Upload
others
View
11
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
9. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
9.1. Altay Dil Ailesinin Ortak Özellikleri
9.2. Altay Dillerinin Tasnifi
9.2.1. Türk Dilleri
9.2.2. Moğol Dilleri
9.2.3. Mançu-Tunguz Dilleri
9.2.4. Diğer Diller
9.3. Altay Dilleri Teorisi
9.4. Türk Dili
9.4.1. Kıpçak / Kuzey Grubu
9.4.2. Karluk / Doğu Grubu
9.4.3. Oğuz / Batı Grubu
9.5. Türk Dilinin Tarihî Dönemleri ve Coğrafyası
9.5.1. Türkçenin / Türk Dillerinin Yaşı
9.5.2. Türk Dilinin Tarihî Dönemleri
9.5.2.1. Altay Dil Birliği Dönemi
9.5.2.2. En Eski Türkçe Dönemi
9.5.2.3. İlk Türkçe Dönemi
9.5.2.4. Eski Türkçe Dönemi
9.5.2.5. Orta Türkçe Dönemi
9.5.2.6. Yeni Türkçe Dönemi
9.5.2.6.1. Kuzey - Doğu Türkçesi
9.5.2.6.2. Batı Türkçesi
9.5.2.6.2.1. Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
9.5.2.6.2.2. Osmanlı Türkçesi
9.5.2.6.2.3. Türkiye Türkçesi
9.5.2.6.3. Doğu Türkçesi
9.6. Türkçenin Genel Özellikleri
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Türkçe hangi dil ailesi içerisinde yer almaktadır?
2) Altay dil ailesine hangi diller girer?
3) Türk dilinin özellikleri nelerdir?
4) Türkçenin lehçeleri nelerdir? Bunlar hangi coğrafyada kullanılmaktadır?
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Türkçenin / Türk Dillerinin
Kaynağı
Türkçenin / Türk dillerinin
kaynağı konusunda bilgi
edinir.
Türkçenin / Türk dillerinin
örneklerle ortaya konur ve
kavratılır.
Altay Dil Ailesi ve
Özellikleri
Altayistiği ve dil
özelliklerini kavrar.
Altay dilleri ve özellikleri
kavratılır.
Türkçenin Tarihî Lehçeleri
ve Yayıldığı Coğrafya
Hangi coğrafyada hangi
tarihî lehçenin
konuşulduğunu kavrar.
Tarihî lehçeler
örneklendirilme yolu ile
kavratılır.
Türkçenin Genel Özellikleri Türkçenin özelliklerini
kavrar.
Bu özellikler
örneklendirilme yolu ile
kavratılır.
Anahtar Kavramlar
� Türk Dili
� Dil Ailesi
� Altay Dilleri
� Türk Lehçeleri
Giriş
Bir dilin dünya dilleri arasındaki yeri ve değeri; dünya çapındaki yaygınlığı,
diplomasi dili, uygarlık dili, geçer bölge dili, resmî dil, ulusal dil ve yazı dili olmasıyla
ölçülür. Bu ölçütlerin yaygınlığı, eskiliği ve geçerliliği bir dilin diğer diller arasındaki
yerini, konumunu, işlevselliğini ve değerini belirler. Türkçe çok eski tarihlerden beri
yukarıda sayılan bütün özelliklere sahip bir dil olarak yaşayagelmiştir. Türkçenin sahip
olduğu bu özelliklerin tümüne birden sahip olan dillerin sayısı oldukça azdır. Dolayısıyla
Türkçe dünya çapında itibarlı, yaygın ve işlevselliği yüksek bir dildir.
Türkçe günümüzde edebiyat ve bilim dili olarak kabul edilen birçok dünya
dilinden daha eskidir ve daha eski yazılı metinlere sahiptir. Yunan - Latin dilleri hariç,
Avrupa’da Türkçeden daha eski yazılı metne sahip herhangi bir dil yoktur. Ural ve Altay
dilleri arasında da en eski yazı dili Türkçedir.
Türkçe başta Köktürk, Uygur, Arap, Latin, Kiril alfabeleri olmak üzere, pek çok
alfabe ile yazıya geçirilmiş, yazılı metinleri dünyanın çok değişik coğrafyalarında çok
sayıda kütüphanede ve müzede saklanan bir dildir. Türkçe yazıya geçirilirken taş, demir,
tunç, altın, bakır, pişirilmiş toprak, seramik, ağaç, kap kacak, deri, kâğıt gibi çok değişik
eşya ve araçlar kullanılmıştır. Kâğıdın kullanılmaya başlamasıyla birlikte, daha çok,
çeşitli türden kâğıtlara yazılan Türkçe, bilgisayarın icadı ve internet kullanımıyla birlikte
sanal ortamda da yerini almıştır.
Bugün yeryüzünde, sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, en az 3000, en çok
9000 dolayında dil olduğu kabul edilmektedir. Bu diller arasında yapılan art zamanlı ve
eş zamanlı karşılaştırmalar, bazı dillerin kendi aralarında yapı ve köken bakımından
benzerlikler taşıdığını ortaya koymuştur. Dünya dillerini değerlendiren “Nostratik teorisi”
Hami - Sami, Kartvel, Hint - Avrupa, Ural, Altay, Dravid dil ailelerinin aslında aynı
kökten geldiğini ve bu dillerin daha eski bir ana dilden türediklerini, “Avrasyatik Teorisi”
ise, Ural, Altay, Hint - Avrupa, Gilyak, Kore - Japon - Aynu, Çukçi, Eskimo - Aleut
dillerinin aynı kökten geldiğini savunmaktadır.
Nostratik ve Avrasyatik teorilerinden başka, dünya dillerini yapı ve köken
benzerlikleri bakımından tasnif edip daha küçük gruplara ayıran çeşitli çalışmalar da
yapılmıştır.
Yeryüzündeki diller, genellikle köken bakımından ve yapı bakımından olmak
üzere iki şekilde sınıflandırılmışlardır.
Köken bakımından Türkçe, dünya dilleri içinde Altay dilleri arasında
gösterilmiştir. Bu gruba Türkçenin dışında Moğolca ve Mançu - Tunguzca da yer alır.
Bazı araştırmacılara göre Korece ve Japonca da bu gruba dâhil edilebilir.
Yapılarına göre Türkçe, eklemeli diller grubunda yer alır. Bu grupta Türkçe ile
birlikte Macarca, Fince, Moğolca gibi diller de bulunur. Türkçe sondan eklemeli bir
dildir. Eklemeli dillerde yeni kelimeler ve terimler türetmek oldukça kolaydır. Türkçe bu
bakımdan yeni kelimeler türetmeye elverişli bir dildir ve zengin bir ek sistemi mevcuttur.
Türkçe dünyanın en zengin dillerinden biridir. Türkçe, kökleri binlerce yıl önceye
uzanan yeryüzünün sayılı dillerindendir.
Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle sondan eklemeli diller grubunda;
köken bakımından da Ural - Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer almaktadır.
Ural - Altay dilleri, diğer dil aileleri gibi sağlam bir aile oluşturmazlar. Bu
gruptaki diller arasındaki yakınlık, köken akrabalığından ziyade yapı yönüyle benzerlik
şeklinde ortaya çıktığı için sınıflandırmanın dil ailesi yerine dil grubu olarak yapılması
görüşü benimsenmektedir.
Doerfer, Nemeth, Bang, Clauson gibi bilginler, Altay dil ailesine giren dillerin
köken akrabalığından ziyade kültür akrabalığı üzerinde dururken Menges, Poppe,
Räsänen ve Ramstedt gibi bilginler araştırmalarına dayanarak bu diller arasındaki köken
akrabalığını ispatlamaya çalışırlar.
Son yıllarda Altayistik başlı başına bir araştırma alanı olarak değerlendirilmeye
başlanmıştır. Ural - Altay dilleri teorisi ve Altay dilleri teorisi hakkındaki araştırmalar
geliştikçe bu konuda daha detaylı ve tutarlı bilgilere ulaşılacaktır.
9.1. Altay Dil Ailesinin Ortak Özellikleri
Altay dil ailesinin ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:
1. Bu gruptaki dillerin hepsi yapı yönüyle eklemeli dildir.
2. Ön ekler (artikeller) yoktur.
3. Kelime türetme ve çekim son eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz.
Eklerdeki zenginlik ve çeşitlilik dikkat çekicidir.
4. Söz diziminde yardımcı unsurlar (tamlayanlar, belirtenler) önce, asıl unsurlar
(tamlananlar, belirtilenler) sonra gelir: işin doğrusu. Ahmet, şarkı söylerken kendinden geçiyordu.
Sıfatlar isimlerden önce kullanılır. Kırmızı kazak, hatırlı adam, kahraman asker.
Sayı bildiren kelimelerden sonra çokluk eki kullanılmaz: üç adam, üç arkadaş, iki bin at.
Cümleler, cümleyi oluşturan unsurların ilgisi bakımından, gelişmekte olan
düşüncelerin akla geliş sırasına göre değil, tamamlanmış bir düşüncenin düzenli bir
hiyerarşisi şeklinde kurulur.
5. Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur. Bu sebeple cümlelerde cinsiyet farkından
kaynaklanan değişiklik yapılmaz: muallim – muallime, memur – memure, Halit – Halide;
he – she gibi.
6. Soru eki vardır.
7. Aynı şekilden kaynaklandığı saptanan ortak ekler vardır. Türkçe ile Moğolca
arasında bu ortaklık daha belirgindir.
8. Altay dilleri ses özeliklerine göre karşılaştırıldığı zaman birtakım ortaklıklar
görülmektedir. Bunlardan en belirgin olanı, ünlü uyumudur. Kelime başında l, r ve ñ
ünsüzlerinin bulunmaması diğer bir ortaklıktır.
9. 2. Altay Dillerinin Tasnifi
Türkçenin de içinde bulunduğu Altay dillerinin tasnifi genel olarak aşağıdaki
gibidir.
9.2.1. Türk Dilleri
Tarihî Türk lehçeleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Köktürk, 2. Peçenek, 3. Kuman/Kıpçak, 4. Eski Uygur, 5. Karahanlı, 6.
Harezm, 7. Eski Anadolu Türkçesi, 8. Osmanlı Türkçesi, 9. Çağatay, 10. Bulgar, 11.
Hazar
Çağdaş lehçeleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Türkiye Türkçesi, 2. Azerice, 3. Türkmence, 4. Gagavuzca, 5. Kırım Tatarcası,
6. Karaçay-Balkarca, 7. Kumukca, 8. Nogayca, 9. Karaimce, 10. Tatarca, 11. Başkurtça,
12. Altayca, 13. Şorca, 14. Hakasça, 15.Tuvaca, 16. Yeni Uygurca, 17. Dolganca, 18.
Kazakça, 19. Kırgızca, 20. Özbekçe, 21. Karakalpakça, 22. Yakutça, 23. Çuvaşça
9.2.2. Moğol Dilleri
Moğol dilleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Moğolca, 2. Buryat, 3. Kalmuk
9.2.3. Mançu - Tunguz Dilleri
Mançu - Tunguz dilleri şu şekilde sıralanabilir:
Sibir Kolu: 1. Evenkçe (Tunguzca), 2. Even (Lamut)
Mançur Kolu: 1. Mançur, 2. Çjurçjen
Amur Kolu: 1. Nanayca (Goldca), 2. Udeyce (Udegeyce)
9.2.4. Diğer Diller
1. Japonca
2. Ryukyus
3. Korece
4. Ayn
9.3. Altay Dilleri Teorisi
Altay dilleri genel görüşe göre Türkçe, Moğolca ve Mançu - Tunguzcayı, daha az
kabul gören görüşe göre ise Korece ile Japoncayı da içine alan dil ailesinin genel adıdır.
Altay dil birliğini savunan araştırmacılar Korecenin bu birliğin bir üyesi olduğunu kabul
etmektedirler. Ancak Japoncanın durumu şimdilik şüpheli sayılmaktadır. Orta Asya’daki
Altay Dağları ve çevresi bu dilleri konuşan toplulukların anavatanı olarak kabul edilir ve
Altay dilleri terimi de buradan gelir.
Altay dilleri teriminin içeriği, 19. yüzyıldan bu yana önemli değişiklikler
geçirmiştir. Önceleri Altay dillerinin başka dil aileleriyle akrabalığı üzerinde durulmuş,
karşılaştırmalı çalışmaların ilerlemesiyle bundan vazgeçildiği gibi Altay dillerinin soyca
akrabalığı görüşü de şiddetli eleştirilere uğramıştır. Terim bugün köken birlikleri
kanıtlanmış bir dil ailesini ifade etmekten çok, tarihte birbirleriyle yoğun ilişkide
bulunmuş ve ortak yapısal özellikler taşıyan dillerle ilgili bir çalışma hipotezinin adı
olarak kullanılır.
Elliden fazla alt dile/lehçeye ayrılan Altay dillerinin en büyük kolu Türkçe, en
küçük kolu da Mançu - Tunguzcadır.
Türkçe, Altay dillerinin en büyük koludur. Üç dil içinde en eski yazılı kaynaklara
sahip olanı, aynı zamanda en iyi araştırılmış olanıdır. Özellikle 1893 yılında V. Thomsen
tarafından Eski Türk yazıtlarının okunması, Türkçeyle ilgili araştırmalara büyük bir
canlılık getirmiştir. Türkçe, çok geniş bir alanda, zaman zaman yapı bakımından
kendisinden çok farklı dillerin üst dil olarak kullanıldığı bölgelerde konuşulmaktadır.
Bilinen tarihi içerisinde birçok dil ile karşı karşıya gelmiş, onları etkilemiş, kendisi de
onlardan etkilenmiştir. Türkçeyi ana dili olarak konuşanların sayısı hakkında, Türkçenin
konuşulduğu bölgelere ait güncel veriler olmadığı için kesin bir şey söylemek mümkün
değildir. Karaimce, Karagasça gibi kimi lehçeleri kaybolmak üzeredir. En son keşfedilen
kolu, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ciddi olarak araştırılan, Orta İran’da konuşulan
Halaççadır. Türkiye Türkçesi ise Türkçenin en fazla konuşanı olan koludur.
Türkçenin alt dilleri/lehçeleriyle ilgili W. Radloff, G. J. Ramstedt, L. Ligeti, N.
Poppe, J. Benzing, K. H. Menges, G. Doerfer, R. Rahmeti Arat gibi bilim adamlarınca
yirminin üzerinde sınıflandırma denemesi yapılmıştır.
G. Doerfer, Türkçenin alt dillerini/lehçelerini; 1. Çuvaş veya Bulgar Grubu, 2.
Güney-Batı veya Oğuz Grubu, 3. Kuzeybatı veya Kıpçak Grubu, 4. Güneydoğu veya
Çağatay Grubu, 5. Kuzey veya Güney Sibirya Grubu, 6. Yakutça veya Halaçça olmak
üzere altı gruba ayırmıştır. Talat Tekin (1989) Türk dillerini altı ölçüte göre 12 alt gruba
ayırmıştır. Ölçütler şunlardır:
1. r/z ve l/ş denklikleri,
2. Söz başındaki h- foneminin durumu,
3. Söz içi ve sonundaki d foneminin durumu,
4. Çok heceli kelimelerin sonundaki –ıġ/-iġ ses gruplarının durumu,
5. Tek heceli kelimelerin sonundaki –aġ ses grubunun durumu,
6. Kelime başındaki ı- foneminin durumu.
Bu ölçütlere göre ortaya çıkan gruplar şunlardır:
1. r-l-grubu: Çuvaşça,
2. hadaḳ- grubu: Halaçça,
3. ataħ-grubu: Yakutça, Dolganca,
4. adaḳ-grubu: Tuvaca, Karagasça,
5. azaḳ-grubu: Hakasça, Sarı Uygurca,
6. taġlıġ-grubu: Kuzey Altay diyalektleri,
7. tūlu-grubu: Altayca,
8. tōlū-grubu: Kırgızca,
9. taġlıḳ-grubu: Özbekçe, Yeni Uygurca,
10.tawlı-grubu: Tatarca, Başkurtça, Kazakça, Karakalpakça, Nogayca, Kumukça,
Karaçayca-Balkarca, Karaimce, Baraba Tatarcası, Kırım Tatarcası,
11. taġlı-grubu: Salarca,
12. daġlı –grubu: Türkmence, Horasani, Özbekçenin Harezm - Oğuz diyalektleri,
Azeri (Kaşgay-Aynalı, Kerkük, Erbil ağızlarıyla birlikte), Türkçe, Gagavuzca.
9.4. Türk Dili
Türklerin konuştuğu dilin adıdır. Türkçede dil adları, kavim adlarının sonuna
getirilen +cA/+çA ekiyle yapılır. Türkçe, Türk kelimesinin kavram alanı içinde yer alan
bütün boy, soy, oymak ve aşiretlerin konuştukları dilin ortak adıdır. Kimi Türkologlar
aradaki farklılıkları lehçe / uzak lehçe, şive / yakın lehçe ve ağız terimleriyle ifade
etmektedirler. Bunlar bir dilin çeşitli sebeplerle oluşmuş alt kollarıdır. Türk dili kolu
kendi içinde üç ana gruba ayrılır:
1.Kıpçak/Kuzey grubu: Kırgızca, Kazakça, Tatarca, Başkurtça, Nogayca,
Kumukça, Karaçay-Balkarca, Karaimce
2. Karluk/Doğu grubu: Özbekçe ve Yeni Uygurca
3. Oğuz/Batı grubu: Türkiye Türkçesi, Azerice, Türkmence ve Gagavuzca.
Türk dili, Köktürklerden önce de vardı. Ancak yazı dili olarak Köktürklerden
itibaren günümüze kadar aralıksız kullanılmış ve adı “Türkçe/Türk dili” olmuştur. Bunu
tarihî belgelerden tespit ve takip etmek mümkündür. Köktürklerden sonra, Uygurların da
kendi dillerine Türkçe, “Türk tili / Uygur Türk tili,” dediklerini görüyoruz. Karahanlılar
döneminde yazılan eserlerde de bu adlandırma açıkça görülmektedir. Zira Kutadgu
Bilig’in ön sözünde eserin “Türk dili ile yazıldığı” belirtildiği gibi, Kaşgarlı’nın büyük
lügatinin adı da Dîvânü Lügâti’t-Türk’tür. Selçuklu, Osmanlı, Kıpçak ve Çağatay
sahalarında yazılan eserlerin hemen hepsi, aynı şekilde, dillerinin adına Türkçe / Türk
dili, Türkî demektedirler.
Günümüzde Türkçe sözü yavaş yavaş gerçek ve genel anlamıyla kullanılmakta ise
de, dünyada bu ad yaygın biçimde “Türkiye Türkçesi” karşılığında kullanılmaktadır.
Türkçe terimi ile ifade edilen anlamları, en dar olanından en geniş olanına doğru
şöyle sıralayabiliriz:
1. Türkçe, Türkiye’de yaşayan Türklerin ana dilidir.
2. Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi dili olması nedeniyle, Türk
kökenli olan ve olmayan bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak dilidir.
3. Türkçe, Anadolu ve civar sahalarda; Irak, İran, Suriye, Kıbrıs, Yunanistan,
Bulgaristan, Makedonya, Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan, Hırvatistan ve ayrıca
Almanya başta olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin konuştuğu
dildir.
9.5. Türk Dilinin Tarihî Dönemleri ve Coğrafyası
Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Özel bir
çalışmayla günlük dile ait konuşma metinleri tespit edilmediği sürece konuşma dilinin
tarihî gelişimi, inceleme alanı dışında kalır. Yazı dilinin tarihî gelişimi ise, ancak o dile ait
yazılı metinlerle takip edilebilir. Metinlerle takip edilemeyen dönemden öncesi için
birtakım tahminlerde bulunmak mümkün olmakla birlikte kesin bilgi vermek zordur.
Bütün bunlardan dolayı Türkçenin ve Türk dillerinin tarihî seyrini, dönemlerini ve
gelişmesini takip edebilmek yazılı metinlerle söz konusudur. Türkçenin tarihî dönemlerini
iyi bir şekilde ortaya koyabilmek için Türkçenin yaşı ile ilgili zikredilenlere de
değinilmesi faydalı olacaktır.
9.5.1.Türkçenin / Türk Dillerinin Yaşı1
Bilim çevrelerinde genellikle 8. yüzyıldaki yazıtların dili ile ilk dönem İslami
içerikli metinlerin dili, 13. yüzyıla kadarki metinlerin dili “Eski Türkçe” adıyla
adlandırılmaktadır. Kimilerince İslami dönem metinlerin dili “Orta Türkçe” adıyla
ayrılmaktadır. Bugün için Orhon Yazıtları’nın dilinden daha eskiye gidebileceğimiz,
anlam bütünlüğü oluşturan Türkçe bir metin elimizde yoktur. Bunun ötesi şu an hayal
ürünüdür. Daha ötesi bu konuda çalışmalar yürüten filologlara, bu bilim dalına,
arkeologlara haksızlıktır.
Günümüz Türk dillerine ve tarihî dönem metinlerinin verilerine (söz varlığı, söz
yapımı, sesbilgisi) bakarak Türk dillerini (Çuvaşça hariç) daha eski, ortak bir köke
götürmek mümkündür. Bu “kök” dilin adı “Ana Türkçe”dir. Ana Türkçe dönemi tıpkı
ilk Türkçe gibi kuramsal bir dönemdir. Bu dönem ile Eski Türkçe arasında kimi dil
gruplarının “Ana” biçimlerini de düşünebiliriz. Örneğin Eski Türkçe ile örtüşmeyen, kimi
yönlerden Eski Türkçeden daha eski özellikler gösteren Oğuz grubu Türk dilleri, Ana
Türkçe ile Eski Türkçe arasında bir zaman diliminde yer almalıdır; özellikle bu grupta
yer alan Türkmence uzun ünlüleri koruması dolayısıyla Eski Türkçeden daha eskidir. Ana
Türkçede ünlüsü uzun olan ve içerisinde ötümsüz bir ünsüz bulunduran öteki Oğuz dilleri
de (Azerice, Gagauzca, Türkçe) bu ünsüzleri ötümlüleriyle değiştirmeleri dolayısıyla
eskicil özellikler göstermektedirler. Uzun ünlülerin korunması durumu Yakutça için de
geçerlidir. Ana Türkçede var olduğu düşünülen uzun ünlüleri koruması dolayısıyla
Yakutça da Eski Türkçeden daha eski, eskicil bir dildir.
1 Türkçenin Yaşı ile ilgili bölüm hazırlanırken Prof. Dr. Mehmet Ölmez’in “Türkçenin ve Türk
Dillerinin yaşı konusu” makalesinden faydalanılmıştır.
Çuvaşçayla temsil edilen Eski Bulgarcaya gelince, bugün için Ana Bulgarca adını
verdiğimiz bir dile ve döneme gider ki Ana Türkçe ile birlikte ilk Türkçeden çıkmıştır.
Yapılabilecek olan, eldeki dil malzemesinden yola çıkarak daha eski bir
Türkçenin tespiti, tahmini olabilir veya eldeki dil malzemesine dayanarak malzemenin
elde edildiği dönemde bile Türkçenin söz varlığı ve ekler bakımından zengin olduğunu
göstermek olabilir. Ana Türkçe ya da ilk Türkçe gibi soyutlamalar eldeki dil
malzemesinin daha eski bir dile gönderme yapıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Söz
gelimi “Türk dili terimi Çuvaşçayı da içine alacak biçimde kullanılacak olursa bu pek
doğru olmaz. Çünkü Çuvaşça dışındaki bütün Türk dilleri bir *z- ve *ş- dili olan Ana
Türkçeye (*tokuz “9”, *kış “kış”) gittiği hâlde, bir r- ve l- dili olan Çuvaşça (tıhhır “9”,
hil “kış”) yine bir *r- ve *l- dili olduğu anlaşılan Ana Çuvaşçaya ya da Ana Bulgarcaya
(*tokur’ “9”, *kıl’ “kış”) gider. Bu demektir ki Çuvaşça ile Türk dilleri, dilbiliminde
yaygın bir benzetme ile ifade etmek gerekirse, “kardeş” değil “kardeş çocukları”dır. Bu
nedenle biz bu iki ana dilin, Ana Türkçe ile Ana Bulgarcanın, kendisinden çıktığı ve
onlardan daha eski bir ana dil tasarlamak zorundayız. Bu en eski ana dile ilk Türkçe adı
verilebilir.
O hâlde sıralama şöyle yapılabilir:
İlk Türkçe → Ana Bulgarca ve Ana Türkçe
Ana Türkçe → Eski Türkçe ve ötesi
Ana Bulgarca → Tarihî Bulgar dilleri (Tuna Bulgarcası, Kuban Bulgarcası, Volga
Bulgarcası → Çuvaşça.
Moğol dilleri, Mancu-Tungus (veya Mançu-Tunguz) dilleri ile Türk dillerinin (bir
görüşe göre Korece ve Japoncanın da), ilk Türkçe’nin de içinde bulunduğu bir ana dil
dönemi daha vardır ki bunun adı da Ana Altaycadır. Ancak bütün bunlar kuramsal olup
bu diller arasında kendine özgü yazıyla, kendine ait en eski ürünleri bulunan Türkçe,
daha doğrusu Türk Dilleridir. Bunun ötesinde söylenecek bir söz güçlü deliller, kanıtlar
gerektirir. Bunun yanı sıra söz varlığının zenginliği ile anlatım olanaklarının gelişmişliği
de dilbilimin veri ve yöntemleri ile gösterilebilir. Doğan Aksan’ın Eski Türkçenin
İzlerinde başlıklı çalışmasında ortaya koymaya çalıştığı gibi, Orhon Türkçesi ile Uygurca
arasında biçimbilgisi ve söz varlığı bakımlarından yapılacak bir karşılaştırma, eldeki dil
malzemesi sınırlı olsa da Orhon Türkçesi dönemindeki sözcük sayısı bakımından bir
kestirmede bulunmamıza yardımcı olacaktır. Çünkü aynı eklerin kullanıldığı bu iki
dönemde benzer ya da aynı kökten gelen sözcükler de kullanılmaktadır: Uygurcada var
olan bir türemiş sözcüğün kökünün ve ekinin Orhon Türkçesi metinlerde geçmesi bizi bu
sözcüğün o dönemde de kullanılmış olabileceği yargısına götürür.
Türkçenin yaşı konusunu tam olarak ortaya koyabilmek için şu soruların
cevaplarını aramak gerekir:
1. En eski olarak nerede “Türk”ten ya da Türklerden söz edilmektedir?
2. Türklerin kendilerine ait en eski metin, en eski kayıt nedir?
3. En eski Türkçe metinler nelerdir, nerede, ne zaman ve hangi yazıyla
yazılmıştır?
4. Tarih boyunca Türkler nerede hangi yazıları kullanmışlardır?
5. Bugün Türk soylu halklar nerede, hangi coğrafyada yaşamaktadırlar?
6. Başta değinilmesi gereken konu, Türklerin dili hangi dil ailesine girmektedir?
En eski olarak nerede “Türk”ten veya Türklerden söz edilmektedir?
Türkçenin eskiliğine gelince, kökeni Türkçe, Türk dillerine ait olduğu düşünülen
Hunca birkaç sözcük MÖ 3. yüzyıla değin gider (bak. Boodberg, Pulleyblank ve Tekin).
Talat Tekin konuyla ilgili Hunların Dili başlıklı çalışmasında Çin kaynaklarında geçen
Hunca sözcüklerin bir bölümünü Çincenin sesbilgisi ve Türkçenin ses gelişiminin ışığı
altında değerlendirmektedir. Hunca dil malzemesi Çin kaynaklarında MÖ 3. yüzyıl ile
MS 4. yüzyıl arasındaki dönemlerden kalma bazı Hunca sözcüklerle MS 4. yüzyıl
başlarından kalma çok kısa bir Hunca beyitten ve 4.-6. yüzyıllara ait bazı To-pa ya da
Tabgaç unvanlarından ibarettir. Kuruluşu MÖ 3. yüzyıl olan Hun devletinde konuşulan
dilin eskicil bir Türk dili (Ana Türkçe, hatta ilk Türkçe) olduğunu kabul edecek olursak
Türkçenin atasının, öncülünün MÖ 3. yüzyıla kadar geri götürülebileceğini söyleyebiliriz.
Yine de çoğu özel ad ve anlamları bilinmeyen tek tek sözcükleri bir yana koyar ve metin
ya da metin parçası sayılabilecek kalıntıları değerlendirecek olursak en eski metin olarak
Hunca 10 işaretlik beyiti ele almamız gerekir ki bu parça da MS 4. yüzyıldan kalmadır.
Tekin’in de ayrıntılı bir biçimde açıkladığı üzere bu 10 işaretlik Hunca metin Türkçe,
daha doğrusu Ana Türkçe’nin bir lehçesi olarak okunup açıklanabilir (Tekin, 1993: 46-
54).
Ancak “Türk” (türük veya törük) adıyla milattan öncesine ait herhangi bir
kaynakta karşılaşmayız. Bugünkü bilgilerimize göre Türk adına ilk kez Milattan sonra 5.
yüzyılın sonlarında Çin kaynaklarında (bugünkü yazımı ile) tu-jue /tucue biçiminde
rastlarız (Menges: 21 ile Doerfer, c. II: 483 ve ötesi). Menges’in Türk dilleri ve halkları
üzerine çalışmasında andığı üzere Hunlar ile Moğolların Çin’den uzaklaşmaları ile bu
bölgeye gelen Türklerden ilk olarak Tabgaç yıllıklarında söz edilmektedir. Burada Türk,
doğu ve batıda yer alan iki kabilenin bir arada tanımlanması için kullanılmaktadır
(Menges: 21). Tarih içerisinde kimi Türk şairlerinin Çince olarak şiirler yazdığı da
sanılmaktadır. Ancak bu şiirler Çince ve Çin yazısıyla yazıldıkları için bize herhangi bir
dil verisi sunmamaktadırlar. Bu tür metinlerde kullanılan söz dizimi, Çinceye yabancı
yapılar yazarının Çinli olmadığını göstermektedir, Aynı sorun tarihte Çinceyi yazı dili
olarak kullanan öteki diller için de bir ölçüde geçerlidir, Korece, Japonca gibi. Ancak
onların eski metinlerinin araştırılmasında bugün bir hayli ilerleme kaydedilmiştir. Bu
durumu, Japonca ve Korecenin Çinceyle yazımını ilk dönem İslami Türk kültür
çevresinde Arapçanın, Farsçanın kullanılmasıyla karşılaştırabiliriz, örneğin Mevlana’yı
bu duruma örnek gösterebiliriz.
Semih Tezcan türk sözcüğünün geçtiği yerleri belirleyip bunlar üzerinden
sözcüğün anlamını tartışmaya açmaktadır. 1987 yılında hazırlanmış ve birçok yeni
tartışmayı da çoktan başlatmış olması beklenecek bu çalışma ne yazık ki bugüne kadar
Türkçe olarak yayımlanmamış, belki de bunun için ülkemizde gereken ilgiyi görmemiştir.
Söz konusu çalışmada Tezcan “türk” sözcüğünün bir topluluk adı olmaktan çok
topluluğun belli bir bölümünü, daha çok bir kağana bağlı olan seçkinleri ya da
yöneticileri belirttiği ileri sürmektedir. Tezcan yazısında en eski Türk yazıtlarında “türk”
sözcüğünün kullanımlarını dörde ayırmaktadır. Daha sonra da buradan çıkardığı
anlamların Uygurca metinlerle de koşutluk gösterdiğini sergilemektedir. Her ne kadar
tartışmaya açık kimi kullanımlar bulunsa da sözcük karşıt ya da eş anlamlı çiftler
oluşturmaktadır, bu çiftlerde de “seçkinler/yöneticiler” anlamında kullanılmaktadır ya da
niteleyen olarak kullanılmaktadır ve seçkinlerden gelen anlamı taşımaktadır.
Türklerin kendilerinden kalan ilk yazılı belge ise Türkçe olmayıp çoğunluğu
Soğutça, bir bölümü ise Sanskritçe olan, 1956’da Moğolistan’da ortaya çıkarılan “Bugut
Yazıtı”dır. Bu yazıtın çözümü 1971 ve 1972 yıllarında yapılmış, Türkçe özetini de içeren
bir tanıtımı 1976’da yapılmıştır. Yine 1972’deki yayının tam Türkçe bir çevirisi 1992’de
yayımlanmıştır. Yazıtı yerinde inceleyen ve yeni baştan ele alan Japonyalı İpek Yolu
bilginleri ise kimi eski okuyuşları (Taspar Kagan yerine Tatpar Kagan gibi) düzelterek
çalışmalarının bir özetini yayımlamışlardır.
Türklere ait en eski Türkçe metinler, daha doğrusu yazıtlar ise bugün
Moğolistan’da bulunan Kül Tegin, Bilge Kağan ve Tunyukuk Yazıtları’dır. Kimi görüşe
göre Çoyr Yazıtı bunlardan daha eski olup yirmi yıl daha geriye gitmektedir. Bu yazıtta
yer alan altı satırlık metin, 680-745 yılları arasındaki ikinci Köktürk Kağanlığı
döneminden kalmıştır.
Çoyr Yazıtı’nı bir yana bırakıp öteki yazıtların dikilişiyle ilgili tartışmalara
gelirsek, Çince olarak elimizde aşağıdaki tarih vardır:
da tang kai yuan ru nian sui ci ren shen. shi er yue xin chou shuo qi ri ding wei jian
Yukarıdaki Çince metin Kül Tegin Yazıtı’nın Çince yüzüne aittir. Metinde yazıtın
dikildiği tarih yer almaktadır. 12 hayvanlı tarihlendirme sistemine göre olan bu bilgi hiç
de televizyonlarda yer verildiği türden değildir. Burada söz konusu olan Tang döneminin
başlangıcı 618 yılıdır. Bütün bu bilgiler göz önünde bulundurulursa, türk, ya da türük
sözcüğü en eski olarak Türkçe metinlerde 8. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkmaktadır.
9.5.2. Türk Dilinin Tarihi Dönemleri
Dil tarihi uzmanları, Türk dilinin tarihî gelişimini dönemlere ayırırken metinlerle
takip edilen dönemden öncesi için birbirinden az çok farklı ayrımlar ve adlandırmalar
yaparlar. Bu farklılıkları bir kenara bırakarak Türk dilinin tarihî dönemleri aşağıdaki gibi
özetleyebiliriz.
9.5.2.1. Altay Dil Birliği Dönemi
Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca)
henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.
9.5.2.2. En Eski Türkçe Dönemi
Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul
edilmektedir.
9.5.2.3. İlk Türkçe Dönemi
Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak
gösterilir.
Türkçenin karanlık çağlarına ait dönemleri ana hatlarıyla bu şekildedir. Bundan
sonraki dönemlere ait metinler, yazılı kaynaklar olduğu için dilimizin tarihî gelişimi
sağlıklı bir şekilde izlenebilmektedir.
9.5.2.4. Eski Türkçe Dönemi
Dîvânü Lûgati’t-Türk’te anlatıldığına göre İskender’in Türkistan seferi sırasında
(MÖ 330’lar) Türklerin bir kısmı, hükümdarları Şu yönetiminde Hocent civarında, yani
Seyhun’un yukarı havzalarında idiler. İskender’in gelişiyle Şu ve idaresindeki Türkler
Altaylara çekildiler; Oğuzlar ise Hocent civarında kaldılar.
Çin kaynaklarındaki ilk bilgilere göre Türkler Çin’in kuzeyindeki bozkırlarda
yaşıyorlardı. MÖ 220’lerde ortaya çıkan Tuman (Teoman) Yabgu ve MÖ 209’da
hükümdar olan oğlu Motun (Mete) Yabgu, Hunların büyük hükümdarları idiler ve
merkezleri bugünkü Moğolistan’da bulunan Orhun Vadisi’nde idi. Hunlardan sonra da
Topalar, Avarlar, Köktürkler, Uygurlar dönemlerinde, MS 840’a kadar Türklerin merkezi
Orhun vadisinde olmuştur. MÖ 220 - MS 840 arasındaki 1000 küsur yıllık dönemde
Türkler kudretli zamanlarında Okyanus kıyılarından Hazar’a, hatta bazen Karadeniz’in
kuzeyine kadar uzanan topraklara hükmediyorlardı. Türklerin bir kısmı MS 370’lerde
İdil’i geçmiş ve Kafkaslarla Karadeniz’in kuzeyine ulaşmıştı. Batı Hunları, Bulgarlar,
Avarlar, Peçenekler ve Kıpçaklar 370’ten başlayarak yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa ve
Balkanları yönetimleri altında bulundurmuşlardır.
Asya ve Avrupa Hunlarına ait herhangi bir Türkçe metin elimizde
bulunmamaktadır. Ancak Çin ve Bizans kaynaklarına geçen bazı özel adlar ve kelimeler
onlara ait Türkçe veriler olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarında geçen te�ri, kut,
yabgu, ordu, temir gibi sözlerin Çinceleşmiş biçimleri, milât yıllarına ait Türkçe
verilerdir. Attila’nın babasının adı olan Muncuk (Boncuk) ve oğullarının adları De� izik,
İrnek, İlek Türkçeyle açıklanabilmektedir. 6.-9. yüzyıllardaki Tuna Bulgarlarından yıl ve
ay adları ile birkaç kelimelik bazı küçük metinler kalmıştır. Yıllar hayvan adlarıyla
adlandırıldığı için yıl adları aynı zamanda çeşitli hayvanların adlarını gösteriyordu. Aylar
sıra sayılarıyla ifade edildiği için Bulgar Türkçesindeki sayıların adlarını da böylece
öğrenmiş oluyorduk.
Moğolistan’da bulunmuş olan 6 satırlık Çoyr Yazıtı tarihi bilinen en eski
metindir. İlteriş Kağan’a katılan bir askeri anlatan metin 687-692 arasında yazılmış
olmalıdır. Orhun anıtları olarak bilinen İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Köl İç Çor
(İhe-Huşotu), Tonyukuk, Köl Tigin, Bilge Kağan anıtları 719-735 yılları arasında
yazılmışlardır. Uygurların ikinci kağanı Moyun Çor Kağan’a ait Taryat, Tes ve Şine-
Usu anıtları 753-760 arasında dikilmiştir. Moğolistan’da, Yenisey Vadisi’nde,
Kazakistan’da, Talas’ta (Kırgızistan), Kuzey Kafkasya’da, İdil-Ural bölgesinde,
Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Polonya’da Köktürk harfleriyle yazılmış daha
yüzlerce yazıt bulunmuştur. Bu küçük yazıtların 7.-10. yüzyıllar arasında yazıldığı
tahmin edilmektedir. Demek ki bu yüzyıllarda Doğu Avrupa ve Balkanlardan, hatta
Macaristan’dan Güney Sibirya’ya ve Moğolistan içlerine kadar uzanan sahada Türkçe,
Köktürk harfleriyle yazılan bir yazılı dil olarak kullanılmaktaydı.
9. yüzyıldan itibaren Türkçenin yazılı ürünlerini daha güneyde, Tarım havzasında
da görmeye başlıyoruz. 840’ta bugün Çin’de yer alan Tarım havzasında ve Gansu
bölgesinde devletler kuran Uygurlar; Köktürk, Uygur, Soğud ve Brahmi alfabeleriyle
kâğıt üzerine yüzlerce eser yazdılar, yüzlerce belge bıraktılar. Hatta bunların bir kısmı
yazma değil, basma eserlerdi. Uygur yazılı eserleri, Gansu bölgesinde 17. yüzyıla kadar
devam etmiştir.
Çin’in Şincan Özerk Bölgesi’ndeki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık
eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili
olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır: Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın), Altun Yaruk (Altın
Işık), Irk Bitig (Fal Kitabı), Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli
Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade), Daśakarmapathāvadānamālā (On Günahın
Zincirleme Hikâyesi), Dantipali Bey hikâyesi, Çaştani Bey Hikâyesi, Altı Dişli Fil
Hikâyesi.
9.5.2.5. Orta Türkçe Dönemi
11. yüzyılda Kaşgar ve Balasagun çevresi de bir Türk kültür çevresi olarak ortaya
çıkar. 1069 tarihli Kutadgu Bilig, Balasagun’da yazılmaya başlanmış, Kaşgar’da
Karahanlı hükümdarına sunulmuştur. 1070’lerde Bağdat’ta kaleme alınan Dîvânü
Lûgati’t-Türk de aslında Kaşgar muhitinin eseridir. Türkler 10. yüzyılda Müslüman
oldukları hâlde 11. yüzyılda Arap yazısı henüz Türklerin yazısı hâline gelmemişti.
Kaşgarlı Mahmud, 1070’li yıllarda Türk yazısının Uygur yazısı olduğunu kesin şekilde
kaydeder.
Kaşgarlı Mahmud, Türklerin 20 boy olduğunu yazar ve onları batıdan doğuya
doğru şöyle sıralar: 1. Beçenek, 2. Kıfçak, 3. Oğuz, 4. Yemek, 5. Başgırt, 6. Basmıl, 7.
Kay, 8. Yabaku, 9. Tatar, 10. Kırkız, 11. Çigil, 12. Tohsı, 13. Yağma, 14. Uğrak, 15. Çaruk, 16. Çomul, 17. Uygur, 18. Tangut, 19. Hıtay. Listedeki Hıtay’ı Kaşgarlı’nın
ifadesiyle “Çin ülkesi” olarak ayırmak gerekir. Bu sıralamadan az sonra Kaşgarlı
Beçeneklerle Kıfçaklar arasına Suvarlarla Bulgarları yerleştirir. Kaşgarlı’nın iki dilli
oldukları için dillerini bozuk saydığı Soğdak, Kençek, Argu ve Tangutlardan Arguları da
Türk boyları arasında saymalıyız. Demek ki 11. yüzyılda Balkanlardaki Bizans sınırından
Çin ve Moğolistan içlerine kadar Türkçe konuşuluyordu.
9.5.2.6. Yeni Türkçe Dönemi
9.5.2.6.1. Kuzey - Doğu Türkçesi
13. yüzyılda Türk yazı dilinin merkezîleştiği bölge Aral’ın güneyindeki Harezm
bölgesidir. 13.-14. yüzyıllarda Altınordu’nun merkezi olan Hazar’ın kuzey kıyısındaki
Saray’dan hatta daha batıdaki Kırım’dan Tarım havzasının doğusundaki Gansu’ya kadar
Türk yazı dili kesintisiz olarak kullanılıyordu. Tarım havzasıyla Gansu’da kullanılan dile
Türkoloji literatüründe Uygur Türkçesi, Altınordu ve Türkistan sahasında kullanılan dile
ise Harezm Türkçesi denmektedir. Ancak ikisi arasında ses ve gramer yönünden hemen
hemen hiç fark yoktur. Yazıları ise farklıdır. Birincisi Uygur, ikincisi Arap yazısını
kullanır.
13. ve 14. yüzyıllarda Türk yazı dili, bu ana sahadan başka üç coğrafyada daha
kullanılıyordu. Bunlardan biri Yukarı İdil (bugünkü Tataristan) sahasıdır. Burada bulunan
mezar kitabelerinin dili İdil Bulgarcası idi. İkincisi Mısır ve kısmen Suriye idi. Buradaki
yazı dili Harezm Türkçesine çok yakındı ve Kıpçak Türkçesi adını taşıyordu. Üçüncü
saha Azerbaycan ve Anadolu sahasıydı. 13. yüzyılda bu alanda Oğuz ağzına dayanan
yeni bir yazı dili doğmuştu. Bu yazı dili Balkanlara doğru sahasını genişleterek kesintisiz
şekilde bugüne dek sürmüştür. Sadece mezar kitabelerinde gördüğümüz İdil Bulgarcası
14. yüzyıldan sonra yerini Kıpçakçaya bırakır. Mısır ve Suriye’de ise 15. yüzyıldan sonra
Kıpçak Türkçesi kullanılmaz olur.
Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş olarak değerlendirilen bu
dönemde, dil tarihi bakımından önemli eserler yazılmıştır. Bu dönemin dil yadigârlarını
Harezm Türkçesi ve Kıpçak Türkçesi olmak üzere iki grupta değerlendirmek de
mümkündür. Bunlardan başlıcaları aşağıda kısaca anılmıştır:
Harezm Türkçesinin yadigârları: Mukaddimetü’l – Edeb, Kısasü’l – Enbiyâ, Muînü’l – Mürid, Muhabbetnâme, Nehcü’l – Ferâdis
Kıpçak Türkçesinin yadigârları: Kodeks Kumanikus (Codex Cumanicus), Tercümanü Türkî ve Arabî, Kitâbü’l-İdrâk li Lisânü’l-Etrâk, Husrev ü Şirin, Gülistan Tercümesi, Et-Tuhfetü’z-Zekiyye fi’l-Lûgati’t-Türkiyye, El-Kavaninü’l-Külliye li Zabti’l-Lûgati’t-Türkiyye
9.5.2.6.2. Batı Türkçesi
Moğol yayılması sonunda Oğuz ve Türkmen boylarının Anadolu’ya göç etmesi,
eski gelenek ve göreneklerin güçlenmesine, Türk dilinin de yeni bir canlılıkla halk
arasında yayılmasına yol açmıştır. Böylece, 13 yüzyılda Türk dilinin yazı dili olarak
Anadolu’da işlenmeye, Türk edebiyatının önemli eserler vermeye başladığını görüyoruz.
Bu eserler de Fars edebiyatının etkisi altında kaleme alınmış olmakla birlikte, dil
bakımından çok sadedir.
Selçuklularda uç beyi olarak sınırlara yerleştirilmekte olan Oğuz ve Türkmen boy
beyleri, 13I. yüzyılın ikinci yarısında Moğolların baskısıyla zayıflayan İmparatorluğun
durumundan yararlanarak, kendi adlarına hükümet sürmeye başlamışlardır.
Bunlardan Karamanoğulları kültür tarihimizde mutlu bir çığırı açmış olmaları
bakımından büyük bir onura hak kazanmışlardır. 1261’de tahta geçen oğlu Mehmet Bey,
hem Selçuklulara, hem de İlhanlılara karşı cephe almış, bu sıralarda Memlüklerin
Anadolu’ya geçip Moğol ordularını yenmesinden yararlanarak, 4 Mayıs 1278 (10 zilhicce
676)’de Türkçeyi resmî dil olarak ilan etmiştir.
Karadeniz, Kafkaslar, Hazar Denizi ve İran, Kuzey-Doğu Türkçesi ile Batı
Türkçesini ayıran tabii sınırlardır. 11. yüzyıldan itibaren Oğuzlar İran’ı aşarak
Azerbaycan ve Anadolu’ya gelmişler ve Batı Türklüğünü oluşturmuşlardır. Batı Türklüğü
14. yüzyılda Balkanlara taşmış, daha sonra Macaristan sınırına dayanmıştır. Bugünkü
Irak ve Suriye’nin kuzey bölgeleri de Batı Türklerinin 11. yüzyıldan itibaren yerleştikleri
yerlerdi ve buralardaki nüfus Anadolu Türklüğünün tabii uzantısıydı. Öte yandan Kuzey
Afrika ve Arap ülkelerine de önemli miktarda Osmanlı Türkü yerleşmişti. Bütün bu
sahalarda Batı Türkçesi ortak bir yazı dili olarak kullanılmıştır. 13. ve 14. yüzyıllarda
Anadolu ve Azerbaycan’da yazılan eserleri, yazı dili olarak birbirinden ayırmak kolay
değildir. Bu yüzyıllarda yazı dili henüz standartlaşmamıştır; esasen Azerbaycan, Anadolu
ve Balkanlarda henüz siyasî birlik de yoktur; bölgede çeşitli Türk beylik ve devletleri
hüküm sürmektedir. 15. yüzyılda Osmanlılar güçlenerek birliği kurmaya yönelirler ve
yeni oluşmaya başlayan İstanbul ağzı esasında Osmanlı Türkçesi standart hâle gelir. 16.
yüzyılda Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile birlikte Suriye ve Irak da Osmanlı topraklarına
dâhil olur; böylece bu bölgeler de Osmanlı Türkçesi alanı içine girerler. Kuzey ve Güney
Azerbaycan, İran’la birlikte bir başka Türk devletinin, Safevîlerin yönetiminde kalır.
Ancak yine de 16. yüzyılda Azerbaycan ve Osmanlı yazı dillerinin kesin şekilde
ayrıldığını söylemek doğru değildir. Hatayî ve Fuzulî her iki çevrenin de şairidir. 17.
yüzyıldan sonra iki yazı dilinin ayrıldığını söylemek mümkündür; ancak aralarındaki fark
yok denecek kadar azdır.
Kuzey ve doğu Türklerinde Harezm Türkçesinin devamı niteliğindeki Çağatay
Türkçesi tek ve ortak yazı dili olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar devam
etmiştir. Bunun bir tek istisnası vardır: Kırım Hanlığı. Osmanlı idaresinde bulunduğu için
Kırım Hanlığında kullanılan yazı dili Osmanlı Türkçesi idi.
Hazar’ın güneyinden batıya uzanan ve Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan ve Güney
Azerbaycan), Anadolu, Adalar, Rumeli, Irak ve Suriye’de konuşulan Türkçeye Batı
Türkçesi denmektedir. Bugünkü yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi,
Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi Batı Türkçesi grubunda
yer almaktadır. Türk yazı dilinin bu kolu Oğuz lehçesine dayandığı için Oğuz grubu
olarak da adlandırılır.
12. yüzyılın sonlarıyla 13. yüzyılın başlarından günümüze kadar kesintisiz olarak
devam eden ve Eski Türkçeden sonra oluşan Türkçenin iki büyük kolundan biri olan bu
yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dilidir. Türkçenin diğer yazı dillerine
göre en çok gelişme gösteren koludur.
Bugün Batı Türkçesi; Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Gagavuz
Türkçesi ve Türkmen Türkçesi olmak üzere varlığını dört kolda devam ettirmektedir.
Türkmen Türkçesi, yüzyıllarca Doğu Türkçesinin etkisi altında kaldığından Türkiye
Türkçesine yakınlığı Azerbaycan Türkçesi kadar değildir. Gagavuz Türkçesi de Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra edebî dil olma yolunda büyük gelişmeler göstermektedir.
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin ana kolunu oluşturur ve tarihî süreçte kendi
içinde üç döneme ayrılır:
9.5.2.6.2.1. Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
13. yüzyılın başlarından 15. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli’de
kullanılan, Oğuz temelindeki Türkçe olup Batı Türkçesinin ilk dönemini oluşturur.
Eski Anadolu Türkçesi, gramer şekilleri bakımından kısmen Eski Türkçeye bağlı
olmakla birlikte, Kuzey ve Doğu Türkçelerine göre hızlı bir gelişme gösterdiği için bu
dönemde yeni gramer şekilleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Eski Anadolu Türkçesini Anadolu’daki siyasî ve sosyal gelişmelere bağlı olarak
kendi içinde Selçuklu Dönemi Türkçesi, Beylikler Dönemi Türkçesi ve Osmanlı
Türkçesine Geçiş Dönemi Türkçesi olmak üzere üç döneme ayırmak mümkündür.
Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için
Türkçeyle dinî, ahlâkî özellikler taşıyan ve daha çok halka seslenen eserler yazılmıştır.
Bu eserlerin yazılmasında beylerin; kendi millî dil ve kültürlerine önem veren, Türkçe
yazan bilim adamlarını ve şairlerini koruyup destekleyen tutumları oldukça etkili
olmuştur. Bilhassa, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 15 Mayıs 1277’de tellal çağırtarak
yaydığı “Şimden gerü dîvânda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden
başka dil kullanılmayacaktır.” fermanı oldukça önemlidir.
Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Beyliklerinde
ise beylerin de millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat
açısından verimli bir dönem başlamıştır. Bu devirde Selçuklu döneminin az sayıdaki
eserlerine karşılık yüzlerce eser meydana getirilmiştir.
Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden
ayrılan özellikleri olmakla birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.
9.5.2.6.2.2. Osmanlı Türkçesi
Pratikte kısaca Osmanlıca diye de adlandırılan Osmanlı Türkçesi, 15. yüzyılın
sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devletinin sınırları içinde kullanılan
yazı dilidir.
Bu dönemin en belirgin özelliği, Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden oldukça
fazla kelime ve gramer şeklinin Türkçeye girmiş olmasıdır. Klâsik bir edebiyat oluşturma
ve sanat yapma anlayışıyla Türk yazı dili âdeta Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden
oluşan üçüz bir dil hâline getirilmiştir. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklar her
geçen gün artarken bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir dil; diğer tarafta yazılan
fakat konuşulmayan bir dil ortaya çıkmıştır.
Halka, halkın diliyle seslenen halk şairlerinin yalın Türkçesi yanında sanat yapma
endişesiyle sadece belli bir zümrenin anlayabildiği, halkın anlamadığı, konuşmadığı
unsurlar divan şairleri aracılığıyla dile girmiştir. Bu durum 17. yüzyılda doruğa çıkmıştır.
Dilde ortaya çıkan bu ikilikten kaynaklanan anlaşılmazlık sorunu, 17. yüzyılda
mahallîleşme hareketiyle yavaş yavaş çözülmeye başlamıştır. Bu çözülme 18. yüzyıl
boyunca ve Tanzimat’a kadar devam ettiyse de Türkçe, yabancı kelimelerle yüklü ağır bir
dil olarak varlığını Batı Türkçesinin üçüncü dönemini oluşturan Türkiye Türkçesine
kadar sürdürmüştür.
Medresenin yarattığı skolastik anlayış ve inanışla beslenen klâsik Türk edebiyatı,
saray ve medrese çevrelerinde yayılıp gelişirken, geniş halk yığınları arasında da, daha
açık bir dille yazılmış kendi zevkine ve anlayışına seslenen canlı bir edebiyat meydana
geliyordu. Sonradan çeşitli kollara ayrılan bu edebiyatın da, İslâm dünyasının meydana
getirdiği yeni inanışların izlerini taşıyacağı şüphesizdi.
Bunların başında, yeni dinin yarattığı kahramanların hayatı etrafında toplanan
hikâyeler gelir. Türlü çağlarda birçok kişi tarafından kaleme alınan Ebu Müslim, Seyyid
Battal Gazî, Danişment Gazi hikâyeleri, Hz. Ali ile büyük din erlerinin kâfirler ve
devlerle çarpışmalarını tasvir eden eserler. Dede Korkut ve Köroğlu hikâyeleri bunları
izler.
Daha sonra da halk destanları gelir ki, bunlar ilk destanların kalıntılarını taşımakla
birlikte, sonradan kaleme alındıkları için, İslâm dininin inançlarıyla gelenek ve
göreneklerinin etkisi altında meydana gelmiştir. Bunların çoğu, yazarları bilinmeyen
anonim eserlerdir.
Lirik halk şiirleri de, dil özelliği bakımından bu kümeye girer. Başka bir küme de,
yine halka seslenmekle birlikte, medrese eğitimi görmüş, ya da o çevrelerde yetişmiş
belirli kişilerin meydana getirdikleri hikmetler, ilahiler, devriyeler, nefesler, ağıtlar, ünlü
şeyhlerle erenlere ait “menakıp” kitaplarıdır.
Kur’an ve hadis çevirileriyle bazı dinî risaleleri de bu kümeye bağlayabiliriz.
Gerçi bunlar anlayış ve inanış bakımından ötekilerden çok başkadır. Birincilerde öğretme
ve “telkin” amacıyla birlikte lirizm de vardır. İkincilerde ise, daha çok “züht ve takva”
büyük bir yer tutar. Her ikisi de halka seslendiğinden, dil bakımından aynı sadeliği taşır.
Daha ilk çağlardan başlayarak, Orta Asya’da halkla birlikte yaşayan türlü tarikat
şeyhleriyle dervişleri, ülkülerini halk yığınlarına yaymak amacıyla, ana dilden geniş
ölçüde yararlanmışlardır.
Ahmet Yesevi ile halifelerinin basit ve sade bir dille kaleme aldıkları hikmetler,
halk arasında geniş yankılar uyandırmıştır.
Daha sonra Anadolu’da Yunus Emre ve Nesimî gibi şairler, Türk dilini kendi
yönlerinden işlemişler ve ona bir canlılık, ruhları titreten dokunaklık, kıvraklık
vermişlerdir. Yunus Emre’nin ilahilerinin bugün de büyük bir zevk ve heyecanla
okunmasındaki sır, ondaki sanat kudretindendir.
9.5.2.6.2.3. Türkiye Türkçesi
Batı Türkçesinin bugün içinde bulunduğumuz üçüncü dönemidir. Türkiye
Türkçesi teriminden, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili olan ve bugün çok geniş bir
alanda kullanılan Türk yazı dili anlaşılır.
Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının (Z. Gökalp, A. C. Yöntem, A. Koyuncu)
konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma amacıyla Genç Kalemler dergisinde
başlattıkları Yeni Lisan hareketi bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Yeni Lisan
makalesinde bu hareketin amacı, “Millî bir edebiyat meydana getirmek için önce millî bir
dile ihtiyaç vardır. Bu dil konuşulan dil, İstanbul Türkçesidir. Yazı diliyle konuşma dili
birleştirilirse millî bir edebiyat ancak o zaman dirilecektir. Bunun için de yapılacak tek
şey dilde Türkçenin kurallarını geçerli kılmak olacaktır.” şeklinde özetlenmektedir.
9.5.2.6.3. Doğu Türkçesi
13. yüzyıldan itibaren iki ayrı yazı dili hâlinde gelişen Doğu ve Batı Türkçeleri
sürekli olarak birbirleriyle temasta olmuşlardır. Çağatay sahası eserleri, özellikle Nevayî
Osmanlı ve Azerbaycan Türklerince hep okunmuştur. Buna karşılık Osmanlı eserleri de
özellikle İdil-Ural bölgesinde sürekli okunmuştur. Osmanlı ve Azerbaycan sahasında
Nevayî’ye Çağatayca olarak nazireler yazılmış ve bu 19. yüzyıla kadar sürmüştür.
15. yüzyılda Sekkâkî, Lûtfi, Mir Haydar gibi şairlerle gelişmeye başlayan bu
edebiyat, Mir Ali Şir Nevaî ile olgunluk çağına erişmiştir. Baykara-Nevaî devrinde
Herat’ın parlak bir fikir ve sanat merkezi hâline gelmesi, Fatih zamanında İstanbul’un
kültür hayatının kıblesi olarak bilim ve sanat adamlarını kendine çektiği döneme rastlar.
Böylece İstanbul ve Herat, Türk - Müslüman kültürünün iki büyük merkezi olarak
karşılıklı yer almış bulunur.
Klâsik devir Çağatay edebiyatının olduğu kadar, bütün Türk edebiyatının da en
önemli şahsiyetlerinden biri olan Ali Şir Nevâyî, Azeri ve Anadolu sahasında da
okunmuş, Osmanlı şairlerince üstat olarak tanınmış ve 15. yüzyıldan bu yana şiirlerine
pek çok nazire yazılmıştır. Meydana getirdiği divan, mesnevi, tezkire, hâl tercümesi, tarih
vb. gibi değişik türlerde; musiki, aruz, dil, din vb. farklı konularda kaleme aldığı otuza
yakın eser, klâsik Çağatay edebiyatının teşekkülünde ve gelişmesinde büyük hizmet
görmüştür.
Ali Şir Nevâyî’nin Türkçeyle Farsçayı karşılaştırarak Türkçenin Farsçadan üstün
olduğunu anlatan Muhâkemetü’l- Lûgateyn (İki Dilin Muhakemesi) adlı eseri dil tarihi
bakımından özellikle anılmaya değer niteliktedir.
Bugünkü Pakistan, Hindistan ve Afganistan topraklarında 16. yüzyılın başlarında
büyük bir Türk devleti kuran Babür Şah, Çağatay şiirinin ve nesrinin güzel örneklerini
vermiştir. Babür Şah’ın Vekayi adlı eseri ise, dünya hatıra edebiyatının önemli
kaynaklarındandır.
17. yüzyılda Çağatay Türkçesini temsil eden Ebü’l-Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i
Türkî ve Şecere-i Terâkime adlı eserleri meşhurdur.
Doğu Türkçesi günümüzde, Doğu ve Batı Türkistan’daki Modern Özbek
Türkçesiyle ve Yeni Uygur Türkçesiyle temsil edilmektedir.
1552’de Kazan’ın düşmesiyle başlayan Rus yayılması 1885’te Batı Türkistan’ın
işgaliyle tamamlanmıştır. Doğu Türkistan 1760’larda Çin işgaline uğramıştır. 19. yüzyılın
sonuna gelindiğinde bağımsız olan Türkler sadece Osmanlı Türkleridir.
19. yüzyılın ortalarında Türk yazı dilleri için yeni bir süreç başlar. Kazan
Üniversitesinde hocalık yapan müsteşrik ve papaz İlminski, her Türk boyunun konuşma
dilinin ayrı bir yazı dili hâline gelmesi gerektiği görüşünü ortaya koyar ve bunun için
çalışmaya başlar. Özellikle Tatar aydınlarıyla Kazan’da okuyan Kazak aydınları üzerinde
etkili olur. Bu iki Türk boyunun bazı yazar ve şairleri, ortak olan Çağatay yazı dili yerine
kendi konuşma dillerini yazı dili hâline getirmeye çalışırlar. Yüzyılın sonlarına doğru
Tatar ve Kazak yazı dillerinin ilk eserleri verilmeye başlar. İlminski’ye karşılık Gaspıralı
İsmail, 1884’te Bahçesaray’da (Kırım) çıkarmaya başladığı Tercüman gazetesi ve Türk
dünyasının her tarafında açtırdığı usûl-i cedit okulları vasıtasıyla ortak yazı dilini
savunur; bütün Türk dünyasının sadeleştirilmiş İstanbul Türkçesinde birleştirilmesini
ister. Rusya’da Meşrutiyetin ilan edildiği 1905 yılından itibaren Kırım, İdil-Ural,
Azerbaycan ve Türkistan bölgelerinde Türk yazı dili konusu sıkı bir şekilde tartışılır.
Gaspıralı İsmail’in tesirinde kalan Türk aydınları yazı dilinde birlik fikrini savunurlar ve
buna uygun eserler verirler. İlminski’nin fikirleri ise başka müsteşrikler ve Çarlık
memurları tarafından yayılmaya çalışılır. İlminski gibi bir papaz ve müsteşrik olan
Nikolay Ostroumov 1870’ten 1918’e kadar Türkistan Vilâyetinin Geziti’ni çıkararak bu
gazete vasıtasıyla İrancalaşmış Özbek ağızlarını yazı dili hâline getirmeye çalışır. 1888-
1902 arasında çıkarılan Dala Vilâyeti gazetesi Kazakçayı, 1905-1908 arasında çıkarılan
Mecmûa-yı Mâverâyı Bahr-ı Hazar Türkmenceyi yazı dili yapmaya uğraşır. Her üç
gazete de Çar idaresince çıkarılmaktadır. Yüzyılın başındaki bu tartışma ve uygulamalar
kaynaklara ulaşmanın zorluğu yüzünden bugüne kadar ciddî şekilde araştırılmış değildir.
Ancak 1917’deki Bolşevik ihtilâlinden sonra serbest tartışma ortamı yok edilmiş,
İlminski ve Ostroumov’un fikirleri zorla uygulanarak her Türk boyunun konuşma dili
ayrı yazı dili hâline getirilmiştir. Bu süreç Sovyetler Birliği’nde 1930’larda
tamamlanmıştır. Çin idaresindeki Doğu Türkistan’da ise Uygurca, Çağatay yazı dilinin
devamı olarak sürerken 1949’daki komünist idareden sonra mahallîleştirilmiştir. Alfabe
değişiklikleriyle bu süreç hızlandırılmış, her Türk yazı dili için ayrı alfabeler
oluşturularak farklılık artırılmaya çalışılmıştır. Bütün bu çalışmalar sonunda bugün 20
Türk yazı dili ortaya çıkmış bulunmaktadır.
9.6. Türkçenin Genel Özellikleri2
1. Türkçede kalınlık-incelik uyumu vardır: Gerçekte ses benzeşmelerinin bir
sonucudur. Benzeşme ise, bir sesin komşusu olan sesi kendisine benzetmesidir. Önceki
ses sonraki sesi kendisine benzetebilir. Bu duruma ilerleyici benzeşme denir. Tam tersi
2 http://www.isa-sari.com/ders-notlari/TT_1.pdf
durumda ise yani sonraki ses önceki sesi kendisine benzetirse buna da gerileyici
benzeşme denir. Türkçede ilerleyici benzeşmeler daha yaygındır. Örneğin: -ca, -ce eki bir
kelimeye eklenince: korkak+ca > korkakça olur. korkakçe olmaz. Kalın sese kalın ek
gelir. Uygun olan seçilir.
a a, ı baba ı ı, a kışlık
e e, i bebek i i, e bilge
o u, a koyun u u, a kucak
ö ü,e önce ü ü, e ülkü
Hangi ünlüden sonra hangi ünlünün geleceği yandaki tabloda gösterilmiştir.
• Türkçe oldukları hâlde kalınlık-incelik uyumuna uymayanlar (Uyum dışı):
kardeş – anne – elma
• Bazı ünsüzlerin inceltici etkisi vardır: ınan- > inan- / kangı > hani
• Bazı alıntı kelimeler kalın ünlüyle bittiği hâlde ince ünlülü ek alabilir: dikkat+li
> dikkatli / gol+u > golü
• Uzun zaman önce dilimize girmiş yabancı kelimeler benzeşme sonucu kurala
uymuştur: çehar +yek > çeyrek / dûr+bin > dürbün
2. Türkçe kelimelerde ilk heceden sonra /o/ ve /ö/ bulunmaz:
• Bir kelimenin ilk hecesinden sonra /o/ ve /ö/ bulunmaz. Böyle olursa, o kelime
yabancıdır: terörist / motor
• “-yor” eki istisnadır; çünkü bağımsız bir fiilin ekleşmesidir.
• Kalınlık-incelik uyumunda da olduğu gibi, birleşik sözcükler de bu kuralın
istisnaları arasındadır.
3. Türkçede düzlük-yuvarlaklık uyumu vardır:
• a, e, ı, i ünlülerinden sonra yine a, e, ı, i ünlüleri gelir.
• o, ö, u, ü ünlülerinden sonra ise o, ö, u, ü ve a, e ünlüleri gelir.
• Dudak uyumu da denmektedir.
• 15. yüzyıldan sonra şekillenmeye başlamıştır.
• Türkçe kökenli bütün kök/gövde ya da çekimli sözcükler bu kurala uyar.
• avuç, çamur, kabuk… gibi sözcükler, yanlarındaki ünlüleri yuvarlaklaştırıcı
etkisi olan /b, m, v/ dudak ünsüzlerinin etkisiyle bu uyumun dışında kalır. Ancak bu
sözcükler Anadolu ağızlarının çoğunda dar ünlüyle söylenir.
• baraj, enerji, şişe… gibi yabancı sözcüklerin bir bölümü rastlantısal olarak bu
kurala uymaktadır. Çok uzun süre önce Türkçeye giren yabancı kökenli sözcükler,
sonradan düzlük yuvarlaklık uyumuna girebilir: zeytun >> zeytin, durbin >> dürbün…
gibi
• Dudak sesleri, yanlarındaki düz sesleri yuvarlaklaştırır. Örn: sav-ur > savurmak
• “-yor” eki istisnadır. Örn: gel-e-yor > geliyor olur.
4. Türkiye Türkçesinde kelimelerde aslî uzun ünlü bulunmaz:
• Aslî uzun ünlüler, ses olayları sonucu meydana gelmeyen ünlülerdir.
• “var” tek başına normal okunur; fakat “var+ol” “vâr ol” şeklinde okunur. Bu
durum bir istisnadır ve bu durumda aslî uzun ünlü açığa çıkar.
• Bir kelimede uzun ünlü varsa bu kelime Türkçe değildir. Örneğin: dâvâ, mânâ
5. Türkçede kelime başında şu ünsüzler bulunmaz: “c, f, ğ, h, j, l, m, n, p, r, s, s, ş,
v, z, ŋ”: İstisnaları:
• k- > h- kangı > hangi gibi değişen kelimeler.
• şırıl veya hırıl gibi yansıma kelimeler.
• ne ve türevleri (niçin, neden, nasıl).
• şimdi, vur kelimeleri. Bu seslerden bazıları aslî Türkçe seslerden değildir. Yani
eski Türkçe devresinde yoktur. Bunlar: c, f, g, h, j, ve v’dir.
6. Türkçede kelime sonunda şu ünsüzler bulunmaz: “b, c, d, g, ġ”:
• Bu kelimeler yabancı kökenlidir.
• Örn: psikolog, katalog, lig… gibi
• ad, od, sac, yed- kelimeleri bu kuralın dışındadır.
7. Türkçede kelimelerde boşluk yoktur. Bir kelimede iki ünlü yan yana yazılmaz:
Örn: saat, şiir, şair… gibi
• Bazı durumlarda iki ünlü bir araya gelebilir. Bu durumda yardımcı ses yani
kaynaştırma harfi kullanılır. Örn: sıra + a = sıraya
8. Türkçede aslî olarak ikiz ünlü yoktur.
• İkiz ünlü, tek ses olarak kabul edilen ve tek hecede bulunabilen ikiz ünlülerdir.
• Türkçe kelimelerde birincil (aslî) ikiz ünlü yoktur.
• Alçalan ve yükselen olmak üzere iki örneğini görürüz.
9. Türkçede kelime kökünde ikiz ünsüz yoktur:
• Vurgulamaya ve tarihsel gelişime dayalı birkaç kelime dışında (assı, anne, elli…
gibi) sözcük kökünde ikiz ünsüz bulunmaz.
• Yabancı dillerden alınan kelimelerin bir bölümünde ikiz ünsüzler korunur. Örn:
millet, cennet, pizza… gibi.
• Arapça kökenli kimi kelimelerin sonunda ikiz ünsüz bulunur, bu ünsüzler
Türkçe söyleyişte tekleşir; fakat bu ek aldıklarında özgün biçimleri ortaya çıkar.
• Örn: ret >reddi, his > hisset… gibi
10. Türkçede ünsüz uyumu vardır:
• Tonluluk, tonsuzluk bakımından incelenir. Tonludan sonra tonlu, tonsuzdan
sonra tonsuz ünsüz gelir. Örn: sınıfta, kolda… gibi.
11. Türkçede ünlü-ünsüz uyumu vardır:
• Türkçe bir hece ağzın ön veya arka bölgesinde oluşan ünlüler veya ünsüzler aynı
hecede kullanılır.
• Ünlü-ünsüz uyumu bulunmayan kelimeler yabancı kökenlidir.
12. Türkçede hece sonunda belli ünsüz çiftleri bulunabilir:
• l, n, r, s ve bunlardan sonra ç, t, p, k, s ünsüzleri gelir. Örn: alt, ölç, örs… gibi.
• Yabancı dillerden alınan kelimelerle, söz sonunda bulunabilen ünsüz çiftlerinin
sayısı artmıştır. Örn: aşk, film, nötr… gibi.
• Kimi yabancı kökenli kelimelerdeki ünsüz çiftleri arasında ünlü türemesi
görülür. Örn: ilm > ilim, film > film… gibi.
13. Türkçede aslî olarak c, f, v, ğ ünsüzleri ilk hecede bulunmaz.
14. Türkçede kelime kökünde veya hece sonunda yan yana üç ünsüz bulunmaz:
• Bu kelimeler yabancı kökenlidir.
• Örn: kontr, sfenks… gibi.
15. Türkçede söz başında iki ünsüz bulunmaz:
• İlk hecedeki /I kimi kelimelerde çok zayıflamış, adeta kaybolmuştur.
• Örn: tren, spor, traş… gibi.
16. /ğ/ ilk hece sonunda bulunabilir:
• Örn: ağ, dağ, oğ… gibi
Uygulamalar
1) Türkçenin tarihî coğrafyası hakkında araştırma yapınız.
Uygulama Soruları
1) Altay dil ailesi hakkında bilgi veriniz?
2) Türkçenin tarihî lehçeleri hakkında neler söylenebilir?
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Türkçe dünyanın en zengin dillerinden biridir. Türkçe, kökleri binlerce yıl önceye
uzanan yeryüzünün sayılı dillerindendir. Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle
sondan eklemeli diller grubunda; köken bakımından da Ural - Altay dil grubunun Altay
dilleri ailesinde yer almaktadır. Ural - Altay dilleri, diğer dil aileleri gibi sağlam bir aile
oluşturmazlar. Bu gruptaki diller arasındaki yakınlık, köken akrabalığından ziyade yapı
yönüyle benzerlik şeklinde ortaya çıktığı için sınıflandırmanın dil ailesi yerine dil grubu
olarak yapılması görüşü benimsenmektedir. Türklerin konuştuğu dilin adıdır. Türkçe,
Türk kelimesinin kavram alanı içinde yer alan bütün boy, soy, oymak ve aşiretlerin
konuştukları dilin ortak adıdır. Kimi Türkologlar aradaki farklılıkları lehçe / uzak lehçe,
şive / yakın lehçe ve ağız terimleriyle ifade etmektedirler. Bunlar bir dilin çeşitli
sebeplerle oluşmuş alt kollarıdır. Türk dili kolu kendi içinde üç ana gruba ayrılır. Bugün
20 Türk dilinin yazı dili vardır.
Kaynakça
Akar, Ali, Türk Dili Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul 2006
Aktaş, Prof. Dr. Şerif- Gündüz, Yard. Doç. Dr. Osman, Yazılı ve Sözlü Anlatım,
Akçağ Yay., Ankara, 2005.
Aksan, Doğan, En Eski Türkçenin İzlerinde, Simurg, İstanbul, 2000.
Aksan, Doğan, Türkçenin Sözvarlığı, Engin Yayınevi, Ankara, 2000.
Aksan, Doğan, Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını, Bilgi Yayınevi,
Ankara, 2001.
Aksan, Doğan, Anadilimizin Söz Denizinde, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2002.
Aksan, Doğan, Türkçenin Zenginlikleri İncelikleri, Bilgi Yayınevi, Ankara,
2005.
Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim 3, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1982, sayfa 22–23.
Boeschoten, H. “The Speaker of Turkic Languages”, The Turkic Languages,
Lars Johanson/Eva Csato, 1998, s. 1-5.
Buran, Ahmet, Tulum, Mehmet Mahur, Çağdaş Türk Yazı Dilleri I, Anadolu
Üniv. Yay., Eskişehir, 2011.
Caferoğlu, Ahmet, Türk Dili Tarihi, Enderun Kitabevi, (3. baskı), İstanbul 1984.
Demir, Nurettin, Yılmaz, Emine, Türk Dili El Kitabı, Grafiker Yay., Ankara
2003
Ercilasun, Ahmet B., “Tarihten Geleceğe Türk Dili”, Türk Dili, 569, Mayıs 1999,
s. 355-362.
Ercilasun, Ahmet B., “Türkçenin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri”, Dil
Araştırmaları, 12, Bahar 2013, s. 17-22.
Ercilasun, Ahmet B., “Tarihi Akışı İçinde ve Cumhuriyet Döneminde Türk Dili”,
BAL-TAM Türklük Bilgisi, 1/1, Eylül 2004, s. 11-23.
Ercilasun, Ahmet B., Başlangıçtan Yürminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ
Yay., Ankara 2004.
Ergin, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, 19. bs., İstanbul, Bayrak Yayınları, 1992.
Göğüş, Beşir, Orta Dereceli Okullarımızda Türkçe ve Yazın Eğitimi, Gül Yay,
Ankara, 1978
Gülensoy, Tuncer, Türkçe El Kitabı, Akçağ Yay., Ankara 2000.
Johanson, Lars, Éva Á. Csató (Eds.), The Turkic Languages, 1998.
Johanson, Lars, “The History of Turkic”, The Turkic Languages, Lars
Johanson/Éva Á. Csató (Eds.), 1998, 81-125.
Karaağaç, Günay, Türkçe Verintiler Sözlüğü, Ankara, TDK Yayınları, 2008.
Karaağaç, Günay, “Alıntı Kelimeler Üzerine Düşünceler” Dil Tarih ve İnsan,
Kesit Yayınları, İstanbul, s. 137-146.
Karaağaç, Günay, Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi 29-30 Nisan 2004, Akçağ
Yayınları, 2004 Ankara.
Komisyon, Türk Dili, Anadolu Üniv. Yay., Eskişehir, 2009.
Komisyon, Türkçe Öğretimi (İlke-Yöntem-Teknikler), Maya Akademi Yay.,
Ankara, 2008.
Ölmez, Mehmet, “Türkçenin ve Türk Dillerinin Yaşı Konusu”, Toplum ve Bilim
96, Bahar 2003, s. 62-74.
Özkan, Mustafa, Tarih İçinde Türk Dili, Filiz Kitabevi, İstanbul.
Özkan, Mustafa, Tören, Hatice, Esin, Osman, Yüksek Öğretimde Türk Dili,
Filiz Kitabevi, 2001 İstanbul.
Özyetgin, Melek, Tarihten Bugüne Türk Dili Alanı, www.eurasianhistory,
Chinese Academy of Social Science, Sino-Foreign Relationship Department of Institute
of History, 2006.
Sinan, Ahmet Turan; “Demir, Sezgin, Dil Bilimini Sevdiren Adam: Prof. Dr.
Doğan Aksan (1929-2010)”, Turkish Studies, 5/4, 2010, s. 639-662.
Sır, Ayşe Nur, “Türkçede Batı Kaynaklı Kelimeler ve Unsurlar Sorunu”, The
Journal of Academic Social Science Studies, 6/8, s. 969-982, 2013.
Tezcan, Semih, “En Eski Türk Dili ve Yazını”, Bilim, Kültür ve Öğretim Dili
Olarak Türkçe, TTK yayınları, Ankara 1978, 271-383.
Tekin, Talat, Ölmez, Mehmet, Türk Dilleri, Simurg Yay., İstanbul 1999.
Uysal, Selçuk, Üniversiteler için Türk Dili, Doğu Kütüphanesi Yay., 2006
İstanbul.
Uzun, N. Engin, “Türkçenin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri Üzerine”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, 19, 2, 2012, s. 115-
134.
http://www.dilimiz.com/dil/TurkDili/trkdili1.htm.
http://www.humanity.ankara.edu.tr/turklehceleri/hakkimizda.htm