Upload
others
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 1
1.5. HİTÂBETİN TARİHÇESİ
1.5.1. İnsanlık Tarihinin Başlangıcında Hitâbet
Kur’ân’a göre, insanlık tarihindeki ilk hatibin Hz. Âdem (s) olduğu bilinmektedir. Zira
o, hem ilk insan hem de ilk peygamberdir.1 Ayrıca Hz. Âdem (s), Yüce Allah (cc) tarafından
kendisine öğretilen varlıkların isimlerini2 de meleklere bildirmiştir.3 Hz. Âdem (s) ve ondan
sonra insanlık ailesine gönderilen bütün peygamberler, tebliğ ve tebyin görevleri nedeniyle
aynı zamanda birer hatiptirler.
1.5.2. Antik Çağda Hitâbet
Tarihte ilk defa para karşılığında hitâbet dersi veren ve bu konuda kitap yazan kişinin
M.Ö. 5. yüzyılda yaşayan Sicilyalı Koraks olduğu ifade edilmektedir. Koraks’tan sonra
öğrencisi Tisias, hocasının prensipleri istikametinde hitâbetle alakalı bir kitap yazmış ve
Lusias, Gorgias ve Isokrates gibi Atina’nın en meşhur hatiplerini yetiştirmiştir. Bu kişiler,
aynı zamanda diyalektiği/cedeli yani “gerçekliği ve onun çelişmelerini incelemeye yarayan
ve bu çelişmeleri aşmayı sağlayan yolları aramayı öngören akıl yürütme yöntemini”4 başarılı
bir şekilde kullanan ve herhangi bir hususta rahatlıkla polemik yapabilen birer sofist olarak
da tanınmaktadırlar. Bu dönemde hitâbetin, bir sanat dalı olmasının yanı sıra iyi gelir getiren
bir meslek olduğu da anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda, Yunan şehir devletinde politikacıların,
temsil ettikleri halkın menfaatlerini koruyabilmeleri adına iyi birer hatip olmaları gerekirdi.
Hatta hatiplik konusunda onları yetiştirmek için hitâbet kursları açılır ve gezgin eğitmenler,
bu alanda kendisini yetiştirmek isteyenlere para karşılığı dersler verirlerdi. Yunan şehir
devleti dönemindeki sofistlerin gayesi, insanlara doğru bilgiyi aktarmak veya onları
aydınlatmak değil, sadece kendi fikirlerini kabul ettirmek ve onları kandırmaktı. Dolayısıyla
onlar, hedeflerini gerçekleştirmek için her türlü kelime oyunlarına başvurur, kavramlar
hakkında tamamen keyfi yorumlar yapar ve kelime ve kavramların anlam dünyasını asli
zemininden uzaklaştırmakta herhangi bir beis görmezlerdi. Bu mantık, zamanla hem
kavram kargaşasına hem de sofistik anlayışın yayılmasına sebep olmuştur.5 Görüldüğü
üzere Antik Yunan’da hitâbet, insanları ihtiyaçları olan herhangi bir konuda aydınlatmak ve
onlara doğru bilgiyi aktarmaktan ziyade bireyleri kandırma, nüfuz elde etme ve böylelikle
para kazanma aracı olarak kullanılmıştır.
1.5.3. Cahiliye Döneminde Hitâbet
Cahiliye döneminde Arapların hitâbeti oldukça önemsedikleri ve meşhur hatipler
yetiştirdikleri bilinmektedir. Ancak, bu dönemdeki edebî ürünler, sözlü kültüre dayalı
olduğundan, onlar hakkında sağlıklı bir bilgi birikimine sahip değiliz. Hatta Taha Huseyn
gibi bazı Müslüman âlimler, Cahiliye şiirine olduğu kadar Cahiliye hitâbetine de şüpheyle
yaklaşmışlar ve bunların Emevîler döneminde üretildiğine dikkat çekmişlerdir. Bu
tereddütlü yaklaşım, herkesin ittifakla kabul ettiği bir durum olmayıp, şu açılardan
1 Kur’ân’da Hz. Âdem (s) kıssasının anlatıldığı âyetler için bkz. Bakara 2/30-39; Âl-i ‘Imrân 3/33-34; A‘râf 7/11-25; Hıcr 15/26-
44; İsrâ 17/61-65; Kehf 18/50; Meryem 19/58; Tâhâ 20/115-127; Sâd 38/71-85. 2 Bakara 2/31.
3 Bakara 2/33.
4 Akalın v.dğr, Türkçe Sözlük, s. 683. 5 Kaya, “Hitâbet”, c. XVIII, s. 156.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 2
eleştirilmektedir: i. Araplara komşu olan ve milattan beş asır önce yaşamış bazı toplumların
edebî metinlere sahip olduklarını kabul edip, milattan beş-altı asır sonra yaşayan bir
toplumun bu türden metinlerden uzak kaldığını düşünmek makul karşılanmamaktadır. ii.
Eksem b. Sayfî gibi bazı Cahiliye hatipleri, Hz. Peygamber’in (s) dönemine yetişmişler ve
Müslüman olmuşlardır. iii. Birçok Cahiliye dönemi hatibinin hutbelerini, Hz. Peygamber (s)
zamanında onların yakınları rivayet etmişlerdir. iv. Bazı kabile hatipleri, Hz. Peygamber’in
(s) huzurunda hitâbette bulunmuşlardır. v. Cahiliye döneminde kabileler arasındaki
mücadele ve rekabetin sözlü hitâbete dayandığı bilinmektedir.6 Bütün bu gerekçeler,
Cahiliye dönemine ait bir hitâbet birikiminin varlığına işarettir ve özellikle Hz. Peygamber’in
(s) huzurunda yapılan konuşmalardan, ilgili dönemin hitâbet özellikleri hakkında bazı
bilgilere ulaşmak mümkündür.
Cahiliye dönemi hitâbe türleri şunlardır:
i. İntikam konuşmaları. En meşhur örneği, Arapları İranlılara karşı savaşa teşvik etmek
için Hânî b. Kabîsa eş-Şeybânî tarafından yapılan etkili konuşmadır.
ii. Arabuluculuk ve barışa davet konuşmaları. En meşhur örneği, Kays b. Hârice tarafından
gerçekleştirilen ve Dâhis ve Gabrâ savaşlarının son bulmasını sağlayan uzun ve ikna edici
konuşmadır.
iii. Hıtbetü’l-İmlâk: Nişan ve düğün törenlerinde yapılan konuşmalar. En meşhur örneği, Hz.
Peygamber’in (s) Hz. Hatice ile evlenmesi sebebiyle Ebû Tâlib’in yaptığı konuşmadır.
iv. Kültürlü ve bilge kişilerin konuşmaları. En meşhur örneği, Kus b. Sâide’nin Ukaz
panayırında yaptığı ve Hz. Peygamber’in (s) de dinlediği rivayet edilen konuşmadır.
v. Taziye ziyaretlerinde yapılan konuşmalar. En meşhur örneği, Eksem b. Sayfî’nin, Amr b.
Hind’in kardeşini taziye için yaptığı konuşmadır.
vı. Ölen kimsenin vasiyetini açıklayan konuşmalar. En meşhur örnekleri, Âmir b. Zarib el-
Advânî ile Eksem b. Sayfî’nin kavimlerine karşı yaptıkları vasiyetlerdir.
vıı. Kâhinlerin, gâibten haber verdiklerini iddia ettikleri seçili sözlerden oluşan hitâbeleri.7 Bu
konuşmalar, sözü güzel söyleme konusunda mahir hatiplerin yaptıkları konuşmaların, birey
ve toplum üzerindeki yadsınamaz etkisini göstermesi bakımından manidardır.
Cahiliye dönemi hitâbeleri şu özelliklere sahiptir:
i. Nikâh ve barış konuşmaları hariç, genellikle kısadır.
ii. Mukaddime ve hâtimeleri yoktur.
iii. Kısa cümlelerden oluşmaktadır.
iv. İrticalen söylenmekte idi.
v. Nikâh hitâbeleri hariç, ayakta, yüksek bir yerde veya binek üzerinde icra edilirdi.
vı. Hatibin kıyafeti düzgün olur, başında sarık, elinde baston, kılıç veya mızrak
bulunurdu.
vıı. Başlıca temaları arasında övgü ve yergi ön plandaydı.
6 Hüseyin Elmalı, “Hitâbet”, DİA, TDV Yay., İstanbul 1998, c. XVIII, s. 158. 7 Elmalı, “Hitâbet”, “c. XVIII, s. 158.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 3
vııı. En meşhur hatipleri arasında Kus b. Sâide ve Eksem b. Sayfî yer almakta idi.8 Bu
özellikler, hem Cahiliye dönemi hitâbeleri hakkında önemli bilgiler aktaran hem de ilgili
dönemin edebî özelliklerini yansıtan bir görünüm arz etmektedir.
1.5.4. İslâmî Dönemde Hitâbet
Bir nesir türü olarak hitâbet, İslâmî dönemde, en başından itibaren gayet verimli bir
gelişme süreci kat etmiş ve bu süreçte hitâbet ve belagat konusunda mahir pek çok insan
yetişmiştir. İslâm’ın ilk yıllarında hitâbet sanatının bu denli gelişmesinin asıl sebebi, Hz.
Peygamber’in (s) insanlara tebliğ ettiği ilâhî mesaja inananlarla inkâr edenler arasında
yaşanan tartışmalarda söz konusu sanata duyulan ihtiyaçtır. İslâm’ın hızlı bir biçimde
yayılması ve Arap dünyasındaki insanların ve onların oluşturduğu toplumların siyasi ve
sosyal açıdan ilerleme kat etmesi de bu sanatın gelişmesinde önemli katkısı olan bir başka
etkendir. Hitâbet, aynı zamanda Hz. Peygamber’in (s), İslâm’ı insanlara tebliğ etmek,
“Muhammedü’l-Emin” vasfıyla onlara güven vermek, onları etkilemek ve ikna etmek için
başvurduğu bir yöntemdir. Bu bağlamda, İslâmî dönemin ilk hitâbet örneği, Hz.
Peygamber’in (s) başlangıçta Safa tepesinde sadece kendi akrabalarına yapmış olduğu ilk
konuşmadır.9
Hz. Peygamber’in (s) hutbeleri, genellikle insanları putperestlikten vazgeçirmeye ve
her türlü Cahiliye anlayışını terk etmeye çağrı, İslâm’a davet, İslâm’ın ve Müslümanların
güzellikleri, insanlara dünya ve ahiret saadetini kazandıracak kulluk anlayışı, cihadın önemi
ve fazileti gibi konulara yoğunlaşmakta idi.10 Bu bağlamda, Hz. Peygamber’den (s)
günümüze intikal eden hitâbe örnekleri arasında, onun Vedâ Haccı sırasında Arafat, Mina ve
Akabe gibi mekânlarda on binlerce Müslümana hitaben irad ettiği Veda hutbelerinin ayrı bir
yeri vardır. Bu hitâbeler için “Hutbetü’l-Vedâ” tabirini kullanan ilk kişi ise, el-Beyân ve’t-
Tebyîn sahibi Câhız’dır.11
İslâmî kaynaklardaki bilgilere göre, Vedâ Hutbesi kapsamında Hz. Peygamber (s) ilk
konuşmasını arefe günü Arafat’ta, ikinci konuşmasını ise, Kurban bayramının birinci günü
Mina’da yapmıştır. Yine aynı kaynaklarda Hz. Peygamber’in (s) bayramın ikinci ve üçüncü
günlerinde de Mina’da insanlara hitap ettiği bilgisi mevcuttur. Hz. Peygamber’in (s) birkaç
yerde yaptığı bu konuşmalarda soru-cevap yöntemini kullanması ve özellikle tebliğ görevini
hakkıyla yerine getirip getirmediği konusunda insanların şahitliklerine başvurması, onun
elçilik görevindeki duyarlılığını gözler önüne sermesi bakımından son derece anlamlıdır. Bu
noktada, Hz. Peygamber’in (s) arzu ettiği şahitliğe orada bulunan bütün inananların “evet”
şeklinde onay vermesi üzerine o, “Tebliğ ettim, Allah’ım! Şahit ol!” ifadesini kullanmıştır.
Hz. Peygamber’in (s), konuşmalarının ardından insanlara tebliğini ulaştırdığını onaylatması,
iletişim kuralları kapsamında ayrı bir önem arz etmektedir. Zira bu durum, onun insanlarla
dinamik, güven veren, kendinden emin, etkileyici, ikna edici ve son derece başarılı bir
iletişim kurduğunun göstergesidir. Bu arada, Veda hutbeleri metinlerindeki bazı
8 Elmalı, “Hitâbet”, “c. XVIII, s. 158. 9 Ahmed Zekî Safvet, Cemheratü Hutabi’l-‘Arab fî ‘Uşûri’l-‘Arabiyyeti’z-Zâhira, Kahire 1962, c. I, s. 147, akt. Elmalı, “Hitâbet”,
“c. XVIII, ss. 158-159. 10 Elmalı, “Hitâbet”, “c. XVIII, s. 159. 11 Bünyamin Erul, “Vedâ Hutbesi”, DİA, TDV Yay., İstanbul 2012, c. XLII, s. 591.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 4
farklılıkların, bahsi geçen hutbelerin mana ile rivayet edilmesinden, râvî tasarruflarından ve
mezhep faktöründen kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in (s),
ümmetine miras olarak bıraktığını ifade ettiği şeyin kaynaklarda, “Kur’ân”, “Kur’ân ve
Sünnet” veya “Kur’ân ve Ehli Beyt” şeklinde üç farklı biçimde zikredilmesi de ancak bu
şekilde açıklanabilir. Ayrıca bu konuda Hadîs Usulü açısından ferd, garîb ve şâz olarak
addedilen rivayetler de söz konusudur.12
Vedâ hutbelerinde işlenen konuları genel hatlarıyla şu şekilde ifade etmek
mümkündür:
- Yüce Allah’a (cc) hamd ve senâ
- Tebliğ görevinin Hz. Peygamber (s) sonrası kıyamete kadar devam edeceği
- İnsanlar arasındaki üstünlük ölçüsünün takvâ olduğu
- Can ve mal güvenliği ve dokunulmazlığı
- Cahiliye uygulamalarından kalan ribânın ve kan davalarının kaldırılması
- Ailede eşler arasındaki hak ve sorumluluklar
- Şeytanın tuzaklarına karşı uyanık olma zorunluluğu
- Suçun şahsiliği ve bireysel sorumluluk
- İslâm kardeşliği
- Zulüm ve haksızlığın yasaklanması
- Çocuğun babasından başkasına nispet edilmemesi
- Miras gerçeği
- Müslümanların birbirleriyle savaşmamaları
- Emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi
- Borcun ödenmesi zorunluluğu
- Yüce Allah’a (cc) kulluğun gerekliliği
- Namaz, oruç, hac ve zekât ibadetlerinin ifa edilme zorunluluğu
- Kur’ân’a uydukları sürece yöneticilere itaat etme gerekliliği
- Hz. Muhammed’in (s) son peygamber olduğu ve artık ondan sonra başka bir
peygamber gelmeyeceğinin vurgulanması
- Hz. Peygamber’in (s), ümmetine miras olarak Kur’ân ve Sünnet’i bırakması.
- Hz. Peygamber’in (s) elçilik görevini hakkıyla yaptığına dair ümmetin şehadeti ve bu
onaya Yüce Allah’ın (cc) şahit tutulması.13
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber’in (s) Vedâ hutbeleri, adeta evrensel bir insan hakları
beyannamesi gibidir. Zira bu hutbelerde ele alınan konular, dünya hayatında insanlık
ailesinin riayet etmesi gereken kuralları, sağlıklı bir bireysel ve toplumsal hayat için ihtiyaç
duyulacak ilke ve erdemleri özetler mahiyettedir. Söz konusu kural ve kaidelerin her birinin,
12 Erul, “Vedâ Hutbesi”, c. XLII, s. 591. 13 Vedâ hutbelerine ilişkin rivayetler için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VII, ss. 307, 330, 376; Buhârî, “Hac”, 132,
“Meğâzî”, 78; Müslim, “Hac”, 147; Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur’ân, 10; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56, 61; İbn Mâce, “Menâsik”, 76,
84.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 5
Kur’ân’ın pek çok âyetine dayandığı da gayet açık bir şekilde görülmektedir.
1.5.5. Türk Edebiyatında Hitâbet
Türk edebiyatında hitâbet, ilk dönemlerde hutbe, vaaz, tasavvufî sohbetler, askeri,
siyasi ve resmi hitâbeler şeklinde kendini göstermiş, daha sonraları ise, edebi bir tür olarak
gelişmeye başlamıştır. Bu durumun bilinen iki sebebi söz konusudur. Birincisi, Türklerin
uzun nutuklardan haz etmedikleri yönündeki eski bir kanaattir -ki bu kanaat çok fazla
dikkate alınmamaktadır. İkincisi ise, şifahi sözleri yazıya geçirme alışkanlığının gelişmemiş
veya buna gerek görülmemiş olmasıdır. Buna mukabil, VIII. yüzyılda Bilge Kağan’ın Orhun
abidelerinde yer alan sözler, XI. yüzyılda Balasagunlu Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’de14
serdettiği söz, sözün gücü, özellikleri, fayda ve zararları hakkındaki ifadeler, XII. yüzyılda
Edib Ahmed Yükneki’nin Atebetü’l-Hakâyık’ta aktardığı vaaz içerikli bilgiler, Türklerde
hitâbet geleneğinin çok eski bir geçmişe dayandığını göstermektedir. Ayrıca çok eskilerden
beri düğün, isim koyma ve and içme törenlerinde bazı konuşmaların yapılması, Türklerde
zengin bir tören hitâbetinin varlığına delalet etmektedir.15
Büyük Selçuklular döneminde, özellikle Malazgirt Meydanı’nda yapmış olduğu
konuşmalarla Sultan Alparslan, Türk tarihinde askeri hitâbet konusunda ün yapmış bir
hükümdardır. Başta I. Murad, II. Murad, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanuni
Sultan Süleyman, IV. Murad, II. Mahmud, Sultan Abdulaziz, II. Abdulhamid olmak üzere
Osmanlı padişahları, üstün yöneticilik kabiliyetlerinin yanı sıra aynı zamanda iyi birer
hatiptiler. Osmanlı dönemi âlimlerinden, Fatih’in hocası Akşemseddin, hem fetih hazırlıkları
ve kuşatma sırasında yaptığı konuşmalarda, hem fetih sonrası ganimet paylaşımı konusunda
yeniçerilere söylediği sözlerde, hem de Ayasofya’da okuduğu ilk hutbede iyi bir hatip
olduğunu ispatlamıştır. Osmanlıdaki bu zengin hitâbet birikimi kapsamında, II. Mahmud’un
çıktığı yurt gezilerinde halka yönelik olarak zaman zaman icra ettiği konuşmalar, Osmanlı
hitâbetinin ilk siyasi örnekleri arasındadır. 19 Mart 1877’de Küçük Said Paşa tarafından
okunan I. Meşrutiyet Meclisi’nin açılış nutku, Türk Parlamento tarihinin ilk yazılı konuşma
metni olarak kabul edilir. II. Meşrutiyet’in ilanının ardından meydana gelen huzur
ortamında meclisin yeniden açılması ve siyasi partilerin kurulmasıyla birlikte Türk hitâbeti
çeşitlenerek gelişmeye devam etmiştir.16
Cumhuriyet döneminde de Türk hitâbeti önemli ilerlemeler katetmiş, bu dönemde
yetişen hatipler dinî, siyasi ve sosyal konularda değerli eserler kaleme almışlardır. Bu
bağlamda Safahât sahibi Mehmed Âkif Ersoy’u, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâli Kerîm müellifi Hasan
Basri Çantay’ı, Evrad ve Tesbihât sahibi Gönenli Mehmed Efendi’yi, Din ve Lâiklik yazarı Ali
Fuad Başgil’i ve Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ müellifi Ahmed Cevdet Paşa’yı zikretmek
mümkündür.
Hitâbetin tarihçesi bağlamında aktarılan bilgiler ışığında diyebiliriz ki, tarihin
başlangıcından günümüze değin insanlık ailesi, hiçbir zaman hitâbetten uzak kalamamıştır.
14 “Mutluluk veren bilgi” ya da “devlet olma bilgisi” anlamına gelen Kutadgu Bilig, 11. yüzyılda Karahanlı Uygur
Türklerinden Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından Doğu Karahanlı Hükümdarı Tabgaç Uluğ Buğra Kara Han’a hitaben
yazılmış ve takdim edilmiş Türkçe bir eserdir. (Hakkı Büyükbaş ve Fahri Vargün, “Kutadgu Bilig’de Devlet Yönetimi –
Hükümdar-Adalet İlişkisi”, Ardahan Üniversitesi İİBFD, yıl. 2016, sy. 4, ss. 27-33). 15 Mustafa Uzun, “Hitâbet”, DİA, TDV Yay., İstanbul 1998, c. XVIII, s. 160. 16 Uzun, “Hitâbet”, c. XVIII, ss. 161-162.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 6
Bu çerçevede tanımı, biçimi ve muhtevası farklı da olsa her toplum mutlak surette hitâbetle
iştigal etmiş, yetenekleri çeşitli olan hatipler yetiştirmiştir. Zaten bu durum, insan olmanın
doğal bir sonucudur. Zira insan, sosyal bir varlıktır ve bir şekilde diğer insanlarla iletişim
kurmak, yani onlara hitap etmek zorundadır.
1.6. ETKİLİ HİTÂBETİN ÖZELLİKLERİ
Etkili ve başarılı bir hitâbet için zorunlu olan bazı nitelikler söz konusudur. Bu
nitelikleri hatipte ve konuşmada bulunması gereken özellikler şeklinde iki alt başlıkta ele
almak mümkündür:
1.6.1. Hatipte Bulunması Gereken Özellikler
Başarılı ve etkili bir hitâbet için hatipte bulunması gereken özellikler şunlardır:
- Hatip, her şeyden evvel giyim tarzı, elbise temizliği, saç ve sakal tıraşı gibi fiziki
görünüşüne dikkat etmelidir. Zira hatibin izleyici ve dinleyicilere vereceği ilk intiba, başarılı
ve verimli bir hitâbet için çok önemlidir. Ayrıca hitâbet bir sanat olduğuna göre, ciddiyetsiz
bir giyim kuşam ve dağınık saç ve sakallar, hitâbet gibi bir sanata halel getirir.17 Bu
bağlamda, Filozof Syrus Publilius’un, “iyi bir görünüş, sessiz bir tavsiyedir”18 sözü, son
derece manidardır.
- Hatip, takdim edildikten sonra sakin, ancak özgüveni yüksek bir şekilde izleyicilere
dönerek hafifçe gülümsemelidir.19
- Hatip, konuşma yapacağı kürsüye doğru yürürken, bütün dikkatlerin onun üzerinde
toplanacağını bilmeli, bu nedenle yürüyüşünde tabi olmalı, izleyicilere kendisine
güvendiğini hissettirmeli ve canlı adımlarla yürümelidir. Bu kapsamda, omuzlar düşük, baş
öne eğik bir yürüyüş, kesinlikle olumsuz bir intibadır.20
- Hatip, kürsüde konuşmaya başlamadan evvel 3-5 saniye kadar gözlerini dinleyici ve
izleyiciler üzerinde gezdirir, salonun tam bir sükûnete kavuşmasını bekler. Bu durum,
hatibin kendisini toparlamasına ve özgüveninin artmasına neden olur.
- Hatip, konuşmasına çok iyi hazırlanmış ve iyi bir konuşma planı yapmış olmalıdır. O,
ilk söylenecek sözleri özenle seçmelidir. Bu kapsamda, konuşmaya ilgi çekici bir ifade ile
başlamakta yarar vardır.21
- Hatip, konuşmasını ayakta durarak yapmalı, konuşma sırasında en rahat duruşu
almalı, vücut ağırlığı her iki ayak üzerinde dengelenmelidir. Konuşma oturarak yapılmak
zorunda ise, asla ayak ayak üstüne atılmamalıdır.22
- Hatip, mikrofonda konuşma tekniğini iyi bilmelidir. Zira bu teknik hatibi oldukça
rahatlatır ve mikrofonda güzel konuşmasını sağlar.
- Hatip, konuşma esnasında mikrofona dokunmaz. Çünkü mikrofon nazik bir cihazdır,
17 Nejat Muallimoğlu, Bütün Yönleri İle Hitabet, Avcıol Basım Yayın, İstanbul 2011, ss. 294-295. 18 Muallimoğlu, Hitabet, s. 295. 19 Muallimoğlu, Hitabet, s. 296. 20 Muallimoğlu, Hitabet, s. 296. 21 Suat Taşer, Konuşma Eğitimi, Dost Kitabevi Yay., Ankara 1987, s. 216; Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 41. 22 Taşer, Konuşma Eğitimi, s. 216; Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 41.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 7
hemen arızalanıp konuşmacıyı yarı yolda bırakabilir.23
- Hatip, mikrofonun yanında konuşma notlarının yazılı olduğu kâğıtları karıştırmaz.24
-Hatip, konuşma sırasında bir noktada çakılıp kalmamalı, fakat gereğinden fazla da
hareket etmemelidir.25 Bu doğrultuda, kürsü hâkimiyetini sağlamalı, konuşma yaptığı sahne
veya platformu iyi kullanmalıdır.
- Hatibin konuşma sırasındaki el-kol hareketleri ile jest ve mimikleri önceden
planlanmış olmamalı, konuşmanın doğal seyri içerisinde kendiliğinden oluşmalıdır.26 Bu
çerçevede hatip, yapmacık hareketlerden kesinlikle kaçınmalıdır.
- Hatip konuşmasını, dinleyicilerin tamamına bakarak, onların geneline yoğunlaşarak
yapmalı, ancak zaman zaman bakışlarını farklı noktalara kaydırmalıdır.27
- Hatip, sempatik ve güler yüzlü olmalı, fakat kendisini komik duruma düşürecek
davranışlardan uzak kalmalıdır.28
- Hatip, yapacağı konuşmanın anlam ve önemine herkesten önce kendisi inanmalı,
konuşmasını içten ve samimiyetle yapmalıdır.29
İşte bu sayılan niteliklere sahip bir hatip, muhataplarını ikna etme konusunda son
derece başarılı olmaya namzet bir hatiptir.
1.6.2. Konuşmada Bulunması Gereken Özellikler
Başarılı ve etkili bir hitâbet için konuşmada bulunması gereken özellikler şunlardır:
- Etkili bir konuşma, yıkıcı değil, yapıcı ve bütünleştiricidir. Bu istikamette hatip,
konuşmayı hangi ortamda yaparsa yapsın, dinleyici inanç, düşünce ve değer yargılarını
olumlu yönde geliştirmeyi gaye edinmelidir.30
- Etkili bir konuşma, ilginç, değerli ve dikkat çekici konuları içerir. Bu doğrultuda
konu, hem konuşmacının hem de dinleyicilerin ilgi duyacağı bir konu olmalıdır. Aksi
takdirde, her iki tarafın da ilgi duymadığı bir konuda konuşma yapmak, konuşmacı
açısından zor olmasının yanı sıra dinleyicileri de sıkar.31
- Başarılı bir konuşma, konuşmacının kimlik ve kişiliği ile bütünleşir. Bu anlamda,
konuşmacının kişisel özellikleriyle konuşma arasında sıkı bir etkileşim vardır. Mesela,
ilmiyle amil bir hatibin yapacağı konuşma, herkes tarafından dikkatle takip edilirken,
sahtekârlığıyla bilinen bir hatibin, doğruluk konusunda yapacağı bir konuşma kimseye
inandırıcı gelmez ve dolayısıyla da böyle bir hatibi kimse dinlemek istemez.32
- Etkili bir konuşma, açık ve net olur, belirsizlik ve dolaylı anlatım içermez. Bu
çerçevede konuşmacı, mesajlarını herkesin yaklaşık olarak aynı anlamda değerlendireceği
23 Muallimoğlu, Hitabet, ss. 299-300. 24 Muallimoğlu, Hitabet, ss. 299-300. 25 Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 41; Taşer, Konuşma Eğitimi, s. 216. 26 Taşer, Konuşma Eğitimi, s. 216; Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 41. 27 Muallimoğlu, Hitabet, s. 299. 28 Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 41. 29 Taşer, Konuşma Eğitimi, s. 216; Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 41. 30 Emin Özdemir, Konuşma Sanatı, Bilgi Yay., Ankara 2014, s. 21. 31 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 21. 32 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 21.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 8
düzeyde gayet açık ve net verir. Hatip, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!”
kabilinden sözler sarf etmez.33
- Başarılı bir konuşma, dinleyicilerin seviyelerine uygun olur. Bu bağlamda hatip,
dinleyicilerin eğitim ve kültür durumlarını dikkate alır,34 hatta mümkünse program
öncesinde, nasıl bir kitleye hitap edeceğini sorup öğrenir.
- Etkili bir konuşmanın belli bir amacı olur. Aksi takdirde amaçtan yoksun bir
konuşma, dağınık, etkisiz ve başarısız olur, dinleyicilerde kafa karışıklığına sebebiyet verir.35
- Başarılı bir konuşmanın, dinleyiciler üzerinde oluşturabileceği etki düşünülür. Yoksa
hatip, hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaşabilir. Bu hususta Yunus Emre’nin, “Söz ola kese
savaşı, söz ola kestire başı, söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz!” ifadeleri son derece
manidardır.36
- Etkili bir konuşma, konu, dinleyici, ortam ve konuşmacı gibi konuşmayı etkileyen
unsurları çözümleyerek oluşur. Bu çerçevede hatip, “Nerede, kimler için, neyi, ne kadar süre
ile konuşacağız?” sorularının cevaplarını hem konuşma metninde hem de zihin dünyasında
iyice planlamış olarak dinleyicilerin huzuruna çıkmalıdır.37
- Etkili bir konuşma, sağlam bir konuşma yöntemi üzerine kurulur. Yöntem de amaç ve
konuşma öğelerine göre belirlenir. Bu kapsamda konuşmalarda, tartışma, savunma, öğretme
ve duygulandırma olmak üzere dört ana yöntem vardır. Dolayısıyla amaçla yöntem
arasındaki uyum, konuşmanın başarılı olmasının ön koşuludur.38
- Etkili bir konuşma, dinleyicilerin ilgi, alaka ve dikkatlerini toplar. Zira hangi konuda
olursa olsun, dikkat dağıldığında iletişim kesilir. Bu nedenle dikkatin canlı kalması için
dinleyicilerin meraklarının sürekli olarak diri tutulması gerekir.39 Bunu sağlamadaki
sorumluluğun en fazlası ise, konuşmacıya aittir.
- Etkili bir konuşma, sağlam bir bilgi birikimine ve güvenilir bilgilere dayanır. Bu
bağlamda, hangi konu seçilirse seçilsin, o konu üzerinde rahatlıkla ve doğal bir biçimde
hitap etmek, konunun gerektirdiği bilgileri, araç ve gereçleri temin etmeye bağlıdır. Çünkü
konuşma, görsel ve işitsel simgelerle oluşturulan bir iletişim sanatıdır.40
- Başarılı bir konuşma, canlı bir dil, hareketli bir üslup, etkili bir ses tonu, el ve yüz
hareketleri gerektirir. Bunun için konuşma, jest ve mimiklerle desteklenir, ses ve vücut
hareketleri aynı anda ve birbiriyle uyumlu olur.41
Bu özelliklere sahip bir konuşma, insanlar üzerinde derin etkiler bırakmaya aday bir
konuşmadır.
33 Hüseyin Peker, Kur’an ve Sünnet Ekseninde İletişim ve Halkla İlişkiler, Üniversite Yay., Samsun 2016, s. 25. 34 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 25. 35 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 22. 36 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 28. 37 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 22. 38 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 22. 39 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 22. 40 Özdemir, Konuşma Sanatı, ss. 22-23. 41 Muallimoğlu, Hitabet, ss. 292-293; 300-303; Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 27-28; Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 23.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 9
2.1. HİTÂBE
Hitâbe, “bir topluluğa düşünceler, duygular aşılamak amacıyla söylenen, uzunca,
coşkulu ve güzel söz, nutuk, söylev”42 anlamına gelmektedir.
Yapılan tanımından hareketle hitâbe hakkında şunlar söylenebilir:
- Hitâbe, aşırı uzun bir konuşma değildir. Hitâbe, dinleyicilerin dikkatinin dağılmadığı
ve hatibi ilgi ile takibin azalmadığı makul bir süre içinde tamamlanır.
- Hitâbede ele alınan duygu veya düşüncenin, hitap edilen toplum tarafından
kabullenilmesi amaçlanır.
- Hitâbe, toplumu milli ve manevi değerler etrafında bir araya getirmeye namzet her
şeyi konu edinebilir. Bu çerçevede hitâbede, kardeşlik, birlik ve beraberlik, millet şuuru,
bağımsızlık, bir milletin geleceği, vatan sevgisi, devlete sadakat, din, namus, izzet ve şeref,
ahlâk ve değerler en önde gelen konular arasındadır.
- Hazır bulunuşluğu yüksek bir dinleyici kitlesine karşı yapılan bir konuşma olduğu
için, hitâbede heyecan ve coşku üst seviyededir.
- Hitâbede duygu ve düşüncelerin, en güzel ve en etkili sözlerle aktarılması çok
önemlidir.
- Hitâbe, genellikle hatibin ayakta kalarak yaptığı bir konuşmadır.
- Hitâbede işlenen konunun detay düzeyini dinleyicilerin ilgi ve alakası belirler. Bu
bağlamda hatip, hem konu seçiminde hem de konuyu işleme yönteminde çok titiz
davranmalı, vermek istediği mesajları gayet etkin bir üslupla dinleyicilere aktarmalıdır.
2.2. SOHBET
Arapça’daki s-h-b kök harflerinden türetilmiş olan sohbet, “dostça, arkadaşça konuşarak
hoş bir vakit geçirme, söyleşi, yârenlik, hasbihâl, dinî veya dünyevî konuların konuşulduğu
resmi olmayan toplantı”43 manalarına gelmektedir. Aynı kökten gelen sâhib (ç. ashâb) ve
sahabî (ç. sahabe) kelimeleri de Hz. Peygamber’in (s) arkadaşlarını tanımlamak için
kullanılmaktadır.44 Bu bağlamda Kur’ân’da Hz. Ebû Bekir için Hz. Peygamber’in (s) arkadaşı
anlamında sâhib kelimesi zikredilmektedir.45
Sohbetin temelinde Allah rızası ve insan sevgisi vardır. Zira Hz. Peygamber’in (s)
müjdesine göre, Allah rızası/sevgisi için mü’min kardeşleriyle bir araya gelen ve bu sevgiyle
ayrılanlara, Yüce Allah (cc) mahşer günü lütufta bulunacaktır.46 Bu kapsamda sohbet,
ekseriyetle bir âlimin veya dışarıdan gelen bir misafirin etrafında cereyan eder ve sohbette,
genellikle dinî, manevî ve sosyal meseleler konuşulur. Âlimin dinî konularda aktaracağı
bilgileri veya misafirin anlatacağı şeyleri merak eden insanlar sohbete katılırlar ve burada
gerçekleşen hitâbete ortak olurlar. Bir kişi ve zümrenin dünyevî çıkarları, sohbete konu
olmaz. Çünkü böylesi gereksiz şeyler, sohbet toplantılarının huzur ve bereketini kaçırır.
42 Akalın v.dğr, Türkçe Sözlük, s. 2153. 43 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 2131; Süleyman Uludağ, “Sohbet”, DİA, TDV Yay., İstanbul 2009, c. XXXVII, s. 350. 44 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, c. VII, ss. 286-287; Isfehânî, Müfradât, ss. 475-476; Uludağ,“Sohbet”, c. XXXVII, s. 350. 45 Tevbe 9/40. 46 Buhârî, “Hudûd”, 19; Müslim, “Zekât”, 91; Tirmizî, “Zühd”, 53.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 10
Sohbetin amacı hem Allah’ın rızasını kazanmak hem hoşça vakit geçirmek hem de
herhangi bir konuda bilgilenmek olduğundan, sohbete katılan herkes, birbirine karşı saygılı,
samimi, dostça, şefkat ve merhametle davranır. Bu çerçevede sohbet toplantıları tevhîdi
vurgulayıcı, kardeşliği, birlik ve beraberliği sağlayıcı, kuvvetlendirici ve pekiştirici,
katılanları ve toplumu birleştirici ve bütünleştirici mesajlar içerir. Sohbette, tevhîd akidesini
zedeleyici, bireyleri ayrıştırıcı ve ötekileştirici sözlerden kaçınılır; toplumda fitneye sebebiyet
verecek ifadeler kullanmaktan, devletin, milletin ve Müslümanların aleyhine olacak tutum,
davranış ve faaliyetlerden uzak durulur. Sohbete katılan herkesin bilgi düzeyi, dinî
duyarlılığı, milli ve manevî değerlere bağlılığı aynı ve arzulanan düzeyde olmadığı için
gıybet, yalan, iftira, söz taşıma gibi günahlardan kaçınma adına hassas davranılır. Bu
noktada duyarlı olan bireyler, sözü edilen olumsuz hususlar konuşulmaya başlandığında, bu
olumsuzluğu eliyle veya diliyle giderirler; bunu başaramazlarsa, kalben buğz ederek47 o
meclisi terk ederler.
Sohbet arkadaşlığı önemlidir. Bu kapsamda, samimi bir sohbet arkadaşı, hayat
açısından vazgeçilmez olan bir gıda gibidir; sürekli aranır. Bazı dostlar vardır, ilaç gibidir;
ihtiyaç halinde aranır. Bazı kişiler de vardır, hastalık gibidir; hiç aranmaz ve sevilmezler.
Zira bu sonuncunun kahrını çekmek, oldukça zordur.48
Sohbet için herhangi bir mekân sınırlaması yoktur. İnsanların huzur içerisinde hasbihâl
edebilecekleri bir mekân olduktan sonra her yerde sohbet gerçekleştirilebilir. Bu manada
câmiler, mescidler, Müslümanların evleri, köy odaları sohbet yapmak için ideal
mekânlardandır.
Sohbette herkese söz hakkı verilmesi esastır. Kişiler bu haklarını ya soru sormak ya da
bilgi aktarmak için kullanabilirler. Sohbette insanların birbirlerinin söylediklerine karşı
anlayışlı olmaları, kanaatlerine saygılı davranmaları gerekir.
2.3. KONFERANS
Kökeni itibarıyla Fransızca bir kelime olan konferans, “herhangi bir topluluğa bilimsel
veya güncel bir konuda bilgi vermek amacıyla, konunun uzmanı olan kişilerce yapılan
konuşma, uluslararası bir sorunun çözülmesi için yapılan toplantı,49 ilim, sanat, hukuk,
edebiyat gibi çeşitli konularda bilgi vermek amacıyla yapılan uzun konuşma,50 ilmî, fikrî
veya araştırmaya dayalı bir konuyu anlatmak, orijinal bir görüşü açıklayıp savunmak
maksadıyla yapılan konuşma51”anlamlarına gelmektedir.
Konferans, bilgi aktarma esasına dayanan, hem açıklayıcı hem de öğretici bir hitap
şeklidir. Bu çerçevede konferans, topluluk karşısında, uzman bir kişi tarafından, daha ziyade
güncel bir konuyu açıklığa kavuşturmak, bilimsel bir tezi veya ilmî bir görüşü izah etmek,
yapılan bir araştırmanın sonuçlarını paylaşmak amacıyla verilir. Başka bir ifadeyle
konferansın amacı, dinleyicilere herhangi bir düşünce ya da ideolojiyi aşılamak veya
insanları belirli bir hedefe yönlendirmek değil, onları belli bir konuda bilgilendirmektir. Bu
47 Tirmizî, “Fiten”, 11, İbn Mâce, “Fiten”, 20. 48 Ebu’l-Hasen ‘Ali b. Muhammed b. Habîb el-Maverdî, Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn, Dâru’l-Kütübi’l-‘Ilmiyye, Beyrut 1973, s. 162. 49 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1471. 50 Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 36. 51 Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 32.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 11
nedenle konferansın konusu önceden bellidir ve afişleme, radyo, televizyon ve sosyal
medyada ilan etme, mesajlaşma gibi yöntemlerle kamuoyuna duyurulur. Dolayısıyla ilan
edilen konu hakkında aktarılacak bilgileri merak eden ve öğrenme arzusunu gidermek
isteyen dinleyiciler, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan ilgili konferansa iştirak
edebilirler.
Konferansta coşkulu bir konuşma yapıp dinleyicileri galeyana getirme durumu söz
konusu değildir. Bu yüzden konferansta önemli olan, dinleyicilerin öğrenme ve bilgi edinme
ihtiyaçlarını tatmin edebilmektir. Böylece dinleyiciler, yeni fikirler edinme ve bilgi
birikimlerini bereketlendirme imkânı elde ederler.
Hâkim anlayışın, “konferans daha çok akademik ortamlarda verilir” kabulüne rağmen,
konferans için kalıpları belirlenmiş bir mekân söz konusu değildir. Bu iş için özel inşa
edilmiş salon, seminer salonu, açık hava meydanı, düğün salonu ve okul sınıfları başta
olmak üzere, konferans icra etmeye müsait olan her yerde bu hitap türü gerçekleştirilebilir.
Konferans, hazırlıklı olarak yapılan bir hitâbet türüdür. Bu istikamette, konferans
verecek kişide aranan özelliklerin başında, derin bilgi birikimi, geniş bir yorumlama
kabiliyeti, sağlam ve orijinal bir bakış açısı gelmektedir.52 Ayrıca konuşmacının dilinin
anlaşılır ve üslubunun basit olması, konunun dinleyiciler tarafından anlaşılmasını
kolaylaştırır. Konferansı veren uzman kişi, konuyu belirli yönleriyle ve daha önceden tespit
edilmiş ve dinleyicilerle paylaşılmış bir plan dâhilinde aktarır.
Konferansta kullanılan dil, konuya veya dinleyicilere bağlı olarak farklılaşabilir. Zira
tüm hitâbet türlerinde olduğu gibi konferansta da önemli olan, anlaşılabilmektir. Bu yüzden,
konferansı veren kişi hem konunun derinlik düzeyini hem de dinleyicilerin idrak
seviyelerini göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu kapsamda konuşmacı, özellikle uzun
ve karmaşık cümleler kurmaktan kaçınır. Yalın bir dil tercih eder.
Konferansı veren uzman kişi, hitâbetini genellikle ayakta ve bir kürsünün başında
gerçekleştirir. Bu durum, özel bir gerekçe yoksa, oturarak konuşma ile kıyaslandığında
dinleyiciler üzerinde daha derin bir etki bırakır. Konferansın makul süresi, en fazla 1 saattir.
Dinleyicilerin soracağı sorular ve hatibin ilgili sorulara vereceği yanıtlar da bu süreye
dâhildir. Onun için, ideal bir konferans planlaması 45 dakika sunum, 15 dakika soru-cevap
şeklinde olabilir. Bu doğrultuda konuşmacı, konuyu aktarıp konferansını tamamladıktan
sonra kürsüyü terk etmeden, dinleyicilere soru sorma imkânı verebilir. Bu, özellikle
dinleyiciler tarafından arzulanan bir şeydir. Burada, dinleyicilerin soru sorma şekli yazılı
veya sözlü olabilir. Her iki soru sorma biçiminin de bazı olumlu ve olumsuz yanları vardır.
Yazılı sorunun olumlu yanı, konuşmacının, aktardığı konuyla ilgisiz bulduğu ya da
cevapladığı takdirde dinleyiciler üzerinde olumsuz etki yaratabileceğini düşündüğü soruları
cevaplamaktan sarfınazar etme imkânı bulmasıdır. Olumsuz yanı ise, dinleyicilerin yazılı
olarak konuşmacıya yönlendirdikleri tüm sorulara cevap alma imkânı bulamama ihtimalidir.
Sözlü sorunun olumlu tarafı, dinleyicilerin istedikleri soruyu konuşmacıya yönlendirme ve
anında yanıt alma imkânı elde etmeleridir. Olumsuz tarafı ise, konuşmacının, soruların konu
ile bağlantısını kontrol etme veya konuşmacıyı küçük düşürme, dinleyicileri provoke etme
52 Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 36.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 12
gibi kasıtlı olarak kötü niyetle yöneltilen soruları kontrol altında tutma imkânından yoksun
olmasıdır. Zikredilen olumlu ve olumsuz yönlerine rağmen, konuşmacının soru alması ve
onları herhangi bir tartışmaya imkân vermeyecek şekilde gayet ciddiyetle cevaplandırması,
hatibin olgunluğunu, sorulara karşı hazırlıklı olduğunu ve gerçekten işini önemsediğini
göstermesi bakımından son derece önemlidir.
2.4. AÇIK OTURUM
Açık oturum, “seçilmiş bir konuşmacı grubu tarafından güncel, siyasal, sosyal ve
bilimsel konuların veya sorunların herkesin izleyebileceği bir biçimde açık olarak tartışıldığı
toplantı,53 geniş kitleleri ilgilendiren bir konunun, konuyla ilgili uzmanlar tarafından bir
başkan yönetiminde ve dinleyiciler önünde tartışıldığı toplantı54”anlamlarına gelmektedir.
Yapılan tanımlardan da anlaşıldığı üzere açık oturumda, bir başkan ve tartışılacak
konu hakkında donanımlı yeteri kadar uzman kişi bulunur. Açık oturumu yönetecek olan
başkan, tartışılacak konu hakkında önceden hazırlık yapar. O, dinleyici ve izleyiciler önünde
tartışmayı başlatmadan evvel, ele alınacak konu hakkında çok kısa bilgi aktarır, program
akış ve usulünü ifade eder ve iştirakçi uzman kişileri tanıtır. Bunlardan sonra oturum
başkanı, konuşmacılara sırasıyla ve eşit süreli söz hakkı tanır. Bu hususta başkanın hassas
olması ve adaletli davranması son derece önemlidir. Konunun içerik ve derinliğine göre, bu
söz hakkı iki, üç tur veya daha fazla olabilir. Bahse konu söz hakkı kapsamında tartışmaya
iştirak eden uzman kişiler, hem kendi görüşlerini aktarırlar hem de muhalif kanaatlere cevap
verme imkânı elde ederler.55 Ayrıca başkan, söz hakkı verdiği konuşmacıya soracağı
sorularla, onun konuşma alanını veya bakış açısını daraltır ya da genişletir; konu dışına
çıkmasını engeller. Açık oturumun son kısmında başkan, hem kendi kanaatlerinden hem de
konuşmacıların aktardığı bilgilerden hareketle oluşturduğu notlarla tartışmayı özetler ve
böylelikle ilgili meseleyi dinleyici tasarrufuna aktararak programı bitirir.
Açık oturumda herhangi bir konu sınırlaması yoktur. Ancak tartışılacak konu önceden
belirlenir. Bu kapsamda, sözü edilen hitâbet türünde, genellikle sosyal veya siyasal konular
tartışılır. Bu çerçevede, özellikle toplumun geniş bir kesimini ilgilendiren ve belirli bir süre
çözümsüz kalan güncel konular ön plandadır. Yine, seçim takvimi içerisinde siyasetçiler,
kendi siyasi görüşlerini ve bu görüşlerine dayanak oluşturan delilleri geniş bir dinleyici
kitlesi karşısında tartışırlar. Kuşkusuz siyasetçinin buradaki amacı, daha fazla taraftar
toplayabilmek ve görüşlerine katılan seçmen sayısını artırmaktır.
Açık oturumda herhangi bir süre sınırlaması olmamakla birlikte, makul bir zaman
içerisinde tartışmayı tamamlamak esastır. Bu süre, hem konuşmacıların olayı aktarmadaki
başarılarına, hem konunun derinliğine, hem de açık oturumun gerçekleştirildiği gün ve saate
göre değişiklik arz edebilir. Bu doğrultuda geçmişte, haftanın tatil günlerinde, gecenin geç
saatlerinde başlayıp sabahın ilk ışıklarına kadar süren açık oturum tartışmalarının varlığı
bilinmektedir.
53 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 18. 54 Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 36; Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 33. 55 Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 33.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 13
Açık oturum, herhangi bir salonda kalabalık bir izleyici kitlesi önünde
gerçekleştirilebileceği gibi, bir radyo veya televizyon kanalında da yapılabilir.
Açık oturumda bir sonuca varma amacı güdülmez. Bu çerçevede açık oturumun amacı,
güncel siyasi veya sosyal bir konuda insanların merak ettiklerinin, en azından bir kısmını
ayrıntılı bir şekilde ele alarak dinleyicileri bilgilendirmektir.
2.5. PANEL
Panel, “bir sorunu ortaya koymaya ve o sorunun çözümü konusunda değişik görüşler
öne sürmeye dayanan bir küme çalışması,56 bir konu etrafında yeterli sayıda konuşmacının
dinleyiciler önünde ve sohbet havası içinde tartışması”57 şeklinde tanımlanmaktadır.
Paneldeki konuşmacı sayısı, 3 ila 8 arasında değişir. Panele konuşmacı olarak katılanlara
panelist denir.58
Panelde konuşmacılar, bir masanın etrafında hem dinleyicileri hem de birbirlerini
görecek şekilde otururlar. Panel başkanı, tartışmayı açar; panelde ele alınacak konuyu ana
hatlarıyla aktarır, tartışmada nasıl bir yol takip edileceğini belirtir ve panele katılan
konuşmacıları dinleyicilere takdim eder. Ardından, konuyu detaylandırmaya başlar ve
sorunu tespit etme adına, sırasıyla konuşmacılara eşit süreli (10-15 dakika) söz hakkı verir.
Bu süre içerisinde her bir konuşmacı, panel konusu hakkındaki kanaatlerini çeşitli yönleriyle
ortaya koyar. Panelde, tüm konuşmacıların görüşlerinin aynı istikamette olması beklenemez.
Fakat konuşmacılar, yaptıkları işin bir fikir alış-verişi olduğunu unutmazlar. Panelistler,
görüşlerini kanıtlamak veya desteklemek amacıyla yanlarında bazı belgeler getirebilirler.
Ancak panel tartışmalı bir toplantı olduğu için, onlar konuşmalarını doğaçlama yaparlar;
metinden okumazlar. Başkan ve tartışmacılar, zaman zaman konuşmalarının arasında fıkra
ya da öyküye yer vererek samimi bir ortam oluşturmaya gayret ederler. Panelde, her bir
tartışmacı söz hakkını kullandıktan sonra, hem konuşmacılar birbirlerine soru sorabilirler
hem de dinleyiciler panelistlere soru yöneltebilirler. Sorular, sözlü veya yazılı olabilir.
Sorulan soruların, panel konusu ile ilişkili, kısa ve öz olması gerekir. Soru sorma ve cevap
verme süreci tamamlandıktan sonra başkan, konuyu toparlayan bir özet geçer ve paneli
kapatır.59
Aslında panel de konu, amaç ve yöntem bakımından açık oturuma benzer. Bu
kapsamda, açık oturumda olduğu gibi, panelde de konu sınırlaması olmamakla birlikte
genellikle herkesi ilgilendiren bir mesele tartışılır ve tartışılan konu bir sonuca bağlanmaz.
Amaç, toplumu yakından ilgilendiren bir konuyu, dinleyiciler önünde tartışmaktır. Paneli
açık oturumdan farklı kılan özellik ise, konuşmalar bittikten sonra hem konuşmacıların hem
de dinleyicilerin birbirlerine soru sorabilmeleridir.60 Böylece panelde işlenen konu hakkında
konuşmacıların atladığı bir husus varsa, dinleyici sorularıyla buna açıklık getirmek mümkün
olur.
56 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 176. 57 Latif Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, PegemA Yay., Ankara 2005, s. 158. 58 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 176; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 158. 59 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 176; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, ss. 158-159; Şerif Aktaş ve Osman Gündüz, Yazılı ve
Sözlü Anlatım, Akçağ Yay., Ankara 2009, s. 151. 60 Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, ss. 158-159; Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 151.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 14
2.6. SEMPOZYUM/BİLGİ ŞÖLENİ
Kökeni itibarıyla Fransızca bir kavram olan ve Türkçe karşılığı kısaca, “bilgi şöleni”61
olarak tanımlanan sempozyum, bilimsel bir kavram olarak, “daha önce belirlenen bir konuda
çok sayıda konuşmacının katılımıyla düzenlenen ve genellikle akademik bir konunun,
dinleyiciler karşısında uzmanları tarafından çeşitli boyutlarıyla ele alındığı ve seri
konuşmaların yapıldığı bilimsel toplantı”62 şeklinde anlamlandırılmaktadır.
Sempozyumun özellikleri şunlardır:
- Sempozyumun amacı, belirli bir konuyu sadece tartışmak değil, aynı zamanda
meseleyi olumlu ve olumsuz yönleriyle ele alıp bilimsel düzeyde çözüm önerilerinde
bulunmaktır.
- Sempozyum, bilimsel ve ciddi bir sohbet ortamında icra edilir. Konuşmalardan sonra
dinleyiciler soru sorabilir.
- Sempozyumda ele alınan konuların bilimsel değeri vardır. Bu nedenle tüm bildiriler,
kitap halinde yayımlanır.
- Sempozyumda her bir oturum, bir başkan tarafından yönetilir ve oturumlarda
konuşmacı sayısı, 3 ile 6 arasında değişebilir. Bu çerçevede, müzakereli oturumlarda 3
konuşmacı 3 müzakereci; müzakeresiz oturumlarda ise, 3 veya 4 konuşmacı ideal kabul
edilir.
- Sempozyumda özel davetli konuşmacı ve dinleyici yer alabilir. Özellikle açılış
oturumunda davetli konuşmacılar bildiri sunabilirler.
- Sempozyumda bildiri sunan her bir bilim insanı, belli bir bilimsel birikime sahiptir.
Bu doğrultuda konuşmacı, bildirisini önceden hazır eder. O, bildirisinde sempozyum
konusunu kendi uzmanlık alanı/alanları açısından ele alır. Dolayısıyla sempozyum boyunca
yapılan bütün konuşmalar, ilgili sempozyumun asıl konusunu bütünleyici niteliktedir.
- Sempozyum, işlenen konunun önemine ve alt başlıklarına göre, aynı zaman
diliminde, fakat ayrı ayrı salonlarda birden fazla oturumda ve birkaç günde icra edilebilir.
- Oturumlarda her bir konuşmacının ideal süresi 15 ila 20 dakika arasındadır.63
Sempozyum, uzun soluklu bir gayretin neticesinde düzenlenen bilimsel bir toplantıdır.
Bu bağlamda, herhangi bir konuda bir sempozyum düzenlemek için yapılması gerekenler
genel olarak şunlardır:
- Öncelikle düzenleme kurulu oluşturulur.
- Düzenleme kurulu, sempozyum konu başlığını tespit eder ve ilgili başlık altında ele
alınabilecek alt başlıkları belirler. Bilimsel bir toplantı olduğundan, sempozyumlarda
genellikle din, bilim, sanat, ekonomi, siyaset gibi konular ve bu konuların alt başlıkları
incelenir.
- Düzenleme kurulu, sempozyum sekretaryasını yürütecek kişileri tespit eder ve onlara
görevlerini bildirir.
61 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 2065. 62 Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 34; Karakaş, Hitabet Sanatı, s. 37. 63 Karakaş, Hitabet Sanatı, ss. 37-38; Çetin, Hitabet ve İrşad, ss. 34-35.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 15
- Düzenleme kurulu, bir bilim ve danışma kurulu oluşturur.
- Düzenleme kurulu, bir sempozyum takvimi belirler. Bu takvimde; katılımcılar
tarafından sempozyumda sunulmak istenen bildirilerin/tebliğlerin özet gönderimi için son
tarih, kabul edilen bildirilerin ilanı, kabul edilen bildiri metinlerinin teslimi için son tarih,
sempozyum tarihi ve bildiri kitabının basımı ve katılımcılara gönderilme tarihi belirtilir.
- Düzenleme kurulu, sempozyuma katılım şartlarını belirler ve ilan eder. Bu şartlar
arasında, sempozyum takvimine göre yapılması gereken işlemler, bildirilerin şekil
bakımından hangi usulde kaleme alınacağı, ulaşım ve konaklamanın ne şekilde
gerçekleştirileceği ve sempozyum için önemsenen diğer hususlar yer alır.
- Düzenleme kurulu, ilgili kurulları, konusu, önemli tarihleri ve katılım şartları
belirlenen sempozyumu ilan eder.
- Düzenleme kurulu, belirlenen takvime göre, sempozyuma katılmak isteyen bilim
insanlarından tebliğ özetlerini göndermelerini ister. Gelen bildiri özetlerini, bilim kurulu
değerlendirir; bildirisi sempozyum konusu ve alt başlıklarla uyumlu olup sempozyumda
sunulması kararlaştırılan özet sahiplerine, “Bildiri özetiniz kabul edilmiştir. Lütfen
sempozyumda sunmak üzere bildirinizi hazırlayınız” anlamında bir yazı/mesaj gönderilir.
Tebliğ özeti kabul edilmeyenlere ise, “Bildiri özetiniz kabul edilmemiştir. İlginiz için
teşekkür ederiz. Bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar dileriz” meâlinde bir yazı/mesaj
gönderilir.
- Düzenleme kurulu, özetleri kabul edilen ve sempozyumda sunulacak olan bildirilerin
tam metinlerini ilan edilen takvimde belirtmek suretiyle, yazarlardan sempozyum öncesinde
veya sonrasında isteyebilir.
- Düzenleme kurulu, sempozyum programını hem metin olarak hem de broşür
şeklinde hazırlar, ilan eder, tüm katılımcılara mektup veya elektronik posta ile bildirir ve
sempozyum günü izleyiciler dahil herkese dağıtır.
- Sempozyum, takvimde belirtilen tarihte, sempozyum açılış programı, açılış oturumu,
diğer oturumlar, değerlendirme oturumu ve gezi programlarından meydana gelir. Oturum
sayısı, belirlenen konunun muhtevasına ve alt başlıklarına göre birden fazla olabilir.
Sempozyum açılış programı, protokol konuşmaları ve düzenleme kurulu adına
yapılan konuşmadan oluşur. Açılış programının peşinden kısa bir ara (15-20 dakika) verilir.
Aranın ardından açılış oturumu yapılır. Bu oturum, belirlenen sempozyum konusu alanında
ülkemizde veya yurtdışında yetkin olan bilim insanlarının konuşmacı/tebliğci olarak
katıldığı oturumdur. Bu oturum, aynı zamanda sempozyumun ilk oturumudur ve
sempozyum açılış programının gerçekleştirildiği ana salonda icra edilir. Açılış oturumunun
yapıldığı saat diliminde başka bir oturum planlanmaz. Ardından tekrar ara verilir. Artık her
bir oturumdan sonra çay, yemek ve ibadet için gerekli olan süre kadar ara verilir. Açılış
oturumunun peşinden diğer oturumlara geçilir. Her bir oturumda bir başkan, bildiri
sunacak bilim insanları ve dinleyiciler yer alır. Bu aşamada aynı anda, farklı salonlarda
başka oturumlar düzenlenebilir. Oturum başkanı, önce sözü edilen oturumla ilgili çok kısa
(1-2 dakika) bilgi aktarır. Ardından, birinci konuşmacıdan itibaren, ilgili oturuma katılan
bütün bilim insanlarını dinleyicilere tanıtarak bildirilerini sunmak üzere kendilerine belli bir
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 16
süreliğine (15-20 dakika) söz verir. Başkan, bütün konuşmacılara eşit süre verir. Böylece
bildirilerin sunulduğu tüm oturumlarda, sempozyum konusu, alanında uzman bilim
insanları tarafından farklı yönleriyle incelenmiş olur. Bu oturumlar bitince, sempozyum
değerlendirme oturumu gerçekleştirilir. Bir grup katılımcı bilim insanının konuşmacı olarak
dahil olduğu ve dinleyicilerin de yer aldığı bu oturum, aynı zamanda sempozyumun son
oturumudur. Sözü edilen oturumda, dinleyicilere de söz hakkı verilir ve gerçekleştirilen
sempozyum bütün yönleriyle değerlendirilir. Değerlendirme oturumu ile birlikte, artık
sempozyumun bilimsel kısmı tamamlanmış olur. Bundan sonra geriye sadece gezi programı
kalır. Gezi programının icra edilmesi ve misafirlerin uğurlanmasıyla sempozyum
tamamlanmış olur. Sempozyum sonrası, bildiriler/tebliğler ve alınan kararlar kitap halinde
basılarak kamuoyuna duyurulur.
Görüldüğü üzere açık oturum, forum, panel ve sempozyum, dinleyici ve izleyicilerin
huzurunda, bir başkan yönetiminde ve birkaç kişinin konuşmacı ve tartışmacı olarak
katıldığı birbirine benzer hitâbet ve toplantı çeşitleridir. Bu toplantıların sağlıklı bir biçimde
başlayıp başarılı bir şekilde sonuçlanabilmesi için başkanın yerine getirmesi gereken bazı
görevleri vardır. Bu görevler şunlardır:
- Başkan, toplantı öncesinde konuşmacılarla bir ön görüşme yaparak toplantının seyri
hakkında kendileriyle fikir alış verişinde bulunur.
- Başkan, toplantının gerçekleştirileceği salonu önceden gözden geçirerek ses düzenini,
masa, sandalye, sürahi, bardakları, konuşmacıların isim ve unvanlarının doğru yazılıp
yazılmadığını, program sonunda dinleyici ve izleyicilerden soru alınacaksa, ilgili soruların
yazılması için yeterli miktarda kağıt bulunup bulunmadığını ve diğer hususları kontrol eder.
Şayet bir eksiklik varsa, toplantıyı düzenleyenlerden veya görevlilerden giderilmesini ister.
- Başkan, sade ve temiz giyinir, konuşmacı ve dinleyicilere karşı güler yüzlü davranır.
- Başkan, önceden ilan edilen saatte toplantının başlamasını sağlar.
- Başkan, önce toplantı konusunu takdim eder, konunun içeriği ve önemi üzerinde
kısaca durur ve ele alınan meselenin hangi açılardan tartışılacağını açıklar.
- Başkan, önceden belirlenen sıraya göre konuşmacılara söz hakkı verir, her bir
konuşmacıyı konuşmasına başlamadan evvel tanıtır ve konuşmacının tartışacağı konuyu
bildirir.
- Başkan, konuşmacılar arasında söz hakkı ve süre bakımından adil davranır.
- Başkan, konuşmacıların düşüncelerini eleştirmez, tarafsız davranır, iltifatlarında bile
dengeli olur.
- Başkan, konuşmacıların söyledikleri nedeniyle salonda herhangi bir gerginlik çıkarsa,
olaya müdahale eder, yerinde ve akıllıca esprilerle ortamı yumuşatır.
- Başkan, tüm konuşmacılar konuştuktan sonra, tuttuğu notlar bağlamında aktarılan
düşünceleri kısaca özetler.
- Şayet dinleyici ve izleyicilere soru sorma hakkı verilecekse, başkan bu soruların yazılı
olarak alınmasını talep edebilir. Bunda bazı faydalar söz konusudur. Zira bu yöntem, hem
konuşmacılarla dinleyici ve izleyiciler arasında hem de dinleyicilerin kendi aralarında
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 17
tartışma çıkmasını engeller. Bu yöntem ayrıca, soruya cevap verecek olan konuşmacıya soru
üzerinde düşünme fırsatı tanır.
- Başkan, konuşmacılara, soru soranlara, dinleyici ve izleyicilere ve toplantının
düzenlenmesinde katkısı olanlara teşekkür ederek toplantıyı kapatır.64
Başkan, görevini bu sayılan prensipler çerçevesinde yerine getirirse, her toplantı
sağlıklı bir biçimde başlar, başarılı bir şekilde devam eder ve sonuçlanır.
2.7. FORUM
Forum, “Eski Romalılar zamanında, Roma’da ve diğer şehirlerde kamu işlerini
konuşmak için halkın toplandığı alan, bazı sorunların görüşülerek karara bağlandığı genel
toplantı, toplu tartışma, tartışma alanı”65 anlamlarına gelmektedir. Hitâbet açısından forum,
“geniş bir izleyici topluluğu önünde herkesi ilgilendiren bir konu üzerinde bir başkan
yönetiminde, alanında uzman birkaç kişinin yer aldığı, izleyicilerin de tartışmaya
katılmasına imkân verecek şekilde düzenlenen toplantı”66 demektir.
Forum, panelle ilişkilendirilerek “panelin devamında yapılan, dinleyicilerin de tartış-
maya katıldığı konuşmalar” şeklinde de tanımlanmaktadır. Bu bakış açısına göre, toplu
tartışmaların önemli bir bölümü olan forum, aslında başlı başına bir tartışma türü değil,
panelin devamı veya geliştirilmiş bir çeşidi sayılır. Zira panelin sonunda dinleyiciler,
tartışmaya katılabilir, konuşmacılara sorular sorabilirler. Sorulan bu sorularla tartışma,
konuşmacılardan dinleyicilere de geçebilir. İşte tartışmanın dinleyicilere de geçtiği bu tür
tartışmalara forum denir.67
Toplumsal bir tartışma veya konuşma türü olan forum, halkın topladığı, sosyal
sorunların tartışıldığı ve meselelerin irdelenerek karara bağlandığı toplantılardır.
Günümüzde de bu anlamda kullanılmaktadır. Forum da diğer tartışma türleri gibi bir
başkan tarafından yönetilir. Bu bağlamda, başkanın tartışma konusunu çok iyi bilmesi,
konuşmacı ve dinleyicilere eşit süreli söz hakkı vermesi, onları iyi tanıması, olay ve
konuşmacıları kısa sürede doğru bir şekilde algılaması, görüşler çeşitlilik arz edeceği için
konuşmacı ve dinleyicilere karşı hoşgörülü davranması, farklı düşünceler arasında ilişkiler
kurabilecek kültür, anlayış ve yeteneğe sahip olması çok önemlidir. Ayrıca konuşmanın
akışını yönlendirebilecek hoşgörülü bir otoriteyi de ustalıkla kullanması gerekmektedir.
Foruma, tartışılacak konunun özelliğine göre 5 ila 7 arasında konuşmacı katılabilir. Başkan,
konuşmacılara soracağı sorularla, konuşmaların seyrini sürekli kontrolünde tutar. Böylece
konuşmacıların konu dışına çıkmalarını ve gereksiz laf kalabalığı yapmalarını engeller.68
Forumun amacı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda sadece uzmanların
görüşlerine değil, izleyicilerin düşüncelerine de yer vermek suretiyle çok sesliliği
sağlamaktır.69
64 Çetin, Hitabet ve İrşad, ss. 35-36. 65 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 888; Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 184. 66 Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 151; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 161; Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 33. 67 https://www.edebiyatogretmeni.org/forum-konusu/, 01.01.2020; Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 151. 68 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 185. 69 Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 151; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 161; Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 33.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 18
Toplu tartışmaların -neredeyse- tamamı (panel, sempozyum, açık oturum) için bir
izleyici topluluğu gerekir. Bu topluluk, forum sayesinde sadece konuşmacıları dinlemekle
yetinmez, konu üzerinde daha aktif düşünme olanağı elde eder. Zaten forumu, panel ve açık
oturumdan ayıran temel özellik, konuşmaların sonunda izleyicilerin de tartışmaya katılıp
düşüncelerini aktif bir şekilde anlatabilmeleridir. Bu kapsamda, diğer tartışmalarda olduğu
gibi forumda da konuşmaların sonunda soru-cevap kısmı yer alır. Forumun gidişatına göre
sorular, sözlü veya yazılı olarak alınabilir. Soru sorma şekline forum başkanı karar verir.70
Forumun özellikleri şunlardır:
- Forum, bir sorun üzerinde bütün ilgililerin görüşlerini öğrenmek için yapılan bir
toplantı türüdür.
- Forumda tartışılacak konu, önceden açıklanır.
- Forumda konuşmaların yanında izleyiciler tartışmaya katılıp fikirlerini
açıklayabilirler.
- Forumun en belirgin özelliği, sosyal bir sorunun geniş kitleler önünde bütün
ayrıntılarıyla tartışılması ve izleyicilerin de bu tartışmanın içinde aktif olarak yer
almalarıdır.71 Bu bağlamda, soru sormak ya da açıklamada bulunmak üzere izleyicilere söz
hakkı verileceği önceden bildirilir. Foruma katılan konuşmacı ve izleyicilerin her türlü
konuşma, açıklama ve sorularının forumun konusuyla ilgili olması gerektiği özellikle
vurgulanır.
2.8. MÜNAZARA
Sözlükte, “ağız kavgası, çekişme, münakaşa, iki taraf arasındaki kavga, düşmanlık”72
anlamlarına gelen münazara, “karşıt görüşlü iki grubun önceden belirlenen herhangi bir konu
hakkında ortaya atılan bir savın doğru ya da yanlış olduğunu jüri ve dinleyici önünde
savunması”73 demektir. Hitâbet açısından münazara, genellikle ilk ve ortaöğretim öğrencileri
arasında başvurulan ve öğrencilerin savunma yeteneklerini ortaya çıkaran bir çeşit sözlü
hitâbet/anlatım yarışmasıdır.74 Zira münazarada amaç, herhangi bir konu hakkında doğruyu
bulmak değil, birbirinin tersi olan tezleri güçlü bir şekilde savunmak, inandırıcı olmaya
çalışmak ve jüriyi etkilemektir.75
Herhangi bir konunun olumlu ve olumsuz yönleriyle güçlü bir şekilde tartışıldığı
münazarada, en az üçer kişiden oluşan iki grup ve yine üç kişiden meydana gelen bir jüri yer
alır. Münazara sınıfta yapılıyorsa, jüri tüm öğrencilerin oyları ile seçilir. Gruplardaki kişi
sayısı, tartışma konusunun derinlik ve genişliğine göre değişebilir. Grup üyeleri aralarından
bir başkan seçerler. Hangi başkanın önce konuşacağı kura ile belirlenir. Başkan önce grup
arkadaşlarını dinleyici ve izleyicilere tanıtır, tartışma konusunu açıklar ve konu hakkında
genel bilgi verir. Grup üyelerinin her biri, savunacakları tezin birer yönünü ele alırlar,
70 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 185; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 161; https://www.edebiyatogretmeni.org/forum-
konusu/, 01.01.2020. 71 https://www.edebiyatogretmeni.org/forum-konusu/, 01.01.2020. 72 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1728. 73 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 185; Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 149; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s.
160. 74 Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 149. 75 Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 150; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 160.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 19
hazırlıklarını yaparlar ve en güçlü kanıtları toplamaya çalışırlar. Münazara, savunulması
daha kolay olduğu için olumlu tez ile başlar. Grup üyeleri, sırasıyla ve belli bir süre
içerisinde dönüşümlü olarak konuşmalarını tamamlarlar. Her bir üyenin birer konuşma
hakkı vardır. Bu üyeler, konuşmalarıyla konuyu açarlar. Son konuşmayı grup başkanı yapar.
Başkan konuşmasında konuyu toparlar. İlk konuşmalardan sonra jüri, karşı tarafın
görüşlerini cevaplamaları için gruplara 10-15 dakika görüşme arası verir. Bu aranın ardından
grup başkanı, hem karşı tarafın iddialarını cevaplandırır hem de münazarayı sonuçlandırır.
Başkan iddiaları cevaplandırırken, demagoji yapmaktan, sözü laf kabalığına boğmaktan ve
dengesiz hareketlerden kaçınır; tamamen mantıksal ve bilimsel verilere dayanarak iddiaları
çürütmeye çalışır. Münazarada doğru fikri bulmak değil, iyi savunma yapmak önemli
olduğundan, her iki grup da birbirlerinin iddialarını dikkatli bir şekilde dinlemeli, notlar
almalı ve karşı tarafın zayıf noktalarını belirleyip en çarpıcı ve etkili cevapları vermelidir.76
Münazaranın sonunda jüri, sözlü anlatım ilkelerine riayet ederek konuşmacıları
değerlendirir ve puanlama usulüne göre bir tutanakla kazanan tarafı açıklar. Jüri,
konuşmacıların sunuş tarzlarına, yaptıkları hazırlıklarına, konuya egemen oluşlarına, ileri
sürdükleri kanıt, yorum ve açıklamaların inandırıcılık, çeşitlilik ve etkileyiciliğine, karşı
grubun iddialarına verdikleri cevapların doyuruculuğuna, konuşma yeteneklerine, cümle
kuruluşlarına, vurgu ve ses tonlarına, jest ve mimiklerine ve nezaket kurallarına uyup
uymadıklarına göre bir değerlendirme yapar. Sonuçlar açıklandıktan sonra gruplar,
birbirlerini nezaketle tebrik etmeli, olgun ve hoşgörülü davranmalıdırlar.77
Münazarada konu, grupların isteklerine göre belirlenir. Ancak seçilecek konu, olumlu
ve olumsuz yönleriyle tartışmaya ve savunulmaya uygun olmalı; kısır döngü yerine
öğrencileri araştırma yapmaya sevk etmelidir.78
Münazara, öğrenciye bazı davranış biçimleri kazandırır. Bu bağlamda, araştırma
yapma, kaynak tarama, çarpıcı ve etkileyici deliller toplama, sunum hazırlama ve sunma,
düşünme ve eleştirme kabiliyetini geliştirme, dinleyici karşısında konuşma, heyecanını
kontrol edip olumsuz davranışlar içine düşmeme, hazırlandığı bir konuyu savunma, güven
duygusu kazanma ve güzel konuşma yeteneğini geliştirme en önemli kazanımlar
arasındadır.79
Yanlışı doğru diye benimsetme ve hayatın akışına ters düşen konuları tartışma,
münazaranın zararlı yönleri olarak zikredilebilir.80 Bu çerçevede, eğitimin amaçlarından
birisinin de faydalı olana yöneltme olduğundan, münazarada sözü edilen zararları en aza
indirecek konular seçilmeli ve tartışılmalıdır.
Açık oturum, panel, sempozyum, forum ve münazara gibi tartışma toplantılarının
sağlıklı bir biçimde yürütülmesi için dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Bu hususları
şu şekilde ifade etmek mümkündür:
76 Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 149; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 160. 77 Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, ss. 149-150; Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, ss. 160-161. 78 Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 150. 79 Beyreli v.dğr., Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 161; Aktaş ve Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 150. 80 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 184.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 20
- Ses iyi ayarlanmalı, dinleyici ve izleyicilerin rahatlıkla duyabileceği bir sesle
konuşulmalıdır.
- Konu iyice kavranmalı ve konu dışına çıkmaktan kaçınılmalıdır. Ancak konunun
gerektirdiği ölçüde örneklere, karşılaştırmalara ve istatistiksel verilere başvurulabilir.
- Konuşmada karşı çıkılan, benimsenmeyen ve değiştirilmesi istenen durum, yargı,
düşünce, görüş ve öneriler üzerinde durulmalı, bunların doğru olmayan yönleri tespit
edilmeli ve ortaya konulmalıdır. Asla bu görüşleri öne süren konuşmacıların kişiliği ile
oynanmamalıdır.
- Düşüncelerimize dayanak oluşturacak fikir ve bilgilerden meydana gelen kanıtlar iyi
seçilmelidir.
- Sert ve kırıcı bir dil kullanmaktan kaçınılmalı, anlayışlı ve hoşgörülü olunmalıdır.
Zira düşünceye saygı, başarılı bir tartışmanın can damarıdır.
- Samimi, içten, soğukkanlı ve alçakgönüllü davranılmalı, karşı taraftakilere tepeden
bakılmamalıdır.
- Diğer insanlar konuşurken, dikkatle izlenmeli, not alınmalı, başka işle meşgul
olunmamalıdır.
- Diğer tartışmacıların öne sürdüğü düşünceleri ya da konuşma sırasında daha önce
belirtilen fikirleri yinelemekten kaçınılmalıdır.
- Diğer tartışmacıların sözleri kesilmemeli, şayet daha önce söylenilen fikirler
eleştirilmişse, tartışma yöneticisinden söz alarak gerekli cevap verilmelidir.81
Bu prensipler, sözü edilen tartışma toplantılarının sağlıklı bir biçimde yürütülmesi ve
sonuçlandırılması için önem arz etmektedir.
2.9. RADYO-TELEVİZYON KONUŞMALARI
Bu konuşmalar, toplumu ilgilendiren herhangi bir konuda radyo veya televizyonda
yapılan konuşmalardır.
İyi bir konuşmanın nitelikleri, konuşmanın türü veya yeri bakımından farklılık arz
etmese de mikrofon ya da kamera önünde konuşmanın niteliklerini korumak ve iyi bir
konuşma gerçekleştirmek için birtakım noktalara dikkat etmek gerekir. Zira radyo-
televizyon konuşmalarının şu şekilde bazı özel nitelikleri söz konusudur:
- Radyo-televizyon konuşmalarını çok geniş dinleyici ve izleyici kitleleri takip eder.
- Radyo-televizyon konuşmalarında dinleyici ve izleyicilerle yüz yüze olunmadığı için
onların davranış ve tepkilerini izlemek mümkün değildir.
- Radyo-televizyon dinleyici ve izleyicileri ilgi alanları, yaş ve yetişme tarzları
bakımından aynı türden özellikler göstermezler.
- Radyo-televizyon konuşmalarında canlı insan yüzlerine değil, doğal olmayan bir
ortam içinde cansız aygıtlara seslenilir.82
81 Enise Kantemir, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Engin Yay., Ankara 1997, s. 220; Özdemir, Konuşma Sanatı, ss. 185-186. 82 Özdemir, Konuşma Sanatı, s. 186; Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 38.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 21
O halde, radyo ve televizyonda başarılı bir konuşma yapabilmek için şu hususlara
dikkat etmek zorunludur:
- Radyo-televizyon konuşmalarında dinleyici ve izleyicilerle yüz yüze
olunmadığından, söylenilenlerin anlaşılmaması halinde dinleyici ve izleyicilerin
konuşmacıya soru sorma ve açıklama yapmasını isteme imkânı yoktur. Dolayısıyla konuşma
planının açık, düşüncelerin somut, verilen örneklerin de canlı ve kolay anlaşılır olması
gerekir.
- Konuşmada kullanılan dil yalın, cümleler oldukça kısa olmalıdır.
- Konuşma, metinden okunmamalıdır. Bunun için önceden hazırlık yapılmalı, metnin
yapısı yapılan provalarla iyice sindirilmeli ve konuşma adeta yüz yüze konuşuyormuş gibi
doğal bir biçimde dinleyicilere aktarılmalıdır.
- Mikrofon ve kamera karşısında sabit ve sıkılgan bir şekilde durulmamalı, dinleyici ve
izleyiciler bizi görüyormuşçasına doğal bir biçimde davranılmalı, gerekli el, yüz ve bedensel
davranışlar yerine getirilmelidir. Çünkü bunlar konuşmaya hem canlılık hem de doğallık
kazandırır.
- Şayet televizyon konuşmalarında resim, fotoğraf, grafik, çizim ve çizelge gibi
söylenilecek şeyleri somutlaştıracak görsel unsurlardan yararlanılacaksa, bunların hem
metin içindeki yerleri konuşmacı tarafından iyi bilinmeli hem de nasıl kullanılacağı
televizyondaki ilgili kişilere bildirilmelidir. Bu çerçevede kamera, sözü edilen görsel
unsurlara yöneldiğinde, konuşmacı hazırlamış olduğu metinden okuyabilir/faydalanabilir.
- Ses, radyo ve televizyonda çalışan teknik ekibin belirteceği ölçütlere ya da yapacağı
ses denemesine göre ayarlanmalı, onların tavsiyelerine uyulmalıdır.
- Mikrofon veya kamera önünde oturulan yerin rahat olup olmadığı önceden kontrol
edilmeli, konuşma süresince gereksiz kıpırdanma, sallanma ve başı sağa sola eğme gibi
davranışlardan kaçınılmalıdır.
- Konuşmacı, konuşma süresince gözlerini kameradaki kırmızı ışık veren lambadan
ayırmamalı, bakışlarını oraya yönlendirmelidir.
- Televizyon konuşmalarında, resmî ve örfî giyim-kuşam kurallarına riayet
edilmelidir.83
2.10. MONOLOG
Monolog, “bir oyunda kişilerden birinin kendi kendine yaptığı konuşma, bir kişinin
dinleyicilere anlattığı, genellikle güldüren olay,84 bir tiyatro oyununda oyunculardan birinin
rol gereği kendi kendine yaptığı uzun konuşma85” şeklinde tanımlanmaktadır. Mecazî
anlamda ise monolog, “bir kimsenin çevresindekilere fırsat vermeden yaptığı konuşma”86
demektir. Monolog, söyleşiye dayalı bir hitâbet/anlatım türüdür.87 Monolog, her konuda
83 Özdemir, Konuşma Sanatı, ss. 186-187. 84 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1695. 85 Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 40. 86 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1695. 87 https://www.edebiyatogretmeni.org/etiket/diyalog-nedir/, 01.01.2020; http://www.edebiyatokulu.org/2015/12/soylesmeye-
bagli-anlatim.html, 01.01.2020.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 22
olabileceği gibi, daha ziyade hayatın gülünç yanlarını ve çelişkilerini yansıtmak üzere
yapılan konuşmadır.88
Tanımlarından da anlaşılacağı üzere buradaki söyleşi tek taraflıdır ve bir kişinin
görev/rol gereği dinleyicilere karşı kendi kendine konuşması söz konusudur.
2.11. DİYALOG
Diyalog, “karşılıklı konuşma; oyun, roman, hikâye gibi eserlerde iki veya daha fazla
kişinin konuşması, konuşmaya dayanılarak yazılmış eser,89 iki kişinin kalabalık bir dinleyici
ve izleyici kitlesine karşı yaptıkları konuşma90”anlamlarına gelmektedir. Mecazî anlamda ise
diyalog, “anlaşma, uyum sağlama veya bu yolda çalışmak”91 biçiminde tanımlanmaktadır.
Diyalog da söyleşiye bağlı bir hitâbet/anlatım türüdür. Bu bağlamda, söyleşiye dayalı
anlatımda iki kişinin karşılıklı konuşmasına diyalog, kişinin kendi kendine yaptığı
konuşmaya ise monolog denir.92
Diyalog da, monolog gibi her konuda gerçekleşebilir; fakat daha ziyade hayatın gülünç
yanlarını ve çelişkilerini yansıtmak amacıyla yapılan karşılıklı konuşmalardır. Her iki hitâbet
türünde de amaç, insanları eğlendirmek ve güldürürken düşündürmektir.93
Söyleşiye bağlı anlatım, bulunulan mevki, bağlam ve konuşulan kişiye göre
değişebilir.94
Aslında sohbet, diyalog, mülâkat, röportaj, roman, hikâye, tiyatro, manzum hikâye gibi türler
söyleşiye bağlı anlatım çevresinde meydana gelir. Bu metinler daha ziyade diyaloglardan
oluşur. Ancak söz konusu metinlerdeki kahramanların iç konuşmaları monologlara dayanır.
Bu kapsamda, mülâkat, röportaj ya da sohbette yalnızca konuşma varken, tiyatroda hem
konuşma hem de konuşmanın bağlamı vardır. Bu bağlam içerisinde söyleşinin yeri, zamanı,
biçimi, sahneye giriş ve çıkış gibi unsurlar belirtilir. Ayrıca tiyatronun en belirgin
yönlerinden birisi de gösteriye dayalı olmasıdır.95 Yani tiyatro, olayı anlatmaz; gösterir.
Söyleşiye dayalı anlatımın özellikleri şunlardır:
- Jestler, mimikler ve bedensel davranışlar anlatımı destekler.
- Karşılıklı konuşmaların seviyesi, konuşulan mevki, bağlam ve konuşan kişilere göre
değişiklik arz eder.
- Görme ve işitme duyularıyla ilgili ayrıntılardan yararlanılır.
- Vurgu ve tonlama anlatımın etkisini artırır.
- Bu anlatım türünde söyleşinin yeri, zamanı, biçimi, sahneye giriş, sahneden çıkış gibi
unsurlar söz konusudur.
88 Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 40. 89 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 683. 90 Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 40. 91 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 683. 92 https://www.edebiyatogretmeni.org/etiket/diyalog-nedir/, 01.01.2020; http://www.edebiyatokulu.org/2015/12/soylesmeye-
bagli-anlatim.html, 01.01.2020. 93 Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 40. 94 https://www.edebiyatogretmeni.org/etiket/diyalog-nedir/, 01.01.2020. 95 https://www.edebiyatogretmeni.org/etiket/diyalog-nedir/, 01.01.2020.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 23
- Tekrarlar ifadeyi ve anlatımı kuvvetlendirir.96
2.12. MİTİNG
Miting, “gösteri amacıyla veya bir olaya dikkat çekmek için genellikle açık alanlarda
yapılan toplantı,97 belli siyasi ve sosyal gayelerle veya bir olay üzerine dikkati çekmek için
geniş cadde ve alanlarda yapılan, silahsız, saldırısız, teşkilatlı gösteri toplantısı98” anlamına
gelmektedir.
Miting, demokrasiyle idare edilen ülkelerdeki insanların, çeşitli konular üzerindeki
duygu ve düşüncelerini toplu bir şekilde ifade etme, dile getirme hürriyetidir. Bu kapsamda,
siyasi partiler, öğrenci grupları, işçi ve memur sendikaları, mensubu olan insanlara kendi
konum ve gayelerinin, duygu ve düşüncelerinin propagandasını yapmak ve bu insanlara
fikirlerini aşılamak için mitingler düzenlerler. Ayrıca bazı olayları protesto etmek için de
miting düzenlenmektedir.99
Miting, genellikle açık alanlarda ve meydanlarda yapılır. Zira mitingin amacı, herhangi
bir konunun ve düşüncenin izah edilerek toplantıdakilere kabul ettirilmesinden ziyade, belli
bir insan topluluğunun, belirli konu ve olaylardaki düşünce ve davranışlarını siyasi iktidara,
çevre halkına, kamuoyuna duyurmak ve onları etkilemektir. Bu itibarla, mitinglere ne kadar
fazla insan katılırsa, maksat o oranda hasıl olacağından, söz konusu toplantılara çok sayıda
kişi katılır. Genellikle katılımcıların ellerinde görüş ve düşüncelerini açıklayan pankartlar
bulunur. Bazen de pankartsız ve sessiz mitingler görülmektedir.100 Arzu edilen, demokratik
hak arama yöntemlerinden birisi olan mitinglerin, kardeşliğe, birlik ve beraberliğe uygun
biçimde gerçekleştirilmesi ve varsa bir sorun, çözüme katkı sağlayıcı nitelikte olmasıdır. Aksi
takdirde dostu üzecek, düşmanı sevindirecek tutum ve davranışlar, bir ülke veya bir millet
için telafisi imkânsız bir sürecin başlamasına vesile olabilir.
2.13. TAKDİM KONUŞMASI
Takdim sözlükte, “bir şeyi karşılıksız olarak birine verme, sunma, tanıtma, tanıştırma,
öne alma, önceye alma”101 anlamlarına gelmektedir. Bu anlamlar çerçevesinde, bir toplantıda
asıl konuşmayı yapacak kişiyi izleyici ve dinleyicilere tanıtmaya takdim konuşması denir.102
Takdim konuşması, daha hatip konuşmaya başlamadan, onun ne tür bir konuşma
yapacağının dinleyici ve izleyiciler tarafından bilinmesini sağlayan bir konuşma olması
yönüyle, diğer konuşmalardan daha farklı bir önem arz eder. Bu bağlamda takdim
konuşması, köprü yapmaya benzer. Zira takdim konuşmacısı, asıl konuşmacı ile dinleyici ve
izleyicileri müşterek bir ilgi ile birbirine bağlar. Takdimci, sözü edilen köprüyü başarılı bir
şekilde yapabilmek için hem asıl konuşmacıyı hem de dinleyicileri iyi tanımakla
mükelleftir.103
96 https://www.edebiyatogretmeni.org/etiket/diyalog-nedir/, 01.01.2020. 97 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1691. 98 https://www.turkcebilgi.com/miting#bilgi, 01.01.2020. 99 https://www.turkcebilgi.com/miting#bilgi, 01.01.2020. 100 https://www.turkcebilgi.com/miting#bilgi, 01.01.2020. 101 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 2247. 102 Muallimoğlu, Hitabet, s. 544; Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 38. 103 Muallimoğlu, Hitabet, ss. 543-544.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 24
Takdim konuşmacısı, konuşmasında dinleyicilerin cevabını merakla bekledikleri,
“Niye bu hatip? Neden bu konu? Niçin bu dinleyiciler? Niye şimdi?” sorularının yanıtını
vermek durumundadır.104
Her toplantıda, asıl konuşmacıdan önce bir takdim konuşması yapılır. Takdim
konuşmasını genellikle programa ev sahipliği yapan kişinin yetkilendireceği hitâbeti güzel
olan bir kişi gerçekleştirir. Zira bu konuşma, dikkat ve özenle icra edilmesi gereken bir
hitâbettir. Dolayısıyla takdim konuşması yapacak olan kişinin şunlara dikkat etmesi gerekir:
- Takdim konuşmasında ilk kullanılacak söz, “hoş geldiniz, şeref verdiniz” cümlesidir.
Bu bağlamda takdim konuşmasını yapan kişi, -varsa- protokol üyelerinden başlamak
suretiyle katılımcılara hitap ederek, “hoş geldiniz” der ve teşriflerinden dolayı kendilerine
teşekkür eder.
- Ardından, program vesilesiyle seçilen konunun önemini birkaç cümle ile vurgular,
asıl konuşmacının söylemesi gereken şeyleri uzun uzun anlatmaz.
- Daha sonra, asıl konuşmacı hakkında, onun adını, unvanını ve görev yerini ifade
eden, uzmanlık alanına vurgu yapan, ele alınacak konuyla ilişkisini kuran çok kısa bir bilgi
verir.
- Ardından, asıl konuşmacıyı kürsüye davet eder.
-Asıl hatip konuşmasını tamamladıktan sonra, unvanını, adını ve soyadını zikrederek
konuşmacıya teşekkür eder.105
- Katılımlarından dolayı, izleyicilere de teşekkür eder ve programı kapatır.
2.13.1. Takdim Konuşması Örneği
Bu başlık altında, Hz. Peygamber’in (s) doğum yıldönümü münasebetiyle, bir dizi
etkinliklerin gerçekleştirildiği “Mevlid-i Nebi Haftası” kapsamında tertiplenen “Hz.
Peygamber (s) ve İnsanlık Onuru” konulu konferansta yapılabilecek bir takdim konuşması
örneğini sunmak istiyoruz:
Sayın Valim,
Sayın Rektörüm,
Sayın Belediye Başkanım,
Sayın İl Müftüm,
Sayın konuşmacı misafirimiz ………………
Sayın ………………… ,
Sayın daire amirleri,
Teşkilatımızın güzide mensupları,
Saygıdeğer hocalarım,
Kıymetli öğrenci kardeşlerim,
Sivil toplum kuruluşlarının değerli yöneticileri,
104 Muallimoğlu, Hitabet, s. 544. 105 Çetin, Hitabet ve İrşad, ss. 38-39.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 25
Değerli basın mensupları,
Kıymetli hanımefendiler ve beyefendiler, …
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s) dünyayı teşriflerinin 1447.
sene-i devriyesinde, “Mevlid-i Nebi Haftası” münasebetiyle, ……... İl Müftülüğü ve Türkiye
Diyanet Vakfı ……... Şube Başkanlığı tarafından organize edilen “Hz. Peygamber (s) ve
İnsanlık Onuru” konulu konferansa hoş geldiniz, şeref verdiniz!
Programımızı teşriflerinizden dolayı hepinize teşekkür eder; sözlerimin başında sizleri
selamların en güzeli olan Yüce Allah’ın selamıyla selamlamak isterim: Selamün aleyküm!
Değerli misafirler!
Şimdi programın akışını arz ediyorum:
- Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı.
- Kur’ân-ı Kerîm tilaveti ve okunan âyetlerin meâli.
- Mevlid-i Nebi sinevizyonu.
- İl Müftüsü Sayın ……………… Bey’in selamlama ve açılış konuşması.
- ……… Valisi Sayın ……………… Bey’in selamlama konuşması.
- Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın ……………… Bey’in
“Hz. Peygamber (s) ve İnsanlık Onuru” konulu konferansı.
- Hediye ve çiçek takdimi.
- Kapanış
- Bütün misafirlerimize ikram.
Şimdi sizleri aziz şehitlerimiz, ebediyete intikal etmiş devlet büyüklerimiz ve İslâm
âlimlerimiz için saygı duruşunda bulunmaya ve ardından da İstiklal Marşı’mızı okumaya
davet ediyorum. (Saygı duruşunda bulunulur ve İstiklâl Marşı okunur).
Teşekkür ederim.
Kur’ân-ı Kerîm tilavetinde bulunmak üzere, ilimiz ……………… Câmii İmam-
Hatibi/Müezzin-Kayyımı Sayın ……………… Bey’i huzurlarınıza davet ediyorum.
Bu güzel Kur’ân tilavetinden dolayı değerli hocamıza çok teşekkür ediyoruz.
Okunan âyetlerin meâlini aktarmak üzere ilimiz ……………… Câmii İmam-
Hatibi/Müezzin-Kayyımı Sayın ……………… Bey’i huzurlarınıza davet ediyorum.
Bu etkileyici hitâbet nedeniyle değerli hocamıza çok teşekkür ediyoruz.
Değerli misafirler!
Kuşkusuz, sadece bir programla Hz. Peygamber’i (s) hakkıyla anlamak mümkün
değildir. Zira onu anlamak için, Kur’ân’ı okumak, Kur’ân’ı anlamak ve Kur’ân’la yaşamak
gerekmektedir. Çünkü onun hayatı Kur’ân’dır. Bu doğrultuda biz bu programda, onun
örnek hayatından bir katre olarak, insana ve insanlık onuruna verdiği değeri yeniden ele
almak, bireysel ve toplumsal düzeyde bir duyarlılık oluşturmak istiyoruz. Zira bugün
insanlık ailesi, Kur’ân ve Sünnet’in ortaya koyduğu insanî ve ahlâkî değerlere yeteri kadar
ilgi göstermemekte, zulüm, işgal, işkence, istismar, insan hakkı ihlalleri giderek
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 26
yaygınlaşmakta ve şiddetlenmektedir. Hatta bu konuda insanlık ailesinin, Hz. Peygamber’in
(s) elçilikle görevlendirildiği zaman diliminin öncesinde Mekke’de yaşanmakta olan Cahiliye
dönemine geri döndüğünü söylemek dahi mümkündür. Bütün bu olumsuzlukların sonucu
olarak da dünyamızda kan ve gözyaşı hiç dinmemekte, her geçen gün mazlum ve
mağdurların sayısı artmaktadır. İşte bu noktada, sorumluluk sahibi bireyler olarak bizler,
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlenen tema çerçevesinde, Hz. Peygamber’i (s) sadece
anmak değil, aynı zamanda anlamak ve insanlara nebevî bir hayat modeli sunmak amacıyla
bu programı organize ettik. Sizler de teşriflerinizle, programımızı onurlandırdınız. Sizlere
tekrar tekrar teşekkür ediyoruz.
Şimdi sizleri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan “Mevlid-i Nebi
Sinevizyonu” ile baş başa bırakıyoruz. (Sinevizyon gösterisi izlenir).
Bu güzel sinevizyonun hazırlanmasında emeği bulunanlara çok teşekkür ediyoruz.
İl Müftüsü Sayın ……………… Bey’i selamlama ve açılış konuşmalarını yapmak üzere
kürsüye davet ediyorum. Arz ederim.
Teşekkür ederim Sayın hocam.
……… Valisi Sayın ……………… Bey’i selamlama konuşmalarını yapmak üzere
kürsüye davet ediyorum. Arz ederim.
Teşekkür ederim Sayın valim.
Şimdi de kürsüye, “Hz. Peygamber (s) ve İnsanlık Onuru” konulu konferansını
vermek ve zengin bilgi birikimiyle bizleri aydınlatmak üzere Ondokuz Mayıs Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın ……………… Bey’i davet ediyorum. Buyurunuz
saygıdeğer hocam. Sayın hocam kürsüde hazırlıklarını yaparken, ben de kendilerinin
özgeçmişini sizlere arz etmek istiyorum: (Konuşmacının özgeçmişi okunur).
Buyurunuz saygıdeğer hocam. Söz sizde!
Saygıdeğer hocamız ……………… Bey’e bu güzel konferanslarıyla bizleri
aydınlattıkları ve bizlere son derece faydalı bilgiler aktardıkları için çok teşekkür ediyoruz.
Hocamıza hediye ve çiçek takdiminde bulunmak üzere ……… Valisi Sayın
……………… Bey’i huzurlarınıza davet ediyorum. Arz ederim.
Sayın valimize ve saygıdeğer hocamıza tekrar teşekkür ediyoruz.
Saygıdeğer misafirler, kıymetli hanımefendiler ve beyefendiler! Programımızın
konferans kısmı burada sona ermiştir. Katılımlarınızdan dolayı tekrar hepinize
teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sağ olunuz, var olunuz!
Değerli misafirlerimiz,
Sizlerden hemen ayrılmamanızı istirham ediyoruz. Zira yan taraftaki salonda bütün
misafirlerimize çeşitli ikramlarımız olacaktır. Şimdiden sizlere “afiyet olsun!” derken,
programın hazırlanmasında emeği bulunan herkese sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 27
2.14. HUTBE
Sözlükte “bir topluluk karşısında yapılan etkileyici konuşma” anlamına gelen hutbe,
“cuma ve bayram namazlarında minberde okunan duâ ve verilen dinî öğüt,106 cuma ve
bayram namazları başta olmak üzere bazı ibadet ve merasimlerin icrası esnasında topluluğa
hitaben yapılan konuşma107” demektir. Bu bağlamda, konuşmayı yapan kişiye hatîb/hatip
denir.
Hutbe, namaz değildir. Bu yüzden hutbe okurken, kıbleye değil, cemaate dönülür.
Hutbe okuma esnasında hatibin abdestli olması sünnet; kıbleye dönmesi ve abdestsiz olması
mekruhtur. Şayet hutbe namaz olsaydı, mutlaka abdestli olmak ve kıbleye dönmek
gerekirdi.108
Hutbe kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmez. Ancak pek çok hadiste zikredilir.109
Hutbe, Cahiliye dönemi Arap toplumunda çok yaygın bir konuşma sanatı olarak icra
edilmekle birlikte, İslâmî dönemde hem sosyal hayatın bir parçası ve edebî sanatların bir
çeşidi olarak devam etmiş hem de dinî bir hüviyet kazanarak bazı ibadetlerin şekil şartı ya
da tamamlayıcı unsuru olmuştur.110
Hz. Peygamber’in (s), Cuma ve bayram namazları başta olmak üzere değişik vesilelerle
irad ettiği hutbeler, çeşitli hadis kaynaklarında yer almaktadır.111 Ayrıca bu konuda ilk
dönemlerden itibaren müstakil eserler de kaleme alınmıştır.112 Hz. Peygamber (s)
hutbelerinde, bireysel ve toplumsal hayatın sorunlarının çözümüne dair konuları işler ve
hutbelerini gayet kısa ve öz tutardı. Zaten birey ve toplumun beklenti ve ihtiyaçlarına cevap
teşkil edecek nitelikte olması arzulanan hutbelerde, tevhîde, ibadetlere, kardeşliğe, birlik ve
beraberliğe vurgu yapan konuların uygun bir üslupla aktarılması, Kur’ân ve sünnetin
emrettiği tebliğ yöntemine de son derece uygundur. Bu kapsamda hatibin kullanacağı dilin,
dikkat çekici, müjdeleyici, uyarıcı, iyimser, ümit verici, barışçıl ve hoşgörülü olması,
verilmek istenen mesajın alıcılara daha sağlıklı bir şekilde iletilmesini sağlar. Aksi takdirde
korkutucu, ürkütücü, ümit kırıcı ve sert bir üslubun, muhatapları ümitsizliğe sevk edeceği,
mesajın etkisini azaltacağı veya onları tamamen iletişime kapalı hale getireceği
bilinmektedir.113 Bu çerçevede, “Allah’tan bir rahmet olarak sen onlara yumuşak davrandın.
Şayet kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphe yok ki etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen
onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla istişare et. Bir kere de
karar verip azmettin mi, artık Allah’a dayanıp güven. Şüphesiz Allah, kendisine dayanıp
güvenenleri sever.”114 âyeti tebliğ faaliyetlerinde takip edilecek yöntemi belirtmesi açısından
yol gösterici mahiyettedir.
106 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1117; Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 111. 107 Isfehânî, Müfradât, s. 286; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, c. IV, ss. 134-136; Mustafa Baktır, “Hutbe”, DİA, TDV Yay., İstanbul
1998, c. XVIII, s. 425. 108 Çakan, Dînî Hitâbet, s. 17. 109 A. J. Wensinck, Concordance et Indices de la Tradition Musulmans, Leiden 1936-1969, c. II, ss. 44-48. 110 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 425. 111 Buhârî, “Salât”, 80; “Cum‘a”, 26, 27, 28; “‘Îdeyn”, 3; Müslim, “Salât”, 62; “Cum‘a”, 45, 47, 48, 52, 57; “‘Îdeyn”, 3; Tirmizî,
“Cum‘a”, 14, 15; “Edâhî”, 19; v.dğr. 112 Selahaddin Müneccid, Mu‘cem Mâ Üllife ‘an Rasûlillâh, Dâru’l-Kitâbi’l-Cedîd, Beyrut 1982, ss. 292-293. 113 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 426. 114 Âl-i ‘Imrân 3/159.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 28
Hz. Peygamber (s) sonrası dönemde hutbe, dinî işlevinin yanı sıra siyasi hâkimiyetin
göstergesi olarak da önem kazanmıştır. Bu bağlamda, Hz. Ebû Bekir halife seçildiğinde, bir
hutbe irad ederek, takip edeceği siyasetin temel prensiplerini açıklamıştır. Hz. Ömer, Hz.
Osman ve Hz. Ali de aynı geleneği sürdürmüşlerdir. İslâm Devleti’nde atanan valiler de
göreve başladıklarında, benzer içerikli konuşmalar yapmışlardır. Diğer taraftan, İslâm’ın ilk
yıllarında halife, hutbeyi okur, namazı da kıldırırdı. Daha sonraları namaz kıldırmak ve
hutbe irad etmek için görevliler tayin edilmiş, hutbede hakimiyet ve istiklâlin sembolü
olarak halife ve sultanın isimleri anılmaya başlanmıştır. Bu doğrultuda, halife adına ilk hutbe
okuyan kişi, Hz. Ali döneminin Basra valisi Abdullah b. Abbas’tır. Söz konusu hutbede Hz.
Ali’nin adının zikredilmesi, onun Muaviye b. Ebî Sufyân ile arasındaki anlaşmazlık
bağlamında, hilafetinin alameti sayılmış; Müslümanların da sükût ederek dinlemesi,
kendisine biat olarak yorumlanmıştır.115 Emevîler döneminde de bu uygulamanın devam
ettirildiğini tahmin etmek mümkünse de kaynaklarda, halifenin göreve başlarken hutbe irad
etmesi konusunun ne derece korunduğuna dair açık bilgi yoktur.116
Abbâsîler döneminde, İslâm Devleti’nin topraklarının genişlemesi, devlet
yapılanmasında Sâsânî kaynaklı uygulamaların etkili olması ve resmî ve siyasi
meşguliyetlerinin artması, halifelerin halktan uzaklaşmalarına ve Cuma namazını bizzat
kıldırma geleneğini terk etmelerine sebep olmuştur. Bu uygulamanın yerine bir din âlimi,
hutbe okumak ve namazı kıldırmak üzere görevlendirilmiş ve hutbede halifenin adının
zikredilmesi onun hilafetinin alameti olarak kabul edilmiştir.117
İslâm devletlerinde bir hükümdarın meşruiyet kazanması, onun saltanatının halife
tarafından onaylanması ile mümkün olurdu. Bunun ilk şartı da hükümdarın kendi
memleketinde halife adına hutbe okutmasıydı. Siyasi açıdan hutbenin bir başka önemi de
onun, hem İslâm devletleri hem de halife ile sultan, eyalet valileri ve mahallî hanedanlar
arasındaki güç dengesinin bir sembolü olarak kabul edilmesidir.118 Bunun ilk örneği,
bağımsızlık işareti olarak halife Me’mûn yerine hutbede kendi adını okutan Horasan valisi
Tâhir b. Huseyn’dir. O aynı zamanda Tâhirîler hanedanının kurucusudur.119
Gazneli Mahmud dönemine kadar Gazneliler Devleti coğrafyasında, Abbâsî halifesinin
adı İslâm toplumunun manevî lideri olarak anılagelmiştir. Gazneli Mahmud ise,
hâkimiyetine aldığı Müslüman ülkelerde hutbeyi kendi adına okutmuştur. Böylece devlet
yapısında halifeyi manevî, hükümdarı siyasi lider olarak kabul etme geleneği başlamıştır.
Yine halifenin izni ile veliahdın ismini hutbede zikretme temayülü, Gazneli Mahmud
zamanında başlamış bir uygulamadır. Bu uygulamanın amacı ise, devlette istikrarın
sağlanmasıdır. Gaznelilerin sözü edilen geleneği, Selçuklular tarafından da sürdürülmüştür.
Bu istikamette, Selçuklular, Gaznelilerin Horasan ve Maveraünnehir’deki hâkimiyetlerine
son verip kendilerine tâbi devlet haline getirince, Gaznelilerde hutbe sırasıyla Abbâsî
115 Ebû Zeyd Veliyyüddîn ‘Abdurrahmân b. Muhammed İbn Haldun, Mukaddime, el-Mektebetü’t-Ticârati’l-Kübrâ, Kahire ty.,
c. II, ss. 712-713. 116 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 426. 117 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 426. 118 Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi: 498-511/1105-1118, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara
1990, ss. 146-148. 119 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 426.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 29
halifesi, Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar, Melik Sencer ve Gazne Sultanı Behram Şah
adına okunmaya başlanmıştır.120 Bu söylemler, hutbenin zamanla siyasi bir rol edindiğini
göstermektedir.
Abbâsî hilafetine muhalif olan Fâtımîler, hâkimiyeti altına aldıkları topraklarda
okuttukları hutbelerde sadece kendi halifelerinin isimlerini zikrettiler. Selahaddin
Eyyûbî’nin Fâtımî Devleti’ne son vermesiyle birlikte, Mısır’da hutbeler tekrar Abbâsî
halifeleri adına okutulmaya başlandı. Abbâsî hilafetine son veren Moğolların İslâm’ı kabul
etmeleriyle, hutbe konusunda yeni bir uygulama başladı. Bu doğrultuda, Abbâsî hilafetini
tanımayan Moğollar, kendi iktidarlarının meşruiyetine temel bir esas olarak Sünni
bölgelerde Hulefâ-i Râşidîn’in, Şiî çevrelerde ise, on iki imamın adını hutbelerde okuttular.121
Bağımsız Anadolu beyliklerinde de hutbe bey adına okunurdu. 1291’de Karacahisar
Osman Bey tarafından fethedilip kilisesi câmiye çevrilince, Osmanlı Beyliği henüz Selçuklu
Devleti’ne tâbi olmasına rağmen, ulemadan Dursun Fakih ilk defa hutbede Osman Bey’in
adını zikretmiştir. Osman Bey’den sonra da bu uygulama sürdürülmüştür. Devletin güçlü
olduğu dönemlerde, çok uzak bölgelerde olmalarına rağmen Osmanlılardan koruma talep
eden Açe, Cava, Seylan, Batavya ve Sumatra gibi Hint Okyanusu’ndaki küçük Müslüman
devletlerde de hutbe Osmanlı padişahı adına okutulmuştur. Yine devletin elinden çıkan bazı
topraklarda da hutbe, zaman zaman Osmanlı hükümdarı adına okutulmuştur. Buna, 1774’te
Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsızlığı tanınan Kırım’ın, dinî yönden Osmanlı
Devleti’ne bağlılığını ispat çerçevesinde Cuma ve bayram hutbelerinin padişah adına
okunması örnek verilebilir. Yine İngilizlerin yönetimindeki Hindistan ve Kaşgar/Doğu
Türkistan ile Uzakdoğu ve Afrika’daki bazı Müslüman ülkelerde hutbe Osmanlı padişahı
adına okutulmuştur. Bunun iki önemli amacı söz konusudur: i. Özellikle XIX. yüzyılın ikinci
yarısında eski güç ve kuvvetini kaybeden Osmanlı Devleti’nin, dünyanın değişik
bölgelerindeki Müslüman topluluklarla dinî bağlarını güçlendirerek, Batılı ülkelere karşı
siyasi destek sağlamak. ii. Sömürgeci devletler karşısında Müslümanların tek koruyucusu
konumunda olan Osmanlı Devleti’nin himayesini temin etmek. Sultan II. Abdulhamid’in
İslâmcılık siyasetiyle daha da önem arz eden bu uygulama, Osmanlı Devleti’nden sonra da
uzun yıllar sürdürülmüştür.122
“1876 Anayasası’nın 7. maddesinde, padişah adına hutbe okunması, onun hâkimiyet
hakları arasında sayılmıştır. Ancak son halife Abdülmecid’in sürgün edilmesiyle birlikte,
Cumhuriyet hükümeti ve İslâm milleti adına duâ edilmeye başlanmıştır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından hutbenin dili değiştirilmiş ve ilk olarak 24 Kasım 1922’de
Abdülmecid’in Büyük Millet Meclisi’nce hilafet makamına seçilmesinden sonra Murahhaslar
Heyeti Başkanı Müfid Efendi, Fatih Câmii’nde Türkçe hutbe okumuştur. 23 Şubat 1925’te
birçok milletvekili hutbenin Türkçe; aynı yılın sonbaharında da hutbede geçen duâların hem
Türkçe hem de Arapça olarak okunmasını teklif etti. 1926 yılı Ramazan ayında İstanbul’da
Göztepe Câmii İmamı Cemaleddin Hoca, duâ ve âyetlerle birlikte hutbenin tamamını Türkçe
120 Ebu’l-Ferec Cemâlüddîn ‘Abdurrahmân b. ‘Alî b. Muhammed Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Târihi’l-Müluk ve’l-
Ümem, ‘Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1985, c. IX, s. 216; Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 427. 121 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 427. 122 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 427.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 30
okudu; bu yüzden de bir süre görevden uzaklaştırıldı. Daha sonra oluşturulan komisyon
1926’da Diyanet İşleri Reisliğine yeni bir teklif sundu. Başkan Rıfat Börekçi’nin imzasıyla
yürürlüğe giren talimatta (1927), âyet ve hadislerin dışında kalan bölümlerin Türkçe
okunması istendi. 1928 yılı Nisan ayı sonunda İstanbul Müftüsü Fehmi Efendi, hutbeye
halkın iman ve ahlâk konularında aydınlatılacağı Türkçe bir kısım ekleneceğini bildirdi. 5
Şubat 1932 tarihinde İstanbul’da Süleymaniye Câmii’nde tamamı Türkçe olan bir hutbe
okunduysa da bu uygulama devam ettirilmedi.”123
Günümüzde ise hutbede, âyet ve hadislerle birlikte hamdele,124 salvele125 ve diğer duâlar
Arapça okunmakta, hutbenin öğüt ve nasihat kısmı ile ikinci hutbedeki hamdele ve salvelenin
ardından yapılan duâ ve Nahl sûresi 90. âyetin anlamı Türkçe olarak aktarılmaktadır.
2.15. VAAZ
Arapça’da v-‘a-z kök harflerinden türetilen ve sözlükte “öğüt vermek, uyarmak,
sakındırmak” anlamlarına gelen vaaz, “bir topluluğa karşı dinî ve ahlâkî konularda nasihat
etme, dinleyenlerin kalplerini iyiliğe ısındıracak sözler söyleme, uhrevî mükâfat ve azaba
dair bilgiler vererek teşvik ve ikazda bulunma,126 câmii ve mescid gibi yerlerde vaizlerin
yaptığı, genellikle öğüt niteliği taşıyan dinî konuşma,127 dinî konularda cemaati aydınlatarak
manen gelişmesini sağlamak amacıyla din âlimlerince ibadet mahallerinde yapılan
konuşma128” şeklinde tanımlanmaktadır. Vaaz veren kişiye vâiz denir.
Bazı İslâm âlimlerine göre, vaaz bir sanattır. Bu bağlamda söz konusu konuşmalar
kasas (kıssa), tezkîr ve vaaz olmak üzere üçe ayrılır ve kâs (kıssa anlatan kişi), müzekkir (öğüt
veren kişi) ve vâiz kavramları sıklıkla birbirlerinin yerlerine kullanılır.129
Kur’ân-ı Kerîm’de vaaz kelimesi zikredilmez. Ancak mev‘ıza ve vâ‘ızîn başta gelmek
üzere Arapça’da aynı kökten türetilen farklı kelimelerin bulunduğu âyetler Yüce Kitap’ta yer
almaktadır.130 Bu âyetlerde ele alınan konularda Yüce Allah (cc), adeta vaazlarda takip
edilmesi gereken yöntem ve üslubu değişik örnekleriyle göstermektedir. Kur’ân’da vaaz
kavramı ile yakın anlamlı olarak zikr, zikrâ, tezkîr, tezkira başta olmak üzere bazı kelimeler de
kullanılmaktadır. “Kur’ân’da vaaz kavramı daha ziyade emredici veya yasaklayıcı ifadelerle
hukuki çerçeveye giren genel prensipler bağlamında yer alırken, tezkîrin ödül ve cezayı,
cennet ve cehennemi hatırlatan, insana maddi ve manevi açıdan arınmasını öğütleyen
ifadelerle hukuki yapıya manevi ve ahlâkî bir temel hazırladığı söylenebilir.”131 Kur’ân’da v-
‘a-z kök harflerinden türetilen kelimelerin kullanıldığı âyetlerde hedef kitle daha çok
123 Baktır, “Hutbe”, c. XVIII, s. 428. 124 “Elhamdülillâh” cümlesinin kısaltılmış şeklidir. (Bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Hamdele”, DİA, TDV Yay., İstanbul 1997, c. XV,
s. 448). 125 Salâtü selâmın, yani “Allâhümme salli ‘alâ Muhammed” cümlesinin kısaltılmış halidir. (Bkz. Isfehânî, Müfradât, ss. 490-491;
Mehmet Suat Mertoğlu, “Salâtü Selâm”, DİA, TDV Yay., İstanbul 2009, c. XXXVI, ss. 23-24). 126 Ebû ‘Abdirrahmân Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-‘Ayn, Müessesetü’l-A‘lemî, Beyrut 1988, c. II, s. 228; Isfehânî, Müfradât, s. 876;
İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, c. XV, s. 345; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, s. 248; Hasan Cirit, “Vaaz”, DİA, TDV Yay., İstanbul 2012, c.
XLII, s. 404. 127 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 2463. 128 Cirit, “Vaaz”, c. XLII, s. 404. 129 Ebu’l-Ferec Cemâlüddîn ‘Abdurrahmân b. ‘Alî b. Muhammed Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, el-Kussâs ve’l-Müzekkirûn, nşr.
Muhammed Lütfî es-Sabbâğ, Dâru'l-Kütübi’l-‘Ilmiyye, Beyrut 1983, ss. 159, 162. 130 ‘Abdu’l-Bâkî, el-Mu‘cemu’l-Müfehras, s. 845.
131 Muhammed ‘Abdülhay b. ‘Abdilkebîr b. Muhammed Hasenî İdrîsî el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-İdâriyye, Dâru’l-Kütübi'l-‘Ilmiyye, Beyrut ty., c. III, s. 7.
HİTÂBET VE MESLEKÎ UYGULAMA 31
Müslümanlar iken, zikr ve tezkîr kavramlarıyla tüm insanlık ailesine hitap edildiği
görülmektedir. Ayrıca Yüce Kitap’ta Kur’ân’ın bir adı da zikr olarak geçmektedir.132
Bazı hadis kaynaklarında vaaz konusuyla ilgili bablar açılmıştır.133 Söz konusu
hadislere göre Hz. Peygamber (s), değişik vesilelerle, özellikle de namazlardan sonra
ümmetine vaaz ve nasihat etmiştir.134 O, Cuma ve bayram hutbelerinde okuduğu birkaç
âyetin ardından Müslümanlara vaaz eder, öğüt ve nasihatte bulunurdu.135
Hz. Peygamber (s), insanlara vaaz ve nasihatte bulunmayı o kadar önemsemiştir ki,
kabir başında toplanan, problemlerinin çözülmesi için huzuruna gelen kimselere bizzat
kendisi vaaz etmiştir.136 O, kendi eşlerine öğüt vermiş, kadınları öğüt ve nasihatte bulunarak
eğitmek için özel bir gün ayırmıştır.137 Yine atadığı valilere, görev yerlerindeki insanlara vaaz
ve nasihatte bulunmalarını öğütlemiştir.138
Hz. Peygamber (s), her işinde olduğu gibi vaazlarında da kolaylığı tercih eder, belirli
günlerde vaaz eder, müjdeci ve uyarıcı vasıflarını öğüt ve nasihatlerine yansıtır,
muhataplarını bıktırmayacak şekilde kısa ve öz konuşurdu. O, vaazlarında Yüce Allah’a (cc)
itaat, iman esasları, dünya ve ahiret hayatı, toplumsal meseleler, hayırda yarışmak, dinî emir
ve yasaklar başta gelmek üzere, insanları ilgilendiren her konuda kendilerine öğüt verirdi.
Hz. Peygamber (s), konuşmasının etkisini artırmak ve konunun daha iyi anlaşılmasını
sağlamak amacıyla, geçmişte yaşanan hakikatleri konu edinen Kur’ân kıssalarından
yararlanır ve bu kıssalardan insanların ibret almalarını salık verirdi. Onun vaaz ve
nasihatlerindeki üslubu, vaaz etme, öğüt verme ve nasihatte bulunma adına bugün
izlenmesi gereken yöntemler açısından son derece yol göstericidir. Bu çerçevede, insanlara
bağırıp çağırarak ve onları sürekli korkutup karamsarlığa sevk ederek yapılan vaazların Hz.
Peygamber’in (s) vaaz ve davet metoduna aykırı olduğu gayet açıktır. Ayrıca vaaz
üslubundaki sertlik, faydadan öte, zarara sebep olabilir; insanların tepkisine ve kötülükte
ısrar etmelerine yol açabilir.139
Vaaz, Müslüman toplumun varlığını tehdit eden her türlü meydan okumaya karşı
ümmetin aldığı bir tedbir mekanizması olarak, sosyal ve siyasal bir kurum niteliğine de
sahiptir. Bu çerçevede vaaz, İslâm dininin yanı sıra Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm ve
Hinduizm gibi inanç sistemlerinde de önemli bir anlayış olarak varlığını devam
ettirmektedir.140
Günümüzde vaaz, isti‘âze, besmele, hamdele ve salveleden sonra âyet ve hadislerle devam
eden kısa bir Arapça başlangıcın ardından, asıl bölüm olan öğüt ve nasihatlerle devam
etmekte, en sonunda dinleyenlere ve tüm Müslümanlara yapılan birkaç cümlelik duâ ile son
bulmaktadır. Vaazın sonunda Fâtiha sûresi okunmaktadır.
132 Hıcr 15/9.
133 Buhârî, “‘Ilm”, 28, 32, 40; “Salât”, 40; “Cenâiz”, 83; “‘Îdeyn”, 19; “De‘avât”, 69; “Ahkâm”, 20 .
134 Tirmizî, “‘Ilm”, 16; Nesâî, “Sehv”, 99; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6; İbn Mâce, “Mukaddime”, 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V,
ss. 91, 97, 105.
135 Buhârî, “‘Îdeyn”, 6; Müslim, “Cum‘a”, 41; Tirmizî, “Salât”, 365.
136 Buhârî, “Cenâiz”, 82; “Ahkâm”, 20.
137 Buhârî, “‘Ilm”, 36, 40.
138 İbnü’l-Cevzî, el-Kussâsve’l-Müzekkirûn, s. 167. 139 Cirit, “Vaaz”, c. XLII, s. 405. 140 Kürşat Demirci, “Vaaz”, DİA, TDV Yay., İstanbul 2012, c. XLII, s. 407.