Upload
others
View
11
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
İbn Cüzey (ö. 741/1340)'in Tefsirinde Tasavvuf
Mustafa ÖZTÜRK
Dr., OndokLız Mayıs Ü. İlahiyar Fakültesi
ÖZet
Bu makale, cevhid, r:.ıkv:ı, !Javf ve recı, tevekklil, sabır ve zikir gibi Km' an\ terimierin Endülüslü mü fessir İbn Cüz.ey'in es-Teshi/li U/Omi'r-Ten
zfl ad lı tefsirindeki tasavvutl yorumlarını içermektedir. İbn Cüzey, Endülüs İslam dünyasının önemli şahsiyetlerinden biri olmasına rağmen , -bilebildiğimiz kadarıyla- ülkemizde onun kısa ve özlü tefsiri hakkında şu ana kadar herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Buna mukabil, müfessirin bu eseri, Arap dünyasında çeşitli bilimsel araştırınalara konu olmuştur. Bu tespitten hareketle kaleme alınan makalede, hem İbn Cüzey ve tefsiri hakkında tanıucı bilgi verilmiş, hem de eserinin farklı bir özelliğine dikkat çekilmiştir.
Anahtar k elimeler: İbn Cüzey, revhid, takva, havfve reca, tevekkül, sabır, zikir.
Giriş
Bi lindiği gibi, İslam tefsir literatürünü oluşturan eserler, içerdikleri bilgi mal
zemesine göre tasnif edilmiştir. Bu tasnife göre rivayet yoğunluklu tefsirler "riva
yet" ; ayetlerin yorumunda sarf, nahiv, iştikak, belagat, fıkıh, keHim, felsefe vb.
muhtelif ilmi disipliniere ait bilgilerin kullanıldığı eserler ise, genellikle '' dirayet
tefsiri" olarak kategorize edilmiştir. Bunun yanında, mutasawıAann içsel sezi ve
tecrübelerinin ürünü olan ve çoğu zaman da Arap dil inde karşılığı bulunmamak
la birlikte, Kur'an'ın ruhuna uygun düşrüğü kabul edilen yonımiann ağırlık lı ol
duğtı tefsirler "işarl"; Ehl-i sünnet mezhebine mensup olmayan müfessirlerin tef
siJ·Jeri ise, ''mezhebi tefsirler'' olarak nitelendirilmişt ir.
Mezhebi retsir n itelemesi, haddizatında ideolojik bir n itelemedir. Zira, isıam
tefsir literatüründe mezhebi olmayan, yahut mezhepler üstü olan hiçbir tefsir
mevcut değildir. Bu tespitten hareketle denebilir ki, mezhebi tefsir tal;iri, bu ka-
198 tasavı:l!f'
tegoride yer alan bir tefsirin Ehl-i sünnet aliınleıince bid'at ehli olarak tavsif edilen herhangi bir mezhep mensubu tarafından telif edildiği anlamına gelir ve bu
anlam, aynı zamanda mez.heb1-siyasl bir dışlamayı tazamnıun eder. Öte yandan klasik literatürdeki hiçbir tefsiri, bütünüyle rivayet veya dirayet
tefsiri olarak kategorize etmek pek mümkün değildir. Zira, dirayet tefsiri olarak
kabul edilen tefsirlerin tümünde çok sayıda rivayet mevcut olduğu gibi , klasik bir rivayer tefsirinde de, tıpkı Taber! (ö. 310/922)'nin Camiu'l-Beyiin'ınd.a oldu
ğu gibi, ınüfessirin pek çok konuda kendi kişisel görüş ve tercihlerine rastlamak mümkündür. Bu noktada, İbn Ebi Hatirn (ö. 327/939) gibi bazı müfessirlerin ref
sirde tamamen rivayet malzemesini esas aldıkları ve dirayet kapsamında değerlendirilebilecek türden hemen hiçbir bilgiye yer vermedikleri ileri süriilebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, rivayetleıin sahibini sakiminden ayı rt etmek ve
mevcut ıivayet malzemesi içinde bir tercihte bulunmak, evvelemirde müfessirin
dirayetine bağlı bir husustur. Netice itibariyle, tefsirlerin tasnif ve ravsifine ilişkin klasik tanımlamalar, en
azından yeniden gözden geçirilmek durumundadır. İşte bu çalışma, klasik tasnif
sistemine göre tipik bir dirayet tefsiri olarak tavsif edilmesi gereken Endülüslü müfessir İbn Cüzey ei-Kelb'i (ö. 741/ 1340)'nin et-Teshfl li Ulumi't-Terızfladlı ese
rinin aynı zamanda işarl tefsirlere özgü pek çok izah ve yorum içercliğini göstermek sOretiyle gerek müfessir İbn Cüzey'in, gerekse bahis konusu olan tefsirinin farklı bir yönünü tanıtmayı amaçlamaktadır.
1. İbn Cüzey'in Hayatı ve Eserleri
Endülüs İsl{iın coğrafyasının önemli şahsiyetlerinden biri olan İbn Cüzey'in
tam adı, Ebü'I-Kasım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Abdiilah b. Yahya
b . Abdirrahınan b. YCısut'tur. 19 Reblülevvel693 07 Şubat 1294) veya 9 Heblülahir (9 Mart 1294) tarihinde Gırnata'da (Granada) doğan İbn Cüzey, Yemen asıllı Beni Kelb kabilesine mensup olup ataları ilk fetihler sırasında End.ülüs'e gelerek
Gırnara'nın güneyindeki Velme-Velbe (Huelva) beldesine yerleşmiştir. Yemen
asıllı eledelerinden Cüzey'e nisbetle İbn Cüzey diye tanınan müfessir, ayrıca mensubu olduğu kabileye atfen el-Kelb1, Endülüs muhitinde doğup büyüdüğü
için el-Endelüsl ve ei-Gırnatl gibi nisbelerle de anılmıştır. Gımata'da hüküm süren Nasrller'in (Beni Ahmer) en parlak döneminde ya
şayan İbn Cüzey, Ebu Ca'fer İbnü'z-Zübeyr es-Sekatl, Ebu Abdullah İbnü'l-Kem
ınad, Ebü Abdiilah İbn Hüşeyd, Ebü Muhammed İbnü'l-Müezzin, Ebü'I-Velid
Muhammed b . Ali ei-Hadraın'i, Ebü'l-Mecd İbnü'l-Ahvas, Ebü'l-Kasım İbnü'ş-Şat
gibi alimlerden ders almıştır .. Oğullan Ahmed, Muhammed ve Abdullah başta olmak üzere, Lisanücldln İbn'ü'I -Hatlb , İbni.i'I-Hasen en-Nübahl, Ebü'l-Kasım İb
nü'l-Haşşab ve Haciraıni gibi alimler de kendisinden ilim tahsil etmiştir. Fıkıh, kı-
mustafa özrürk/ibn cılzey 'in ıejsil'inde tasawuf 199
raat, tefsir, hadis ve Arap dili alanlarında derin bilgi sahibi olduğu söylenen İbn Cüzey, genç yaşta Gırnata Ulucamii'nde imam-hatiplik görevine getirilmiş; 29
Ekim 1340 (7 Cemaziyelevvel 741) tarihinde, Nasrller'in Meı1niler'le birlikte İs
panyol ve Porrekiz kuvvetlerine karşı Cebelit~irık yakınlarındaki Tarifte yaptığı
savaşta şe h id düşmüştür. '
Kaynaklarda çok zengin bir kütüphaneye sahip olduğu belirtilen İbn Cüzey,
şiirle meşgul olmasının yanı sıra fıkıh, tefsir, hadis ve kelam gibi İslami ilimler
.alanında çeşitli eserler telif etmiştir. Fıkıh ve fıkıh usulüne dair, el-Kavaninü '1-
.fıkhiyye.fi telbfsi mezhebi'l-malikiyye, et-Tenbfb ata m.ezhebi'ş-şafi 'iyye ve'l-ha
nefiyye ve'l-banbeliyye ve Takrfbü'l-vı'isül ila ilmi'l-usı?J gibi eserler yazan İbn
Cüzey ayrıca Hadis, Kıraat ve İslam Aldidine dair, el-Envarü 's-~·eniyye .fi '1-keli
mati's-sünniyye, erı-Nunı'l-mübfn.fi kavaicti akiiidi 'd -dfn, ez-Zarurfj'f ilmi'd
din, Tasfiye tü '1-ku.tub fi'l-vusül ila hazreti al/Ctmi 'l-ğuyu.b, Mu.htasanı 'l-bli.1f fi kıra 'ati 'n -Naji ~ Fehrese, Vesfletü '1-müslim fi tez h fbi sabfb-i müslim, ed-Da 'avat
ue'l-ezkarü'l-müstabrece min. sabfhi 'l-ahbar~ Usulii'l-kıırrili's-sitte ğayra nafi~
el-Fevaidü'l-amme fi lahni'l-amme gibi çeşitli eserler ele vermiştir. 2
2. İbn Cüzey'in Tefsiri
İbn Cüzey'in et-Teshft li Ulumi't-Tenzfl isimli tefsiri, klasik tasnife göre tipik
bir dirayet refsiridir.3 Bu kısa ve özlü tefsirin en ınüıneyyiz vasıflarından biri, mü
fessirin ayet!erin yorumuyla ilgilj muhtelif rivayet ve görüşleri tahlil-tenkit: süzge
cinden geçirmesi ve yerı g~ldikçe kendi tercihini belirtnıesidir.
Tefsirinin mukaddimesinde, kendisinden önce yaşarruş müfessirlerin Kur'an
tefsirlerini ineelediğini söyleyen İbn Cüzey, bazı ınüfessirlerin sadece rivayetle-·
re dayandığını, bazılannın ise aklın verileri ışığında daha ziyade nazar, tahkik ve
tetkike rağbet ettiğini belirtmiştir. Geçmiş dönemlerde yaşayan kimi müfessirle
rin muhtasar, kimilerinin çok hacimli eserler telif ettiklerine işaretle kendisinin makbul ve ınuteber bir yöntemi esas aldığını belirten İbn Cüzey, "az sözle çok
şey ifade etmek'' (selektü mesteken nafian iz cealtübu vecfzen camian) şeklin-
ı Hayatı hakkında daha genj~ bilgi için bk. İbrahim b. Ali b. Muhammed İbn l'erhiln, ed
Dfbiicü'l-muzheb,(tma'r!feti ayani ule:mai'f-nıezbeb, nşr. M. d-Ahmed! Ebü'n-:"tir, Kahire 1972, c. ıı , ss. 274-276; Ebii 'I ·Abbas Alımed b. Muhammed ei-M:ıkkaı1, Nqjbu't-tfb min ğumi'l-endelüsi'r
raıfb, nşr. İhsan Abbas, FleyrLıı 1968, c. V, ss. 514-540; Ahmet Özel, "İbn Cüzey", OlA, İsıanbul 1999, c. XIX, s;;. 406-407.
2 E.:;e rleri hakkında daha geniş bilgi için bk. Özel, aynı yer. 3 Eşer, ilk olarak hicri 1355 senesinde Kahire'de basılmış, daha sonra Muhanııned Abdülmun'iın
el-Yunus! ve Muhammed Atve ivn n~riyle Kahire'de, 1973 ve 1983 yıllannda ise Daru 'l-kitabi'l ambi t:tl"'.ı.fından Beyrut'ıa büyük bir cilt halinde neşredilıniştir. Eser, aynca Beyruı'ta Daru'l-fikr ıarafıncbn .da iki ci lt, dört diz halinde tarihsiz olarak da neşredilmlş olup yapuğımız çalışmada bu
baskı esas a lı nmıştır.
200 t asavvl-!(
de özetiediği bu yöntemin avantajlarını dört madde halinde şöyle sıralanıışttr: (ı)
Küçük hacim li b ir eserde pek çok bilgiye yer vermek. Bunun faydası , Kur'in ve
tefsir hakkında bilgi edinmek isteyen insanlara kolaylık sağlamaktır. Bu yüzden, eserele pek çok konuda bilgi verilmiş; ancak verilen bu bilgiler okuyucuya özlü
bir şekilde takdim edilmiştir. (ıı) Diğer tefsirlerde nadiren r:ısrlanan ilginç nükte
ler ve anlam inceliklerin i zikretınek. (ııı) Müşkil ve nıücmel ifadeleri açıklamak
ve bu süre tle, okuyucunun zitın inde belirmesi muhtemel olan ''acaba"ları berta
raf etmek (ıv) Tahlil ve tenkit yoluyla müfessirlerin görüşlerini doğru-yanlış ayı
nınma tabi tutmak ve sonuçta tercihe şayan görüşü belirtmek!
Bu siyakta ınüfessirlere ait muhtelif görüşler arasındaki tercih kriterlerini de
zikreden İbn Cüzey, yine tefsirinin girişinde "mukaddiıne" olarak isinılendirdiği
iki başlık açmış ve ilk başlık altında doğrudan veya dalaylı olarak Kur'an'la ilgi
li olan nasih-mensôh, nıekkl-medenl, vakf çeşitleri, i'diz, belagat vb. konuların
yanı sı ra ınüfessirler ve mü fessirterin tefsirdeki ihtilaf sebepleri hakkında bilgiler
aktarmıştır. İkinci başlık altında ise, Kur'an'da sıkça geçen kelime ve kavramla
rın anlamlarını nıuhtevi bir lugatçeye yer vermiştir.
İbn Cüzey, retsirinde ayetleri sırasıyla ele almış ve sadece anlaşılması zor kelime ve terkipleri yorumlamakla yetinmiştir. Eser muhtasar olduğundan dil, kıra
ar ve fıkıh ihti latlarıyla tarih! kıssaların ayrıntılarına yer verilmediği gibi, her aye
tin yorumunda aynı esaslar uygulanmamış, ınüellifçe önem atfedilen hususlara
temas edilmiştir. İlgili ayetlerde keHiml konuların da tartışı ldığı eserde Ehl-i sün
net görüşü savunularak Mu'tezile, Şia ve benzeri fırkalar eleşririlıniştir. Öte yan
dan tefsirde pek çok kaynaktan istifade edilmiş olmakla birlikte, en fazla İbn
At.iyye (ö. 541/ 1147)'nin ei-Mubarrerı'i 'l -Veeizi ile Zemahşer! (ö. 538/ 11/ı3)'nin
el-Keşşafadl ı refsirine atıfta bulunulmuştur.
Son dönemde, İbn Cüzey'in tefsinJeki metoduna dair yurt dışında muhtelif ça
lışmalar yapılmıştır. Bizzat inceleme imkanı bulamadığımız bu çalışmalar arasın
da, Abdülbamld Muhammed Neda'nın eL-İmrlnı İbn Ciizey el-Kelbf ve cühüdubu
fi't -tefsir min bilali't-teshflli 'ulumi't-tenzft (Caıniatü' l-Ezher, Külliyyetü uslıli 'd
din, Kahire 1400), Ali Muhammed ez-Zübeyrl'nin İbn Cüzey ve menhecühu fi't
tefsfr· (ei-Camiatü '1 -İslilmiyye, Medine 1402) ve Muhammed Abdurrahlın Muham
med'in Menbecü lbn Ciizey el-Kelbf el-Endelüsf ji tejsfri'l-Kur'ani 'l-Kerf.m (Min ye
Üniversitesi, Kahire ı 989) isimli tez çalışmaları zikredilebilir.5 Buna karşın, Türki
ye'de -bilebildiğimiz kadanyla- İbn Cüzey ve refsiri hakkıncia henüz hiçbir bilim
sel çalışına yapılmamıştır. Bu itibarla, muhtevası İbn Cüzey'in refsirindeki belli
başlı wsavvufi yorumlarta ınukayyer olan bu makale, klasik tefsir literatüründeki
4 Ebü'I - Kfısım Muhammed b. Ahmed ibn Cüzey ei-Kelbl, et-Teshfl li 'ulurııi't-tenzfl. Beyrut trs., c. 1, Ş . 3.
5 Bk. Özd, " İbn Cüzey", DlA, c. XIX, s. 407.
mustafa öztürk/ibn cüzey'irı ı~(sirirıde ıasal/Vuf 201
bir eserin tarutımına yönelik nıütcvazı bir katkı olarak da değerlendirilebilir.
Hayatı hakkında bilgi veren kaynaklarda İbn Cüzey'in hoşsohbet, takvii ve
fazilet sahibi, iç dünyası ımıntazam ve özü sağlam (sahlhu'l-batın) bir insan ol
duğu belirtilıniş;' 1 fakat sufi meşrep bir şahsiyet olup olmadığına ilişkin bir tav
zihte bulunulmamıştır. Maamafih, gerek Tasftyetü'l-kuluh ft'l-vusU.l ilc1 bazreti allami 'l-ğuyub isimli bir eser yazmış olmasından, gerekse birazdan "yonımsuz"
olarak aktaracağıınız izahlanndan, İbn Cüzey'in tasavvufla yakından ilgilendiği
ni rabatiılda söylemek mümkündür. Nitekim, tefsirinde ele aldığı hemen her ko
nucb muhtasar ve özlü bilgi vermeyi ilke edinmesine karşın, tasavvuf terminalo
jisi nde çok önemli yer tutan takva, zikir, sabır ve tevekkül gibi Kur'an i terim ve
kavramlar hakkmda detaylı izahlarda bulunmuş olması, onun tasavvtıfa yönelik ilgisine işaret eden çok somut bir göstergedir.
3. Kur'an'daki Bazı Din1-AhHik1 Kavramların. Tasavvufi Yorumu
3. 1- Tevhid Allah TeaW.'yı her yönüyle biriernek anlamına gelen tevhid, semiivl dinlerin
en temel öğretisidir. Bu öğreti, Bakara süresi 2/1634. fıyette son derece veciz bir
şekilde şöyle ihıde edilmiştir: ''Ve sizin tanrınız tek tanrıdrr. O'ndan başb rann
yoktur. O rahmandır, rahimdir" (Ve ilabuküm ilabun vabid. La iliibe illa büve'rrahmarm 'r-rabfnı) .
İbn Cüzey, bu ayene geçen 'vahid' kelimesinin, (ı) sayısal olumsuzlamayı ifa
de eden teklik ve biriciklik, (ıı) ortağı bulunmamak, (ııı) bölünüp parçalanma
mak gibi anlamlar içerdiğini ve bütün bu anlamların sahih olduğuna işaret ettik
ten sonra insanların Allah'ın birliğine iman noktasında üç kategoriye aynldlkla
rım belirtmiştir. Buna göre tevhid, İslam toplumunun çoğunluğunu temsil eden
ortalama Müslümanların (cwam yahut anımetü. 'l-nııtslimfn) tevhidi, seçkin Müs
lümaniann (bavas) tevhidi ve en seçkin Müslümanların (bavassu '1-havas) revhi
di olmak üzere üçe ayrılır. Ortalama Müslümanların (avam) tevhicli, en genel çerçevede Allah'a ortak, eş
ve çocuk izafe edilmesini olumsuzlamayı içerir ve nefsi dünyada helakten, ahirette
de areş azabından korumayı temin eder. Seçkin ı'vlüslümanların tevhidi, evrende
olup biten her şeyin, hiçbir eşi ve aıtağı bulunmayan Allah'tan sadır olduğunu biJ
ıneyi ve bu hakikare istidl<11 yoluyla değil mükaşefe yoluyla ulaşmayı iktiza eder.
Bu vasfı haiz tevhid makamın~ erişen seçkin mü'ıninlerin kalplerinde hiçbir
harici delile ihtiyaç arzetmeyen bir kesin bilgi hasıl olur. Bu bilginin semeresi, tüm varlıkları bir yana bırakıp sadece Allah'a ram olmak ve sadece O'na revekkül
etmektir. Ümit ve beklentileri sadece Allah'a . bağlamak ve O 'ndan başka hiçbir
6 Bk. İbn Ferhlın , ed-Dfbficü'l -müzheb, c. ı ı , s. 274; Makkati, N~fbu't-tib, <: V, s. 514.
202 ıasawı.!f
varlıktan korkmamak da yine bu makamın gereklerindendir. Evet, ümitleri sade
ce AJ!ah'a bağlamak ve yaln ızca O'ndan korkmak gerekir; zira, varlık alemine bu
makamın penceresinden bakıldıkta, Allah'wn başka hiçbir gerçek failin mevcut
olmadığı, dolayısıyla bütün mahlGkatı aşkın kudretiyle muhafaza eden Allah'ın
izni olmaksızın hiçbir varlığın yapıp etme gücünün bulunmadığı görülür.
Tevhidin, "seçkinlerin seçkini" kategorisinde yer alan mü'ıninlere mahsus
üçüncü mertebesine gelince; bu ınertebe, evrende mahh1kata aç1lan pencereyi
kapamayı, Allalı'tan başka hjçbir varlığı ınüşahede etmemeyi gerektirir. SGfiler,
bu ınertebe ve makamıfena olarak isirnlendirmişlerdir. Fenanın a nlamı , mahlü
kara gözlerini kapamak, hatta onları yok hükmünde addetmektir. Kısaca, bu ma
kama özgü tevhid, müşahede adı verilen manevi tecrübeyle masivadan geçip Al
lah'ta fena bulmaktır.7
3. 2.Takva Tak'Ya kelimesi korumak, himaye etmek anlamına gelen v-k-y (vikaye) kö
künden türetilmiş bir mastar olup en genel manada, saygıyı tazammun eden bir
şekilde Allah'tan korkmayı, O 'na karşı gelmekten sakınıp daima itaat ve istika
met üzere olmayı ifade eder.
İbn Cüzey, takva kavramını üç ana başlık altında, Bakara suresi 2/2. ~lyetin tefsirinde incelemiş ve ilk olarak Kur'an'daki çeşitli ayetlerin ışığında takvaya özgü on
beş fazilet sıralamıştır. Müfessirin burada "takva sahibi olmanın manevi kazanımla
n" anlammda kullandığı ." feziiil " in (faziletler) Kur'an'daki karşılıkları şunlardır:
1. Hidayet. Allah Teala Bakara süresi 2/ 2. ayette Kur'an 'ın takva sahipleri için
bir hidayet (rehber) olduğunu beyan etmiştir.
2. NıtSTal . . Allah muhtelif ayetlerde (B~ıkara 2/ 194; Tevbe 9/36; Nahl 16/128),
takva sahipleriyle bi rlikte olduğunu beyan ederek onlara yardım ve destek sözü
vermiştir.
3. Veliiyet. Allah Casiye sOresi 45/ 19. ayette, takva sahiplerinin yar ve yardım
cısı olduğunu bildirmiştir.
4. Muhabbet . Allah çeşitli ayetlerde (Al-i İmdin 3/76; Tevbe 9/4, 7> takva sa
hibi olan mü'minleri sevdiğini beyan etmiştir.
5. Mağjh·et. Allah Enfal suresi 8/29. ayette ınü'min lere şöyle seslenmiştir: "Siz
ey imana erişen ler! Eğer Allalı 'tan saygıyla korkarsanız, O size hakkı batıldan ayırt
edici bir ölçü bahşedecek , kötü işlerinizi silip yok edecek ve sizi bağışlayacaktır. "
6-7. Sıkıntılardan kuı1ulmak ve hiç ummadık biryer ve zamanda rızka na
il olmak. Allah Talak suresi 65/ 2. ayerte, rakva sahibi olan mü'minlere , içinde
7 İbn Cüzey, et·Teshfi, c. ı, s. 66. Krş. Ebü'l-Kası nı Abdülkerinı b. Hevazin ei-Kuşeyri, er
Risaletü 'l-kuşeyriYJif.!fiilmi't-tasawuj; nşr. Ma'r(ı f Zureyk, Al i AtxlüUııını1d13ilra.c1, Beyn.ır trs. , ss. 41-
49, 298-303; EbCı Hamid Muhammed d-G:ı<:i\11, ihyau ulılmi 'd-dfn., Kahire 1987, c. IV, ss. 259-275.
mustafa öztürk/ibn cüzey'irı uı(sirinde tasawıı/ 203
bulundukları sıkıntılardan kurtulmaları için mutlaka bir çıkış yolu göstereceği ve
hiç ummadıklan bir yer ve zamanda onları nzıklandıracağı sözünü vermiştir.
8. işlerin kolaylaştırılması . Allah Talak süresi 65/4. ayette, takvasahibi olan
mü'minlere, işleri kolaylaştırma, diğer bir deyişle, din! ve dünyevl veeibeleri ye
cine getirme hususunda kolaylık sağlama sözü veımiştir.
9-10. Günahiann affı, sevaptarın artmmı. Allah Talak suresi 65/5. ayerte,
takva sahibi olan mü'minlerin küçük günahlarını affedip sevapiarını aıtıracağı
sözünü vermiştir. ll. Arnelferin kabulü. Allah Maide suresi 5/ 27. ayette, I-labil 'in dilinden,
"[Unutma ki] Allah, sadece takva sahibi olan kimselerin arnellerini kabul eder"
buyurmuşnır.
12. Uhrevi mutluluk lle esenlik (fel().b). Allah Ma ide suresi 5/100. ayette, akıl
ve derin kavrayış sahibi olan insanlara şöyle seslenmiştir : '' Allah'tan saygıya iç- .
kin şekilde sakının ki, uhrevl esenliğe erişebilesiniz."
13. Dünye-vf ve ı.threvf müjde. Allah Yunus sOresi 10/ 64. ayette şöyle buyur
muştur: "İman eden ve takva sahibi olan kimseler için, hem bu dünya hayatında hem de sonraki hayatta müjdeler var. Allah'ın verdiği sözlerde asla bir değişiklik
olmaz. İşte en büyük kazanım budur!"
14. Cennete giriş. Allah Kalem suresi 68/ 34. ayette şöyle buyurmuştur: "Tak
va sahibi mü'minlere, Rableri kannda nimet (mutluluk > cennetleri vardır."
15. Cehennemden kurtuluş. Allah Meryem süresi 19/72. ayette, takvasahibi
mü'minleri cehennemden kurtaracağı vaadinde bulunmuştur. Takvanın muharriklerine (bevais) gelince; bunları da şu şekilde sıralamak
mümkündür: (ı) Uhrevi ceza (azap) korkusu, (u) Dünyevl ceza (musibet) korku
su, (uı) Uhrevl sevap-mükafat beklentisi, (ıv) Dünyevl mükafat beklentisi, (v)
Uhrevi hesap korkusu, (vı) Allah'ın görüp gözetmesinin bilinci içerisinde haya
sahibi olmak (murakabe makamı), (vıı) Allah'm lutfeniği nimetiere itaat yoluyla
şükretmek, (vııı) AJlah'a korku ve sevgiyle boyun eğıneyi (huşü) mucip bir ilme sahip olmak, (ıx) Allah'ı yüceltmek (heybet makamı), ( x) Allah' ı sevme hususun
da samimi olmak . .. Nitekim, bir şairin de çok güzel ifade ettiği gibi;
Hem Allah ':ı isyan ediıror, hem de O'na sevgi gösterisi yapıyorsun;
Yemin olsun öınrüme ki, bu olacak iş değil!
Eğer seo.rginde samimi olsaydın , O'na mutlak itaat ederdin;
Çünkü, seven sevdiğine karşı itaatkardır.
(Ta~i 'l-ilahe ve ente tüzhinı bubbeh Hazale amrf(i 'l-kıyasi bedf'
Lev kfi.ne bubbuke sadıqcm leela 'teb inne'l-mubibbe limen _yelıubbu muıf')
204 tasavvuf
Gelinen bu noktada takvanın derecelerinden de söz etmek gerekir. Esasen
takvanın beş derecesi-mertebesi vardır. Birincisi, kulun, Allah'ın varlığını ve bir
liğini inkardan sakınmasıdır (İslam makamı). İkindsi, kulun günahlardan ve ha
ramlardan sakınmastdH (Tevbe makamı) . Üçüncüsü, kulun şüpheli şeylerden
sakınmasıdır (Vera makamı) . Dördüncüsü, kulun mubahlardan sakınmasıdır
(Zühcl makamı). Beşincisi ise, kulun kalp ve gönülele Allah'tan başkasına yer
vennemesidir (Müşahede makamı)."
3. 3. Muhabbetullah (Allah Sevgisi) İbn Cüiey, Allah sevgisi konusunu, ''Ama hala Allah'a rakip gördükleri var
lıklara inanınayı tercih eden ve onla n [yalnızca] Allah'a özgü [olması gereken] bir
sevgi ile seven insanlar var. Halbuki (gerçek] imana ermiş olanlar, Allah'ı başka
her şeyden çok severler" mealincieki Bakara 2/ 165. ay~tin retsirinde işlemiştir. İbn Cüzey'e göre, kulun rabbine yönelik sevgisinin iki derecesi vardır. Allah
sevgisinin birinci derecesi, genel sevgidir (el-mahabhetü'l-anıme). Bu zorunlu
(vacip) bir sevgi olup her mü'minde mevcmtur. İkinci derece ise, özel sevgielir
(ei-mahabbet-ü'l-hassa) ve bu sevgi sadece öz benliklerini Allah'a adamış alim
ler (el-ulemau'l-rabbaniyyun), veliler ve seçkin ktıllara (asfiya) mahsustur. Esa
sen Allah'aböyle bir sevgi duymak, makamların en üstünü, erişiirnek istenen he
deflerin nihai noktasıdır (ğayetü 'l-nıatlt1bat) . Zira, salih insanlara ait olan havf,
red tevekkül vb. makamlarda nefsin belli ölçüde payı vardır. Çünkü , Allah'tan
korkan kişi (huW, gerçekte kendinefsiiçin kor[<ar; O'nun ınağfiret ve cennetini
uınan da (racfi aslında nefsinin menfaatini düşünür. Oysa muhabbet böyle de
ğildir. Çünkü muhabbet sadece mahbGb (Allah) içindir ve onda karşılık görme
( ivaz-muaveze) beklentisi yoktur.
Burada şunu da bilmek gerekir ki muhabbetullaha (Allah sevgisine) giden yol ına 'rifetullahran (AIIah'ı bilmekren) geçer. Zira, Allah sevgisini gerçekte ma'rifet
besler. Daha açıkçası , ına'rifet ne kadar güçlü ise muhabbet de o kadar güçlü
olur. Dolayısıyla , ına' rifet zayıfladıkça muhabbet de zayıfla r. Muhabbetin, kişiyi keınalin en üst mertebesine eriştiren iki temel unsunı vardır. Bunlardan ilki, hü
sun ve cemal; diğeri ise ihsan ve icmalclir. Cemal, doğal olarak sevilen şeydir. Ni
tekim insan, güzel olan her şeyi zorunlu olarak sever. icrnal ise, mesela Allah'ın
aşkın hikmetinde, eşsiz şekilde yaratması nda, güzel ve parlayan nôrtinl sıfatların
da dışa vuran güzelliklerdir. Bu tür güzeliikler gönülleri arıtır, kalplere şevk ve
heyecan verir. Allalı 'ın cemalLgözle (ebsli.~) değil iç görüyle (besair) idrak edilir. İlısana gelince; kalpler ve gönüller, kendilerine güzel görünen şeylere dlm
olur. Allah'ın kullara ihsanı ise her dem yenilenir. O'nun insanlara sunduğu ni-
8 ibn Cüz~y. et-Tesbit, <:. I, ss. 35-36. Kı-;; . EbCı Bekr Muhammed e l-Kelabazl, eı-Ta'am~( li nıezbebi ebli't-tasavuıtj; K;ıhire 1980, ~s. 117-HS; Kuşeyri, er-Risiile, ss. 104-109.
mustafa öztürk/{bn cüzey'in ıef~irinde rasaw1~/ 20'5
metlerin zfıhir ve barın olmak üzere iki veçhesi bulunur. Hiç şüphesiz , Allah'ın
mu tl, asi, ınü 'min, kafir ayırt etmeksizin tüm insanlara lhsanda bulunması, O'nun ne kadar lütutkar olduğunu anlamaya kafidir. Diğer bütün varlıklar'& nisbet edilen lütut1ann tümü aslında O'na aittir. Dolayısıyla gerçekten sevilmeye müstahak olan sadece O'dur.
Öte yandan Allah sevgisi kalbe yerleşince, bu sevginin tezahürleri organlarcb kendisini gösterir. Bu da, itaatte ciddiyet ve O'na hizmette etkin olmak,
O'nun rızasını kazanmak, gayret salıibi olmak, O'na dua ve niyazdan haz almak, O'nun hükmüne rıza göstern'ıek, O'na kavuşmaya özlem duymak, O'ndan baş
kasını yadsımak, insanbrelan uzak kal ıp halvete çekilmek, dünyayı kalpten sll
mek, Allah'ın sevdiği herkesi sevmek ve bütün varlığa karşı Allah'ı tercih etmek şeklinde tecelli eder. Haris ei-Muhasibi (ö. 243/857)'nin deyişiyle, muhabbet, bütün benliğinle Allalı 'a (mahbüb) teslim olman, O'ntı kendi nefsine ve ruhuna tercih etmen, gizli ve açLk olarak O'nun buyruklarına uygun chıvranışlar sergilemen ve nihayet O'nu hakkıyla sevmekten aciz olduğunu iclrak etınendir.9
3. 4. Havf ve Reca (Korku ve Ümit) J-Iavf ve reca kavramlarını, A'raf sOresi 7/56. ayette geçen, "Korh.ll ve ümitle
yakarışta bulunun Allah'a .. ı" meaiLndeki ifadenin tefsirinde irdeleyen İbn Cüzey,
Allah 'ın bu ayette korku ve ümidi (tama': ümit ve beklenti) bir a rada zikretınesinin sehebini, "mü'min kulun rabbinden korkan ve ümitvar olan bir kul olması için" şek linde izah etmiştir. Nitekim Allah, ınü'min kullan, İsra süresi 17/57. ayette, "Onlar hem Allah'ın rahmetini umar hem de onun azabından korkarlar" şek
linde tavsif etmiştir. Havfı n nıikebi , Allah'ın güç ve kudrelini (satvet), azabının şiddetini kavra
mak; redinın mücebi ise Allah'ın rahınelini, sevabının azametini kira k etmektir. Nitekim Allah Teala, bir kutsi hadisLe, "[Ey rasOlüm'] Kullarıma ğafür ve ralılın olduğumu ama aynı zamanda azabıının da son derece can yakıcı olduğunu bildir. Her kim Allah'ın faziın ı bilirse, (O'nun) rahmetinden ümitvar olur. Her kim de Allah'ı n azabının idrakinele olursa. (O'ndan) kork<u." buyurmuştur.
Esasen, Allah korkusunun üç derecesi vardır. İlki, korkunun kalpteki etkisinin z;.ıyıf olmasıdır. Bu tür korkunun ne zahirde ne de batında bir etkisi vardır.
Dolay ısıyla varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark yokmr (j'evücudu haza ke'l'adenı). İkinci derecesi, lıavfin güçlü olmasıdır. Bu tür havf, kulu gaflerten uyan
dırır ve onu istikamete sevk eder. Üçüncüsü ise, havfin çok güçlü olmasıciLr ki, bu durumda kul Allah'ın rahmetinden ümidi keser. Bu tür korku meşru değildir.
Zira, arnelierin en hayırlısı, vasat-muteclil olanıdır.
9 İbn Cüzey, eı-Tesbi't, <.:. 1, s. 67. Krş. Kelabil;:l, et-Tcı 'arru.f, ss. 130·132; Kuşeyrl, er-Risti.le, ss.
317-339; Ebu Nasr es-Serr:ic, ei-Luma', nşr. Abdiiihalim Malıınüd-Taha Abdilibaki SurGr, Mısır 1960,
ss. 86-RS; Gnfıli, İhya. <:. IV, ss. 340-356.
206 ıasawuf
Redi'ya gelince; tıpkı havf gibi bunun da üç derecesi vardır. Redinın birinci
derecesi Allah'ın r.:ıhınetini uınınaktır. Bu tür red, itaat üzere olmak ve masiyeı
ten uzak durmaya mebnl olup memduhtur. ikinci tür red, isyan etmek ve hiçbir
olumlu clavran ışta bulunmamak ve aynı zamanda Allah'tan ümitvar olmaktır. Bu,
redi değil aldanıştır. Üçüncüsü tür red ise, Allah'ın rahmetinden mutlak surette
emin olmaktır, dolayısıyla haramdır.
İnsanlar redi hususunda üçe ayrılır: Avaının redisı Allah 'ın sevap ve mükafatını ümit etmek; havassın redisı Allah 'ın rızasını ümit etmek; havas-ı havasın re
dsı ise sevgi, istek ve özlemle Allah'a kavuşınayı ümit etınektir.'0
3. 5. Tevekkül ibn Cüzey, tevekkül bahsini, Al-i imran 3/159. ayette geçen, "[Bir şey yapma
ya ya da bir hareket tarzınal karar verdiğin zaman Allah'a güven" ifadesinin tef
sirinde işlemiştir. Ona göre tevekkül, fayda elde edilmesi veya elde edildikten sonra muhafazası, yahur zararın önlenmesi ya da zarar meydana gelelikten son
ra bertaraf edilmesi hususunda Allah'a güven mektir. Tevekkül, iki sebepten ötü
rü en yüksek makamlardan biridir. Birinci sebep, Al-i İmran süresi 3/159. ayette Allah'ın mütevekkil kullan sevdiğini beyan etmiş olması; ikincisi ise, Talak süre
si 65/3. ayette geçen, "Allah'a tevekkül eden herkese O [tek başınal yeter" ifade
siyle mütevekkil kullara ilahi garanti sözü verilmiş olmasıdır.
Tevekkül bazen.vacip hükmünde olur. Çünkü Allah Maide 5/ 23. iiyette, "Eğer
[gerçek] mü' minler iseniz, Allah'a güven duyınalısınız" buyurmuş ve bu ilahi buy
rukta tevekkül iman şartına bağlanmıştır. Aynı sGrenin ll. ayetinde ise, "İman
edenler saöece Allah'a güvensinler" buyurulmuşttır. İbn Cüzey'e göre bu son ayet
te emir siygasıncla zikredilen "güvensinler" lafzını vücuba hamletmek gerekir.
İnsanlar tevekkül hususunda da üçe ayrılı r. Birinci grup içinde yer alan insanların ortak hasleti, Allah'a güvenmektir. Bu, tıpkı bir insanm, kendisine yönelik
nasihatinden ve faydası için çalıştığından kuşku duymadığı güvenilir vekiline iri
mat etmesi gibidir. ikinci grupta yer alan Müslümanların tevekkülü, Allah ile bir
likte olmayı ifade eder. Bu, tıpkı bir çocuğun annesiyle birlikteliği gibidir. Çün
kü, çocuk annesinden başka hiç kimseyi tanımaz ve sadece ona sığınır. Üçüncü
grupta yer alan Müslüımınların revekkülü ise, tıpkı gasilin elindeki meyyir gibi,
bütün benliğiyle Allah'a teslim olmayı ifade eder. Kuşkusuz, tevekkülün en yüksek meıtebesi budur.
Tevekkülde esbabı terk şart mıdır? Bu soruya cevap vermek için öncelikle es
bab kavramına açıklık kazandırmak gerekir. Esbab üçe ayrılır. Birincisi, sebeb-i ma'lGm olarak isimlendirilir. Açlıkran ölmeınek için yemek, soğuktan korunmak
10 ibn Cüzey, et-Tesbfl, c. Il, s. 35. Krş. Kelabiiıi, eı-Ta 'am~(, ~- 116-117 ; Kuşeyri, er-Rtsale, s:;. 124·138; EbCı Nasr es-SerrJc, el-Lumcr, ss. 89-93; Gnali, ibyü, c. IV, ss. 151-200.
must::ıfa öztürk/tbn cüzey'in rej.tfrinde ıascwvuf 207
için giyinme)< vb. csbab bu kapsamda yer alır ve bunların te rki caiz değildir. İkincisi , sebeb-i maznOndur. Ticaret yapmak, geçimini sağlamak için çalışıp çabalamak vb. Bu tür esbab, tevekküle öncelenemez. Çünkü tevekkül, bedenin değil kalbin fiillerindendir. Gücü yerinde olan için bu tür esbab terk edilebilir. Üçüncüsü ise sebeb-i mevhı.1mdur. Bu tür esbabın icrası tevekküle öncelenir.
Tevekkülcle n sonraki meıtebe tetvizdir. Bu, tamamen Allah'ın emrine teslimiyeri ifade eder. Mütevekkilin muradı ve ihtiyan vardır. Zira o, rabbine güvenmekle muradım talep eder. Müfevvizin ise ne muradı ve ne de ihtiyan vardır. Çünkü o, murad ve ihtiyarını Allah'a havale eder. Kuşkusuz, kulun Allah karşı
sm'daki edebinin en mükemmel şekli budur."
3. 6. Murakabe Allah, Nisa sOresi 4/ 1. ayetin sonunda, "Şüphesiz Allah üze rinizde daimi bir
gözetleyicidir" mealinde bir tkazda bu lunmuştur. İbn Cüzey, bu ayetin tefsirinde, "Mü'min bir kul, bu ve benzeri içerikteki ayetlerin mağzasını içselleştirdiği mkdirde, rmırakabe makamından müstefid olur" dedikten sonra üstün bir makam olarak nitelediği nıurakabenin temelde ilim ve hale mebni olduğuna dikkar çekmiştir. ilim, kulun Allah ' ı gerçek manada taruyıp bilmesidir (ma'rifetü'l'abd). Zira, Allah kulundan haberdardır. Onun amellerini görür, tüm sözlerini işitir, zihninden geçen her şeyi bilir. Hal ise, söz konusu ilmin kalpteki tezahürü, diğer bir deyişle , Allah'ın gözetmesinin bilincinde olmak ve bu bilinci canlı tutmaktır. Bu hal olmadığı takdirde ilim tek başına bir şey ifade etmez. ilim ve hal birleştiğinde, bu birleşmenin bahtiyar kullardaki (ashab-ı yemin) semeresi Allah'tan haya etmek şekl inde ortaya çıkar. Haya duygusu ise, zorunlu olarak, günahlan terk, itaatte devamlılık ve ciddiyeti gerektirir. Bu birleşmenin mukarreb kullardaki seıneresi ise ınüşahededir. Bu, yüce AUah'ı yüceltıneyi muciptir. Hz. Peygamber, bu iki semereye, "İhsan, Allah'a adeta O'nu görüyormuşçasına kulluk etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmesen de O seni görüyor" sözüyle işaret etmiştir. •ı Hz. Peygamber'in bu sözündeki, "Adeta O'nu görüyormuşçasına kulluk etmen" ifadesi, ikinci seınereye, yani Allah' ı yüceltıneyi (ta'zlm) mucip olan müşahedeye işaret eder. Onun, "Her ne kadar sen O'nu görmesen de O seni görüyor" ifadesi ise, "Sen her ne kadar mukarreb kulların m:akaıru olan müşahedeye sahip alınasan da kesinlikle O seni görüyor. Öyleyse, ashab-ı yemin gibi haya ehJi ol" şeklinele bir manayı t<ızammun eder.
Hz. Peygamber, mezkur sözünün ilk cümlesinde ihsanı en yüksek makamla retsir edince, çoğu Müslümanların bundan aciz kaldığını anlamış ve bu yüzden
11 ihn Cüzev, et-Teshil, ı:. ı, s . 122. Krş. Kelftha-=:1, et-Ta'amıj, ss. 120-121; Kuşeyn, er-Risa/a, ss.
162-173; Sen-:1c, el-Lımıa: ss. 78-79; Ga~fı li, ibya, c. IV, ss. 259-3 10. 12 Bk. Buh:iri, "iman" 37; Milslim, "İman", 5-7; Ebu D-:ivCıd, "Sünneı• 16; Tirmizi, "İm;ın'' 4; Nesil!,
•iman" 5-6; İbn Mike, "Muk:ıddiıne" 9: İbn 1-hınbel, c. ll , ss . 107, 132.
208 tasavuı~f'
sözünün son cümlesinde daha düşük bir düzeydeki diğer makamı zikretmiştir.
Bu bağlaında s.unu bilmek gerekir ki, murakabe, kendisinden önce muşare
te ve mu rabete olmadıkça ve yine kendisinden sonra muhasebe ve munlbbe ol
madıkça tahakkuk etmez. Müşarete, kulun kendisine itaatte devamlılığı, günah
ları terk etmeyi şart koşmasıdır. Mürabete, kulun bu konuda Allah'a taahhütte
bulunmasıdır. Böylece ınur5.kabe hasıl olur. Bundan sonra kul, kendisine şart
koştuğu ve Allah'a taahhütte bulunduğu itaat hususunda nefsini hesaba çeker. .
Eğer bu konuda nefsinin üzerine düşen vazifeyi yaptığına kanaat getirirse Al
lah'a hamdeder. Yok eğer, müşarete ve mufıhecleyi tahakkuk eniremecliğini anbrsa, nefsini bu eksikliği telafi edecek şekilde kınar, cezalandırır. Sonra tekrar
müşarere ve nıurJbeteye döner ve böylece ınurabheyi muhafaza eder. Sonra
nefsini tekrar hesaba çeker ve bu sOretle Allah'a visıl olur. 1·~
3. 7. Sabır İbn Cüzey, sabır bvramına ilişkin yorumunu, insanoğlunun gelip geçici
dünya macerasındaki ih1hl imtihanın cilvelerine arıfta bulunan, "Muhakkak ki
ölüm ve açlıkla , dünya malının, canın ve (alınteri] ürünlerin kaybı ile sizi sınaya
cağız .. [Ey rasülüm1 Bütün bu zorluklaral karşı sabredenleri müjdele" mealincieki
Bakara 2/ 155. ayetin tefsirinde aktarmışnr. İbn Cüzey, ''F;:ucle" başlığı altında ilk olarak "sabır" kelimesinin Kur'an'da yet
miş küsur yerde zikredildiğini belirtir. Bu kelimenin sıkça zikredilmesinin sebe
bi, zorluklara karşı sabretmenin dinde çok önemli bir yere sahip olmasıdır. Zira,
baz ı alimierin de ifade ettikleri gibi, sabır dışındaki tüm iyilikler, on katından ye
di yüz katına kadar ödüllcndirilir. Oysa, sabrın mükafatı sınırsızdır. Çünkü Allah
Züıner süresi 39/10. ayette, "Sabredenlere mükafatları hesapsız (sınırsız) verile
cektir" buyunnuştur.
Öte yandan Allah, sabreclenler hakkında sekiz ayrı lütuftan söz etmiştir. Bunlardan ilki, ib1hl sevgiye mazhariyetlir (muhabbet). Nitekim, Al-i İmran 3/ 146.
ayette, ''Allah sabreclenleri sever" buyun.ılımıştı.ır. İkinci lütuf, Allah 'ın sabreden
lerle: birl ikte olduğunu bildiren muhtelif uyetlerde de (Bakara 2/153, 249; Enfal
8/66) işaret ediJdiğ i üzere, ilah! yardım ve muzafferiyettir ( nusrat). Üçüncü lütuf,
"İşte onlar, [gü(;lüklere göğüs gerip] sabrenikleri için [cennette] köşk[lerlle ödül
Jeodirilecektir'' (furkan 25/75) mealincieki ayetin delaletince cennet köşkleridir.
Dördüncü lütuf ise, bol sevap ve mükafanır. Çünkü Allalı Zümer sOresi 39/10.
ayette, "Sabredenlere mi.ikafatlan hesapsız (sınırsız) verilecektir" buyurmuştur.
Diğer dört lüLUf ise, ih1hl müjde ve Bakara 2/ 157. ayette zikredilen, Allah'ın ba
ğışlaması (salcwtitullah) , rahmeti ve hidayecidir.
l3 ibn Cüzey, c:ı-Tesbfl, c. l, :;s. 128-129. Krş. Kuşeyri, er -RiscUe, ss. 189-192; Serrik el-Lurna: ss.
82·83.
musrafa özıürk/ibn cıızey'irı tqfsiı-inde ıasavvuf 209
Allah'ın övgüsüne mahzar olan sabırlı mü'minler, sabrenikleri şey hususun
da dörde ayrılır. Bunlardan ilki, nefsi hiddet, öfke, tedirginlik ve tahammülsüz
lükten alıkoymak anlamına gelen belaya karşı sabırdır. İkincisi, Allah'ın lutferti
ği ni.mere şükredip şımarmamak ve bu konuda nefse mu kayyer olmak anlamına gelen nimere karşı sabırclır. Üçüncüsü, Allah 'ın emir ve buynıklarını yerine ge
tirme, kısaca, sürekli itaat üzere olma hususunda sabır; dördüncüsü ise, net'si kö
tülüklerden uzak tutmaya yönelik sabırclır.
Sabrın bir üst noktası, zahirde itiraz ve öfkeyi terk, batında ise keraheti terk
anlamına gelen teslim meıtebesidir. Testimin bir üst noktası ise, ilahi takelirio tecellisine (kaza) rıza göstermektir. Burada sözü edilen rızanın anlamı, nefsin Al
lah'ın 'edip eylemesinden (ji 'lıtllah) yana mutlu ve huzurlu olmasıdır; ki bu ımır
luluk ve huzur, gerçekte Allah sevgisinden kaynaklanan bir duygudur. Çünkü ,
sevgil inin yapıp ettiği her şey sevimlidir: Küllü ma yef'alü'l-mahbfıb mahbub.14
3.8.Zikir
Allah, Bakara suresi 2/152. ayette, "Siz beni anın ki ben de sizi anayım" bu
yurmuştur. Said b. e1-Müseyyib 'e göre bu ifadenin anlamı, "Sizler beni itaatle
anın ; ben de sizi sevap ve mükafatla anayım" şeklindedir.
İbn Cüzey, pek çok müfessirin ve bilhassa mutasawıflann, bu ayerin tefsirin
de belli birtakım lahzlarla dile dökülen ve özel anlamlar içeren bazı dualardan
söz ettiklerini; ancak Allah'ın sadece belli başlı dualada anılması gerektiğine da
ir herhangi bir delil bulunmadığını belirtmiştir. Ona göre Allah'ın, "Siz beni anın
ki ben de sizi anayım" sözü, mudak ınanada zikrin değerini beyan etmektedir.
Nitekim Hz. Peygamber'in kutsl hadis olarak nakledilen bir sözünde de vurgu
landığı gibi, Allah, mü'min kulunun zannı üzeredir. Kul , zikirle meşgul olduğun
da rabbiyle birlikte olur. Kul, rabbini gizH-sırri olarak andığında , Allah da onu gizli olarak anar. Eğer kul rabbini bir topluluk içinde, açıktan anarsa, rabbi de
onu daha hayırlı bir topluluk içinde anar. '5
Zikir kalple, dille, hem kalp hem de dille olmak üzere üçe aynJır. Her ne ka
dar hadislerde namaz gibi bazı aınellerin diğer arnellerden daha üstün olduğu
bildirilmiş olsa da zikir, genel manada arnelierin en hayırlısıdır. Kaldı ki, nama
zın üstünlüğü de, Allah ' ı zikretıne ve O'nun huzurunda bulunma anlamı raşıma
sıyla ilintilidir.
Bu bağlamda, zikrin diğer arnellerden üstünlüğüne ihşkin üç delil serdedile
bilir. Birincisi, bu konuda viirit olan nasslardır. Mesela bir hadiste şöyle denilm iş-
14 lbn Cüzey, eı-Tesbfl, c. I, s. 65. Krş. Kel:lba:ti, et-Ta'arrut: ss. 112-113; Kuşeyri, er-Ris,ile, ss.
183-189; Serrftc, ei-Lu.rruı : ss. 76-77; G:ız~m. lhya, c. IV, ss. 63-85. 15 Bk. Buhari, "Tevhid" 15, 43; Müslim. "Zikir" 18, 19, 21; Tirmizi, "Da'avfıt" 131; ibn Mfıce,
"Edeb", 53; ibn Hanbel, c. Il, ss 251, 405, 412, 454,480, 482, 516, 517, 524, 534, 540.
210 tasawuf
tir: Hz. Peygamber, yanındaki sahabllere, "Size en hayırlı arnelinizi bildireyim
mi? diye sorunca onlar, "Evet, bildir ey Allah'ın rasCılü" diye karşılık verdiler. Bu
nun üzerine Hz. Peygamber, "Sizin en hayırlı amelini.z Allah'ı zikirdir" buyurdtı. 16
Bir başka hadisteki kayda göre ise, Hz. Peygamber, "Zikir mi yoksa Allah yolun
da cihad mı daha faziletli?" şeklindeki bir soruyu, "Eğer bir mücahid, kan dam
layan kılıcını kırılıncaya dek kafidere vursa, zikreden bir kul yine de ondan hayırlıdır" diye cevaplamıştır.'7
Zikrin faziletiyle iJgiJj ikinci delil, Allah'ın, zikri emrettiği veya övdüğü ayet
lerde "kesret" (çokluk) şartını koşmuş olmasıdır. Mesela, bir ayette, "AIIah'ı çok
ça arun" (Ahzab 33/41) buyurmuş; bir başka ayette ise, mü 'minleri, "Onlar Allah'ı
çokça anarlar" (Ahzab 33/35) şeklinde tavsif etmiştir. Buna mukabil, diğer arnel
ler için böyle bir şart koşulmamıştır.
Konuyla ilgili üçüncü ve son delil ise, zikrin, diğer arneller için söz konusu
olmayan bir özellik taşımasıdı r. Zikre mahsus bu özellik, ilah! buzurda hazır bu
lunmak, böylece kurbiyet makamına vasıl olmak ve bu makamcia Allah ile bir
likte olmaktır. Nitekim bir kutsl hadisteki kayda göre Allah, "Ben, beni zikreden kulumla aynı meclisi paylaşının" (Ene celisu men zekemni) buyurmuştur.
inanmış insanlar, Allah'ı zikir makamında iki temel hedef gözetirler. Ortala
ma Müslümaniann (avaın) gözettikleri hedef, sevap kazanmaktır. Seçkin Müslü
manların gözettikleri hedef ise, ilahi huzurcia bulunmak, böylece kurbiyet makamma vasıl olmaktır. Kuşkusuz, bu iki hedef arasında dağlar kadar fark vardır. Zi
ra, nice insanlar vardır ki, ecre nail olur; fakat varlık alemimin hakikatine nüfuz
etmekten yana mahcGbtur, yani kalp ve gönül gözüne ilahi hakikatleri görmeye
engel olan bir perde çekilmişü r. Nice insanlar da vardır ki, zikir sayesinde kurbi
yer makamına erişmiş, böylece Allah'ın sevgisini- kazanan seçkinler (havassu'/
ahbab) zümresine dahil olmuştur.
Zikrin çeşitli şekilleri vardır. Tehlil, tesbih , tekbir, hamd, havkale (La havle
vefa kuvvete illa hillah) sözünü tel:1ffuz etmek, hasbele (Hasbunallahu ve
ni'me'l-vekfl) sözünü telaffuz etmek, Allah'ın tüm isimlerini anmak, Hz. Peygam
ber' e salat-i selam getirmek,.istiğfar etmek. . . İşte bütün bunlar birer zikirdir. Her
zikrin kendine özgü bir özelliği ve semeresi vardır. Tehlilin semeresi revhiddir. Burada kastedilen tevhid, tevhld-i hastır. Zira, tevhtd-i amın her ınıTıninin ikrar
ettiği bir ahittir. Tekbirin semeresi Allah'ı yüceltmektir. Havkale ve hashelenin
semeresi Allah'a tevekkül, işin sonunu O'na havaleetmek (et-lejvfz i/allah) ve
Ona güvenmektiL Harnci ile, Allah'ın rahman, rahlm, gaffar gibi ihsan ve rahmet
manası içeren sıfat isimlerinin semeresi şükür, güçlü bir ümit ve muhabberrir. Allah' ın alim, seml, baslr vb. eşyanm hakikatine muttali olma ve bilme manası içe-
16 Bk. Tirmizi, "Da'aval" 6; İbn Mace, "t:deb" 53; Nesai, "tınan" ı. 17 Bk. Tinni:d, "Da';ıvat" 5; ibn Hanbel, c. IIJ, s. 75.
mustafa öztl'ırk/ibn. cüzey'in 1(1/Sfrinde tasauvuf 211
ren sıfat isimlerinin semeresi ise murakabedir. Hz. Peygaınber'i salat-ı selam ile
anmanın semeresi, onu çok sevmek ve sünnetine bihakkın ittiba etmektir. İstiğ
farın semeresi de takva üzere olmak ve tevbe bilincinj daima canlı tutmaktır. Hü
lasa, Allah'ın tüm isim ve sıfatiarını içeren zikrin semeresi, gönülden-içten bir şe
kilde "Allah" demektir. Zikrin gerçek hedefi işte budur; ni ha.! varış yeri ise O'nun
huzuruclur: Ve ileyh i 'l-nıüntehli. .. 18
4. Hülasa
İbn Cüzey, klasik dönem Endülüs İslam coğrafyasının önde gelen şahsiyetle
rinden biridir. Hadis, Fıkıh ve Kıraat gibi İsHhn1 ilimlerle ilgili muhtelif eserler veren İbn Cüzey daha ziyaele müfessir kimliğiyle tanınmıştır. Nitekim, yakın geç
ınişte onun et-Teshflli Ulumi 't-Tenzfl isimli kısa ve özlü tefsiri üzerine yurt dışın
da ınüteaddit tez çalışmaları yapılmıştır.
İslam tefsir lireratürüyle ilgili klasik tasnif siremine göre tipik bir dirayet tefsi
ri hüviyetinde olan bu eserde çok sayıda tasavvufı yoruma da yer verilmiştir. Tasavvuf rem1inolojisinde çok önemli bir yer turan tevhid, tevekkül, sabır, zikir,
rnuhabbetullah gibi kavramlarla ilgHi bu yorumların muhtevası ise, klasik işarl
tefsirlerde görülen mevacid türü izahlardan ziyade KeHibazi'nin Ta 'amifu, Kuşeyri'nin er-Risatesi ve Gazall'nin ihyilsı gibi remel tasavvuf klasiklerinde sıkça
rastlanan bilgilerle meşbudur.
Abstract
Islamıc Mysticism in rhe Qur'anic Commentary of l bn Juzay (d.
74111340)
This article contains of the mystical interpretations of the following
Qur':ınic terıns , unity of God (tevhid), Gocl-fearingness (takva), fear and
hope (ha vf ve reca), trusting in God (tevekkül), patience (sabır) and re
ınembering of God (zik ir) in the light of Anda.lusian scholar Ibn ]uzay' s at
Tashll li ul fım at-Tanzll. Altbougb al-Ju:u'ly one of the most significant
scholars of :ıi -Andalus, -as far as we know- there is nobody interested in
studying his shoıt and concise commentary in our country up to now. Bur
in Arab World there are a number of scientific studies on his work. By m
king in the account this point in this article we both give descriptive infor
mation a['X)\ıt his commentary ::md rıy ro take artention the different aspect
of his work.
Key words: Ib n ]uzay, unity of God, God-fearingness, fear and bope,
trusting in God, palience, remembering of God.
18 ilm Cüzey, et-Tesbit, c. I, ss. 63-64. Krş . Kclfı.b-Jii, et-Ta'urnıt: ss. 123·126; Kuşeyrl, er-RistUe,
ss 221-226.
212 wsawuf
BiBLiYOGRAFY A
BUHARJ, Eblı Abdiilah Muhammed b . İsma i l, el-Camiu's-Sabib, istanbul 1981.
EBÜ DAVÜD, Süleyman b . Eş'as es-Sicistanl, es-Sünen, İstanbul 1981.
GAZAÜ, Ebu H:lınid Mulıamıned,lbyau ulumi'd-dm, Kahire 1987.
İBN CÜZEY, Ebü'I-Kasım Mı.ıhammed b. Ahmed ei-Kelbl, et-Tesbit li 'ulumi't-tenzil,
Daru 'I-Fikr, Beyrut trs.
İBN FERHÜN, İbrahim b. Ali b . Muhammed, ed-Dfbacü '1-müzheb fi rrıa 'l'i(eti a 'yani
ulemai'l-mezheb, nşr. M. el-Ahınedl Ebü'n-Nür, Kahiı·e 1972.
İBN HANBEL, Ebu Abdiilah Ahmed b. Muhammed, ei-Müsned, İstanbul 1992.
İBN MACE, Ebu Abdiilah Muhammed b. Yeii<I, es-Sünen, İstanbul 1981.
KELABAZI, Eblı Bekr Muhammed, et-Ta'am.~;j'li mezhebi ehli't-tasavvı~;f Kahire 1980.
KUŞEYHI, Ebü'I-Kasım AbdülkerTın b. Hevazin, er-Risatetii 'l-ku.şeyr~yye jf ilmi't-tasawuj; nşr. Ma' rüf Zureyk, Ali Abdülhamid Bilmd, Beyrut, trs.
MAKKAlÜ, Ebü'l-Abbas Ahmed b . Muhammed, Nefhu't-tfb min ğusııi 'l-endelüsi'r-
ratfb, nşr. İhsan Abbas, Beynıt 1968.
NESAI, EbCı Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, İstanbul 1981.
ÖZEL, Ahmet, "İbn Cüzey", DİA, İstanbul 1999.
SERRAC, EbCı Nasr, el-Lurna ~ nşr. Abdülhallm Mahmud, Tabii Abdülbakl SurOr, Mısır
1960
TiRMiZI, Ebu isa Muhammed b . İsa , es-Sünen, istanbul 1981.