Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ey Türk kendine dön. 12.1.1a7Q
MİLLİYETÇİ ENDİKACILIK SİSTEMİ
BİR BAŞBAKAN
Ki! Ş^jl Otobüsteki vatandaşı
Ve r
Vazifeye çağırıyorum ) ^
DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: z
Onlarda Söylüyor Hatırlıyorum, şu öğretmen boy
kotu sırasında solcu bir tanıdık TRT'-ye ateş püskürüyor, radyonun «tek taraflı oluşu» ndan yakınıyordu.
Radyoda, TV da sağcı (!) hükümetin emrinde bir kukladan başka bir şey değilmiş! Sol propaganda yapmak nerede, solun rüzgârından bile gocunuyorlarmış... mış... mış... Zaten solun sözlerinin sonuna mutlaka bir «mış mış» eklemek gerek.
Her neyse, geçen gün Combat'-dan tercüme edilmiş bîr makale okudum. Combat, biliyorsunuz Fransız direnme hareketi sırasında Alber Ca-mus tarafından çıkarılmaya başlanan sol eğilimli bir gazeteydi. Şimdi Fran sız radikallerinin organıdır. Makalenin ismi; «Türkiye NATO'ya karşı hafiflikler yapıyor.» Bizi ilgilendiren kıs mini aynen alıyorum.
«Türkiyenin çeşitli sosyal sınıfları; dağıtılan buroşürleri okuyup radyonun yayınlarını dinledikçe hissedilir bir şekilde Marksizme doğru kaymakta ve Amerikan aleyhtarlığı ile meşbu bulunmaktadır.»
Evet, bizim kraldan çok kralcı kızılcıklarımız istedikleri kadar yırtınsınlar, yabancılar. Türkiye'nin gerçek
lerini pek iyi biliyor ve açıklamakta da hiç bir mahzur görmüyorlar.
Geçenlerde onlardan biri «her şe yi dış basından mı öğreneceğiz» diye çırpınıyor, Türkiye üzerindeki Amerikan etkisini Avrupa gazetelerinden okuduğundan bahsediyordu. Oysa bu kripto yazarın pekâlâ herşeyi Türk ba sınmdan da öörenmesi mümkündü.
TRT'nin ölçüsüz yayınlarını Türk basını eleştirirken aşırı solcular kendi meslekdaslarına vapılmadık hakaret bırakmıyorlardı. İşte şimdi bir Avrupa gazetesi hem de solcu olan bir gazete. TRT'nin Marksizim propagandası vaptığını alenen yazıyor.
Demek ki kriptoların hücum ettiği millî basınımız görevini normal ola rak yerine getirmekte, ilgililere ve kamu oyuna gerçeği duyurmaktadır^ Ama bizim solcu basın bu gerçekler İşine gelmediği için muarızlarına en alçakça itirafları yapmaktan çekinmemektedir.
Kripto yazar bundan böyle kozunu milliyetçilerle değil, özdeş oldukları Combat gazetesi ile paylaşsın!.
Onların söylediği tabiî ki yalnız TRT'nin özerkliği aşırı solcuların işi
ne gelir şekilde sömürmesi değil. Son ayların ciddî Avrupa matbuatı gene Türk aşırı solcularının, Türk ordusunu anti - parlamenter ve anti - demokratik bir mücadeleye sürüklemek için gösterdikleri çabaya da değiniyor. Meselâ, «Ekonomist» gibi ciddî bir dergi; haftalık ilâvesinde aşırı Türk solcularının bu gayretlerini büyüteçle büyüterek okuyucularına duyuruyor. O kadar ki. ortanın solu şampiyonu Ecevit'in de solun bu fa-alivetlerinl ihbar niteliğindeki beyanatını da söz konusu etmekten çekinmiyor.
Sonuç olarak «herkesi kör, âlemi şemsem zanneden» aşırı solcuların kendileri kör ve sersem değillerse ve bütün tahriklerini bilerek yapıyorlarsa Cumhurbaşkanımızın da ifadesi İle hainliklerini belgelemek isterim.
ÖZÜR : Geçen sayımızda bu sütunda Sayın E. Işınsu OKÇU hanımefendinin fıkrası yerine, arşivdeki başka bir yazı yanlışlıkla neşredilmiştir. Geçen sayımızda neşredilmesi gereken yazıyı bu sayımızda veriyoruz. Sayın yazarımızdan ve okuyucularımızdan özür dileriz. DEVLET
I! 11 i 14 İ l IT « ! • • • • • Mr^^^««4W
GENÇLİĞİN DURUMU Styın Devlet,
Zamanımız gençlerinin bd-yOk bir çıkmazda olduğu hepimizce malûm olan acı bir gerçektir. Niçin bu böyle olduğu eorueu tevcih edildiğinde tatmin edici bir cevap verilemiyor. Fakat gayet açık ve sarihtir. Şu ana kadar gençliğe istikamet gösterecek, yanlışlarını düzeltecek ne hükümet ne de hükümet adamı çıkmamıştır. Uzun zamandan beri öz varlığımız Türklük, milliyetçilik aleyhinde olan sahte kılıklı müs tumanların çıkardığı gazetelerde, dergilerde, mecmualarda ve solcuların azgın kaptanı TRT de çok sistemli metodlu bir se kilde propagandalar yapılmakta olduğu bugün için acı bir gerçektir. Yarının büyük ülkücü, toplumcu Türk gençliğinin bir araya toplanmasına, birlik olmasına bu iftira kazanları engel İçmektedirler. Hattâ Stalinci, Maocu bir hüviyet almasına yar dımcı olmuşlardır.
Solcu gençlerin günlük yaş* yışları, halkımızın yaşayışlarından tamamen farklıdır. Gece kulüplerinde çeşit çeşit İçkileri mideye İndiren solcu takımı, halktan yana olduklarını söylerken, halkın gözünde komik duruma düşmüş olmuyorlar mı? Türk âdet ve göreneklerine, İslâm ahlâk v faziletine sırt çevirip Batı'mn eli yüzü. saçı başı karışık hippi serserilerinin yaptıklarını yapıp, YE, YE müziğiyle Afrika yamyamlarını kıskandıracak tarzda tepinirler, faşing geceleri yaparlar 8a, dans ederlerse, gecenin geç vakitlerinde kızlar, oğlanlar kendilerinden geçmiş vaziyet
te yarı baygın yerlerde gelişigüzel, sere serpe yatarlarsa o gençlik Türk gençliğinden alâkasını kesmiş sayılmaz mı? Gayet tâbi sayılır.
Türk bayrağını, sancağını en ücra köşelere kadar dalgalandıracak ezan seslerini okuyacak bunlar mı? Hayırl Bilâkis sabah lan ezandan rahatsız olmaktadırlar. Böyle bir gençliğe hiç bîr zaman millî ve manevî ema netler teslim edilemez. Şuna kalbimizle inanıyoruz ki Büyük
Türk milleti, şimdiki zamana ka dar millî haysiyetimize, onurumuza, kurnazca, namussuzca ve kalleşçe davranıp gençliği kendi emellerine göre tahrik ve tahrib eden sosyalist maskeli vatan hainlerinin maskelerini yırtmaya karar vermiştir.
Biz milliyetçi gençler yavaş yavaş ülkü ocaklarında toplanmaktayız. Büyük bir irfan meşalesi olacağız, Türk gençliğini biz temsil edeceğiz, aramıza kin, nifak sokanları, önce Türk-
müsün, müslümanmısın gibi zehir saçanları, Türklüğü Islâ-miyetten, adaleti Kur-an'dan ayırmak istiyen kızıl komünistlerden bilhassa mason ve masonlara uşaklık edenlerden bir bir hesap soracağız. Yarının 100 milyonluk Türk devletini kuracağız. Ey Türk titre kendine dön. Tanrı Türk milletini koru-*»»ni.. Amin...
ŞEMSETTİN DİKTAŞ Karaköy - İstanbul
• • • •
BUTUN MİLLİYETÇİLERİN DİKKATİNE Geçen sayımızda, Ankara'daki «MİLLİYETÇİ TEŞEKKÜLLERİN HEPSİNİ BİR ARAYA TOPLAYACAK BİR BİNA
SATINALMAK» gayesiyle, muhterem Hocamız NEJDET SANÇAR'ın başkanlığında bir komite kurulduğu ve çalışmaların «DEVLET» İn aracılığı ile yürütüleceği ilân edilmişti.
Yine kampanyanın «DEVLET» in bu sayısından itibaren başlatılacağı, bağış taahhüdünde bulunanların, bağış yapanların ve bağışta bulunmayı reddedenlerin de isimlerinin yayınlanacağı açıklanmıştı.
Bu sayıdan itibaren bağış yapacakların isimleri ile yapacakları bağış miktarlarını yayınlamaya başlıyoruz. Hu millî vazifeye koşanlara şimdiden şükranlarımızı sunmayı bir borç biliriz.
BİNA SATINALMA KOMİTESİ «ANKARA'DAKİ MİLLİYETÇİ TEŞEKKÜLLERE BİNA SATINALMA» ÇAĞRISINA KATiı A MI ARIN LİSTESİDİR :
lağış Miktarı
Sıra No.
1 2 3 4 5 6 7 8
MOI, soyac
NİHAL ATSIZ Prof. CENGİZ ULUÇAV
ALPARSLAN TÜRKEŞ NEJDET SANÇAR İDRİS YAMANTÜRK İ. HAKKI YILANLIOĞLU FETHİ TEVETOĞLU MEHMET ORHUN
U n v a n ı
Emekli Ed. öğretmeni A. Ü. Fen Fak. Öğretim Üyesi M. H. P. Genel Başkanı Gazi Lisesi Ed. Öğretme» Yük. Müh. Müteahhit M. H. P. Genel Başkan Yardımcısı A. P. Samsun Senatörü Kimya Yük. Mühendisi
T o p l a m
(TL. olarak)
1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,— 1.000,—
8.000,—
DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 3
Y A Z I S I Z
Devlerden «İLLETE
Koalisyon İhtimali Koalisyon hükümetleri, yakın bir zaman öncesi
ne kadar, bilhassa AP tarafından hiç istenmezdi. Çeşitli partilerin katılması ile meydana gelecek bir hü kümetin, görüş birliğinden yoksun kalacağı öne sürülürdü. Nitekim 1965 ve 1969 seçimlerinde AP nin en tesirli propaganda silâhlarından biri de «oyların parçalanmaması» diğer bir ifade ile «koalisyona gitmek mecburiyetinde kalınmaması» idi. AP nin 65 ve 69 seçimlerini kazanmasında «tek başına iktidar» isteğinin büyük payı vardır.
Yukarda kısaca belirttiğimiz geçmiş duruma karşılık, son aylarda, memleketi muhtemel buhranlardan korumak ve selâmete çıkarmak için AP-CHP koalisyonunun son bir çare olduğu söylentileri hızla vatandaşlar arasında dolaşıyor. Bu konudaki söylentiler değişiktir ve hangisinin doğru olduğu kesinlikle bilinmedikçe hüküm vermek de mümkün değildir. uı Söylentilerin biri ve şüphesiz en ciddisi şudur: I ı S-lı u u m <r t l n h e s a b a katmamazlık edemiyeceği teşkilatlı bazı kuvvetler, mevcut anarşinin daha kö-S , D 8 ? 1 US •V? r,n2es inl ö n , e ™ * için, yegâne çarenin AP-CHP ortaklığında aranması gerektiğini düşün-mekte ve Demırel Hükümetini koalisyon istikame-tinde zorlamaktadırlar. Öyle ki. Mil l i Güvenlik Kurulu toplantılarında, koalisyon isteğinin açıkça ifade edildiği günlük gazetelerde bile yazılmış ve henüz yalanlanmamıştır. Yazılıp söylenmesine cesaret edilemeyen, fakat ilgilenen her vatandaşın bildiği gerekçe de bellidir. Teşkilâtlı bazı kuvvetler tarafından desteklenmeyen AP Hükümetinin gücü, herhangi bir ihtilâl teşebbüsünü önlemeğe Yetmeyecekti*
s
Ama, İsmet Paşa önderliğindeki CHP nin katılacağı bir hükümeti devirmek çok güçtür, hattâ imkânsızdır. Çünkü, orduda, üniversitede.diğer sivil aydınlar arasında ve öğrenciler içinde İsmet Paşa'nın ve CHP nin itibarı hâlâ tükenmemiştir. AP-CHP koalisyonunun, seçimden seçime kullanmasına izin verilen oy hakkından başka hiçbir silâha sahip olmayan halk çoğunluğunu tedirgin etmesi önemli değildir. Zaten, karışıklığın, huzursuzluğun ve kardeş kavgası ihtimalinin gittikçe artması yüzünden, AP CHP koalisyonunun halk çoğunluğunca benimsenr mesi bile mümkündür.
Kısaca anlattığımız bu gerekçe acaba doğrumudur, önümüzde AP Hükümetinin yalnız başına önleyemeyeceği bir ihtilâl tehlikesi var mıdır? Sorunun tam bir cevabını, elbette biz değil, Devletin bütün istihbarat imkânlarından faydalandığına göre ancak hükümet verebilir. Ciddi bir ihtilâl tehlikesi varsa, milletimizin varlık dâvasını, diğer bütün f i kir ve nizamların başarısından daha değerli saydığımız için, hiç beğenmediğimiz halde CHP nin iktidara ortak olmasına bile katlanırız. Zira, milletin üstünde hiçbir kuvvetin olmadığı ve millî İradeye hiç kimsenin karşı duramıyacağı gibi sözlerin kitap üzerinde çok güzel göründüklerini, fakat tarih bakımından ihtilâllerin önlenmesine yetmediklerini gayet iyi biliriz. Ve herhangi bîr ihtilâlin memleketimizin şartlarındaki yetersizliklerden ötürü, başlangıçtaki çehresi ne olursa olsun, Türk Milletine ve Milliyetçiliğine zarar vereceğini de asla unutmamalıyız. Ancak, Türk milliyetçilerini tedirgin eden başka bir ihtimale, ihtilâli önlemek üzere ortaya atılan «AP - CHP koalisyonu şartınım» çirkin bir siyaset oyununa alet edilmek istenmesi ihtimaline de dokunmak zorundayız. AP Genel Başkanı, CHP ile koalisyon yolunu seçerken bir ihtilâl mazeretinin arkasına gizlenip, Partisi içindeki muhaliflerden kurtulmayı istemiş olamaz mı? Çünkü, AP'deki gelişmeler, Bilgiççl veya sağcı olarak tanınan milletvekillerinin ihraçlarına devam edileceğin] ve böylece, tek başına iktidar imkânını ortadan kaldıracak bir neticenin hazırlanacağını gösteriyor. Sayın Demirel, sonradan milletin huzuruna çıkıp: «Parti disiplinine uymadılar ve bizi CHP ile koalisyon mecburiyetinde bıraktılar!»» diyerek hem işin içinden sıyrılacak, hem de önümüzdeki kongreyi şimdiden kazanmış olacak! Bir memleketin başbakanını bu kadar çirkin bir oyuna heveslenmiş oörmek son derece üzücüdür. Eğer. AP-CHP koalisyonu millî men-faatların hesaplanmasından doğmuş bir zaruret ise kaçınılmaz bir neticeyi ille de kitabına uydurmak endişesiyle, Partideki milliyetçilerin tasfiyesine ihtiyaç yoktur. Zira milliyetçiler, memleketin şartlarından meydana gelen bir mecburiyeti. Sayın Demirel de dahil olmak üzere, diğer siyasetçilerin hepsinden daha iyi değerlendirirler.
DEVLET
HAFTALIK* MİLLİYETÇİ S İ Y A S İ GAZETE
PAZARTESİ GÜNLERİ ÇIKAR * 150 KURUŞ BİRİNCİ YIL 41. SAYI
Sahibi ve Mesul Md. . . Halil ÖZYILOIZ Teknik Sorumlu . . . . . . Rasim GÜL
İlân ve Abone İşleri Ali GÜNGÖR Almanya Temsilcisi . . Niyazi ÖZDEMİR
Adres: P K 284 Bakanlıklar - ANKARA Tel ı 12 58 10
H A N L A R ı Ark» sayt» renkli 2.500.- TL. tak ^enk v.000.— İL. IÇ naytaiar «antlım «0.— İ L , A 8 0 N C t Vıllık 70.-- İ L Altı aylık 35.- f l ~ Ota memıeketia* tem Ocrei İki mi«H alımı ¥ « t let Oaflıtımı t 3A ME DA Ottgt ve Basta ı Gönaf Matbaacılık I A S 4NKAJU
DEVLET W '12 OCAK 1970 * SAYFA: 4
İC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR • > > > • * *
• MİLLÎ SERVETE NEDEN DÜŞMANLAR? • ERKEK TEKNİK KAPANACAK MI? •BAŞBAKAN İN GÖREV ANLAYIŞI • ADALET PARTİSİ NDE İHRAÇ ARTTI • ECEVİT İN HAPI ALMANYAYI ŞAŞIRTTI •DEVRİM STRATEJİSİ ve KÜFÜR TAKTİĞİ . KIBRIS VE AKTİF POLİTİKA ŞARTI
Hafta bir hayli yüklü geçti. Belediye Otobüslerinin talebeler tarafından seferden men edilmesi sonucu Ankara'da iş hayatı dahil her yer keşmekeş hale geldi. Genel olarak büyük şehirlerdeki yüksek okullar ve üniversitelerde pasoları her oku lun talebe cemiyetleri dağıtır. Bu Ankara'da da böyledir. Ancak bütün Ankaralıların da bildiği bir gerçek vardır, paso dağıtan cemiyetlerin hiçbir yüksek okulda veya üniversitede talebe olmayan kimselere de şebeke satmaları. Bu durum bil hassa sol eğilimli cemiyetlerde bîr ticaret haline getirilmişti. işte Ankara Belediyesi geç de Olsa bu gerçeği gördü ve ilk akla cjelen tedbiri de almaya karar verdi. Ne olduysa bu karardan sonra oldu. Zahmetsiz para kazanan talebe cemiyetleri bu karara ilk karşı çıkan kuruluşlar oldu. Sol anarşistler bu ortamdan istifade etmek için derhal harekete geçtiler ve bütün talebeleri belediyenin kararına karşı kışkırttılar. Sefere çıkan otobüsleri ilk olarak Hukuk Fakültesi talebeleri durdurdu ve ilk hadise de başlamış oldu. Olaylar bir birini ta kip ederek bütün üniversite ve yüksek okul talebelerini sardı her okul önünden geçen otobüse el koymakla da yetinmedi ler başta lâstikleri olmak üzere ganimet olarak aldıkları ve herblrl yarım milyona yakın bedeldeki vasıtaların muhtelif yer IerlMi tahrip ettiler. Tam bu saf
hada hadiselere polis el koydu. Zira tahrip edjlen millî servetin yanında Ankara'da günlük hayat karışmış bilhassa uzak semtlerde oturanlar çok zor du ruma düşmüşlerdi. Polisin meseleye girmesini bayram havası ile karşılayan sol anarşistler görev yapan polise de saldırdılar, en galiz küfürlerle taş ve sopa yağmuruna tuttular. Polislerden yaralananlar oldu. Elbette talebeler de fire verdiler.
GÜNAHSIZ OKUL
Bu arada en ilgj çeken ve Ankara'da üzüntüye sebep olan bir hadise oldu. Bugüne kadar talebe hareketlerinde en itidalli okul Erkek Teknik Öğretmen Okulu idi. Gazi Terbiye'ye yakın olan bu okulun belediye otobüslerine karşı aldığı bir tavır da mevcut değil iken, sol anarşistlerin yuvalandığı komşu okul öğrencileri tarafından el konan birkaç otobüsün polisler tarafından geri alınması sırasında Gazi Terbiyeli talebeler polislere mukavemet etmişler ve bazılarını da taş ve sopa ile yaralamışlardı. Arkadaşlarının yaralandığını gören ikinci ekip olay yerine daha sinirli gelmiş, gelmiş ama Gazi Terbiyeli talebelerin de bir oyununa gelmiş. Hadiseyi Erkek Teknik talebeleri çıkarmış çjibl polisi o istikamette harekete sevket-mişlerdir. İşte bu sırada olanlardan habersiz bazı talebeler
de polise muhatap olmuşlardır. Hattâ adı geçen okulun yatakhanelerine kadar girilmiştir. Normal olarak yaralanmalar olmuş, olayların sorumlusu olarak görülen okul idaresi polisleri yatakhaneye sokmakla suç lanmış ve okul boykota gitmiş okul müdürünün istifasını istemiştir. Bu safhada hadiseye bakanlık el koymuş ve talebelerin d'renmesi sonunda Erkek Teknik Öğretmen Okulu tıpkı Tekniker Okulları hadisesinde olduğu gibi süresiz kapatılmış tır. Bize öyle gelir ki, bu okul uzun müddet kapalı kalacak ve belkjde bazı atölyeleri tamamen kaldırılacaktır. Şimdi bilhassa son sınıf öğrencileri kara kara istikballerini düşünür hale gelmiştir.
BAŞİÂKÂH
ortaya konmuş oldu. Sayın De-mjrel talebelerin otobüs işgali ne karşı yolcuları mukavemete davet etti. Kanunsuzluğa karşı kanunsuzluğu mubah saydığını belirtti ve hükümetin nizamı korumak mükellefiyetini hiç düşünmedi. Her halde Sayın Başvekil, yakında eşkiyaya karşı köylüyü, hırsıza karşı ev sahibini arazi işgaline karşı mal sahjbini, tren işgaline karşı kon doktoru, öğretmene karşı veliyi, memura karşı iş sahibini, bizzat ihkakı hakka tahrik edecek ve bunlar yapılınca da anarşi ortamı, kınadığı solcuların istediği kıvama gelmiş olacaktır.
Umulur ki devlet arabasını çala kamçı bayır aşağı koşturan arabacıya dur diyenler çıkacak ve S. Demirel'i araba pat lamadan, yahut kırat çatlamadan djze.inleri bırakmıya zorlu yanlar olacaktır.
hasıl «ne görürse ona talib, ne bulursa ona malik» felsefesi ile hareket eden Necmettin ERBAKAN bu ravundda yenik düştü. Fakat her şeyde olduğu gibi bu oyunun da son ravundu değildi. Talât Aydemir'in kabinesinde Sanayi Bakanlığına aday olan N. ERBAKAN taleble rinden de kolay kolay vazgeçeceğe benzememektedir. Ayııca, N. Erbakan'ın her gittiği yer son zamanlarda karışır oldu. El bette son gittiği Odalar Birliği seçimlerinin yapıldığı Türk Oca ğı da karışacaktı. Gazeteciler N. Erbakan ile görüşmek istediler, Erbakan kabul etmedi, gazeteciler bu defa zor kullanmak yolunu seçtiler. Türk Oca ğı Gençlik Kollarına mensup gençlerin bu zorbacı gazeteciie re mâni olması sonucu hadiseler oldu. Basın derhal bu olayı her zaman yaptıkları bir alışkanlıkta MHP'li komandolara bulaştırdı. Oysa MHP'lj gençler uzun zamandan beri hiçbir hadiseye katılmama hususunda kesin talimat almışlar ve bütün zamanlarını derslerine ve kültürel faaliyetlere harcar olmuşlardı. Sayın basın bunları kesin olarak bilmesine rağmen yine de belki tuttururum diye manşetleri patlattı. Fakat, hemen sonra MHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Dündar Taşer basına bir beyanat vererek, menfaat grur> ları arasında cereyan eden çekişmelerin MHP'njn politikası ile ilgisi olmadığını, bilhassa MHP'li gençlerin bu olayla hiç
NE
DİYOR ? Ankara Belediye otobüslerine
karşı girjşilen bu davranışlar AP nin gurubuna da intikâl etti rilmiş ve S. Demirel konu ile ilgili açıklamada bulunmuştur. Bu açıklama yalnız bizi değil her halde her vatandaşı şaşırtmıştır. Yetki ve sorumluluk ma kamlarından bir numaralısının vazife ve hak anlayışı böylece
SEÇİM ZİNCİRİ Bu arada Odalar Bidiği'nde
mükerrer seçimlerden biri daha yapıldı ve kotalar (büyük yem) Ticaret Vekâletinden Odalar Birliğine iade edildi. Bu kota mekiğinin Odalar Birtjği ile Ticaret Vekâleti arasındaki beşinci turu idi. Bu sefer Medenî Berk başkan seçildi. AP başkanlığı, şeriatçılık, Odalar Birliği, hilafetçilik, mebusluk vel-
DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA; S
ERGENEKON MEKTUPLARI Murat BİLGE
YAŞASIN OLGUNLUK!
lA) tarihli A gazetesinin başlığı : «Üniversiteye giremeyenler Rektörlüğü işgal etti!» Sebep : Başlıktan da anlaşılıyor. Giriş imtihanlarında başarı gösteremeyen, öğrenciler, kapısından kovuldukları üniversiteye pencerelerden süzülmeyi tecrübe etmişler! Sonuç : Vatandaşın yüreğinde kocaman bir dert! Senato toplansa, İşgal gibi aykırı davranışlara kalkışan kimselerin üniversiteye hiçbir zaman alınmayacaklarına karar verse, içimize dert olur. Yanlış bir eğitim siyaseti yüzünden çaresiz kalan, üstelik mütemadiyen kışkırtılan çocuklarımızın suçu ne? Ama, kitabın münasip bir yerine uydurulsa da açıkta kalan öğrenciler üniversiteye alınsalar. yine dert olur. Yol bir kere açıldı mı herkes geçmek isteye-yecektir. Sonra da, üniversitelerimizin sayın itibarı tabii eğer kalmışsa, gitti gider ki bir daha hiç gelmez.
Yine (X) tarihli B gazetesinin başlığı : «Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu, süresiz olarak tatil edilmiştir.» Sebep: Okulun öğrencileri, meşhur paso (!) dâvasından ötürü boykota başlamış lar. Sonuç : Tükenmez bir üzüntüdür. Millî Eğitim Bakanlığı süresiz tatil kararını uzatsa ve öğrenciler yıl sonu imtihanlarına girmek hakkını kaybetseler, üzüntü bitmez. Havaya uçan milyonların hesabını kim verecek, fukara ana babaların ızdırabına nasıl bir cevap bulunacak? Diğer taraftan Bakanlığın yumuşadığını ve açık bir kanunsuzluğa, bilmem kaçıncı defa boyun eğdiğini düşünsek, üzüntü yine bitmez. Belediyenin tasarrufu boykot için haklı bir sebep sayılırsa, yarın öyle sağlam (!) sebepler bulunur ki, kimse başa çıkamaz!
(X) tarihli C gazetesinin başlığı : «Memurlarıı ikinci ikaz mitingi 17 Ocakta yapılacak!» Sebep: Birinci ikaz mitingi açık bir tehditti. Devam edilmezse, personel kanunu uygulamasının yine uyutulaca-ğından korkuluyor. Sonuç: Endişe içinde bekleyiştir. Memur mitinglerinin sürdürülmesi ve bir gün boykota dönüşmesi, altından kalkılamıyacak bir kargaşalığın başlangıcı olur.
(X) tarihli Ç gazetesinin başlığı: «Reform tasarısı reddedilince Akademi'de işgal başladı.» Sebep : İstanbul İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi öğrencileri, bir süre önce «Reform Tasarısı» hazır
layıp profesörler kuruluna vermişler. Öğrencilerin, yanlış okuduğunuzu sanmayın, evet, öğrencilerin hazırladığı tasarı kabul edilmeyince de Akademiye işgal bayrağı çekilmiş! Sonuç: Rezalet ki, hem ne rezalet! Ama ne ilki, ne de sonuncusu. Asıl suçlular da, öğrencilerinin omuzuna basarak yükselmek hırsına yenilen bazı öğretim üyeleridir!
(X) tarihli D gazetesinin başlığı: «Üçbin temiz* lik İşçisi, istanbul belediye sarayını perşembe günü işgal edecek.» Sebep : Temizlik işçilerinin iki aydan beri aylıklarını alamaması. Başkan Sayın Atabey, kesin konuşmuş : «Benimle para için görüşmeyin. Ne yaparsanız yapın!» Oysa, memleketimizdeki servetin yarıdan fazlası İstanbul'un koynunda yatar ve o yarıdan fazlanın dörtte üçü de azınlık sömürücülerin kasasına girer; belediye de, ne cesaret yaarb-bim, temizlik işçilerine, yani, Anadolu'nun bahtsız çocuklarına maaşlarını ödeyemez. Sonuç: Dostumuz Hüseyin Sabahattin'in dediği gibidir: «Son aşama bir güz bölmecidir ki, sürer • Milletin tüm geleceği şeşbeş görünür.»
Bizler, gazete başlıklarını süsleyen sebeplerin gerisindeki ihanet fırsatçılarını tanıyan Türk milliyetçileri hep dertleniyoruz, üzülüyoruz. Şahıslarımızla ilgili sıkıntıları, işlerimizi, partilerimizi, hattâ evlerimizi bile unutuyor, milletimizin geleceğini, kötü gidişe mutlaka bir çare bulunmasını düşünüyoruz. Peki, Sayın Hükümetimiz ne yapıyor? Sayın iktidar partisi, hiç değilse sorumluluk bakımından en ziyade ilgilenmesi gereken konularda hangi müsbet tedbirlerin peşindedir? Sorumun cevabını bulmak için zahmete girmedim.
(X) tarihli A, B, C. Ç, D gazetelerinin ortak bir haberini okudum : «AP de geniş ihraç kararları alındı. Ethem Kılıçoğlu ve Cevat önder ile Arif Hikmet Yurtsever, kesin ihraç talebi ile haysiyet divanına sevkedildi. AP Genel İdare Kurulunun aralıksız yedi saat süren toplantısında, geniş bir ihraç listesi karara bağlanmıştır!»
«Koyun can derdinde, kasap et derdinde!- demişler. İyi ama, sandıktan çıkan bir partinin yüksek siyasetçileri kimin kasabıdır ve millet, koyun mudur?
•• _ •• İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR W
döllenmediklerini açıkladı. Basının bu oyunuda böylece yarıda kaldı.
E5 ! Geçen hafta temizlik faslından AP Haysiyet Divanına yeni den sevk edilenler oldu. İlk temizlik elbette dosyalı muhalefette bulunarak idarecilerden hesap sorandan başlayacaktı. Hangi memlekette görülmüştü böyle şey (!) aynı partinin ele manı nasıl olurda sulstimallerl ortaya çıkarmak için dosya tanzim eder ve bunu Meclise getf rir! Demokrasilerin hiçbirinde görülmemiştir suistimal hürriyetini kısıtlayıcı böyle davranış. İşte bu katı gerçek (!) Sayın Kılıçoğlu'nu ve yanında bazı arkadaşlarını da Haysiyet Divanına şevketti. Geçen Çarşam ba toplanan AP Genel İdare Ku rulu bu konuyu görüşecekti, fakat mesele İhraçlara intikal edince başta Sayın Saadettin
Bilgiç olmak Özere yedi kişi toplantıyı terk etti. Bu davranışlar AP'de Demirel'e karşı muhalefetin gittikçe daha kesifleş tiğini gösteren açık bir davranış idi. Sonuç ister bazı kimselerin ihracı ile bjtsin. isterse hiç ihraç edilmesin açık gerçek Demirel'in bütçe oylamasın da çok zor durumda kalmasının kesin olmasıdır. Esasen S. Demire! de gelişen olayların baskısı sonunda mesuliyetten ucuz kurtulmanın yollarını arar bir pisikolojlye girmiş görünmektedir. Nitekim Demirel ailesi geleceklerini garanti altına almak için çeşitli tedbirler düşünmüş olacaklar k j , İsparta'da kurulmasına karar verdikleri ve Demirel ailesi ile akrabalarından başka hiç kimsenin kabul edil mediği bir şirkete Orman Ürün leri faslından onaltı milyon lira kredi verilerek kuruluşu gerçekleştirilmişti. Şevket Demirel Almanya'dan fabrikanın tesisi için gerekil malzemeyi almış bulun makta, yakında demir ve çl-
mento İhtiyaçları da karşılanmış duruma girecek olan şirketin kuruluşuna Demirel ailesi
artık milyarder olduk diye sevinmekte, elbette haklı olacaklardı.
»•" '»—"•-?
Thift ı., tmtmmtmmmtm m mımmmmmmmmmmmm
ZİRAAT FAKÜLTESİ KARIŞTI
Uzun zamandan beri boykotta bulunan Ankara Ziraat Fakültesi talebeleri geçen hafta içinde okulu Işgâ! ederek bazı tahribatlar yapmışlardır. Bu arada dekanlık odasına da giren boykotajlar, odada bulunan birçok evrak vs malzemeyi parçaladık tan sonra dekanın koltuğunu pencereden iple indirerek mey* danda yakmışlardır. Polisin olay yerine gelmesi talebeler İle po» tisin çatışması sonucunu vermiş bazı polisler taş ve sopalar la yaralanmıştır. Sol militanların polise karşı adice küfür etmeleri ve polisi tahrik etmeleri sonucu meydana gelen kar»» şıklık bazı öğrencilerin de yara lanması İle neticelenmiş, olaylar ertesi gün de devam etmiştir. Bu arada Veteriner Fakültesi öğrencileri de işgale katılmak Istemişlerse de bjr grup öğren ci karşı çıktığından başarıya ulaşılamamıştır. -
- £
^fj^ftftyfttyttytftyt^ 1
%
f(
İ
n
s
i<
İ
i İV £(
fi
I . GENEL OLARAK Milliyetçi - toplumcu doktrin, Türk Milletinin eko
nomik ve moral kalkınmasını esas alır. Ekonomik kalkınmamızda üretimin en önemli ve beşerî unsuru olan emeğin, milliyetçi - toplumcu bir dünya görüşüne göre reorganizasyonu gerekir. Emeğin reorganizasyonu (yeniden düzenlenip değerlendirilmesi) devlete karşı bağımsız, millî tipte tek ve mecburî sendikaların kurulmasıyla gerçekleşebilir.
Genel esprisi yönünden, işçi ve işverenlerin menfaatlerini korumak amacıyla her iş kolunda emek ve sermayeyi teşkilâtlandıran sendikalar, doğuşları itibariyle 19 uncu yüzyıl Avrupa'sının endüstri devrimi ve liberal kapitalist ekonomisinin bir sonucudur. Ancak, sendika-lizm zamanla sanayileşme oranında diğer ülkelere de yayılmıştır. Sermayeye karşı emeği, emeğe karşı sermayeyi korumak isteyen sendikaİizm, doğuş nedenlerinin aksine bugün, üretim araçlarının özel mülkiyetini reddeden marksist - sosyalist ülkelerde dahi tanınmış bulunmaktadır. Böylece her ülkenin sendikalizmi, o ülkenin ideolojik yapısına göre, şekil, espri ve amaç yönünden farklılıklar arzetmektedir. Bu bakımdan milliyetçi - toplumcu doktrinin tek ve mecburi sendikacılığını daha iyi anlıyabilmek için diğer doktrinlerin sendikaİizm anlayışına kısaca temas etmek gerekir.
1—LİBERAL - KAPİTALİST DOKTRİN /
^ AÇISINDAN SENDİKALİZM
l ; a) SENDİKALARIN DOĞUŞ SEBEPLERİ
Sendikaları doğuran sebepler, sanayi devrimi ve liberal kapitalizmdir. Sanayi devrimi ve liberal kapitalizm, büyük işletmelerde müşterek menfaatlere sahip İşçi kitlelerinin doğmasına yol açmış ve işçiler bu menfaatlerini korumak için meslekî kuruluşlar halinde birleşmeğe başlamışlardır.
18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyılın başlarında Batı Avrupa ülkelerinde yeni teknik buluşlar ve özellikle buhar gücünün makinelerde kullanılması, bu ülkelerin ekonomik ve sosyal hayatlarında büyük değişmeler meydana getirmiştir. Kurulan fabrika ve işyerlerinde seri halde üretim büyük sermaye birikimini doğurmuş; bunun sonunda kapitalist ekonomi ve liberal hukuk görüşü, daha çok iktisaden kuvvetli olanı; yani işvereni, işçiye karşı koruma yolunu tutmuştur.
Kapitalist ekonomi; prensip olarak devletin ekonomik hayata karışmamasını, serbest rekabeti, üretim araçlarının özel mülkiyetini ve müteşebbisin âzami kâr sağlamasını öngörür. Serbest rekabet rejiminde, işverenler, bir maliyet faktörü olan ücreti düşürmek ister ler. Bunun için de emeğin (işgücünün) karşılığı olan ücretin mümkün mertebe ucuz olmasına, çalışma süresinin uzatılmasına çalışırlar.
Gerçekten, kapitalist ekonomide, müteşebbisler, rakiplerinin aynı malı daha ucuz fiyata üretmeleri halinde kendilerinin piyasadan uzaklaşacakları korkusunu taşırlar. Bu korkunun nedeni maliyet fiyatı müessesesidir. Maliyet fiyatını meydana getiren başlıca unsurlar, ham madde; enerji, sermaye faizi ve işçi ücretidir. Bunlardan ilk üçü üzerinde müteşebbisin etkide bulunması pek mümkün değildir. Oysa müteşebbis o devirlerde ücret unsuru üzerinde dilediği gibi müessir olabiliyordu. Nitekim, 19. Yüzyılın müteşebbisleri, sefalet ücreti adı verilen çok düşük ücreti reddetmek isteyen işçiye, • bunu kabul etmezsen, şu kapının arkasında daha az güçlük çıkartan bir çok arkadaşın bulunmaktadır» cevabını vermektedirler. Maliyet fiyatının yükselmesine engel olmak isteyen diğer rakip müteşebbisler de aynı tutum içinde olduklarından, iş talebinde bulunan işçi ümitsiz ve çaresiz olarak teklif olunan ücreti kabul zorunda kalıyordu. Böylece işçi ücretleri gittikçe düşüyor ve 1830 yıllarında işçiler, kamu veya özel sektörden yardım almaksızın, aldıkları ücretlerle ailelerini geçindirecek parayı kazanamıyorlardı. Liberal ekonominin egemen olduğu bu devirde öyle bir an geldi ki, artık ücretlerin daha çok düşürülmesi mümkün olamıyordu. Bunun üzerine, çalışma süresinin uzatılması yoluna başvuruldu. 1835 yıllarında günlük çalışma süresinin 16,5-17 saati bulduğu görülmektedir. İş bununla da bitmiyordu. Çalışma sürelerinin daha fazla artırılmasının fiilen mumkun olmadığının anlaşılması üzerine, kadın ve çocukların da fabrikalarda çalıştırılmasına başlandı. Nitekim müteşebbis, işçiye «Karını da fabrikaya gönder, o senden daha az bir ücretle yetinir, ücretleriniz birleşince daha çok kazanmış olursunuz» diyordu. Kadınla bir-ıkte yaşları çok küçük olan, meselâ 6 yaşındaki çocuk
lar da fabrikalarda çalışmağa başlamıştı.
LL Endüstri devrimiyle bir taraftan, feodal rejimin yi-
MİUİYCTRİ-TOPLUMCn DOKTJNİM SENDİKA ANLAYIŞI
TEK VE MECBUSİ SENDİKACILIK kılmaya başlaması sonucu, serbest kalan köylüler şehirlere akın etmiş, diğer taraftan da yeni ve büyük sanayi İle rekabet edemiyen küçük esnaf, atelyelerini kapatıp fabrikalarda çalışmak zorunda kalmıştır. Böylece küçük esnaf yerini sanayie terketmiş, sosyal ve ekonomik şartları esaslı surette değişmiştir. Endüstri devriminden önce kendi atelyesinde bağımsız bir şekilde çalışan esnaf, bu devrimle birlikte fabrikalarda sert bir disiplin altında kapitalistin emrinde çalışan bağımlı (tâbi) kimseler haline gelmiştir.
Sanayi devrimi ve liberal kapitalizmin egemen olduğu bu devrede geçerli hukuk sistemi, liberal hukuktur. Liberal hukuk, irade muhtariyeti ve akit serbestisi esaslarına dayanır. Buna göre, hiç kimse istemediği bir akdi yapmağa zorlanamaz. Taraflar diledikleri akdi yapabilirler ve kanun önünde eşittirler. Bu itibarla hizmet akdinin tarafları olan işçi ve işveren bu akdin unsurlarını, yani çalışma şartlarını serbest ve eşit olarak müzakere hakkını haizdirler. Ne var ki, bu serbesti ve eşitlik sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Zira, ekonomik yönden zayıf durumda olan, ihtiyaç ve zaruretlerin baskısı altında bulunan, işsizlikten korkan işçi; çalışma şartlarını (hizmet akdinin unsurlarını) işverenle gereği gibi tartışamamış; yürürlükteki ekonomik sistemin bir ilkesi olan rekabet, onu sefil bir ücret karşılığında herhangi bir işde çalışmayı kabule zorlamıştır. Bu suretle liberal hukuk ve kapitalist ekonomi sistemi, burjuva sınıfına öfke duyan ümitsiz ve yoksul bir hayat sürmeye mahkûm bir işçi sınıfı yaratmıştır. 1840 yılında VMlerme tarafından, Moral ve Siyasî ilimler Akademisinin talebi üzerine iki yıl süre ile pamuk, yün ve ipekli dokuma fabrikalarında yapılan bir gözlem ve anket, bu fabrikalarda çalışan işçilerin fizik ve moral durumlarını, işçi sınıfına reva görülen haksızlıkları açık bir şekilde göstermiştir. 1830 ile 1948 arasındaki ekonomist ve sosyologlar, bu haksızlıkları gidermek için devletin müdahalesini istemişler, işçilere daha iyi hayat ve çalışma şartları sağlayabilmeleri için koalisyon ve dernek kurma hürriyetini talep etmişlerdir.
İşte, sendika fikri ilk defa bu şartlar altında ortaya çıkmıştır. İşçiler sanayi devrimi ve liberal kapitalizmin sonuçlarına karşı kendilerini savunmak zorunluğunu duymuşlar, bunun için de meslekî kuruluşlar, sendikalar halinde birleşmek suretiyle çalışma şartlarının iyileşmesini, özellikle ekonomik ve sosyal menfaatlerinin korunması çarelerini araştırmışlardır. Ne var ki, liberal siyasi iktidarlar ilk zamanlarda sendikaları yasaklamış ve kurucularını ceza tehdidi ile karşılamış, daha sonraları ise bunlara tolerans göstermiş ve nihayet meslekî kuruluşları kanun ve anayasa garantisi altına almak zorunda kalmıştır.
b) LİBERAL - KAPİTALİST DOKTRİNDE SENDİKA-LİZMİN BUGÜNKÜ DURUMU
Temel değer olarak ferdî esas alan liberal devlet ve hukuk anlayışı, feodalist ve aristokrat yapıya karşı, burjuvazi egemenliğini savunduğu için, iki esas ilkeye dayanır. Bunlar eşitlik ve hürriyet ilkeleridir. Bu ilkelerle aristokrasi karşısında yeni doğan burjuvazinin eşitliği ve hürriyeti garanti altına alınmak istenmiştir. Yani kavga, sadece burjuvazinin aristokrasiye eşitliği kav gasıdır. Bu itibarla millî toplumun, aristokrasi ve burjuvazi dışında kalan kesimleri sözde eşit ve hürdürler. Ne var ki, liberalizmin bu takma ve sahte iki bacağı, yani eşitlik ve hürriyet, hayatın bütün tezahürlerinde kendini gösterir. Bu sebeple aynı iddia ve tezahürün, sendikalizmde de yer alması mukadderdi. Nitekim liberal - kapitalist dünya görüşünün hâkim olduğu ülkelerde bugün sendikaİizm şu iki esasa dayanmaktadır: jhti-yarilik ve çokluk.
İhtiyarilik prensibine göre, işçi veya işveren faaliyette bulunduğu işkolunda kurulmuş olan sendikaya girip girmemekte serbesttir (hürdür). İşçi veya işveren dilerse sendikaya girer, dilerse girmez. Bunların sen
dikaya girmeleri mecburî ya işvereni zorla sendika bir işçi veya işveren di rılabilir. Kimse onları se sibi ise, aynı işkolunda b bilmesi prensibidir. Mes işkollarında çalışan işçile ,. kadar sendika kurabilirler.föylece aynı işkolunda hattâ 1000 sendikanın kunfbilmesi mümkündür.
dir. Hiç bir güç, İşçi ve-okamaz. Keza. sendikalı zaman sendikasından ayda tutamaz. Çokluk pren-
fazla sendikanın kurula-metal, şeker veya tekstil u işkollarında diledikleri
100,
Yürürlükteki Türk Hu***, liberal - kapitalist sendikaİizm anlayışından mendi r . Gerçekten, gerek 1961 Anayasasının 46. ma0*i, gerek 274 sayılı Sendikalar Kanununun 1, 5 v#- maddeleri ihtiyarîlik ve çokluk ilkelerini vazetmelitffr. Anayasanın 46. maddesinin 1. fıkrası aynen şr*dir: «Çalışanlar ve İşverenler, önceden İzin almalın sendikalar ve sendika birlikleri kurma, bunlara ş i s t ç e üye olma ve üyelikten ayrılma hakkına sahi|i£ Keza Sendikalar Kanununun 1/2. maddesi, «YukarMtl bentte zikredilen meslekî teşekküllerin kurulma4*erbest ve ihtiyarîdir» dedikten sonra 5 /1 . maddtf «Bu kanuna göre kurulan meslekî teşekküllere uyanmak ihtiyarîdir» hükmünü taşımaktadır. Diğer taraftafd' geçen Kanunun 6. maddesi, her üyenin istediği F^an sendikasından ayrılabileceğini, öngörmektedir.
•
=a i *
. Doc. Dr. Kıît KARACA Anayasa ve Sendikala'Kanunundaki bu hükümle
rin, bizzat Anayasanın baçİHlıÇ kısmında yer alan milliyetçilik anlayışı ve keza (haddesinde temel bir ilke olarak kabul edilen m i l l î M e t fikriyle bağdaşması
Ij
MARKSİST - S O S ^ T DOKTRİN AÇISINDAN
SENDİKALİZM
Marksist - sosyalist ürerde işveren sadece devlet olduğu için, işveren ş u a l a r ı bu ülkelerde mevcut değildir. İşçi sendika l ın kuruluşu mümkün olmakla birlikte, fonksiyon ^ ^ a c ı liberal - kapitalist ülkelerdekinden çok farklıf^ Gerçekten liberal - kapitalist ülkelerde işçi sendüjjf^, üyelerinin işverene kar şı ekonomik, sosyal ve ktf^el menfaatlerini koruyup, çalışma şartlarının işçi le f * değiştirilmesini savunur far. Oysa, marksist ülkeler üretim araçları devletleş-tirildiği ve devlet de bir F devleti olduğu için, liberal konsepsiyona uygun şakacılık mümkün değildir. Bu sebeple liberal bir ülk^e olduğu gibi, marksist ülkelerde sendikalar işverer£t°Pİu pazarlık ve toplu iş sözleşmeleri yapamaz, birp*'11 'S mücadelesi vasıtası olan greve baş vuramazla. Bunlar müessese olarak yasaklanmıştır. İsçi sendilf Jr« komünist partisinin em ri ve hâkimiyeti al t ındadrf^enin ekonomisi, merkezî ve cebrî bir plânlamayWandığı için, hizmet akti-nin konusu, yani çalışma r ^ a r ı , işçinin verimliliği ve ücret normları plân hedef'e Öbeklerine uygun bir şekilde tesbit edilmektedir/f t e sbi t işlemi ise, devletin yetkili organlarınca alınaJPTPar'ara ve bizzat komünist partisinin drektiflerine g#J., yapılmaktadır. Şu halde marksist ülkelerde işçi sedalarının fonksiyonu daha ziyade, işçiler arasında .rjjj hedeflerine ulaşmak ve hattâ bu hedefleri aşmak v 1 bir yarışma hırs ve arzusunu uyandırmak ve işçite'v/^iyasî ve kültürel eğitimlerine hizmet etmekten ^wî. ' r- Bu siyasî ve kültürel eğitim ise, marksist - *fjLjr is t doktrinin esaslarına ilişkindir ve böylece send^**r bir ideoloji ocağı ve komünist partisinin teşkilât» 'ne gelmektedir.
3 —FAŞİST D0KTB^ ,AÇ,SINDAN SENDİKALİZM
Korporatif veya faş'5 be t le r in sendikalizmi bir
devlet sendikacılığıdır. Bu doktrinde sendikalar, devlete karşı bağımsız ve muhtar sendika olmak vasfını kaybederek devlet teşkilâtı içinde yer almaktadır. Faşist sendikaİizm özellikle Mussolini devrinde Italyada uygulanmış olup, bugün de İspanya ve Portekizde geçerlidir. Faşist rejimin sosyal ve ekonomik doktrini iki temel fikre dayanır. Bu fikirler, sosyal ve ekonomik kuvvetlerin siyasî İktidara bağlanması ve bu kuvvetlerin, devletin güç ve zenginliğinin artması maksadıyla teşki-lâtlanmasıdır. Mussolini 1928 yılında yayınladığı bir yazısında aynen şöyle demektedir, «Faşist sendikaİizm, faşizm öncesi sendikalizme karşıdır. Bu iki sendikaİizm arasındaki fark şuradadır. Faşizm öncesi sendikaİizm devlete muhalif ve karşı olduğu halde, faşist sendikaİizm devlete bağlıdır.»
Faşist doktrinde sendikalar bir kamu kuruluşu olup, kamu tüzel kişiliğini haizdir. Bu sebeple devletin sendikalar üzerinde sıkı bir denetim ve vesayet hakkı vardır. Grev ve lokavt yasaktır. Devletin kurulmasına izin vermediği ve tanımadığı sendikalar, mesleği temsil edemediği gibi, toplu iş sözleşmesi de yapamaz.
Faşist sendikaİizm, karma sendika prensibine dayanır. Buna göre işçi ve işverenler müstakil sendikalar kuramazlar. Aksine İşçi ve İşveren aynı sendika içinde toplanmaktadırlar.
MİLLİYETÇİ . TOPLUMCU
DAN SENDİKALİZM
DOKTRİN AÇISIN-
ket etmektedirler. Hattâ faşist ülkelerde durum biraz daha ileri gitmekte, işçi ve işverenler aynı sendika için de yer almaktadırlar. Milliyetçi - toplumcu uygulamada ise, işçi ve işverenler birbirinden ayrı sendika kurabilecekleri gibi. bu sendikalar devlete karşı özel hukuk tüzel kişiliğini haiz olacaktır.
b) MİLLÎ TİP SENDİKACILIK
Sendikalar kurutuş ve teşkilât itibariyle federatif | ve merkezi (millî, santral) tipte olmak üzere ikiye ayrı
lır. Federatif tip sendikacılıkta, her işkolunun taşra teşkilâtında tüzel kişiliği haiz sendikalar kurulmakta, ancak bu sendikalar federasyon şeklinde bir üst kuruluşta toplanmaktadırlar. Bu durumda hem üst kuruluş olan federasyonun, hem de buna bağlı alt kuruluşlar olan sendikaların tüzel kişiliği bulunmaktadır. Bu İse, sendikaların gücünü, özellikle kafa ve kasa birliğini önemli şekilde zayıflatmaktadır. Gerçekten meselâ maden işkolunda kurulan meslekî kuruluş federasyon şeklinde ise, ülkede maden bulunan her işyerinde bir maden - İş sendikası kurulmakta bu sendikalar tüzel kişi olarak her türlü hak ve yetkiyi haiz bulunmakta, özellikle üyelerinden kendi adına aidat toplayıp, toplu iş sözleşmesi yapabilmektedir. Hattâ her sendika gerektiğinde greve baş vurabilme hakkını taşımaktadır. Bunların üst kuruluş olarak kendi aralarında kurdukları federasyon ise, ancak bu sendikaların feragat eyledikleri nisbette hak ve söz sahibi olabilmektedir. Bunun sonucu, federasyonlar zayıf ve fakir kuruluşlar halinde kalmakta, işkolunda gerekli otoriteyi kuramamaktadır.
Merkezî tip sendikalar ise daha güçlü olup, federatif tipin tam aksidir. Bunlar sendikal aksiyon ve yetkiye tek başlarına sahip oldukları ve bu güçlerini bütün ülkede kullanabildikleri için, millî sendika adını da almaktadırlar. Biz de, daha iyi anlaşılması İçin, bunlara merkezî tip yerine millî tip sendika demeyi daha uygun bulmaktayız. Millî tip sendikalarda, tüzel kişiliği merkezî kuruluş haiz olup, taşra teşkilâtı, şube adını taşımaktadır. Tüzel kişiliğe merkezi kuruluş sahip olduğu için. bütün hak ve yetkiler merkezde toplanmaktadır. Taşra teşkilâtı olan şubelerin hak ve yetkileri ya hiç yoktur, ya da çok smırlandırılmıştır. Böylece bütün yetkiler merkezde toplandığı için, kafa ve kasa birliği doğmakta ve işkolunda gerekli otorite temin edilmektedir. Milliyetçi - toplumcu sendikaİizm, güçlü ve otorite sahibi sendikaları öngördüğünden, millî tip sendikacılığı savunmaktadır.
Liberal - kapitalist ve marksist - sosyalist doktrinler Türk işçi ve işverenlerini ekonomik refah ve kalkınmaya götürebilecek doktrinler değildir. Marksist -sosyalizm, işçi sınıfının iktidara gelip söz sahibi olmasını ister. Ancak, bu bir bahane ve maskeden daha ileri gidemez. Sosyalist uygulamada devletin adı, işçi devletidir. Bununla birlikte işçi, sefalet ve esaret içinde yaşamaktadır. Devleti yönetenler ise lüks içinde yaşı-yan bürokrat bir sınıf, devlet de ehliyetsiz ve kötü bir kapitalist olmaktan kurtulamamaktadır. Buna karşılık kapitalist doktrin de, herkese eşitlik, herkese hürriyet vaadetmekte, ancak bu eşitlik ve hürriyetten yararlananlar sadece patronlar, zengin işverenler olmaktadır. Görülüyor ki, her iki doktrin de birer sınıf devleti hüviyetini saklıyamamaktadır. Milliyetçi - toplumcu doktrin ise millet gerçeğine inanır. Bu doktrinde toplum sınıflara bölünemez. Sınıflardan biri diğerine feda edilemez. Aslolan millettir, milletin tümüdür. İşçi ve işveren millî toplumun sadece birer kesimidir. Mill iyetçi-toplumcu doktrinde işçi ve işveren, liberal ve marksist doktrinde olduğu gibi, birbirine düşman iki sınıf değil birbirini tamamlıyan, millî üretimin kardeş iki unsurudur. Millî devlet, hem işçinin, hem işverenin devleti olduğu için, işçi ve işvereni, millî üretimi artıracak bir şekilde teşkilâtlandırır. Bu teşkilâtlanma sonucu hem millî üretim ve kalkınma artar, gerçekleşir, hem de üretim ve kalkınmadan işçi ve işveren adil paylarını alır. Bu espriden hareketle millî devlet, sendikaları, birer sınıf kavgası veya ideoloji ocağı olarak değil, millî üretim ve gelir dağılımının birer ünitesi olarak görür.
Milliyetçi - toplumcu doktrinin sendikaİizm anlayışı, devlete karşı bağımsız, millî tipte tek ve mecburi sendikacılığa dayanır. Aşağıda bu dört ana unsur incelenecektir;
a) DEVLETE KARŞI BAĞIMSIZ SENDİKACILIK .?»
Faşist ve marksist sendikalizmin aksine, milliyetçi - toplumcu sendikalizmde, sendikalar devlete karşı bağımsız, muhtar kuruluşlardır. Her işkolunda kurulacak sendikaların, kuruluş, işleyiş ve ona erişleri devlet müdahalesi dışında cereyan edecektir. Oysa, marksist ve faşist uygulamada sendikalar devlet mekanizmasının bir parçası olup, partinin emir ve direktifi ile hare-
c) TEK SENDİKACILIK M> A . * .
Tek sendikacılık, her işkolunda bir tek sendikanın kurulması demektir. Tek sendikacılığa, sendika tekliği prensibi adı da verilebilir. Tek sendikacılık veya sendika tekliği prensibinin karşısında sendika çokluğu prensibi yer almaktadır. Sendika çokluğu prensibinde aynı işkolunda birden fazla sendika kurulabilir. Sendika çok-luğu prensibi, liberal - kapitalist dünya görüşünün ortaya koyduğu bir prensiptir. Liberal - kapitalizm, işveren sınıfının menfaatlerini savunan bir doktrin olduğu için, işveren karşısında işçinin kuvvetlenmesini istemez. Oysa, bir tek sendikada birleşen işçiler, büyük bir kuv vet teşkil ederler. İşte bu sebeple, yukarda da belirti diği gibi, sahte bir eşitlik ve hürriyet terranesiyle her işkolunda birden fazla sendika kurulmasına müsaade olunmuştur.
1 1 a i a a •>ı , \ )İ S%
<l
1 \
K ;
* : -. t
• - s ı •
Liberal - kapitalist doktrin, sınıflar arası çatışmaya yol açar. Millî toplumu, menfaat ve sınıf gruplarına böler. Bu çatışma ve bölünmede, egemen sınıfı, patronlar sınıfını tutar. Oysa, milliyetçi - toplumcu dünya görüşünde, millet sınıflara bölünemez, bir bütündür ve devlet, millî devlet sıfatıyla işçi ve işvereni aynı şekilde korur. Burada aslolan millî üretimin artması, kalkınma ve artan millî gelirden işçinin de payını almasıdır. Bunun için işçinin kuvvetli teşkilâtlar halinde birleşmesi gerekir. Kuvvetli teşkilât ise ancak bölünme olmadığı takdirde gerçekleşir. O halde işçiler arasında bölünmeyi öngören, bunu kolaylaştıran yollar ortadan kaldırılmalıdır. Bu da, her işkolunda bir tek sendikanın kurulmasıyla mümkün olabilir. Şu halde tek sendikacılığın sağhyacağı ilk fayda, işçi teşkilâtlarının, yani sendikaların kuvvetlenmesidir. Kuvvetli bir sendika sendikal hareketin güç ve bağımsızlığını sağlar. Aynı işkoluna rakip sendikaların kurulması mümkün olduğu takdirde, sendika yöneticileri yeni üyeler kazan-mak veya mevcut üyelerini muhafaza etmek için taviz vermek zorunda kalırlar. Millî üretimin ve mesleğin menfaati savunulacak yerde, rakip sendikalardaki üyelerin elde edilmesine çalışılır. Nitekim mevcut kanunlarımız sendika çokluğu ilkesini kabul ettiği için bugün bazı işkollarında birbirine rakip 10 hattâ 20 sendika kurulmuş bulunmakta ve bu sendikalar birbirlerinin üyelerini elde etmek için kıyasıya mücadele yapmaktadırlar. Sendika-
(Devamı 8. sayfada)
ı- -1 I ı
i i fa İ İ m »
i tesy»^^
DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 8
^^v&gnrsmr"'' " "~nmmmsı M^^MWS^^Ml^^W^^^M^MMiSMWtWfâW^^;
lann Işkoliarı Yönetmeliğinde 36 işkolu tesbit edilmiştir. Buna göre Türkiye'de millî tipte 36 sendika kurulmak gerekirken liberal mevzuatımız sayesinde bugün Türkiye'de işkolu ve İşyeri seviyesinde 1000 den fazla sendika kurulmuştur
Sendika üyeleri veya yöneticileri ara sında belirecek en küçük ihtilâfta, sendi-kalarda parçalanmalar ve yeni sendikaların kurulması söz konusu olur Böylece keyfî olarak sendikalar kurulur. Bu sendikalardan bazıları işverenlerle anlaşır sarı sendikacılık doğar. Sarı sendikacılıkta İşçi menfaati yerine işverenin menfaati korunur. Sendika çokluğu prensibi. İşçilerin durumunu tehdit edebilir Gerçek-ten işveren tarafını tutan sendikalara girmeyi reddeden İşçilerin İşinden kovulması mümkündür. Buna karşılık tek sendikacılık işçiyi serbest ve hür kılar. Zira işveren karşısında tek sendika olduğu için, İşveren işçiler arasında bir ayırım veya keyfilik yapamaz. Keza, sendika çokluğu prensibi kabul edildiği takdirde, çeşitli ideoloji ve siyasî doktrinlere göre sendikalar kurulur veya sendikalara bu ideolo ji ve fikirler sokulmak İstenir. Böylece temel amacı meslekî menfaatlerin korun ması millî ürtimln artırılması olan sendikalar, çeşitli İdeoloji ve doktrinlerin ocağı haline gelir, gerçek amaç ve fonksiyonlarından uzaklaşmış olurlar. Buna karşılık tek sendikacılıkta, sendikalar amaç ve görevlerine sıkı şekilde bağlı olacakları için, böyle sapmalar olamaz. İdeolojik, politik ve dinî konularda taraf sız kalırlar. Sendikalarda, ldeolo|lk, siyasî ve dinî inanışları birbirleriyle bağdaştırmak veya birini diğerine feda etmek söz konusu değildir, aslolan bunların sendika dışında kalması ve sendikala rın sadece meslekî sorunlarla uğraşma-sıdır
Tek sendikacılık mesleğin teşkilâtlanmasını da mümkün kılar. Sendikalar, üyelerin ferdî menfaatlerini değil, mesleği temsil ve müdafaa eder. Mesleğin bir bütün olarak temsili ise, ancak o mes lekte kurulmuş tek sendikanın mevcudiyetiyle kaimdir. Böylece Işkolundaki bütün isçilerin teşkilâtlanması İmkân dahiline girer. Meslekî menfaatlerin temsil ve müdafaası görevinin sendikaya verilmesi ilkesi ile meslek mensuplarının, yani işçilerin rakip sendikalar kurabilmesi (sendika çokluğu) İlkesi arasındaki çelişme açık olmakla birlikte, ilk plânda meslekî menfaat esas alınmalıdır. Meslekî menfaat, üyelerin her birinin ferdî menfaatinden daha önemli olduğu gibi, ferdî menfaatler toplamından da farklıdır. Bu aynen bir belediye, bir il veya bir milletin menfaatinin, belediyeyi, ili ve milleti meydana getiren fertlerin menfaat lerinden ayrı ve üstün olmasına benzer. Bir belediye, bir il ve nihayet bir millet içinde nasıl ki, birden fazla ve birbirine rakip belediye, il ve devlet teşkilâtları kurulamıyorsa, aynen aynı işkolu ve mes lek dalı içinde de birbirinden ayrı ve rakip sendikalar kurulamaz. Çokluk anarşiyi doğurur. Durum meslekî kuruluşlar alanında da aynıdır. Bu itibarla sendika, her işkolunda teşkilât, yönetim ve temsilde kesin bir İnhisara sahip olmalıdır.
Nihayet, tek sendikacılıkta sendika hürriyetinin sona ereceği iddiası da yer sizdir. Bir defa bu sendikalar yukarda söylendiği gibi devlete karşı bağımsızdırlar, ikinci olarak, sendika yöneticileri seçimle iş başına geleceklerinden, kabiliyetsiz veya taraf tutan yöneticilerin her zaman tasfiyesi mümkün olacağı gibi; sendika, iç İşleyişi yönünden demokratik esaslara uygun olacaktır. Faşist ve mark şist uygulamada olduğu gibi, yöneticilerin devlet tarafından tâyini söz konusu değildir.
ç) MECBURÎ SENDİKACILIK 1
İşkolunda çalışan bütün İşçilerin, o işkolunda kurulmuş bulunan sendikaya üye olma zorunluğuna, mecburî sendika cılık denir. Böylece mesleğin bütün üyeleri, bir koruyucuya, bir hamiye kavuş
muş olurlar. Milliyetçi toplumcu doktrinde sendikalizm, millî üretimin artmasına ve millî gelirin adil bir şekilde dağıtılmasına, meslekî menfaatlerin savunulmasına aracı olduğu için, işkolundaki bütün işçilerin sendika içinde toplanması gerekir. Zira bu suretle her işçi. üretim artışı ve gelir dağılışındaki payını tam ve emin bir şekilde elde etmiş, aynı meslek dalında çalışan işçiler arasında ayırım yapılmamış olur. Bu ülkenin hızlı ve âdil bir şekilde kalkınmasını sağlar.
Milliyetçi - toplumcu doktrinin mecburî sendikacılık ilkesi, liberal - kapitalist doktrinin ihtiyarî sendikacılık ilkesine karşıdır. Ihtiyarîlik ilkesine göre, sen dikaya diliyen girer, dilemiyen girmez.
Mecburî sendikacılık her şeyden önce sendikalarda mevcut tabiî bir temayüle uygun düşmektedir. Gerçekten, meslekî kuruluşlar psikolojisini tetkik eden yazarlar, sendikalizmin bütün tarihinde, sendikaların egemen, güçlü ve yayılmağa matuf bir eğilim taşıdıklarını tesbit etmektedirler. Bu eğilim, eski mesleki kuruluşlar, özellikle korporasyonlar (loncalar) hakkında varit olduğu gibi, modern İşçi sendikaları yönünden de varittir. İngiltere, Almanya ve İskandinav ülkeleri gibi liberal - kapitalist doktrinin hâkim olduğu ülkelerde dahi, sendikalar bugün mesleğin bütün üyelerini merkezî bir teş kilât ve disiplin içinde toplamak ve temsil etmek istemektedirler. Hattâ Avustralya ve Yenizelânda gibi liberal ülkelerde mecburî sendikacılık, kanunla düzenlenmiş bı 'unmaktadır. Sendika uygulamasında sendikasız işçilere karşı bir tereddüt ve hattâ şüphe izhar edilmektedir. Gerçekten, sendikalar İşyerlerindeki sendikasız işçiler üzerinde kontrol icra edemediklerinden, bunların işverenlerin hâkimiyetine kolayca girmesi mümkün görünmekte, bu bakımdan bunlara birer casus nazariyle bakılmaktadır. Bu şüphe ve tehlikeyi önlemek için, sendikalar uygulamada mesleğin İcrasını men, kapalı işyeri veya sendikalı İşçi çalıştırma şartlarını toplu iş sözleşmesine koymak yollarını araştırmaktadırlar.
Mecburî sendikacılık, liberal kapitalist yazarların ileri sürdüğü gibi, işçinin sendikaya girip girmemek yönünden haiz olduğu ferdî hürriyeti İhlâl ediyorsa, acaba ihtiyarî sendikacılık da bunun aksine bizatihi bir müessese, bir kuruluş olan sendika hürriyetini ihlâl etmiyor mu? Bu takdirde karşımıza bir kuruluş, bir organ olarak sendika hürriyeti ile, buna girip girmemeyi düzenliyen ve İşçiye tanınmış olan ferdî sendika hürriyet» çıkmaktadır. Ferdî hürriyete önem verip, ihtiyarî sendikacılığı kabul ettiğimiz zaman, bir müessese olarak sendika hürriyetini feda etmiyor muyuz? Şu halde mü-essesevî hürriyetle ferdî hürriyet çatışmaktadır. Bunlardan hangisini tercih ede ceğiz? Biz, önemi dolayısıyla müessesev! hürriyeti tercih ediyoruz. Sendika millî üretim ve gelir dağılımında mesleğin ve mensuplarının menfaatini savunan bir müessese olduğuna göre, daha yüksek bir menfaati temsil etmektedir. Bu daha yüksek menfaatin ise, ferdî ve egoist menfaatlere üstün tutulması şarttır. Kaldı ki, sendika dışında kalan işçiye ferdî hürriyetler garanti veren bir yol olmayıp, aksine onu yalnız ve zayıf bir duruma düşürür. Sendikalar sosyal bir gerçeğe tekabül etmektedir. Gerçekten, toplumda aynı işi yapan insanlar arasında menfaat, arzu ve ihtiyaçlar bakımından bir birlik ve benzerlik vardır. Bu birlik ve benzerlik, o toplumu meydana getiren insanlar arasında bir dayanışma yaratır. İşçilerin sendikaya girmek suretiyU bir disipline tâbi olmaları kendi yararlarınadır. Sendikaya giren bir işçi hürriyetinden vazgeçmemektedir. Bilakis, kurdukları sendika hem kendisi, hem de kendi durumunda olanlara büyük menfaatler sağlamaktadır. Sendika dışında kalan İşçi, yalnızdır, sahipsizdir. Kaldı ki, sendika bir ferd olan işçiyi içine almakla onun ferdî hürriyetini daha çok kuvvetlendirmektedir. Diğer taraftan mecburî sendikacılık, mes
leğin bütün üyelerine, temsilcilerini kontrol etme imkânı verir. Unutmamak gerekir ki, ferdî hürriyet; anarşi, egoizm ve yalnızlık içinde değil, disiplinli bir hürriyet içinde gerçekleştirilmiş ve bunun sonunda da müşterek menfaate saygı yaratılmış olur. Sosyal hukuk, iyi bir organizasyon ile dayanışmayı feda etmeksizin, ferdi daha hür ve bağımsız kılabilir. Gerçek hürriyeti bulmak ve muhafaza etmek için, nazari hürriyetlere iltifat etmek gerekir. Sendikası dışında kalan bir işçinin sadece acından ölmek, işverenin ise iflâs etmek hürriyeti vardır.
Mecburi sendikacılık aleyhinde ileri sürülen bir diğer delil de, mecburi sendikaların, eski korporasyon (lonca) rejimini ihya edeceğidir. Derhal belirtelim ki, mecburi sendikacılıkla korporasyon-ları birbirine karıştırmamak gerekir. Korporasyonlar, çırak, kalfa ve ustalar arasında bir hiyerarşi kurar, ustaların adedini sınırlar ve mesleki faaliyeti sıkı bir şekilde dizginler. Oysa mecburi sendikacılıkta böyle bir durum yoktur.
Şurası asla unutulmamalıdır ki, mesleğin teşkilatlanması gereği ile ihtiyari sendikacılık arasında belirli bir çelişme vardır. Sendikalar mesleğin teşkilatlanmasına aracı olduğu için, mesleğin hiç bir üyesi sendika dışında bırakılamaz. Toplu iş sözleşmesi, grev, tahkim ve mesleğin yargı mercileri önünde temsili mecburi sendikacılığı şart kılar. Mesleği düzenleme temsil ve koruma görevleri üyelerinin sadece mahdut bir kısmını içine alan zayıf ve cılız sendikalara bırakılamaz. Sadece mecburi üyeliktir ki, liberal siyasi demokrasiden, milli sosyal demokrasiye geçişi mümkün kılabilir.
Nihayet, mecburi sendikacılığa karşı, ferdî hürriyetlerin ihlâl edildiğini ileri sürenlere bildirmek gerekir ki, bugün ülkemizde anayasal ve kanuni düzenlemeye tâbi olan birçok meslek kuruluşları teklik ve mecburilik esasına dayanmaktadır. Gerçekten avukatların bağlı oldukları barolar, tabiblerin kayıt oldukları ta-bib odaları, mimar ve mühendislerin, esnafın, tüccar ve sanayicinin, çiftçinin tâbi oldukları odalar, birer meslek kuruluşudur ve bunlar rakipsiz tek kuruluş oldukları gibi, bu meslekte çalışmak isteyenlerin ilgili kuruluşa kayıt olmak mecburiyeti vardır. Aksi halde bunlar, bağlı oldukları dalda mesleklerini icra edemezler. Şimdi, bir avukat, bir tabib, bir mimar veya mühendis, bir tüccar, bir sanayici, bir esnaf veya çiftçi kendi dalındaki tek kuruluşa girmek mecburiyetinde olsun ve bunlar söz konusu olduğunda ferdî hürriyetlerin ihlâli itirazı ileri sürülmesin, bu takdirde bütün hürriyetçiler gözlerini kapasınlar, ama yaşamak için emeğinden başka hiç bir şeyi olmıyan fakir, zavallı bir işçinin sendikasının tek ve mecburî olması istendiği zaman, «hür riyetler elden gidiyor» yaygarası koparıl-sın. Olmaz öyle şey. Hürriyet tektir ve bütün çalışanlar, hattâ insanlar için aynıdır. Tek ve mecburî kuruluş ya bütün meslek dallarında, bu arada özellikle işçiler için de uygulanır, ya da hepsi ihtiyarî olur.
Bu anormallik nereden geliyor? Bize göre. Anayasamıza ve kanunlarımıza damgasını vuran liberal - kapitalist anlayıştan. Bilindiği üzere liberal - kapitalist doktrin, patronlar sınıfının doktrinidir. Zengin ve egemen sınıfları korur. Fakirlere İse sosyal adalet sözcüğünün zırhı içinde sırt çevirir. Milliyetçi - toplumcu doktrin Türk milletini meydana getiren bütün fertlerin ve kategorilerin millî dev let felsefesini kurduğu için, bu doktrin ve devlette eşit uygulama, eşit hak ve görev vardır. Bu itibarla tek ve mecburî sendikacılık muhakkak surette kurulmalı, meslekler arası adalet tesis olunmalıdır.
i
'
• *
DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 9
II Sendikaların Ekonomik
UJ.<jj
Kalkınma Rolü Milliyetçi - toplumcu doktrinde İşçi
sendikaları sadece mesleği temsil ve teşkilâtlandıran bir kuruluş değildir. Bu doktrinde sendikalar aynı zamanda ekonomik kalkınmanın, millî üretim ve gelir dağılımının en organize güçlerinden birini teşkil etmektedir. Bu itibarla sendikaların ekonomik kalkınmamızdaki fonksiyonuna da kısaca temasta fayda vardır.
1. EKONOMİK KALKINMA VE İŞÇİ SENDİKALARI
Fert başına düşen millî gelirin devamlı ve reel olarak artmasına iktisadî kalkınma adı verilir. Şu halde bir ülkede ekonomik kalkınmadan bahsedebilmek
için, millî gelirin devamlı ve reel olarak artması gerekmektedir. Millî gelir, (bir ülkede bir yıllık faaliyet sonunda üretilen mal ve hizmetler toplamının para ile ifadesidir. Millî gelirin artabilmesi için, mal ve hizmet üretiminin çoğalması gerekir. Bunun için de mal ve hizmet üreten araçlara ihtiyaç vardır. Mal ve hizmet üreten araçlara, üretim araçları, kısaca sermaye adı verilir. Şu halde kalkınma, herşeyden önce bir sermaye meselesidir. Sermayenin temini ise, sermaye birikimine lüzum gösterir. Sermaye birikimi (kapital formasyonu, sermaye teşkili, terakümü) demek, üretilmiş üretim araçlarının meydana getirilmesi demektir. Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin, az gelişmişlik vasıfları, yeter derecede sermaye birikimine sahip olmamalarından ileri gelmektedir. Sermaye, mal ve hizmet istihsal eden üretim araçları olduğuna göre, sermaye birikimini gerçekleştirebilmek için, makine ve kalkınma malzemesine ihtiyaç vardır. Ancak, bu makine ve malzeme az gelişmiş ülkelerde yeteri ka dar mevcut olmadığından, bunların dahilde temini çoğu zaman mümkün değildir. Keza, dahilde mevcut olan malzeme ve diğer kalkınma unsurlarını temin edebilmek için de para lâzımdır. İşte kalkınma nın, yani sermaye birikiminin para ile ilgili kısımlarının sağlanmasına finansman adı verilir. Kalkınmanın (sermaye birikiminin) millî parayla çözümlenebilen kısmı iç finansmanı, yabancı parayla (dövizle) hallolabilen kısmı ise dış finansmanı teşkil eder.
Sermaye birikimi birbirinden ayrı iki unsurdan ibarettir. Bunlar tasarruf ve yatırım unsurlarıdır. Sadece tasarrufla sermaye yaratılamaz. Sermaye birikimin gerçekleşmesi için, tasarrufun üretim mallarına tahsisi gerekir. Gelirin, istihlâk edilmiyen (tüketilmiyen) kısmı tasarrufu meydana getirir. Meselâ 500 lira geliri olan bir kimse bunun 300 lirasını harca-mayıp bir tarafa ayırmışsa, 300 liralık tasarruf etmiş olur. Tasarruf, ihtiyarî tasarruf, cebrî tasarruf olmak üzere ikiye ayrılır. Ferdin kendi gönlüyle yaptığı tasarruf, ihtiyarî tasarruftur. Devlet baskı ve müdahalesiyle yapılan tasarruf ise, mecburî tasarrufu teşkil eder
Sermaye birikiminin ikinci önemli unsuru yatırımdır. Yatırım, toplumun sermaye stokundaki safi artıştır. Yatırıma, başka bir deyimle sermayeye dönüştü-rülmiyen tasarruf hiç bir şeye yaramaz. Bu itibarla millî sermayenin — tesisat, teçhizat ve emtia stokunun — artması, tasarruf edilen malın üretimde kullanılmasına ve tasarruf edilen paranın maki-na, yol, liman, barai gibi sermaye mallarının satın alınmasına, dolayısile üretilmesine bağlıdır. Bunun için de, yatırımın tüketim mallarından ziyade dayanıklı üretim malları endüstrisine, yani fabrika ya-Dan fabrikalara yatırılması gerekir.
2. İŞÇİ TASARRUF VE YATIRIM SANDIKLARI
Hukukî organizasyon yönünden tek ve mecburî kuruluşlar haline gelen sendikalar, işkollarında ve dolayısile ülke içinde çalışan bütün işçileri bünyesinde toplıyacaktır. Liberal - kapitalist sendika-lizmin carî olduğu bugünki durumda, Tür kiyede yaklaşık olarak 1,5 milyon sendikalı işçi çalışmaktadır. Tek ve mecburî sendikacılığın carî olacağı milliyetçi • toplumcu sendikalizmde bu rakam en azından 5 milyonu bulacaktır. Zira bugün işçilerin büyük çoğunluğu sendika dışında bulunmaktadır. Kaldı ki, milliyetçi - toplumcu bir kalkınma sonunda büyük çapta endüstrileşme hareketi başlı-yacağından, atıl bulunan veya tarımda çalışan büyük sayıdaki gizli işsizler ordusu da, sanayi işçileri haline gelecektir.
5 milyon işçiden müteşekkil bir işçi tasarruf ve yatırım sandığı kurulacaktır. Bu sandığın kuruluş ve işleyişi esas itibariyle işçilere bırakılacak ve her işçiden ayda aylık ücretiyle orantılı belirli bir meblâğ kesilecektir. Böylece sermaye birikiminin (kalkınmanın) iç finansma nında mecburî bir tasarruf kaynağı temin edilmiş olacaktır.
İşçi Tasarruf ve Yatırım Sandığına ortalama olarak her işçi ayda 50 lira öde-se, 5 milyonluk işçi toplumunda bu meblâğ ayda 250 milyon, yılda ise 3 milyar TL. ya ulaşır.
Ancak bu mecburî tasarruflar, bugün Ordu Yardımlaşma Kurumunda olduğu gibi daha çok sosyal güvenlik ve yardımlaşma - borçlanma İşlerinde kullanılmıyacak, aksine kuruluş^ kanununda yer alan bir hükümle doğrudan doğruya üretim sanayiine yatırılacaktır. Aksi halde, kalkınma işi büyük ölçüde engellenmiş olur. Yatırım cihet ve yerleri işçi sendikaları, devlet ve yeniden kurulacak olan millî plânlama teşkilâtına mensup üyelerden müteşekkil bir komite tarafından tâyin olunacaktır. Böylece yatırımlar doğrudan doğruya dayanıklı sermaye malları sahasına, yani fabrika yapan fabrikalar endüstrisine ka-nalize edilecektir. Bu şekilde kurulan dev tesislerin (üretim araçlarının) mülkiyeti hisse senetleri şeklinde ve ödemiş olduğu meblâğ (tasarruf tutarı) oranında işçilere ait olacaktır. Türk işçisi bir taraftan sermaye birikimine iştirak ederken,
MÜJDE
bir taraftan da büyük demir ve çelik fabrikalarının, petro- kimya tesislerinin, güb re ve çimento fabrikalarının, barajların, limanların sahibi haline gelecektir. Böylece milliyetçi • toplumcu doktrin, kalkınmanın finansmanını temin ederken, liberal - kapitalist doktrinle, markslst-sosyalist doktrinden de kesin surette ayrılacak ve bu doktrinlerden daha millî, da ha emin ve canlı bir kalkınma yolu izli-yecektir. Gerçekten, liberal - ka6italist doktrin sadece işverenleri korur ve onların mülk sahibi olmasını öngörür. Marksist - sosyalist doktrin ise üretim araçlarının mülkiyetini devletleştirmek sure tiyle herkesi malsız mülksüz kılıp, sadece devleti patron yapar. Oysa milliyetçi -toplumcu doktrin bu yolla herkesi, işçiyi ve işvereni sermaye sahibi, mal mülk sahibi yapmaktadır. Mülkiyetin, hürriyetin garantisi olduğu düşünüldüğü takdirde, millî devlet felsefesinin, ferdi hür kılmak için hangi çarelere başvurduğu daha açık bir şekilde anlaşılacaktır.
İşçi üretim araçlarının sahibi ve ortağı olmakla, işyerinin yönetimine katılacak, böylece liberal - kapitalist doktrin de olduğu gibi İşyerinde işçi - işveren, sermaye - emek çatışması ortadan kalkacaktır. Bunun sonunda sınıf kavgaları son bulacak, millî barış doğacaktır. Yönetime katılan işçi, ayrıca işyerini ve işletmenin işleyişini kontrol edeceği için, müşterek sorumluluk yüklenecek ve böylece İşin verimi artacaktır. Diöer taraftan işçi, işletmeye ortak olduğundan, ken dişini mal sahibi hissedecek, emeöin randımanı yükselecek, bunun sonunda millî üretim ve gelir artacak, hem Türk> milleti, hem de bunun bir kesimi olarak işçi ünitesi refaha erecektir. Zira. artan millî gelirden işçi, âdil payını almış olacak, böylece gelir dağılımı ve sosyal ada [et gerçekleşecektir. Bundan doğan diöer bir fayda da, emek ve sermaye israfı önlenecek, lüzumsuz lokavt ve grevler son bulacaktır.
3. İŞÇİ AİDATLARI SOSYAL VE EĞI-t' TİM FONU
Her işçi ayda bir defa olmak üzere sendikasına aidat öder. 5 milyon işçi too iumunda bu miktar ayda 50, yılda 600 milyon TL. yi bulur. Bu fonla bir taranan sendika harcamaları giderilirken diöer taraftan da kanunda belirtilecek belirli bir kısmının işçileri sosyal ve eğitim faaliyetlerine tahsisi öngörülebilir. Bovıe-ce İşçi ve ailesi dinlenme evleri tansıl bursları, işçi okul ve yurtlan kurulabilir.
^ : . ^ . i . ^ . . ~ : ^ • . ; , - — • < * • • . • . . : . . • . . . . . . . - ; : :•• : : . : . v x
Ali Demirel'in serveti 48 mîîvonmus Gelin bir hesap yapalım :
1 — a) 48 milyon madenî lira üst üste konursa 96 kilometre eder. Yani atmosfer yüksekliğidir.
b) Tartarsak 384.000 kilo eder ki, 39 adet kamyon yüküdür.
2 — Bunları beşerlik kâğıt liraya çevirirsek : a) Ucuca dizerek 1270 kilometrelik bir uzunluk
elde ederiz ki, takriben ANKARA - VAN arasıdır. b) Yanyana serersek; 72.700 metrekarelik yer
kaplarlar ki, buda Ankara Gençlik Parkı kadardır. c) Üst üste koyarsak 3200 metrelik bir seviye
elde ederiz ki, bu da Ağrı dağının yerden yüksekliği kadardır.
3 — Ayrıca, 350 lira aylıklı memurlardan 137.143 kişinin bir aylık maaşını ödeme imkânını buluruz.
Zenginin parası züğürdün çenesini yorar diye kalem aşındırmış değiliz. Maksadımız memurlara, dar gelirlilere, emeklilere, dul ve yetimlere ümit vermektir.
S. Ali DEMİREL 1961 de (450) lira aylıklı bir kişi idi.
Bugün sıkıntı çekenler üzülmeyin, ağabeyinizin başvekilliğini sağlayın. Haa az daha unutuyorduk ağa beyinize ezberletmeyi unutmayın ki. bu servetin men baını soran olursa «Kardeşlerim akıllıdır» diye cevap verebilsin.
ı
3
1
mmmm ** :, «A L tw>u*^ * s *r.z& z,ır-ı m~ ~z: « •MHMMKr
PEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 10
•* • " — — *
DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER »
ECEVIT VE
ALMANYA •Bozuk Düzen, Aşama, Toy
/ak Reformu» lâflarının mucidi Ve naşiri Bülent Ecevlt Türkiye'ye tatbik ederek saadete kavuşturduğu hapını reklâm etmek İçin bir sûre Almanya'da dolaştı ve müessir bir kampanyaya girişti. Yakında bu formülle jki Almanya'nın birleşeceği söylendi. Fakat tam bu •ırada Ecevit ağzından bir DOĞA KANUNU lâfını kaçırdı ve nizamperver olan Alman mil letinin pabucuna da suyu kaçırmış oldu.
Devrim Stratejisi Küfür Taktiği
5 Ocak Salı günü Orta Doğu Teknik Önlversltesi'nde tüm devrimciler toplandı. ODTÜ Sosyal Demokrasi Derneği'nin düzenlediği ve Kânlara göre De nlz Baykal (CHP), Turan Güneş (CHP), Mihri Belli (Gizi) TİP'çi), Doğan Avcıoğlu (?), Sadun Aren (Legal TİP'çi) ve Mümtaz Soysai'ın katılacağı ve AH Gevgill'nln yöneteceği «Dev dm Stratejisi» konulu bir açık Oturum yapılacaktı.
Oturumun yapılacağı salonu •rayanlar «Yuh», «Oportünist» çığlıklarını ve ıslık seslerini takip ederek «devinim» mahallini kolayca buldular. Dinleyiciler yukarıda saydığımız sıfatlarla konuşmacıları taktim ettikten sonra mikrofonu Ali Gevgili aldı ve bir «kez» de o taktim ett i . İlân edilen kadrodan ancak Baykal, Güneş ve Aren'in geldiği, diğerlerinin grip olduğu an laşıldt. Mihri Belli yerine asistan Seyhan (Say) Erdoğdu'yu göndermişti.
AJANLAR VE AJAN
ÇOCUKLARI
Açık oturum ve küfürleşme JJ,5 saat devam etti. Konuşmacıların tümü de «diyalektik ma teryalizm» ustası olduklarına Ve bu «bilimsel» felsefe ile ya ftılamtyacaklarına ve sosyalist •İmaları hasebiyle yalan söy-lîyemiyeceklerlne göre nasıl Olup da taban tabana zıt «gerçek» lere vardıklarını bir türlü •nlıyamadık. Sıra Sadun Aren'e «gelince arka taraflardan «Ajan!» •esleri yükseldi. Mikrofonu kapan Aren «Ajan senin babandır!» diye mukabele etti. Bu açıklamaları salondaki milliyetçiler telifçi bir zihniyetle karşıladılar. Ancak Aren'in ve muhatabının pederinin hangi milletin •janı olduklarını belirtmemeleri meselenin tam vuzuha kavuş masına mâni oldu.
Özet olarak Aren, Türkiye'nin kapitalist olduğunu, önümüz deki aşamanın ve kullanılması gereken sloganın «Sosyalist Türkiye» olduğunu, Erdoğdu aşa manın «Millî Demokratik Devrim» ve sloganın da «Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye», CHP'liler İse aşamanın «Bağımsız endüstri toplumu» ve sloganın «Bütün solcuların iktidarı» olması gerekti ğini savundular. Ancak CHP İllerin «Bütün solcular» a Paşanın «Sol haytalar» ını da katıp katmadıkları anlaşılamadı.
İlk 20 şer dakikalık turlar tamamlanıp İkinci 20 dakikalara geçildiğinde Erdoğdu'ya bir soru soruldu : «Parlâmento gerici, demokrasi Filipin tipi, sandıktan çıkamayız, peki iktidara nasıl geleceğiz?» Erdoğmuş bu 80 ruyu cevaplandırıra mahkemeye düşeceğini söyliyerek soru yu cevaplandırdı. Sadun Aren, TlP'in gittikçe arınıp devrimi yapacağını ve şimdiye kadarkl mücadelenin de neticelerinin artık sınıf esasına dayanan par t i kurulabiliyor. 141, 142 var ama yaptığımız mücadele ile bunları İşlemez hale getirdik.» dedi. Acaba sayın savcılarımız bu konuda ne düşünürler? Aren devamla: «Baskı var deniliyor. O kadar olacak. En serbest memleketlerde bile (sosyalizm) baskı altındadır. Adam 70 yaşı* na gelir profesör olamaz. Neden? Çünkü Komünist Partisine kayıtlıdır.» diyerek «sosya llzm» den ne kastettiklerini açık lamış oldu.
AŞAĞILIK HERİF
Bu arada etraf yine kanv. ve «Aşağılık herif» diye bağıran bir grup Aren'in üstüne, başka bir grup da onların üstüne yürüdü. Proleter devrimci Seyhan Erdoğmuş hemen ayağa kalkarak sert emirler vermeğe başladı. Araya girenler grupları ayır di. Bayan Seyhan az önce kendilerinin en disiplinli sosyalistler olduklarını söylemişti. Bu sözün ispatı için zamanın geldiğine karar vermiş olacak ki salonun arka tarafından önlere kadar gelmiş olan Belll'cllere dönerek «Bu grup yukarı!» emri ni verdi. Ve kimse yerinden kıpırdamadı.
HAMAMDA ŞARKİ
SÖYLEYENLER
Turan Güneş'in konuşması na vayı biraz yatıştırdı. Güneş özet le «Arkadaşlar, burada biz Dizeyiz. Açık konuşaılm. TİP'de İşçi yok. CHP topraksız köylüyü savunuyor. Halbuki bizde de top* raksız köylü yok. Biz hamamda şarkı söyleyip kendi sesimiz] kendimiz beğeniyoruz. Hepimiz küçük burjuvayız.» dedi.
Her an devam eden küfür ve ıslık korosu konuşmaları İşitilmeyecek hale soktukça dinleme yi bırakıp salonu seyredenler ilgi çekici bir manzarayla karşılaşıyorlardı. Her 5 - 10 sosyalistten biri kör, topal veya çolak! Bu noktanın açıklanmasını pslkîyatrlstlere bırakıyoruz.
GERÇEK DEMOKRASİ "G İKİ AÇIK OTURUM
Oturumu takip eden milliyetçilerin düşünceleri, İster İstemez bir başka açık oturuma. Türk Ocakları Gençlik Kolları'-nın geçen hafta «Ortak Pazar» konusunda tertipledikleri toplantıya gidiyordu. Oradakilerin hepsi sağcı da değildi. Sosyalist Türkkaya Ataöv, ortak pazarı savunan Osman Okyar ve mililyetçi Sabahattin Zaim konuşmuşlardı. Ve tıklım tıklım salonda «Yuh», «Oportünist», «Aşağılık», «Ajan» küfürleşmeleri bir tarafa, lehte alkışlar bile tenkitçi bakışları celbetmiş-tl. Acaba bu açık oturum milliyetçi bir topluluğun değil de sosyalistlerin önünde yapılabilir miydi?
Sosyalistler disiplinli imiş, «Gerçekten demokratik» miş. Akıllara Lln Yutang'ın bir sözü geliyor. «Evet, sosyalist yalan söylemez. Bu doğrudur. Ancak söyledikleri kelimelerden ne kas tettiklerini bilmeniz gerekir.» Acaba «Disiplin» ve «Demokra si» ne demek?.
KIBRIS VE AKTİF
-
POLİTİKA Bilindiği gibi Kıbrıs meselesi
siyasî hayatımızı bir dış mesele olarak uzun zamandır doldur maktadır. Türkiye'de hükümetler değişmiş, partiler değişmiş, ihtilâl bite olmuş fakat Kıbrıs meselesi dalma var olmuştur. Kıbrıslı Rumların insanî ölçülere sığmayan davranışlarına kar şı bile gereken tarzda cevap verilmesi mümkün iken bir türlü bu cevap verilmemiş, Türklere karşı girişilen bir katliam hareketine yapılan müdahale de tamamlanmadan durdurulmuştur. Hattâ, Türk Ordusunun tarihi geleneğine aykırı bir gelişme gösteren bu mesele; eğitim görmüş ve savaş için hazır lanmış bir kuvvetin değil sivil halkımızın bile sabrını taşırmıştır. Türk hariciyesinin diplomasi alanında gösterdiği gevşeklik tamiri imkânsız hatalara sebep olmuş, bu yüzden askerî alanda alınacak tedbirlerin de yeter siz kalması sonucunu doğurmuştur. Kıbrıs'da bulunan ırkdaşlarımızın Anavatan'a karşı gösterdikleri itimatsızlık bir bakıma bu davranışların sonucu olmuştur. Oysa Kıbrıs, bizim İçin orada yaşayan ve uzun zaman ihmâl edilmiş bulunan, bu yüzden de azınlık hale düşûrüi müş kitlenin meselesi değildir. Kıbrıs, en azından bin yıllık mücadelenin devamıdır, ora da tek canlı kalmamış olsa bile, bizim için bir Kıbrıs meselesi mevcuttur. Bugünün şartlarında incelediğimiz zaman bl le, bizim İçin en hafifinden bir istiklâl meselesi durumundadır.
Dünya barışını korumak endi şesl uzun müddet Türk milletini imha anlamı taşımamalıdır. Zira tarihî geleneğimiz olarak anlaşmalara gösterdiğimiz bağ-,
lılık, yakın ve uzak dostlarımız hattâ bütün dünya milletleri, ta rafından yanlış anlaşılma tema-yülündedir. İşin daha kötü tarafı bu anlaşmaların tek taraflı uygulandığını gösteren örneklerin çoğalmasıdır. Kıbrıs konusu Türk dahilî siyasetinde maalesef koz olarak da kullanılmıştır. Bir iki siyasî teşekkül hariç diğer partilerin konuya gereken önemi vermemiş olmaları iktidarlara bu yola gitme cesaretini bahsetmiştir.
Bu mesele Yunan entrikacılarının oynadıkları oyunları örnek alarak milletin ve Kıbrıslı Türklerin duygularını İstismar etme meselesi sert ikazlara sebep ol muştur. Fakat her nedense bir türlü aktif politika yapılmamıştır. Bilhassa MHP nin yaptığı uyarmalar Kıbrıs konusunu en İyi bilen bir parti olarak dikkatle üzerinde durulmalıdır.
Aşağıda okuyacağınız bildiri ODTÜ Ülkü Ocağı tarafından neşredilmiş ve hükümeti aktif politikaya davet etmektedir.
«ODTÜ'Lİ ARKADAŞ,
Dünya Türklüğü ızdırap içinde. Türkler Kıbrıs'ta, Batı Trakya'da, Kerkük'te, Kırım'da, Azer baycan'da, Türkistan'da, İdil -Uralda ve Türkler Anadoluda 70 milyon Türk esaret altında. Bu günler çok sürmeyecek. Türklerin büyük Türklyesi mutlaka kurulacaktır. Türk'ün bulunduğu her yer Türk'ün vatanıdır. Kıbrıs haftası dolayısiyle sizlere milliyetçi • toplumcuların Kıbrıs görüşünü açıklamayı millî bir ödev sayıyoruz.
Milletleri yaşatan, İlerleten, yükselten kuvvetler miil! ülkülerdir. Kıbrıs meselesinin bugüne kadar çözümlenememesinin tek sebebi takip edilmekte olan, milli ülküden yoksun ve haysiyetsiz dış politika anlayışıdır. Yunanistan megola-idea peşinde yabancı ülkelerin topraklarına göz dikmiş ve bunun Kıbrısta yaptığı hareketlerle or taya koymuştur. Biz Türklefn kendi vatanında, kendi bayrakları altında bağımsız olarak yaşamasını istiyoruz. Millî ülkümüz dünya Türklüğünü birleştir mek ve milletlerin en ön safında yer almasını temin etmektir.
Kıbrıs'ın Türk milletinin öz malı olması yanında Türkiye için jeopolitik yönden de önemi açıkça görünmektedir. Asırların ihmaline uğramış bu meselenin halledilmesi için; dünya çapında geniş, pilânlı ve İlmi bir propagandanın yanında diplomasi faaliyetine girişilmell-dir. Bu faaliyetlerin yürütülebilmesi için adada kuvvet dengesinin sağlanması şarttır. Bugün
adada Yunanistan'ın NATO si* lâhlarıyla donatılmış askerî kuv veti kendi topraklarından 700 mil uzakta, Kıbrısta bulunmakta dır. Kuvvet dengesinin sağlanabilmesi İçin Türkiyenin en az onlarınki kadar bir kuvvet adaya çıkarması ve fiili durum yaratması lâzımdır.
Tekrar ediyoruz
Kıbrıs meselesi 120 bin Tür kün değil, bütün Türklerin meşe leşidir.»
TANRI TÜRKÜ KORUSUN ODTÜ ÜLKÜ OCAĞİ
HAŞHAŞ YE
BAĞIMSIZLIK Hafta İçinde gazeteler ABD'nln
Türkiye'de afyon üretiminin yasaklanmasını isteğini yazdılar. Bu afyon konusunda ABD'nin yaptığı ikinci çıkış. Türkiye afyon ekimini yasaklarsa Amerl-ka'dakl eroin problemi büyük çapta ortadan kalkacakmış. Dış işleri yetkililerimiz de ani bir yasaklamanın başka gelir kaynağı olmıyan fakir köylü İçin yıkım olacağını savunarak meşe leyi geçiştirmeğe çalışıyorlar. Yetkililer, Demlrel zihniyetinin yetkilileri olunca İçişlerimize ve millî bağımsızlığımıza ou derece açık bir tecavüze verilen cevap herhalde «fakir köylü» hikâyesinden daha ciddî ola mazdı. Bilindiği çvibl afyon Türkiye'nin önemli bir gelir kaynağıdır ve hiçbir ülkenin diğerine şunu ek, şunu ekme demeğe hakkı yoktur. Millî şuur, millî cesaret ve bağımsızlığın şovenizmle eş manâlı olduğu kafalar dan muhakkak ki bu terbiyesizliğe verilmesi gereken tokat nl teliğindekl cevap beklenemezdi.
Haşhaş ancak birkaç iradesiz ve Amerikan hippisi İçin zararlı olmaktadır. Bunun yanında afyonun tıbba ve her şeyden önce Türkiye ekonomisine faydası bü yüktür. ABD'nln bu durumda hakkı olan tek hareket emniyet teşkilâtını biraz daha zan» mete sokarak hippilerini kontro le almasıdır. Bizim ABD'ye karşı teklifimiz: «Soya hikâyesin-deki gibi ekonomimiz ve içişlerimizle uğraşmayı bırakın ve zararından başka bir özelliği olmayan hippi üretiminizi yasaklayın lütfen. Bizi ve bütün dünyayı zehirliyorlar da...»
HASANA MEKTUPLAR «MEKTUP YAZDIM HASAN/
HA HASANA, HA SANA.»
İSTEME ADRES! : p. K. 284
BAKANLİKLAR — ANKARA
Fiatı: 6 TL. (Posta pulu gönderilmesi rica olunur)
DEVLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: f I
TÜRK TARİHİNİM MESELELERİ Bütün medenî milletler kendi tarihleri hakkında
son ve kesin kararı vermişlerdir. Yani, tarihlerinin nereden başladığını, hangi çağlara bölündüğünü, kimlerin kendi tarihlerine mal edilmiş olduğunu bilirler ve tarihlerini dolduran insanların adlarının har* gi imlâ He yazılacağı hususunda değişmez kanaatla-ra maliktirler. Bize gelince, her hususta olduğu gir bi. tarihimizi anlayış konusunda da acıklı bir kargaşalık içinde bulunuyoruz. Tarihimizin nereden başladığı hakkında ortak bir fikrimiz yoktur. Tarihimizin bölündüğü devirler, herkesin keyfine göre değişmektedir Bazılarının millî kahraman saydığı şahsiyetler, diğerleri tarafından millî düşman sayılıyor: Cengiz Han gibi. Tarihe mal olmuş kahramanların ve şahsiyetlerin adlarını yazmak hususunda da aramızda birlik bulunmuyor. Meşrutiyetten sonra karışmaya başlayan tarih sistemi, cumhuriyetten sonra tamamen bozuldu ve Tarih Kurumu'nun ilk çalışmaları ile de bugünkü acıklı halini aldı.
Halbuki, eskiden tarih anlayışımız oldukça düzgün ve istikrarlı idi : Eski tarihimiz, efsanevî Oğuz Han ile başlatılır. Selçuklular ve Cengiz ile bitirilirdi Cengiz, Müslüman olmadığı için bazan lânetlen-se bile çok defa kendisinden ve hele çocuklarından sayen Üe bahsolunurdu
Türkiye tarihi ise Anadolu Selçukluları hakkındaki kısa bir başlangıçtan sonra hemen Osmanlılara geçmekle devam ettirilir. Anadolu'nun öteki beğ-liklerinden ve özellikle bunların büyük olanlarından Türkiye'nin bir bölümünün meşru hükümetleri olarak bahsedilir, beğleri saygı ile anılırdı. Anadolu beğliklerinin gayrımeşru sayılması hakkındaki telâkki Fatih'ten sonra başlamıştır.
Hiç şüphesiz, bu tarih telâkkisi ilmî değildi. Fakat umum tarafından kabul olunmuştu. Yani tarihi anlayışımızda bir kanun vardı. Kanun, ne de olsa, kanunsuzluktan iyi olduğu için, o zamanki kıt bilgilerle kabul edilen tarih sistemi, bugünkü gelişmiş bilgilerimiz arasındaki şuursuz kargaşalıktan daha doğru idi.
Türk tarihinin, bugünkü, halli hemen gerekli ve pek de güç olmayan meselelerinden bir kısmı şun-'ardır:
A) TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI MESELESİ: Bugünkü tarih kitaplarında Türk tarihi umumi
yetle Hunlardan, yani Orta Asya Hunlarından başlatılmaktadır. Fakat, bu başlangıcı tanımayan tarihçiler de vardır. Bazıları, Türk tarihinin VI. Yüzyılda Gök Türklerden başlaması gerektiğini söyledikleri gibi, diğer bazıları da Hunlardan daha önceki zamanlarda. Sakalar çağında başlaması fikrini gütmektedir. Hattâ son zamanlarda değerli tarih bilgini Prof. Zeki Velidi Togan, Türkistan'da Sakalardan önce yaşayan ve Milâttan önce 1200-800 aralarındaki varlıkları tesbit olunan Şu veya Çu adındaki kavmin ilk Türkler olduğunu iddia etmektedir. Şu veya Çu -lardan daha önceki Sümer'lerin de Türk olduğu veya aralarında Türkler bulunduğu hakkında bazı ciddî ilim adamlarının fikir, nazariye ve iddiaları vardır. Bütün bu karşı fikirlerin bir sonuca bağlanması, ancak ilmî bir tarih kurultayının ciddî ve uzun tartışmalar sonundaki kararı ile mümkün olabilir. Belki bazı meselelerin çözülmesi için, bugünkü tarih bilgisi yetmez. Fakat ne de olsa İşler bir prensibe bağ lanır ve önüne gelenin Türk tarihine ayrı bir başlangıç çizmesi gibi korkunç bir olayın önüne geçilir. Bu yapılmazsa, Türk dünyasında birbirine aykırı nazariyeler ve fikirler doğacak ve aralarında gittikçe büyüyen ve soysuzlaşan tartışmalarla belki de milletin aydınları birbirine düşman iki veya üç takıma bölünecektir. Millet, bir çok unsurlarla birlikte, or-tak tarihin de mahsulü ve sonucu olduğuna göre. ortak tarih telâkkisi olmayan insanların bir millet ha tinde toplu yaşamaları manevî bir rahatsızlık doğuracak ve uzak gelecek için fesat tohumları atılmış olacaktır.
B) TÜRK TARİHİNİN KADROSU MESELESİ: Türk tarihinin başlangıcındaki anlaşmazlık, Türk
.jrihinin kadrosu hakkında da anlaşmazlık demek ol makta beraber, daha sonraki çağlarda kimlerin Türk tarihine sokulacağı meselesi bütün çapraşıklığı ile karşımızda durmaktadır. Meselâ. Karahıtaylar'ın Türkistan'da hâkimiyeti zamanını Türk tarihinin bir devri gibi kabul etmek doğru mudur? Yoksa Karahıtay-lar Moğol oldukları İçin bu devir bir yabancı hâkimiyeti devri midir? Yahut Gazneliler devleti Türk tarihi kadrosuna girer mi, yoksa yabancı halkın oturduğu yerlerde hâkim oldukları için bunların millî kadrodan çıkarılması mı gerekir? Hangi Türklerin
tarihi ana vatan tarihidir ve hangilerininki sömürge veya sadece hanedan tarihi olarak göz önüne alınmalıdır? Bunlar Türk tarihinin ciddî meseleleridir ve henüz hallolunup kesin bir sonuca varılmış değildir.
Türk tarihinin kadrosu konuşulurken akla gelecek en mühim meselelerden biri Cengiz ve Temir'-İn millî tarihin kahramanları mı, yoksa ırkımızın düş manian mı olduğunun tesbitidir. Çünkü bu İki mühim şahsiyet hakkında bizim tarihçilerimiz ortak kanaat sahibi değildir. Bir kısım tarihçiler bu iki şahsı Türk sayıyorlar ve onların yarattığı vakalar ve kurdukları devletleri Türk tarihi kadrosuna sokuyorlar. Bazı tarihçiler İse tamamiyle aksini savunuyorlar. Onlara göre Cengiz ve Temir Türk değildir; Moğol veya Tatardır. İkisi de ırkî düşmanlarımızdır. Tarihçilerimizden birisi ise Çengiz'I yabancı, Temir'i Türk sayıyor. Aynı milletin tarihçileri arasındaki bu büyük fikir ayrılığı ve görüş farkı, hiçbir millette eşi gösterilemeyecek bir millî anarşidir. Çünkü mesele belirli şahısların iyi mi. kötü mü; büyük mü. küçük mü olduğu meselesi değil, doğrudan doğruya millî tarihe mal edilip edilemeyeceği meselesidir. Bu anlaşmazlıklar Türk tarihinin başlangıcına, mitoloil ile karışık çağlarına ait olsaydı, bir dereceye kadar hoş karşılanabilirdi. Fakat XIII. ve XIV. yüzyıllarda yaşamış olan şahıslar üzerindeki bu fikir kargaşalığı, millî şuurun henüz gereğince uyanmamış olduğunu gösterir. Bu zıt kanaatlardan. hiç şüphesiz, bir tanesi doğru, diğerleri yanlıştır. Yakın geçmişteki en bü yük ana meseleler üzerinde doğruyu bulup çıkaramamak ise tarih belgelerinin eksikliğini değil, tarihî ve millî şuurun azlığını veya yokluğunu gösterir.
C) TÜRK TARİHİNİN ÇAĞLARI MESELESİ ? Tarihin İlkçağ. Ortaçağ gibi devirlere ayrılma-
«ttitn pek indî olduğu artık anlaşılmıştır. Çünkü bu ayrılışlar bütün İnsanlığa göre değil, bir kıta veya bir kısım milletlere göre yapılmıştır. Taş devri, maden devri nasıl bütün kavimlerde aynı zamanlarda başlamıyorsa; Ortaçağ. Yeniçağ gibi zamanlar da (eğer fikir hayatındaki tekâmül merhalelerini göstermek için kullanılıyorsa) bütün milletlerde aynı devri gösteremez. Eski Türk tarihini, İlkçağda Türk tarihi. Ortaçağda Türk tarihi diye bölümlere avır-mak ilmî değildir. Batı Avrupa'nın kendisine göre yaptığı bir sınıflandırmam WKI..".I,X.,.".„0 num4r elbet te doğru olmaz
Tarihimizi millî goruşc *~ w > uıuurma teşebbüsü şimdiye kadar yalnız Dr. Rıza Nur ile Prof. Zeki Velidi Togan tarafından yapılmıştır. Rıza Nur, Türk tarihini «Eski Türk Tarihi» (=Türe ve Yasa Devri = Millî Devir). «Yeni Türk Tarihi (=Müslümanlık DevriBBDinî Devir) ve «Taze Türk Tarihi» (=Yeniden Doğuş ve Uyanma=ikinci Millî Devir) olarak başlıca üç çağa ayırdığı gibi Zeki Velidi Togan da XVI. Yüzyıl ortasına kadar İlerleme ve yükselme çağı. Birinci Cihan Savaşı sonuna kadar gerileme ve çökme çağı ve Birinci Cihan Savaşından sonra da üçüncü bir çağ olmak üzere üç anacağa bölmektedir. Fakat bu iki sınıflandırma kimse tarafından dikkate alınmamıştır.
Ç) ADLARIN İMLÂSI MESELESİ: Türk tarihindeki bir takım özel adların belli bir in
»âya malik olmayışı da mîllî ayıplarımızdan biridir. XIII. yüzyıl kahramanının adı Cengiz mi. Çingiz mi. Cengiz mi? Sonra Temir mi, Temür mü, Timur mu? Tıpkı bunlar gibi prens unvanı olan kelime «tigin» mi? Tekin mi? Karahanlı kahramanının adı Buğra mı, Boğ-ra mı yazılmak gerek? Bu fikrî kararsızlıklar birçok yanlışlara yol açıyor. Bir yanlışın nasıl kökleştigl-ne en güzel örnek. Gök Türklerin İlk kağanı Bumun veya Bumın'ın adında görülmektedir. Eski harflerle yazıldığı zaman «ı» ve «i» farkı belli olmadığı İçin yeni harflerden sonra bu kağanın adı Bumin şeklinde yazılmış ve tarih kitaplarına, piyeslere, soyadla-rına kadar bu yanlış şekliyle girip yerleşmiştir.
Görülüyor ki. tarihimizi anlayış ve ele alış tarzımız karışıklık içindedir. Bu karışıklığın içinden ne şahıslar, ne de özel teşekküller çıkamaz. Bu karışıklığı önlemek İçin resmî bir teşekkül lâzımdır. Böyle resmî bir teşekkül, Türk tarihinin meselelerini karara bağlamak için bir kurultay toplamalı ve kurultayda meseleler ilmî açıdan ele alınarak değer lendirilmeli ve tartışılmalı, karşılıklı iddialar basılarak umumî efkâra sunulmalıdır. Ancak, millî ve ilmî fikrîn hâkim olacağı böyle bir kurultaydır ki, Türk tarihinin meselelerine bir çözüm yolu bulabilir.
•MEYLET * 12 OCAK 1970 * SAYFA: 12
1
ROMANTİZME DAİR
H AZAP TOPRAKLARI» Aşk imiş her ne varsa alemoo ilim bir kil'ü kal imiş ancak.
Gençlerin, hattâ benim yaşımdakilerin bile ağzından, romantizmi küçümseyen sözler işitiliyor. Alt yapı bezirganlarının kesif propagandası, ciddî edalı, çok sürümlü gazetelerin köşesinden âlimane açılan yaylım ateşi bir çok kimseyi etkiliyor.
Bir iktisattır tutturuldu, o hale geldi ki, iktisattan başka her şey değersizdir. İktisat deyince de, yalnız (marxist) iktisat bilimseldir. Başkaları manâsız lâflardır. Üstelik bu söz kalabalığının propagandacıları da, ya hukukçu, ya gazeteci; yani hiç biri iktisatçı değil, iktisatçıdan başkası doğruyu bilemediğine göre, bu zevat madem ki iktisatçı değiller, o halde sözleri doğru olmak şartından mahrumdur.
Bu günün iktisatçısı, matematikçi olmak zorundadır. Bu propagandacıların kerrat cetvelinden imtihan vermek ihtimali de, kıt gibi gözüküyor. Zira, matematik pür mantık olduğu için, onları safsataya bu kadar saptırmazdı.
Herneyse, iktisat, ticaret ve saire cemiyetin öz yapısını tayin ve tahdit eden unsurlar olamazlar. Zira değişkendirler. Teknik, ulaştırma, coğrafya imkânlarına tabidirler ve nihayet millete hizmet için bir vasıtadırlar. Onu daha kudretli, daha refahlı ve daha hür kılmak için uygulanan unsurlardır. Amma millet bu unsurların meydana getirdiği bir varlık de ğildir ki
Millet değer hükümlerinde ortak olan insanların duyduğu bir mensubiyet şuurudur. Bu şuurun şir ket mensubiyetinden farkı da aşkla, feragatla, fedakârlıkla duyulmasıdır.
Millet özünde bir romantizmi ihtiva eder, bu romantizmi kaldırırsanız millet'te biter. Öküzler alt yapı ilişkilerinde gayet realisttirler. Ekonomik faaliyetlerini ihmal etmezler, aralarında hâkimiyet meselesi de yoktur, birbirleriyle maddî bağları da, hiç bozulmadan ilk günkü gibi devam eder. Birbirlerini sömürmezler de.
İnsan; sever, nefret eder, feragat gösterir, kin 1 duyar, intikam alır. İnsanı insan yapan şey duygula-rındaki farklılık, üstün yapan da, bu duyguların azametidir. Romantizmi inkâr, insanı inkârdır. Romantizmi küçümseyen solcular, bizzat kendi hareketlerinde bile hesapçı Şefik Hüsnü'nün değil, romantik Nazım Hikmet'in meyvalarını topluyorlar. Belki de, bu gücü iyi bildikleri için, milliyetçiliği eritmek mak-sadiyle romantizmi silmeye çabalamaktadırlar.
Fuat Köprülü Türk tarihine romantizmin şevkiyle el uzattığını söyler.
Ay füzesini yapan da, aya ilk ayak basan da ro-mantikdirler.
Kanunî Süleymanı Zivetgâr seferine, ihtiyar ve hasta halde çıkaran, seferde ölmek romantizmidir. Dünyanın en kudretli hükümdarına tek çeşit yemeğini tahta çanakta yediren, Çaldıran'dan Ridaniye'-ye koşturan, Sina Çölünü aştıran romantizmdir.
Sakarya'ya dayanmış düşmanı. Akdenize kadar kovalayan kudret romantizmdir. Bugün solcuların bile tutunmak zorunu duydukları milliyetçi duyguların kudretli varlığı, tabutlukta yatan, aç kalan, işinden olan birkaç kişinin romantizmi sayesindedir.
Millet sevgisinin ışığını, 15-20 yaş arasındaki gençlere, herşeye rağmen, bir ömür boyu tutanlar olmasaydı, hiç bir hareket olamazdı.
Milleti sevmek elbette yetmez, ona hizmet için gereken şartları da haiz olmak lâzımdır. Amma sevgi, (Romantizm) astar boyadır. Onu kaldırırsanız diğerleri kendiliğinden ölür.
Bir de müfrit milliyetçi tabiri var, ne garib söz dür.
Millet için ölmek ve öldürmek mükellefiyette Ölümden öte ne isterler ki, ifrat ola. İsrail'i 2000 yıl sonra Kudüse getirip devlet ya
pan, (Arzı - Mev'ud) Romantizmidir.
İslâm ülkelerinin bu günkü perişanlığı, romantiz-niın tükenmesindendir.
Romantizmi kötülemek ve küçümsemek hainlerin icad edip. aptalların inandığı bir oyundur.
«His, fikrin barutudur» romantik milliyetçiliği, yayan, yaşatan ve yaşayanlar! Bütün mermileri iten /kudret sizin eserinizdir.
Bu, bir romandır. Bir solukta okudum «Azap Top
rakları» nı. Yazarı: Emine Işınsu Okçu arkadaşımız. «Ötüken» yayınları basmış.
Her satırında, doldukça doldum. Kitabın son sayfasını kapadığım zaman, duygularım «yara yara açıldı.» Güneş bunca yaklaşırmıymış insana insanda karşısında eriyip kül olmadan durabilirmiymiş?». Durabiliyoruz işte. Batı Trakya'nın Türk güneşini yaklaştırmış bize yazar. Eriyip kül olmuyoruz. Yanmıyoruz. Kerem gibi değiliz,, çünkü ülkücü tutkularımızda.
İçimden geçenleri, olduğu gibi dökemiyorum kâğıda. Yazamıyorum. Bir türlü patlamıyan, ama fısladıkça fıslayan buhar kazanı gibiyim. Oysa isterdim güm diye İnfilâk edeyim; kelimelerim maddeleşerek. kurmay subaylarımızın, politikacılarımızın, hü kümetin, gençliğin, aydınların yüreklerine otursun. Mitinglerde, sokak eylemlerinde bizim olmayan sloganları çağıranlar; ezilen, horlanan, öz topraklarında işkence gören, umut suzca direnen, Türklük diye toprağa kök salan, Batı Trakya Türklerinin umutsuz kavgalarına, soylu direnişlerine arka çıksınlar isterdim.
«Azap Toprakları» mazlum bir halkın destanıdır. Umutsuz direnişlerinin, yiğitliklerinin, dimdik ayakta ölenlerin boyun eğmeyenlerin şiir dolu öyküsü. Dünyamız böyle mazlumlarla dolu. Hele bîz. Türkler; hele bizler. Koskoca bir imparatorluk çökmüş. Yedi iklim dört bucakta gök bayraklarımız, al sancaklarımız dalgalanmış. Gölgesinde huzur vermişiz insanlara. O huzurla semirip kendini bulanlar, velinimetlerine şimdi hayın lık ediyor. Öldürüyor onları. Yok etmek istiyor.
Osmanlı - Türk İmparatorluğunun topraklarında, öz topraklarımızda serpilip kalmış milletimizin uçları, uç beylerimiz, Batı Trakya'da, Bulgaristan'da, Balkanlarda. Suriye'de karanlık acılara terkedilmiş. «Azap Toprakları» bu karanlık acılarımızın da, yüzümüze şamar gibi inen bir öyküsü.
«Hudutlarımız bize yeter. Kimsenin toprağında gözümüz yok» demişiz. Halepten, Selâniğe kadar olan tabiî hudutlarımız, Ege Denizindeki adalar, kırk mil yakınımızdaki Kıbrıs, şimdi yaban ellerde diye bu topraklar bizim değil mi; Bizden olmayan «kimselerin» mi? ,
Evet mi diyorlar? Bizim dostlar, bu topraklar bi
rim! Hayır mı diyorlar? Öyleyse, «kimsenin toprağında
gözümüz yok» diyenler, bizim topraklarımızı yabana lâyık görenler, şüpheniz olmasın, sıfatları, işgal ettikleri makam ne olursa olsun bilerek veya bilmeyerek hâindir!.
Batı Trakya'yı, Halep'i, Kerkük'ü, Musul'u yabanın toprağı kabul edenler hainlerdir!
Bizim dostlar, bu topraklar bizim! Bu gün değilse yarın, yarın değilse öbürsü gün, sevinç gözyaşları ile kucaklaşacağız, Bekirler. Nazlılar, Selimler, Ak Hocalar, Kâmiller, Aliler, Hâlimeler, Hüseyinlerle. Çünkü onlar, VI. asırda saldığımız ormanın kökleridir! Onlar uçbeylerimizdir! Bu ormanın köklerini sökmek için uğraşıyor topraklarımızın üzerine çöreklenmiş palikaryalar: Yuannisler, Niko'-lar.
Gafili, haini, bilerek veya bilmeyerek Yuannis'Ierle, Nikolarla ortaklık ediyorlar; etle tırnağı, mûslü-manlıkla Türk'lüğü birbirinden koparıp, ayırmak istiyorlar, Papadopulos'*
un azgın cuntası yangına körükle değil, benzinle gidiyor.
Çağımızda bir dram oynanıyor!. Türkün öz topraklarında, kökü kıiv
rutulmak isteniyor! Ankara uyuyor mu? Bilmiyoruz. Belki uyuyor, belki uyumuyor. Ya hariciyemiz. Hiç sorma' ym, çoğu hallerde sağır mı sağır.
Türk uyur uyur da uyanır! Bir uyanırsa pir uyanır! Tam uyanır. Bu, inancımız, yüreğimizdeki ateş olma-' sa yaşayamayız* ki. J
Siz ey umudumuz kurmaylar! >! Siz ey politikacılar!
Siz ey anlamsız eylemler içinde harcanan gençlik! *
Siz ey Türk'ün olmayan üslûpla yazılmış bir bildiriye bilmeden, iv! niyetle, fakat gafletle imza koyan 69 deniz subayı!.
Uyanınız!. Emino Işınsu Okçu'nun Batı
Trakya Türklerinin destan mücadelesinden bize ulaştırdığı mesaja kulak veriniz. Bu mesaj, bir bildiridir, ona koyunuz imzalarınızı. Bu gün için gerçek İNKILAPÇILIK, Türk topraklarını korumak, elimizden alınanları hudutlarımıza katmaktır.
Nasıl ki tarihi seyri içinde, Çelebi Sultan Mehmet'in, Şeyh Bedred-din delâletini tasfiyesi; Millî Kurtuluş Savaşımız soylu bir devrimse; bizim olan topraklara kavuşmak için vereceğimiz savaş bugünün İNKILABIDIR!
Kulağınıza, Türkün bu hayat memat kavgasını «Kafatasçılık» diye f ı sıldayanlar, haindir!.
Turancılık mı diyorlar? Öyle kabul edin; Büyük Türkiye; gerçek hudutlarına kavuşmuş Türkiye diye haykırınız!.
Siz ey yanlışa sürülmüş kardeş* lerim. Siz ey gerçekte bizden ola» dostlar! Uyanınız! Titreyiniz, kendinize dönünüz!. Dünü bugüne, bugün# yarına bağlayınız!. Yüreklerinizi, ha* yecanlarınızı buna göre ayarlayım?^: Titreyiniz! Kendinize dönünüz! Beti Trakya Türk'leri; Kıbrıs Türkleri ve diğer sınır dışı uç beylerimiz, savaşların en soylusunu veriyorlar!. Bizim ataletimize, uyuşukluğumuza rağmen yılmadan, boyun kırmadan, veriyorlar bu savaşı.
«Azap Toprakları», soylu ve bütün gençliğine rağmen büyük yazar olan Emine Işınsu Okçu'nun yürekleri coşturan bir destan denemesidir.
Okuyunuz bu destanı! «Ergene-kon» u alaya almak üzere hazırlık yapan «HO» lu meslekdaşlarım sizler de okuyunuz «Azap Topraklar» ını. Ül-küdaşmız Vasili Vasilikos'un «ölümsüz» ünde anlatılan aşağılık şebekenin, insan haklarına, anlaşmalara rag men Türk'ün uç beylerine giriştikleri katliamı görünüz.
Hiç şüpheniz olmasın Vasili Va-.j silakos'un Z'nini öldürenler, Ak Ho-^ çaları. Aydın Beyleri, Muhsineyi, Matı mut ağayı da kahpece öldüren ay.ıt kamillerdir. Okuyunuz «Azap Toprak:» lan» m ve utanınız, Türk'ün kurtuluş destanı olan Ergenekon'u alaya almak İstediğiniz İçin!.
«Diş diş yediler kemirgenler ümitlerimizi» diyordu Aydın Bey!.
Siz de «Ergenekon» düşmanları «HO» lu meslekdaşlarım, diş diş yemeyin Türk'ün gerçek ERGENEKONU'-nu!..
Okuyunuz, okuyunuz, binlerce defa söylüyorum okuyunuz Emine IŞIN-3
SU OKÇU arkadaşımızın «AZAP TOPRAKLARI» nı!.
Çünkü; «Denizi yara yara giden be ya»
gemilere benziyordu bu yataklar, de*j nizlerî geçtiler ve uykularında nü w * , ler» Ergenekoncularımızl,