişini yırtar. Bu olayın ardından şanlı 1 Aralık işgali ve di-renişi yaşanır. İşgale okuldaki her-kes katılır. O Dev-Genç'li, şehit yoldaşımız Hamiyet Yıldız'dır. Gör-düğün gibi Meral, önemli olan inanç ve inancımızı savunmada kendimize güvenli hareket etmek-tir. Yani meşıuluğumuza inanmak-tır. Mesela "Haklıyız Kazanacağız" slogan çok güçlü bir inancın ifa-desidir. O kadar yalındır ki bu slo-gan. "Haklıyız" ve "Kazanacağız". Her şey bu kadar kesin ve nettir.

Tabii her zaman tek başına hak-lı olmak yetmez. Objektif progra-mında olduğu gibi. Haklılığımızı anlatabilmek de bir o kadar önem taşır. Haklılığımızı anlatabilmeliyiz ki insanları meşruluğumuza inan-dırabilelim, crgütleyebilelim, ikna edebilelim. Onbinleri, yüzbinleri ikna etmek ise önce kendimizi ik-na etmekten geçer, ikna olmak inanmakla olur. İnanmayan insan karşısındakini de ikna edemez öy-le değil mi? Dolayısıyla da örgütle-yemez.

Aslında Objektif programındaki gençlerin çoğunun konuşamama-sı, derdini anlatamaması, bir ya-nıyla da oportünist, reformist so-lun propaganda tarzından da kay-naklanıyor. Bir yanıyla meşruluğu-na inanmıyor. Ama inandığı kada-rıyla da anlatamıyor. Çünkü halka, geniş kitlelere seslenme yanı geliş-memiş. O hep kendi arasında ko-nuşmaya, hep birbirlerine ajitas-yon, propaganda yapmaya alış-mıştır. Hemen belirteyim ki, opor-tünistlerden, reformistlerden farklı bir yönümüz de işte bu noktada ortaya çıkar. Tabii bu noktada bi-zim de eksikliklerimiz vardır, ama en azından bunu tesbit etmiş, pro-paganda ve ajitasyonda halka ses-lenme yanımızı geliştirmeye çalışı-yoruz. Ama halktan, kitleden ko-puk olununca, işte o programdaki tablo ortaya çıkar. Bu arada sana ilişkin de hemen bir şey belirte-yim; salon ola ki, okulda üç beş ki-şi olduk diye hep birlikte olmaya başlamayın. Kantinde, teneffüsler-de hep bir araya gelirseniz ne olur, diğer insanlardan koparsınız. Bu sizi her açıdan daraltır. Bir süre sonra okuldaki gelişmelerden, öğ-rencilerin en yakıcı sorunlarından bile tam haberdar olmamaya baş-larsınız. Diğer arkadaşlarınızın içinde olun eskisi gibi. Onlarla tar-tışın, konuşun, yaşamlarını payla-şın. Başka türlü nasıl örgütleyebi-lirsiniz ki onları?

Yani Sevgili Meral, biz öncelikle kendi meşruluğumuza inanacağız. Bu ülkede devrimi yapacağımıza ikna olacağız. Düzeni yıkmanın, devrim yapmanın meşru olduğu-nu, halkların en doğal hakkı oldu-ğunu ve mümkün olduğunu bilen insan her koşulda güçlüdür. Haklı

olan odur. Meşru olan odur. İşte bizler karşılaştığımız her olaya bu bilinçle ve güvenle yaklaşmalıyız. Karşımızdaki kim olursa olsun haklılığımızı savunmaktan asla vazgeçmemeliyiz. Bu okuldaki fa-şistlere karşı da, sokaktaki insana karşı da, düşmanla karşılaştığımız zaman da böyle olmalı. Bunun yol ve yöntemleri değişebilir. Örneğin düşman silahlı mücadeleyi, illega-liteyi yasadışı göstermeye çalışır. Ama okuldaki Dev-Genç'li bir yol-daşımızın da, gerilla olan yoldaşı-mızın da meşruluk büinci aynıdır. Her ikisi için de yaptığı iş meşru-dur. Çünkü ikisinin de yaptığı her şey halkın çıkarına, devrimin yara-rınadır. Otobüste, dolmuşta, va-purda, herhangi bir yerde, insan-larla ilişkilerimizde bu meşruluk bilinciyle davranmalıyız. Tabii, in-sanlar her yerde devrimcilerle kar-şılaşmalı, onların düşüncelerini duymalı, dergilerini görmeliler. Devrimciler hep kendilerini gizler-lerse, halk üzerinde nasıl etkili ola-biliriz. Kendini sürekli gizlemek, belki daha önce de sözetmişimdir, özellikle 12 Eylül sonrası gelişen bir davranış biçimi. Bu giderek de kendine güvensizliği, meşruluğa inançsızlığı geliştirmiştir. Bunu tersine çevirmeliyiz.

Bayram kartı gönderemedim diye üzülmene gerek yok. Biz se-nin selamını almıştık zaten. Ama siz de bu tip şeylere dikkat etmeli-siniz. Halkımızın geleneklerine saygı duymalı ve üzerimize düşen-leri yapmalıyız. Devrimci olduk di-ye bu halkın dışında yaşamıyoruz ki. Bu halkın içindeyiz. O zaman bu tür gelenekleri yok sayamayız. Bu konu da biraz önce yukarıda sözünü ettiğim "halktan kopuk-luk" konusuyla ilgilidir. Oportü-nistler küçümser bunları. Evinde annesinin, babasının bayramını kutlar, ama bir devrimci olarak iliş-kileri içinde bunu yapmaz, örgüt olarak halka karşı bunu yapmaz. Bu da bir tutarsızlıktır. Tabii biz sa-dece geleneksel olanda halka ortak olmakla da yetinmeyiz. Devrimci içeriğe sahip alternatif bayram günlerine, alternatif kutlamalara da halkı ortak etmeye çalışarak, gelenekleri de değiştirici, dönüştü-rücü bir misyon yükleniriz. Tutsak ve şehit ailelerimizi de artık Kur-ban bayramında ziyaret edersin. Bu konuda da aileni ikna etmen gerekecek. Görüyorsun her işin başı ikna. Ayrıca bu konuda daha olgun düşünmelisin. Seni elbette her yere göndermek istemeyecek-ler. Sorunlar, kavgalar da yaşana-caktır. Ama görülen o ki bugün ya-pacağın en doğru şey aileni her ko-nuda bıkmadan ikna etmeye çalış-mandır.

Tatilinizi kendinizi eğitmek, ge-liştirmek açısından en iyi şekilde değerlendireceğinize inanıyoruz. Hepinize başarılar diyoruz. Anne-ne, babana ve kardeşlerine ayrı ay-rı selamlarımızı söylersin. Tüm yoldaşlarımızın da sana ve ailene selamı var.

Ağabeyin İbrahim

Devrimci Yaşamdan

AYRINTILAR

Konuşmak -Ailenle urandaki sorunu halledebildin mi? -Hemen hemen. -Artık kabullendiler mi? -Hı hu Bu konuşma© en fazla, tek kelimelik birkaç cevaptan sonra bi-

ter. Zaten cevap veren "artık yeter, soru sorma" dercesine pek ko-nuşmaya niyetli olmadığını göstermektedir.

Peki neden böyle kestirme cevaplar verilir? tik akla gelen cevap, o konuyu, sorunu, o konudaki düşüncelerini paylaşma gereği duy-mamasıdır. Tabii "konuşmama" şeklindeki bu soruna veya tavıra, bu tür sorunların dışında, eğitim çalışmalarında, toplantılarda, iki-li ilişkilerde de değişik biçimlerde rastlanır.

Herşeyde olduğu gibi konuşmamanın ya da kestirme cevaplar vermenin altında da eksik ve zaaflarımız vardır. Bu yüzden mesele-ye sadece konuşkan olup olmama, o an konuşmaya istekli olup ol-mama gibi "sıradan" açıklamalarla bakamayız. Temelinde zaaf ve eksikliğin olduğu herşey sorgulanmak, düşünülmek zorundadır.

Konuşmamanın altında yatan nedenlerden biri korku ve kaygı-lardır, ister bir çalışmada olsun, isterse bir yoldaşımızla veya kitle-sel bir sohbette olsun, "Yanlış söyleyeceğim, anlatamayacağım" veya "yanlış anlaşılacağım" korkusu konuşmama da belirleyici ola-bilmektedir. Bu kendine güvensizlikten, bilgilerin yetersizliğinden kendimizi rahat hissetmediğimizden dolayı da olabilir. Ya da bir başka gerekçe "benden daha iyi biliyorlar, daha iyi konuşup anla-tıyorlar"dır. Kuşkusuz buna dikkat edilecek ortamlar da vardır. Ama bu, yine de bilgimiz, tecrübemizle orantılı olarak tartışmalara katılımın, hatta sorarak katılımın önünde engel değildir. Bunu yap-mamak, gerçeğimizi saklamanın, öğrenmekten kaçmasnn bîr biçi-midir yalnızca. Bunu da deştiğimizde altında küçük burjuva gurur çıkar.

Yersiz, gereksiz çok konuşmak nasıl ki iyi bir meziyet değilse, se-bep ne olursa olsun konuşmamak, katılımcı olmamak da masum görülemez. Çünkü kendine güvensizlik de varsa, ifade etmede sı-kıntı da varsa, bunları çözmenin yolu konuşmamak, yani susmak olamaz.

Herhangi bir sorunu, konuyu çözümlemek, yorumlamak, anla-mak ve anlatmak tartışmaktan, konuşmaktan geçer. Tartışma ise tek taraflı değil karşılıklı düşünce alışverişini, yani karşılıklı konuş-mayı ifade eder. Bu paylaşımdır. Bu aynı zamanda öğrenmenin, öğ-retmenin, eksik ve yetersizlikleri tamamlamanın, ilişkileri geliştir-menin tek koşuludur. Konuşmadan, paylaşmadan bu gerçekleşebi-lir mi? Tek başına dinleyerek öğrenebilir miyiz? Öğrendiklerimiz ka-lıcı olabilir mi? Bunun mümkün olmayacağı açıktır. Bilgilerin sı-nanmasının ilk basamağı tartışma, sonrası ise pratiktir. Ki tartışma da pratiğin bir parçasıdır.

Öğrenme ve öğretmede yaşanan isteksizlik doğal olarak konuş-mama şeklinde yansıyacaktır. Bunun adı da bireyselliktir. Çok açık-tır ki, devrimciliğin doğası bireyselliği reddeder. Devrimciliği, dev-rimci mücadeleyi ifade eden kolektivizmdir. Peki konuşulmadığın-da kolektivizm uygulanabilir mi? Kolektif bir ilişki, kolektif bir or-tam yaratılmadığında canlı tartışmalar, doyurucu sohbetler olabi-lir, üretkenlik sağlanabilir mi? Sorunlar çözülebilir mi?

Konuşma bütün bunların bir yerde pratik yansımasıdır. Konuş-ma yoksa, orada üretimsizlik, kısırlık ve verimsizlik vardır. Konuşul-mayınca, düşünceler, sıkıntılar açık ortaya konulmayınca kendi dünyamızda yaşamaya başlarız. Bununsa zamanla bunalımlı bir ruh haline, herşeyi kafasında yorumlayan, şekillendiren sübjektif bir düşünüş tarzına dönüşmesi kaçınılmazdır.

Anlatmayınca, konuşmayınca birbirimizi anlayamayız. Ne demek istediğimiz sadece yorumlara ve kurgulara kalır. Bu iliş-kilerin gerilemesine neden olur. "Acaba ne demek istedi?" Bunu pek çok yanlış, sübjektif yorum izleyebilir. Oysa biz birbirimizi tanıyan, anlayan ve tamamlayan olmak zorundayız. Bunun yolu da kaçınılmaz olarak konuşmaktan, paylaşmaktan geçiyor.

"... Paylaşabilmeliyiz. Sorun varsa çözümünü paylaşmalıyız. Üzüntü varsa, coşku varsa, yapılacak bir iş varsa, eylem varsa, eğ-lenilecekse herşeyi, ama herşeyi paylaşmalıyız. Devrimci ortam dediğimiz budur."

(Devrimci Sol, sayı: 10, Kolektivizmde Israr Edeceğiz)

BİZ KONUŞALIM

KURTULUŞ -

Page 40: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Sayı 14/23 Ocak 1999- EMPERYALİZM

GATT, dünya ticaretini elinde bulunduran emperyalist ülkelerin başını çektiği bir anlaşma olarak doğdu. Anlaşma, 1947 yılında 23 ülke tarafından imzalandı ve 1948'de yürürlüğe girdi. GATT'ın kuruluş amacı, "ithalat vergilerini azaltmak, uluslararası ticaretin önündeki tüm engelleri kaldırmak ve ticarette ayırımcı uygulamalara son vermek"olaıak belirlenmişti. Bu sayede dünya ticaretinin canlanacağı belirtiliyordu. Anlaşmanın esas amacı ise emperyalizmin pazar alanlarını genişletmek ve derinleştirmekti. Gümrük politikalarını hafifletme ve birbiriyle uyumlu duruma getirme çabaları emperyalizmin bu ihtiyacına cevap vermeyi amaçlıyordu.

Bu amaçlar çerçevesinde GATT, üç temel "ilke"ye dayanıyordu:

Birincisi, "ayrımcılığın" önlenmesi ilkesiydi. Buna göre, bir ülkenin ticaret yaptığı tüm üye ülkelere aynı şekilde, eşit haklar temelinde davranması öngörülüyordu. Yani bir ülkeye ayrıcalıklı belli ticari haklar tanınması durumunda, diğer GATT üyeleri de bu haktan kendiliğinden yararlandırılacaktı. İkincisi, karşılıklı ticaret

ilişkilerinin geliştirilmesiydi. Üçüncüsü ise, ulusal pazarlarda

ithalattan alınan vergi dışındaki bütün koruyucu önlemlerin kaldırılmasıydı. Bu koruma duvarlarının kaldırılmasıyla emperyalizmin bu pazarlara daha rahat girmesinin koşulları yaratılıyordu. Bu gelişmeyle birlikte korumasız kalan ulusal sanayiler çöküyor, emperyalizme bağımlılık pekiştiriliyordu.

GATT Emperyalizmin İhtiyaçlarından Doğmuştur GATT, 1929 dünya bunalımı gibi

emperyalizmin ekonomik bunalımlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan sıkıntılar üzerine gündeme geldi. Çünkü ticarette bir

daralma yaşanıyordu ve bu emperyalist ülkelerin ekonomilerini kötü yönde etkiliyordu.

1. Emperyalist paylaşım savaşı öncesinde serbest ticaret ortamı nispeten varlığını sürdürüyordu. Bu yüzden emperyalistler ortaya çıkan krizi fazla derinleşmeden hafif bunalımlarla atlatabiliyor, ellerindeki üretim fazlası malları eritebiliyor, kendi sömürü çarklarını döndürmeyi sürdürüyordu. Ancak 1920'li yılların başından itibaren ortaya çıkan ekonomik gerilemeyle birlikte sorunlar da çözümsüzleşmeye başladı. Hemen hemen bütün ülkeler yüksek vergi duvarlarıyla ve ithalat sınırlamalarıyla kendi ulusal

Son süreçte, yeni kurulan bir "sivil toplum örgütü" olarak tanıtılan

Uluslararası Kriz Grubu (International Crisis Group-ICG) adlı emperyalist kuruluş gazete sayfalarında sık yer bulmaya başladı.

Sosyalist blokun yıkılmasıyla birlikte ABD'nin tek hakim güç haline gelmesi ve Yeni Dünya Düzeni adı altında emperyalizme karşı hala direnen sosyalist ülkelere, küçük burjuva diktatörlüklerle yönetilen ülkelere, Halk Kurtuluş Mücadelesi veren örgütlere karşı ideolojik-politik savaşı tırmandırması ile yeni bir sürece girildi. Emperyalizm bu süreçte çeşitli ülkelere yönelik müdahale ve saldırılarını çoğu kez BM şemsiyesi altında yaptı. Saldırılardaki gayrı-meşruluk, müdahalelerdeki çifte standart bir noktada BM'nin iyice teşhir olmasına yol açtı. Bu nedenle de yıpranan BM'nin yerine çeşitli "sivil toplum" örgütleri piyasaya sürüldü.

İşte bu süreçte oluşmaya başlayan

ICG daha çok emperyalizmin "uzlaştırma" örgütü olarak görev yapmaya başladı.

1994'lerde oluşmaya başlayan Uluslararası Kriz Grubu (ICG), dünyanın çeşitli kriz bölgelerinde

ekonomilerini, sanayilerini korumaya çalıştılar. Bunun doğal sonucu ise uluslararası ticarette yaşanan durgunluktu.

Bu bunalımlar ve pazar kavgaları sonucunda yaşanan iki emperyalist paylaşım savaşından sonra, artık aralarında anlaşmak emperyalistler açısından bir zorunluluk haline gelmişti. Hem ekonomik koşullar, hem de dünya halklarının kurtuluş mücadeleleri onları buna zorluyordu. Bu noktada aralarında yaptıkları anlaşmalarla, ekonomik veya siyasal çeşitli örgütlenmeler oluşturdular. Bunlardan biri de Birleşmiş Milletler çatısı altında 1947de kurulan Uluslararası Ticaret Birliği (ITO)'dir. Aynı yıl dünya ticaretine serbestlik kazandırılması ve durgunluğun aşılması amacıyla 23 ülke GATT'ı oluşturdu. İTO zamanla işlevsizleşti ve 1955'te sürekli olarak görev yapacak olan Ticaret İşbirliği Teşkilatı (OCC)'nin kurulmasıyla GATT dünya ticaretinin düzenlenmesinde belirleyici tek güç olarak kaldı.

Anlaşma diğer yandan yeni sömürge ülke ekonomilerinin dayanakları olan ihracatı teşvik ve ithalat engellerinin 6 yıl içinde kaldırılmasını karara bağlıyordu. Bunun en kısa zamanda gerçekleşeceği ise kesindi. Çünkü emperyalist sömürünün çarkları bunu gerektirmektedir.

GATT'ın kuruluşundan sonra ortaya çıkan anlaşmazlıklar, 1964'de BM Ticaret Kalkınma Konferansı UNCTAD'm kurulmasıyla halledildi. İ1967 Haziran'ında Çin ve SSCB'nin içinde yer almadığı 52 devlet çalışıyor ve hazırladığı raporları "yetkili

mercf'lere ulaştırıyor. Kendini "sivil toplum örgütü" olarak niteleyen ICG içinde bütün dünyada tanınmış siyasetçiler, devlet adamları, düşünürler, tekelci burjuvalar yer alıyor. ICG'nin kuruluş amaçlarını şöyle açıklıyorlar;

"Bölgesel bazı anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak, zayıf ekonomileri güçlendirmek, demokrasiler zayıfsa oralarda daha güçlü demokrasiler kurmak ve böylece insanlığa insan eliyle verilmiş olan zararları engellemek ya da ortadan kaldırmak." ICG'ye ABD, Fransa, Hollanda, İsviçre, Kanada gibi emperyalist ülkeler ile bazı büyük emperyalist şirketler destek veriyor. Bugüne kadar Kuzey İrlanda'da ve Bosna'da süren çalışmalara müdahalede belli bir rol oynayan ICG'nin programına baktığımızda Bosna, Arnavutluk, Kosova, Sırbistan-Burundi, Kongo, Ruanda, Kamboçya ve Cezayir üzerine çalışmalar yaptığı görülüyor.

ICG, direk olarak emperyalizm

tarafından finanse edilen ve yönlendirilen bir kuruluştur. Emperyalizm kendi sömürüsü

arasında gümrük tarifeleri ve ticaret üstüne genel bir anlaşmanın imzalanmasıyla GATT'ın çapı ve etkisi daha da büyüdü. Bundan sonra üye sayısı hızla artan GATT'ın 1980 yılına gelindiğinde 85 üyesi vardı. Ayrıca 30'dan fazla ülke de GATT içinde yer almadan, anlaşma kurallarına bağlı kalacaklarını açıklamışlardı.

Daha sonraki yıllarda, özellikle de sosyalizmden geriye dönüşlerin yaşandığı 19901ı yıllardan sonra üye sayısı daha da arttı. Bu sayı 1993'te üye ve katılımcı devlet olarak toplam İ l l i bulmuştu. Türkiye ise GATT'a 1953'te üye oldu. Emperyalist ülkelerin hepsi, bağımlı ve yeni-sömürge ülkelerin büyük çoğunluğu GATT'a üye veya onu tanımaktadır.

Bugün dünya ticaretinin yüzde 90 civarında bir oranını denetimi altında bulunduran GATT, üye ülkeler arasındaki ticari anlaşmazlıkların çözümü için de hakemlik yapmaktadır.

GATTm Örgütlenmesi GATT, Bağlı Ülkelerin Toplantısı,

Delegeler Konseyi, Sekreterlik, Ticari Görüşmeler Komitesi, Ticaret ve Kalkınma Komitesi ile 18'ler Danışma Grubu adı altında faaliyet yürüten alt örgütlenmelerden oluşur.

Anlaşmayı imzalayan devletlerin delegelerinden oluşan Konsey en yüksek organdır. Genel olarak yılda bir kez toplanır. Olağan oylamalarda her üye ülkenin tek oy hakkı vardır ve oylamada salt çoğunluk esas

Meclis, günlük konularla ilgilenir. Komitenin ve çalışma gruplarının

açısından "istikrar"ı sağlayamadığı

bölgelerde halklar nezdinde iyice teşhir olmuş BM'nin yerine ICG gibi kuruluşları sürerek hakimiyetini devam ettirmeyi amaçlıyor.

Emperyalistlerin elbette kendilerine göre dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan krizlere karşı bir "çözüm"leri vatdır. "Yeni Dünya Düzeni"nde bu "çözüm'lerin muhtevasını belirleyen tek bir gerçek vardır;

Herşey emperyalizmin çıkarlarına göre düzenlenir. Halklar birbirlerinden uzaklaştıkça, ülkeler bölünüp yıkıldıkça, yokluk ve çaresizlik içinde emperyalistlere muhtaç hale geliyorlar. Bu nedenle emperyalizm ve işbirlikçileri, geçmişte kalan düşmanlıkları canlandırarak halkları birbirine düşürür. Ulusal hareketlere belirli kırıntılar vererek, kendi denetimine sokmaya çalışır.

Savaşan güçlerin kabul etmediği

yerde emperyalist planların, çözümlerin hiçbir uygulanma şansı yoktur. Emperyalizmin çözümü halkların esaretidir. Halkların kurtuluşu devrimdedir. Bunun dışında öne sürülebilecek olan bütün "çözümler" teslimiyete varacaktır.*

OY AVCILARINA ARTIK SOZ HAKKI YOK

-KURTULUŞ

EMPERYALİZMİN KURUMLARI

Emperyalist Sömürünün Kapılarını Açan Anlaşma

(Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Antlaşması)

GATT

EMPERYALİST HAYDUTLUĞUN YENİMASKELERİNDEN BİRİ; ULUSLARARASI KRİZ

Page 41: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

41 KURTULUŞ EMPERYALİZM -Sayı 14/23-Ocak 1999-

faaliyetlerini denetler. Acil sorunların çözümüyle uğraşır. Ayrıca GATT'a bağlı olarak çalışan birçok komite bulunmaktadır. Bunlar daha çok görüşmeleri emperyalizmin çıkarlarına göre yönlendirmek gibi bir işlev yüklenmişlerdir. Bunlardan birisi olan Ticari Görüşmeler Komitesi 1973 yılında kurulmuştu. Üye ülkelerin tümünün bu komitede delegeleri vardır. Ayrıca Ticaret ve Kalkınma Komitesi gibi politikaların belirlenmesinde ve yönlendirilmesinde söz sahibi olan birçok sürekli komite de vardır. 18'ler Danışma Grubu ise 1975 yılında kurulmuştur. Uluslararası ticarette yaşanan aksamaların giderilmesi© için uğraşan grup yılda üç kez toplanır. Dünyada emperyalist sömürünün gerçekleştirilmesinde belirleyici olan 18 emperyalist-kapitalist ülkenin üst düzey devlet görevlilerinden oluşan 18'ler Danışma Grubu esas olarak emperyalist ekonominin iyi işlemesi için çalışan İMP gibi emperyalist eşgüdümü sağlamaktadır. Böylece, yeni-sömürge ülkeler çift yönden kuşatma altına alınmaya ve emperyalist hegemonya kesintisiz sürdürülmeye çalışılmaktadır. GATT'ın merkezi İsviçre'nin Cenevre şehrinde bulunmaktadır. Sekreterlik de yine buradadır. GATT Emperyalist Sömürünün Bir Aracıdır

GATT'ın ayrımcılık yapılmaması ilkesi emperyalist ülkeler nezdinde hayata geçmedi. Özellikle Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) ve Avrupa Birliği gibi birliklerin kurulmasıyla, bunlara üye ülkeler arasında birbirlerine karşı birçok ayrıcalık tanındı. GATT ise kuruluş amacına, belirlenen ilke ve kurallarına aykırı olmasına rağmen bu duruma karşı hiçbir önlem alamadı. Çünkü anlaşmayı ihlal eden emperyalistlerdi.

GATT'ın politikalarında asıl sorun yeni-sömürge ülkelerle yaşanıyordu. Çünkü uluslararası ticaretin düzenlenmesi dedikleri, dünya halklarının "uygun biçimde" sömürülmesinin koşullarını oluşturmaktan başka bir şey değildir.

Ticaretin artırılması adına yeni-sömürgelerin ucuz hammadde sağlayarak elde ettikleri gelirler, yeni-sömürgelerin almak zorunda olduğu pahalı mamul

maddelerin alınmasına yetmemekte, sürekli bir dış ticaret açığı ortaya çıkarmaktadır.

Onyıllardır süren bu işleyiş sonucu, uluslararası ticaretin hacmindeki büyüme, zenginlikleri gasp eden emperyalist ülkelerle, her türlü zenginliği yağmalanan yeni-sömürgeler arasındaki uçurumu ve çelişkileri daha da boyutlandırmıştır. Kaldırılan gümrük duvarları ve ithalat vergilerinin düşürülmesi, zaten zayıf ve güçsüz olan yeni-sömürge ülke ekonomilerini tam bir yıkıma uğratmıştır. Diğer yandan emperyalist ülkeler, yeni-sömürgelerin kendilerine satabilecekleri tarım, tekstil vb. ürünlerinin önüne olabildiğince engel çıkarmakta, yüksek gümrük vergileriyle, "kota" sınırlaması, ithalat kısıtlamalarıyla bu ürünlerin satışım engellemektedirler. Bunun en somut örneği Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesinden sonra yaşanmıştır. Anlaşmaya Avrupalı emperyalistlerin ülkemizi daha rahat sömürmesi için gümrük engelleri kaldırılmıştır. Buna karşın Türkiye'nin en önemli ihracat ürünü olan tekstil için Avrupa'nın koyduğu kota uygulaması sürdürülmektedir. Böylece Türkiye'ye Avrupa'nın her türlü malı rahatlıkla girerken, Türkiye'nin tekstil ürünleri aynı rahatlıkla Avrupa Pazarına girememektedir.

Sonuç olarak, GATT, emperyalistler arası entegrasyon politikalarının bir sonucu olarak, dünya halklarını daha rahat sömürebilmek, pazarları aralarında savaşa gerek kalmadan paylaşabilmek için oluşturdukları bir örgütlenmedir. Emperyalistler bu ve benzeri anlaşmalar çerçevesinde kendi iç çelişkileri sürse de dünya halklarının daha rahat sömürülmesi için işbirliği yapmaktan geri durmuyorlar. GATT, yeni-sömürge halklarının soyulması anlaşmasıdır. Bu anlaşma halkların isteği değildir. Bu sömürü ve soygun anlaşması, anlaşmayı imzalayan emperyalizmin işbirlikçisi egemen sınıfların uşaklığının da tescilidir. Ve ezilen halklar bu soygun, talan, işbirlikçilik ve uşaklık anlaşmalarını kurtuluş mücadeleleri sonucu kazanacakları zaferlerle yırtıp atacaklardır.*

BİZ KONUŞALIM

Page 42: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

— Savı 14 / 23 Ocak 1999 MUSTAFA SUPHÎ -KURTULUŞ 42

yılında saygıyla anıyoruz. "Düşman gaddar, korkak ve

kahpe... Dün Vilhelm Almanyasma

memleketi satanlar Bugün İngilizlere sattılar Yarın da Amerikalılara

satacaklardır... "(*) Böyle diyordu Mustafa Suphi.

Öngörülüydü bu yanıyla. Bunu önlemek için de kurtuluş savaşının içinde sosyalistlerin de olması gerektiğine inanıyordu.

Bundan tam 78 yıl önceydi. Soğuk bir geceydi. Hava fırtınalı, Karadeniz huzursuz... Vatanı yarın Amerikalılara satacak olanlar gaddar, korkak ve kahpe...

Anadolu emperyalistler tarafından işgal edilmişti. Osmanlı sarayı, vatanı tek bir kurşun sıkmadan sattı. Ama Anadolu halkı direndi, teslim olmadı. Bir ölüm-kalım savaşına girdi. Halk yedi düvele karşı direniyordu.

Rusya'da ise 1917 devrimi olmuş, Bolşevikler iktidara gelmişti. Lenin Anadolu'daki kurtuluş savaşına elini uzattı. Silah ve para yardımı geldi Sovyetlerden. "Anadolu'da yürütülen milli

kurtuluş hareketi emperyalizme karşı bir savaştır. (...) Memlekette bu milli hareketin gelişmesi ve derinleşmesi hem işçi sınıfının şuurunu uyandıracak, hem de . genel olarak gelecek sosyal devrim

için en elverişli bir zemin hazırlayacaktır." O dönem Rusya'da bulunan TKP'nin kurucusu Mustafa Suphi Kurtuluş savaşı için bu tespiti yapıyor, emperyalist işgalcilere karşı verilen kurtuluş savaşında halkın yanında olmak, savaşta doğrudan yer almak için Anadolu'ya gelme hazırlıkları yapıyordu. Anadolu'ya gelmeden önce Mustafa Kemal'le yazışan Suphi niyetlerini anlatıp beraber savaşabileceklerini söylemişti. Ankara'dan gelen olumlu cevabın ardından 1921 Aralık'ında ./ola çıktılar. Yanında TKP Merkez Komite üyeleri Hilmi Oğluhakkı, Ethem Nejat, Nazmi ve ismail Çitoğlu'nun da aralarında bulunduğu en yakın 14 arkadaşı vardı. 15 devrimci Anadolu'ya geliyorlardı, bağımsız, özgür bir ülke savaşına katılmak için geliyorlardı. Halkın kendi kaderini, kendi ellerine alması için geliyorlardı.

Ama Ankara'dakiler, yani

Kemalistler onların gelmesinden korkuyorlardı. Doğu Ordusu komutanı Kazım Karabekir'e gönderdiği haberde şöyle diyorlardı; "Suphi'nin Ankara'ya bırakılmaması ve duruma göre davıanılması".

Suphi'ler bu ihtimalleri de

düşünmüşlerdi kuşkusuz. Ama onlar devrimciydiler. Ölüm, tutsaklık... ne gerekiyorsa o bedeli ödeyeceklerdi. Ama Anadolu'ya ayak basacaklardı. "Burası bizim anavatanımız ölürsek de burada ölürüz" diyordu Suphi.

Mustafa Suphi ve yoldaşları ilk olarak Kars'a gelirler.

"Bir sabah Kars iline ulaştılar, diz boyu kar

ve dişsiz ısıran bir soğuk vardı, gündüzse işi-gücü bırakan gece ise çırasını yakanlar yani köylü, esnaf, asker, sivil, öbek öbek yollara dökülüyorlardı. 'Hoşgeldiniz" dedikleri kişiler üniformalı değildiler rütbeleri yoktu yurtseverliklerinden başka,

gözlerinde pırıl pırıl özgürlük parıltısı

ve rüzgarlarında toprak muştusu vardı."

Kazım Karabekir tarafından da ayrıca göstermelik bir tören

düzenlenmiştir. Mustafa Kemal'in sinsi planının bir parçası olan törenden sonra TKP önderleri Ankara'ya doğru yola çıkarlar.

Plan gereği, Mustafa Suphi ve yoldaşları, yol boyunca satın alınmış adamlarca örgütlenen, taşlı sopalı saldırıların yapılacağı protesto gösterileriyle karşılanacak, gözleri yıldırılacak, güya "halkın onları istemediği" görüntüsü yaratılacak, sonunda ise katledileceklerdir. Erzurum'a varıldığında saldırılar da başlar.

"Erzurum yolunda taşınırken hepsi omuzlarda

o canı yürekten 'Yaşasın" seslerine nice 'kahrol'sesleri başladı

karışmaya, tutuklananlar oldu ve ilk kan lekeleri belirdi karda..." Mustafa Suphi ve yoldaşları

güzergahlarını değiştirerek Trabzon'a yönelirler. Yarı aç, bineksiz, diz boyu kar, yağış ve fırtınalar içinde Zigana dağlarını da aştıkları günler süren bir yürüyüşten sonra 28 Ocak günü nihayet Trabzon'a varırlar. Orada onları jandarmalar bekliyordu. Ellerindeki silahlara el konulur.

MUSTAFA SUPHİ Paris'te yükseköğretim gördüğü

yıllarda sosyalizmle tanışan Mustafa Suphi, bir arkadaşının dediği gibi; "Kademi kadar söyleyen yüreği, tabancası ve bıçağı, gözüpeklik ve atılganlığı dikkate alınması gereken" bir devrimciydi.

Daha öğrencilik yıllarında, ülkede iktidar olan İttihat ve Terakki Partisi'nin vatanı emperyalizme peşkeş çeken, talana ve baskıcı iktidarına karşı tepki duymuş, kurtuluşun sosyalizmde olduğunu görmüştü. 19l0da eğitimini bitirip yurda döndüğünde, bir yandan öğretmenlik yaparken, diğer yandan sosyalist çevrelerle ilişki kurup îfham adlı gazetede yazılar yazarak iktidara karşı mücadeleye başladı.

1913'te tutuklanıp Sinop'a sürgüne gönderilen Mustafa Suphi, birkaç ay sonra 10 arkadaşıyla birlikte firar etti. Ardından Rusya'ya geçti. 1. Paylaşım Savaşı'mn başlamasıyla birlikte Rus Çarlığı tarafından tutuklanarak Sibirya'ya sürgün edildi.

Mustafa Suphi burada da Bolşevik Parti'yle ilişki kurara.c devrimci mücadeleye katıldı. Anadolu'dan gelen diğer tulsaklar arasında propaganda ve örgütlenme

"Trabzon 28 Ocak 1921 gecedir." Suphi'ler Trabzon'dan bir motorla

Karadeniz'e açıldılar. Az sonra Mustafa Kemal'in çetecilerinden Kahya Yahya peşlerinden katillerle dolu bir başka sandalla denize açıldı.

"Kuduzca geliyordu peşlerinden homurdanarak,

Suphi daha bir bakışta anladı işi: Tuzak!

(...) Başı bozuk zıpkalı kırkbeş yeniçeri

Başlarında da Faik Reis -Yahya Kahya'nın has adamı- (...) Küfretmeye başladı

Bolşeviklere soy-sop, Suphi'de kavrayıverdi herifin

yakasını dertop: -Söyle ki, dedi seni gönderenlere, hapis, zindan, kan ve ateş halkın kurtuluş hareketini

durduramayacak (...) Ne çare ki düşmüşlerdi artık

pusuya budandı dalları devrim ağacının ve ateş külçesi gibi başlar birer birer düştüler suya..." Mustafa Suphi ve arkadaşları

Anadolu topraklarında devrim için, halkların kurtuluşu için tereddütsüz canlarını verenlerdi. Onlar ilk devrim şehitlerimizdi.

Onları katlettirenlerin amacı Karadeniz'deki rüzgarı dindirmekti, ama rüzgar dinmedi. Kızıldere'de, Çiftehavuzlar'da, Dersim'de, Karadeniz dağlarında, Toroslarda ve Ege dağlarında hiç dinmeyecek bir devrim fırtınası oldu.*

olarak katıldı. Devrimden sonra da pek çok görev alan Mustafa Suphi'nin aklı hep işgal altındaki vatınındaydı. 1919'da RSDİP Kırım Komitesi'nde görev alan Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Partisi'nİn inşası yolunda adımlar attı.

1919-20'de yürüttüğü ideolojik mücadeleyle Enver Paşa'nm Azerbaycan'daki sahte komünist hareketini etkisizfeş tiren, ülkede samimi bulduğu gruplarla ilişkilerini geliştiren, Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere Türk Kızıl Ordu Birliği'ni kuran Mustafa Suphi, 10 Eylül 1921'de Bakü'de TKP Kuruluş Kongresi'ni topladı. Anadolu ve yurtdışındaki dağınık durumdaki örgütlenmelerin bir program ve tüzük etrafında TKP adıyla toplanmasını sağlayarak örgütsel anlamda bir toparlanma gerçekleştirdi

Kongre, partinin bir an Önce Kurtuluş Savaşı'na katılarak, savaşın kazanılması ve sosyalizme geçişin sağlanması için pratik adımların atılmasını da karar altına aldı.

Partinin kuruluşu ve Anadolu'da savaşa katılma kararının üzerinden henüz üç ay geçmeden, 29 Arahk günü yoldaşlarıyla birlikte Anadolu'ya geldi.

(*} Mustafa Suphi, Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, s. 249

OY AVCILARINA ARTIK SOZ HAKKI YOK

Karadeniz'deki Rüzgar

Anadolu'yu Saran

Fırtına Oldu

Page 43: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

Rusya'daki 1905 ayaklanmaları sırasında Mayakovski 13-14 yaşlarındadır. Sokak gösterilerine ve ayaklanma katılır. Bolşeviklere sempati duymaya başlar. Orman kolcusu olan babasının silahını gizlice alıp Bolşeviklerin örgütlenme komitesine katılır.

1905 Devriminin yenilgiye uğramasından kısa bir süre sonra, 1906 yılında Mayakovski'nin babası ölür ve ailece Moskova'ya taşınırlar. Mayakovski bir yandan liseye devam ediyor, bir yandan devrimci faaliyetlerini sürdürüyor, diğer bir yandan da çalışıyordu.

1908 yılında sempati duyduğu Bolşevik partiye katılarak, işçiler içinde çalışmaya başlar. Moskova komitesine seçilir. O artık Mayakovski değil, "Yoldaş Kostantin"dir. Aynı yıl gizli bir basımevinde tutsak düşer. Kısa süre sonra özgürlüğüne kavuşur. 1909 yılında hapishanede kalan kürek mahkumu kadın tutsakların firar eylemini örgütleyenler arasındadır. Eylem başarıyla gerçekleşir. Ancak bir süre sonra tekrar tutsak düşer. 11 ay tutsak kalır. Hapishanede ilk şiirlerini yazmaya başlar. Bu şiirler Mayakovski'nin sonradan karşı çıktığı, kalıplara, ağdalı sözlere sıkışıp kalmış olan ve bin yıldır süregelen klasik Rus şiiri tarzında

yazılmıştır. Hapishaneden çıkarken gardiyanlar şiirlerini elinden alır. Mayakovski daha sonra bu şiirleri için şöyle der: "... Damdan çıkarken elimden alan gardiyanlar sağ olsun! Ya basılmış olsaydı!" (Şiirler, s. 128)

Yeniyi Bulma Çabası ve Devrimci Rus Şiirinin Doğuşu Mayakovski özgürlüğüne

kavuştuktan sonra, şiiri çok sevmesine karşın, resimle uğraşmaya başlar. Sanat çevresine ilk girişi de resimle olur. Ama aklı şiirdedir. 1912 yılında artık kendini şiire verir. Ancak bu defa farklı bir tarz benimser. Eski şiirin, binlerce yıllık Rus şiirinin kalıplarını reddeder. Abartılı tanımlamalarla, anlatımlarla alay eder. Halkın anlayabileceği dolambaçsız kısa anlatımları kullanır. İlk şiirleri küçük tirajlı dergilerde ve yıllıklarda yayınlanmaya başlar. Petersburg ve Moskova'da, yazarların, şairlerin toplandığı kahvelerde şiirlerini okur. Şiirin yanı sıra kısa trajediler,

piyesler da yazar. Burjuvaziye, sömürüye karşı duyduğu nefret tüm eserlerine yansır. Sanatıyla halkın, mücadelenin yanındadır. Bu yıllarda aynı zamanda partinin afişlerini hazırlıyor, bildirilerini kaleme alıyordu. 1916 yılında silah altına alınır. Askerlik günlerinde "Savaş ve Evren" ile "însan" şiirlerini yazar. Maksim Gorki'nin "Yılın Olayları" dergisiyle işbirliği yapar.

Devrimle birlikte Halk Eğitim Komiserliği'nin çağrısına uyarak çeşitli görevler üstlenir. Sanatıyla, tüm benliğiyle halkın yanında, proletaryanın şaflığındadır.

"Devrime övgü", "Solun Yürüyüşü" şiirlerini kaleme alır. Birçok filmde başrol oynar. Halk Eğitim Komiserliği'nin Toplumun Sanatı dergisini yönetir.

1915-1920 yılları arasında yazdığı şiirlerle getirdiği yeni anlatım tarzı ve konularla gerek Rusya'da gerekse de dünyada devrimci şiire yeni ufuklar açtı.

Mayakovski'ye göre şair bir işçidir. Bir yürek işçisidir. "Şair işçidir" şiirinde bunu şöyle yazar:

"Kim daha üstün, şair mi, Yoksa insanlara Pratik yarar sağlayan teknisyen ikisi de. Yürek de bir motordur çünkü Ve ruh, onun çalıştırıcısıdır. Eşitiz bizler

şairler ve teknisyenler Vücut ve ruh emekçileriyiz

aynı kavganın içinde Ve ancak ortak emeğimizle

bezeriz evreni marşlarımızla gümbürdeterek."

(Kardeş Türküler, Ataol Behramoğlu, s. 71)

Mayakovski, "sanatçı bağımsız olmalı", "Örgütlü sanatçılık yaratıcılığı öldürür" diyenleri yaşamıyla, pratiğiyle yalanlar. Partili mücadelesiyle sanatını ileri taşır, zenginleştirir. Kolektivizmin yaratıcılığı öldürmediğini, tersine alabildiğine zenginleştirdiğini bilir, sanatçı sanatını halkın içinde, halk için yapmalıdır. Bu inançla hep halkın içindedir.

1925 yılında 12 yıllık arkadaşı Sergey Yesenin intihar edince: "Sergey Yesenin" şiirini yazdı ve bu şiirinden yola çıkarak "Şiir nasıl yazılır?" kitabını kaleme aldı. Bu kitabında şöyle der:

"Bu şiiri toplum mu istemiştir? Evet, iki puan. Şiirin bir amacı ya da ereği var mıdır? İki puan. Uyaklı mıdır? Bir puan daha. Ses yinelemesi var mıdır? Yarım puan daha. Ritim için bir puan daha..." (age. s. 16) Yaptığı bu puanlama Mayakovski'nin şiire ve şaire bakış açısını da belli yanlarıyla ortaya koymaktadır.

1930 yılında Proleter Yazarlar Derneği üyeliğine atanır. Mayakovski sanata ve şiire bakışını şöyle ifade eder:

"Benim anlayışıma göre iyi bir şiir yapıtı öngörülen toplumsal buyruğa göre yazılmış, amaç olarak proletaryanın kazammım benimsemiş, sesleneceği herkesi sarsan, herkesin anlayabileceği bir dille, Bilimsel Emek Örgütü'nün verdiği bir masada yazılan ve yayımcıya uçakla gönderilen

- Sayı 14 / 23 Ocak 1999 - şiirdir." (age. s. 17)

Mücadele Dolu, Halka Adanmış Bir Yaşamın Beklenmeyen Sonu Mayakovski, bir başka Rus şair

olan Sergey Yesenin intihar ettiğinde şöyle yazmıştı;

"Şu yaşamda en kolay iştir ölmek

Asıl güç olan yepyeni bir yaşama

başlamak" En üretken çağında, halkına,

dünya halklarına daha verebilecek pek çok şeyi olmasına rağmen yaşadığı sorunları aşamaz. Mayakovski intihara karşı çıkmasına, bunun yanlış olduğunu, bir devrimci, bir komünist için çaresizlik, zayıflık olduğunu bilmesine, söylemesine rağmen kolay olanı seçer ve 14 Mart 1930 günü, 37 yaşında intihar eder. Yanında bulunan son mektubunda şunlar yazmaktadır;

"Hepinize!.. Ölüyorum, ama kimseyi suçlamayın bu yüzden. Dedikodu etmeyin. Merhum nefret ederdi bundan... Anneciğim, bacılarım, yoldaşlarım; bağışlayın beni, iş değil bu (kimseye salık vermem) ama bir çıkar yol da kalmamıştı benim için." (Şiirler, Mayakovski, s. 147)

Mayakovski yaşadığı süreçte ürettiği onlarca eseriyle, devrimci şiire getirdiği yeniliklerle olduğu kadar, yazdığı oyunlarla devrimci tiyatronun gelişimine de katkıda bulunmuştur. Dünyanın her köşesinden onlarca şair Mayakovski'den etkilenerek, ondan öğrenerek kendi halkının en büyük, en güçlü ozanları arasında yer almıştır, öldükten sonra, doğduğu Bağdadi ilçesinin adı Mayakovski olarak değiştirilmiştir. Şiirleri dünyanın hemen her

diline çevrilen Mayakovski'nin eserleri Türkçe'ye de çevrilmiş, çeşitli dergilerde yer almış, "Şiir Nasıl Yazılır?", "Saf Şiir Yoktur", "Şiirler, Vladimir Mayakovski" gibi, yazarın eserlerinin bir kısmının toplanmış olduğu kitaplar basılmıştır.*

BİZ KONUŞALIM

Şiirlerinden Bazıları Pantolonlu Bulut, Avazı Çıktığı Kadar

Omurganın Fülütü,Savaş ve Evren, OYUNLARINDAN

insan, BAZILARI: Devrime Övgü, Trajedi,

Solun Yürüyüşü, Gizemli Güldürü, Seviyorum, Tahtakurusu,

150.000.000 Beşinci Banyolar Enternasyonal,

Vladimir îliç Lenin, DENEME: iyi Şiir Nasıl Yazılır?

4 3 KİTAPLARDANKURTULUŞ -

MAYAKOVSKİ

Page 44: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

-Sayı 14 723 Ocak 1999- CHE'NİN GÜCÜ KURTULUŞ— 44

"İngiltere'de Kiliseler

Halkı Kiliseye Çekebilmek İçin

İsa Peygambere Benzetilen Che Posterlerini Kullanıyor"

Che'nin Gücü

İngiltere'de kiliseler, halkın kiliseye gelmesini sağlamak için başlattıkları kampanyada İsa peygamberin Che Guevara'ya benzetilmiş posterini kullanmaya başlamışlar. Bu girişimi "Bir komünist eylemci ile, peygamber nasıl bir tutulur" diyerek eleştirenlere karşı, yenilikçi diye tanımlanan hıristiyan liderler ise "Che ile İsa'nın bir tutulamayacağını, ancak İsa'nın da Che kadar devrimci sayılabileceğini"İleri sürerek kendilerini savunuyorlar.

Gerek böyle bir afişin kullanılması, gerekse de yapılan tartışma son derece çarpıcı gerçekten.

Posterlerin kullanılmasına karşı çıkanlar İsa ile Che'nin bir tutulamayacağını söyleyerek îsa'nın daha üstün olduğunu ima ediyorlar. Peki bakalım bu tartışma nereden çıkıyor ve doğru olan ne?

Eğer İsa, bir ateist olan devrimci Che'ye benzetilerek halka sevdirilmeye çalışılıyorsa;

Eğer halkın ilgisi İsa'ya benzetilen Che posterleriyle çekilmeye çalışılıyor ve halk Che aracılığıyla kiliseye davet ediliyorsa;

Eğer İsa da Che kadar devrimci gösterilmeye çalışılıyorsa;

Bu, CHE'nin, gücünün, halklar üzerindeki etkisinin İsa'dan çok daha fazla, çok daha büyük olduğunu gösterir.

Bu, kapitalizmin halkı kandırmaya devam edebilmek için, en büyük düşmanı CHE'den, DEVRİMCİLERDEN medet arayacak, devrimcilerin arkasına sığınacak kadar çürümüş olduğunu gösterir.

Bu, kapitalizmin halka örnek

gösterecek kahramanlar yaratamadığım, burjuvazinin kahramanlarının vaktini çoktan doldurduğunu gösterir.

Bu, kapitalizmin halka verecek hiçbir şeyinin kalmadığını; halkın

en güzel değerlerini, onuru, namusu, dürüstlüğü, sevgiyi, iyiyi, güzeli temsil edenin, yaşatanın DEVRİMCİLER olduğunu gösterir.

Evet böyledir. Kapitalizm, burjuvazi her geçen

gün daha da çürümekte, yozlaşmakta ve bu çürümüşlüğünü yozluğunu topluma yaymaktadır. Halkın en güzel değerlerini kirletmekte, yok etmektedir. Öyle ki, halkı düzene bağlamak için egemen sınıfların yüzyıllar boyunca kullandığı dini inançlar da toplum üzerindeki etkisini, inandırıcılığını giderek yitirmektedir. Arayış ve bunalım içindeki halklar kiliselerin de sömürü sisteminin bir parçası olduğunu, sorunlarına, arayışlarına çözüm olamayacağını görerek bunlardan uzaklaşmakta; kaybetmeye başladıkları, ya da

kaybetmek istemedikleri sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü, onuru, namusu, iyiyi, güzeli emperyalizmin onyıllardır sürdürdüğü en iğrenç, aşağılık karşı

propagandalarına rağmen halklar için savaşan devrimcilerin temsil ettiğini görmekte, onlara doğrudan veya dolaylı bir sempati duymaktadır.

Che'nin sadece en çok ezilen, sömürülen dünyanın dört bir köşesindeki yeni-sömürge halkları tarafından değil, emperyalizmin beşiği Avrupa'da, Amerika'da hem de sosyalist, devrimci olmayan ilerici, demokrat, sıradan onmilyonlarca insan tarafından bile sevilmesi, sahiplenilmesi boşuna değildir. Yular boyunca CHE'ye, devrimcilerBe küfür eden medyanın Che programları yapmaya başlaması, Küba'daki anmaları, devrim kutlamalarını vermesi boşuna değildir. Che kasetlerinin rekor düzeyde satılması, burjuvazinin sattığı malların reklamında Che görüntülerini kullanması boşuna değildir. Çünkü Che kitleleri etkilemektedir. Çünkü Che sevilmektedir. Tüm karşı propagandaları, karalamaları, ahlaksızca iftiraları işe yaramamış, halkların devrimcileri sahiplenmesini engelleyememişlerdir. Bir yerde çaresiz bu büyük güç karşısında boyun eğmek zorunda kalmakta, onu yok sayamamaktadırlar.

Bu bizim gücümüzdür, bu bizim Geleceği, halkların özlemlerini

devrimciler temsil ediyor, biz temsil ediyoruz. Che gibi olmak, Che'nin yolundan gitmek; Mahir gibi olmak, Niyaziler, Sabolar gibi olmak, Ege'nin sahanları Erhan Yılmazlar, Mehmet Yıldırımlar gibi olmak, devrimci olmak, halklara sonsuz sevgiyle bağlı olmak, halkı için savaşan gerillalar olmak dünyanın en iyi, en güzel, en onurlu işidir.

Bu iyi, güzel, onurlu işi yapmaya hep devam edeceğiz.

YAŞASIN CHE! YAŞASIN DEVRİMCİLER! YAŞASIN SOSYALİZM!

OY AVCILARINA ARTIK SOZ HAKKI YOK

Page 45: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

45 ÖYKÜ - Sayı 14 / 23 Ocak 1999 -

-Koş vatandaş koş, malın iyisi bende. -Şu elimde gördüğünüz eşarp... -Ablalar, abiler gelin gelin... Kulaklarım duymaz oldu artık. Her

yerden sesler yükseliyor. Kimin ne dediğini bile anlayamaz oldum. Bu ne biçim iştir yahu. iğne atsam yere düşmez. Herkes birbirinin üzerine üzerine yürüyor. Adım atacak yer yok ama buradan çıkmam lazım.

Binbir güçlükle bir yolunu bulup pazardan çıkmayı başarabüdim. Ama ne başarı, herkesi eze eze, en ufak bir boşluğa sokula sokula. Bu kadar eziyet çektiğime değse bari. Ama nerede? Pazara neler almak için gelmiştim, bir de elimdekilere bak. Bir ufak poşeti bile dolduramadım. Oysa bayram için alışveriş yapacaktım. Evdekiler de şimdi istediklerini aldığımı düşünüyorlardır. Nereden bilecekler benim eve eli boş döneceğimi. Aldıklarım sadece kadayıf, toz şeker ve kolonya, bir de en küçüğün ayakkabısı. Artık onlarsız da bayram olmaz. Sonra gelenlere ne ikram ederiz.

Şimdi ben çocuklara ne diyeceğim. Akşam nasıl da istemişlerdi bayram şekerlerini. Yavrularım! Onlar da durumumuzun farkında. O yüzden giysi falan demedilerdi pek. İstedikleri sadece güzel renkli şekerlerdi ama ben onları bile almadım. Nasıl alabilirdim ki... Bunları bile alana kadar nasıl pazarlık etmek zorunda kaldım. Yoksa ben ister miydim çocuklara "yok o istediklerinizden alamadım" demeyi. Onları incitmek, üzmek çok zor gelse de ne yapayım ancak bu kadarını alabildim. Cebimdeki üç-beş bin lirayla ancak bunları denkleştirebildim. Yoksa alsa mıydım? Ama ya sonra?.. Ay başına çok var daha...

Pazardan uzaklaşalı epey oldu. Ama her yer aynı. Bütün çevre ana-baba günü. Herkes karınca gibi oraya buraya koşturuyor. Nedense her birinin de acelesi var. Şimdi sorsan bayramdan derler. Bizim yaptığımıza da bayram derlerse! Aç karnına bayram mı olur? Benim için bayram kamımızın doyduğu, çocuklarımın, eşimin ihtiyaçlarını karşıladığım gündür. Sefalet, yokluk içindeyken bayram kutlamak bizim neyimize, ama yine de olmuyor işte...

Sıkıntılı düşünceler beynimde dolaşırken otobüs durağına nasıl geldiğimi bile anlayamadım. Şimdi bekle de otobüs gelsin. Ömrümüz bu otobüs duraklarında beklemekle geçecek. Tabii içinde kalabalıktan pestil olmazsak. Karşıdan gelen beklediğim otobüs değil mi? Yanlış görmüş olmalıyım. Böyle kolay kolay bizim oranın otobüsü gelmez. Bu sefer yanıldım galiba. Gerçekten gelen bizim oranın otobüsüydü. Bu da bugünkü şansım herhalde.

Elimdeki yarı boş poşeti sıkı sıkı

kavrayarak otobüsün kapısından içeriye daldım. Önümdekileri itekleyerek sonunda girebildim. Pencereden dışarı baktığımda daha onlarca kişinin otobüse binmek için kapıya hücum ettiklerini görüyorum. Şimdi onlar da binse bir türlü, binmese bir türlü. Ben de onların yerinde olabilirdim. Bütün günün yorgunluğundan sonra bir saat daha beklemelerine içim elvermiyor. Bari otobüs onları da alsa. Ama olmuyor, içlerinden ancak bir kısmı daha binebiliyor. Otobüs kimi yerde hızlı, kimi yerde yavaşlayarak ilerliyor. Şoför de bir sürüyor ki, ha şu arabaya çarptı ha buna çarptı diye içimden geçirmeden edemiyorum.

Eve varmaya az kaldı. Otobüs dura kalka ilerliyor. Her frene basışında neredeyse ezildiğimi hissediyorum. İnen olsa da otobüstekiler biraz azalsa. Belki o zaman rahatlarım. Bulunduğum yerden otobüsün penceresini bile göremiyorum. Şimdi neredeyiz ki?.. Birkaç durak sonra inenler çoğaldı. Şimdi dışarıyı

im. Ben de diğer durakta

Otobüsün ziline basmanı gerekiyor. Ama yetişebilmem imkansız. Hemen ön taraflardan beyaz saçlı, yüzleri kırış kırış olmuş bir amca gözüme takılıyor. Hemen ona sesleniyorum zile basması için. Aynı anda başkaları da basıyor zaten. Duracak yazılı ışıklı levha yanıyor. Sonunda inebildim. İner inmez bir oh çektim. Nedir bu çektiğimiz yav. Her yerde ezile ezile ne olacak bu halimiz?

Mahallede yine aynı yüzler. Karşıdan Halil geliyor. Gençliğimden beri tanırım

onu. Gençliğimiz, delikanlılığımız birlikte geçti. İlişkimiz eskisi gibi sıcak olmasa da birbirimizi çok severiz. Aramızda bir sorun yaşandığından değil bu soğukluk. Neden böyle olduğunu ben de bilmiyorum. Zaman içerisinde kendiliğinden oldu her şey. Onunla ayak üstü bir sohbet edip yoluma devam ettim. Gördüğüm herkes tanıdık yüzler... Bir de sokakta cıvıl cıvıl koşturan çocuklar. Hemen bayram şekerleri aklıma geldi. Alabilmiş olsaydım bir kısmını çocuklara dağıtır, böylece erkenden bayramlarını kutlamış olurdum. Yüzlerine bakmaya utanırcasma geçiyorum yanlarından.

Eve ulaşmıştım sonunda. Kapıyı birkaç kez tıklattım. Hatice hemen açtı kapıyı. Yüzü yine her zamanki gibi güleçti. Hoşgeldin dedi. Elimdeki poşeti aldı. İçeriye girdim. Canım sıkkındı. Şimdi poşete baktıklarında bir şey göremeyecekler. Bana her ne kadar niye almadın diye sormasa da içinde kalacak olması moralimi iyice bozuyor. Bugüne kadar şu Hatice'ye gün yüzü gösteremedim. Sanki eziyet çekmek için gelmiş dünyaya. Bir de benim ettiğim eziyetler eklenince iyice çökmeye başladı. Pazardan ona bayram hediyesi bir eşarp almayı ne kadar çok isterdim. Ama...

Hemen televizyonu açtım. Onun da son taksidi hala duruyor. Aldığımız dükkan sahibi insaflı biriymiş. Nasılsa son taksidi diye fazla sıkboğaz etmedi. Ay sonuna kadar süre verdi. Ay sonuna da surda kaç gün kaldı, o zaman nasıl ödeyeceğiz bakalım. Hatice sinirli olduğumu yüzümden anlamış olacak ki, hiçbir şey sormadı. Televizyon seyrediyordum ama aklım başka yerdeydi. Televizyonu seyrettiğim falan yoktu. Kapı

çalındı. Hızlı hızlı vurulduğuna, buna pek vurmak da denmez, tekmelemeye bakılırsa bizim çocuklar gelmiş olmalı. Bağıra bağıra içeriye daldılar.

"Baba sen eve ne zaman geldin, istediğimiz şekerleri aldın mı?", "Ayakkabım nerde baba?"... Nereden böyle şeyleri söylerler anlamam ki... İşte bütün gün bunları düşünmek moralimi daha bir bozuyordu. Boşuna da değilmiş. Beklediğim gibi başladılar işte yine. Hatice ne kadar susturmaya çalışsa da dinletemedi. Çocuk olmaları bile sinirimi

hafifletmeye yetmiyordu. Kan beynime sıçradı. Kapıyı vurup evden uzaklaştım. Hızlı adımlarla ilerliyorum. Ama ne nereye gittiğimi, ne de ne yapacağımı bilmiyorum. Kulağımda hep çocukların sesi... "Şekerler... Bayramlıklarım... Nerde, nerde, nerde?.." Param olmuş olsa zaten almaz mıyım? Sizden niye esirgeyeyim? Ben ister miyim size "yok alamadım" demeyi? Hangi babanın yüreği dayanır ki böyle şeye?.. Vitrinleri, mağazaları ağzına kadar dolu görüp de çocuklarıma, Hatice'ye tek bir parça eşya alamamak. Onların ihtiyaçlarını karşılayamamak işte bu beni mahvediyor. Her zaman aldığım, alabileceğim yok zaten. Ama bayramlarda bile alamamış olmak, onların karşısına eli boş gitmek... Lanet olsun! Daha ne kadar çekeceğiz bu çileyi?

Birden titreyince üstüme birşey almadan evden çıktığımı farkettim. Hava buz gibiyken, bu şekilde sokakta yürümek pek akıl karı değildi. Ama bunu da boşverdim. Adımlarımı yavaşlatmadan koşarcasına yürümeye devam ediyorum.

Birden ani bir fren sesiyle sarı taksinin üzerime doğru hızla geldiğini gördüm. Farkında olmadan yolun ortasına çıkmışım meğer. Bütün bir yaşamım, yoksulluğum, Hatice, çocuklar... gözlerimin önünden bir bir geçti. Sanki bir boşluğun içerisinde ölüme gel diyordum. Artık gözlerimi kapadım. Yerimden kımıldayamıyordum. Sadece gözümün önünden geçen görüntüler ve kulağımı parçalayan o fren sesi vardı beynimde.

Ne olduysa bilmiyorum. Ölüm için üzerime gelen o sarı taksinin fren sesi kesildi birden. Bir an öldüm mü ne diye düşünürken, yavaş yavaş gözlerimi açtım. Ama yine aynı yerde, yolun ortasında dikilmiş duruyordum. Az ilerimde de taksinin şoförü arabadan çıkmış bana bağırıyordu. "Git kardeşim, ölümüne mi susadın. Benim çoluğum çocuğum var. Durup dururken beni katil edecektin." Yaa... çoluğun çocuğun var. Benim yok mu sanki, onlara bayramlarını zehir edecektim. Bu kadarını da onlara yapamam. Hiç sesimi çıkarmadan oradan uzaklaştım.

Doğruca evin yolunu tuttum. Şimdi git git yol bitmiyordu, iyice gözümde de uzadı. Sanki kilometrelerce yolu gelmiştim. Bir an önce eve varmak istiyordum. Hatice ve çocuklar nasıl merak etmişlerdir. Kapıyı vurup çıkmakla onları tedirgin ettiğim yeter.

Evi gördüm. Öyle yorulmuşum ki, bir an önce kendimi eve atsam, çocukları şöyle bir kucağıma alsam, işte o zaman tüm yorgunluğum bitecek. İçimde kocaman bir özlem büyümüştü. Kapıyı hızlı hızlı çaldım. Elim daha kapıya vururken kapı açıldı bile. Hatice'yle çocuklar karşımda duruyorlardı. Yarın bayramdı... Çocuklar Hatice ve ben bir bayramı daha kutlayacaktık. Ama ne bayram! Hepimizin umutları, beklentileri çökmüş. Yine diş sıkacağımız, bir dahakine diye sabredeceğimiz ve bu arada ezikliğin tüm yükünü taşıyacağımız bir bayram daha. Bayram bizim neyimize ki? Hiç olmazsa sıradan günler daha iyi. Bayram, seyran deyince insan daha çok hissediyor acıyı. Öyle herkesin anlayamayacağı bir acı bu. Yaşayan bilir...*

BİZ KONUŞALIM

Page 46: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

- Sayı 14/23 Ocak 1999- MİZAH Kurtuluş 46

JİP"Mİ? "AP" MI? MGK politikalarının savunuculuğunu yapan burjuva partileri, MGK'da

Ordu'nun belirleyiciliğini bildiklerinden saflarını emekli subayla doldurmakta, seçimlerde aday göstermekte adeta yanşıyorlar. Ellerinden gelse bütün adayları askerlerden seçecekler. İşte küçük bir örnek; Karşı-devrimci ihbarcı "işçi Partisi"nin Karşıyaka Belediye Başkanlığına emekli bir albay; Belediye Meclis üyeliklerine de 3 albay 1 astsubay aday gösterilmiş... Eee, nerede kaldı işçiler, emekçiler?..

Emekli subay tavlama tüm düzen partilerinde hızla sürüyor. Bakalım en çok kim avlayacak?

"Yeşil" Tartışmasında Cehalet...

Demirel geliyor. İkinci sıradaki "akıllı" Sakıp Sabancı. Hülya Avşar, Erdal İnönü, Metin Akpınar, Şener Şen'le devam eden liste Cem Boyner'Ie sona eriyor. Tempo dergisinin "aklı- evvelleri kendilerini kaçıncı sıraya koyuyorlar acaba? Listeyi böyle hazırladıklarına göre 65 milyonuncudurlar herhalde. Öyle ya Demirel'i birinci sıraya koymak pek akıl karı değil çünkü.. Demirel deyince de, gazetelerde geçtiğimiz günlerde yeralan Demirel'li bir haber aklımıza düştü işte. Gazetelerdeki bu habere göre, ülke genelinde 280 organize sanayi bölgesinin yapımı için 20 milyar dolar ayrılırken, Cumhurbaşkanlığı bahçesi için 70 milyar dolar ayrıldığı belirtiliyordu. Ya, devlet parası derya, yiyende gerdan göbek... Yağmanın böylesi görülmüş duyulmuş değil belki, ama ülkemizde artık skandal kelimesi unutuldu neredeyse, hiç bir şey skandal sayılmıyor artık. Ey halkımız Baba ve evlatları, yağmaya devam etmek için senden oy istiyorlar. Gayri sen bilirsin!

Ira kadar uzaktan yakıp-yıkarken stres biriktirmişler... Yalnız

6. Filo'da görev yapan ahilerinden nasıl stres atılırmış öğrenememişler anlaşılan. Merak etmesinler, Türkiye halkları onuruna, namusuna vatanına sahip çıkarak Amerikan askerinin stres atmasını sağlamak için onları denize dökme zahmetine katlanacak, hatta daha kesin bir stres atma yöntemi olarak gerekirse tabut içinde Clintonlara "armağan" olarak gönderilmelerini de sağlayacaktır...

"Şerefini kaybedenin kaybedecek başka bir şeyi yoktur." (Publilius Syrus)

Kaptanı usta olmayan gemiye her rüzgar kötü gelir." (Herbert)

FIKRA: (Hasan Hüseyin'in "Öğüdünü" Tutan Bir Politikacı) Politikacı bir okulu geziyordu. Okulun laboratuarında ders araçlarının

noksan olduğunu görünce 20 milyonluk bir tahsisat çıkartarak eksiklerin sağlanması için emir verdi.

Birkaç gün sonra politikacı yine bir tesisi gezmeye çağrıldı. Ama bu seferki büyük bir hapishaneydi. Hapishaneyi gezip, mahkumların durumlarını beğenmeyince, 500 milyonluk bir tahsisat çıkarttırarak, hapishanenin ıslah edilmesini emretti.

Orada bulunan dostlarından biri dayanamayarak sordu; "Okula 20 milyon lira veriyorsunuz da hapishaneye neden 500 milyon? Bu yaptığınız doğru mu?"

Politikacı bıyık altından gülerek, "dostum" dedi, "Bundan sonra okula gitmeyeceğim, ama hapishaneye gidebilirim." İsteklisine "Villa Tipi Oda'lar... Tabutluklara, hücrelere devrimci tutsakları koyamamanın sıkıntısını yaşayan

Adalet Bakanlığı yetkilileri "yaratıcılık" ta sınır tanımıyorlar doğrusu. "Tek kişilik oda" dediler olmadı, "oda sistemi" dediler tutmadı; "5 yıldızlı otel" dediler, kimse yemedi. Şimdiki pazarlama sloganları "Villa Tipi Odalar"!

Hanen isteklilere duyurulur... işte, Eskişehir tabutluklarını pazarlamaya çalışan Eskişehir Cumhuriyet Başsavcısı'nın "Villa tipi Oda"larının tanıtımı: "2 kişilik içten merdiveni olan villa tipi odaların aşağıda banyosu, tuvaleti, oturma kısmı ve müstakil bahçesi bulunuyor. Yukarıda ise yatak kısmı var."

Eee, ne duruyor Başsavcı ve "Villa tipi" hayranları? Kendileri taşınsalar ya!..

OY AVCILARINA ARTIK SOZ HAKKI YOK

İpini koparan, maratona koşuyor. Yalnız bu maratona sporcular katılmıyor. Çünkü bu seçim maratonu. Ol nedenle de aşırı yemekten göbekli ve gerdanlı tipler katılıyor. Haliyle ipini koparanın milletvekilliği, belediye adaylığa soyunmasıyla yağcılık da başladı tabii. Ortalığı yag kokusu sardı. Parti liderlerinin yakın civarı içinde vıcık vıcık yağ kokusunu duymamanız mümkün değil. Bu kokuya şapur şupur sesleri eşlik ediyor. Şimdilik parti başkanlarının ellerini yalıyorlar. Yarın halk oy vermeyince kendi avuçlarını yalayacaklar. Lakin öyle ya da böyle seçilirlerse, maratonları milletvekili olunca da bitmeyecek o zaman rüşvet ihale peşinde koşmaya başlayacaklar. Koşun Zübükler. Koş un koşun durmayın. Zaten Türkiye rüşvet sıralamsında atltıncıymış. Siz belki birinci yaparsınız. Birinci dedik de aklımıza Tempo dergisinde bazı akıl lıların aklı na gelen akıl yarışması geldi. Tempo dergisi Türkiye'nin en akıllı 50 kişisini

Page 47: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam

4 7 ÇAĞRI -Sayı 14/23 Ocak 1999-

SESİ SUSTURULMAK İSTENEN HALKTIR

SUSMAYACAĞIZ!

kurtuluş

Gazetesi Çalışanları UfukDoğbay, Özlem Kütük ve Devrimci Gençlik Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Selma Kubat'a

ÖZGÜRLÜK!

Tüm Okurlarımızı,

Tüm Dostlarımızı ve Halkımızı 29 Ocak Cuma Günü Saat 10.00

İstanbul 6 No'lu Devlet Güvenli1

Mahkemesi'ne

BEKLİYORUZ

Page 48: KURTULU - ozgurluk.info · kendi halindeki sıradan ailelerin çocuklarıydı. Ama düzen bu bataklığa çekti onları. Bu düzen partilerinin iktidarı sürdükçe de çekmeye devam