16
Cüzey (ö. 741/1340)'in Tefsirinde Tasavvuf Mustafa ÖZTÜRK Dr., Ü. Fakültesi oztu rk65@yahoo.com ÖZet Bu makale, cevhid, !Javf ve tevekklil, ve zikir gibi Km' an\ terimierin Endülüslü fessir Cüz.ey'in es- Teshi/li U/Omi'r-Ten- zfl tefsirindeki tasavvutl içermektedir. Cüzey, Endülüs önemli biri -bilebild i- ülkemizde onun ve özlü tefsiri ana kadar herhangi bi r Bu na mukabil, müfessirin bu eseri, Arap bil imsel konu Bu tespitten hare- ketle kaleme makalede, hem Cüzey ve tefsiri bilgi hem de eserinin bi r dikkat Ana ht ar k elimeler: Cüzey, revhid, takva, havfve reca, tevekkül, sa- zik i r. gibi, tefsir literatürünü eserler, içerdikleri bilgi ma l- zemesine göre tasnif Bu tasnife göre rivayet tefsirler "riva- yet" ; ayetlerin yorumunda sarf, nahiv, belagat, keHim, fel sefe vb. mu htelif ilmi disipliniere ait bilgilerin eserler ise, genellikle '' dirayet tefsiri" olarak kategorize Bunun sel sezi ve tecrübelerinin ürünü olan ve zaman da Arap dili nde bulunmamak- la birlikte, ruhuna uygun kabul edilen ol- tefsirler Ehl-i sünnet mezhebine mensup olmayan müfessirlerin tef - siJ· J eri ise, ''mezhebi tefsirler'' olarak Mezhebi retsir n itelemesi , ideolojik bir nitelemedir. Zira, tefsir literatüründe mez hebi olmayan, yahut mez hepler üstü olan hiç bir tefsir mevcut Bu tespitten hareket le denebilir ki, mezhebi tefsir tal;iri, bu ka-

08 İBN CÜZEY'İN TEFSİRİNDE TASAVVUF - tasavvufdergisi.net · ve Muhammed Atve ivn n~riyle Kahire'de, 1973 ve 1983 yıllannda ise Daru'l-kitabi'l ambi t:tl"'.ı.fından Beyrut'ıa

  • Upload
    others

  • View
    11

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

İbn Cüzey (ö. 741/1340)'in Tefsirinde Tasavvuf

Mustafa ÖZTÜRK

Dr., OndokLız Mayıs Ü. İlahiyar Fakültesi

[email protected]

ÖZet

Bu makale, cevhid, r:.ıkv:ı, !Javf ve recı, tevekklil, sabır ve zikir gibi Km' an\ terimierin Endülüslü mü fessir İbn Cüz.ey'in es-Teshi/li U/Omi'r-Ten­

zfl ad lı tefsirindeki tasavvutl yorumlarını içermektedir. İbn Cüzey, Endülüs İslam dünyasının önemli şahsiyetlerinden biri olmasına rağmen , -bilebildi­ğimiz kadarıyla- ülkemizde onun kısa ve özlü tefsiri hakkında şu ana kadar herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Buna mukabil, müfessirin bu eseri, Arap dünyasında çeşitli bilimsel araştırınalara konu olmuştur. Bu tespitten hare­ketle kaleme alınan makalede, hem İbn Cüzey ve tefsiri hakkında tanıucı bilgi verilmiş, hem de eserinin farklı bir özelliğine dikkat çekilmiştir.

Anahtar k elimeler: İbn Cüzey, revhid, takva, havfve reca, tevekkül, sa­bır, zikir.

Giriş

Bi lindiği gibi, İslam tefsir literatürünü oluşturan eserler, içerdikleri bilgi mal­

zemesine göre tasnif edilmiştir. Bu tasnife göre rivayet yoğunluklu tefsirler "riva­

yet" ; ayetlerin yorumunda sarf, nahiv, iştikak, belagat, fıkıh, keHim, felsefe vb.

muhtelif ilmi disipliniere ait bilgilerin kullanıldığı eserler ise, genellikle '' dirayet

tefsiri" olarak kategorize edilmiştir. Bunun yanında, mutasawıAann içsel sezi ve

tecrübelerinin ürünü olan ve çoğu zaman da Arap dil inde karşılığı bulunmamak­

la birlikte, Kur'an'ın ruhuna uygun düşrüğü kabul edilen yonımiann ağırlık lı ol­

duğtı tefsirler "işarl"; Ehl-i sünnet mezhebine mensup olmayan müfessirlerin tef­

siJ·Jeri ise, ''mezhebi tefsirler'' olarak nitelendirilmişt ir.

Mezhebi retsir n itelemesi, haddizatında ideolojik bir n itelemedir. Zira, isıam

tefsir literatüründe mezhebi olmayan, yahut mezhepler üstü olan hiçbir tefsir

mevcut değildir. Bu tespitten hareketle denebilir ki, mezhebi tefsir tal;iri, bu ka-

198 tasavı:l!f'

tegoride yer alan bir tefsirin Ehl-i sünnet aliınleıince bid'at ehli olarak tavsif edi­len herhangi bir mezhep mensubu tarafından telif edildiği anlamına gelir ve bu

anlam, aynı zamanda mez.heb1-siyasl bir dışlamayı tazamnıun eder. Öte yandan klasik literatürdeki hiçbir tefsiri, bütünüyle rivayet veya dirayet

tefsiri olarak kategorize etmek pek mümkün değildir. Zira, dirayet tefsiri olarak

kabul edilen tefsirlerin tümünde çok sayıda rivayet mevcut olduğu gibi , klasik bir rivayer tefsirinde de, tıpkı Taber! (ö. 310/922)'nin Camiu'l-Beyiin'ınd.a oldu­

ğu gibi, ınüfessirin pek çok konuda kendi kişisel görüş ve tercihlerine rastlamak mümkündür. Bu noktada, İbn Ebi Hatirn (ö. 327/939) gibi bazı müfessirlerin ref­

sirde tamamen rivayet malzemesini esas aldıkları ve dirayet kapsamında değer­lendirilebilecek türden hemen hiçbir bilgiye yer vermedikleri ileri süriilebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, rivayetleıin sahibini sakiminden ayı rt etmek ve

mevcut ıivayet malzemesi içinde bir tercihte bulunmak, evvelemirde müfessirin

dirayetine bağlı bir husustur. Netice itibariyle, tefsirlerin tasnif ve ravsifine ilişkin klasik tanımlamalar, en

azından yeniden gözden geçirilmek durumundadır. İşte bu çalışma, klasik tasnif

sistemine göre tipik bir dirayet tefsiri olarak tavsif edilmesi gereken Endülüslü müfessir İbn Cüzey ei-Kelb'i (ö. 741/ 1340)'nin et-Teshfl li Ulumi't-Terızfladlı ese­

rinin aynı zamanda işarl tefsirlere özgü pek çok izah ve yorum içercliğini göster­mek sOretiyle gerek müfessir İbn Cüzey'in, gerekse bahis konusu olan tefsirinin farklı bir yönünü tanıtmayı amaçlamaktadır.

1. İbn Cüzey'in Hayatı ve Eserleri

Endülüs İsl{iın coğrafyasının önemli şahsiyetlerinden biri olan İbn Cüzey'in

tam adı, Ebü'I-Kasım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Abdiilah b. Yahya

b . Abdirrahınan b. YCısut'tur. 19 Reblülevvel693 07 Şubat 1294) veya 9 Heblüla­hir (9 Mart 1294) tarihinde Gırnata'da (Granada) doğan İbn Cüzey, Yemen asıllı Beni Kelb kabilesine mensup olup ataları ilk fetihler sırasında End.ülüs'e gelerek

Gırnara'nın güneyindeki Velme-Velbe (Huelva) beldesine yerleşmiştir. Yemen

asıllı eledelerinden Cüzey'e nisbetle İbn Cüzey diye tanınan müfessir, ayrıca mensubu olduğu kabileye atfen el-Kelb1, Endülüs muhitinde doğup büyüdüğü

için el-Endelüsl ve ei-Gırnatl gibi nisbelerle de anılmıştır. Gımata'da hüküm süren Nasrller'in (Beni Ahmer) en parlak döneminde ya­

şayan İbn Cüzey, Ebu Ca'fer İbnü'z-Zübeyr es-Sekatl, Ebu Abdullah İbnü'l-Kem­

ınad, Ebü Abdiilah İbn Hüşeyd, Ebü Muhammed İbnü'l-Müezzin, Ebü'I-Velid

Muhammed b . Ali ei-Hadraın'i, Ebü'l-Mecd İbnü'l-Ahvas, Ebü'l-Kasım İbnü'ş-Şat

gibi alimlerden ders almıştır .. Oğullan Ahmed, Muhammed ve Abdullah başta ol­mak üzere, Lisanücldln İbn'ü'I -Hatlb , İbni.i'I-Hasen en-Nübahl, Ebü'l-Kasım İb­

nü'l-Haşşab ve Haciraıni gibi alimler de kendisinden ilim tahsil etmiştir. Fıkıh, kı-

mustafa özrürk/ibn cılzey 'in ıejsil'inde tasawuf 199

raat, tefsir, hadis ve Arap dili alanlarında derin bilgi sahibi olduğu söylenen İbn Cüzey, genç yaşta Gırnata Ulucamii'nde imam-hatiplik görevine getirilmiş; 29

Ekim 1340 (7 Cemaziyelevvel 741) tarihinde, Nasrller'in Meı1niler'le birlikte İs­

panyol ve Porrekiz kuvvetlerine karşı Cebelit~irık yakınlarındaki Tarifte yaptığı

savaşta şe h id düşmüştür. '

Kaynaklarda çok zengin bir kütüphaneye sahip olduğu belirtilen İbn Cüzey,

şiirle meşgul olmasının yanı sıra fıkıh, tefsir, hadis ve kelam gibi İslami ilimler

.alanında çeşitli eserler telif etmiştir. Fıkıh ve fıkıh usulüne dair, el-Kavaninü '1-

.fıkhiyye.fi telbfsi mezhebi'l-malikiyye, et-Tenbfb ata m.ezhebi'ş-şafi 'iyye ve'l-ha­

nefiyye ve'l-banbeliyye ve Takrfbü'l-vı'isül ila ilmi'l-usı?J gibi eserler yazan İbn

Cüzey ayrıca Hadis, Kıraat ve İslam Aldidine dair, el-Envarü 's-~·eniyye .fi '1-keli­

mati's-sünniyye, erı-Nunı'l-mübfn.fi kavaicti akiiidi 'd -dfn, ez-Zarurfj'f ilmi'd ­

din, Tasfiye tü '1-ku.tub fi'l-vusül ila hazreti al/Ctmi 'l-ğuyu.b, Mu.htasanı 'l-bli.1f fi kıra 'ati 'n -Naji ~ Fehrese, Vesfletü '1-müslim fi tez h fbi sabfb-i müslim, ed-Da 'avat

ue'l-ezkarü'l-müstabrece min. sabfhi 'l-ahbar~ Usulii'l-kıırrili's-sitte ğayra nafi~

el-Fevaidü'l-amme fi lahni'l-amme gibi çeşitli eserler ele vermiştir. 2

2. İbn Cüzey'in Tefsiri

İbn Cüzey'in et-Teshft li Ulumi't-Tenzfl isimli tefsiri, klasik tasnife göre tipik

bir dirayet refsiridir.3 Bu kısa ve özlü tefsirin en ınüıneyyiz vasıflarından biri, mü­

fessirin ayet!erin yorumuyla ilgilj muhtelif rivayet ve görüşleri tahlil-tenkit: süzge­

cinden geçirmesi ve yerı g~ldikçe kendi tercihini belirtnıesidir.

Tefsirinin mukaddimesinde, kendisinden önce yaşarruş müfessirlerin Kur'an

tefsirlerini ineelediğini söyleyen İbn Cüzey, bazı ınüfessirlerin sadece rivayetle-·

re dayandığını, bazılannın ise aklın verileri ışığında daha ziyade nazar, tahkik ve

tetkike rağbet ettiğini belirtmiştir. Geçmiş dönemlerde yaşayan kimi müfessirle­

rin muhtasar, kimilerinin çok hacimli eserler telif ettiklerine işaretle kendisinin makbul ve ınuteber bir yöntemi esas aldığını belirten İbn Cüzey, "az sözle çok

şey ifade etmek'' (selektü mesteken nafian iz cealtübu vecfzen camian) şeklin-

ı Hayatı hakkında daha genj~ bilgi için bk. İbrahim b. Ali b. Muhammed İbn l'erhiln, ed­

Dfbiicü'l-muzheb,(tma'r!feti ayani ule:mai'f-nıezbeb, nşr. M. d-Ahmed! Ebü'n-:"tir, Kahire 1972, c. ıı , ss. 274-276; Ebii 'I ·Abbas Alımed b. Muhammed ei-M:ıkkaı1, Nqjbu't-tfb min ğumi'l-endelüsi'r­

raıfb, nşr. İhsan Abbas, FleyrLıı 1968, c. V, ss. 514-540; Ahmet Özel, "İbn Cüzey", OlA, İsıanbul 1999, c. XIX, s;;. 406-407.

2 E.:;e rleri hakkında daha geniş bilgi için bk. Özel, aynı yer. 3 Eşer, ilk olarak hicri 1355 senesinde Kahire'de basılmış, daha sonra Muhanııned Abdülmun'iın

el-Yunus! ve Muhammed Atve ivn n~riyle Kahire'de, 1973 ve 1983 yıllannda ise Daru 'l-kitabi'l ­ambi t:tl"'.ı.fından Beyrut'ıa büyük bir cilt halinde neşredilıniştir. Eser, aynca Beyruı'ta Daru'l-fikr ıarafıncbn .da iki ci lt, dört diz halinde tarihsiz olarak da neşredilmlş olup yapuğımız çalışmada bu

baskı esas a lı nmıştır.

200 t asavvl-!(

de özetiediği bu yöntemin avantajlarını dört madde halinde şöyle sıralanıışttr: (ı)

Küçük hacim li b ir eserde pek çok bilgiye yer vermek. Bunun faydası , Kur'in ve

tefsir hakkında bilgi edinmek isteyen insanlara kolaylık sağlamaktır. Bu yüzden, eserele pek çok konuda bilgi verilmiş; ancak verilen bu bilgiler okuyucuya özlü

bir şekilde takdim edilmiştir. (ıı) Diğer tefsirlerde nadiren r:ısrlanan ilginç nükte­

ler ve anlam inceliklerin i zikretınek. (ııı) Müşkil ve nıücmel ifadeleri açıklamak

ve bu süre tle, okuyucunun zitın inde belirmesi muhtemel olan ''acaba"ları berta­

raf etmek (ıv) Tahlil ve tenkit yoluyla müfessirlerin görüşlerini doğru-yanlış ayı­

nınma tabi tutmak ve sonuçta tercihe şayan görüşü belirtmek!

Bu siyakta ınüfessirlere ait muhtelif görüşler arasındaki tercih kriterlerini de

zikreden İbn Cüzey, yine tefsirinin girişinde "mukaddiıne" olarak isinılendirdiği

iki başlık açmış ve ilk başlık altında doğrudan veya dalaylı olarak Kur'an'la ilgi­

li olan nasih-mensôh, nıekkl-medenl, vakf çeşitleri, i'diz, belagat vb. konuların

yanı sı ra ınüfessirler ve mü fessirterin tefsirdeki ihtilaf sebepleri hakkında bilgiler

aktarmıştır. İkinci başlık altında ise, Kur'an'da sıkça geçen kelime ve kavramla­

rın anlamlarını nıuhtevi bir lugatçeye yer vermiştir.

İbn Cüzey, retsirinde ayetleri sırasıyla ele almış ve sadece anlaşılması zor ke­lime ve terkipleri yorumlamakla yetinmiştir. Eser muhtasar olduğundan dil, kıra­

ar ve fıkıh ihti latlarıyla tarih! kıssaların ayrıntılarına yer verilmediği gibi, her aye­

tin yorumunda aynı esaslar uygulanmamış, ınüellifçe önem atfedilen hususlara

temas edilmiştir. İlgili ayetlerde keHiml konuların da tartışı ldığı eserde Ehl-i sün­

net görüşü savunularak Mu'tezile, Şia ve benzeri fırkalar eleşririlıniştir. Öte yan­

dan tefsirde pek çok kaynaktan istifade edilmiş olmakla birlikte, en fazla İbn

At.iyye (ö. 541/ 1147)'nin ei-Mubarrerı'i 'l -Veeizi ile Zemahşer! (ö. 538/ 11/ı3)'nin

el-Keşşafadl ı refsirine atıfta bulunulmuştur.

Son dönemde, İbn Cüzey'in tefsinJeki metoduna dair yurt dışında muhtelif ça­

lışmalar yapılmıştır. Bizzat inceleme imkanı bulamadığımız bu çalışmalar arasın­

da, Abdülbamld Muhammed Neda'nın eL-İmrlnı İbn Ciizey el-Kelbf ve cühüdubu

fi't -tefsir min bilali't-teshflli 'ulumi't-tenzft (Caıniatü' l-Ezher, Külliyyetü uslıli 'd­

din, Kahire 1400), Ali Muhammed ez-Zübeyrl'nin İbn Cüzey ve menhecühu fi't­

tefsfr· (ei-Camiatü '1 -İslilmiyye, Medine 1402) ve Muhammed Abdurrahlın Muham­

med'in Menbecü lbn Ciizey el-Kelbf el-Endelüsf ji tejsfri'l-Kur'ani 'l-Kerf.m (Min ye

Üniversitesi, Kahire ı 989) isimli tez çalışmaları zikredilebilir.5 Buna karşın, Türki­

ye'de -bilebildiğimiz kadanyla- İbn Cüzey ve refsiri hakkıncia henüz hiçbir bilim­

sel çalışına yapılmamıştır. Bu itibarla, muhtevası İbn Cüzey'in refsirindeki belli

başlı wsavvufi yorumlarta ınukayyer olan bu makale, klasik tefsir literatüründeki

4 Ebü'I - Kfısım Muhammed b. Ahmed ibn Cüzey ei-Kelbl, et-Teshfl li 'ulurııi't-tenzfl. Beyrut trs., c. 1, Ş . 3.

5 Bk. Özd, " İbn Cüzey", DlA, c. XIX, s. 407.

mustafa öztürk/ibn cüzey'irı ı~(sirirıde ıasal/Vuf 201

bir eserin tarutımına yönelik nıütcvazı bir katkı olarak da değerlendirilebilir.

Hayatı hakkında bilgi veren kaynaklarda İbn Cüzey'in hoşsohbet, takvii ve

fazilet sahibi, iç dünyası ımıntazam ve özü sağlam (sahlhu'l-batın) bir insan ol­

duğu belirtilıniş;' 1 fakat sufi meşrep bir şahsiyet olup olmadığına ilişkin bir tav­

zihte bulunulmamıştır. Maamafih, gerek Tasftyetü'l-kuluh ft'l-vusU.l ilc1 bazreti allami 'l-ğuyub isimli bir eser yazmış olmasından, gerekse birazdan "yonımsuz"

olarak aktaracağıınız izahlanndan, İbn Cüzey'in tasavvufla yakından ilgilendiği­

ni rabatiılda söylemek mümkündür. Nitekim, tefsirinde ele aldığı hemen her ko­

nucb muhtasar ve özlü bilgi vermeyi ilke edinmesine karşın, tasavvuf terminalo­

jisi nde çok önemli yer tutan takva, zikir, sabır ve tevekkül gibi Kur'an i terim ve

kavramlar hakkmda detaylı izahlarda bulunmuş olması, onun tasavvtıfa yönelik ilgisine işaret eden çok somut bir göstergedir.

3. Kur'an'daki Bazı Din1-AhHik1 Kavramların. Tasavvufi Yorumu

3. 1- Tevhid Allah TeaW.'yı her yönüyle biriernek anlamına gelen tevhid, semiivl dinlerin

en temel öğretisidir. Bu öğreti, Bakara süresi 2/1634. fıyette son derece veciz bir

şekilde şöyle ihıde edilmiştir: ''Ve sizin tanrınız tek tanrıdrr. O'ndan başb rann

yoktur. O rahmandır, rahimdir" (Ve ilabuküm ilabun vabid. La iliibe illa büve'r­rahmarm 'r-rabfnı) .

İbn Cüzey, bu ayene geçen 'vahid' kelimesinin, (ı) sayısal olumsuzlamayı ifa­

de eden teklik ve biriciklik, (ıı) ortağı bulunmamak, (ııı) bölünüp parçalanma­

mak gibi anlamlar içerdiğini ve bütün bu anlamların sahih olduğuna işaret ettik­

ten sonra insanların Allah'ın birliğine iman noktasında üç kategoriye aynldlkla­

rım belirtmiştir. Buna göre tevhid, İslam toplumunun çoğunluğunu temsil eden

ortalama Müslümanların (cwam yahut anımetü. 'l-nııtslimfn) tevhidi, seçkin Müs­

lümaniann (bavas) tevhidi ve en seçkin Müslümanların (bavassu '1-havas) revhi­

di olmak üzere üçe ayrılır. Ortalama Müslümanların (avam) tevhicli, en genel çerçevede Allah'a ortak, eş

ve çocuk izafe edilmesini olumsuzlamayı içerir ve nefsi dünyada helakten, ahirette

de areş azabından korumayı temin eder. Seçkin ı'vlüslümanların tevhidi, evrende

olup biten her şeyin, hiçbir eşi ve aıtağı bulunmayan Allah'tan sadır olduğunu biJ­

ıneyi ve bu hakikare istidl<11 yoluyla değil mükaşefe yoluyla ulaşmayı iktiza eder.

Bu vasfı haiz tevhid makamın~ erişen seçkin mü'ıninlerin kalplerinde hiçbir

harici delile ihtiyaç arzetmeyen bir kesin bilgi hasıl olur. Bu bilginin semeresi, tüm varlıkları bir yana bırakıp sadece Allah'a ram olmak ve sadece O'na revekkül

etmektir. Ümit ve beklentileri sadece Allah'a . bağlamak ve O 'ndan başka hiçbir

6 Bk. İbn Ferhlın , ed-Dfbficü'l -müzheb, c. ı ı , s. 274; Makkati, N~fbu't-tib, <: V, s. 514.

202 ıasawı.!f

varlıktan korkmamak da yine bu makamın gereklerindendir. Evet, ümitleri sade­

ce AJ!ah'a bağlamak ve yaln ızca O'ndan korkmak gerekir; zira, varlık alemine bu

makamın penceresinden bakıldıkta, Allah'wn başka hiçbir gerçek failin mevcut

olmadığı, dolayısıyla bütün mahlGkatı aşkın kudretiyle muhafaza eden Allah'ın

izni olmaksızın hiçbir varlığın yapıp etme gücünün bulunmadığı görülür.

Tevhidin, "seçkinlerin seçkini" kategorisinde yer alan mü'ıninlere mahsus

üçüncü mertebesine gelince; bu ınertebe, evrende mahh1kata aç1lan pencereyi

kapamayı, Allalı'tan başka hjçbir varlığı ınüşahede etmemeyi gerektirir. SGfiler,

bu ınertebe ve makamıfena olarak isirnlendirmişlerdir. Fenanın a nlamı , mahlü­

kara gözlerini kapamak, hatta onları yok hükmünde addetmektir. Kısaca, bu ma­

kama özgü tevhid, müşahede adı verilen manevi tecrübeyle masivadan geçip Al­

lah'ta fena bulmaktır.7

3. 2.Takva Tak'Ya kelimesi korumak, himaye etmek anlamına gelen v-k-y (vikaye) kö­

künden türetilmiş bir mastar olup en genel manada, saygıyı tazammun eden bir

şekilde Allah'tan korkmayı, O 'na karşı gelmekten sakınıp daima itaat ve istika­

met üzere olmayı ifade eder.

İbn Cüzey, takva kavramını üç ana başlık altında, Bakara suresi 2/2. ~lyetin tef­sirinde incelemiş ve ilk olarak Kur'an'daki çeşitli ayetlerin ışığında takvaya özgü on­

beş fazilet sıralamıştır. Müfessirin burada "takva sahibi olmanın manevi kazanımla­

n" anlammda kullandığı ." feziiil " in (faziletler) Kur'an'daki karşılıkları şunlardır:

1. Hidayet. Allah Teala Bakara süresi 2/ 2. ayette Kur'an 'ın takva sahipleri için

bir hidayet (rehber) olduğunu beyan etmiştir.

2. NıtSTal . . Allah muhtelif ayetlerde (B~ıkara 2/ 194; Tevbe 9/36; Nahl 16/128),

takva sahipleriyle bi rlikte olduğunu beyan ederek onlara yardım ve destek sözü

vermiştir.

3. Veliiyet. Allah Casiye sOresi 45/ 19. ayette, takva sahiplerinin yar ve yardım­

cısı olduğunu bildirmiştir.

4. Muhabbet . Allah çeşitli ayetlerde (Al-i İmdin 3/76; Tevbe 9/4, 7> takva sa­

hibi olan mü'minleri sevdiğini beyan etmiştir.

5. Mağjh·et. Allah Enfal suresi 8/29. ayette ınü'min lere şöyle seslenmiştir: "Siz

ey imana erişen ler! Eğer Allalı 'tan saygıyla korkarsanız, O size hakkı batıldan ayırt

edici bir ölçü bahşedecek , kötü işlerinizi silip yok edecek ve sizi bağışlayacaktır. "

6-7. Sıkıntılardan kuı1ulmak ve hiç ummadık biryer ve zamanda rızka na­

il olmak. Allah Talak suresi 65/ 2. ayerte, rakva sahibi olan mü'minlere , içinde

7 İbn Cüzey, et·Teshfi, c. ı, s. 66. Krş. Ebü'l-Kası nı Abdülkerinı b. Hevazin ei-Kuşeyri, er­

Risaletü 'l-kuşeyriYJif.!fiilmi't-tasawuj; nşr. Ma'r(ı f Zureyk, Al i AtxlüUııını1d13ilra.c1, Beyn.ır trs. , ss. 41-

49, 298-303; EbCı Hamid Muhammed d-G:ı<:i\11, ihyau ulılmi 'd-dfn., Kahire 1987, c. IV, ss. 259-275.

mustafa öztürk/ibn cüzey'irı uı(sirinde tasawıı/ 203

bulundukları sıkıntılardan kurtulmaları için mutlaka bir çıkış yolu göstereceği ve

hiç ummadıklan bir yer ve zamanda onları nzıklandıracağı sözünü vermiştir.

8. işlerin kolaylaştırılması . Allah Talak süresi 65/4. ayette, takvasahibi olan

mü'minlere, işleri kolaylaştırma, diğer bir deyişle, din! ve dünyevl veeibeleri ye­

cine getirme hususunda kolaylık sağlama sözü veımiştir.

9-10. Günahiann affı, sevaptarın artmmı. Allah Talak suresi 65/5. ayerte,

takva sahibi olan mü'minlerin küçük günahlarını affedip sevapiarını aıtıracağı

sözünü vermiştir. ll. Arnelferin kabulü. Allah Maide suresi 5/ 27. ayette, I-labil 'in dilinden,

"[Unutma ki] Allah, sadece takva sahibi olan kimselerin arnellerini kabul eder"

buyurmuşnır.

12. Uhrevi mutluluk lle esenlik (fel().b). Allah Ma ide suresi 5/100. ayette, akıl

ve derin kavrayış sahibi olan insanlara şöyle seslenmiştir : '' Allah'tan saygıya iç- .

kin şekilde sakının ki, uhrevl esenliğe erişebilesiniz."

13. Dünye-vf ve ı.threvf müjde. Allah Yunus sOresi 10/ 64. ayette şöyle buyur­

muştur: "İman eden ve takva sahibi olan kimseler için, hem bu dünya hayatında hem de sonraki hayatta müjdeler var. Allah'ın verdiği sözlerde asla bir değişiklik

olmaz. İşte en büyük kazanım budur!"

14. Cennete giriş. Allah Kalem suresi 68/ 34. ayette şöyle buyurmuştur: "Tak­

va sahibi mü'minlere, Rableri kannda nimet (mutluluk > cennetleri vardır."

15. Cehennemden kurtuluş. Allah Meryem süresi 19/72. ayette, takvasahibi

mü'minleri cehennemden kurtaracağı vaadinde bulunmuştur. Takvanın muharriklerine (bevais) gelince; bunları da şu şekilde sıralamak

mümkündür: (ı) Uhrevi ceza (azap) korkusu, (u) Dünyevl ceza (musibet) korku­

su, (uı) Uhrevl sevap-mükafat beklentisi, (ıv) Dünyevl mükafat beklentisi, (v)

Uhrevi hesap korkusu, (vı) Allah'ın görüp gözetmesinin bilinci içerisinde haya

sahibi olmak (murakabe makamı), (vıı) Allah'm lutfeniği nimetiere itaat yoluyla

şükretmek, (vııı) AJlah'a korku ve sevgiyle boyun eğıneyi (huşü) mucip bir ilme sahip olmak, (ıx) Allah'ı yüceltmek (heybet makamı), ( x) Allah' ı sevme hususun­

da samimi olmak . .. Nitekim, bir şairin de çok güzel ifade ettiği gibi;

Hem Allah ':ı isyan ediıror, hem de O'na sevgi gösterisi yapıyorsun;

Yemin olsun öınrüme ki, bu olacak iş değil!

Eğer seo.rginde samimi olsaydın , O'na mutlak itaat ederdin;

Çünkü, seven sevdiğine karşı itaatkardır.

(Ta~i 'l-ilahe ve ente tüzhinı bubbeh Hazale amrf(i 'l-kıyasi bedf'

Lev kfi.ne bubbuke sadıqcm leela 'teb inne'l-mubibbe limen _yelıubbu muıf')

204 tasavvuf

Gelinen bu noktada takvanın derecelerinden de söz etmek gerekir. Esasen

takvanın beş derecesi-mertebesi vardır. Birincisi, kulun, Allah'ın varlığını ve bir­

liğini inkardan sakınmasıdır (İslam makamı). İkindsi, kulun günahlardan ve ha­

ramlardan sakınmastdH (Tevbe makamı) . Üçüncüsü, kulun şüpheli şeylerden

sakınmasıdır (Vera makamı) . Dördüncüsü, kulun mubahlardan sakınmasıdır

(Zühcl makamı). Beşincisi ise, kulun kalp ve gönülele Allah'tan başkasına yer

vennemesidir (Müşahede makamı)."

3. 3. Muhabbetullah (Allah Sevgisi) İbn Cüiey, Allah sevgisi konusunu, ''Ama hala Allah'a rakip gördükleri var­

lıklara inanınayı tercih eden ve onla n [yalnızca] Allah'a özgü [olması gereken] bir

sevgi ile seven insanlar var. Halbuki (gerçek] imana ermiş olanlar, Allah'ı başka

her şeyden çok severler" mealincieki Bakara 2/ 165. ay~tin retsirinde işlemiştir. İbn Cüzey'e göre, kulun rabbine yönelik sevgisinin iki derecesi vardır. Allah

sevgisinin birinci derecesi, genel sevgidir (el-mahabhetü'l-anıme). Bu zorunlu

(vacip) bir sevgi olup her mü'minde mevcmtur. İkinci derece ise, özel sevgielir

(ei-mahabbet-ü'l-hassa) ve bu sevgi sadece öz benliklerini Allah'a adamış alim­

ler (el-ulemau'l-rabbaniyyun), veliler ve seçkin ktıllara (asfiya) mahsustur. Esa­

sen Allah'aböyle bir sevgi duymak, makamların en üstünü, erişiirnek istenen he­

deflerin nihai noktasıdır (ğayetü 'l-nıatlt1bat) . Zira, salih insanlara ait olan havf,

red tevekkül vb. makamlarda nefsin belli ölçüde payı vardır. Çünkü , Allah'tan

korkan kişi (huW, gerçekte kendinefsiiçin kor[<ar; O'nun ınağfiret ve cennetini

uınan da (racfi aslında nefsinin menfaatini düşünür. Oysa muhabbet böyle de­

ğildir. Çünkü muhabbet sadece mahbGb (Allah) içindir ve onda karşılık görme

( ivaz-muaveze) beklentisi yoktur.

Burada şunu da bilmek gerekir ki muhabbetullaha (Allah sevgisine) giden yol ına 'rifetullahran (AIIah'ı bilmekren) geçer. Zira, Allah sevgisini gerçekte ma'rifet

besler. Daha açıkçası , ına'rifet ne kadar güçlü ise muhabbet de o kadar güçlü

olur. Dolayısıyla , ına' rifet zayıfladıkça muhabbet de zayıfla r. Muhabbetin, kişiyi keınalin en üst mertebesine eriştiren iki temel unsunı vardır. Bunlardan ilki, hü­

sun ve cemal; diğeri ise ihsan ve icmalclir. Cemal, doğal olarak sevilen şeydir. Ni­

tekim insan, güzel olan her şeyi zorunlu olarak sever. icrnal ise, mesela Allah'ın

aşkın hikmetinde, eşsiz şekilde yaratması nda, güzel ve parlayan nôrtinl sıfatların­

da dışa vuran güzelliklerdir. Bu tür güzeliikler gönülleri arıtır, kalplere şevk ve

heyecan verir. Allalı 'ın cemalLgözle (ebsli.~) değil iç görüyle (besair) idrak edilir. İlısana gelince; kalpler ve gönüller, kendilerine güzel görünen şeylere dlm

olur. Allah'ın kullara ihsanı ise her dem yenilenir. O'nun insanlara sunduğu ni-

8 ibn Cüz~y. et-Tesbit, <:. I, ss. 35-36. Kı-;; . EbCı Bekr Muhammed e l-Kelabazl, eı-Ta'am~( li nıezbebi ebli't-tasavuıtj; K;ıhire 1980, ~s. 117-HS; Kuşeyri, er-Risiile, ss. 104-109.

mustafa öztürk/{bn cüzey'in ıef~irinde rasaw1~/ 20'5

metlerin zfıhir ve barın olmak üzere iki veçhesi bulunur. Hiç şüphesiz , Allah'ın

mu tl, asi, ınü 'min, kafir ayırt etmeksizin tüm insanlara lhsanda bulunması, O'nun ne kadar lütutkar olduğunu anlamaya kafidir. Diğer bütün varlıklar'& nisbet edi­len lütut1ann tümü aslında O'na aittir. Dolayısıyla gerçekten sevilmeye müstahak olan sadece O'dur.

Öte yandan Allah sevgisi kalbe yerleşince, bu sevginin tezahürleri organlar­cb kendisini gösterir. Bu da, itaatte ciddiyet ve O'na hizmette etkin olmak,

O'nun rızasını kazanmak, gayret salıibi olmak, O'na dua ve niyazdan haz almak, O'nun hükmüne rıza göstern'ıek, O'na kavuşmaya özlem duymak, O'ndan baş­

kasını yadsımak, insanbrelan uzak kal ıp halvete çekilmek, dünyayı kalpten sll­

mek, Allah'ın sevdiği herkesi sevmek ve bütün varlığa karşı Allah'ı tercih etmek şeklinde tecelli eder. Haris ei-Muhasibi (ö. 243/857)'nin deyişiyle, muhabbet, bütün benliğinle Allalı 'a (mahbüb) teslim olman, O'ntı kendi nefsine ve ruhuna tercih etmen, gizli ve açLk olarak O'nun buyruklarına uygun chıvranışlar sergile­men ve nihayet O'nu hakkıyla sevmekten aciz olduğunu iclrak etınendir.9

3. 4. Havf ve Reca (Korku ve Ümit) J-Iavf ve reca kavramlarını, A'raf sOresi 7/56. ayette geçen, "Korh.ll ve ümitle

yakarışta bulunun Allah'a .. ı" meaiLndeki ifadenin tefsirinde irdeleyen İbn Cüzey,

Allah 'ın bu ayette korku ve ümidi (tama': ümit ve beklenti) bir a rada zikretınesi­nin sehebini, "mü'min kulun rabbinden korkan ve ümitvar olan bir kul olması için" şek linde izah etmiştir. Nitekim Allah, ınü'min kullan, İsra süresi 17/57. ayet­te, "Onlar hem Allah'ın rahmetini umar hem de onun azabından korkarlar" şek­

linde tavsif etmiştir. Havfı n nıikebi , Allah'ın güç ve kudrelini (satvet), azabının şiddetini kavra­

mak; redinın mücebi ise Allah'ın rahınelini, sevabının azametini kira k etmektir. Nitekim Allah Teala, bir kutsi hadisLe, "[Ey rasOlüm'] Kullarıma ğafür ve ralılın ol­duğumu ama aynı zamanda azabıının da son derece can yakıcı olduğunu bildir. Her kim Allah'ın faziın ı bilirse, (O'nun) rahmetinden ümitvar olur. Her kim de Allah'ı n azabının idrakinele olursa. (O'ndan) kork<u." buyurmuştur.

Esasen, Allah korkusunun üç derecesi vardır. İlki, korkunun kalpteki etkisi­nin z;.ıyıf olmasıdır. Bu tür korkunun ne zahirde ne de batında bir etkisi vardır.

Dolay ısıyla varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark yokmr (j'evücudu haza ke'l­'adenı). İkinci derecesi, lıavfin güçlü olmasıdır. Bu tür havf, kulu gaflerten uyan­

dırır ve onu istikamete sevk eder. Üçüncüsü ise, havfin çok güçlü olmasıciLr ki, bu durumda kul Allah'ın rahmetinden ümidi keser. Bu tür korku meşru değildir.

Zira, arnelierin en hayırlısı, vasat-muteclil olanıdır.

9 İbn Cüzey, eı-Tesbi't, <.:. 1, s. 67. Krş. Kelabil;:l, et-Tcı 'arru.f, ss. 130·132; Kuşeyrl, er-Risti.le, ss.

317-339; Ebu Nasr es-Serr:ic, ei-Luma', nşr. Abdiiihalim Malıınüd-Taha Abdilibaki SurGr, Mısır 1960,

ss. 86-RS; Gnfıli, İhya. <:. IV, ss. 340-356.

206 ıasawuf

Redi'ya gelince; tıpkı havf gibi bunun da üç derecesi vardır. Redinın birinci

derecesi Allah'ın r.:ıhınetini uınınaktır. Bu tür red, itaat üzere olmak ve masiyeı­

ten uzak durmaya mebnl olup memduhtur. ikinci tür red, isyan etmek ve hiçbir

olumlu clavran ışta bulunmamak ve aynı zamanda Allah'tan ümitvar olmaktır. Bu,

redi değil aldanıştır. Üçüncüsü tür red ise, Allah'ın rahmetinden mutlak surette

emin olmaktır, dolayısıyla haramdır.

İnsanlar redi hususunda üçe ayrılır: Avaının redisı Allah 'ın sevap ve mükafa­tını ümit etmek; havassın redisı Allah 'ın rızasını ümit etmek; havas-ı havasın re­

dsı ise sevgi, istek ve özlemle Allah'a kavuşınayı ümit etınektir.'0

3. 5. Tevekkül ibn Cüzey, tevekkül bahsini, Al-i imran 3/159. ayette geçen, "[Bir şey yapma­

ya ya da bir hareket tarzınal karar verdiğin zaman Allah'a güven" ifadesinin tef­

sirinde işlemiştir. Ona göre tevekkül, fayda elde edilmesi veya elde edildikten sonra muhafazası, yahur zararın önlenmesi ya da zarar meydana gelelikten son­

ra bertaraf edilmesi hususunda Allah'a güven mektir. Tevekkül, iki sebepten ötü­

rü en yüksek makamlardan biridir. Birinci sebep, Al-i İmran süresi 3/159. ayette Allah'ın mütevekkil kullan sevdiğini beyan etmiş olması; ikincisi ise, Talak süre­

si 65/3. ayette geçen, "Allah'a tevekkül eden herkese O [tek başınal yeter" ifade­

siyle mütevekkil kullara ilahi garanti sözü verilmiş olmasıdır.

Tevekkül bazen.vacip hükmünde olur. Çünkü Allah Maide 5/ 23. iiyette, "Eğer

[gerçek] mü' minler iseniz, Allah'a güven duyınalısınız" buyurmuş ve bu ilahi buy­

rukta tevekkül iman şartına bağlanmıştır. Aynı sGrenin ll. ayetinde ise, "İman

edenler saöece Allah'a güvensinler" buyurulmuşttır. İbn Cüzey'e göre bu son ayet­

te emir siygasıncla zikredilen "güvensinler" lafzını vücuba hamletmek gerekir.

İnsanlar tevekkül hususunda da üçe ayrılı r. Birinci grup içinde yer alan insan­ların ortak hasleti, Allah'a güvenmektir. Bu, tıpkı bir insanm, kendisine yönelik

nasihatinden ve faydası için çalıştığından kuşku duymadığı güvenilir vekiline iri­

mat etmesi gibidir. ikinci grupta yer alan Müslümanların tevekkülü, Allah ile bir­

likte olmayı ifade eder. Bu, tıpkı bir çocuğun annesiyle birlikteliği gibidir. Çün­

kü, çocuk annesinden başka hiç kimseyi tanımaz ve sadece ona sığınır. Üçüncü

grupta yer alan Müslüımınların revekkülü ise, tıpkı gasilin elindeki meyyir gibi,

bütün benliğiyle Allah'a teslim olmayı ifade eder. Kuşkusuz, tevekkülün en yük­sek meıtebesi budur.

Tevekkülde esbabı terk şart mıdır? Bu soruya cevap vermek için öncelikle es­

bab kavramına açıklık kazandırmak gerekir. Esbab üçe ayrılır. Birincisi, sebeb-i ma'lGm olarak isimlendirilir. Açlıkran ölmeınek için yemek, soğuktan korunmak

10 ibn Cüzey, et-Tesbfl, c. Il, s. 35. Krş. Kelabiiıi, eı-Ta 'am~(, ~- 116-117 ; Kuşeyri, er-Rtsale, s:;. 124·138; EbCı Nasr es-SerrJc, el-Lumcr, ss. 89-93; Gnali, ibyü, c. IV, ss. 151-200.

must::ıfa öztürk/tbn cüzey'in rej.tfrinde ıascwvuf 207

için giyinme)< vb. csbab bu kapsamda yer alır ve bunların te rki caiz değildir. İkincisi , sebeb-i maznOndur. Ticaret yapmak, geçimini sağlamak için çalışıp ça­balamak vb. Bu tür esbab, tevekküle öncelenemez. Çünkü tevekkül, bedenin değil kalbin fiillerindendir. Gücü yerinde olan için bu tür esbab terk edilebilir. Üçüncüsü ise sebeb-i mevhı.1mdur. Bu tür esbabın icrası tevekküle öncelenir.

Tevekkülcle n sonraki meıtebe tetvizdir. Bu, tamamen Allah'ın emrine teslimi­yeri ifade eder. Mütevekkilin muradı ve ihtiyan vardır. Zira o, rabbine güven­mekle muradım talep eder. Müfevvizin ise ne muradı ve ne de ihtiyan vardır. Çünkü o, murad ve ihtiyarını Allah'a havale eder. Kuşkusuz, kulun Allah karşı­

sm'daki edebinin en mükemmel şekli budur."

3. 6. Murakabe Allah, Nisa sOresi 4/ 1. ayetin sonunda, "Şüphesiz Allah üze rinizde daimi bir

gözetleyicidir" mealinde bir tkazda bu lunmuştur. İbn Cüzey, bu ayetin tefsirin­de, "Mü'min bir kul, bu ve benzeri içerikteki ayetlerin mağzasını içselleştirdiği mkdirde, rmırakabe makamından müstefid olur" dedikten sonra üstün bir ma­kam olarak nitelediği nıurakabenin temelde ilim ve hale mebni olduğuna dikkar çekmiştir. ilim, kulun Allah ' ı gerçek manada taruyıp bilmesidir (ma'rifetü'l­'abd). Zira, Allah kulundan haberdardır. Onun amellerini görür, tüm sözlerini işitir, zihninden geçen her şeyi bilir. Hal ise, söz konusu ilmin kalpteki tezahü­rü, diğer bir deyişle , Allah'ın gözetmesinin bilincinde olmak ve bu bilinci canlı tutmaktır. Bu hal olmadığı takdirde ilim tek başına bir şey ifade etmez. ilim ve hal birleştiğinde, bu birleşmenin bahtiyar kullardaki (ashab-ı yemin) semeresi Allah'tan haya etmek şekl inde ortaya çıkar. Haya duygusu ise, zorunlu olarak, günahlan terk, itaatte devamlılık ve ciddiyeti gerektirir. Bu birleşmenin mukar­reb kullardaki seıneresi ise ınüşahededir. Bu, yüce AUah'ı yüceltıneyi muciptir. Hz. Peygamber, bu iki semereye, "İhsan, Allah'a adeta O'nu görüyormuşçasına kulluk etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmesen de O seni görüyor" sözüyle işaret etmiştir. •ı Hz. Peygamber'in bu sözündeki, "Adeta O'nu görüyormuşçasına kulluk etmen" ifadesi, ikinci seınereye, yani Allah' ı yüceltıneyi (ta'zlm) mucip olan müşahedeye işaret eder. Onun, "Her ne kadar sen O'nu görmesen de O se­ni görüyor" ifadesi ise, "Sen her ne kadar mukarreb kulların m:akaıru olan müşa­hedeye sahip alınasan da kesinlikle O seni görüyor. Öyleyse, ashab-ı yemin gi­bi haya ehJi ol" şeklinele bir manayı t<ızammun eder.

Hz. Peygamber, mezkur sözünün ilk cümlesinde ihsanı en yüksek makamla retsir edince, çoğu Müslümanların bundan aciz kaldığını anlamış ve bu yüzden

11 ihn Cüzev, et-Teshil, ı:. ı, s . 122. Krş. Kelftha-=:1, et-Ta'amıj, ss. 120-121; Kuşeyn, er-Risa/a, ss.

162-173; Sen-:1c, el-Lımıa: ss. 78-79; Ga~fı li, ibya, c. IV, ss. 259-3 10. 12 Bk. Buh:iri, "iman" 37; Milslim, "İman", 5-7; Ebu D-:ivCıd, "Sünneı• 16; Tirmizi, "İm;ın'' 4; Nesil!,

•iman" 5-6; İbn Mike, "Muk:ıddiıne" 9: İbn 1-hınbel, c. ll , ss . 107, 132.

208 tasavuı~f'

sözünün son cümlesinde daha düşük bir düzeydeki diğer makamı zikretmiştir.

Bu bağlaında s.unu bilmek gerekir ki, murakabe, kendisinden önce muşare­

te ve mu rabete olmadıkça ve yine kendisinden sonra muhasebe ve munlbbe ol­

madıkça tahakkuk etmez. Müşarete, kulun kendisine itaatte devamlılığı, günah­

ları terk etmeyi şart koşmasıdır. Mürabete, kulun bu konuda Allah'a taahhütte

bulunmasıdır. Böylece ınur5.kabe hasıl olur. Bundan sonra kul, kendisine şart

koştuğu ve Allah'a taahhütte bulunduğu itaat hususunda nefsini hesaba çeker. .

Eğer bu konuda nefsinin üzerine düşen vazifeyi yaptığına kanaat getirirse Al­

lah'a hamdeder. Yok eğer, müşarete ve mufıhecleyi tahakkuk eniremecliğini an­brsa, nefsini bu eksikliği telafi edecek şekilde kınar, cezalandırır. Sonra tekrar

müşarere ve nıurJbeteye döner ve böylece ınurabheyi muhafaza eder. Sonra

nefsini tekrar hesaba çeker ve bu sOretle Allah'a visıl olur. 1·~

3. 7. Sabır İbn Cüzey, sabır bvramına ilişkin yorumunu, insanoğlunun gelip geçici

dünya macerasındaki ih1hl imtihanın cilvelerine arıfta bulunan, "Muhakkak ki

ölüm ve açlıkla , dünya malının, canın ve (alınteri] ürünlerin kaybı ile sizi sınaya­

cağız .. [Ey rasülüm1 Bütün bu zorluklaral karşı sabredenleri müjdele" mealincieki

Bakara 2/ 155. ayetin tefsirinde aktarmışnr. İbn Cüzey, ''F;:ucle" başlığı altında ilk olarak "sabır" kelimesinin Kur'an'da yet­

miş küsur yerde zikredildiğini belirtir. Bu kelimenin sıkça zikredilmesinin sebe­

bi, zorluklara karşı sabretmenin dinde çok önemli bir yere sahip olmasıdır. Zira,

baz ı alimierin de ifade ettikleri gibi, sabır dışındaki tüm iyilikler, on katından ye­

di yüz katına kadar ödüllcndirilir. Oysa, sabrın mükafatı sınırsızdır. Çünkü Allah

Züıner süresi 39/10. ayette, "Sabredenlere mükafatları hesapsız (sınırsız) verile­

cektir" buyunnuştur.

Öte yandan Allah, sabreclenler hakkında sekiz ayrı lütuftan söz etmiştir. Bun­lardan ilki, ib1hl sevgiye mazhariyetlir (muhabbet). Nitekim, Al-i İmran 3/ 146.

ayette, ''Allah sabreclenleri sever" buyun.ılımıştı.ır. İkinci lütuf, Allah 'ın sabreden­

lerle: birl ikte olduğunu bildiren muhtelif uyetlerde de (Bakara 2/153, 249; Enfal

8/66) işaret ediJdiğ i üzere, ilah! yardım ve muzafferiyettir ( nusrat). Üçüncü lütuf,

"İşte onlar, [gü(;lüklere göğüs gerip] sabrenikleri için [cennette] köşk[lerlle ödül­

Jeodirilecektir'' (furkan 25/75) mealincieki ayetin delaletince cennet köşkleridir.

Dördüncü lütuf ise, bol sevap ve mükafanır. Çünkü Allalı Zümer sOresi 39/10.

ayette, "Sabredenlere mi.ikafatlan hesapsız (sınırsız) verilecektir" buyurmuştur.

Diğer dört lüLUf ise, ih1hl müjde ve Bakara 2/ 157. ayette zikredilen, Allah'ın ba­

ğışlaması (salcwtitullah) , rahmeti ve hidayecidir.

l3 ibn Cüzey, c:ı-Tesbfl, c. l, :;s. 128-129. Krş. Kuşeyri, er -RiscUe, ss. 189-192; Serrik el-Lurna: ss.

82·83.

musrafa özıürk/ibn cıızey'irı tqfsiı-inde ıasavvuf 209

Allah'ın övgüsüne mahzar olan sabırlı mü'minler, sabrenikleri şey hususun­

da dörde ayrılır. Bunlardan ilki, nefsi hiddet, öfke, tedirginlik ve tahammülsüz­

lükten alıkoymak anlamına gelen belaya karşı sabırdır. İkincisi, Allah'ın lutferti­

ği ni.mere şükredip şımarmamak ve bu konuda nefse mu kayyer olmak anlamına gelen nimere karşı sabırclır. Üçüncüsü, Allah 'ın emir ve buynıklarını yerine ge­

tirme, kısaca, sürekli itaat üzere olma hususunda sabır; dördüncüsü ise, net'si kö­

tülüklerden uzak tutmaya yönelik sabırclır.

Sabrın bir üst noktası, zahirde itiraz ve öfkeyi terk, batında ise keraheti terk

anlamına gelen teslim meıtebesidir. Testimin bir üst noktası ise, ilahi takelirio te­cellisine (kaza) rıza göstermektir. Burada sözü edilen rızanın anlamı, nefsin Al­

lah'ın 'edip eylemesinden (ji 'lıtllah) yana mutlu ve huzurlu olmasıdır; ki bu ımır­

luluk ve huzur, gerçekte Allah sevgisinden kaynaklanan bir duygudur. Çünkü ,

sevgil inin yapıp ettiği her şey sevimlidir: Küllü ma yef'alü'l-mahbfıb mahbub.14

3.8.Zikir

Allah, Bakara suresi 2/152. ayette, "Siz beni anın ki ben de sizi anayım" bu­

yurmuştur. Said b. e1-Müseyyib 'e göre bu ifadenin anlamı, "Sizler beni itaatle

anın ; ben de sizi sevap ve mükafatla anayım" şeklindedir.

İbn Cüzey, pek çok müfessirin ve bilhassa mutasawıflann, bu ayerin tefsirin­

de belli birtakım lahzlarla dile dökülen ve özel anlamlar içeren bazı dualardan

söz ettiklerini; ancak Allah'ın sadece belli başlı dualada anılması gerektiğine da­

ir herhangi bir delil bulunmadığını belirtmiştir. Ona göre Allah'ın, "Siz beni anın

ki ben de sizi anayım" sözü, mudak ınanada zikrin değerini beyan etmektedir.

Nitekim Hz. Peygamber'in kutsl hadis olarak nakledilen bir sözünde de vurgu­

landığı gibi, Allah, mü'min kulunun zannı üzeredir. Kul , zikirle meşgul olduğun­

da rabbiyle birlikte olur. Kul, rabbini gizH-sırri olarak andığında , Allah da onu gizli olarak anar. Eğer kul rabbini bir topluluk içinde, açıktan anarsa, rabbi de

onu daha hayırlı bir topluluk içinde anar. '5

Zikir kalple, dille, hem kalp hem de dille olmak üzere üçe aynJır. Her ne ka­

dar hadislerde namaz gibi bazı aınellerin diğer arnellerden daha üstün olduğu

bildirilmiş olsa da zikir, genel manada arnelierin en hayırlısıdır. Kaldı ki, nama­

zın üstünlüğü de, Allah ' ı zikretıne ve O'nun huzurunda bulunma anlamı raşıma­

sıyla ilintilidir.

Bu bağlamda, zikrin diğer arnellerden üstünlüğüne ihşkin üç delil serdedile­

bilir. Birincisi, bu konuda viirit olan nasslardır. Mesela bir hadiste şöyle denilm iş-

14 lbn Cüzey, eı-Tesbfl, c. I, s. 65. Krş. Kel:lba:ti, et-Ta'arrut: ss. 112-113; Kuşeyri, er-Ris,ile, ss.

183-189; Serrftc, ei-Lu.rruı : ss. 76-77; G:ız~m. lhya, c. IV, ss. 63-85. 15 Bk. Buhari, "Tevhid" 15, 43; Müslim. "Zikir" 18, 19, 21; Tirmizi, "Da'avfıt" 131; ibn Mfıce,

"Edeb", 53; ibn Hanbel, c. Il, ss 251, 405, 412, 454,480, 482, 516, 517, 524, 534, 540.

210 tasawuf

tir: Hz. Peygamber, yanındaki sahabllere, "Size en hayırlı arnelinizi bildireyim

mi? diye sorunca onlar, "Evet, bildir ey Allah'ın rasCılü" diye karşılık verdiler. Bu­

nun üzerine Hz. Peygamber, "Sizin en hayırlı amelini.z Allah'ı zikirdir" buyurdtı. 16

Bir başka hadisteki kayda göre ise, Hz. Peygamber, "Zikir mi yoksa Allah yolun­

da cihad mı daha faziletli?" şeklindeki bir soruyu, "Eğer bir mücahid, kan dam­

layan kılıcını kırılıncaya dek kafidere vursa, zikreden bir kul yine de ondan ha­yırlıdır" diye cevaplamıştır.'7

Zikrin faziletiyle iJgiJj ikinci delil, Allah'ın, zikri emrettiği veya övdüğü ayet­

lerde "kesret" (çokluk) şartını koşmuş olmasıdır. Mesela, bir ayette, "AIIah'ı çok­

ça arun" (Ahzab 33/41) buyurmuş; bir başka ayette ise, mü 'minleri, "Onlar Allah'ı

çokça anarlar" (Ahzab 33/35) şeklinde tavsif etmiştir. Buna mukabil, diğer arnel­

ler için böyle bir şart koşulmamıştır.

Konuyla ilgili üçüncü ve son delil ise, zikrin, diğer arneller için söz konusu

olmayan bir özellik taşımasıdı r. Zikre mahsus bu özellik, ilah! buzurda hazır bu­

lunmak, böylece kurbiyet makamına vasıl olmak ve bu makamcia Allah ile bir­

likte olmaktır. Nitekim bir kutsl hadisteki kayda göre Allah, "Ben, beni zikreden kulumla aynı meclisi paylaşının" (Ene celisu men zekemni) buyurmuştur.

inanmış insanlar, Allah'ı zikir makamında iki temel hedef gözetirler. Ortala­

ma Müslümaniann (avaın) gözettikleri hedef, sevap kazanmaktır. Seçkin Müslü­

manların gözettikleri hedef ise, ilahi huzurcia bulunmak, böylece kurbiyet maka­mma vasıl olmaktır. Kuşkusuz, bu iki hedef arasında dağlar kadar fark vardır. Zi­

ra, nice insanlar vardır ki, ecre nail olur; fakat varlık alemimin hakikatine nüfuz

etmekten yana mahcGbtur, yani kalp ve gönül gözüne ilahi hakikatleri görmeye

engel olan bir perde çekilmişü r. Nice insanlar da vardır ki, zikir sayesinde kurbi­

yer makamına erişmiş, böylece Allah'ın sevgisini- kazanan seçkinler (havassu'/­

ahbab) zümresine dahil olmuştur.

Zikrin çeşitli şekilleri vardır. Tehlil, tesbih , tekbir, hamd, havkale (La havle

vefa kuvvete illa hillah) sözünü tel:1ffuz etmek, hasbele (Hasbunallahu ve

ni'me'l-vekfl) sözünü telaffuz etmek, Allah'ın tüm isimlerini anmak, Hz. Peygam­

ber' e salat-i selam getirmek,.istiğfar etmek. . . İşte bütün bunlar birer zikirdir. Her

zikrin kendine özgü bir özelliği ve semeresi vardır. Tehlilin semeresi revhiddir. Burada kastedilen tevhid, tevhld-i hastır. Zira, tevhtd-i amın her ınıTıninin ikrar

ettiği bir ahittir. Tekbirin semeresi Allah'ı yüceltmektir. Havkale ve hashelenin

semeresi Allah'a tevekkül, işin sonunu O'na havaleetmek (et-lejvfz i/allah) ve

Ona güvenmektiL Harnci ile, Allah'ın rahman, rahlm, gaffar gibi ihsan ve rahmet

manası içeren sıfat isimlerinin semeresi şükür, güçlü bir ümit ve muhabberrir. Al­lah' ın alim, seml, baslr vb. eşyanm hakikatine muttali olma ve bilme manası içe-

16 Bk. Tirmizi, "Da'aval" 6; İbn Mace, "t:deb" 53; Nesai, "tınan" ı. 17 Bk. Tinni:d, "Da';ıvat" 5; ibn Hanbel, c. IIJ, s. 75.

mustafa öztl'ırk/ibn. cüzey'in 1(1/Sfrinde tasauvuf 211

ren sıfat isimlerinin semeresi ise murakabedir. Hz. Peygaınber'i salat-ı selam ile

anmanın semeresi, onu çok sevmek ve sünnetine bihakkın ittiba etmektir. İstiğ­

farın semeresi de takva üzere olmak ve tevbe bilincinj daima canlı tutmaktır. Hü­

lasa, Allah'ın tüm isim ve sıfatiarını içeren zikrin semeresi, gönülden-içten bir şe­

kilde "Allah" demektir. Zikrin gerçek hedefi işte budur; ni ha.! varış yeri ise O'nun

huzuruclur: Ve ileyh i 'l-nıüntehli. .. 18

4. Hülasa

İbn Cüzey, klasik dönem Endülüs İslam coğrafyasının önde gelen şahsiyetle­

rinden biridir. Hadis, Fıkıh ve Kıraat gibi İsHhn1 ilimlerle ilgili muhtelif eserler ve­ren İbn Cüzey daha ziyaele müfessir kimliğiyle tanınmıştır. Nitekim, yakın geç­

ınişte onun et-Teshflli Ulumi 't-Tenzfl isimli kısa ve özlü tefsiri üzerine yurt dışın­

da ınüteaddit tez çalışmaları yapılmıştır.

İslam tefsir lireratürüyle ilgili klasik tasnif siremine göre tipik bir dirayet tefsi­

ri hüviyetinde olan bu eserde çok sayıda tasavvufı yoruma da yer verilmiştir. Ta­savvuf rem1inolojisinde çok önemli bir yer turan tevhid, tevekkül, sabır, zikir,

rnuhabbetullah gibi kavramlarla ilgHi bu yorumların muhtevası ise, klasik işarl

tefsirlerde görülen mevacid türü izahlardan ziyade KeHibazi'nin Ta 'amifu, Ku­şeyri'nin er-Risatesi ve Gazall'nin ihyilsı gibi remel tasavvuf klasiklerinde sıkça

rastlanan bilgilerle meşbudur.

Abstract

Islamıc Mysticism in rhe Qur'anic Commentary of l bn Juzay (d.

74111340)

This article contains of the mystical interpretations of the following

Qur':ınic terıns , unity of God (tevhid), Gocl-fearingness (takva), fear and

hope (ha vf ve reca), trusting in God (tevekkül), patience (sabır) and re­

ınembering of God (zik ir) in the light of Anda.lusian scholar Ibn ]uzay' s at­

Tashll li ul fım at-Tanzll. Altbougb al-Ju:u'ly one of the most significant

scholars of :ıi -Andalus, -as far as we know- there is nobody interested in

studying his shoıt and concise commentary in our country up to now. Bur

in Arab World there are a number of scientific studies on his work. By m­

king in the account this point in this article we both give descriptive infor­

mation a['X)\ıt his commentary ::md rıy ro take artention the different aspect

of his work.

Key words: Ib n ]uzay, unity of God, God-fearingness, fear and bope,

trusting in God, palience, remembering of God.

18 ilm Cüzey, et-Tesbit, c. I, ss. 63-64. Krş . Kclfı.b-Jii, et-Ta'urnıt: ss. 123·126; Kuşeyrl, er-RistUe,

ss 221-226.

212 wsawuf

BiBLiYOGRAFY A

BUHARJ, Eblı Abdiilah Muhammed b . İsma i l, el-Camiu's-Sabib, istanbul 1981.

EBÜ DAVÜD, Süleyman b . Eş'as es-Sicistanl, es-Sünen, İstanbul 1981.

GAZAÜ, Ebu H:lınid Mulıamıned,lbyau ulumi'd-dm, Kahire 1987.

İBN CÜZEY, Ebü'I-Kasım Mı.ıhammed b. Ahmed ei-Kelbl, et-Tesbit li 'ulumi't-tenzil,

Daru 'I-Fikr, Beyrut trs.

İBN FERHÜN, İbrahim b. Ali b . Muhammed, ed-Dfbacü '1-müzheb fi rrıa 'l'i(eti a 'yani

ulemai'l-mezheb, nşr. M. el-Ahınedl Ebü'n-Nür, Kahiı·e 1972.

İBN HANBEL, Ebu Abdiilah Ahmed b. Muhammed, ei-Müsned, İstanbul 1992.

İBN MACE, Ebu Abdiilah Muhammed b. Yeii<I, es-Sünen, İstanbul 1981.

KELABAZI, Eblı Bekr Muhammed, et-Ta'am.~;j'li mezhebi ehli't-tasavvı~;f Kahire 1980.

KUŞEYHI, Ebü'I-Kasım AbdülkerTın b. Hevazin, er-Risatetii 'l-ku.şeyr~yye jf ilmi't-tasawuj; nşr. Ma' rüf Zureyk, Ali Abdülhamid Bilmd, Beyrut, trs.

MAKKAlÜ, Ebü'l-Abbas Ahmed b . Muhammed, Nefhu't-tfb min ğusııi 'l-endelüsi'r-

ratfb, nşr. İhsan Abbas, Beynıt 1968.

NESAI, EbCı Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, İstanbul 1981.

ÖZEL, Ahmet, "İbn Cüzey", DİA, İstanbul 1999.

SERRAC, EbCı Nasr, el-Lurna ~ nşr. Abdülhallm Mahmud, Tabii Abdülbakl SurOr, Mısır

1960

TiRMiZI, Ebu isa Muhammed b . İsa , es-Sünen, istanbul 1981.