11
ey Türk kendine dön. 12.1.1a7Q MİLLİYETÇİ ENDİKACILIK SİSTEMİ BİR BAŞBAKAN Ki! Ş^jl Otobüsteki vatandaşı Ve r Vazifeye çağırıyorum ) ^

12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

ey Türk kendine dön. 12.1.1a7Q

MİLLİYETÇİ ENDİKACILIK SİSTEMİ

BİR BAŞBAKAN

Ki! Ş^jl Otobüsteki vatandaşı

Ve r

Vazifeye çağırıyorum ) ^

Page 2: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: z

Onlarda Söylüyor Hatırlıyorum, şu öğretmen boy­

kotu sırasında solcu bir tanıdık TRT'-ye ateş püskürüyor, radyonun «tek taraflı oluşu» ndan yakınıyordu.

Radyoda, TV da sağcı (!) hükü­metin emrinde bir kukladan başka bir şey değilmiş! Sol propaganda yap­mak nerede, solun rüzgârından bile gocunuyorlarmış... mış... mış... Zaten solun sözlerinin sonuna mutlaka bir «mış mış» eklemek gerek.

Her neyse, geçen gün Combat'-dan tercüme edilmiş bîr makale oku­dum. Combat, biliyorsunuz Fransız di­renme hareketi sırasında Alber Ca-mus tarafından çıkarılmaya başlanan sol eğilimli bir gazeteydi. Şimdi Fran sız radikallerinin organıdır. Makale­nin ismi; «Türkiye NATO'ya karşı ha­fiflikler yapıyor.» Bizi ilgilendiren kıs mini aynen alıyorum.

«Türkiyenin çeşitli sosyal sınıf­ları; dağıtılan buroşürleri okuyup rad­yonun yayınlarını dinledikçe hissedi­lir bir şekilde Marksizme doğru kay­makta ve Amerikan aleyhtarlığı ile meşbu bulunmaktadır.»

Evet, bizim kraldan çok kralcı kı­zılcıklarımız istedikleri kadar yırtın­sınlar, yabancılar. Türkiye'nin gerçek­

lerini pek iyi biliyor ve açıklamakta da hiç bir mahzur görmüyorlar.

Geçenlerde onlardan biri «her şe yi dış basından mı öğreneceğiz» diye çırpınıyor, Türkiye üzerindeki Ameri­kan etkisini Avrupa gazetelerinden okuduğundan bahsediyordu. Oysa bu kripto yazarın pekâlâ herşeyi Türk ba sınmdan da öörenmesi mümkündü.

TRT'nin ölçüsüz yayınlarını Türk basını eleştirirken aşırı solcular ken­di meslekdaslarına vapılmadık haka­ret bırakmıyorlardı. İşte şimdi bir Av­rupa gazetesi hem de solcu olan bir gazete. TRT'nin Marksizim propagan­dası vaptığını alenen yazıyor.

Demek ki kriptoların hücum etti­ği millî basınımız görevini normal ola rak yerine getirmekte, ilgililere ve kamu oyuna gerçeği duyurmaktadır^ Ama bizim solcu basın bu gerçekler İşine gelmediği için muarızlarına en alçakça itirafları yapmaktan çekinme­mektedir.

Kripto yazar bundan böyle kozu­nu milliyetçilerle değil, özdeş olduk­ları Combat gazetesi ile paylaşsın!.

Onların söylediği tabiî ki yalnız TRT'nin özerkliği aşırı solcuların işi­

ne gelir şekilde sömürmesi değil. Son ayların ciddî Avrupa matbuatı gene Türk aşırı solcularının, Türk ordusu­nu anti - parlamenter ve anti - demok­ratik bir mücadeleye sürüklemek için gösterdikleri çabaya da değini­yor. Meselâ, «Ekonomist» gibi ciddî bir dergi; haftalık ilâvesinde aşırı Türk solcularının bu gayretlerini bü­yüteçle büyüterek okuyucularına du­yuruyor. O kadar ki. ortanın solu şampiyonu Ecevit'in de solun bu fa-alivetlerinl ihbar niteliğindeki beya­natını da söz konusu etmekten çekin­miyor.

Sonuç olarak «herkesi kör, âlemi şemsem zanneden» aşırı solcuların kendileri kör ve sersem değillerse ve bütün tahriklerini bilerek yapıyor­larsa Cumhurbaşkanımızın da ifadesi İle hainliklerini belgelemek isterim.

ÖZÜR : Geçen sayımızda bu sütunda Sayın E. Işınsu OKÇU hanımefendi­nin fıkrası yerine, arşivdeki başka bir yazı yanlışlıkla neşredilmiştir. Geçen sayımızda neşredilmesi ge­reken yazıyı bu sayımızda veriyoruz. Sayın yazarımızdan ve okuyucuları­mızdan özür dileriz. DEVLET

I! 11 i 14 İ l IT « ! • • • • • Mr^^^««4W

GENÇLİĞİN DURUMU Styın Devlet,

Zamanımız gençlerinin bd-yOk bir çıkmazda olduğu hepi­mizce malûm olan acı bir ger­çektir. Niçin bu böyle olduğu eorueu tevcih edildiğinde tat­min edici bir cevap verilemi­yor. Fakat gayet açık ve sarih­tir. Şu ana kadar gençliğe isti­kamet gösterecek, yanlışlarını düzeltecek ne hükümet ne de hükümet adamı çıkmamıştır. Uzun zamandan beri öz varlığı­mız Türklük, milliyetçilik aley­hinde olan sahte kılıklı müs tumanların çıkardığı gazeteler­de, dergilerde, mecmualarda ve solcuların azgın kaptanı TRT de çok sistemli metodlu bir se kilde propagandalar yapılmakta olduğu bugün için acı bir ger­çektir. Yarının büyük ülkücü, toplumcu Türk gençliğinin bir araya toplanmasına, birlik ol­masına bu iftira kazanları engel İçmektedirler. Hattâ Stalinci, Maocu bir hüviyet almasına yar dımcı olmuşlardır.

Solcu gençlerin günlük yaş* yışları, halkımızın yaşayışların­dan tamamen farklıdır. Gece kulüplerinde çeşit çeşit İçkile­ri mideye İndiren solcu takı­mı, halktan yana olduklarını söylerken, halkın gözünde ko­mik duruma düşmüş olmuyorlar mı? Türk âdet ve görenekleri­ne, İslâm ahlâk v faziletine sırt çevirip Batı'mn eli yüzü. saçı başı karışık hippi serseri­lerinin yaptıklarını yapıp, YE, YE müziğiyle Afrika yamyamla­rını kıskandıracak tarzda tepi­nirler, faşing geceleri yaparlar 8a, dans ederlerse, gecenin geç vakitlerinde kızlar, oğlanlar kendilerinden geçmiş vaziyet­

te yarı baygın yerlerde gelişi­güzel, sere serpe yatarlarsa o gençlik Türk gençliğinden alâ­kasını kesmiş sayılmaz mı? Ga­yet tâbi sayılır.

Türk bayrağını, sancağını en ücra köşelere kadar dalgalandı­racak ezan seslerini okuyacak bunlar mı? Hayırl Bilâkis sabah lan ezandan rahatsız olmakta­dırlar. Böyle bir gençliğe hiç bîr zaman millî ve manevî ema netler teslim edilemez. Şuna kalbimizle inanıyoruz ki Büyük

Türk milleti, şimdiki zamana ka dar millî haysiyetimize, onuru­muza, kurnazca, namussuzca ve kalleşçe davranıp gençliği ken­di emellerine göre tahrik ve tahrib eden sosyalist maskeli vatan hainlerinin maskelerini yırtmaya karar vermiştir.

Biz milliyetçi gençler yavaş yavaş ülkü ocaklarında toplan­maktayız. Büyük bir irfan meşa­lesi olacağız, Türk gençliğini biz temsil edeceğiz, aramıza kin, nifak sokanları, önce Türk-

müsün, müslümanmısın gibi zehir saçanları, Türklüğü Islâ-miyetten, adaleti Kur-an'dan ayırmak istiyen kızıl komünist­lerden bilhassa mason ve ma­sonlara uşaklık edenlerden bir bir hesap soracağız. Yarının 100 milyonluk Türk devletini ku­racağız. Ey Türk titre kendine dön. Tanrı Türk milletini koru-*»»ni.. Amin...

ŞEMSETTİN DİKTAŞ Karaköy - İstanbul

• • • •

BUTUN MİLLİYETÇİLERİN DİKKATİNE Geçen sayımızda, Ankara'daki «MİLLİYETÇİ TEŞEKKÜLLERİN HEPSİNİ BİR ARAYA TOPLAYACAK BİR BİNA

SATINALMAK» gayesiyle, muhterem Hocamız NEJDET SANÇAR'ın başkanlığında bir komite kurulduğu ve çalış­maların «DEVLET» İn aracılığı ile yürütüleceği ilân edilmişti.

Yine kampanyanın «DEVLET» in bu sayısından itibaren başlatılacağı, bağış taahhüdünde bulunanların, bağış ya­panların ve bağışta bulunmayı reddedenlerin de isimlerinin yayınlanacağı açıklanmıştı.

Bu sayıdan itibaren bağış yapacakların isimleri ile yapacakları bağış miktarlarını yayınlamaya başlıyoruz. Hu millî vazifeye koşanlara şimdiden şükranlarımızı sunmayı bir borç biliriz.

BİNA SATINALMA KOMİTESİ «ANKARA'DAKİ MİLLİYETÇİ TEŞEKKÜLLERE BİNA SATINALMA» ÇAĞRISINA KATiı A MI ARIN LİSTESİDİR :

lağış Miktarı

Sıra No.

1 2 3 4 5 6 7 8

MOI, soyac

NİHAL ATSIZ Prof. CENGİZ ULUÇAV

ALPARSLAN TÜRKEŞ NEJDET SANÇAR İDRİS YAMANTÜRK İ. HAKKI YILANLIOĞLU FETHİ TEVETOĞLU MEHMET ORHUN

U n v a n ı

Emekli Ed. öğretmeni A. Ü. Fen Fak. Öğretim Üyesi M. H. P. Genel Başkanı Gazi Lisesi Ed. Öğretme» Yük. Müh. Müteahhit M. H. P. Genel Başkan Yardımcısı A. P. Samsun Senatörü Kimya Yük. Mühendisi

T o p l a m

(TL. olarak)

1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,—

8.000,—

Page 3: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 3

Y A Z I S I Z

Devlerden «İLLETE

Koalisyon İhtimali Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi­

ne kadar, bilhassa AP tarafından hiç istenmezdi. Çe­şitli partilerin katılması ile meydana gelecek bir hü kümetin, görüş birliğinden yoksun kalacağı öne sü­rülürdü. Nitekim 1965 ve 1969 seçimlerinde AP nin en tesirli propaganda silâhlarından biri de «oyların parçalanmaması» diğer bir ifade ile «koalisyona git­mek mecburiyetinde kalınmaması» idi. AP nin 65 ve 69 seçimlerini kazanmasında «tek başına iktidar» is­teğinin büyük payı vardır.

Yukarda kısaca belirttiğimiz geçmiş duruma karşılık, son aylarda, memleketi muhtemel buhran­lardan korumak ve selâmete çıkarmak için AP-CHP koalisyonunun son bir çare olduğu söylentileri hız­la vatandaşlar arasında dolaşıyor. Bu konudaki söy­lentiler değişiktir ve hangisinin doğru olduğu kesin­likle bilinmedikçe hüküm vermek de mümkün değil­dir. uı Söylentilerin biri ve şüphesiz en ciddisi şudur: I ı S-lı u u m <r t l n h e s a b a katmamazlık edemiyeceği teşkilatlı bazı kuvvetler, mevcut anarşinin daha kö-S , D 8 ? 1 US •V? r,n2es inl ö n , e ™ * için, yegâne çarenin AP-CHP ortaklığında aranması gerektiğini düşün-mekte ve Demırel Hükümetini koalisyon istikame-tinde zorlamaktadırlar. Öyle ki. Mil l i Güvenlik Kuru­lu toplantılarında, koalisyon isteğinin açıkça ifade edildiği günlük gazetelerde bile yazılmış ve henüz yalanlanmamıştır. Yazılıp söylenmesine cesaret edi­lemeyen, fakat ilgilenen her vatandaşın bildiği ge­rekçe de bellidir. Teşkilâtlı bazı kuvvetler tarafın­dan desteklenmeyen AP Hükümetinin gücü, herhan­gi bir ihtilâl teşebbüsünü önlemeğe Yetmeyecekti*

s

Ama, İsmet Paşa önderliğindeki CHP nin katılacağı bir hükümeti devirmek çok güçtür, hattâ imkânsız­dır. Çünkü, orduda, üniversitede.diğer sivil aydın­lar arasında ve öğrenciler içinde İsmet Paşa'nın ve CHP nin itibarı hâlâ tükenmemiştir. AP-CHP koalis­yonunun, seçimden seçime kullanmasına izin veri­len oy hakkından başka hiçbir silâha sahip olma­yan halk çoğunluğunu tedirgin etmesi önemli de­ğildir. Zaten, karışıklığın, huzursuzluğun ve kardeş kavgası ihtimalinin gittikçe artması yüzünden, AP CHP koalisyonunun halk çoğunluğunca benimsenr mesi bile mümkündür.

Kısaca anlattığımız bu gerekçe acaba doğru­mudur, önümüzde AP Hükümetinin yalnız başına önleyemeyeceği bir ihtilâl tehlikesi var mıdır? So­runun tam bir cevabını, elbette biz değil, Devletin bütün istihbarat imkânlarından faydalandığına göre ancak hükümet verebilir. Ciddi bir ihtilâl tehlikesi varsa, milletimizin varlık dâvasını, diğer bütün f i ­kir ve nizamların başarısından daha değerli saydı­ğımız için, hiç beğenmediğimiz halde CHP nin ik­tidara ortak olmasına bile katlanırız. Zira, milletin üstünde hiçbir kuvvetin olmadığı ve millî İradeye hiç kimsenin karşı duramıyacağı gibi sözlerin ki­tap üzerinde çok güzel göründüklerini, fakat tarih bakımından ihtilâllerin önlenmesine yetmedikleri­ni gayet iyi biliriz. Ve herhangi bîr ihtilâlin memle­ketimizin şartlarındaki yetersizliklerden ötürü, baş­langıçtaki çehresi ne olursa olsun, Türk Milletine ve Milliyetçiliğine zarar vereceğini de asla unut­mamalıyız. Ancak, Türk milliyetçilerini tedirgin eden başka bir ihtimale, ihtilâli önlemek üzere ortaya atılan «AP - CHP koalisyonu şartınım» çirkin bir si­yaset oyununa alet edilmek istenmesi ihtimaline de dokunmak zorundayız. AP Genel Başkanı, CHP ile koalisyon yolunu seçerken bir ihtilâl mazereti­nin arkasına gizlenip, Partisi içindeki muhaliflerden kurtulmayı istemiş olamaz mı? Çünkü, AP'deki ge­lişmeler, Bilgiççl veya sağcı olarak tanınan millet­vekillerinin ihraçlarına devam edileceğin] ve böy­lece, tek başına iktidar imkânını ortadan kaldıra­cak bir neticenin hazırlanacağını gösteriyor. Sayın Demirel, sonradan milletin huzuruna çıkıp: «Parti disiplinine uymadılar ve bizi CHP ile koalisyon mec­buriyetinde bıraktılar!»» diyerek hem işin içinden sıyrılacak, hem de önümüzdeki kongreyi şimdiden kazanmış olacak! Bir memleketin başbakanını bu kadar çirkin bir oyuna heveslenmiş oörmek son de­rece üzücüdür. Eğer. AP-CHP koalisyonu millî men-faatların hesaplanmasından doğmuş bir zaruret ise kaçınılmaz bir neticeyi ille de kitabına uydurmak endişesiyle, Partideki milliyetçilerin tasfiyesine ihtiyaç yoktur. Zira milliyetçiler, memleketin şart­larından meydana gelen bir mecburiyeti. Sayın De­mirel de dahil olmak üzere, diğer siyasetçilerin hep­sinden daha iyi değerlendirirler.

DEVLET

HAFTALIK* MİLLİYETÇİ S İ Y A S İ GAZETE

PAZARTESİ GÜNLERİ ÇIKAR * 150 KURUŞ BİRİNCİ YIL 41. SAYI

Sahibi ve Mesul Md. . . Halil ÖZYILOIZ Teknik Sorumlu . . . . . . Rasim GÜL

İlân ve Abone İşleri Ali GÜNGÖR Almanya Temsilcisi . . Niyazi ÖZDEMİR

Adres: P K 284 Bakanlıklar - ANKARA Tel ı 12 58 10

H A N L A R ı Ark» sayt» renkli 2.500.- TL. tak ^enk v.000.— İL. IÇ naytaiar «antlım «0.— İ L , A 8 0 N C t Vıllık 70.-- İ L Altı aylık 35.- f l ~ Ota memıeketia* tem Ocrei İki mi«H alımı ¥ « t let Oaflıtımı t 3A ME DA Ottgt ve Basta ı Gönaf Matbaacılık I A S 4NKAJU

Page 4: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

DEVLET W '12 OCAK 1970 * SAYFA: 4

İC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR • > > > • * *

• MİLLÎ SERVETE NEDEN DÜŞMANLAR? • ERKEK TEKNİK KAPANACAK MI? •BAŞBAKAN İN GÖREV ANLAYIŞI • ADALET PARTİSİ NDE İHRAÇ ARTTI • ECEVİT İN HAPI ALMANYAYI ŞAŞIRTTI •DEVRİM STRATEJİSİ ve KÜFÜR TAKTİĞİ . KIBRIS VE AKTİF POLİTİKA ŞARTI

Hafta bir hayli yüklü geçti. Belediye Otobüslerinin talebe­ler tarafından seferden men edilmesi sonucu Ankara'da iş hayatı dahil her yer keşmekeş hale geldi. Genel olarak büyük şehirlerdeki yüksek okullar ve üniversitelerde pasoları her oku lun talebe cemiyetleri dağıtır. Bu Ankara'da da böyledir. An­cak bütün Ankaralıların da bil­diği bir gerçek vardır, paso da­ğıtan cemiyetlerin hiçbir yük­sek okulda veya üniversitede talebe olmayan kimselere de şebeke satmaları. Bu durum bil hassa sol eğilimli cemiyetlerde bîr ticaret haline getirilmişti. işte Ankara Belediyesi geç de Olsa bu gerçeği gördü ve ilk akla cjelen tedbiri de almaya karar verdi. Ne olduysa bu ka­rardan sonra oldu. Zahmetsiz para kazanan talebe cemiyetle­ri bu karara ilk karşı çıkan ku­ruluşlar oldu. Sol anarşistler bu ortamdan istifade etmek için derhal harekete geçtiler ve bütün talebeleri belediyenin kararına karşı kışkırttılar. Se­fere çıkan otobüsleri ilk ola­rak Hukuk Fakültesi talebeleri durdurdu ve ilk hadise de baş­lamış oldu. Olaylar bir birini ta kip ederek bütün üniversite ve yüksek okul talebelerini sardı her okul önünden geçen oto­büse el koymakla da yetinmedi ler başta lâstikleri olmak üze­re ganimet olarak aldıkları ve herblrl yarım milyona yakın be­deldeki vasıtaların muhtelif yer IerlMi tahrip ettiler. Tam bu saf­

hada hadiselere polis el koydu. Zira tahrip edjlen millî serve­tin yanında Ankara'da günlük hayat karışmış bilhassa uzak semtlerde oturanlar çok zor du ruma düşmüşlerdi. Polisin me­seleye girmesini bayram hava­sı ile karşılayan sol anarşist­ler görev yapan polise de sal­dırdılar, en galiz küfürlerle taş ve sopa yağmuruna tuttular. Po­lislerden yaralananlar oldu. El­bette talebeler de fire verdi­ler.

GÜNAHSIZ OKUL

Bu arada en ilgj çeken ve Ankara'da üzüntüye sebep olan bir hadise oldu. Bugüne kadar talebe hareketlerinde en itidalli okul Erkek Teknik Öğretmen Okulu idi. Gazi Terbiye'ye yakın olan bu okulun belediye otobüs­lerine karşı aldığı bir tavır da mevcut değil iken, sol anar­şistlerin yuvalandığı komşu okul öğrencileri tarafından el konan birkaç otobüsün polisler tarafından geri alınması sıra­sında Gazi Terbiyeli talebeler polislere mukavemet etmişler ve bazılarını da taş ve sopa ile yaralamışlardı. Arkadaşlarının yaralandığını gören ikinci ekip olay yerine daha sinirli gelmiş, gelmiş ama Gazi Terbiyeli ta­lebelerin de bir oyununa gel­miş. Hadiseyi Erkek Teknik talebeleri çıkarmış çjibl polisi o istikamette harekete sevket-mişlerdir. İşte bu sırada olan­lardan habersiz bazı talebeler

de polise muhatap olmuşlardır. Hattâ adı geçen okulun yatak­hanelerine kadar girilmiştir. Normal olarak yaralanmalar ol­muş, olayların sorumlusu ola­rak görülen okul idaresi polis­leri yatakhaneye sokmakla suç lanmış ve okul boykota gitmiş okul müdürünün istifasını iste­miştir. Bu safhada hadiseye ba­kanlık el koymuş ve talebele­rin d'renmesi sonunda Erkek Teknik Öğretmen Okulu tıpkı Tekniker Okulları hadisesinde olduğu gibi süresiz kapatılmış tır. Bize öyle gelir ki, bu okul uzun müddet kapalı kalacak ve belkjde bazı atölyeleri tama­men kaldırılacaktır. Şimdi bil­hassa son sınıf öğrencileri ka­ra kara istikballerini düşünür hale gelmiştir.

BAŞİÂKÂH

ortaya konmuş oldu. Sayın De-mjrel talebelerin otobüs işgali ne karşı yolcuları mukavemete davet etti. Kanunsuzluğa karşı kanunsuzluğu mubah saydığını belirtti ve hükümetin nizamı korumak mükellefiyetini hiç dü­şünmedi. Her halde Sayın Baş­vekil, yakında eşkiyaya karşı köylüyü, hırsıza karşı ev sahi­bini arazi işgaline karşı mal sahjbini, tren işgaline karşı kon doktoru, öğretmene karşı veli­yi, memura karşı iş sahibini, bizzat ihkakı hakka tahrik ede­cek ve bunlar yapılınca da anarşi ortamı, kınadığı solcula­rın istediği kıvama gelmiş ola­caktır.

Umulur ki devlet arabasını çala kamçı bayır aşağı koştu­ran arabacıya dur diyenler çı­kacak ve S. Demirel'i araba pat lamadan, yahut kırat çatlama­dan djze.inleri bırakmıya zorlu yanlar olacaktır.

hasıl «ne görürse ona talib, ne bulursa ona malik» felsefesi ile hareket eden Necmettin ERBAKAN bu ravundda yenik düştü. Fakat her şeyde olduğu gibi bu oyunun da son ravundu değildi. Talât Aydemir'in kabi­nesinde Sanayi Bakanlığına aday olan N. ERBAKAN taleble rinden de kolay kolay vazgeçe­ceğe benzememektedir. Ayııca, N. Erbakan'ın her gittiği yer son zamanlarda karışır oldu. El bette son gittiği Odalar Birliği seçimlerinin yapıldığı Türk Oca ğı da karışacaktı. Gazeteciler N. Erbakan ile görüşmek iste­diler, Erbakan kabul etmedi, gazeteciler bu defa zor kullan­mak yolunu seçtiler. Türk Oca ğı Gençlik Kollarına mensup gençlerin bu zorbacı gazeteciie re mâni olması sonucu hadise­ler oldu. Basın derhal bu olayı her zaman yaptıkları bir alışkan­lıkta MHP'li komandolara bulaş­tırdı. Oysa MHP'lj gençler uzun zamandan beri hiçbir hadiseye katılmama hususunda kesin ta­limat almışlar ve bütün zaman­larını derslerine ve kültürel fa­aliyetlere harcar olmuşlardı. Sa­yın basın bunları kesin olarak bilmesine rağmen yine de bel­ki tuttururum diye manşetleri patlattı. Fakat, hemen sonra MHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Dündar Taşer basına bir beyanat vererek, menfaat grur> ları arasında cereyan eden çe­kişmelerin MHP'njn politikası ile ilgisi olmadığını, bilhassa MHP'li gençlerin bu olayla hiç

NE

DİYOR ? Ankara Belediye otobüslerine

karşı girjşilen bu davranışlar AP nin gurubuna da intikâl etti rilmiş ve S. Demirel konu ile ilgili açıklamada bulunmuştur. Bu açıklama yalnız bizi değil her halde her vatandaşı şaşırt­mıştır. Yetki ve sorumluluk ma kamlarından bir numaralısının vazife ve hak anlayışı böylece

SEÇİM ZİNCİRİ Bu arada Odalar Bidiği'nde

mükerrer seçimlerden biri daha yapıldı ve kotalar (büyük yem) Ticaret Vekâletinden Odalar Birliğine iade edildi. Bu kota mekiğinin Odalar Birtjği ile Ti­caret Vekâleti arasındaki beşin­ci turu idi. Bu sefer Medenî Berk başkan seçildi. AP baş­kanlığı, şeriatçılık, Odalar Birli­ği, hilafetçilik, mebusluk vel-

Page 5: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA; S

ERGENEKON MEKTUPLARI Murat BİLGE

YAŞASIN OLGUNLUK!

lA) tarihli A gazetesinin başlığı : «Üniversite­ye giremeyenler Rektörlüğü işgal etti!» Sebep : Baş­lıktan da anlaşılıyor. Giriş imtihanlarında başarı gösteremeyen, öğrenciler, kapısından kovuldukları üniversiteye pencerelerden süzülmeyi tecrübe etmiş­ler! Sonuç : Vatandaşın yüreğinde kocaman bir dert! Senato toplansa, İşgal gibi aykırı davranışlara kal­kışan kimselerin üniversiteye hiçbir zaman alınma­yacaklarına karar verse, içimize dert olur. Yanlış bir eğitim siyaseti yüzünden çaresiz kalan, üstelik mütemadiyen kışkırtılan çocuklarımızın suçu ne? Ama, kitabın münasip bir yerine uydurulsa da açık­ta kalan öğrenciler üniversiteye alınsalar. yine dert olur. Yol bir kere açıldı mı herkes geçmek isteye-yecektir. Sonra da, üniversitelerimizin sayın itibarı tabii eğer kalmışsa, gitti gider ki bir daha hiç gel­mez.

Yine (X) tarihli B gazetesinin başlığı : «Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu, süresiz ola­rak tatil edilmiştir.» Sebep: Okulun öğrencileri, meşhur paso (!) dâvasından ötürü boykota başlamış lar. Sonuç : Tükenmez bir üzüntüdür. Millî Eğitim Bakanlığı süresiz tatil kararını uzatsa ve öğrenciler yıl sonu imtihanlarına girmek hakkını kaybetseler, üzüntü bitmez. Havaya uçan milyonların hesabını kim verecek, fukara ana babaların ızdırabına nasıl bir cevap bulunacak? Diğer taraftan Bakanlığın yu­muşadığını ve açık bir kanunsuzluğa, bilmem kaçıncı defa boyun eğdiğini düşünsek, üzüntü yine bitmez. Belediyenin tasarrufu boykot için haklı bir sebep sayılırsa, yarın öyle sağlam (!) sebepler bulunur ki, kimse başa çıkamaz!

(X) tarihli C gazetesinin başlığı : «Memurlarıı ikinci ikaz mitingi 17 Ocakta yapılacak!» Sebep: Birinci ikaz mitingi açık bir tehditti. Devam edilmez­se, personel kanunu uygulamasının yine uyutulaca-ğından korkuluyor. Sonuç: Endişe içinde bekleyiş­tir. Memur mitinglerinin sürdürülmesi ve bir gün boykota dönüşmesi, altından kalkılamıyacak bir kar­gaşalığın başlangıcı olur.

(X) tarihli Ç gazetesinin başlığı: «Reform ta­sarısı reddedilince Akademi'de işgal başladı.» Se­bep : İstanbul İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi öğrencileri, bir süre önce «Reform Tasarısı» hazır­

layıp profesörler kuruluna vermişler. Öğrencilerin, yanlış okuduğunuzu sanmayın, evet, öğrencilerin ha­zırladığı tasarı kabul edilmeyince de Akademiye iş­gal bayrağı çekilmiş! Sonuç: Rezalet ki, hem ne rezalet! Ama ne ilki, ne de sonuncusu. Asıl suçlu­lar da, öğrencilerinin omuzuna basarak yükselmek hırsına yenilen bazı öğretim üyeleridir!

(X) tarihli D gazetesinin başlığı: «Üçbin temiz* lik İşçisi, istanbul belediye sarayını perşembe günü işgal edecek.» Sebep : Temizlik işçilerinin iki aydan beri aylıklarını alamaması. Başkan Sayın Atabey, ke­sin konuşmuş : «Benimle para için görüşmeyin. Ne yaparsanız yapın!» Oysa, memleketimizdeki serve­tin yarıdan fazlası İstanbul'un koynunda yatar ve o yarıdan fazlanın dörtte üçü de azınlık sömürücüle­rin kasasına girer; belediye de, ne cesaret yaarb-bim, temizlik işçilerine, yani, Anadolu'nun bahtsız çocuklarına maaşlarını ödeyemez. Sonuç: Dostumuz Hüseyin Sabahattin'in dediği gibidir: «Son aşama bir güz bölmecidir ki, sürer • Milletin tüm geleceği şeşbeş görünür.»

Bizler, gazete başlıklarını süsleyen sebeplerin gerisindeki ihanet fırsatçılarını tanıyan Türk milli­yetçileri hep dertleniyoruz, üzülüyoruz. Şahıslarımız­la ilgili sıkıntıları, işlerimizi, partilerimizi, hattâ ev­lerimizi bile unutuyor, milletimizin geleceğini, kötü gidişe mutlaka bir çare bulunmasını düşünüyoruz. Peki, Sayın Hükümetimiz ne yapıyor? Sayın iktidar partisi, hiç değilse sorumluluk bakımından en ziya­de ilgilenmesi gereken konularda hangi müsbet ted­birlerin peşindedir? Sorumun cevabını bulmak için zahmete girmedim.

(X) tarihli A, B, C. Ç, D gazetelerinin ortak bir haberini okudum : «AP de geniş ihraç kararları alın­dı. Ethem Kılıçoğlu ve Cevat önder ile Arif Hikmet Yurtsever, kesin ihraç talebi ile haysiyet divanına sevkedildi. AP Genel İdare Kurulunun aralıksız yedi saat süren toplantısında, geniş bir ihraç listesi ka­rara bağlanmıştır!»

«Koyun can derdinde, kasap et derdinde!- de­mişler. İyi ama, sandıktan çıkan bir partinin yüksek siyasetçileri kimin kasabıdır ve millet, koyun mu­dur?

•• _ •• İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR W

döllenmediklerini açıkladı. Ba­sının bu oyunuda böylece ya­rıda kaldı.

E5 ! Geçen hafta temizlik faslın­dan AP Haysiyet Divanına yeni den sevk edilenler oldu. İlk temizlik elbette dosyalı muha­lefette bulunarak idarecilerden hesap sorandan başlayacaktı. Hangi memlekette görülmüştü böyle şey (!) aynı partinin ele manı nasıl olurda sulstimallerl ortaya çıkarmak için dosya tan­zim eder ve bunu Meclise getf rir! Demokrasilerin hiçbirinde görülmemiştir suistimal hürri­yetini kısıtlayıcı böyle davra­nış. İşte bu katı gerçek (!) Sa­yın Kılıçoğlu'nu ve yanında ba­zı arkadaşlarını da Haysiyet Di­vanına şevketti. Geçen Çarşam ba toplanan AP Genel İdare Ku rulu bu konuyu görüşecekti, fa­kat mesele İhraçlara intikal edince başta Sayın Saadettin

Bilgiç olmak Özere yedi kişi toplantıyı terk etti. Bu davranış­lar AP'de Demirel'e karşı mu­halefetin gittikçe daha kesifleş tiğini gösteren açık bir davra­nış idi. Sonuç ister bazı kim­selerin ihracı ile bjtsin. isterse hiç ihraç edilmesin açık ger­çek Demirel'in bütçe oylamasın da çok zor durumda kalmasının kesin olmasıdır. Esasen S. De­mire! de gelişen olayların bas­kısı sonunda mesuliyetten ucuz kurtulmanın yollarını arar bir pisikolojlye girmiş görünmekte­dir. Nitekim Demirel ailesi ge­leceklerini garanti altına almak için çeşitli tedbirler düşünmüş olacaklar k j , İsparta'da kurul­masına karar verdikleri ve De­mirel ailesi ile akrabalarından başka hiç kimsenin kabul edil mediği bir şirkete Orman Ürün leri faslından onaltı milyon lira kredi verilerek kuruluşu gerçek­leştirilmişti. Şevket Demirel Al­manya'dan fabrikanın tesisi için gerekil malzemeyi almış bulun makta, yakında demir ve çl-

mento İhtiyaçları da karşılan­mış duruma girecek olan şirke­tin kuruluşuna Demirel ailesi

artık milyarder olduk diye se­vinmekte, elbette haklı olacak­lardı.

»•" '»—"•-?

Thift ı., tmtmmtmmmtm m mımmmmmmmmmmmm

ZİRAAT FAKÜLTESİ KARIŞTI

Uzun zamandan beri boykotta bulunan Ankara Ziraat Fakülte­si talebeleri geçen hafta için­de okulu Işgâ! ederek bazı tah­ribatlar yapmışlardır. Bu arada dekanlık odasına da giren boy­kotajlar, odada bulunan birçok evrak vs malzemeyi parçaladık tan sonra dekanın koltuğunu pencereden iple indirerek mey* danda yakmışlardır. Polisin olay yerine gelmesi talebeler İle po» tisin çatışması sonucunu ver­miş bazı polisler taş ve sopalar la yaralanmıştır. Sol militanla­rın polise karşı adice küfür et­meleri ve polisi tahrik etmele­ri sonucu meydana gelen kar»» şıklık bazı öğrencilerin de yara lanması İle neticelenmiş, olaylar ertesi gün de devam etmiştir. Bu arada Veteriner Fakültesi öğrencileri de işgale katılmak Istemişlerse de bjr grup öğren ci karşı çıktığından başarıya ulaşılamamıştır. -

- £

Page 6: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

^fj^ftftyfttyttytftyt^ 1

%

f(

İ

n

s

i<

İ

i İV £(

fi

I . GENEL OLARAK Milliyetçi - toplumcu doktrin, Türk Milletinin eko­

nomik ve moral kalkınmasını esas alır. Ekonomik kal­kınmamızda üretimin en önemli ve beşerî unsuru olan emeğin, milliyetçi - toplumcu bir dünya görüşüne göre reorganizasyonu gerekir. Emeğin reorganizasyonu (ye­niden düzenlenip değerlendirilmesi) devlete karşı ba­ğımsız, millî tipte tek ve mecburî sendikaların kurulma­sıyla gerçekleşebilir.

Genel esprisi yönünden, işçi ve işverenlerin men­faatlerini korumak amacıyla her iş kolunda emek ve ser­mayeyi teşkilâtlandıran sendikalar, doğuşları itibariyle 19 uncu yüzyıl Avrupa'sının endüstri devrimi ve liberal kapitalist ekonomisinin bir sonucudur. Ancak, sendika-lizm zamanla sanayileşme oranında diğer ülkelere de yayılmıştır. Sermayeye karşı emeği, emeğe karşı ser­mayeyi korumak isteyen sendikaİizm, doğuş nedenleri­nin aksine bugün, üretim araçlarının özel mülkiyetini reddeden marksist - sosyalist ülkelerde dahi tanınmış bulunmaktadır. Böylece her ülkenin sendikalizmi, o ül­kenin ideolojik yapısına göre, şekil, espri ve amaç yö­nünden farklılıklar arzetmektedir. Bu bakımdan milli­yetçi - toplumcu doktrinin tek ve mecburi sendikacılı­ğını daha iyi anlıyabilmek için diğer doktrinlerin sen­dikaİizm anlayışına kısaca temas etmek gerekir.

1—LİBERAL - KAPİTALİST DOKTRİN /

^ AÇISINDAN SENDİKALİZM

l ; a) SENDİKALARIN DOĞUŞ SEBEPLERİ

Sendikaları doğuran sebepler, sanayi devrimi ve liberal kapitalizmdir. Sanayi devrimi ve liberal kapita­lizm, büyük işletmelerde müşterek menfaatlere sahip İşçi kitlelerinin doğmasına yol açmış ve işçiler bu men­faatlerini korumak için meslekî kuruluşlar halinde bir­leşmeğe başlamışlardır.

18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyılın başlarında Batı Avrupa ülkelerinde yeni teknik buluşlar ve özellikle bu­har gücünün makinelerde kullanılması, bu ülkelerin eko­nomik ve sosyal hayatlarında büyük değişmeler meyda­na getirmiştir. Kurulan fabrika ve işyerlerinde seri hal­de üretim büyük sermaye birikimini doğurmuş; bunun sonunda kapitalist ekonomi ve liberal hukuk görüşü, daha çok iktisaden kuvvetli olanı; yani işvereni, işçiye karşı koruma yolunu tutmuştur.

Kapitalist ekonomi; prensip olarak devletin ekono­mik hayata karışmamasını, serbest rekabeti, üretim araçlarının özel mülkiyetini ve müteşebbisin âzami kâr sağlamasını öngörür. Serbest rekabet rejiminde, işve­renler, bir maliyet faktörü olan ücreti düşürmek ister ler. Bunun için de emeğin (işgücünün) karşılığı olan ücretin mümkün mertebe ucuz olmasına, çalışma süre­sinin uzatılmasına çalışırlar.

Gerçekten, kapitalist ekonomide, müteşebbisler, rakiplerinin aynı malı daha ucuz fiyata üretmeleri ha­linde kendilerinin piyasadan uzaklaşacakları korkusunu taşırlar. Bu korkunun nedeni maliyet fiyatı müessesesi­dir. Maliyet fiyatını meydana getiren başlıca unsurlar, ham madde; enerji, sermaye faizi ve işçi ücretidir. Bun­lardan ilk üçü üzerinde müteşebbisin etkide bulunması pek mümkün değildir. Oysa müteşebbis o devirlerde ücret unsuru üzerinde dilediği gibi müessir olabiliyor­du. Nitekim, 19. Yüzyılın müteşebbisleri, sefalet ücreti adı verilen çok düşük ücreti reddetmek isteyen işçiye, • bunu kabul etmezsen, şu kapının arkasında daha az güçlük çıkartan bir çok arkadaşın bulunmaktadır» ceva­bını vermektedirler. Maliyet fiyatının yükselmesine en­gel olmak isteyen diğer rakip müteşebbisler de aynı tutum içinde olduklarından, iş talebinde bulunan işçi ümitsiz ve çaresiz olarak teklif olunan ücreti kabul zo­runda kalıyordu. Böylece işçi ücretleri gittikçe düşüyor ve 1830 yıllarında işçiler, kamu veya özel sektörden yardım almaksızın, aldıkları ücretlerle ailelerini geçin­direcek parayı kazanamıyorlardı. Liberal ekonominin egemen olduğu bu devirde öyle bir an geldi ki, artık üc­retlerin daha çok düşürülmesi mümkün olamıyordu. Bu­nun üzerine, çalışma süresinin uzatılması yoluna baş­vuruldu. 1835 yıllarında günlük çalışma süresinin 16,5-17 saati bulduğu görülmektedir. İş bununla da bitmiyor­du. Çalışma sürelerinin daha fazla artırılmasının fiilen mumkun olmadığının anlaşılması üzerine, kadın ve ço­cukların da fabrikalarda çalıştırılmasına başlandı. Nite­kim müteşebbis, işçiye «Karını da fabrikaya gönder, o senden daha az bir ücretle yetinir, ücretleriniz birleşin­ce daha çok kazanmış olursunuz» diyordu. Kadınla bir-ıkte yaşları çok küçük olan, meselâ 6 yaşındaki çocuk­

lar da fabrikalarda çalışmağa başlamıştı.

LL Endüstri devrimiyle bir taraftan, feodal rejimin yi-

MİUİYCTRİ-TOPLUMCn DOKTJNİM SENDİKA ANLAYIŞI

TEK VE MECBUSİ SENDİKACILIK kılmaya başlaması sonucu, serbest kalan köylüler şehir­lere akın etmiş, diğer taraftan da yeni ve büyük sanayi İle rekabet edemiyen küçük esnaf, atelyelerini kapatıp fabrikalarda çalışmak zorunda kalmıştır. Böylece küçük esnaf yerini sanayie terketmiş, sosyal ve ekonomik şartları esaslı surette değişmiştir. Endüstri devrimin­den önce kendi atelyesinde bağımsız bir şekilde çalı­şan esnaf, bu devrimle birlikte fabrikalarda sert bir di­siplin altında kapitalistin emrinde çalışan bağımlı (tâbi) kimseler haline gelmiştir.

Sanayi devrimi ve liberal kapitalizmin egemen ol­duğu bu devrede geçerli hukuk sistemi, liberal hukuk­tur. Liberal hukuk, irade muhtariyeti ve akit serbestisi esaslarına dayanır. Buna göre, hiç kimse istemediği bir akdi yapmağa zorlanamaz. Taraflar diledikleri akdi yapabilirler ve kanun önünde eşittirler. Bu itibarla hiz­met akdinin tarafları olan işçi ve işveren bu akdin un­surlarını, yani çalışma şartlarını serbest ve eşit olarak müzakere hakkını haizdirler. Ne var ki, bu serbesti ve eşitlik sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Zira, ekonomik yönden zayıf durumda olan, ihtiyaç ve zaruretlerin bas­kısı altında bulunan, işsizlikten korkan işçi; çalışma şartlarını (hizmet akdinin unsurlarını) işverenle gereği gibi tartışamamış; yürürlükteki ekonomik sistemin bir ilkesi olan rekabet, onu sefil bir ücret karşılığında her­hangi bir işde çalışmayı kabule zorlamıştır. Bu suretle liberal hukuk ve kapitalist ekonomi sistemi, burjuva sı­nıfına öfke duyan ümitsiz ve yoksul bir hayat sürmeye mahkûm bir işçi sınıfı yaratmıştır. 1840 yılında VMlerme tarafından, Moral ve Siyasî ilimler Akademisinin talebi üzerine iki yıl süre ile pamuk, yün ve ipekli dokuma fab­rikalarında yapılan bir gözlem ve anket, bu fabrikalarda çalışan işçilerin fizik ve moral durumlarını, işçi sınıfına reva görülen haksızlıkları açık bir şekilde göstermiştir. 1830 ile 1948 arasındaki ekonomist ve sosyologlar, bu haksızlıkları gidermek için devletin müdahalesini iste­mişler, işçilere daha iyi hayat ve çalışma şartları sağ­layabilmeleri için koalisyon ve dernek kurma hürriyeti­ni talep etmişlerdir.

İşte, sendika fikri ilk defa bu şartlar altında ortaya çıkmıştır. İşçiler sanayi devrimi ve liberal kapitalizmin sonuçlarına karşı kendilerini savunmak zorunluğunu duymuşlar, bunun için de meslekî kuruluşlar, sendika­lar halinde birleşmek suretiyle çalışma şartlarının iyi­leşmesini, özellikle ekonomik ve sosyal menfaatlerinin korunması çarelerini araştırmışlardır. Ne var ki, liberal siyasi iktidarlar ilk zamanlarda sendikaları yasaklamış ve kurucularını ceza tehdidi ile karşılamış, daha sonrala­rı ise bunlara tolerans göstermiş ve nihayet meslekî kuruluşları kanun ve anayasa garantisi altına almak zo­runda kalmıştır.

b) LİBERAL - KAPİTALİST DOKTRİNDE SENDİKA-LİZMİN BUGÜNKÜ DURUMU

Temel değer olarak ferdî esas alan liberal devlet ve hukuk anlayışı, feodalist ve aristokrat yapıya karşı, burjuvazi egemenliğini savunduğu için, iki esas ilkeye dayanır. Bunlar eşitlik ve hürriyet ilkeleridir. Bu ilke­lerle aristokrasi karşısında yeni doğan burjuvazinin eşit­liği ve hürriyeti garanti altına alınmak istenmiştir. Ya­ni kavga, sadece burjuvazinin aristokrasiye eşitliği kav gasıdır. Bu itibarla millî toplumun, aristokrasi ve bur­juvazi dışında kalan kesimleri sözde eşit ve hürdürler. Ne var ki, liberalizmin bu takma ve sahte iki bacağı, yani eşitlik ve hürriyet, hayatın bütün tezahürlerinde kendini gösterir. Bu sebeple aynı iddia ve tezahürün, sendikalizmde de yer alması mukadderdi. Nitekim libe­ral - kapitalist dünya görüşünün hâkim olduğu ülkeler­de bugün sendikaİizm şu iki esasa dayanmaktadır: jhti-yarilik ve çokluk.

İhtiyarilik prensibine göre, işçi veya işveren faali­yette bulunduğu işkolunda kurulmuş olan sendikaya gi­rip girmemekte serbesttir (hürdür). İşçi veya işveren dilerse sendikaya girer, dilerse girmez. Bunların sen­

dikaya girmeleri mecburî ya işvereni zorla sendika bir işçi veya işveren di rılabilir. Kimse onları se sibi ise, aynı işkolunda b bilmesi prensibidir. Mes işkollarında çalışan işçile ,. kadar sendika kurabilirler.föylece aynı işkolunda hattâ 1000 sendikanın kunfbilmesi mümkündür.

dir. Hiç bir güç, İşçi ve-okamaz. Keza. sendikalı zaman sendikasından ay­da tutamaz. Çokluk pren-

fazla sendikanın kurula-metal, şeker veya tekstil u işkollarında diledikleri

100,

Yürürlükteki Türk Hu***, liberal - kapitalist sen­dikaİizm anlayışından mendi r . Gerçekten, gerek 1961 Anayasasının 46. ma0*i, gerek 274 sayılı Sen­dikalar Kanununun 1, 5 v#- maddeleri ihtiyarîlik ve çokluk ilkelerini vazetmelitffr. Anayasanın 46. mad­desinin 1. fıkrası aynen şr*dir: «Çalışanlar ve İşve­renler, önceden İzin almalın sendikalar ve sendika birlikleri kurma, bunlara ş i s t ç e üye olma ve üyelik­ten ayrılma hakkına sahi|i£ Keza Sendikalar Kanunu­nun 1/2. maddesi, «YukarMtl bentte zikredilen mes­lekî teşekküllerin kurulma4*erbest ve ihtiyarîdir» de­dikten sonra 5 /1 . maddtf «Bu kanuna göre kurulan meslekî teşekküllere uyanmak ihtiyarîdir» hükmünü taşımaktadır. Diğer taraftafd' geçen Kanunun 6. mad­desi, her üyenin istediği F^an sendikasından ayrıla­bileceğini, öngörmektedir.

=a i *

. Doc. Dr. Kıît KARACA Anayasa ve Sendikala'Kanunundaki bu hükümle­

rin, bizzat Anayasanın baçİHlıÇ kısmında yer alan mil­liyetçilik anlayışı ve keza (haddesinde temel bir ilke olarak kabul edilen m i l l î M e t fikriyle bağdaşması

Ij

MARKSİST - S O S ^ T DOKTRİN AÇISINDAN

SENDİKALİZM

Marksist - sosyalist ürerde işveren sadece dev­let olduğu için, işveren ş u a l a r ı bu ülkelerde mev­cut değildir. İşçi sendika l ın kuruluşu mümkün ol­makla birlikte, fonksiyon ^ ^ a c ı liberal - kapitalist ülkelerdekinden çok farklıf^ Gerçekten liberal - kapi­talist ülkelerde işçi sendüjjf^, üyelerinin işverene kar şı ekonomik, sosyal ve ktf^el menfaatlerini koruyup, çalışma şartlarının işçi le f * değiştirilmesini savunur far. Oysa, marksist ülkeler üretim araçları devletleş-tirildiği ve devlet de bir F devleti olduğu için, libe­ral konsepsiyona uygun şakacılık mümkün değildir. Bu sebeple liberal bir ülk^e olduğu gibi, marksist ül­kelerde sendikalar işverer£t°Pİu pazarlık ve toplu iş sözleşmeleri yapamaz, birp*'11 'S mücadelesi vasıtası olan greve baş vuramazla. Bunlar müessese olarak yasaklanmıştır. İsçi sendilf Jr« komünist partisinin em ri ve hâkimiyeti al t ındadrf^enin ekonomisi, merke­zî ve cebrî bir plânlamayWandığı için, hizmet akti-nin konusu, yani çalışma r ^ a r ı , işçinin verimliliği ve ücret normları plân hedef'e Öbeklerine uygun bir şe­kilde tesbit edilmektedir/f t e sbi t işlemi ise, devletin yetkili organlarınca alınaJPTPar'ara ve bizzat komünist partisinin drektiflerine g#J., yapılmaktadır. Şu halde marksist ülkelerde işçi sedalarının fonksiyonu daha ziyade, işçiler arasında .rjjj hedeflerine ulaşmak ve hattâ bu hedefleri aşmak v 1 bir yarışma hırs ve arzu­sunu uyandırmak ve işçite'v/^iyasî ve kültürel eğitim­lerine hizmet etmekten ^wî. ' r- Bu siyasî ve kültürel eğitim ise, marksist - *fjLjr is t doktrinin esaslarına ilişkindir ve böylece send^**r bir ideoloji ocağı ve ko­münist partisinin teşkilât» 'ne gelmektedir.

3 —FAŞİST D0KTB^ ,AÇ,SINDAN SENDİKALİZM

Korporatif veya faş'5 be t le r in sendikalizmi bir

devlet sendikacılığıdır. Bu doktrinde sendikalar, devle­te karşı bağımsız ve muhtar sendika olmak vasfını kay­bederek devlet teşkilâtı içinde yer almaktadır. Faşist sendikaİizm özellikle Mussolini devrinde Italyada uy­gulanmış olup, bugün de İspanya ve Portekizde geçer­lidir. Faşist rejimin sosyal ve ekonomik doktrini iki te­mel fikre dayanır. Bu fikirler, sosyal ve ekonomik kuv­vetlerin siyasî İktidara bağlanması ve bu kuvvetlerin, devletin güç ve zenginliğinin artması maksadıyla teşki-lâtlanmasıdır. Mussolini 1928 yılında yayınladığı bir ya­zısında aynen şöyle demektedir, «Faşist sendikaİizm, faşizm öncesi sendikalizme karşıdır. Bu iki sendikaİizm arasındaki fark şuradadır. Faşizm öncesi sendikaİizm devlete muhalif ve karşı olduğu halde, faşist sendika­İizm devlete bağlıdır.»

Faşist doktrinde sendikalar bir kamu kuruluşu olup, kamu tüzel kişiliğini haizdir. Bu sebeple devletin sen­dikalar üzerinde sıkı bir denetim ve vesayet hakkı var­dır. Grev ve lokavt yasaktır. Devletin kurulmasına izin vermediği ve tanımadığı sendikalar, mesleği temsil edemediği gibi, toplu iş sözleşmesi de yapamaz.

Faşist sendikaİizm, karma sendika prensibine da­yanır. Buna göre işçi ve işverenler müstakil sendikalar kuramazlar. Aksine İşçi ve İşveren aynı sendika içinde toplanmaktadırlar.

MİLLİYETÇİ . TOPLUMCU

DAN SENDİKALİZM

DOKTRİN AÇISIN-

ket etmektedirler. Hattâ faşist ülkelerde durum biraz daha ileri gitmekte, işçi ve işverenler aynı sendika için de yer almaktadırlar. Milliyetçi - toplumcu uygulama­da ise, işçi ve işverenler birbirinden ayrı sendika kura­bilecekleri gibi. bu sendikalar devlete karşı özel hu­kuk tüzel kişiliğini haiz olacaktır.

b) MİLLÎ TİP SENDİKACILIK

Sendikalar kurutuş ve teşkilât itibariyle federatif | ve merkezi (millî, santral) tipte olmak üzere ikiye ayrı­

lır. Federatif tip sendikacılıkta, her işkolunun taşra teş­kilâtında tüzel kişiliği haiz sendikalar kurulmakta, an­cak bu sendikalar federasyon şeklinde bir üst kuruluş­ta toplanmaktadırlar. Bu durumda hem üst kuruluş olan federasyonun, hem de buna bağlı alt kuruluşlar olan sendikaların tüzel kişiliği bulunmaktadır. Bu İse, sendi­kaların gücünü, özellikle kafa ve kasa birliğini önemli şekilde zayıflatmaktadır. Gerçekten meselâ maden iş­kolunda kurulan meslekî kuruluş federasyon şeklinde ise, ülkede maden bulunan her işyerinde bir maden - İş sendikası kurulmakta bu sendikalar tüzel kişi olarak her türlü hak ve yetkiyi haiz bulunmakta, özellikle üye­lerinden kendi adına aidat toplayıp, toplu iş sözleşme­si yapabilmektedir. Hattâ her sendika gerektiğinde gre­ve baş vurabilme hakkını taşımaktadır. Bunların üst ku­ruluş olarak kendi aralarında kurdukları federasyon ise, ancak bu sendikaların feragat eyledikleri nisbette hak ve söz sahibi olabilmektedir. Bunun sonucu, federas­yonlar zayıf ve fakir kuruluşlar halinde kalmakta, işko­lunda gerekli otoriteyi kuramamaktadır.

Merkezî tip sendikalar ise daha güçlü olup, fede­ratif tipin tam aksidir. Bunlar sendikal aksiyon ve yet­kiye tek başlarına sahip oldukları ve bu güçlerini bütün ülkede kullanabildikleri için, millî sendika adını da al­maktadırlar. Biz de, daha iyi anlaşılması İçin, bunlara merkezî tip yerine millî tip sendika demeyi daha uygun bulmaktayız. Millî tip sendikalarda, tüzel kişiliği mer­kezî kuruluş haiz olup, taşra teşkilâtı, şube adını taşı­maktadır. Tüzel kişiliğe merkezi kuruluş sahip olduğu için. bütün hak ve yetkiler merkezde toplanmaktadır. Taşra teşkilâtı olan şubelerin hak ve yetkileri ya hiç yoktur, ya da çok smırlandırılmıştır. Böylece bütün yet­kiler merkezde toplandığı için, kafa ve kasa birliği doğ­makta ve işkolunda gerekli otorite temin edilmektedir. Milliyetçi - toplumcu sendikaİizm, güçlü ve otorite sa­hibi sendikaları öngördüğünden, millî tip sendikacılığı savunmaktadır.

Liberal - kapitalist ve marksist - sosyalist doktrin­ler Türk işçi ve işverenlerini ekonomik refah ve kal­kınmaya götürebilecek doktrinler değildir. Marksist -sosyalizm, işçi sınıfının iktidara gelip söz sahibi olma­sını ister. Ancak, bu bir bahane ve maskeden daha ile­ri gidemez. Sosyalist uygulamada devletin adı, işçi dev­letidir. Bununla birlikte işçi, sefalet ve esaret içinde yaşamaktadır. Devleti yönetenler ise lüks içinde yaşı-yan bürokrat bir sınıf, devlet de ehliyetsiz ve kötü bir kapitalist olmaktan kurtulamamaktadır. Buna karşılık kapitalist doktrin de, herkese eşitlik, herkese hürriyet vaadetmekte, ancak bu eşitlik ve hürriyetten yararla­nanlar sadece patronlar, zengin işverenler olmaktadır. Görülüyor ki, her iki doktrin de birer sınıf devleti hüvi­yetini saklıyamamaktadır. Milliyetçi - toplumcu doktrin ise millet gerçeğine inanır. Bu doktrinde toplum sınıf­lara bölünemez. Sınıflardan biri diğerine feda edile­mez. Aslolan millettir, milletin tümüdür. İşçi ve işve­ren millî toplumun sadece birer kesimidir. Mill iyetçi-toplumcu doktrinde işçi ve işveren, liberal ve marksist doktrinde olduğu gibi, birbirine düşman iki sınıf değil birbirini tamamlıyan, millî üretimin kardeş iki unsuru­dur. Millî devlet, hem işçinin, hem işverenin devleti olduğu için, işçi ve işvereni, millî üretimi artıracak bir şekilde teşkilâtlandırır. Bu teşkilâtlanma sonucu hem millî üretim ve kalkınma artar, gerçekleşir, hem de üre­tim ve kalkınmadan işçi ve işveren adil paylarını alır. Bu espriden hareketle millî devlet, sendikaları, birer sınıf kavgası veya ideoloji ocağı olarak değil, millî üre­tim ve gelir dağılımının birer ünitesi olarak görür.

Milliyetçi - toplumcu doktrinin sendikaİizm anlayı­şı, devlete karşı bağımsız, millî tipte tek ve mecburi sendikacılığa dayanır. Aşağıda bu dört ana unsur ince­lenecektir;

a) DEVLETE KARŞI BAĞIMSIZ SENDİKACILIK .?»

Faşist ve marksist sendikalizmin aksine, milliyet­çi - toplumcu sendikalizmde, sendikalar devlete karşı bağımsız, muhtar kuruluşlardır. Her işkolunda kurula­cak sendikaların, kuruluş, işleyiş ve ona erişleri devlet müdahalesi dışında cereyan edecektir. Oysa, marksist ve faşist uygulamada sendikalar devlet mekanizması­nın bir parçası olup, partinin emir ve direktifi ile hare-

c) TEK SENDİKACILIK M> A . * .

Tek sendikacılık, her işkolunda bir tek sendikanın kurulması demektir. Tek sendikacılığa, sendika tekliği prensibi adı da verilebilir. Tek sendikacılık veya sendi­ka tekliği prensibinin karşısında sendika çokluğu pren­sibi yer almaktadır. Sendika çokluğu prensibinde aynı işkolunda birden fazla sendika kurulabilir. Sendika çok-luğu prensibi, liberal - kapitalist dünya görüşünün orta­ya koyduğu bir prensiptir. Liberal - kapitalizm, işveren sınıfının menfaatlerini savunan bir doktrin olduğu için, işveren karşısında işçinin kuvvetlenmesini istemez. Oysa, bir tek sendikada birleşen işçiler, büyük bir kuv vet teşkil ederler. İşte bu sebeple, yukarda da belirti diği gibi, sahte bir eşitlik ve hürriyet terranesiyle her işkolunda birden fazla sendika kurulmasına müsaade olunmuştur.

1 1 a i a a •>ı , \ )İ S%

<l

1 \

K ;

* : -. t

• - s ı •

Liberal - kapitalist doktrin, sınıflar arası çatışmaya yol açar. Millî toplumu, menfaat ve sınıf gruplarına bö­ler. Bu çatışma ve bölünmede, egemen sınıfı, patron­lar sınıfını tutar. Oysa, milliyetçi - toplumcu dünya gö­rüşünde, millet sınıflara bölünemez, bir bütündür ve devlet, millî devlet sıfatıyla işçi ve işvereni aynı şe­kilde korur. Burada aslolan millî üretimin artması, kal­kınma ve artan millî gelirden işçinin de payını alması­dır. Bunun için işçinin kuvvetli teşkilâtlar halinde bir­leşmesi gerekir. Kuvvetli teşkilât ise ancak bölünme olmadığı takdirde gerçekleşir. O halde işçiler arasında bölünmeyi öngören, bunu kolaylaştıran yollar ortadan kaldırılmalıdır. Bu da, her işkolunda bir tek sendikanın kurulmasıyla mümkün olabilir. Şu halde tek sendikacı­lığın sağhyacağı ilk fayda, işçi teşkilâtlarının, yani sen­dikaların kuvvetlenmesidir. Kuvvetli bir sendika sen­dikal hareketin güç ve bağımsızlığını sağlar. Aynı işkoluna rakip sendikaların kurulması mümkün ol­duğu takdirde, sendika yöneticileri yeni üyeler kazan-mak veya mevcut üyelerini muhafaza etmek için taviz vermek zorunda kalırlar. Millî üretimin ve mesleğin men­faati savunulacak yerde, rakip sendikalardaki üyelerin elde edilmesine çalışılır. Nitekim mevcut kanunlarımız sendika çokluğu ilkesini kabul ettiği için bugün bazı iş­kollarında birbirine rakip 10 hattâ 20 sendika kurulmuş bulunmakta ve bu sendikalar birbirlerinin üyelerini elde etmek için kıyasıya mücadele yapmaktadırlar. Sendika-

(Devamı 8. sayfada)

ı- -1 I ı

i i fa İ İ m »

i tesy»^^

Page 7: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 8

^^v&gnrsmr"'' " "~nmmmsı M^^MWS^^Ml^^W^^^M^MMiSMWtWfâW^^;

lann Işkoliarı Yönetmeliğinde 36 işkolu tesbit edilmiştir. Buna göre Türkiye'de millî tipte 36 sendika kurulmak gerekir­ken liberal mevzuatımız sayesinde bugün Türkiye'de işkolu ve İşyeri seviyesinde 1000 den fazla sendika kurulmuştur

Sendika üyeleri veya yöneticileri ara sında belirecek en küçük ihtilâfta, sendi-kalarda parçalanmalar ve yeni sendikala­rın kurulması söz konusu olur Böylece keyfî olarak sendikalar kurulur. Bu sendi­kalardan bazıları işverenlerle anlaşır sa­rı sendikacılık doğar. Sarı sendikacılıkta İşçi menfaati yerine işverenin menfaati korunur. Sendika çokluğu prensibi. İşçi­lerin durumunu tehdit edebilir Gerçek-ten işveren tarafını tutan sendikalara gir­meyi reddeden İşçilerin İşinden kovulma­sı mümkündür. Buna karşılık tek sendika­cılık işçiyi serbest ve hür kılar. Zira işve­ren karşısında tek sendika olduğu için, İşveren işçiler arasında bir ayırım veya keyfilik yapamaz. Keza, sendika çokluğu prensibi kabul edildiği takdirde, çeşitli ideoloji ve siyasî doktrinlere göre sen­dikalar kurulur veya sendikalara bu ideolo ji ve fikirler sokulmak İstenir. Böylece temel amacı meslekî menfaatlerin korun ması millî ürtimln artırılması olan sen­dikalar, çeşitli İdeoloji ve doktrinlerin ocağı haline gelir, gerçek amaç ve fonk­siyonlarından uzaklaşmış olurlar. Buna karşılık tek sendikacılıkta, sendikalar amaç ve görevlerine sıkı şekilde bağlı olacakları için, böyle sapmalar olamaz. İdeolojik, politik ve dinî konularda taraf sız kalırlar. Sendikalarda, ldeolo|lk, si­yasî ve dinî inanışları birbirleriyle bağ­daştırmak veya birini diğerine feda et­mek söz konusu değildir, aslolan bunla­rın sendika dışında kalması ve sendikala rın sadece meslekî sorunlarla uğraşma-sıdır

Tek sendikacılık mesleğin teşkilât­lanmasını da mümkün kılar. Sendikalar, üyelerin ferdî menfaatlerini değil, mes­leği temsil ve müdafaa eder. Mesleğin bir bütün olarak temsili ise, ancak o mes lekte kurulmuş tek sendikanın mevcudi­yetiyle kaimdir. Böylece Işkolundaki bü­tün isçilerin teşkilâtlanması İmkân dahi­line girer. Meslekî menfaatlerin temsil ve müdafaası görevinin sendikaya veril­mesi ilkesi ile meslek mensuplarının, ya­ni işçilerin rakip sendikalar kurabilmesi (sendika çokluğu) İlkesi arasındaki çe­lişme açık olmakla birlikte, ilk plânda meslekî menfaat esas alınmalıdır. Mes­lekî menfaat, üyelerin her birinin ferdî menfaatinden daha önemli olduğu gibi, ferdî menfaatler toplamından da farklı­dır. Bu aynen bir belediye, bir il veya bir milletin menfaatinin, belediyeyi, ili ve milleti meydana getiren fertlerin menfaat lerinden ayrı ve üstün olmasına benzer. Bir belediye, bir il ve nihayet bir millet içinde nasıl ki, birden fazla ve birbirine rakip belediye, il ve devlet teşkilâtları kurulamıyorsa, aynen aynı işkolu ve mes lek dalı içinde de birbirinden ayrı ve ra­kip sendikalar kurulamaz. Çokluk anar­şiyi doğurur. Durum meslekî kuruluşlar alanında da aynıdır. Bu itibarla sendika, her işkolunda teşkilât, yönetim ve tem­silde kesin bir İnhisara sahip olmalıdır.

Nihayet, tek sendikacılıkta sendika hürriyetinin sona ereceği iddiası da yer sizdir. Bir defa bu sendikalar yukarda söylendiği gibi devlete karşı bağımsızdır­lar, ikinci olarak, sendika yöneticileri se­çimle iş başına geleceklerinden, kabili­yetsiz veya taraf tutan yöneticilerin her zaman tasfiyesi mümkün olacağı gibi; sendika, iç İşleyişi yönünden demokratik esaslara uygun olacaktır. Faşist ve mark şist uygulamada olduğu gibi, yöneticile­rin devlet tarafından tâyini söz konusu değildir.

ç) MECBURÎ SENDİKACILIK 1

İşkolunda çalışan bütün İşçilerin, o işkolunda kurulmuş bulunan sendikaya üye olma zorunluğuna, mecburî sendika cılık denir. Böylece mesleğin bütün üye­leri, bir koruyucuya, bir hamiye kavuş­

muş olurlar. Milliyetçi toplumcu doktrin­de sendikalizm, millî üretimin artmasına ve millî gelirin adil bir şekilde dağıtıl­masına, meslekî menfaatlerin savunulma­sına aracı olduğu için, işkolundaki bütün işçilerin sendika içinde toplanması gere­kir. Zira bu suretle her işçi. üretim ar­tışı ve gelir dağılışındaki payını tam ve emin bir şekilde elde etmiş, aynı mes­lek dalında çalışan işçiler arasında ayı­rım yapılmamış olur. Bu ülkenin hızlı ve âdil bir şekilde kalkınmasını sağlar.

Milliyetçi - toplumcu doktrinin mec­burî sendikacılık ilkesi, liberal - kapita­list doktrinin ihtiyarî sendikacılık ilkesi­ne karşıdır. Ihtiyarîlik ilkesine göre, sen dikaya diliyen girer, dilemiyen girmez.

Mecburî sendikacılık her şeyden ön­ce sendikalarda mevcut tabiî bir temayü­le uygun düşmektedir. Gerçekten, mes­lekî kuruluşlar psikolojisini tetkik eden yazarlar, sendikalizmin bütün tarihinde, sendikaların egemen, güçlü ve yayılma­ğa matuf bir eğilim taşıdıklarını tesbit etmektedirler. Bu eğilim, eski mesleki kuruluşlar, özellikle korporasyonlar (lon­calar) hakkında varit olduğu gibi, modern İşçi sendikaları yönünden de varittir. İn­giltere, Almanya ve İskandinav ülkeleri gibi liberal - kapitalist doktrinin hâkim olduğu ülkelerde dahi, sendikalar bugün mesleğin bütün üyelerini merkezî bir teş kilât ve disiplin içinde toplamak ve tem­sil etmek istemektedirler. Hattâ Avus­tralya ve Yenizelânda gibi liberal ülke­lerde mecburî sendikacılık, kanunla dü­zenlenmiş bı 'unmaktadır. Sendika uygu­lamasında sendikasız işçilere karşı bir tereddüt ve hattâ şüphe izhar edilmek­tedir. Gerçekten, sendikalar İşyerlerin­deki sendikasız işçiler üzerinde kontrol icra edemediklerinden, bunların işveren­lerin hâkimiyetine kolayca girmesi müm­kün görünmekte, bu bakımdan bunlara birer casus nazariyle bakılmaktadır. Bu şüphe ve tehlikeyi önlemek için, sendi­kalar uygulamada mesleğin İcrasını men, kapalı işyeri veya sendikalı İşçi çalıştır­ma şartlarını toplu iş sözleşmesine koy­mak yollarını araştırmaktadırlar.

Mecburî sendikacılık, liberal kapita­list yazarların ileri sürdüğü gibi, işçinin sendikaya girip girmemek yönünden ha­iz olduğu ferdî hürriyeti İhlâl ediyorsa, acaba ihtiyarî sendikacılık da bunun ak­sine bizatihi bir müessese, bir kuruluş olan sendika hürriyetini ihlâl etmiyor mu? Bu takdirde karşımıza bir kuruluş, bir organ olarak sendika hürriyeti ile, buna girip girmemeyi düzenliyen ve İşçiye ta­nınmış olan ferdî sendika hürriyet» çık­maktadır. Ferdî hürriyete önem verip, ih­tiyarî sendikacılığı kabul ettiğimiz za­man, bir müessese olarak sendika hürri­yetini feda etmiyor muyuz? Şu halde mü-essesevî hürriyetle ferdî hürriyet çatış­maktadır. Bunlardan hangisini tercih ede ceğiz? Biz, önemi dolayısıyla müessesev! hürriyeti tercih ediyoruz. Sendika millî üretim ve gelir dağılımında mesleğin ve mensuplarının menfaatini savunan bir müessese olduğuna göre, daha yüksek bir menfaati temsil etmektedir. Bu daha yüksek menfaatin ise, ferdî ve egoist menfaatlere üstün tutulması şarttır. Kal­dı ki, sendika dışında kalan işçiye ferdî hürriyetler garanti veren bir yol olmayıp, aksine onu yalnız ve zayıf bir duruma dü­şürür. Sendikalar sosyal bir gerçeğe te­kabül etmektedir. Gerçekten, toplumda aynı işi yapan insanlar arasında menfaat, arzu ve ihtiyaçlar bakımından bir birlik ve benzerlik vardır. Bu birlik ve benzer­lik, o toplumu meydana getiren insanlar arasında bir dayanışma yaratır. İşçilerin sendikaya girmek suretiyU bir disipline tâbi olmaları kendi yararlarınadır. Sendi­kaya giren bir işçi hürriyetinden vazgeç­memektedir. Bilakis, kurdukları sendika hem kendisi, hem de kendi durumunda olanlara büyük menfaatler sağlamakta­dır. Sendika dışında kalan İşçi, yalnızdır, sahipsizdir. Kaldı ki, sendika bir ferd olan işçiyi içine almakla onun ferdî hür­riyetini daha çok kuvvetlendirmektedir. Diğer taraftan mecburî sendikacılık, mes­

leğin bütün üyelerine, temsilcilerini kont­rol etme imkânı verir. Unutmamak gere­kir ki, ferdî hürriyet; anarşi, egoizm ve yalnızlık içinde değil, disiplinli bir hürri­yet içinde gerçekleştirilmiş ve bunun sonunda da müşterek menfaate saygı ya­ratılmış olur. Sosyal hukuk, iyi bir orga­nizasyon ile dayanışmayı feda etmeksi­zin, ferdi daha hür ve bağımsız kılabilir. Gerçek hürriyeti bulmak ve muhafaza etmek için, nazari hürriyetlere iltifat et­mek gerekir. Sendikası dışında kalan bir işçinin sadece acından ölmek, işverenin ise iflâs etmek hürriyeti vardır.

Mecburi sendikacılık aleyhinde ile­ri sürülen bir diğer delil de, mecburi sen­dikaların, eski korporasyon (lonca) reji­mini ihya edeceğidir. Derhal belirtelim ki, mecburi sendikacılıkla korporasyon-ları birbirine karıştırmamak gerekir. Kor­porasyonlar, çırak, kalfa ve ustalar ara­sında bir hiyerarşi kurar, ustaların ade­dini sınırlar ve mesleki faaliyeti sıkı bir şekilde dizginler. Oysa mecburi sendi­kacılıkta böyle bir durum yoktur.

Şurası asla unutulmamalıdır ki, mes­leğin teşkilatlanması gereği ile ihtiyari sendikacılık arasında belirli bir çelişme vardır. Sendikalar mesleğin teşkilatlan­masına aracı olduğu için, mesleğin hiç bir üyesi sendika dışında bırakılamaz. Toplu iş sözleşmesi, grev, tahkim ve mesleğin yargı mercileri önünde temsili mecburi sendikacılığı şart kılar. Mesle­ği düzenleme temsil ve koruma görevle­ri üyelerinin sadece mahdut bir kısmını içine alan zayıf ve cılız sendikalara bıra­kılamaz. Sadece mecburi üyeliktir ki, li­beral siyasi demokrasiden, milli sosyal demokrasiye geçişi mümkün kılabilir.

Nihayet, mecburi sendikacılığa kar­şı, ferdî hürriyetlerin ihlâl edildiğini ileri sürenlere bildirmek gerekir ki, bugün ül­kemizde anayasal ve kanuni düzenleme­ye tâbi olan birçok meslek kuruluşları teklik ve mecburilik esasına dayanmak­tadır. Gerçekten avukatların bağlı olduk­ları barolar, tabiblerin kayıt oldukları ta-bib odaları, mimar ve mühendislerin, es­nafın, tüccar ve sanayicinin, çiftçinin tâ­bi oldukları odalar, birer meslek kurulu­şudur ve bunlar rakipsiz tek kuruluş ol­dukları gibi, bu meslekte çalışmak iste­yenlerin ilgili kuruluşa kayıt olmak mec­buriyeti vardır. Aksi halde bunlar, bağlı oldukları dalda mesleklerini icra edemez­ler. Şimdi, bir avukat, bir tabib, bir mi­mar veya mühendis, bir tüccar, bir sana­yici, bir esnaf veya çiftçi kendi dalındaki tek kuruluşa girmek mecburiyetinde ol­sun ve bunlar söz konusu olduğunda fer­dî hürriyetlerin ihlâli itirazı ileri sürül­mesin, bu takdirde bütün hürriyetçiler gözlerini kapasınlar, ama yaşamak için emeğinden başka hiç bir şeyi olmıyan fakir, zavallı bir işçinin sendikasının tek ve mecburî olması istendiği zaman, «hür riyetler elden gidiyor» yaygarası koparıl-sın. Olmaz öyle şey. Hürriyet tektir ve bütün çalışanlar, hattâ insanlar için aynı­dır. Tek ve mecburî kuruluş ya bütün meslek dallarında, bu arada özellikle iş­çiler için de uygulanır, ya da hepsi ihti­yarî olur.

Bu anormallik nereden geliyor? Bi­ze göre. Anayasamıza ve kanunlarımıza damgasını vuran liberal - kapitalist anla­yıştan. Bilindiği üzere liberal - kapitalist doktrin, patronlar sınıfının doktrinidir. Zengin ve egemen sınıfları korur. Fakir­lere İse sosyal adalet sözcüğünün zırhı içinde sırt çevirir. Milliyetçi - toplumcu doktrin Türk milletini meydana getiren bütün fertlerin ve kategorilerin millî dev let felsefesini kurduğu için, bu doktrin ve devlette eşit uygulama, eşit hak ve görev vardır. Bu itibarla tek ve mecburî sendikacılık muhakkak surette kurulma­lı, meslekler arası adalet tesis olunmalı­dır.

i

'

• *

Page 8: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 9

II Sendikaların Ekonomik

UJ.<jj

Kalkınma Rolü Milliyetçi - toplumcu doktrinde İşçi

sendikaları sadece mesleği temsil ve teşkilâtlandıran bir kuruluş değildir. Bu doktrinde sendikalar aynı zamanda eko­nomik kalkınmanın, millî üretim ve gelir dağılımının en organize güçlerinden bi­rini teşkil etmektedir. Bu itibarla sendi­kaların ekonomik kalkınmamızdaki fonk­siyonuna da kısaca temasta fayda vardır.

1. EKONOMİK KALKINMA VE İŞÇİ SENDİKALARI

Fert başına düşen millî gelirin de­vamlı ve reel olarak artmasına iktisadî kalkınma adı verilir. Şu halde bir ülkede ekonomik kalkınmadan bahsedebilmek

için, millî gelirin devamlı ve reel olarak artması gerekmektedir. Millî gelir, (bir ülkede bir yıllık faaliyet sonunda üretilen mal ve hizmetler toplamının para ile ifa­desidir. Millî gelirin artabilmesi için, mal ve hizmet üretiminin çoğalması ge­rekir. Bunun için de mal ve hizmet üre­ten araçlara ihtiyaç vardır. Mal ve hizmet üreten araçlara, üretim araçları, kısaca sermaye adı verilir. Şu halde kalkınma, herşeyden önce bir sermaye meselesi­dir. Sermayenin temini ise, sermaye bi­rikimine lüzum gösterir. Sermaye biriki­mi (kapital formasyonu, sermaye teşkili, terakümü) demek, üretilmiş üretim araç­larının meydana getirilmesi demektir. Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin, az ge­lişmişlik vasıfları, yeter derecede serma­ye birikimine sahip olmamalarından ileri gelmektedir. Sermaye, mal ve hizmet is­tihsal eden üretim araçları olduğuna gö­re, sermaye birikimini gerçekleştirebil­mek için, makine ve kalkınma malzeme­sine ihtiyaç vardır. Ancak, bu makine ve malzeme az gelişmiş ülkelerde yeteri ka dar mevcut olmadığından, bunların dahil­de temini çoğu zaman mümkün değildir. Keza, dahilde mevcut olan malzeme ve diğer kalkınma unsurlarını temin edebil­mek için de para lâzımdır. İşte kalkınma nın, yani sermaye birikiminin para ile il­gili kısımlarının sağlanmasına finansman adı verilir. Kalkınmanın (sermaye biriki­minin) millî parayla çözümlenebilen kıs­mı iç finansmanı, yabancı parayla (döviz­le) hallolabilen kısmı ise dış finansmanı teşkil eder.

Sermaye birikimi birbirinden ayrı iki unsurdan ibarettir. Bunlar tasarruf ve ya­tırım unsurlarıdır. Sadece tasarrufla ser­maye yaratılamaz. Sermaye birikimin gerçekleşmesi için, tasarrufun üretim mallarına tahsisi gerekir. Gelirin, istihlâk edilmiyen (tüketilmiyen) kısmı tasarru­fu meydana getirir. Meselâ 500 lira geliri olan bir kimse bunun 300 lirasını harca-mayıp bir tarafa ayırmışsa, 300 liralık ta­sarruf etmiş olur. Tasarruf, ihtiyarî tasar­ruf, cebrî tasarruf olmak üzere ikiye ay­rılır. Ferdin kendi gönlüyle yaptığı tasar­ruf, ihtiyarî tasarruftur. Devlet baskı ve müdahalesiyle yapılan tasarruf ise, mec­burî tasarrufu teşkil eder

Sermaye birikiminin ikinci önemli unsuru yatırımdır. Yatırım, toplumun ser­maye stokundaki safi artıştır. Yatırıma, başka bir deyimle sermayeye dönüştü-rülmiyen tasarruf hiç bir şeye yaramaz. Bu itibarla millî sermayenin — tesisat, teçhizat ve emtia stokunun — artması, tasarruf edilen malın üretimde kullanıl­masına ve tasarruf edilen paranın maki-na, yol, liman, barai gibi sermaye malla­rının satın alınmasına, dolayısile üretil­mesine bağlıdır. Bunun için de, yatırımın tüketim mallarından ziyade dayanıklı üre­tim malları endüstrisine, yani fabrika ya-Dan fabrikalara yatırılması gerekir.

2. İŞÇİ TASARRUF VE YATIRIM SANDIKLARI

Hukukî organizasyon yönünden tek ve mecburî kuruluşlar haline gelen sen­dikalar, işkollarında ve dolayısile ülke içinde çalışan bütün işçileri bünyesinde toplıyacaktır. Liberal - kapitalist sendika-lizmin carî olduğu bugünki durumda, Tür kiyede yaklaşık olarak 1,5 milyon sendi­kalı işçi çalışmaktadır. Tek ve mecburî sendikacılığın carî olacağı milliyetçi • toplumcu sendikalizmde bu rakam en azından 5 milyonu bulacaktır. Zira bu­gün işçilerin büyük çoğunluğu sendika dışında bulunmaktadır. Kaldı ki, milliyet­çi - toplumcu bir kalkınma sonunda bü­yük çapta endüstrileşme hareketi başlı-yacağından, atıl bulunan veya tarımda ça­lışan büyük sayıdaki gizli işsizler ordu­su da, sanayi işçileri haline gelecektir.

5 milyon işçiden müteşekkil bir işçi tasarruf ve yatırım sandığı kurulacaktır. Bu sandığın kuruluş ve işleyişi esas iti­bariyle işçilere bırakılacak ve her işçi­den ayda aylık ücretiyle orantılı belirli bir meblâğ kesilecektir. Böylece serma­ye birikiminin (kalkınmanın) iç finansma nında mecburî bir tasarruf kaynağı temin edilmiş olacaktır.

İşçi Tasarruf ve Yatırım Sandığına ortalama olarak her işçi ayda 50 lira öde-se, 5 milyonluk işçi toplumunda bu meb­lâğ ayda 250 milyon, yılda ise 3 milyar TL. ya ulaşır.

Ancak bu mecburî tasarruflar, bu­gün Ordu Yardımlaşma Kurumunda ol­duğu gibi daha çok sosyal güven­lik ve yardımlaşma - borçlanma İş­lerinde kullanılmıyacak, aksine kuru­luş^ kanununda yer alan bir hükümle doğrudan doğruya üretim sanayiine yatı­rılacaktır. Aksi halde, kalkınma işi büyük ölçüde engellenmiş olur. Yatırım cihet ve yerleri işçi sendikaları, devlet ve ye­niden kurulacak olan millî plânlama teş­kilâtına mensup üyelerden müteşekkil bir komite tarafından tâyin olunacaktır. Böylece yatırımlar doğrudan doğruya da­yanıklı sermaye malları sahasına, yani fabrika yapan fabrikalar endüstrisine ka-nalize edilecektir. Bu şekilde kurulan dev tesislerin (üretim araçlarının) mülkiyeti hisse senetleri şeklinde ve ödemiş oldu­ğu meblâğ (tasarruf tutarı) oranında iş­çilere ait olacaktır. Türk işçisi bir taraf­tan sermaye birikimine iştirak ederken,

MÜJDE

bir taraftan da büyük demir ve çelik fab­rikalarının, petro- kimya tesislerinin, güb re ve çimento fabrikalarının, barajların, limanların sahibi haline gelecektir. Böy­lece milliyetçi • toplumcu doktrin, kal­kınmanın finansmanını temin ederken, liberal - kapitalist doktrinle, markslst-sosyalist doktrinden de kesin surette ay­rılacak ve bu doktrinlerden daha millî, da ha emin ve canlı bir kalkınma yolu izli-yecektir. Gerçekten, liberal - ka6italist doktrin sadece işverenleri korur ve onla­rın mülk sahibi olmasını öngörür. Mark­sist - sosyalist doktrin ise üretim araç­larının mülkiyetini devletleştirmek sure tiyle herkesi malsız mülksüz kılıp, sade­ce devleti patron yapar. Oysa milliyetçi -toplumcu doktrin bu yolla herkesi, işçiyi ve işvereni sermaye sahibi, mal mülk sa­hibi yapmaktadır. Mülkiyetin, hürriyetin garantisi olduğu düşünüldüğü takdirde, millî devlet felsefesinin, ferdi hür kıl­mak için hangi çarelere başvurduğu da­ha açık bir şekilde anlaşılacaktır.

İşçi üretim araçlarının sahibi ve or­tağı olmakla, işyerinin yönetimine katı­lacak, böylece liberal - kapitalist doktrin de olduğu gibi İşyerinde işçi - işveren, sermaye - emek çatışması ortadan kalka­caktır. Bunun sonunda sınıf kavgaları son bulacak, millî barış doğacaktır. Yö­netime katılan işçi, ayrıca işyerini ve iş­letmenin işleyişini kontrol edeceği için, müşterek sorumluluk yüklenecek ve böy­lece İşin verimi artacaktır. Diöer taraf­tan işçi, işletmeye ortak olduğundan, ken dişini mal sahibi hissedecek, emeöin randımanı yükselecek, bunun sonunda millî üretim ve gelir artacak, hem Türk> milleti, hem de bunun bir kesimi olarak işçi ünitesi refaha erecektir. Zira. artan millî gelirden işçi, âdil payını almış ola­cak, böylece gelir dağılımı ve sosyal ada [et gerçekleşecektir. Bundan doğan diöer bir fayda da, emek ve sermaye israfı ön­lenecek, lüzumsuz lokavt ve grevler son bulacaktır.

3. İŞÇİ AİDATLARI SOSYAL VE EĞI-t' TİM FONU

Her işçi ayda bir defa olmak üzere sendikasına aidat öder. 5 milyon işçi too iumunda bu miktar ayda 50, yılda 600 milyon TL. yi bulur. Bu fonla bir taranan sendika harcamaları giderilirken diöer taraftan da kanunda belirtilecek belirli bir kısmının işçileri sosyal ve eğitim fa­aliyetlerine tahsisi öngörülebilir. Bovıe-ce İşçi ve ailesi dinlenme evleri tansıl bursları, işçi okul ve yurtlan kurulabilir.

^ : . ^ . i . ^ . . ~ : ^ • . ; , - — • < * • • . • . . : . . • . . . . . . . - ; : :•• : : . : . v x

Ali Demirel'in serveti 48 mîîvonmus Gelin bir hesap yapalım :

1 — a) 48 milyon madenî lira üst üste konur­sa 96 kilometre eder. Yani atmosfer yüksekliğidir.

b) Tartarsak 384.000 kilo eder ki, 39 adet kam­yon yüküdür.

2 — Bunları beşerlik kâğıt liraya çevirirsek : a) Ucuca dizerek 1270 kilometrelik bir uzunluk

elde ederiz ki, takriben ANKARA - VAN arasıdır. b) Yanyana serersek; 72.700 metrekarelik yer

kaplarlar ki, buda Ankara Gençlik Parkı kadardır. c) Üst üste koyarsak 3200 metrelik bir seviye

elde ederiz ki, bu da Ağrı dağının yerden yüksekli­ği kadardır.

3 — Ayrıca, 350 lira aylıklı memurlardan 137.143 kişinin bir aylık maaşını ödeme imkânını buluruz.

Zenginin parası züğürdün çenesini yorar diye kalem aşındırmış değiliz. Maksadımız memurlara, dar gelirlilere, emeklilere, dul ve yetimlere ümit vermektir.

S. Ali DEMİREL 1961 de (450) lira aylıklı bir kişi idi.

Bugün sıkıntı çekenler üzülmeyin, ağabeyinizin başvekilliğini sağlayın. Haa az daha unutuyorduk ağa beyinize ezberletmeyi unutmayın ki. bu servetin men baını soran olursa «Kardeşlerim akıllıdır» diye cevap verebilsin.

ı

3

1

mmmm ** :, «A L tw>u*^ * s *r.z& z,ır-ı m~ ~z: « •MHMMKr

Page 9: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

PEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 10

•* • " — — *

DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER »

ECEVIT VE

ALMANYA •Bozuk Düzen, Aşama, Toy

/ak Reformu» lâflarının mucidi Ve naşiri Bülent Ecevlt Türki­ye'ye tatbik ederek saadete ka­vuşturduğu hapını reklâm et­mek İçin bir sûre Almanya'da dolaştı ve müessir bir kam­panyaya girişti. Yakında bu for­mülle jki Almanya'nın birleşe­ceği söylendi. Fakat tam bu •ırada Ecevit ağzından bir DOĞA KANUNU lâfını kaçırdı ve nizamperver olan Alman mil letinin pabucuna da suyu kaçır­mış oldu.

Devrim Stratejisi Küfür Taktiği

5 Ocak Salı günü Orta Doğu Teknik Önlversltesi'nde tüm devrimciler toplandı. ODTÜ Sosyal Demokrasi Derneği'nin düzenlediği ve Kânlara göre De nlz Baykal (CHP), Turan Gü­neş (CHP), Mihri Belli (Gizi) TİP'çi), Doğan Avcıoğlu (?), Sadun Aren (Legal TİP'çi) ve Mümtaz Soysai'ın katılacağı ve AH Gevgill'nln yöneteceği «Dev dm Stratejisi» konulu bir açık Oturum yapılacaktı.

Oturumun yapılacağı salonu •rayanlar «Yuh», «Oportünist» çığlıklarını ve ıslık seslerini ta­kip ederek «devinim» mahallini kolayca buldular. Dinleyiciler yukarıda saydığımız sıfatlarla konuşmacıları taktim ettikten sonra mikrofonu Ali Gevgili al­dı ve bir «kez» de o taktim et­t i . İlân edilen kadrodan ancak Baykal, Güneş ve Aren'in gel­diği, diğerlerinin grip olduğu an laşıldt. Mihri Belli yerine asis­tan Seyhan (Say) Erdoğdu'yu göndermişti.

AJANLAR VE AJAN

ÇOCUKLARI

Açık oturum ve küfürleşme JJ,5 saat devam etti. Konuşma­cıların tümü de «diyalektik ma teryalizm» ustası olduklarına Ve bu «bilimsel» felsefe ile ya ftılamtyacaklarına ve sosyalist •İmaları hasebiyle yalan söy-lîyemiyeceklerlne göre nasıl Olup da taban tabana zıt «ger­çek» lere vardıklarını bir türlü •nlıyamadık. Sıra Sadun Aren'e «gelince arka taraflardan «Ajan!» •esleri yükseldi. Mikrofonu ka­pan Aren «Ajan senin babandır!» diye mukabele etti. Bu açıkla­maları salondaki milliyetçiler telifçi bir zihniyetle karşıladı­lar. Ancak Aren'in ve muhata­bının pederinin hangi milletin •janı olduklarını belirtmemele­ri meselenin tam vuzuha kavuş masına mâni oldu.

Özet olarak Aren, Türkiye'­nin kapitalist olduğunu, önümüz deki aşamanın ve kullanılması gereken sloganın «Sosyalist Türkiye» olduğunu, Erdoğdu aşa manın «Millî Demokratik Dev­rim» ve sloganın da «Tam ba­ğımsız ve gerçekten demokra­tik Türkiye», CHP'liler İse aşa­manın «Bağımsız endüstri top­lumu» ve sloganın «Bütün sol­cuların iktidarı» olması gerekti ğini savundular. Ancak CHP İl­lerin «Bütün solcular» a Paşanın «Sol haytalar» ını da katıp kat­madıkları anlaşılamadı.

İlk 20 şer dakikalık turlar ta­mamlanıp İkinci 20 dakikalara geçildiğinde Erdoğdu'ya bir so­ru soruldu : «Parlâmento gerici, demokrasi Filipin tipi, sandık­tan çıkamayız, peki iktidara na­sıl geleceğiz?» Erdoğmuş bu 80 ruyu cevaplandırıra mahkeme­ye düşeceğini söyliyerek soru yu cevaplandırdı. Sadun Aren, TlP'in gittikçe arınıp devrimi yapacağını ve şimdiye kadarkl mücadelenin de neticelerinin artık sınıf esasına dayanan par t i kurulabiliyor. 141, 142 var ama yaptığımız mücadele ile bunları İşlemez hale getirdik.» dedi. Acaba sayın savcılarımız bu konuda ne düşünürler? Aren devamla: «Baskı var deniliyor. O kadar olacak. En serbest memleketlerde bile (sosyalizm) baskı altındadır. Adam 70 yaşı* na gelir profesör olamaz. Ne­den? Çünkü Komünist Partisi­ne kayıtlıdır.» diyerek «sosya llzm» den ne kastettiklerini açık lamış oldu.

AŞAĞILIK HERİF

Bu arada etraf yine kanv. ve «Aşağılık herif» diye bağıran bir grup Aren'in üstüne, başka bir grup da onların üstüne yü­rüdü. Proleter devrimci Seyhan Erdoğmuş hemen ayağa kalka­rak sert emirler vermeğe başla­dı. Araya girenler grupları ayır di. Bayan Seyhan az önce ken­dilerinin en disiplinli sosyalist­ler olduklarını söylemişti. Bu sözün ispatı için zamanın gel­diğine karar vermiş olacak ki salonun arka tarafından önlere kadar gelmiş olan Belll'cllere dönerek «Bu grup yukarı!» emri ni verdi. Ve kimse yerinden kı­pırdamadı.

HAMAMDA ŞARKİ

SÖYLEYENLER

Turan Güneş'in konuşması na vayı biraz yatıştırdı. Güneş özet le «Arkadaşlar, burada biz Dize­yiz. Açık konuşaılm. TİP'de İşçi yok. CHP topraksız köylüyü sa­vunuyor. Halbuki bizde de top* raksız köylü yok. Biz hamamda şarkı söyleyip kendi sesimiz] kendimiz beğeniyoruz. Hepimiz küçük burjuvayız.» dedi.

Her an devam eden küfür ve ıslık korosu konuşmaları İşitil­meyecek hale soktukça dinleme yi bırakıp salonu seyredenler ilgi çekici bir manzarayla karşı­laşıyorlardı. Her 5 - 10 sosya­listten biri kör, topal veya ço­lak! Bu noktanın açıklanmasını pslkîyatrlstlere bırakıyoruz.

GERÇEK DEMOKRASİ "G İKİ AÇIK OTURUM

Oturumu takip eden milliyet­çilerin düşünceleri, İster İste­mez bir başka açık oturuma. Türk Ocakları Gençlik Kolları'-nın geçen hafta «Ortak Pazar» konusunda tertipledikleri top­lantıya gidiyordu. Oradakilerin hepsi sağcı da değildi. Sosya­list Türkkaya Ataöv, ortak pa­zarı savunan Osman Okyar ve mililyetçi Sabahattin Zaim ko­nuşmuşlardı. Ve tıklım tıklım salonda «Yuh», «Oportünist», «Aşağılık», «Ajan» küfürleşme­leri bir tarafa, lehte alkışlar bi­le tenkitçi bakışları celbetmiş-tl. Acaba bu açık oturum mil­liyetçi bir topluluğun değil de sosyalistlerin önünde yapılabi­lir miydi?

Sosyalistler disiplinli imiş, «Gerçekten demokratik» miş. Akıllara Lln Yutang'ın bir sözü geliyor. «Evet, sosyalist yalan söylemez. Bu doğrudur. Ancak söyledikleri kelimelerden ne kas tettiklerini bilmeniz gerekir.» Acaba «Disiplin» ve «Demokra si» ne demek?.

KIBRIS VE AKTİF

-

POLİTİKA Bilindiği gibi Kıbrıs meselesi

siyasî hayatımızı bir dış mese­le olarak uzun zamandır doldur maktadır. Türkiye'de hükümet­ler değişmiş, partiler değişmiş, ihtilâl bite olmuş fakat Kıbrıs meselesi dalma var olmuştur. Kıbrıslı Rumların insanî ölçüle­re sığmayan davranışlarına kar şı bile gereken tarzda cevap verilmesi mümkün iken bir tür­lü bu cevap verilmemiş, Türk­lere karşı girişilen bir katliam hareketine yapılan müdahale de tamamlanmadan durdurulmuş­tur. Hattâ, Türk Ordusunun ta­rihi geleneğine aykırı bir geliş­me gösteren bu mesele; eği­tim görmüş ve savaş için hazır lanmış bir kuvvetin değil sivil halkımızın bile sabrını taşırmış­tır. Türk hariciyesinin diploma­si alanında gösterdiği gevşeklik tamiri imkânsız hatalara sebep olmuş, bu yüzden askerî alan­da alınacak tedbirlerin de yeter siz kalması sonucunu doğurmuş­tur. Kıbrıs'da bulunan ırkdaşla­rımızın Anavatan'a karşı gös­terdikleri itimatsızlık bir bakı­ma bu davranışların sonucu ol­muştur. Oysa Kıbrıs, bizim İçin orada yaşayan ve uzun za­man ihmâl edilmiş bulunan, bu yüzden de azınlık hale düşûrüi müş kitlenin meselesi değil­dir. Kıbrıs, en azından bin yıl­lık mücadelenin devamıdır, ora da tek canlı kalmamış olsa bi­le, bizim için bir Kıbrıs mese­lesi mevcuttur. Bugünün şart­larında incelediğimiz zaman bl le, bizim İçin en hafifinden bir istiklâl meselesi durumundadır.

Dünya barışını korumak endi şesl uzun müddet Türk milleti­ni imha anlamı taşımamalıdır. Zira tarihî geleneğimiz olarak anlaşmalara gösterdiğimiz bağ-,

lılık, yakın ve uzak dostlarımız hattâ bütün dünya milletleri, ta rafından yanlış anlaşılma tema-yülündedir. İşin daha kötü tara­fı bu anlaşmaların tek taraflı uygulandığını gösteren örnekle­rin çoğalmasıdır. Kıbrıs konusu Türk dahilî siyasetinde maale­sef koz olarak da kullanılmış­tır. Bir iki siyasî teşekkül ha­riç diğer partilerin konuya ge­reken önemi vermemiş olmala­rı iktidarlara bu yola gitme ce­saretini bahsetmiştir.

Bu mesele Yunan entrikacıla­rının oynadıkları oyunları örnek alarak milletin ve Kıbrıslı Türk­lerin duygularını İstismar etme meselesi sert ikazlara sebep ol muştur. Fakat her nedense bir türlü aktif politika yapılmamış­tır. Bilhassa MHP nin yaptığı uyarmalar Kıbrıs konusunu en İyi bilen bir parti olarak dikkat­le üzerinde durulmalıdır.

Aşağıda okuyacağınız bildiri ODTÜ Ülkü Ocağı tarafından neşredilmiş ve hükümeti aktif politikaya davet etmektedir.

«ODTÜ'Lİ ARKADAŞ,

Dünya Türklüğü ızdırap için­de. Türkler Kıbrıs'ta, Batı Trak­ya'da, Kerkük'te, Kırım'da, Azer baycan'da, Türkistan'da, İdil -Uralda ve Türkler Anadoluda 70 milyon Türk esaret altında. Bu günler çok sürmeyecek. Türk­lerin büyük Türklyesi mutlaka kurulacaktır. Türk'ün bulunduğu her yer Türk'ün vatanıdır. Kıbrıs haftası dolayısiyle sizlere mil­liyetçi • toplumcuların Kıbrıs görüşünü açıklamayı millî bir ödev sayıyoruz.

Milletleri yaşatan, İlerleten, yükselten kuvvetler miil! ülkü­lerdir. Kıbrıs meselesinin bugü­ne kadar çözümlenememesinin tek sebebi takip edilmekte olan, milli ülküden yoksun ve haysiyetsiz dış politika anlayı­şıdır. Yunanistan megola-idea peşinde yabancı ülkelerin top­raklarına göz dikmiş ve bunun Kıbrısta yaptığı hareketlerle or taya koymuştur. Biz Türklefn kendi vatanında, kendi bayrak­ları altında bağımsız olarak ya­şamasını istiyoruz. Millî ülkü­müz dünya Türklüğünü birleştir mek ve milletlerin en ön safın­da yer almasını temin etmek­tir.

Kıbrıs'ın Türk milletinin öz malı olması yanında Türkiye için jeopolitik yönden de öne­mi açıkça görünmektedir. Asır­ların ihmaline uğramış bu me­selenin halledilmesi için; dünya çapında geniş, pilânlı ve İlmi bir propagandanın yanında dip­lomasi faaliyetine girişilmell-dir. Bu faaliyetlerin yürütülebil­mesi için adada kuvvet denge­sinin sağlanması şarttır. Bugün

adada Yunanistan'ın NATO si* lâhlarıyla donatılmış askerî kuv veti kendi topraklarından 700 mil uzakta, Kıbrısta bulunmakta dır. Kuvvet dengesinin sağlana­bilmesi İçin Türkiyenin en az onlarınki kadar bir kuvvet ada­ya çıkarması ve fiili durum ya­ratması lâzımdır.

Tekrar ediyoruz

Kıbrıs meselesi 120 bin Tür kün değil, bütün Türklerin meşe leşidir.»

TANRI TÜRKÜ KORUSUN ODTÜ ÜLKÜ OCAĞİ

HAŞHAŞ YE

BAĞIMSIZLIK Hafta İçinde gazeteler ABD'nln

Türkiye'de afyon üretiminin ya­saklanmasını isteğini yazdılar. Bu afyon konusunda ABD'nin yaptığı ikinci çıkış. Türkiye af­yon ekimini yasaklarsa Amerl-ka'dakl eroin problemi büyük çapta ortadan kalkacakmış. Dış işleri yetkililerimiz de ani bir yasaklamanın başka gelir kay­nağı olmıyan fakir köylü İçin yı­kım olacağını savunarak meşe leyi geçiştirmeğe çalışıyorlar. Yetkililer, Demlrel zihniyetinin yetkilileri olunca İçişlerimize ve millî bağımsızlığımıza ou derece açık bir tecavüze veri­len cevap herhalde «fakir köy­lü» hikâyesinden daha ciddî ola mazdı. Bilindiği çvibl afyon Tür­kiye'nin önemli bir gelir kayna­ğıdır ve hiçbir ülkenin diğerine şunu ek, şunu ekme demeğe hakkı yoktur. Millî şuur, millî cesaret ve bağımsızlığın şove­nizmle eş manâlı olduğu kafalar dan muhakkak ki bu terbiyesiz­liğe verilmesi gereken tokat nl teliğindekl cevap beklenemez­di.

Haşhaş ancak birkaç iradesiz ve Amerikan hippisi İçin zararlı olmaktadır. Bunun yanında afyo­nun tıbba ve her şeyden önce Türkiye ekonomisine faydası bü yüktür. ABD'nln bu durumda hakkı olan tek hareket emni­yet teşkilâtını biraz daha zan» mete sokarak hippilerini kontro le almasıdır. Bizim ABD'ye kar­şı teklifimiz: «Soya hikâyesin-deki gibi ekonomimiz ve içişle­rimizle uğraşmayı bırakın ve za­rarından başka bir özelliği ol­mayan hippi üretiminizi yasak­layın lütfen. Bizi ve bütün dün­yayı zehirliyorlar da...»

HASANA MEKTUPLAR «MEKTUP YAZDIM HASAN/

HA HASANA, HA SANA.»

İSTEME ADRES! : p. K. 284

BAKANLİKLAR — ANKARA

Fiatı: 6 TL. (Posta pulu gönderilmesi rica olunur)

Page 10: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: f I

TÜRK TARİHİNİM MESELELERİ Bütün medenî milletler kendi tarihleri hakkında

son ve kesin kararı vermişlerdir. Yani, tarihlerinin nereden başladığını, hangi çağlara bölündüğünü, kimlerin kendi tarihlerine mal edilmiş olduğunu bi­lirler ve tarihlerini dolduran insanların adlarının har* gi imlâ He yazılacağı hususunda değişmez kanaatla-ra maliktirler. Bize gelince, her hususta olduğu gir bi. tarihimizi anlayış konusunda da acıklı bir karga­şalık içinde bulunuyoruz. Tarihimizin nereden baş­ladığı hakkında ortak bir fikrimiz yoktur. Tarihimi­zin bölündüğü devirler, herkesin keyfine göre değiş­mektedir Bazılarının millî kahraman saydığı şahsi­yetler, diğerleri tarafından millî düşman sayılıyor: Cengiz Han gibi. Tarihe mal olmuş kahramanların ve şahsiyetlerin adlarını yazmak hususunda da aramız­da birlik bulunmuyor. Meşrutiyetten sonra karışma­ya başlayan tarih sistemi, cumhuriyetten sonra ta­mamen bozuldu ve Tarih Kurumu'nun ilk çalışmala­rı ile de bugünkü acıklı halini aldı.

Halbuki, eskiden tarih anlayışımız oldukça düz­gün ve istikrarlı idi : Eski tarihimiz, efsanevî Oğuz Han ile başlatılır. Selçuklular ve Cengiz ile bitirilir­di Cengiz, Müslüman olmadığı için bazan lânetlen-se bile çok defa kendisinden ve hele çocuklarından sayen Üe bahsolunurdu

Türkiye tarihi ise Anadolu Selçukluları hakkın­daki kısa bir başlangıçtan sonra hemen Osmanlıla­ra geçmekle devam ettirilir. Anadolu'nun öteki beğ-liklerinden ve özellikle bunların büyük olanlarından Türkiye'nin bir bölümünün meşru hükümetleri ola­rak bahsedilir, beğleri saygı ile anılırdı. Anadolu beğliklerinin gayrımeşru sayılması hakkındaki telâk­ki Fatih'ten sonra başlamıştır.

Hiç şüphesiz, bu tarih telâkkisi ilmî değildi. Fa­kat umum tarafından kabul olunmuştu. Yani tarihi anlayışımızda bir kanun vardı. Kanun, ne de olsa, kanunsuzluktan iyi olduğu için, o zamanki kıt bilgi­lerle kabul edilen tarih sistemi, bugünkü gelişmiş bilgilerimiz arasındaki şuursuz kargaşalıktan daha doğru idi.

Türk tarihinin, bugünkü, halli hemen gerekli ve pek de güç olmayan meselelerinden bir kısmı şun-'ardır:

A) TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI MESELESİ: Bugünkü tarih kitaplarında Türk tarihi umumi­

yetle Hunlardan, yani Orta Asya Hunlarından başla­tılmaktadır. Fakat, bu başlangıcı tanımayan tarihçi­ler de vardır. Bazıları, Türk tarihinin VI. Yüzyılda Gök Türklerden başlaması gerektiğini söyledikleri gibi, diğer bazıları da Hunlardan daha önceki zaman­larda. Sakalar çağında başlaması fikrini gütmekte­dir. Hattâ son zamanlarda değerli tarih bilgini Prof. Zeki Velidi Togan, Türkistan'da Sakalardan önce ya­şayan ve Milâttan önce 1200-800 aralarındaki var­lıkları tesbit olunan Şu veya Çu adındaki kavmin ilk Türkler olduğunu iddia etmektedir. Şu veya Çu -lardan daha önceki Sümer'lerin de Türk olduğu ve­ya aralarında Türkler bulunduğu hakkında bazı cid­dî ilim adamlarının fikir, nazariye ve iddiaları vardır. Bütün bu karşı fikirlerin bir sonuca bağlanması, an­cak ilmî bir tarih kurultayının ciddî ve uzun tartış­malar sonundaki kararı ile mümkün olabilir. Belki bazı meselelerin çözülmesi için, bugünkü tarih bil­gisi yetmez. Fakat ne de olsa İşler bir prensibe bağ lanır ve önüne gelenin Türk tarihine ayrı bir başlan­gıç çizmesi gibi korkunç bir olayın önüne geçilir. Bu yapılmazsa, Türk dünyasında birbirine aykırı na­zariyeler ve fikirler doğacak ve aralarında gittikçe büyüyen ve soysuzlaşan tartışmalarla belki de mil­letin aydınları birbirine düşman iki veya üç takıma bölünecektir. Millet, bir çok unsurlarla birlikte, or-tak tarihin de mahsulü ve sonucu olduğuna göre. ortak tarih telâkkisi olmayan insanların bir millet ha tinde toplu yaşamaları manevî bir rahatsızlık doğu­racak ve uzak gelecek için fesat tohumları atılmış olacaktır.

B) TÜRK TARİHİNİN KADROSU MESELESİ: Türk tarihinin başlangıcındaki anlaşmazlık, Türk

.jrihinin kadrosu hakkında da anlaşmazlık demek ol makta beraber, daha sonraki çağlarda kimlerin Türk tarihine sokulacağı meselesi bütün çapraşıklığı ile karşımızda durmaktadır. Meselâ. Karahıtaylar'ın Tür­kistan'da hâkimiyeti zamanını Türk tarihinin bir dev­ri gibi kabul etmek doğru mudur? Yoksa Karahıtay-lar Moğol oldukları İçin bu devir bir yabancı hâki­miyeti devri midir? Yahut Gazneliler devleti Türk ta­rihi kadrosuna girer mi, yoksa yabancı halkın otur­duğu yerlerde hâkim oldukları için bunların millî kadrodan çıkarılması mı gerekir? Hangi Türklerin

tarihi ana vatan tarihidir ve hangilerininki sömürge veya sadece hanedan tarihi olarak göz önüne alın­malıdır? Bunlar Türk tarihinin ciddî meseleleridir ve henüz hallolunup kesin bir sonuca varılmış değildir.

Türk tarihinin kadrosu konuşulurken akla gele­cek en mühim meselelerden biri Cengiz ve Temir'-İn millî tarihin kahramanları mı, yoksa ırkımızın düş manian mı olduğunun tesbitidir. Çünkü bu İki mü­him şahsiyet hakkında bizim tarihçilerimiz ortak ka­naat sahibi değildir. Bir kısım tarihçiler bu iki şahsı Türk sayıyorlar ve onların yarattığı vakalar ve kur­dukları devletleri Türk tarihi kadrosuna sokuyorlar. Bazı tarihçiler İse tamamiyle aksini savunuyorlar. Onlara göre Cengiz ve Temir Türk değildir; Moğol veya Tatardır. İkisi de ırkî düşmanlarımızdır. Tarih­çilerimizden birisi ise Çengiz'I yabancı, Temir'i Türk sayıyor. Aynı milletin tarihçileri arasındaki bu bü­yük fikir ayrılığı ve görüş farkı, hiçbir millette eşi gösterilemeyecek bir millî anarşidir. Çünkü mesele belirli şahısların iyi mi. kötü mü; büyük mü. küçük mü olduğu meselesi değil, doğrudan doğruya millî tarihe mal edilip edilemeyeceği meselesidir. Bu an­laşmazlıklar Türk tarihinin başlangıcına, mitoloil ile karışık çağlarına ait olsaydı, bir dereceye kadar hoş karşılanabilirdi. Fakat XIII. ve XIV. yüzyıllarda yaşa­mış olan şahıslar üzerindeki bu fikir kargaşalığı, millî şuurun henüz gereğince uyanmamış olduğunu gösterir. Bu zıt kanaatlardan. hiç şüphesiz, bir tane­si doğru, diğerleri yanlıştır. Yakın geçmişteki en bü yük ana meseleler üzerinde doğruyu bulup çıkara­mamak ise tarih belgelerinin eksikliğini değil, tarihî ve millî şuurun azlığını veya yokluğunu gösterir.

C) TÜRK TARİHİNİN ÇAĞLARI MESELESİ ? Tarihin İlkçağ. Ortaçağ gibi devirlere ayrılma-

«ttitn pek indî olduğu artık anlaşılmıştır. Çünkü bu ayrılışlar bütün İnsanlığa göre değil, bir kıta veya bir kısım milletlere göre yapılmıştır. Taş devri, ma­den devri nasıl bütün kavimlerde aynı zamanlarda başlamıyorsa; Ortaçağ. Yeniçağ gibi zamanlar da (eğer fikir hayatındaki tekâmül merhalelerini gös­termek için kullanılıyorsa) bütün milletlerde aynı devri gösteremez. Eski Türk tarihini, İlkçağda Türk tarihi. Ortaçağda Türk tarihi diye bölümlere avır-mak ilmî değildir. Batı Avrupa'nın kendisine göre yaptığı bir sınıflandırmam WKI..".I,X.,.".„0 num4r elbet te doğru olmaz

Tarihimizi millî goruşc *~ w > uıuurma te­şebbüsü şimdiye kadar yalnız Dr. Rıza Nur ile Prof. Zeki Velidi Togan tarafından yapılmıştır. Rıza Nur, Türk tarihini «Eski Türk Tarihi» (=Türe ve Yasa Devri = Millî Devir). «Yeni Türk Tarihi (=Müslü­manlık DevriBBDinî Devir) ve «Taze Türk Tarihi» (=Yeniden Doğuş ve Uyanma=ikinci Millî Devir) olarak başlıca üç çağa ayırdığı gibi Zeki Velidi To­gan da XVI. Yüzyıl ortasına kadar İlerleme ve yük­selme çağı. Birinci Cihan Savaşı sonuna kadar ge­rileme ve çökme çağı ve Birinci Cihan Savaşından sonra da üçüncü bir çağ olmak üzere üç anacağa bölmektedir. Fakat bu iki sınıflandırma kimse tara­fından dikkate alınmamıştır.

Ç) ADLARIN İMLÂSI MESELESİ: Türk tarihindeki bir takım özel adların belli bir in

»âya malik olmayışı da mîllî ayıplarımızdan biridir. XIII. yüzyıl kahramanının adı Cengiz mi. Çingiz mi. Cengiz mi? Sonra Temir mi, Temür mü, Timur mu? Tıpkı bunlar gibi prens unvanı olan kelime «tigin» mi? Tekin mi? Karahanlı kahramanının adı Buğra mı, Boğ-ra mı yazılmak gerek? Bu fikrî kararsızlıklar birçok yanlışlara yol açıyor. Bir yanlışın nasıl kökleştigl-ne en güzel örnek. Gök Türklerin İlk kağanı Bumun veya Bumın'ın adında görülmektedir. Eski harflerle yazıldığı zaman «ı» ve «i» farkı belli olmadığı İçin yeni harflerden sonra bu kağanın adı Bumin şeklin­de yazılmış ve tarih kitaplarına, piyeslere, soyadla-rına kadar bu yanlış şekliyle girip yerleşmiştir.

Görülüyor ki. tarihimizi anlayış ve ele alış tar­zımız karışıklık içindedir. Bu karışıklığın içinden ne şahıslar, ne de özel teşekküller çıkamaz. Bu karı­şıklığı önlemek İçin resmî bir teşekkül lâzımdır. Böyle resmî bir teşekkül, Türk tarihinin meseleleri­ni karara bağlamak için bir kurultay toplamalı ve kurultayda meseleler ilmî açıdan ele alınarak değer lendirilmeli ve tartışılmalı, karşılıklı iddialar basıla­rak umumî efkâra sunulmalıdır. Ancak, millî ve ilmî fikrîn hâkim olacağı böyle bir kurultaydır ki, Türk tarihinin meselelerine bir çözüm yolu bulabilir.

Page 11: 12.1.1a7. Q MİLLİYETÇİulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_041_yeni_1518.pdf · 2017. 11. 26. · Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi ne kadar, bilhassa AP tarafından

•MEYLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 12

1

ROMANTİZME DAİR

H AZAP TOPRAKLARI» Aşk imiş her ne varsa alemoo ilim bir kil'ü kal imiş ancak.

Gençlerin, hattâ benim yaşımdakilerin bile ağ­zından, romantizmi küçümseyen sözler işitiliyor. Alt yapı bezirganlarının kesif propagandası, ciddî edalı, çok sürümlü gazetelerin köşesinden âlimane açılan yaylım ateşi bir çok kimseyi etkiliyor.

Bir iktisattır tutturuldu, o hale geldi ki, iktisat­tan başka her şey değersizdir. İktisat deyince de, yalnız (marxist) iktisat bilimseldir. Başkaları manâ­sız lâflardır. Üstelik bu söz kalabalığının propagan­dacıları da, ya hukukçu, ya gazeteci; yani hiç biri iktisatçı değil, iktisatçıdan başkası doğruyu bileme­diğine göre, bu zevat madem ki iktisatçı değiller, o halde sözleri doğru olmak şartından mahrumdur.

Bu günün iktisatçısı, matematikçi olmak zorun­dadır. Bu propagandacıların kerrat cetvelinden im­tihan vermek ihtimali de, kıt gibi gözüküyor. Zira, matematik pür mantık olduğu için, onları safsataya bu kadar saptırmazdı.

Herneyse, iktisat, ticaret ve saire cemiyetin öz yapısını tayin ve tahdit eden unsurlar olamazlar. Zi­ra değişkendirler. Teknik, ulaştırma, coğrafya im­kânlarına tabidirler ve nihayet millete hizmet için bir vasıtadırlar. Onu daha kudretli, daha refahlı ve daha hür kılmak için uygulanan unsurlardır. Amma millet bu unsurların meydana getirdiği bir varlık de ğildir ki

Millet değer hükümlerinde ortak olan insanla­rın duyduğu bir mensubiyet şuurudur. Bu şuurun şir ket mensubiyetinden farkı da aşkla, feragatla, fe­dakârlıkla duyulmasıdır.

Millet özünde bir romantizmi ihtiva eder, bu ro­mantizmi kaldırırsanız millet'te biter. Öküzler alt yapı ilişkilerinde gayet realisttirler. Ekonomik faali­yetlerini ihmal etmezler, aralarında hâkimiyet me­selesi de yoktur, birbirleriyle maddî bağları da, hiç bozulmadan ilk günkü gibi devam eder. Birbirlerini sömürmezler de.

İnsan; sever, nefret eder, feragat gösterir, kin 1 duyar, intikam alır. İnsanı insan yapan şey duygula-rındaki farklılık, üstün yapan da, bu duyguların aza­metidir. Romantizmi inkâr, insanı inkârdır. Roman­tizmi küçümseyen solcular, bizzat kendi hareketle­rinde bile hesapçı Şefik Hüsnü'nün değil, romantik Nazım Hikmet'in meyvalarını topluyorlar. Belki de, bu gücü iyi bildikleri için, milliyetçiliği eritmek mak-sadiyle romantizmi silmeye çabalamaktadırlar.

Fuat Köprülü Türk tarihine romantizmin şevkiyle el uzattığını söyler.

Ay füzesini yapan da, aya ilk ayak basan da ro-mantikdirler.

Kanunî Süleymanı Zivetgâr seferine, ihtiyar ve hasta halde çıkaran, seferde ölmek romantizmidir. Dünyanın en kudretli hükümdarına tek çeşit yeme­ğini tahta çanakta yediren, Çaldıran'dan Ridaniye'-ye koşturan, Sina Çölünü aştıran romantizmdir.

Sakarya'ya dayanmış düşmanı. Akdenize kadar kovalayan kudret romantizmdir. Bugün solcuların bi­le tutunmak zorunu duydukları milliyetçi duyguların kudretli varlığı, tabutlukta yatan, aç kalan, işinden olan birkaç kişinin romantizmi sayesindedir.

Millet sevgisinin ışığını, 15-20 yaş arasındaki gençlere, herşeye rağmen, bir ömür boyu tutanlar olmasaydı, hiç bir hareket olamazdı.

Milleti sevmek elbette yetmez, ona hizmet için gereken şartları da haiz olmak lâzımdır. Amma sev­gi, (Romantizm) astar boyadır. Onu kaldırırsanız diğerleri kendiliğinden ölür.

Bir de müfrit milliyetçi tabiri var, ne garib söz dür.

Millet için ölmek ve öldürmek mükellefiyette Ölümden öte ne isterler ki, ifrat ola. İsrail'i 2000 yıl sonra Kudüse getirip devlet ya­

pan, (Arzı - Mev'ud) Romantizmidir.

İslâm ülkelerinin bu günkü perişanlığı, romantiz-niın tükenmesindendir.

Romantizmi kötülemek ve küçümsemek hainle­rin icad edip. aptalların inandığı bir oyundur.

«His, fikrin barutudur» romantik milliyetçiliği, yayan, yaşatan ve yaşayanlar! Bütün mermileri iten /kudret sizin eserinizdir.

Bu, bir romandır. Bir solukta okudum «Azap Top­

rakları» nı. Yazarı: Emine Işınsu Ok­çu arkadaşımız. «Ötüken» yayınları basmış.

Her satırında, doldukça doldum. Kitabın son sayfasını kapadığım za­man, duygularım «yara yara açıldı.» Güneş bunca yaklaşırmıymış insana insanda karşısında eriyip kül olma­dan durabilirmiymiş?». Durabiliyoruz işte. Batı Trakya'nın Türk güneşini yaklaştırmış bize yazar. Eriyip kül ol­muyoruz. Yanmıyoruz. Kerem gibi de­ğiliz,, çünkü ülkücü tutkularımızda.

İçimden geçenleri, olduğu gibi dökemiyorum kâğıda. Yazamıyorum. Bir türlü patlamıyan, ama fısladıkça fıslayan buhar kazanı gibiyim. Oysa isterdim güm diye İnfilâk edeyim; kelimelerim maddeleşerek. kurmay subaylarımızın, politikacılarımızın, hü kümetin, gençliğin, aydınların yü­reklerine otursun. Mitinglerde, so­kak eylemlerinde bizim olmayan slo­ganları çağıranlar; ezilen, horlanan, öz topraklarında işkence gören, umut suzca direnen, Türklük diye toprağa kök salan, Batı Trakya Türklerinin umutsuz kavgalarına, soylu direnişle­rine arka çıksınlar isterdim.

«Azap Toprakları» mazlum bir halkın destanıdır. Umutsuz direnişle­rinin, yiğitliklerinin, dimdik ayakta ölenlerin boyun eğmeyenlerin şiir do­lu öyküsü. Dünyamız böyle mazlum­larla dolu. Hele bîz. Türkler; hele bizler. Koskoca bir imparatorluk çök­müş. Yedi iklim dört bucakta gök bayraklarımız, al sancaklarımız dal­galanmış. Gölgesinde huzur vermişiz insanlara. O huzurla semirip kendini bulanlar, velinimetlerine şimdi hayın lık ediyor. Öldürüyor onları. Yok et­mek istiyor.

Osmanlı - Türk İmparatorluğu­nun topraklarında, öz topraklarımızda serpilip kalmış milletimizin uçları, uç beylerimiz, Batı Trakya'da, Bulgaris­tan'da, Balkanlarda. Suriye'de karan­lık acılara terkedilmiş. «Azap Toprak­ları» bu karanlık acılarımızın da, yü­zümüze şamar gibi inen bir öyküsü.

«Hudutlarımız bize yeter. Kim­senin toprağında gözümüz yok» de­mişiz. Halepten, Selâniğe kadar olan tabiî hudutlarımız, Ege Denizindeki adalar, kırk mil yakınımızdaki Kıbrıs, şimdi yaban ellerde diye bu toprak­lar bizim değil mi; Bizden olmayan «kimselerin» mi? ,

Evet mi diyorlar? Bizim dostlar, bu topraklar bi­

rim! Hayır mı diyorlar? Öyleyse, «kimsenin toprağında

gözümüz yok» diyenler, bizim toprak­larımızı yabana lâyık görenler, şüphe­niz olmasın, sıfatları, işgal ettikleri makam ne olursa olsun bilerek veya bilmeyerek hâindir!.

Batı Trakya'yı, Halep'i, Kerkük'ü, Musul'u yabanın toprağı kabul eden­ler hainlerdir!

Bizim dostlar, bu topraklar bi­zim! Bu gün değilse yarın, yarın de­ğilse öbürsü gün, sevinç gözyaşları ile kucaklaşacağız, Bekirler. Nazlılar, Selimler, Ak Hocalar, Kâmiller, Aliler, Hâlimeler, Hüseyinlerle. Çünkü on­lar, VI. asırda saldığımız ormanın kök­leridir! Onlar uçbeylerimizdir! Bu or­manın köklerini sökmek için uğraşı­yor topraklarımızın üzerine çöreklen­miş palikaryalar: Yuannisler, Niko'-lar.

Gafili, haini, bilerek veya bil­meyerek Yuannis'Ierle, Nikolarla or­taklık ediyorlar; etle tırnağı, mûslü-manlıkla Türk'lüğü birbirinden kopa­rıp, ayırmak istiyorlar, Papadopulos'*

un azgın cuntası yangına körükle de­ğil, benzinle gidiyor.

Çağımızda bir dram oynanıyor!. Türkün öz topraklarında, kökü kıiv

rutulmak isteniyor! Ankara uyuyor mu? Bilmiyoruz. Belki uyuyor, belki uyumuyor. Ya hariciyemiz. Hiç sorma' ym, çoğu hallerde sağır mı sağır.

Türk uyur uyur da uyanır! Bir uyanırsa pir uyanır! Tam uyanır. Bu, inancımız, yüreğimizdeki ateş olma-' sa yaşayamayız* ki. J

Siz ey umudumuz kurmaylar! >! Siz ey politikacılar!

Siz ey anlamsız eylemler içinde harcanan gençlik! *

Siz ey Türk'ün olmayan üslûpla yazılmış bir bildiriye bilmeden, iv! niyetle, fakat gafletle imza koyan 69 deniz subayı!.

Uyanınız!. Emino Işınsu Okçu'nun Batı

Trakya Türklerinin destan mücadele­sinden bize ulaştırdığı mesaja kulak veriniz. Bu mesaj, bir bildiridir, ona koyunuz imzalarınızı. Bu gün için ger­çek İNKILAPÇILIK, Türk topraklarını korumak, elimizden alınanları hudut­larımıza katmaktır.

Nasıl ki tarihi seyri içinde, Çe­lebi Sultan Mehmet'in, Şeyh Bedred-din delâletini tasfiyesi; Millî Kurtuluş Savaşımız soylu bir devrimse; bizim olan topraklara kavuşmak için vere­ceğimiz savaş bugünün İNKILABIDIR!

Kulağınıza, Türkün bu hayat me­mat kavgasını «Kafatasçılık» diye f ı ­sıldayanlar, haindir!.

Turancılık mı diyorlar? Öyle ka­bul edin; Büyük Türkiye; gerçek hu­dutlarına kavuşmuş Türkiye diye hay­kırınız!.

Siz ey yanlışa sürülmüş kardeş* lerim. Siz ey gerçekte bizden ola» dostlar! Uyanınız! Titreyiniz, kendini­ze dönünüz!. Dünü bugüne, bugün# yarına bağlayınız!. Yüreklerinizi, ha* yecanlarınızı buna göre ayarlayım?^: Titreyiniz! Kendinize dönünüz! Beti Trakya Türk'leri; Kıbrıs Türkleri ve di­ğer sınır dışı uç beylerimiz, savaşla­rın en soylusunu veriyorlar!. Bizim ataletimize, uyuşukluğumuza rağmen yılmadan, boyun kırmadan, veriyorlar bu savaşı.

«Azap Toprakları», soylu ve bütün gençliğine rağmen büyük yazar olan Emine Işınsu Okçu'nun yürekle­ri coşturan bir destan denemesidir.

Okuyunuz bu destanı! «Ergene-kon» u alaya almak üzere hazırlık ya­pan «HO» lu meslekdaşlarım sizler de okuyunuz «Azap Topraklar» ını. Ül-küdaşmız Vasili Vasilikos'un «ölüm­süz» ünde anlatılan aşağılık şebeke­nin, insan haklarına, anlaşmalara rag men Türk'ün uç beylerine giriştikle­ri katliamı görünüz.

Hiç şüpheniz olmasın Vasili Va-.j silakos'un Z'nini öldürenler, Ak Ho-^ çaları. Aydın Beyleri, Muhsineyi, Matı mut ağayı da kahpece öldüren ay.ıt kamillerdir. Okuyunuz «Azap Toprak:» lan» m ve utanınız, Türk'ün kurtuluş destanı olan Ergenekon'u alaya al­mak İstediğiniz İçin!.

«Diş diş yediler kemirgenler ümitlerimizi» diyordu Aydın Bey!.

Siz de «Ergenekon» düşmanları «HO» lu meslekdaşlarım, diş diş ye­meyin Türk'ün gerçek ERGENEKONU'-nu!..

Okuyunuz, okuyunuz, binlerce de­fa söylüyorum okuyunuz Emine IŞIN-3

SU OKÇU arkadaşımızın «AZAP TOP­RAKLARI» nı!.

Çünkü; «Denizi yara yara giden be ya»

gemilere benziyordu bu yataklar, de*j nizlerî geçtiler ve uykularında nü w * , ler» Ergenekoncularımızl,