142
27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi İçindekiler: l. Bölüm: Sosyalizmimiz ve Devletçiliğimiz 2. Bölüm: Devletçilik (Kapitalizm Fideliği) Üzerine Bir Küçük-Burjuva Kuruntu Fikri 3. Bölüm: Devrimciliğin Birinci Sorunu Sınıf İktidarı (Birinci Kurtuluş ve 27 Mayıs Açısından) 4. Bölüm: 27 Mayıs ve İktidar 5. Bölüm: 27 Mayıs'ın Sentetik Açıdan İncelenmesi Birinci Bölüm SOSYALİZMİMİZ VE DEVLETÇİLİĞİMİZ * Dayanabilirsek; kendi kendimizi eleştirelim. Bugün dünyanın her yerinde sosyalizm komünizme karşı alınmış bir önlemdir, daha doğrusu, elçilik danışmanlığı yapan eski bir Milli Birlik üyemizin deyimiyle "komünizme taşmayı önleyecek son bent"tir; herkesçe hoş görülen bir "ehven'i şer: kötünün iyisi"dir. Ama, bizim devletçiliğe kardırılan sosyalizm anlayışımızla, Batıdaki sosyalizm yapılışları arasında, en az ortaçağla modernçağ arasındaki farklar kadar karlı dağlar ve uçurumlar vardır. Batıda sosyalist devletçilik, işverenin hesaplılığına dayanır; bizde "devletçi sosyalizm" -bilerek, bilmeyerek- ortaçağın tartısız, darasız keyfiliğini okşar. Boyuna unuturuz. Batıda sosyalizm ne zaman, nasıl ve niçin doğdu? Batıda, derebeyi düzeni köklerinden yolundu. Ortaçağın antika ağaları yerine, yeni sanayinin açtığı evren pazarına ayak uydurup yontulmuş modern emlâk sahipleri geçti. Derebeyliğin yıkılış ayaklanmaları içinde silah arkadaşlığı yapılırken alevlenmiş halk ve işçi hareketleri önünde ansızın ürken işveren sınıfı, toplum içinde insanın insanı işletme ve sömürmesinin inceliklerini denemiş ortak aradı. Bu uğurda, tek başına dizginleyemediği sarsıntılarla herşeyi kaybetmektense, büyük arazi sahiplerine "kılıçlarının hakkı" olan "rant" adlı "arslan payı"nı tanıyıp uzlaşmaktan başka yol bulamadı. Üst sınıfların ekonomi temelinde yaptıkları bu rant, kâr paylaşımı, devlet ve siyaset alanlarında paylaştıkları işbölümü ile perçinlendi. Modern "serbest rekabet" yasalarına uygun "hür parlamento" düzeni sağlandı. Bu esnek sıkıyönetim altında yalnız kalan, ekonomide işleyici kol, politikada vergi ve oy ödeyici kul durumuna giren işçi sınıfı, devlet dışında başının çaresine baktı. Ortaçağ toplumundan kendi saflarına ve çevresine düşmüş zümre ve tabakaların çeşitli insan ve eğilimlerine göre bir sürü "sosyalizm"lere sarılma yollarına girdi. Demek, Batıda sosyalizm, devletin dışında ve karşısında doğdu. Devletçiliğe hâlâ, bir türlü, kolay kolay ısındırılamadı.

27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

İçindekiler:l. Bölüm: Sosyalizmimiz ve Devletçiliğimiz2. Bölüm: Devletçilik (Kapitalizm Fideliği) Üzerine Bir Küçük-Burjuva Kuruntu

Fikri3. Bölüm: Devrimciliğin Birinci Sorunu Sınıf İktidarı (Birinci Kurtuluş ve 27

Mayıs Açısından)4. Bölüm: 27 Mayıs ve İktidar5. Bölüm: 27 Mayıs'ın Sentetik Açıdan İncelenmesi

Birinci BölümSOSYALİZMİMİZ VE DEVLETÇİLİĞİMİZ*

Dayanabilirsek; kendi kendimizi eleştirelim.

Bugün dünyanın her yerinde sosyalizm komünizme karşı alınmış bir önlemdir, dahadoğrusu, elçilik danışmanlığı yapan eski bir Milli Birlik üyemizin deyimiyle"komünizme taşmayı önleyecek son bent"tir; herkesçe hoş görülen bir "ehven'i şer:kötünün iyisi"dir. Ama, bizim devletçiliğe kardırılan sosyalizm anlayışımızla, Batıdakisosyalizm yapılışları arasında, en az ortaçağla modernçağ arasındaki farklar kadarkarlı dağlar ve uçurumlar vardır. Batıda sosyalist devletçilik, işverenin hesaplılığınadayanır; bizde "devletçi sosyalizm" -bilerek, bilmeyerek- ortaçağın tartısız, darasızkeyfiliğini okşar.

Boyuna unuturuz. Batıda sosyalizm ne zaman, nasıl ve niçin doğdu?

Batıda, derebeyi düzeni köklerinden yolundu. Ortaçağın antika ağaları yerine, yenisanayinin açtığı evren pazarına ayak uydurup yontulmuş modern emlâk sahiplerigeçti. Derebeyliğin yıkılış ayaklanmaları içinde silah arkadaşlığı yapılırken alevlenmişhalk ve işçi hareketleri önünde ansızın ürken işveren sınıfı, toplum içinde insanıninsanı işletme ve sömürmesinin inceliklerini denemiş ortak aradı. Bu uğurda, tekbaşına dizginleyemediği sarsıntılarla herşeyi kaybetmektense, büyük arazisahiplerine "kılıçlarının hakkı" olan "rant" adlı "arslan payı"nı tanıyıp uzlaşmaktanbaşka yol bulamadı. Üst sınıfların ekonomi temelinde yaptıkları bu rant, kârpaylaşımı, devlet ve siyaset alanlarında paylaştıkları işbölümü ile perçinlendi.Modern "serbest rekabet" yasalarına uygun "hür parlamento" düzeni sağlandı. Buesnek sıkıyönetim altında yalnız kalan, ekonomide işleyici kol, politikada vergi ve oyödeyici kul durumuna giren işçi sınıfı, devlet dışında başının çaresine baktı. Ortaçağtoplumundan kendi saflarına ve çevresine düşmüş zümre ve tabakaların çeşitli insanve eğilimlerine göre bir sürü "sosyalizm"lere sarılma yollarına girdi. Demek, Batıdasosyalizm, devletin dışında ve karşısında doğdu. Devletçiliğe hâlâ, bir türlü, kolaykolay ısındırılamadı.

Page 2: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Türkiye'de gidiş ve kavrayışlar hangi basamakta bulunurlar?

Doğru konuşalım. Derebeyi kalıntılarımız, bütün dişleri ve tırnaklarıyla iliklerimizeişlemiş olarak yaşarlar. Örnek alalım: Bir İngiliz işvereni ile lordu, anayurdundadevletin yasası hâttâ örf dışında kılını kıpırdattırmaz, dünyada, hemen yarıyeryüzünü sömürge ve yarı-sömürge gibi kullanır.

Bir de bizim ağalarımızla bezirganlarımıza bakalım, hepsi devlet koltuğunda şakşakçıteb�a, rüşvetçi müteahhit kenedirler, "yurtseverlik"'i bu yönde anlar ve savunurlar.Dünyaya gelince, onlar yabancı mallarına ajan ve yabancı nüfuzuna hayranolmaktan hiç tedirgin olmazlar. Bu, her çiğ ve acı güçlüyü kendisine süzeren (üstağa) saymaya hazır insanlara ortaçağda "vasal" (kul taifesi) denir.

Demek, bizim yönetici sınıflarımız henüz vatandaş, modern yurttaş olmamıştır.Devletçiliğimize bu yönden bakalım. Uzun ve karanlık Doğu tarihimiz örneklerledoludur. İslam anayasamız Kur'andır. Bir yanda tanrısal kesinlikte Kur'an ayetleri,kör hafız ezberiyle dediği anlaşılmaksızın, gözü kapalı hoş sesle okunurken, ötedesarıklı talkıncılar Kur'ana aykırı en keyfi saltanatlara fetva verirlerdi. Tıpkı oalışkanlığımızla, çeviri anayasa ve yasalarımızı hiçe sayan en ilkel ilişkilerimizgeriliğimizi "kitabına uydurarak", bütün ekonomi ve toplumumuzu boğuyor.Mevzuatımız, yalnız ileri insan görüşlü bir yabancı bize "şunu yapın" dediği zaman,"kitabımızda o da yazılı" demek için, göstermelik, raf bitiğidir. Siyaset, yönetim,ahlâk, hukuk, bilim ve sanat ilişkilerimiz geri tepmede herşeyi mübah sayankılıklarla soysuzlaştırılıyor. İç bağıntılarımız, dağların kayması gibi kendiliğinden veönüne geçilemezmiş gibi, dış ilişkilerimizde kapitülasyon gelenek ve göreneklerinidiriltmek üzere inanılmaz yarışlara kalkışıyor. En rahatsız olmuş görünenler bile"yaşasın devletçiliğimiz!" biçiminde, "Padişahımız, efendimiz öldü. Padişahım çokyaşa!" gülbankını çekiyorlar...

İşte tam o sırada, işçi sınıfımız dışından ve ta yukarılardan bir sosyalizmgürülltüsüdür gırla gidiyor. Hem de bütün iddiası ne? Kalkınmamızı özel sermayeyerine, devletçiliğimiz eliyle yapmak! Ne büyük lâf! Bu neye benziyor? Aslanpençesine düşmüş eşeğin "aman arslanım, kendi pençeni ısır, mideni ye ve kalbinikopar! O daha lezzetlidir..." demesine. Bu eşeklik, bizim "sosyalistdevletçiliğimiz"den daha olanaklı bir şeyi istemektir. Çünkü aslan da bir hayvandır.Gözü kararıp pençesini de ısırabilir. Devlet bir hayvan değildir. Yapacağını hiçbirzaman pençesindeki eşeklere danışmaz. Öyleysa bizim "devletçiliğimiz"in sosyaleşeklikleri neye yarar?

Çevremize azıcık göz gezdirelim. Bugün, yabancı sermaye hepimizden daha devletçi!Ortaçağ artığı hacıağa ve bezirganlarımızın Yassıada'dan başka işe yaramadıklarınıgöstererek, sıkı sıkıya, kıskıvrak bağlanacağımız devlet planları bekliyor. Tahttanindirilmiş Düyun'u Umumiye saltanatı, başka türlü bir güvenilir konsorsiyumsağlayamaz. Yalnız ortaçağ lonca esnafı kafalı "devletçilerimiz"le, ortaçağ azmanıhacıağa ve bezirganlarımıza kurban Lala paşalarımız bu çeşit "devletçiliğimiz" de"sosyalizm" ya da "komünizm" kokusu alabilirler. Yabancı sermaye ile birlikte SivasKongresi şerefine kadeh kaldırarak kaynaşma sevdasına düşmüş güdücü sınıflarımız,uluslararası pazarlığını yığınlarımıza mal etmek içjn sosyalizm gibi lâf kalabalıklarınıneden hoş görmesinler?... Onun için sosyalizm hazır elbisesi, bütün makbul "Avrupamalı" yabancı nesneler gibi, değerleri tartışma konusu edilemez "düsturlar" halindeülkemize sokuluyor. Her pahalı satılmak istenen şey gibi, sosyalizm de, hayrankaldığımız Batı kökenli "ithal malı" olarak piyasaya sürülüyor.

Page 3: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Makineyi en iyi yapıldığı Avrupa'dan sokuyoruz da, sosyalizmi niçin Avrupa'danalmayalım?

Birincisi: Bugün artık makinenin en iyisi Avnıpa`dan başka yerde de yapılıyor. HâttâAvrupa'dan iyisi Amerika'da ya da Japonya'da yapılıyor. Demek, Avrupa üstünlüğü,Avrupa hayranlığımızın nedeni olmaktan çıkmıştır. Bugün, dünyanın en ummadığımızbaşkâ birçok yerinde daha iyi teknik ve düşünceler bulunabilir. Amaç yalnızca iyi;doğru, güzelse...

İkincisi: Niçin tekniği ve düşünceyi Avrupa'dan getirtiyoruz? Özrümüzkabahatimizden büyük. Geriliğimiz bizi daha iyi düşünmeye ve yapmayakoyvermiyor! Geriliğimiz bu dizginlemeyi nasıl başarıyor? "Devletçiliğimiz"sayesinde.. Şimdi, oturup, o devletçiliğimizi "on emir" yapmamız gerekir mi? Bunagerek de yok. "Evamir'i aşere"imiz de, yüz emrimizde, her emrimiz de "O"ndan, kırkyıllık, bin yıllık "devletçiliğimiz"den tepemize iner. Bizim ona hınk deyicilik etmemizegerek yok ki...

Üçüncüsü: Avrupa'dan alıyorsak lütfen numusumuzla, tahrif etmeden alalım.Avrupa'da hiçbir sosyalizm devletçilikle başlamadı. Tersine, her sosyalizmin,devletçilik yüzünden boynu altında kaldı. Almanya'da Lassalizm, bizzat Lassal'inöldürülmesiyle kapandı. Fransa'da Blankizm, "devletçi" "iş atölyeleri" ile halkhareketinin başını yedi... Yani, devletçilik, ısmarlama değilse, kendi kendisi için bile,bütün ütopyalar gibi uğursuzluk getirir.

Dördüncüsü: Avrupalı, kendisi işine daha elverişli bir makineyi keşfetmedikçeeskilerini bize tevekkeli yere vermediği gibi, bizim derebeyi sırlı küpümüz de,kalıbına en uygun olmayan "sosyalizm"i içerisine sızdırmaz, vb., vb.

Bütün bu nedenler yüzünden, şöyle bir paradoksla karşılaşıyoruz:

Avrupa'da: Sosyal yapı değişiklikleri kaçınılmaz bir gelişim sayılıyor. O gelişimiönlemek ve -söz yerindeyse- "amortize" etmek için fizik yasalar uygulanıyor. Kazanıaşırı istimle patlatmamak için (ekonomik ve siyasal bunalımlarla Batı dünyasınıhavaya uçurtmamak için) Batının güdücü sınıfları bir "emniyet sübabı" arıyorlar.Sosyal emniyet sübaplarının en elverişlisini sosyalizmde buluyorlar.

Türkiye'de: Bütün sosyal ve politik çabaların sonucu, tam Batıdakinin tersinedönüyor. Kılık ve saç sakal "devrim"leri bile, kadim devletçiliğimizden gelmiyorsa,isyan çıkarıyor. Traş "inkılapları" dışında en ufak bir toplumsal yapı değişikliği ise,ölüm (komünizim) sayılıyor. Modernleşme gidişini bütün gerekleri ve sonuçlarıylabenimseyeceğimize, o gidişin sosyal yapımıza getireceği her türlü değişikliği sansüreuğratmak için uykularımız kaçırılıyor. Ortaçağ ilişkilerimizin kilit mevkisini her nepahasına olursa olsun dokunulmaz tutmak için bir maske aranıyor. Ve o maskedevletçiliğimizle karışık sosyalizmtrak "aydın" gevezeliklerinde bulunuyor...Devletçiliğimizle sosyalizm arasında köprü kurmaya çalışan şövalyelerin kişisel içkuruntu ve buruntuları ne olursa olsun, nesnel etki ve emekler bu değirmene sutaşıyor.

Avrupa`da büyük sanayinin kuruluşuna yol açan işçi sınıfının yığın hareketisosyalizmi yaratırken, bizde "devletçiliğimiz" adıyla savunulan tutum, pratikte, işçihareketlerini yeraltına sokup, vergi kaçakçılığı ile sosyal adaletsizliği göklere çıkaranbir sanayileşme geriliğini bilerek, bilmeyerek kışkırtıyor. 1000 kişi çalıştıracak birişletme, iş yasası sınırına girmemek için binbir parçaya bölünüyor. 1936'dan beri

Page 4: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

çeyrek yüzyıl geçti. "Özel sermaye"nin bu köstebek oyununu devletçiliğimiz görmekbile istemedi. "Madem ki yasadır, iş yasası bütün işçiler için yürürlüğe girdi"diyemedi... Uyruğunu kendi yasaları içine sokmayı bile bir ayrıcalık haline sokmuşolan devletçiliğimiz, o tavşan uykusu ile sermaye birikişini değil, ulusal zenginlikisraflarını en mirasyedi derebeyice arttırdığını, sanki kavrayamadı. İşçiyi domuzunasömürmenin makineleşmeyi durdurduğunu, makineleşmesiz sermaye birikimininolmayacağını sanki göremedi. "Canım, Tahtakale dükkancılıklarına oranla,Sümerbank fabrikaları az çok modern işletmeler olmadı mı?" Birincisi: Geriliğimizikorumak için tabi ki devletçiliğimiz gerekti. Doğaldır ki devletçiliğimizin ayaktadurması için bazı girişimlersiz olunamazdı. İkinci: Demokrat Parti rahmetlik, bir teksözünde durmuş olmak için devlet işletmelerini satılığa çıkardığı zaman bir tek ciddiözel sermayeci alıcı çıkmadı. Ancak, bedavaya verilir ve üstelik diş kirası para daödenirse, devletçiliğimizi utandırmamak için devlet işletmelerini almaya katlanan birözel sermayeci ilk iş olarak bu işletmelerdeki personelin beşte üç ya da dört kişisinikapı dışarı edeceğini şart koştu. Üçüncüsü: 15 milyar yatırım yapmış devletişletmelerinde, bunca "drokonyen" (zor kötek) fiyat ayarlamalarına karşın, tekelayrıcalıkları olmasa her yıl 300 milyon Türk lirası zararına çalışılıyor. Dördüncüsü:Hiçbir özel sermayenin yapamayacağı zamları pervasızca yapan devletçiliğimizin-meclis kontrolu dışında- yasa üstü işleyiş ve ihale mekanizması, ülkede pahalılığınve işsizliğin zaptedilemez ve karşı konulamaz öncüsü oluyor. Beşincisi: En korkunç1923 ile 1963 arasında tam kırk yıl geçti: Dünyanın bırakalım başka yerlerini, 40yılda aşiret çağının Japonyası, en modern Avrupa kapitalist üretimine öldürücürekabetle karşı koydu. Devletçiliğimizin en büyük anıtı olan Karabük için Amerikalıuzman Thornburg, yüzümüze karşı "Beyinsizliğin şaheseri!" sıfatını damgaladı. vbvb. Bu çapta bir sanayiciliğe, "modern işletmecilik" mi, yoksa "yağma Hasan'ınböreği", fodlacılığı besleyen "modern işkembecilik" mi demek daha doğru olur,derince düşünülecek şeydir.

"Kalkınmamız" şöyle dursun, sürekli artan nüfusumuz düşünülürse, olduğumuzyerde kalmamızı bile rahatça sağlamayan böyle bir devletçiliğimiz, ister istemez"demokrasi"yi kuramadı. Çünkü demokrasi, Avrupa'da 150 yıldan beri tanımlandığıgibi "en kalabalık, en züğürt yurttaşların" yanında olur. Devletçiliğimiz ise,çoğunluğumuzun -işçi, köylü, esnaf, aydın, memur yığınlarımızın- sosyaladaletsizliğe kurban edilmeleri pahasına, tek parti çağında birkaç şehirde, çok partiçağında birkaç mahallede birkaç "milyoner" yaratmanın şarkısını boruyla çaldırtmayı,demokrasi havası diye övdü. Şimdi, kullarını aç bırakmamak demek olandemokrasiyi bile gerçekleştirememiş olan bir devletçiliğimizin, "kulların efendiolmaları anlamınadır" denilen sosyalizme öncü sayıldığını düşünelim! Hem dekulların hiç haberleri bile olmaksızın, birkaç efendi kendi aralarında kendi kendilerinikandırıp atlatıvererek sosyalizmi uygulayıversinler! Pes.

Hayatta olmaz öyle şey. Ama "ruh" alemi başka, belki "ruh"larımıza, "gaipten" birsosyalizm esini ya da vahiyi gelmişse? Olaylarımıza dönelim.

Avrupa'da sosyalizm, az çok işçi yığınları için, işçilerle birlikte, işçiler tarafındanbenimsendikçe güçlenmiştir. İşçi katına inmemiş işçiyle gerçekten omuz omuzasavaşmamış "aydın" Saint-Simon olsa, Robert Owen olsa, Charles Fourier olsa"ütopist" (hayalci kuruntucu) sayılmıştır. Bizde devletçi sosyalizm, düşünceçoraklığımızda kolay satış yapmaya memur birkaç yarım-aydının, geçit resimlerindeçığırtkan afişler asmaya, çok kısa bir zaman için izin verilmiş dergicikte üç beş okuryazarda kafa göz bırakmayan, camiyle kilise arası lanetlenmeye yarar "aydınavuntusu"dur.

Page 5: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Üzerine en çok gürültü kopardığımız kültür bakımından Avrupa, yüzyıldan beri azçok bağımsız bir düşünce özgürlüğünü düşünce olarak kaldığı ölçüde yasakedememiştir.

Bizde, anayasalar harıl harıl yazarlar: "Herkes düşünce ve kanaat hürriyetinesahiptir" (Madde 20). Sonra Millet Meclisi katlarında yabancı bir konsorsiyumdanyardım görmek üzere düzülen planı yapan ve savunanlar "komünist" damgasıylaresmen suçlanırlar. Çünkü Mussolini'den adapte edilmiş ceza kanununda bile o adlabir suç yazılmadığı halde, o "düşünce"ye benzer ya da benzemez her hoşa gitmeyendüşünceyi kötülemek ve yasak etmek için "komünist" demek, akan bütün sularıdurdurur. Yasanın ve adliyenin dili bir kârış çıkar, öyle bir suçun damgasını yemişyurttaşı temize çıkarıncaya kadar... Neden? Çünkü bizde yasalar değil, şahıslar,derebeyler "devletçiliğimiz"e egemendirler. Daha doğrusu "devletçiliğimiz"in özü,"devletlû"ları yasaların üstünde saymaktır. Bu koşullar altında, düşüncemiz, patentibelli tekellerde ayrıcalık tanınmış kalıp düşüncelerle ısmarlama lâf ebeliklerindenöteye geçemez. Kültür alanında, dünyaya sunulacak tek bir orijinal şaheserimizdoğmadı diye de, ağlaşıp dururuz. Ya da tersine, dünyanın her yerinde harc-ı alemolmuş en bayağı fikirleri, hep biz keşfetmişiz gibi, kendi "eşsiz örneksiz" buluşlarımızolarak millete yutturmaya kalkışırız.

Devletçiliğimizin kurduğu karantinayı cennet saydırmaya çabalayan "devlet kuşu"sosyalistlerimiz sağ olsunlar.

Maddi alanda Avrupa en yüksek teknik uygarlığı kurmuş, biz o medeniyeti siyasikabuğunda bir kıyafet devrimi sanmışız. Yarım yüzyıl harika, mucize, dünyalarabedel ilerleme türküleriyle deretepe düz gitmişiz. Bir de arkamıza dönüp bakmışız ki,arpa boyu yol almamışız. Yarım yüzyıl önce bıraktığımız yere, dönme dolapla dolaşıpgelmişiz. Avrupa'dan, yarım yüzyıl öncekinden çok daha büyük bir uzaklıkla gerikaldığımızı anlayınca afallayıp kalmışız!

Manevi alanda Avrupa, ortaçağ skolastiğini bir daha geri,getirmemecesine gömüp,modern düşünceyi sağlamış. Biz, Arapça ve Acemce'yi bırakıp, Fransızca'dan,Almanca'dan, en son İngilizce'den çeviri ve taklitler yapmakla, medrese kafamızauygun bir yeni-skolastik şapkasını başımıza geçirdiğimizi bile anlamamışızdır.

Bugün, en kör göze bile batan biricik gerçek ortada duruyor. Batıda sosyalizm,büyük sanayinin yarattığı modern işçi sınıfına, uzun süreli savaşlarla savunduğuyaşama ve düşünme özgürlüğünü modern toplum çerçevesini çatlatmaksızın kısmitatminlerle amortize etme, giderme yolları açan iyi kötü bir sosyal istikrar sağlamakçabasıdır.

Türkiye'de neler oluyor?... Büyük sanayi ürünleri nasıl Avrupa'dan hazırca geliyorsa,ülkemizde nasıl ancak Avrupa'da modası geçmiş, tekniğin son sözü olmaktan çıkmışaz çok ıskarta makineler getirilerek "monte" edilir edilmez bir "ulusal sanayi" doğdusanılıyorsa, tıpkı onun gibi, Avrupa'da büyük sanayinin doğal ürünü olan sosyalizmde, ancak Avrupa'da işportaya çoktan düşmüş sosyalizm ya da sosyal düşüncedöküntülerinden derme çatma parçalar, yedek parçalar biçiminde yurda aktarılırsa,"yerli malı" bir sosyalizmimiz oluverir biliniyor. Hammaddesi Amerika'dan, makinesiİsrail'den getirilip çıfıt çarşılarımızda sekiz-on yaşındaki kızoğlan çocuklarımızı sabahnamazından yatsıya dek balmumuna çeviren "plastik sanayimiz" ne kadar "ulusal"ise, o kadar ulusal "montaj fikir" özentilerine kapılıyoruz. Fakat bu "fikir"ler, hele"devletçiliğimiz"le kaynaştırıldılar mı, ortaçağ zihniyetimizle ister istemez hayattankopuyorlar. Basmakalıp, halkımıza gün ışığı göstermeyen bir sürü yapma veuydurma "ulusal sosyalizm" kılıklı "ideoloji" ukalalıkları moda oluyor. O yüzden bizim

Page 6: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"sosyal" düşüncelerimiz ve "sosyalizmlerimiz" hâttâ soysuzlaştırılmışınsoysuzlaştırılmışı -Ahmet Agayef'in dediği gibi- "önü sonu tutar" bir sistem bileyumurtlayamıyor. Her sıkışan zümre, sınıf ya da sözcünün mahalle kahvesi ağzına,kocakarı aklına geleni, paşa keyfine uyduğu gibi ortaya savurması bir "yenilik" ve"ilerilik" sanılıyor. Her kolay kabadayı kalemşörün kursağında geğirdiği gıdaklama,her panayır şairinin ya da tatlı su romancısının "anlamı karnında" guruldayan gaazi,fantazi fikir kırıntıcıkları "sosyal hikmet" yerine geçiriliyor. Ne sağ, ne sol, kimsemodern anlamda düşünceyi ciddiye almıyor. Bütün sosyal yaygaralarımız, halkın veulusun her türlü özgürlük ve insanlık yönelişini şaşkına çeviren anarşi unsurusosyalizmsi palavralara dökülüyor.

Bizim "devletçi sosyalizm" çığırtkanlarımız o palavraların en gözdekahramanlarındandırlar. O sırtlarını "sağlam kazığa", devletçiliğimize dayamışkabadayıların ağzında "sosyalizmimiz" bile, hâttâ Batının anladığı yönde "komünizmetaşmayı önleyecek son bent" olmaktan bile çıkıyor. Diktatör taslaklarının demagojitaçlarını süsleyen sahte elmas, zümrüt, zebercet taşları, taklit mücevherat rolünüancak oynayabiliyor. Bu tür "sosyalist"lerimiz, Türkiye'de kâh sinsi sinsi, kâh bütünhaşmetiyle, debdebesiyle, fakat her zaman dipdiri yaşamış, yaşatılmış derebeyibağıntılarımızı, "devletçiliğimiz" maskesi altında, "besle büyüsün, ört uyusun" edenbir rezil çemberi haklı çıkarmaya yarıyorlar. Yıllar yılıdır dinlediğimiz "sosyal"mavallar, kırk yıldır şiştikçe iştahı artan, iştahlandıkça şişen ortaçağ artığıbürokrasimiz, Şark kırtasiyeciliğimiz ortamında, dış yardım sadakasıyla "Ne kendieyledi rahat, ne halka verdi huzur!" Biçare palaspare memurlar saltanatımızı hemtavlayan, hem avlayan ünlü "yem borusu" yerine geçiyor. Vardı, geldi, Konya altısaat derken, hayat pahalılığı ve işsizlik hamamı içinde halk kadar memuru daterletip bayıltan geriliğimizi, gökten inmiş kurtarıcı "Mehdi resulullah", hak rahmetibir mucize ilerleyiş gibi yaldızlamaya özeniyor. Bütün o "sosyalizm" kasketli"devletçilik" çalımlarımız, profesör Zati Sungur'ların dünya güzelini belininortasından testereyle kesip yapıştıran, ya da hokkabaz külahı içinde tılsımlı tavşanlarhoplatan, "ne sihirdir, ne keramet, el çabukluğu marifet" kavuklu derebeyi geriliği ilesarmaş dolaş silindir şapkalı yabancı nüfuzunu putlaştırmış, gülünmekten çokağlanacak bir çorbacı skolastiğinin sarhoşluğudur.

Bunun en tipik, daha doğrusu en ibret alınacak "trajik" örneği mi aranacak?... Dünkütek parti çağının, tarikat ehli dışında kimsenin ciddiye almadığı çorbacı skolastiğininson perdesi ne idüğü belirli "komünizm" süprüntüsü "kadroculuk"du. Bugünkü çokparti çağının, hemen herkesce ciddiye alınan çorbacı skolastiğinin ilk perdesi neoldukları belirsiz -küçümseme ve kötüleme anlamında değil, iyi, hoş, parlak sözlerine otursa olsun, en "doğru" ve sağlam diye yaslandıkları yerde, "devletçiliğimiz" gibiçürük tahtaya basmış olan- "yöncülük"tür.

Kadroculuk "işverenden yana devletçilik"miş de, yöncülük "halktan yana devletçilik"miymiş? Haydi, efendim!.. Kül poğaçasına hasret ülkemizden başka yerde kim satınalır böyle manda tezeğinden iri lâfları, karın doyuracak somun diye?.. En haklıgörünen olayları bile gölgesi altında kuşkuya gömen temel düşüncelerine bakılınca,iki akıntı arasındaki -birbirlerine bugün de çekici gelen- yöntem ve mantık sonucu(yol ve varılacak köy) iddialarında tek fark şudur: Kadroculuk daha itçe biçimde"ütopik demagoji"ydi. Yöncülük daha tasavvufi (mistik) biçimde "demagojikütopi"dir. Kadrizm, sinikçe (hinoğluhince) bilerek yapılmış tahriflerle uydurmayakalkıştığı "ütopya"da, salt bahşişini kazanmak üzere yaranmak istediği sınıflarıngerçek oluşum ve eğilimlerini köy softası kadarcık ezberleyememiş alaturkademagojiydi. Yönizm, demagojiye (kuru kalabalığı parlak boş lafla temeldeyanıltmaya) kaydığını sezmeksizin, güvencini edinmek üzere yaranmak istediğizümrelerin tarihsel durumlarını bir "tarihçi" Murat bey veya bir "tarihi istikbal"ci

Page 7: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Celal Nuri İleri bey kadarcık olsun görememiş silme "alafranga ütopizm"dir. Osmanlı,"sınıfı me'murin" derdi bunların "devletçilik" dedikleri kuşa! Gönül genç "Yön"koçlarını, dişleri dökülmüş kadro kurtlarıyla aynı ağılda görmekten üzülmüş, neyeyarar? Acıklı yanları bu.

Traji-komik çalımları, melodramatik curcuna yalımları ne olursa olsun, çökmüşOsmanlı İmparatorluğu'ndan yadigar düzeniyle, medreseci lonca mantığına solcusoftalığı katmış kötü esnaf ukalalıkları hangi sapa balta olurlar? Sıkıntılı, sıkıntılı"sosyal" sözler ya da her ihanetini gördükçe sevgili yosmaya tapınçlı sitemlerle,kurda koyun postekisi mi giydirilecek? Kendilerine nasılsa, -diplomalarına bakıp-"aydın" etiketi takılmış, burnunun ucunu görmez, kendini beğenmiş zavallı kapıkulukalabalığı, ara sıra kazan kaldırma peşrevli "İzmir havası" temposuyla zinde zeybekoyununa mı kaldırılacak? O kadarcığına bile yaramıyorlar. İşte 27 Mayıs çıktı geçti! O"Sur'u İsrafil" "uyanık"larımız neredeydiler? Bezirgan kulislerde "seçim" yapıldıktan,atı alan hacıağa Üsküdar'ı boyladıktan sonra, mantar gibi fışkırmakla "atombombası"na benzeyişlerini mi seraplaştıracaklar? Yoksa. Türkiye halkının geriliktenkan kusan "sadrine şifa" verecek kağıttan "reçete"ler mi sunacaklar?

Çeşitleri kadrizm kadrilizm ile ya da yönizm bönizmiyle kalsa öpülüp başa konulacakolan bu "eshab'ı kehif"in "devrimci doktur" perukalı "kıtmir" üstadlarının, kaçık"ideolog"luklarıyla gösterdikleri bütün "beceri", Türk ulusunun başındaki en büyüktarihsel derdi -pahalı, lüks devletçiliğimizi- zemzemle yıkamak, o her aklı başındaişverenin pek iyi -sosyalistlerimizden çok daha iyi- tanıdığı, tanımladığı, yaka silktiğihacıağa kokulu levanten yetiştirmeye elverişli gübreliği, o ahır karanlığındaki nemli"mantar yaslası"nı, en güneşli, en bereketli, biricik ekin tarlası diye millete tek umutkaynağı, tek "arz'ı mev'ut"[Musa dininde olanlar için vaat edilmiş toprak, Kudüs] gibigösterip, halkı yağmur duasına çağırmaktır. Yurdumuzda en basit toplumsal düşüncekurallarını yasak edip, her düşünceyi körükörüne kışla itaatına sokamazsakelepçeleyen kafatası ölçüsünü, ruh şebekesini, vicdan ağını, bulunmaz Hint kumaşı,"eşsiz örneksiz" Keşmir şalı diye, geri kültürümüzün Mahmutpaşa yokuşu Ankaracaddelerinde, maldan anlamayanlara, beş aşağı, on yukarı ucuz-pahalı satmaktır.

Geçtim, o "şark kurnazı" madrabazlıkları, kendilerinden başka anlayarak dinleyenvar mı? Koltuklu masa başında "salla başı, al maaşı" geçinmekten başka ülkübilmeyen, sertçe yat borusuyla zıbarıp, yumuşakça lahuti hamam borusu ile talimekalkmayı bütün bir değişmez yaşama sanan "me'murin taifesi" ya da usturupluüç-beş cümle tekerlenince her işin yoluna gireceğini -Amerika'dan buğday gelmese,Avrupa'dan "sadaka'i fıtır" gelmese de, fodlaların sürgit ödeneceğini- uman ulufeci"aydınyan" ya da "solcuyan", "sağcıyan"... belki böyle kaval seslerine alışık ezelidevlet süt kuzucuklarıdır. Ne desen, inanıverirler. Önlerine kim düşse kanıverirler.Maaşlar tıkırında gittikçe pek uysaldırlar. Kazanı boş görmedikçe kaldırmazlar. Ama,vergisi ve karakoluyla bizim bitmez tükenmez, ucu bucağı görünmezkırtasiyeciliğimizi etinde, kemiğinde duymuş halkımız önüne, bizim salak ve solakhafızlarımız, Pala Paşalar kadarcık olsun çıkabiliyorlar, "kalkınma" "hat'mişerif�lerini indirebiliyorlar mı? Hayır. Çünkü, halk önünde "devletçiliğimiz"e "Şam'ınşekeri" dedikleri gün, yüzleri kızarmasa bile, "Arabın yüzü" gibi istenmeyeceklerdir.Tersine, hani şu "devletçiliğimiz"in sıcak "serler"inde tıkız harçlıklarla sulanıp yapayolarak büyütülmüş "şeriatçı-ırkçı"larmız yok mu? Onlar, "suret'i haktan" görünüpsığındikları "devletçiliğimiz'e sözüm ona çatarak, toplumumuzu Hülagü Han'ın oklayay çağına döndüreceklerini vaat ettikleri zaman milletçe alkışlanacaklar da, berikisosyal-devletçiler, taratorlu ağızlarıyla sırf "devletçiliğimiz"in cennet köşklerinitapşırmaya kalkar kalkmaz -yanıbaşlarında jandarma süngüsü yokken-yuhalanacaklarını bilinçaltlarıyla sezmeyecekler mi?

Page 8: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Ne yazık ki, timsah gözyaşları dökerek, ektiklerini yuhalanmakla biçerlerken,görecekleri ilgisizliği ve tiksintiyi, yaptıkları ham sofu vaizlerinin sonucu değil,"toplumsal ilericiliğe" karşı, anlayışsız "sokak adamı"nın cahilce sövüp saymasıbilecekler, böylece, Türkiye halkının her türlü sosyal adalete ve ileriliğe düşmanolduğu sanısına bir yol da kendi denemeleriyle yol açacaklardır.

Yok, sosyal baylarımız Batıdan en az yüzelli yıl geri "devletçiliğimiz"e sözde ileribatıcı "sosyalizm" kaftanını giydirmekle yapılan kalkınma "ideolog"luğu, hiç değilseyeni bir "demagog"luk sayılamaz.

Bırakalım o "sosyalizm" (Yön) ya da "nasyonal sosyalizm" (Kadro) gibi ülema pozlukuruntuları, önce kendi gerçeğimize inelim. Doğunun softa kafasını Batımaymunluğu gövdesine aşılayıp, Türkiye halkında kalmış iki paralık akl'ı selimin deortasına tüy dikmeyelim.

Sosyalizm Batı için ne kadar kaçınılmaz bir zorunluluksa, Türkiye için o kadardüşünce gümrüğünden konfeksiyon mal, hazır elbise kaçırmak, kafamızıgövdemizden apayrı çalıştırmak, beynimizi çok alışkın bulunduğumuz düşüncetembelliğiyle katılaştırmak, taşlaştırmak, molozlaştırmak oluyor. Birisi göğsüne"sosyalizm" rozetini taktı mı, bütün millet sorunlarımız için, "hak dini bendedir!"gibilerden, kafa yormak şöyle dursun, kılını kıpırdatmamayı erdemliliğin son rütbesisayıp oturuveriyor. Batıda sosyalizm başka türlü dindirilemeyen sancılara karşıkullanılmış bir morfin şırıngasıdır. Bizde sosyalizm hammaddesi Avrupa'dan kaçakolarak yurda sokulan -afyon kadarcık bir yerli malı olmayan- keyif veren zehirdir,her türlü pratikten kopmayı haklı çıkaracak bir afyonkeşliktir. Nedeni üzerinde çokdurmayalım. Bütün "solcuyan" tayfamıza dikkat edelim hepsi de memleketin herhareketine karşı "Ben sabahtan söyledim!" diyen kurnaz Yahudi usulüyle, lahavleçekip baş çevirirler. Çırpınan insanlarımızın ne dünü, ne bugünü; ne yarını ileilgilenmeyi "tarikat"larına uygun bulmazlar. Bu kabadayılar, Babıali'nin "büyükkapılı" kokain tekkelerinde "sosyalizm" kabağı çekiştiren esrarkeş dervişlerdir.Oturduklan peygamber postları üstünde, geceli gündüzlü tespih çekerek dünya veahiret gereklerini yerine getiren tuhaf sukuşu ermişlerine benzerler. Dünyanın hiçbiryerinde bu kadar "ucuz sosyalizm" görülmemiştir.

Çünkü dünyanın hiçbir yeri Türkiye değildir. Bizim en son toplumsal gerçeğimiz,Avrupa ile taban tabana zıttır: Daha doğrusu Batıya karşı kanlı, ateşli savaşa girenKuvva-yı Milliyeciliğimiz, Batıdaki az çok "sosyalist" hükümetlere karşı gelişmiştir.Kuvva-yı Milliyeciliğimiz, "milli mücadele"ye hiç nedensiz rastlantıyla mı girmişti?Girmekle yanılmış mıydı? Kimse milli mücadelenin yanlış olduğu iddiasına açıkçakalkışamıyor. Hâttâ, bütün siyasi tezleri Yassıada'da vurgunculuktan mahkûmolanların canlarına dokunulsa bile, mallarını affa uğratmalı diyen partiler bile okadarına henüz varamadılar. Kolay değil.

Kırk üç yıl önce Sivas Kongresi'nde tartışılan "ulusal kurtuluş" sorununuBölükbaşı'dan Alican'a kadar bütün führerlerimizle Lala Paşalarımızın bir tek uzun yada kısa "af"la çözümledikleri gibi, bir tek ince ya da kalın sosyalizm lafıylaçözümleyebileceğimizi sanmayalım. Kuvva-yı Milliyecilik nasıl "sosyalizm" değil-Mustafa Kemal'in deyimiyle -"Müstebit hilafet ve saltanatla kapitalizm veemperyalizmden kurtuluş"duysa, bugün de aynı sorunları renkkâri "sosyalizm"maskeleri altında apokarya maskarasına çevirmeyelim. Milli Birlik Komitesi üyeleri,�anlamı şairin karnında" bir "sosyalizm" boncuğu ile oyalanarak "Atatürk ilkeleri"niTürkçe ezanla karışık tasarruf bonosu ya da "herşeyden önce eğitim" atlasıyla kaplı

Page 9: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

yoksul köylüye dek arazi vergisi biçiminde yorumlamasalardı, belki hem kendileri bukadar çabuk meydanlarda taşlanmazlar, hem de ülke pek çok ilkelere bu derecehasret düşmezdi.

Neden 30 Ağustos`un kanlı zaferinden sonra gelen şey "istikrar" oldu da, 27Mayıs'ın kansız zaferinden sonra gelen "istikrarsızlık" oldu? "Sosyalizm" ya da "ilke"tartışmalarından mı? Hayır.1960 yılındaki durumumuz, 1923 yılındaki durumla tabantabana zıttır. Ekonomi alanında "mübadele" denilen yığınla insan transferleri, politikaalanında evren ve bağımsızlık savaşlarıyla devrimlerdeki insan kırımları yüzündenortaya açılmış boşluk;1920'den sonraki açlara ve işsizlere, ters, olumsuz eksi yoldanda olsa, geçim ve iş alanları sağlamıştı. Bütün bayındır Anadolu'nun zenginlikkaynaklarını tekellerinde tutan "gayri müslim"lerin tasfiye yollu sınır dışı edilişi,gelgeç de olsa, ansızın yerli unsurlara geniş fırsatlar, hâttâ kimi müslümanaçıkgözlere yağma alanı açmıştı. Sıra sıra devrimlerden sonra, seri halinde Trablus,Balkan, Birinci Dünya Savaşlarının cephelerde ve cephe gerilerinde su gibi harcadığıyüzbinlerce "münevver-memur"dan "münhal" kalmış yerler, terhis edilen ordu vesivil kadrolara bol bol hizmet kapılan açtı. Mübadele sayesinde, yüzyıllardan beriyabancı ajanı gayri müslimlerin topraklarımızdan sökülüp atılmaları, yerleridoluncaya kadar olsun, halkımızı bir an için ekonomik sömürülmeden bir ölçüdekurtulmaya ve istikrara kavuşturdu. Elle tutulur önemli zenginlikler el değiştirippaylaşıldı. İmparatorluğun sekiz on yıllık -en az 1908'den beri 15, 1809'dan beri 115yıllık- çözülüş ihtilalleri ve savaşlarınca tırpanlanmış aydınların devlet kapısındakiaçık yerleri öylesine çoktu ki, yeni yeni devlet kadroları kurulduğu sıralar gözeçarpan memur açığıyla karşılaşıldı. Bugün beş-altı yılda bitirilemeyen yükseköğrenim o zaman iki-üç yıldı. Ankara Hukuk'u, 2 yıl içinde zincir usulü ilkokuldangelmiş her yaşta öğrencilerden bile akın akın diplomalılar yetiştirdi... 27 Mayıs'ın heriki yönde hiçbir şansı olmadı. Tersine zenginliklerin mübadelesi yoktu ve olamazdı,özel ve yabancı sermayeyi ürkütmemek korkusu, vurguncuların bile siyaset dışındarahatsız edilmelerini önledi, vergi kaçakçılığını kanıtlayan "servet beyannamesi",doktrinsizlikle övünen sözde partilerin ortak kaygısı ve bir numaralı karabasanı oldu.Memur enflasyonu ise, akılları durduracak çapla tavanı aşmıştı. Bu koşullar altında27 Mayıs, ne savaş, ne devrim açamayacağına göre, ne yapabilirdi? Yüzde yüz halkainip, bütün ulusu ekonomi ve politika alanlarında örgütleyerek toprak reformunu,kooperatifçiliği, sanayileşmeyi bir ulusal seferberlik halinde, Anadolu BağımsızlıkSavaşı'nın özveri, özgürlük ve bilinci ile çarçabuk gcrçekleştirebilirdi. Ne yaptı?Sonradan "gayri şamimi beyanlar" sayılan anlaşılmaz "sosyalizm"lerle oyalandı.Sosyalizm yenir mi, yenmez mi işkilleri arasında, altta güreşmenin üstadı"devletçiliğimiz" imdada yetişti. "Aman, arslanlar, şunları yaparsanız siz yaparsınız.Seçim ve partiler gelmeden çabuk karar verin. Göreyim sizi!" diyerek, akıl hocalığınıtam yaptı. İşçi, müstahdem, memur, esnaf 27 Mayıs'ı çılgınca mı alkışladı? Bakişvereni darılttınız, işletmeler kapanıyor, çabuk özel sermayeye sermaye ödenmeküzere işçiye, memura, esnafa tasarruf bonosu kesip, zorla ödünç nafakalarındanparababalarına aktarın. Beş on ağanın gözaltına alınması ile toprak reformu lâflarıbaldırıçıplak köylülerin hoşlarına mı gitti? Devletçiliğimizin kırdaki temel direkleri(Kadroculuğun "rasin temelleri"!) sarsılmasın, "sosyal devlet"in yerini bulması,çalışan köylüden de arazi vergisi alınmakla olur. Bu iki önlemcik, 27 Mayıs'ı genişköy ve şehir yığınları içinde o saat tecrit edivermişti. Halkla arası açtırılan 27 Mayısiçin geriye ne kalmıştı? Sokağa dökülüp elele veren üniversite ile ordu. "Devrim"inbu iki motorunu "tıkanıklık"tan kurtarsa kurtarsa 27 Mayıs yiğitleri kurtarabilir.Devrimin kan döktüğü Beyezıt Meydanı'na "Hürriyet Meydanı" adını takarak,kendisini ceza olarak yanardağ ağzına çevir, tam üç yol greyderlerle kökünden kazı.Bir daha özgürlük gösterilerine sahne olmaya tövbe etsin. Meydanlara yapılan busembolik işkenceyi insanlara uygulamak daha kolay. Üniversitede 147'ler, orduda7000 Eminsular pekâla "zinde kuvvetler"i en az ikiye bölerek, kambur üstüne

Page 10: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kamburlar çıkarabilir!... Ondan sonra yap bir "seçim"... "Kalplere vur bir zımba!Rumba da Rumba, Rumba!"

"Gelmiş geçmiş 'ıktidarların en iyi niyetlisi" olduğunu söyleyen ve belki de gerçektenöyle olan Milli Birlik Komitesi bütün bu davranışlara neden kapıldı? Özetlenirse"sınıfsız, imtiyazsız bir toplum olduğumuzu şarkılaştıran "devletçiliğimiz"ekanışından. Sınıflara bakmadan "devletçiliğimiz herşeyi yapabilir" sanısı, kolâyca"herşey devletçiliğimiz için" oluvermişti. En parlak sosyal sözlerse, ancak toplumsınıfları bakımından uygulanınca öz anlamlarını açıklayabilirler.

Tasarruf bonusu, söz olarak devlet eliyle "sosyal kalkınmamız" içindi. Uygulanınca,özel sermayeyi beslemek üzere dar geçimlilerin kuşaklarını büsbütün sıkmak oldu...Arazi vergisi, söz olarak "devlet yükünü taşımakta eşitlik" içindi. Uygulanınca, küçükmülkleri büyük arazilere aktaracak vergi adaletsizliğini büsbütün arttırmak oldu.

Batıcı demokrasi her sınıftan ne alındığını, her sınıfa ne verildiğini açıkça pazarlığaçıkarmaktır. Bizde "ihale kanunu" vardır, ama "devletlu"larımız "ihaleyi dilediğineyapıp yapmamakta serbesttir" kaydını her günkü gazete ilanlarıyla belirtiriz.. Kimsesormaz, ihaleyi dilediğimize yapacaksak, bu ihale kanununa ne gerek var?Devletçiliğimizi bu olay özetler. Sınıflı, bir toplumda "sınıf yok" denildi mi, açık hesapgörülmeyecek, "dilediğimize ihaleyi yapacağız" demek istenir. Bu özgürlük değil,zorbalıktır. Demokrasi değil, diktatörlüktür. "Devletçilerimiz", bir bakımdandiktatörlüğün çanak yalayıcılarıdır.

Nereden kalkarsak kalkalım, görülüyor ki, Türkiye'mizin birinci sorunu "komünizmiönleyecek" bir sosyalizm değildir. önce, iliklerimizi, damarlarımızı yedi bin yıldan beriahtapot gibi sarmış şark kalem efendiliği devletçiliğimizin maddi yükünü; pahalılığı,işsizliği, yoksulluğu, manevi yükünü, adaletsizliği, anti-demokratik kanunları, mutlakdüşünce köleliğimizi açıklamalı ve giderme yollarına içtenlikle girmeliyiz. Bunun ilkkoşulu, toplumsal sınıflarımız arasında açıkça, namusluca, hesaplaşmayı yasaketmeyen ucuz ve alçak gönüllü devlettir. Sınıflar üstünde ya da dışında, "Libaralizmmi, yoksa sosyalizm mi" gibi alafranga tartışma tahteravallileri, bizantizmdir. Kiminiçin o inceden inceye kıyılmış, naneli, "kırmızı biberli" sosyalist laf pideleri? Avrupacı"devletçi" lahmacunlar? Kaç kişinin karınını doyurur, o yarım buutlu roman ve şiirdüzmeciliğine kardırılmış -Allah kabul etsin- "devrimci"' mevlutlar? Ve hepsininaltında ("Tahtında müstetir hüvesi! derdi Osmanlı...) devlet kapısında maaşa, ünçatısında mart kediliğine kavuşuncaya dek, şu ya da bu partinin kazıkları ile çelikçomak oynayan "halkçı" panayır tellallıkları?

Bari yaranabilseler! Ağızlarıyla kuş tutsalar devletçilerimize komoniz damgasıvuruluyor. Çünkü, devletçiliğimize öyle bir İsrailoğullarının günah çıkartma tekesigerek... İsa'dan iki bin küsur yıl önceki Hammurabi çağından beri sağlanmış zorbadevletçiliğin iki yüzlü Acem kılıcı kimin hesabına bileniyor? Belki kadristlerin örneğikimisine ağız sulandırıcı geliyor. Siyasette dokunulmaz parya sayılsalar bile,"ekonomi"ce kese doldurma, düşlerinde görmedikleri mevki ve çiftlik sahibi olmagibi kayrılmalar, "devletçilerimiz" için bir tür "Teşviki Sanayi Kanunu" sayılıyor.Fakat, milletin ensesinde kırk yıldır, bin yıldır boza pişiren şey, "solcuyan"ımızın herderde deva ebegümeci diye sattıkları ve her fırsattan sille tokatını yedikçe şamaroğlanına döndükleri "devletçiliğimiz"dir.

Bizdeki Doğu devletçiliği, hatta Prusyalı demirden başbakan Bismarck'ın taklit ettiğiLouis Napoleon "devletçiliği" bile olamadı. Bismarkizm, sanayileşme yarışına baştankara atılmış bir Almanya'da yaşadığı için, onun "kürsü sosyalizmi" çorbasına, azbuçuk modern işçi sınıfının tuzu karıştırılabilmişti. Bizim çorbacılar hiç öyle "hata"ya,

Page 11: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kazara olsun düştüler mi? Tek parti devletçiliği kısa kesti, "Türkiye'de işçi, mişçiyok!" dedi. Çok parti devletçiliği için işçi vardı, ama "köylü efendimiz" gibi salt veancak "oy davarı" olarak sayılırdı. Seçimden seçime "sayım" yapılırken, şehirsürülerinin gittikçe daha çoğunluğunu tutan ekonomik "atıl kitle" olarak işçi sınıfıdeğil, işçiler hesaba katılabilirdi. Nitekim kadrizm, "imtiyazsız, sınıfsız" Türkiye'de,"münevver ve mütefektir insan"ların atıştırdıkları bir devlet sofrası dalkavukluğuydu:Yönizm; sınıfların artık "milli şef�çe ilan edilmiş bulunduğu Türkiye'de, sınıflar üstü"aydın ve zinde kuvvetler"in güdeceği devletçilik oldu. Kadrizm için. �işçi sınıfı" yada "sınıf savaşı" yoktu, varsa önlenmeliydi! "Sen herkesi kör, alemi sersem misanırsın" diyen bulunmadı. Yönizm; ünlü ayrıcalıklı "bildiri"sinde "mevkiyegelmiş"lerin (acaba "kadrocu" devletlûlar mı? Hepsi bir "sosyete"de mevki sahibi!)"felsefesi etrafında birleşme" ("Felsefe" Ziya Gökalp'in "Hak yok, vazife var" parolasıyerine, "sınıf yok,devlet var" parolası) "Kurtulmanın birinci şartıdır" buyuruyor.Demek, bütün kapıkulları bile değil, "mevki sahipleri birleşiniz!" Ana felsefe bu, gerikalan pek çok parlak sözler, acı olaylar, tatlı umutlar, mutlu yapınmalar bu "kurluazınlık" felsefesine dayanmaktadır!

Bakış ve görüş bu olunca, firavunlardan, nemrutlardan beri bütün Doğuzorbalıklarının hep, toptan, şaşmaz "devletçilikleri"nin suçu neydi? Binlerce yıl önce,halk "kan bağları"nı tutarken, devletçilik de bir "kan"dan gelme asilzadelikti. Şimdisıra savma demokrasiye geldi. Gerçek demokrasiyi önlemek için, devletçiliğimiz"demokrat" kılığına girecektir. Ve girdi. Tevfik Fikret'in deyimi ile: Kanun diye,kanun diye, kanun tepelemenin en eski üstadı Doğu devletçiliğidir. İster cübbe,kaftan giysin, ister smokin, frak... Kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz. "Biz bize benzeriz!"

Siz hiç gördünüz mü, bizde halktan gelmiş yani devletten gelmemiş tek bir"hürriyet" "kanun" ya da "demokrasi", tek bir reform, devrim? Ne geldiyse başımızadevletçiliğimizden geldi. O yüzden "hürriyet, kanun, devrim" sözde, devletçiliğimizişte kaldı. Bugün susta duran "susyalistlerimiz"e bakılırsa, sosyalizm dedevletçiliğimizden gelecek. Artık, öyle bir "sosyalizm"i mutlaka Batıda ararsakSalazar ya da Franko düzenlerinden başka yerde bulamayacağımızı bilmek içinevliya olmaya gerek yoktur. Oysa, bizim uyanık Salazarımız, "her dem taze, herzaman zinde" devletçimiz ortadadır. O patent İsmet Paşacığımızın tekelindedir.Abacı, kebeci, öteki devletçi sosyalistler neci?

Ve İnönü Paşamız, demokrasicik oyununa başlanacağı gün bizlere hadlerimizibildirdi: "Sınıf esasına müstenit" çok parti olacak, ama zinhar: �Söz ayağadüşürülmeyecek!" Ve sözü ayağa hiç düşürttü mü İnönü hazretleri? Sözü yedi binyıllık (kendi deyimiyle) "batakçı ağalar"ın çamuruna düşürttü, ondan beteryerli-yabancı bir avuç parababalarının midelerine düşürttü. Fakat, ne yaptı yaptı,ilamaşallah "ayağa", yani halka söz düşürtmedi. O kadar ki, devletçiliğimizin elindentutup iktidara çıkarttığı Bayar-Menderes çetesi, "ayak" takımına, (Vatan Cephesiparçavra proloteryaya) yüz verdiği gün, el ense edildi. Her "devletlû" ölür, yaşasındevletçilik! En "mangalda kül bırakmayan" "devrimcilikler"imiz, kendilerinialkışlamak ve kutlamak için olsa bile halkı nikahlı kan gibi izinsiz sokağaçıkartmamayı birinci "hikmet'i devlet" bildi. Herşey -demokrasi tanımının tersine-halk dışında, halktan habersiz olacaktı. Ve sonra buna "halk için" denecekti.

Onun için, "aklımız eriyor, gücümüz yetmiyor" diyen sevgili çocuk halkımız, yedi binyıllık ağız yanmışlığı ile devletçiliğimizden ürker. Devletçiliğimize karşı en sahteçıkışları dört elle tutar, DP ve AP zaferleri ondandır. Devletçiliğimizin eleştirisi de,gene devletçiliğimizin buyrultusuyla demagojinin en iki yüzlüsüne bırakılmıştı.

Page 12: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Sonra asıldılar" mı?

Nasrettin Hoca ülkemizde, Yassıada Başsavcısının arada kullandığı sözühatırlatmayın adama: "Hamamın namusunu temizlemek!" yeter mi?

Tarihimizin her sayfasında okuruz. "Seyfiye" (kılıçlılar: silahlı kuvvetler) ile"ilmiye"nin (sarıklılar: bilimadamlarının) "züyuf akça" (enflasyon parası) ile ödenen"ulufe"leri (maaşları) geçimlerine yetmedikçe, birleşilerek kazanlar kaldırırlar.Yeniçeri ayaklanmalarını hemen kötülemeyelim. Sadrazamlarla birkaç "nabekarvezir"in (uygunsuz bakan) kelleleri uçurulur. Gerekirse padişah saray zindanındaboğulur... Yeter ki devletçiliğimiz kurtulsun. Birilerinin kalkıp, yerlerine başkalarınınoturması sözü ayağa düşürtmeden yapılır. "Halkın haklanması" başarılır.

Devletçiliğimiz "devrimci" değil midir? Ne demek! Hacı Bektaş'ı Veli'nin ensemizdesıvazladığı keçe "börk"le dörtyüz yıl cihangirlik ettiğimize bakmayın. SultanMahmud`u Sani'den beri az mı külah değiştirdik? Kıyafet devrimleri, gençlik aşısıgibi gelir devletçiliğimize. Devletçiliğimiz bir "Tanzimat" çıkardı. Yabancıdonanmasının top ateşi altında, müslümandan başka bütün uluslar Osmanlılıktansıyrıldı; Türkiye, "müttefiklerimiz" Batı devletlerine gırtlağına dek borca batıpDüyun'u Umumiye sömürgesi durumuna girdi. O sayede iki Abdülcambaz(Abdülmecit ve Abdülaziz Hanlar) devletçiliğimizi 39 yıl tepe tepe kullandılar. ÜçüncüAbdülcambaz (Kızıl zorba Abdülhamit) ile devletçiliğimiz bir Kanun'u Esasi çıkarttı, oanayasanın rafa konulması üçüncü Abdül-hana 33 yıl, aynı anayasanın raftanindirilmesi meşrutiyet han ve kahramanlarına 12 yıl meydanı boş bırakıp,devletçiğimizi 45 yıl daha yaşattı. Koskoca bir imparatorluk yıkıldı, devletçiliğimizinkılına dokunulmadı. Avrupa'yı, esnaf dükkancıklarından modern büyük sanayiyeyükselten 19. yüzyıl, Türkiye'de böyle aşıldı. Batı ilerlemekte doruğa çıkarken, bizdörtnala geri gidip yarı-sömürgeleştik. Hep o devletçiliğimiz sayesinde! Yalnız, ozamanki devletçiliğimize "hilafetçiliğimiz" ya da "saltanatımız" denirdi.

Müslüman uluslar da Birinci Evren Savaşı'nda Batılı bıçağı ile kesilip ayrıldıktan veaynı Batılılar Anadolu'muzu dilim dilim ayırıp yutmaya kalktıktan sonra,devletçiliğimizin soluğu tutulmuştu. Büyük Millet Meclisi o zaman bir "halkçılıkprogramı" kotardı. Devletçiliğimiz, onun uygulanmasını "zaferden sonra"ya bıraktı.Zafer çarçabuk devletçiliğimizin zaferi oldu. "Sınıfı me'murin" 3-5 binden 30 bine,300 bine dek bereketlendi. 20 yıllık tek parti "inkilapçılığımızın� temeli,milliyetçi-laik-halkçı cumhuriyetçi "devletçiliğimiz"di. İkinci 20 yıllık"demokrasi"ciliğimizin temeli Birleşik Milletlerci-Natocu-Centocu-Seatocu gene"devletçiliğimiz"dir. Neden bir üçüncü 20 yıllık "sosyal cumhuriyetçi"liğimizin temelianayasacı-senatocu-plancı-Batıcı bir daha "devletçiliğimiz" olmasın?

Böylelikle devletçiliğimiz, Batının 19. büyük sanayileşme yüzyılı üstünden parendeattığı gibi, dünyanın 20. atom yüzyılı üstünden de pekâlâ tosun gibi atlaylabilir!Ondan sonrası? Devletçiliğimizden sonrası isterse tufan olsun, ne çıkar?

Bağdat da elimizde yok ki, "yanlış hesap"larımızı oradan geri döndürelim: işsizlik,pahalılık ateşi karşısında döner kebaba dönmüş halkımıza, Amerikan buğdayı, yağı,peyniri, tavuğu, etiyle beslenen toraman "sosyalizmci", "benim oğlum bina okur,döner döner yine okur" devletçiliğimizi! Kırım Savaşı'ndan Kore Savaşı'na yadigârolup "komonist"likle suçlanan "plan" gereğince, 5 yılda 15 milyar Türk lirası devletçiyabancı borç ateşine devam! Bandırma ovasında 200 metre öteye düşürülen"Marmara" füzemiz 5 dönüm ağacı şan için yakıp kül etti ya? Asi Hârbiyelilere, sultansarısı kakma yollu kızıl ceket, zırhlı mavi pantolon, Hollywood uğuru ak itten maskot

Page 13: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

önde, gelsin bando mızıkalı geçit resimleri. Alabanda sancak devletçiliğimiz! İnönüpaşam, hastanedeki ablasından sonra, Amerikan Cumhurbaşkanı yardımcısının karısımadamanın elini, hür basınımızın birinci sayfasında eğile eğile öperek yardımsağlayacak, özel teşebbüsü doyuran devletçiliğimize!

Döner kebap Osmanlı sofrasında bağdaş kurularak baş parmakla yenilmemiş de,Amerikan iskemlesinde, İngiliz çatalı, Fransız kaşığı, Alman bıçağı ile atıştırılmış.Kebap devletçiliğimizin. Dalavere, malevere Türk Mehmet nöbete!

"Ecanip"e karşı o denli nazik davranan devletçiliğimizi içinde tanımaz mısınız? Arifetarif gerektirmeyecek kadar besbellidir o. Herkesin gözü önünde, hiç kimsemizeayrıca en ufak açıklamaya değmez, aşırıca bilinen karışıkça bir makinedir. En basitişçimize, köylümüze, esnafımıza sorun: "Karakola mı düşmek istersin:, cehennememi?" Alacağınız karşılığın illâ yerli malı olmamasını dilerseniz, taze bitmiş sizin kadar"susyalist" misafirimiz Amerikan sendikasına sorun. Siz bütün ömrünüzce "turist"kalmışsınız bu topraklar üstünde, o altı ayda yerlimiz olmuş... Gangsterine kucakaçılan Amerikalı bile, "sözü ayağa" düşürür düşürmez yakalanıp, karakolda alaturka"gözdağı"na getirilerek, salt Amerikan vatandaşı olduğu için özür dilemeylebırakılıyor. Aynı durumda olan Türk vatandaşları ise, karakol bodrumundasaklanılıyorlar. Gene Amerikalının yüzü suyu hürmetine ertesi sabah, her yerlerimosmor, doğduklarına pişman, sokağa tükürülüyorlar. Çelebi, böyle olur bizde deişçiden yana, sosyalizmden yana devletçilik dediğin... Amerikalının bildiği demokrasihalkı gönül kanısıyla kandırmaktır. Bizim "sosyal" devletçiliğimiz, ("gönül" de sözmü?) kanuna, anayasa, baba tasaya bakmayıp, karakola kıstırdığını, hem kardagezip izini belli etmeksizin muma çevirmektir. Bu devletçiliğimizin mi sırtına binipsosyalizmi "yansıtacak"sınız? Vah, "ol mahiler ki, derya içredir, deryayı bilmezler",vah! Bu derece içten toylardansanız, kendi kendinizi pekiyi aldatabilirsiniz.Devletçiliğimizi aldatacağınızı umuyorsanız, Arabistan'ın bütün develeri ile GüneyAmerika'nın bütün lamalarını güldürürsünüz kendinize. Devletçiliğimiz yedi bin yıllıkdenemesiyle işini bilir. Bilmeden yapar, o. "Ve başlangıçta fiil vard!" Devletçiliğimizetanrısal şirinlik muskası takmak üzere, sosyalizm afsun tafsununu bile bilekullanıyorsanız, ya da daha ince yoldan burnumuzu ustalıkla kırması için yolgösteriyorsanız, ne hacet? Yedi bin yıllık firavunluklarla nemrutlukların en değerlihazinelerini derleyen Osmanlı dekadansının en geleneksel antika devletçiliği mirasınakonmuş anayurtta yaşıyoruz.

Egemenliğini savunmak için her yıl milyarları çatır çutur öğüten koca devletçiliğimizi,küçük hesaplarla bugün abdestsiz ağıza alabildiniz diye, torbada keklik mi sandınız?Şaşılır kedinin çamaşır yıkayışına!

Sakın beni "devlet düşmanı" bir anarşist sanmayın. O zaman, size, hiçbir şeyanlatamamış olurum. O zaman siz, Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan bütünsavunmaları kulağının ardıyla dinleyen, iddianamesini çoktan yazmış savcıolursunuz. Ceza kanununu Mussolini'den devletçi maddelerini, mecelle ülül'emrininferman'ı şahaneleriyle kokteyl etmişe dönerseniz. Gerçek demokrat devletin candansavunucusuyum. Doğu dünyamıza yedi bin yıldır göz açtırmamış lanet halkamızıncankurtaran simidi olmadığını belirtmek istiyorum. Hani, bunca ferman, islahat,devrim çabalarına karşın giderilememiş, gereğince "şeytan da olan, bolşevik deolan" kırtasiyeciliğimiz yok mu? Nice "münevver ve mütefekkir insan"larımızı "suyuarayan" mahut elmacı eşeği gibi çeşmeye götürüp götürüp, içirmeksizin getiren,binbir saltanattan daha sultan, bütün uygarlık putlarından daha ebedi, ezeli, ölmez,ulu, ulusal, kutsal ve tutkalsal azrailimizdir.

Page 14: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Ona bir çare gösterebiliyor musunuz? Ama, kuru lâfla, yaş lâfla, yazılı lâfla, okunmuşlâfla değil. Teşkilatlı ve şuurlu pratik çare. Bırakın "soyut- somut" sosyalizmtekerlemelerini, Batıcı demokrasi temcit pilavlarını. Düşündüğü gibi yaşamak içinsavaşmayan aydın, uşaktır. Teşkilatsız halk, köle kalabalığıdır. Halkın teşkilatınadayanmayan her parlak söz, sosyal şarlatanlıktır.

İkinci BölümDEVLETÇİLİK (Kapitalizm Fideliği) ÜZERİNE BİR

KÜÇÜK-BURJUVA KURUNTU FİKRİYÖN TEZİNİN DOKTRİNLERİ VE PAROLALARI ÜZERİNE ÖNSÖZ

Bugün Yön adlı dergi ölmüş bulunuyor. Sağlığında onun düşünceleriniyayanlar, şimdi Devrim adlı bir dergi çıkarıyorlar. Yön niçin öldü? Devrim niçindoğdu. Ayrı konu. Her ikisinin de yaşaması gerekirdi. 0lmadı.Yön battı. Ama anadüşünce Devrim'de sürüp gideceğe benziyor.

Yön'ün ilk çıkışını sevinerek izlemiştik. Daha ilk sayısının "Bildiri"sini okurokumaz, ne yalan söyleyelim, öyle bir alışkanlığımız olsa "beynimizden vurulmuşadöndük" diyebilirdik. Hazırlık propagandası, Yön'ü genç kuşak sosyalistlerinçıkardığını yaymıştı. Bildiri, otuz yıl önceki kadro kapıkullarının hemen bütünkuruntularını kendisine taban etmişti!

Bir örgüt için olduğu gibi, bu dergi için de dört beş yıl sustuk. Sabırlılığaalışmışız. Gençlerin deneysizliklerini iyi dileklerine bağışlamamalı mıydı? Ne var kiteorik yanlış küçük değildi. O sıra hiç kımıldamayan kimi eskice sosyalistlereanlattık. "Hadi canım sen de!" dediler. Demek kimi sosyalistler de aldanıyorlardı.

"Deneysiz iyi dilek", çarçabuk yankı yaptı, "hiçten iyi" miydi? "Sosyalizm"iddialı çıkmasa, hâttâ işe bilimsel sosyalizm yöntemlerini karıştırmasa, kutlanacakyanları vardı. İş bilimsel sosyalizme dayanınca son kuşağın taze beyinlerikarıştırılabilirdi. Bunu hoşgörmeye hakkımız yoktu.

En sonra bir sinyal çektik, "Atma Avcıoğlu, din kardeşiyiz!" Avcıoğlu ne demekistediğimizi anlamamış göründü. "Sosyalizmin el kitapları"ndan bilgiçlik satmakistediğimize dokundu. Sonra sayfalarını "iyi dilekli" bütün sollara açtı. O zaman,aşağıdaki yazıları kaleme aldık.

Amacımız şu ya da bu kişiyi "kandırmak" değildi. Nesnel incelemeydi.Avcıoğullarının pek tedirgin oldukları üslübumuzu yumuşatamamıştık, İncelemeyi,ogün için bir kıyıya attık. Derken Yön battı. "Yönizm"de battı mı?

Hiç batar mı? O, en sevimli olduğu derecede en verimlilerinden biri olanAvcıoğullarının kişiliklerinden üstün bir sosyal "kategori"nin eğilimiydi. Yüz taneAvcıoğlu gitse, bin tanesi gelirdi. Nitekim Devrim'i görmedim. Türkiye'nin Düzeni'nebaktım. Saygıdeğer emek. Ne var ki Yön havalı. Atmosfer çevremizdir.

Sağdan soldan -biz sağa bakmadığımız için daha çok soldan- şikayetler geldi.Biz nereden başlayalım? Otuz yıl, önceki Kodronun Kadrosu eleştirimiz, bereket"sıçanlar"ın elinden yakasını kurtaramamış. Kayıp. Yönün Yönü yazısı ise kıyıdaduruyor.

Onu, hiç değilse olduğu gibi vermek, yeni çaba istemiyor. Genç arkadaşlarakarşı boynumuzun borcudur. Borcumuzu ödemeye çalışalım.

I- DoktrinlerHer küçük-burjuva düşüncesinin en hoşlandığı şey "özgün doktrin"ler ortaya

atmaktır. Atar atmaz "dünya açıklanmış" olacaktır.Yönizm'in 3 doktrini var:1- Batılılaşma doktrini, 2- Ekonomi doktrini, 3-

Devletçilik doktrini...Belki de onun hiç böyle şeyleri yok. Ama, varmış gibi ele alınmadıkça,

Page 15: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

ana-fıkirleri anlamak güçleşir.PROBLEMİ KOYUŞYönizm, bir küçük-burjuva devrimciliğinin "vicdan azabı" teorisidir. Bu

"bitmeyen kavga" bilince çıkarılırken sınıfı, stili ve konusu konulmalıdır.Yön'ün Sınıf YapısıYön Dergisi daha ilk sayısında (20 Aralık 1961) bir ortak bildiri yaydı. Altına

imza atanların sosyal kategorileri şöyledir: Sorumlular 1 General, 2 Profesör, 4Milletvekili, 5 Senatör, 9 Subay,10 Doçent, 35 Asistan, 37 Mühendis, 23 Avukat,19Doktor,17 İktisatçı, 3 Ressam, 3 Rejisör, 3 Evkadını,1 Futbolcu, 80 Yazar, 48Öğretmen, 59 Memur, 4 Eski Memur. Toplam 363 kişi.

Sorumsuzlar (Öğrenci): 72 Hukuk Öğrencisi, 28 Siyasal Bilgiler Öğrencisi, 27İktisat Öğrencisi, 23 Lise Öğrencisi. Toplam I50 kişi.

Sosyal Sınıflar: 1 Ağa, 2 Çiftçi, 6 Tüccar, 9 İşçi. Toplam 18 kişi.İmza atanlara bakınca, Yön'ün bir kapıkulu atmosferi içinde doğduğu ve bir

kapıkulu dergisi olaacağı anlaşılıyordu.Bu rakam ve orantıları, Yön'e, Türkiye'de kapıkullarından başka kimsenin

sosyalizme elverişli bulunmadığı kanısını verecektir.Yalnız yukarıdaki rakamlar bile, Yön'ün karakteristiğini açabilir. Yönizm, sosyal

sınıflardan ancak 3,5 oranında ilgi görür. Bunun da yarısı (%1.75) işçidir.Sosyalizme en açık sınıf işçidir. Modern toplumda bir sosyal sınıf olmayan aydınlarYön sosyalizminde %96.5'dırlar. Bunların %34.8'i açık memur, %37.05'i serbestmeslekli (örtülü memur), %28.25'i öğrenci (gelecek memur) olmak üzere hepsikapıkuludur.

Yön'ün Kaçak Güreş YordamıBildiri sondan bir önceki bağlantısında şöyle yazıyordu:"Varmak istediğimiz amaçların şu veya bu noktası tartışma konusu

edilebilir.Bu bildirinin yayınlanmasındaki maksat da bu çeşit tartışmalara yolaçmaktır." (4/e)

Yani, Yön'ün istediği "tartışma konusu", Yön'ün bütün "amaçları" değil, onların"şu veya bu noktası"dır. Yani, bizi ayrıntılarla uğraştıracak. Nitekim, Yöncülere karşıyapılan iki açık tartışma oldu:

1- "Atma Avcıoğlu Din Kardeşiyiz!" denildi. Avcıoğlu karşılığı, söylenenlerinözünü pas geçti, yalnız kendi biyografisi ile ilgili beşinci derece takılma (ayrıntı veüslup) üzerine bildiri yaptı.

2- Bir genç avukat, işçi sınıfının önemi üzerinde durdu. Yön, öz konu üzerindekonuşmayı sonraya bıraktı, yalnız kendisine yakıştırılmış onuncu derece birdokundurmayı afakanlıca yalanladı.

Bu "kaçak güreş", Yöncü "doğma"ya dokunacak eleştirmelere yolu kapadı.Bununla birlikte,kimse Yönizmi, kendisinin "izin" edeceği yönde ele almak zorundadeğildir.

Yönizmin Ana - Fikirleri"Yönizm", Türkiye toplumuna "Yön" vermek gibi ağır ve nankör bir çaba

içindedir. Bunun için 3 doktrin ve 3 parola ortaya atılıyor. 3 doktrin şunlardır:1-Batılılaşma doktrini, 2- Ekonomi doktrini 3- Devletçilik doktrini.

3 parolaları da o 3 doktrinden çıkar: 1- İstismarı (sömürüyü) kaldırmak, 2-Sosyal adalet, 3- Planlı istihsal (üretim)

Bu altı nokta, "Yönizm"de olağanüstü birbirine karışık, içiçe ve ayrılmazdurumdalar. Gene de, kimi yerlerini tekrarlama tehlikesini de göze alarak, onları ayrıayrı bölümlerde gözden geçirmek gerekir. Kendileri yıllardır aynı temayı öylesineısıtıp ısıtıp öne sürdüler ki, bizim o "temcit pilavı"na fazla kaşık atmamızı pekyadırgamasalar olur.

Yalnız, "Yönizm"in üç doktrini ile üç parolasına girmeden önce ve rahatgirebilmek için, bu eğilimin hangi sosyal kökten kaynak aldığına ve hangi yordamlaişlediğine iki üç sözcükte değinmek gerekir.

Page 16: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

1- Batıcılık Doktrini: Yöncülerin en tartışılamaz "gerçek" gibi koydukları"Batılılaşma" nedir? Kısaca görelim.

Batılılaşmak mı, Batıdan Kurtuluş mu?Yönizm, Bildiri'sinin 1 sayılı paragrafında şöyle diyor:

"İktisadi alanda hızla kalkınmak. Yani milli istihsal seviyesini hızlayükseltmek."

Bu "hızlı" gidiş hangi yoldan yürüyecek? 1. paragrafın (a) fıkrası yolu şöyleçiziyor:

"Atatürk Devrimlerinin amacı olan Batılılaşmak."Atatürk devrimleri ulusal kurtuluş ateşi içinde başladı. Bu devrimler

"Batılılaşmak"mıdır, "Batılılaşmamak" mıdır? Onu, 42 yıl sonra yazı alanına girecek"Yöncü'lerden öğrenmek yerine, Mustafa Kemal Paşa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisindeki ilk açış söylevinden okumak daha yerinde olur.

Mustafa Kemal Paşa, dünya önünde giriştiği devrimin bir kurtuluş savaşıolduğunu söyledi. Bu ulusal kurtuluşun iki amacı bulunduğunu belirtti: 1-Emperyalizme ve kapitalizme karşı gelmek. 2- Zorbalığa (Osmanlı derebeyliğine)karşı gelmek,

Musıafa Kemal Paşa'nın kendi ağzından çıkan bu iki amacı, Yönizmin atlayarakgörmemezlikten gelmesi, nasıl bir "sosyalizm", "solculuk", "hızla kalkınma" ya da"hızla yükselme" olur? Anlaşılmıyor.

Yönizmin, asıl ulusal kurtuluş ortada dururken ve bugünün en yakıcı konusuolmuşken, onu bırakıp önem verdiği "batılılaşma" nedir?

Batılılaşmak Neyin Peçesidir?"Batılılaşma": en bayağı "elkitabı"nda, en toy ilkokul çocuğunun bile kolayca

okuyup anlayabileceği şeydir artık, Türkiye'de bile... Batılılaşma, bir ülkedekapitalizmi kurmaktır. Nitekim Türkiye'de de şimdiye dek yapılmış bütün"Batılılaşma" işlemleri, kapitalistleşmekten başka sonuç vermemiştir. Veremezdi de.

Yönizm, inanmazsa, ağabeyleri olan "kadrizm-kadrilizm" "üstad"larınasorabilir.

Niçin düpedüz kapitalizm demek dururken, dolambaçlı yoldan epey anlamsızve lastikli "Batılılaşma" denmiştir? Onun bizdeki tarihsel ve sosyal karakteristiğiüzerinde durmayalım. Yalnız şu kadarcığını söyleyelim: Batılılaşma, "utangaçkapitalistleşmek"tir.

Kapitalist sınıfı Türkiye'de her zaman "kökü dışarıda" bir sınıftır. Saltanatçağında komprador kapitalizmdi, yabancı sermayenin Türkiye'deki kontuarlarınabağlı doğrudan doğruya ajanlarıydı. Cumhuriyet çağında finans-kapital oldu. Yani,Türkiye'deki kapitalist sınıfına karşı bile açık yüzle görünemeyecek kertede milleteve vatana karşı, uluslararası finans- kapital ile göbek bağlıydı.

O yüzden, toprağımızda maskeli haydut biçiminde gizli faaliyet göstermekzorunda kaldı. Hele 1920 yılları, ulusal kurtuluş savaşı kapitalizme ve emperyalizmekarşı olmayı kutsal bir ulusal amaç olarak tüm insanlığa ilan ettikten sonra, kalkıp,"Türkiye'de kapitalizmi yoktan var edeceğiz!" demek, her babayiğidin harcı değildi.

Ancak, Amerika gelip onbinlerce yabancı uzman ve askeriyle Türkiye'yi "üs"yaptıktan sonra, artık kapitalizmi savunmak büyük bir kahramanlık olmaktan çıktı.Sırt, emperyalizmin ağababalarına dayanmıştı. Öyleyse neden hâlâ "Batılıtaşma"gevelemeleri yapılır?

Arap: "Hain korkak olur" demiş. Millete, vatana açıkça ihanet etmek kolay işdeğildir. Yapılanlar şirin gösterilmek için, kıyıcığından "zararsız" sözcükler uydurulupkullanılacaktır. "Batılılaşma" o "zararsız" sözcüklerin en sınanmışlarındandır.

Yöncülerin "Batılılaşma" sözcüğünü kullanmaları, emperyalizm ve kapitalizmeaşık olduklarını mı gösterir? Hayır. Onlar,1920 Türkiye'sinde olduğu gibi hâlâemperyalizm başka, kapitalizm başka şeydir sanırlar. Ama kapitalizmin dostuolmadıklarını kanıtlamak için, emperyalizmin düşmanı olduklarını somutaçıklamalarla belirtirler.

Page 17: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Emperyalizme düşmanlıklarında içten olmadıklarını öne sürmek aklımızdangeçmiyor. "Eski sosyalistler"den öylesine tiksinişlerini bile, kadrizm kapıkullarınıgereğinden çok ciddiye almış olmalarına bağlamak olağandır. Onların, BatılılaşmayıBildiri'lerine birinci madde yapışları bile -bilmiyoruz o denli toy mudurlar-yanılgılarına verilebilir.

Batılılaşma: Şehir-Köy İkiliğini Kaldırır mı?Onlar yanılıyor diye, herkesi yanıltmaya kimsenin hakkı olamaz. Hele ulusal

çabayı kapitalizme yöneltmek kimin işi, kimin ülküsü olur? Herhalde solların değil.Öyleyse Yönizm, Türkiye'nin Batılılaşmasından ne bekliyor? Bir değişiklik bekliyor.Batılılaşırsak:

"Türkiye'deki istihsal seviyesi yükseldikçe, memleketin sosyal yapısıdeğişecek" (Bildiri) diyor. Tabii değişim oluyor da. Ama hangi "yönde"? Yön ikideğişik sonuç muştuluyor:

1- "Şehir-köy ikiliği ortadan kalkacak",2- "Batı uygarlığının temeli olan akılcı düşünce kitlelere yayılacaktır."Doğru mu?Batıda 15. yüzyıldan beri hızla, 'Türkiye'de 30-40 yıldan beri kaplumbağa

çabukluğuyla da olsa değişiklikler oluyor. Bu değişiklikler nelerdir?Şehirle köy ikiliği büsbütün artmıştır. Batıda da 'Türkiye'de de, kapitalizm,

"istihsal seviyesi yükseldikçe", şehirler hıncahınç dolmuş, köyler ıssızlaşmıştır. Bunu,bütün "Batılılaşan" büyük şehirlerimizi sarmış gecekondu ordugâhları kadar hiçbirşey en kör göze batıramaz.

Türkiye'ye, II. Emperyalist Evren Savaşı'ndan sonra "Batılılaşma" -yabancısermaye başkanlığında- akın etmiş, o akın hızlandıkça gecekondu faciası alıpyürümüştür. Son 1955 ile 1960 yılları arasında köy nüfusu 17.1 milyondan 18.8milyona çıkmış, artış % 10 olmuştur, şehirde nüfus 3.1 milyondan 4.5 milyonaçıkmış artış %43 olmuştur. (1963 Türkiye İstatistik Yıllığı, s. 58)

Demek, Batıda olduğu gibi Türkiye`de de şehir köyün 4,5 katı daha çokbüyümüştür. Şehirli köylü kadar doğurgan olmadığına göre köylüler şehirlerekaçmışlardır. Yönizmi insanlarımıza bunun tersini söylemesi neden? Türkleri aşkagetirmek mi istiyor? Yalan yanlışla değirmen dönmez.

Batılaşma Temeli Akıl mıdır?"Akılcı düşünce" mi "Batı uygarlığının temeli"dir? O da tersine konuyor. "Akıl"

hangisidir? Batının, korsanlıkla ve yabancı ülkeleri soyup soğana çevirmekle birikensermayesini Yönizm belki "akılcılık" sayıyor. Dolayısıyla biz Türklerin sermayebiriktiremeyişimiz akılsızlığımızdan olmalıdır.

Batılı emperyalizm de bunu söylüyor. Onlardan Hitler daha da ileri gidiyor. Neyazık ki kazın ayağı hiç öyle değil. 15 ile 19. yüzyıllar arasındaki Batı kapitalizminincanavarlıklarının akılla ilgisi üzerinde durmayalım. Şu, Batıcı akılın en sultangeçindiği 19. yüzyıl ile birlikte, her 5-10 yılda bir patlak veren ekonomi krizleri, 20yüzyılla birlikte her 20- 30 yılda bir patlak veren emperyalist evren savaşları, hep,"Batı uygarlığının temeli"nde yatan akıl almaz dinamitler midir? Yoksa "kütlelereyayılmış" o yaman "akılcı düşünce" eseri midir?

Sosyalizm, kapıkulu yakıştırması derme çatma küçük-burjuva bilgiçliğineçevrilir ve Marksizm kalpazanı kadrizm esinlemesine kapılınırsa, kötü burjuvaidealizmi yeni kuşaklara bal gibi tarihsel materyalizm diye yutturulmaktankurtulamaz.

Her bezirgan toplum gibi, "Batı uygarlığı" da akıl değil, kör "arz ve talep"temeline dayanır. Ve bu madde temeli, yanlış, hattâ tersine değerlendirmelerle yokedilemez.

Türkiye'de Batıcı AkılYönizm "hayır, biz onu demiyoruz. Biz Türkiye'de hiç değilse Batı uygarlığı

ölçüsünde bir akılcıl düşünce istiyoruz. Türkiye'de onu gerçekleştireceğiz" diyecek.Önce, eğer tam "Batıcı akılcıl düşünce"yi istiyorsak, onun doğuş yasa ve

Page 18: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

koşullarını tersine çevirmemeliyiz. Batı aklının, 500 yıllık burjuva gelişiminden sonradoğduğunu, yoksa onun burjuva gelişimini doğurmadiğını unutmamalıyız.

Ondan sonra, Batıda (emperyalist metropollerde) değil, Doğuda (sömürgetopluluklarda) yaşadığımızı "akıldan" çıkarmamalıyız ki, ayaklarımız yerdenkesilmesin ve başımız dururken ayaklarımızla düşünmeyelim.

Türkiye 250 yıldan beri "Batı uygarlığı" yönünde çabalıyor. Şu en"devrimci-halkçı-laik-devletçi-milliyetçi" cumhuriyet çağımızın o çeşit çabalarlanereden nereye geldiği gözler önünde, yürekler acısıdır. "Atatürk devrimleri"nden 20yıl sonra doğmuş "kütlelerde" değil, yüksek öğretim gençleri arasında bile hâlâ ŞeyhSaid'i Nursi yi peygamber sayanlar var.

Ya kütlelerin "akılcıl düşüncesi" ne alemde? Açın Osmanli fetva sayfalarını, enuyanık Anadolu köyünde, köylüleri sopayla namaza götürme buyrukları doludur. Laikcumhuriyet çağında bunun tersi oluyor, aklına esdikçe, hükümet her gün, yalnızköyde değil, İstanbul'un göbeğinde, gizli tören yapan bir tarikat toplantısı basıyor.Sakallı, çarşaflı insanlar, uğradıkları işleme dehşet ve tiksintiyle tepki gösteriyorlar.

Demek ne olmuş? En iyi dileklerle yarım yüzyıllık "akılcıl düşünce" çabaları,tam tersi sonuç vermiş. Kabahat nurcu, pilavcı, Süleymancı, takunyacı halkta mı?"Akılcıl düşünce"de mi?.. Gerçeklik ortada. Kapitalizmin ölüm çağında, finans-kapitalkılavuzluğuyla yapılan "çağdaş uygarlık" gazvesi, hemen Babil çağınıntefeci-bezirgan hacıağalarını iktidara getirmiştir.

Olmuyor, demek. 20. yüzyılın ortasında Türkiye'ye "Batıcılık", Batının "akılcıldüşüncesini" getirmiyor. Osmanlılıktan da geri, Arabistan çöllerinde kalmışsandığımız 7 bin yıllık en "akıldışı" Babil büyücülüğünü getiriyor. Bizim "ilerici", "sol"ya da "sosyalist" "Batı uygarlığı" taklidi yapınmalarımız tutmamış.

"Denenmişti bir daha denemek"te yarar ne? Zarar, kendimizi ve başkalarınıaldatmaktır. Zararın neresinden dönülse kâr sayılmaz mı? Ne yazık ki, bizde, elinebir "kürsü" geçirenin ilk işi, Yenicami imamı gibi oraya çıkıp kendi talkınlarındanbaşka kimseye söz verdirtmemek olmuştur.

19. Yüzyılda Kalkınma ParolasıYönizmin "akılcıl düşünür"leri 20. yüzyılda bulunduğumuzu bilmiyorlar mı?

Biliyorlar. Bildiklerini de şu satırlarla belirtiyorlar:"1- Batı memleketlerinin kalkınmaları sırasında, çok elverişli şartlara ve

sömürgeciliğe rağmen gelişme yavaş, israflı, fakat gücünü genel oydan almayanidareler altında gerçekleştirilmiştir. Ancak yirminci yüzyılda, esas itibarıyla istihsalseviyesinin yükselmesi sayesindedir ki, Batı memleketlerindeki iktisadi sistem az çoktatmin edici şekilde işleyecek hale gelmiştir."

Bu sefer ne oluyor? Az önce "Batı uygarlığının temelinde", "akılcıl düşünce"bulan Yönizm, şimdi akla sığmaz "israf" ve dikta ("gücünü genel oydan almayan")düzeni seziyor. Ve onu, "kalkınma" diye mistikleştirdiği bir totem formüle bağlıyor.Böyledir küçük-burjuva "sağduyusu".

Oysa, Batıda "kalkınma" diye soyut ve mutlak bir esnaf yakıştırmasıyoktur.18. yüzyıl Fransiz düşünürlerinin dillerine doladıkları "ilerleme" (Osmanlıda"terakki") ülküsü, "kalkınma"yı yapmamış, 500 yıllık kapitalizm "kalkınması"gerçekleştikten sonra "ilerleme" felsefesini beyinlere yankılamıştır. "Kapitalizm" birgerçekliktir. Şeylerin adlarını açık koymadan mistifikasyona "kalkınmayalım."

Batıda "kalkınma" değil, "kapitalizm" için "çok elverişli şartlar ve sömürgecilik"olmuş. Hani Türkiye'nin kapitalizmi geliştirecek "şartları" ve "sömürgeciliği?" Yok.Yalnız "gücünü genel oydan almayan idareler". sömürge ve "elverişli şartlar" temelibulunmadan, üstyapı diktasıyla sermaye birikimi yapabilir mi?

Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılı boyunca şehir nüfusunun köy nüfusuna oranlaartışı %1'i zor geçmiştir. Yani, yönetim "gücünü genel oydan almadı" ve kapitalistçe"kalkınma" olmadı. Öylesine olmadı ki, kırk yıllık durgun ekonomi altında yıprananyığınlar, finans-kapitalin ansızın ilan ettiği "vur vuranın, tut tutanın" yağma düzeninibile, hak rahmeti saydılar. Hâlâ "oylar", kurtarıcı pozunda görünen fınans-kapital

Page 19: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

iğneli fıçısına akıyor. Ve bu "Batılılaşma"dır. 20. yüzyılın ikinci yarısında...20. Yüzyılda "Tatmin" ParolasıYoksa, 19. yüzyıl boyu görülmeyen "Batılaşma" mucizesi 20. yüzyılda mı

doğdu? Yönizm onu söylüyor: "Ancak yirminci yüıyılda... Batı memleketlerindekiiktisadi sistem az çok tatmin edici" olmuş.

İşte, küçük-burjuva "akılcıl düşüncesi" için bir mistikleştirilmiş tabu- sözcükdaha "tatmin! ". "Tatmin" nedir? Kimi etkiler? Nasıl ölçülür? Belirsiz. Esnafduygusallığını bırakın, sosyal sınıf nesnelliği açısından konuya bakalım. 20. yüzyılda"kalkınma" değil "kapitalizm" daha mı "tatmin" edicidir?

"Esas itibariyle istihsal seviyesinin yükselmesi sayesinde"; işçi sınıfı içinde biraristokrat amele zümresi satın alındı. Sendika gangsterliği, "sosyalist" kuzupostlarına bürünüp, işçileri finans-kapitalin dümen suyunda sürüklemeye çalışıyor...Gidiş, sınıf olarak işçileri mi "tatmin" ediyor, "kapitalizmi" mi? Ve bu gidiş dünyanınkaçta kaçında gerçekleşti?

Gerçekleştiği yere göz atalım. I. Emperyalist Evren Savaşı'ndan öncekapitalizm yeryüzünün %100'üne egemenken, ondan sonra %70'ine zor egemenoldu. II. Emperyalist Evren Savaş'ından sonra kapitalizm dünyamızın ancak%30'unu tutabiliyor. Demek, en iyimser ve en dangalak emperyalist uşakları içinbile kapitalizmin "tatmin" edilerek "işleyebileceği" alan,1918'den 1948'e değin 30yılda 2.5 kez daralmıştır.

Geri kalan üçte iki dünyanın bir yarısında işçi sınıfı sosyalizmi kuruyor. O biryarısında geri kalmış ülkeler emperyalizmi temizlemek çabasındalar.1900 yılı dünya"iktisadi sistemi" olan "Batılılaşma" 1917 yılı dünyanın üçte ikisinde,1945 yılıdünyanın üçte birinde, ancak sağ kalabildiğine şükrediyor.

Bunu Yönizm bilmez mi? Bilir. Daha eğlencelisi, bildiğini aynı "Bildiri'de şöyleaçıklamaktan geri kalmaz:

"Bununla birtikte Sosyalist Partileri, düşünürleri ve hâttâ liberal eğilimlisiyasetçiler, kendi memleketlerindeki iktisadi sistemin israflı olduğunu, zaruriihtiyaçlarını ihmal ettiğini, hızlı bir gelişmeyi ve sosyal adaleti sağlamak bakımındanda yetersiz kaldığını delilleriyle belirtmektedir."

Öyleyse? Sonra, "kaba konuştu" derler. Bu perhiz ne, öteki lahana turşusune? Dünyada değil, kendi öz metropolünde iler tutar yeri kalmamış "Batılılaşma",hele kırk yıl sakalımızı yaktıktan sonra, Türkiye'nin Türklerine nasıl salık verilebilir?Hele, ondan sonra sırayla sayılacak: "Demokrasi"ye, "sosyal adalet"e, "sömürüyükaldırma"ya nasıl "sağlam temel" edilir?

Artık, her AP'li mahalle imamının gözlerini kapayıp ağzını açar açmaz okuduğugibi "çağdaş uygarlık" duası bitmiştir. Öyle ezbere tanrı gibi kaadir'i mutlak bir tekuygarlık yok:1- Çağdaş kapitalizm, 2- Çağdaş sosyalizm vardır. Kapitalizm ya dasosyalizm dışında ne "iktisat", ne "üretim", kalmıştır. Arafatta kalmak, dinde bile"hayvanlara" yakıştırılır. Kapitalizm kapitalistlerle sosyalizm işçilerle yapılır.

2- İktisat Doktrini: Yönizmin "ileri gelenleri" Batı bilimini yutmuş, "akılcıdüşünce" tiryakisi keskin "iktisat uzmanı"ymışlar. Ve o uzmanlıklarına güvenerek,neredeyse kadrizm ustaları gibi, ekonomik determinizme taş çıkartırlarmış.

Genç "yön"cüleri kart "kadro"cularla karıştırmak hoşumuza gitmiyor. Bugençlerin, tam 1961 yılı 20 Aralık günü, ansızın "Türk toplumu"na vermek istedikleri"yön", bütünü ile ele alınmazsa haksızlık edilmiş olur.

"Ajitasyon" alanında kaldıkça oldukça olumlu açıklamalar yaptılar. Ama onlarınmerakları bu değil. "Dokt"turlar. Doktrin kurmak isterler. Yön doktrinini en iyiözetleyen belge, yüzlerce imza toplayan "Bildiri"sidir. Bildiride hemen herşey iki anatema üzerine oturtuluyor: 1- İktisat, 2- Devletçilik.

Önce Yön'ün iktisat doktrini ve anlayışı üzerinde duralım.Herşey "İktisadi" midir?Yön için hangi toplum konusu ele alınırsa alınsın, hepsi "iktisadi"den çıkar.

Sırasıyla (usanmaksızın) okuyalım:

Page 20: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

a) Buhran (bunalım): 27 Mayıs Devrimi'nden iki yıl sonra Yön Türkiye'nin bir"buhran içinde" olduğunu "keşf" ediyor!

İddia: "Türkiye bugün ciddi bir iktisadi ve siyasi buhran içindedir." (2/a) diyor.Doğru.

Bu "Lapalis'in hakikatı"na inanmamak için hiçbir neden yok. Siyasi bunalımınnedeni nedir? Yön hemen karşılığı yapıştırıyor: İktisadidir.

Kanıt: "Sosyal buhran iktisadi buhranın tabii bir sonucudur." (2/a)Böylece Yön sanki dersin marksisttir.B) Batıcılık: Batıcılık, ya da "çağdaş uygarlık" nedir? Yön -Atatürk'ün

ölümünden yirmi yıl sonra haber veriyor: Batıcılık Atatürk devrimlerinin amacıdır.İddia: "Atatürk devrimlerinin amacı olan Batılılaşmak"tır. Doğru mu? "1-

Batılılaşmak" doktrini sırasında gördük.Batılılaşma amacına nasıl varılacak? Gene iktisatla. Hâttâ "iktisat" aözcüğü

biraz ve çokça yuvarlak. "Marksizm" kokuyor. Yön onu daha keskin "Marksizm ile"istihsal" (üretim)e çeviriyor.

Kanıtı: "En geniş anlamıyla batının istihsal seviyesine yaklaştığımız ölçüde(Atatürk devrimlerinin amacı olan çağdaş uygarlık) gerçekleşebilir."

Böylece Yön sanki dersin keskin Marksistir. İktisadı, temel yapmakla kalmıyor,iktisadın temelinin de üretim (istihsal) olduğunu söylüyor.

Bundan daha âlâ Marksizm olur mu?c) Demokrasi: Demokrasi nedir? Biliyoruz. Türkiye'de tek parti düzeninin

"değişmez milli şef'i İsmet İnönü Paşa, Amerikan akıl tröstünden -Basra körfezindepetrol adasına sahip- Thornbourg'a verdiği sözü yerine getirerek, Türkiye'de "sınıfesasına müstenit" çifteli parti, ya da "çift parti" kurulabileceğini ilan etmişti. Paşa"sözü ayağa düşürmeyecek" demokrasi istemişti. O paşaca istekten 16 yılsonradayız. Bütün Anadolu ve Rumeli yollarını noktalamış bulunan petrol bayiistasyonları sayesinde kurulmuştu. Vatan Partisi'ni iki yıl zindanda boğmuştu. Seseden çıkmamıştı. Üç yıl sonra, bir geceyarısı DP batmıştı. Işte o sıra Yön ortaya çıktı.

1- iddia: "Türk Demokrasisini yaşatmak... ve Demokrasi rejimini sağlamtemellere oturtmak" idi. Nasıl oturtulacak? Hep iktisatla, istihsalle.

1- Kanıt: "Ancak iktisadi alanda hızla kalkınmak, yani milli istihsal seviyesinihızla yükseltmek" Türk demokrasisini "oturtur"! 2- İddia: "Demokrasi herşeydenönce insan haysiyetine dayanan ve insanı üstün değer sayan bir rejimdir." (1/a)İnsan "haysiyeti" ne ile koruna- cak? İstihsalle. 2- Kanıt: "Ne kadar çok gayret saıfedilirse edilsin. düşük bir istihsal seviyesiyle, kütlelerin kültür seviyesinde esaslı biryükselme sağlamak ha- yaldir. İşsizlik, açlık, çıplaklık, soğuk ve sefaletten yaşamaiçgüdüsü, öğrenme merakından daha ağır basacaktır." (1/2)

Şeytanın DürtüsüKonu buraya gelince, insanı şeytan dürtüyor: "Amerika'da 'istihsal seviyesi' ne

alemde?" Dünyanın en yüksek seviyesi! Amerika'da kültür var mı? Öylesine var ki,kültürlü akderililer kültürsüz karaderililere bulaşmamak için aynı otobüse bilebinmekten kaçınıyorlar ve geceyarısı beyaz kukuleteli kefenlere bürünüp, siyahinsanları linç etmek üzere tek tek avlıyorlar. Vietnam'da "insan haysiyeti"nifüzelerle, napalm bombalarıyla ve zehirli gazlarla savunuyorlar. Bu çabalar, ne yazıkki Amerikan "istihsal seviyesi"nin aşırıca yüksek bulunmasından ileri geliyor vecesaret alıyor.

Yöncüler "Canım, biz Türkiye için konuşuyoruz!" diyecekler... Biz de onudemek istiyoruz. Yarın Türkiye'de kör topal "istihsal seviyesi" yükseldikçe, "Türkdemokrasisi" oturacak mı? Örneğin Türkiye ansızın Almanya kesilse, bir Hitler'inçıkmaması için "istihsal seviyesi" yeterli olur mu? Demek demokrasi için salt "istihsalseviyesi" insanı kandıramıyor. Yöncül "Marksizm" buna ne buyurur?

İktisadi = Anti-demokratikYön'ün Bildiri'sinde en anlaşılmaz söz şudur "Böyle (özel teşebbüse dayanan)

bir kalkınma.. siyasi gücü geniş ölçüde iktisadi güce tabi kılması yüzünden

Page 21: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

demokratik te değildir." (3/a)Bu, yukarıdan beri bunalımı Batıcılığı, demokrasiyi, sosyal adaleti boyuna

"istihsal"e bağlayan Bildirinin, şimdi bütün o söylediklerini kuşkuya düşürmüyor mu?Bizim bildiğimiz, "iktisat biliminin ve tarihin ışığı", sınıflı toplumda en son

duruşmada üstyapıyı ekonomi tabanı belirler. Buna ekonomik determinizm denir.Ama bu, üstyapıyla altyapının karşılıklı etki-tepkisini yok etmez. Tam tersine, budeterminizm ekonomik gücü siyasi güce tabi tuttuğu gibi, siyasi gücü de ekonomikgüce tabi tutar. Yön'ün "keskin Marksizm" adını verdiğimiz bütün yukardaki iddialarıve kanıtları -tek yanlı ve üstünkörü olmakla birlikte- hep siyasi gücümüzü ekonomikgüce (istihsale) tabi kılmak uğruna harcanmıştı. Onun için, o tek yanlı ve skolastik"iktisat determinizmine" biz "keskin Marksizm" demiştik.

Bu sefer Yön birdenbire tersine dönüyor. Ekonomik güce tabi olan siyasi gücüanti-demokratik sayıyor. Ya deminden beri "iktisadi"yi başımıza dikmenin alemineydi? Yüreğimizi ne hoplatır durursun?

Amacı "özel teşebbüs"ü haksız çıkarmak mı? İyi dilek, doğru söylemekle"iyi"dir. Bir yanlış üzerine kurulan yapı temelsiz ve "kötü"dür. Diyatektik çelişki miyapılıyor? Kuru mantıkla çelişkilere düşmek, diyalektik değil "abes", yani saçma olur.Böyle acemice saçmalarla özel teşebbüs çürütülemez, güçlendirilir. Diyalektik bindiğidalı kesmek değildir.

3- Devletçilik Doktrini: Yönizmin "Batılılaşmak doktrini" de, "iktisat doktrini"de lâftır. söylenir. Kusuruna bakılmasa da olur. Saçmalasa da dilin kemiksizliğineverilebilir. Ama "'devletçilik doktrini" hiç şakaya gelmez. Devlet som iştir.

Batılılaşmak da, "iktisat ve istihsal" yapmak da, plan kurmak, sosyal adaletindirmek, sömürüyü kaldırmak da ve daha nice bin eylem hep devletçiliğimizleolacaktır.

Yön dergisi iyi hazırlanmış bir ajitasyonla alana çıktı. Bütün iddiası adındatopluydu: Yön... Kime yön verilecekti? Türk milletine. Hangi yoldan? Devletçilikte.

"Kalubela"dan Beri DevletçilikDevletçilik Türkiye'de yeni bir şey değil. Cumhuriyet kuruldu kurulalı

yöneticiler kendilerinin devletçi olduklarını söylediler. Anayasa'ya sokulan 6 oktanbirisi devletçiliktir. O yüzden otuz küsur yıl önce, Paşa'nın emriyle kurulup dağılankadroculuk adlı iddialar da devletçiliği "ideolojileştirme" görevini almışlardı.

Ona bakarsanız, birinci cumhuriyet'ten önce de Türkiye devletçiydi.İttihatçıların vagon ticareti ile "mutemet" ihaleciliği domuzuna devletçilikti. HâttâAbdülhamit ve öncesi Türkiye'sine şirketlerin girişi devletçilik eliyle yapılmıştı.

Fethettiği toprakları eşit çiftçiler arasında paylaştırıp dirlikçilerin kontrolündeişleten, sonra dirlikleri kesimlere (mukataalara) çeviren Osmanlı İmparatorluğusapına kadar devletçiydi.

Nemrut'la firavun bile, illc Sümer kentindeki tapınak ulusu İşakku bile ilk tür"devletçi"den başka bir şey değildirler.

Onun için, "bizim bize benzeyen" devletçiliğimiz üzerinde kısa bir açıklamayapmadan, konuyu aydınlatamayacağımız ortadadır.

Osmanlı Toplumunda: Sosyal BölünüşHer ülke insanı, beden ve kafa yapısıyla kendi tarihinin ürünüdür.Türkiye insanının mayası ya da tohumu Orta Asya'dan göçebe geldi.

Osmanoğulları, antika Bizans-İslâm uygarlıklarının kalıntılarından bir rönesansyarattılar.

İlk Osmanlı, bir avuç doğru, yiğit ve eşit göçebe çelik çekirdeği oldu. Sürülerlemedeniyet kalabalıklarını önüne katıp güttü. Osmanlı deyince gözönüne şu iki kümegelir:1- Güden savaşçıl ilbler, gaziler; 2- Güdülen barışçıl köylüler, reaya...

Arapça "raiy" sözcüğü: "Sürüyü otlatmak", "yaymak", "gütmek" anlamınagelir. Osmanlı devlet sistemindeki ilke çobanlık düzeninin ürünü olur:1- Çobanlar(savaşçıl güdücüler), 2- Sürüler (barışçıl güdülenler).

Ayırtlanış ve Yadlanışın Doğal Görünüşü

Page 22: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Bütün sınıflı toplumlarda iş başka türlü değildir. Yalnız Osmanlılıkta bu ayrılışiki ayrı üretim düzeni kaynağından geldi. Savaşçı güdücüler çobanlık ekonomisinin,ele geçirilen güdülenler tarım ekonomisi insanlarıydılar. İlk Osmanlı güdücüleri,toplum içinde gelişmiş bir üst sınıf olarak gelmediler. Yendikleri toplumdaki yığınlarınbaşına dıştan geçirilmiş bir örgüt oldular.

Bu ayırtlanış ve yadlaşıklık, zamanla devletleşti. Kent (site) içindetefeci-bezirgan sınıfın doğması, toplumu bölmesi, ona egemen bir örgüt getirmesiyavaş, uzun, güç bir süreçti. Osmanlılık için aynı süreç çok çabuk, kestirme ve kolaygeçti. O yüzden, yenik alt güdülenlere yabancı üstünlükleri doğal geldi. Devlet sankigökten inmiş, insanları gütmeye memur, bağımsız, üstün bir güçtü.

Dirlik DüzeniOsmanlılığın politik üstyapısı havada durmadı. Osmanlılar, her tarih öncesinin

ilkel komünalleri gibi, kendinden saydıklarına karşı iyi çobandılar. İyi çoban bakımlısürü getirir. Bakım yalnız "yönetim" değil; dişe dokunur besi bulmaktır. Koyunçobanı nasıl iyi otlakla güdümünü bağlarsa, Osmanlı da medeniyet sürüsü reayasına(eşit çiftçilere) iyi düzenlenmiş topraklar sağladı. Bu da Osmanlı devletini dahabaşlangıçta uyruklarının rızkına dek karışabilir kıldı.

14. yüzyılda Osmanlı devleti, "memleket"i böyle yürüttü. Göçebe çobanınmedeniyet sürülerini doğru toprak ilişkileri içinde güdüşüne birlik düzeni denildi. 6bin 500 yıldır o düzenden iyisi bulunamamıştı. Dirlik düzeni, hiç değilse ilkyüzyıllarında, çağına göre ülkücül bir güdüm sistemi oldu. Dirlikçi devlet, çobangüdücülüğünün altın çağıydı. Bu gerçeklik, devlet güdücülerine yalnız üstünlük değil,az çok haklı bir öğüntülü güven geleneği bıraktı.

Kesim DüzeniSonra, uzun yüzyılların gelişimi sonunda, dirlik düzeni içine tefeci- bezirgan

scrmaye sızdı. Üretime, dolayısıyla devlete el attı. Topraklar reayanın tasarrufundangittikçe uzaklaştırıldı. Kesimcilere (mukataacılara) pcşkeş çekildi. "Malikane" dcnilensistemle kesim düzeni yerleşti. Orada artık Osmanlı toplumu kesin sosyal sınıflaraayrıldı.

Dirlik düzeninde mülkiye (politik yönetim), ilmiye (bilim, hukuk işleri), seyfiye(askerler), kalemiye (ekonomi, maliye işleri) ile 4 devlet sınıfı kayıtsız şartsızekonomisini de, politikasını da elindc tutar güderdi. Kesim düzeninde bu devletyapısı olduğu gibi kaldı. Yalnız roller, hiç kimse farkına varmaksızın, yavaş yavaştersine döndü.

Dirlik düzeninde "nüfuz" (yetki, sorumluluk) dört devlet sınıfında; bütünekonomi devlet "nüfus"u denilen çiftçi halktaydı. Kesim düzeninde devlctin"nüfuz"uyla "nüfus"u arasına tefeci-bezirgan sınıfı girdi.

Dirlik düzeninde devlet sınıfları, devletin ve kendilerinin geçimlerine yarayangelirleri (öşürleri, haraçları, vb.) kendi elleriyle toplarlar, paylaşırlardı. Kesimdüzeninde "devlet nüfusu'nun yarattığı bütün değerleri ve artan değerleritefeci-bezirgan sınıf topladı. Onlardan "devlet nüfuzu"nun 4 "sınıf"ına bir pay ayırdı.

Bu öylesine yapıldı ki, tefeci-bezirganlık devlete sıkı gününde peşin paraveriyora benzerdi. Sanki devlet sınıflarını "Siz zahmet etmeyin. Ben toplar,gelirlerinizi oturduğunuz yerde ayağınıza getiririm" deniyordu. Tefeci-bezirganlardevletin nüfusunu (çiftçileri) de, nüfuzunu (4 sınıfı) da tırtıklayıp eline ve insafınageçirdi. Ama, görünüşte sanki egemen sosyal sınıf dört devlet sınıfıydı,tefeci-bezirganlık onun hizmetçisi, angaryacısıydı.

Tefeci-bezirganlık, altta güreşen kurnaz pehlivan oldu. Devlet sınıflarının,eskisi gibi, astıkları astık, kestikderi kestik görünmelerine ses çıkarmadı. Üretimgelişmediği, verim ve ürünler azaldığı halde -her gün daha çok soyup ezdikleri- halkyığınlarını ayaklanmaktan alıkoyacak tek korkunç silah devlet sınıflarıydı.

Devlet sınıfları, kesim düzeninde bâl gibi tefeci-bezirgan uşaklığı yapıyorlardı.Kendilerine sorulsa, onlar gene 1 tuğlu bey, 2 tuğlu beylerbeyi, 3 tuğlu vezir(mülkiye) devlet hazinelerine karışan nişancı, defterdar (kalemiye); din ve dünya

Page 23: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

bilimlerini Allahtan başka kimseden almayan kutsal ulu hoca (ilmiye), yedi iklim,dört bucağı kılıcı hakkına fethetmiş kahraman gazi (seyfiye) idiler...

Bütün toprak gelirli ve zenginlik kaynakları (memleket), tefeci- bezirgansınıfların (eşraf, ayan, mütegallibenin) eline mi geçti? İdare (mülkiye), hazine(kalemiye), inanç bilim (ilmiye), hepsinden üstün baba kılıç (seyfiye) devletin elindedeğil miydi? Kim demiş iki paralık tefeci, ciğeri mangır etmez "Haşa min huzur!"bezirgan gibi "başıbozuk" takımı devlet nüfuzu önünde müslümanım diyebilsin?

Batıda-Doğuda Modern DevletDevlet sınıfları hep o kulak üstüne yattılar. O kuruntuyla şiştiler. İşte

Türkiye'de devletçilik, dediği dedik olan bu görenekten gelir. Ne zaman"devletçiliğimiz", kadir'i mutlak tanrı gibi, vatan ve milletin alınyazısını çizen "eşsizörneksiz" bir anka kuşu çalımıyla göklere çıkarılsa, hep o Osmanlı "nüfuz'ü devlet"igözleri kamaştırır. İlk kamucu (müslüman ortak mülkiyetli toprakların denetçisi)devletin başına gelenlerin, pişmiş tavuğun başına gelmediği unutuluverir.

"Devlet nüfuzu" Batıda da aşağı yukarı bizdeki mekanizmayla kuruldu. Amadaha 16. yüzyılla birlikte kapitalist sınıfı devlete kafa tutmaya başladı. 17. yüzyılİngiltere'sinde, 18. yüzyıl Fransa'sında, 19. yüzyıl Kara Avrupa'sında kapitalistsınıfların devrimleriyle devlet güçlü burjuvazinin emrine geçti.

Batıda o geçişler, belirli koşullarla dramatik birer trajedi oldu. Derebeyikarakterli devleti burjuva devleti kılığına soktu. Çok kanlar döküldü. Türkiye'de aynıgeçiş, hep "karma: derebeyi-burjuva kırması" biçiminde gelişti. Hiçbir zaman"kansız" olmaktan çıkmadı. O yüzden, bütün ciddiliğini yitirmiş "anemik" birkomediden öte, fars dedikleri ortaoyunu denli gülünçleşti.

Batıda devletçilik Fransa'da Louis Napoleon'la, Almanya'da Bismarck'la oldu.Ama vatanın yerli kapitalizmini büyük sanayileşme doruğuna çıkar çıkarmaz,derebeyi nüfuzu olmaktan az çok kesinlikle çıkabildi. Devlet, dayandığı sosyal sınıfinavadanlığıydı.

Bizim devletçiliğimiz, sınıf dışı bir zümrütü anka değildir. Ancak, kapitalistsınıfımız saltanat zamanı komprador, cumhuriyet zamanı fınans- kapital biçimiyle,cılız ve "kökü dışarıda" kaldığı için, tefeci-bezirgan sınıflarla ortaklaşa bir melezdevlet olarak sürüp gitti. Devletin yarı derebeyi karakteri keyfi çalımlarına sınıf mınıfdinlemezmiş çeşnisi kattı.

Egemen sınıfların o kamuflaj pek hoşlarına gitti. Kimi kapıkullarının sağlı solludevletçi "ideolug"luklarını dolgun maaş ya da kazançlı ün ile ödülleyerek,yanılsamayı sürdürdü. Bir zaman "kadroculuk" adıyla "cılkı çıkan" ortaoyunumeddahlığı, "kapıkulları" nezdinde epey parsa topladı. Bundan umutlananlar çokoldu. Olacaktır da.

Devletçilik Yerine: MilletçilikYön gençlerini kadroculuk lekesiyle damgalamak, en istenilmeyecek şeydir.

Ama onların kendileri, "devletçilik" yanılsamasını kadroculukla paylaşma eğilimindegörünüyorlar.

Yön gençleri görünmek istedikleri gibiyseler, biz kendilerine devletçiliği değil,milletçiliği layık görürüz. Başka dillerde "etatizm: devletçilik" terimi var."Nasyonalizm: milliyetçilik" terimi de var. Milletçilik: nationisme" deyiminihatırlamıyoruz. Ama Türkiye'de böyle bir deyim gereklidir. Milletçilik vardır.

Milletçilik: Türkiye'nin uzak tarihinden gelip, şimdiki gerçek yapısını etkilemişbir eğilimin en az yanlış karşılığıdır.

Uzak Tarihimizin GeleneğiUzak tarihimizden gelen milletçilik geleneği Osmanlılıktan kalmadır. Kayı

Boyu, Orta Asya'nın ilkel komünasından aktardığı sosyal geleneklerini miri toprakbiçimine sokmuş ve Osmanlı saltanatının sonuna dek sûrdürmüştür.

Bu sosyal gelenek ve göreneğimiz Türk köyünde imece ya da bektaşilikbiçiminde yaşıyor. Devlet sınıflarımızdan silahlı ve aydın gençliğimiz, özellikle, ilkTürk ilblerinin toplum uğruna fedakâr ülkücülüğünü ayakta tutmuştur ve tutuyor.

Page 24: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Bugün, Türkiye'nin insanlık ölçüsünde orijinal sayılacak başlıca iki sosyaldüşünce ve davranış karakteri ve ünü vardır:

1- Genç Türkler: Her milletin devrimci gençleri yetişir. Hiçbirinin devrimcigençleri dünyada kendi milletinin adıyla anılmaz. Hangi miletten olursa olsun,devrim savaşına atılan gençlere Genç Türkler deniyor.

2- Kurtuluş Savaşçılığı: Her millet, hele geri ülkelerde emperyalizme karşısavaştı. Kimileri bizden çok önce savaştı. Ama Türk silahlı ve aydın gençleri, "GençTürk" gelencği ile savaşarak, ilk büyük anti-emperyalist zaferi kazandı. Bunda, uzaktarihimizin ilkel komüna gelenek ve göreneklerinden kalmış Genç Türkler düşünce vedavranışının özü rol oynamıştır. Onun için, anti-emperyalist savaşlarda Türkiyc'ninkurtuluş savaşı anılır.

Yakın Tarihimizin GeleneğiGerek Genç Türklcr, gcrek muzaffer kurtuluş savaşı gibi özel olaylarımız,

"devletçilik" kadar ikiyüzlü ve kabuklaşmış bir kavrama sığdırılamaz. Çok derin vesosyal anlamlı millctçilik eğilimi, bir milletin yüzlerce ve binlerce yıllık doğuş veyaşayışından doğar. Devlet ise, milletçe her zaman yok edilebilen gelgeç birbiçimdir. Her milletin tarihinde birçok devlet gelir geçer. Ama, bir devletin tarihindebirçok milletin gelip geçtiği işitilmemiştir.

Yakın tarihimizden gelen gerçeklik, uzak tarihimizden gelmiş sosyal gelenekve göreneklerimizin kaçınılmaz ürünüdür. Bu gerçeklik, cumhuriycti kuranordu-gençlik ülkücülüğünün olumlu yanıdır.

Cumhuriyetin daha ilk gününden beri devlet sınıflarının, iktidarı sağlamabağlar bağlamaz, kaydığı "vur patlasın, çal oynasın" eğilimini eski denemelersınamıştı. Türkiye'nin 7 bin yıllık tefeci-bezirgan hacıağa efendiliğiyle 70 yılı aşkınfinans-kapital bcyefendiliği, devlet sınıflarının o rahatlık özlemine "safa pezevenkliği"adını vermişti. O "safa pezevenkliği"ni en yağlı kaypaklıklar iniş-yüzüne oturtmakiçin kaleyi içinden fethetme şeytanlığını başarıyla uygulamaya girişti.

Devlet sınıflarının, daha dün, önden Yunan maskeli emperyalizmin saldırısını,arkadan sultan maskeli tefeci-bezirganlığın hançerini unutamayacak derecede belleğivardır. Elbet bir bilimsel sosyalizm yöntemiyle, zaferi göklere çıkarıp kahramanlarıtanrılaştırmanın tarihsel anlamını aydınlatması beklenemezdi.

Ama yakın denemesiyle, Lozan'da "Bir gün para istemeye geleceksiniz. Ozaman milli kurtuluş savaşı ile tükürdüklerinizi size bir bir gösterip yalatacağız"diyen Lord Gurson'un sözü yenilir, yutulur değildi. O acıyla, yukarıdanfinans-kapitalin, aşağıdan tefeci-bezirganlığın sinsice baskılarına bakarak, politika veekonomide direnmezse hemen silinip süpürüleceğini sezdi.

"Musul Davası" üzerine patlayan Şeyh Sait İsyanı, şirketler konusun da,komprador burjuvaziye dokunur dokunmaz birbirini kovalayan "Gazi'ye suikast"ler,Osmanlı borçları sıkıştırır sıkıştırmaz verilen "Serbest Fırka" tavizi ile birlikte sıçrayan"Menemen olayı vb. ortadaydı. 27 Mayıs Devrimi'nden sonraki yağlı iniş-yüzündeordunun, tabii senatörlerin ve anayasanın başına gelenler, daha önce "millimücadele" kahramanlarını kovalıyordu.

Bu politik "sinir savaşı" altında hangi ekonomik ve sosyal nedenlerin yattığıduruca konulmasa bile, bir şeyler sezinlenmişti. Yeryüzünde Türkiye'ye ilk modernbüyük sanayi yardımını, faizsiz, hele "komisyonsuz", mal karşılığı, eliyle getiripkuran proleterya devrimi Nazilli, Menemen kombinalarını armağan etmişti. Devletsanayi ve yabancı şirketleri devletleştirme yapılmazsa, finans-kapital yuvalarınasinmiş tefeci-bczirgan suikastçılarının ve aylıklı askerlerinin nötralize edilemeyeceğigün ışığına çıkmıştı.

Böylece eski, yeni, antika, modern devletçiliğimiz kaynaşarak altı oktan birioldu. Türkiye'de devletçilik denilen olay böyle bir "devlet sınıfları"nın kcndikendilerini savunma içgüdülerinden fışkırdı. Dolayısıyla birinci ulusal kurtuluşsavaşının komprodor burjuvaziyi temizleme misyonunu yerine getirenanti-emperyalist ve anti-feodal bir milletçi ekonomi tabanı yarattı.

Page 25: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Devletçilikle Milletçiliği AyırmaAncak, bu milletçi devlet işletmelerinin gerçekten sosyal güç kazanması

başka, gizli servislerde kalıplanıp şartlanmış kadroculuğun terbiyeli maymuniçgüdüsü bir işaretle konuşup bir işaretle sustuğu devletçilik bambaşka şeydir.

Nitekim, meddahlığı, hâttâ parsalı köçekliği yapılan cumhuriyetin modern"devletçiliği", o zamanki proleter sosyalizminin önceden gördüğü yoldan ve tıpkısaltanatın antika "devletçiliği" gibi, çarçabuk "kapitalist fıdeliği" oldu. Ve bufidelikten, bugünkü korkunç finans-kapital + tefeci-bezirgan ittifakı kaynak aldı.

İkinci Emperyalist Evren Savaşı'ndan sonra, milletçi bir savunma olanağıhenüz bir türlü giderilememiş olan devlet sanayi egemen sınıflarca bir numaralıdüşman sayıldı. DP'nin, Amerikan uzmanlarınca kotarlmış "hürriyet ve demokrasi"bayrağında yazılmış en önemli parola: ulusal kurtuluş geleneğinin son kalıntısı olandevlet sanayini "özel sektör"e sokturmaktı.

Oysa "devlet sektörü" doğmuştu, "boğmaya gelmez"di. Yarım milyona yakındevlet işçisi ve devlet hizmetlisi o sektörden geçiniyor tümüyle vahşi kapital osektörün dehlizlerinde yaşıyordu ve fınans-kapitalin kendisi de, devletçiliğimizinkaymağını, devlet sınıflanmızla kırışarak gününü gün ediyordu. Sıkıştırma ve eritmebirikince 27 Mayıs patladı.

Devletçilikten Milletçiliğe Geçiş Gereğiİşte "Yönizm" burada sahneye çıkıyor. "Devletçilik" terimini kullanıyor.

Herkesten yeni terim bulması beklenemez. "Milletçilik" mi demeli, "devletçilik" migibi sözcük tartışması, özde anlaşılırsa değmeyebilir. Türkiye'de devlet sektörüdenilen, milletin dişinden, tırnağından artırılmış değerlerle kurulu bir ekonomitabanının, fınans- kapital mihrabında kurban edilmesine karşı, tefeci-bezirganörümcek yuvalarında çarçur edilmesine karşı savaşmak gerekir mi?

Bunu tartışmak bile gülünç olur. Ama bu savaşta savunma çağı çoktangeçmiştir. Uzak ve yakın tarihimizin son ekonomik sosyal kalıntısının ölüm dirimsavaşında savunmadan saldırıya geçilmelidir. Bu da milletin malını millete vermekle,"devletçilik"le soysuzlaştırılıp aşındırılmış olan millet ve kamu sektörünü milletçiyapmakla gerçekleşir.

Bu nasıl yapılacak? Elbet önce konunun kendisini aydınlığa ve bilinceçıkarmakla olur. Bu aydınlık kimlerin bilincine çıkarılacak? Bütün milletin. Ama,millet içinde elbet devlet sınıfları gibi, işçi sınıfı ve köylü- esnaf aydın küçük-burjuvayığınları da vardır. Bunların hepsine dayanmakla birlikte, ağırlık merkezi olan "zincirisürükleyecek halka" hangisidir?

Türkiye'deki demokratik savaşın stratejisi ve taktiği, önce özgüçlerin seçilmesive tutulması, yani bilince ve örgüte kavuşturulmasıdır. Yönizm:1) Kimlere, 2) Hangişeyi, 3) Nasıl veriyor? Kısaca özetleyelim:

Kime:1) Yönizm "aydınlar" dediği kapıkullarını özgüç sayıyor "Bildiri"sininaltına topladığı imzalardan belli. Elbet, devlet sektörü özel sektör eline geçerse, birkapitalist alıcının DP'ye söylediği gibi, bedava verseler, devlet işletmelerindeki 4kişiden 3'ünü kapı dışarı edecektir. Kapıkullarının işsiz ve aç kalmaktansa, devletsektörünü savunacakları kendiliğinden anlaşılır.

Nasıl: 2) Diyelim ki Yönizm işçi-köylü güçlerini başkalarına bırakıyor. Okapıkulu "uzmanı"dır. Kapıkuluna durumu nasıl benimsetecek? Aynı zamanda hembilinç, hem örgüt salık vermekle. Yönizm aylar, yıllardır bir ciddi örgüt teklifindebulunmadı. Küçük-burjuva ikircilikleriyle işçi partisi mi desek, çalışma partisi mikursak diye, hangi yoncayı yiyeceğini kestiremedi.

Hangi: 3) Diyelim ki Yönizm, "elirinden bu kadarı gelir" diyerek, yalnızkapıkuluna, yalnız bilinç verme görevini üstüne alıyor. Hangi "bilinci" veriyor?Burada Yönizm, salt "devletçilik" denilen kolay, ısmarlama, içten pazarlıklıkadroculuk illüzyon-atraksiyonunu ciddiye alırsa, doğru olur mu?

Yönizm, kadroculuğu sözle reddetti, işde ise kadrocu devletçilikten tarih kefensoyuculuğuna "terfi" edenleri kasıla kasıla gençliğe örnek gibi sundu. Ve

Page 26: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"devletçiliğin" yanına bir "emekten yana" sözcüğü katılınca herşeyin yolunagiriverdiğini sandı.

"Yeni", "Şuurlu" Yerine: "Sınıf" TemeliÖnyargıya kapılmamak için Yön "Bildiri"sini bir daha ele alalım. Açıklamaya

çalıştığımız gibi, Yönizm, 7 bin yıllık doğu gelenekli "devletçiliğimiz"in hem olumlu,hem olumsuz yanlarını kesince ve açıkça ortaya koymalı, kendisinin devletçiliğikadro kapıkulluğundan başka hangi türde anladığını belirtmelidir.

Yönizm öyle bir ayrım yaparak işe başlayacağına, anlamı kadrocularınkursağında kalmış "devletçilik" parolası ve palavrasını, kendi deyimiyle "köklü" ve"akılcı düşünce" ile perdahlamaya girişiyor. Nereden mi bildik? "Kadroculuğun""ciğerini okumuşuz" da oradan biliriz. "Akıl" hangi sosyal kümenin aklıdır? Önce onuaydınlatmak gerekir.

Yönizm ne yapıyor? Antika devletçiliğimizin kadrocu ağzında büsbütünsoysuzlaştınlmış biçimi üzerine bir "yeni" etiket yapıştırmakla herşeyinbaşkalaşacağını ve eski devletçilikte bir "devrim" yapacağını umuyor. Şöyle diyor."Günümüzün gerçeklerine uygun bir Devletçilik anlayışını Türkiye için zarurisayıyoruz." (Bildiri, 3/c)

Ve bu deyimi, bir tek sayfada ne denli çok tekrarlarsa, o denli aydınlattığınısanıyor.

"Varmak istediğimiz amaçlara yeni bir Devletçitik anlayışı ile erişebileceğimizeinanıyoruz." (Bildiri, 3)

Oysa bütün sorun, asıl o "yeni" olan şeyin ne olduğunda toplanır.İster istemez "gerçeklere uygun-yeni" devletçiliğin ne olduğu sorusu karşımıza

dikiliyor. Sözcüklerin mistisizimine güven olur mu? Yönizm tekrarlıyor:"Yeni Devletçiliği yukarıda belirttiğimiz amaçlara erişmek için mutlaka

başvurulması gereken şuurlu Devlet müdahalesi şeklinde anlıyoruz." (Bildiri, 4)Bu kez de, "yeni" kalktı, yerine "şuurlu" oturdu. Yeninin yerine daha büyülü

bir "şuurlu" sözcüğünün mistisizmi geçince, akan sular durur mu? Babil esnafı, Etilerköylüsü, Osmanlı kapıkulu için "şuur" nedir? "Bilinç" diyor yeni kuşak. Sınıflıtoplumda yuvarlak bir "bilinç" yok, Sosyal sınıf bilinci vardır. Hangi sosyal sınıfınbilinci "devlet müdahalesini" biçimlendirecek?

Yönizmin ödünü kopartan şey ise, yalnız böyle bir soru oluyor. Onuncucumhuriyet yılı marşının "sınıfsız imtiyazsız bir kütleyiz" sözlerini 30 yıl sonratekerlemeyi yeterli buluyor. O zamanki "sınıf" alerjisinin Türkiye'yi nerelere getirmişbulunduğunu göre göre bunu yapıyor.

O zaman, yalnız "gerçeklere uygun" düşmeyen, bilim dışı kuruntu yapmaklakalmıyor. Çünkü zeka ve "akıl" yanında herkese "yön" bile verdiğini öneriyor.Öyleyse, akılcıl ve bilimsel görünürken, akıl ve bilim ötesine sıçramak, insanı isteristemez düşündürüyor. Acep Yönizm çok mu saftır? (Öyle olmasını gönül istiyor).Yoksa çok mu "herkesi kör, alemi sersem mi sanırsun" sözünü unutuyor?

Devlet: "İnanç" Değil, "Sınıf' AracıdırDevletsiz devletçilik olmaz. Devlet denildi mi ise, o bir "inanç" değil, bir

"sosyal sınıf aracı"dır. Tarihin tek büyük "gerçeklik"i budur. Bu en keskin gerçekliğiatladık mı, toplumda ve politikada başka bütün "gerçeklikler"den yan çizmiş oluruz.

Devlet sorunu üzerinde yanılma küçümsenemez. Otomatikçe geri teper.Adamı alnından vurur. Devlet "silah"tır. Silahla oynamak, Abdülhamit'in "hürriyet"leoynamasına benzemez.

"Gerçeklik" sözcüğüne gelince, herhangi bir kanının üzerine birkaç tane"gerçek" yazılı etiket yapıştırmakla, o kanı gerçekten gerçek,durumuna sokulamaz.Geıçekler olanlar, bitenlerdir, madde ve anlamca olaylardır.

Olayları, herkes yorumlayabilir, ama değiştirmeye kimsenin gücü yetmez;yetememelidir de. Bırakalım yarım buçuk "kültürlü" aydınlarımızın birbirleri içinsüsleyip püsledikleri -tahrif ettikleri demeyelim- olaylar ortadadır.

Şu kırk yıllık cumhuriyetin devletçiliği ortada. Hiçbir kusurunu görmesek,

Page 27: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

ülkeyi, ileri ülkelerle karşılaştırınca 40 yıl öncesinden daha geri bırakmış değilmidir?..

Uçak Birinci Evren Savaşı'nda icat edilmişti. Bizim şehir havacılarımız, o günküFransız havacılarıyla rekor kırarcasına yarışmışlardı. Şimdi tepkili füzeyle ayagidiliyor. Biz öyle bir deneye bile kalkmış değiliz. Demek Batıyla aramızdaki mesafe50 yılda kısalmamış, uzamıştır.

Bu, hiç değilse devletçiliğimizin verimsiz ve yetersiz kaldığını gösterir. Bunakarşı ne yapmalı: Yön'e göre sorun basittir. Atatürk: "Hürriyeti matbuatın mahzurlarıgene hürriyeti matbuat ile düzeltilir" buyurmuştu. (Buyrultusunu bereketuygulamamıştı, başka.) Atasözü "Çivi çiviyle sökülür" der. Yön de önce söyler:Devletçiliğin kötülüğü daha çok devletçi olarak giderilir der.

"Bir takım devlet işletmelerinin verimsiz kalış sebeplerini Devletçilikte değil,aksine yeter derecede Devletçi olmayışımızda ve Devletçiliği sistemli bir şekildeuygulamayışımızda aramak gerektiğine inanıyoruz." (Bildiri 3/c)

Böylece "gerçekler" alanından çıkıp "inançlar" alanına girmiş bulunuyoruz."İnanç"ı küçümsemiyoruz. Ancak önce inandığımız şey nedir? Onu açık bilmeliyiz.Sonra o şeye kimleri inandıracağımızda hayale kapılmamalıyız.

"Devlet"in ne olduğu ve kimin elinde bulunduğu bilinmeden, onu bir aydınkapıkulunun istediği "yön"de kullanabileceğini sanmak nedir? Yalnız bu soruyusormak bile, sosyal adalet-sömürü-plan gibi iri iri lakırdılar ardında birküçük-burjuva "blöf"çülüğünün nasıl saklanmak istediğini göstermeye yeter. Bu,Fransızlar'ın "mistifikasyon" dedikleri biçimde, karşısındakileri aptal yerine koymaeğilimidir. Çünkü, sosyal adalet de, sömürü de, plan da yalnız ve ancak iktidarsorunudur.

Kaba Söz Temsili: DevletçilikKaba bir benzetiş yapalım. Herifin erkekliği yok. Önüne gelen kızı ve kadını

nasıl "parlak ilanı aşklarla" mutlu edip gebe bırakabileceğini anlatıyor!.. 30 yıl önce,üç buçuk kapıkulundan başka kimsenin ciddiye almadığı "kadroculuk" adlı "ademiiktidarlılar felsefesi", 30 yıl sonra "kalkınma felsefesi" giysisiyle önümüze çıkarılıyor.Hem de ne zaman? Bütün başarısızlıkları İktidar sorunundaki kapıkuluikirciliklerinden ve eğiliminden gelmiş bulunan 27 Mayıs Devrimi'nden sonra.

O zaman bu "kalkınma felsefesi" adlı mistifikasyon, tıpkı 30 yıl öncekiağababası "kadroculuk ideologluğu" mistifikasyonu gibi basit bir küçük-burjuvaütopisi olmaktan çıkıyor. O eğilimi savunanların kişi olarak niyetlerinde iyi ya dakötü oluşları da önemli olmaktan çıkıyor. 27 Mayıs'ın yarasına tuz biber mi dökelim?Eğer yarayı açan mikrop oportadayken, "hayır yara tertemizdir, ilaç değil üfürükyeter" kanısı yayılırsa, salt karacahil olması hangi suçluyu masum bebecikdurumuna sokar? Adama, "mütetabbipliğe", "sahte hekimliğe", "şarlatanlığa kalkma"derler. Ve yasada yazılı ceza kesilir.

Kaba konuşulmadıkça açık seçik anlatılmıyor. Bu tür "felsefe" ya da"ideologluk"lar "devrim" adına yapıldı mı, durum ne oluyor? Devrim'e şöyle bir "akıl"veriliyor: "Sen iğdiş edinmene ses çıkarma. O şerefli bir "fenni sünnet" düğünüdür.Bizim vereceğimiz reçeteler sana şanlı bir döl gücü sunacaktır." 27 Mayıs'tan sonraböyle "fenni sünnetçilik" neye yarar?

Yalnız prepüsünün değil, bütün kamışının ve tohum yumurtalarının daköklerinden kesildiğini gören "sünnet çocuğu"nu: "Oldu da bitti, maşallah!" alkışlı,törenli; şölenli sünnet düğünleriyle avutmanın bir anlamı kalır: gelecek sünnetdüğünlerinde devrimi iğdişleştirme felsefesi!

II- ParolalarHer "doktrin" ortaya atan, ondan çıkacak pratik sonuçları "parolalar" biçiminde

ortaya atar. Atar atmaz "dünya değişmiş" olacaktır.Yönizm'in 3 parolası pek "sansasyonel"dir: 1- Sosyal adalet, 2- İstismarı

kaldırmak, 3- Plan indirmek.Belki de onun hiç böyle şeyleri yok. Ama, varmış gibi ele almadıkça,

Page 28: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

ana-davranışları anlamak güçleşir.PROBLEMİ KOYUŞÜç Yön doktrinin üç de parolası var. Bunlara değinmeden önce sorunun bir

daha konuluşu gerekiyor."Felsefe" mi, Bilim mi?Yönizm, "bilim"i kendisine "az" bulur. Bir de "felsefe" yaratıcılığına girişir.Neden? Belki "bilim" ve "gerçek" adına öne sürdüğü üç "doktrin"in, "bilim"e ve

"gerçek"e uymadığını kendisi de sezer. Ya da, "doktrin"ler üçüzünün "hak din"olduğuna inanmayacak olan "müşrik"leri, saçlı sakallı "felsefe" gibi bir yıllanmışbabahan Zeus'un bulutlar arasından göndereceği yıldırımlarla yola getirmek için.

Oysa "felsefe" nedir? Bilimin gerçeklik alanında olaylarla dolduramadığıboşlukları doldurma çabasıdır.19. yüzyıl ortalarına dek, öyle olay eksiklikleri yerinegeçirilmek istenen felsefe sisteminin teyellemelerine gereksinim vardı.Marx-Engels'ten sonra, soyut "bilim"in en eksiklerle dolu sosyal bilimler alanı dagerçek tabanı üzerine oturdu. Mantık ile gnozeoloji denilen varlık bilimi dışındafelsefeye yer kalmadı.

"Yönizm", felsefeyi nerede arıyor? "Kalkınma" alanında!... Daha Yönizm oheybetli "kalkınma felsefesi"ni ararken yakalanıyor. Kalkınma olağanüstü somut birekonomi kategorisidir ve ancak yüzde yüz bilimle çözümlenebilir. Kalkınmasorununda varlık, yokluk, madde, ruh gibi, mantık da yalnız bilimden gelir. Orada"felsefe"nin işi ne?

Kalkınmayla felsefe bir araya gelir gelmez tepişirler. Kalkınma için herhangibir uyduruk felsefe sisteminin "santans"ları, tanrısal buyrultuları değil, ciddiaraştırma gerekir.

Bir nokta var. Yönizmin "başbuğu" Avcıoğlu'dur. Onu Marx'a benzetelim. Marxgençliğinde, cahillikle, ekonomi dışında bir felsefe eğilimine kapılmıştı. Sonra, azdenyince, kendini ekonomi-politiğe vererek bilinen sosyal keşifleri yaptı. ÖrneğinAvcıoğlu'da toy ve cahil bir aydın olarak Yön'ü çıkarırken felsefeye kapılmış, sonraeksiklerini görüp bilime dönecek sayılamaz mı? Hep öyle düşündük. Ve Türkiye'de dedoğacak taze ve "zinde" Marx'ları bekledik.

"Türkiye'nin Düzeni" adıyla bir makalenin başlığını kitabına alan Yön başbuğu,Marx gibi cahillik çağı olan Yön'den "devrim"in bilginlik çağına geçmiş gibigörünebilir. Bir şartla; önce Yön'deki günahlarının kefaretini vermeli. Ondan sonrada, Marksizmin yüzyıl önce kurulduğu için yeniden keşfedilmeye gereksinimi varmıdır? Bunu ondan sormayalım. Her genç için böyle bir keşitler aşaması olağandır.

Yönizm, bir "eleştirinin eleştirisinin eleştirisi"ne benzemiyor. Aynca, Marx ıntersine yoldan gidiyor, felsefeden ekonomi-politiğe gideceğine, ekonomi"uzman"lğından kalkınma filozofluğuna gidiyor. Bu ters gidiş maymununinsanlaşması yerine, insanın maymunlaşmasını geçirmeye benzetilebilir.

Gene de, Yönizmin "kalkınma felsefesi" dediği şeye bakmak, genel yargılardandaha aydınlatıcı olur. Çünkü Yönizm, hep "yeni" ve "şuurlu" gibi "zinde" görüntülükonular ortaya atmaktadır. Bu "zinde" düşüncelerin yenilik ve şuurla ilişki derecesiniaramakta yarar olabilir.

Problem Üç mü, Altı mı?Yön doktrinleri "yeni" olarak, amaç olarak neyi gösteriyor? O zamana değin

"yok"luğundan yakındığı bir "kalkınma felsefesi"ni. Nedir o ilk defa Yöncülercebulunmuş "kalkınma felsefesi"? Şudur

"Kalkınma Felsefemizin hareket noktaları:1- Bütün imkanlarımızı harekete getirmek;2- Yatırımları hızla arttırmak;3- İstihsal hayatımızı bütünüyle planlamak;4- Kütleleri sosyal adalete kavuşturmak;5- İstismarı kaldırmak;6- Demokrasiyi kütlelere mal etmek."

Page 29: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Altı maddede aynen derlediğimiz "felsefe", gerçekten tam bir filozofnargilesidir. Neresinden tutarsanız kayıp elinizden kaçacak yağlı lâf yuvarlakları"imkana hareket", "yatırıma hız", "kütleye adalet" ve "demokrasi"!..

Bu altı tane gibi sıralanmış maddeyle ne söylendiğine bakalım: 1- "Bütünimkanları harekete getirmek" demek, 2- "Yatırımları hızla artırmak" için olur. Her ikiiş nasıl yapılır? 3- "İstihsal hayatımızı bütünüyle planlamakla"..

Demek üç ayrı şey gibi gösterilen öneri gerçekte bir tek şey oluyor: "Üretimeyatırımı bütün olanaklardan yararlanarak planla yapmak". Buna tek sözcükle "plan"diyebiliriz.

Gene o kalabalık 6 maddeden 4 ve 6.ları da, aynı anlamın başka sözcüklerleçeşnileştirilmesidir. Çünkü: 4- "Kütleleri sosyal adalete kavuşturmak" ile 6-"Demokrasiyi kütlelere mal etmek" başka başka nesneler değildirler. Ne "sosyaladaletsiz" demokrasi anlaşılır şeydir, ne "demokrasisiz" bir sınıflı toplumda "sosyaladalet"ten söz edilebilir. Sınıflı bir toplumda "kütlelerin" anlayacağı vebenimseyeceği "demokrasi", bir klişe yalan değilse, ancak "sosyal adalet" kılığındasahneye çıkabilir.

Öyleyse, iki ayrı lâfa gerek yok. "Kütlelerin" karnı "demokrasi" sözüğüne pekaşırıca tok olduğu için, eski ağızlara "yeni" bir "yeysi" (taam) sunmak gerekmiştir. Obiri iki görmeyi kaldıralım. "Kütleye mal edilecek" demokrasiye kısaca "sosyaladalet" adını verelim.

Geriye ne kaldı "Yön felsefesi"nden? 5- "istismarı kaldırmak!" Kabul edelim ki"kalkınma felsefesi"nin en "orijinal" parolası bu görünüyor. "İstismar" artık 19. yüzyılsözcüğüdür. Yeni kuşak ona "sömürü" diyor. Temiz Türkçe. Ve burada kullanılananlamına daha uygun bir sözcük. Biz de "sömürü" diyelim.

O zaman "kalkınma felsefesi" şu üç parolada toplanıyor: 1- Planlı üretim, 2-Sosyal adalet, 3- Sömürünün kaldırılması.

Bu üç bclli başlı konuda ne yapılıyor? Her defasında devletçilik besmelesiçekilip sosyal adalet indiriliyor. Sömürü kaldırılıyor ve plan kuruluyor. Ve üstelik,sanki bu konular Türkiye'de hiç ele alınmamış gibi, "köpeksiz köyde değneksizgezilerek" yapılıyor.

1- Sosyal AdaletSosyal adalet, en sansasyonel paroladır.

Demokrasi ve Sosyal AdaletKapitalist çıkmazın farkına varan Yönizm bunalımın, Batıcılığın, demokrasinin

yanıbaşına yeni bir tılsımlı söz koyuyor: "sosyal adalet!"İddia: Türkiye'yi kurtaracak olan şey "sosyal adaleti gerçekleştirmek" olabilir.Nedir bu "sosyal adalet?" Hemen söyleyelim, lâfların en yuvarlağıdır.

Çünkü:1- "Sosyal olmayan" adalet zaten yoktur. (Doğal adalet, metafizik adalet

yoktur. Daha doğrusu onlar da "sosyal adalet" kadar uydurma bir ilke dilekçesidir).2- Bir yerde "adalet" sözcüğünün bulunması "adaletsizlik"in bulunmasından

ileri gelir. Bırakalım. Teorik tartışmalar ayrı konudur.Yön, "sosyal adalet" dediği her kilidi açacak sihirli anahtarı nerede, nasıl

bulacaktır? Herşeyi, daima bulduğu yerde: "istihsalde".Kanıt: "Milli gelirin hızla artmasına önem vermeyen bir sosyal adalet politikası,

yoksulluğun bölüşülmesinden öteye geçmeyecektir. Buna karşılık, sosyal adalete yervermeyen bir kalkınma politikası başarısızlığa mahkumdur." "O halde sosyal adaletpolitikasının başlıca araçlarından biri de istihsal seviyesinin yükselmesidir." (Bildiri,1/a)

Sorunun İki KonulusuGörüyoruz. "Yönizm", sözde hep "bilimsel sosyalizm" taslar. "Sosyal adalet"

dediği yiyenin niyetine bağlı kokuda bir muzu da, her şey gibi "milli gelir" ve "istihsalseviyesi" gibi doğmatizme kardırılmış sözde "materyalist", işde "mekanist" bir

Page 30: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

değirmene atıyor. Sorun "kalkınma"dır. Modern "kalkınma" kapitalizmle olmuştur."Yönizm" "kapitalizm"in savunucusumudur?

Onu dürüstçe koymuyor bile. 20. yüzyıl ortasında, salt "kalkınma" tekerlemesibakımından en büyük hızı göstermiş sosyalizm vardır. Yönizm sosyalist savunma dayapmıyor. Ne kapitalizm, ne sosyalizm denildi mi, "Batılılaşma" nerede kalıyor?"Batı", Avrupa coğrafyasında bir bölge değildir, insanlık tarihinde bir aşamadır. Oaşamaca kapitalizmden sonra sosyalizm gelir. Kapitalizmi de, sosyalizmi dereddeden adam hangi Batılılaşmadan söz edebilir?

Daha iyi dilekle, diyelim ki Yönizm Türkiye özelliğinde "doktrin" tartışmalarnıntehlikelerini ve bizantizme dökülüşünü göz önünde tutarak, skolastik "izm"tartışmalarından kaçınmak istiyor. O zaman, Türkiye'nin politika tarihinde geçmişdüşünce ve davranışları bilmezlikten gelmemelidir. Bırakalım en eski denemeleri,daha 1954 yılı kurulan Vatan Partisi de "her türlü izm"leri bir yana atıp, Türkiyegerçekliğini ele alan bir düşünce ve davranışla dövüşmüştür.

Ona değmeden, onun tezlerine benzer ya da çelişik düşünceler ortaya atmakne anlam taşır? En azından Türkiye olaylarını "susuş kumkuması" (conspiration desilence) yoluyla örtbas etmek. Modern toplumda "susuş kumkuması"nın kimlerce,kimlere karşı, niçin ve nasıl kullanıldığını biliyoruz. O tartışma ayrı konudur.

Yalnız, Vatan Partisi programının birinci sayfası apaçıktır. Yönizmin yaptığıgibi, toplum ilişkileri içinden yalnız "milli gelir", ya da "üretim seviyesi" gibi bir tanesitecrit edilip, "sosyal adalet" gibi gene tecrit edilmiş başka bir tanesine karşıçıkarılmaz. Yani, metafizik burjuva yöntemiyle toplum olayları paramparça edilip,onlardan yalnız birkaçı, hokkabaz yuvarlakları gibi havada oynatılmaz. Türkiyetoplumunun bütünü "vatanımız" diye en nesnel somut biçiminde ortaya konur.

Türkiye vatanı ne olacak? "Ne kapitalist-ne sosyalist" gibi bir küçük- burjuvaanarşist palavrasıyla sahnede göbek atılmaz. Türkiye, bal gibi kapitalist dünyanın birparçasıdır. Ona, ısmarlama kapıkulu tekerlemeleriylc "eşsiz örneksiz" bir kılıkyakıştırmanın gerçeklikle ilgisi yoktur. Öyle bir yakıştırma, ya toyca soytarılıktır, yada "herkesi kör, alemi sersem" sanan aylıklı mistifıkasyondur, enayi avlamaktır.

Kapitatizmin İki Gelişim BiçimiDemek, daha sorunu koyarken Vatan Partisi Programı dürüstçe gerçekliği

tutar; Yönizm ya toyca, ya da hinoğluhince mistifikasyona kaçar. Ondan sonra,konulmuş konunun işlenişi, ister istemez taban tabana zıt "yön"lerde gelişir.

Yönizm sözde "orijinallik" taslayarak, "üretim seviyesi" ile "sosyal adalet" gibitecrit edilmiş transandantal iki kategoriyi, birbirleriyle tokuşturur. Sözde "ekonomiuzmanlığı" yaparak, en kötü burjuva teknokrat kafasıyla, soyut iki kategoriyi birbiriniçürüten saçma ilişkiler içinde boğar. Kendisi ne yaptığını anlamış mıdır, bilinmez.Ama, bütün okurlarının kafalarını skolastik çorbasına çevirmiştir. Açıkça Türkiye'ninkapitalist karakteri inkar edilmiştir. Bu yalan küpü üstüne, elbet sosyalizmkurulamaz. O zaman, namusluca bir sosyalizm sorununa da yer bırakılmaz. Hangidüzende olduğu bilinmeyen bir "kalkınma felsefesi" edebiyatına girişir. Ciddi konu,dramatik pozda komik ortaoyununa döner.

Vatan Partisi programı Türkiye'nin, sosyalizm yolundan değil, kapitalizmyolundan yürüdüğü gerçeğini birinci gerçek gibi koyar. Kapitalizmde kalkınma kaçtürlü olur? Ya Prusya usulü, pis hacıağalar hegemonyasında dikta düzenli zorba birkapitalizm kalkınması olur, ya da Amerikan usulü, namusluca serbest rekabetedayanan demokratik düzenli az çok daha olumlu bir kapitalizm kalkınması olur.Türkiye için bu iki rahmetten biri kaçınılmaz yoldur. Şu ya da bu kılkuyrukkapıkulunun uyduruk mistifikasyonu, toplumun gidişine yön veremez.

Böylece, kuruntu "sosyal adalet" ya da "üretim seviyesi" tartışması birpsödo-siyantifizm (bilim kalpazanlığıdır. Sorun, Türkiye'de "sosyal adalet" ya da"kalkınma felsefesi" serapları yaratmak değildir. Nasılsa öylece Türkiye'nin, içineyüzyıllardan beri girmiş bulunduğu düzende, hangi yoldan yürüyeceğidir.Kapitalizme geç gelmiş iki klasik ülke örneği, Prusya ile Amerika'dır. Japonya apayrı

Page 31: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

bir örnektir. İlkel komünadan kapitalizme doğru geçiş koşulları, Türkiye için tarihçeyoktur. Onun için, Japonya özentilerimiz Abdülhamit çağından beri boşa çıkmıştır.

Özetleyelim: Türkiye'nin şimdiki gelişim yolu, ne sosyalizmdir, ne dekapitalizmden başkasıdır. Bilince çıkarılacak şey, Türkiye'nin kapitalist gelişim gidişiiçinde Prusya (asker-banker-yunker) yolunu mu, yoksa Amerikan (demokratikburjuva) yolunu mu tuttuğudur. Bu yollardan hangisi tutulursa, Türkiye'de onauygun bir; "sosyal adalet" ve "üretim seviyesi" ve "kalkınma" (felsefesi değil kendisi)ve "milli gelir" olur. Yalana ne hacet? Kapitalist düzendeyiz. Prusya, ya da çarlıkRusyası modeline mi uyacağız, Amerikan modeline mi? Sorun budur. Bu tartışılabilir.

Türkiye'nin Üç ŞarkıYönizm, öyle bir açıklıktan veba illeti görmüş gibi kaçıyor. İki avucunda iki

kategori taş. "Sosyal adalet mi, istihsal seviyesi mi" diye "çift mi tek mi" oynuyor.Bir de pozuna bakın! Türkiye'de hiç ele alınmamış sorunları, bir vuruşta kesen "ikiboynuzlu İskender" kesilmiştir. Onun için, sosyal adalet üzerine bütün "iyi dilek"lerisu üstünde yazıya dönüyor. Ve "sosyal adalesiz kalkınma olmaz, kalkınmasız sosyaladalet olmaz" sözü, diyalektik momentleri koymak değil, gerçeğe yan bakantekerleme saçmalarına kapı açar.

Vatan Partisi programı da öyle 2 değil, 3 koşul ortaya koyar. Ama bunlarTürkiye'nin sosyal düzen değişikliğinden yola çıkar. Şöyle der:

"Vatanımızın 'Amerika' derecesinde yüksek teknikli medeniyet kur masındansöz ediliyor. Lakin bir şey unutuluyor: Amerika'yı Amerika yapan hız, Amerikalıların90 yıl önce köleliği kaldırmak uğruna Vatandaş Harbini göze alabilmeleriyle, yanikeskin Hürriyet kavgası ile başlamıştır. Ve 3 nedenle gelişmiştir: 1- Devletinkırtasiyeci ve askerci olmayışı (Tam demokrasi); 2- Derebeği artıklarının yok edilişi(Toprak Reformu); 3- Sanayi sermayesinin ötekilerden üstün olması (Teknikyaratıcılığı)."

Dikkat edelim. Sosyal adalet-üretim seviyesi gibi soyut kavramlarla ipcambazlığı oynanmıyor. Üç belli başlı kapitalist gelişim nedeni olduğu gibi konuluyor.Ve bu koyuşta birinci madde: "Bürokrat ve militarist devlet", kapitalist gelişim içinve "tam demokrasi" için başlıca engel sayılıyor. Yönizm ise, bunun tam tersini;bürokratik ve militarist olduğunu her gün kanıtladığı bir devletçiliği, "kalkınma"nıntek yolu diye öneriyor. Yani, kendisi ne dediğini bilmezken, topluma "yön" çizmeyekalkışıyor.

Vatan Partisi programı, 3 koşulunu, sistemlice, olaylara dayanarakayrıntılarında çözümlemeye çalışıyor. 3 illeti 3 alanda: Hürriyet -ucuz devlet,köylü-toprak, sanayi-işçi sorunları olarak inceliyor. Ondan sonra o "üç ana davayıTürk ulusuna bütünlüğü ile sunmak için" diyalektik ilişki ve çelişkilerine bağlıyor. Veşöyle özetliyor:

"Bu üç şart, modern medeniyet yükselişi için birbirinden ayrılmaz bütündür.Biri eksik oldu mu, hiçbiri gerçekleşemez. Hürriyetin toprak reformu, ya dasanayileşme kendimizi aldatmak olur. Aksine, bütün sanayimiz ve işçi davamızyoluna girmeden, tarımımızı modernleştirmek ya da hürriyetimizi sağlamak şimdiyekadarki deneyimlerden yüzde yüz anlaşıldığı gibi tatlı ya da hayal olur."

Yönizmin "sosyal adalet-ihtihsal seviyesi" adlı lâkırdı tahteravallisi ile VatanPartisi programının "üç koşul" momentleri arasındaki felsefe ayrılığı besbellidir.Yönizmin Türkiye'yi "felsefesizler" diyarı saymak için; kendinden öncekileri susuşkumkumasına sokup, neden "ahir zaman yalvacı" geçindiği anlaşılmaz şey midir?

Vatan-Millet-Sakarya Yerine Açlık-İşsizlik-EvsizlikTürkiye'nin temel gerçekleri öylesine yampiri ve acemice konuldu mu, o

açıdan dökümü yapılan ayrıntılı olaylar neye yarar? Yalnızca sözde "demokrasi"gösterisine. Bu sahte gösteri hangi sosyal sınıfın değirmenine su götürür?Finans-kapitalin yaratmak istediği "sosyal yanılsama" değirmenine. Ve birkaç"uzman"ın, geri ülkede kültürsüz yığınlara ideolojik atraksiyonlar yapan "illüzyoncu"olarak para ya da ün yapmasına.

Page 32: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Ama Türkiye'nin ekonomik ve sosyal yapısı gün günden betere gidiyormuş.Türkiye insanları bu "ölümcül" gidiş önünde değme abur cubur ideologluklaryüzünden ne yapacağını bilemez duruma düşermiş. Ne önemi var? Daha doğrusu,öznel iddialar ne olursa olsun, nesnel olarak desteklenen egemen düzenin eğilimi veamacı da bu değil mi? Dergiler, kitaplar çıksın, dergiler, kitaplar batsın. Kafalarkarışsın. İki kişi bir araya gelirse, birbirlerini anlamasınlar.

O zaman en haklı ağlantılar bile, insana timsah gözyâşları gibi gelmez mi? IşteYönizm ayrıntılarından birisi:

"Türk Demokrasisinin yaşatılması, açlığı, işsizliği ve evsizliği ortadankaldıracak yüksek bir istihsal seviyesine götüren yolları bulmakla mümkün." (Bildiri)

Sen görünen bütün yolları tıkamak için maskele, sonra gökten "yüksek biristihsal seviyesi" denilen mehdiyi bekle. "Çekilen dostlar öteye, çün kaldı Mecliserteye! "... Sosyal adalet partisi mi başka türlü düşünüyor, yoksa CHP, GP, vb. mi?

Sorun Roosevelt sosyologluğu ile karıştırılmış, "Marksizmin 120 yıl öncekielkitaplarından" yarım yamalak aktarmalı edebiyat değildir. "Vatan - millet -sakarya" bitti, "açlık - işsizlik - evsizlik" başladı. Sorun, "yüksek istihsal seviyesinegötüren yolları bulmak"ta. Asıl yolu göstermeye sıra gelince ne yapılıyor?

"Düşünce Yerine Apolet - ŞöhretYönizm, ne "iktisat bilimi"ni, ne "tarih ışığı"nı kimseye bırakmıyor ve şöyle

diyor"İktisat ilminin ve Tarih'in ışığında inanıyoruz ki, Özel Teşebbüse dayanan

kalkınma yavaştır, ıstıraplıdır, israflıdır, ve... Sosyal Adaletle bağdaşamaz... ve azgelişmiş bir ülkede imkansızdır." (Bildiri, 3/a)

İlle sahneye ilk çıkan, ilk ve son peygamber olacak. Oysa özel teşebbüsekarşı, benzer bir kanı, Yönizmden on yıl önce söylenmiştir. Ama nasıl? Finans-kapitalterörünün kuş uçurtmadığı DP'ci "zafer" günlerinde bir siyasi parti tüzük veprogramına ve davranış ve örgütlenişine ekli gerekçe biçiminde.

Bu gerekçe, bir Talmut mezmuru gibi fıstıki makamdan davudi sesle dogmaokumamıştır. Önce, Mustafa Kemal'in "Vazifeye atılmak için içinde bulunduğunvaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin!" öğüdü ile, en başta bağımsızlık vecumhuriyet savunması gereklendirilmiştir. Ardından şöyle denilmiştir:

"Bütün o nedenlerle, bugüne dek gelmiş geçmiş Reform ve Devrimhareketlerimiz hep işverenlerin kanadı ve ruhu ile çırpındı. Gene aynı nedenlerleTürkiye'mizde varolan Partilerin hemen hepsi, o kanadın ve o ruhun ana düşünce veeğilimlerine dayandılar.

"İşverenler kanadı ile, Türkiye'yi ilerletmek (kalkındırmak) istiyen Partilerin,memleketi gerçekten ilerletmek amaçlarında samimi olmalarından başka birşeyistemiyoruz. Ancak Vatan Partisi, o kanadın Türkiyeyi Cennnete çevireceğineinanmıyor." (Kuvayimilliyeciliğimiz, 1957 baskısı, s. 7)

Dikkat edilirse, burada da bir "inanç değildir. Orası hemen belirtilir."Bu kanı, kuru bir iddia değildir. Saltanat döneminin Reformlarından son yarım

demokrasi denemelerine dek geçmiş uzun tecrübeler kanımıza durmadan hakvermiştir." (A.g.e.)

Böylece, "genel durum" konulmakla da kalmamıştı. Durumun bütünekonomik, sosyal, politik, kültürel vb. yanları ile yönleri, alabildiğine özetle, iyicedolu 40 sayfalık açıklamalara bağlanmıştır. Ve bu açıklamaların "ışığında", bir kezdaha aynı "inanç" şöyle sonuçlandırılmıştır:

"Bütün, Türkiye'de Vatanını anlayarak seven, Milletine şuurla bağlı olanherkes, bizim artık niçin işverenler kanadı ile yükselmeye ve ilerlemeyeinanmadığımızı, yukarıki izahlardan epey çıkarmıştır." "Neden Vatanımızı yükseltmekiçin, işçi kanadını başa geçirmek istiyoruz?" (A.g.e.)

Bu soruya da 11 sıkı sayfa içine sığdırılabilecek denli özet karşılık verilmiştir.Vatan Partisi'nin o inanç uğrunda boğazlanırcasına savaşından 10 yıl sonra

sahneye 27 Mayıs ışığında çıkan bir "sol" eğilim, hiçbir şey olmamış ve söylenmemiş

Page 33: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

gibi davranabilir mi?"Batılılaşmış" bir ülkede nesnellik gereği, davranamaz. Türkiye'de

davranmakla kalınmaz. Nedenleri uzar. Öyle davranışın sonucu, en azından, teoriyiköksüz bırakır. Düşünce dünyamızı mahşerleştirerek, her türlü anlaşılır ve tutarlıpratiği kökünden baltalar. TİP "liderliği"nin politikada yaptığını, Yön "ideologluğu"nunteorileştirmesi başgösterir. O zaman "düşünce" değil, ya "apolet" ya da "şöhret"ilkeleşir.

"Anlamı Şairin Karnında" KavramYön'ün bütün tezi "kalkınma felsefesi". Böyle dramatik bir çabada, en ufak

sözcükler doğru ve yerli yerine konulmak ister. Özel teşebbüs her zaman "yavaştır,acılıdır, israflıdır", ama "az gelişmiş bir ülkede" bile olsa olanaksız mıdır?

Atatürk'ten Demirel'e dek, hep "özel teşebbüs" "olanaklı" kılınmıştır. Acısına,israfına bakılmamıştır. Sosyal adaletle "bağdaşmadığı" ise, bir "inanç" konusudeğildir. 43 yıllık Türkiye "özel teşebbüsü", Atatürk'ün sosyal adaleti ile mi, yoksaDemirel'in sosyal adaletiyle mi ?

Çünkü, her çağın kendine özgü bir "sosyal adalet"i olur. Konfiçyüs'ünde, Budanın da, Musa, İsa, Muhammed Peygamberlerin de birer "sosyal adalet"leri vardır.Modern çağın "sosyal adalet"i denince, onun ne olduğu tanımlanmalıdır. Bir kapitalistsosyal adalet var, bir de sosyalizm var. Bilinebildiği kadarıyla "sosyal adalet",kapitalizmin sosyalizme karşı paratoneridir. Bu bakımdan "sosyal adalet" sadakası,"özel teşebbüs"ün dengeli ve ömürlü yaşatılma ülküsüdür. Yönizm özel teşebbüslekalkınmaya "inanmıyor".

Sosyalist "sosyal adalet" mi? Sosyalizm bir dilencilik düzeni olmamalıdır.Ancak modern toplumda, sosyal sınıf ve zümrelere göre çeşitli sosyalizmlerbulunduğu için, çeşitli sosyal adaletler de türemiştir. Derebeyi sosyalizmi, burjuvasosyalizmi, küçük-burjuva sosyalizmi.. hâttâ işçi sınıfı içinde aristokrat işçi vb..zümre sosyalizmleri hep ayrı ayrı "sosyal adalet" sadakacıkları icat etmişlerdir.Proletarya sosyalizmi bunlardan hiçbirine inanmıyor. Yönizm ise, "sınıf' sözcüğüönünde allerji duyduğu için, proletarya sosyalizmine "inanmıyor".

Bu koşullar altında, biz kime "inanalım"? Böylece "Yönizm"in bir aksiyon kadarherşeyi kanıtlayıcı ölçüt gibi tartışmasız açık ilke olarak koyduğu "sosyal adalet",herşeyden önce kendisi, varlığı kanıtlanmaya, tanımlanmaya, bir mihenk taşınavurulmaya muhtaç, çok üstükapalı, çok ikiyüzlü bir kavramdır. Aydın uyduruğu birküçük-burjuva ütopyasıdır. Bir lastik torbadır; nereye üfürürsen oraya doğru şişer,nereye çekersen oraya uzar, içine ne doldurursan almam demez.

Yönizmin "akılcıl düşünce"sine hoş gelse bile, herşeyi üzerine oturttuğu sosyaladaletin -eskilerin deyimiyle- "anlamı şairin karnında" bir hayli şişirnıe, kofsözcüktür. Şiir, roman, edebiyat şişirmeye yarar. Düşünce ve davranış olanında"kafa şişirmek"ten başka pek bir şeye yaramasa gerekir.

2- İstismarı (Sömürüyü) KaldırmaSömürüyü kaldırmak sosyal adaletin ürünü olacaktır. Nasıl?

Yönizmin "İstismarı Kaldırışı"Yönizm, sosyal adaleti "devlete" yaptırdığı gibi, "istismarı" da gene devlete

kaldırtır. Devletçiliğimiz istismarı nasıl kaldıracak? Yön burada güzel ayetler okur:"Çalışmayı Toplumun en yüksek değeri haline getirmek, çalışmaya dayanan

kazançları yüksek seviyeye çıkarmak Devletçiliğin temel hedefidir. Kol ve kafagücünü satarak geçinenlerin ezilmesine seyirci kalan, arsa spekülatörlerinin veticaret adamında istismarcı mutavassıtların haksız kaziançlarına göz yuman ve bugibilerin bir yüksek Devlet memur'undan, fıkir ve bilim adamı'ndan fazlakazanmasına ses çıkarmayan bir sistemin, 20. yüzyılda daha fazla sürüp gitmesineimkan yoktur." (Bildiri, 4/d)

Kur'an okumaya ve destan yazmaya alışkın "müminler" (inananlar) için,yukarıdaki sözler, zırıl zırıl "sosyalizm" sızan doğmalar gibi görünür. Biz, HazretiMuhammed'in son peygamber olduğunu bilenler, öyle Tevrat ve İncil "mezamir"lerini

Page 34: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

20. yüzyıl sonrasında gözü kapalı "amin! "le karşılayamayız. Çünkü "Yönizm" de hep"iktisat ilminin ve tarihin ışığında" konuşmak pozundadır. Söylenenleri bilim ve tarihışığına çıkarınca ne görüyoruz? Birer birer izleyelim.

"Çalışma" Nedir?"Çalışmayı toplumun en yüksek değeri haline getirmek" ne demektir? Çeşitli

açılardan arayalım:"Çalışma" sözcüğü Türkçe'de geniş anlamlıdır. Başlıca iki ayrı sözcüğü içine

alır; emek-iş... Emek harcamak da, iş yapmak da çalışmaktır. Elbet emek de, iş detoplumca yararlı insan gücü harcamak anlamına gelir.

Ancak çalışmak, emek, iş toplumun ayrı sınıf ve zümreleri varsa, herbiri içinapayrı yönlerde anlaşılır ve kullanılır. Örneğin kapitalist de "çalışır". Onunçalışmasına daha çok "iş" dendi. Tuttu. Kapitaliste "işadamı" etiketi konuyor. İşçininçalışmasına "emek" adı veriliyor. Ne var ki "işadamı" da sıkışınca "şu kadar emek"verdiğini savunuyor.

Demek, çalışma olağanüstii yuvarlak bir deyemdir. Kimin, hangi sosyal sınıfve kümenin çalışması olduğu belirtilmedikçe, bilimsel bir söz edilmiş sayılamaz.Geçelim.

Değer Nasıl Yükseltilir?Bezirgan toplumda ister "en yüksek" olsun ister "en alçak" olsun, her değeri,

harcanan yararlı insan emeği yaratır. Değerin yüksekliği, yararlı emeğin ne denlibasit ya da katmerli oluşuna ve ne kadar zaman sürdüğüne göre belirlenir.

Yönizm "yüksek"le hangisini kastediyor? Toplumda bütün emekleri basitolmaktan mı çıkaracak? Yoksa çalışmayı son derece mi uzatacak? Başka türlü "enyüksek değer" elde edilemez. Toplumda her emek basit olarak başlar. Gittikçe becerive bilgi kazanarak katmerlenir. Anadan doğma katmerli emek olamaz. Yönizmbunun tersini diliyorsa, boşuna kuruntu yapıyor. Emeğin süresini uzatmakla "yüksekdeğer" peşindeyse, toplumda bütün ileri tekniği yok edip eski taşçağına dönmesigerekir.

Amacımız şaka değil. Gerile gerile atılan gelişigüzel sözlerin, bilim açısındanölçülmedikçe, ne gülünç anlamlar taşıyabileceğini anlatmaktır. Bu açıdan, Yönizmino kallavi sözü, bilim dışı bir atmasyon olur.

Yönizm acaba "emeğin değerinhi" derken neyi düşünmüş olabilir? İki şey aklagelir: I- Değersiz emek görmüştür. Değer deyince, daha çok değişim değerikastedîlir. Bir emeğin değişim değerine dönmesi için, kullanım değeri bulunmalıdır.Emek bir işe yaramadan harcandı mı, meydana gelen şeyin yararlığı, bir gereksinimikarşılaması yoktur. 0 zaman dünyanın emeği harcansın, "değeri yoktur." Emekboşuna gitmiştir. Bizde böyle emekler çoktur. Havanda su dövülür. Yön, bu emekisrafını devlet önlemelidir mi diyor?

2- Emeğin manevi değeri, yani emek ve iş Türkiye'de kötü ve hor görülür. Oda emeğin israfı kadar ulusal hastalığımızdır. Onun için Vatan Partisi programı şöyleder:

"1- Mukaddes Cihad ilanı: Bütün memleket radyoları ve bekçileri, sabahakşam ezanlarından sonra, şehir ve köy meydanlarında şu büyük milli hakikati hergün haykıracaklar: Tarlada, fabrikada, karada, denizde, havada çalışmak,masabaşında, salonda, sarayda oturmaktan çok daha üstün şereflidir... İnsan için,işten gayrisi yalandır! (Leyse lil insane illa ma sea!)"

Yönizm bu iki anlamda konuşuyorsa, önce onu böyle koymalıdır. Sonra,kendisinden önce konulanların üzerinden atlamakla bilim yapılmayacağını bilmelidir.

Değer: Bezirgan YaratığıdırAsıl sorun, Yönizmin "değer" anlayışındaki acıklı sapıtmadır. Çalışmayı "değer

haline getirmek", Yönizmin sandığı gibi, her toplum için geçerli bir olay değildir.Yalnız bezirgan ekonomili toplum için vardır. Antika medeniyetlerin tefeci-bezirganekonomisiyle modern medeniyetin kapitalist ekonomisi içinde her çalışma ya daemek "değer haline getirilir."

Page 35: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Ama, tarihöncesindeki ilkel komünada olduğu ve modern sosyalizmin yüksekaşamasında olacağı gibi, hiçbir çalışma "değer haline" getirilemez. Yönizm bunubilmiyor mu? Bilmiyorsa, niçin "bilim ışığı" adına konuşuyor? Önce öğrensin. Yok,biliyor da öyle söylüyorsa, kimi aldatacak?

Biz Yönizmi daha masum bir burjuva dar görüşü "ekonomi uzmanı" sayalım. Ozaman şu sonuca varırız; Yönizm, yeryüzünde bezirgan ekonomili (antika ya damodern) sermaye düzeninden başka düzenli bir toplumu görmek istememektedir.

Demek Yönizm, "iktisat uzmanlığı" yüzünden, kabalama kapitalizm dışındatoplum düşünemeyen bir yarım bilgili küçük-burjuva eğilimidir. Sosyalizmle uzaktanyakından bir "bilimsel" ilişki iddiasına kalkamaz. Çünkü "iktisat bilimi ve tarihışığında" sosyalizm, herşeyden önce, o burjuva hukukuna temel olan "emeği değerhaline getirme" işine son verir.

Kazanç Yükseltme MetafiziğiYönizmin "bilim ışığında" asıl karakteri bu olunca, "istismarı" nasıl kaldıracağı

hikayesi daha kolay anlaşılır. "Çalışmaya dayanan kazançları yüksek seviyeyeçıkarmak devletçiliğin temel hedefidir" diyor.

Burada artık "bilim" duruyor. Bir panayır esnafının, her derde deva "abıhayat"satışı başlıyor. Çalışma kimin (hangi sosyal kümenin) çalışmasıdır? Belli değil. Devletkimin elindedir? O hiç belli değil. Ama, "kazançları yüksek seviyeye çıkarmak"cebimizdedir. Arzu eden buyursun. "Bedava" (ya da 1 Yön parasına) sebilüllahdağıtıyoruz!

Olmaz böyle şey. Hiç değilse "bilim" adına olmaz. "Çalışmaya dayanankazançları yükseltmek"... Bakın, bunu devlet yapabilir. Hele bizde. Yeter ki, kimin,hangi "çalışması" kazandırılacak? O bilinsin.

Finans-kapitatin çok "zahmetli" bir ölüme mahkûm ettiği "rahmetli" GürselPaşa da "Çalışınız! Çalışınız!" demişti. En çok; saman altından, "loca" üstündenfinans-kapital "çalıştı". Önce bütün entelicans servislerini, ardından bütün "siyasipartileri", en başta İnönü Paşayı "çalıştırdı". Derken CIA generaline Ankara'da "birbaşbakan arattı." Buldurttu. Şimdi Demirel'i harıl harıl "çalıştırıyor."

"Bilim va tarih ışığında" son,gerçeklik bu. "Devletçiliğiniz" de onada, ondanbaşka hiçbir şey değil. Bu "devletçiliğin temel hedefi" ini "kazançları yüksek seviyeyeçıkacak?" Ortada başka "devletçilik" bulunmadığına görc...

Şimdi, her çalışmanın kazancı yükselecek mi? Kuruntuya gerek yok. Kapitalistde çalıştığını, gece uykularını kaçırırcasına çalıştığını iddia eder, memur da, köylü de,esnaf da, işçi de, aydın da çalışır... Devletçilik bunlardan hangisinin kazancınıyükseltecek?

"Kapitalist çalışmaz, çalıştırır" denecek. Peki, çalışanlarla çalıştıranlarınbulunduğu bir toplumda mıyız, değil miyiz? Kazanç yükseltme, metafızik "felsefe"değildir.

İki Tip: Devlet ve KazançDünyanın her yerinde kazanç yükselme ve alçalması, toplumuna ve devletine

göre olur.Önce toplumuna bakalım. Devletin kazançlarla uğraşması için önce varolması,

bulunması gerekir. Tarihöncesinde devlet yoktur. Kimse de kazancını devletçiliktenbekleyeınez. Kazanç, zenginlik, sınıf ayrımları olamaz. Yüksek sosyalizm konağındada, sosyal sınıflar gibi devlet de olamaz. Dolayısıyla bulunmayan devletçilik neçalışmayı, ne çalışmamayı etkileyemez. Ve insanlar, şu ya da bu nedenle çalıştıklarıölçüde kazanç denilen bezirgan hukukunu unuturlar.

Yönizm, çalışmaya kazanç sağlayan bir devletçilik düşündüğü için, sınıflıtoplumun düşünürüdür. Sosyal sınıfların erimediği bir toplumda yeryüzü iki tip"devletçilik" biliyor:

1- Kapitalist devlet: Finans-kapitalist hegemonyasında, tefeci- bezirganlarlahacıağa, eşraf ve benzerlerinin kazançlarını yükseltir.

2- Sosyalist devlet: İşçi sınıfı hegemonyasında, köylü, esnaf, aydın

Page 36: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

küçük-burjuvaların kazançlarını yükseltir.Bu iki tip dışında bir devlet ve devletçilik, kızgın çöl yağmuru kadar bile

ömürlü olamıyor. Yönizm, devletin karakteristiğini "kazanç yükseltici" saymakla,daha ömürlü bir "yeni" devletçiliği, kuruntuevinden başka nerede "bilim vc tarihışığı"na kavuşturabilir?

Hakkını büsbütün yemeyelim. Yön'ün daha sonraki sözlerini unutmuyoruz. Negüzel tekerliyor. Yönizmin "istismarı" kaldıracak "yeni devletçiliği" başlıca üç lekedenya da illetten uzak duracaktır. Nedir onlar?

Gücü, Satanı "Ezmeme" Mezesi1: "Kol ve kafa gücünü satarak geçinenlerin ezilmesine seyirci kalan" bir

devletçilik olmayacak."Kol ve kafa gücü satımı" devam edecek. Yalnız "ezilmesine seyirci"

kalınmayacak. Allah için, bugün Demirel devletçiliği "seyirci" mi kalıyor? Örgütsüz vesessiz biçare esnafçıkların, köylücüklerin, aydıncıkların yaralarına geceli gündüzlü enağrı kesici afyonlu macunları sıvıyor. Başı bağlanmış işçilerin ise, kimi grevlerini"iptal" ediyor, kimi sendika gangsterleriyle patronlar arasında kırışma yaptıranbakan ve benzerlerini uzlaştırıyor.

Hem "ezilmek" nedir? Bir şiir ve roman bezirganlığına meme. "Kol ve kafagücünü satın" alanlar düzeni, yani kapitalizm ne zaman emekçileri ezmiş, ne zaman"ezmemiş" sayılacak? Bir insan, başka birçok insanı "ezmeden" nasıl işletip, onunyarattığı artı-değeri elinden alabilir? "Ezmesiz" lokanta dükkanı olabilir, ama"ezmesiz" "sömürü düzeni" Yönizmin meze dükkancılığından başka nerede "alınıpsatılır?"

"Bir hiç için, birçok gürültü" (Sheakspare)Spekülasyona Göz Yummama Salçası2/a- "Arsa spekülatörlerinin ve ticaret alanında istismarcı mutavassıtların

lıaksız kazançlarına göz yuman" bir devletçilik olmayacak. Kimdir o "arsaspekülatörleri?" Yüzeyden içe inelim. a) En yüzeyde, her büyük şehrin herköşebaşında yuvalanmış "emlakçı" örümcekceğizleri dizilirler. Bu zavallıların çoğu,"asker sivil bürokrat"lıktan emekliye atılınca aç kalmamak üzere, son tasarrufunu da"emlakçılıkta" eritmeyi deneyen yarı kapıkulu, yarı devletçilik işsizlerdir. Arsaspekülasyonundan başka bir şey yapmıyorlar.

Devletçiliğimiz onlara mı göz yummayacak?b) Emlakçıların arkasında, şehrin şu ya da bu semtinde ya da dışarılarında,

babasından, dedesinden bir arsacığı ya da tarlacığı kalmış olanlar. Kapitalizmgeliştikçe köyden şehire işsizler akın etti. Yollar asfaltlandı. O yeri atası 100 parayaalmışken, çocuğuna 100 bin lira veriyorlar. Çocuk 1 milyon istiyor. Bu, apaçık arsaspekülüsyonudur. Çünkü, arsa sahibinin en ufak emeği, en basit zekâsı bir katkıyapmamışken, çoğu kör raslantıyla milyoner olması önündeyiz.

Ülkede kapitalizm sürüp giderken, en ülkücü geçinen Yönizm ideoloğu ya dakeskin komünist, bunamadıkça, milyonluk arsasını 100 kağıt liraya başkasına sunarmı? Delirmedikçe, "arsa spekülatörü" durumunda kalacaktır.

Devletçiliğimiz onlara mı göz yummayacak?c) En geride, hiçbirisi "arsa spekülatörü" sıfatını üstüne kondurmayan asıl

finans-kapitalistleri (banka, şirket ve toprak ağa ve bey efendileri) izleyelim. Şehrinen büyük arsalarını yok pahasına kapatırlar. "Halka hizmet", "evsizleri mesken sahibietmek" için devlete bir göz kırpar. Hazineler, kasalar ona kredi olur. Belediyeler vedevlet onun yerlerini asfaltlar, elektrikler, telefonlar. Milyonların dansı göz karartır.

Devletçiliğimiz onlara mı göz yummayacak?"Hadi canım sen de." Onlar hangi yabancı sermayenin neremizi

bayındıracağını ve hangi "devlet teşebbüsü"nün ne gibi planlar kotardığını, ahbaplarıbakanın masası üstünde "tesadüf" okumuşturlar. Ve Yönizmin öylesine özlediği"istihsal seviyesini" yükseltmekten başka amaç gütmemişlerdir ki!

Tek tek kişiler şöyle dursunlar. Beş altı yüzünü Yassıada Yüksek Olağanüstü

Page 37: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

ihtilal Mahkemelerine verdik. Menderes'in cımbız parasından başka "kanuna aykırı"bir yer ya da para spekülasyonunu bulabildik mi?

Bulamazdık.Sömürüsüz Ticaret Masalı2/b- Çünkü, biz (yani Yönizm) "Ticaret alanında istismarcı mutavassıt" ile

"haksız kazançları" mikroskop ya da teleskopla arayacağız. "Ticaret" yerindeduracak. Biz onun "haklı mı, haksız mı olduğunu yoklayacağız. Ona göre "istismar:sömürü" var, yok diyeceğiz.

Bunu teker teker yapmak için, şimdiki yarım ile bir milyon devlet kapıkulunukaç on milyona çıkaracağız? Her kapitalistin işyerine beş on tane, evinin kapısına,otomobiline, mutfağına, telefonlarının başına, salonuna, poker masasına, yatakodasına, karyolanın altına kaçar tane "zehir hafiye" sokmalıyız ki anlayalım"istismar" yaptı mı, yapmadı mı. Yaptıysa ne demek? Hem kapitalist olacak. hem"istismar" yapmayacak?... Bir işgücünü ya da malı alırken satıcısını, satarkenalıcısını kazıklamadan nasıl "ticaret" edecek?

Evet Yönizm "ticaret istismarıcı olmayan haklı kazancı" tanımlamadığı için,Timurlenk'ten daha korkunç bir sosyal işkenceli keyfi idare olacaktır. Kapitalistleröyle bir "sosyal adalet"tense, bin kez komünizme kucak açacaklardır. Komünistlerise, kapitalizmi en hinoğluhince sürdürdüğü için onu affetmeyeceklerdir.

Yönizm o "istismarsız mutavassıt" ya da "haklı kazanç" ilkelerini hangitoplumda bulmuş? Hiç söylemiyor. Biz arayacağız. İnsanlık tarihinde öyle şey olmuşmudur? Olmuştur. Ne zaman? İlk Sümer uygarlığının Ur kentinde, henüz "bezirgansınıfı" doğmadan, öyle alışverişler olmuş sayılabilir.

Her küçük üretici kendi ürününü birkaç bin nüfuslu kent (site) pazarınaçıkarmıştır denir. Öyle tek tek saf üreticiler pek gerçek değilse de, kimi ekonomiilişkilerini aydınlatmak için varsayım olağan sayılmıştır. Karşılıklı iki üretici kendiürünlerini değiş-tokuş ederlerken, haksız kazanç düşünmemiş sayılırlar.

Bunlar üreticilerin kendileri. Ya "mutavassıt"lar? Tapınak adına kentinbuğdayını alıp uzak illerdeki madenlerle değiş eden bir aracı vardır. Ona Sümerce"tamkara" deniyor. Aracı tamkâra namuslu kaldığı sürece, güttüğü kervanlıalışverişte "istismarsız mutavassıt" olmuştur denilebilir. Çünkü kamu adına aracıdır.

Ama bugün Ur çağından 7 bin uzaktayız. Tamkaralar, ta o zamanlar haksızkazançla sömüren aracı bezirganlar haline gelmişlerdir. O gün bugün türü yitmişantika alışverişi Yönizm nereden çıkarıyor? Kendi küçük-burjuva eğiliminden.Emperyalizm çağında, Sefaletin Felsefesi'ni yazan esnaf kafalı Proudhon gibi, bizimkapıkulu kafalı Yönizmimiz de "kalkınmanın felsefesi" diye tutturuyor. Karl Marx'ınçoktan öldüğüne güvenerek, Türkiye'nin küçük-burjuva yığınlarna, yıllanmış "hayalcisosyalizm"i bir "yeni devletçilik" diye yutturacağını umuyor!

Bunu kendisi de ağzından kaçırıyor.Ziller Kapıkulları İçin Çalıyor3- Yönizm üçüncü olarak diyor ki:"Bu gibilerin (arsa spekülatörleriyle sömüren aracıların) bir yüksek Devlet

memurundan, fikir ve bilim adamından fazla kazanmasına ses çıkarmayan birsistemin 20 nci yüzyılda daha fazla sürüp gitmesine imkan yoktur." (Bildiri, 4/d)

Gerçi burada bir örnek veriliyor. Ama, onu seçmek bile bir içgüdüyügösteriyor. Yüksek memur da, fikir adamı da burjuvalaşmadığı ölçüde, birküçük-burjuvadır. Yönizm o kümeleri tahrik ediyor. Onların bile "alçak memur"kesimini değil, "yüksek"lerini öneriyor. Vurguncu neden "yüksek devletmemurundan" fazla kazansın?

Demirel de bunu anladı. CIA da. 27 Mayıs'tan sonra verilen primler,yapılanzamlar vurguncularla aydın kapıkulları arasındaki uçurumu kaldırma uğrundabirbirini kovalıyor. Ne yaparsın ki, tüm dünya çapul edilmedikçe, Amerika'nın "akyakalıları" gibi, vurguncununkiyle yarışan bir "yüksek memur veya bilim adamı"kazancı Türkiye'de kolay sağlanamaz.

Page 38: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Beride Yönizm, dünyayı. (Türkiye dünyasını) o "yüksek" kapıkullarındanbaşkası ile cennete çevirmeyeceğine inanmış. Pek parlak "Bildiri"nin en sonayetişerif'i şudur:

"Bugün içinde bulunduğumuz buhranlardan kurtulmanın birinci şartını, Türktoplumunun çeşitli kesimlerinde görev almış olanların ve millet kaderine hakimolabilecek mevkilere gelmiş bulunanların, düşüncelerini açıkça ortaya koyarak, birtemel kalkınma felsefesi etrafında birleşmelerinde görüyoruz."

Anlaşıldı mı?"Kalkınmayı hızlandırmak"; "milli gelirdeki artışların önemli bir kısmını

tasarrufa yöneltmek", "vergi adaletini sağlamak", "sendikaların kuvvetlendirilmesi","istihsal kooperatiflerinin geliştirilmesi", "küçük sanatlarda kooperatifçiliğin yaygınhale getirilmesi", vb. vb.... 100 yıldır sağda yolda ortaya atılmış -işçi sınıfı dışında-bütün burjuva reformu önerilerini kimler becerecek? "Millet kaderine hakimolabilecek mevkilere gelmiş" "görevli" kapıkulları!

Felsefe: "Yem Borusu"Kapıkulları isteseler "yeni devletçilik"le "istismarı" kaldırabilirler mi? Bir

gelenekleri var.500 yıllık Osmanlılığı "devlet sınıfları" olarak "idare" etmişler. 500finans-kapitalist ile 5000 tefeci-bezirgan hacıağanın sömürebildiği yığını neden 500bin kapıkulu güdemesin? Zaten görünüşte "güden" kim?

Ancak, o görünüş "Olsa ile bulsa, bir araya gelse" felsefesidir. Bırakalım,Osmanlı İmparatorluğunu nereye dek "güttüklerini". Cumhuriyette kompradorburjuvaziyi kaldırıp, yerine fınans-kapitali oturtan kim? 27 Mayıs'ta fınans-kapitalibirkaç gün "hop oturtup, hop kaldırttıktan" sonra, yalnız "yüreğini kaldırmak"labırakıp (Milleti haraca kesen "tasarruf, bonosu" yolundan) "hızla kalkındıran" kim?

Eğri oturup doğru söyleyelim: "Yüksek memur ve fikir adamı" dediğimiz,"yüksek kapıkulları"dır. Kimseyi suçlamak aklımızdan geçmesin... Olaylar, olaylardır."Alçak memur ve fıkir adamı" da, kuzu gibi, o "yüksekler"e uyuvermiştir. Ne yapsınbiçare? O da eski "iltimas- madenihas-delkitemas" üçüzünün yaratığıdır: Ve İspartalıusulü yakalanmamak koşuluyla ne denli çalarsa o denli "becerili-sorumlu-şerefli"sayılıp "yükselmeye" eğitilmiştir. "Gizli işsizlik" gibi toplumu kasıp kavuran "gizlikayırma (iltimas) -rüşvet-irtikap-suistimal-suyu arama" sömürüde büyük hırsızlarla"suçortaklığı" kompleksine düşmenin ezeli, sınanmış yolu değil midir?

Bununla, "kapıkulundan hayır yok!", onun "potansiyeli", çöplüğe atılmalı!demek istemiyoruz. Onun, "devlet demek ben demeğim" kuruntusu uyarılmalıdır. O,kapıkuludur. Devlet, egemen sınıfındır. Modern toplumda modern sosyal sınıf ikikampttı. Burjuvalar-ağalar kampı, proletarya kampı. Bu sosyal temel açıkkonmadıkça her "devletçilik" adam kandırma oyununa döner.

Onun için, 1961 yılı "sürüp gitmesine imkan yoktur" sanılan sömürü sistemi"sürüp gitmiş"tir. Çünkü, toy "iktisat uzmanı" "öze1 teşebbüs kâra dayanır"sanmıştır. "Kâr" kapıkullarının cebine girerse "devletçilik" güneş olur sanmıştır.Hayır, özel teşebbüs bir sosyal sınıfa dayanır. Kapıkulu modern bir "sosyal sınıf"değildir. Hangi sınıf maaşını ve konforunu sağlarsa ona "kul" olur. Gerçek bu!

En "hasbi devletçi" Yönizm bile "kalkınmayı hızlandırmak" istedi mi , o"maaş-konfor", güvencesi "vergi"ye şöyle göz kırpıyor: "Bellibaşlı tasarrufkaynaklarından biri olan vergilerde verimin arttırılması, Devletçilikte mümkündür."(Bildiri, 4/a) buyuruyor. Ve: "Yüksek gelirlerden alınan vergilere karşı bugünyönetilen en önemli itiraz. bunları yatırımları azaltmasıdır" diyor. Ve ütopisine"yüksek gelir"lileri inandırmaya(kandırmaya!) çabalıyor.

Böylece,hiçbir şey yapamayanların, herşeyi söylemek logoresine tutuluyor."Kalkınma felsefesi dediği şey, kapıkuluna "avunma felsefesi" = yem borusu oluyor.

Öğrenci Olmadan BilginlikBütün o "yüksek" kuruntular nereden geliyor? Kuşku yok, "aydın" dediğimiz

modern küçük-burjuvanın, hem antika örneği gibi "iki cami arasında binamaz"kalmasından, hem de bu vurguncular ülkesinde -bir gece ansızın milyoner olunduğu

Page 39: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

gibi- keskin iki üç çıkışla, önüne ardına bakmaksızın, kestirmeden "yüksek... fikir vebilim" tepesi olma aşkından.

Fikir ve bilim ise, Marx'ın dediği gibi, doruktur. Oraya asfalt yol yoktur. Birömür boyu uçurumlu patikaları aşmak vardır. İktisat bilimi, das Kapital doruğundansonra, burjuva vülger ekonomi bataklığında açmış çiçeklerle kavranmaz. Marksistekonomi dışında ciddi ekonomi bilimi kalmamıştır. Marksist ekonominin alfabesiolsun iyi kavranmadıkça, hiçbir temeli toplum konusu anlaşılamaz.

Yönizmin sosyal eğilimi bir yana bırakılırsa, yanılmalarının teknik nedeni,Marksizmin alfabesini "tenezzül" saymasında toplanıyor. Her genç Yöncü, hava azıcıksatış yaptırır yaptırmaz "artık alim olduk" komleksine uğruyor. Bu kez Marxksizminalfabesi aydınlanmadan, "cebr'i ala"sı üzerine dokt fetvalar ortalığı çınlatıyor.

Marksizmin alfabesi, insanı kolay sapıtmalardan koruyacak en sağlampusuladır. O pusulanın ibresi, emek-işçidir. Emek kavramını bütünüyle incelemedenhiçbir ekonomi sorunu nasıl çözülemezse, işçi sınıfı bütünüyle araştınlmadıkça hiçbirsosyal ve politik sorun da çözülemez.

Örneğin, değeri sözcüğünü mü ağzımıza alıyoruz?Toplumda emekten başka değer kaynağı yoktur. Bunu hatırlamak ve

hatırlatmak kimsenin gücüne gitmemelidir. Antika eserlerin, toprağın değeri yok, arıve taleple beliren fiyatı vardır.

Devletçilik de öyle. Bezirgan devletçiliği ise emeğin değere dönmesinisavunur. Ama, emeğin değerini -yani bir malın içinde billurlaşan emek miktarını-dünyada hiçbir devlet ne yükseltebilir, ne alçaltabilir.

Bezirgan toplumun ulaştığı üretim tekniğine ve yöntemine göre bir malın eldeedilmesi için gereken ortalama toplumsal emek miktarı, ya da değer, daha yüksekya da alçak olur. Üretim ilişkilerinin (sınıf ilişkilerinin) ürünü olan devletin nehaddine, emeği yüksek ya da alçak değerli yapmak!

Görüyoruz. Kimi sözler harcanırken, bilimsel anlamlarını tanımak gerekir. Helebu sözler sosyalizm karşısında söyleniyorsa, daha tetik davranmalıdır. D.Avcıoğlu'nun, S. Divitçioğlu'nu sıkıştırırken söylediği gibi, insan: "Marksizmin elifbasıüzerinde tartışmak zorunda kaldığı için mahçup ve üzgün" düşer." (Yön, 8 Temmuz1966, s. 11)

3- Planı İndirmekDünyanın Yeniden Yaratılışı

27 Mayıs'tan önce ve sonra, Menderes'ten Bölükbaşı'ya, İnönü Paşa'danDemirel Beye dek bütün politika "üstad"larının seçim kampanyalarında saçtıklarıslogan... dikkati çeken aynı fikir-hap; "hızla kalkınma" için "plan" oturtmasıdır. Buhap, politika üstadlarımızın ağızlarında nasıl yaldızlanır? Biliyoruz Sorun hapınyaldızında değil, içindeki cevherdedir. Yönün ağzında "plan"-hap hangi cevheri (özü)taşıyor? Az ayrıntısıyla inceleyelim.

Türkiye'de plan sözü kimden çıktı? Emperyalizmden. Uluslararasıfinans-kapital Türkiye'yi torbada kck:lik edince, sömürüsünü bir plana bağlamakistedi. Ve politikacılarımızın ağzına plan sakızını verdi. Emperyalizmin "plan" dediğişey tekeldir. O, oluştan, "tekelci" anlamına gelen "devletçi"dir de. Yalnız bu ilâ adıkullanmaz.

Yön devletçi-plancıdır. Ve DPT'yi beğenmez. Der ki:"Türkiye'nin kalkınmasını belli bir siyasi amaca yöneltmek, siyasi iktidarın

emrinde teknik bir organ olan Devlet Planlama Teşkilatı'nın yetkisini aşan bir iştir."(Bildiri, 2/c) "Plan iktisadi hayatı istenen amaçlara zamanında ve bütünüyleyöneltmiye imkan verecek yetkilerle araçları da beraberinde getirmelidir... Bunusağlayacak belli başlı şartlardan biri, iktisadi hayatın çeşitli kesimlerine hakim olankilit sanayilerin Devlet elinde bulundurulmasıdır. Devletçiliği, ciddi bir planlamanınvazgeçilmez unsuru sayıyoruz." (Bildiri, 4/b)

Yani devletçilik herşeye, plancılık ise devletçiliğe "hakim" olacak; dünyatersine dönecek!

Page 40: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Biliyoruz, plansızlık kapitalist üretimin karakteristiğidir.19. yüzyılın klasikbunalımları, o plansızlığın ürünüydü.

Bilimsel sosyalizm "iktisadi hayatı bütünüyle" planlamaktır. Böyle bir"ekonomik plan" ne ister? Onu uygulayacak sosyal sınıf ve sosyalist parti. Yön neyapıyor? "Sınıf" mı? Allah göstermesin! Örgüt mü? Üç bin lira maaş verensendikadan başkasına girilemez. Yalnız şöyle yazılır:

"Fakat, ağırlık merkezi özel teşebbüs olan bir iktisadi sistemin bugünküyapısiyle Türkiye'nin hızla ve sosyal adalet içinde çağdaş uygarlık seviyesineerişebileceğini sanmıyoruz." (Bildiri, 3/a)

Nedenleri? Yön, 30 yıl önceki "kadroculuk" gibi Yahudi yalvaç pozunda Talmuttalkını veriyor. Kendisinden önce yapılmış açıklamalan (doğru- yanlış) yok sayıyor.Sosyalizmi ise ağzına almıyor.

Yeryüzünde herşey yeni-Yönizmle başlayacak!"Yeni" mi, "Kriptoculuk" mu?Nasıl bir düzen gerek? Yön açıkça "sosyalist" demez. Demesin. Söylediği

bütünleme plan sosyalizmden başka yerde olamaz. Öyle ise Yön "ürkek sosyalist"tir,ya da "hür basın"ın deyimiyle "kripto-sosyalist" (saklı sosyalist)... Saklanmaya 27Mayıs'tan sonra o denli gerek var mı? Bu bir. Diyelim ki adamlar tedbirli. Yalnızikincisi var. Yön bir (hep gene Yahudi yalvaç edasıyla) kehanette bulunuyor:

'Türkiye'nin iktisadi hayatında özel teşebbüsü ve Devlet teşebbüsünü birlikteyaşıyan karma bir sistem kalacaktır." (Bildiri, 3/a) diyor. Oysa bu kanı geleceğe aitbir olasılık değildi;. Koalisyon hükümetlerinin (Demirel-İnönü-Bölükbaşı-Alicanvb'lerinin) her günkü ürkek kapitalizmleridir. Onlar, halkın önünde, bir avuçbezirganı devlet eliyle zengin edeceklerini söylemekten ürkmekte haklıdırlar. Yön"karma sistem kalacaktır" garantisini veriyor. 27 Mayıs'tan sonra bunu ona soranvar mı? Kalmış, gidiyor karmakarış!

Görüyoruz: "Özel teşebbüse inanmıyorum" demek de, "karma ekonomikalacaktır" buyurmak da "yeni" bir şey değil. Yeni olan şey, söz kalabalığı arasınakarışan bindiği dalı kesme saçmalığıdır.

Yön bir yandan, "Devlet Planlama Teşkilatı"nı yetersiz buluyor. Öte yanda,karma ekonomi kalacak derken, kendi sözünü baltalıyor. Toplum ölçüsünde planancak sosyalist bir toplumda olur. Özel teşebbüs demek, birbirinden bağımsız,plandan "hür", yani anarşik üretim demektir.

ABD'nin her tröstü, birkaç Yakındoğu devletinin bütçesini satın alacakbüyüklüktedir. Onun için, ABD, bunalımları "amortize" edecek, ya da alacaklarınıtekelden garantiye bağlayacak "planlar" yapmaksızın emperyalizini ayaktatutamıyor. Bu durum ABD kapitalizminin planlı ekonomiye dayandığını gösterir mi?Asla.

Yön: "Biz kilit sanayiyi devlet eline" veren "ciddi bir planlama" istiyoruzdiyecek. ABD'nde bütün ekonomi 200 ailenin, bu 200 aile de 8 merkezin tekelcikontrolünde. Yalnız General Motors firmasının 1962 net kârı 14.5 milyar lira. Türkdevletinin bir yıllık haydan gelip huya giden bütçesi! Yalnız Rockefeller firması 70milyar dolarlık (700 milyar resmi kurla Türk lirası) ABD sermayesine hükmeder.Senin "cari fıyatlarla" 1962 üretim sektörleri bakımından ulusal gelirin 54 milyarTürk lirası (Rockefeller'in 13'de 1'i). Yalnız General Motors'un 1962 sermayesi 146milyar. Senin "gayri safı sermaye teşekkülün" 8 milyar (Bir Amerikan firmasının 8'de1'i). Onun için ABD, nice "bağımsız devlet" dediklerinle, kedi fareyle oynar gibioynayabiliyor.

Bu Amerikan özel sermayesi, "kilit sanayiyi senin devletinden daha genişölçüde tekelinde tutuyor. Amerika ekonomisini it sürüsü kadar kalabalık"menacerler" aracılığı ile kontrol edip "planlıyor". Yön, Amerikan ekonomisinin "ciddibir planlamaya" girdiğini öne sürebilir mi? Bilmiyoruz, ama zannetmiyoruz.Amerika'da iktidar (yani devlet) özel teşebbüsün emrindedir. Özel teşebbüsüntekelciliği, toplum bütününe plan yapmaz, kâr için rasyonalizasyon yapar ve ancak

Page 41: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

plansızlık sayesinde yaşar. Amerikan tekellerinin sağ kalması: 1) Kendi ülkesindegeniş bir tekel dışı bırakılmış "vahşi" özel sektörün plansızlığına bağlıdır; 2) Dünyadadağınık özel teşebbüs topluluklarının anarşik ve bilinçsiz sömürge olarak kalmalarınabağlıdır. Amerikan tekelciliği ve devleti, Amerika'da ve dünyada plansızlığınkendisine sömürge ettiği "ufak"larla "vahşi"'ler zararına ayakta durabilir.

Türkiye'nin GerçekliğiOnun için biz, küçük Türkiye ekonomisini planlamalı mıyız? Elbette. Ama

bugünkü "karma ekonomi kalacak" dedik mi, Amerikan tekellerinin işine gelecek"planlama teşkilatı"ndan başkası gerçeklerimize uymaz, Rakamlar ortada.

Gayri safi sabit sermaye teşekkülü toplamı içinde kamu sektörünün payı 1956yılı %46.9'ken,1962 yılı %47.1 olur: 5 yılda devletçiliğimizin sermayesi binde 2artar. Fakat bu artış içinde konut, bina ve inşaat büyük yer tutar. Asıl sermayeninteknik yanı, makine ve donanım o beş yıl içinde özel kesimde 4.1 kat arttığı halde,kamu kesiminde 3.1 kat artar. Yani, binde 2 ilerlemiş gibi görünen kamu kesimigerçekte binde 330 oranında gerilemiştir.

Yarış, salt sermaye artışı bakımından özel kesime kazandırılmıştır. Karmaekonominin Türkiye'de uygulanışı, özel sermayeyi geliştirmek içindir.

Bugünkü devletçiliğimiz budur. Millet devlete çuvalla verecek, devlet de öze1teşebbüse torba torba dağıtacaktır. Devlet öze1 teşebbüsün siyasi hegemonyasıaltında kaldıkça başka bir sonuca salt devletçilikle varılamaz. Yön "varılır" dersemilleti aldatmış olur. Olmayacak duaya amin dedirtir. Yön' ün böyle sahte bir inançyaratması yersiz olur.

Türkiye'de gerçekten planlı ekonomi isteniyorsa, devletçiliğimizi,finans-kapitalle tefeci-bezirgan tekelinden kurtarmak birinci iştir. Bu iş, halkıngerçekten siyasette söz sahibi olmasıyla başarılır.

Ancak o zaman: "İkinci bir kuvayimilliye seferberliği gerektir... Bu mübarekiktisadi kuvayimilliye seferberliğimizin güdücü ruhu -başta işçi sınıfımız gelmeküzere- cahil alim, köylü şehirli... bütün değer yaratan iyi, niyetli vatandaşların,tamamile aşağıdan gelme ve tamamile serbest(Teşebbüs-Teşkilat-Kontrol)larındabulunur; ve bu emelle, bütün organlarda bilfiil müstahsiller (eylemcil üretmenler)çoğunlukta görülür, yarımız olan kadın ön safta bulunur, gençliğe sonsuz inanılır."(V.P. Anatüzüğü, s.l)

Bu siyasi çaba başarılmadıkça, plancılık istediği kadar göklere çıkarılsın,yapılacak bütün planlar Amerikan tekellerinin ve yerli Demirellerin göstereceği"Yön"de yürür. Yön böyle bir Yön müdür? Herhalde olmamalı. Gerçeği görmüyor mu?Görüyor. Buna karşı ne yapıyor? (Yapmak Şöyle dursun, ne düşünüyor?)

Dünyayı Tersine ÇevirmeYön, "Türkiye'nin kalkınmasını belli bir siyasi amaca yöneltmek" istiyor. O

siyasi amaç nedir? Besbelli (ürkek ya da atak) "sosyalizm" olacak.Sosyalizm amacına varmak için ne gerekir? Yukarıda değindik. Devlet

planlaması gibi bütün devletçiliğimiz de gerçekten halkçı, halkın aşağıdan ve serbestteşebbüs-örgüt kontroluna dayanmış bir "siyasi iktidarın emrinde" olmalıdır.

Yön tam tersini istiyor. "Siyasi iktidarın emrinde teknik bir organ" olmayacakbir "planlama teşkilatı" tasavvur ediyor! Dünyanın her yerinde teknik ve ekonomiplanları siyasi iktidarların emrindedir. Demokratik İngiltere'de de faşist Almanya'dada, komünist Sovyetler Birliği' nde de bu böyledir.

Yön, Türkiye'de bunu tersine çevirebileceğini umuyor. Hem kalkınmayı "siyasibir amaç"a yöneltmek istiyor, hem yöneltmeyi yapacak "siyasi iktidar"ı -ki devletdemektir- "Devlet Planlama Teşkilatı"na emir veremez hale sokmak istiyor. Neden?Çünkü bugünkü siyasi iktidar AP'nin elindedir.

27 Mayıs ÜtopyasıBunu bildiği halde, siyasi iktidardan bağımsız bir devlet (olabilirmiş gibi)

istiyor Yön. (İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara diye besbelli) iktidara kafatutan bir devlet, daha doğrusu devlete karşı devlet. Yön'ün bütün "felsefesi" bu "yeni

Page 42: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

devletçilik" ilkesini keşif ve icat etmiş olmasına dayanıyor. Çok "orijinal". Buorijinallik Yön'e nereden geliyor?

27 Mayıs'tan. 27 Mayıs'a nereden geliyor? Osmanlı İmparatorluğugeleneklerinden. Ala. Demek Yön'ü icadı büsbütün temelsiz değil.

Osmanlılıkta devlete karşı devlet, padişahıa karşı yeniçeri kazan kaldırmasıydı.Cumhuriyette devlete karşı devlet, Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin DP hükümetinidevirmesi oldu. Demek tarihte, Yön'ün kuruntuda kurduğu gibi paradokslar olurmuş.Yeniçerilerin kazan kaldırmaları tarihe karıştığına göre, Yön 27 Mayıs'ın mıideoloğudur? Pek benziyor.

Ancak, bu gibi değişiklikler adım başında gelmezler, gelince de, onları getirensosyal, ekonomik ve politik sınıf eğilimlerinden aldıkları amaçla yönelirler.

Bu amacı bizim uyduracağımız ütopik "devletçilik" kuruntuları değil, ortadaduran gerçek devletin sahibi, belirli sosyal sınıflar etkiler. Yön'ün tüm hiçe saydığı oetkiler ise bu sosyal sınıf determinizmidir. Yön ise, bir topluma sosyal sınıflarüstünde "yön verebilecek" insanlar bulunduğunu savunuyor.

"Sınıf" Yerine "Kişiler""Planların yön kazanması ve başarıya ulaşması ancak Türk toplumuna Yön

verebilecek durumda bulunan çevrelerin açık bir kalkınma felsefesi üzerindeanlaşmalarile mümkün olacaktır." (Bildiri, 2/c)

Bildirisini de o "çevreler"den derlediğini yazıyor: "Hazırlanan bildiri Türktoplum hayatının çeşitli kesimlerinde görev almış kimselere danışılarak, onlarınfıkirleri göz önünde tutularak meydana getirildi." (Bildiri, Başlangıç) Ve tekrarediliyor: "... Kurtulmanın birinci şartı, Türk toplumunun çeşitli kesimlerinde görevalmış olanlar ve millet kaderine hakim olacak mevkilere gelmiş bulunanlar,düşüncelerini açıkça ortaya koyarak bir temel kalkınma felsefesi etrafındabirleşmeli."

En son "felsefe" bu! Adı, sanı belirli olmayan "çevreler". Bunlar tümküçük-burjuvazi midir?

Küçük - Burjuva Yerine Ayrıcalıklı KapıkuluKimdir o "çevreler"? Bu yerde bakla da ağızdan çıkanlıyor:"Türk toplumuna yön verebilmek durumunda bulunan: Öğretmen, yazar,

politikacı, sendikacı, müteşebbis ve idareci gibi kimselerin belli bir kalkınmafelsefesinin ana hatları üzerinde anlaşmaya varmalarını zaruri sayıyoruz." (Bildiri, 2)

Demek bütün planların dayanağı, tümüyle küçük-burjuvazinin büyük yığınlarıbile değildir. O yığınlar içinden bir avuç insan istibdatta kapıkulu, meşrutiyettemünevver, cumhuriyette aydın adı verilen Türkiye'deki azınlık bile değil, "milletkaderine hakim olacak mevkilere gelmiş" hüdavendigarlar. "Söyle Tatar ağası?"

Bütün o cennetlik centilmenleri bir tek "kalkınma felsefesinde" birleştirmek negüzel şey! Yeter ki gerçek olsun. Gerçek olması için, bu insanların kimlikleri veçevreleri üzerinde durmak gerekmez mi?

Yüksek Görevliler: İntihar FelsefesiKimlikler belli. "Görevliler". Yöncülük kızacak ama, soralım; polis "görevlisi

jandarma" da bu görevlilerden midir? Elbette olmalıdır. Şaka etmiyoruz. Camide vaizünlü hocaefendiyi dinleyin: "Ülülemr" kimdir? Polistir, jandarmadır.

Toprak gösterisi yapan köylüyü karakola, gösteri yürüyüşü yapan şehirliyicezaevine "yönelten" odur. Ona "kalkınma felsefemizi" beğendirmezsek epeyce"imkansızlık" değilse bile, güçlük çekeriz.

Ancak Yön bu küçük insanların görevliliklerine de önem vermez. Görevliyüksek tabakadan "millet kaderine hakim" olmalıdır. Yön bu yüce görevlileregüveniyor mu bari?

Hayır. O gibilerin bütün benlikleri hep "dış yardım turizm, meyve sebze ihracı"-yani hep bizim acente bezirganların fıkirleri- ile doludur. Yön yazıyor: "Toplumhayatının gidişinde söz sahibi birçok kimse (sebze meyva ihracı -Turizm- Dış yardımyolu ile) kalkınma davasının çözülebileceğine inanmaktadır." (Bildiri, 2/b)

Page 43: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Ne yazık değil mi? Sen bütün umudunu, inancını o "yüce görevlilere" bağla..Onlar da habire dış yardım-turizmden başkasına inanmasınlar. Başkası olsa intiharedebilir. Yöncülerin sinirleri sağlam. Dayanıyorlar. Yalnız "akılcıl düşünce"leridepreştikçe, kendi kendilerine şöyle sokran maktan da "hazin" "üsluplarını"alıkoyamıyorlar:

"İşte en hazin tarafı, (diyorlar) Türkiye'nin kaderine hakim olabilecek durumdabulunan çevrelerde, karşı karşıya bulunduğumuz çetin meselelerin şuuruna henüzvarılmamış olmasıdır. Bu çevrelerce benimsenen ve uygulanabilecek olan birkalkınma felsefesi yoktur." (Bildiri, 2/b)

Yüce Görevliler Felsefesiz midirler?Yöncüler "felsefe"den ne anlarlar? Söylemiyorlar. Biz özetlemiştik. Felsefe

-mantık bir yana bırakılırsa- bilimin dolduramadığı gedikleri kuruntu molozuyladoldurmaktır. Kallanma felsefesi, bilim dışı kuruntu molozları demek olur.

Şimdi, Yöncülere karşı o "millet kaderine hakim" yüce görevlileri savunmanınsırası bize gelmedi mi dersiniz? Amaç "felsefe" ise, (Yön öyle diyor), yücegörevlilerin felsefesiz olduklarını söylemek iftira olur. Dış yardım turizm v.b.molozlar, finans-kapital başlıklı tefeci-bezirgan sınıflarımız için pekâlâ en parlakfelsefedir. Günahlarına giriyor yüce görevlilerin Yön, onları "felsefe"siz ilan ederken.Yöncüler, besbelli kendi "felsefe"lerini yüce görevlilerde bulamıyorlar. Yoksa onlar(görevliler) burjuvaca kalkınma felsefesiz değillerdir, haşa!

Asıl Felsefesizlik: Diyalektik YöntemsizlikYöncüler üzülmesinler. "Bir sizden, bir bizden" olsun diye, yöncülere kendi

yönümüzden bir felsefesizler örneği verelim. Biz Türkiye işçi sınıfına inanıyoruz. VeYöncüleri tutundukları dal ellerinde kaldığı için teselli etmek üzere "bildir"elim.

Şu bizim dört elle sarılınmasını, başta gelmesini istediğimiz Türkiye işçisınıfımız yok mu? Bugün asıl "felsefesiz" bırakılmış, tek sosyal yığınımız odur. Çünküişçi sınıfımız ortaçağ felsefesini köyde bırakmış fakat modern burjuva felsefesini bile,henüz şehirde bulamamıştır.

Ancak biz, Türkiye işçi sınıfı felsefesizdir diye üzülmüyoruz. İşçi sınıfınınevrensel bir diyatektik yöntemi bulunduğunu ve bu yöntemin hayattan geldiği içinTürkiye işçi sınıfımıza anlatılabileceğini biliyonız. Bütün korktuğumuz, kendilerinekolayca "Marksist" deyiveren küçük- burjuva, aydınlarının "felsefe"lerini işçi sınıfımıziçine yaymalarıdır.

Tek Güvence: İşçi Sınıfıİşçi sınıfı yöntemine göre sosyal sınıflar açısından konulmadıkça hiçbir sorun

ne anlaşılır ne çözümlenir. Kalkınma da, plan da, devlet de, demokrasi de, istihsalde, istismar da, reform da, adalet de, güvenlik de, tasarruf da, yatırım da, eğitimde, doğrultum da, kültür de, kooperatif de... toplum içinde ne varsa hepsi sosyalsınıflar açısından konulmadıkça bugünkü dünyada aydınlığa kavuşturulamaz.

Sınıf gerçekliği bir "bölücülük" değildir. Dünyada işçi sınıfı kadar derleyici ikincibir güç bulunamaz. Toplumun bütün aşınan sınıf, tabaka ve zümreleri proletaryapotasında erir. işgücünün karşılığından başka şeyde gözü olmadığı için, proletaryakimseyi ne sömürmeye ne ezmeye gidemez. En sonunda sınıf olarak kendi kendisinide inkâra çağırılı bulunduğu için, bugün de, yarın da her gerçeği gören için, hâttâişverenlerin bile, hâttâ ağaların bile güvenine değen tek selamet körfezi işçi sınıfınınyoludur.

Devletlular: Bir Sınıfa KapılanırlarOysa Yönizmin güvendiği devletlular kimlerdir? Sayıyorlar; öğretmenle yazar,

yöneticiyle politikacı, girişimciyle sendikacı...Bunların hiçbirisi, kendi başınıa bağımsız insanüstü prototip değildir.

Üşenmezsek hatırlayalım. Ali Fuat Başgil de öğretmendir, Köy Enstütülü köyöğretmeni de... Ahmet Emin Yalman'da yazardır, imzası olmayan gazete muhabiri de... Yönetici, politikacı, girişimci, sendikacı, vb.. için herkes öyle aralarında karlıdağlar bulunan tipleri tanır...

Page 44: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Bütün o kişilerin ve kişiliklerin vurulacakları mihenk taşı, toplum içinde 1966yılı Türkiye'sinde işveren sınıfına mı, işçi sınıfına mı yön alacaklarına göre değerlenir.Bu aşırı derecede basit ve kolay bir düşünce ve davranış yöntemidir. illa kanşık vegüç felsefeler icat edeceğiz diye, sağ kulağımızı sol ayak başparmağımızla göstermehevesine niçin kalkmalı? Bu, bizim solcu "öztürkçeci"lerimizin, insanlarımız gibikonuşmayı bırakıp, kendi aralarında ıkına sıkına uydurma kuşdili, kast dili, "yeni" birmedrese dili yaratmayı "ilericilik", "devrimcilik" saymalarını andırır.

Devletlutar: Kanmazlar, Kötülerler"Şu felsefesiz devletluları kandırırsak fena mı olur?" diyeceksiniz. Kimse

kimseyi kandıramaz meğer ki, kananın içinde kanmak için bir gelişme bulunsun.Baksanıza, kendiniz bildiriyorsunuz:

"Köklü reformlara girişmeden kalkınmanın başarılamıyacağı ve buna karşılıkkalkınma sonucunda Toplum düzenine, insan davranışlarına bazı değişiklikleringeleceği unutulmaktadır... Hem kalkınma istenmekte, hem de köklü reformlara karşıkonulmakta ve yeni davranışlar yadırganıp kötülenmektedir." (Bildiri, 2/b) ,Gördünüz mü kazın ayağını? İsterseniz en sonturlu plancı-devletçi olun. "Reform"dediğiniz şey sinek kaydı traş devrimi olursa ne âlâ, "köklü" olacaksa, hemen"kötülenmek" nasibinizdir. Yüce görevlilerin şakaları yoktur. Hangi "planı" kurarsanızkurunuz, sadece "millet kaderine hakim olacak mevkilere gelmiş bulunanlar"la yolaçıkılınca ne olur? Ya hiçbir şeyin palavracılığı olur kadrizm ve Yönizm gibi, ya dakatastrof! Palavracılığa sözümüz yok. Katastroflar herkesin gözü önünde geçti. Nasılunutulabilir ve nasıl hiçbir ders çıkarılmadan hatırlanır? Menderes mi, yoksa Gürselmi "millet kaderine hakim" görünmedi? Bu iki karşıt kutup, sosyal sınıf pusulasınışaşırır şaşırmaz, aynı kişisel katastrofla gürlediler.

Önce Menderes zavallısı, İnebahtı nutkunda şöyle bağırmıştı:"Memleketin iktisadi inkişafını önlemek suretiyle, onu dış pazarlara açık bir

istismar sahası halinde teslim etmek ve siyasi istiklalimizi bu yoldan tazyikleremaruz bırakmak istikametinde içli, dışlı çalışanlar... Türk milletini itila yolundansaptırarak, onu iktisadi ve dolayısı ile de siyasi istiklalinden kısmen olsun mahrumetmek istemektedirler."

Milyonla üyesi radyolarda ilan edilen Vatan Cephesini kurdu. Kendisini tehditedenlere -su katılmamış bir devletçi plan ağzıyla- "İhtilaller yalnız aşağıdan olmaz.Bir yukarıdan ihtilal yapacağız!" zılgıdını bastı. Ardında, bugünkü AP'nin alamadığıoylar yığınla onu destekliyordu. Sovyetler Başbakanı Kruşçef'i Ankara'ya çağırdı.Kendisi de Moskova'ya gidecekti. On gün geçmedi, uçağa bineceği Eskişehir'denhaydut gibi kovalandı. Yassıada'da köpek-bebek davası ile, örtülü ödenekten cımbızparası aldığı açıklanarak, elleri ardında kelepçeli sehpaya götürüldü. Menderes"gerici" devletlu mulydu? Gürsel Paşa'dan "ilerici"si, hele "devrimci"si "devletlular"arasında kaç tane sayılır? Onun ölümünü rastlantıya bağlayanlar, ancak Amerika'da"cumhurbaşkanı" katliamını delilere mâledenler kadar "saf" devletçi-plancı olabilirler.Manzara açıktır.

Rahmetli (komada) Gürsel Paşa. 27 Mayıs ertesi: "Türkiye'de bir komünistpartisinin başarı kazanacağını ummuyorum. Ama bir sosyatist parti muhakkaklazım." demişti. 14'ler sınır dışına iletilince, Allah afiyet versin Paşam: "... İnsanıgayrı samimi beyanda bulunmıya mecbur ediyorlardı" deyiverdi. Aradan üç yıl geçti.Ürgüplü ile aynı zamanda gazetelere: "Türkiye'de bir komünist partisi kurulmalıdır"bildirisini yaptı... Bir hafta geçmedi, Paşam uçakla ansızın Amerika'ya taşındı. Ve sonsistem Amerikan hastahanesine girer girmez, komaya düştü. hâlâ kalkamıyor.

Bu satırlar biterken Gürsel Paşa uzun zahmetli komadaydı. Bugün rahmetlioldu. Şaka gibi geliyor ama, böyle...

Üçüncü BölümDEVRİMCİLİĞİN BİRİNCİ SORUNU SINIF İKTİDARI

Page 45: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

(Birinci Kurtuluş ve 27 Mayıs Açısından)

Türkiye geri ülke olduğu için kültürü de geri. Sosyal politika kültüründe engeri kalmışlık devlet ve iktidar noktalarında toplanıyor. Tevfık Rüştü Aras'ın 1920 yılıMoskova'dan ithal ettiği devletçilik çok kişinin başını döndürdü. Ne zaman kritikgünler yaşandıysa, o zaman başı dönük bir devletçilik akımı sahneye çıkarıldı.

Bu akımların ortak yanlışı şu oldu; hepsi de devleti egemen sınıf ilişkisindenkopuk gösterdiler. Belirli bir sosyal sınıfa dayanmayan bir bağımsız devletbulunabileceğini yaydılar. Öylesine ki, devletin de yalnız kadro elemanını parmağınadolayıp "ideoloji" yapan devletçiler türedi. Bunlar, zamanına göre "Kadroculuk"denen Nazilikten, "Yöncü' denilen solculuğa dek çeşitler gösterdiler.

Hepsinin yanılsaması, politikada devlet iktidarı denli can alacak durulukisteyen konuyu karartma ilkesine dayandı. Bunu bilerek, bilmeyerek yapmaları önemtaşımıyor. Geriliğimiz, sosyalistler arasında bile devletçiliği ciddiye alan ve iktidarsorununa şaşı bakan eğilimlere kapı açıyor.

0 gibilere, bir şeyi her an anmak gerekiyor. Devrimin birinci sorunu şu ya dabu doktrin ya da parola değil, iktidar sorunudur. İktidar kişi işi değildir. İktidardakikişi hangi sosyal sınıfın eğilimindeyse, devlet de, devletçilik de tüm o sosyal sınıfınegemenlik aracı olur. Bu çok yalınkat doğruyu bir an bile unutmak, politikadaaffedilmez karmanyollara yol açar.

Bu doğruyu belirtmek için elimizde en yerli malı deneme tahtası sabıkKadroculuk ile şimdiki Yöncülüktür. Onların ana fikirleri sırtında, gerek birinci UlusalKurtuluş Savaşı, gerekse ikinciye uzanan 27 Mayıs Devrimi olaylarını denemek,boşuna emek yitirmek olmaz.

27 Mayıs olayının sınıf-iktidar sorunu açısından ayrı eleştirisi ilginçtir. Ona birgiriş olarak, polemik biçiminde de olsa, aşağıdaki araştırnıa özetini gerekli bulduk.

Yönizm - Kadrizm KadriliYöncüler kendilerini kadroculara benzettiğimiz için gocunuyorlar.Biz, iddiaları kendi boyutlarına indirmekten başka bir şey yapmıyoruz. Yıllar

yılıdır anlatmaya çalıştığımız şey, şunu açıklamaktadır. Bütün "devletçilik"lerimiz aççok geçmişi hortlatma eğilimleridir.

Kadroculuk o hortlayışın 20-30 yıl önceki iskeletidir. Yöncülük, aynı iskeletc"emekten yana" yamalarıyla donattığı sözde "yeni" bir soyhayı bir ölü pusatınıtelleyip giydirmektir.

Nemrut ve firavunlar çağından arta kalmış "devletçiliğimiz" Osmanlıİmpratorluğu ile birlikte ölmüştü. Gömülmeliydi. Diriltilen iskeleti mezardan çıkarıldı.

Kadroculuk o ölünün kefen soyuculuğunu yaptı. Yöncülük, aynı ölüye ucuz,sosyalizm adlı Amerikan bezinden bir kaftan giydirmekle ne yapıyor? Kanuni SultanSüleyman trajedisinin gezeksiz komedyasını oynuyor.

Kanuni ölünce, cephedeki ordu bozulmasın diye, giydirilip kuşatıldı,tahteravanına oturtuldu. Ardına saklanan kapıkulu, ölü padişahın kolunu ikide birselam verir gibi kaldırıp indirdi. Osmanlı ordusu dağılmadan başkent dolaylarına dekilerledi. Padişah ölüsü ardına sinip, ölünün kolunu oynatan zavallı kapıkulunun öneminedir?

Önemli KuklaKadroculuğun da "önemi" odur. Ne fazla, ne eksik. Amaç "nüfuz'u devlet"i

kurtarmak için bir maskaralığı ciddiye almaktır. Maskaralığın, ister "fikir"ini bulmak,ister sahnesini oynamak olsun, koca tarih içindeki rolü en son duruşmadanıaskaralıktan başka bir şey değildir.

"Canım, Kadrocular da, Yöncüler de bir şeyler söylemek istediler. Niyetçikleriiyiydi. Arasıra sütçü beygiri gibi sağı solu ısırsalar bile, yürecikleri temizdi; vb..."denecek. Bütün bu küçük-burjuva mırınkırınlarını kırk yıldır dinleriz. Osmanlıca'dabuna "fasık'ı mahrumluk" edebiyatı denir.

Page 46: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Biz, sahnede oynayanların gösterilerine, kişi niyetlerine bakmayız.Oyunuseyredenlerin anlayışlarını ise, eğlence sayarız. "Niyet"in ne olduğu ilgiye değer. ZatiSungur, sahnede kızı testereyle ikiye biçer. Seyirciler dehşet içinde heyecanlanırlar.O başka Biz kızın biçilmediğini bilmeliyiz.

Zati Sungur'un para kazanmak amacıyla hayal oynattığını unutmamalıyız. İşiniçyüzünü kavramak için tarihin nesnel belgelerini hesaba katmalıyız. Zati Sungurpara kazanmasaydı, üstelik başına belayı satın alsaydı, oyuna kalkar mıydı? Kişi"niyet"i bâbında orasını aramalıyız.

Sahneye Çıkış: Zamanı - AnlamıOlayların oluşuna bakınca ne görüyoruz? Kadroculuk ne zaman sahneye

çıkarıldı? İzmir, bir hafta "işçilerin ve gençlerin" fiilen işgali altında kaldığı zaman.Halk Parlisi, devletçiliğimizin yarattığı yaman hoşnutsuzluğa çelme takmak

istedi. Çelmelerin en başarılısı önde gider gibi yapılıp takılanları ve insanı "kafadangayrımüsellah" (silahsızlandırma) edenleridir: Hiçbir sistem, insanı "düşüncedesilahsızlandırma"ya uğratmadıkça yenemez. Kadro kapıkulları, Osmanlı "nüfuz'udevlet"den ilmiyenin oynadığı rolü devlet- tanrı adına oynadılar.

Yöncüler ne zaman sahneye çıktılar? 1961 yılı. Ne olmuştu o sıra? 1960 Mayıs27 Devrimi yeni geçmişti. 27 Mayıs gene devletçiliğimizin bir şaha kalkışıydı.

Kimin, niçin, nasıl ittiği bir yana. 27 Mayıs, geleneksel ilmiyemizin(üniversitenin) yaptığı bilimsel ve gidimsel kışkırtma üzerine, seyfiyemizin (ordunun)kılıcını ortaya atmasıydı.

Sadrazamla vüzeranın (bakan Menderes'le iki bakanın) kelleleri öylesine kolaykoparıldı, başarı öylesine tereyağdan kıl çeker gibi oldu ki, "devlet sınıflarımız",kendilerini "Orhan Gazi"lerin dirlik düzeni içindeymişçesine, eşsiz örneksiz bir"nüfuz'u devlet" içinde sandılar.

Oysa Türkiye'de Kanuni Sultan Süleyman çağından beri kesim düzeni gelmişti.Karşı gelen diller ve dinleyen kulaklar kesilip Beyazıt Camii'nin eşiklerineçivilenmişti. 27 Mayıs şövalyeleri bunu unutmuşlardı.

Türkiye'de, 1908 Meşrutiyet devriminden beri, yabancı sermaye şirketleriyledomuztopu olmuş yerli tefeci-bezirganlanmız egemendi. Onların kılına toz konduran,Mahmut Şevket Paşa hazretleri denli yavuz kişi olsa, Beyazıt meydanındaki arabasıiçinde tavşan gibi avlanıp kanlar içinde "hürriyet şehidi" edilirdi. 27 Mayıs şövalyeleribunu düşünmemişlerdi.

Hiyerarşi Dehşeti"Ordu biziz" diyorlardı, "devlet demek biz demekiz. Biz razı, millet besbelli razı

olduktan kelli, ne halt edermiş bu işe finans-kapital denilen kökü dışarıda-dalbudağıiçeride alçak rüşvetçi kadı?"

Ne halt mı edermiş? Önce siz, ey Orhan Gazi çağının ilbleri kadar saf ve yiğitOrhan Erkanlı'lar, Orhan Kabibay'lar.. Siz şanlı Türk ordusunun sınangılıhiyerarşisine candan inanmış küçük subaylar değil misiniz?

İşte, içimizde en "tehlikeli şövalye" olarak ihtilalciliği dünyada hiç kimseciklereöldüm allah bırakmayan pek sevimli, pek zeki "gölgedeki adam". Altı yıl sonrakianılarında okuyoruz.

"İhtilal" günlerinden bir gündür. Bir Milli Birlik küçük subayı, bir iş sırasında(garnizonu teftiş ya da benzeri) bir sıra generalinden iki adım önde yürümüş. Bunugören bir subay, başı üstündeki bütün mavi göklerin, kalın camdan kubbeler gibiçatırdayıp, şangır şungur Türkiyenin üzerine yıkıldığını ve herşeyi ezip yok ettiğinisezmiş. Dündar Seyhan öyle kabus görmüş değerli tanıkları söyletmiyor muanılarında?

Hiyerarşi GücüBaşka hiçbir şeye gerek kalmaz. Yalnız başına o "hiyerarşi" adlı kutsal ilke

yetti. Bir gece yarısı "14'ler" kolipostal gibi derlendiler. Dört beş bin lira maaşla,yabancı ülkeler elçiliklerinde 2 yıllığına sürgün "müsteşar" durumuna getirildiler.

Geceyarısından bir saat önce hepsi kendilerini tabanca üstüne yeminle millete

Page 47: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

adamıştı. "Devlet demek bir demekiz" sanan Orhan Gazi'ydiler, bir saat sonrakendilerini devlet sınırları dışında buldular. İkinci kerte bir memur olan elçinin gözhapsi altına girdiler. "Ne üdüğü belirsiz" birer "akibeti meçhul" memurcukoluverdiler...

Bu inanılmaz mucizeyi tek başına, bir elle tutulmaz, gözle görülmez "hiyerarşi"ilkeciği yapmıştı.

"Ne demek, yani? Ordu öldü mü? Haşa". 27 Mayıs devrimine isteyerek,istemeyerek, bilerek, bilmeyerek katılanlar ya da katılmış görünenler, Menderes'inniyetlenip niyetlenip yapamadığı o "yukarıdan ihtilal"i, hiyerarşik tepeden vuruşugörür görmez büyük paniğe uğradılar. "14'ler" düşmüştü. Hiyerarşide "düşenin dostuolmaz"dı. "14'ler" niye düşmüştü? Hiyerarşi diyalektiğinden. Hem hiyerarşiyeinanıyorlar, hem hiyerarşiyi çiğniyorlardı. Hiyerarşi de onlara göstermişti.

Madem ki yenilmişlerdi, beter olsunlardı. Artık "ordu" onlara acıyamazdı. "Sutestisi su yolunda kırılmıştı". Ne halleri varsa, görsünlerdi 14'ler...

Ordu KuşkusuAncak! Ortada bir "ancak" kalıyordu. 14'lerin "izzet'i ikram" ile gömüldükleri

sefarethanelerin başına dikilen taşta şöyle yazılıyordu: "Bu gün bena ise yarinsenadür!... Baki kalan bu kubbede bir hoş sedâ imiş."

İşin içyüzünü bilmemekle beraber, ordu kuşkudaydı. "Bayram değil, seyrandeğilken, hiyerarşi enişte neden orduyu öpmüştü?" 14'ler, "bir hoş sedâ"bırakmışlardı, hiç değilse. Ya "gölgedeki adamlar" bir gün sigaya çekilirse?

Aman, henüz hiyerarşi elimizdeyken, hiyerarşiye uygunca başımızın çaresinebakalım. Ne yapalım?

Başbuğumuz, genelkurmay başkanımız başta. Ondan sonra gelen kuvvetkomutanları hep birlikte. Bütün vurucu güçler, ordu birlikleri kendi adamlarımızcatutulmuş. Kim kıpırdayabilir o muazzam silahlı gücün karşısında?

Tanrısal Komedya: Devlet İçinde Gizli Devlet"Gölgedeki adam" büyük bir içtenlikle açıklıyor. Bir yanda "hiyerarşi" Kurucu

Meclis'i toplanmıştır. DP'nin yerine AP'yi vatan topraklarına Gümüş Pala eldesalmıştır. Anayasaya uygun olsun olmasın, seçim yusasıyla toplanmış Büyük MilletMeclisi vardır.

O meclis "sinesinden", ilerici-plancı "karma ekonomi"yi kim güdccek? Koskocamilli mücadele kahramanı. Her ilkokul kitabında Atatürk ilkelerinin ölmez bekçisi gibiresimleri yaygın İsmet İnönü Paşa'nın "karma hükümet"leri geçit yapıyor.

Öte yanda, o hükümetlerin emrinde olması gereken ve hükümetin bir işaretiüzerine dünyayı kan ve ateş içinde boğmak için hazır,duran ordu var. "SilahlıKuvvetler Birliği" adıyla bir... gizli... evet hükümet içinde "hükümetten gizli" örgütkurulmuş.

Siz işe bakın. Gizli "Silahlı Kuvvetler Birliği", Ankara'nın resmi JandarmaOkulu'nda, Jandarma Genel Komutanı'nın başkanlığı altında gizli toplantılar yapıyor.

Ve bu, hükümetten saklı gizli kongrelere, elbet başbuğumuz, genelkurmaybaşkanımız gelecek. Çünkü o, Silahlı Kuvvetler Birliği'nin, hiyerarşi ilkesi gereğincezaten herşeyin başkanıdır.

Asıl Silahlı Kuvvetler Birliği'nin kendisine karşı kurulduğu bilinen hükümetin debaşı, yani zamanın başbakanı da Paşa'dır. İ. İ. Paşa, görünmez hiyerarşinindoruğunda gedikli bulunduğu için, Jandarma Okulu'nda verilen "gizli" Amerikankârişölenlerde (brifinglerde) fıng atmakta, "İhtilalciler"den aşağı kalmamaktadır.

Silahlı Güçler: Tam Yönetici"Silahlı Kuvvetler Birliği Kongresinde çoğunluk, ezici çoğunluk

"müdahaleciler"dedir. Bunlar seçimle iktidara gelmiş Büyük Millet Meclisi'ni hemendağıtıp, hükümeti ele almaya kararlıdırlar.

Devede kulak kabilinden olan bir azınlık "güdümcü"dür. Bunlara göre bırakılsınşu başıbozuklar yönetimde, yalnız ordu her yanlış gördüğü yerde hükümeti dürterek

Page 48: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

dilediği yöne çevirsin.. Çeviremezse, o zaman müdahale!Yani ordunun "müdahale"cisi de, "güdümcüsü"de hükümete "yön" vermekte

Silahlı Kuvvetleri yetkili ve sorumlu sayar. Her ne olursa olsun dünyanın heryerindehükümet orduya yön verir, bizde tersine ordu, başıbozuk hükümete yön verecek.Ankara'nın göbeğinde, "alameleinnas" (gizli) "Silahlı Kuvvetler Birliği" tümüyle bukarardadır. Hükümete yön verilecek.

Yön - Kadro ÇorbalarıGeldik mi "Yön"e... Evet Yön dergisi bu "havay'i nesimi"nin kuşudur.

Müdahalecilerden midir, güdücülerden mi? Yön, "alt yanı bir eti otlu başıbozuk"tur.Kim onun ağzına bakar?

Ne var ki, Yön'ün kendisi de "ağzından çıkanı kulağı duymaz" kılığındagöründü. Belki en büyük "beceri"si bu oldu. Yön'ün çelişmelerle dolu düşünceleri,zavallı Türk okurlarının çoğuna "tercüman" oluyordu. "Başka türlü nasıl söylesin?"Yön ancak Türkiye'nin gizli güçleri tarafından "izin" verildiği ölçüde yayın yaptı.

Yöncülüğü Kadroculuktan ayrı tutan özellikler şu iki noktada toplandı:1- Yön, 27 Mayıs devrimcilerinin o mezbuhane direndikleri zamanda ortaya

çıktı. Yön, varolan iktidara karşı direnen silahlı kuvvetlerin bulunduğu günlerdedoğdu. Kadroculuk, varolan iktidarı Serbest Fıkra debellenişini bastırdığı günlerdedoğdu.

2- Kadro, hükümetin ve polisin açıkça para ve desteği, hükümet başkanınınemir biçiminde direktifıyle yayınlandı ve kapatıldı. Yön öyle kapatıldı. CHP'nin kanadıaltından çıktı. Bütün "büyük adam""larımız gibi. Şaşkına çevirttiği kimi silahlıadamların yaptıkları "hükümete karşı" hareket sırasında, sıkıyönetim tarafındankapatıldı.

Kadrocular iktidarın "fıkir çorbacılığını" yaptılar, Yöncüler iktidara karşıolanlara "çorba fıkirler" sundular.

Devletçilik: Hangi Çorbacının Keşfi?Yön çorbasına atılan her tuzu, biberi aynı ayrı ele almak, çorbanın içinde

boğulmak olur. Çorbanın kendisi devletçiliktir.Burada Kadroculuk ile Yöncülük ortaktır. Bu iki acaip çorbayı birbirine

karıştırmamak için çok çaba harcadık. İkisini de çorba olmaktan çıkaramadık.Nitekim ilk Yön sayısından sonra, "hacı hacıyı arafatta" bulduğu gibi, Yön deKadro'yu kalafatta bulacaktır.

Denilecek ki "Sen çorba yemez misin?" Pek sevmem mübareği. Onsuz yemeğeoturmayanlara da bir şey demem. Sofrada çorba gibi, düşünceye "çorba-fikir'lebaşlayanları hiç kınamam.

Yön çorbasının suyu soğanı ne olursa olsun asıl, dişe dokunan maddesi, pirincidevletçiliktir. Yön'ü yiyen ya da içenler onun sıcak suyu, tatlı soğanı, iştah açıcınaneleri kırmızı ya da karabiberleriyle değil, tanesiyle, yağıyla besleneceklerdir.

Yön'ün tanesi devlet, yağı devletçilik yağcılığıdır. Belki bu denli insafsızkonuştuğum için kendim de üzgünüm. Ne var ki olanı olduğu gibi söylemekşanımızdandır.

Kadroculuk kapıkulları devletçidirler derken, sakın devletçiliği onlar keşif, heleicat ettiler sanılmasın, Böyle bir sanı o tip sade suya çorbacıları bayağı adam yerinekoymak olur.

Devletçilik ve Taşra BurjuvazisiDevletçilik Türkiye cumhuriyet olduğu günden beri uygulandı. Kemalizmin

bütün reform ilkeleri devletçiliğe dayandırıldı. Sonuç ne oldu? Bunu bizsöylemeyelim. Yön'ün 1. sayısında, CHP'ye hiç de düşman olmayan Turan Güneşşunları yazıyor:

"CHP'nin kurulduğu senelerde 'mahalli eşraf ve memurlar' Batılılaşmaameliyesine en yakın zümrelerdi. Atatürk İnkılaplarını yaymak için Devlet teşkilatıolarak da 'mahalli eşraf'ı kullanmıştır:" (T. Güneş: "CHP Halktan Nasıl Uzaklaştı?",Yön, 20.12.1961, s. 14)

Page 49: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Bu satırlardan dört yıl sonra, bir gazetenin açık oturumunda Tevfik Rüştü Arasşöyle diyor:

"Gerçekten, o zaman büyük şefım Atatürk'e o rejimin (Sovyet komünizminin)nelerinden faydalanmamız, nelerinden de çekinmemiz gerektiğini ânlatmıştım.Mesela, yollar, barajlar fabrikalar gibi büyük yatırımları Devletin yürütmesininfaydalarını anlattığım gibi, alamayacağımız taraflarını da belirttim."

Görülüyor. Türkiye'de devletçiliğe bir sağdıç aranıyorsa o, 1920 yıllarındabulunur.

Bay Güneş, bütün aydınlarımız gibi, en duru gerçekleri masal mistisizminebular ve tersine çevirir. "Batılılaşma (yani kapitalistleşme) ameliyesine" elbet bizimburjuvalarımızla burjuva aydınlarımız yakındırlar. Ve bütün o aygıt ve zümrelerülkenin gidişine yön vermekte Atatürk'ü etkilemişlerdir. Yoksa bu "ameliye"ye neden-Bay Güneş'in yazdığı gibi- "nispeten aydın zümreler bunlar" olduğu için Batıcılıkyolu tutulmamıştır.

"Eşraf ta, Devletle ve binanaleyh iktidarda bulunanlarla en sıkı teması olan birzümre teşkil ediyordu; Memurlar Devlet makinesinin çarkları olarak, tabiatiyleDevlet icraatına bağlıydılar. Vilayetlerdeki Cumhuriyet balolarını hatırlayanlar, Valibeyin yanında, belde eşrafının da, eşleriyle birlikte, şöyle salonun bir kenarınailiştiğini unutmamış olacaklardır."

"Devlet teşkilatiyle Parti teşkilatını zaman zaman birleştirme temayülü biryana, yakın bir tarihe gelinceye kadar, Parti üst kadroları ile Devlet kadrolarıarasındaki oldukça sıkı transferler de, uzmanların üzerinde dikkatle durması gerekenbir konudur."

Taşra Burjuvazisine İdeologlukİşte kadro kapıkullarının "ideoloji"leştirmek istedikleri ilk "devletçiliğimiz"

buydu. Bay Turan Güneş bile bunu "Türkiye'yi Batıya açmaya yarayan başlangıç"sayıyor. Batıya, yani kapitalizme...

Kadrocular bile bile lades oynadılar. Kapitalizme başlangıç devletçiliğini, 35 yılönce "eşsiz örneksiz" bir "sınıfsız toplum" idealine yöneliş gibi süslediler. Gençliğinkafasını çorbaya çevirmenin tuzu, biberi oldular.

O zaman annelerinden doğan çocuklar, şimdi "eşsiz, örneksiz, sınıfsızimtiyazsız" toplumu, Batıcı devletçiliğin nasıl yarattığını çok iyi gördüler.

Kapıkulunun Halkı GörüşüBugün, aldılar ellerine kalemi Yöncüler, gene Türkiyeyi "eşsiz örneksiz"

saymaktalar. Kadrocularla bu noktada ortaktırlar. Yalnız onlar "eşsiz örneksiz"karşılığını, ileri Batı ülkelerine benzemez "geri kalmış ülke" sayıyorlar. Bu adı Batılıbilginlerden çevirdiler. Kadro'dan farklarını "emekten yana" olmakla özetliyorlar. Anafikirleri, ya da fıkirlerinin anası Türk milletini "yeni bir devletçilik" ile"kalkındırmaktır."

Bu "ilke"sini nereden çıkarıyor? Çok dikkate değer kapıkulu psikolojisinden.Kapıkulu psikolojisi nasıl şeydir? Bir kez ülkede herşeyi devlet sayar. Vatan'dadevlettir, millet de...

Herşey devlet oldu mu, Türkiye'nin varlığında, işaret ettiğimiz gibi, iki devletbölümü akla gelir:1- "Devlet nüfuzu", 2- "Devlet nüfusu"...

Gerçi deyimler Osmanlınındır. Osmanlı edip adamdır. Kadim kentin kutsalyasa geleneğiyle ilkelerini Kur'an dili diyebileceğimiz serbest nazım da olsa hepkafiyeli ve vezinli söyler.

Yöncüler laik "fütüristler"dirler. Gelişigüzel konuşur sere serpe nesir yazarlar.Onların kolay ve sempatik üslupları, bir şeyi açık koymaktan çok, dolaylı koyar.

Osmanlı devletlûsu konuşurken şöyle derdi: "Aman sultanım, nüfusu devletgemi azıya alacak. Ayak takımının gözü açılırsa, mazallah nüfuzu devlet ne halegelür! Vb..."

Yöncülük, böyle kesin saf tutmaz. "Nüfus" sözcüğünün yerine "kütle"yi geçirir."Aman, maymun gözünü açıyor, dikkat!" gibilerden şöyle bildirir:

Page 50: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Kütleler, başka memleketlerdeki veya başka tabakalardaki yüksek hayatstandardının varlığını öğrenmekte ve asıl önemlisi, bu standarda erişmenin mümkünolduğunu görmektedir." (Bildiri, 2/a).

Kitle Tehlikesi Çanları"Kütleler" amorf (biçimsiz) bir kara kalabalıktır. İçinde sosyal sınıf, zümre,

tabaka billurlaşmaları yoktur. İşçi de "kütle"dir, köylü de "kütle", esnaf, aydın,(hatta tefeci hacıağalarla bezirganlar da) kütledir. Kütlet kütletebildiğin ideolojiyi,korkma...

Bu kütleler kadim oldukları gibi tevekkülle kadere boyun eğmiyorlar. "Başkamemleketlerde" ve yerli burjuva "tabaka"larında yaşam düzeyinin apartman boyuyükseldiğini ve dün zibidi olanın, punduna düşürülmüş bir vurgunla zenginolabildiğini, bunun için namussuzluktan (rüşvet, irtikap, hile, yalan, tağşişten) başkahiçbir beceriye gereksinim bulunmadığını görmektedir. (Yön böyle gerçekleri çimçiykoymaz. Edepli üslupla "Hayat standardına... erişmenin mümkün olduğunu" çelebiceyazar. Kibardır.)

O kibar üslup devlet nüfuzunun karşısına çıkan iki büyük "kütle" tehlikesinihaber verir:

"Topraksızlık artan nüfusu nehirlerc doğru itmekte, şehirlere akan nüfusa iş vemesken sağlanmasında güçlük çekilmektedir. Köklü tedbirler alınmazsa, gecekonduve işsizlik önümüzdeki yıllarda millet hayatının tehlikeli bir yarası haline gelerek,düzenin bozulmasına yol açabilir." (Bildiri, 2/a).

Bu okka dört yüz dirhem oturaklı Osmanlı kapıkullunun "nüfuzu devleti"tehlikede gördüğü zaman kullandığı üsluptur. Onun için bütün kapıkullarını kolayca"mest" eder. Kapıkulunun bu "suret'i haktan görünüş" üslubu altında yatan mantık,görünüşe aldanmak felsefesidir. Örnek olarak Yön'ün iki iddiasını ele alalım.

Maltuzyanizm1. Örnek: Şehirlere nüfus akışı nedendir? Kapıkuluna göre "topraksızlıktan ":

"Topraksızlık artan nüfusu şehirlere doğru itmekte, şehirlere akan nüfusa ise iş vemesken sağlanmasında güçlük çekilmektedir." (Bildiri, 2/a).

Köyden şehire nüfus akışını, proleterleşmeyi İçişleri Bakanlığı'na rapor eden"akılcı düşünce" sahibi bir vali beyefendi hazretleri de ancak bu denli parlak "idareimaslahat" ruhu ile jurnal verebilir.

Proleterleşme süreci neden? Topraksızlıktan. Topraksızlık neden? Nüfusartışından. Böylece vali beyin "kalkınma felsefesi" ardında, okulda kendisine "iktisatilmi okutulurken belletilmiş bulunan ünlü Papaz Malthus'un kulakları gözüküverir.

"Devlet nüfusu" artıyor. "Düzenin bozulması" tehlikesi var. Çare? Nüfusuazaltmak için ya nüfus fazlasını savaş açarak kırmalı, ya da insanları semizletmekiçin kısırlaştırmalı!

Yön bunu önermiyor ama proleterleşme nedenini toprak azlığı, nüfus çokluğugibi yüzeydeki nedenlere bağladı mı, bir Hitler çıkıp, o mantığı kendi silahı ile pekkolay vurabilir...

Köylü Issızlaştıran KapitalizmOysa gerçek bilim, nüfusun ekonomik olanaklarla oranlı arttığını belirtir.

Ekonomik olanaklar belirli bir sömürme düzeninin azınlık çıkarcıları tekelindebirikirse, çoğunluk nüfusu açıkta kalır. Bu gerçek anlatılalı yüzyıllar geçmiştir. Ortadamutlak değil, düzene göre göreceli bir nüfus "fazlalığı" olur. Modern çağda o nüfusfazlalığını yapan temel derin neden kapitalizmdir.

Eğer ortada bir "tehlike" varsa, o kapitalizm tehlikesidir. Kapitalizm, kendizılgıtını yürütmek için, oy avcılığında işine yarayacak köy ağalanyla anlaşır. Kırağaları geniş toprakları tapu ve benzeri oyunlarıyla tekellerine geçirirler. Toprakürününden kapitalist kârı yanında, fazla olarak, ekonomik hiçbir görevi ve gereğibulunmayan ağa rantı da çekilip çıkartılır. Tarıma sermaye yatırımı kârsız vedolayısıyla daralmış olur. Tarım geri ve verimsiz kalır.

Bütün geriliğine karşın tarıma kapitalizmin girişi, Tanzimattan beri görüldüğü

Page 51: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

gibi, büyük toprakları kamu mülkiyetinden birkaç mütegallibe, eşraf ve ağanınmülkiyeti altında aşırtır.

DP çağında 40 bin traktörün girişinden beri proleterleşme hızlandığı gibi,üretici küçük köylülerin nefes boruları da tıkandı. Çünkü ortak köy otlakları köyburjuvaları tarafından gaspedildi.

Bu yağma altında orta ve küçük köylü ekonomisi her gün biraz dahaverimsizleşip iflas eder. İflas eden köylü aç kalınca, şehirde iş aramaya akın eder.Şehir varoşlarını gecekondular kaplar.

Bu gidiş en çok şehir kapitalistleri ve emlâk sahipleri için iştah açıcı olur. İşsizçoğaldıkça, pahalılık artar, ücretlerin paraca miktarı artsa bile alım güçleribakımından değerleri eksilir. Ucuz işeli kârı çoğaltır. Kâr çoğaldıkça kapitalizm büyür.Kapitalizm geliştikçe köyden şehire akın artar, vb...

Yöncü samuraylar "Bunları biz mi bilmiyoruz? Bunlar 40 yıllık elkitaplarındayazılı!" diyecekler. Biliyorsanız özrünüz kabahatinizden büyük, niçin o yanısaklıyorsunuz? Kimi aldatıyorsunuz? Bilmiyorsanız, hatırlatanları nazenin "üslup"kullanmadıkları için "tü kaka" saymaya ne hakkınız var?

Gençlik Sayısıyla mı Yamandır?2. Örnek: Son zamanlarda gençlik azıttı, "asi gençlik" çoğaldı. Neden?

Kapıkulu, Batı "elkitaplarından" yapılmış çeviri olursa, onu Türk okuyucularınaaktarmakta kusur etmez. Kendi ülkesindeki gençlik sorununa gelince, gene aynı valibeyefendi felsefesini rahatça geveleyiverir.

Gençlik sorunu "Hızlı nüfus artışı yüzünden"dir. Yön'e göre. "Çığ haline gelenbu gençlerin büyük bir kısmına okul ve sağlam bir gelecek sağlamak mümkünolamamaktadır." (Bildiri, 2/a)

Nüfus artmasa gençlik de o denli yaman olamazdı. Gençlik sorunu ancak budenli mekanik konulabilir. O bir kuru kalabalık mıdır?

"Biliyoruz, ama söyleyemeyiz" mi diyecekler? Neden? Başka şeylerde pekcesur görünüyorlar. Korkuyu biz de ikinci basamağa, bilinçaltına bırakalım. Amaçlarıne?.. En hafif anlamıyla kandırmak olabilir. Burada sorun büsbütün çatallaşıyor.

Kim Aldatılabilir?Önce niye kandırmalı? Türkiye'nin bugün aldanmaya değil, herşeyi en yasal,

açık seçik olarak anlamaya gereksinimi büyüktür. "Bilmemek, hiçbir zaman, hiçbiryerde, hiç kimsenin işine yaramamıştır."

Ancak küçük-burjuva mistisizmi, sosyal "nalla mıh arası" durumu yüzünden,bilmemeyi esrar kabağı gibi çekiştirmekle avunur. Sosyal durumu modern toplumiçinde belirli olan sınıflar ayık gezmeyi yeğlerler. Hele modern işçi sınıfı, en ufakaldanışıyla hem kendi kaderini, hem ülke alınyazısını karartabilir.

Modern kapitalist sınıfıyla onun gericilikte omuzdaşı olan ağaları, beylerikandırmaya gelince, kuruntudur bu. En az ikiyüz yıldan beri onlar burunlarından kılkoparmamayı bütün incelikleriyle öğrenmiş, usta akıl hocaları beslerler.

Öyleyse kimi kandırmak isteyebilir Yöncülük? Kendi kendini değilse, ancak,üzerine "felsefe" kurduğu kapıkulluğunu kandırmak isteyebilir.

Kapıkulu, öteden beri, dibini eleştirmek zahmetine hiç kalkmadığı kimiyuvarlak lafları batıl inanç dcrecesinde benimsemiştir. Hele "sınıf" denildi mi, birzaman onu yalnız antika Osmanlı "devlet sınıfları" sayardı. Kırk yıldır "Türkiye'desınıf yok!" emir-parolasını tek ciddiye alan da, gene hep o kapıkuludur.

Şimdi onun herşeyi herkesten iyi bildiğine inanmış tumturaklı bilgisizliğine,birden "sınıf" dersek, yıldırımla vurulmuşa döner! Yavaş yavaş, alıştıra alıştırasöylcyeceğiz...

Belki bunu demek istiyor Yöncülük. O da bir çeşit yiğitliğin yoğurt yemesiolamaz mı?

Paşa Huzuruna Çıkma TaktiğiBu görüş Paşa hazretlerinin huzuruna çıkma töreni ve taktiğidir. Menderes,

çoğunluğun diktatörü olarak, Mitlet Meclisi- nde bir gün parmağı ile İsmet Paşayı

Page 52: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

göstererek: "Bu adam!" diye bağırmıştı, "Bu adam eğer 1945 yılı DP merkezine 2görevli jandarma ile bir polis göndermiş olsaydı, şimdi iktidarda olan DemokratParti'nin bugün yerinde yeller eser, namı nişanı, kalmazdı!"

Söylenen doğruydu. Tam o sıra ülkeye "Paşa Demirkıratı istememiş" diyeyayılan bir haber üzerine, bütün kurulmuş DP ocak, bucak, ilçe, il örgütlerininastıkları tabelalar yerlerinden sökülerek Ankara'ya gönderilmiş ve DP'den "topluistifaların" başladığı görülmüştü.

Paşa'nın yakınları daha ilginç bir olayı belirttiler. DP örgütünün paniğini görenBayar-Menderes ekibi Paşa'nın huzuruna koşarlar. "Anan yahşi, baban yahşi"taktiğiyle Paşa'nın büyük ocağına sığındıklarını belirtirler.

Herhalde "ecanibe karşı" demokrasi oyuncuğunun bozguna uğramasının çok"ayıp" düşeceğini de belirtmişler, Bunun üzerine Paşa gevşemiş. Karşısında "Nuhdeyip peygamber demez" durumda dikilen, o bütün kapıkulları gibi "kraldan ziyadekralcı taraftarı" Recep Peker'e "Ne dersin Recep, bırakalım şunlan baksana, onlar dabelki iyi bir idare ederler!" Onun üzerine Demokrat Parti üzerindeki ipotekkaldınlmış. Menderesler seçimi kazanıp iktidara gelmişler.

En bilgiç ve bilinçli iyiniyette Yöncülerin böyle davrandıklarını kabul edelim.Paşanın izni olmadan hiçbir şey olmaz, hâttâ en zararsız yanından "nötralize" edilmişdemokrasi bile olmaz. Sosyalizm nasıl olur? Biz olduracağız mı diyorlar Yöncüler vebenzerleri?

O zaman değer ölçüleri yanlış. Bir kez Paşa'nın yalnızca isteyişiyle herşeyinolduğuna inanmak için, insan, en azından, şöhretin doruğuna çıkmış bir kapıkulukadar ayakları yerden kesilmiş bulunmalıdır.

Paşayı Aşan OlaylarUnutmamış olanlar çok iyi hatırlarlar. İkinci Dünya Savaşı'nın son yılıydı.

Bilinmez hangi ağızdan kimin kulağına tek parti yerine, biraz daha esnekçe bir"demokrasi" denenemez mi gibilerden bir fısıltı kaçmış. Kulağını sağır sanangafillere, Paşa ansızın top gibi gürledi: "Savaş bitince, gidişimizde yumuşayacağımızımırıldananları işittim. Şunu iyi bilsinler ki, savaş sonrası tutumumuz şimdikinden çokdaha sıkı olur!" Cümle aynen böyle değildi. Çok daha sertti. Hatırlayanlar bilir. .

Gazetelerin bütün ilk sayfalarını kaplayan bu keskin ihtarın üzerindenyanılmıyorsak 6 ay geçti, geçmedi. Savaş bitti, Thornburg Türkiye'ye geldi, gitti:Büyük Arnerikan basınında okuduk. O "son baharda" Paşa, Türkiye BüyükMeclisi'nde çifte partili bir parlamento kuracağına söz vermişti. Amerikan uzmanıkulaklarına inanmak gerekirse, Türkiye "demokratik" hayatın ilk adımı atacağını veAmerikan yardımının düşünülebileceğini müjdeliyordu.

Türkiye, Amerikalının müjdeleyişinden çok daha yaygın birçok partili buzlarınçözümüne ve "eşsiz örneksiz" bir demokrasi panayırına alan oldu.

Bu kıssadan hangi hisse çıkar? En "kaadir'i mutlak" geçinen tarihsel Paşa bilebir yıl içinde, söylediğinin tam tersini yapmak zorunda kalmıştır. En "mangal kadaryürekli" solcuların dört elle yapıştıklan paşakişilerin hali budur.

Kişi, bağlandığı sosyal sınıfın ve eğilimin yönünde tıpış tıpış yürüdükçe"harikalar" yaratır. Sosyal sınıfının tarihsel eğiliminden kıl kadar ayrılmaya görsün,gümbür gümbür yıkılır.

Hâttâ, 500 yıllık gelenekleriyle talim görmüş, tıkır tıkır maaşını almış terbiyelimaymun kapıkullarını toptan peşinde örgütlemiş bulunduğu zaman bile, az önce"değişmez şef" ilan ettiği kişiyi, kendi CHP'si "değişirleştirir".

Kılına dokunulmaz iktidar partisi, batan geminin farelerine dönmüş sadıküyelerince terkedilir ve arkadan hançerlenir. Bu çok basit politika alfabesini ciddiyealmayanın siyaset sahnesinde at koşturması, düşünce ve davranışta değil, bizde enkolay gelen edebiyat göklerinde yüceltilebilir: Donkişot!

Modern Sosyalizm SuyuBu bakımdan bütün "sosyalist" ve "kripto-komünist" geçinenlerin sayıyla

kendilerine gelmeleri gerektir. Bizde Marx'ın başı üzerine yeminsiz

Page 53: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

konuşmayanlarımız da, bilimsel sosyalizmin dehrisi olduklarını afışlerken masumçocuk münafıklığına düşerler.

Bunun nedenleri çoktur. Belli başlı ilk neden cahilliğimizdir.Sosyalist allamelerimiz, sosyalizmi kurucuların dilinden öğrenmezler. İkinci

elden bellerler. Hepsine sorun: Marx kimdir? Eşsiz Kapital eserinin yazıcısıdır.Kapitali okudun mu?..

Binde biri bile okuyamamıştır. Oysa Kapital'i okumak yetmez, incelemekgerektir. Bunu hiçbiri yapmamıştır...

O zaman, arslanlarımızın "sosyalizm"leri, şuradan buradan derme çatma, çoğuyakıştırma "bilgin" iddialarına dayanır. Bu tavşanın suyu olur. Sudan bir sosyalizm.

Sosyalizm SoftalığıOysa, Marx'ın başta Kapital, bütün eserlerini kuru kuruya incelemek de

yetmez. O bir kütüphane fareliği olur, sosyalizm olmaz. "Sosyal" allamelerimiz ise,bilimsel sosyalizm üzerine ne kadar çok "tavşanın suyunun suyu"nu içmişlerse, odenli büyük bilgin sosyalist olunacağına güvenirler.

Örneğin, yeryüzünde, insana bilimsel sosyalizmi alfabesinden cebri alasınadek öğreten en yüksek üniversite bulunsa ve insan o üniversitede öğrenci değil,profesörlerin başı üstad kesilse -nasıl kesilir bilinemez ya!- gerçekten sosyalist olurmu? Hayır. Biraz kumazca ise allamelik taslayabilir; biraz ezberci ise "hafız'ıkütüp"lük, ya da "hafız'ı Kapital"lik edebilir. Biraz bönse; yeryüzünün gelmiş geçmişMarksistlerine elini öptürerek ders vereceğini yutturmaya kalkabilir.

Ama o kişi, ağzıyla kuş tutsa, gerçek sosyalist olâmaz. Başımızın bütünbelaları, bu tür medrese kaçkını sosyalizm softalarıdır.

Sosyalizmin Sefaleti: PratiksizlikBunlar, sosyalist bilgi yalnız ve ancak pratiğin ölçütünden -sosyalistçe savaşın

mihenk taşına vurularak- geçirilirse bir bilim ve bilinç yaratabileceğini, bu alfabetikgerçeği kavramadan dehri olmaya kalkışmışlardır.

Tümüyle sosyalizmin bütün birinci elden usta eserlerini hatmet, yut... eğerbütün o yazılanları, hayat savaşında, pratik sosyalist güreşte, derinde, etinle,kemiğinle denememişsen, belki bir sosyalist tilkisin, ama postu samanladoldurulmuş bir tilkisin!...

Ne dediğini, ne yaptığınla ölçmemişsindir. Bir arşiv papazı, bir müzelikantikasın. Sosyalist değilsin. Öyle üniversite diploması, ünlü bilgin ya da güzelsanatüstadı kesilmekle sosyalist olunsaydı, dünya Marx'larla dolardı. Marx, üniversiteprofesörlüğünü tepmeseydi Marx olamazdı. Elde silah 1848 Alman devrimine katılanEngels Antidühring'i yazamazdı. Cilt cilt eserlerle bilim dünyasını altüst ettiğini sanansayılı sosyalist Alman profesörü Dühring bilimsel sosyalizmi kurardı.

Gerçeğin bu sağlam pratik temelinden, veba ileti görmüş gibi kaçan yazar vebilgin ülemamızın, sosyalizmden otoriteyle konu açmaya ne zaman kalkışsalar içinedüştükleri fikir sefaleti, moral bozgunculuğu şundandır: Hep kürsü yüksekliklerindenmillet tarlasına inciler yağdırma sevdalarından kurtulamazlar.

Demiyoruz ki onların incileri yalancı incidir, hâttâ belki en özenilmiş Hintkumaşı üzerine dizilen saf Ümman incileri olabilir döktürdükleri. Ne yazık ki, halkın ogöklerden beklediği rahmet, inci yağmuru değil, bilim çölümüze azıcık duru sudur.

Ne teorik -sosyalizmi birinci elden incelemek- ne pratik, -sosyalizm bilgisinihayata uygulayarak geliştirmek- savaşın kıyasıya ve ölesiye öldüresiye gözealamayanların, yaşayan insanlarımızın ve gençliğimizin sofrasına koyduklarısözde-sosyalizm, tavşanın suyunun suyu bile değildir. Doğrudan doğruya, ne kokar,ne bulaşır dedikleri tavşanın kakasıdır.

Bilimsel sosyalizmin teori ve pratiği şaşmaz bir politika gerçeği bulmuştur.Üretim temeline dayanmayan sosyal üstyapı dayanıksızdır. Siyasette temel birsorunun çözümü ve yönü bulunmak istenirse, her çağın üretim temeli üzerindeyükselen başlıca sosyal sınıf ilişkilerini pusula gibi elde ve önde tutmak ilk koşuldur.

Sosyal Sınıf Pusulası

Page 54: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Sosyal sınıf pusulasını şaşıran kimsenin siyasetten konu açması, dilinin altındabir şey saklamıyorsa, iflah olmaz toyluğun sırıtmasıdır.

Modern toplumun kapitalist üretim temeli üzerinde başlıca sosyal sınıflar:1-Kapitalist sınıfı, 2- İşçi sınıfıdır.

Batıda da, Batıcı Türkiye'de başka pusula yoktur. Ya kapitalist sınıfınınpusulasıyla, ya işçi sınıfının pusulasıyla siyaset denizine açılınır. İkisi ortası bir başkapusula yoktur. Çünkü kapitalist üretim yordamı içinde başlıca sosyal sınıflar onlardır.

Türkiye'de kapitalistle işçiden başka insan yok mu? Var. Hem de en çok onlarvar. Türkiye nüfusunun %70-80'i ne kapitalisttir, ne işçi. Varlığı bu derece büyükolan kalabalık yığınlarımız hiç midirler? Hayır. Onlar yalnız modern üretimin insanlarıolmadıkları için, toplumun temel ilişkilerinde (ekonomi gidişimizde) hiçbir dolaysızrol oynayamazlar.

Onlar başlıca sosyal sınıflarımız durumunda ve çıkarında bulunmadıkları için,politikamızın örgütlü ilişkilerinde (partilerimizin gidişinde) de hiçbir doğrudandoğruya ve bağımsız rol oynayamazlar.

Kayzer: "Bir millet ya örs olur, ya çekiç" demiş. İşçi sınıfı dışındaki sosyalyığınlarımız ne örs olabilirler, ne çekiç. Onlar çekiçle örsün (kapitalist sınıfıyla işçisınıfının) arasında dövülen ham demir gibidirler.

Örs de çekiç de demirdendir. Ama, demirin örs ya da çekiç haline gelmesi için,daha önce tavlanması, sonra örsle çekiç arasında yöntemlice döğülmesi, en sonundasu verilerek çelikleştirilmesi şarttır.

Kapitalizm denilen demirhanede, sermaye çekiç ise, işçi sınıfını örs gibikullanarak, bütün öteki orta ve kadim çağ artığı yığınları ham demir gibi ateşe sokupdöverek istediği biçime sokar. (Emperyalizm, faşizm vb. düzenlerindeküçük-burjuvazi az buz alet olmaz.)

İşçi sınıfı çekiç olur da sermayeyi örs gibi kullanırsa, aynı yığınlara dilediğibiçimleri verebilir. Ama o geniş demir yığını kendi başına kalkıp kendi kendisini, yada başkasını ne örs haline sokabilir, ne çekiç edebilir.

Modern kapitalizmde ve Türkiye'de sosyal sınıf pusulasını bilinçle kullanmakdeyince bunu anlıyoruz. Yön dergisi böyle bir pusulanın gereğine inanmadığı içinolacak, o pusulanın varlığını inkar etmekle işe başlıyor.

Bunu açıkça yapmıyor. Sorunları koyuşuyla belli ediyor. Açıkça koysa,tartışma kolaylaşacak. İşi mistik denecek bir sinizmle ele alıyor. Okuyucu nediyeceğini şaşırıyor. Öyle lastikli laflar ortaya atıyorki, kendisi de, bir başkası daistediği yere çekebilir.

Sorunları öyle koyan toplumsal zümre hangisidir? Küçük-burjuvazi.O hiçbir sorunu belirli bir sosyal sınıf açısından koyamaz. Çünkü kendisi

modern bir sosyal sınıf değildir.Pusulasız Yelkenli FikriGelişigüzel bir iki örnek alalım:"Şayet gerçek kuvvete sahip olanların temsilcileri iktidarda değilse, bu durum

uzun sürmez. Ya rejim içindeki bir krizle biter; yani... asıl kuvvetli olanlar iktidaragelin (14 Mayıs 1950'de böyle olmuştur.) Ya da bu yol tıkanmıştır... Bu takdirderejim yaşayamaz, yıkılır. Kriz rejim içerisinde değil, Prof. Duverger'nin deyişiyle'rejim üzerinde' olur." (Ahmet Taner Taslı: 'Türkiye'de Rejim Krizi ve Nedenleri', Yön,8 Temmuz 1966)

Bu kocaman fetvada 1950 yılı seçimi kazanan DP "gerçek kuvvet"miş! Fakataz aşağıda ne görüyonız? Şunu:

"27 Mayıs, bir yüzü ile, iktidara sahip olanların gerçek kuvveti kimlcrintaşıdığını unutmalarından doğmuştur." (A.g.e.)

10 yıl sonra gerçek güç DP değildir, ordudur! Neden? Bilinmez. 1950'de orduyok muydu? DP orduya karşın iktidara gelmedi mi? 1961'de gene orduya karşın AP(DP'nin açık seçik devamı) alıştıra alıştıra iktidara getirilmedi mi? Getirildi. Öyleyse"gerçek kuvvet" kim? Yahudi'nin hesabı; kim gelirse o,..

Page 55: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Azgelişmiş BeyinNiçin ağırbaşlı cümlelerle bu kadar hafif fıkirler ortaya atılır? Çünkü,

aydınlarımız gene Batıdan bir "azgelişmiş" lâfını öğrenmişlerdir. Türkiye azgelişmişolunca:

"Nüfusun büyük kısmını teşkil eden köylü, çiftçi topluluğu bir baskı grubu, birkuvvet haline gelememiştir. İşçiler içinde durum aşağı yukarı aynıdır... Kapitalistgelişme deneyi ise, henüz ycteri kadar kuvvetli bir sermayedar sınıfıyaratamamıştır." (A.g.e.)

; Geriye ne kaldı? Aydınlar:"Şimdilik asıl kuvvet, işte, ordusu, üniversitesi ve bir bütün olarak idare

kademeleri ile bu topluluğun elindedir." (A.g.e., s.16)İşte ,Yön dergisinin 1961'den 1966'ya değin ağzında çiğneye çiğneye posaya

çevirdiği sakız bu "teori"dir. Dünyada Türkiye'yi sosyal sınıflar değil, aydınlaryönetir.

Bir bakıma, görünüşte doğru. Yönetim kademeleri hep aydınlar. Ama buaydınlar (hele ordu) neden 1950 yılı "gerçek kuvvet"ken, okuryazar kıtlığına uğramışDP'yi iktidara getirdi de, 1960 yılı aynı DP sürüyle aydını kendi saflarına aktardığızaman ("gerçek kuvvet"ten hayli nasip almış) DP'yi alaşağı etti?...

Hikmctinden sual olunmaz! Okuyucu nereye bakıp kimi göreceğini şaşırır. Bukafa kargaşalığını yaratmaya ise, gerile gcrile Yön denir.

Yaz Boz Sosyalizmi"Gerçek kuvvet"lerimizin öncüsü üniversite olmalı. Bir profesörümüz,sanki

Yön'ün kuvvet teorisini yalancı çıkarmak istercesine, yeni bir "teori" ortaya atıyor.Diyor ki:

"Azgelişmiş ülkelerde, sınıf açısından, üç tane ayrı 'gayrı meçhul güç' vardır:Kapıkulu, Kapitalistler ve Halk. İşçi sınıfı... halkın köylü, esnaf gibi diğerzümrelerinden ayrılmadığından henüz bir güç değildir" gibi inciler döker. Tam Yön'ünideologlarından kaç doçentimiz varsa, o kadar: "Marxgil düşünce planında teori"(Yön, 8 Temmuz 1966, S. Divitçioğlu: "D. Avcıoğlu'nun Yazısı Üzerine", s.11)

Avcıoğlu sevinmeli değil mi? Kendisine, pek haklı olarak "kapıkulu sosyalisti"denildiğine içerliyor. Epey doğru karşılıklar veriyor. Can alacak yere geliyor. Kapıkulusosyalizminin Yön'de dcğil, Mısır ve Cezayir'de aramasını öne sürerck şunlarıyazıyor:

"Doğan Avcıoğlu bu çabaya (Mısır ve Cezayir deki "kapitalist olmayan"kalkınmaya), sosyalizm etiketi verilemeyeceğini, Türkiye için de bugünkü temel vehayati meselenin sosyalizm olmadığını, fakat antiemperyalist mücadele olduğunu,sosyalizmin, antiemperyalist mücadelenin başarısına bağlı yarının meselesini teşkilettiğini birçok kerre ısrarla yazmıştır." (Yön A.g.y., s.12, A.'nın notu)

Avcıoğlu sosyalizmi "yarının meselesi" sayıyor, Mustafa Kemal de, birinciBüyük Millet Meclisi'ne sunulan "halkçılık programı"nı, anti- empeıyalist mücadelesırasında, "zaferden sonraya" bıraktırmıştı.

Aradan 44 yıl geçti. Bugün Türkiye'de herkes "ikinci kuvvayi milliye"seferberliğini düşünüyor. Neden?

Çünkü Sivas Kongresi'nde tartışalan "Amerikan mandası"na yakın birAmerikan üsleri ve Amerikan sermayesi altındayız.

Bu duruma düşmemizde, hiç değilse bugün, o ilk erteleme kararının az roloynamadığını iddia edebilir miyiz? TBMM halkçılık programını zaferden önce ele alıpişleseydi, zaferden sonra o kadar kolayca ve mutlak surette unutabilir miydi?

Halkçılık programı hasıraltı edilmeyip gerçekleşseydi, bugün Türkiye bu denligeri ve emperyalizm tehlikesiyle karşı karşıya kalır mıydı?

Yönizm Kemalizmle Kıyaslanabilir mi?Gerçi Mustafa Kemal'in halkçılık programını ertelemesi ile Avcıoğlu'nun

sosyalizmi ertelemeye uğratması arasında en ufak bir kıyaslanabilirlik yoktur.Avcıoğlu Mustafa Kemal değildir.

Page 56: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Mustafa Kemal Ordular Grup Komutanlığı yapmış, Halifei Ruyi Zemin'in Yaver'iHas'ı Hazret'i Şehriyarisi'ydi. Anadolu ve Rumeli'de varolan bütün silahlı kuvvetlereve mülkiye amirlerine doğrudan doğruya emir verme yazılı yetkisiyle Anadolu'yagönderilmiş bir komutandı.

İkinci Meşrutiyet'in padişahtan üstün şanlı başkumandan "vekili" EnverPaşa'nın Turan'ı zaptetmek için tepeden tırnağa silahlandırdığı muazzam bir orduvardı. Hiç kullanılmamış, yıpranmamıştı. Yakındoğunun en büyük silahlı kuvvetiolarak, "kolordu" etiketi altında saklanıyordu. Kazım Karabekir Paşa kumandasındaMustafa Kemal'in emrine girmişti. Türkiye üzerinde padişahı gölgede bırakan öyleyüksek yetkili komutanla Yöncüleri karşılaştırmak bile gülünç olur.

O durumda Mustafa Kemal "Şimdi anti-emperyalist mücadele var. Halkçılıkprogramını sonraya bırakalım" derken, önce sözünü yerine getirecek eylemsel gücesahipti.

Daha insaflıcası, halkçılığı sonraya bırakmanın ülkeyi bugün içinde bulunduğuduruma sürükleyeceği gibi 40 yıllık bir deneme de yoktu. Avcıoğulları öyle midirler?

Birinci Kurtuluşla KıyaslamaZaman ve olaylar bakımından sorun büsbütün Yöncülerin aleyhine çıkar.

TBMM toplandığı zaman Türkiye'nin merkezleri: İstanbul, Marmara, Ege, Antalya,Adana bölgeleri işgal altındaydı.

En bilinçli olması gereken Almancı komprador kapitalistler kanadı İltihatçılarbile, işgalcilerle hemen uzlaşma yolları araştırıyordu.

İşçi sınıfı Anadolu'yla, silah kaçırmaktan başka yolla bağlı değildi. BugünTürkiye bir bütündür. O zaman modern işçi yüzbinlerdeydi. Şimdi en az 2 milyonşehir işçisinin dörtte biri örgütlenmiş insanımızdır.

O zaman, tefeci-bezirganlarla eşraf ve ağalar, beyler bile, kendilerinimüslüman biliyorlar, "gavur" dedikleri emperyalistlerle açıktan açığa bir kabagiremiyorlardı. Ancak tek tük casuslarıyla, ayıp ettiklerini herkesten, hâttâ kendikendilerinden saklayarak, gizli ihanet yollarında buluşuyorlardı.

Şimdi "işveren sınıfıyla bezirgan ve hacıağalar hep laiktirler. Nurcu geçinenlerbile, Amerikan "Barış Gönüllüleri"nden misyonerlik dersi alıyorlar.

O zaman emperyalizm, elde silah kan döküp ırza geçerek memleketi yakıyor,yıkıyordu. Şimdi emperyalizm, "barış" meleği, film yıldızı, kovboy sempatisi, sakız,kız pantolonu biçiminde, camilerimize dek para getiren turist serbestliğiyle gelmiş.Türkiye'ye kalkınma fonları, planları, uzmanları yağdırarak bir kurtarıcı gibialkışlarla, bando mızıka karşılanıyor. Sularımızda ve karalarımızla ayrıcalıklı kolgeziyor.

Kurtuluş: Sosyalist Kadro-BilinçTürkiye'nin milli mücadele yılları işi çok basitti. Ya ölecek, ya öldürecekti.

Cepheler açık, keskindi. Yalnız silahlar konuşuyordu. Silah sesleri arasında halkçılıkprogramı, savaşanları bilinçlendirebilirdi. Ama, onu kavrayamayan komutanlaraplatonik bir telkin gibi görünebilirdi.

Bugün en büyük silah top tüfek değil, düşüncedir. Türk ulusu kafadansilahsızlandırılmıştır. Halka elle tutulur, açık, duru, gerçek bir ülkü, ancak sosyalistkadroyla verilebilir.

Bir avuç finans-kapitalistin Türkiye'yi daha kıskıvrak bağlamak için bulanıksuda balık avlamasına ve yabancı emperyalizme yem yapmasına ancak sosyalistbilinçle kapılar kapatılabilir.

Yön'ün de, benzerlerinin de, üzerlerine düşen başlıca görev, her zaman basitolan gerçeği çözüm telinden yakalamaktır. Bugün yeryüzünde emperyalizmdenkurtuluşun tek yolu, onun tarihsel antitezi ve biricik olmasa bile, en kesin mezarkazıcısı olan sosyalizmdir.

1966 yılı dünyamızda ilk büyük meydan savaşı "kapitalizmin son konağı ilesosyalizm arasında sonuna gelmiş bulunan" savaştır. Emperyalizme karşı savaşın,sosyalizm için savaştan ayrılacak yanı kalmamıştır.

Page 57: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Mustafa Kemal'in ulusal kurtuluş savaşı günlerinde, iş böylesine yalınlaşmamışsayılabilirdi. Nitekim arada 1919'dan 1966'ya kadar geçmiş 47 yıl,kapitalizm-sosyalizm savaşının ikinci derece ürünlerini, birinci

konu olarak ele almayı gerektirmiştir.Fakat arada geçen 47 yıl boşuna geçmemiştir. Kaçınılmaz gerçeği bir daha

kanıtlamıştır. Türkiye'nin "anti-emperyalist ve anti-kapitalist" savaşı. Türkiye'yi"Batıcılaşmak" sapa yolundan kapitalizme çıkarmıştır.

Bugün, dostun da, düşmanın da sözbirliği ettiği bir çıkmaza getiripsokulmuşuzdur. Yön'ün de, herkesin de ikide bir Türkiye'de varlığını öne sürdüğükriz; siyasal, ekonomik, sosyal, ahlaki, düşünsel, edebi, felsefi, dini, vb... dır.

Hangi türlüsünü isterseniz o türlü türlü bunalımlar nedir? Türkiye ulusalkurtuluştan; vardırıldığı kapitalizme, yabancı sermaye egemenliğine, yabancı üsolmaya düşürülmüştür. Emperyalizmin topraklarımıza sokulması sosyalizmdüşmanlığıyla olmuştur. 47 yıllık savaş,180 derecelik bir dönüşle, anti-emperyalistsavaşken, emperyalizmle ittifak olmuştur.

Milli Kurtuluş - Anti-emperyalizmŞimdi hepinizi cıyak cıyak bağırtan sancılarımız, geriliğimiz, işsizliğimiz,

açlığımız, evsizliğimiz 40 yıl savaşır göründüğümüz emperyalizmin kucağına düşmüşolmamızdan ileri gelmektedir. 50 yıl önce Çin'in, 47 yıl önce Türkiye'nin geçirdiğiulusal kurtuluş hareketlerinden hiç mi bir ders çıkmadı? Çok ders çıktı.

50 yıl sonra ulusal kurtuluş hareketine kalkışan en geri Afrika ülkeleri bile,artık, sosyalizme inanmayan ve yönelmeyen bir ulusal kurtuluş hareketinin, dönüpdolaşıp kendi kendisini inkara vardığını anlamış bulunuyorlar.

Bunu Türkiye'nin 47 yıldır başından geçenlerden daha iyi anlatacak ikinci birörnek de, koca Çin'in başından geçenlerdir.

İki büyük kar'ı kadim imparatorluk Çin fağfurluğu ile Osmanlı saltanatıydı.Emperyalizmin Birinci Dünya Savaşı ile kendi başına açtığı ilk büyük ölüm bunalımıüzerine iki imparatorluk da allak bullak oldu.

Çin'de daha önce Sun-Yat-Sen, Türkiye'de daha sonra Mustafa Kemal adınaaçılan ulusal kurtuluş hareketleri, anti-emperyalist ve anti-kapitalist birer savaşolmakta birbirlerinden zerrece farklı değillerdi. Ancak Türkiye, emperyalistanavatanlarını büyük sömürgelere bağlayan en stratejik yollar üzerindeydi. Sovyetsosyalist devriminin "yumuşak karnı" altına yakındı.

Barut Fıçısı - Eşraf PaniğiAnadolu hareketinin sözcüsü olarak İstanbul'a gelen Refet Paşa, caddelerde ve

meydanlarda: "Biz bir barut fıçısı üstünde oturuyoruz. Dokunurlarsa, kendimizi de,dünyayı da havaya uçururuz!" diye bar bar bağırabilmişti.

"Barut fıçısı" sosyalizmdi. Emperyalizm bunu daha Erzurum Kongresiaçılmadan anlamış ve paşalarımıza anlatmıştı. Anadolu'ya 12 Nisan 1919 günüGücemal vapuru ile ilk geçen paşa Kazım Karabekir'di. Paşa anlatıyor:

"19'da Trabzon'a vardık. Vali Galip bey... dehşetli İttihatçılar aleyhindeolmakla beraber, yaşı ilerlemiş ve kuvvette muhalefet edemiyecek bir insandı...Trabzon Muhafazai Hukuk Cemiyeti Merkezi eşraftan (21) kişi imiş. (11)i heyetimerkeziye, (10) heyeti idare. Belediye Reisi Barutçu Ahmet efendi aynı zamandaMüdafaai Hukuk reisi. Heyet vaziyetin dehşetinden yılgın. Ahvali olduğu gibi değil,müthiş ve gayri kabili izale felaketli görüyorlar. Bütün ümitleri Avrupa'ya yalvaracakheyette. Bu muhterem insanlara dedim ki: İtilaf kuvvetlerinden korkmayınız. Dahageçen hafta Londra'dan memleketimize getirilmek istenilen olaylar iyi anlayınca, bizgitmeyiz diye silah çatılarını bırakıp savuştular. İtilaf milletleri Harbı Umumiden okadar yorgun çıktılar ki., memleketimizde tek bir nefer bile öldürmeye razıdeğillerdir. Karşımızda Rum, Ermeniden başka kimseyi görmeyeceğiz. İstanbul'daİtilaf kuvvetleri bostan korkuluğundan başka bir şey değildir." (K. Karabekir: İstiklalHarbimiz, s. 19-20)

Hazır Şark Ordusu

Page 58: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

İşte, Anadolu tefeci-bezirgan (her vilayette 21 kişi) eşrafı buydu. 4 Mayısgünü Erzurum "Müdafaai Hukuk Reisi Hoca Raif Efendi" Karabekir'e: "Bari aileleriniherkes şimdiden nereye kadar çekilmeleri münasip ise oraya göndersinler" der.Eşraf, memleketi bırakıp kaçma hazırlığındadır. Çünkü İngiliz'i Kars'ta görmüş,paniğe uğramıştır. Enver Paşa'nın şarkta bıraktığı hazır, yıpranmamış orduyugörmemektedir. K. Karabekir Paşa eşrafa şöyle der: "Ermenistan'ı rehin alacağım.Arzu ettiğimiz bir sulh için bu bir anahtardır." (A.g.e., s.23)

Yerini yurdunu bırakıp kaçmaya hazır olan eşraf acep halkçılık programıönünde ne yapardı? Gerçek güç orduydu. Eşraf göstermelikti. K. Karabekir eşrafaşöyle diyordu: "Silahlarımızı vermiyeceğiz, fakat işin milli bir karaşeklinde tecellisiiçin Erzurum Kongresinin himmeline ihtiyacımızı izah ettim." (A.g.e., s. 23)

Kütlesiyle eşraf padişahına bağlı, emperyalizme kuldu. 30 Nisan'a dekTrabzon'da kalan K.Karabekir şöyle diyor

"İngilizler herşeyi kontrol altına almışlar. Fransız mümessili dehşetli Türkaleyhtarı. Trabzon'da (Ademi Merkeziyet Cemiyeti) diye birkaç kişilik zayıf bir şeyvar ve Fransız mümessilinin nüfuzunda. Fakat (İhtiyat Zabitleri Cemiyeti) ve(Muhafazai Hukuk) mensupları namuskar insanlar ve hiçbir nüfuzda değil." (A.g.e.,s.20)

Mehmetçik - Halk - Sosyalizm"27 Nisanda bir Yunan torpidosu geldi. Gelecek Rum muhacirlerini

yerleştirmek için bir heyet getirmiş. Bir gece birkaç Yunan neferi sarhoş olarak birneferimizin silahını almak ister, neferimiz de bunlara silahla mukabele eder ve biriniöldürür. İtilaf memurları bunu mühim bir mesele addiyle valiye gitmişler. Banageldiler. Neferin mukabelei bilmisil yapılmasını, maktule merasim icrasını istediler.Yüz vermedim... Ertesi günü (400) kişilik Rum muhacirini havi Rum vapuru geldi.Vaktiyle Trabzon'dan Sohum'a gitmişler. Şimdi Bolşeviklerden kaçıyorlarmış. Odesamıntıkasına bazı Efzun kıtaatı gönderildiğinden, Bolşevikler tuttuklarını güyaşimendifer raylarına bağlayıp çiğnetiyorlarmış. Bu muhacirler mallarını, hattaçocuklarını bile atıp kaçmışlarmış.

"Ajanstan da Fransa'da Klemanso Kabinesi düştüğünü. Bolşeviklerin Rifadasekiz bin sekiz yüz kişi katliam ettiklerini öğrendim. Bu havadislerden lazım gibiistifade ettim. Bolşeviklerin Kafkasya'ya yürüdüğünü ve bize iyi bir barışsağlanmazsa, bizim düşmanlarımızın düşmanı olduğundan tabi müttefık olacağımızı,Sohum havalisinde İtilaf ordusunun denize döküldüğü gibi havadisleri neşrettim.Kıtaatta ve halkta maneviyata iyi tesirler yaptı." (A.g.e., s. 21)

Halktan Al - Eşrafa VerBunun mantık sonucu:1) Halkın orduya sarılmasıydı:"Aşkale'deki kıtatımızı da teftişten sonra 3 Mayısta öğleyin sevgili Erzuruma

geldim. Halkın ve kıtaatın memnuniyeti pek ziyade idi. Halk ve kıtaatım derlerdi ki(Bismillah dedi mi o mutlak muvaffak olur). Bu kadar büyük itimat varken elbetmuvaffak olurduk ve olacağız da." (A.g.e., s. 22)

2) Paşa etrafına ve eşrafa hep o iyimserliği yaymıştı:"Ermeni ve Rumlarla hesabımızı nasıl olsa görürüz. Husule itilafla muharip

olan Bolşevik Rusya da Kafkasya'ya hareketini tevcih etmiştir. Yakında ne Kars'ta vene Batum'da İngiliz kuvvetleri kalamayacaktır. Benim kararım şudur. Şimdiden(Müdafaai Hukuk Cemiyetlerini) esaslı tensik ve Erzurumda bir Kongre ile fiilikararları milletin arzusu haline kalbetmek... Trabzon'da İngilizlerin dairei nüfuzunagirenlerden maada bir şey vermemek. Mıntıkamıza bir taraftan taarruz olursa derhalErmenistana yüklenmek. Dikkat edeceğimiz en mühim mesele de Kürtlükcereyanıdır... Kürdistan'ın Ermenistan olacağını anlatmakla mesele kolay hallolur.(Trabzon Müdafaai Hukuk)u ile görüştüm. İtilaf kuvvetlerinin bir şeyyapamıyacaklarını ve İstanbul'daki kuvvetlerin bostan korkuluğu olduğunu anlattım.Kararımızdan ayrılmamaya ve artık şuraya buraya ricacı heyetler göndermekle değil,bizim vereceğimiz hareket emirlerini yapmaya söz verdiler." (A.g.e., s. 23)

Page 59: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Emperyalist Anti-Sosyalizm"Ertesi günü (Erzurum'da Türk ordusunu silahlarından tecrit etmiye

gönderilmiş bulunan İngiliz miralayı Ravlinson'u) ziyaretimde pek samimi davrandı.Bahsi Bolşeviklere getirdi. İdarelerinde intizam başladığı için ahvalin müşkülolduğunu söyledi. Kafkaslar için korkulmıyacağını, çünkü Kazakların Çar taraftarıolduklarından bahsettim. 'Maateessüf onlar da karıştı' dedi; 'Gayrimümkün!Gayrimümkün' Yeniden kuvvet celbi gayrı mümkün! Bundan başka Bolşeviklerinmüteaddit orduları var. Yapılan ve yapılacak şey başka memleketlere Bolşevikliksirayet etmemesidir. Ve müthiş propagandacılarını gönderiyorlar.' dedi." (A.g.e., s.24)

Türkçe'de "çocuktan al haberi" deriz. Paşamız emperyalistten almıştı haberi...Emperyalizm karşısında bir tek düşman görüyordu: sosyalizm. Ona karşı paşadanmedet umar gibiydi. Ounun için Türk ordusunu silahsızlandırma konusunuunutmuştu. Paşa diyor ki:

"Ravlinson ne Halit Beyden (az önce 'Üçüncü Fırka Kumandanı Yarbay HalitBey muhafaza altında Trabzon'a sevkolunacak. Elviyeyi selasede Gürcülere karşıhalkı mukabeleye sevk ettiğinden İngilizler kendisini mesul ediyordu:) ne desilahlardan bugün hiç bahsetmedi. Ben silah ve kumandan vermemek için atlatmaplanları yaparken onun da beni Bolşevikler Kafkasya'ya geldi diye, vaktinden evvelbir hareket yaptırmaya çalıştığını hissettim.

"İlk mühim iş haber almak. Bilhassa Rusya'da neler oluyor, bunu doğru olarakve vaktinde öğrenmekti. Telsiz telgraf istasyonunu faaliyete koydum. Rusya veFransızca tebliğ ve ajanları alabilecek insanları Tebriz'de olduğu gibi işe başlattım.Moskova telsizlerini muntazaman, arasıra da Berlin ve Paris'ten ajansı ve bazanİstanbul Kaıadeniz'de gemilerin muhaberatını almaya başladım. Kafkasya'dan veKars'tan da malumat almak için icabeden tedbirleri yaptım. Zaman zaman aldığımhaberlerle hale göre nasıl neşriyat yaptığım görülecektir." (A.g.e., s. 24)

Kürt - Ermeni Çelişkisi"8 Mayısta Erzurum valisi Münir Beyden de bir tezkere geldi: "Bolşeviklerin

Tiflis ve Batum'u işgal ettikleri, İngilizlerin Kars'ta kalan 2 bin kişileri de Erivancihetine trenle naklolundukları." (A.g.e., s. 25) "Aynı zamanda Aşiret tensikatınıyaptım. Harbı Umumide bulunan aşiret alay kumandanlarını selb ile; açıkça bunlaraKürtlük meselelerinin neticesini, Kürtleri Ermenilere mahvettireceklerini anlattım. Vememleketimizin kurtarılması için elbirliği ile çalışılmazsa, iki cihanda lanete hakkazanacaklarını söyledim. söz verdiler, yemin ettiler. Kürtlük için mühimpropagandalar varmış. Berlin gazetesi namussuzca yazarmış, fakat ayrılık fıkrigütmeyeceklerdir. Bilhassa Dördüncü Aşiret Alay Kumandanı Haydar Bey (1335Ermeni Harekatında şehit oldu) bana müthiş propaganda ve para oynadığını, fakatşahsının Erzuruma gelmesi ve ikaz etmesi üzerine ayrılık fıkri kalmadığını yeminleanlattı."

Elli Bin Silahlı"Kolordum 4 fıkra (tümen) idi. Genel kuvvetim: 17 bin 860 idi. 30 bin tüfenk

nizamiye her zaman seferber edebilirdim. Fakat sunufu muhtelifesi, aşiretleri,milisleri icabında 50 bin kişilik bir ordu ile işe başlıyabilecek idim. Ahali elindedahihayli silah vardı. Ayrıca, köy bekçilerine dahi silah verdirdim." (A.g.e., s. 24-25)

K. Karabekir 20 yaşında subay, 23 yaşında kurmay çıkmış, 27 yaşında irtica,28 yaşında Arnavut isyanlarını bastırmış, 30 yaşında binbaşı, 32 yaşında (1914)yarbay, 36 yaşında (1918) liva (tümgeneral) oldu. "Şarkıaki Ordunun mütarekeyezaferle girmiş olması, maddi ve manevi kuvvetinin bozulmamış bulunmasıdolayısiyle...1919 Nisan ortalarında bütün şarktaki ordunun başına geçmek imkanınıbulmuştur." (A.g.e.)

Bu çocuk (37) yaşında paşalar, isteseler iki vilayetin emperyalizme"yalvarmak"tan başka şeye aklı yatmayan yirmi otuz eşrafına kalb kuvvetivereceklerine, heyecanla hareket eden halka "halkçılık programı"nı destekletemezler

Page 60: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

miydi? "istemek" elde olsaydı... Olmadı.Halkçılık Programı

Demek, kurtuluş savaşı gibi anacık babacık gününde bile "halkçılıkprogramı"nın uygulanmaması, "millet kaderine hakim olabilecek mevkilere gelmişbulunanların" o program üzerinde yeterince duru net bir kanı bekleyememişolmalarından ileri gelmiştir.

O yüzden anti-emperyalist - anti-kapitalist mücadele, Türkiye'de öncekapitalizmi, sonra emperyalizmi, bugünkü duruma yükseltmiştir. Bugün artık en körgöz bile milli mücadelede anti-emperyalist savaş ile halkçılık programı arasındahayati bir bağlılık getirebilir. Anti-emperyalizmde halkçılığın birbirine zarar vermekşöyle dursun, birbirini yalnız çelikten güce eriştireceğini anlamakta güçlük çekemez.

Birinci Büyük Millet Meclisi'nin halkçılık programı neydi? 18 Eylül 1921 (1337)günü Meclise Mustafa Kemal imzasıyla sunulan programın 2. maddesi şudur:

"2- Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, hayat ve istiklalini kurtarmağıyegane maksad'u gaye bildiği halkı emperyalizm ve kapitalizm tehakküm vezulmünden tahlis ederek, idarei hakimiyetinin hakiki sahibi kılmakla gayesine vasılolunacağı iddiasındadır."

"3- T.B.M.M. Hükümeti, milletin hayat ve istiklaline suikasteden emperyalistve kapitalist düşmanların tecavüzatına karşı müdafaa ve harici düşmanlarla tevhidimevsaî edip milleti iğfal ve ifsada çalışan dahili hainleri tedip için orduyu tarsinetmeyi ve onu millet istiklalinin müttekası bilmeyi vecibe addeder." (S. Ağaoğlu:Kuvayimilliye Ruhu, s. 72)

Sözler Osmanlıca. İnsan, sonradan öztürkçe modasıyla, acep o ilk günlerdesöylenenlerin sonraki kuşaklarca anlaşılmaması amaç mı güdüldü diye, kendikendine sormadan edemiyor. Kurtuluş savaşında biricik amaç halkı empcryalizm

ve kapitalizm tehakkümünden ve zulmünden kurtarmaktır. Bu nasıl olacak?Mübarek Saban ve ÇekiçYeni Anayasa tartışılırken (18 Kasım 1920 -1336) İzmir millet vekili Mahmut

Esat batıcı parlamento usulünü şiddetle yerdi:"Bu Parlamento usulü halkı memnun edememiştir ve zaman zaman dünyayı

sarsan büyük büyük ihtilallere meydan vermiştir. Çünkü Parlamentoların kabulüneve kanunu esasının (Anayasanın) alkışlarla tasdikine rağmen, bir tabaka vardır ki,memleketi omuzlarında taşıyan bir tabaka vardır ki, o, daima esaret altındainlemiştir. Efendiliğine nail olamamıştır, ve o sefalet içinde inlerken, Burjuvatabakası onun önüne çıkmış,elindeki kanunu esasi ile o zavallı tabakanın önündeistihza etmiştir... Efendiler, memleket demek o memleketin iktisadiyatı demektir.Hiçbir zaman o memleketin, yalan yanlış politikacıları demek değildir. Fakat omemleketi, sapanı ile, elinde o mübarek Çekici ile çalışan demircisi, çiftçisi temsileder ve memleket onlardan terekküp eder.

"Memleket manası onlarda mündemiçtir. Ve o tabaka reiskare gelmedikçe, bumemleketin mukadderatını doğrudan doğruya eline almadıkça feraha doğruyürümenin imkanı yoktur. Bütün Anayasalara ve bütün meşrutiyet şekline rağmenesirdir. Yine inlemektedir. Yine aç ve yoksuldur. O tabakayı buraya koymaktadır kibiz açlığın önüne geçeceğiz ve o tabaka buraya geldiği zaman kibar kibar cümleleriçinde büyük nutuklar irad edemiyecek, fakat çiftçi çiftçiliğini düşünecek, demircidemirciliğini düşünecek, dabak dabaklığını düşünecek, ayakkabıcılar ayakkabılarınıdüşünecek, bu suretle memleketi vücuda getiren unsurlar o memleketi hakikatendüşünmüş olacaktır. Hiçbir zaman bir çiftçi olmıyan, çiftçinin menfaatini çiftçi kadartakdir edemez efendiler... ve memleketini belki elbesesiz, belki bastonsuz, belkiyakalıksız, fakat ayağında çizmelerile, elinde mübarek çekiciyle buraya gelendemircilerini, çiftçilerini, yani memleketi burada gözümüzün önünde görürüz...Bunlardan ve herhalde bizim burada siyasi mübahaselerimizden, siyasimünakaşalarımızdan ziyade hayır ve istifade görür ve hiç bir vakit memleket siyasetbildiğimiz şu fırıldaklardan ibaret değildir." (Kuvayimilliye Ruhu, s. 98-100)

Page 61: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Köylü Memleketin EfendisiKapitalizmi, burjuva parlamentosunu kaldıran bir yönetime bilim dilinde ütopik

ya da bilimsel sosyalizm denilmez de ne denir? 45 yıl önce TBMM'nin de bunlarsöylendi. Kabul edilen anayasanın 4 ve 5. maddeleri şunu yazdı:

"B.M. Meclisi, Vilayetler halkınca meslekler erbabı temsil edilmek üzeredoğrudan doğruya müntehap azadan mürekkeptir... Intihabı 2 senede bir icraolunur..."

O Mecliste Mustafa Kemal şöyle haykırıyordu:"Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler se daları.) Bunun cevabını

derhal birlikte verelim: Türkiye'nin sahibi hakikisi ve efendisi, hakiki müstahsil olanköylüdür. (Şiddetli ve sürekli alkışlar).

"O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servet, müstahak ve elyak olanköylüdür. (Sürekli alkışlar) Binaenalehy Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetininsiyaseti iktisadiyesi bu gayei asliyeyi istihsale matuftur.

"Tunalı Hilmi bey (Bolu): Allaha çok hamdederim ki bu sözleri işitiyorum."Mustafa Kemal Paşa (devamla). Filhakika yedi asırdanberi cihanın muhtelif

aktarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız veyedi asırdanberi emeklerini ellerinden alıp israf ettiğimiz ve buna mukabil daimatahkir ve tezlil ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlık ve ihsarılarına karşınankörlük, küstahlık, cebbarlıkta uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu sahibiaslinin huzurunda bugün kemali hicap ve ihtiramla vazzi hakikimizi alalım." (BüyükMillet Meclisi zabıtları C. 18, s. 4, 3, içtima senesi açış nutku, A.g.e., s. 218-219)

Herkes Birinci SosyalistŞimdi bir an başımızı eğip utançla düşünmek zorunda değil miyiz? Yarım

yüzyıl sonra TİP adına sahneye çıkanlar seçimden önce meddahlığını yaptıkları elinasırlıları "yetersiz" bulabiliyorlar.

Yön dergisinin bir kurucusu TİP'i beleşten eleştirirken şunlar yazıyor:"TİP yöneticileri, sosyalizm sözünü telaffuzdan dikkatle kaçırırlarken,

"Türkiye'nin tek kurtuluş yolu sosyalizmdir" diye çıkan Yön'e fena halde bozulmuşlarve onu 'İnönü'nün oyunu' diye çürütmeye kalkışmışlardır. Bugün sosyalistlerin, Türkkamuoyuna mal ettikteri ne fıkir varsa, ilk kez Yön'de ciddi araştırmalara dayanarakortaya atılmıştır. Sosyalizmin en büyük milliyetçilik olduğu görüşü ve İkinci MilliKurtuluş Savaşı sloganı Yön'ün ortaya attığı bir fikirdir." (İlhami Sosyal: "EğriOturalım, Doğru Konuşalım", Yön 29.7.1966) Hangisine inanmalı? Türkiye'de herönüne gelen her düşüncenin ve hareketin kendisiyle başladığını bilerek bilmeyereksöyleyebilir. Ancak, aynı Yön'ün aynı 1965 yılı 8 Temmuz sayısında D. Avcıoğlu:"Türkiye için bugünkü temel ve hayati mesele sosyalizm değil" der, 29 TemmuzSayısında İ. Soysal: "Türkiye'nin tek kurtuluş yolu Sosyalizmdir" derse.,. O dergiyene ad takılır: "Yön" mü, "Yönsüzlük" mü?

İki Yüzlü İnançsızlıkBöylesine nişangahsız atış nereden cesaret alıyor? Küçük- burjuvalıktan. İşte

bu küçük-burjuvalar, bir yandan sosyalizmi ve "Marksizmi" kimseciklerebırakamazlar. Ötede "orijinal" görünme sevdasıyla, 45 yıl önce bile Türkiye içinsosyalizmin temel ve hayati sorun olduğunun hiç değilse söylendiğini ve milletmeclisince savundulduğunu bilmezler ya da unuturlar.

Yarım yüzyıl önce Türkiye gerçekten elde silah emperyalizme karşı savaşırkenmodern sosyalizme temel olacak bir işçi sınıfının işgal altında kaldığı gibi gerekçelerbulunabilir. O nedenle sosyalizm yolundan cayıldığı öne sürülebilir, belki.

Bugün o teorinin bilinçsiz bir çıkarcı atlatması olduğu öne sürülebilir. Gene debirinci kuvayimilliyecilerin genç deneyimsiz burjuva aydınları oluşları gibi mazeretlerivardır. Bugün "ikinci kuvayimilliyeciliğin" patentini telikle ellerinde tutan Yöncülerinöyle bir mazeretleri yoktur. Türkiye'de örgütlenmesi en azgın zorbaca işkence vebaskılara karşın önlenememiş bir işçi sınıfı vardır.

Onlar 30 yıllık kadrocu kalpazanlarla elbirliği etmişler. "İşçi sınıfı yoktur"

Page 62: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

diyemiyorlar. Bilinçsizdir, yetersizdir mavalını okuyorlar. "Sosyalizme karşıyız"diyemiyorlar, sosyalizm, emperyalizmle savaşı bizde sağlayamaz diyorlar.

Kişi Başka - Sınıf BaşkaTek tek işçilerimizi ele alırsak elbet hepsi de Yunus gibi "biçaredir, baştan

aşağı yaredir"ler. Babil çağından beri toprağımıza sinmiş binbir nemrutluğun vefiravunluğun baskısı altında başka nasıl olabilirlerdi?

Yedi bin yıllık imtiyazlara sahip, ikiyüz yıldır içli dışlı desteklede sivriltilenkapitalistlerimizi görmüyor muyuz? Tek tek ele alınırlarsa, hepsi devlet koltuğualtında uyuz böceği, yabancı sermaye ajanı.

Ama, sosyal bir sınıf olarak işverenlerimiz yeryüzünün hangi ülkesindekiişveren sınıfından daha az egemendir? Daha az sömürücüdür

Demek, bir sosyal sınıf insanlarının tek tek karşımıza alacağımız kişileri, hattasapık kast ve zümreleri hiçbir şey öğretmez. Önemli olan, o yetersiz, değersiz kişi vezümrelerden birleşik olan sosyal sınıfların, bir toplum ya da ülke içinde tarihselbakımdan oynamakta oldukları ya da oynamaya çağrılı bulundukları rolleridir.

Yön samurayları Türkiye'de işveren sınıfının küllü ayıbıyla var ve egemenolduğunu inkar edebilirler mi? Hayır. işçi sınıfının varlığını ve sosyal misyonunu neyedayanarak inkar ediyorlar? Başka hiçbir şeye değil. Kendilerini bir hamlede okkalayıpiktidara çıkarmadığı için, AP'ye oy verdiği için!...

İşçi Sınıfını Metafizikçe KoymakYöncüler "Avrupa görmüş" "mutlu azınlığımızdan"dırlar. Amerika'da,

İngiltere'de, Fransa'da, Almanya'da, İtalya'da Yöncülerin "proletarya" diye gerinerekanacakları bir işçi sınıfı var mı? Var. Hem de çoğunlukta. Yani Batı ülkeleri nüfusuiçinde oyların en kalabalığı işçilerdedir.

Ne görüyoruz oralarda? Oy çoğunlukları Adenaur ya da Erhard'ların,Kisinger`lerin, De Gaulle'lerin, Fanfani lerin, jonson'ların emrindedir.

Yöncüler neden o ileri Batı ülkeleri işçilerini yetersiz, bilinçsiz bulmuyorlar da,Türkiye işçi sınıfına dudak büküyorlar? Sosyalizm için De Gaulle mu Jonson mu dahatehlikelidir, yoksa bizdeki Menderesler, Palapaşalar, Demireller mi? Elbet birinciler.

O Batı burjuva liderleri "demokratik" yoldan, işçilerin oylarını alarak iktidaragelmişlerdir.

Dahası var. Dünyanın en ileri kapitalist ülkesi İngiltere'de ikide bir "İşçiPartisi" iktidara gelir, gider. İngiltere yeryüzünde kapitalizmin kalesi olmaktan gerikalmaz. İsveç kadar olsun İngiltere'ye "sosyalist" demek kimsenin aklından geçmez.

Ötede bakarsınız Kuli'ler ülkesi Çin'de, o "yetersiz" işçi sınıfı başa geçip,işitilmiş sosyalizmlerin en çetinini kurar. Yön bile onun "sosyalizm"inden kuşkuduyma cesaretini gösteremez. Demek işçi sınıfını idealistçe koymamalıdır.

Sosyalizm Partisi ve TeorisiYalnız, bu sosyalizm Mısır ve Cezayir gibi sömürgelerde patlak verdi mi, Yön

önce onları proletaryasız sosyalist devrimler olarak kendi kapıkulu "devrimci"liğine,devletçi anti-emperyalizmine örnek yerine koymak ister. Sonra "yeterli" profesörNiyazi Berkes Cezayir'de içki sofrasının sosyalizm adına yasak edildiğini görünce, D.Avcıoğlu" bu çabaya sosyalizm etiketi "verilemeyeceğini" (8 Temmuz 1966, Yön)yazar:

Bir başka gazeteci kendi köşesinden daha sistemli konuşmak isteyince Yön'deşunları yazıyor:

"Türkiye'de sosyalist akım gittikçe daha sıhhatli bir yapıya kavuşmak, vememleketin gerçeklerine oturmak için durmadan düşünce çabası sarfetmekzorundadır."

"Fikir yönünden kısırlık, hiç şüpheniz olmasın eylem yönünden kısırlık getirir:..Türkiye'de sosyalizmin yürüyeceği yol ve tutacağı usul konusunda yazılarımız zengindeğildir." (İlhan Selçuk: "Kendi Kendimize", Yön, 8 Temmuz 1966, s. 5)

Doğrudur. "Devrimci teori olmaksızın devrimci hareket olamaz." İnsanın bütünhayvanlardan farkı; yapacağı işi önce kafasında tasarlamasından ileri gelir.

Page 63: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Ancak, insan kafasında hiçbir tasarı, gökten inme değildir. Hep yeryüzündebaşından geçen işlerden çıkagelir. Diyalektik burada en yüce gerçekliğini bulur insan"işlediğini düşünür, düşündüğünü işler."

Sosyalizm Züğürtlüğü ve ÖdlekliğiBirde bugün "sosyalist düşünce" uğruna yapılan bütün savaşların "zengin

değil" züğürt kalışı, "memleketin gerçeklerine oturmayışı" şundan ileri geliyor.Yazarlarımız yalnızca yazmak ve okumakla doğru yolun bulunabileceğini sanıyor.

İlk sapıtma oradan başlıyor. İkinci sapıtma, kendilerinden önce bu ülkedesosyalizm uğruna savaşmış olanları hiçe sayıyorlar. Burjuvazi kendi çıkarına güzelbir yol tutmuş, dün sosyal konu üzerine ağzını açanı engizisyon cenderesindemahkum etmiş, lanetlemiş. Şimdi, bütün sosyalistçe düşünenlere o lanetlileriparmakla gösteriyor: "'Bu mel'unlara sakın yaklaşmayın. Yoksa!"

Taze sosyalistlerimiz bu öğüdü "akılcı düşünce"lerine uygun buluyorlar.Burjuvazinin lanetlediklerini bir yolda sosyalistler lanetliyorlar. Dilleriyle değilse,davranışlarıyla...

Sosyalistçe adam lanetlemenin özel biçimi vardır. Lanetlilere: "Sizi burjuvazilanetlediği için biz de lanetlemeye mecburuz" diyemezler. Bu onlarınsosyalistliklerine" dokunur. Öyleyse ne diyecekler? İçlerindeki komplekslerüıe göre:"Siz yanılmışsınızdır", "siz düşüncesizsiniz", "siz yetersizsiniz", "siz vakti geçmişmolozsunuz", "siz şüpheli adamlarsınız" ve bunların özeti "siz yenilmişsiniz"dir.

Hiçbir zaman "biz korkuyoruz" diyemezler. Çünkü hepsi yeni bir cesaretleortaya atıldıklarına inanmıştırlar. Bu inançlarında içtendirler.

Emperyalizme Yarar YozlaşmaO zaman ne olur? Bugünkü "sosyalist düşünce ortamı" ortaya çıkar.1- Sosyalizm işinde az çok denemesi ve düşüncesi bulunanlar, gizli polisin

gösteremediği bir "başarı" ile tecrit edilirler.2- Yeni bir sosyalizm kurmaya çıkan "Allah yaratıcılar" gibi birçok "sosyalizm

yaratıcıları", Türkiye'nin her türlü pratiğinden kendi kendilerini dışlarlar.Hareketin tarihinden, deneyiminden pratiğinden kopmuş olan yeni "sosyalizm

yaratıcıları" eskilere dönüp: Gördünüz mü?" derler, lisanı halleriyle, "Biz sizin gibienayi değiliz, beceriksiz yetersiz, düşüncesiz, moloz, müstehase, fois değiliz" derlerÖrgütde, yayınlarda yalnız pratikten kopmuş olmanın sosyalizmi ne dereceyozlaştıracağını bilen günün egemen güdücüleri yeni "sosyalizm yaratıcıları"na hatırısayılır kolaylıklar sağladığı için, herşey yolunda gibi görünür.

Dört yıllık TİP ve Yön çalışmaları ile sosyalist yazarlıklar sonunda artık iyiceduyulan boşluk ve eksiklik bundan ileri gelir.

Türkiye'de yeni bir sosyalizm yaratıcılarını ne yadırgıyoruz, ne kınıyoruz.Lanetlemelere çok alışığız. Gene lanetlenmeyi kolayca göze alarak yaptıklarımızıdeğil hiç değilse düşündüklerimizi açıklamaktan kendimizi alıkoymayacağız.

Dördüncü Bölüm27 MAYIS VE İKTİDAR

27 Mayıs denildi mi, göz önüne hemen 9 subay olayı gelir. 9 subay olayı, 27Mayıs'ın başarısız bir provasıdır. 1960 devrimini yapanlar, 6 yıldan beri nasılcanlarını dişlerine takarak ihtilal hazırladıklarını söylerler. Demek, ihtilal hazırlığı1954 yılı, tam Vatan Partisi'nin kurulduğu yıl başlamış.

1957 yılı, ihtilalci 9 subay ile Vatan Partililer Harbiye'de tutuklandıkları zaman,birbirlerinden tüm habersizdiler. Vatan Partililer mi, 9 subay mı daha çok işkenceçektiler? Kestirilemez. Vatan Partililerden, 7-8 ay geceli gündüzlü gün ışığıgörmeyen, karanlık mezar darlığında hücrelerinde, sağlam dişlerinin peynir gibikırıldığını görenler oldu. Vatan Partisi de, 9 subay da beraat ettiler.

Bu paralellik, başka birçok bakımlardan Vatan Partisi ile 9 subay olayları

Page 64: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

arasında uzar gider. Ne var ki, paralel, hiçbir yerde birbirlerine değmeyen çizgileroldu. Değmemekle de kalmadı, 9 subay kendilerinden sonra gelen hareketlerceaforoz edildi. Vatan Partisi de öyle, kendisinden sonra gelen hareketlerin afokonunukaldırdı, durdu.

9 subay olayı, 27 Mayıs'ın alabildiğine küçük modeli olmaktan çıkmadı. 9subay olayı denildi mi, göz önüne şu manzara gelir: Genç subaylar, içlerinden birininhanımını evden gezmeye göndererek toplanırlar. Toplandıkları ev, Vatan PartisiGenel Başkanı'nın evi ile şaşılacak derecede yanyana, aynı kıyıda sallanan iki eskikonaktan biridir.

Genç subaylar, geceyarısından sonra geç saatlere dek DP hükümetini nasıldevireceklerini görüşürler. İçlerinden başkan seçerler. Tutulacak stratejik ve taktikbütün davranışları inceler. Kuvvet hesapları, durum değerlendirmeleri ayrıntılarınadek tartışılır. İhtilalin hemen her sorunu karara bağlanır. Karşılıklı sadakat, namus,şeref ve ihtilale bağlılık yeminleri edilir.

Daha düşünülecek bir şey kaldı mı? Hayır. Düşünülenleri uygulamaktan başkahiçbir eksik kalmamıştır. Evelallah, şu zalim, gerici, memleketi uçuruma götüren DPHükümetini devirmek yolunda herkes sözbirliği etmiştir. İşbirliği tamamdır. Sabaholmadan, kem göze görünmeksizin, işlerin başına gidilmek üzere kalkılır.Sarmaşılarak helallaşılır. Ayrılınır. Kapıya doğru yürünür.

Eşikten dışarı adım atılacağı anda, ihtilalcilerden birinin ansızın aklına gelipsoruverir:

- Peki, arkadaşlar. Bu alçak hükümeti devirdik demektir. Silah gücü bizde.Ordu iktidardakileri sevmiyor. Bir vuruşta yıkacağız. Yalnız ihtilal başarı ilesonuçlanır sonuçlanmaz ne yapacağız?

Herkes şaşırarak birbirlerinin yüzlerine bakar.Öyle ya. İktidardaki düzeni devirmekten kolayı yok. Devrilince yerine yeni,

daha iyi bir düzen kurmak gerekmez mi? İyi ya da kötü, yıkılacak düzenin yerinenasıl bir düzen konulacaktır?

Genç subaylar, işte onu hiç akıllarına getirmemişlerdi. Bunun akıllarınagelmediğini de ancak, son ayrılık dakikasında içlerinden yalnız bir kişicik farketmişti!Bir dünya yıkacaktık, ama nasıl bir dünya yapılacağını düşünmemiştik.

Bu durumu anlatan ihtilalci subay, ayaküstü iki üç saniye bakışıldıktan sonraher evlinin evine ve köylünün köyüne gittiğini söylüyor. Bir daha da, o son dakikadaakla esen o münasebetsiz sorunun açılmadığı kendiliğinden anlaşılıyor.

Kızkulesi karşısında, Vatan Partisi Genel Başkanı'nın belki de derin uykularadaldığı yıkkın eski yalının kapısı önünden geçen genç subaylar, yollarına o savaşkararlılığıyla gittiler. İçlerinden kimileri daha önce tutuklanıp Harbiye zindanınaatılmış Vatan Partililerden habersiz tutuklandılar.

Tutulmayanlar 27 Mayıs'ı yaptılar. Yaptıktan sonra farkettiler ki,hükümetidevirmekten kolayı yokmuş. Asıl güç olan şey, devrilenin yerine hangi hükümetin,hangi düzenin geçebileceğini bilmektir.

"Hükümet", "düzen" demek, iktidar demektir. Politikada "iktidar" büyülü,mistik bir küçük-burjuva "bilim kategorisi" değildir. Doğrudan doğruya, kayıtsızşartsız ve yalnız sosyal sınıf egemenliği demektir. Özünde ondan başka hiçbir şeydeğildir. Bilimin nesnel ve somut verisi budur.

Sınıf egemenliği çok kez sınıf diktası ile karıştırılır. Bunu özellikle en şövendiktacı olan finans-kapital karıştırır. Amacı açıktır. Fahişenin kendisini namuslugöstermek için bütün mahalleyi fuhuşla suçlayışı olağandır. Finans-kapital de, kendikimi "demokratik" maskeli sınıf diktatörlüğünü açıklayanları diktayla suçlar. İktidarne zaman tahakkümdür? Bir avuç sömürücü azınlık, çoğunluğu aldatır ya da zorlakendi oyununa getirirse, o zaman tahakkümdür. İster faşist, ister demokrat olsun,finans-kapital hiçbir zaman çoğunluğu sömürmekten cayamaz. Finans-kapital iktidarıher zaman tahakkümdür.

Modern toplumda burjuva tahakkümüne karşı çıkan tek iktidar alternatifi,

Page 65: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

proletarya sosyalizmidir. Proletarya da azınlıktır. Ama sömürücü bir sınıf değildir vekendisinin sömürüden kurtulması için, yeryüzünde hiç kimsenin sömürü vedolayısıyla da tahakküm altında kalmaması gerektiğine inanır. Onun için, daha ilkadımında, finans-kapital tahakkümüne karşı bütün köylü, esnaf, aydın tabakalarını,hatta burjuva liberallerini ve bütün insanlığı çağırır.

27 Mayıs devrimcileri bu çok aşırı basit gerçekliği akıllarına getirmeden biriktidarı devirdiler. Devrilen finans-kapital iktidarı mıydı? Açıkça oydu. 27 Mayısçılaröyle sanmadılar. "Kişileri" devirdiklerine inandılar. O kaşi kuklaları oynatan sınıflarıgörmediler.

Öylesine görmediler ki, iş başa düşünce devirdikleri adamların halkı kandıransömürme aygıt ve avadanlıklarını yerden kaldırıp, yapma solunumla diriltiler. Veiktidarı bu finans-kapital dikta araçlarına kendi elceğizleriyle teslim etmeyi, dünyanınen akılcıl işi saydılar.

Geri kalan her iğrilti ya da doğrultu ayrıntıdadır. 27 Mayıs ayrıntılar içindeboğuldu. İktidarı teslim ettiği öteki yedek finans-kapital ekibinden ummadığı tepkive tekmeleri yedikçe şaşakaldı. Genç 27 Mayısçılar bu aldanışlarında ayıplanamazlar.40 yıllık iktidar tilkisi ve kafası içinde 40 tilki yatan CHP bile o ince işin farkındagörünmüyor. Demirel'e karşı Bayar'ı, ya da Ecevit'e karşı Feyzioğlu nu sahneyeçıkarmakla bir "düzen değişikliği" olabileceğini sanıyor.

Aşağıdaki satırlar, biraz acele olarak 5 yıl önce kaleme alınırken, yalnız otemel yanılgıyı somut örneklerle vermeye çalışmıştı. Hala, sağda solda bu iktidarkonusunun karıştırıldığı görülünce, "eski" satırların bir işe yaraması düşünüldü. Birsözcüğüne dokunmaksızın, çırpınan yeni kuşağa bir daha sunulur.

Kimi eksik gedikleri, sıcağı sıcağına bağışlasın, Daha eleştirel ilgiye kapıaçabilir kanısındayız.

Amerika'nın Kuklaları ve Uşakları27 Mayıs devriminin anılarını yapanların ağzından heyecanla dinledik. En son

gölgedeki adam, acıklı 27 Mayıs ve sonrası olaylarını bir başka açıdan aydınlattı.27 Mayıs sabahı, devrimciler iktidardaki DP hükümetinden değil Amerika'nın

araya karışmasından korkuyorlardı:...arada, resmi veya gayrı resmi gelen haberlere göre ihtilal: iktidara nefes

dahi aldırmadan tam bir başarı ile sonuçlanmıştı. İktidarın bir yere sığınarakkendisine artık Amerikalıları yardımcı olarak çağırması bahis konusu değildi." (D.Seyhan: Gölgedeki Adam, 31.5.1966)1

Demek Türkiye'de DP iktidarı değil, Amerikan müdahalesi önemliydi...O atlatılınca, devrimciler Türkiye'nin en yetkili ulu görevlileriydiler. Herkesin

istediğinden ala "millet" kaderine hakim" bulunuyorlardı. Şimdi ne yapacaklardı? ·Ellerinde sosyal sınıf pusalası yoktu. Anadan doğma devletçi yetişmişlerdi.

Devlet bütünüyle ellerindeydi. İstediklerini yapabilirler miydi?Her devletçinin kalemine doladığı bütün sorunları ortaya atabilirlerdi. Ancak o

sorunların sosyal sınıf açısından çözüm yolları açık değildi.Sınıf pusulasızlığı yüzünden, iktidar, devrimcileri adeta paniğe uğrattı. Net,

belirli bir davranış yerine, herkes başının derdine düştü. D.Seyhan yazıyor:"İhtilalin geçici Anayasası yapılıp Komitece kabul edilinceye kadar, hiç kimse

yarınından emniyet duymadığı için bilhassa ilk 15 gün zarfında ihtilalciler kendigelecek stratejilerinin derdine düşmüşlerdi."

Ulu görevliler eğer Türk ulusunu önlerinde yuvarlak bir bilmece- bulmaca gibigörmeyip de, aradaki sosyal sınıf ilişkilerini olduğu gibi kavrayabilselerdi, tutacaklarıyanı daha ilk adımı atarken bilirler ve o yana yönelirlerdi.

Onlar DP'yi "meşru yoldan iktidara gelmiş" sayıyorlardı, yani DP'ye oyverenlerin ne yaptıklarını bilerek oy verdikleri varsayımına inanmışlardı.

Menderes sonradan "meşrutiyetini yitirmişti", onlar da Menderes'i alaşağıedince sorun kalmamıştı. Herşey kendiliğinden tıkırına girecekti. Bütün sorundevrimcilerin ne olacaklarına kalıyordu.

Page 66: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Finans - Kapital ve İşçi SınıfıOysa DP iktidarında, Türkiye'yi ve dünyayı sarmış finans-kapital adlı bir sosyal

sınıf bölümünün tahakkümü vardı. DP finans-kapitalin örgütüydü. Menderes onunsimgesiydi. Simgenin kalkması, ne dünyada emperyalizmi, ne Türkiye'de onudestekleyen tefeci-bezirgan eşraf ve ajanlar topluluğunu eli kolu bağlı bırakamazdı.

Türkiye'de bir işçi sınıfı vardı. Finans-kapitalin tahakkümünden hiçbir yararlığıbulunmayan, durumu ve çıkarı finans-kapitalle hiçbir noktada uzlaşamayacak olan,yerli finans-kapital yalanlarına en az aldanabilecek ve en çabuk uyarılabilen, enkolay, en geniş örgütlenme becerisi ortada duran halk yığınımız, işçi sınıfımızdı.

Ezilen, soyulan Türk ulusunun önüne, sömürmenin her biçimini kökünden vekesince gidermeye hazır bulunan işçi sınıfı tutulup geçirilebilseydi, o zaman ulugörevlilerin tereddüt ve telaşına yer kalmazdı. "Kendi gelecek stratejilerine", yanican kaygusuna düşmezlerdi. "Sosyal sınıflar stratejisine" bel bağlarlardı. Böylehallerde kurmay nitelikleri en iyi stratej olmalarını sağlayabilirdi.

Öyle olmadı. Devrim başarıyla sonuçlanır sonuçlanmaz, devrimciler iğnelifıçıya düşmüş çocuğa döndüler. İşte en ulu görevliydiler, ama yuvarlak "reform,demokrasi, kültür" gibi sözcüklerin kendilerini hangi görevle nereye iteceğindeşaşırıyorlardı.

İlk akıllarına gelen, üniversite cankurtaran simidine sarılmak oldu. "Bilim"tanrısı önüne kılıçlarını adadılar: Üniversite ise, kendilerinden daha "muhtacı himmetbir dede"ydi; "nerede kalmış gayriye himmet ede!" Devrimle şoke olmuştu. Bir avuçgenç üniversiteliyi, Uzakdoğu Kore'sindeki "öğrenci ayaklanmaları" örneğine kiminiçin ve nasıl sığdıracaklarını bilmiyorlardı.

Herşey oluruna bırakıldı. En ampirik "akıl ve sağduyu", "battı balık yan gider"oldu.

Siyaset Yasaklısı: Baş Siyasetçi"Muzaffer Özdağ, İzmir'den Gürsel'i alarak Ankara'ya götürür." (Bir "görevli",

Paşayı Özdağ'ın değil kendisinin getirdiğini pek öfkelice bir yalanlamada açıkladı.Hepsi bir.) "Gürsel gelir gelmez de etrafını, ihtilalin tevkif ederek içeri atmadığıgenerallerle çevrili bulur,çevresinde dolaşan ve ortalıktaki kargaşalığa bir YÖNvermeye çalışan gerçek ihtilalciler de vardır ama, Gürsel bunların kim olduklarınıbilmez, çünkü tanımaz." (Böylece ecinniler arasında kalmışa dönen Paşa, ilk radyokonuşmasında, bu işi yalnız başına yapmış gibi konuşmuştu: "Geldim. Haksızlığıgördüm. İktidarı aldım" dedi.) "Nihayet emir verir. Türkeş başbakanlıkmüsteşarlığına, Baykal kalemi mahsus müdürlüğüne gidecektir. Diğerlerine dedöner: 'Siz kısımlarınıza, vazifelerinizin başına dönün. Lazım olursa ben sizi çağırırımder." .

Yani, bütün ömrünce "siyasetle uğraşma yasağına" uymuş bir emekli Paşa,beklemediği bir geceyarısı, ansızın getirildiği o yüce görevde; Türkiye'nin bütünsiyasetini tek başına güdecek!...

İki Dudak Bir Devrimdin Üstün"Bu emir karşısında ilk ayılan Sezai Okan olur. Arkasına İhtilalci grubu katar

ve Başbakanlığın yolunu tutar. Gürsel'e, ihtilali kendilerinin yaptıklarını ve neticeyialmadan yetkiyi de hiç kimseye bırakmaya niyetleri olmadığını açıkça beyan etmiştir.İstanbul'daki arkadaşlar: Kabibay, Erkanlı, Esin ve diğerleri, bir askeri uçaklaAnkaraya ulaşırlar. Bu esnada Sezai Okan Ankara'daki arkadaşlarla kiritikleriniGürsel'e kabul ettirebilmiştir."

Ama, yetkiyi basbayağı gene Paşa'ya bırakmışlardır. "Niyet"leri ne olursaolsun, kısmetleri olan "netice"yi ilk adımda 14'lerle aldılar. Çünkü 9 kişilik birkomisyon. "olağanüstü olaylarda külah kapmasının becerebilen... fırsat düşkünü...türedileri tasfiye" eder, "38 kişilik komiteyi tayin eder" ise de:

"Komite teşkil edilinceye kadar bütün yetki ve ihtilalcilerin akibeti, CemalGürsel'in iki dudağının oynamasına bağlıdır. Aslında, ihtilale, yıllarca çalışmış birkomite önayak olmuştur ama, Cemal Gürsel, pekala Ordu'nun yüksek rütbelilerinden

Page 67: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

bir konsey kurarak, duruma bir anda istediği şekilde hakim olabilirdi."Finans - Kapital GözbağıDikkat edelim. Devrim iktidara çıkıyor. "Hakim" "mevkilere gelmiş" olanlar

kim? Bir küçük-burjuva ellerini çırpacak "gördünüz mü, işte kalkınma felsefeleri yokda ondan bu kargaşalık!" diyecek.

Nasıl yok? Sonradan hemen bütün yazılanları, biz çok daha önce Cumhuriyetgazetesinde okuduk. Milli Birlik Komitesi üyelerinden herbiriyle ayrı ayrı yapılanröportajlarda, Birlik üyelerinin ağızlarından çok şey dinlemiştik. Burada saymayalım.

Milli Birlikçilerin tek bilmedikleri şey, küçük-burjuvaların 4 yıldır göz göre görebilmezlikten geldiği pusuladır.

Onlar hala, milleti karınca yuvası gibi kaynaşan bir küçük-burjuva karakalabalığı olarak görüyorlardı. Bu kalabalıklar içindeki sosyal sınıf billurlaşmalarınıbirbirine karıştırıyorlardı.

Bir avuç kökü dışarıda finans-kapitalisti en "köklü" millet temeliylekarıştırıyorlardı. Çevreleri fınans-kapitalin en göze görünmez ağlarıyla sarılı olduğuiçin, koca Türk ulusunun sosyal ve ekonomik ilişkilerini finans-kapital ilişkilerindenibaret sayıyorlardı.

Bu "sınıf gözbağı", kendilerine pusulayı şaşırtıyordu. Başka hiçbir şey değil.Şok mu, Olta mı?Bu durumlarıyla devrimciler tabana, temele inmeyi akıllarına getiremiyorlardı.

Millet önünde geçerli, sınanmış bir otoritenin büyük rütbeli heykelini dikip, onungölgesine sığınmak zorunda kaldılar. Halk yığınlarının muazzam denizindeyüzeceklerine, finans-kapital ağları ve oltaları içine girdiler.

Bu olta ağ, onları daha ilk günden kıstırıp, kendi selamet sahilindeki torbasınaatmadıysa, çok tehlikeli durumlarda çok ince hesapları yapmakta usta olduğundanyapmadı.

Madem ki balıklar ağı görmüyorlardı, bıraktı onları, rahatça dolsunlar. Ne türve ne sayıda ve kalitede balıklar olduklarını zevkle ve bilimle ayırdetti. Canı nezaman çekerse, ağı o zaman çekmek elindeydi.

Devrimci balıklar bunu bilmedikleri için,15 gün (bir devrim için 15 yıl)akibetleri "Cemal Gürsel'in iki dudağı" arasında kaldı. Bu dudakların "oynamayışını"Paşa nın şok geçirdiğine veriyorlar.

"Gerçekte Cemal Gürsel de manzaradan şok olmuştur. Neye uğradığından vedevlet kuşunun böyle bir anda, bu kadar kolaylıkla başına konmasından kısmişaşkınlık içerisindedir. Fakat, ne olursa olsun, evvela, kendi şahsi yetki veemniyetlerinin bir esasa, hukuki bir statüye bağlanmasını öngörmektedirler."

Devrimcilik Karagözcülük müdür?Yani, gene hep kişisel açıklama! Sosyal sınıf yok. "Millet kaderine hakim" yüce

"görevliler" var; ve kimin başına konacağını "iyi saatte olsunlar"ın bileceği "devletkuşu" var... Yön'ün "kalkınma felsefesi"ni, bu yüce "görevli "hakim" kişiler ya daçevreler mi uygulayacak?

Küçük-burjuvaların dört yıldır "ılımlı sosyalizm" ve "40 yıllık elkitapsızMarksizm" adına "Perde kurdum, şema yaktım, gösteren zıl'lü hayal!" deyişi, yeni birşey değildir. 27 Mayısçıları tasfiye eden, en son tutundukları tabii senatörlükmevzilerinde bile topa tutulmaya götüren "kalkınma felsefesi"dir.

Yanlış anlaşılmasın. Biz, Karagöz perdesi oyunlarına karşı değiliz. EIbet çolukçocuğumuzu da kimi anlamda eğitmek ve eğlendirmek gereklidir. Hatta, Yönkaragözlerinin, karşılarına TİP liderliği gibi Hacivatları da alıp, sille tokat "ehli irfanolmayana bunu bilmek pek muhal!" diye böbürlenmelerine bile karışmak istemedik.

Bir şartla: Karagöz, kendi tekerlenmelerinden başka gerçek ülkedesöylenmemiştir ve söylenemez dememelidir. Hacivat, kendi davranışlarından başkadavranış bu ülkede yapılmamıştır ve yapılamaz sanmalıdır.

Konulmuş İlkeler ve Tahrifleri27 Mayıs ciddi bir atılganlıktı. Onun zorunluluğunu Türkiye'de 1954 yılı

Page 68: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

işçilerin -ama parlak sendikacıların değil, sıradan işçilerin kurduğu bir siyasi partiningerekçesi, programı ve tüzüğü ve üyelerinin hayatı, kaçıncı defa ortaya attı ve buuğurda kanlı savaşı verdi (Üyelerine o yolda kan kusturuldu):

O zorunluluk "İkinci bir Kuvayımilliye seferberliği", ya da "Mübarek iktisadiKuvvayımilliye seferberliği" (V.P. Tüzüğü). "Yeni bir Kuvayimilliyeci mukaddeshamle" (Gerekçe) idi.

Karagöz kalkar: "Yeni bir İkinci Kurtuluş Savaşı" teorisini Yön icat etti derse,ona "Karagöz, yapma Karagöz!" denir.

Hacivat kalkar, Vatan Partisi gerekçesinin ruhunu kavramadan, tüzük veprogramının maddelerini sulandırıp bozarken, ikinci Kuvayımilliyeciliği tahrif ederse,ona: "Hacivat denir, etme Hacivat!"

Neden? En basit bilim dürüstlüğünü çiğnemeleri ayrı konu, "emek"savunuculuğu yapılırken başkasının emeğinin sömürücülüğünü yaptıkları için mi?Hayır. Düşünce ve davranışları bulandırdıkları için.

27 Mayıs Yıpratılıyor27 Mayıs, Karagözle Hacivata çok esin, çok kabadayılık vermiş olabilir. 27

Mayıs Karagözcülük değildir, oyun değildir, iştir. Bu ciddi iş geçip gitmiş olsaydı,Karagözlerle Hacivatlar da varsın o ciddi işin "Bu kubbede baki kalan hoş bir sada"sıolarak sahneyi kaplasınlardı.

27 Mayıs yaşıyor. 27 Mayıs'ı yaralayanlar öldürmek istiyorlar. Bu kötü amacıbesleyenler, yalnızca 27 Mayıs'ı pusulasız yakalayabildikleri için yöntemlerinegüveniyorlar.

Karagöz kalkıp pusula sosyal sınıf değil, "kalkınma felsefesi"dir komedisiniinatla oynamamalıdır. Hacivat kalkıp, pusula sosyal sınıftır ama, bu sınıf "yücegörevli' avukat torbasında kekliktir dramını oynamamalıdır.

Dergi kapatmak, kitap okuyan, eski sosyaliste selam veren üyeyi kapı dışarıetmek ile sahneyi doldurursa... bunların millete pusulayı şaşırtmak istediklerikuşkusu uyanır. Yaptıkları alıntı ve tahrifleri akla getiriverir.

Hele bunlar 27 Mayıs'ın çömezi bile olamazken, akıl hocası pozunutakınırlarsa, müdahale gerekli bir görev olur. 27 Mayısçılar, savaş veriyorlar. Rollertersine döndü. Yassıada suçluları 27 Mayıs'ı suçluyor.

Dünyanın böyle tersine dönüşü, neden? Hep sosyal sınıf bilinciyle davranışyerine, yüce "görevli kişi" ve "çevre"yi geçirmekten.

Güvence Kişiye mi, Devrime mi?Bakın gölgedeki adam nasıl görüyor hala sorunu:"Aslına bakarsanız, bizce o günkü tutum, ihtilalin doğal bir sonucudur.

Kimsenin kimseye darılmaya hakkı yoktur. Yıllarca emek ve gayretle çalışanihtilalcilerle, 27 Mayısa takaddüm eden son aylarda bulundukları yer ve makamyüzünden harekete katılan bir takım kimselerin birlikte ele geçirdikleri iktidarıpaylaşmada herşeyden evvel, kendi yetki ve şahıslarını garanti altına almayı esaskabul etmeleri kadar tabii bir davranış olamazdı... 'İhtilalci evvela kendini düşünenadamdır.' Bunun dışında çok fazla düşünceye yer veren ihtilalci, ana hedefi veesasları kaybeder, dağılır ve ayrıntılarına mal olur. Keşke ihtilalci arkadaşlarımız, elealdıkları her konuda bu prensipten hiç ayrılmamış olsalardı, çok şey kurtarılmışolurdu."

Gölgedeki adamın burada devrimciyi kötü bir bencil saydığını öne sürmek,anlayışsızlık olur. Elbet devrimci sağ kalırsa ülküsüne yararlı olur. Ama sağ kalmakvar, sağ kalmacık var.

Devrimci kendisine sırça saraylar kurup, çevresini yedi kat polis ve silahlıadamlarla sararak da sağ kalır, çarıksızlarla bir arada yaşayarak, halk sevgisindenörülmüş zırhlar içinde de... Ancak, kendi ülküsüne en elverişli sosyal sınıfı seçmek,Hasan Sabbah'ın Kan Kalesi içinde nefsini güvence altına almaktan çok dahagarantilidir. Kişi için garantili olmasa bile, dava için garantilidir.

27 Mayıs bu noktada yanılmıştır. Onun için tabii senatörlük değil, sayılı

Page 69: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

cumhurbaşkanlığı bile, kişi için de, dava için de gereği gibi "güvenceli" olamamıştır.Ne Yapılabilirdi?

27 Mayıs devrimcileri, sabah namazından sonra kimseyi sokağaçıkartmayacaklarına, halka güvenebilir, çarıklı köylünün yanına gitmenin bütünyollarını açabilirlerdi.

Hırpani işçinin örgütlerini Amerika'dan, milyon sağlayan sendikagangsterlerinden kurtarabilirlerdi. Ekonomik kurtuluş savaşının manivelası gibikullanabilirlerdi. Rızkını zor çıkaran küçük memuru, aydını, sermayeye haraç vermeküzere tasarruf bonosu ile yaralamayabilirlerdi.

27 Mayıs'ın, daha güçlü olduğu günlerde, üniversiteli gençlere karşıvurgunculara bağlılık telgrafı çekmiş bir polis yetiştirmesi sendika köpekbalığı neyaptı? İçki sofrasında subayların ırzına dil uzattı. Hapisaneden bir muzafferkahraman gibi şimdiki "işçi temsilcileri" tarafından şölenli törenlerle karşılandı.

Bu kadar acı hayalkırıklığına uğratır adamı sosyal sınıf pusulasızlığı, ve biravuç finans-kapital uşağını bu kadar başarının doruğuna çıkarır.

Küçük bir teorik söz yanlışlığı nedir? Olmasa da olur dikkatsizlik gibi görülenpusulasızlık, dalgalı siyaset enginine, hele 27 Mayıs gibi fırtınalara açılan gemiyipratikte batırmaya yeter.

"Kalkınma felsefesi" Karagözlüğü, ya da "biçimsel demokrasinin seçimsel"Hacivatlığı için söylenenler, kişisel gerekçelerle ölçülerek küçümsenebilir. Pratikte işişten geçtikten sonra, atı alan Üsküdar'ı aşıverir. Ve yavuz hırsız ev sahibini bastırır.

Nasıl Ürkütüldüler?27 Mayıs, sonuna dek "kansız ihtilal" ülküsünde kusur etmedi. Karşı taraf öyle

mi davrandı? Gölgedeki adam şöyle diyor:"Bir siyasi organizasyon haline gelebilmek için ciddi gayretler gösterdik. Eski

ihtilalci grupları: (14)leri, (11)leri, 22 Şubatçıları, üniversiteyi, basını ve partilerinileri görüşlü kişilerini içine alan siyasi bir örgütlenmeye gitme teşebbüsü, yenidenihtilal yapmak için sarfedilen gayretlerin mahsulü gibi gösterilmek istenmiştir."(s.41)

Bir küçük-burjuva devletçiğinin bütün "sorumluları" bir arada rütbeli (Osmanlı"merkum" derdi) subaylar, profesörler, yazarlar; siyasiler... hepsi hazır. "Milletkaderine hakim" olmak şöyle dursun, bir araya gelseler "ihtilal mi yapacaksınız?"diye kovuşturuluyorlar artık.

Yön'den öğrenecek hiçbir şeyleri yok. Yön kadar "Marksist" gibi dekonuşuyorlar: "İhtilaller ancak, kendilerini doğuran sosyal ve ekonomik sebeplerbertaraf edilebildiği takdirde barajlanabilir." (S.41) diyorlar. Kasıla kasıla "teori"döktüren küçük-burjuva doktlan daha mı "akılcı" konuşuyorlar? 27 Mayısçılarınhiçbirisine "kalkınma felsefesiz" diyemeyiz. Hepsi "çağdaş uygarlıkçı"ydılar: "İhtilal,o günlerdeki görüşüme göre, Türkiye'yi 'Muasır medeniyet seviyesine' ulaştırabilecekbütün şartları bir hamlede bir araya getirebilmiş muazzam bir eserdi." (s.6)

Devrimciler, biçimsel demokrasinin ulusu taş devrinde bırakacağınıaçıklıyorlardı:

"Yüzyıllarca el sürülmemiş Türkiye problemlerinin, demokratik bir sistemiçerisinde çözülmeye kalkılması bence mümkün değildi; yahut çok uzun zamanTürklerin, ıztırap içinde bocalaması, yokluk içinde kıvranması sonunda, belki, o daçok güçlükle, gerçekleştirilebilirdi. Bunun için de, geleceğin birçok kuşakları,yüzyıllar boyunca kurtulamadığı taş devri koşullarında savaşmaya mahkumedilecekti." (s.7)

Herşeyi mutlak devletçilikle yönetmek istiyorlardı. Ordu mu dediniz:"Silahlı kuvvetlerin, eğitiminde, ikmalinde; sevk ve idaresinde, personelinin

sosyal güvenliğinin ele alınmasında nihayet memleket kaynaklarının sağladığıimkanlara göre kendi kendine yeter ve güçlü bir hale getirilmesinde tam bir zihniyetmodernizasyonuna ihtiyaç vardı."

Sivil yönetim mi dediniz:

Page 70: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Sivil sektör de tensik edilecekti. Bu tensikte vazedilen en önemli prensip,yetişmiş ihtisas sahibi elemanların idari mevkilerden uzaklaştırılarak kendiihtisaslarının gerektirdiği yer ve kadrolarda çalıştırılması düşüncesidir." (s.10)

Doktor başhekimlikte, öğretmen okul müdürlüğünde, profesör dekanlıkta,mühendis bürolarda harcanmayacak, yüzlerce ilçe, binlerce bucak kaymakamsız,müdürsüz, bırakılmayacak! Bu "devletçiliğimiz"in en son perdesiydi.

Dalga mı Geçiyorlardı? HayırÜstelik devrimciler, kendi kurdukları (emirlerinde bulunması gereken)

hükümetin, devrim amaçlarını baltalamak ve zaman kazanmaktan başka bir şeyyapmadığının da farkındaydılar:

"Program umumi temeniler ve yuvarlak tekerlemelerden meydana gelen altısahifelik bir yasak savma, bir formalite yerine getirme gayretinden başka hemenhiçbir şeyi ihtiva etmiyordu.

"Buna mukabil, başta Kadri Kaplan olmak üzere bir kısım arkadaşların birlikteçalışmaları ile hazırlanıp hükümete verilen Komite direktifi ve temel görüşleri,ihtilalin üzerinden beş yıl geçtiği halde, bugün dahi, Türkiye'nin her yönden kalkınmaproblemlerini kül halinde kavrıyan çok değerli müşterek görüşleri ifade eden bireserdir." (s.7)

Demek, küçük-burjuvaların "kalkınma felsefesi", devrimciler için bilinmeyenHint kumaşı değildi. Hatta Vatan Partisi'nin "ikinci Kuvayımilliye seferberliği" sözcüğünutuklarda geçti. Devrimciler de buna inanmışlardı:

"Yapılacak büyük hamleler yönünde memleketin tekmil gücünü topyekünseferber edebilmek başarıya ulaşmanın tek şartıydı."

Finans - Kapital BaltacılarıOsmanlı şairi: "Bir hakikat kalmasın Rabbim şu alemde nihan" demiş. 27

Mayıs, şu Türkiye'de gizli bir tek gerçek ya da isterseniz "felsefe" bırakmamıştı.Bütün sorun o gerçekleri ve felsefeleri "çağdaş uygarlık" toplumu içinde

dayandıracak bir sosyal sınıf manivelası bulmaktaydı. Bu manivela Türkiye işçisınıfıydı. Yoksa, herşey, fatalman kökü dışarıda finans- kapital ağlarının kucağınadüşmekten yakayı kurtaramazdı.

27 Mayıs'ın Türk ulusunda en büyük sevgi ve saygı uyandırması , yalnız busorunu ters ve aksi yönden olsun kanıtlanmış deneme olmasından ileri gelir.

Sürüyle küçük-burjuva ukalanın gevelediği "gerçekleri" tümüyle bilmek, hattaM.B.K kadar kayıtsız şartsız "millet kaderine hakim" bir kuvvetce yazılı 6 sayfalıkprogram direktifı haline getirnıek neye yaramıştır? Okuyalım:

"O gece 2 Temmuz Pazartesi günü Devlet Bakanı Amil Artus, Cemal GürselHükümetinin programını komiteye getirmiş ve Osman Köksal'ın başkanlığındakitoplantıda bu hususta yaptığım teklif üzerine hazırlanarak Hükümete verilen odirektif ve temel görüşlere göre yeniden bir program yapılıp Komiteye getirilmişdeğildir." (s.7)

Yani, "millet kaderine hakim" olan en yüce görevli Milli Birlik Komitesi, kendiyaratığı olan siviller hükümetine, devrimin daha 35 günü bile hükmünügeçirtememiştir! Ne olmuştur?

Felsefesizlik mi? Finans - Kapital Felsefesi mi?"Bilahare meydana çıkan prensip ayrılıkları ve şahsi çekişmeler yüzünden bu

direktif de hasır altı ettirilmiştir... 13 Kasım 1960'da, -14 Komite üyesinin yurt dışınasürülmesine kadar uzanan büyük fıkir ayrılığı, hazırlanan bu Komite direktifıninihtiva ettiği memleket sorunlarının realize edilmesi için gerekli zaman süresince,Komitenin iktidarda kalıp kalmayacağı meselesi yüzünden ortaya çıkmıştır.Sonradan, açıkta meydana gelen hiziplerin ve ihtilalcileri birbirlerini ortadan silmiyekadar götüren anlaşmazlıkların esas temelini, bu ana prensip anlaşmazlığı teşkiletmiştir. "

Bu anlatışa göre, kimi kapıkulunun "patentini" kimseye bırakmadığı "kalkınmafelsefesi"nin yokluğu değil, varlığı 27 Mayısçıları "birbirlerini ortadan silmeye"

Page 71: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

götürmüş olmuyor mu?Aynı "kalkınma felsefesi"nin bir de Yön ağzıyla ballandınlmasında (Paşalar gibi

söyleyelim): "Fayda mülahaza olunur." Hatta hep bir ağızdan, o felsefeyi bir daha,bir daha tekrarlayalım. Hele günlük olaylar içinde canlı canlı kanıtlamaktan hiç gerikalmayalım. O da bir iştir. Yapılsın.

Ancak bu felsefe "küp küp üstüne" kurulmamalıdır. Hele sosyal sınıf dışındauydurma temellere dayandırılmamalıdır... Dayanırsa ne olur? Temel havada kalır.Küpler birbiri üstüne yıkılıp birbirlerini kırmaktan başka işe yaramaz.

Devrimi Kim Yaptı?27 Mayıs kime dayandı? Bu soru bir türlü açıkça karşılığını bulmadı. 27

Mayısçılar: "Meşruiyetini yitirmiş bir Hükümete karşı, Ordunun Anayasayı savunmasıiçin konulmuş Tüzük maddesi gereğince, Milletin direnme hakkını kullandık" dediler.

Bu formüle göre "meşruiyet", anayasa çerçevesi içinde kalmaktır. Birhükümetin o çerçeveyi aştığını kim belirleyecek?

Ulus denemez. Nitekim ulus seçimlerde oyunu DP'ye verdi. Demek ulus:1-Aldatılmıştır, 2- Kendi direnme hakkını kullanamamıştır.

Ulusun istese direnmeyeceği dağınık oylarından ve muttak· örgütsüzlüğündenbellidir. Aldandığı da, 27 Mayıs devrimi patlak verdiği gün iyimser tarafsızkalmasından bellidir.

Ulus için için hoşnutsuzdu. Bunu deyimlendirecek hiçbir organı (ne yayını, neörgütü) yoktu. 27 Mayıs o hoşnutsuzluğu bir baskınla üstün çıkarınca, Türk ulusukarşı tepki göstermedi. Devrimi tutmuş durumda göründü. Yabancı yazarlara İsmetİnönü'nün verdiği demeç böyle söylemişti.

Buna karşı olanlar var. Menderes "yukarıdan devrim" dediği şeyi yapsaydı ulusgene iyimser seyirci kalacaktı kanısını savunuyorlar. Bu savunmayı Türkiye'ningericileri ve sağcıları yapıyorlar.

Fakat ilerici ve solcu olanlarımız da, görünüşte "ulusu" küçültücü olan buiddiaya karşı çıktıkları halde, zımnen, saman altından, gene o fıkri yürütüyorlar: 27Mayıs'ı zinde kuvvetler yaptı diyorlar.

Bütün deyişler, halkın bu işlerde pek de bir rol oynamadığını, toplumun üstyönetici tabakaları arasında bir savaş yürütüldüğünü dolaylıca ikrar ve itiraf etmekoluyor.

"Zinde Kuvvetler" Nedir?Ulusun ulus olarak rol oynamadığı bir altüstlükte, ulusun direnme hakkı ne

demektir? Gerici-sağcılarımız, ilerici-solcularımıza bunu soruyorlar. Solcularımız,Acemce-Arapça'dan gelme aynı klişe terimi öne sürüyorlar: zinde kuvvetler! Busesleniş, Acemistan ve Pakistan'daki "zindebad!" (yaşa!) çığılığına benzemeklekalıyor. Ama, asıl sorunun çözümünü getirmiyor.

Ulusu, DP ve AP'ye çoğunlukla oy verdiği için, kendi arkalarında ya da torbadakeklik sayan gerici-sağcıları bir yana bırakalım. Halkın gerici- sağcılar tarafındanaldatıldığını, öyleyse ığrapta yeri olmayacağını iddia eden solcu-ilericileri de bir yanabırakalım.

Ağırceza başkanının sorduğu gibi, "Ortada bir ceset var, bunu kim öldürdü?"DP'yi kim devirdi? "Zinde kuvvetler". Anladık, kimdir onlar? Meşrutiyetin "HareketOrdusu, Bereket Ordusu" vardı. 27 Mayıs'ın silahlı kuvvetleri işi yaptı. Ölenüniversiteliler de bulunduğu için, yalnız "silahlı"lar yerine,- "zinde kuvvetler"denildi... Silahlı kuvvetler arkadan yetişlemeseydi, üniversitelilerle liseliler, Kore'dekikadar bile başarı gösterip hükümeti devirememişti. Hiç kimse '27 Mayıs'ı ordununyaptığını inkar edemez. Demek, "zinde kuvvetler"in özü ordudur. (Daha genişanlamıyla silahlı kuvvetlerdir.)

Zindeler Niye İnanırlar?"Yeni devletçi"ler arasına yazarlar, politikacılar, sendikacılar, girişimciler

katılıyor. Silahlı kuvvetler tabusuna dokunulamıyor. Silahlı kuvvetler ise, bütün obaşı bozukları haklı olarak boş laf kalabalığından başka bir şey saymıyor. Yazarlar

Page 72: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

(basın) mı dediniz? "Yeni yapılan veya yapılacak olan işlerin basın ve yayınorganlarıyla halka duyurulmasının yeterli olacağını zannetmek hataların enbüyüğüdür." (s,g) Siyasetçiler (partiler) mi dediniz? "Türkiye'de demokratik sisteminkurulmak istendiği günden beri meydana çıkan partilerin teşekkül sebebi, bir doktrinzorlanmasından çok, his ve çıkarları tatmin etmek olmuştur."

Hiç değilse 27 Mayıs devrimcilerinden en çok "gölgede" düşünce üreten kişiböyle düşünüyor. Gerçi o zaman Türkiye'de tek doktrin partisi adına M.B.K: negönderilen açık mektupta şöyle denmişti:

"Halkın bereketli hareketi, şuurlu teşkilatı ve aktif işbirliği işlemez olunca,irtica (gericilik) ister istemez ağır basmaz mı?

"Bu şartlar altında, Milli Birlik Komitesi (İkinci Meşrutiyetçilerin hürriyet ü İtilafve İttihad ü Terakki Fırkalarına bakmıyan Atatük'ün Halk Partisi gibi), bütün milletiprejüjesiz çağıracağı bir İkinci Kuvayimilliye Partisi kurmalıdır."(Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz;1965, İstanbul, s.17.Gönderiliş tarihi: 6.7.1960)

Bu öneriyi yapan bir işçi partisiydi (VP). 27 Mayıs devrimcileri işittiler mi?Hayır.

Devletçilerin sendikacıyla girişimcileri üzerinde durmayalım. Sendikacı, YöncüDoğan Avcıoğlu'na bile dayanamadı. Girişimcilerimiz hemen toptan devletartıklayıcılarıdırlar.

Devrimin Başı SıvışırSilahlı Kuvvetler 27 Mayıs günleri ne durumdaydı?"Balık baştan kokar" deriz. 27 Mayıs'ın başı Orgeneral Cemal Gürsel Paşa'dır.

Onun 27 Mayısçılara nasıl katıldığını, Gürsel'in en son "kontenjan senatörü" yaptığıSayın Koçaş anlatır. Almanya'da manevra sırasında yalnız kaldıkları bir sıradaPaşa'ya işi çıtlatır. Sayın Gürsel'in ilk sorusu "kuvvetli misiniz" oluyor. Koçaş ogünlerde üç kişicik kaldıklarını bildiği halde, Paşa ya, bütün ordu birlikmiş gibikonuşur.

Paşa inanır. Katılır. Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu için, bu kez gerçekten"bütün ordu" devrimcilerle birlikmiş gibi olur!...

Bir devrim örgütüne bu giriş Paşa'nın babacanlığını, herşeyini gösterir. Amadevrimin sosyal anlamını kavradığını kanıtlar mı? O zaman gölgedekinin şuanlattıkları kaçınılmaz olur:

"Cemal Gürsel, Silahlı Kuvvetlerin çok sevdiği ve saydığı ve erkekçe tavırlarıyüzünden kendisine 'Aga' ismini verdiği bir generaldi.

"İhtilal evelisinde, ihtilal hazırlığından haberdar edilmişti ama, kimlerin neşekilde çalışmakta olduğunu ve ihtilal teşkilatının nereye kadar uzanıp neyi kontroletmekte bulunduğunu pek bilmezdi." (s.6)

Bir ihtilal düşünün ki, lideri ne yapacağını bilmez! Sonrası kendiliğindengelmez mi?

"Ayrıca, ihtilale takaddüm eden günlerde, kendisi ile temasta bulunanihtilalcilerin karşı koymalarına aldırmıyarak izin almakta direnmiş, iş başında kalarakteşkilata sahip olacağı yerde İzmir'e gitmiş idi."

Bu: "Dostlar sefere, biz eve" demekti."Ayrılmasıyla ihtilal hazırlıklarını müşkül duruma düşürmüştü. İhtital bir süre

gecikmişti. Hatta, ihtilalciler bu yüzden Madanoğlu'nu arayıp bulmak gibi büyük birtalihsizliğe sürüklenmişti." (s.6)

Buna isterseniz "ordu hastalığı" diyebilirsiniz. Silahlı kuvvetler, ayaklanacaklarama bir şartla; üstlerinden emir alarak! Siz "ihtilal üste karşı altın ayaklanması değilmidir" demeyin. Bizim ordu ayaklanırken de itaatlidir! Kime, Paşa'ya.

Paşa HastalığıDaha ilk adımda ordu baştakinin "müşkül"lüğünü gördü. Devrim zafer

kazanınca, paşalardan çekmedikleri kalmadı. D. Seyhan, 2. Ordu komutanını ansızın3. Orduya aktarıyordu.

Page 73: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Merdivenleri inerken tekrar kolumu yakaladı: - Sen, dedi, koskaca bir OrduKumandanını ilk mektebe götürülen bir çocuk gibi elinden tutmuş götürüyorsun.

"Alkoç, anlıyordum ki, ihtilalin icraatına boyun eğmiye çalışıyordu ama,omuzlarında yarbay rütbesi olan bir subayın talimatı ile hareket etmeyi aslahazmedemiyordu. İçinde bulunduğumuz hali, askerliğin normal anlayışıyla elbettebağdaştırmaya imkan yoktu. Tahmin ettiğimiz reaksiyonlar daha ilk gün görünmeyebaşlamıştı. Orduda general bırakmanın hatasını daha ilk adımda gözlerimlegörüyordum. Bu gibi hallerin görülmemesi zaten anormallik olurdu.

"Alkoç gibi sapına kadar asker doğmuş ve asker yaşamış bir general, daha ilkgünde duyduğu reaksiyonu uzun müddet içinde saklıyamamış,1961 yılının 6Haziran'ında patlak veren sessiz ihtilalde askerce direnmeleri yüzünden emekliolmuştur. Orduda kalan diğer bazı generaller ise, ellerine geçirdikleri her fırsatta,ihtilalcilerden duydukları kompleksin acısını çıkarma yoluna sapmışlardır."

Yüce komutanların çoğu 1919 çapı çakaralmazlardı:"... İşler 'Biz İstiklal harbinde iken' demekle yürütülen anlayış çerçevesinden

bambaşka inanç ve icraat bekliyordu. Bu bir inkılaptı. İnkılapları: inanan, enerjik,bilgili ve içinde bulundukları günün gereğine göre düşünebilen kafalar hedeflerineulaştırabilirdi." (s.10)

İşte, devletçiliğin bütün sosyal reformlar için bel bağladığı zinde kuvvetlerdentek etken gücün, silahlı kuvvetlerin "millet kaderine hakim" en "sorumlu" ve yüce"görevliler"in halleri buydu. Başka türlü de olamazdı. Bunları, iki buçuk başıbozukdevletçinin üfürükten "kalkınma felsefesi" değil, top sökemezdi yerlerinden.

Kritik Karar AnıYa, bu "durgun mütalaası"nı yapan öteki genç, dinç, ağzını açınca ateş gibi

"inanç, enerji, bilgi... günün gereğine göre düşünce" püsküren "ihtilalci" askerler,yukarıdaki "orduda general bırakmanın hatasını" gördükten sonra olsun, nasıldavrandılar? Gene eskisi gibi.

14'ler sınırdışı edildikten sonra, DP'nin doğrudan doğruya mirasçısı olarakşişirilip millete empoze edilen AP seçimi kazanmıştır. "İhtilalciler" şimdi "kendielleriyle kesip yare verdikleri kalemin" "kendi hükm'i idamlarını" yazması gibiduyularla toptan can kaygısındalar.

Öte taraf; kırk ellisine kendini belli ettirmeden gezi yaptırılan ağalıkla,Amerikan yardımından yararlanmış taze şirket beyleriyle elele vermiş. AP, CKMP,YTP, MP sözbirliğinde. İsmet İnönü Paşa'nın CHP'si de geriden ağır aksak uzunmenzilli topçu.

Yurdun dört köşesini rahatça kesip, davul zurna çala, Arapça ezan okuya, paradağıta, memleket fukarasını dinsizler baskısından kurtarma törenindeler. Toprakreformunun, toprak beyinden vergi almanın Kur'ana aykırı olduğunu yayıyorlar.Allah ne verdiyse, Muhammed'ini seven bütün ülke halkının oylarını sandıklaraattırmışlardır.

Berikiler, köylüye toprak, okul, "çağdaş uygarlık" ve herşeyi vermeyekendilerini adamış devrimci askerler, dünyanın en modern silahlarıyla donanmış.

Siyasi partiler sandıklardan çıkmış kağıt tomarlar üstünde, silahh kuvvetlertank, uçak, top, füze üstünde. Göz göze bakıyorlar.

Şu can dayanmaz modern silahlara dayananların hepsi de, Yön dergisininrüyasında göremeyeceği kadar "millet kaderine hakim olabilecek" zinde kuvvetler.

Öteki, kendi attıkları oy pusulalarına dayananlar alabildiğine, Babil çağındankalma köhne kuvvetler...

Şimdi ne olacak?Dört Kuvvetin "Gizli" ÖrgütüHemen 4 kuvvet (Kara-Hava-Deniz-Jandarma silahlı kuvvetleri) bir araya

gelirler. Devrimin amacına karşı olduğunu bildikleri partilere ve hükümete karşı bir"Silahlı Kuvvetler Birliği" kurarlar. "Gölgedeki adam"ları da tez çağırırlar:

"Ordu reorganizasyonu yapılırken, hemen hepsinin kritik yerlere getirilmesine

Page 74: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

başta ben amil olmuştum... Bu arkadaşlarımın, ihtilale yıllar boyu ettikleri hizmetlereyenilerini katmalarında, ihtilalin ve Türkiye'nin ileri kaderi bakımından büyükfaydalar hesabetmiştim... Onun içindir ki, Roma'da bulunmaklığıma bakmaksızın,Silahlı Kuvvetler Birliği'nin kurulmasından beri zamanında haberdar etmişlerdi."(S.20) Herşey tamam.

"Silahlı Kuvvetler Birliği teşkilatının Ankara'daki kurucuları olan ve önderliğiniyapan Halim Menteş, Necati Ünsalan, Talat Aydemir, Selçuk Atakan, Emin Arat,Feyzi Arsın, Orhan Alpakın, Nuri Hazer'dir." Birlik, sözde "gizli"dir. Yani hükümetebildiri vermiş bir siyasi örgüt değildir. Zaten öyle şey veremez. Askerler, bütünmemurlar gibi, siyasetle uğraşmaktan yasaklıdırlar.

Öyleyken, "Jandarma Subay Okulu nda yapılan brifınglere katılanGenelkurmay Başkanı Sunay ve yüksek rütbeli subaylar", hatta, devrin başbakanıİnönü, fotoğraflar çektirerek, yapılan "illegal" birlik kongrelerini şereflendirirler.Çünkü İnönü de bizim kasttan Paşadır.

Başıbozuk olsa ne haddine girmek? Silahlı Kuvvetler Birliği'nin "gizli"toplantılar, brifingler, kongreler (evet kongreler!) yaptığı resmi Jandarma SubayOkulu salonlarına kuş uçurulmaz... Ve Sunay ise, Genelkurmay Başkanımız olarakgizli birliğin doğal şefi, hiyerarşiye uygun başıdır.

Başta Başkomutan: "Demir Adımlarla""Teşkilatın iktidara bizzat elkoyma taraftarı olanları içinde, Ordu hiyerarşik

nizamı dışında münferit ve müstakil bir grup olarak olaylara müdahale fikrinde olantek kişiye ve Silahlı Kuvvetlerin birlik-beraberlik ve bütünlüğünün Türkiye'ningeleceğine tek teminat olduğuna inanmıyan kısır düşünceli tek subaya rastlamakmümkün değildi. Böyle düşünenler mutlak başkumandanın emrinde bulunmanın,emir ve kumanda müessiriyetinin bozulmamasının şiddetle taraftarı görünüyorlardı.

"26 Ağustos günü, yine Jandarma Okulu şeref salonunda yapılacak genel kurultoplantısına girmedim. Halim Menteş ve Necati Ünsalan bana da yemin ettirdiler.Tabanca üstüne el konarak..." (s.22)

Böylece, "orduda general bırakmanın hata" olduğunu yazan, "biz istiklalharbindeyken" diye konuşanların "anlayış çerçevesi"ne devrim, inanç, enerji.,bilgisini sığdıramayan devrimciler, örgüt ve hareket haline geldiler mi, "ellerinegeçirdikleri her fırsatta ihtilalcilerden duydukları kompleksin acısını çıkarma yolunasapmış" bildikleri generalleri başa geçirip uygun adım atmakta en ufak bir çelişkigörmüyorlardı.

Çünkü, "kumanda müessiriyetinin bozulmamasını şiddetle" arzu ediyorlardı."Teşkilata sahip" çıkmayan Cemal Gürsel Paşa'ya bel bağlamaları ondandı.

Gürsel en kritik anda tuttuğu mevziyi bırakıp gidince, sonra devrimcilerin"Madanoğlu'nu arayıp bulmak gibi büyük bir talihsizliğe sürüklenmeleri" ondandı.

İlkin "şoke" olan paşalar, devrimcilerin içlerine girip, onların bir avuç adamolduklarını yalnızca ordunun hiyerarşik gidişinden yararlanarak baskınyapabildiklerini öğrenmişlerdi. Aynı hiyerarşinin başı olarak dilediklerini yapmaktaserbest kalabiliyorlardı.

Sfenks Önünde: Bile Bile LadesPeki, bu neden böyle oldu? Hepsi cin gibi zeki, dağarcıklarında "istiklal

savaşındayken"den başka şey kalmamış paşalardan çok daha modern bilgilidevrimciler, o basit oyuna budalalık ya da bilgisizlikten düşmüş olamazlardı.

Ankara ve İstanbul'daki 30-40'ı bir araya gelince, 2-3 saatte Türkiye'yikansızca fetheden subaylar, koca devrimde bozmadıkları etkililiği şimdi nedenkendileri sağlayamıyorlardı?

Daha böyle bir hiyerarşi alana girerken, muazzam Silahlı Kuvvetler Birliği;Birleşik Milletler'in Güvenlik Konseyi durumuna giriyordu. Katılan başlardan birisinin"veto!" demesi, her türlü karar alma olanak ve yetkisini ortadan kaldırıyordu. Zehirgibi kurmay devrimciler bu kadarcık şeyi anlamaz olurlar mıydı?

Hayır. Bu tam bir "bile bile lades"ti. Devrimci subaylar başka türlü

Page 75: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

davranamazlardı. Ordunun bir parçası öbürüne karşı çıktı mı, hepsi tuz buz olurdu.Yapısı gereği ordu böyleydi.

Baskın basanındı. Şok geçti mi, karşılarına ulus denilen müthiş muammalısfenks dikiliyordu. Sfenks, önce sol elini kaldırıp devrimcilerin pek güvendiklerianayasayı onaylamıştı, sonra sağ elini kaldırıp, gölgedeki adamın "siyasetcambazları" dediği partilerin sandıklarına oy atmıştı.

Herşey; ordu da, devrim de, anayasa da, köklü köksüz reformlar da ulus içindeğil miydi?

İşte ulus böyleydi. Önce sola, sonra sağa yalpalıyordu. Hangisine inanmalı?Neye dayanmalı? Sorun dönüp dolaşıp oraya geliyordu. "Zinde kuvvetlere"... Ah, şuzinde kuvvetlerin kim ve ne olduğu bir bilinseydi...

Sivil Zinde: ÜniversiteÜniversite diyenler çok oldu. Devrimciler "üniversite" için de gene ordu

hiyerarşisine göre düşünüp davrandılar.Ta tepeden birkaç ünlü ve "sorumlu" ord. prof. seçildi. Bu seçim Osmanlı

geleneğine uygundu. Seyfiye (silahlı kuvvetler), ilmiyeden (büyük hocalardan)davranışının haklı olduğuna fetva istemişti.

Üniversite hocaları da tam bir şeyhülislam ağızıyla "El cevap: Allahü a'lembissavap!" (Daha doğrusunu tanrı bilir) gibilerden kuvvetin istediğini onaylamaklayetinmiş, köşesine çekilmişti.

Orada elinden geldiğince hiçbir şey yapmamaya, daha doğrusu "talebe'iülümü" (üniversite gençliğini) meduzlamaya çalışıyordu. (Masalda meduz bakınca,karşısındaki taş kesilirdi.) Bunu anayasa hazırlayışında açıkça göstermişti.

"Yeni bir Anayasa yapılacaktı. Bu iş için bilim otoriteleri görevlendirilmişti. İşede hemen başlamışlardı. Veya başlamış görünüyorlardı. Ortada ciddi bir çalışmadüzenine giren pek yoktu. Yalnız bu konuda çalışır görünmek, çalışmaları hakkındafıkir almak üzere kendilerini ziyaret eden komite üyeleriyle birlikte resim çektirmekve bu hususta basına demeç vermek pek hoşlarına gidiyordu." (s.6)

Herkesin bildiği "görevli otoriteler", bütün parti ve düşünürlerden anayasaprojeleri istemişler ve bu isteği ciddiye alanların projelerini (bu arada VatanPartisi'nin iki defa sunulmuş anayasa projesini) hasıraltı etmeyi bilmişlerdi.

Devrimciler de, olanları yakında gördükleri için, şu "zinde kuvvetlerin enzindesi" görülen üniversite "görevli"lerinden, "resim çektirme, demeç verme"işgüzarlıklarından başka bir şey çıkmayacağını bıyık altından gülerek seyretmişlerdi.Artık ondan hayır beklemezlerdi.

Asker Zinde: Milli Birlik KomitesiMilli Birlik Komitesi: "Zinde Kuvvetlerin en zindesinden daha zinde" değil

miydi? Öyleydi:"Komite: genç, dinç, yurtsever, namuslu, memleket dertlerini bilen ve bu

dertleri ortadan kaldırmak için her türlü imkana sahip insanlardan kurulmuştu."Ancak: "Komitecilerin çoğunda ise, zafer sarhoşluğunun ağdalı sersemliği devamediyordu. Koca bir iktidarı birkaç saat içerisinde devirebilen bir güce sahip olanların,ayrıntısı çokça problemlerin halline medar olacak ciddi bir planlama düzeni içinegirmeyi kabullenecek manevi bir olgunluğa kavuşamamış olmalarını belki tabiigörmek lazımdı. Ama, aradan bir ay geçmiş, bolca laf etmekten başka hiçbir işebaşlanmamış, hatta yapılacak işlerin ne envanteri, ne önceliği tesbit dahiedilmemişti."

Çünkü bütün yetkiler bir kişiye verilmişti; Cemal Gürsel'e... "27 Mayıs sabahı,kendisi büyük Kumandan olarak aranmış, getirilerek ihtilal hareketinin lideri ilanedilmişti.

"Osmanlı tarihinde Tanzimat'tan evvelki Padişahlara dahi verilmemiş sonsuzyetkilerle Devletin başına getirilmişti: Silahlı Kuvvetler Başkumandanı, M.B.K.Başkanı. Başbakan ve Devlet Başkanı idi."

Aşilin Topuğu: M.B.K.'nın Başı

Page 76: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Milli Mücadelede, Sakarya doğusuna çekilen Türk kuvvetlerine kumandaedecek sorumlu bir baş arandığı zaman, Atatürk'ün Başkumandanlığı, Meclisin buhusustaki yetkilerini alarak, o da 3 ay süreyle, elde edebilmek için nasıl mücadeleettiğini hep bilirdik.

"Gürsel'inki öyle değildi. Bir hamlede Türkiye'nin kuvvetli adamı olmuştu. Busonsuz yetkileri kendisine veren mevkilerin elde edilişinde de alınterinin tek damlasıyoktu. Ona bu mevkileri, veren Milli Birlik Komitesi idi. O halde, iktidar ve kudretinkomitenin elinde olduğunu kabul etmek lazımdır. Aslında tam kudretin kimde olduğuda pek belli değildi. Gürsel, 1 numaralı geçici Anayasaya göre, komiteyifeshedemezdi. Ama, bu kadar çok ve bu derece önemli yetkileri tek başına bir andakullanacak bir adam her şeyi yapabilirdi." (Nitekim 13 Kasım 1960'ta yapmıştır da.)

Lidersiz Devrim"Bu durum istikbal için pek ümit vermiyordu. '38 kişiden meydana gelmiş

Komitenin başında otoriter, disiplin sağlayıcı, Türkiye sorunlarını derinliğinekavramış, Devlet idaresinin özelliklerinde bilgi sahibi, aşırı hareketleri gerektiğindehizalamıya muktedir bir lider vardır' demiye kimsenin dili varmıyordu. Komiteninbaşında iyi bir adam vardır. iyidir, şefkatlidir, babacandır, merhametlidir, agadır'diyorlardı. Ama onu lider olarak pek kabul eden yoktu.

"Bir gün Komiteye gelmiş, o güne kadar kendisine verilen yetkiler sankiyetmiyormuş gibi Komitecilerden şikayet etmiş, kendisinin yeniden ve açıkçaKomitenin lideri olarak ilan edilmesini istemişti. Genç üyelerden biri kalkmış:

"Paşam, sizi babam kadar çok seviyorum ve hürmet ediyorum. Ancak liderlikbaşka şeydir Allah vergisidir. O, böyle istemekle alınmaz. Ben liderlik vasıflarınısizde göremiyorum, deyivermişti. Gürsel:

bsp; - Seni de çok severim, doğru sözlü çocuksun, diye cevap vermiş ve o günGürsel'e bir kahve dahi ısmarlanmamıştır." (s.6)

Aranan Lider NiteliğiKomite -bizde pek çokları gibi- "başsız deve"ydi. Çünkü "baş"ın ne olduğunu

bilmiyordu. "Baş", herşeyden önce heybetli bir kelle değil, teorik düşünce ve pratikdavranıştı. Teorik düşünce, modern toplumda ancak sosyal sınıflar açısından dünyayıkavrayıştı.

Komitecilerin aradıkları öyle bir şey değil, "Türkiye'nin sorunları... Devletidaresi..." gibi yuvarlak, lastikli üstünlüklerdi. "Aşırı hareket" devrimciler için neydi?Bilinmez. "Otorite", "disiplin" ise, işte koca, babacan ağa paşa... Bir soyut ordukavrayışı için ondan başarılı "disiplin otoritesi" mi bulunurdu?

Ondan sonra, lidersiz, ne parti, ne devrim elbet olamaz. Ama lider kimolabilir? Bütün dünyanın bildiği lider, en kritik anda, en güç işi üzerine alıp enbaşarıyla beceren kişidir. Komiteye göre ise lider; anın da, işin de, başarının daüstünde bir "Allah vergisi"ydi.

Allah vermemişse lider de olamazdı. "Memleket sorunlarında", "devletyönetiminde" kim kimi nasıl sınavdan geçirebilirdi? Allah, "vergi"sini nazar boncuğugibi insanların alnı üstüne asmazdı ki... Bu koşullar altında lider C. Gürsel'denbaşkası olamazdı. O oldu.

"Zinde kuvvetler"in en zindesi, böylece ister istemez "başsız" kaldı. Bu bir körraslantı değil, zinde kuvvetlerin yapısı gereğiydi. Dertleri ortadan kaldırmak için hertürlü olanağa sahip bir güç vardı ama, aslında tam gücün kimde olduğu da pek bellideğildi...

Küçük-Burjuva YapıNeden? Çünkü, her küçük-burjuva grıbu gibi, devrimciler de "38 tilki, hep bir

kayanın (genel vatanın) üstündeydiler; 38'inin de kuyruğu birbirine değmiyordu."Her komiteci "genç, dinç, yurtsever"di. 20. yüzyılda halkı idare için, halkın içineinmeyi de kararlaştırmışlardı.

Bunun için kendilerine, işçi sınıfı açısından yollanmış iki "Açık Mektup" davardı. Orada "Bütün milleti prejüjesiz (önyargıya kapılmaksızın) çağıracak bir İkinci

Page 77: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Kuvayimilliye Partisi kurulmalıdır." (Açık Mektup I, S. 17) deniliyordu. "BirinciKuvayimilliyecilerin, acil savunma durumlarıyla geciktirip sonra da unuttukları ilkHalkçılık Programını kitaptan hayata geçirmelidir... Birinci Kuvayimilliyeseferberliğinde olduğu gibi: yedisinden yetmişine, çobanından mareşalına kadar,demir çarık, demir asa: Ucuz Devlet -Şuurlu Ticaret- Toprak Reformu uğruna, İkinciKuvayimilliye Seferberliğine çıkmalıyız. Böyle bir çağırıya, bütün gençlik baştagelmek üzere bütün millet koşar" deniliyordu...

Ne oldu? Gölgede yazılıyor:"Bir Milli Birlik Partisinin kurulması... o geceki toplantıda... tasvip görmüştü.

Karar çıkmıştı. Ama, Komiteden ayrılıp halk arasına karışarak Partiyi kuracak tekadam ortaya çıkmamıştı. "Hiç kimse, üzerinde taşıdığı iktidarın 1 /38'inden feragatedip ayrılarak parti kurma işine yanaşmıyordu. Çoğunun, şu kurulacak partininsağlıyacağı faydalara mis gibi aklı eriyordu. "Fakat, her biri diğerinin gözünün içinebakıyordu. Bakıyordu ki karşısındaki çekilip gitsin de, beher dışarı çıkandan artakalacak 1/38 iktidarı aralarında bölüşsünler. Daha ilk planda, düşüncelerde buderece samimiyetsizlik ve art fıkir taşınırsa, elbette ki, memleket hayrına feragatlıtertiplere girişmek mümkün olmazdı." (s.8)

Samimiyet mi? Samimiyetsizlik mi?Bunu yazan devrimci-Dündar Seyhan'dır. Bu anlatılan "samimiyetsizlik" değil,

tam tersine, küçük-burjuva aydınının en "samimiyetliliği" , olduğu gibi görünüşüydü.Onlar, içinden geldikleri geniş kalabalık küçük-burjuva yığınlarımızın

-esnaflarımızın, köylülerimizin, aydınlarımızın- en aslına uygun. en "samimi"örnekleriydiler.

Herkes; "kendi" dükkancığını, "kendi" tarlacığını, "kendi" maaşçığınıdüşünecekti. "Öteki"leri "rakip" sayacaktı. "Vatan" elbet vardı. ama benimdükkanım, benim tarlam, benim maaşım açısından görürdüm onu: "Özveri" mi?Tabii gerek. Dükkancığıma, tarlacığıma, maaşçığıma dokunmama koşuluyla."Rakip"lerimi atlatmam koşuluyla. Küçük-burjuva açısından dünyaya bakıldıkça-esnaf da, köylü de, aydın da, zinde kuvvetler" de- başka türlü düşünüpdavranamazdı.

Asıl başka türlü davranıldığı zaman "samimiyetsizlik" etmiş olurlardı. Muazzamhalk yığınlarımızın oluşturduklan mitolojik ulu deve, onun için daima bir tutam otla,en korkunç hendeklerden atlatılıp boynunu kırıyordu.

Tefeci - Bezirgan SinsiliğiO, bir tutam otu kim gösterirdi? Bizde, "Kaalu Bela!"dan beri gösteren,

tefeci-bezirganlıktı. Onlar bu işin eski ustası, kurduydular. Onun için MBK'ne 1. AçıkMektup, "Siyasi Gerçeklerimiz" başlığı altında; daha 27 Mayıs'ın 4. günü şunlarıyazdı:

"150 yıl, gericilik üstte, Devrim altta güreşti. Meşrutiyetten sonra boğuşmabitmedi. Yalnız bu yolda 50 yıldır Devrim ,üstte, gericilik altta güreşiyor... Gericiliğinzaafı: Milletten kopmuş bir avuç azınlık oluşudur... Gericiliğin kuvveti: korkunçderecede ulusal ve esnek oluşudur. Bizans. hatta Etiler çağından beri topraklarımızakök salmış bulunan derebeğilik ruhu, ne vakit zor gördüyse, kırılmamak için eğilir,bekler. Gürsel gidip kumi kalınca, yeniden başkaldırır. Tokadı yedi mi: siner, anasınasöğsen tınmaz. Kuzu postuna bürünmüş eski kurttur. Öyle suretihaktan görünmeyibilir ki, kaleyi içinden fethetmek için, gerekirse devrimciden aşırı devrimci kesilir. Biryol da suyun başına kesti mi, dizginleri eline geçirdi mi, dönekliğinin utanmazlığıidrakleri çatlatır."

MBK'nin Elini Kolunu BağlayışNe yazık ki, Açık Mektup'la haber verilenler fazlasıyla ortaya çıktı. "Başsız

deve"ye daha o zaman hendeği atlatma manevralarının başladığını ise, gölgedekiadam parti dolayısıyla açıklıyor:

"Bu partinin kurulamayış sebeplerinden bir başkası da Halk Partisi'nin aksiistikametteki gayretleridir. Komite üyelerinden bazıları Halk Partisi ileri gelenleriyle

Page 78: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

sıkı fıkı temas halinde idiler. Bu ileri gelenler, meydanın boşluğundan haklı olarakkendi partileri hesabına faydalanmak istiyorlardı... Komite içinde Halk Partisihesabına çalışanlar yeni bir Parti kurulmasına şiddetle muhalefet etmişlerdir. Ve bukonu, 13 Kasım'a kadar temcit pilavı gibi zaman zaman ortaya getirilmiş, birçokanlaşmazlıklardan bir başkasını teşkil etmiye devam etmiştir." (s.8)

Buradaki Halk Partisi kimdir? Zafer kazanılır kazanılmaz, "halkçı program"danyalnız "halk" sözünü alarak, Türkiye'nin Birinci Evren Savaşı'nda biti kanlanmışmodem burjuvaziyle antika tefeci-bezirgan sınıflarına (eşraf ve agaveta)devletçiliğimizi destek yapan sosyal sınıf örgütüdür.

Yani, örgütlü bir sosyal sınıf, daha 27 Mayıs doğarken, onun içine gizli ellerini,lamiselerini sokmuştur. O varken başkalarına "şiddetle muhalefet" edecektir. Ta14'leri temizleyinceye değin.

"Sınıf " a Karşı, "Görevli" İkirciliği0 yarışı kazandıktan sonra, kündeye geldiklerini sezen devrimciler, 25 Ağustos

akşamı Jandarma Genel Komutanı Tuğgeneral Abdurrahman Doruk yönetiminde"Silahlı Kuvvetler Genel Kurul" toplantısını yaptılar. Oturum sonunda 14'lerle temasyapmış delege şöyle konuştu:

"Bugün, bir subay olarak katılmakla benim de gurur duyduğum SilahlıKuvvetler Birliği'nin Türkiye'nin iktidarını re'sen kontrol etme durumuna gelmişbulunduğunu müşahade etmekle, memleketin yakın geleceği için hepimizin inandığıve sahibi bulunduğumuz fikirleri kuvveden fiile intikal ettirmek imkanına yenidenkavuşmuş bulunuyoruz."

Bu, "zinde kuvvetler"in ikinci büyük yanılsamasıydı. Geçmiş hayal kırıklıklarınıgöz önüne getirecek kadar uyanıktı da. Açıkça uyarıyordu:

"Her defasında, elinde silah ve iktidarı birlikte tutanların, kendilerineduydukları güveni aşırı derecede büyük kıymetlendirmeleri yüzünden, gerekli venormal tedbir ve tertiplere girişmek lüzumunu ihmal etmiş olmaları, siyasetcanbazlarına meydanda istedikleri gibi hileli politika alım-satımları yapmak fırsatınıvermiştir. Memleketimiz bundan çok zararlı çıkmıştır. "Bugün, elimizde iktidarıkontrol etme imkanımız vardır diye, şu altında bulunduğumuz çatının cazipemniyetine sığınmakla yetinmenin yakın bir gelecekte ne büyük gaflet olduğu açıkçaanlaşılacaktır." (s.23)

Bu uyarının yazıldığı gazete yazısının ortasında "Jandarma Genel KomutanıAbdurrahman Doruk ve Jandarma Subay Okul Komutanı Albay Necati Ünsalan"ınfotoğrafları var. Meyva, şişe, tabaklarla dolu sofranın ortasında iki komutan koyurenk içki dolu bardaklarını dudaklarına götürmüşler...

"'Zinde kuvvetler", bütün devletlular gibi, edinilmiş konforlu hayatlarına tozkondurmayacak bir "ihtilal" tavşanını devlet arabasıyla tutmak istiyorlardı.Kendilerince haklıydılar. İnsan olarak hiç kimse, daha kötü bir hayat için daha iyisinifeda etmek istemezdi.

Bu insancıl eğilim,-sosyal sınıf durumunda ve bilincinde olmayan kişiler için enbeklenmedik psikolojilere kapı açar. Hele o kişilerin, en modern burjuva uzmanlarıda olsalar, aslında küçük-burjuva oldukları gözönüne getirilsin, onların birincikarakteri kararsızlıktan başka ne olabilir?

İkircilikten İkiliğeİlk MBK'ni de, son SKB'ni de çökerten hep aynı "kararsızlık" oldu:"Ortada hazırlattırılmış ve kabul edilmiş bir anayasanın mevcudiyetine

rağmen, Türkiye'ye yakın gelecekte verilecek siyasi statü hususunda hemenherkeste umumi bir tereddüdün derin izlerini müşahade etmemiye imkan yoktu."(s.22)

Örnek: Talat Turhan, 1965 yılında yazdığı aynı mektubun başında MBK'neantipati, sonunda 14'lere sempati gösterir:

1- Antipati: "Şu kadarını söylemek isterim ki; tabii senatörlük müessesesibugün ne kadar şimşekleri üstüne çekiyorsa, Milli Birlik Komitesi üyeliği de Silahlı

Page 79: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Kuvvetler içerisinde o kadar antipati ile karşılandı. Fakat o günün şartları altındakimse ağzını açarak bu konuda konuşmıya cesaret edemedi." (s.17)

"Neden ben değilim de o?" Her "zinde kuvvet"linin aklı bu açmaza düşmüştü.Bu, için için kaynamayı DP ve CHP'nin eski kurtları koklayıp geçerler miydi? Zindekuvveti orasından yakalayıp kündeye getiren "köhne kuvvetler" kararsızlığıkaldırdılar mı?

"Bu müessesenin (MBK'nin) Silahlı Kuvvetler mensupları için en haysiyet kırıcıtarafı, vatanseverliğin inhisar altına alınmış olduğunu görmeleri olmuştur."

2- Sempati: "13 Kasım 1960 sabahı uyandığımız zaman duyduklarımız(14'lerin sepetlenmesi) sürpriz olmadı.

"Bu tasarruf 27 Mayısa gönül bağlamış olanları, 14 Komite üyesinden dahaçok müteessir etmişti... Bu kanaatte olanları (14)lerin adamı olarak nitelemek doğruolmaz."

Kararsızlığın egemen olduğu bir toplulukta, ne denli "zinde" olursa olsun,"külahını kurtaran kaptandır" parolası yer eder. Bu parolanın küçük- burjuvadünyasında uygulanışı, zafer zamanı kayırıcılık, bozgun zamanı paniktir.

Kapıkulu Yoldaşlığı: KayırmaKayırma orduda,temizleme yapılırken görüldü:"Başta Cemal Gürsel olmak üzere bir kısım Komiteci toptan bir emeklilik

tasarrufuna taraftar gözükmemişlerdi. Bazı generallerin emir ve kumandakademelerini işgal etmelerinde fayda mühalaza etmişlerdi. Ancak bu faydanın neolduğu bir türlü ortaya konamamıştır. Cemat Gürsel ve bazı Komite üyeleriprensiplerin sert ve insafsız niteliği karşısında yenilmişler ve bir kısım yakıngördüklerine karşı vefa duygusu gösterişine girişmeyi, prensiplere bağlı kalmıyatercih etmişlerdir. Bunlar meram anlamayınca (bu yol "prensipçiler" onlara taşçıkartmışlar) Komitenin diğer bir kısım üyeleri de onlarla vefa yarışına girişmiş. busefer, herkes vaktiyle kendisini medyun bulunduğu veya o günden kendine yakıngörüp de ileride müzaheretini temin edeceğini tasavvur ettiği bir generalin eteğineyapışmakta ısrarla diretmişlerdir."

Böylece, "zinde kuvvetler"in zindeliğinde "iş parmak hesabına bindirilmiş"tir.Generalden "fayda mülahaza"sının "ne olduğu" ise; körkörüne parmağım gözünedir.Egemen sınıf kendine en yakınları başta görmek ister.

Kolay Kapıkulu PaniğiPanik:1957 yılında 9 Subay tevkifedilince:"9 Subay olayının bizim teşkilata vurduğu darbe haylice ağır olmuştur. Daha

tahkikat devam ederken tevkif edilmiş bir arkadaşımızın ortada kalan beş çocukluailesine gerekli ,maddi yardımı yapabilmek için çektiğimiz sıkıntıyı buradaayrıntılarıyla belirtmek altından kalkılmaz bir ayıp olur... Yalnız bu olay ortayakoymuştu ki; ihtilale karışmayı tekabül ,etmiş bir kısım arkadaşlar sadece kara ortakolmaya gelmişlerdir. Bunlar için düstur: 'Devlet başa'dır. O zaman kuzgununleşlerine konması ihtimali bir kısım vatanseverleri (!) köstebek gibi toprak altındasaklanmaya zorlamıştı." (s.3)

Kayırna, küçük-burjuva kararsızlığının bir ucuysa, öbür ucu paniktir: Sosyalsınıfa değil, kişiye (ilkeye değil, çıkara) güvenme kural oldu mu, ilk çökenler ilkesizçıkarcılar, yani kayrılmışlar olacaktı.14'lerin temizlenmesi:

"İhtilal hareketini dar bir çerçeve içerisine itiyordu. Niteliğine sadece biriktidar darbesi özelliği veren yeni bir zihniyet ile ele alamazlardı... Komitenin ilkgünlerinden itibaren meydana vuran fıkir ayrılıklarının gruplaştırdığı taraflararasındaki mücadele, statükocuların başarısıyla sonuçlanıyordu. Muhafazakarolanlar, reformcuları tasfıye ediyorlardı." (s.15)

O zaman kayrılmışlardan ne beklenirdi? Küçük-burjuvaca destek her an içinkuvvetli görünmeyi bilene, kararlıydı. Öyle oldu. Gölgedeki soruyor: "Kritik emir vekumanda yerlerine kendi elimizde yerleştirdiğimiz eski ihtitalciler, nedenMadanoğlu'nu destekliyerek yakın arkadaşlarının toparlanmasına derece derece

Page 80: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

katılmışlardır?" (s.15)Dört Tip Küçük-Burjuva

Küçük-burjuva olduklarından, modern sosyal sınıf bilincine ermemişolduklarından diyemiyor. Yalnız her küçük-burjuva abasının altında yatan yiğitlerdenbirkaçını ardarda diziyor: 1- "Olayın tertibinden evvelce haberdar olmayanlar(Jandarma Okul Komutanı, Kur. Alb. Necati Ünsalan gibi) tam bir baskın karşısındakalmışlar, neye uğradıklarını şaşırmışlar ve tamamen pasif hareket etmişlerdir."(Bunlar sosyal sınıf savaşını ciddiye almayıp, zafer sarhoşluğundan burnunun ucunugöremeyen küçük-burjuvalardır. Pozlarıyla bir sınıfı imana getirdiklerini sanırlar.)

2- "Diğer bir kısmı (rahmetli Talat Aydemir gibi) durumdan haberdaredilmişlerdir. Bunlar, ne suretle olursa olsun Komitenin parçalanmasını ve mevcutstatünün bozulmasını ilerisi için, şahsi hesapları bakımından uygun görmüşlerdir."(Yani küçük-burjuva kurnazlığı yüzünden burnunun ucunu görmeyenküçük-burjuvalardır. "Bugün sana ise, yarın banadır" gerçeğine aldırmazlar.)

3,- "Bir kısmı da (Faruk Güventürk gibi) iktidar sende de olsa, bende de olsa,hangimiz vur dersek pestil çıkarmıya kalkar. Yaradılışı öyledir." (Bunlar:"Cehenneme gider misin" diyene, maaşın kaç olduğunu soran "Ekmek Partisi"ndenküçük-burjuvalardır. Paye ver, babasını assın.) (s. 15)

4- "Bazıları da (Nuri Hazer gibi) tertipçilerle yakın akrabalık dolayısıyla, kaderbirliği içindedir." (Bunlar küçük aile çemberini bütün bir ülke ve dünya ile değişenküçük-burjuvalardır. Viran olası hanede evlad'ü iyal var.) (s.15)

Komitenin PrestijiBu kararsız, panikar ve nereye çekilse akar küçük-burjuvalar karşısında kimler

var?Onların hepsini bir hizaya getirip başlarına hiyerarşice kendisine en uygun şefi

getiren finans-kapital zırhlı tefeci-bezirgan sosyal sınıfımız. O, gün görmüştür.Sosyal sınıf açısında ikirciksizdir.

Öyle yüzeyde kalmış zaferlere, bindiği dalı kesen kurnazlıklara, başka sınıflarınhesabına pestilciliğe, küçük aile kaygılarına metelik vermez. "Korkunç derecedeuysal ve esnek"tir. (Açık Mektup, s. 7)

Karşısındakilerin kim olduklarını ve ne istediklerini iyi bilir. Birinci raunduMadanoğlu ile atlatmışlardı. "Pek kısa zaman evvel, Madanoğlu'nun hepsine karşıkurmuş olduğu komployu beraber geçiştirmişlerdi. Bir kader birliği içindeydiler."(s.22)

Sanki bütün komplo bir kişininmiş gibi, Madanoğlu, İsrailoğullarının günahtekesi gibi ortada bırakıldı. Burjuvazi: "Öyle şuret'i haktan görünmeyi bilir ki, kaleyiiçinden fethetmek için, gerekirse inkılapçıdan fazla inkılapçı kesilir." (İkinciKuvayimilliyeciliğimiz, s. 7). Devrimci küçük-burjuvalar içine soktuğu beşinci kollaçalışır.

"Diğer bir kısım ileri gelenler; Komitenin Türk milletine dünya huzurundavermiş olduğu sözün, Silahlı Kuvvetlerin prestiji bakımından mutlak yerinegetirilmesi gerektiğini savunuyor ve iktidarın seçimler sonunda sivil idareyedevredilmesinde ısrar ediyordu. Ancak bu kategoriye dahil olanlardan hiçbiriDemokrat Partinin mirasçısı olmak istidadında bulunan partilere asla rızagöstermiyordu. O günlerde kimsenin böyle bir ihtimale bile tehammül ettiğinerastlanmıyordu... O halde, bunlar için, açıkça itiraf etmemelerine rağmen, bir tek haltarzını kabullenmek kalıyordu ki o da, CHP'ne l961 Anayasası çerçevesinde iktidarıteslim etmek..." (S.22) Yani, "komitenin prestiji" uğruna komiteyi yoketmek... VeTürk ulusuna, hiç bir "iş" yapmamak için, "intihar" anlamında bir "söz" vermek!

İkinci raund: "karma ekonomi"ci "koalisyon hükümetleri"ne oynatılacaktı."Koca bir iktidarı birkaç saat içerisinde devirebilen bir güce sahip olanlar" oyunufarkedebilirler mi?

"Piyasa"da "Tarafsız Uzman"Bütün kurnazlıkları, çıkarcılıkları, kapıkulluklarını gölgede seyreden, güneşte

Page 81: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

açıklayan adamın en güçlü günlerde nelerin yapıldığını anlatması yeter. MBK yasamave yürütme yetkilerini eline almış. Ellerini yakan yetkilerden kurtulmak için ikigerekçe ortaya atıyor: 1- "Hayatlarını istihkar edercesine insan takatı üzerinde birazim ile çatışan MBK... hizmetlerin görülmesinde gecikmelere ve belki deaksaklıklara meydan vereceği..." için;

2- "İşlerin teferruatını, hukuki cihetlerini, vesair ihtisasa müteallikhususlarını... Tali Meclis Komisyonlarına" bırakmalı!

Ne haklı gerekçeler değil mi:1) Teferruata boğulmamak, 2) Yorgunluktanölmemek... için (hep MBK`nin sayın üyelerini rahat ettirmek için)... kurulacakkomisyonlar nasıl şeylerdir?

"Her Bakanlıkla alakalı olmak üzere ve beheri beşkişiden mürekkep birer talikomisyon kurulmalı. Komisyonların personeli, Bakanlıkların, Üniversitenin vesırasında piyasanın tarafsızlık ve yeterlikle tanınmış şahısları teşkil etmelidir."

"Bu teklif o geceki toplantıda tam bir tasvip görmüş ve sonra kısmenuygulanmıştır."

Bu denli sıcağı, sıcağına "tam bir tasvip" görüşünden belli: Öneri bizimdevrimcilere söyletilmiş "tam bir burjuva" planıdır. Amerikanvari işadamları devletikurulacaktır.

Piyasada "tarafsız" adam bulunduğuna inanılmaktadır: Ne işçi, ne köylü içinde"tarafsız" adam aranmamaktadır! Oysa demokrasi, bu en fukaraya bir şey getirmıeiddiasıyla icat edilmiştir. Zinde kuvvetlerin özledikleri "köklü reformlar" bu fukaraiçin olabilirdi. Yoksa "piyasa" DP çağından yeterince yararlanıyordu. Devrime gerekyoktu.

Çok Halk DostuydularAcep "zinde"ler fakir halk düşmanı mıydılar? Hayır. Bir kez hepsi "Subay

oluncaya değin yamasız pabuç giymemiş, sofrada lokmaları sayarak yiyen"(Cumhuriyet Röportajı: Orhan Erkanlı) fakir halk çocuklarıydılar.

Sonradan değişebilirler. Değişmemişlerdir. Özlenen reformları piyasaadamlarına hazırlatan gölgedeki adamın kendisi bile, çıkmaza düşülünce halkainmekten başka çıkar yol göremediğini SKB'nin 25 Ağustos kongresinde şöylesavundu:

"Silahlı Kuvvetler Birliğinin, iktidarı devam ettirmek bakımından en büyüknoksanı, halk içinde kolunun bulunmayışıdır. Mahiyeti ne olursa olsun, ne derecebüyük bir kuvvet ifade ederse etsin, gücünü halktan almıyan ve halka yaslanmayanbir iktidarın uzun müddet ayakta durmasına ve halkın kalkınmasını hedefliyen büyükreformların uygulanmasında imkan ve ihtimal yoktur."

Halk içinde finans-kapitalin "beşinci kolu', tefeci-bezirgan sermayedir. O kolişledikçe, halka kim parmağını uzatabilir? O "beşinci kol"a karşı "gücünü halktanalmak" ne kadar güzel bir söz ise, en az o kadar yuvarlaktır. Somut olarak nasıl"halkçı" değirmi laflar değil, onların gerçekliğimiz içinde uygulanışıdır.

İki Cami Arasında BinamazlarKim uygulayacak? "Zinde"ler. Salt "zinde" olarak bunu yapabilirler miydi?"Zindeler"den Talat Turhan, bir yanda devrimin hiyerarşiye aykırılığını

affetmez. Ötede skolastik psikoloji üstadları gibi şöyle yazar:"Komite üyeleriyle Silahlı Kuvvetler mensupları aıasındaki münasebetlerden

doğan ve müteakip olaylara en çok tesir eder mahiyette gördüğüm aşağılık,kompleksini birkaç satırla izaha çalıştım."

Nedir o "aşağılık kompleksi"? Altlarin üstler önüne geçmesi. Küçük rütbelerdeezilenlerin fırsat düşünce büyüklük taslamaları. Ordu gibi katı hiyerarşi düzeniiçinde, Genelkurmay Başkanına kadar her kişi psikolojisi, o kompleksle yaralıolmaktan kurtulamaz.

27 Mayıs sonrasında görülen acıklı ve "olaylara en çok tesir eden" şey, kişigerekçeleri bakımından elbet odur. Ordu hiyerarşisinin öbür zıt ama ayrılmaz kutbuaşağılık kompleksidir.

Page 82: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Daha geniş anlamıyla, bütün küçük-burjuva geniş yığınlarının, bir avuç kurnazbüyük burjuva elinde oyuncak olmalarını sağlayan odur. Muazzam köylü, esnaf,aydın, halk kalabalıklarını birbirini tüketen zerreler halinde darmadağın eden odur.En sonunda demokrasinin canına okuyan ruh durumu, bir bakıma hep o "aşağılıkkompleksi"dir. Nitekim T. Turhan da onu söylüyor:

"Aynı konuyu Komite Halk olarak da etüd etmek gerek... Bunlardan sonradoğru yolu bulmak mümkün olur. Fakat bu konu benim vüs'atim dışındadır. Bukadarını yazmadan geçemiyeceğim ki, bir kısım komite üyeleri, 27 Mayıs'tan sonradevekuşu misali başlarını kuma sokarak herşeylerin gizleneceğini tahmin ettiler vebu tahmine uygun davranmakta bir sakınca görmediler."

Başka deyişle Bay T.Turhan önce kendi "zinde" çevresine, sonra "halk"yığınlarına bakıyor. Hepsinde aynı kıranın kompleksi gizli. Buna çare? "Vüs'atimdışında"! diyor.

Kendisine: Gel kardeşim. Sınıflı toplumun kişi olarak her insanı az çok aşağılıkkompleksiyle hastadır. Burjuvalar da hastadırlar. Ama sosyal sınıf olarak davrandılarmı; birbirlerini kıracaklarına sınıf bilinciyle birleşirler ve toplumda kendilerine, halkakarşı yardımcı güçler arar bulurlar.

Halk da, o sizin tasavvur ettiğiniz gibi yuvarlak ve her tanesi aynı bir yumurtayığını değildir. Halk içinde burjuvaziye karşı modern ve bilinçli olabilen bir sosyalsınıf vardır: işçi sınıfı.

Eğer gerçekten "halka" hizmet ve "büyük reform" götürülecekse, o işçisınıfının manivelasına sarılmaktan başka çıkar yol yoktur denilse, ne karşılık alınır?

T. Turhan kendisi Şöyle diyor: "Hepsi boş. Benim ne ikna olmıya, ne deetmiye ihtiyacım var." (s.17)

Sosyal Devrim ve Halkçılık"Zinde kuvvetler"in bütün trajedisi, T. Turhan'ın bu içten açıklamasında

yatmaktadır. Bir yanda "Vüs'atim yok" (kavrayamıyorum) der, ötede kavramak içininsanların birbirlerini insanca uyarmaları (ikna etmeleri) gerektiği söylenince, "iknane ederim, ne olurum" afokonuyla tartışma Bütün kadim uygarlıklar gibi İslamdünyası da çökerken, dogmalar üzerinde her türlü tartışmayı yasak etmiştir. Ona"içtihat kapısı kapandı" denmiştir. Küçük-burjuvazi o antika uygarlıkların yadigarı birkalabalık olduğu için köylüsü, esnafı, aydını, zindesi, köhnesiyle ancak dogmalarainanır.

Hayatsa durmaz, akar, her an yeni gerçeklerin çözülmemiş sorunlarınıönümüze yığar. Çağımız antika uygarlıklar çerçevesini çatlatıp aşmıştır.

Toplumumuz bir görünmez heyelanla denizin dibine gömülüp gidecek antikadağlardan değildir. Dışarıdan gelecek bir tarihsel devrimle, başka bir yerde yeni biruygarlıkla hayatın devam etmesi de beklenemez.

Sosyal devrim Batıda önce İngiltere'yi, sonra Fransa'yı, Kara Avrupası'nı... vedünyayı batmaksızın, tersine gittikçe daha yükselerek değiştirmiş vedeğiştirmektedir. Bütün sorun sosyal devrimciliği durdurtmak değildir. O geçmiştir.

En sunturlu tutalak (muhafazakar) sınıflar bile, değişikliğe dikine karşıçıkılamayacağını kavramışlardır.1760 İngiltere'sinde,1789 Fransa'sındakrallıkların,1917 Rusya'sında çarlığın,1923 Türkiye'sinde padişahlığın, vb.. vb..başına gelenler, yalnız karşı koyanın ölümünü çabuklaştırıp zorla başını yediğinianlatmış bulunuyor.

Menderes (ve gerisindeki sınıf biraz daha esneklik gösterse, küçük- burjuva oykalabalığına aşırıca güvenmese asılır mıydı? Bütün sorun sosyal devrimi, sözyerindeyse amortize etmektedir. Topluma en az yıkıntı getirecek yollarlagerçekleştirmektir.

Akıllı Kennedy Güney Amerika'ya 2.000 milyar lira vererek, isyanlarınkanlılığını önlemeyi düşünmüştü.

Akılsız Johnson (gerisindeki finans-kapital gangsterliği), Kennedy'yikurşunlatıyor. Bin milyarın üçte biri para vermemek istiyor... Güney Amerika

Page 83: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

ülkelerine üç misli masrafla Amerikan orduları çıkartılıyor. Vietnam'da yüzbinlerceinsanı kan içinde öldürmeyi "özgürlük" ve "demokrasi" gereği sayıyor.(*)

Bu sosyal devrimler çağı açısından halka inme uygulanabilirdi.(*) "Latin Amerika ülkelerinin sosyal ve ekonomik kalkınma planı için Kennedy

200 milyar dolar sağlamayı tasarlamıştı. Birçok temsilci, Amerikan yardımının bubölgeye ekonomik gereksinimden çok siyasal amaçlarla yapıldığını iddia etmişlerdir.Bunlara göre, Amerikan yardımı bu süre içinde, kararlaştırılanın ancak üçte biriolmuştur." (Buenos Aires, A.A., 23 Ağustos 1966)

Partilerden Bir Parti mi?Devrimcilerimiz, halka inmeyi nasıl uyguladılar?Zaman içinde iki basamakta iki türlü denenmek istendi. Birincisi deneme oldu.

27 Mayıs henüz balayını yaşıyordu:"Memlekete geldiğim günden beri, arkadaşlarımın çoğu zaman öğünlerini bir

sandviç ile geçiştirerek tehammül üstü bir çalışma ritmi içerisinde bulundukları için...sonunda işlerin çıkmaza girmesinden kaçınılamazdı.

'Temmuz gecesi (1960) yapılan toplantıda, ileri sürdüğüm tekliflerden birbaşkası da bir siyasi partinin kurulması lüzumu olmuştu.

"Demokrat Parti'nin kapatılmasından sonra, bu Partiyi destekliyen veyaCumhuriyet Halk Partisi'nin karşısında bulunan geniş halk kitlelerinin siyasieğilimlerine yön verecek ve bu küçük halk kitlelerinde siyasi şuur yaratıp memlekethayrına bir mihrakta toplıyabilecek yeni bir siyasi teşkilatlanma kaçınılmazzorunluluk olarak ortada duruyordu." (s.8)

DP'ye oyunu vermiş ya da CHP'yi yılan görmüş "geniş halk kütleleri"nin oyandan bu yana aktarılması nasıl olacak? "Yön vermek" , "siyasi şuur yaratmak" gibiedebi deyimler yetmez. "Yön" ne? "Siyasi şuur" hangisi? Devrimcilerin kendileri,silahlılardan ötürü, şunu kaleme almaktan kendilerini alamıyorlar:

"Parti kurmanın kaçınılmaz zorunluğunu, başka sebeplerde ortaya koyuyordu.İktidar edenlerin halk içinde kendi gözü, kolu ve kulağı bulunmalıydı. Halkadayanmıyan bir idarenin çürük temelli olacağı bilinen gerçeklerdendir. Silahlaradayanarak devam ettirilmiye çalışılan iktidarların ya ömrü az olur veya Halkındevamlı reaksiyonu yüzünden hizmeti kısır kalırdı." (s.8) Sözün doğrusu şuydu:Silahsız olmazdı, yalnız silah zoruyla güzellik de olmazdı. Yalnız silahla gelen, geneyalnız silahla giderdi. "Dörtyüz aslandan bu vatan kaldı bize yadigar" şarkımızın nedediğini bilmeliydik.

İlk Osmanlılar aslandılar. Yalnız kılıç aslanı değil, devrim aslanı, tarihseldevrim aslanıydılar. Yüzeyde kılıç parlıyordu, derinliklerde toprak yatıyordu. Kılıçyaldızıyla toprak temeli arasında bütün bir antika zulüm sistemi bir andatemizleniyordu.

Osmanlının en içten gelme meydan okuma çığlığı: "Bire Melum, şol Zalim!"di."Zulüm" nedir? "İnsanın insanı ezip sömürmesi." Osmanlı, kendi açısından, çağıçapında o zulmü temizlemesiydi, kılıcın en iyisi göçebe çobanlardan çok zalimuygarlıklarda keskindi. Ulus önüne DP Golyatını2 devirip yalın kılıç çıkan "ihtilalciler"onu yapabilecekler, insanın insanı sömürmesini kendi açılarından olsun çağlarınınçapında gerçekleştirebilecekler miydi? Sorun parti kadar ve partiden önce buydu.

Yağmurdan KaçışÇağımızın zulme karşı çapı atla deve değildir. "Mısır'daki sağır sultan" (Binbaşı

Abdülnasır) bile duymuştur. O sosyalizmdir. Yeryüzünden melun zalimi kaldırmanınadına 19. yüzyıldan beri sosyalizm denilmiştir.

Sosyalizmin bilimi çoktan yapılmıştır. Ancak, bizim "aslanlar" işin biliminiderinleştirecek ne olanaklara, ne zamana sahiptirler. Başkan yaptıkları GürselPaşa'ya: "Türkiye'ye bir sosyalist parti gereklidir" dedirtebilmişlerdi. Kim yapacakbunu? Belli değildi.

Sosyalizm dışarıdan, gavur icadı bir makineydi. Bir "Avrupa malı" gibiısmarlanacağa, gümrüklerimizden geçebilirse "ithal" edileceğe benziyordu.

Page 84: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Sorun o an için "konulmamış" demekti. Bunun üzerine partilerden bir partikurmaya kalkışmak, konulmamış bir sorunu çözmeye kalkışmaktı. Şöyle düşünüldü:"Partinin kurulması serbest bırakıldığı takdirde, yine Halk Partisi ve inkılapdüşmanlığı istismar edilecek, çıkar düşkünleri kolaylıkla parti üst kademelerini elegeçirecekler ve memleketteki siyasi ortam kısa zamanda 27 Mayıs evvelisi havayabürünecekti.

"Buna mukabil, Milli Birlik Komitesinin dirijanlığı altında kurulacak partiye,parti kurucusu ve idarecisi olarak dışarıdan ve Komite içinden katılacaklar,memlekette şuurlu bir siyasi anlayış yaratmayı hedef tutacaklar. Halk Partisiyle,inkilapların memlekette derinliğine yerleşmesinde gayret ve fikir birliği halindebulunacaklar, hissi ve çıkarcı davranışların gelişmesine meydan vermiyeceklerdir."(s.8)

Doluya TutuluşMBK'nin Türkiye güreşinde birinci raund parti yenilişi bu anlatılan biçimde

gerçekleşti. Amaç "şuurlu bir siyasi anlayış" ve "hissi ve çıkarcı davranışları" önleyişgibi alabildiğine parlak, ama yüzeyde kalıyordu. Herkesin kendi kuruntusunakalmıştı. İlkeler toplu iğne başıyla delinince sönmeye elverişli balon sözcüklerdi.

MBK "içinden ve dışından" kurucular, "Halk Partisiyle... gayret ve fikir birliği"yapacaklardır!... Yaptılar. Askerler (içeriden), profesörler (dışarıdan) ile karışık CHP"Uğri Abbas"ların katıldıkları traji-dramatik "esrarengiz" siyasi toplantılar"alameleinnas-saklı" tutuldu.

Sonuç? CHP kurtları, MBK kuzularını (ya da zinde yavru-aslancıkları)kemiriverdi. Çünkü, eski kurt CHP ile "gayret ve fikir birliği", finans- kapital"devletçiliği" ile "sosyalizm" kurmak demekti. Öyle bir girişkinlik, değil perde ardındaellerini oğuşturan hinoğluhin tefeci- bezirganları, en toy köylüyü bilekandıramayacak biçimdeydi.

Bu, MBK'nin CHP'ye ve gizli ajanlara peşin peşin "kayıtsız şartsız" teslimolması demekti. Eğer gerçekten "halk" kurtarılacaktıysa, halkın içine "kol-göz-kulak"salmak yetmezdi. Bunu DP herkesten güzel yapmıştı. Halka,19. yüzyıl biçimi "gözkulak olmak",14. yüzyıl biçimi halk sürülerine çoban kesilme çağları geçmişti.

Halkın içine inmek, yalnız halk için, halkla birlikte yönetmek değil, büyükAmerikalının dediği gibi, "halkça yönelilmek" demekti. Aksi yanda her yöneliş önceyönsüzlük, ardından başarısızlık getirirdi.

Öyle oldu. geç ve güç anlaşıldı."O günlerde, hesapsız kitapsız olarak söylenildiği gibi 3 veya 6 ay içerisinde

yapılacak yeni bir Anayasa ile iktidar devredilecekse, Cumhuriyet Halk Partisi,karşısındaki siyasi rakipsizlik yüzünden hükmen galip ilan edilecek demekti." (s.8)

CHP "hükmen galip" çıkınca, silahlı zindeler küplere bindi. Ne demekti? Onlaryaradana sığınıp kelleyi koltuğa alsınlar, kendilerine boyuna: "Sakın ha!Kıpırdamayın, karışmam!" diyenler, şimdi oynamaksızın parsayı toplasınlar? Bu neişti?

Devrimi silahsız "zinde kuvvetler" (üniversite) ile, silahlı "zinde kuvvetler"(ordu) yapmıştı. Elsiz, dilsiz, belsiz kara halka da "hayırhah tarafsızlık" (iyilikçikarışmazlık) yoluyla tutmuştu. Gökten kara toprağımıza rahmet damlasıbekleniyordu.

"Piyasadan tarafsız yetkililer"le perçinlenen devrim devleti, uzmanlık aşkına,sanki kendi kendisini baltalama yanşına girdi.

Binilen Dalı KesişÜniversite cezalandırıldı. Yaşın yanında asıl kuruları yakan 147'ler temizliği

yapıldı. Üniversite gençliğine doğrudan doğruya vurmak olmazdı. Gençliğin hareketsimgesi olan dümdüz ve geniş Beyazıt Meydanı "Hüıriyet Meydanı" adı altında yangınyerine çevrildi.

Ortalık sütliman kesilinceye kadar koca meydan, her toplantıyı yasaklayanvolkan ağzından beterdi. Toplantı yapmak şöyle dursun, tek adım atılmaz korkunç

Page 85: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kerbela çölüne döndürüldü...Ordu cezalandırıldı. "Mahrut" dediler, dengeye getirmek dediler, gölgedekilerin

yukanda anlattıkları tipte bir kayırma sistemiyle: "Sen misin 27 Mayıs'a karşı silahçekmeyen? Al!" kabilinden, vur abalıya gitti.

Daha 27 Mayıs günü, en zinde silahlılara: "Siz kısımlarınıza dönün. Lazımolursanız ben sizi çağırırım" denmişti.

Daha MBK kurulurken "tersine arınım" (istifa) yapılmıştı. Gölgedeki adam gibikafası işleyenlere: "İhtilal günü memleket dışında bulunma gerekçesi gösterilmişti."(s.8) Oysa onlar, devrimcilerin kendi ikrarları ile yenilgiye uğranılırsa, Washington veLondra'da yardım bulmak üzere gönderilmişlerdi. "Ancak, o gün, Ankara'da veİstanbul'da fiilen harekete katılmış ve altı yıl ihtilale hizmet etmiş arkadaşlarımızın(Nejat Kumaçoğlu, Turan Okan, Faruk Ateşdağlı, Nuri Hazer) hangi prensibeuyularak saf dışı bırakıldıklarının izahını, bugüne kadar ben kimseden duymadım..27 Mayıs'ta, memleketin çeşitli köşelerinde vazife gören ve bulundukları yerlerdeihtilale ilk andan itibaren destek ve kilit taşı haline gelen eski arkadaşlarımızı da(Necati Ünsalan, Şükrü İlkin, Faruk Güventürk, Naci Asutay, Necmi Berk, RızaAkaydın) pek hatırlayan olmamıştır..." Onların yerine: "Sonradan Komite içindegörülmeleriyle etrafta reaksiyon uyandıran birkaç kişinin Komiteye alınması, pekalasağlanabilmiştir."

Yanlış Değil Sosyal DeterminizmBu basit bir "yanlış" mıydı? Kişiler açısından yanlış, sosyal sınıflar bakımından

bal gibi belirli bir yönelişti. Daha ilk adımda, bir taşla iki kuş vurulmuştu:1- İlk beklenen, içten devrimciler safında o "reaksiyon"u yaratmak,

devrimcileri birbirine düşürmekti.2- İkinci beklenen sonuç, daha uzun vadeli komplolar kurmaya elverecekti...Sayın Dündar Seyhan bu keşmekeşi devrim için "doğal" bir şey sayıyor:

"Aslına bakarsanız," diyor, "bize, o günkü tutum ihtilalin doğal bir sonucudur.Kimsenin kimseye darılmaya hakkı yoktur." Hayır, "devrim"in değil, "sosyaldeterminizm"in işiydi bu.

Devrimciler arasında sosyal sınıf açısından bir mihenk taşı bulunmuyordu."Ancak ihtilalde ciddi ve fiili rol oynamış ve hatırı sayılır eski arkadaşlarımızdan biri",yani iyi kötü en sonunda bir küçük-burjuvaca kişi açısından yakıştırma bir kayırıyapılmıştı.

Her gün her yerde, en gericisiden en ilerici geçinenimize kadar bütün akım,yayın, parti, dernek vb. çevrelerimiz, o küçük-burjuvaca kendini beğenmiş keskinsirkeliğin tortu batağı içinde bocalamaktadır.

Bir sosyal sınıf önderliğini beceren finans-kapital azınlığı ise, 30 milyon insanıhep o zayıf yerinden vurup çil yavrusuna çevirmekte, bir taşla hep iki kuş vurmakta,en sonunda üstün gelebilmektedir. Bu, hepimizin ulusal felaketinin bile bile ladesidir.

Eyyam Efendiliği FelsefesiO zaman ne oluyor? 7 bin yıldır insanlığın geçirdiği bütün denemeleriyle sosyal

ve tarihsel bilim bir yana, küçük-burjuva "akl'ı selim"i (sağduyusu) öbür yanageçiyor.

Nasıl her mahallenin eskicisi, dünyanın en iyi ayakkabıcısı geçinirse, tıpkı öyle,her kulaktan kapma fikir ezbercisi, en ufak çıraklık süresi geçirmeksizin, sürümbuldukça, o fikrin seyyar satıcılığını yapıyor. Dahi "üstad`ı azam"ı, eşsiz örneksizkurnazlıkta dehri "kutbül-aktap"ı kesiliyor.

Bir dergi mi çıkarılıyor? O alanda en koftici "uzmanlar"ı çevresinde pinekletip,hepsinden üstün görünmenin reklamı değer ölçüsü yapılıyor. Bir parti mi kuruluyor?O alanda en kapıkulu ruhlu "uslulara" tekkesinde "hu!" çektirip hepsine emrediciefendi çalımını satmanın kerameti, tarikat disiplini sayılıyor.

Bir harekete, hatta devrime mi girişiliyor? O alanda en tabansız sünepe "Fırsatdüşkünleri"ni, kulaklarından tutup süprüntülükten devlet kuşluğuna çıkartmanınverdiği yalancı emniyet "hikmet'i hükümet" biliniyor vb.

Page 86: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Bütün bu yakıştırmalar iyidir. "Zamana" uygundur. Kişilere başarı, alkış, ünsağlar, Egemen sosyal sınıf, en geniş ve uzağı gören sezişlidir. Dünyanın ileriülkelerinde yüz yıl önce yaşanmış olaylar geri ülkede deneniyordur.

Kurtların planlıca çizdiği sınırlar içinde kalındıkça, oyunun tadına doyumolmaz. Küçük-burjuva kahramanlarının kolay zaferlerinin şerefine en tumturaklı"tak'ı zaferler" törenler, şölenler az gelir...

Bir iş yapmaya sıra gelince, "kritik anda", bakarsınız, en vurdumduymaz gibiduran sosyal sınıf "saf harp nizamına", savaş düzenine girivermiştir. "Veto!" der.

En keskin devrimciler bu küstahça meydan okuyuşa kızmaktan önceşaşakalırlar. Oysa, sosyal sınıf, koftici uzmanlarıyla, tarikat disiplini kapıkulu usluakıllılanyla, fırsat düşkünü süprüntü kabadayılarıyla... çoktan, suyun başınıkesmiştir. Sorun zaman kazanmak ve fikirleri çorbaya çevirmekti. O da olmuştur.Geriye olgun meyvayı dalından düşürmek kalmıştır.

Gene Külahını Kurtaran Kaptandır"Diğer taraftan, iktidarı bir an evvel bırakarak, sırtlarının çekemiyeceği ağır bir

sorumluluktan kurtulmayı, şahısları için tek emniyet garantisi olarak görüpkabullenenler, art düşüncelerini ne kadar saklamaya çalışırlarsa çalışsınlar, ogünterde bile davranışlarıyla maksatlarını belli ediyorlardı.

"Bunlar da ihtilalci sayılıyordu. Hayatlarında hayallerine bile getirmedikleri enbüyük mertebeye bir anda erişivermişlerdi. İtibarları binbeşyüzdü. İstikballeri nasılolsa herhangi bir şekil uydurularak teminat altına alınacaktı. İsimleri tarihe geçmişti.Bütün bu imkanlar hemen elde iken, şimdi reformdu, memleketti, falan filantutturup, ellerindeki nimeti yitirmiye kalkmakta mana var mıydı? Bu derecesi, birazdeğil, fazlaca safdilik olurdu!... Elbette ki, 'eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan daha iyi'idi." (s.7)

Görüyoruz. Pişkin tefeci-bezirgan karması finans-kapital için, fazla zahmetebile katlanmak yok. Devrimciler içine biraz küçük-burjuva molozunu serpiştir.Dışarıdan, içeriden iki üç blöf havafışeği pırlat. Molozlar kendiliğinden çözülürler,temele gedik açılır. Alttan kışkırtmasan bile, kendi atalet hassası, adalet gussası ilemoloz duvarı yıkacaktır.

Niye uğraşacaksın? Bırak birbirlerini yesinler, kendileri yıkılsın. Yıkılıncaya dek,gereken bütün manevraları o molozlar sayesinde rahatça yapabilirsin.

Onun için, orduyu "tasfiye" (temizleme) işi, devrimi yaptığı için silahlıkuvvetleri "tecziye" (cezalandırma) haline soysuzlaştırılıverdi. Aktif tasfıyeciaçıklıyor: "İtiraf etmek yerinde olur ki, bu tasfıye hareketinde emekli olacaklarıtesbit edebilmek için, hemen kolaylıkla ele alınabilecek sağlam ve objektif esaslarortada mevcut değildi... Uygulama, meseleye bu ana düşünce açısından bakılarakyapıldığı için, orduda kalanların emekliye ayrılanlardan daha değerli olduğunu vedışarıya çıkarılanların vasıfsız oldukları için emekli edildiğini kimse iddia edemez...Ortaya koyduğumuz ilk prensip, emekli edilecek arkadaşlara içeride kalanlardandaha çok maddi garanti sağlamak olmuştur." (s.10)

Devrimle Halkın Arasını AçışBöylece ordu temizliği de, iki yüzü kesen bir kılıç oldu, bir yüzü, ordu

değerlerini kesti, öbür yüzü, ordu dışı bırakılanlara sus payını andırır bol ikramiyelerverdi. Aydın işsizliğinin kıran yaptığı bir ülkede, işsiz emeklilere iş bulmak için,işsizler arttırıldı.

Hiç yoktan, şirketlerde, şurada burada, "sivil savunma" gibi, fınans-kapitalistleri bıyık altından güldüren ve halkı askerlere karşı olmaya kışkırtanbahaneler yaratıldı. Silahlı kuvvetler zaafa ve birbirine düşürüldü. Halk, silahlıkuvvetlere güveninde ikirciliğe sokuldu. Bir taşla oynanan kaç türlü oyundu bu?

Halk cezalandınldı. Halkın 27 Mayıs bahanesiyle uğradığı suçlama ve cezalarınhepsini saymak için ayrı bir cilt yazılabilir. Bin tanesi içinden, hala yara gibi işletilenbir tanesini hatırlamak yeter; tasarruf bonosu!

Sen misin ey halk kalabalığı, 27 Mayıs'ın karşısına çıkıp, kapitalistlerin uğruna

Page 87: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kanını dökmeyen ve tarafsız iyi dilekle alkış tutan? Al sana, her yıl %20 pahalılıklakesilen rızkından, sermaye için bir %10 tasarruf kısıntısı daha.

Korkma, kesilen para gene senin, her yıl para fiyat alçalması ve 100 kuruşlukbonoyu 25 kuruşa elinden çıkarışın birkaç bono milyoneri yaratacaktır. Bekle,gelmez ayın son çarşambasında, devlet baba bono milyonerlerinin avuçlarına senintasarrufunu trink parayla ödeyecektir...

Devrimci "Maruf Bey!"Üniversiteye (ve meydana) ccza, silahlı kuvvetlere ceza, derdimend halka

ceza... 27 Mayıs, çıktığı ringte kafasını gözünü yumruklayarak kendi kendisinidiskalifiye eden boksöre dönmüştü. Gazete sütununda "Maruf Bey"in karikatürüneherkes gülmüştür.

Maruıf Bey kasasını kurcalayan hırsızı görünce, süpürge sopasını kaldırır,hırsızı suçüstü yakalayıp dövmeye gider. Enseyi ele verdiğini gören hırsız, büyük birbilgin edasıyla parmağını kaldırıp Maruf Bey'e şu dersi verir:

nbsp; "Yoo! Süpürge sopası hırsızı dövmek için kullanılmaz, yerleri süpürmekiçin kullanılır" der.

Bu çok "makul" sözü dikkatle dinleyen Maruf Bey: "Ya! Öyle ise peki!"kabilinden, hırsızı bırakır ve başlar süpürge sopasıyla yerleri süpürmeye!

Maruf Bey'in başına gelen, 27 Mayıs'ın başına gelmiştir. Finans- kapitalhırsızını Türk ulusunun kasasını soyarken suçüstü yakalamıştır. Silahlı kuvvetlerikaldırıp tam hırsızı temizleyecekken, yavuz hırsız ev sahibini şaşırtmıştır. Hırsızlıkoyununu hırsızın kurallarıyla oynamaya oturtmuştur.

Zinde kuvvetler, finans-kapital hırsızını değil, orduyu, üniversiteyi ve halkıcezalandırma yolunu tutmuştur. Benzetili akıllıca, bilgince, uzmanca laflarlayolundan çevrilmiştir.

Bindiği bütün dalları kesmeye doğru "siyaset cambazları" adını verdikleritarafından itilip gitmiştir. Finans-kapital hırsızına sermaye hazırlamak üzere halkatasarruf bonosuna kesmiştir.

Onu bu çıkmaza sürükleyen "akıl hocaları", ulusun ve kendi kendisiningözünden düşürdüğü devrimcilere karşı bu kez serinkanlıca dönmüştür. "Mağdur"ilan ettiği üniversite hocalarını, Eminsu'ları, hayal kırklığına uğramış halkı, teksavunucu "sosyal adalet" kahramanı pozuna girmiştir.

Devrimi Gömme TörenciliğiDoğuda 7 bin yıldır yapıldığı gibi, Türkiye'de de her devrimciyi bekleyen sonuç

27 Mayıs'ı da bulmuştur. Devrimciliği göklere çıkarılan 27 Mayıs, muazzam bir şanlıtürbenin şeref kubbesi altına gömülmüştür.

Mumyalanmış, kutsallaştırılmış, ritmik törenler, şölenler, patetik söylevlerortasında yerden ayakları kesilip göklere çıkarılmıştır. Devrimci tanrılar arasındaistenilen hayırı ve şerri kendisine yakıştırabildiğimiz bir insanüstü sade suya tapınçkonusu tanrıcık heykeli olarak dondurulmuştur.

Bu sonuca dayanamayan devrimci silahlı kuvvetler, atı alan Üsküdarıgeçtikten sonra, "Madanoğlu'nun hepsine karşı kurmuş olduğu komployu berabergeçiştirince" yeniden deprendiler!

Şimdi, "birbirlerine ihtiyaçları vardı. İçinde bulundukları teşkilata bu sebeplerlelüzum görüyorlardı. lşte bu maksatlarının tahakkuku için faatiyet halindeydiler. Buteşkilat, değişik fıkir taşıyan mensuplarının gayelerini önleme yönünde ortayaçıkacak her türlü ihtimale karşı elde bulundurulmaktaydı." (s.22)

Bu satırlar iki alçakgönüllü itirafı saklıyor:1- Zinde silahlılar "değişik fikir"lerle bölünmüştürler. "Hazer ve diğer

arkadaşlarla ayrı ayrı bir arada yaptığımız görüşmeler sonunda müşterek birgörüşün teşekkül etmediği ve etmesine de imkan olmadığı açıkça anlaşılıyordu."

2- Artık saldırı durmuştur. En tasalı nefs koruma kaygısıyla savunmaderdindedirler. Şimdi, ilericilikle gericiliğin rolleri tersine dönmüştür. Devrim yerinekorku egemendir.

Page 88: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

İlericiler de, gericiler de korkunun paniğe dönmemesine çalışıyorlardı. Çünküpanik, baldırı çıplak başıbozukların değil, silahlı kuvvetlerin kargaşalığı olurdu.

Bu ise, herkesten önce gericilerin işine gelmezdi. Bir umutsuzluk anında, elisilahlılar, boyunlarını büküp intihar etmektense, statükoyu bir dahadüzelmemecesine bozmaya götürebilirlerdi. Durum aşırı kritikti.

Korkuyu amortize etmenin tek yolu, cesaret gösterili bir çerçeve içine sokulupistenilen yönde alıştıra alıştıra güdülmekti.

Onun için, devlet içinde devlet -hem de silahsız devlet içinde silahlı bir devlet-biçimlendirildi. Herkesin gözü önünde körkörüne parmağım gözüne ve gizli bir"Silahlı Kuvvetler Birliği" kurulmasına göz yumuldu.

Bu "körebe" oyununa en elverişli ebe İsmet İnönü'den başkası olamazdı.Devrimcilere deli gömleğini yalnız o giydirebilirdi. İkinci raund (körebe oyunu) bukoşullar içinde başladı.

Devrim mi? Hiyerarşi mi?Can kaygısından ve korku savunmasından başka ortak yanları kalmayan

devrimcilerin kurabildikleri bir örgüt nasıl olurdu? Her yiğidin kendi yoğurt yiyişinegöre... Yiğitlerimiz silahlı kuvvetlerdi. Onların yoğurt yiyişleri hiyerarşiye uygunolabilirdi.

Devrimciler, sonradan, bozgunun değerlendirmesini yaparlarken bütünfelaketlerin hep hiyerarşiye aykırı davranmaktan ileri geldiğine inanıyorlardı. Bunubize en çıplacık anlatan, Talat Turan'ın olaylara nesnel tanık diye gösterilen ünlümektubudur. Orada şöyle dertli dertli yazılır:

"Silahlı Kuvvetlerin, mazisini asırlardan alan bir örf an'ane ve anlayışı vardı.Bu anlayış içinde hiyerarşinin rolü ve önemi münakaşa götürmiyecek kadarbüyüktür. Komite üyeleri bu hakikati inkar eder göründüler, hal ve hareketleriniOrdu ve örf ve an'anesine tezat teşkil edecek şekilde ayarladılar... Şahsen ben, 27Mayısta İskenderun'da idim. 27 Mayıstan itibaren 10 gün 250 metre mesafedebulunan eşim ve çocuğumu görmediğim gibi, telefonla konuşacak zaman dahibulamadım. Böyle bir ruhla ve imanla 27 Mayısa hizmete çalışıyordum. Tesadüf 27Mayıstan sonra ilk gördüğüm Komite üyesi yüzbaşı rütbesindeydi. Ve tümenkomutanı olan generali arkasında yürütüyordu. Bu davranışlar her yerde böyle idi.Bu hal, Silahlı Kuvvetler mensupları için ağır bir darbe olmuştu. çünkü bu ordumensupları, yüzbaşı arkasında general görmiye tahammül edemiyecek kadarASKER'di." (s.17) ,

Acep, İskenderun'da yüzbaşı, generalin ardında yürüseydi,14'ler daha mıerken, daha mı geç temizlenirlerdi? İlk devrim günü general Gürsel ihtilalcilere"kısımlarınıza dönün" deyince Paşa sözü dinlenseydi, DP daha mı çabuk, daha mıyavaş AP'ye dönerdi?

Mısır'da Abdülnasır bir "binbaşı"ydı. Önce baş önde giden generalini, sonraarkasına aldığı için Mısır daha mutlu mu oldu, mutsuz mu? Bizde binbaşı OrhanErkanlı, tank tümenini ardına takmakla mı, yoksa generalinin ardına takılmakla mıİstanbul'u 1 saatte ele geçirir ve 27 Mayıs'ı zincirinden boşandırırdı?...

Ankara'da bir yüzbaşı, generallerin yattıkları tavanı makineli tüfekle taradığızaman, telaşla aşağıya inip: "Ben de sizdenim" diyen generali önüne katıp jiple HarbOkulu'na göndermekle hiyararşiye uydu mu, uymadı mı?

Bütün bu ve benzeri sorular tarih boyunca uzar giderler ve hiç değilse"münakaşa götürür' şeylerdir.

Silahlı zindelerimizin başlıca yöntemleri, en tartışılabilir konuları "tartışmagötürmeyecek kadar büyük" sayıp "resmi tazim"e geçmeleridir.

"Çağdaş uygarlık" uğruna kelle uçururuz. Batılıların bütün "çağdaş uygarlık"güçleri, insan düşüncesi derecesinde yüce işleyiş önünde hiçbir konuyu eleştirisizbırakmayışlarından ileri gelir.

İlke Disiplin mi, Otomatik Birlik mi?Bizim on gün eşiyle telefonda konuşmaya zaman bulamayacak kadar devrimci

Page 89: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

silahlı zinde T. Turan'larımız, "mazisini asırlardan alan örf ve an'ane" uğruna 27Mayıs'ı gözlerinden çıkarırlar.

İnsanlar, ancak yaşamın canlı gerçekleri üzerinden tartışarak daha doğruyagidebilirler. Tartışılması yasak "dogma"lar, doğruda buluşmanın yerine, eğriyibüsbütün çatallaştırarak kısır çekişmeleri azdırır:

Onun için silahlı zindelerimiz, kutsal dogmatizm yöntemlerine kurban gittiler,fıkir ayrılığına düştüler. Fikir ayrılıklarının en belirli belgesi bizde öteden beri "birlik"etiketi olur.

Meşrutiyet çağımızın can düşmanı ikiz kardeş partileri vardı. Birisi "İttihat",öteki "İtilaf' adını almıştı. Anlatınca ikisi de aynıydı. "İttihat" birleşme, "İtilaf'uzlaşma demekti. İkisi de "birlik" demekti.

Birbirlerini yediler, memleketi dağıtıp, imparatorluğu çökertmekte yarış ettiler.Çünkü "birlik" madalyasının içyüzü ilke ayrılığıydı.

Milli Birlik Komitesi de Türkiye'de 27 Mayıs öncesi halkçı-demokrat kısır horozdövüşlerinin milleti kardeş kavgasına götürmemesi için silaha sarıldığını ilan ederkenadını "birlik" sözcüğüne bağlamıştı.

Şimdi, finans-kapitalle zinde kuvvetler arasında beliren güreşin ikinci raundu,aynı "birlik" sözcüğünü takındı: Silahlı Kuvvetler Birliği!

Körükörüne Birliğin Sosyal KöküFikir ayrılığını örten bir birlik nedir? Otomatizmdir. İstediğin kadar ayrı fikir

taşı, "haydi!" dendi mi, hizaya gelip uygun adım atacaksın... Bu bilinçli birlik değil,"körükörüne itaat" otomatizmidir.

Fikirleri birbirini tutmayanlar için de "körükörüne itaat"tan başka "birlik" biçimiolamaz. Silahlı zinde kuvvetlerimiz, yaratılışları gereği fikir ayrılıklarını öyle birotomatik birliğe bağladılar...

Kim "haydi!" diyecek?.. Otomatikman hiyerarşinin başında bulunan şef.En modern örgütlerin de liderleri bulunur. Lider, fikir ve ilke birliğinde

olanların ayrıntılarını bağdaştıran fikir ve ilkenin en seçkin temsilcisidir.Otomatik itaatte fikir ve ilkece apayrı kişilerin yalnız davranış birliğini rütbe

gelenek-göreneğiyle sağlayan baştır. SKB ancak öyle "körükörüne itaat" başı isterdi."Teşkilatın iktidara bizzat elkoyma taraftarı olanları içinde (ki bunlar müfrit

ihtilalcilerdi), Ordu hiyerarşik nizamı dışında münferit ve müstakil bir grup olarakolaylara müdahale fikrinde olan tek kişiye ve Silahlı Kuvvetlerin birlik, beraberlik vebütünlüğünün Türkiye'nin geleceğine tek teminat olduğuna inanmıyan kısır düşüncelitek subaya rastlamak mümkün değildi. Böyle düşünenler mutlak Başkumandanınemrinde bulunmanın, emir ve kumanda müessiriyetinin bozulmamasının şiddetletaraftarı görünüyorlardı." (s.22)

Bu neden böyleydi? Tek şeyden; harekete katılanların sosyal yapılarından. Birsosyal sınıf olmayıp bir küçük-burjuva zümresi olmalarından. Bu sosyal determinizm,sonradan "ikinci raund" sırası değil, daha "birinci raund" başlarken her davranışadamgasını vurmuştu.

Yapılanları biraz düşünmeye zaman bulabilenler, her ne pahasına olursa olsun"birlik ve beraberlik" parolasına yapışmaktan başka kurtuluş yolu görememişlerdi:

"Ortada henüz belli fıkirler ve bu fıkirlere göre ayrılmış grupmanlarbulunmamasına rağmen, yakın bir gelecekte hizipler kurmaya aday olan arkadaşlararasında birlik ve beraberliğin sağlanmasını üzerimize düşen en belli başı memlekethizmeti kabul etmiştik." (s.7)

Birbirine Düşmenin Sosyal NedeniHepsi en az birer kurmay eğitim ve öğretimi geçirmiş, zinde silahların yalnızca

"bilgisiz" ya da "eğitimsiz" olmalarından mı? Hayır.Burada ne bilgisizlik, ne budalalık rol oynamadı. Sayın Talat Turhan, 27 Mayıs

önündeki "kurnaz" politikacıları şöyle değerlendirdi:"Onların görüş zaviyesi ve siyasi kanaati; mensup oldukları siyasi teşekküle

göre ayarlanmaktadır çünkü.. Bu düşünceye istisnalar katılabilir ama. İstisna kaideyi

Page 90: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

bozar mı? O halde, 360 dereceyi 6 partiye bölersek, her partiye 60 derecelik görüşaçısı kalıyor demektir. Partizanlar 360- 60=300 derecelik bir körlük içinde kalıyorlardemektir. Parti disiplini emrediyor da ondan..."

Silahlı zinde güçler 360 dereceyi birden görme becerisini kendilerindebuluyorlardı. Bilgi ve görgü gibi korkaklık ve yiğitlik de sosyal olaylarda ikinci,beşinçi rolü oynar. Silahlı zindelerimizin belini kıran şey, ne bilgisizlikleri neürkeklikleriydi.

Sosyal devrimler çağını yaşayan modern toplumda başlıca sosyal sınıflaraçısından soruna koyamayışları onlara binilen dalları kestirdi. Küçük-burjuvazi, isterçarıksız köylü olsun; ister en parlak ve en modern kurmay bir sosya1 sınıf değildir...

360 dereceyi birden görebilmek için; 0-180 dereceyi tutan kapitalist sınıfınaçısıyla, 181-360 dereceyi tutan işçi sınıfının açısını iyi ayırdetmek ilk şarttır. "Benbir noktada durup 360 dereceyi birden görürüm" sanmak, şeylerin doğasına sığmaz.Göz kamaşması, baş dönmesi kaçınılmaz olur.

Küçük-burjuvazi, toplumumuzun en büyük kalabalığıdır. Ama, hepsi tekerteker birbirini yok, eden bir kalabalıktır. Bu muazzam kuru kalabalığın en bilgili, enyiğit, en az başıbozuk olan en modern bölümü, seçkin silahlı kuvvetler kurmay vesubaylarıdır.

Onlar da bir modern sosyal sınıf açısından sorunu koymadıkları anda, enyaman otomatik birliğin en "körükörüne itaat" ilkesi altında bile birbirine düşenküçük-burjuva rekabet duygularından kurtulamazlar: 27 Mayıs üzerinden henüz biray geçmemişti ki (9 Temmuz günü):

"Bilhassa ordu kademelerinde, Komiteyi kuranların kimliklerine karşı birkıskançlık duygusu ve eleştirme isteği doğmıya başlamıştı." '

Proletarya Açısından Demokratik DevrimO anda sorun iki zıt açıdan konulabilirdi:1- İşçi sınıfı açısından, 2- İşveren

sınıfı açısından.İşçi sınıfı açısından sorun 1954 yılında bütün soyutluklar dışında konulmuştu.

Hemen iktidara gelecek bir gücün, en ufak ikirciliğe düşmeksizin, açıkça kavrayıpuygulayabileceği denli basit, kısa bir parti tüzüğü ve programı biçiminde ortadaydı.Parolası ikinci kuvayimilliyecilikdi.

"Devleti milletten üstün değil, Milleti devletten üstün tutan gerçek hürriyetifiilen kurmak ve Antidemokratik kanunları ayıklamak" teklifiyle (V.P. Tüzüğü Md. 2)başlıyordu. "Müzmin işsizlik ile azgın hayat pahası kanser"in atom enerjili ağır sanayiile gidermek için ucuz devlet ve o bilinçli ticaretin ne olduğunu, hangi "ruh"la,kimlere dayanarak nasıl başarılacağını dupduruca ortaya seriyordu...

Daha 15 Ağustos 1957 günü "İkinci Kuvayimilliye Seferberliğimiz istesek deistemesek de, günün meselesidir.. Mübarek iktisadi ve içtimai Kuvayimilliyeseferimiz sevgili milletimize uğurlu olsun." (Gerekçe, s.4) öngörüşü yazılı basılıbiçimde haber verildi.

Bu haber verilirken 27 Mayıs'ın ilk öncü çarpışmasını yapan "9 subay olayı" nıkimse bilmiyordu. Olay kendiliğinden patlak verdiği zaman işçi açısını koyanlarla, 27Mayıs davranışını muştulayanlar aynı "Harbiye" zindanlarında, birbirlerinden habersizişkenceye vardılar. Her iki (Vatan Partisi ve 9 subay) dava da "beraat"le sonuçlandı.Konu böylesine canlı, gerçek ve günceldi.

27 Mayıs, Vatan Partililerle 9 subaya işkence yaptıranları Yassıada'da rahatçadinlendirdiği gündü. Tüıkiye işçi sınıfı açısından MBK: "Tarihimizde daima kuvvetleçarpan kalbimizin: yiğit ordumuzun... İkinci Kuvayimilliye gazası" diye kutlandı.

Bir hafta içinde "Birinci Açık Mektup" ile, 27 Mayıs'ın teorik ve pratik anlamı veyapacakları özetlendi. 3 ay geçmeden "İkinci Açık Mektup' la "MBK ni ısıramayıncaalkışlayanların" telaşının ta Londra'daki Times'ten nasıl geldiği belgelendirildi. Bütünsorunlarımız elde rakam, bir kez daha en pratik yanlarıyla ekonomik ve sosyalbakımdan bir daha "açık konuşuldu." Devrimcilere şöyle denildi: "Siz Millet hayatınınyüzlerce yılında bir görünen güçlü HAKEM'siniz. Teker kişi olarak Arab'ın "Halitatül

Page 91: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

hataven-nisyan" (Yanlışlar ve unutkanlıklar katışımı) dediği birer insan olabilirsiniz.Ama; KOMİTE olarak -Halk dilindeki kutla 'ÜÇLER', 'YEDlLER; 'KIRKLAR' gibi.'OTUZSEKIZLER' adı ile tarihe geçerek işler yapmaya çağrılı evliyalarsınız. (İkinciKuvayimilliyeciliği) siz de başaramazsanız yazık olur Türk Milletine."

Yön - TİP Küçük-BurjuvalıklarıNe çıktı? Yüzeyde kalan bir iki yankı. "Rezonans" yoktu işçi açısına... Bundan

ötürü feleğe küsülmez. Hele silahlı kuvvetlerimizin zindeleri hiç mi hiçyadırganamaz. Onlara gelinceye dek nicelerini gördük, görüyoruz.

Yön çıktı. Meğer "ikinci kurtuluş savaşı sloganı" atmışmış işçi sınıfı açısına.Rezonans yok! Neyse ki Yön bari işçiye karşı allerjisini gizlemiyor. Çıktığı gün katınailetilen Vatan Partisi tüzüğü, programı, gerekçesi havada bir dalga gibi başıüstünden geçip gitti.

Çünkü Yöncülük, ne denli "modern", ne denli "bilimsel", ne denli "sosyalist"olursa olsun, sağduyucu bir küçük-burjuva "kadro"suydu.

Üstelik, silahlı zindelerimiz denli yerli malı bile değillerdi. Batıdaayarlanmışlardı. Ve ancak Avrupa taklidi düşünce görürseler, onu mal diyesatabilirlerdi. Ve bu mala "rakip" çıkacak her yöne dayanamazdılar...

Bir TİP çıktı. O "rezonansın ta kendisi" olmalı değil miydi? Adı "işçi'ydi.Sonradan, doğru liderliğe atanan şefı, iki uzun yıl Vatan Partisi davasının heroturumunda işçi açısının bizde ne olduğunu, nasıl canlar dişlere takılıpsavunulduğunu ve neden DP hakimleri önünde bile haklı çıktığını adım adımizlemişti.

En son TİP programı, "ne ararsan bulunur derde devadan gayrı" tipinde ,şişkinliği tıklım tıklım avukat çatlatan bir devletçilik yamalı bohçası oldu.

Tüzük; dünyanın en gerici "Siyasi Partiler Kanunu" maddelerindenbeceriksizce abartmalarla doludur. İşçi partisinde bilfiil üreticileri karantina altınasokmak için paravanlanmıştır. Düzeltme üstüne düzetmeyle yaz-boz tahtasınaçevrilmiş, işçi açısını köreltme labirentidir.

Yalnız ağızlarda -Fikret'in şiirinde alay ettiği- "Yaşasın sevgili Millet!" çığlığıgibi, ikide bir "ikinci Kuvayimilliyeciyiz"!..

Çünkü TİP'in tabanı ne denli "işçi", "köylü", "eli nasırlı" olursa olsun,kurucuları burjuva partilerinde milletvekili seçilemediğine kızmış aristokratişçi-küçük-burjuvalarıydılar, güdücüleri yarı işsiz yarı aydın küçük-burjuvalarıydılar.

"İşçiler! Köylüler! Eli nasırlılar!" sloganını "antipatik" bularak, merkez kararıylakaldırdıkları son seçimlerde alınan oylar da. bilfiil üretici olmayan küçük-burjuvaoyları oldu. En ufak eleştirme onların "büyüklük" ve "dokunulmazlık"larınadokunurdu.

Kendilerini anadan doğma "sosyalist" ya da "işçi" sayanlar işçi sınıfı açısınaböylesine yan çizerlerken., hiçbir anadan doğma "nitelik" taslamayan silahlıkuvvetler devrimcilerinin rezonans göstermesi beklenemezdi.

Burjuva Açısından Demokratik Devrimİşveren sınıfı açısından sorun 19. yüzyıldan beri konulmuştu. Bütün antenler o

açıya çevrilmişti. Bütün beyin aygıtları o açının sonsuz dalgalarıyla yüklüydü.İşçi açısından yola çıkılsa, herkese "birinci Kuvayımilliyecilikte olduğu gibi

demir çarık, demir asa" gerekecekti. MBKcileri "sandviç"le öğle yemeğinden güçkurtulacaklardı.

Burjuva açısından devrim de, iktidar da başarılır başarılmaz en külfetsiz büyüknimetlere, ceberruta, saltanata kapı açıyordu.

Silahlı zindelerimiz, "Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz" diyorlardı. Nedenrüzgarın kalbur üstüne çıkardıkları "taht'ı revan"dan inmesinler? Neden, asıl yükütaşıyanlar boşuna harman döve dursunlar? Neden bal tutan parmağını yalamasın?

Sonra her ün salan bakalım altta kalandan daha mı değerliydi? Burjuvadevrimciliğinde herşeyin tersine orantılı gittiği deneyimle biliniyordu.

Meşrutiyetin tanrılaştırdığı Enver ve Cemal'ler, alabildiğine paşa,

Page 92: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

başkumandan olurlarken heptiler. Albaylığı güç bulan Mustafa Kemal ve İsmetBeyler, hiç gibi görünmüşlerdi.

İş başa düşünce kimin daha paşalığa ve kahramanlığa elverişli olduğubeliriverdi. Madem ki devrim burjuva devrimiydi, arkada görünen Fikret'in "han'ıyağma"sında kim, niçin geri kalsındı?

Bu uğurda her subayın yerden göğe dek haklı çıkarabileceği binbir gerekçesiolurdu. Hele daha ilk adımda, 40 kişiyi bulmayan MBK içine bile, taş atıp koluyorulmaksızın girenler olmamış mıydı?

"Hayallerine bile getirmedikleri en büyük rütbeye bir anda erişivermişler"yerleştirilince, "ordu kademelerinde... kıskançlık ve eleştirme"nin nerelere varacağıkendiliğinden anlaşılır.

Son Cankurtaran Simidi: SKBBu atmosferi yaşayanlar için, çok sıkı hiyerarşik bir "otomatik itaat" aygıtından

başka türlü örgüt düşünülebilir miydi?Örgütçülükte en titiz kurmay incelikleri başarıldı. Yapılabileceğin en

mükemmeli yapıldı: "Silahlı Kuvvetler Birliği!". .Bu örgütün kuruluşundan 22 Şubat'a kadar Milli Savunma Bakanlığı özel

kalemi Kur. Yb. Talat Tahsin o birliğin tam bir parçalanmadan ileri geldiğini şöyleyazar:

13 Kasım operasyonundan sonra bir kısım Komite üyesi muallakta kaldıklarınıhissetmişler, kendi emniyetlerini sağlamak için böyle bir teşekkülün zulüm vezaruretine arkadaşlarını ikna etmiş olabilirler... Komite üyesi olmaları gerekirken, bupayeye erişememiş ve ellerinde kuvvet bulunduran önemli mevkilerdekikumandanların ön plana geçmek istekleri, insani vasıfları ve ihtirasları kendilerini buistikamete itmiş olması ihtimalidir." (s.18)

21 Mayıs davasında Talat Aydemir aynı şeyleri daha açık belirtti:"MBK'nin Anayasası, bizzat yapanlar tarafından çiğnenmişti. İşte bu hadise

Silalılı Kuvvetler içerisinde çok yıkıcı bir reaksiyon yarattı. (14)ler yurt dışınasürüldükten sonra geri kalan 23 Komite üyesi, grup grup ordu içinde aşiret reisi gibitaraftar toplamıya başladılar. Ayrıca (14)lerin mağdur olduklarına inananlar da orduiçinde bir teşkilat kurmıya kalktılar. Artık ordu muhtelif fıkir ve cereyanlarına göremuhtelif zümrelere hizmet için siyasetin içerisinde bocalamıya başlamıştı. İşte budurum karşısında kendimi vazifeli hissettim. Ankara'daki yakın arkadaşlarımla birfikir etrafında toplanarak ordu içinde parçalanmama meydan vermemek, yavaşyavaş orduyu MBK üyelerinin elinden kurtarmak için Silahlı Kuvvetler Birliği adıaltında bir teşkilat kurmıya başladık." (s.19)

Amaç ne? Örgüt için örgüt kurmak! Asıl amaçsa korkuydu. "19 Şubat günüBaşkumandanın odasında Kuvvet Komutanlarıyla yapılan toplantıda Alb. Ünsalanşöyle konuştu:

"- Münferit bir hareket için endişeye mahal yoktur. Fakat siyasetçilerin tuttuğuyol bazı patlama ihtimallerini tahrik edici mahiyettedir. 27 Mayısın temelinde olanbizleri ortadan kaldırmak için her çareye başvuracaklardır. Bizi mukadder olanfelaketten siz dahi kurtaramıyacaksınız." (s.23)

Tecrübeli KurtlarSKB orduyu 27 Mayıs'ın ve iktidarın sahibi sayıyordu."27 Mayıs ihtilalini yapan Türk Silahlı Kuvvetleri, ihtilalin ve iktidarın gerçek

sahibi olarak kendi malına el koymuş görünüyordu." (s.19)Örgütün kilit yerlerine; o "görünüşe" uygun, en "denemeli kurtlar"

yerleştirildi:"Silahlı Kuvvetler Birliğinin kurulmasına öncülük eden ve bu birliği kuran

kumandanların büyük bir çoğunluğu eski ihtilalci arkadaşlarımdı. İçlerinden, bizimeski ihtilalcilerin işgal ettikleri post yüzünden dayanmak zorunluluğunda kaldığı'sonradan karışmaları' çıkarırsanız, bu teşekkül istisnasız hepsi bizim eski ekibekatılmış olan tecrübeli kurtlardan kurulmuştu. Kendileriyle, aramızdan uzun yılların

Page 93: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kader birliğine dayanan köklü ilişkiler hiçbir zaman kopmamıştı." (s.19)Bu sıkı tutunmanın başına Genelkurmay başkanı kendiliğinden (hiyerarşiye

uygun) geldi. Çünkü hiyerarşinin tepesinde bulunanlar da o sıra ayaklarının yerdenkesildiğini hissetmişlerdi:

"Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Kumandanları Komitesinin tabii üyeleriolmaları şöyle dursun, MBK üyeleri bu zevatı emir ve kontrolleri altında gibi kabuleden bir görüş ve davranışın tezahürü olmaktan kendilerini kurtaramamışlardı. Budavranışın tezahürü olarak Haziran 1961 olayları esnasında yüzbaşı rütbesindeki birKomite üyesinin Genelkurmay Başkanının masasına yumruk attığını görmeninbetbahtlığına uğradık." (s.18)

Maazallah! Yer açılsın, yere girelim! Onun için, yani, MBK içinde yürütme veyasama yetkisine sahip bir yüzbaşı, genelkurmay başkanının masasına yumrukatmasın diye hiyerarşi sağlamlaştırıldı.

Ya bu hiyerarşi sağlamlaşınca, tepede duran bir tek kişi alttakilere "yumruk"atarsa? Alttaki "eski kurtlar"a güveniliyordu.

Havadan İçe Düşen KurtOysa, daha SKB kurulurken içine "kurt" düşürülmüştü: "hava"dan bir kurt

havacı Menteş. 14'lerin temizlenmesinde havacıların ve Menteş'in rolü unutulamazdı.Finans-kapitalin baş oyunu, havacılarla karacıları tepiştirmektir."Halim Menteş'in Türkiye ye girmesinden sonra, Komitedeki havacılar belli bir

fikrin savunucusu olarak ortaya çıkmışlardır. Onlara göre, iktidarın hemendevredilmesi hususunda millete verilmiş olan söz derhal yerine getirilmeliydi...Menteş, mevcut Komite kadrosunun memleketi idare edebilecek nitelikte olmadığıfıkrini ileri sürerdi. Memleketi içinden çıkılmaz badirelere sürüklemekten korkardı.Ona göre, iktidar, İsmet Paşa ve Partisine hemen devredilmeli, Komite sahnedençekilmeliydi... Böyde bir kanaat taşımaları, havacıları, ister istemez Madanoğlugrubu ile gaye birliğine götürüyordu." (s.14)

Kimliği bu denli açık seçik olan Menteş (ve havacılar), Madanoğlu- Kızıloğluekibinin 14'leri "paketledikten" sonra pek kazaklaşan kişisel diktatörlüğü önündetedirgin oldu ya da öyle göründü. Talat Turan diyor ki:

"Kuruculardan olan Menteş, 13 Kasım'ın icrasında ön planda aktif rol oynamışbir şahıstır. Bu zatın (14)lerin intikamını almak için kurulan bir teşekkül içindebulunduğu düşünülemez. Ancak fıkrin yayılmasında, teşekkülün Karacı mensuplarıtarafından, (14)lerle beraber olunduğu temasını işlemekten fayda umulduğu inkâredilmemesi gereken bir gerçektir." (s.18)

İçe Düşen Kurtun MakyavelizmiBu kanıya göre, Halim Menteş, açıkça CHP adamıyken,14'leri ve SKB'ni

içinden kontrol etmek üzere görevlendirilmiş olabilirdi.Gölgedeki adam Roma`da yarı sürgünken Halim Menteş'in hiçbir şey olmamış

gibi yaptığı konuşmalar, araştırma ve yoklama karakterini taşır. Diplomasikurallarına uyarak, hiçbir şey vermeksizin, karşısındakileri söylemek ve felceuğratmak makyavelizmini güder:

"Mayıs'ın 15'inde Halim Menteş Roma ya geldi. Sanki hiçbir şey olmamış gibibirbirimizle hasret ve sevgi ile kucaklaştık. Menteş'le ihtilal sonrasında başlıyan zıtgörüşlerimiz 22 Şubat'ta da ikimizi karşılıklı kutuplara ayıracak derecedederinleşmişti. Fakat, fıkri ayrılık ne derece büyük olursa olsun, arkadaşlık ilişkilerimizdeğerinden hiçbir şey kaybetmemiştir... Birbirimizin karşısına dikileceğimizi daimaevvelden haber verdik... Menteş, (14)ler tasfiyesinin doğruluğuna inanmışgörünüyordu. Roma'da sabahlara kadar devam eden karşılıklı münakaşai ve fıkiralışverişinde, katılaşmış inancından uzaklaştırmanın mümkün olmadığı kanısınavardım. Ancak, Madanoğlu ve yakın çevresinin de Menteş'in güvenini kaybetmişolduğunu konuşmalarındaki sızmalardan yakalamak pekala kabildi. Bana açıkça ifadeetmemesine rağmen, devam edip giden iktidarın genel tutumundan pek memnun

Page 94: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

görünmüyordu. Fakat (14)lerin mutlak 2 yıldan evvet memlekete dönmemelerigeektiğinde ısrar ediyor ve bunda en ufak bir tavize yanaşmıyordu. "Menteş'in(14)lere karşı şahsi bir iğbirarı ve onlardan kendi şahsına müteveccih bir endişesimevcut değildi. Asıl sebep: (14)ler tasfiyesinin tatbikatını fiilen idare etmiş havacıçevrenin, (14)lerin yurda dönmesinden duydukları endişe yüzünden, kendi üzerineyaptıkları baskının etkisi altında kalışıdır." (s.16)

Kolay ProvokasyonHalim Menteş budur. Bir albayın, elini kolunu sallayıp Roma'da gölgedeki

adamı; Hollanda'da (14)leri kolaçan etmesi, kendiliğinden, eğlenti gezisi olmazdı.Şimdi bu aynı Menteş, SKB'nin 3 kurucusundan birisi olmuştu. T. Turhanmektubunda yazıyor: "... Talat Aydemir, Halim Menteş, Selçuk Atakan, SilahlıKuvvetler Birliğinin nüvesini teşkil eden cuntanın kurucuları arasında sayılmaktadır.Bunlardan sonra, Nuri Hazer, Necati Ünsalan, Şükrü İlkin vs. sayılır. Nüve Cuntanınnema'lanması çok kolay oldu." (s.18)

Şaşırtıcı "kolaylık" nereden ileri geliyordu? Gene en başta Halim Menteş'ten:"28'inci Tümen Komutanı Nuri Hazer, Emanullah Çelebi ve Menteş'in yakın

akraba olmaları, Ankara'da yegane kuvvet olan 28'inci Tümenden azami ölçüdefaydalanmayı mümkün kıldı... Halim Menteş'in hava kuvvetlerinde söz sahibi olmasıve fikire Hava Kuvvetleri Kumandanını ikna ederek teşkilatın emin ve süratli kuryeleraracılığı ile yayılmasına geniş ölçüde hizmet etmiştir." (s.18)

Bu, silahlı kuvvetler alt kademelerinde mayalanan kaynaşmayı, zavallırahmetli Talat Aydemir'in kişiliğinde cezalandırıp sindirmek için tertiplenecekdüpedüz bir provokasyona benzemiyor muydu?

Çünkü halk çocuğu Türk subayı, 27 Mayıs'tan halka medet umuyordu. Onususturmak için Amerikan usulü madde çıkarları göstermek, tatmin etmek, şöyledursun, sinirlendiriyordu. Bütün güç halk çocuğunun elinde olsun, halka yarandokunmasın, güçtü: "En önemlisi sayılabilecek diğer bir husus da, 27 Mayısın otarihe kadar arzulanan reformları getirmemiş olmasıdır, denebilir. Silahlı Kuvvetlermensupları 27 Mayısca beklediklerini görmemiş olmanın ıztırabı içindeydi. Tabiidir ki,27 Mayıstan sonra çıkan kanunlar Silahlı Kuvvetler mensuplarını maddetenkalkındırmış ve bir çok garanti ve kolaylıkları hizmetlerine amade kılmıştcr. Bugerçeği inkar gayri-mümkündür. Bizim sözünü ettiğimiz tatminsizlik manevi alandatezahür etmiştir. Bu memnuniyetsizlik ve tatmin edilmeme Silahlı KuvvetlerBirliğinin sür'atle vüs'at ve kuvvet iktisabına başlıca amil olmuştur. Müteakiphadiselerde bu halet'i ruhiyenin geniş ölçüde rol oynamış olduğunu kabul etmeklazımdır." (s.18)

Uluslararası Finans - Kapitalin İhtarıBu durum, tutalakları (statükocu muhafazakâr işveren partilerini) sonuna dek

ihtiyatlı davranmaya zorlardı. "İhtiyatlı" ile "tereddütlü" taban tabana zıt ikidavranıştır. Devrimciler ne kadar tereddütlüyseler (küçük-burjuva durumlu)tutalaklar o kadar ihtiyatlıydılar (kararlı burjuva-tutumlu)...

"Başa güreş" böyle başladı. Birinci raundu kazanan parola, İnönü nün:"İktidarın sivil idareye bir an önce devrinde sayılamayacak kadar fayda vardır" sözüoldu.

Bu söz, önce -Mısır deneyinde ağzı yanmış olan- Londra'nın Times gazetesindeçıktı. 8 Temmuz 1960 günü London Press Service şu fişeği havaya attıydı:

" Türkiye'nin askeri yönetimden sivil yönetime geçişinin cayacağı, -ya da belkide- tam olmayacağı gibi bir olasılık Times'i tedirgin etmektedir."

Times' ten sonra bizim "hür basın", ondan sonra da Paşa "tedirgin" oldular.Tutalaklarımızın işi kolaydı: Avrupa bizden en az 150 yıl önde gittiği için, onun"deneyimlerini" hatırlatması, işveren sınıfımızın Batıdan gelen uyarıya tanrı buyruğugörmüşcesine uymasını sağlıyordu.

Yerli Finans - Kapitalin Yaşlı AdamıBatı burjuvazisinin bir yöntemi de bir ulusun başına yaşlı ve kendisine sadık

Page 95: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

bir tek "ulu kişi" geçirmekti. Celal Bayar örneği buydu."Onların felsefesine göre: bir yaşlı adamı satın al, devletin başına geçir, milleti

yıllarca soydur, ezdir. Çapulculara karşı isyan başarı kazansa bile, en soyut hakisteyen genç ağızlara kurşun sıktıran yaşlı adamlara 'ölüm cezasının gölgesi' dahigösterilemiyecektir.

"Eldeki beylik basın ve beylik muhalefet ortalığı kapladığı sürece nasıl olsa'şefkat' damarları kabartılır. Mahşer günü canları kurtarılanların, ilerideusturuplanacak bir afla hürriyetleri de bağışlanıverir.

"Çapul yeniden eski hızını bulur, hatta geçer. Ve ecnebi 'dostlar' geçmişgelecek kullarını ebediyyen garantilemiş bulunurlar." (H. Kıvılcımlı: İkinciKuvayimilliyeciliğimiz, s. 20)

1960 Temmuz'unda yazılmış ve ulemamızca okunması yasaklanmış olan busatırlar,1966 Temmuz'unda olaylarca kanıtlanmadı mı?

27 Mayısçıların başlarına kendi elleriyle boyunlarına ilmek geçirir gibigeçirdikleri ilk yaşlı adam sayın general Cemal Gürsel oldu.1960 yılı ortasında, gözgöre baltalama yaptıkları anlaşılan "sivil" bakanlardan onu inince kimin bakanolacağı Milli Birlik Komitesi'ni altüst etti.

Askerler, hiç değilse masa bürokratı olmadıkları için, aldıkları işi iş olarak dahatemizce yürütebilirlerdi. Devletin hangi makinesine asker geçirildiyse orada olumlu işyapıldı.

Örnek; İstanbul Belediyesi başına geçirilen iddiasız bir askercik, birkaç haftaiçinde Üsküdar, Fatih gibi bölgelerde hemen hiç masrafsız, halka ucuz tiyatrobinaları kurdu. Sivil bürokratlar 40 yıl uğraşsalar, milyonları müteahhitlereçaldırarak, yapılmış tiyatroları inmeli duruma sokarlardı. Askerlerkaşarlanmamışlardı.

"Fakat Gürsel'in, boşalan yerlere yine sivilleri getirmekte ısrar etmesikarşısında teşebbüs başarıya ulaşamamıştır." (s.9)

Küçük-Burjuvalığın İntihar FelsefesiNe sayede? MBK'nin bir sosyal sınıfa dayanmayan aydın küçük- burjuva yapısı

sayesinde. Çünkü:"Komite üyeleri aslında Bakan olmak istiyorlardı. Hemen hepsinde bu istek

umumi idi. Ancak, Bakan olmak şansı bazılarında diğerlerine nazaran daha fazlagörünüyordu. Hükümette 38 adet Bakanlık bulunsaydı, teklif oy birliği ile kabul edilirve derhal uygulanıverirdi. Karşı koyma, daha çok, Bakan olma şansını kendisinde azgörenlerle, Komite üyelerine, sivillere nazaran laf anlatmakta müşkilat çekeceğiniyakından bilen Başbakandan geliyordu." (s.9)

Dram ya da komedi burda yatıyor, "tavşan burada pusuyor"du. Yasama veyürütme yetkilerini anayasaca ellerinde tutanlar, yasama yetkilerini piyasaajanlarından "komisyonlara" bağışlıyorlardı.

Yürütme yetkilerinde ise bir bakan olmayı bile "şan" sayıyor, birbirlerinikırmak yolundan bir tek yaşlı adamın insafına ısmarlıyorlardı.

O yaşlı adamın "sivil idare" ilkesiyse, kendisi en masum "sağduyu"sunauyduğu hayaliyle avunurken, Londra'da kotarılmış bir formüldü.

Sivil Bakan: Devrime Saatti BombaAsker küçük-burjuvaların çekişmeleri sayesinde sivil tilkilere geçen yönetim ne

yaptı? 27 Mayıs gemisini delerek batırmak için gemi ambarına safra diye konulmuşsaatli bomba gibi işledi. Gölgedeki yakınıyor:

"Çalışmalarımız normal şartlar altında eereyan etmiyordu. Yapılacak işleriazameti nisbetinde müşkilatla karşılaşıyorduk. Mücadelenin en büyüğünü yetkilimakamları işgal edenlerle yapmak zorunluluğunda kalıyorduk."

Batıcı akıl hocalarının tapşındığı "sivil idare" buydu.Yoksa amaç "sivil" ya da"asker" değil, halka doğru deprenen 27 Mayıs'ı kendi çarkları içinde boğmaktı.

Babil çağından kalma bürokrat devleti düzeltmek isteyen devrimcilere karşı"laf anlatamaz" hale gelen birinci yaşlı adam:

Page 96: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Cemal Cürsel, genel olarak tensikatın yapılmasına taraftar görünüyordu.Fakat, sonucunda doğması muhtcmel görünen bazı ihtilatlardan endişeli ve buyüzden mütereddit bulunuyordu." (s.ll)

İkinci yaşlı adam:"Milli Savunma Bakanlığını işgal eden Fahri Özdilek, her türlü tasarrufu

doğrudan doğruya kendi sorumluluğu adına girişildiği halde, meselenin Komitedekonuşulduğu ilk gün çantasını toplamış ve bir daha Komitenin semtine uğramazolmuştu."

Silahlı kuvvetleri temizlemekle bir taşla iki kuş -ama ikisi de işveren torbasınagiden iki kuş- vurarak ses çıkarmayan yaşlı adamlar, o zaman -hem de silahlarakarşı- korkmamışlardı.

"Doğması muhtemel bazı ihtilatlar" dolayısıyla şimdi silahsız sivillerdenkorkuyorlardı. Bürokratları temizlemekte "endişe... ve tereddüt" sakızınıçiğniyorlardı. Demek, "doğması muhtemel ihtilatlar" Londra- Washington kaynaklısivil finans-kapital ajanlarından geliyordu.

Finans - Kapitale: Sivil mi Yarar, Asker mi?Temiz devrimcilerin deneyimsizliği önüne "siviller mi daha bilgili ve

beceriklidir, askerler mi" diye bir şeytanın eğri kılı çıkarılıyordu. Bu düzelttirilmekisteniyordu. Oysa sorun o değildi. "Siviller mi işveren sınıfının çıkar oyunlarına dahayatkındılar, yoksa askerler mi?" Sorun buydu.

Buna verilecek karşılık, en kör göze batacak kadar ortadaydı. Elbet, askerevlatlarımız az çok özel bir kapalı kutuda tutuluyorlardı. Yıllar yılı "siyasetten uzak"tutulma bahanesiyle işveren sınıfının nasıl devlet kasasını soyarak zengin edildiğinepek alıştırılamamışlardı. O yüzden, burjuva çıkar oyunlarına çok daha az yatkındılar.

Finans-kapital oyununa düşmemiş askerlerin, millet ve memleket yararıdenildi mi, onun mutlaka işveren çıkarı olması gerekeceğine inandırılmaları dahagüçtü.

Finans-kapital gözlüğünü takamamış genç askerler, elbet o gözlükle köredilmiş sivillerden bin kez daha becerikli ve halksever olacaklardı. Zeki bir halkdostu ise, gereken gerçek "bilgi"yi, sersemletilmiş burjuva bürokratından daha iyi,çabuk ve doğru olarak elde etmeyi becerirdi.

Amerikan Abdestli Sivil Bakanlarİşte bir örnek: Maliyeye üstad Alican sivil getirilmişti:"Maliye Bakanlığı ile resmi bir koardinasyon sistemi içerisinde çalışmaya

imkan yoktu. Derhal, alışageldikleri her türlü müşkülatı önümüze yığacaklarındanzerre kadar şüphe etmiyorduk... Yaptığımız mali portresi 100 milyon TL'sına baliğoluyordu. En önemli husus bu parayı hem de çok kısa zamanda temin edebilmekti..Bu iş için, hükümetin kuruluş özelliği yüzünden, pasif, iktidarsız ve hatta yetkisizklasik kafalı bakanlarıyla da işbirliği yapmak imkansızdı." (s.ll)

Sivil papağanlara bir şey öğretilmişti: Amerika`yla iş yapmak. Bu, onların pekhoşuna gidiyordu. Yolluğu, ödeneği komisyonu, ihalesi, denetlemesi vb., vb.. vardı.Hepsinden hem yersin, hem yedirirsin.

Genç askerler bunu "beceremezlerdi." Doğru dürüst "bilmiyorlardı". Şöyledüşünüyorlardı:

"Faaliyete geçtiğimiz günden itibaren ne ordu emir ve kumanda kademesinin,ne de Amerikan Yardım Kurulunun hiçbir şeyden haberi olmamıştı. Amerikalılardanbu iş için yardım istemek, işe burunlarının sokulmasına razı olmak demekti ki, butakdirde tatbikatın çıkmaza girmesi, meselenin müzakere ve pazarlığa dökülmesikaçınılmaz bir sonuç olurdu." (s.ll)

Finans - Kapital Baltacısı: Sivil BakanlarBunu hiçbir "sivil" aklının kenarından geçirme zahmetine katlanamıyordu:

Onun için Londra'nın Times'ı; "aman siviller yetişin!" diyordu. "Hür basın" ve sayın"siyasi partiler" hep bir ağızdan yankı veriyorlardı: "Aman siviller gelsin hükümete!" '

Sayın yaşlı adamların da bilerek bilmeyerek "telaş" ve "tereddüt"leri buradan

Page 97: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

geliyordu.Genç askerler bir kez daha "kendi omuzlarının üstündeki başları" ile küçük bir

finans baskını yaptılar. Sonra sayın sivil bakanı karşılarına alıp 100 milyon! dediler.O, işi "komisyona havale"ye kalktı.

"Alican, haklı olarak alışageldiği gibi, binbir dereden su getirmiye, hükümetino gün için ancak 25 milyon lirayı tasarruf edebildiğini, bu şartlar altında ödemeninmümkün olup olmıyacağının cay-ı mülahaze bulunduğundan bahsetmiye başladı.Meselenin Komisyona havaleye ve sonu gelmez müzakerelere tahammülü olmadığınıkendiliğinden anlamasına imkan yoktu." (s.ll)

Sivil bakan sabotajını önceden kestirmiştir genç subaylar. "Komisyona havale"hilesine çarpılmamak için, daha önceden bakan beye kaçamak bırakmayan bir sürpizhazırlamışlardır. "Uzman" mı gerek'? Finans- kapitalin şişirdiği bilgin maskeli ajanlarıyutmazlar. Kendi bildikleri gibi "uzmanı" mumla ararlar.

Devrimci Asker: Suikasti Önler"Maliye Bakanlığına giderek Bakanlığın işleyişine vakıf ve kişiliğine

güvenilebilir bir adam aradım. Bana Bütçe Umum Müdürü Hikmet'i tavsiye ettiler...Bütçe Umum Müdürü, bize o günlerde tamtakır bırakılmış bulunan DevletKasasından 100 milyon liranın nasıl bir hafta zarfında, hiç bir mali sarsıntıyasebebiyet verilmeksizin, nakden tediye edilebileceğini öğretmiş bulunuyordu.Bakanlıklara mali yıl başında bütçe ile tahsis edilmiş maaş ödeneklerinin boşkadrolar karşılığı Maliye Bakanlığı emrine iade edilecek ve biz de, geçmiş yıllardaçarçur edilen bu para ile işimizi görecektik." (s.ll)

Sonra hür siyasi parti lideri olacak sayın bakan, bilmez sayarak, gençsubayları parasız bırakmıak istiyor. Subaylar ondan er davranıp, gerekli uzmanlar,her yıl sonu çarçur edilen 100 milyon lirayı rahatça çıkartıyorlar. İki, "uzman";maliye: Hikmet, hukuk: Yüzbaşı Sait.

"Yeminli ve gizli olarak Ankara Kumandanlığının bir odasına kilitlenip birkaçgün içinde 42 sayılı kanun tasarısını tamamladılar." (s.ll)

"Bilgisiz, beceriksiz, yetersiz, vb.siz" sayılan insanlar, ne yaptıklarını bilirlerse,kendilerinde bulunmayan bilgiyi de, uzmanlığı da herkesten iyi emirlerindekullanabilirlerdi ve kullanmışlardı. Yalnız, işveren sınıfı için uzman sömürmeçıkarlarını haklı çıkarma aygıtıydı, burada devrim çıkarı önde geliyordu.

Birinci raundun ilk basamağı finans-kapitale karşı devrimci subaylarınüstünlüğü biçiminde geçiyordu. Gerçekte finans-kapital usta pehlivan gibi alttagüreşiyor, devrimcileri yıpratıyordu, sureti haktan görünerek onlara istediğiniyaptırıyordu. Ufak tefek azarlanmaları olağan sayıyordu. Alican'ın D. Seyhankarşısındaki durumu onu gösteriyordu:

"Sözünü kestim, ve sonradan, akrabası olan Talat Aydemir'e şikayet ettiğinegöre kendisine hayli sertçe gelen bir ifade ile önümüzde Komitenin kabul ettiği birkanun bulunduğunu,kanunun tabikatına Bakanlar Kurulunun memur edildiğini, talimülahazaların yersiz bulunduğunu hatırlatarak ayağa kalktım. Bakan, elbette ödemeiçin imkan aranacağını söyledi ve toplantıya son verdik." (s.ll )

Askerce Önlemler ve Yaşlı TilkilerBu uslu görünüş, devrimcileri bindikleri dalı kesip yapma bir güvenlik içinde

oyaladı. Aldıkları tek önlem, sosyal bir sınıf açısından halka inmek yerine, kimi kilitsayılan noktalara, 9 devrimciyle, onların güvendikleri 3 askeri uzmanı geçirmeklekaldı: 1- Talat Aydemir: Harbokulu Komutanlığına, 2- Necati Ünsalan: JandarmaOkul Komutanlığına, 3- Kemal Güner: Jandarma Okul Kurmay Başkanlığına, 4-Necmi Berk: Kara Havacılık Okulu Komulanlığına, 5- Naci Asutay: Milli EmniyetBaşkan Yardımcılığına 6- Nejat Kumuşoğlu: Milli Emniyet İstanbul Müfettişliğine, 7-Şükrü İlkin: Ankara Emniyet Müdürlüğüne, 8- Faruk Güventürk: İstanbul MerkezKomutanlığına, 9- İhsan Erkan: 229. Piyade Alayına (Ankara Merkez Alayı)...

Güvenilirlerden: 1- Refik Kurttekin: Genelkurmay Başkanlığı İstihbaratBaşkanlığına, 2- Faruk Gürler: Harp Akademileri Komutanlığına, 3- Yusuf Alpmansu:

Page 98: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

İstanbul Garnizonu ve 66. Tümen Komutanlığına...Bu 12 kat asker katıydı. Hepsi de hiyerarşice yaşlı generallerin emirlerine

itaatla görevliydiler. Gölgedeki adam: "Orduda General bırakmanın hatasını daha ilkadımda gözlerimle görüyordum" diyordu. Ancak yaşlı adamlar, kendi yaptıklarısabotajla kalmadılar. MBK'nin içinde uyandırdıkları ateşi de ustaca körüklediler. MilliBirlik iki karşıt kutba parçalandı:

Birbirinden Habersiz Cunta1. Kutup (Reformcular): Kabibay-Türkeş-Erkanlı üçüzü çevresinde:

Karaman-Akkoyunlu-Baykal-Solmazer-Esin-Özdağ... Devleti "revizyona" uğratmakistiyorlardı. Hem çoğunluk hem güçlü görünüyorlardı. Kararlıydılar.

"9 Temmuz gecesi aldığımız kararların uygulanması için hızla çalışıyorduk.İhtilal iktidarının emniyetini sür'atle sağlamak üzere Başbakanlıkta bir Merkeziİstihbarat Teşkitatı kurmaya karar verdik. Kadro ve Kanun teklifi gibi zaman alıcıformalitelerle vakit geçirmeksizin, teşkilatın başına Kurmay Yarbay Süreyya Yüksel'igeçirdik. O zaman seferberlik tetkik kurulu başkanı olan emekli Kurmay Albay FarukAteşdağlı'nın emrindeki istihbarat hizmetinden yetişmiş subaylardan teşkil ettiğimizbir ekip ile Başbakanlığın bir odasında derhal faaliyete geçtik. "Bu teşkilat; MilliEmniyet, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve JandarmaGenel Kumandanlığı gibi organların aracılığı ile bütün Türkiye'nin gözünü ve kulağınıbir noktaya topladı." (s.13)

Bu, açıkça, bir albaylar hükümet darbesiydi. Tam cunta; hiçbir sosyal sınıfadayanmıyordu.

Karşı Grup ve Batak2. Kutup: "Sami Küçük'ün akıl hocalığı yaptığı ve Madanoğlu'nun baş olarak

kullanıldığı grubu" idi. Çevreler, önce Rafet Aksoyoğlu-Fikret Kuytak, sonra SuphiGürsoytrak-Ahmet Yıldız'dı. Azınlıktılar. Ama "Komite dışında siyasi çevrelerleirtibatlı olarak çalıştıkları ve Komite içinde Parti sözcülüğü edercesine ters bir yöntutturdukları intibaı günden güne kuvvetleniyordu." (s.13)

Sosyal sınıfla ve onun siyasi örgütüyle el altından ilişiği, onun da en az birincicunta kadar ilegal çalıştığını gösteriyordu. "Hiçbir zaman belirli bir inanç ilekarşımıza çıkmamışlardır." Yalnız 1. Cuntayı iyi oyalamışlardı.

Bu iki kutup arasında batak uzanıyordu: Ekrem Acuner: "başlı başına"ydı.Özdilek-Ulay Paşalar bakan, tarafsızdılar. Sezai Okan-Osman Köksal: Madanoğlu nututmakla birlikte Türkeş'e karşı (Küçük'inkine benzeyen) bir "alerji" besliyorlar,Özdağ'ın nutuk atışlarına sokranıyorlardı.

Tam o sırada, Halim Menteş Roma-Nato'dan geldi. Komite Komisyonlarınagirdi. l. cuntaya karşı açıkça İsmet Paşasız yaşamayacağı tezini tutturdu. Bir yandan"Madanoğlu grubu ile gaye birliği" güderken, ötede "Komite içindeki fikri ve hissiayrılıkları ortadan kaldırma gayretine" Kabibay ve Seyhan'la "devamlı olarakkatılıyordu." Bu, tavşana kaç, tazıya tut demekti. Paşa, Menteş kılığına girmiş,komiteyi içinden fitillemişti.

Küçük - Burjuva Telaşı ve BölünüşH. Menteş'in antitezi D. Seyhan'dı. İkisi de devrimden amaçladıklarını

alamamış albaylardı. Menteş, paşaları D. Seyhan, paşa olmayanları temsil ediyordu.Paşalar, CHP ardında akıllı işverenleri tutuyorlardı. Paşa olmayanlar cunta gölgesindeküçük-burjuvaziyi temsil eder görünüyorlardı. Akıllı burjuvazinin ne düşündüğübelliydi. Duygucu küçük-burjuvazi için deli olmak işten değildi:

"Biz, (diyordu D.S.'nin ağzıyla) 27 Mayıs ihtilalini tahakkuk ettirebilmek içinaltı yıl geceli gündüzlü çalışmıştık. Biz ihtilali, iktidarı CHP'ne devretmek içinyapmamıştık. Altı yıl, her türlü feragat ve fedakarlıkla inandığın fikirlerin tahakkukuiçin ihtilal hazırla ve yap, sonra da fıkirlerinin karşısına dikilen ve siyasigruplanmaların çıkarına hizmet etmiye kalkanların karşısında yılıp sahnedençekiliver!... Olmazdı böyle şey..." (s.l4)

Ne yazık ki küçük-burjuvazinin modern toplumda alınyazısı buydu. Her

Page 99: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

küçük-burjuvanın gözü büyük burjuva olmaktaydı, her albayın paşa olma niyetigibi...

Ne var ki, paşa olma kısmeti gibi, büyük burjuva olmak da binde bir kişiye güçnasip oluyordu. MBK'nde herkesin gönlünde bir paşalık yatıyordu. Hiç kimseninhalka inmeyişi, herkesin saray üst katında kozunu paylaşma hesabı başka içgüdüyebağlanabilir miydi?

İlkesiz Antika Kulis OyalanışıOnun için, komitede kendi hegemonyası hesabına "birlik ve beraberlik" arayan

her kişi, komitenin gövdesini gevrek bir çam ağacı gibi yaran kama rolünüoynuyordu.

Komitede paşa olmayanların başı Kabibay'dı:"Kabibay: ihtilalin motoru, bel kemiği ve koordinatörü idi. Fikir anlaşmazlığı

durumunda bulunduğumuz kişiler, Kabibay'a hâlâ, eksiksiz sevgi besliyorlardı,yakınlık gösteriyorlardı İhtilale Madonoğlu'nu ve Küçük'ü o karıştırmıştı. Onlardan,kendisine, dolayısiyle yakın çevresine bir düşmanlık tertiplenmesi aklının ucundangeçmiyordu, hayal edemiyordu.

"Elinde kudret vardı. Komite, bir cemiyet grubu teşkil etmişti. BaşkanlığınaKabibay'ı oturtmuşlardı. Yanına yardımcı olarak; Karaman'ı, Esin'i, Solmazer'ialmıştı. Bu emniyet grubu, Komite namına Türkiye'deki bütün aktif kuvvetlerikontrol ediyordu. Kabibay'ın yaptığı bütün hesapların sonucu yanlış çıkmıştır.Hesaplarda, normal şartların formüllerini kullanıyordu. Halbuki, ihtilalin, ortalığıkasıp kavuran ortamında kullanılacak hesap makinesi piyasadan satın alınacakcinsten değildi." (s.14)

Daha doğrusu, Kabibay'ın kullandığı hesap makinesi 1- "Piyasadan" satınalınmıştı ama, 2- Çok eskiden (belki Babil çağından beri) satın alınmış ve kullanılakullanıla hurdalaşmış bir makinaydı.

O makinenin dilinden, acemi albaylardan çok, usta paşalar anlardı. Sorun omakineyle iş görmeye kaldığı andan itibaren mekanizma, otomatikman eski ustalarıninsaflarına kalmış demekti. Bütün beklenen şey ilk şokun uyandırdığı şaşkınlığıgeçirmek, zaman kazanmak, saatinin geldiğini görmekti.

Keskin Karar: "Fikirsizleri" BudamaYarışı kim kazanacaktı? İkinci baskını yapabilen. Baskın ne denli erken olursa,

o denli genç albaylar lehine olabilirdi, ne denli geç kalırsa, o denli yaşlı paşalarındeğirmenine su götürecekti...

Komitedeki gençler yalancı bir güvenlik içindeydiler. Kabibay, yanına aldığıkuşkulu Türkeş grubu yüzünden, aleyhinde çalışanlara her gün biraz daha taraftarkazandırıyordu.

Biçimsel iktidarı elinde tuttuğu sanısı ile boyuna zaman kaybettiriyordu.Heyelanı, komite dışında olanlar daha iyi seziyorlardı. Sezenlerin başında, Menteş'leaçık kart iskambil oynayan ikiz düşman-kardeş Dündar Seyhan geliyordu:

"Eylül ayının başlarında, bütün emeklerin boşa gittiğini ve artık birlik veberaberliğin teessüs etmesinden şahsen ümidimi kestiğim zaman, başvurulacak tekçarenin, Komitenin fikirsiz kanadını budamak olduğu kanaatine varmıştım. İhtilalinmukadder tecellisine ve kanunlarına tabi olmaktan başka yapılacak iş kalmamıştı. Yabiz sahneden çekilecektik veya onlar çekilecekti.

"Kanaatimi, derhal yakın arkadaşlarıma açtım. Kabibay, Erkanlı, Türkeş veçevremizdeki diğer arkadaşlarla, tereddütsüz olarak başka bir hal çaresikalmadığında birleşivermiştik. Komiteden, ihtilalin gayelerine aykırı çalışmalarıgörülen 4-5 kişinin memleket dışında ikamete gönderilmesi meseleyi kökündentemizleyecekti." (s.14)

"Fikirsizlik" neydi? Pek belli değildi.Kararsız Uygulama TökezleyişiGelin görün ki, "tereddütsüz " iş küçük-burjuva işi değildi. Nitekim gençlerin

en büyük tereddütleri "karar" alındıktan sonra başladı. Laf başka, iş başkaydı.

Page 100: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

1- Ne yapacaklarını bilmiyorlardı: "Sonradan birçok dedikodular ortaya çıktı:şu veya bu kişi, şu veya bu şekilde karar kesilmiş, diye. Açık belirteyim ki; hepimiztam bir karar birliği içindeydik. Fakat, bu karar uygulandığı zaman, kimin memleketdışına gönderileceği ne tespit edilmiş, ne de bu konu tartışılmıştır. Hele, CemalGürsel'in gerek mevkii ve gerekse şahsı hakkında özel bir hükme varmak hiçkimsenin aklının ucundan geçmemiştir." (s.14)

2- Ne zaman yapacaklarını boyuna erteliyorlardı: "Karar, bu sefer, bizimaramızda tartışma konusu olmaya başladı. Hepimiz başka bir şekil göremiyorduk. Yaonlar gidecek, ya biz temizlenecektik.

"Fakat iş, kararın uygulanması sorununa dayanınca çekimserlikler doğuyordu.Türkeş her an hazır vaziyette bekliyordu. Mesele gelmiş Kabibay'a dayanmıştı."(s.14)

"Sabahlara Dek Birbirine Girme""Eylülün başındanberi, aramızdaki tek tartışma bu olmuştu. Her gece saat en

az üçe kadar, çoğu zaman Türkeş'in odasında, birbirimize giriyorduk. Fakat, bütünbu çabalamalar, verilmiş kararın uygulanması için harekete geçmiye yetergörünmüyordu." (s.14)

Dikkat edelim. Küçük-burjuvazinin ünlü bir "aklının ucu" vardır.Küçük-burjuvazi pek güvendiği "aklı"nın çerçevesi içinde her kurnazlığı, hâttâ herinsafsızlığı düşünür de, "aklının ucu" dediği yere gelindi mi, o sınırı aşılmaz bulur.

Aksi gibi de bütün tekinsizlikler hep o "aklının ucu" sınırında mahşerleşir.Türkiye'nin asker, sivil bütün gizli emniyet teşkilatlarını kaplayan komite EmniyetGrubu başkanı Kabibay'ın "aklının ucuna", düpedüz karşılaştıkları Madanoğlu veKüçük'ün "bir düşmanlık tertiplemesi" gelmiyordu.

Ve bütün genç devrimcilerin "aklının ucuna" "Cemal Gürsel'in gerek mevkii vegerekse şahsı" gelmiyordu... Bir de ne görüyoruz? Bu her iki "aklın ucu" birleşiyor.Zaman kazanmak için "eksiksiz sevgi ve yakınlık" gösterilerinde kusur etmiyor. Hiçbeklenmedik anda, umulmadık bahaneyle her iki "aklın ucu" gelip devrimcilerebatıyor.

Bir böcek vardır, avını yavrularına canlı et olarak yedirmek için, öldürmez, felçeder. Devrimcileri felce uğratan iğne, kendi "birlik ve beraberlik" iğneleri oldu. Buiğnenin en aslına uygunu Yurdakuler'di.

27 Mayıs öncesinde Ankara ile İstanbul arasında kopan ikiliği o gidermişti.Şimdi gene yalnız "birlik ve beraberlik" aşkıyla, keskin devrimcilerin "her gece saaten az üçe kadar birbirlerine girdikleri" tartışmaların yapıldığı yerin kapısına kulağınıdayadı... ki, ne dinlesin?

Komiteden bile olmayan bir gölgedeki adam, komitenin "birlik veberaberliği"ni lafla da olsa paramparça ediyor:

"Bir gün, Muzaffer Yurdakuler, yakın arkadaşlarımızla konuştuğumuz bir yerinkapısından, benim alınan kararı uygulamakta gecikmemizi eleştiren konuşmamı,tesadüfen duymuş ve derhal soluğu Komitede alarak duyduklarını genel kurulagetirmiş. Ortalık, hemen kötüsüne karıştı. Aslında Yurdakuler'in telaşlı hareketi,benim şahsıma duyduğu iğbirardan doğmuyordu. O, bu konuyu örneği ile ortayagetirerek, anlaşmazlıkların, Komitenin sonucunu nereye kadar götüreceğinidelilleriyle ispatlamak istemiştir. Gayret tam tersine hizmet etti. Niyetimizinduyulması, fıkir anlaşmazlığı içinde bulunduğumuz kişilere zamanında alarm işaretiçekmek olmuştur." (s.14)

Zaman Kazanan "Pratik Adam"larGenç devrimci küçük-burjuvalar bir sosyal sınıf perspektifine dayanmıyorlardı.

Dayansalar, bu ifşaat, birçok sosyal devrimde olduğu gibi, hareketi daha çabukzembereğinden serbest kılmaya yarar, aceleleştirirdi.

Bizim devrimcilerin bütün perspektifleri "baskın basanındır" yönteminedayanıyordu. Basılacaklar, haberi almışlardı. Sosyal bir sınıfın sivil-asker örgütlerineve çevrelerine yangın var, "silah başına" çığlığını basacaklardı:

Page 101: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Bu alarmı (silah başınayı) alanlar, hemen faaliyete koyuldular. Ordubirliklerinde yakın arkadaşları, Kumandan olan Komite üyeleri, bu sayınKumandanlara hulus çakmıya başladılar. Birbirleriyle bu yönde yarışa koyuldular.Her fırsatta, herkes ordunun içerisindeydi. Kıta Kumandanlarının isteklerini yerinegetirmek için çalışmak, Komitenin tek gayreti haline geldi." (s.l4)

Devrimcilerin bu durumda başvurdukları tek davranış, meşhur "ordununsiyssetle uğraşmaması" ilkesi oldu. Kim uğraşacaktı ya siyasetle? Gölgedeki adam...

Kendisi, komitedekiler, hükümet ve devlet başkanı "asker" değiller miydi?Hangi siyasetle uğraşmamışlar, uğraşmıyorlardı? Maymun gözünü açmıştı. Mademki, sosyal sınıflar dışında sadece orduyla iş yapılacaktı, işte herkes orduda siyasetiniyürütecekti.

Herkesin "hulus çak"tığı "sayın komutanlar" kimlerdi? 6 Haziran "sessizihtilal"inde "orduda kalan diğer bazı generaller"di. Onlar dört aydır "ellerinegeçirdikleri her fırsatta, ihtilalcilerden duydukları kompleksin acısını çıkarma yolunasapmış" değiller miydi?

Onlar için gölgedeki adam ne demişti?"Emeklilik zarflarını dağıttırdı. Kısaca:- Hepiniz tekaüt oldunuz. Üzülecek birşey yok, iyi de para veriyorlar, diyerek

kesip atıverdi. Pratik adamdı doğrusu..." (s.l2) Gölgedeki adam onlara şöyle gözyaşıdöküyordu:

"Orduyu, siyaset dışı bırakma düşüncesi bu şekil davranışlarla her gün birazdaha boşa çıkıyordu. Kimse, artık prensiplere bağlı kalmayı aklına getirmiyordu."(s.14)

Hep "akıl"!.. Oysa "sayın komutanlar" herşeyden önce "pratik adam"lardı.,"Lisan'ı halleriyle", "ordu siyasetle mi uğraşmasın" diyorlardı, "Tamam; siz albaylarda ordudansınız. Bakın biz nasıl paşa gibi kırk yıl oturduk. İstediğiniz gibi orduyusiyasetten ayırmak için siyaseti sivillere bırakın!"

"Mürşide Teslim" Ol: İlk Direkt!"Pratik adam" oldukları için lafta kalacağa da hiç benzemiyorlardı. "Orhan

Kabibay, Birlik ve Beraberlik sağlıyabilmek için her vasıtaya başvurmaktanyılmıyordu." Ona güvenip suçüstü yakalanmakla felce uğrayan devrimciler,kendilerinden umudu kestiler. Tüm asker içgüdüsüyle hiyerarşinin tepesindekinininsafını beklediler

"Umutlar yine Gürsel'e yöneldi. Dizginleri bir toparlasa diyorduk. Bekliyordukbunu. Bir düzenlese ortalığı, diye herkes umudunu ona dikmişti." (s.14)

Paşa (burada Gürsel Paşa da, İsmet Paşa da, başka herhangi paşa da olurdu),devrimcilerin kendi elleriyle uzattıkları "dizginleri" sımsıkı tuttu.

Kimdi Paşa'nın MBK'ndeki evlatlarını kışkırtan? Dündar Seyhan. Kimdi bukışkırtmaya "lebbeyk hazırım" diyen? Alpaslan Türkeş.

Gölgeden artık iyice güneşe çıkmış olan Dündar Seyhan diyor ki:Roma kara ataşeliğine atandım. Amerika'da bulunan ailemi alıp Roma'ya

nakletmek için memleketten geçici olarak ayrılmak zorunda kaldım. Türkeş'e vedaetmiye gittiğim zaman, o da Başbakanlık müşteşarlığından ayrılmak üzere masasınıngözlerini topluyordu... İçine düştüğümüz tereddüt havası, bize ilk raundda sımsıkıbir direkt çekiyor ve sersemletiyordu." (s.14)

O besbelli durumda "tereddüt" geçti mi? Ne gezer. İ. İnönü'nün o sıralar C.Gürsel'le buluşmaları bir yana, 9.6.1966 günü gölgedeki adam bile hâlâ Paşa'yı ogünlerde şöyle görüyordu:

"İşlere karışmasının etkisiz kalabileceğinden çekiniyordu herhalde. Yahut da,onun için gerekli tedbirlerin tam olarak alınma zamanı gelmemişti. Hep pasif hepçekingen, hep babacan 'aga'lık davranışlarıyla yetiniveriyordu."

1960 Ekim başında "Roma'daki görevine katılan" gölgedeki, sık sıkhaberleştiği Kabibay'a en sonra:

"Madem ki siz... en yakın arkadaşlarınızı memlekete çağırabilmek gücünü

Page 102: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kendinizde bulamıyacak hale geldiniz, o halde çok yakın zamanda, benim sizleri yurtdışında karşılamam, artık mukadder bir felaket olmak yolundadır.

"Kabibay; Yassıada'dan telefonla aradı. Durumun iyiye gittiğini, endişe edecekbirşey bulunmadığını söyledi." (s.14)

Baskın Öyle Olmaz, Böyle Olur: Son DirektNeye, kime güveniyordu? Herhalde 9 kilit noktaya yerleştirdikleri 9

devrimciye. 13 Kasım gecesi bu 9 kişiden 5'inin durumu şöyle oldu: 1- Aydemir:(asıl vurucu güç: Harbiye) "Komitenin parçalanmasını" istedi. 2- Ünsalan: (İkincigüç: Jandarma Okulu) "baskın"a uğradı. 3- Güventürk: (İstanbul Garnizonu) kimeolsa "pestil çıkarır"... Bütün vurucu güçler arasında bağ kuracak olan: 4- Asutay:(Milli Emniyet Başkan Yardımcısı) ile, 5- Kumuşoğlu: (Milli Emniyet İstanbulMüfettişi)... belki de Roma'da gölgedeki adamla kumpas kurmaya gönderilerekTürkiye sınırları dışına atılmışlardı.

"14 Kasım 1960... eski ihtilalci iki arkadaşım; Kurmay Albay Naci Asutay veNejat Kumuşoğlu İtalya'yı ziyarete gelmişlerdi... Napoli'de kaldığımız bir pansiyondasabah gazetelerini elimize aldığımız zaman beklediğimiz korkunç sonucu öğrenmişbulunuyorduk... Başta Kabibay olmak üzere, Türkeş ve diğer yakın arkadaşlarımızınKomite üyeliği hakları ellerinden alınmış, emekliye sevkedilerek tevkif edilmişlerdi...Biz eski ihtilalcilerin onlar için tam zamanında düşündüğümüzü, öne almışlar, onlarbize uygulamışlardı." (s.15)

Ve uygulama adamına göre oldu. Tereddütlü Kabibay'a, uzattığı tabancası için: "İnşallah sana kendi elimle iade ederim" denerek "İnsanlık ve mahviyetkârlıkgösterildi."

Tereddütsüz "Türkeş'in evine Kızıloğlu'nun adamlarıyla saldırılmış, kapılarıkırılmış, beş çocuğu çılgına dönmüş, polislerin elinden babalarını almaya savaşmışlarve etraf felaketli bir manzara seyretmiş!.." (s.15)

Birlik Yerine: Böl ve HükmetKarşılarında; dolaysız olarak; kendilerinden başka hiç kimse görünmediği

zaman bile kendi kendilerini yalnızca önyargıları ve tereddütleriyle nakavt edendevrimciler, sırtları yere gelince şaştılar.

Kimdi onları kündeye getiren? Etliye sütlüye karışmaz görünen "hep çekingen,hep babacan" Gürsel "aga" mı? Kabibay'ın aş içinde bir kaşık tuz bulunsun gibilerdeneliyle devrime kattığı, "eksiksiz sevgi, yakınlık" gösteren Madanoğlu ya da komitedebile bulunmayan Kızıloğlu gibi teknik aygıtlar mı?...

Kurucu Meclis, örgütlü yurttaşların tayinleriyle kolay toplandı. Ona gerçi işçisınıfının siyasi örgütleri sokulmadı, ama sendikalar sokuldu. MBK fiilen yoktu, amakimse 27 Mayıs yoktur diyemiyordu.

"Komitenin bir kısmını makaslıyarak ihtilalin devamlılık ve akıcılık niteliğinikökünden budadıklarını zannedenler, fikri doğuşların nedenlerini araştırıp meydanaçıkarma yerine, olayları günlük olarak düzene sokma heves ve gayretinden ileri tekadım atamamışlardı." (s.16)

Çünkü "13 Kasım operasyonu" ordu içinde devrimci küçük-burjuvaziyi"makaslamış", geri kalanları büsbütün ümitsiz bir hoşnutsuzluğa sürüklemişti. Subaykadrolarına, pek iyi anladıkları "birlik ve beraberlik" parolası atılmıştı. 27 Mayıskardeşi kardeşe düşürmeyi önleyecekti.

"Tabiidir ki, bu ne nutukla, ne de (Kardeşlik haftası) tertibi ile olabilirdi...(Partiler üstü) olamamıştı MBK. (Kardeşler arasındaki kavga) önlenmiş, fakat(Kardeşler arasındaki husumet) giderilememişti. Bilakis artmıştı. Yaygın bir kanaat(14'ler kalsaydı, bunlar gerçekleşecekti) şeklinde tecelli etti. Bu kanaate ulaşanları(l4)lerin adamı olarak nitelemek doğru olmaz. Esasen biz, fıkirlerin peşinde adamgörmiye alışkın olmalıyız. Adamların peşine uşaklar yakışır." (T. Turhan)

Finans - Kapitalin Dediği OlurFinans-kapital "birlik-beraberlik" ütopyasını değil, esnek egemenlik istiyordu.

Azınlığın bir ülkede egemen olması için ise "böl ve hükmet" parolasıyla, bütün

Page 103: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

güçleri kendi aralarında dağıtıp, finans-kapital yönünde birleştirmek gerekir.CHP hizbi DP hizbini sözde orduya devirtmişti. Şimdi karşısında, emirlerine

uymayan bir ordu küçük-burjuvazi görmek istemiyordu:"CHP partizanları, ihtilali kendi muhalefetleri ile hazırladıklarını, meyvayı

olgunlaştırdıklarını, fakat bu meyvanın Silahlı Kuvvetlerce (MBK üyeleri tarafından)koparıldığını ve iktidarın kendi tabii hakları olduğu hissinden kendilerinikurtaramadılar."

Bu kanıyla CHP bir yanda kendi gönüllüleriyle halka, 27 Mayıs'ı gaspetmiş birordu gösteriyordu, ötede eski DP gönülleri kanalından ordu, Menderes'i asacak birCHP aleti gibi tanıtılıyordu.

Böylece, azıcık reform isteyerek halkı tutmaya kalkışan ordu küçük-burjuvazisi, her iki (akıllı ve akılsız) finans-kapital hizbi tarafından halkakarşıymışcasma kötüleniyordu.

Ordu, solculara "faşist", sağcılara "komünist" diye umacılaştırılıyordu:"CHP teşkilatınca iktidara sahip çıkılmıştır. Bu husus, kutuplaşmaları önlemek

şöyle dursun, artmasına sebep olmuştur. Bu hal, eski vahim duruma ilaveten, fıkrive hissi alanda, Silahlı Kuvvetlerle CHP'li olmıyan halkı karşı karşıya getirmek gibiberbat bir sonuç doğurmuştur." (T. Turhan)

Beşinci Bölüm27 MAYIS'IN SENTETİK AÇIDAN İNCELENMESİ

Vatan Hizmeti27 Mayıs Devrimi'nin bitmez tükenmez ayrıntıları ve o zavallı "Canım kadar

sevdiğim Talat Aydemir"lerin başını yiyen sarsıntılar üzerine nice şeyler söylenebilir.Sonuç bakımından hepsi aynı kapıya çıkar.

Adsız devrimseverlerden T. Turhan, D. Seyhan'a mektubunda diyor ki:"Sene 1960.. Sene 1965. Sadece 5 sene.. Tarih ölçüleri içinde bir saniye...

Oysa, bu beş sene bir asırlık ölçüye sığacak hadiselere sahne oldu."Yığınlar açısından devrimlerin bir gününde öğrenilenler, durgun yüzyıllar boyu

propaganda ve ajitasyonla öğrenilemez. Ancak, finans- kapital çağındayız. En açıkolaylar, en içine işlenmez mason perdeleriyle gizlenir. Talat Turhan da ona dikkatiçekiyor:

"Bence (diyor) bu devrenin önemli hususiyetlerinden biri de; perde önündegeçen olayların, perde gerisinde olanların ancak binde biri ölçüsünde olduğuhususudur. Geçen hadiseler, ihtilaller, açığa çıkmış veya çıkmamış diğer teşebbüsler,mahkemede dahi vuzuha kavuşmamıza imkan vermedi.

"Gizlilik ve kapaklılık belki 27 Mayıs 1960 - 15 Ekim 196l arasında tabii birözellikti. Ya ondan sonraki açık rejimdeki aynı tip davranışlar? Bütün bunlardüşünebilen, düşünmek istiyen, memleket sorunlarına bir çözüm yolu arayanmünevverler için inkisar'ı hayal sebebi oldu.

"O halde, bu devre hakkında yazılacakların hakikate hizmet etmesi,karanlıklara ışık tutması, bir vatan hizmeti olacaktır." (s.17)

Aşağıdaki satırlar, o hizmeti, vatan hizmetini, ufak tefek tekrarlamalardankorkmaksızın yerine getirmek çabasıdır.

Başlıca Kaynak ÜzerineBu incelemede en çok Dündar Seyhan`ın Gölgedeki Adam yazısına başvurduk.

Gölgedeki adamı tanımıyoruz. Doğru mu yazıyor?Hatıraların çıktığı gazetede "Tabii Senatörler" genel imzalı bir açıklama çıktı.

D. Seyhan'ın yazılarını "Yurt dışından takip ve tesbit edebildiği şahsi görüşler" olarak"ciddi" saymıyorlar ve "sorumsuz" buluyorlar. Ve bir müjde veriyorlar:

"Tabii Senatörler olarak bütün olayları ileride objektif bir görüşle yüce Türkmilletine ve ilgi duyan dünya efkar'ı umumiyesine sunacağız." "Bugün için

Page 104: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

açıklamayı milli menfaatler bakımından uygun bulmamaktayız."Yanılmıyorsak, "tarihe malolmuş ve gelecekteki genç kuşaklara ışık tutacak

nitelikteki olayları" Tabii Senatörler diye bir kollegya yayınlamış olmadı. Yalnız o"açıklama"dan üç gün sonra, aynı gazetede, bu kez adı sanı belli bir tabii senatörünşu "açıklama"sı ile karşılaştık:

"Tabü Senatör ve Senato Başkan Vekili Kadri Kaplan dün bir açıklamayaparak, Tabii Senatörler adına gazetemizde yayınlanan Gölgedeki Adam başlıklıyazılarla ilgili açıklamadan bir haberi olmadığını bildirmiştir.

Kaplan, bu husustaki düşünce ve mütalaasını gerekirse ayrıca beyan edeceğinide söylemiştir."

Ondan sonra gerekmemiş olmalı ki ilgili başka bir açıklamaya rastlanmadı.Emekli kurmay yarbay Avni Elevni (27 Mayıs devriminde Harbokulu 3. Tabur

Kumandanı) imzalı öteki uzun açıklama, yalnız Muzaffer Özdağ'ın Gürsel'i İzmir'dengetirmediğini yazıyor ve getirenler arasında Elevni'nin "müsaade"siyle bulunduğugibi şeylerle uğraşıyor. Sonunda kimi orgenerallerin (C. Sunay, M. Alankuş) "DündarSeyhan'dan çok daha vatanperver" olduklarına yağ çekiyor.

Bize gelince, birincisi gibi sonuncu açıklamayı da pek "ciddi", yani aydınlatıcıbulmadık. Bizce gölgedeki adamın "sorumsuz" kalabilmiş olması daha "ciddi"oluşuna yaramış sayılabilir.

Jandarma Genel Komutanı Em. General Abdurrahman Doruk'un kısa"açıklama"sı ise, kendisinin "güdümcü" sayılmasını "tarihin takdirine" bıraktıktansonra, Eminsu`ların sivil görevlere girmelerine D. Seyhan'ın "Karşı ihtilalhazırlıyabileceklerini empoze ederek engel" olduğu, o yüzden "Komitenin karşısınaEminsu'ların dikilmesine sebep" olduğu, "halen Paris'te bulunan bir sınıf arkadaşımAlbayla, emekli olan bir Albayın maddi zararının bir milyon liraya yakın" olduğuhesabını yapıyor.

Bu arada, eskilerin "intaak'ı hak" (doğrunun dile gelmesi) dedikleri çeşitten debir sözü hatırlatıyor. Dündar Seyhan:

"Avrupa'dan döner dönmez, Komite arkadaşlarına: eğer siz orduyuyemezseniz, Ordu sizi yiyecektir. Birlik Komutanlarını derhal emekliye sevkedelim."demiş.

Böyle demediği, yazılarından belli. Yalnız "orduda paşa bırakmanın"sakıncasını öne sürüyor. Ondan galat olmalı. Kimi paşa, ordunun ruhu olmaklabirlikte, paşa demek ordu demektir sayılmasa gerek.

Bütün bu nedenlerle, "gölgedeki adam"ın "ihticaca salih" (belgelenmeyeelverişli) olduğu kanısına vardık. Ve yaralandık. Hâttâ biraz da fazlasıyla yaralandık.

27 Mayıs'ta İki CepheMBK'nin "temize havalesi", bundan çok önce finans-kapitalce "hazırlanmış"tı.27 Mayıs hangi sosyal çelişkileri ortaya vurdu? Bunun üzerine pek az belge

verildi. Genel sözler bir yana, gözleme dayanan canlı olayı, 27 Mayıs'ın vurucu liderişöyle anlatıyor:

"Harbokuluna yüzlerce kişinin getirildiğini haber aldım. Bizim kararımız,Kabine üyeleri ile mahut takrire imza koymuş olan 4 mebus dışında başka kimseyitevkif etmemekti. Fakat halk, büyüğü küçüğü, çoluğu çocuğu, hâttâ kedisi köpeğiile, bu hareketi o kadar candan bekliyormuşki, penceresini açan, eline telefonrehberini almış;

"- Şu evde falanca var... Onu da götürün..."- Şu adam da onlardandır, milyonlar vurmuştur... şeklinde hemen bütün

mebusları ve yakınlarını toplatmışlar." (C. Madanoğlu: "İfşa ediyor!", Adalet, 16Aralık 1961)

Türkiye halkı buydu. Duyguya, hayale kapılmıyordu. Karşısında "milyonlarvurguncusu"nu görüyor ve toplatıyordu. Çelişki açıktı: 1- Finans- kapital (milyonlarvurmuş), 2- Halk cephesi.

Devrimci subaya tuhafca gelen bu olay finans-kapital (kodaman sermayeci ve

Page 105: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

toprak ağası) için korkunçtu. Halkın ordu ile tek cephe kurması bütün egemençevreleri telaşa düşürdü.

İflas BorusuBir şey unutuldu. 27 Mayıs siyasi bir olaydı, ama o patlangıç, sosyal ve

ekonomik çıkmazın ürünüydü. Eğer toplumun temel konularında gerekli çözüm yolubulunmazsa, politika-kiremitliğinde başarılacak bütün kotarışlar, zamankazanmaktan -tarihte boşuna zaman yitirmekten- öteye geçemezdi. 27 Mayıs,konuları çözmek şöyle dursun, koyamamıştı bile.

27 Mayıs sabahı, "Örfi İdare Kumandanlığı çalışılamaz hale gelmişti... Saat11'e doğru ihtilal subayları stenli muhafızların arasında ciplere binerek GenelkurmayBaşkanlığına gittiler... Gürsel'i İzmir'den getiren uçak Güvercinlik alanına iniyordu...İhtilalci subaylar Şura salonunun önünde tek saf halinde sıraya girip kendisinikarşıladılar. Gürsel, evvelce sadece üçünü tanıdığı subayları birer birer tebrik etti...Bütün Bakanlıkların müsteşarları çağırılmıştı... Maliye Bakanlığı Müşteşarı Sait NaciErgin hazinenin elinde sadece 85 milyon lira kaldığını bildirmişti." (A. İpekçi, Ö.S.Coşar: "İhtilalin İçyüzü", Milliyet, 1 Mart 1965)

Bu 85 milyon rakamı, Türkiye'nin 27 Mayıs sabahındaki ekonomi temelininaynasıdır. 85 milyon lira 30 milyon nüfusa dağıtılırsa, adam başına 2 lira 85 kuruşdüşer. Devletin 1960 yılı gideri 7 milyar 320 milyon, borcu resmi rakamla 9 milyar342 milyon lira. Bırakalım milletin yaşamasını, devlet denilen şeyi 85 milyon liraylayalnız ve ancak 4 gün ayakta tutmak (giderlerini karşılamak) olanaklı. Alacaklılarıdevletin karşısına çıksa, 110 lira istedikleri halde 1 lira bile ödeyemeyecek 4 günlükömrü kalmış bir devletin 110 kere iflas durumu... Türkiye'yi emperyalizmin dümensuyuna sokmuş güdücü sınıfların egemen siyasetinden çıkmıştı.

İki Egemen Sosyal ZümremizTürkiye'nin egemen politikası, iki sosyal zümrenin tekelindeydi: l-

Finans-kapital zümrelerinin politika örgütü, eski DP'ydi: (Bugün AP oldu); 2-Devletçiliğimiz zümrelerini geleneksel örgütü, CHP'ydi, CHP'dir.

İkisi arası çırpınan MP-CKMP-Hür. P. vb. gibi yönsüz, yarı küçük- burjuva, yarıburjuva ve derebeyi partileri, ancak yukarıdaki çifte düşman ikiz-kardeş "büyükparti" gemileri için safra rolünü oynuyorlardı ve oynuyorlar.

Sosyal ilişkileri bakımından iki egemen zümreden devletçiliğimiz, üsttegüreştiği zaman bile, Türkiye'de yalnız finans-kapital zümrelerini yetiştirmek ülküsüaltında çalıştı. İkinci evren savaşı Türkiye'nin finans- kapital zümrelerini yeni birsavaş zenginliğine kavuşturup kemiklendirince, uluslararası finans-kapitalinAmerikan emperyalizmi kanadına ("Amerikan yardımı"na) var gücüyle dayanan özelsermaye, artık devletçiliğimize haddini bildirmenin zamanı geldiğini açıkladı.

Tek parti zamanı devletçiliğimiz, finans-kapitalin sırtında ve üstüngörünüyordu, çok parti zamanı finans-kapital, devletçiliğimizin sırtına çıktı. Aslındabu hep böyleydi, ama, görünüşle millet aldatılmak isteniyordu. Devlet vedevletludan üstün şey olur mu denilerek, fınans-kapitalin aslan payı kesişleri"devletin hikmeti icabı" gösteriliyordu. Osmanlı alışkanlığıydı bu.. ikinci evrensavaşından beri bu gösterişe gerek kalmadı. Finans-kapital "bu ülkede efendi,benim" dedi, düne kadar kapısında vurgun yaptığı velinimeti devletçiliğimizi kötüledi,devletlularımızı boğaz tokluğuna alt kapıkulu durumuna soktu. Efendi pozuylayukarıdan konuşmaya alışkın devletlular şereflerinin zedelendiği ölçüde, enflasyonve pahalılıkla keselerinin de dibine darı ekildiğini farkettiler.

Devlet parasıyla geçinen askerlerin sayısını allah bilir, Amerikalı bilir, ama halkbilmez. O bilinmeyen askerlerle birlikte devlet kapıkulları net yarım milyon kişiyi çokaşar. Ortalama 4 kişilik aileleriyle sayılırsa, devlet kapısında geçinen nüfus 2 milyoninsan ederdi. 27 Mayıs günü bu 2 milyon kapıkulu nüfusu ile 2 bin civarıfinans-kapital zümresinin 8-10 bin kişilik nüfusu göz göze gelmişlerdi. Baskınbasanın olduğu için, güç dengesi bir gecede finans-kapitalin aleyhine,devletçiliğimizin lehine dönüvermişti.

Page 106: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Geri kalmış Türkiye'de, en "ileri" sömürü sistemini sağlamak isteyenfinans-kapital, çok ağır ve kalabalık devletçiliğimizi yaratmış ve geliştirmişti. Budevletçiliğimizin bir gün başına dertler açabileceğini, başına topladığı cinleridağıtamayan sihirbaz durumuna düşeceğini 27 Mayıs gösterdi. Alt sınıf vetabakaların hesabı yoktu.

27 Mayıs, üst tabakalarda bir "kozların paylaşılması" oldu. Bu kozpaylaşmada, ilkelerden çok pazarlık rol oynadı. O yüzden ihtilali tutanlar halkı bu işekarıştırmak istemediler. Sokağa çıkma yasağı koydular. İhtilale uğrayanlar bubeğenmekte kusur etmediler. Tek koşulları devrimcilerin çabuk gitmeleriydi.

DP Kudurdu: CHP'yi IsıracakFinans-kapital, çarçabuk parti rekabetiyle "dimyata pirince giderken evdeki

bulgurdan olacağını" kendi kendine kanıtlamak zorunda kaldı. DP dikttası ansızıniskambilden şato gibi yıkılmıştı. Aynı sarsıntıyı geçiren CHP kanadının kodamanlarıölünün mirasına konacak mıydı?

Birbirlerini gözü kararmışlıktan uyarmak için "düşük" DP finans- kapital grubusınanmış provokasyon yöntemini tezgahladı. Londra'nın lanse ettiği "kuvvetli albay""başbakan yardımcısı" Alpaslan Türkeş mızrabı ile aldı sazı eline, sen misin DP'ci"her mahallede bir milyoner"i vurguncu diye kündeye getiren? "Öleceksek hepbirlikte ölürüz. Beni denizde boğulmaya bırakırsan, sana dört elle yapışırım. Hepbirden denizin dibini boylarız!" Finans-kapitalin DP kanadı CHP'li rakiplerine o dillemızrağın ucunu gösteriverdi.

Yerli, yabancı gizli servislerin himmetiyle bir Havadis gazetesi sahneyeçıkarıldı. Orada işlenen ana tema şu oldu:

"Bir defa DP kendi kendisinin kurbanı olmuştur." 1950'de: 'Devr'i sabıkyaratmıyacağım' diye sanki Türkiye'de hiç hesap sorulmıyacakmış intibaınıdoğurmuştur. Sonra İsmet Paşa rakiplerini sinsice suça itmiştir. Ne demek: 'Benimzamanımda çekilirseniz kurtulursunuz' sözünün manası? Yani, ne yaptınızsa hesabı,sorulmıyacak!" (Havadis'den aktaran: Akis, 26 Kasım 1966, No. 649)

"Kol kırılsın yen içinde", finans-kapital DP'de Amerika'yı iktidara getirirgetirmez, Menderes "herkesin yaptığı yanında kâr kalacak" anlamında, "devr'i sabıkyaratmayacağız" demişti. DP aşınınca, İsmet Paşa; aynı amaçla, DP'ye "benimzamanımda çekil" ki vurgunların yanına kalsın demişti. DP Yassıada'ya tıkılınca,fınans-kapital "Paşa"ya sen benim bir kolumu kurtarmazsan, "alacağın olsun", ancaberaber, kanca beraber gideriz! "Öyleyse hepimizden hesap sorulsun!" Sorulsun dagörelim, CHP vurguncularının boyunu. "Onlar mı has, biz mi has"? "Bu memlekette""zenginlik" (yani vurgun) düşmanlığı ne demek?

"DP devrinin zengini varmış. Atatürk devrinin zenginleri, İsmet Paşa devrininzenginleri? Onlar ne oluyordu?" "Şimdi, İhtitale düşen görev, hem CHP ve hem deDP devrinin hesabını sormaktı." (a.g.d.)

Bu uslup, tam Entelicens Servisin mutfağına yakışır alangle bir şantajdı.Churchill'in ikinci emperyalist savaşı sırasında anlattığı fıkranın ta kendisiydi. DPısırılmıştı, kudurarak ölecekse, şimdi oturmuş, başka kimleri ısırıp kurdurtacağınınlistesini çıkarıyordu.

27 Mayıs'ın Son GöreviBu işlerde herkesten daha sınangılı olan İnönü, hemen kulağı delik damat

beye sinyali çekti. Şu yazının altında kim yatıyordu? M. Toker açıklıyor:"İsmet Paşanın çok dikkatini çekti. Benden bunun kimin kaleminden çıktığını

öğrenmemi istedi." "Peyami Safa'nın, dediler. Fakat başka bir söylenti: Türkeş...Havadis'i ele almış bulunan 'beg'ler grubuyla, Gökhan Evliyanoğlu ve arkadaşları iletemas kurmuştu... Türkeş'in bu ilgisi, Babıali'de, bu çevre tarafından açık açıksöylenip duruyordu." (Akis)

Ve finans-kapitalin gizli servisleri her yanda zincirlerinden boşandırıldı. Neymişo "açık açık söylenti"? Hiç finans-kapitalin millet önünde alnı açık hesaplaşmanamusu bulunur muydu? Toy Türkeş, görünürde bir zavallı yemdi. Amaç onun

Page 107: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

altında örtülü, "gizli" duran çelik olta iğnesini gereken balığın gırtlağına geçirmekti.Damat, ilk tehlike zili çalar çalmaz, hangi mekanizmaların nasıl işlediklerini güzelgüzel anlatıyor:

"Yaz (1960) içinde önce bir iki gün dergiye gelip benimle görüşen, sonrabenim ve Nüvit Yetkin'in aracılığı ile İsmet Paşayı gören bir Kurmay Subay, Gürsel'leİnönü arasındaki ilk gizli teması teşkil etti. Kurmay Subay'ın Gürsel'den getirdiğihaber şuydu: Albay Türkeş sanıldığı kadar kuvvetli değildi. Ve Gürsel kendisiniBaşbakanlık Müsteşarlığından alacaktı."

Hapı yutmuştu "kuvvetli albay". Kötü bir solucan gibi, oltanın ucundankullanılmadan atılıverecekti. Görevi, şu kombinezona bir teyel olmaktan ibaretti.Damat'ın matbaasına "roman tarzı eserler" bastırma bahanesiyle gide gele yol eden:

"Binbaşı Elevli... 27 Mayıs günü Gürsel'i İzmir'den alıp Ankara'ya getirenuçakta bulunanlardan biriydi... İsmet Paşa, Binbaşıyla görüştü. Elevli ona,Gürsel'den naklen, Komite (MBK) içindeki gelişmeleri anlatmış." (Akis)

"6 Ağustos 1960 akşamı saat 21 civarında Heybeli ada'da İsmet Paşa'nınevinin merdivenlerinde.. Gürsel ile İsmet Paşa'nın ikinci defa karşı karşıya gelişleri"(Akis) fotoğraflanır.

Finans-kapital 27 Mayıs'a iki şey için razıydı:1- Kişi nedeni: Amerika'nın"artık" istemediği Menderes'ten kurtulmak; 2- Teknik neden: Yıkılacak kadarkademe enflasyonunu gidermek...

Eskiyen iskambil kağıdı kişi 27 Mayıs gecesi değişmişti. Ordu ehramındadengesizlik yaratan durum da, tam o sıra giderilmişti. Öyleyse, görevi biten 27Mayıs halkı da, üniversiteyi de, orduyu da karşısına almıştı. Finans-kapital rahatça27 Mayıs'tan kurtulma ortamını 27 Mayıs'a hazırlatmıştı:

"Cema1 Gürsel Heybeliada'da İsmet Paşa ya geldiğinde MMK meşhur'ordudaki tensikatı' da yapmış ve kendisini bir desteğe muhtaç hissediyordu." (Akis)

27 Mayıs'ın Başının Bağlanmasıİ. İnönü Paşa "tensikat"a karşıydı. Aralarında ne konuşulabilirdi? Cumhuriyet

tarihinin iki "tükenmez" içkisi yürekler acısı bir yüzeylikle ortaya kondu:1- Din. 2-Kürt.

Her iki konunun temeli toprak ve demokrasiyken, kırk yıldır ne yapılmıştı?Eşek arısının yuvasına hiç dokunmaksızın, deliği önünde değnek gösterilerinegirişilmişti. Din duygularıyla oynamakta, tepede ağalıkla elense etmek de yığınlardayalnız din ve ağalığa dört elle sarılmayı kışkırtırdı. Çünkü, hiç yoktan din adamı ileağa "mazlum" durumuna sokulup, ezilen yoksul halk önünde ezilen kahramanlarrolüne itiliyordu.

Ne çare ki 27 Mayısçılar, kırk yıldır devrimcilik deyince bu iki işlemdenbaşkasını öğrenmemişlerdi. O gün de kırk yıllık sınangılı İnönü Paşa'dan ders almayagelmişlerdi:

1- Din Sorunu: Rahmetli Cemal Gürsel:"Dinde bir reform düşündüklerini dini irticai teşekküllerin elinden kurtarmak

arzusunda olduklarını, bir Din Şurasını içtimaa çağıracaklarını söylemiş."Bu ütopyaya karşı eski Paşa:"İbadetin Türkçeleşmesini gözünüz tutuyor mu? diye sormuş. Gürsel,

tutmadığını bildirmiş. Tepkiden korktuklarını anlatmış. İsmet Paşa: 'Yazık' demiş."(Akis)

"Yazık", o ibadeti Türkçe'leştirmek, 27 Mayıs'ı daha kestirmeden temizlemeyolunu açabilirdi.

2- Kürt Sorunu: Antika sömürü sistemi, genellikle tüm Türkiye'de nasıl "din"konusu ile karıştırılıyorsa, tıpkı öyle özellikle Doğuda "Kürtçülük" sorunu ilemaskeleniyordu. Ne var ki, bizim ("General" olduktan sonra, yasayla yasak edilmişbulunan "Paşa" titriyle çağrılmaktan hoşlanan ve doğrusu da bu olan) paşalarımız,yerli-yabancı (antika + ultramodern) sömürüyü değil, ona giydirilen kaftanıönemsiyorlardı. O alışkanlıkla, Cemal Gürsel:

Page 108: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Kendisini tedirgin eden... Doğudaki Kürtçülük hareketine geçmiş.. BununAğalar tarafından geliştirildiğini söylemiş ve ağalara karşı tedbir düşündükleriniaçıklamış." (Akis)

Ne tedbiri? Doğudaki toprak ilişkilerinin kılına dokundurmaksızın, İ. İnönüPaşa'nın zamanında yaptığı gibi, birkaç ağayı Batıya sürgün edip"modernleştirmek"... "Sivas'a 15 yıl sürgün"... Eski Paşa yenisine içinden kimbilirnasıl gülerek:

"Bunun çıkar yol olmadığını, vaktiyle denendiğini, Halkın Ağasına o zamandaha fazla bağlandığını söylemiş. Kürtçülük cereyanına karşı en iyi mücadeleusulünün Kürt asıllı kimseler arasındaki liderlerin Türklüğe ısındırılması, Memleket veMillet hizmetinde onlara rol verilmesi, Topluma kazandırılması olduğu fikrinisavunmuş, öteki yoldan kaçınılması tavsiyesinde bulunmuş." (Akis, s. 64)

İ. İnönü Paşa, bunu söylerken, besbelli Gürsel Paşa'yı göz önünde tutuyordu.Orduda ona "Ağa" ya da "Kürt" denmemiş miydi?

27 Mayıs kaptanı, gemisini burada karaya oturturken "deniz burada biter"demişti. "İzzet'ü ikram ile kab'ı hükümetten" çekilmenin adına "seçim" deniyordu. İ.Inönü Paşa açıkça, boyunlar kırılmadan, "seçim tarihini" soruyordu.

"Gürsel, bunların ancak 1961 Ekiminde yapılabileceğini kesinlikle ifade etmiş."İ. İ. Paşa: "Bu tarihi kesinlikle derhal ilan ediniz" demiş.

"Cemal Gürsel bunu yaptı." (Akis s. 64)İhtilale Baş Nasıl Seçildi?

27 Mayıs'ın başı neden o kadar kolay ve çabuk bağlandı? Devrimcilerinparçalılığından. Niçin o denli "birlik" etiketi altında "bölünümlülük" ve çatışkanlıkpatladı? Elbet bunun temeli devrimcilerin "sosyal yapı "larına dayanıyordu. Moderntoplumda, modern bir devrim, ancak modern üretimde dolaysızca ilişkili modernsınıflara dayanırsa ömürlü iktidardan söz edilebilirdi. Küçük-burjuvazi, antika toplumarmağanı bir tabaka, kat kat tabakalaşmış bir yığındı.

27 Mayıs devrimcileri o tabakalardan biriydiler. Kendi başlarına iktidardasonuna dek kalamazlardı. İç yapıları gibi, toplum ilişki-çelişkileri buna elvermezdi.İktidarı iki rahmetten birinin temeline oturtmak zorundaydılar. Modern iki sosyalözgüç vardı: 1- Finans-kapital (En kodaman sermayeci + ağa ortaklığı), 2- İşçisınıfı...

Bu tartışılmaz gerçeklik açısından, 27 Mayıs bölünüş ve çözülüşleri, dahakuruluşundan belliydi. Vurucu gücün öncü örgüt tekniğine en kritik anda bakmakyeter. Durumu en açık ve edebi kesinliğiyle özetleyen sayın general CemalMadanoğlu' ndan örnek almaktan daha öğretici hiçbir şey olamaz.

BR> Devrime seçilen lider için iki versiyon var. Biri sayın Koçaş'ınkidir. BatıdaNATO manevraları oluyor. Oto içinde Koçaş, Gürsel Paşayla yalnız kalınca, konuyuçıtlatıyor. Gürsel'in ilk sorusu şu oluyur:

"- Kuvvetli misiniz?"Tam o sıra, devrimci genç subaylar, baskın ve panik geçirmektedirler. Ama

"kuvvet" nerede? Kara Kuvvetleri Komutanı C. Gürsel'de. O katıldı mı, daha başka"kuvvet" aranır mı? Anlaşılan bunu bilen Koçaş, sözü bastırıyor: '

"- Demir gibiyiz, Paşam!"Ve Cemal Gürsel 27 Mayıs Devrim'ine baş oluyor.Sayın Madanoğlu Paşa'nın anlattığı daha da kısa ve ilginç oluyor. Diyor ki:"Biz buna (ihtilale) karar verdiğimiz zaman, fazla kalabalık değil, 4-5 kişi idik.

Kararımızı Gürsel Paşa'ya açalım dedik. Yanına gidip meseleyi açtığımızda:"- Tamam!... dedi, kabul ederim. Tek şartla. İhtilali yaptığımız tarihten

itibaren, üç ay zarfında seçime gidilecek. Kabul mü?""Derhal kabul ettik ve ilk kararımız bu oldu." (C. Madanoğlu: "İfşa Ediyor! ")Demek askerler de demokrattır. Demek, askerler de, sosyal temele

oturtulmamış bir devrimin yaşayacağına inanmıyorlar. Yalnız, finans- kapitaldengöbekbağı kopunca, Türkiye oylarının tefeci-bezirgan hacıağa ağlarından

Page 109: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kurtulabileceğini, "hür" olacağını umuyorlar."Aradan zaman geçti. Biz, Gürsel Paşanın da iştiraki ile lazım gelen planları

hazırlıyorduk. Bir gün Gürsel bizi çağırdı:"Beni buradan alıyorlar, dedi. Fakat, gitmek istemiyorum. Ne yapacaksak

hemen yapalım. Sonra fırsat kalmıyacak."Düşündük. Hemen yapamazdık. Zira çok kan dökülmesi ihtimali vardı.

Planlarımız, en ince teferruatına kadar hazırlanmıştı. Bu itibarla;"-Paşam, dedik, Siz hiç endişe etmeyin ve gidin. Biz planın geri kısmını, gene

sizinle irtibatı devam ettirerek tamamlarız. Harekete geçtiğimiz gün gelirsiniz.""Paşa bunu makul karşıladı. Katiyen kan dökülmesini istemiyordu. Çaresiz,

ayrılıp İzmir'e gitti." (C.Madanoğlu, a.g.y.)Devrimin başı böyle oldu.

"Yar Bana Bir Eğlence", Çabuk Bize bir Anayasa!Devrimin "iktidar" sorunu daha az ilginç olmadı."Planlarımıza orada (Askeri Şura'da) devam ederken vakit nasıl geçiyordu?

Anlıyamıyorduk. Bir de baktık ki akşam olmuş. Yani 26 Mayıs akşamı."Komando başları, kimi "önce benim emrimi verin" der, kim "dört tank ister".

"Bu arada, radyoda okunacak mesajlar da hazırlanmaktaydı.""Mesela tebliğin birinde:"-İktidar devralınmıştır."Sözlü geçiyor, hemen atılıyorum:"-Yok yahu... Öyle değil, idareyi devralmıştır... deyin, şeklinde müdahale

ediyorum."Devrim yapılıyor. "Köşe başları" tutulmuş. "İktidar" mı değişiyor, "yönetim"

mi? "İktidar" ağır bulunuyor. "Yönetim"e daha yeğnik geliyor. Ve bu yeğniklik, nasılbir "yönetim" kurulacağı sorun olunca, biraz daha "eterleşiyor. C.Madanoğlu Paşaanlatıyor

"O tarihten (İhtilal gecesinden) 15-20 gün kadar evvel Bahçelievler'deahbabın evinde yemeğe davetliyim. Yemekte yaşlı bir misafirleri daha vardı.Profesörmüş. Biliniyor ki, hemen her gün iktidarın suistimallerinden bahsedilirdi.Gene o mevzu açılmıştı. Üst katta oturan bir komşuları da aşağı indi. Genç biradamdı:

"Birader, dedi. 4 milyon lira falanca çalmış. Ne olacak bunun sonu? Benimburama gelmişti:

-"Ne bağırıyorsun be adam!.. diye çıkıştım. Ne olacaksa olacak elbet..."İşte o gece, o evden çıkarken şöförüme:"-Bana bak, dedim. Şu boz ev var ya, burayı iyi belle."Komandolar ve halk Harbokulu'nu vurguncu ile doldurmuşlar. "Ortalık ana

baba günü." "Radyoda tebliğler yayınlanmıya başlamıştı. Birden aklıma geldi. Şoförüçağırttım.

"-Hani, dedim. Sana Bahçelievler'de bir ev göstermiştim. Boz bir ev. Hatırladınmı? Git o evdeki ihtiyar adamla üst katta oturan genci al, bana getir.

"Ben, işe dalmıştım. Bir ara odada bir iki sivil vardı. Onlara işaret ederek:"-Ne bekliyor ,bunlar? dedim. Alın götürün Harbiye'ye..."Meğer, çağırttığım ihtiyar profesörle, üst katta oturan adammış. Derhal

farkettim. Profesöre hitaben:"-Rica ederim, baba, birkaç profesör adı yazın."Dedim. Bir liste yaptı. Meğer hepsi İstanbul'danmış. Neyse bunları çağırttım.

Uçakla getirilmelerini söyledim. Niyetimiz, birkaç profesörün yanına Askeri Temyizazalarını, Danıştay azalarını katıp Meclise sokmak. Güvendiğimiz adamları Meclisinkapısına dikip, gelen mebuslardan temiz olanları içeri almak, olmıyanlara:

"- Senin adın şu hadiseye karışmış..."- Sen falan meseleye rey vermişsin..."Diyerek, onları sokmamak, içerdekilerin üzerine kapıyı kapatıp:

Page 110: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Çabuk bize bir Anayasa yapın, derhal seçimlere gideceğiz... demekti."Seyfiye (kılıççılar: silahli kuvvetler) devrimde "ilmiye" (bilimciler) ile böyle

buluştular. "Yönetim" denilen "iktidar"ın ilkeleri o denli rastlantıya ve aceleye geldi.MBK - Kabine - İyi Saatte Olsunlarİlk devrim meclisinin kuruluşu büsbütün iğreti görünüyor. Eğer "ilmiyye"

hocaları bizim kılıççıllara: "Siz mebusları serbest bırakırsanız kendiniz de gayrımeşru olursunuz" demeseler, devrimciler Menderes hükümetini devirmekle yetinip,eski meclisle anayasa ve yasa çıkaracaklardı. "Fazla düşünmeye vaktimiz yoktu."(Madanoğlu)

Profesörlere: "Siz hukuken ne yapılması gerekiyorsa yapın" diyorlar."Biraz sonra, iki genç subay geldi. Kurmay Subaylar. Muzaffer ile Numan

imişler. Ben 'Çifte Kerametler' derim onlara... Selam verdiler:'- Biz de hukuk tahsil ettik. Müsaade ederseniz onlarla birlikte çalışalım

paşam..."Dediler. Ben de:'- Hayhay, daha iyi olur..."Dedim. Bunlar da bu şekilde aramıza girdiler. Esasen, önüne gelen giriyordu.

İstiyen içeride kalıyor, istiyen çıkıyordu. O arada, başkaları da kapı aralığından sızsa,onlar da girip bizimle çalışabileceklerdi. Neticede, içerde bitişik odada çalışan ilimheyeti, bir Komite kurmuşlar ve karar vermiş, biraz da, bizim Çifte Kerametleringayretile adedi arttırılmış, fakat; asıl alınması gerekenler değil, rastgele ve bu arada,Çifte Kerametler de dahil, bir Komite üyeleri listesi yapılmış. Bu Komitenin fazla biriş görmiyeceğini düşünerek, üzerinde durmadık. Peki, teşkil etsinler de, kimdenisterlerse etsinler şeklinde düşündük. Zira bu Komitenin geniş selahiyeti, o zamanmevzubahis değildi.

"Eğer, Komitenin, geniş selahiyetler alacağını düşünseydik, bize o gece elindeharita ile yol gösteren, sokakların nasıl tutulacaklarını, kaç tankın kafi geleceğinisöyliyen ve planı muvaffakiyetle tatbik eden Albayları, Yarbayları, diğer subaylarıalırdık. Asıl hizmeti onlar gördü."

"Komite resmen faaliyete geçmişti.:. Komiteyi teşkil edenlerin ilan edilmesilazımmış. Madem ki öyleydi:

- Peki, ilan edin.Dedik. Tutup ilan ettiler. 38 kişi olarak, yani o anda orada bulunan subaylar

olarak ilan edildi.""Kanunlar çıkarılmıya başlanmıştı. Şu halde Komiteyi teşkil edenler, Teşrii

vazife görmektedir. Açık bir oturumda yemin etmeleri gerekir.- Öyle olsun, dedik. Artık icab ne ise yapalım." (C. Madanoğlu,: a.g.y.)

Görüyoruz. Sanki gizli bir el herşeyi belirli yönde, rastlantıymışcasına kaydırıyordu.Hükümet de aynı elin işi oldu: "İçerdeki Komite, bir Kabine kurulmasınıkararlaştırmış, kimlerin kabineye alınacağını aşağı yukarı tesbit etmişti. Haberverdiler. Gürsel Paşa ile görüşüp halletmelerini söyledik. Tayinler yapıldı. AlpaslanTürkeş'i de Başvekalet Müsteşarlığına tayin etmişler. Doğrusunu isterseniz, ben ozaman Müsteşarlığı mühimsemedim. Bir nevi memuriyettir, dedim. Ama, sonralarıbaktım ki, bu memuriyet değilmiş, bayağı Başbakanlık gibi bir şeymiş.

"Bununla beraber üzerinde fazla durmadık." (C. Madanoğlu, a.g.y.)Asker Siyasette UğraşmazBurada, ezeli, "askerin siyasetle uğraşmaması" denilen "cilve" ve "alınyazısı"

ile, sınıflı toplumun en önemli altüstlüğü yapılıyor. İktidar gibi yaşamsal konudadevrimciler en saf çocuksu gönül cömertliği içinde, herkese güveniyorlar; ne denirseyapıyorlar. Hele öneri "ilmiyye"den geliyorsa, en ufak tartışma düşünülmüyor.Meclise "isteyen" giriyor. Hükümet, "aşağı yukarı tesbit" ediliyor.

"Bunları hep ilim adamları ileri sürüyordu.Askerler, eski alışkanlıklarıyla, iyi dilekli saydıkları her "otoriteye" kuzu kuzu

itaat ediyorlar. Aslında, "bilim adamı"' dedikleri kimler? En az kendileri (askerler)

Page 111: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kadar politikadan yasak edilmiş kapıkulları. Osmanlı İmparatorluğu'nda, "ilmiye"denilen bilgin hocalarla, seyfiye (kılıçlı)lar arasında gerçekten büyük ayrım olabilirdi.Asker, baltacılıktan paşalığa, sadrazamlığa çıkabilirdi. Onun bilgi eksiğini ilmiyehakkıyla bütünleyebilirdi. O gelenek güdülüyor.

Bugünse, bir kurmay subay, pek çok profesörden çok daha gerçekçi birpolitika kültürü edinebilir. Devrim yapmaya dek ilerlemiş askerler, profesörünkindençok daha bol olan aylak saatlerinde biraz kendilerini bilime vermişlerse, devrimstratejisinde ve taktiğinde fazla bilgin olmadan da, yapılanları ana çizilerindedenetleyebilirler. Mustafa Kemal bunun en parlak örneğidir. Ama, gene de tarihselgelenek ve görenekler, kılıççılarımızı, bilimciler önünde tam teslimiyet iyi dileğinebüründürüveriyor. En ufak kuşku, içlerine doğmuyor.

Bu iyi dileğe, çabuk ve kolay gelen başarının iyimserliği de katılınca, işiyapanların, öyle gelişigüzel kurulmuş bir komiteden çekinecek şeyleri kalmamış gibigelebilir. "Hava" bu. Şeylerin kendiliğinden akışıyla iş sarpa sarınca ne olacaktı?

"Komite'den fazla iş beklemediğimiz için -ki nasılsa derhal seçimleregidecektik- Komiteyi kimlerin teşkil ettiği üzerinde durmamıştık. Fakat, Komitemüzakereleri arttıkça durum değişmiye başladı. Hemen her gün, Komiteye yeni biryetki tanınıyordu. Öyle hale geldi ki, Komite tam manası ile bir Kurucu Meclishavasına girdi." (C. Madanoğlu, a.g.y.)

Ve "iktidar" gibi sınıflı toplum politikasının en önemli şahdamarı,şakacıktanmışcasına, kimse farkına varmadan, bütün ağlarını yurtiçine ve yurtdışınagermiş finans-kapital şebekesinin pençesine düştü.

Türkiye de, askerden başka siyaset altüstlüğü sağlayan hiç kimse bulunmadığıhalde gene de evelallah, askerin siyasetle "asla ve kat'a iştigal etmemesi" ilkesibundan daha güzel bir ucube yumurtlayabilir miydi?

Devletçilik Yûkü ve Halkın Kırılışı27 Mayıs, "memleketi" öyle bir iflas durumunda teslim almıştı. Şimdi ne

yapacaktı? Devrime katılan subaylardan Talat Turhan mektubun da yazıyor: "27Mayıs, umutsuz insanlara umut, zulmette bulunanlara ışık, idealistlere şevk veheyecan getirmişti."

Konu Türk ulusu için taşınmaz bir yük haline gelen finans-kapital sömürüsüyledevletçiliğimizin baskısıydı. Finans-kapital, devletçiliği suçlamakla kendisini haklıçıkarmaya ve hoşnutsuzluğu devletçiler aleyhine çevirmeye çalışmıştı. Ülkeyi sarantefeci-hacıağa ağları sayesinde başarı da kazanmıştı. DP'nin üstüste aldığı oylarbunu gösteriyordu. Finans-kapitalle devletçiliğimiz, bir ipte iki canbaza dönmüşlerdi.

Devletçiliğimiz, Menderes'in emperyalist ağalarını gocundurması gibikoşullardan yararlanarak bir anda DP iktidarını devirdi. Ama, tasarruf bonoları vb.davranışlarıyla, sermayedarlara verilecek kredileri halktan devlet zoruyla koparttı.Bununla kanıtladı ki, finans-kapital sömürüsünü sınırlandırma şöyle dursun,katmerlendirme yolunu tutmuştu.

Kendi devletçi baskısı da azalmadı. Maaş ücret ve kadro sayıları 1957 yılı351.293'ken, 1960 yılı 401.179'du. DP çağının son 3 yılında devletçiliğimizin yükü50.114 kişi (% 12) artmıştı. DP'yi deviren 27 Mayıs çağındaki 3 yıl sonunda 1963 yılıdevlet hazinesinden geçinenlerin sayısı 478.715'e çıktı. (Bunun içinde askerkadroları yoktu). "Devletlu"lar 77.596 kişi çoğalmışlardı. Devlet parasıyla geçinenler,finans-kapital (DP) döneminde her yıl %4, devletçiliğimiz (27 Mayıs) döneminde heryıl %5.3 oranında artıyordu. 3 yılda yalnız sivil memur yükünü 27 Mayıs % 16 danfazla arttırmıştı.

Halk, 27 Mayıs'ı neden bir kurtarıcı gibi karşılamıştı? Bu değişiklik sonundasömürü (finans-kapital) ve baskı (devletçiliğimiz) yüklerinin hafıfleyeceğini umduğuiçin. Halk, üç yıl sonra açıklanacak istatistik rakamlarını bilmez. Ama, sırtındakiyükün eskisinden beter ağırlaştığını duyar. Artık dünyanın en güzel ve kandırıcısözleri, onun derisi, kemiğiyle duyduklarını yalanlayamaz. Halkımızın bin yıllarcadenemeleri de ona şu acı gerçeği öğretmiştir: "Gelen gideni aratır." 27 Mayıs'la

Page 112: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

gelen, yukarıdaki çıplak rakamların belirttiği şey, her gün artan hayat pahalılığıydı.Hele birdenbire, finans-kapital sabotajı yüzünden kriz biçiminde bastırmış olanişsizlik, çalışan yığınları aç bırakmıştı. Siz istediğiniz kadar, ekonomimizibaltalayanlar finans-kapitalistlerdir deyin. Patlak veren işsizlik karşısında, kapitaliyağlamak için vergileri arttıran iseniz, halk gideni arayacaktır. Nitekim öyle oldu.Menderes'in tekerlenişinde işkilli bir bayram eden halk, işsizlik başlayınca,Menderes'i Eyüp Camiinden her gece Ak ata (Demir Kır Ata: AP kurulmadan önce,AP simgesine) bindirip dolaştırdı. Artık, halk oyları çoğunluğunun AP'ye akışı,fınans-kapitalin, sihirbaz kutusundan ejderha çıkar gibi, "sandıktan çıkışı" ve herşeygibi 27 Mayıs'la birlikte devletçiliğimizi de zafer arabasına AP'nin simgesi beygirolarak takışı önlenebilir miydi?

Büyük Memur - Küçük Memur27 Mayısçılar, Türkiye'ye egemen olan iki zümreden devletçiliğimiz zümresi

yiğitleriydi. Devletçiliğimiz kişilerinden tepede olanlar, finans- kapitalle kaynaşmışsayılabilirler. Bu yüksek gelirli kadro,1957 yılı 929 kişiyken, 1960 yılı 1222 kişi oldu.3 yıllık finans-kapital egemenliği altında yüksek memur artışı 293 kişidir. DP'ninfinans-kapital egemenliği altında 3 yıl geçerken devlet kapıkullarının toptan sayıları%12 artmış, bunlar içinde yüksek kapıkullarının sayısı %31.6 (neredeyse 3 katayakın) artış göstermiştir. Her yıl enflasyon yüzünden maaşların, üçte bire yakıngerçek değerlerinden düştükleri düşünülürse, yüksek maaşlı memur artışı DP çağıiçin "normal" sayılabilir.

Devletçiliğimizin keskin egemenlik günleri olan 27 Mayıs çağının üç yılında neolmuştur? 1,2,3 (150 ile 100 lira asli maaşlı) ilk üç barem derecesine giren yüksekmemur sayısı 2163 kişi olmuştur. Sayıca DP dönemindeki artışın üç katından fazlabir artış! 27 Mayıs'la birlikte enflasyonun durdurulduğu iddia edildiğine göre,devletçiliğimiz sanki bir yüksek memur furyası yapmıştır. Mutlak ve askerler dışıtoptan memur sayısı üç 27 Mayıs yılında %16 oranında arttığı halde, yüksek memursayısı %77 oranında çoğalmıştır.

Finans-kapital egemenliği DP dönemi, memurlar toplamı içinde yüksekkapıkullarının sayısı üç kata yakın hızla artmışken, devletçiliğimizin egemen olduğu27 Mayıs sıraları yüksek memur sayısı 5 kata yakın artmıştır. DP çağında enflasyongibi bir özür öne sürülebilirdi, yüksek memur oranının gerçek olmaktan çok, paradeğerinin düşmesinden ileri geldiği söylenebilirdi. 27 Mayıs için öyle bir mazaret önesürülemedi. O zaman, finans-kapital (DP ve AP ağzıyla): Siz para enflasyonunudurdurduğunuzu söylüyorsunuz, ama memur enflasyonunu üç kat, yüksek memurenflasyonunu beş kat fazla arttırdınız diyebilir. Ve bu suçlama halk önünde yapılırsa,oylar bir kez daha gericilerin kasalarına akar.

Silahlı Kuvvetlerin Sosyal YapısıDevletçiliğimizin kapıkulu zümresi (maaşlı, ücretli memur, müstahdemleri)

genel bütçede 14 barem derecesiyle maaşlı,16 derecede ücretlidir. Maaşlıların ilk 3derecesi 150-125-100 lira asli maaşlarıyla, en yüksek devletlular olarak kolaycafinans-kapital zümrelerine kaynaşabilirler. Onlara burjuva devletluları diyebiliriz. 4.barem derecesinden aşağıdaki kapıkulları, bütün bitmez tükenmez -ve personelyasasıyla daha da içinden çıkılmaz ehram dehlizlerine çevrilmiş- basamaklarınakarşın hepsi de toptan, küçük-burjuva adıyla Batı bilim diline girmiş olan geniş,alacalı tabakaların bir koludurlar. Büyük burjuva devletluları maaşlı kapıkulları içinde1960 yılı % 0.7'ydiler. 27 Mayıs'ta biraz çoğaltılarak %1'e çıkarıldılar. Bu oran, tıpkı,Türk ulusu içinde burjuvaların sayıca oranını andırır.

Demek, devletçiliğimizin temel zümreleri, kapıkullarımızın %99'unu tutanküçük-burjuva durumlu ve çıkarlı kişilerdir. 27 Mayıs'ta, finans- kapitali bir vuruştasırtüstü düşüren devrimciler de bu devletlu küçük- burjuvalardır. İstanbul birbinbaşının, Ankara bir yüzbaşının vurucu gücüyle düştü.

MBK içinde bir tür generaller "taklib'i hükümeti" (hükümet darbesi)yapılıncaya kadar, hatta yapıldıktan iki yıl sonralara dek albay cuntaları,

Page 113: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

finans-kapitale akla karayı seçtirtti. İntihar durumu gelişinceye kadar albay cuntalarıile paşalar arasındaki "harb'i dahili", küçük-burjuvazi ile büyük- burjuvazi arasındageçen tipik davranış ve düşünce ilişkileri çerçevesinde yürüdü.

Silahlı kuvvetlerin bu sosyal yapısı göz önünde. tutulmadıkça, 27 Mayıs'ın nekendisini, ne sonrasını anlamaya yol bulunamaz.

Albay: Ordunun Nirengi NoktasıDevletçiliğimizin bir de finans-kapitalle kaynaşmış, yüzde bir bile tutmamakla

birlikte her zaman suyun başını kesmiş büyük devletlularını, paşaları izleyelim.Silahlı kuvvetler yığınının 10 basamağını aydın küçük-burjuva sayıp, onların herküçük-burjuva gibi iki uç (büyük- burjuvazi ile proletarya) arasında zikzaksallandığını belirtmiştik. Sallanan rütbe basamaklarını birer sarkaça benzetirsek,10küsur basamak içinde yazgısına en az katlanan, dolayısıyla en büyük yaylımyapmaya elverişli sarkaç, albaylar grubudur. Çünkü, bir sağa gidişte paşa, bir solagidişte emekli olma şansı albayın kapısını çalar. Albaylık, Sırat Köprüsü ne benzer.Binecek boynuzlu kurbanın varsa, seni paşalık cennetine dek götürür, yoksa, en ufakbir yanlış adım, insanı emeklilik denilen cehennemin gayya kuyusuna düşürür. Bubakımdan albaylık basamağı, ya hep ya hiç parolalıdır. Sarkaçın bir ucu cennette,öbür ucu cehennemde gidiş gelişleri bundandır.

Albayların generaller üzerine besledikleri kanılar, hiç de gülük gülistanlıkdeğildir. 27 Mayıs'ta, silahlı kuvvetler temizliği, ehramı düzeltirken yapılan generalkıyımı ve kırımı bunun belgesidir. Bir kalemde yüzlerce paşa saf dışı edildiği halde,albaylar hınçlarını alamamışlardı. D. Seyhan, eliyle emekliye gönderdiği ve damataşı gibi oynadığı paşalar için şöyle der: "Orduda General bırakmanın hatasını ilkadımda gözlerimle gördüm." (s.12) Kendi açısından haksız da değildi.Finans-kapitalle değecek kadar yakın olan büyük devletlular, yıldırım savaşındanakavt olsalar, küçük-burjuva yangınlarının, harman yangınlan gibi çok yayılsa bile,zamanında yetişilirse, çabuk söndürülebileceğini binlerce yıllık denemeleriylebilirlerdi.

D. Seyhan eliyle hizaya getirdiği bir paşa örneği üzerine şöyle der:"Alkoç gibi sapına kadar asker doğmuş ve asker yaşamış bir general, daha ilk

günde duyduğu reaksiyonu uzun müddet içinde saklıyamamış, l961 yılının 6Haziranda patlak veren sessiz ihtilalde askerce direnmeleri yüzünden emekliolmuştur. Orduda kalan diğer bazı generaller ise, ellerine geçirdikleri her fırsatta,ihtilalcilerden duydukları kompleksin acısını çıkarma yoluna sapmışlardır." (s.12).

Abdülhamit PaşalarıFinans-kapital, devletçiliğimizin alt küçük-burjuva tabakalarından yediği

yumrukla yere düşünce, ilk tutamağı, o zamana dek DP eliyle başına taş yağdırdığıulu devletlu paşaların paşasına sarılmak oldu. İki tarafın ortak yanları vardı.Finans-kapitalle devletçilik çekişirken "söz ayağa düşmüş"tü.

O kadarı denilmemişti. Güreş olmalı, ama takke düşüp, kel görünmemeliydi.Anladık, fınans-kapital devletçiliğimizi İsmet İnönü'nün kişiliğinde boğmayakalkmakla boyundan büyük halt karıştırmıştı. Ancak, gemi azıya almış küçük devletkapıkullarının da, içinde sıcak sıcak kar aşı pişen kazanı kaldırıp devirmeleri gibidevrimcilikler istenmiyordu. Neymiş o 50 tane ağayı yerlerinden tedirgin etmek?Gürsel Paşa'da, velev çarıksız köylüden gelmiş olsa bile, ağa paşa olmamış mıydı?Bizde demokrasi vardı. En despotumuz Abdülhamit, Birinci Evren Savaşı'nın başında,başkumandan vekili Enver Paşa'ya şöyle dememiş miydi?:

- Enver Paşa, sana oğlum diyorum, evet, çünkü sen de bizim aileye karıştın...Cümlece malumdur ki, Gazi Müşir Osman Paşa, Tokatlı Osman iken, Plevne'dekikahramanlığından dolayı şan ve şöhret sahibi olmuş, müşirliğe kadar terfiettirilmiştir. Onun oğullarını kendi hanedanımıza intisap ettirdim. Derviş payayı daLofçalı bir vatandaş iken Batum'daki kahramanlığı üzerine Şan ve şöhret sahibi birkumandan olarak terfi ettirdim. Oğlunu da hanedanımıza damat olarak kabul ettim.Gene bilirsiniz ki, Müşir Gaazi İsmail Paşa da Kürdistan'da lalettayin bir fert idi.

Page 114: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Şarkta Moskoflara karşı kazandığı zaferler üzerine, onu en yüksek kademeye kadarterfi ettirmiş, oğlunu da hanedanımıza damat yapmıştım. Ahmet Muhtar Paşaya gelince, o da Bursa'lı bir katırcının oğlu iken, Şarkta, Moskoflara karşı göslerdiğikahramanlık ve hizmetlere mükefaten, hükümdarlık payesinde Mısır fevkaladekomiseri yaptım. Senelerce de aynı vazifede bıraktım. Hanedanımızdan bir gelin devermek istedim, fakat o bir Mısırlı Prensesi tercih etti... Oğlum Enver, 33 senesaltanat sürdüm, Padişahlığım müddetince ferdin hürriyetine, şahsiyetine daimataraftar idim. Fakat, keyfe- mayeşa bir hürriyet, gelişigüzel bir serbestiyi de hiçbirzaman hoş görmedim. Milli ananelerimizin bozulmasına da taraftar olmadım.Avrupalıların medeniyetini daima takdir ederim... Ben de bu medeniyetin iyitaraflarını, hatta Sarayıma getirdim. Yıldız'da Cuma ve Pazartesi geceleri temsiller,konserler verilmesini emretmiştim... Bu toplantılara Haremi, Sultanları, Damatları,hatta Haremağalarımla kalfalarını dahi davet ettim. Ben de güldüm, onlardagüldüler; ben de dinledim, onlar da dinlediler, seyrettiler, neşelendiler veya mahzunoldular. Maksadım, Saray, halka örnek olsun, Garbin ilerlemeleri yukarıdan aşağıyamemlekete kontrollu girsin diye idi. Arzum, Rumeli ve Anadolu halkının içtimaiseviyesinin yükselmesini teşvik idi." (H. Ertürk: İki Devrin Perde Arkası, s. 158-160,İstanbul, 1957)

Bizim Abdülhamidimiz bile tevekkeli "Kızıl Sultan" adını almamıştı. Batıcıydı,medeniyetçiydi, halkçıydı. Herşeydi. Yalnız "yukardan aşağıya"cı ve "kontrol"cuydu.

"Kızıl Sultan"ı alaşağı edip onun yerine geçen fınans-kapital, sultanın(devletçiliğimiz denilen) velinimetinin temsilcisi İsmet Paşa ile Gürsel Paşa'nın neyinasıl konuştuğunu bize ancak yarınki tarih öğretebilir demiştik. İ. Inönü Paşa'nındamadı onu açıkladı.

Birlik Demek: Parçalılık DemektirTürkiye'de "birlik olma" sözü her ağzın parolasıdır. 27 Mayıs bile "Milli Birlik"

adıyla iktidarını devirdi. Sonra, Milli Birlikçiler ikiye bölündüler. Önce içlerinde yarıyayakın ayrı düşünenlerden 14 birlikçiyi baskınla ayırıp sınır dışına attılar. Atılan 14'ler"birlik" miydiler? Hayır. 4'ü Türkeş çevresinde faşizan,10'u Kabibay ve Erkanlıçevresinde daha halkçı iki parçaya bölündiller. Faşizmi hoş görenler CKMP'yegirdiler. Halkçılığı hoş görenler CHP`ye girdiler.

14'leri atanlar "birlik" miydiler? Hayır. Daha 14'ler sınır dışı edildiği gün,Madanoğlu grubu ötekileri ortadan kaldırmaya girişti. Ötekiler, Gürsel çevresinde(Menteş-Seyhan-Aydemir) grupları ile Silahlı Kuvvetler Birliği'ni kurdular: Kiminadına "diktatör" kesilmek istediği açıklanmayan Madanoğlu grubunu temizlediler.

Sahnede "birlik" kalmış mıydı? Tam tersine, üçlük (Menteş-Seyhan- Aydemir)ve Gürsel grubu katılınca dörtlük, Sunay grubu katılırsa beşlik, altılık, yedilik vb.parçalılık besbelliydi. Hepsinin tek dayanağı silahlı kuvvetti. Ama silahlı kuvvetneydi?

Daha doğrusu silahlı kuvvet kime, hangi ekonomi temeline ve hangi sosyalgüce dayanıyordu? Bunu kimse düşünmedi. Herkes, elma şekerini yalayan bayramçocuğu gibi, kendi elinde tuttuğu "silahlı kuvvet"i yalayıp karşısındakine nispetveriyor, arasıra gözdağı veriyordu.

Devletin başına cumhurbaşkanı Gen. Gürsel silahlı kuvvetlerin başınagenelkurmay başkanı Gen. Sunay getirilmişti. Bu iki orgeneralin parçalı gruplarıkader birliği etmişlerdi. Gürsel'in "tabii senatör"leri, Sunay'ın "kuvvet kumandanları"vardı.

Ama üç albaylar grubu gerçek gücü ellerinde tuttuklarına inanıyorlardı.Gürsel'in sivil güçler, Sunay'ın asker güçler başına getirilişleri, albayların dilekleriyleolmamış mıydı? Cuntalar, sivil ve asker güçleri kukla gibi ellerindeoynatabileceklerini sanıyorlardı... Maddi güç durumu buydu.

Ondan sonra asıl önem manevi durumdaydı. Niçin ve neye karşı oynanıyordu?Genel sözlerden başka hiçbir şey söylenmiyordu. O genel sözlerde ise herkes, herzaman, kolayca oybirliğinde görünebiliyordu. Sözlerin altında yatan nesnel ve elle

Page 115: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

tutulur ekonomi ve sosyal gerçeklik herkesin özel durumuna göre yorumlanıyor veboyuna değişiyordu. Toplum yaşantısı ise her türlü genel sözler ve özel eğilimlerdışında bir gerçeklikti. Bu gerçeklikle, en az beş türlü özel eğilim arasında ütopyayagelmez çatışma kaçınılmazdı.

Türkiye'de Siyasetle Kim "Uğraşır"?Türkiye'de ekonomi temeli finans-kapitaldi. Banka ve şirketlerin egemen

olmadıkları bir üretim dalı yoktu. Bu madde temeli üzerinde iki sosyal ve siyasi güçegemendi.

1- Bilinçlenmiş biricik sosyal örgüt olan banka-şirket sermayesiyle onagöbeklerinden bağlı tefeci-bezirgan zümreleri,

2- Özel teşebbüsü her ne pahasına olursa olsun Türkiye'de geliştirmek içinkurulmuş olan devletçiliğimiz sermayesine midelerinden bağlı kapıkulu zümreleri...Silahlı kuvvet başları, bu ikinci devletçi zümrelerden başkası olamazdı.

Yalnız o "başlar", bildiğimiz canlı baş değillerdi. İçine ne konulursa , onu çalanmakinelerdendiler. Kimisi eski olurdu, fonograf, laterna gibi; kimisi en son model,ordinatör, teyp gibi... Ama hepsi, "disiplin gereği", isteseler içlerine konulandanbaşkasını çalamazlardı. Onların içlerini kimler doldurdu? Batı dünyasında bir teksermaye doldurur. Biz de doldurucular iki tektir:1- Finans-kapital zümrelerininörgütü eski DP, yeni AP'ydi. 2- Devletçiliğimizin geleneksel örgütü CHP'ydi... . İkisiortası çırpınan MP-CKMP-YTP yönsüz küçük-burjuva, vahşi burjuva, kimitefeci-bezirgan, cşraf, ayan partileri olarak, ancak iki büyük gemi için safra rolünüoynuyorlardı.

İki siyasi zümreden beş bölük "Milli Birlik"çilere en yakın ve yetkili olanı CHPdevletçiliğiydi. Çünkü beş bölüğün beşi de, CHP gibi devletçiliğimizin ürünüydüler.,CHP lideri İnönü, bütün beş bölük gibi silahlı kuvvetlerden çıkmıştı.

İnönü, 5 bölükten hangisine en yakındı? İsmet Paşa'yı elbet Gürsel ve SunayPaşalar'dan iyi kimse anlayamazdı. Nitekim öyle oldu.

AP, başına Pala Paşayı geçirmekle iyi maskelendi. Pala Paşa da, Gürsel veSunay Paşalar gibi, "bu memleketi" İsmet Paşa'dan başkasının güdemeyeceğikanısını saklamadı.

Egemen sosyal sınıf ilişkileri, bir anda tek parti çağındaki kadar tek kişilerindiktatörce hakemliğine bırakıldı. Daha 27 Mayıs ertesi Gürsel Paşa İsmet Paşa'yateslim olmuştu. Askeri cuntaların kuş uçurtmadığı günlerden bir 30 Ağustos "ZaferBayramı" günü, İsmet Paşa, her normal parti şefi gibi silahlı kuvvetlerin başı olangenelkurmay başkanına "arz'ı tebrikat"a gider gitmez, Sunay Paşa'yı kendi yönüneçevirdi. Böylece egemen sosyal zümreler yeniden sivil devlet başı (cumhurbaşkanıGürsel) ile silahlı kuvvetler başını (genelkurmay başkanı Sunay) kendi yörüngesineoturtmuştu.

Asker Yalnız Hiyerarşi ile UğraşırO sistem içinde kendilerini gerçek güç (zinde kuvvetler) sayan üç albaylar

cuntasını yola getirmek basit bir gün sorunu oldu. Adı işitilmedikler bir yana, bilinenher 3 cunta,14'ler kadar birbirlerine de güvenli değillerdi. Aralarında ve helecuntalarla silahlı kuvvetler arasında biricik ortak bağ hiyerarşi. Hepsi birden ast üsteitaat eder düşünce ve davranışında oybirliğini yaşıyorlardı.

Hiyerarşi çekici şeydi. Kurulan yeni silahlı kuvvetler birliği, 3 albaylar cuntasıgibi, 3 paşalar düğümünü de sımsıkı kenetlemişti. Orada alınacak her karar, bir andasilahlı silahsız bütün devlet kuvvetlerini tek vücut olarak şahlandıracaktı. Baştagenelkurmay başkanımız gelmek üzere bütün silahlı kuvvetler ayağa kalkıp uygunadım yürüdü mü, onun karşısına, evvel allah, kim çıkabilirdi? Sefil sivillere kimbakar! Asıl "zinde kuvvetler"; silahlı kuvvetler, mitoloji kahramanı Aşil'di. 27 Mayısşahlanınca kim gık diyebilmişti?

Herşey güzel, hesaplı, yerindeydi, Aşil'i atom bombası bile vuramazdı. Yalnızbir küçük noktacık unutulmuştu: Aşil'in topuğu! Bütün öteki kurmay planları, dönüpdolaşıp o topuğa dayanıyordu... Hani şu, bir üst karşısında: "Ol!" emri patlatıldı mı,

Page 116: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"rap!" diye hep birden hizaya gelip birbirine mahmuz sesiyle çarpan topuklar yokmu? O hiyerarşi, Aşil'in topuğuydu. Ve hiçbir yerine ok, kurşun, mızrak işlemeyenyiğit Aşil, yalnız o topuğundan bir bir çöple bile vurulsa öldürülebilirdi.

"Zinde kuvvetlerin" ruhu silahlı kuvvetlerdi, silahlı kuvvetlerin ruhuhiyerarşiydi: Hiyerarşinin ruhu... paşa!.. Üç paşa devletçiliğimize ve Pala Paşahalkasıyla finans-kapitale sırtlarını dayayınca, karşılarındaki üç albaylar cuntası oruhla canlanan ve onsuz yaşamayacak olan bir beden durumunu peşin kabul etmişoluyordu.

Hiyerarşi HiyeroğlifiDevrimin yaralanabilirliğini, 27 Mayıs'ın en ateşli düşünceler yansıtan bir en

adsız kahramanı, özel mektubunda şöyle idealleştiriyordu:"Silahlı Kuvvetlerin mazisini asırlardan alan bir örf an'ane ve anlayışı vardı. Bu

anlayış içinde hiyerarşi'nin rolü ve önemi münakaşa götürmiyecek kadar büyüktür."(Talat Turhan, Mektup, Gölgedeki Adam'a)

İhtilal nedir? Altüstlüktür. Bu kural ordu için başka türlü nasıl olur? Bir küçüksubay bir büyük rütbeliyi yerinden oynatamayacaksa buna ihtilal denir mi? MustafaKemal, kendisinden kat kat üst İzzet Paşa ve benzerlerini, kız kaçırır gibi,Eskişehir'den Ankara'ya tutsak getirmişti. O sıra İzzet Paşa sadrazam, MustafaKemal "silk'i askeriden tard" edilmiş bir idamlıktı. Buna "asırlardan... örf ve an'ane"ne yapsındı?

Yüzyılların gelenek-görenekleri; hiç "münakaşa götürmeyecek" ise, "mazisiniasırlardan alan" padişahlık "hiyerarşi"nin en dokunulmazı, insanüstü bir tepe, bir"allahın gölgesi" değil miydi? Sultan, yüzyılların tartışılamaz dokunulmazlığında birtanrısal hiyerarşi anıtıydı. Mustafa Kemal, daha beş on yıl önce bir Makedonyakasabasında efkarlandıkça leblebiyle düz rakı içen yüzbaşı, ondan da beş on yıl öncebakla tarlasında karga kovalayan bir "çoban Mustafa"ydı. Yapmalı gütmeli miydi oAnadolu ihtilalini, devirmeli miydi koskoca "Al'i Osman" hiyerarşisini?

Görüyoruz ki, herşey gibi, gerçeklikten kopmamak koşuluyla, hiyerarşi de"münakaşa götürür"dü. Ama bizim keskin devrimciler, ona dayanamıyorlardı.Örneğin, devrim komitesi yeni devlet yetkilileri seçmişti. Seçenler yüzbaşı, seçilenlerorgeneral olduğu için kim kime yön verecekti? İhlitalci subaylar orada çarpılıyor. Veacı acı yazıyor:

"Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Kumandanları Komitenin tabii üyeleriolmaları şöyle dursun, MBK üyeleri bu zevatı emir ve kontrolları altında gibi kabuleden bir görüş ve davranışın zebunu olmaktan kurtulamamışlardır. Bu davranışıntezahürü olarak Haziran 1961 olayları esnasında yüzbaşı rütbesindeki bir Komiteüyesinin Genelkurmay Başkanının masasına yumruk attığını görmenin bedbahlığınauğradık." (T. Turhan)

Masaya da olsa "yumruk atma"nın yeri ve zamanı eleştirilebilir. KumandanlarıMBK'ne almak da tartışılabilir. Ama, hiyerarşiye aykırı olduğu için, görev verilenleri"kontrol" etmemek nereye varır? Gene aynı devrimcinin aynı mektubunda az önceyakındığı oldu bittiye:

"En önemlisi, 13 Kasım Operasyonunun, mütebaki 23 Komite üyesini memurderecesine düşürmüş olmasıdır.

Öyle ya,14 Komite üyesini paketlemek gücünü kendisinde bulan zevat,diğerleri için de benzeri tasarrufta bulunabilirdi. Bu gerçek (23)ler için Demoklesinkılıcı olmıyacak mıydı""

Ve o oldu.Siyaset Dizgini - Hiyerarşi KantarmasıOrdu geniş küçük-burjuva yığınları içinde azınlığın azınlığı olan aydın zümrenin

de onda biri güç sayılan bir azınlık (subaylar) kadrodur. Onu bütün uluküçük-burjuva bocalayışlarından korumak için, burjuvazi otomatik hiyerarşidenbaşka yol bulamamıştır. 27 Mayıs'ı yapan silahlı kuvvetler de o niteliktedir.

Ölüm cephelerinde kükreyerek dövüşmek için biçimlenmiş silahlı aslanları,

Page 117: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

sosyal konularda egemen sınıfların yörüngesine uslu uslu girmiş birer yumuşak başlıkuzu ya da at gibi kullanmak üzere, modern kapitalizm, iki yalın uysallaştırma veotomatlaştırma aracı icat etmiştir: 1- Uysallaştırmanın özü, ordunun siyasatleuğraşmaması; 2- Otomatlaştırmanın biçimi, astın üste mutlak uyması, hiyerarşi...

Siyasetin dışında, hiyerarşinin içinde kalmak, o sert, o keskin, o yalınkılıç çetinolmak üzere yetiştirilmiş insanları, her an, en akla gelmedik bahaneyle saf birerçocuk gibi yedmeye yeter de artar bile. 27 Mayıs'ın acıklı bir çöküşe yıkılışını, bütün"umut"ların, bütün "aydınlık"ların, bütün "idealist"liklerin yok oluşu sayan bir subayTalat (Turhan), başarısızlığı "hiyerarşi" kıtlığına bağlar. Devrimci asker geleneğiniölümüne dek savunan başka bir subay Talat (Aydemir), ordu "siyasetin içerisine"girdiği için, (orduyu siyasetten kurtarnıak için?) isyan bayrağını kaldırır!

Güler misiniz, ağlar mısınız?Sonra aynı zeki subayların, "yumuşak başlı" general istemeyişlerine ne

buyurulur? T. Turhan şöyle yakınır:"Generaller seviyesindeki tasfiye yapılırken, yumuşak başlı olanların orduda

bırakıldıklarını anlamak, benim Ankara daki ilk müşahedelerimden biri olmuştu. Eğerbu müşahadem doğru ise ve eğer bunun bir vebali varsa, size ait olduğunukabullenmeniz lazım."

Burada gene "vebal", sosyal küçük-burjuva niteliğinde değil, kişilerdearanıyor. General yumuşak başlı olmayacakmış. Elde olmayarak, fıkra akla geliyor:

"Adın ne? Mülayim. Sert olsan ne yaparsın!"Siyaset kimin elinde? Asker deyimiyle "cambazların" elinde. General de,

siyaseti o cambazlara bıraktığı için, aynı cambazların emrinde. Sert olsa neyapabilir? Dizginleri politikacıda. Kantarması da kendi hiyerarşisi. Kıpırdayabilir mi?

Akrabanın Akrabaya EttiğiMadem asker hiyerarşi uydusudur, işte MBK en üstte. Ona da uysa ya!Bunu sanmak, küçük-burjuvaziyi tanımamaktır. Silahlı kuvvetler denilen

ayrıcalı aydın subaylar, belki de çok haklı olarak, devrimi hep birden yaptıklarıhalde, içlerinden önce 38, sonra 24 kişinin neden parsayı toplayacağınakatlanamıyorlardı. En tepedeki 27 Mayısçılardan bile hangisini dinleseniz, MBK'neseçilenlerin "haksız iktisap" suçlusu olduğuna inanacak olursunuz. Hele, Gürselİzmir'e kirişi kırınca yerine getirilen Madanoğlu için, MBK hemen hemen gelişigüzelne idüğü belirsizler göstergesidir.

Bir de MBK'ne çıkamamış aslanları düşünelim. "Neden o tepede de, bendeğilim? Ne eksiğim var? Artığım ortada" kompleksi, küçük- burjuvazininvazgeçilmez iflah olunmazlık felsefesidir.

"Ama, şu kadarını söylemek isterim ki; tabii senatörlük müessesesi bugün nekadar şimşekleri üstüne çekiyorsa, Milli Birlik Komitesi üyeliği de Silahlı Kuvvetleriçerisinde o kadar antipati ile karşılandı. Fakat, o günün şartları altında, kimse ağzınıaçarak bu konuda konuşmaya cesaret edemedi." (T. Turhan)

Hep aynı okulda, aynı kışlada, her gün birbirlerinin en insancıl zaaflarınıkaçırmamışlar. Tanımadıkları politikacı vurgun ya da hacıağa çocukları ise,subaylara, burjuva hür basınınca, her gün birer yarı tanrı kapasitesinde insan gibişişirilmişler. Senin, benim gibi "asker parçası" da ne oluyomıuş, o "esrarengiz"devlet yücelerinde? Kompleks bu.

"Bu müessesenin (MBK'nin) Silahlı Kuvvetler mensupları için en haysiyet kırıcı(a.b.ç.) tarafı, Vatanperverliğin inhisar altına alınmış olduğunu görmeleri olmuştur.Zamanla bu vatanperverlik inhisarı MBK üyelerine yakın olanlarda da teşmil edilmişveya böyle zannedilmiştir. Bu camia dışındakiler psikolojik olarak bu hassas konudaaşağılık kompleksine düçar olmuşlardır." (T. Turhan)

"Kimse kendi köyünde peygamber olamamış" denir. En satılık finans- kapitaluşağı, siyaset dehası gibi sunulur, en beyinsiz hacıağa yarması politika kaplanı diyegösterilir, tutar. Subay, subayın kendisi gibi insarı olduğunu düşündükçe, en küçükeksikliğe karşı isyan eder. Vurguncu saltanatını melankolik bir stoisyence süzer de,

Page 118: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

tepedeki arkadaşının gizli günahına engizisyonu az görür."Şu kadarını yazmadan geçemieyeceğim ki, bir kısım Komite üyeleri, 27

Mayıs'tan sonra devekuşu misali başlarını kuma sokarak herşeylerin gizlenebileceğinitahmin ettiler ve bu tahmine uygun davranmakta bir sakınca görmediler." (T.Turhan)

Bu "akrabanın akrabaya, akrep etmez ettiğin" psikolojisi, sermayeci rekabetdünyasında, küçük dükkan eğiliminin "affetmez" küçük-burjuva ham sofuluğudur.Her küçük-burjuva ortamını kasıp kavurarak, kodaman tuzağına gözü bağlı av eder.Artık ne söylense "boş" olur:

"İhtilal Komitelerinin kuruluş ve icraatından bahsedilir. Yasama ve yürütmeorganlarını elinde bulunduran kimse ile bir Tümen Kumandanı arasındakimünasebetten söz edilir... Hepsi boş..." (T. Turhan)

Ve, gerçekte de, MBK'nin yıkılışına "en çok tesir eden" şey, "Komite üyeleriyleSilahlı Kuvvetler mensupları arasındaki münasebetlerden doğar." (T. Turhan)

Yapıdan Gelen Bocalama27 Mayıs silahlı kuvvetlerin eseriydi. Silahlı kuvvetlerin %1'i büyük burjuva

devletluları, %99'u küçük-burjuva kapıkullarıdır. İster silahlı, ister silahsız olsunküçük-burjuvazi, modern bir sosyal sınıf değildir. Ya üst (finans-kapitalist) zümrelerekatılmak ve sivrilmek "mutluluğuna" kavuşacaktır (paşalar gibi), ya da alt (işçi)sınıfına karışıp onun kaderini paylaşacaktır.

Albaylıktan yukarı, paşalığa fırlamak şansı, ister istemez devede kulaktır.Menderes çağı silahlı kuvvetleri tepesi üstünde duran bir piramid gibi paşaenflasyonuna uğramıştı. 27 Mayıs'ın ilk işi, aşırı sayıda paşaları azaltmak oldu. Paşakalabalığına atılan tırpanda, onun için, önlemden çok paşa olamamışların paşaolmuşlara karşı duydukları küçük-burjuva altlık kompleksi rol oynadı.

Küçük-burjuvazinin pek çok patlangıçlara kapı açan bu altlık kompleksi, otabakaları boyuna iki uç arasında bocalatır. Şimdi inanılmaz atılganlık gösterenbombalaşmış küçük-burjuva, az sonra en küçük başarısızlık önünde çatlayarak enkorkunç paniklere uğrayıverir. Bu yüzden ölümü de göze alır da, tutarlı ve süreklikararlılığı göze alamaz. Olmadık bir nedenle yanardağlaşır, akla gelmedik birbahaneyle söner, kül olur gider. 27 Mayıs devrimcilerinin sonuna dekkurtulamadıkları kararsızlık ve istikrarsızlıklarına bakıp da, şu ya da bu kişinin özeldavranışını suçlamak yanlıştır. "Birbirine düşmek" diye tanınan ve adım başındarastladığımız davranış çaprazlığı, kişileri belirleyen sosyal sınıf olamamak ya dasosyal bir sınıfın oturaklı durumunu bilincine çıkaramamış olmak yüzündendir.

İlk CoşkunlukDevrimcilerin nasıl, en iflah olmaz küçük-burjuvaca bir uçtan öbür uca

sallandıklarını en iyi anlatan, gene kendileridir. 27 Mayıs'tan üç yıl önceydi.Menderes Harbiye hücrelerine 9 subaydan önce, Vatan Partisini sokmayahazırlanırken, devrimciler yalınkılıç, ateş püskürüyorlardı:

1957 seçimlerinin arifesinde iktidar rahatsızdı, muhalefet rahatsızdı, ve biz(yani ihtilalci subaylar) rahatsızdık. İki Komite halinde çalışan birliğimiz, 1957Ağustosunda Ateşdağlı'nın müdahalesiyle birleşmişti. Aydemir'in de bulunduğuteşkilatta Güventürk Başkan, ben Genel Sekreterdim."

Devrimin hükümet darbesi için örgüt tamam. Türkiye'nin dizginlerini elindetutan üst tabakalar. İktidar da, muhalefet de, silahlı kuvvetler de "rahatsız" (Halkısormayalım, o evvel ezel, "bir yangın olsa da, azıcık aydınlık görsem" der ebedişarkta). Alttakiler "artık, edemiyoruz", üsttekiler "artık güdemiyoruz" demişler Tamdevrim havası egemen. Devrimci örgütler görünmeyen gizli ellerle itilir gibikendiliğinden -daha doğrusu kendiliğindenmişcesine- çığ büyütülüyor. Gidişeherkesten çok devrimciler şaşıyor:

"Bizim ekip, o günlerde çoğu ile Ankara'da toplanıyordu. Kimse kimseyi davetetmiş değildi. İçgüdü mü desem, aklı selim mi desem, Türkiye'nin yarınına olanendişe mi desek, yahut memleketin o eşsiz, kahraman ve fedakar evlatlarına

Page 119: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

tanrının bir İlhami midir bilmem, birer, ikişer Ankara'ya kayı kayıveriyorlardı."Dikkat edelim. Derlenişte belirli hiçbir ilke ve düşünce görülmüyor. O ezelden

beri varmış gibi geliyor yiğitlere. "Kayı kayıverişler" de, yetmiş yedi buçuk"entelicens"in, "istihbarat"ın cirit attığı bir ülkede "tesadüf" sayılıyor. Ve bütün"ideoloji", en tipik küçük-burjuva tükenmezi, mistisizmdir. "İçgüdü", "aklı selim","endişe", "itham"...

Bu denizin içinde yüzen devrimci silahlı kuvvetler DP'yi (finans- kapital hizbini)"bıraktırıcı, usandırıcı" buluyordu. Her gün baklava yenilse bıkılır ya... O kabilden,ağzımız başka bir çeşni tatsın gibilerden "değişiklik" nasıl olacak? Başka şık yok: "İkiRahmetten biri"... DP olmayınca CHP'ye tutunulacaktı. Devletçiliğimiz, silahlıkapıkullarına elbet daha yakın akrabaydı.

Birinci Panik"Hepimiz iktidarın değiştirilmesi konusunda birleşiyorduk. O halde mesele

kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Memleket idaresinde tecrübeli bir teşkilat olan CHPile iş ortaklığı yapmak. CHP ile anlaşabilirsek, hemen iktidara son vermeliydik.Böylece Ateşdağlı CHP ile temasa vazifeli kılındı."

DP'nin dayandığı finans-kapitali kim beslemiş büyütmüştü? DevletçiliğimizCHP'si. Devrimcilik, CHP'ye sırtını dayamakla, küçük- burjuvaziyi, dolaylıca da olsafinans-kapital arabasına çeki beygiri yaptığını farkedemiyordu. Bunun üzerine enufak bir umut kıvılcımı, küçük-burjuva heyecanını alevler içinde bıraktı. "Barutçu(CHP kapıkulu), Orduevinde yapılan teklifı gayet müsait karşılamış ve esaslarınıPaşaya ulaştırıp ertesi gün kararı bildireceğini söylemiş."

Söyler söylemez, bütün küçük-burjuva "içgüdü", "ilham" okları yaylarındanfirlıyor. Ne durursun? Vurun allahını seven!

"F. Güventürk (ihtilal başkanı) Polatlı'da Topçu Okulunda tekamülkursundaydı... Bir kısım subayları etrafına toplamış ve hemen bir harekete iknaetmişti. Yine Polatlı'da bulunan Kurmay Yarbay Baha Vefa Karotay, arkasına bir haylitabancalı subay katarak Ankaraya gelmiş, Orduevinin alt salonunda postu sermişti.Havada kısmi bir aleniyet vardı. Pervasız bekleyiş hemen hemen açıkça gözeçarpıyordu."

Küçük-burjuvazi böyle kolayca ateş alırdı. Ne zamana dek? "İlham"ın yerini"endişe" tutuncaya dek. Heyecan bir dinamitti, kayayı da uçururdu, insanı da. "Aklıselim"in tekerine bir çöp takılsa, akan sular durur, hoşafın yağı kesilirdiküçük-burjuvazide. Nitekim öyle oldu. D. Seyhan acıklı acıklı anlatıyor:

"O akşam İsmet Paşa'nın cevabını getirecek Ateşdağlı'yı bekliyorduk. Sinirlerherkeste açıkça gergindi. Her ne pahasına olursa olsun, işi bitirmiye azimliSubayların içlerinde birikmiş potansiyele akım kanalı bulamamaktan asabiyet; birazsonra tam bir kırgınlık haline gelecek, bir kısmı umudunu yitirmiş olarak bir kısmı dayeni umut ufuklarına doğru dağılıp gideceklerdi... Ateşdağlı, İsmet Paşa'nıncevabıyla dönmüştü. Paşa: 'Onlar böyle şöylere karışmasınlar, CHP seçimi mutlakkazanacaktır' demiş."

Ve panik başlamış. Paşa'ya hangi gün başvurulduğunu bilmiyoruz. Ama, 9subay olayının "Kasım ayı ortalarında" başladığını gölgedeki adam pekiştiriyor. ikiolay arasında bağ kurmayalım. Sonuç değişmez.

9 Subay: İkinci Panik27 Mayıs devrimcilerimizde, ilk günden son güne dek hiç şaşmaksızın sürüp

gitmiş bulunan düşünce ve davranış zaafı, hep ve yalnız küçük- burjuvakarakteristiklerinden doğmuştur.1957 yılı, albaydan alt subaylar; bir toplanıştahükümeti toz etmeye karar verivermişler.

Patavatsızlık, küçük-burjuva karakterinin ikinci vazgeçilmez ekidir. Bindiği dalıkesmek, kendi kendine güvensizliğin ihanete varan kaypaklığıdır. Böyle bir davranışüzerine, 9 subay tutuklanınca, bütün o gün "ya devlet başa, ya kuzgun leşe" diyenkahramanlar, "külahını kurtaran kaptandır" durumu ile çil yavrusu oluvermişlerdir.Kasım ortalarında Ankara'dan İstanbul'a dönen D. Seyhan, gördüklerini şöyle

Page 120: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

özetler:"9 Subay hadisesi ortaya koymuştur ki, ihtilale karışmayı tekabbül etmiş bir

kısım arkadaşlar, sadece kara ortak olmıya gelmişlerdir. Bunlar içinde düstür:'Devlet başa'dır. O zaman, kuzgunun leşe konması ihtimali, bir kısım vatanseverleri(!) köstebek gibi toprağın altına saklanmıya zorlamıştı " (s.3)

Bu durum, D. Seyhan`ın alaya aldığı "vatanseverler"in korkaklıklarından mıileri geliyordu? Kişi olarak hepsi şerefli Türk ordusunun seçme yiğitleriydiler. İyidilekleri ve fedakârlıkları, ha deyince, her zaman ölüme seve seve atılışlarındanbelliydi. Ancak, sosyal bir konuda, bilinçlerine çıkaramadıkları politika dalgaları içinedüşünce, kararsız küçük- burjuva eğilimleri, bir kısmını olsun, pek de neden yokken,fare deliği aramaya kendiliğinden itmişti.

Ayrı ayrı her birine sorsanız, onların kendileri de neden öyle sindiklerinibilemezlerdi. "Ellerinde değildi" başka türlü davranmak. İçlerinden anlayamadıklarıbir güç (sosyal yapılışları) hepsini farkına bile varmaksızın böylece yöneltivermişti.Buna, cesaret, kahramanlık ya da yurtseverlik ölçüleri vurulamazdı.

İnsan, herşeyden önce sosyal hayvandı. Bu bakımdan politik davranış vedüşüncede, belirli bir sosyal sınıf açısından yola çıkmamak, yolu şaşırtmak veşaşkına dönmek için en kestirme yoldu. Devrimcilerin pusulayı şaşırmalarının başnedeni modern toplum politikasında, modern olmayan bir kalabalığın (küçük-burjuvayığınlarının) düşünce ve davranış eğiliminden sıyrılamamasıydı.

Sınıf Pusulasızlık27 Mayıs'a, bu salt küçük-burjuva yaylımıyla girildi. Bir anda "yer yerinden

oynadı". Baskın zafer getirince, hava cümbüş fişekleriyle donandı. Artık bu gidişiejderhalar çıksa durduramazdı. Yalnız, küçük-burjuvazinin kendisi bal gibi durdurur,hatta tersine yüzgeri ettirebilirdi. Başkalarının onları vurmasına gerek yok, onlarkendi kendilerinin hakkından gelirlerdi. Burjuvazi için yapılacak tek iş azıcıkbeklemekti. Küçük-burjuvalar er geç, kararsızlıkları içinde birbirlerine düşecek,birbirlerini ele vereceklerdi.

Sınıf pusulası bulunmayan küçük-burjuvazinin, sınıf pusulası bulunan büyükburjuvaziye alt oluşunu en açık seçik kanıtlayan belge, "14'ler" olayıdır. 27 Mayıs,dostun, düşmanın karşı duramadığı bir gerçeklik olmuştu. Finans-kapital örgütü DP,"müslimanım" diyemeden tuz buz olmuştu. "Kimdi o, milletin ruhu bile duymaksızındeli gömleği giydirilerek enterne ediliveren Cumhurbaşkanından polis kabadayısınadek 300 kişicik?" Finans-kapitalin "artık güdemiyorum" diyen son sözü.

Şimdi ne yapılacaktı? İktidara gelmek değil, orada tutunabilmek için,finans-kapitalin 7 bin yıldır turşuya çevrilmiş Doğu küçük-burjuva yığınlarınıesrarkeş durumuna soktuğunu unutmamak, yeni bir sosyal sınıfa, modern işçisınıfımıza güvenerek, fırsat kollayan büyük burjuvaziyi geniş halk yığınlarındandışlamak gerekti.

Türkiye'de fınans-kapitalin yaydığı afyonkeşlikten halkı uyaracak program vetüzük 1954 yılından beri, teorik gerekçesi ve pratik davranışlarıyla hazırdı. VatanPartisi, hemen yapılabilecek işi, 27 Mayıs'ın ertesinde MBK'ne birinci açıkmektubuyla sundu.10 Temmuz'da geniş ikinci açık mektup vegerekçe-program-tüzük ile önerilerini belirtti. MBK'nde "rezonans" görülmedi.

Bugün "sosyalist" olduklarını savunan TİP ve Yön liderlerinin bile, sloganlarınadek kendilerine mal ettikleri Vatan Partisi ne karşı duydukları alerji ve güttükleribaltalanma göz önüne getirilirse, siyasetle ömründe uğraşmamış MBK yiğitlerininduymazlıkları anlaşılmayacak şey değildir.

Zafer, 27 Mayısçıları sarhoş etti. Politikanın sosyal sınıflaradayandığını,unutturdu. Basit devrim tekniğiyle, herşeyin yürüyebileceği sanıldı.Ahbaplık ve kişi güvenliğiyle her düğümün çözüleceğine inanıldı. Bu tutumun nedenli temelsiz, ve en ufak bir çöp kaçmasıyla tepesi gitiğini gölgedeki adamdan iyianlatan olamaz.

Komite Kurulurken

Page 121: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Komite kurulurken durum şuydu:"İhtilalciler ve böyle olağanüstü olaylarda külah kapmasını becerebilen bazı

fırsat düşkünleri, bir masa etrafında oturabilmektedirler. Bu türedilerden bir kısmıpeşinen tasfıye edilir. Bazıları da sorumluluktan kaçar.. Komite teşvik edilinceyekadar bütün yetki ve ihtilalcilerin akibeti, Cemal Gürsel'in iki dudağının oynamasınabağlıdır. Aslında, ihtilale, yıllarca çalışmış bir komite önayak olmuştur, ama, CemalGürsel, pekala, ordunun yüksek rütbelilerinden bir konsey kurarak, duruma, biranda, istediği ,şekilde hakim olabilirdi." "İhtilaciler kendi gelecek statülerinin derdinedüşmüşlerdir... İhtilalcilerle harekete katılan bir takım kimselerin, birlikte elegeçirdikleri iktidarı paylaşmada herşeyden cvvel; kendi yetki ve şahıslarını garantialtına almayı esas kabul etmeleri kadar tabii bir davranış olamaz." (s. 5)

MBK ilkeden önce kişileri garanti edince aslında nasıl seçildiklerini kimseninbilmediğini D. Seyhan`ın da yazdığı kişiler karşı karşıya kaldılar. Aylar geçiyor,finans-kapital zaman ve insan kazanıyordu. Halk unutulmuştu. Ortada hâlâ,sağcısının "muasır medeniyet seviyesi" dediği, solcusunun "çağdaş uygarlık düzeyi"tilcikleriyle "öztürkçe"ye çevirdiği bir genel söz dolaşıyordu.

"Bu iş için bilim otoriteleri görevlendirilmişti... Onlarda ciddi bir çalışmadüzeyine giren pek yoktu... Komite üyeleriyle birlikte resim çektirmek ve basınademeç vermek pek hoşlarına gidiyordu... Komitecilerin çoğunda ise zafersarhoşluğunun ağdalı sersemliği devam ediyordu. Koca bir iktidarı birkaç saatiçerisinde devirebilen bir güce sahip olanların, ayrıntısı çokça problemlerin hallinemedar olacak ciddi bir planlama düzeni içine girmeyi kabul edecek manevi birolgunluğa kavuşmamış olmalarını, belki tabii görmek lazımdı. Ama, aradan bir aygeçmiş, bolca laf etmekten başka hiçbir işe başlanmamıştı. Hâttâ yapılacak işlerin neenvanteri, ne önceliği tespit dahi edilmemişti." (s. 6)

Ruhları Saran Panikİş "bolca laf"la kalsa ne iyi. Kimlerin niçin alındığı bilinmeyen komitede

finans-kapital boş duracak değildi. Önce "demokratik" yönden "fikir ayrılıkları"çıkacaktı. "Ortada henüz belli fikirler ve bu fikirlcre göre ayrılmış grupmanlarbulunmamasına rağmen, yakın bir gelecekte hizipler kurmaya kadar' gidileceğiçabuk anlaşıldı. "Bilhassa Ordu kademelerinde, Komiteyi kuranların kimliklerine karşıbir kıskançlık duygusu ve eleştirme isteği doğmaya başlamıştı."

Küçük-burjuvazinin tükenmez şarabı "kıskançlık" işletilmeye başlamıştı.Gerisini kızıştırmak kolaydı. Çünkü: "Yüzyıllarca el sürülmemiş Türkiye problemleri...içinde geleceğin birçok kuşakları, kurtulamadıgı Taş devri koşullarında savaşmıyamahkum edilecekti." "İktidarı bir an evvel bırakarak, sırtlarının çekemiyeceği ağırsorumluluktan kuıtulmayı şahısları için tek emniyet garantisi olarak görüpkabullenenler, ard düşüncelerini ne kadar saklamıya çalışsalar, davranışlarıylamaksatlarını belli ediyorlardı." (s: 7) Bu, ruhlardaki panikti. Küçük-burjuvazi, finans-kapitalden kopmuş, ama oturaklı bir sosyal sınıfa bağlanamamıştı.

Kendisini havada asılı kalmış duyuyordu. O sıra 2 milyon örgütlü işçi sınıfınıgöremediğine göre, nereye dayanacaktı? D. Seyhan açıkça yazıyor: "İhtilalcilerinhangi kuvvete dayanarak iktidarı devam ettirdikleri belli degildi." (s. 7) Sözde, şufarkediliyordu:

"CHP'nin karşısında bulunan geniş halk kitlelerinin siyasi eğilimlerine yönverecek ve bu büyük halk kitlelerinde siyasi şuur yaratıp memleket hayrına birmihrakta toparlayabilecek bir siyasi teşkilatlanma kaçınılmaz zorunluk olarak ortadaduruyordu." (S.8) İş olarak ise, yapılan birinci öneri komitenin her davranışınıbaltalamaya başladığı açığa çıkan "sivil hükümet"i kontrol etmekte toplandı.

Bunun için her bakanlığa ayrılan 5 kişilik komisyonda kimler bulunacaktı?"Resim çektirme, basına bildiri verme" dalgacılığıyla anayasa hazırlığını çıkmazasokan "üniversite" -gençliği değil, onu frenleyen kodamanlığı- bir yana bırakılırsa,bakanlığı denetleyecek olan komisyona gene bakanlığın kendisiyle... büsbütünşaheser bir seçki olarak piyasa öne sürülüyordu:

Page 122: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Komisyonların personelini, Bakanlıkların, Üniversitenin ve sırasında Piyasanıntarafsızlık ve yetkililikle tanınmış şahısları teşkil etmelidir." (s.8) deniyordu.

Binilen Dalı Kesiş EmniyetiOndan sonra alınan bütün önlemler bütün milleti MBK'ne düşman etmek için

özene bezene seçildiler. Hepsi bir yana, 27 Mayıs'ı iki "zinde kuvvet" yapmışsayılıyordu: Üniversite ile ordu. Çarçabuk, ordudaki kadro enflasyonu, en acıklıkayırmalarla tırpan atma biçimine sokuldu. Üniversitede kimin, neden atıldığıbilinmeyen tasfiye yapıldı. 27 Mayıs'ın ilk heyecanlı simgesi olan Beyazıt Meydanıbile atılan satırdan payını aldı, 7 yıldır çamur kusan bir yanardağ ağzına çevrildi..Bırakalım halkı, milleti, 27 Mayıs kendi kendisini cezalandırıyordu.

Bu işe finans-kapital, katıla katıla gülmediyse bile, saygısından değil, dahaçevirecek nice dolapları bulunduğu için, kıs kıs güldü. Yönsüzlük, pusulasızlık sonhaddine varmıştı. Bütün ihtilal, silahlı kuvvetlerin eseriydi. MBK'ne silahlı kuvvetlerde gocunmuştu! İktidar "kaba bir hırsız tutum"a dönmüştü. Devrimciler, en büyükzafer şarkıları söylenirken, kişi olarak yarınlarından korkuyorlardı. Hazır ellerindedizginleri tutarken başvurulacak son önlem kişilerin emniyetini sağlama bağlamaktı:"İIk olarak yaptığım teklif bir Milli İstihbarat Teşkilatının kurulması luzumuolmuştur." (s.8)

Bu nasıl oldu? Çok basit: "Komite bir Emniyet Grubu teşkil etmişti.Başkanlığına Kabibay'ı oturtmuşlardı. Yanına yardımcı olarak Karaman, Esin,Solmazer'i almıştı. Bu Emniyet Grubu, Komite namına. Türkiye'deki bütün aktifkuvvetleri kontrol ediyordu."... Komitenin reformları yapmadıkça gitmemesiniisteyen albaylar grubu böylece kendisini "emniyete" almıştı.

Finans-kapitale dayanan paşalar grubuysa, bir an önce tası tarağı toplatmakistiyordu. MBK'nin halk içindeki saygınlığını kırmak için yapabileceği her çareyebaşvurdu.

Birbirini YemeBirinin ötekisini temizlemesine sıra geldi. Onlar zaten kişi çatışmasındaydılar.

"9 Temmuz çankaya toplantısında kurulmasına karar verilen 9 kişilik Komite Grubu,ikinci toplantısından sonra hiç bir zaman bir araya gelmedi: Sami Küçük böyle birgrubun kurulduğunu hemen komiteye açıkladı ve bu da yeni çekişmelere konuoldu... Komitenin mihrakını teşkil eden kişiler birbirlerini çekemiyorlardı... SamiKüçük, sınıf arkadaşı olmasına rağmen, Türkeş'e karşı... Sezai Okan ise Özdağ'ındemeçlerine içerlemekte... Halim Menteş, Napoli'den gelir gelmez KomiteKomisyonlarında vazife almış ve o günden itibaren de; Havacı Komite üyeleriyle aynıfıkir ve yönde görülmüştü." (s. 13) .

Bu çıkmazda hayır görmeyenlere göre "Komitede ihtilalin gayelerine aykırıçalışmaları görülen dört-beş kişinin memleket dışında mecburi ikamete gönderilmesimeseleyi kökünden temizleyecekti." (s. 13)

Karar? İşte o güçtü. "Her gece, saat en az üçe kadar çoğu zaman Türkeşinodasında birbirimize giriyorduk." "Türkeş her an hazır... Kabibay, ihtilalin motoru,belkemigi, ve koordinatörü idi... İhtilale Madanoğlu'nu ve Küçük'ü o karıştırmıştı.Onların, kendisine, dolayısiyle yakın çevresine bir düşmanlık tertiplemesi, aklınınucundan geçmiyordu, hayal edemiyordu."

Böyle içtendir küçük-burjuvazi. Ahbaplığa büyük değer verir. Bütün hesaplarıküçük psikoloji, içgüdü, ilham üzerine yapar. Çoban aşkı besler. Herkesi kendi gibibilir ve çoğu da evindeki pazarı, çarşısına uymaz. D. Seyhan'ın deyimiyle:

"Halbuki, ihtilalin, ortalığı kasıp kavuran ortamında kullanacak hesapmakinası, piyasadan satın alınacak cinsten değildir."

Çünkü piyasa, finans-kapital kurdunun ağzıdır. Ve o kurdun çoban aşkı yok,dini, imanı çıkardır. Çıkarına gelmeyen babası olsa ezer, ısıramayacağı eli, sonrakoparmak için, şimdi öper.

Finans - Kapital Alarm"Türkiye'deki bütün aktif kuvvetleri kontrol" eden ateşli albayların bütün

Page 123: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

planlarını bir anda altüst etmek için en entipüften bir kör rastlantı yetiverdi."Açık belirteyim (diyor Gölgedeki Adam) hepimiz tam bir karar birliği

içindeydik. Fakat, bu karar uygulandığı zaman, kimin memleket dışına gönderileceğine tespit edilmiş, ne de bu konu tartışılmıştı. Hele Cemal Gürsel'in gerek mevkii, vegerekse şahsı hakkında özel bir hükme varmak hiç kimsenin aklının ucundan dahigeçmemiştir." (s. 14)

Demek, "sabahın üçlerine dek birbirlerine girmeleri" havanda su dövmekti. Biryanda "karar birliği içinde" olmak, ötede kararın "kime uygulanacağını" "aklınucundan" geçirmemek, küçük-burjuva kararsızlığını maskelemenin en tehlikelikaygan zeminiydi. Finans-kapital delisine taş andınp, "gel beni ye" demekti.

Finans-kapital, Gürsel Paşayı çoktan açmaza getirmişti. Bunu farketmeyenkudretli albayların, karanlık küçük-burjuva dehlizlerinde birbirlerini çarpmalarıbekleniyordu: O zaman, Gürsel Paşa'ya "gidiyorsun ha!" demek belgesi ele geçecekve bütün "fincancı katırları" kolayca ürkütülecekti. Nitekim, kararsızlığın ve iki uçarasında sallanışın alacakaranlığında beklenen yarı komik, yarı trajik karambolansızın gelip çattı:

"Bir gün Yurdakuler (27 Mayıs'ın Ankara-İstanbul bağını centilmence kollayanen samimi Albay), yakın arkadaşlarımızla konuştuğumuz bir yerin kapısından, benimalınan kararı uygulamakta gecikmemizi eleştiren bir konuşmamı, tesadüfen duymuşve derhal soluğu Komitede alarak duyduklarını Genel Kurula getirmiş. Ortalık hemenkötüsüne karıştı. Aslında Yurdakuler'in bu telaşlı hareketi, benim şahsıma duyduğubir iğbirardan doğmuyordu." (s. 14)

Görüyoruz. Hep o karanlıkta esrarengiz çelik çomak oynamaktan hoşlanırtemiz yürekli küçük-burjuva ikirciliği, kendi kendisinin dizbağlarını kesiyordu. Kiminne yapacağı bilinmezse, herkes birbirinden kuşkulanacaktı. Ve bu ara, kimsenin kötüniyeti yokken, bütün küçük- burjuva eğilimleri birbirlerini dehşet içinde bırakarak"kötüsüne" karışacaktı.

"O (Yurdakuler), bu konuyu, örneği ile ortaya getirerek, anlaşmazlıkların,Komitenin sonucunu nereye kadar götüreceğini delilleriyle ispatlamak istemiştir:Gayret tam tersine hizmet etti. Niyetimizin duyulması, fikir anlaşmazlığı içindebulunduğumuz kişilere zamansız alarm işareti çekmek olmuştur.

"Bu alarmı alanlar, hemen faaliyete koyuldular. Ordu birliklerinde yakınarkadaşları, kumandan olan Komite üyeleri bu sayın Kumandanlara hulus çakmıyabaşladılar. Birbirleriyle bu yönde yarışa koyuldular. Her fırsatta herkes orduiçerisindeydi. Kıta Komutanlarının isteklerini yerine getirmek için çalışmak,Komitenin tek gayreti haline geldi.

Böylece, MBK, bir vuruşta tuzla buz edilen aynaya dönmüştü. Her parçası,başka insan yüzü gösteriyordu. Yuvasındaki örümcek gibi ağlarını germiş bekleyenfinans-kapitalin işi, şimdi o "puzl" parçalarından, teker teker yararlanıp, "kudretlialbayları" sinek avlar gibi avlamaktı. Bunu en çok albaylar sezip, külahını kurtarankaptandır parolasına sarılmışlardı. "Kimse artık prensiplere (hangi prensiplere?) bağlıkalmayı aklına getiremiyordu." En büyük külah Gürsel Paşa'nın elindeydi. Bütünalbaylar, namluları indirip, yeniden o külahın altında dizi kol nizamına girmişlerdi:

"Umutlar, yine Gürsel'e yöneldi. Dizginleri bir toplasa diyorduk. Bekliyorduk.Bir düzenlese ortalığı diye herkes umudunu ona dikmişti. Paşa ise: Hep pasif, hepçekingen, hep babacan 'AGA'lık davranışlarıyla yetiniveriyordu."

Küçük-burjuva (istediği denli "aydın" olsun), gene ezeli esnaf ve tevekkülcüköylü katlanışıyla gözlerini "Ağa"sına dikmişti. Gökten ne yağar ki, yer kabuletmezdi? Gökte nelerin geçtiği yere yağanlardan belliydi. İlk hamlede Ağa bir taşlaiki kuş vurmuştu bile. Bunlar her şeye hazır "Türkeş" kuşu ile, "Ne duruyoruz" diyenSeyhan kuşu'ydu. Seyhan kuşu, çok doğal bir şeymiş gibi cepheden uzaklaştırılışınışöyle anlatıyor:

"Roma kara ataşeliğine atandım. Amerika'da bulunan ailemi alıp Roma'yanakletmek için memleketten geçici olarak ayrılmak zorunda kaldım. Türkeş'e veda

Page 124: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

etmek üzere uğradım. O da Başbakanlık müsteşarlığından ayrılmak üzereydi..Türkeş'in müsteşarlıktan ayrılmak zorunda bırakılması bizim grubun ilk yenilgisiydi...Yanlış durum muhakemeleri yüzünden içine düştüğümüz tereddüt havası, bize ilkrauntta sıkı bir direkt çekiyor ve sersemliyorduk." (s. 14)

Albaylar, bir vuruş yapacaklar. Kime? Bilmiyorlar. Yakalanıyorlar. Sürgünedilişlerini "Amerika'daki aileyi" getirmeye bağlıyorlar, en kritik gündeküçük-burjuva bahanesi: "Viran olası hanede evlad'ü iyal var!". Yedikleri "sıkıdirekt"in nereden geldiğini bilmezlikten geliyorlar. Onu cankurtaran simitiyapıyorlar... Küçük-burjuva tepkisi buydu: "vurdumduymaz". Oysa, "hep çekingen,hep babacan" Paşa-Aga, Ekim'de yaptığı vuruşu, daha Temmuz'da paşalarınpaşasıyla çoktan kararlaştırmıştı. Türkeş adlı Altay Zümrüt-Anka kuşuyla, SeyhanHüma kuşu kafeslendikten sonra, öteki yırtıcı kuşlar torbada kekliktiler.

MBK'nin BüyüklüğüMBK'nde kimse kimsenin kılına dokunmayacaktı. Anayasa derecesinde yeminli

namus, şeref kararları alınmıştı. Kararı kim uygulayacaktı?... Bir, iki, ya da üç paşa.Siyaset paşaların "elinde" görünüyor. Paşalar kimin elinde?

Görünüşte 1 numaralı Paşa, Cemal Gürsel. Ömründe hiyerarşiye itaat tanbaşkasını öğrenmemiş bulunan C. Gürsel, daha 1960 yazı başlarken siyasette birsüzeren (üst) arama sancısına tutulmuştur. Aradığıyla 6 Ağustos 1960 günübuluşmuştur. Hiyerarşi yasasınca İsmet Paşa, elbet Cemal Paşa'dan kat kat üsttür.Ve o gün MBK'nin; "kesin tarihte", beceremeyeceği politika alanından çekilipgitmesini emretmiştir.

Bundan kimsenin haberi yok. Paşa damadı bir Bab'ı Ali sivilinin bilgisi, hâttâsuç ortaklığı var da, koskoca anlı şanlı, ihtilalci, ateşli asker 38 kişilik yasa üstü,insanüstü MBK'nden hemen hemen kimseciklerin haberi yok. "Böyle gecenin, hayırumulur mu seherinden?" Siyaset dışı ordunun hiyerarşisi böyle buyuruyor.

2 ay 6 gün sonra, eski siyaset + hiyerarşi mekanizması kendiliğindenyürüyüşe geçiyor. Artık, şu "Silahlı Kuvvetler mukaddes topluluğunun" (Güventürk)"Mazisini asırlardan alan" (T. Turhan) kutsal hiyerarşisini tedirgin eden kendinibilmezlere hadleri bildirilmelidir. Kim bildirecek? Kimi isviçre saatleri gibi "horsconsours" (yarışma dışı) paşaların paşasından buyruk almış 1 numaralı "ihtilal lideri"Cemal Gürsel "Aga"- Paşa.

"12 Kasım 1960 Cumartesi günü öğle üzeri, Gürsel, Milli Savumıa BakanlığıMüsteşarı odasında, Milli Savunma Bakanı ve Kuvvet Kumandanlarına (14)'leripaketlemek üzere verilmiş kararı açtığında, fikir tasvip görmüş ve hemen hemeneski tezi savunan, veya bu tasarrufun mahzurlarını mütalea etmek, hazırundan(orada bulunanlardan) hiçbirinin aklına gelmemişti. Esasen böyle olduğu için, Gürselancak yarım saat bu toplantıda bulunarak ayrılmış, kalan zevat işin teferruatınıgörüşmek üzere toplantılarına devam etmişlerdi. (s.18)

Bunu kim yazıyor? Genelkurmay başkanının masasında kutsal hiyerarşininzedelendiğini "görmenin bedbahdığına uğradık" diyen kahraman. Gerçi, Gürsel'inyarım saatini anca verdiği "Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve KuvvetKumandanları" (hepsi topu 5 kişicik), MBK'nin görevlendirdiği memurlardı. İhtilaldevletinin yeminli yapısını nasıl değiştirebilirlerdi? Bu isyan, o memurlarıngörevlerine meşruluk veren anayasayı çiğnemeleri demekti.

O yan "hiçbirinin aklına gelmemişti" diye şaşıyor mektupçu. Gelse şaşardık.Beş paşanın beşi de siyaset dışı + hiyerarşi kulu değil mi? Onlarca hiçkarışmayacakları siyasete tek Gürsel karışıyor. "Hiyerarşi" dersen, hiçbir meşrutiyetpadişahı, Gürsel'e verilen yetkilerden birini rüyasında görmemiş. Devlet başkanı o,hükümet başkanı o, MBK başkanı o, silahlı kuvvetler başkanı o. Allah yeryüzüneinse, ancak bunca yetkili olurdu. Beş paşacık ona itaat etmeyip kime etsin?

Gürsel ise, üzerine bindiği MBK dalını kesmenin teorisini kendi "üst"ü İ. İnönüpaşayla 66 gün önce altmış altıya bağlamış, pratik tek- niğini beş paşaya varmadan,başka iki paşayla kotarmış. Bunu T. Turhan yazıyor mektubunda:

Page 125: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Takdir edileceği üzere, bu teferruat (14'lerin nasıl kapana kıstınlacaklarıteferrruat) icraya müteallik hususların koordinasyonundan ileri geçmiyordu. çünkü,bu karar İçişleri Bakanı Kızıloğlu ve Ankara Komutanı (Madanoğlu) tarafındanevvelden verilmiş ve teferruatı esasen planlanmıştı."

Gitti, "bir top Amerikan beziyle" 14'ler "tahtalı köye" bile giderler.Silahlılık - Devrimcilik - Kardeşlik14'lerin "paketlendiği" "yorgan" gitti. "Kavga bitti" mi? Asıl o zaman, ortalık

bütünü ile ilkesizliğin mahşer yerine döndü. En başta,14'leri paketleyenler,kendilerini bekleyen sepetlenmeyi görür gibi oldular.

"13 Kasım operasyonundan sonra bir kısım Komite üyesi muallakta kaldıklarınıhissetmişler, kendi emniyetlerini sağlamak için" (S. 18) davranmaya kalkmışlardır.

Çünkü, o zamana dek perde ardında pusuya yatmış, devrimcileri adım adımbirbirine takıştıran finans-kapital, eski yemleme oyununa girmiş, "bir tutam otladeveye hendek atlatma" yolunu tutmuştu. Hani o hazineyi tam takır 4 günlükparayla bırakan ve devletin parasını devrimcilerden saklayan fınans-kapital ajanlarıyok mu? Onlar kesenin ağzını açmışlardı.

"Tabiidir ki, 27 Mayıs'tan sonra çıkan kanunlar Silahlı Kuvvetler mensuplarınımaddeten kalkındırmış ve bir çok garanti ve kolaylıkları hizmetlerine amadekılmıştır. Bu gerçeği inkar gayri-mümkündür." (T. Turhan)

Ancak rüşvetle kaç kişi satın alınabilirdi? Hele Horasan erleri gelenekli halkçocuklarının çoğunluk oldukları Türk ordusu, yalnız "bahşiş"le, aylıklı askerdurumuna sokulabilir miydi? Madde alışverişini Menderes de giderayak denemişti.Şimdi "tatminsizlik manevi"ydi.

"Silahlı Kuvvetler mensupları memlekete hizmet etmek yarışında ön plandaolmak için vasatı müsait addediyorlardı... En önemlisi sayılabilecek diğer bir hususda, 27 Mayıs'ın o tarihe kadar arzulanan reformları getirmemiş olmasıdır denilebilir.Silahlı Kuvvetler mensupları 27 Mayıs'tan beklediklerini görememiş olmanın ıztırabıiçindeydiler." (T. Turhan)

MBK'nden halka yararlı iş beklerken onun kendi kendisini kökünden kazımayagirişmesi üzücüydü.14'leri "paketleme", çözüm getirmek şöyle dursun, kapılandevrimcilerin yüzüne kapamaktı.

"Bu tasarruf 27 Mayıs'a gönül bağlamış olanları,14 Komite üyesinden daha çokmüteessir etmişti."

14'ler aranmıyordu."MBK'ne bel bağlıyan idealistler muztaripti. Ondan beklediklerinin kuvveden

fiile çıkmadığını görüyorlardı. (Partiler üstü) olamamıştı MBK... (Kardeşler arasındakikavga) önlenmiş, fakat (Kardeşler arasındaki husumet) giderilememişti. Bilakisarttırılmıştı. Yaygın bir kanaat (14'ler kalsaydı, bunlar gerçekleşecekti) şeklindetecelli etti." (T. Turhan)

Genç subaylar böyle koyuyorlardı sorunu. Hz. Muhammed "İnnemelmüslimüne İhve! " (Hiç kuşku yoktur ki, müslümanlar kardeştirler) dememiş miydi?Ezici çoğunluğu müslüman olan Türk ulusu büsbütün kardeşti. Kardeşlik nedenbozuldu? Onlar kiremitlikte miyavlayan DP- CHP vb. politika mart kedilerinigörüyorlardı. Kardeşliği bu partiler bozuyordu. Silahlı kuvvetler "partiler üstü"olmalıydılar.

Olabilirler mi? Olmuşlardı. Silah, yasama, yürütme ellerindeydi. Neden Türkiyebir kardeşlik ülkesi olmamış, beterleşiyordu? Çünkü CHP'nin tek parti pekliği 27 yılekonomimizi tekelci vurgunda dondurmuş, o peklikten kurtuluş umudu ile tututanDP'ci çok parti, ülkeyi yetmiş yedi buçuk emperyalist çıkarına allak bullak etmişti.Tefeci-bezirgan sermayenin 27 yıl köye yasak ettiği traktör, finans-kapital eliyleköye girince sosyal sınıf bölümlenme ve çatışmalarını azdırmıştı. 20. yüzyıl ortasındakapitalizm yolundan kalkınma, kardeşi kardeşe düşürmekten başka sonuçgetirmezdi.

Şimdi kardeşlik mi isteniyor? Kapitalizm şerrinin yarattığı bir hayır vardır.

Page 126: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Türkiye'de hızla yeni insan ilişkileri ve işçi sınıfı doğmuştu. Gittikçe büyüyor,örgütleniyor, bilinçleniyordu. Böyle gelişen bir milyonluk üretici güçler ordusuhesaba katılmadıkça, hiçbir devrim tutunamaz, hiçbir "reform" gerçek değerkazanamazdı. İşçi sınıfının gerçekleştireceği kardeşlik sosyalizm adını alıyordu. İşçisınıfı ne kendisini, ne başkasını sömürtmek istemediği için, toplumumuzun eksiksizkardeşlik özlemini kayıtsız şartsız gerçekleştirebilecek biricik sosyal sınıftı.

Küçük-burjuvazi hem antika yığındır, hem ölürken bile gözü sömürüçöplüğünde kalan horozdur.

Silahlı Kuvvetlerin Parçalanışı1960 yılı, silahlı kuvvetlerimizden, katıksız kardeşliğin tükenmez özgücü olan

işçi sınıfını görmesi beklenemezdi. O yalnız kendi silah gücüne güveniyordu. Özlediğikardeşlik için de elden bir "birlik" daha yaratmaya girişti. "Milli Birlik Komitesi"ölmüştü. Yaşasın "Silahlı Kuvvetler Birliği".

Onu kimler kuracaktı? Onu, devrimci subaylardan iyi kim anlatabilir? RahmetliTalat Aydemir, 21 Mayıs savunmasına şöyle başladı:

"MBK'in geçici Anayasası bizzat yapanlar tarafından çiğnenmişti. İşte buhadise Silahlı kuvvetler içerisinde çok yıkıcı bir reaksiyon yarattı."

Böylece ne oldu? 27 Mayıs Devrimi ile silahlı kuvvetler milleti kardeşkavgasından kurtarmak istemişti. Bu kez 14'ler ve MBK intihar edince orduyu kardeşkavgasından kurtarmak günün parolası yapıldı. "Çok yıkıcı tepki"yi kimlergöğüsleyecekti? MBK içinde kalanlar ikiye bölünmüşlerdi. MBK dışında olanlar da,içlerinde ayrı ayrı parçalar olarak gene ikiye bölünmüşlerdi. 4 bölük birbirlerine zıt,içlerinde pek çok çelişikti.

1- MBK'nde kalanların bir bölüğü başının çaresine bakıyordu. "23 Komiteüyesinin bir kısmı, bilhassa havacılar kanadı, kendilerini emniyettehissetmemişlerdir. Karşılıklı ve gizli çekişmeler arasında kendilerine elinde kuvvetbulunduran ihtilalciler arasından müttefık aramışlardır. Bunu da bulmakta güçlüğeuğramamışlardır. Çünkü, Madanoğlu ve yanındakiler, 14'leri tasfıye ettikten sonra,iktidarı kayıtsız şartsız kullanma yoluna sapmışlar, Komitenin gerisine pek aldırışetmez olmuşlardı." (s.19)

T. Aydemir savunmasında bu olayı şöyle belirtir:"(14)ler yurt dışına sürüldükten sonra geri kalan 23 Komite üyesi, grup grup

ordu içinde aşiret reisi gibi taraftar toplamıya başladılar."2- MBK'nde kalanların öbür bölüğü kendisini kendisine yeterli buluyordu:

MBK'nden başka her birliğe karşıydı: "Silahlı Kuvvetler Birliğine elinde Kuvvetbulunduran MBK üyelerinin girmemeleri ve bu teşekkülün devam üzere karşısındabulunmaları" (T. Turhan)

Böylece, MBK içinde kalanlar iki büyük gruba parçalanmışlardı. MBK dışındaolanlar da gene iki büyük gruba parçalanmışlardı.

3-14'ler ya da onlardan görünenler: T. Aydemir, savunmasında,14'lerikarşısında görüyor. Çünkü 14'ler de, onları atan 23'ler gibi, Aydemir'i devrimsırasında saf dışı bırakmışlardır. Ama,14'lere arka çıkanlar bulunduğunu veörgütlenmeye çalıştıklarını, onlara karşı çıkmak için neden yapmıştır: "Ayrıca(l4)lerin mağdur olduklarına inananlar da ordu içinde bir teşkilat kurmıya kalktılar."(T. Aydemir, Savunma)

Bunlar Turhan'a göre idealistler olmalıdırlar.14'leri değil "reform"ları isterler.4- Bu iki zıt kutup karşısında önce bir yığın gibi görünen "eski ihtilalciler"

duruyor: "Bu hal (14'leri tasfiye edenlerin zılgıdı), kuvveti elinde bulunduran eskiihtalalcileri de tedirgin etmiye başlamıştır. Komitenin bir kısmı ile müşterek hareket,kendi istikballerinin garantisi bakımından uygun görünmüştür." (s.19)

Ancak, bu sonuncu yığın, bir bütün değil, tam bir Babil kulesidir. Başlıca: a)Ankara grubu, b) İstanbul grubu diye ayrılan, sonra birleşmeye çalışan, en sonundadarmadağın olan derlenmeler sayılıyor. Ama, öyle şehir adıyla bir arayakonulamazlar. Ancak, kaç kişiyseler, o kadar eğilim ve akımı temsil ederler. Her

Page 127: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

grup, T. Aydemir in dediği gibi, birer "aşiret reisi" çevresinde, zaman zaman toplanıpdağılan kaynaşmalardır.

Bunları kişi adıyla nitelemek olasıdır a) T. Aydemir grubu: Kara Kuvvetleri; b)H. Menteş grubu: Hava Kuvvetleri; c) F. Güventürk grubu: Konspirasyon içinkonspiratörler.

Silahlı kuvvetler için "birlik" sözcüğü son kerteye dek "birliksizlik" gerçeğinintersine deyimlendirilmesi oluyordu.

Cuntaların ÖzetiÜç albaylar cuntası, daha söylenirken "bir" değil, "üç"tüler. Başka türlü

olamazdı. Çünkü hepsi halk çocuklarıydılar. Halkımızın ağır basan sosyal yapısıköylü-esnaf-aydın denilen en az üç kümeli ve Batıda küçük- burjuvazi adı verilenyaygın tabakadan kaynak alıyordu.

Bu küçük mülk düşkünü muazzam kalabalığımız "küçük" oluşu ile alttabakalara ve işçi sınıfına yatkındı, "mülk" özlemiyle üst sınıflara ve finans-kapitalzümresine tutkundu. Aşil'in topuğu hiyerarşiyse, topuktan girecek okun zehiridurduracağı yürek, rütbe-mülk eğilimiydi.

Topukta açılacak her yara, yıldırım çabukluğuyla kalbe giden büyüklük yolunubulmamazlık edemezdi. Nice yoksul çocuğu küçük aydın, o yoldan akılları durdurançabuklukla büyük, ulu, evliya, peygamber, hâttâ tanrı olmuştu.

İnönü devletluları ekseninde dönen üç paşa uzun denemeleriyle bu madeniişletmek için yaratılmış üç varyant oldu. Küçük mülklü geniş tâbakanın içinde sankiİsmet Paşa aydın, Sunay Paşa esnaf, Gürsel Paşa köylü yığınlarımızın eğilimindeişbölümü yaptılar.

Üç albay cuntalarında, ufak bir ayarlama ile, Menteş grubu aydın, Seyhangrubu esnaf, Aydemir grubu köylü eğilimli sayılabilirlerdi.

İsmet Paşa, silahlı kuvvetler içinde en parlak ve bol gelirli aydın durumundaolan havacılar grubunu Menteş ile gereken yöne kolayca çekti. Sunay Paşacuntaların içine ustaca girip başa geçti, Dündar Seyhan grubunu aktif hizmettenpasif istihbarata çekerek tecrit etti.

27 Mayıs'ın sezdiği reformlar mı yapılacaktı?.. İki şartla: 1- Dört SilahlıKuvvetin (Kara, Deniz, Hava, Jandarma) katılması ile; 2- Hiyerarşi kuralıbozulmaksızın...

Genç subaylar Silahlı Kuvvetler Birliği biçiminde, çok demokratik birtoplantıdaydılar. İsmet ve Sunay Paşalarla fotoğraflar çekildi. AP'nin seçim zaferiüzerine meclisi dağıtma kararı çoğunlukla alınınca iş değişti. Hareketin tekerine öncebirinci şart sokuldu. Menteş grubu karma hükümet denenmelidir diye çekildi. Devrimmasasının havacılar ayağı koptu.

14'ler yoklandı. Seyhan-Aydemir (esnaf köylü) eğilimi direnince ellerindenikinci şart çekildi. Genelkurmay başkanı Sunay Paşa, "ben yokum" dedi. Gençsubaylar cuntasının başsız ve havada asılı kalması, devrim arabasının ikinci tekerineçomak soktu. Esnaf eğilimli D. Seyhan grubu da, o dramatik "alarm" gecesindetapayı attı.

Gönderilmiş olduğu besbelli bir havacı subay Aydemir'e havacıların isyanahazır oldukları haberini getirdi. 21 Mayıs olayını zorla kışkırttı. Bu provokasyonarağmen; Harbiyelilerin beklenmeyen hava saldırısına uğrayınca panik yapmalarınakarşın son küçük-burjuva zaafı, ihtilalcilere finans-kapitalin acımaksızın sinsi sinsihazırladığı öldürücü oyunu oynadı.

Cunta Kuruluşu ve PrensipsizliğiT. Turhan'a göre:"Talat Aydemir, Halim Menteş, Selçuk Atakan, Silahlı Kuvvetler Birliği'nin

nüvesini teşkil eden Cuntanın kurucuları arasında sayılmalıdırlar. Bunlardan sonra:Nuri Hazer, Necati Ünsalan, Şükrü İlkin vs. sayılabilir."

Grupların ilişkileri tam küçük-burjuva "aile münasebetleri" ya da "hısımakraba", "eş dost" deyimleriyle çeşitlenen "ahbap çavuş meclisleri" (coterie)

Page 128: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

örneğine uyar."28. Tümen Kumandanı Nuri Hazer, Emanullah Çelebi ve Menteş'in yakın

akraba olmaları, Ankara'da yegane kuvvet olan 28'inci Tümenden azami ölçüdefaydalanmayı mümkün kıldı.

"Halim Menteş'in Hava Kuvvetleri Kumandanını ikna ederek teşkilatın emin vesür'atli kuryeler aracılığı ile yapılmasına geniş ölçüde hizmet etmesi."

"Harbokulu Kumandanı Talat Aydemir in aynı safta bulunması, müteakipiştirakçilerin katılmalarını kolaylaştırdı." (T. Turhan)

Böylece teyellenen Ankara Cuntası ne yaptı? Türkiye "iki payitahtlı"ydı.İstanbul ve Ankara "baş"larını elinde tutan, geri kalan Türkiye "gövde"sinisürüklerdi. Bu basit kural, yalın asker mantığından kaçamazdı. Aydemir-Menteş'leAnkara "torbada keklik" olunca, İstanbul'a sıra geldi. Orada "kuvvet" her ne olursaolsun konspirasyon tiryakisi bir paşanın elindeydi: Güventürk!

"Ankara'da Aydemir, Ünsalan, Atakan, Hazer ve diğerleriyle 'Silahlı KuvvetlerBirliği'ni kurmada antant kalan Halim Menteş ve Komite üyeleri, İstanbul'da enuygun kumandan olarak Güventürk'ü gözlerine kestirmişler (a.b.ç.) ve onabaşvurmuşlardır. Güventürk'ün karakterini iyi bilen Menteş için bu, gayet akıllıca birkapı çalış olmuştur. Paşanın, gizli teşkilat kurmıya ve teşkilat içerisinde lokomotifolmıya dayanamıyacağı bir eğilimi vardır. Menteş, Paşanın bu niteliğini çok iyikullanmış ve onun aracılığı ile 1 inci Ordu bölgesindeki kumandanları da, aynı isimliteşkilat altında toplamıya muvaffak olmuştur.

"Pek kısa bir zaman sonra, İstanbul ve Ankara'da kurulan bu iki ayrı teşkilatbirleştirilmiş ve ucu Genelkurmay Başkanınına kadar uzatılarak zincirtamamlanmıştır" (s. 19)

Burada herhangi bir ilke yok, delikanlının hoşuna giden kızı "gözünekestirmesi" gibi yöntemler var. Amaç? "Türkiye'de iktidarın bir elden başka bir elekayma"sı. Niçin? Çünkü "Silahlı Kuvvetlerde.. çeşitli fikir akımlarına katılmışolanların, çeşitli zümrelerce siyasi istismar vasıtası yapılmasını önleme hareketi,elbette atılmış olumlu bir adım" imiş!

Silahsız bir devlet içinde bir silahlı devlet "zinciri" kuruluyor. Diyarşi (çifteiktidar) sivil-asker ikiliği kuruyor. Tek ilke, "siyasete alet edilmemek", Hangi siyaset?Belli değil, "çeşitli fikir-çeşitli zümre". Ordu siyasetin değilse neyin aletidir? Kimsebilmez ve sormaz. Yeniçeri Gülbankı: "Nice başlar kesilir bu meydanda: soranbulunmaz!"

Bu gerçeği anlamayışın en son kurbanı olan rahmeti Albay Aydemir, 21 Mayısdavasında, savunurken, şöyle diyordu:

"Artık Ordu, muhtelif fıkir cereyanlarına göre muhtelif zümrelere hizmet içinsiyasetin içerisinde bocalamıya başlamıştı." (s.19)

Cunta İşleyişiBöyle kurulan bir cuntanın nasıl işleyeceği bellidir. Bunu bize en ilginç

biçimiyle 6 Ağustos 1961 olayı gösterir. Finans-kapital politikası, o küçük-burjuva"kazan kaldırışı"nı bastırmak için, sorumlu yerlere getirdiği paşalarla temizlemehareketine geçti.

"İktidarın fiilen sahibi olduklarını iddia edenler kurulmuş bu teşkilatı dağıtmakve ileri gelenlerini tasfıye etmek yollarını araştırmaya başlamışlardır. (s.19)

"Bir Cumartesi günü Korgeneral Cemal Madanoğlu, zamanın Kara KuvvetleriKumandanı Celal Alkoç, Milli Müdafaa Vekili Orgeneral Muzaffer Alankuş ile birlikte,Türk Silahlı Kuvvetleri Birliği teşkilatını tasfiye etmek tçin emeklilik listesinihazırlamışlardı." (Talat Aydemir, Savunma)

İlk vuruş, hava gücünden başladı. "O zaman liderlik yapan Hava KuvvetleriKumandanı İrfan Tansel'i emekli etmek için Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'ateklif ettiler." (T. Aydemir)

Bu, deliye taş andırmak mıydı? Yoksa, silahlıları birbirine düşürme oyunumuydu? 6 Ağustos günü Güventürk'ün "SKB arkadaşlarına yazdığı mektup" ilginçtir:

Page 129: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Silahlı Kuvvetler mukaddes topluluğunun elbette birdenbire meydanagelmediği hepimizce malumdur. Milli Birlik Komitesi'nin infısah etmesiylememlekette 3-5 kişilik bir diktatorya kurulması ihtimali müvacehesinde her türlümaddi mevkileri ve ihtirasları bir tarafa atarak ve benim odamda yazılan anda elbasarak kendimizi milletimize feda ettiğimizi bildirdik ve bu ahdin etrafında üzümsalkımı gibi toplandık, kuvvetlendik ve idealist Erkanı Harbiye Reisimizin etrafınıçelik bir ağ gibi sardık. Kuvvetimizin ilk tezahürü de göz bebeğimiz Hava KuvvetleriKumandanı Korgeneral İrfan Tansel'in uğradığı haksız muamelenin tashihinde oldu."(F. Güventürk)

Bütün "güvenç" henüz "odamda", "feda", "üzüm salkımı"nın genelkurmaybaşkanı Cevdet Sunay elinde bulunuşuna dayanıyordu."Genelkurmay başkanı(Tansel'in temizlenmesini sözde) kabul etmedi. Fakat Washington daimi üyeliğinetayininin çıkmasına mani olamadı." (T. Aydemir)

Ve İ. Tansel l. Washington dönüşünde 1. Nolu statükocu kesilecekti.Masum çocuklarla böyle oynanılıyordu. Onlara sahne, heyecan, ahd, yemin

yetiyordu. Şu dramatik çıkışlara bakın: "Proudhon"."Sizlere hitap edecek olan son sözlerim olduğu için ve yarının da tarihine mal

olacağı için açıkça yazıyorum. Mucip (Ataklı), Şükran (Özkaya), Çelebi (Emanullah)ve Halim Menteş benim odama gelip:

"Gürsel Paşa bizi feshedecek, dediği anda masanın gözünden tabancamıçıkarıp, elimi üzerine koyup:

"Şerefım üzerine yemin ederim ki, tek tabanca kalsam yine silahlamukavemet ederim, dediğimi onlar hatırlarlar. Arkasından derhal Emin Arat'ıçağırdım ve onunla ilk konuşmayı yaptım. Bu heyetin Ordu Kumandanına (CemalTural) çıkmalarını kararlaştırdık. Ve onlar gidip konuşacaklar, ben yarıda iltihakedecek idim. Ertesi günü Ordu Kumandanının yanına tayin edilen randevu saatindegittiğim zaman, hiçbirisi mevzuu açmıya cesaret edememiş (a.b.ç.) idi. Mevzuu elealarak derhal ortaya attım ve Ordu Kumandanım (Cemal Tural!) da bu fıkirdeolduğunu bize izah etti.

"Bir gece, mahdut bazı arkadaşlarla benim odada toplandık ve yeminin suretiyapıldı. Faruk Gürler Paşamız tarafından tashih edildi. Bu konunun da FarukPaşamıza nasıl açıldığını kendileri iyi bilirler. Ve idealist ağabeyimin bu işe el atıp ogün, bugün ne kadar büyük bir tevazu içerisinde bize başkanlık ettiğini de hepimizbiliriz." (Güventürk)

Sen, ben, bizim oğlan. Benim oda, senin oda. Tabanca, antlaşma. "Şerefüzerine yemin"... "Son söz... Tarihe mal olacak.." Hep "Paşa (C. Gürsel) bizifeshedecek". "Aman Paşaya (C. Tural) çık". Derken "cesaret" tükenmiş. Paşa (F.Gürler) "bu işe el atıp.. bize başkanlık et."

"Buna muvazi olarak" canım kadar sevdiğim Talat (Aydemir), Nuri Hazer veAnkara grubu aynı düşünce etrafında toplanmışlardı. İş sür'atle genişledi.. 61 inciTûmen karargahında vaki büyük toplantımızdaki konuşmalarımızı, ondan sonradaimi kurula seçilmeyi müteakip Ordu Kumandanı ile vaki 4.5 saatlik görüşmeyi vemüteakip bütün hadisleri yaşıyan bütün arkadaşlarım bilmektedir." (Güventürk:Mektup, 6 Ağustos 1961)

Bu satırları yazanın Talat Aydemir asılırken, canını daha fazla sevdiğigörülecektir. Ve genelkurmay başkanı Cevdet Sunay Paşa, Gürsel Paşa yerinecumhurbaşkanı olurken, yazarın 4.5 saat görüştüğü ordu kumandanı, genelkurmaybaşkanı olacaktır. Çünkü, Güventürk'ün tam yukarıdaki mektubunu kağıda döktüğügün, İ. İnönü Paşa ile C. Gürsel Paşa, Heybeliada'da 27 Mayıs'ın başınıbağlamışlardı.

27 Mayıs Mirasının ReddiAslında bütün o heyecanlı filmler niye oynanıyordu? Onu yalnız gizli rejisör

finans-kapital hazretleri biliyordu. Aktörler, kendilerine pay edilmiş mutlu, mutsuzoyunları başarı ya da başarısızlık ile oynuyorlardı. 27 Mayıs'a özenen mutsuz 21

Page 130: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Mayıs'ın "baş" kahramanı Talat Aydemir, kurban kesilirken bile şöyle savunuyordu:"İşte bu durum karşısında kendimi vazifeli hissetim. Ankara'daki yakın

arkadaşlarımla bir fıkir etrafında toplanarak Ordu içinde parçalanmıya meydanvermemek, yavaş yavaş Ordu'yu MBK üyelerinin elinden kurtarmak için SilahlıKuvvetler Birliği adı altında bir teşkilat kurmaya başladık."

Demek "fikir" denilen şey, orduyu parçalamamak, ordu devrimciliğini temsilederken, üç beş paşaca kuşa çevrilen 27 Mayıs ruhunun inmeli bedeni MBK'ne coupde grace (son "lütuf vuruşu")nu indirmekti... Acep, yanlış mı? Sözü yapılan işebırakalım. Heybeli'de Gürsel'le İnönü Paşaların buluşmasından tam 11 ay sonrası, 6Haziran 1961'di.

Tasfiye haberi genelkurmay ikinci başkanı korgeneral Muhittin Onur'danalınınca: "Ankara'daki Kuvvet Kumandanları birbirimizi alarma geçirdik." "Örf İdareKumandanı Madanoğlu, Muhafız Alay Komutanı Osman Köksal'dan başka kendisineyardımcı bir tek kıt'a kumandanı bulamamıştı." Sunay "İstanbul'dan uçakla acelegeldi... Tarihi bir gün yaşandı. Arkadaşlar namına ben konuştum." (T: Aydemir,Savunma)

Arada gene hiç tınılmayan bir "sıvış" oluyor. Yazılı karar, tasfiyenin muhbirieliyle akşam Sunay'a iletiliyor, "Sabahleyin yerine ulaşmadığını gördük" deniyor.Belli ki yerine gitmiş. Finans-kapitalin eline geçmiş ve zaman kazanılmış. Babacanlaraldırmayıp, şimdiki genelkurmay başkanı (o zaman Kara Kuvvetleri KurmaybaşkanıTümgeneral) "Memduh Tağmaç ve M.M.V. Müsteşarı Tuğgeneral Nüshet Bulca ileaynı ültimatomu" genelkurmaya dayıyorlar.

Bu tuhaf uygulamadan çok, dayatılan "ültimatom" önemlidir. 6 maddedenbirincisi, Tansel'i "Hava Kuvvetleri Kumandanlığına iade" ediyor. 2: madde: M.Alankuş (M.M.V.) ile C. Alkoç'u (K.K.K) ve 2. Ordu K. Korg. Şefik İlter ile DenizKuvvetleri Kumandanı Kora. Zeki Özek'i "emekliye sevk" ediyor. İlter'le MBK'ne,Özek'le Kara Kuvvetlerine karşı Deniz Kuvvetleri çıkarılıyor.

Ondan sonra, 3. madde: "Hava Kuvvetlerinde bizim harekatımıza karşıduranlar.. tanzim edilecek listeye göre emekliye sevkedilecek" diye Havacılar' daKaracılara karşı çıkartılıyor.

İlerideki bütün kıpırdanmalar gibi, Aydemir'in 21 Mayıs darbesi de hep ohavacıların -hatta önce birlikmiş gibi görünerek kışkırtıkları- yumruklarıyla bozgunauğratılacaktır.

Geri kalan 4., 5. ve 6. maddelerin üçü de hep MBK'ni tuz etmenin"ültimatom"udur. Aynen:

"4- Korgeneral C. Madanoğlu Örfı İdare Kumandanlığından, Albay O. KöksalMuhafız Alay Komutanlığından alınacak, MBK'deki eski vazifelerine dönecekler."

"5- Orduda yapılacak tayin, terfi ve tasfıyelere MBK üyeleri karışmıyacak."Bu iki madde MBK'nin her gerçek güçten bıçakla kesilip ayrılmasıdır (tecrit)."6- MBK üyelerinden hiçbirisi bundan sonra MBK'nden tasfiye edilmiyecek ve

istifaya zorlanmıyacaktır."Yani, erkekliği çıkarılmış MBK, içinden herhangi bir canlılık çıkmaması için,

bütünüyle mumyalanıp zararsız hale getirilerek rafta saklanacaktır.D. Seyhan diyor ki: "Olay Türkiye'deki ihtilal zincirine yeni bir halkanın

eklenmesidir. 27 Mayıs ihtilalini yapan Türk Silahlı Kuvvetleri, ihtilalin ve iktidarıngerçek sahibi olarak kendi malına el koymuş görünmektedir." (s.19)

Öyle mi? Sonuç ortada. Ordu siyaseti "politika cambazlarına" (fınans-kapitale) bırakmış. Ordu otomatik hiyerarşiyle, bütün dengesini bir tek kişi tepesiüzerine oturtmuş. İyi kötü ordunun malı MBK'ne birinci "14'ler operasyonu" takmabir kalp dikmiş, ikinci "6 Haziran operasyonu" kalbin kaç saat işleyeceğini belirtenölüm kronometresini takmış.

Bu ordu nasıl, hangi "malına sahip" çıkabilirdi? 6 Haziranda ordu "mirasınreddini" yapmıştı. Kendi 27 Mayıs'ını kendi eliyle fosilleştiriyordu. Türk ulusunu biravuç sadakaya satmış en köpoğlu (fınans-kapital + tefeci-bezirgan) DP'yi,

Page 131: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

mezarından AP biçiminde hortlatmakla, 27 Mayıs'ı ana babası bilinmeyen, köşebaşında bulunmuş bir aşk çocuğu gibi, Amerikan üstlerine teslim ediyordu.

Devrimci Kararsız - Karşı-devrimci KararlıYurt dışındaki: "14'ler, Ordu içinde azımsanmıyacak bir kitlenin desteğine

mazhardır." (s. 23). Ama: "Havacılardan bir kısmı: Fevzi Arsın, Komite'den HaydarTunçkanat en katıları olmak üzere, (14)lerle kat'i surette bir işbirliğineyanaşmıyorlardı." "Mucip Ataklı ve Halim Menteş... İleride ancak (14)lerin bir kısmıile" (s. 23) işbirliği yapılabilir fikrindeler.

14'lerin kendilerine gelince.. 22 Eylül'de Bern'de:"Dündar Taşer'in evinde 3 gün geceli gündüzlü devam eden toplantılarda...

teşkilat haline gelmeleri sorunu tekrar ortaya atıldı... Evvelden beri devam edegelenve bir teşkilat haline gelmelerine engel olan liderlik meselesi (Türkeş mi olacak.Kabibay mı?) yüzünden, 14'lerin bir teşkilat haline gelme ümitlerini bir haylisarsarak toplantı dağılmıştı." (s. 24)

Ya SKB? "Ankara'da, siyasi ortam hepten karma karışık olduğu günleryaşanıyordu." (s. 24) Müdahaleciler çoğunluktu. Meclis'i toplanmadan dağıtacaklardı."Güdümcüler", Meclis'in kuracağı hükümeti dışarıdan güdeceklerdi. Gittikçeazalıyorlardı.

Devrimci cephe böyle en sallantılı küçük-burjuva kişisel dağınıklık içindebocalarken finans-kapital, yedek gücü taşra tefeci-bezirgan sınıfını kuyruğuna takıpiktidarı tekeline geçirmek için herşeyi yapıyordu.14'ler içinde hâlâ "lider" yapılmakistenen Türkeş'in desteklediği "DP"nin varisi AP": "27 Mayısçılara kin ve intikamgazabı içinde", "Gözlerimin içine bakın, ne dediğimi anlarsınız gibi sloganlarla elin 3parmağı aşağı doğru tutularak sehpa işareti " (S. 24) veriliyordu.

Paşa statükosu çoktan tutunmuştu. 6 Ağustos 1961 günü Heybeli'de ihtilalinlideri C. Gürsel Paşa, 30 Ağustos 1961 günü Zafer Bayramında silahlı kuvvetlerinlideri C. Sunay Paşa kafese konmuştu.

"30 Ağustos 1961... Protokola dahil zevat, Kurmay Başkanını tebriketmişlerdi. Bu vesile ile CHP Genel Başkanı ile Orgeneral Sunay arasında hususi birgörüşmeden sonra, Sunay'ın görüşünde tam bir değişme olduğu bilinmektedir."("Rahmetli Avni Doğan" yazısı, Gölgedeki Adam, s.26)

Nitekim, kesin seçim sonucunun ertesi günü, İstihbarat Başkanı TuğgeneralRefik Kurttekin'in odasında Jandarma Genel Kumandanı Tuğgeneral AbdurrahmanDoruk "Durumun yürüyebilmesi için tek hal tarzı" olarak şu iki "Şartı yazıverdi": "1-Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı olacak; 2- İsmet Paşa Başbakan olacak.

"Bana ve benim gibi düşünen SKB'nin çoğunluğuna göre bu hal tarzı,uygulanması tasavvur edilenlerin en kötüsü idi."

Bu plan üzerinde roller paylaşılıyor.14'leri Genelkurmay Başkanı Sunay tehditediyor (eski Türkçe yazısıyla talimat):

"1- Badema kat'iyyen siyasi hayatta bulunmıyacaklar."2- Ordu personeline her ne şekilde olursa olsun siyasi bir telkinde

bulunmıyacaklar."3- Kat'iyyen toplantı yapmıyacaklar."Bu hususlara riayet ettikleri takdirde kendilerini her zaman onore edeceğimi,

aksi takdirde kendileriyle hiçbir suretle ilgilenmiyeceğim gibi, aksi hareketlerininhesabını da soracağımı bilmeleri gerekir."

İşte 27 Mayıs sabahı, "vasıtalarına el konulduğu" için "evlerinden karargahakadar yürüyerek gelmiş", "haberdar edilmemelerine karşı anlayış göstermiş" (s. 2)olan Sunay, iktidara çıkıp öğüdü alınca böyle zılgıt vuruyordu.

14`leri ihtilal başkanı Gürsel her zamanki "babacan"lığıyla okşuyor:"Kadri Kaplan ve M. Yurdakuler'in gayretleriyle Gürsel'in ağzından 14 üyenin

vatanperver olduğu, demokratik nizamı korumıya kararlı bulundukları, aradakiihtilafın metod farkından ileri geldiği" "deklarasyon" yapılıyordu. (s. 25)

Dost Vücuda Düşman Baş

Page 132: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

21 Ekim 1961 günü saat 14.30 Harp Akademisi'nde İstanbul SKB 11 general(içlerindc R. Tulga ve C. Tural korgeneral, 2 tümgeneral,1 tümamiral, 3 tuğgeneral,3 tuğamiral), 28 albay (3 deniz, 2 hava,1 topçu,1 istihbarat olmak üzre hepsikurmay) ve 1 tek tanecik de kurmay yüzbaşı! ittifakı şu kararı alıyor:

"A- Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimden sonragelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi fiilen toplanmadan evvel duruma müdahaleedecektir.

"B- İhtilali milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir."C- Bütün Siyasi Partiler faaliyetten menedilecek, Seçim neticeleri ile Milli

Birlik Komitesi feshedilecektir."D- Bu kararın tatbiki 25 Ekim 1961'den sonraki bir güne tehir

edilemiyecektir."Burada ilgi çeken şey artık MBK'ni dolduran albaydan küçük rütbeli

kimseciklerin "protokola" sokulmamasıdır. Millet Meclisi yerine "milletin hakikimümessili" kim? Belli değil. Yalnız arada MBK yokediliyor! Ankara SKB'ndenAydemir, Atakan, Akkoç, Menteş uçakla İstanbul'a koşuyorlar. "Hava Kuvvetleri...tasvip etmemekle beraber çoğunluğun kararına uyacaklar." Gece, Ankara MürtedHavaalanında Ankara SKB'de protokolu imzalar.

Ama: "Güdümcüler hemen haberi gerekli yerlere ulaştırdı, tabii... " (s. 26)Kim o? ".. göz önünde tutmadığımız faktör: İsmet Paşa ile mücadele etme usulünügerektiği gibi öğrenememiştik... O, kaleyi... içinden fethederdi... Hasımlarını kendiaralarında çarpıştırır ve her iki taraf en mecalsiz hale düştüğü zaman, kat'i darbeyiiki tarafa birden indirirdi... Olayların olgunlaşması ve fırsatlardan azami faydalanmakiçin... tam siper, uzun bir sabırla avını beklemek taktiği..." (s. 27)

O zaman ne olacak? Hiçbir karar yokmuş gibi meclis toplanacak. İstihbaratşefinin "hal tarzı" ile Gürsel cumhurbaşkanı, İnönü başbakan olacak. Gemlerinikemiren subaylar içlerine sokulan "statüko" ajanlarıyla "başkumandan" emrindeordu parlamentolaştırılacak. "Müdahaleciler-Güdümcüler mücadelesi bitip tükenmekbilmiyen müzmin bir hal alacak."

"Başkumandan" kim? Sunay. Ne diyor? "Siyasi akış gayet iyi" diyor. "Bugünübeğenmiyoruz, istikbalden de çok endişeliyiz" diyen Jandarma Okul Kumandanı Alb.Ünsalan'a, "Memleketi mutlak yeni bir ihtilalin kurtaracağını, Ordu içinde çeşitligrupların ihtilal teşkilatı kurmaya devam ettiğini, ancak Başkumandan başta olmaküzere yapılacak bir müdahalenin Silahlı Kuvvetleri parçalanmak felaketindenkurtarabileceğini" söyleyen Aydemir'e:

"Orgeneral Sunay... her ne şekilde olursa olsun bir ihtilale taraftar olmadığınıkat'i surette ifade eder." "Başkumandan: İsmet Paşa bir tarafa, Türkiye öbür tarafa'demektedir." (s. 28)

Merkez Kumandanı Kur. Alb. Selçuk Atakan: "Alt kademelerden kumandamevkilerinde bulunanlara yapılan tazyik, tesirini her gün arttırmaktadır... Biz butazyikin müşevviki değiliz. Eğer öyle telakki ediliyorsak, derhal istifa etmekliğimizeveya emekliye sevkedilmemize müsaade buyurulmasını arz ediyoruz" diyekonuşunca, piyaz hazırdır.

"Başkurandan, kendi mevkiini işgal ettiği müddetçe (Sakın beni bırakmayınH.K.) hiç kimsenin genç kumandanların kılına bile dokunamıyacağını kesin olarakvadeder ve orduca İnönü iktidarının desteklenmesi gerektiğini söyliyerek toplantıyıdağıtır." (s. 28)

Lafla "başkumandan" ihtilale yürütülür mü?Böylece, kelleyle vücut birbirine mükemmel çatıştırılmıştır. Vücut kelleye

"buyur, yürüyelim" diyor, kelle vücuda; "beni atarsan, sen de ölürsün. Oturhaltetme!" buyuruyor. Sanki muzip bir operatör, dost bir vücuda, düşman kellesitakmıştır.

Vücut: Lafla İktidar ArarBari vücut ne istediğini biliyor mu? O hepsinden firaklı. Ellerinde müthiş

Page 133: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kuvvetler bulunduran "birlik kumandanları" tarihöncesindeki gaziler meclisini andıransilahlı parlamentodan kuzu usluluğu ile "dağıtılınca", haplar patlıyor. "Aralarındabirleşerek... alt kademedeki subaylara vardıkları kararı yazılı olarak duyururlar:

"1- Demokratik rejimde Silahlı Kuvvetler bir şahıs veya zümreyidestekliyemez. Bu hareket Anayasaya aykırıdır." (Ne güzel söz değil mi? Ardındangelene bakalım) "Silahlı Kuvvetler CHP'ni desteklemiye devam ederlerse , siyasetiniçinde kalacak ve muhalefet tarafından yıpratılacaktır." İsmet Paşa, İsmet Paşaaleyhtarlığı yapıyordu!

Mantığa "pes!" değil mi? Gene meşhur "siyaset" ortaya çıktı. Aman siyasetyapmayalım. Ne yapalım? CHP'yi desteklemeyelim. Eğer söylenene inanılıyorsa,sonuç ne ola ki? CHP'nin düşmesi... Finans- kapitalin allahtan istediği bir gözdü,allah ona iki göz veriyordu. Silahlı kuvvetler CHP'yi ve İsmet "şahım" desteklemedimi, yerine Morrison fırmasının yedeğe başka hazırladığı AP gelecek. Belki İ. İnönüPaşa da onu istiyor. Ama, henüz "zamanı mı ya?"

"2- İnönü ve CHP'den başkasına iktidarın verilmesinin memleketi anarşiyegötüreceği Kumandanlarca kabul ediliyorsa, hiçbir şahıs ve zümre menfaatineolmamak. ("Hadi canım sen de!" diyor böyle laflara İ. İnönü Paşa) ve Atatürkilkelerini esas alan bir düşünce etrafında plan yapmak şartile ancak iktidara elkonulabilir." Felsefe bu. Ve bu felsefeye en çok cuntacı CIA'nın aklı yatmaz mı? Hem,bu "iktidara el koyma" yolu "siyasetin içi" olmayacak mı? Hepsi bir yana, "Atatürk"bu işe niçin karıştırılıyor? Cumhuriyetin ilan edileceği gün, meclisteki hocalar,saltanatı kaldırmanın "şer'i serife" (o zamanki anayasaya) uyup uymayacağınıtartışıyorlardı. Tatışma uzayınca Mustafa Kemal ne yaptı? Bir sıranın üstüne fırlayıp,o derin ülema efendilere haykırdı:

"- Efendi, efendi! Saltanat kimseye Şer'i Şerif icabıdır diye ne verilmiş, nealınmıştır. İktidar kuvvetle, zorla alınır.!"

Kritik durumda "Atatürk ilkeleri" buydu. Değerli birlik komutanlarımız ise, kırkyıl önceki ülema efendilerin ilkesine, tartışmayla ihtilal yapmaya girişiyorlardı! Bu,tartışmayla gelmemiş olan 27 Mayıs'ı, tartışmayla gömme törenine dönüyordu.İktidar finans-kapitale başka türlü geçebilir miydi? Aksiyon adamları, sözebesikesilmişlerdi. Samimi olunduğu ölçüde birliği dejenere ediyorlardı.

Bu "samedani komedi"yi "siyasetçilerin manevrası" gibi gören D. Seyhan "ilkcephe çatlağı " sayıyor. "Ve sonradan ustalıkla kullanılmak üzere bu çatlak daimabüyütülmüş ve bir gedik haline getirilmiye çalışılmıştır" diyor. "Siyasetçilerin(fınans-kapital aygıtları denilmek isteniyor)... bu vesayet müessesesine artık bir sonverilmesi lazım geldiğini gizliden gizliye hesapladıkları muhakkaktı.

"Fakat, herşeyden evvel, Silahlı Kuvvetler Birliğinin ortadan kaldırılmasımeselesi bir siyasi manevra işiydi ve zamana ihtiyaç gösteriyordu. Bundan evvel,yapmaları ihtimali her gün kuvvetlenen bir müdahaleye karşı tedbirli davranmak,müdahale taraftarı olanları oyalamak icap ediyordu.

"Yapılan bu toplantı, siyasi kışırı patlatmak derecesine varan baskı tesiriniazaltmak için, sisteme takılmak istenen muvakkat bir emniyet supahı idi." (s. 28)

Karşıt Cepheler KurulurFinans-kapitalin "fit sokma" oyunları için, her bakımdan, maddesi ve manası

yıpratıcı bunalımlarla, hayır-şer bocalayışlarıyla kıvranan, çaresiz dargelirliküçük-burjuvaziden daha hasret ortam bulunur mu? Burasını herkesten iyi,firavunlar ve nemrutlar çağından Bizans kanalı ile her türlü "böl ve hükmet" mirasınakonmuş bulunan finans-kapital bilir.

Ansızın ve sinsi sinsi bütün devrimcilerin arasına bir kuşku girmişti. Menteş, D.Seyhan'a: "Aydemir ve etrafının Silahlı Kuvvetler Birliği teşkilatını sabote edicifaaliyetini anlattılar. Talat, herkesin altından adam çalıyor, kendine bağlıyordu." (s.29)

"Bana 'Şah damarım' kadar yakın olan arkadaşlarımdan Necati Ünsalandurumun nezaketini tamamen kavramış.. Fakat, o da Aydemir'in ve çevresinin,

Page 134: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Silahlı Kuvvetler Birliği teşkilatını kundaklamaktan çekinmediği kanaatinde... SelçukAtakan ateş püskürüyordu. Birlik ve beraberlik fıkrinin dejenere edilmesindendoğacak elim akibeti sayıp döküyor, bunun başlıca sorumluluğunu kıs menhavacılara ve çokça Aydemir'e yüklüyordu."

Ötede "Aydemir, kendisine atfedilen faaliyetten ve art fıkir isnadındantamamen habersiz göründü. Havacıların güdümlü demokrasiyi dayatmak içinkendilerini alet olarak kullanmaya devam ettiklerini, Silahlı Kuvvetler Birliğinin buyüzden yıpratıldığını, her zaman siyasetçilerle işbirliği halinde olduklarını altkademedeki teşkilat unsurlarının bir müdahalenin yapılması istikametindekizorlamalarına dayanmanın büyük güçlükle mümkün olabileceğini izah etti." (s. 29)

Böylelikle silahlı kuvvetler içinde fınans-kapitalin daha başlanırken açtığıkaracı-havacı yarası, alabildiğine irinlendirilip işletiliyordu. Bu işi ancak istihbaratbaşkanlığı yapabilirdi. Gen. Kurttekin tam "tavşana kaç" ama hele "tazıya tut"diyordu. Görünüşte "ne şiş yansın ne kebap" stilini kullanıyordu.

a) Bir yanda: "Kurttekin de, Talat ve destekçilerinin tutumunu tasvip etmezgörünüyordu."

b) Öte yanda: "Ancak, General, evvelce verdiğimiz prensip kararınınbozulmaması hususunda tam bir anlayış ve gayret göstermekteydi." (s. 29)

Bu birbirinden ayrı iki varyantmış gibi gösterilen iki davranış da aynı şey değilmiydi? Daha "dargelirli" olan karacıların sözcüsü T. Aydemir, devrimcileri değil,gerici finans-kapitalistleri "siyasetçiler" sayıp kötülüyordu. İstihbarat Aydemir i"tasvip" etmemekle devrimden yana olmadığını sezdiriyordu. Yalnız, "prensip kararı"dediği şeyle "suret'i haktan gelerek" devrimcileri oyalama taktiğini güdüyordu.'Prensip kararı" neydi? Devrimcileri birbirine düşürme kesinleşinceye değin,"başkumandan" gemi altında dizginleyip; durgunluğu kokuşmuşluğa çevirtmenindüzmeceliğiydi. Kurttekin o noktada açıktı:

"Başkumandan etrafında parçalanmaksızın toptanabilmek için toplanabilmekümidini kaybetmemişti. Bu bakımdan, hangi taraftan gelirse gelsin, ayrılığa müncerolan davranışları reddediyor, Başkumandanın karar ve emirleri çerçevesinde kalmayımemleket hayatiyetinin tek şartı görüyor, sadecc, Kumandanın noktai nazarına görehareketi ve grupların hiçbirine katılmamayı esas olarak kabullenmiş bulunuyordu."(s. 29)

Bundan daha açık seçiği can sağlığıydı. Başkomutan çoktan kararını vermişti.Ona "göre hareket" devrimin karşı-devrime dönüşmesiydi. Direnen albaylarıdondurmak için "başkumandan"dı. Devrimcilerin başucuna en büyük yetkiyledikilmişti. "Taraf" tutmamak, ayrılanları birleştirmek değil, daha çok birbirinekapıştırmak için oluyordu. "Gruplardan hiçbirine katılmama" onları çil yavrusu gibidağıtma taktiğinden geliyordu.

Yoksa, fnans-kapitalin "sincabı hazretleri" kendi cephesinde kararını vermişti."İti hinziyre musullat" edecekti. Ordunun üst kaymağını kendine çekip açıkça savaşakatmıştı bile:

"Genelkurmay Başkanlığında vazifeli generallerden bir kısmı, başta İkinciBaşkan Memduh Tağmaç (şimdiki Genelkurmay Başkanı H.K.), Silahlı KuvvetlerBirliğine tamamen dirsek çevirmişler, bulundukları mevkiden alabildikleri yetkioranında teşkilatın ileri gelenleriyle çatışma halinde bulunuyorlardı."

Finans-kapital avını, sabırlı bir örümcek çabasıyla her yanından öldürücüağlarıyla sarmıştı. Devrimciler o ağ içindeki sinekler gibi, birbirlerine düşüpçırpındıkça, büsbütün kıskıvrak bağlanıyorlardı. Önce deniz ve hava ile karakuvvetleri arasında açılan çatlaklar, gittikçe "kuvvet"in kendi içine işliyordu. Helekara kuvvetleri kalabalığı ölçüsünde çatırdıyordu:

"İşte, Kara Kuvvetleri kanadında meydana gelmiş anlaşmazlıkları bertarafetmek üzere, bu Kuvvetlerin ileri(geride gelenler hep yok. Hiyerarşi!) unsurlarıarasında bir toplantı tertip etmekle başladık" (s. 29)

Bir "Bomba" Protokol Daha: Devrimin Dinamiti

Page 135: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Devrimcilerin korktukları şey, herbirinin ta içinin içinde yatan tekkişi-kahraman olarak ortaya çıkıvermek tehlikesiydi. Onun için daha öncesözleşmişlerdi:

"Şartlar ne olursa olsun, katiyen birbirimize haber vermeden münferit birharekete katılmamaya karar verdik." (s. 29)

Hava kara vb. çatlakları yarılınca, karacılar olsun bir derlenme denediler:"Ünsalan, Aydemir, Arat, Atakan, Kemal Güner ve diğer bazı arkadaşların

katıldığt toplantıyı Jandarma Okul Kumandanlığı odasında yaptık. Herkes o günekadar aralarındaki anlaşmazlığa sebep olan söylenti ve şahsi görüşlerini,karşısındakini itham etmekten çekinmeksizin tam bir rahatlık ve açıklıkla ortayadöktü."

Ve hepsi de nasıl bir fitne oyununa geldiklerine içten şaştılar: "Sonunda, bütünsöylenenlerin ve evlam derecesine varan görüşlerin, teşkilat mensuplarının yüzyüzegelmemelerini fırsat bilen bozguncu unsurlar tarafindan inşa edilmiş, maksatlıtertiplerden başka bir ciddiyet taşımadığı kolaylıkla anlaşılıverdi." (s. 29)

Oyuncak edildiklerini gören 54 yüksek subay 9 Şubat günü bir "bomba"(protokol) daha imzalıyorlar.

"1- Türk Silahlı Kuvvetler Birliği hiyerarşik nizama uygun olarak iktidaraelkoyacaktır.

"2- Hareket için hava kuvvetlerinin muvafakatinin alınması şarttır."3- Hareket, 28 Şubata kadar icra edilecektir."Niçin? "seçkin"lerle "reformlar" yapmak için. Ne reformu? Kimse tartışmaz. Ne

var ki, araç 3 madde "harekat"ın yapılamayacağını 3 defa tekrarlamaktan başkapratik hiçbir anlam taşımıyordu. Küp küp üstüne konmuştu:

1- Hiyerarşi başkumandan karşıydı:"Başkumandanın kesin surette bir müdahaleye taraftar olmadığını" Gen. R.

Tulga bildiriyordu.2- Havacılar karşıttı:"General Tulga'ya karşıttı:"General Tulga'ya hitaben:"- Paşam size gelip dayanıyor."General müteredditti:"- Haklısınız. Fakat, Hava Kuvvetlerinin durumunu halledemedik ki..."3- "İmzalanan protokol tarihi ile uygulama arasına, büyük bir gafletle, 19

günlük bir mühlet koymuştuk. Halbuki 21 Ekim protokolunu önlemek için Paşaya 19saatin bile kafı geldiğini çok iyi biliyorduk." (s. 31)

Demek bu protokol "bomba" değil, "gel beni ye!" idi. Ya da "bomba" ise,devrimciler onu kendi temellerini dinamitletmek üzere koyduklarını "çok iyibiliyorlardı."

Öyleyse? Bizim silahlı çocuklar ihtilalle bile bile lades oynuyorlardı. Bir yanda"memleketin üzerine çığ gibi yuvarlanmıya hazır o muazzam gücün önüne kimdikilecekti?" sorusunu açıyorlar, ötede: "Ortada da gizli olarak cereyan eden birfaaliyet yoktu" diyorlar. Biri (Alb. Ünsalan) bağırıyor: "Ya şimdi harekete geçeriz,yahut bu müzmin duruma kat'i son veririz." Ötekisi (R. Ülgenalp: V. Kor. Komut.)sesleniyor: "Arkadaşlar, Lakırdı ve fıkir gösterileriyle zaman kaybediyoruz. Biz,Kumandan olarak, maiyetimizin yüzüne bakamaz hale geldik. Ne olacaksa bir anevvel olsun." (s. 30)

"Bütün bu kargaşalığın ve feci durumun sorumluluğunun birkaç kişinin sırtınayıkılacağını daha o geceden anlamak için kahin olmıya lüzum yoktu." (s. 32)

O gece 18 Şubattı.19 Şubat. "Başkumandanlık odasında" bir toplantı. Kuvvetkomutanları, jandarma genel komutanı ve 3 albay. Alb. Ünsalan bütün o blöfüandıran ajitasyonların korku nedenini açıklıyor:

"27 Mayıs temelinde olan bizleri ortadan kaldırmak için her çareyebaşvuracaklardır. Bizi mukadder olan felaketten siz dahi kurtaramıyacaksınız."

Page 136: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Alb. Atakan panik içindedir:"Sizin düşüncelerinize bizimkiler uymıyabilir. Bu takdirde, emekli edilmiye

veya istifa etmiye hazırız.""Başkumandan.. samimi olarak" neredeyse ağlıyacak."Evlatlarım, beni bırakıp nereye gidiyorsunuz? Ben bugüne kadar bütün

icraatimi sizlere güvenerek yaptım. Size şeref sözü veriyorum, cesedim sokaklardaçiğnenmedikçe kılınıza kimse dokunamıyacaktır." (s. 33)

Bu babayani çığlık, Aydemir evlat asılırken kulaklarında çınladı mı kim bilir?Çünkü, "Evlatlarım!" çığlıklı ardarda uzun toplantı ve tartışmalar, finans-kapitalşebekesine zaman kazandırıp, devrimci kanadı soyup deşarjlarla yalnız gevşetmeyeyarıyordu:

"19 Şubat toplantısı, gerilmiş sinirlerde, 20 Şubat gecesine kadar genel birgevşeme etkisi yaptı. Durumun normale döndüğüne dair ortada henüz belli emarelergörünmüyordu, ama huzur havasının tatlı meltemini de hissetmiyor değildik" (s. 33)

Provokasyon"Halbuki siyasetçiler varkuvvetleriyle taktiklerini uygulamaya girişmişlerdi."

(s. 23)Finans-kapital, her devrimci davranışı yasaklamakla kalmaz, kışkırtır da.

Devrimcilerden kurtulmanın en zararsız biçimi provokasyondur. Biraz daha kazançlıhavacılara karşı züğürtçe karacıları kullanmaktan kolayı var mıdır? "Siyasetçiler vestatükocular, koskoca Silahlı Kuvvetlerin iki ayrı Kuvveti ile oyun oynamıyakalkmışlardı. Türk Devletini felakete sürükliyen korkunç bir oyun. '

"Bir tarafa gidiyorlar, 'Albaylar Cuntası'nın ihtilal yapacağı haber veriliyor. Buhaber İstanbul'a kadar ulaştırılıyor." İstanbul örgütünün kara organlarını bileendişeye atıyorlar.

"Öbür tarafa koşuyorlar, 'Havacılar alarma geçti. Başkumandan ve KaraKuvvetlerinin ileri gelenlerini tevkif ettiler' diye haber veriyorlar... Birlikleri kendikendilerine alarma ve harekete geçiriyorlar.

"Bir Kuvvet, diğerlerinin aleyhine alarma geçiyor... İhtilal yapmasına maniolacak... Ne ile? Silahlarıyla tabii... Gözü kızmış, bulanmış tahrikçilerin.

"Hedef kimdir? Ve nedir? Artık açıkça belli olmuştur. Türk Silahlı KuvvetlerBirliğinin ileri gelenleri arasına nifak sokmak, bir kısmını bir kısmına yedirmek.

"Bir kısmını bir kısmına yedirdikten sonra, geride kalanları da kendileriyiyecek, ona da vakit gelecek... Evvela iktidarın bir ucuna oturmuşlar temizlensin,geriye kalanların da elbet kârı görülür... Nitekim gördüler de..." (s. 34)

"Herşey su üstüne çıkmıştı denebilir? Hükümet ve statükocular, her sonucugöze alarak tam bir saldırıya geçmiş bulunuyorlardı. Fakat bu taarruzlarında direktolarak kendilerini karşınızda görmüyordunuz. Silahlı Kuvvetler içinde zamanlaedinmiye muvaffak oldukları taraftarlarını üzerinize salıyorlardı. Hedeflerini de iyiceküçültmüşlerdi. Sorumlu olarak ortaya sadece birkaç Albay atıyorlardı. Sanki 12 günevvel 9 Şubat protokolunu 54 yüksek rütbeli subay imzalamamıştı. Bütün hedefleriAnkara'daki "Albaylar Cuntası" idi. İlk hamlede onun da hepsini karşılarınaalmıyorlar, sadece Aydemir'e çullanmakla yetiniyorlardı." (s. 36)

Hani ya vatan, millet, sakarya"? Finans-kapital için hiçbiri yok. Siyasi iktidarvar. Küçük-burjuvaziye bırakır mı hiç iktidarı? Onlar, Türk subayı kadar zeki, aydınkişiler de olsalar, çocuk oyuncağı bahanelerle birbirine düşürülebilir ve kullanıldıktansonra acımaksızın kırılıp atılırlardı.

Provokasyonda Ele VerilenlerBu trajediyi, gölgedeki adamın hatıraları sonunda polis romanından daha

heyecanlı akışıyla okuyabiliriz. 21 Mayıs olayının yargılanması sırasında T.Aydemir`in savunması şöyle özetler: "22 Şubat 1962 günü Genelkurmay Başkanıbeni saat 11.00'de makamına çağırdı. Yanında Kara Kuvvetleri Kumandanı OrgeneralMuhittin Önür, Jandarma Genel Kumandanı General Abdurrahman Doruk, JandarmaOkul Kumandanı Kur. Alb. Necati Ünsalan, Merkez Kumandanı Selçuk Atakan vardı.

Page 137: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

Bana hitaben:"Evladım, seni himayeme alıyorum. Avrupaya nereye istersen dört seneliğine

tayin ediyorum. Okul Kumandanlığından alıyorum. Çünkü dün gece tank taburunave kıt'alara alarmı sen vermişsin."

Oysa, saat 02.00 suları, Tank Taburu Kumandanı Yarb. Haldun Dora soruluncaşöyle diyor:

"Havacıların alarma geçerek evlerden subay ve ast-subaylarını otobüslerletopladıklarını tesbit ettik. Arkadan Kumandanlarımızı ve siz büyüklerimizi Havacılarıntevkif ettiği haberi geldi. Biz de Kara Kuvvetleri olarak sizleri kurtarmak içinharekete geçtik. Bu gece herşeyi yapmıya hazırız."

Buna karşı Ünsalan: "Öyle şey yok. Tabura dön ve alarma son ver" demiştir.Aydemir'in gönderdiği Kur. Bnb. Bahtiyar Yalta da: "Albay Aydemir'in ricası, hemenTabura dönmeniz ve alarma son vermenizdir." emrini vermiştir. Bunu"başkumandan" duymamış olabilir mi?

Aydemir, onun için savunmasına şöyle devam ediyor:"Böyle birşey yapmadığımı, kıtaların daha önceden yapılan planlara göre

otomatikman, Hava Kuvvetlerinin alarma geçmesiyle, karşı alarma geçtiklerini,bilakis bir yanlışlığı ve faciayı önlediğimi söyledim. inanmak istemiyordu: 'Neyapayım? Hükümet Başkanı İnönü böyle istiyor' dedi.

"Anlaşamadık Dışarı çıkarıldım. Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Hüsnü ÖzkanHava Kuvvetlerini alarma geçirmiş. Genelkurmay Başkanlığına bir ültimatomvererek, bizim başımızı istiyordu.

(Tabancasını Başkumandanın masasına koyarak):"Buyrun tabancamı, ihtihar et, deyin edeyim Fakat ben Hava Kuvvetlerinin

emriyle şuradan şuraya kımıldanmam."Bu oyunun birinci perdesi: İkinci perdeyi gölgedeki anlatıyor:"Generaller ve Albaylar Başkumandanın odasının yanındaki salona geçerler..

Bir akşam evvelki olaylar hakkında yüzleştirme yapılmak üzere Hava KuvvetleriKurmay Başkanı General Hüsnü Özkan'ın çağırılması uygun görülür.

"General Özkan tam bir şiddet ve hakaret pozuyla salona girer. KaraKuvvetleri Kumandanı Orgeneral Önür'e hitaben: Sen beni ne yüzle çağırırsın? Sendeğil misin bizi alarma geçiren ve alarmda tutan? Şimdi de bizi albaylara muhatapediyorsun: Ve Aydemir'i göstererek:

Tekmil bozgunculuğu meydana getiren budur' dedikten sonra, Ünsalan veAtakan'a döner:

Bunları severim' der."Sonra da, Hava Kuvvetleri Kumandanı'ın İstanbul'dan dönüşüne kadar,

alarmı kaldırmıyacağını söyliyerek çıkar gider..." (s. 35)Karşı-devrimin saldırış taktiği son kerteye dek gizli, geniş ve rahat

tutulmuştur. Genede olaylar önünde, başkumandan İ.İ. Paşayı ele vermiştir, HavacıGen. Özkan Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Önür'ü ele vermiştir. Yiğitlik yarışı içinyetiştirilmiş bulunan askerler, küçük hesaplara pek kötü alet edildiklerini görüncedayanamamışlar, baklaları ağızlardan çıkarı çıkarıvermişlerdir.

Finans-kapital, fakir Türkiye'nin kaç yılda nelerle yetiştirdiği halk çocuğusubayı çerez niyetine harcamakta hiçbir vicdan üzgüsü duyamaz. Ya havacılaryenilirse? Finans-kapital: "İt ölürse kardan, kurt ölürse kârdan" demiştir. Umurundamı? Hangisi üstün gelse, en son oturumda kendisi hakem olacaktır.

Finans - Kapital Münafıklığı Askeri DonduruşFinans-kapital, MBK'ni SKB'ne yedirmişti. Şimdi SBK'ni yenilir kılmak için,

mülayim ateşte pişiriyordu. Pişirim iki türlü oldu:1- Tecrit: Devrimcileri kuvvetkumandanlarından uzaklaştır. 2- Fit: Devrimci arasına sinsice münafıklık ve fıt sok.

Bu olağanüstü basit, çocuk kandırmaz oyun, cin gibi kurmay subaylara nasıluygulanabildi? Sırf küçükburjuva sosyal karakterleri ince ince sömürülerek...

Güçlerden uzaklaştırmanın örneği Dündar Seyhan'dır.

Page 138: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Ekim 1961'de bana vaadedildiğinin aksine, Zırhlı Birlikler Okul Kumandanlığıyerine, Genelkurmay Başkanlığı Sivil İşler Şubesi Müdürlüğüne tayinim çıkmıştı.

"Bu tayinim, tasmim ve vaadedildiği gibi çıkarılmamasına sebep,başkumandanın etrafında kurulu olan tezvir makinesinin aleyhimde işletilmesiolmuştu.

"27 Mayıs evvelisinde ve sonrasındaki davranış ve kanaatlerimi, kendiçıkarlarına uyacak şekilde eğip bükmesini beceren tezvir halesi beni, hangi şartlaraltında bulunursam bulunayım, mutlak bir ihtilal taraflısı olduğum şeklinde yetkilileretaktim etmekte kusur etmemişlerdir." (s. 29)

"Yetkili" tepedeki "başkumandan" kişi olunca, kişi ise çoktan "atı alıp Üsküdar'ıgeçmiş" bulununca, devrimcilere sabotaj ve tecritten başka ne beklenebilirdi? Ozaman dükkancık ve sen-ben rekabeti, küçük-burjuva gerisinin bütün kurtları vıcıkvıcık "tezvir" ve dedikodu pisliğini fışkılaştırmaktan daha lezzetli bir halt yiyemezolur. Hem bu, yalnız tek yandan, yalnız bitmez tükenmez (umulmaz, beklenmez)"düşmancıklar" yanından gelmekle mi kalır? Nerede! "Dostlar yağmada ciddayımephut" (düşmanları şaşakalmış) bırakacaklardır.

"Beni yakından tanıyanlar da aksi yönde gayretlerini esirgememişlerdi. Bubirbirine ters yönde çalışmalar üzerine, ortalama bir hal çaresi bulunmuş, herihtimale karşı emrimde kuvvet bulunmaması uygun görülmüş." (s. 29)

Her gün, her alanımızda akan dizboyu pislik, düşman "Sakın ha! Patavatsız,ihtilal patlatır" temasını işler, dost: "Sakın ha! Beceriksiz, ihtilali engeller..." akılcılsoysuzlaştırmasını yutturur. Ve en sonunda namuslu bir tek adam kalmışsa, onu daşu kepaze keçiboku "fikir" sahtekarlıklarıyla örtüp, gübreleri üstünde rahatçaeşelenip, finans-kapital efendilerinin ahırında tavukları yumurtlatan horoz efegeçinirler.

Küçük-burjuvazi bu rezilliğinde öylesine "samimi", öylesine "masum"dur ki, engülünç maskaralıklarını, kimseciğin çakmayacağı son derece "kurnazlık"mışcasınabayağı ciddi ciddi pozlarla uygular. Devrimci askeri nasıl tecrit edelim? Sivil sektöreatmakla. E, silahlı kuvvetler içinde "sivil" ne arasın? Uyduruveririz. İşte yolu:

"İstihbarat Başkanlığı emrinde yeniden ve idareten açılacak özel bir ŞubeBaşkanlığında, Türk Silahlı Kuvvetleri Birliği faaliyetini yakından koğuşturmak (14)lerve sair siyaset pozisyonu içinde bulunan teşekküllerle temas temin etmek ve buhususlarda Başkumandanlık karargahının bir yetkili cüz'ü olarak çalışmam kararaltına alınmıştı."

Devrimciye "seni göz hapsine aldık" denmeyecek de, sen ne kadar devrimci("siyaset pozisyonu") varsa onların hepsini göz hapsine almaya yetkili ve de"başkumandanlık"tansın denecek! Bu derece şatafatla karşı- devrim emrindedevrimcileri casuslama görevinin bir küçük-burjuva için aldatıcılığına bakın ki,rolünün tersine çevrilişi önünde devrimci de şundan başka söyleyecek sözbulamıyor:

"İstihbarat Başkanı General Kurttekin, Başkumandanın bu husustamuvafakatini almıştı. Görevimi tebliğ ettiler, yadırgamadım. Vazifenin yerini veşeklini kıymetlendirmede alışkanlığım teşekkül etmemişti." (s. 29)

Ondan "kıymetlendirme" bekleyen kim? Devrimci devrimcilere karşı "muhbir'isaadık" "pozisyon"una sokuluyordu. Hepsi o kadar. Ve bir kez daha devrimciaskerlerin kafasına sofislerden beri herkesçe anlamı bilinen siyaset en abrakadabranbir tanımlamayla çivileniyordu. Siyaset sosyal sınıflar arasındaki ilişki ve çelişkilerzanaati değildi. Ya neydi?

Asker finans-kapital politikasına kul köle oldukça bu, "siyaset" yapmamakoluyordu. Asker, halk ve devrim yararına sosyal sınıf ilişki ve çelişkilerini mideğerlendiriyor? Aman tanrım! Yangın var. Siyaset yapılıyor, mazallah "askersiyasetle iştigal ediyor." Bu kıyamet alametini yazdıysa bozsun. Tü, tü; tü!... Tövbeestağfurullah: Siyaset ha? Asker dediğin yalnız gericiliğin ve sermayenin emrinesokulmamış "siyasi pozisyon içinde bulunan teşekküller"i kovuşturabilir. Yoksa,

Page 139: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

dünya batar! Asker siyasetle... asla ve kat`a ne münasebet, ölse uğraşamaz, zinhar!Amma velakin, en domuzuna gerici politika şampiyonluğu yaptın mı, korkma.

Ha bak "ağa" bu, "kaka siyaset" değil, "cici vatanperlik"tir. Asker de olsan, yapyapabildiğin kadar, şereftir.

İhtilal mi? Blöf mü?Devrimciler soyut ülkü içiyorlardı, ideal sarhoşuydular. Finans-kapital

olağanüstü ayık, somut hedefleri teker teker kitabına uydurup yıkıyordu. Çünküsiyasi iktidar ihtilalin eliyle ona teslim edilmişti. O yaparsa haklıydı. Devrimci,kuvvetliyken bile haksız düşüyordu. Ve hem, ne orostopoğlu Doğu kurnazlıklarıylabirer birer yoklaya korka insan harcıyordu?

Şu albaylar içinde bir gölge dolaşıp işleri karıştırıyordu. Onu nasıl durduralım?"Emrine birlik "kuvvet" vermemek için istihbarat başkanlığında bir uydurma "sivil"göreve atalım. Ya orada da boş durmazsa? Öyleyse oyalayalım. D. Seyhan yazıyor:

"12 Şubat günü, Başkumandanın verdiği emre uygun olarak Genelkurmayİstihbarat Başkanlığındaki özel görevime başlamak üzere... gittim... Yazılı emrikoğuşturduk.

II. Başkanın (hani şu oldum Allah dirsek vuran M. Tağmaç'ın) masasındatakılıp kaldığını... haber verdiler. Doğru amirim Harekat Başkanı Gen. S. Sancar`agittim... General meseleye yeni muttali olduğunu, oraya bir miktar zaman koymanınuygun olacağını söyledi ve bana 15 gün izin verdi." (s. 31)

Harekat 28 Şubat'a kalmayacaktı. D. Seyhan 26'sına dek açıklar livasıfinans-kapital elebaşıları bellemiş, teker, çifter icaplarına bakıyor. İçlerinde enatılgan lider durumunda olan Aydemir'i parmakla gösteriyor. MBK havacılarındanMucip Ataklı'ya Haydar Tunçkanat'a resmi, emekli Alb. Ekrem Acuner'e sivilkıyafette: "Ne oluyor, ihtilale mi kalktınız?" dedirtiyor.

22 Şubat. Havacılar bile, ne kötü role düştüklerini anlayınca, kahırlarındanağlıyorlar. Ünsalan telefon ediyor:

"Hv. Alb. Fevzi Arsın yanımda. Bizi içine düşürdükleri durumdan fevkaledemüteessir, ağlıyor." (s. 37)

Devrimciler o gün: "Ataklı ve Tunçkanat hakkında kanuni işlem yapılmasını"istiyorlar. (s. 37) Karşı taraf, son vuruşu için, toptan temizliğe girişmiş. Hem saat10.00`da, hem saat 13.00'de:

"Emir Subayı, Merkez Kumandanı Alb. Selçuk Atakan, Harbokulu AlayKumandanı Alb. Alpagut, Muhafız Alay Kumandanı Alb. İlkin, 229. Piyade AlayKumandanı Alb. Erkan ve Tank Tabur Kumandanı Yb. Dora'nın GenelkurmayKarargahında enterne edildiklerini bildirdi. "10 dakika sonra, GenelkurmayKarargahından da haberi teyit eden bilgi aldık." (s. 37)

Bütün bu ve benzeri olaylar finans-kapitalin saldınya geçtiğini, Türk subayınıTürk subayına kırdırmakla da olsa dilediğini yapacağını yüzde yüz kanıtlıyor.Devrimciler ne yapıyorlar? "Beklediğimiz uzlaşmayı kolaylaştırmak" diyorlar.

Ordu devrimcilerden yana "229. Piyade Alayı hariç Ankara' daki bütün birliklerbizim emrimizdeydi. Çubuk'taki 230. Piyade Alayı Ankara'ya çağrılmış, AlayKumandanı gelir gelmez bize katılmıştı... Etimesğut'tan Genelkurmayın emriyleAnkara ya celbedilen Tank Birliği Bnb. Şükrü İnanç'ın emrinde Bahçelievler yolkavşağına gelince bizim emrimize girdiler... Harb Okulu öğrencileri ne beklediğimizisoruyorlardı. Sizin bir damla kanınız dünyaya bedeldir" karşılığını veriyordum." (s.39)

Besbelli, ihtilalciler kararsızdılar. 27 Mayıs gibi "kansız ihtilal" umuyorlardı.Oysa 27 Mayıs gizli ve apansız bir baskındı. Kendileri güpegündüz, caddelerde,İnönü'nün oğlundan paşa babasına öğüt vermesi isteniyordu. "Savunmaya düşmekDevrimin ölümüdür" denir. Devrimcilerinki bir savunma bile değildi. Tam birküçükburjuva blöfüyle oyunu kazanmak, "sayıyla galip" çıkmak sevdasıydı. Onufınans-kapital kurdu çakmaz olur muydu?

İhtilalci şöyle diyor:

Page 140: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

"Biz iktidar için silah arkadaşlarımızın kanına susamış vampirler değildik...Sonuna kadar her çareye başvurmalı bir uzlaşma ve çıkar yol aranmalıydı." (s. 38)

İhtilalle İşimiz Yok"Siyasetçiler ve statükocular, iktidarlarının sonu anlamına aldıkları bir uzlaşma

dairesine yanaşmaktansa, memleketi şu korkunç durumun içerisine atmayı gözealmış bulunuyorlar." (s. 40)

Nelerine güveniyorlardı? İhtilalciler de orasını üstü kapalı geçiyorlar. "İhtilalhareketini durdurmak demek, eldeki Kuvvetlere rağmen boynunu bile bile ipeuzatmaktır." (s. 40) diyorlar. Kuvvet ihtilalcide değil mi? İşte insana en güç gelmesigereken şey burada yatıyor:

İhtilalcileri asıl yüzgeri eden gerekçe başkadır. Onu şu rümuzlu satılardaokuyoruz:

"Durumun Türkiye aleyhine beynelmilel ihtilatlar yaratması mümkündü. Olukgibi kan akacaktı. Ya Alb. Ünsalan'ın çizdiği müthiş tablo..." (s. 40)

"Beynelmilel ihtilat", Türkiye'yi üs yapmış Amerika'dan başka kim olabilir?Demek, alınyazımız bir kez daha yabancıların elinde. Ancak bu da, devrimseldüşünce ve davranışa benzemiyor. Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas Kongrelerinekatılırken, beynelmilel ihtilâtlar şimdikinden korkunçtu. Emperyalizm Türkiye'yi silahgücüyle dize getirmişti.

Açıkçası, ihtilalci ihtilalden korkuyordu. İkide bir yazıyor"Birliklerin yeni gelen kumandanları tutuklıyarak kendiliklerinden, kendi

akıllarına estiği gibi hareket etmiye kalktıklarını şöyle bir göz önüne getiriniz..Memleketin ne büyük bir felakete sahne olacağını, korkunç bir anarşinin ortalıktanasıl kol gezeceğini tasavvur etmek çok kolay olur. Ve bizim Harbokulunda nedenbirliklere alarm vermedigimiz ve emir ve kumanda sorumluluğunu nedenomuzlarımıza aldığımız açıkça anlaşılır." (s. 38)

Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'in böyle düşündüğünü "gözönüne"getirelim. "Kurtuluş" nereye varırdı? Çünkü, saltanat ve emperyalizm orada daAnzavur Paşalar, Yunan orduları bulmuştu. Bütün görünenlere göre 27 Mayıs'tansonraki bütün çöküşlerin temeli, herşeyi küçük-burjuva ikirciliğiyle ele almayadayanıyordu. Bunun insanı en şaşırtan örneği şu olaydı:

"Genclkurmay Başkanlığında enterne edilen kumandanlar yerine yeniatananlar gönderilmeye başlandı.

"Kur. Alb. Cihat Alpan, Muhafız Alayına giderek Alayın kumandasını ele almış.Bu esnada, Harbokulu emrinde bulunan Muhafız Alayı Suvari Grubun KumandanıBnb. Fethi Gürcan, kendi inisiyatifı ile Alay Karargahına giderek Alb. Alpan'ı tevkifetmiş ve Alayın Kumandasını ele geçirmiş.

"Binbaşı Gürcan namuslu, mert, memleket sever ve cesareti hudutsuz olan birkişiliğe sahipti. Muhafız alayının emir ve kumandasını aldığı zaman Köşk'te:Cumhurbaşkanı, Başbakan, Hükümet üyeleri ve Kuvvet Kumandanları toplantıhalinde bulunuyorlarmış.

"Bnb. Gürcan, Alb. Aydemir'e telefonla bu toplantıyı haber vermiş ve harekattarzı hakkında talimat istemiş. Aydemir de:

"- Bizim onlarla işimiz yok, bırak gitsinler.. demiş."Bu olaydan 18.00'de haberim oldu." (s. 38)Albay ihtilal yapacak ama, iktidardakilerle işi yok.Bu tutum içinde elbet, ikircilikle sallanan: "Bir kısım birlikler meşru nizama

bağlılıklarını bildirmişlerdi. İleri harekatın bir iç harbe müncer olması kaçınılmaz birsonuç olacaktı." (s. 39)

Finans - Kapitalin ÖcüDevrimin anası başka nasıl ağlatılır? Çocukları da ağlatılır.

"Aydemir, Birliklerin irtibat subaylarına ve okulduki subay öğrencilerine:Harekattan vazgeçildiğini bildirdi.

"Harbokulunda, saat üçten sonraki tablo da hazindir... Gençlerin gözlerinden

Page 141: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

ip gibi yaş iniyordu."Hiçbirinin kendi akibetine aldırış ettiği yoktu. Hep, kafalarda 27 Mayıs'ı

hedeflerine ulaştırmayı ideal olarak taşımışlardı. İşte herşey yine bitmişti. Türklerkimbilir daha neler çckecekti." (s. 40)

"Bnb. Gürcan 21 Mayıs 1963 olayları sonunda idam edildi." (s. 38) Hem,Aydemir'den kaç gün önce asıldı. Suçları, kurulmuş provokasyon tuzağına düşmekti.İdamdan kurtulanlar "Şeref ve haysiyetini ihlal etmek suretiyle disiplinsizlik" suçunutarif eden madde ile emekliye atıldılar. 21 Mayıs'ta aynı suçsuz subaylar başlarındangeçenleri şöyle yazdılar:

"Dört gün Emniyet Birinci şubede sandalya üzerinde bekletildik... Etkamyonlarıyla nakledildik... 14'lerden Rıfat Baykal vardı. Birbirimize kelepçelediler...Demir kapı... Tepeleme pislik dolu hela... Laf anlamamak için emir almış nöbetçi.Bize işkence etmek için tatimat almışlardı.. Akkoyunlu devamlı kusuyor, kendinitaştan taşa atıyordu. Doktor hastahaneye kaldırılması gerektiğini söylüyordu... Ama,bu yetkiyi elinden almışlardı... Bu korkunç manzara önünde Muzaffar Özdağ'ınkahrından hüngür hüngür ağladığı gözlerimin önünden hiç gitmez.

"Ziyaret günleri ailelerimize çektirdikleri eziyet ve cefa anlatmaklabitirilemez... Bir memleketi işgal eden düşman bile tutukladığı kişilere böyle eziyetettirmez. Esir kamplarında, hâttâ tahşit kamplarında bize yapılan muamelelerinmisallerini göstermek kolay değildi. Bir de Yassıada tutukluları 27 Mayısçılardanşikayet ederler." (s. 41)

Evet, fınans-kapital, Türk subayından Yassıada'nın öcünü böyle aldı, ve onunlayetinmeye de hiç niyetli görünmüyor. "E pu si move!"

Acıklı ayrıntılar uzundur... MBK, aslında bir cunta taslağıydı. Sosyal ilkeli birparti değildi. Ne değişik bir ekonomi düzeni tanıyor, ne belirli bir sosyal sınıf bilincitaşıyordu. Milletin DP çığıyla hızlanan proleterleşme (çelişik sınıflar çatışması)gidişinden tedirgindi. O gidişin ekonomik ve sosyal kaçınılmazlığını bir politik klişeformülüyle önlemeye çalıştı. Cuntalardan ve kışkırtıcı elemanlardan gelişigüzelderlenmiş komiteye Milli Birlik adını verdi.

Türk Ordusu HanımlaşamazOysa birlik, modern toplum anlayışında birliksizliğin ta kendisi oldu. Çünkü,

antika toplum anlayışında bir lonca, ustayla çırağı nasıl birlik gösteriyorsa, tıpkı öyle,paşayla subayı birlik göstermek istemişti. Orduda, paşalar ustalardı, albaylarkalfalardı, daha alt subaylar çıraklardı. Ordu ilişkileri bu lonca ilişkilerine uygundu.Yetki ve sorumluluk ustadaydı (paşadaydı). Kalfalar (albaylar) ancak ustalarıkandırabildikleri ölçüde etken olacaklarına inanmışlardı. Çıraklar ne yapsalar, kendibaşlarınaysalar, isyancı durumuna düşerlerdi.

Bu antika yapısıyla silahlı kuvvetler, kaç paşa varsa o kadar bölüktü, kaçalbay varsa o kadar eğilimdi, kaç subay varsa o kadar asiydi. Gerçekten birlik olmakiçin, ister istemez lonca dışı modern toplum sınıflarından birine uymakzorundaydılar.

19. yüzyılda o sınıf, egemen kapitalist sınıfıydı. Ordu, bu sınıfın emrinde azçok oturaklı ve tutarlı, kendi siyaset dışı hiyerarşisini yaşardı. Burjuva ordusu adınıalırdı. Derebeylik yadigarı toprak ağaları nasıl kapitalizmde modern (büyük emlaksahipleri) sınıfı oldularsa, tıpkı öyle, lonca armağanı ortaçağ geriliği de siyasettenuzak tutularak kapitalist düzeni içinde özel bir Töton Şövalyeleri gibi silahlı tarikathalinde saklandı.

20. yüzyılla birlikte, kapitalist sınıfı, bütünüyle sınıf olarak egemen olmaktançıktı. Yalnız finans-kapital adını alan tekelci-rantiye bir zümre mutlak güçlülüğe erdi.Toplumda kapitalist sınıfın çoğunluk zümreleri ikinci dereceye atılınca, burjuvaordusu sosyal dayanaklarını yitirdi. Artık eski milli ordunun yerine, antika çağınaylıklı askerlerini andıran, sömürge orduları türedi. Anayurdun silahlı kuvvetleri de,kast durumuna sokuldu.

Türkiye'de, oldu olasıya tümüyle ülkeye bir genlik getirmiş kapitalist sınıfının,

Page 142: 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi

kayıtsız şartsız egemenliği tanınmadı.19. yüzyıl boyunca kapitalist sınıfının yalnızkompradorlar zümresi (yani yabancı sermaye ajanları) Türkiye'ye egemendiler.Cumhuriyetle birlikte kompradorların yerini finans-kapitalist zümresi tuttu. Türkordusu birinci kurtuluş savaşında kompradorların dolaylı dolaysız ihanetleriyledövüştü. Zafer üzerine bir klasik burjuva ordusu olması düzmantıkla beklenebilirdi.Serbest rekabetçi kapitalizm çağı geçmişti. Finans-kapitalin sömürge ordusu olmasıiçinse; ne ekonomik, ne sosyal şartlar elverişli değildi.

Türkiye'nin finans-kapital zümresi, tarihsel devrimler gelenekli ve daha dünulusal kurtuluş savaşı yapmış Türk ordusunu, Kore Savaşı gibi uzak serüvenlerdesömürge ordusu yapmayı denedi. Türk askeri, emperyalist lüks ayrıcalıkları içindeyaşayan Amerikan askerine "hanım" adını takarak döndü. O basit "hanım"sözcüğünün çok yanlı derin anlamlarını, Türk olmayan bilemez.

Finans-kapital, antika "moskof', modern "gomoniz" korkuluğunu var gücüylesömürerek Türk ordusunu nato vb.ne katarken "hanım"laştıracağını umdu.Ekonomik ve sosyal olarak bunun olanağı yoktu. Ne Türkiye genlikli bir modernkalkınmış ekonomi temeline sahipti, ne finans-kapital oturaklı ve tutarlı bir kapitalistsınıfın bütünlüğünü ve kendince haklılığını, meşruluğunu temsil ediyordu. O yüzdenTürk ordusu gerek maddesi, gerek ruhuyla, finans-kapitalin ne ayrıcalıklı metropolkastı, ne sömürge aylıklı askeri olamadı.

27 Mayıs bu ekonomik ve sosyal kritik durumu gidermek yerine büsbütünaçığa vurdu. Menderes DP'si, Türk subayını lojman vb. yem borularıyla"evcilleştireceğini" umdu. Aldığı karşılık umut verici olmadı. Demirel AP'si Orko vb.yem borularıyla DP'nin CİA'dan öğrendiklerini yeniden uygulamaya çabalıyor. Bu,hacıağa çocuklarını meclislerde "transfer" etmek, ya da halk oylarını kasabatezgahında pazarlamak kadar kolay olacağa hiç benzemiyor.

O zaman T'ürk ordusuna tek yol kalıyor. Halk ordusu olmak. 27 Mayıs vesonrası, o çabanın bir denemesidir. Bilince çıkamadığı için kördövüşüne dönmüştür.

Notlar:* TİP'in "sahnede" görünmediği 27 Mayıs ertesi (1961) güçleri "Sorumlu Aydınlar"a okunan,

hayli "Yönsüz" ve densiz bir devletçilik mavalı patlak vermiştir. O zaman, bir adsız sendika yayınlarıarasına eksik gedik sıkışık yiten bu yazıcığı, sözcüklerine dokunmaksızın yeni kuşağa sunmayı yersizbulmadık.

1 Kaynağı belirtilmeyen bütün alıntılar, Dündar Seyhan'ın Gölgedeki Adam adlı kitabındanalınmış, yalnızca alıntının sayfa numarası parantez içinde verilmiştir. (y.n.)

2 Tevratta Hz Davud'un sapanla öldürdüğü dev (y.n.)