28
Paratifoid Salmonella Serotiplerinin Kanatlı Bağırsaklarına Kolonizasyonu facebook.com/tavder • twitter.com/tavder Sepiyolitin Kanatlı Beslemede Kullanımı Yumurtacı ve Broilerlerde Karaciğer Yağlanması Koli Enfeksiyonlarında Patogenez Türk Kanatlı Eti Sektör’ü İhracatta Dünyada İlk 3’e Oynuyor

› siteimages › mektup › 2014.4.pdf Paratifoid Salmonella Serotiplerinin KanatlıVeteriner hekimlere ihtisas yolunun önündeki engel-lerin kaldırılması da son derece olumlu

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Paratifoid Salmonella Serotiplerinin Kanatlı Bağırsaklarına Kolonizasyonu

facebook.com/tavder • twitter.com/tavder

Sepiyolitin Kanatlı Beslemede Kullanımı

Yumurtacı ve Broilerlerde Karaciğer Yağlanması

Koli Enfeksiyonlarında Patogenez

Türk Kanatlı Eti Sektör’ü İhracatta Dünyada İlk 3’e Oynuyor

Tylan Premix ile Rahat Solunum, Yüksek Performans

Daha fazla bilgi için lütfen Elanco temsilcinizle görüşünüz.

Yüksek KazanımYapılan Yatırımın

Geri Dönüşü

Elanco Hayvan SağlığıLilly İlaç Ticaret Ltd. ŞirketiKuşbakışı Caddesi No.4Rainbow Plaza Kat.3Altunizade 34662 Istanbul0216 554 00 00www.elanco.com

Tylan

® is a

trad

emar

k for

Elan

co’s

bran

d of

tylos

in. E

lanco

® and

the

diago

nal c

olor b

ars a

re tr

adem

arks

of E

li Lilly

and

Com

pany

May

200

2/Fe

brua

ry 2

009

Elan

co A

nimal

Healt

h. ©

Imag

e ch

icken

: Fot

olia/

Mar

ty Kr

opp.

(PO0

903)

Şimdi Arınma Süresi 0 gün!

Granül

Optimum Mikoplazma Kontrolü ile Daha Sağlıklı Tavuklar

BİLEŞİMİ: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks açık kahverenkli, akışkan, granüler bir üründür. Her kg’da 250 g tilosin aktivitesine eşdeğer tilosin fosfat bulunur. Taşıyıcı olarak soya unu içerir. FARMAKOLOJİK ÖZELLİKLERİ: Tilosin, fermentasyon yoluyla Streptomyces fradiae kültüründen elde edilen makrolit grubu bir antibiyotiktir. Bakterilerde 50-S ribosomal alt birime bağlanarak bakteri gelişimini durdurur. Antibakteriyel spektrumunda Mikoplazma spp., gram pozitif ve bazı gram negatif mikroorganizmalar bulunur. Ağız yoluyla verildikten sonra emilen tilosin BOS hariç, tüm vücut kesimlerine etkili yoğunlukta geçer. Vücutta pek değişime uğramadan başlıca safra ve kısmen de idrarla atılır. KULLANIM SAHASI / ENDİKASYONLARI: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tavuklarda duyarlı bakteriler tarafından meydana getirilen solunum yolu enfeksiyonları ile nekrotik enteritten korunma ve tedavi amacıyla kullanılır. UYGULAMA ŞEKLİ VE DOZU: Veteriner hekim tarafından başka şekilde tavsiye edilmediği takdirde, şu şekilde kullanılır: Kronik Solunum Yolu Hastalığı: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tavuklarda 800 ppm (3.2 kg Tylan G 250/ton yem) dozunda ve 5 gün süreyle yem içerisinde kullanılır. Uygulama, 4 hafta sonra 2 gün süreyle tekrarlanır. Nekrotik Enterit: Nekrotik enterit’e karşı, 50-150 ppm (0.2-0.6 kg Tylan G 250/ton yem) dozunda 7 gün süreyle uygulanır. Yemin tamamına katılmadan önce, Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks’in 20-50 kg yemle ön karışıma tabi tutulması önerilir. İSTENMEYEN ETKİLER: Tilosin güvenli bir madde olup, belirtilen dozlarda kullanılması durumunda herhangi bir yan etki görülmez. İLAÇ ETKİLEŞİMLERİ: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks fenikoller, linkozamidler ve diğer makrolit grubu antibakteriyellerle eş zamanlı olarak uygulanmamalıdır. GIDALARDA İLAÇ KALINTI UYARILARI: İlaç kalıntı arınma süresi (i.k.a.s.): Kalıntı arınma süresi et ve yumurta için “0” (sıfır) gündür. KONTRAENDİKASYONLARI: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks, tek tırnaklı hayvanların yemlerine karıştırılmamalı ya da bu hayvanlara direkt olarak verilmemelidir. GENEL UYARILAR: Kullanmadan önce ve beklenmeyen bir etki görüldüğünde veteriner hekime danışınız. Çocukların ulaşamayacağı yerlerde bulundurunuz. Gıda maddelerinden uzakta bulundurunuz. Ambalajı hasarlı olan ürünleri satın almayınız ve kullanmayınız. UYGULAYICININ ALMASI GEREKEN ÖNLEMLER VE HEKİMLER İÇİN UYARILAR: Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks’in deri ile teması irritasyona yol açabilir. Ürünün kullanımı sırasında maske, koruyucu eldiven ve elbise giyilmelidir. Uygulama sonrasında eller yıkanmalıdır. Deri ile temas durumunda, ilgili yerler yıkanmalıdır. Tylan G 250 Veteriner İlaçlı Premiks yeme karıştırılmak üzere formüle edildiğinden, direkt olarak hayvanlara verilmemelidir. MUHAFAZA ŞARTLARI VE RAF ÖMRÜ: Raf ömrü, imal tarihinden itibaren 24 aydır. Açılmış ambalajdaki ve yem içindeki raf ömrü 3 aydır. Işıktan koruyunuz. +25 ˚C altında muhafaza edilmelidir. TİCARİ TAKDİM ŞEKLİ: 25 kg’lık kraft kağıt torbalarda. PERAKENDE SATIŞ YERİ: Veteriner hekim reçetesiyle eczanelerde ve veteriner muayenehanelerinde satılır (VHR). PROSPEKTÜSÜN ONAY TARİHİ: 04.11.2008 TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI RUHSAT TARİH-NO: 08.04.2004 – 9/843 RUHSAT SAHİBİNİN ADI VE ADRESİ: Lilly İlaç Ticaret Ltd. Şti. Kuşbakışı Cad. No:4, 34662 Altunizade / İstanbul İMAL YERİNİN ADI VE ADRESİ: Eli Lilly & Company Ltd., Speke Operations Fleming Road Liverpool L24 9LN, İngiltere. Seri No.(Batch No), Üretim Tarihi (Date of Manufacturing) ve Son Kullanma Tarihi (Expiry Date) için torbanın ön yüzünün alt kısmına bakınız. ® Tylan G 250, Eli Lilly and Company’nin tescilli ticari markasıdır.

MEKTUP ANKARA 1Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

BaşyazıBaşyazı

Sevgili Dostlar

Dünyada ve Türkiye de yaşanan zorluklar doğal ola-rak tavukçuluk sektörünü de etkilemiştir. Bununla birlikte krizleri aşma konusunda çok yetenekli ve tecrübeli olan tavukçuluk sektörü bunların üstünden felerek 2014 yılını büyüme ile tamamlayacak bir ge-lişme içerisindedir. Irak pazarında düşüşler olmasına rağmen Rusya pazarı giderek büyümektedir. Rusya ya ihracatın bütün piliç yanında parça ve özellikle de MDM olması konuyu daha cazip bir konuma getirmek-tedir. Konu MDM olduğunda bunun Türkiye sınırları içerisinde tüketiminin yasak olması son derece ilginç olmaktadır. Dünyada sosis üretiminde bu ürünü kul-lanılmaktadır ve doğrusu da budur. Beyaz sektörün-de üretimin % 85 sektörün büyük ortakları tarafından ve son derece modern makineler kullanılarak ger-çekleştirilmektedir. Bu entegreler ürünlerinde kemik olmadığını da taahhüt etmektedirler. Hal böyleyken doğrudan tüketilen etlerin çok ince MDM düzeyinde kıyılıp sosis yapımında kullanılması son derece ge-reksiz ve lüks bir uygulama olmaktadır.

Hızla büyüyen tavukçuluk sektörünün önündeki bir diğer problem de kanatlı mezbaha yan ürünlerinin kanatlı karma yemlerinde kullanımına getirilecek yasaktır. AB ülkelerinde aynı türden olmayan mez-baha yan ürünleri unlarının tekrar karma yemlere katılması ve bu değerli ürünlerin heder edilmemesi konusunu sıklıkla tekrar gündeme getirilmektedir. Böyle dönemde Türkiye de kanatlı rendering ürün-lerine getirilmeye çalışılan bu yasaklamanın tekrar gözden geçirilerek ötelenmesinde yarar vardır.

Kanatlı sektörünün en önemli sorunlarından biri de salmonella konusudur. Salmonella yalnız Türkiye nin değil tüm dünyanın üzerinde hassasiyetle durduğu bir gıda kirliliği bir halk sağlığı açmazıdır. Bu konuda ilk aşamanın kanatlı eti ürünlerinde salmonellanın sıfır seviyelerine çekmek olamayacağı çok açıktır. Önceli-ğin mevcut durumun belirlenmesi ve daha sonra sal-monella azaltma programlarının devreye sokulması şeklinde bir sıralamayla sürdürülmesi daha akıllıca olacaktır. Şimdilerde uygulanmakta olan örnek alma ve salmonella saptanmasında sonuç bellidir ve üre-ticiler sürekli ceza ödemektedirler. Cezanın çözüm

getirmediği de çok açıktır. Anlamlı bir çözüm olması için AB ülkelerinde uygulanan salmonella önleme ve azaltılma programların ülkemizde de Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, üniversiteler ve özel sektör işbirliğinin sağlanmasıyla yürütülmelidir.

Beyaz et tüketimine ilişkin eksik ve yanlış bilgiler medyada yerbulmayı sürdürmektedir. Kendi konula-rında maalesef başarılı olamayan kimi “uzmanlar”lar, bilimsel verilere dayanmayan açıklamalarla kamu oyunu meşgul etmekte, yanlış yönlendirmektedir-ler. Bu açıklamaların daha çok “tahsilli kesim” de tereddüt yaratması da son derece ilginçtir. Konunun resmi otorite tarafından elealınarak kamu spotları hazırlanması ve bu spotların tv kanallarının prime time süreçlerinde yayınlanması sektöre moral ver-mektedir. Yine bu çerçevede Gıda Tarım ve Hayncılık Bakanlığının üst düzey yöneticilerinin başta Sayın Bakan Dr. M. Mehdi Eker olmak üzere yaptıkları açık-lamalar tüketiciye güven vermektedir.

Veteriner hekimlere ihtisas yolunun önündeki engel-lerin kaldırılması da son derece olumlu bir gelişme-dir. Resmi ve özel sektörünü ihtiyaç duyduğu uzman veteriner hekimleri sahada önemli görevler bekle-mektedir. Bu çerçevede veteriner fakültelerinin de gelişen dünya konjonktürüne uygun olarak lisansüstü müfredat programının yeniden gözden geçirmelerin-de yarar olduğunu önemle vurgulamamız gerekir.

Değerli dostlar unutulmamalıdır ki hızla büyüyen ge-rek dünya ve gerekse Türkiye nüfusunun hayvansal protein ihtiyacını karşılayacak tek bir evcil hayva-nımız vardır, o da broiler piliçlerdir. Kısa sürede, en az yemi tüketerek, en hızlı büyümeyi sürdürecek, bunu yaparken de çevreye, hayvan haklarına ve halk sağlığına en uygun üretimin yapılabileceği tek hay-van soyu vardır o da broiler piliçlerdir. Bu nedenle broiler piliçlerle kavga etmek, üretimi baltalamak yerine, gerçek bilgileri doğru kaynaklardan öğren-menin, daha fazla piliç üretmenin ve daha fazla be-yaz et tüketmenin önünü açmalı, engelleri kaldır-malıyız.

Prof. Dr. Ahmet ERGÜN

Başkan

MEKTUP ANKARA2 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Yerel Süreli Yayın

Veteriner Tavukçuluk Derneği’nin yayın organıdır.

Yılda 4 kez 3 ayda bir yayımlanır.

Veteriner Tavukçuluk Derneği

Adına Sahibi

Prof. Dr. Ahmet ERGÜN

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Prof. Dr. U. Tansel ŞİRELİ

Yayın Kurulu

Prof. Dr. Mehmet AKAN

Prof. Dr. Erol ŞENGÖR

Dr. Serdar ERTAŞ

Uzman Vet. Hek. Mücteba BİNİCİ

Vet. Hek. Ekrem T. YÜCESAN

İdare Yazışma Adresi

İrfan Baştuğ Caddesi No: 26/3 Dışkapı / ANKARA

Tel: 0312 517 25 65 • Faks: 0312 517 25 65

Banka Hesapları

REKLAM GELİRLERİ

Türkiye İş Bankası

Dışkapı Şubesi 4206 932790

IBAN No: TR 1500064 00000 142060932790

ÜYE AİDATLARI

Türkiye İş Bankası

Dışkapı Şubesi 4206 917468

IBAN No: TR 0400064 00000 142060917468

Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

Alıntı Yapılamaz.

Grafik Tasarım ve Baskı

Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd. Şti.

Çatal Sok. 11/A Maltepe/ Ankara

Tel: 229 92 65 • Fax: 229 92 65

www.elmateknikbasim.com

[email protected]

Basım Tarihi: 30.11.2014

MEKTUP ANKARA 3Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Parat i fo id Sa lmonel la Serot ip ler in in Kanat l ı Bağı rsak lar ına Kolon izasyonu

PARATİFOİD SALMONELLA SEROTİPLERİNİN KANATLI BAĞIRSAKLARINA KOLONİZASYONUArş. Gör. Nurdan KARACAN*

*Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, AnkaraE-Mail: [email protected]

1. GİRİŞ

Salmonella cinsinin S. enterica ve bongori olmak üzere iki türü vardır. S. enterica yaklaşık 2600 farklı serotipe sahiptir. S. enterica subsp. enterica’ya ait serotipler; insan ve sıcak kanlı hayvanlarda, gıda kaynaklı infeksiyonlara (sistemik infeksiyonlar ve en-terite) sebep olan Salmonella infeksiyonlarının yak-laşık % 99’unu oluşturmaktadır (29). S. Typhimurium ve S. Enteritidis ile kontamine yumurta ve kanatlı etlerinin tüketilmesi, insanlarda infeksiyona neden olmakta ve bu yönüyle zoonotik önemi de bulunmak-tadır (4).

Salmonella serotipleri, kanatlılarda; sistemik ve gastrointestinal infeksiyon olmak üzere iki tip in-feksiyona sebep olmaktadır. S. Gallinarum ve S. Pullorum gibi konak spesifik serotipler, kanatlılarda önemli mortaliteyle seyreden sistemik infeksiyonlar oluşturmaktadırlar (26). S. Typhimurium ve S. Ente-ritidis başta olmak üzere diğer parataifoid serotip-ler, geniş konak spektrumuna sahiptir ve kanatlılar-da çoğunlukla enterite sebep olmaktadırlar (4).

2. PATOGENEZ

Tavukların sindirim sistemi, memeli hayvanlardan oldukça farklıdır. Bu farklılık bazı Salmonella sero-tiplerinin, kanatlı sindirim sistemine kolonize olması ve uzun süre sindirim sisteminde kalmasına neden olur. Ağız yoluyla alınan besin maddeleri ve su, ye-mek borusundan geçerek kursağa gelir ve burada ge-çici olarak depolanır. Kursağın devamında, ön mide (bezsel mide) ve kaslı mide (taşlık) olmak üzere iki bölümden oluşan mide bulunmaktadır. Mideden son-ra; duodenum, jejenum ve ileumdan oluşan ince ba-ğırsak ve devamında sekum (kör bağırsak, iki adet) ve kolondan oluşan kalın bağırsak gelir ve kloaka ile sonlanır (12). Kanatlı bağırsağının anatomik ya-pısı histolojik/fizyolojik özellikleri, bazı Salmonella serotiplerinin kolonizasyonunu veya adaptasyonunu kolaylaştırmaktadır.

2.1. Konağa Giriş

İnsan ve hayvanlarda genellikle kontamine yiyecek-ler vasıtasıyla ağız yoluyla alınan Salmonella se-rotipleri; kanatlı sindirim sisteminden geçmek ve midenin asit ortamında canlı kalmak zorundadır. Salmonella serotipleri; asit toleransı olarak adlan-dırılan, asit ortama karşı yanıt oluşturan kompleks bir adaptif sisteme sahiptir. Düşük pH ortamında ha-yatta kalan Salmonella serotipleri ince bağırsak ve sekuma ulaştıktan sonra bağırsağın epitel ve immun sistem hücre hattını geçer, enterosit ya da M hüc-releriyle kontakt kurarak kolonizasyon için bağırsak mikroflorasıyla yarışır (7).

2.2. Konak Hücreye Adezyon ve İnvazyon

Salmonella serotiplerinin gastrointestinal sisteme kolonize olması için, enterosit ya da M hücrelerine

cobb-vantress.com

Cobb 500 Infovet ad 21/01/2013 09:06 Page 2

MEKTUP ANKARA4 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Parat i fo id Sa lmonel la Serot ip ler in in Kanat l ı Bağı rsak lar ına Kolon izasyonu

adeze olması gerekir (7). Fimbrial adezinlerin; in-vazyonun başlangıç basamağı olan, konak hücreye tutunma aşamasına katkı sağladıkları bilinmektedir (9). Adezinlerin yanı sıra T3SS-1 (Tip 3 Sekresyon Sistemi-1) de konak hücreye tutunmada aracılık et-mektedir (16). Bağırsak epiteline tutunan Salmonel-la serotipleri, T3SS-1’i eksprese eder. Salmonella serotiplerinin konak hücreyle kontak kurmasıyla ak-tive olan T3SS-1, bakteri stoplazması ile konak hüc-re membranı arasında moleküler bir kanal gibi işlev görür. Bu kanal ile bakteri toksinleri, SipA/B/C/D, SopA/B/D/E/E2 gibi efektör proteinler ve 20’den fazla yapısal ve regülatör protein transfer edilir. Bu proteinler, konak hücre sinyallerini değiştirip hücre yapısında değişikliklere sebep olarak bakterinin hüc-re içine alınmasına ve konak hücrede gen ekspresyo-nunun değişmesine sebep olurlar (7).

İnvazyon, ayrıca epidermal üreme faktör reseptörü aracılığıyla araşidonik asit metabolizmasını aktive eder. 5-lipoxygenase enzimi lökotrienlerde araşido-nik aside dönüşür. Bu da membran permeabilitesini arttırarak diyareyle sonuçlanan sıvı birikimine sebep olur. Lökotrienler, Ca2+ kanallarını da kontrol eder-ler ve hücre içi Ca2+ birikimine sebep olurlar. Bu da aktin polimerizasyonunu uyararak, bakterinin in-ternalizasyonuna ve Salmonella içeren vakuollerin (SCV) oluşmasına sebep olur (3). Olgunlaşan SCV’ler bağırsak lümen hattından bazal membrana göç ede-rek fagolizozomal yıkımdan kaçarlar. Böylece siste-mik infeksiyon ve intraselüler patogenezden sorumlu olurlar (7).

2.3. İmmun Yanıt

Salmonella serotiplerinin hücre duvarında bulunan lipit A; toll benzeri reseptör (TLR)-4’ü, flagellin ise TLR-5’i stimüle ederek sitokinler aracılığıyla konak immun sisteminin uyarılmasını sağlarlar (1). SPA-1’den kodlanan SipA ve SopA bağırsaklarda transepi-teliyal nötrofil göçünün başlamasında rol oynamakta-dır. Bu proteinler sayesinde kemotaktik maddelerin ekspresyonu artar ve lamina propriaya göç eden nöt-rofil ve makrofajlar Salmonella serotiplerini fagosite ederler. Salmonella serotipleri, SipB efektör protein ve caspase-1 aktivasyonu ile makrofaj hücre ölümü-nü başlatır. Sonrasında IL-1b salgılanmasıyla yangısal reaksiyon artar, böylece nötrofiller yangısal hücre kümeleriyle beraber epitel yüzeye göç ederler ve intestinal lümene çıkarlar. Bu da bazal membrandan epitelin ayrılması, intestinal lümene sıvı sekresyonu ve diyareyle sonuçlanır (21).

2.4. Dendiritik Hücre ve Makrofajlarda Yaşama

Az sayıda olguda Salmonella serotipleri konak hücre-

de çoğalır, immun yanıttan kaçar, invaziv ve sistemik bir infeksiyon yapabilir. Bu durum; Salmonella sero-tipleri, makrofaj ya da dendiritik hücrelere (gezici fagosit) invaze olursa gerçekleşir (7). Bakteri mak-rofajlar tarafından fagosite edilmelerine karşın öl-dürülemezler, hatta hücre içinde ürer ve vücuda bu hücreler vasıtasıyla yayılırlar. Hücre içindeki sayıları artınca makrofaj parçalanır, serbest kalan bakteri başka bir hücreyi infekte eder (5). Dendiritik hüc-reler lenfoid ve lenfoid olmayan dokularda yaygın şekilde bulunduğundan, Salmonella serotiplerinin konak vücuduna hızlı şekilde yayılmasına olanak sağ-lar (7).

3. VİRÜLENS FAKTÖRLERİGenel olarak Salmonella serotiplerinin hayvan ve in-sanlarda infeksiyon yapabilmesi; konak savunmasını nötralize eden ve konak savunmasından kaçabilme-yi sağlayan virulens genlerinin kodlama ve eksprese edilmesine bağlıdır. Bunlar da patojenite adaları, virulens plazmidleri, toksinler, flagella, adezin gibi virülens faktörleri ile ilişkilidir (7).

3.1. Salmonella Patojenite Adaları

Bakteriyel patojenlerin genetik yapılarının analizi; patojenite adaları olarak tanımlanan, çoğunlukla kromozomlar üzerinde yer alan virülens gen küme-lerini ortaya çıkarmıştır (19). Salmonella serotiple-rinin konağa adaptasyonu, hücre içinde çoğalması, hücrede yaşaması ve ekstraintestinal yayılımında rol oynayan genler aynı zamanda bakterinin virülens dü-zeyini de belirlemektedir ve Salmonella serotipleri genomu üzerinde bulunan patojenite adacıklarına ‘Salmonella Patojenite Adaları’ denmektedir (25).

3.1.1. Salmonella Patojenite Adası - 1: Yapısal, efektör ve regülatör proteinleri transloke eden T3SS-1’i kodlayan 40-kb’lık bir DNA bölgesinden olu-şur. S. Enterica ve S. Bongori’nin tüm serotiplerinde bulunmaktadır. İntestinal salmonelloziste kademeli inflamatuvar yanıtın ve epitel hücrelere invazyonun başlangıç basamağında önemli role sahip olduğu or-taya konmuştur (27).

3.1.1.1. Tip III Sekresyon Sistemi - 1 (T3SS-1): Ko-nak hücre sitoplazmasına bakteriyel virülens prote-inlerinin direk aktarılmasını sağlayan, konak hücre fonksiyonunu modifiye etmek için geliştirilmiş, özel-leşmiş bir virülens aracıdır (19).

T3SS-1; konak hücreye invazyona ek olarak, inflama-tuvar yanıt ve intestinal salgının başlatılmasında bü-yük rol oynar (31). SopB ve SopE1/E2; Rho GTPase, CDC42 (cell division control protein) ve Rac1’i aktive

MEKTUP ANKARA 5Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

ederek, hücre aktininin düzenlenmesi, makropinosi-tozis ve bakteriyel internalizasyonu sağlar. SipA, po-limerizasyon için gerekli olan aktin monomerlerinin konsantrasyonunu düşürerek, konak hücreye invaz-yonu kolaylaştırır. Diğer iki efektör protein olan SopA ve SopD’nin polarize epitel hücrelere invazyon için yaptığı katkının mekanizması anlaşılamamıştır. SipB, bu efektör proteinler için bir aktarıcı olarak işlev görmenin yanı sıra; makrofaj hücre ölümüne sebep olan efektör olarak da görev yapar (17).

3.1.2. Salmonella Patojenite Adası - 2: spiC gen ürünleri, Salmonella serotipleri içeren fagozomların fagolizozomal yapıya dönüşmesini önlemektedir. Bu genin eksprese edilmesi sistemik infeksiyonun oluş-ması ve bakterinin makrofaj içerisinde çoğalmasında önemlidir (25).

3.1.2.1. Tip III Sekresyon Sistemi – 2 (T3SS-2): Makrofajlardaki Salmonella serotiplerinin hücre içinde yaşamasını sağlayarak sistemik infeksiyonun oluşmasından sorumludur. T3SS-2 ile aktarılan efek-tör proteinler; SCV’lerle endositik yolun birleşmesi-ni, NADPH oksidaz yerleşimini ve fagozomal memb-randa oksiradikal formasyonu engeller (32).

3.1.3. Salmonella Patojenite Adası - 3: Bu adadan kodlanan temel virülens faktörü, Salmonella sero-tiplerinin hem hücre içinde hem de makrofajlarda canlı kalabilmesini sağlayan yüksek affiniteli Mg2+ alım sistemidir (MgtCB) (25).

3.1.4. Salmonella Patojenite Adası - 4: SPA-4’ün taşıdığı 6 adet gen, siiA/B/C/D/E/F proteinlerini kodlar (15). SPA-4 sitokin sekresyonunda rol oynar, hücrede apoptozise neden olur ve etkenin makrofaj-larda canlı kalmasını sağlayan proteinleri kodlayan genleri içerir (25).

3.1.5. Salmonella Patojenite Adası - 5: SPA-1 ve SPA-2 tarafından kodlanan T3SS için gerekli efektör proteinlerin üretiminden sorumlu olduğu düşünül-mektedir (23).

3.1.6. Salmonella Patojenite Adası - 6: Bu adaya Salmonella kromozomal adacığı (SCI) da denmekte-dir. S. Typhimurium suşlarında SCI lokusu yok edil-diğinde, etkenin yaptığı sistemik infeksiyonda bir değişiklik olmazken, hücre kültüründe invazyonun gerçekleşmediği görülmüştür (10).

3.1.7. Salmonella Patojenite Adası - 7: En büyük patojenite adası olarak da bilinmektedir. SPA-7, sa-dece S. Typhi, S. Dublin ve S. Paratyphi C’de bulunur. Bu adacık tarafından kodlanan Vi antijeni; tifo sıra-sında ateşin yükselmesine neden olmaktadır (24).

3.1.8. Salmonella Patojenite Adası - 8: Bu adacığın S. Typhi, S. Cholerasuis ve S. Paratyphi A’da bulun-duğu bildirilmiştir (25). SPA-8’de yer alan virülens faktörleri, bakteriyosin genlerinin sentezlediği bak-teriyosinlerdir (10).

3.1.9. Salmonella Patojenite Adası – 9: T1SS ve RTX (repeats-in-toxin) benzeri toksini kodlayan genleri içermektedir (25).

3.1.10. Salmonella Patojenite Adası - 10: Virülens faktörü olarak Sef fimbriya proteinlerini kodlar, ay-rıca kriptik bakteriyofajı da barındırmaktadır (10).

3.1.11. Salmonella Genomik Adası - 1: Çoklu an-tibiyotik direncinin yayılması, integronları içeren mobil elementler yoluyla olur. 4 integron sınıfından; Salmonella serotipleri arasında en yaygın olarak gö-rülen tip, sınıf 1 integronlardır. Sınıf 1 integronlar, Salmonella genomik adası-1 üzerinde bulunmaktadır (14).

3.1.12. Yüksek Patojenite Adası: Yüksek patojeni-te adası, demir alımı için gerekli olan siderofor bi-yosentezi için 12 adet geni içerir ve S.enterica’da bulunmaktadır (18).

3.2. Alternatif Sigma Faktör Σs (Rpos) Regülatörü

Salmonella serotiplerinin infeksiyon yapabilmeleri için; safra tuzu, oksijen azlığı, antimikrobiyal pep-tidlerin varlığı, bağırsak mikroflorası, lizozomal en-zimler, hidrojen peroksit, reaktif oksijen radikalleri ve immun sisteminin diğer elemanları gibi birçok olumsuz durumla başa çıkmaları gerekmektedir (25). Durma fazının başlangıcında; RpoS regülatörünün in-düklenmesiyle, çok sayıdaki RpoS’ya bağlı düzenle-yiciler aktive olarak olumsuz koşullarda bakterinin hayatta kalmasında önemli rol oynamaktadır (11).

3.3. Adaptif Aside Tolerans

Normalde bakteri, orta düzeyde asidik ortama (pH:5) maruz kaldığında yanıt olarak 50’den fazla gen eks-prese eder. Bu genlerin ürünleri sayesinde bakteri daha asidik ortama (pH:3) adapte olur ve canlılığını sürdürür (2). RpoS, PhoP/Q, ve Fur gibi genel re-gülatör proteinler bu olaylar sırasında önemli rol oynarlar. Aside toleranslı türlerin daha yüksek pato-jeniteye sahip olması nedeniyle aside tolerans yanıtı önemli virülens faktörlerinden biri olarak kabul edil-mektedir (22,23).

3.4. Plazmidler

Plazmidler, ekstrakromozomal DNA molekülleridir ve adaptasyon, antibiyotik direnci ve virülens faktörleri gibi çok sayıda fonksiyon için gerekli genleri kodlar-lar (8). Virülens plazmidleri; sistemik infeksiyonun

Parat i fo id Sa lmonel la Serot ip ler in in Kanat l ı Bağı rsak lar ına Kolon izasyonu

MEKTUP ANKARA6 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

başlatılması için gereklidir, infeksiyonun bağırsak fa-zında rolü net olarak bilinmemektedir. Spv (Salmo-nella virülens plazmidi), retiküloendoteliyal sistem-de bakteriyel üreme için gerekmektedir. Fimbrial operon (pef), konjugal transfer geni (traT) ve rck ile rsk gibi diğer plazmid lokusları; fimbria biyosentezi ve serum direnci gibi, infeksiyon sürecinin diğer aşa-malarında rol oynayabilir (20).

3.5. ToksinlerSalmonella serotiplerinin patojenitesine endotok-sin ve ekzotoksinler de katkıda bulunur (7). Ekzo-toksinler, sitotoksin ve enterotoksin olmak üzere iki alt gruba ayrılırlar. Sitotoksinler (verotoksin) memeli hücrelerini öldürme yeteneğine sahiptirler. Salmo-nella serotiplerinin dış membranı olan LPS’in lipit A parçası; endotoksin özelliğindedir ve hem in vivo hem vitro ortamlarda çeşitli yanıtlar oluşturur (28). Ayrıca LPS’in intestinal adezyon ve kolonizasyondaki rolü; hücre membran stabilitesine karışması, safra tuzlarına direnç ve hücre yüzey hidrofobluğu ile de ilişkilendirilmektedir (1).

S. Cholerasuis, Enteritidis ve Typhi’ nin ısı labil trip-sin-duyarlı bir toksin; S. Enteritidis, S. Kapemba ve S. Thompson’ ın da Shigella dysenteriae-1 benzeri bir sitotoksin sentezlediği bildirilmiştir (28). Bir di-ğer ekzotoksin olan ve slyA geni tarafından kodlanan salmolizin ile stn geninin kodladığı enterotoksin de; S. Typhi, Typhimurium ve Enteritidis’te identifiye edilmiştir (7).

3.6. FlagellaSalmonella serotiplerinin çoğunda onlara hareket yeteneği kazandıran flagella organeli bulunmakta-dır. Flagellaya sahip olmayan, hareketsiz serotipler S. Gallinarum ve S. Pullorum’ dur. Her iki biyotipin genomları üzerinde, faz 1 flagellin proteinini kod-layan fliC geni gösterilmiş olmasına rağmen; faz 2 flagellin proteinini eksprese eden fliB geni saptana-mamıştır (28).

Flagellin (flagellar flamentleri oluşturan temel ya-pısal protein) kuvvetli bir antijenik yapıdır ve konak immun yanıtını uyarır (6). Flagellalı Salmonella sero-tiplerinin çoğunda görülen flagellin varyasyonu, ko-nak savunma sisteminden kaçmayla ilgilidir (28). S. Typhimurium’un faz 2 flagellini, faz 1 flagellin kadar kuvvetli değildir. Bu da flagellar faz variyasyonunun, konak inflamasyonunu baskılayabilecek bir mekaniz-ma olabileceğini düşündürmektedir (6).

3.7. AdezinlerAdezin; bakterinin hücreye tutunmasını sağlayan, bakteri yüzeyinde bulunan yapılardır. Adeziv yapı-lar, fimbrial ve non-fimbrial adezinler olmak üzere

iki ana gruba ayrılır. Salmonella adezinlerinin büyük kısmını fimbrial adezinler grubu oluşturmaktadır. Fimbrial adezinlerin fonksiyonu öncelikle, konak hücredeki spesifik reseptörlere bağlanarak tutunma-yı sağlamaktır. Non-fimbrial adezinler ise; T1SS’den sekrete edilen adezinler ve T5SS olarak da adlandırı-lan adezinlerdir (30).

Her bir Salmonella serotipi tek bir fimbrial operon kombinasyonunu barındırır (13). Her bir fimbrial operon çoklu genler içerir (8-11) ve bu genler fimb-rin (fimbria proteini) kodlarlar (7).

4. SONUÇSalmonella serotiplerinin patogenezini ve konak spektrumunu etkileyen faktörler oldukça karmaşık-tır. Bu durum; konağın bağışıklık durumu, spesifik patojen yanıtı ve intestinal mikroflora ile etkileşim, bakteri genetiği ve gen ekspresyonu gibi değişken-lerle ilişkilidir. S. Enteritidis, güçlü bir inflamatuvar yanıt oluşturarak sistemik yayılım gösteremezken; daha zayıf bir başlangıç immun yanıtı oluşturan S. Gallinarum ise, sistemik tavuk tifosuna sebep olmak-tadır (7). Salmonella serotiplerinin patogenezinin daha iyi anlaşılması; insan ve hayvanlarda salmonel-lozisin önlenmesi, sağaltımı, yeni ilaç ve aşı gelişti-rilmesi açısından önemlidir.

KAYNAKLAR: Yazarından temin edilebilir.

Parat i fo id Sa lmonel la Serot ip ler in in Kanat l ı Bağı rsak lar ına Kolon izasyonu

www.evonik.com/[email protected]

Daha fazla bilgi için yandaki kodu telefonunuzun QR okuyucusu ile taratınız.

Daha fazlasını alın.Kârlı bir hayvansal üretim için iyi öğelerden fazla sayıda olması gibisi yoktur. Biolys®, AMINOProx® ve AMINOFootprint® büyüyerek sınırları aşan ürün ve servis portföyüne katılıyor.

Siz neyi seçeceğinizi bilirsiniz.

14-01-102 AZ JGM -Eiffelturm-, A4, tuerk, Veteriner Tavuculuk.indd 1 18.02.14 12:57

MEKTUP ANKARA8 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Kil minerallerden olan sepiyolit, lifli yapısı ve iç kris-tal kanalları ile karakterize edilmiş sulu bir magnez-yum silikattır (Si12Mg8O30(OH2)4(OH)4.8H2O). Ülkemiz-de sepiyolit başlığı altındaki ticari killer lületaşı ve sepiyolitik kil olmak üzere iki ayrı grupta değerlen-dirilmektedir (Can, 1992).

Dış görünüşü deniz köpüğünü andırdığı için Meers-chaum olarak bilinen lületaşı α-sepiyolit olarak da adlandırılmıştır (Fersman, 1913). Lületaşı ülkemizde özellikle Eskişehir yöresinde ve Konya-Yunak civarın-da bulunmakta olup, genellikle süs eşyası, biblo veya pipo yapımında kullanılmaktadır.

Sepiyolitik kil ise küçük, yassı ve yuvarlak partiküller veya amorf agregalar halinde oluşan tabakalı sepi-yolit tipi olup ß-sepiyolit olarak da bilinir (Sarıiz ve ark., 1992). ß -sepiyolit, oluşumu, bileşimi, özellik-leri ve kullanım alanı ile α-sepiyolitten farklıdır. Bu tip sepiyolit ‘sanayi sepiyoliti’ veya ‘tabakalı sepi-yolit’ ya da ‘sedimanter sepiyolit’ olarak da tanın-maktadır (Sabah ve ark., 1998). Daha çok Eskişe-hir-Sivrihisar ve Mihalıççık-Yunus Emre yörelerinde rastlanmaktadır, ayrıca Çanakkale, Bursa, Kütahya ve Isparta’da bulunmaktadır (Can, 1992; DPT, 2001).

Türkiye’de farklı maden kaynaklarından çıkarılan çeşitli sepiyolit numunelerinin kimyasal bileşimi Tablo 1’de gösterilmektedir (Ece ve Çoban, 1994, Çı-nar ve ark., 2009, Galan ve Singer, 2011). Sepiyolitte başlıca esansiyel oksitler SiO2

ve MgO’dir. Dünyadaki sepiyolitler içerisinde Eskişehir madenlerinden elde edilen sepiyolitin saflık düzeyinin yüksek olduğu, ka-litesinin yüksek olduğu bildirilmiştir (Galan ve Sin-ger, 2011). Düşük düzeyde MgO içeren sepiyolitler ise Al2O3 ve Fe2O3

bakımından zengindir.

Sepiyolitin Kullanım Alanları

Sepiyolit minerali özelliklerine göre Tablo 2’de gös-terildiği şekilde farklı endüstriyel alanlarda kullanıl-maktadır (Galan, 1996).

Tablo 2. Sepiyolitin mineral özelliklerine kullanımı

A. Sorptif özelliğine dayalı sorptif amaçlı kullanım:

Hayvan altlığı: düşük ağırlıkta olması, yüksek düzeyde sıvı ve koku emiciliği

Tarım ve böcek ilaçları taşıyıcısı

İlaç sanayinde

Atık su arıtma sistemlerinde,

Karbonsuz kopya kağıtları ve sigara filtrelerinde,

Deterjan ve temizlik maddelerinde

B. Katalitik özelliğine dayalı katalitik amaçlı kullanım:

Katalizör taşıyıcı

C. Reolojik özelliğine dayalı reolojik amaçlı kullanım:

Toprak düzenleyici

Tohum kaplama maddesi

Gübre süspansiyonlarında

Hayvan beslemede

İlave katkı taşıyıcı

Gres kalınlaştırıcı

Kozmetiklerde

Asfalt kaplamalarında

Sondaj çamuru

Kauçuk sanayi

D. Diğer Uygulamalar:

Seramik üretiminde

Lif takviyeli çimento üretiminde

Otomotiv sanayinde (boyalarda)

SEPİYOLİTİN KANATLI BESLEMEDE KULLANIMI

Kübra UZUNOĞLU1 Sakine YALÇIN2

1: Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Ankara

2: Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara.

E-Mail: [email protected], [email protected]

Sepiyo l i t in Kanat l ı Bes lemede Kul lan ımı

Tablo 1. Türkiye’de çeşitli maden kaynaklarına ait sepiyolit numunelerinin ortalama kimyasal bileşimi, %

Sepiyolit numuneleri SiO2 Al2O3 Fe2O3 MgO CaO Na2O K2O TiO2

1 60.23 0.72 2.05 24.16 0.15 0.04 0.06 0.052 57.03 0.31 0.15 24.75 0.54 0.14 0.15 0.063 55.32 2.15 1.33 21.81 0.59 0.41 0.29 0.124 59.01 0.88 0.50 24.24 0.13 0.13 0.04 0.015 51.29 1.37 0.58 22.57 0.26 0.09 0.21 0.086 56.95 1.05 0.93 23.35 2.45 0.11 0.41 0.15

PİLİÇ ÜRÜNLERİ

YUMURTA

İLERİ İŞLENMİŞ ÜRÜNLER

ŞARKÜTERİ ÜRÜNLERİ

ÇAGDAS YÖNTEMLER

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

VETERINER TAVUKCULUK DERGI ILAN BASKI.pdf 1 11/03/14 14:34

MEKTUP ANKARA10 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Sepiyolitin Yem Katkı Maddesi Olarak Kullanımı

Sepiyolit (E562) Avrupa Birliğinde tüm hayvan türleri için bağlayıcı, topaklanmayı önleyici ajan ve pıhtılaş-ma sağlayıcı olarak onaylandırılmıştır (EFSA, 2013). Katkı maddesi olarak sepiyolit hayvan besleme ala-nında teknolojik ve besleyici olarak kullanıldığı gibi çevreyi ve hayvan refahını olumlu yönde etkilemesi amacıyla da kullanılabilmektedir. Sepiyolit peletle-mede enerji maliyetini azalttığı, pelet dayanıklılığı-nı artırdığı, karma yem üretim ve taşınması süresin-ce tozluluğu azalttığı için ve ayrıca iyi bir premiks taşıyıcısı, kekleşmeyi önleyici ve preservatif olması nedeniyle iyi bir teknolojik katkı maddesidir. Ayrıca absorpsiyon/adsorpsiyon özelliklerine sahiptir, diare enfeksiyonlarını önlerler ve toksik değillerdir, besin madde sindirim ve emilimini artırarak performansı olumlu yönde etkilerler (Galan, 1996; Onorato ve ark., 2013).

Sepiyolitin Pelet Yem Üretiminde Kullanımı

Sepiyolit yem içerisindeki diğer maddeleri bağladı-ğından yüksek dayanıklılık ve sertlikte pelet oluş-turmakta, pelet soğudukça ve nem kaybettikçe de dayanıklılık ve sertlikde artış daha fazla olmaktadır. Sepiyolitin yüksek yağlı karma yemlerde kullanıl-masının bir yararı da pelet kalitesinin bozulmadan

karma yemlere yüksek düzeyde yağ ilavesine olanak sağlamasıdır. Bu durum yem üretimi, taşınması ve yemliklere dağıtılması süresince tozumanın azalma-sına yol açtığından hayvan performansında da artış sağlanmaktadır. Ayrıca pelet diskinde üretimi artır-makta, peletleme için enerji maliyetini azaltmakta-dır (Angulo ve ark., 1995; Castaing, 1989; Castaing, 1994; Onorato ve ark., 2013). Sepiyolit besin madde-lerinin taşınmasını kolaylaştırır, yağ bakımından zen-gin pelet yemlerin kalitesini artırmaktadır (Angulo ve ark., 1995).

Bir yem fabrikasında etlik piliç yemine miksere % 1 sepiyoliti (Exal T, Tolsa Turkey, Türkiye) ilave ederek yaptığımız bir denemede pelet üretiminde saatte %13 düzeyinde artış, pelet dayanıklılığında (PDI de-ğerinde) %3.4 artış sağlanmıştır, pelet yemde tutulan nem miktarında ise %1 artış görülmüştür (Tablo 2).

Tablo 2. Pelet etlik piliç yemi üretiminde karıştırıcı-ya sepiyolit ilavesinin pelet dayanıklılığı, pelet yemde nem tutulumu ve pelet üretim kapasitesi üzerine etkisi

PDI (%)

Pelet yemde nem tutulumu (%)

Üretim (ton/saat)

Kontrol 89.41 - 17.5

Sepiyolit katkılı 92.41 1.01 19.8

Sepiyo l i t in Kanat l ı Bes lemede Kul lan ımı

MEKTUP ANKARA12 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Sepiyolitin Kekleşmeyi Önleyici Etkisi

Karma yemlere ilave edilen vitaminler, mineraller ve antibiyotikler gibi katkı maddeleri için sepiyo-lit ideal bir taşıyıcıdır. Yem unsurlarının ayrılmasını önlediğinden homojenizasyonu sağlayıcı bir özelliğe sahiptir. Sepiyolitin katyon değişim kapasitesinin düşük olmasından dolayı iyi bir premiks taşıyıcısı-dır. Kimyasal olarak inert bir madde olması yüksek kimyasal stabiliteye sahip olduğundan yemdeki aktif maddelerle interaksiyonunu önlemektedir (Onorato ve ark., 2013).

Sepiyolitin Preservatif Etkisi

Sepiyolit, yem hammaddelerinin depolanması süre-since istenmeyen mikrobiyolojik olayların gelişimini önlemektedir (Pontes Pontes ve ark., 1995: Bocuzzi ve ark., 2011).

Broyler Rasyonlarında Sepiyolit Kullanımının Per-formans Üzerine Etkisi

Broyler karma yemlerinde sepiyolit kullanımının per-formans üzerine etkisi Tablo 3’de görülmektedir.

Karma yemlerde %1.5 düzeyinde sepiyolit kullanı-mının broylerlerde içeriğin sindirim kanalından ge-çiş süresini uzattığı bildirilmiştir (Tortuero ve ark., 1992). Bununla birlikte sepiyolit kullanımının mide, karaciğer, dalak, kalp ve pankreas ağırlığı veya ba-ğırsak uzunluğu üzerine bir etkisinin olmadığı gözlen-miştir (Tortuero ve ark., 1992). Kanatlı rasyonlarına sepiyolit ilavesinin, büyüme performansı ve karkas kalitesini artırdığı da kaydedilmiştir (Parisini, 1993).

Ouhida ve ark. (2000c) mısır-arpa-buğdaya daya-lı karma yemlerle beslenen broylerlerde enzim (β-glukanaz ve arabinoksilanaz) ilavesinin jejunum ve ileum viskositesini azalttığı, sepiyolit (%2 Exal, Tolsa-İspanya) ilavesinin ise jejunum viskositesini azalttığı bildirilmiştir. Her iki katkı maddesinin de besin madde sindirilebilirliğinde özellikle yağ sindi-rilebilirliği ve azot dengesinde artış sağladığı göz-lenmiştir. Sepiyolit ilavesinin, içeriğin ince barsakta kalış süresini 8 dakika artırırken, sepiyolitin enzim ile birlikte ilavesinin 20 dakika artırdığı kaydedil-miştir (Ouhida ve ark., 2000b). Ayrıca sepiyolit (%2 Exal) ilavesinin yem tüketimi ve yemden yararlanma oranını etkilemediğini, dışkıda pürin baz (adenin ve

guanin) indeksi kullanılarak belirlenen mikrobiyel konsantrasyonun daha düşük olduğu bildirilmiştir (Ouhida ve ark., 2000a).

Eser ve ark. (2011) rasyonlara %0, 0.5 ve 1 düzeyle-rinde sepiyolit ilavesinin karkas özellikleri, perfor-mans ve bazı kan parametreleri üzerine etkilerini araştırdıkları bir çalışmada 204 adet günlük civciv ile üç grup oluşturmuşlardır. Sepiyolit katkısının kont-rol grubuna göre daha yüksek canlı ağırlığı sağladığı, yem tüketimi, yemden yararlanma, karkas randıma-nı ile taşlık, karaciğer, kalp, dalak ve bursa Fabricus relatif ağırlıklarında herhangi bir farklılık oluştur-madığını kaydetmişlerdir. Sepiyoliti %1 düzeyinde içeren karma yemle beslenen grupta abdominal yağ miktarının, serum kolesterol ve trigliserit düzeyleri-nin diğer gruptakilere göre daha düşük olduğu belir-tilmiştir.

Yalçın ve ark (2013a) karma yemlere % 0, 1 ve 2 düzeyinde sepiyolit (Exal T, Tolsa Turkey-Türkiye) ilavesinin broylerlerde büyüme performansı ve ba-ğırsak histomorfolojisi üzerine etkilerini belirlemek için 6 haftalık bir deneme yapmışlardır. Sepiyoliti %1 düzeyinde kapsayan karma yemi tüketen grupta de-neme sonu canlı ağırlık ve altı haftalık canlı ağırlık

Krallara layık!

ISO 9001:2000

bluefarm.com.tr

Bluefarm®, içme suyu ve sprey yolu ile yapılan aşı uygulamalarındaki aşı solüsyonu için ölümcül etkisi olan ağır metalleri bağlar, her seviyedeki

kloru nötralize eder. Bluefarm® orijinal formülü sayesinde kanatlı aşı uygulamalarında dünya profesyonellerinin krallara layık tercihidir.*

*Bluefarm 85 farklı ülkede güvenle kullanılmaktadır.

Sepiyo l i t in Kanat l ı Bes lemede Kul lan ımı

An A<<

MEKTUP ANKARA14 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

artışı kontrol grubuna kıyasla daha yüksek bulunmuş-tur. Yem dönüşüm oranı %1 sepiyolit katkısıyla olum-lu yönde etkilenmiştir. Bir kg canlı ağırlık artışı için tüketilen yem miktarı %1 ve %2 sepiyolitli gruplarda kontrol grubuna kıyasla %4.7 ve %1.8 daha az bulun-muştur. Karma yemlere sepiyolit katkısı duodenum villus yüksekliğini artırmıştır. Yalçın ve ark (2013b) ise aynı denemede karma yemlere %2’ye kadar se-piyolit ilavesinin karkas randımanı, karkas özellikleri ve göğüs eti kalitesini olumsuz etkilemeden abdo-minal yağı önemli ölçüde azalttığını kaydetmişlerdir

Ayed ve ark. (2011) broyler karma yemlerine %0, 0.5, 1 ve 2 düzeylerinde sepiyolit ilavesi yapıldığında se-piyolit düzeyi arttıkça performansta artış olduğunu gözlemişlerdir. Denemede karma yemlere %2 sepiyo-lit ilavesi ile canlı ağırlık ve canlı ağırlık kazancında %11’lik artış sağlanırken toplam yem tüketimi %6 ve bir kg canlı ağırlık artışı için tüketilen yem miktarı ise %15 düzeyinde azalmıştır. Karma yeme sepiyolit ilavesinin mortalite oranı ve karkas randımanı üzeri-ne etkisi görülmemiştir.

Sepiyolitin Yumurta Verimi ve Yumurta Kalitesi Üzerine Etkileri

Yumurta tavuğu karma yemlerinde sepiyolit kulla-nımının performans üzerine etkisi Tablo 3’de görül-mektedir.

Yalçın ve ark. (2014) yaptıkları bir çalışmada yumur-ta tavuğu rasyonlarına %0.5 ve %1 sepiyolit ilavesi-

nin 22 hafta süreyle yem tüketimi, yumurta verimi, yumurta ağırlığı ve yemden yararlanmayı etkileme-diğini gözlemişlerdir. Rasyonlarda %1 düzeyinde se-piyolit kullanılmasıyla yumurta kırılma mukavemeti (P<0.01) ve yumurta kabuk kalınlığı (P<0.05) artmış, yumurta kolesterol düzeyi (P<0.05) azalmıştır. Ras-yonda %0.5 ve 1 düzeyinde sepiyolit bulunmasının yumurta şekil indeksi, ak yüksekliği, ak indeksi, sarı indeksi ve Haugh birimini önemli derecede etkile-memiştir. Sepiyolitin %1 düzeyinde bulunması ise serum kolesterol ve trigliserit düzeylerini azatmış (P<0.05), toplam protein düzeyini (P<0.01) artırmış-tır. Yalçın ve ark. (2013a) çalışma sonucunda rasyona %1 düzeyinde sepiyolit ilavesinin yumurta koleste-rol düzeyini azaltması ve yumurta kabuk kalitesini iyileştirmesi bakımından yumurta tavuğu beslemede etkili bir yem katkı maddesi olabileceğini bildirmiş-lerdir.

Yapılan bir diğer çalışmada Mızrak ve ark. (2014) dü-şük kalsiyum içeren yemlere sepiyolit (%1, %2) ila-vesinin kuluçkalık yumurta oranını önemli düzeyde artırdığını (P<0.01) bildirmişlerdir. Ayrıca çalışmada (Mızrak ve ark., 2013) düşük kalsiyum içeren yeme sepiyolit ilavesinin dışkı kuru madde oranını önemli düzeyde artırdığı, %2 düzeyinde sepiyolit ilavesinin ise daha kıvamlı bir dışkı elde edilmesini sağladığı belirtilmiştir.

Aflatoksin içeren yemlere sepiyolit ve mannanoli-gosakkarit ilavesinin etkilerinin araştırıldığı bir ça-

Tablo 3. Kanatlı rasyonlarında sepiyolit kullanımının performans ve ürün kalitesi üzerine etkisi

Deneme Hayvanı Sepiyolit% Sepiyolit Etkisi Referans

Broyler %1.5İç organ ağırlıkları ↑, Bağırsak uzunluğu↔Sindirim kanalından geçiş süresi ↑

Tortuero ve ark., 1992

Broyler %0.5,1, 2%2; CA↑, Yem Tüketimi↓,Besin madde sindirilebilirliği ve emilimi ↑

Ayed ve ark., 2011

Broyler %1CA↑, Relatif abdominal yağ ağırlığı↓, Serum kolesterol↓, Trigliserit↓

Eser ve ark., 2011

Broyler %1, 2%1; CA↑, CAA↑, Yem Tüketimi↓Duodenum villus yüksekliği↑

Yalçın ve ark., 2013a

Broyler %1, 2 %2 Abdominal yağ↓Yalçın ve ark., 2013b

Yumurta tavuğu %0.5,1 %1 Yumurta kolesterol↓ Yumurta kabuk kalitesi↑Yalçın ve ark., 2014

Yumurta tavuğu %1,2 Kuluçkalık yumurta oranı ↑Mızrak ve ark., 2014

↑: artış, ↓: azalma ↔: değişiklik yok

Sepiyo l i t in Kanat l ı Bes lemede Kul lan ımı

HAYVANLAR İÇİN. SAĞLIK İÇİN. SİZİN İÇİN.

DÜNPFIZERHAYVAN SAĞLIĞIBUGÜN ZOETİS

12x8 cm

8x12 cm

DÜNPFIZERHAYVAN SAĞLIĞIBUGÜN ZOETİS

HAYVANLAR İÇİNSAĞLIK İÇİNSİZİN İÇİN

MEKTUP ANKARA16 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

lışmada Mızrak ve ark.(2014) aflatoksin kapsayan yemlere %1.5 ve %3 düzeylerinde sepiyolit ilavesinin yumurta tavuklarında performans üzerinde yararlı etkileri olabileceğini kaydetmişlerdir.

Sepiyolitin Besin Maddelerinin Sindirimine Etkileri

Sepiyolit yem maddelerinin sindirim kanalında kal-ma süresini artırıp, endojen enzimlerin yağların, karbonhidratların ve proteinlerin sindiriminde daha etkili olmasını sağlayarak, bu besin maddelerinin emilimini artırmaktadır (Tortuero ve ark., 1992; Ou-hida ve ark., 2000a; Ayed ve ark., 2011).

Sepiyolitin Kanatlı Refahı Üzerine Etkileri

Dışkı yüksek düzeyde amonyak emisyonuna bağlı ayak dermatitisine ve solunum patolojisine yol aç-tığından hayvan sağlığını ve refahını tehlikeye sok-maktadır. Ayrıca atmosferi, yüzey suyunu ve yer altı suyunu kontamine ettiğinden ekosisteme zarar ver-mektedir.

Sepiyolitin azot atılımını azaltmasından dolayı dışkı-daki amonyak miktarını azalttığı altlık kalitesini iyi-leştirdiği, kümesteki kokuyu azalttığı kaydedilmiştir (Onorato ve ark., 2013).

Sonuç

Yüksek poroziteye ve yüzey alanına, kuvvetli absorp-siyon kapasitesine sahip, yapısı oldukça stabil olup kimyasal olarak inert bir madde olan sepiyolitin ka-natlı rasyonlarına ilavesi karma yemlerde toz kaybını azaltmakta, pelet dayanıklılığını ve kalitesini, besin madde sindirimini ve dışkı kıvamını artırmaktadır. Bu nedenlerden dolayı sepiyolit kanatlı performansı ve refahını olumlu yönde etkileyebilmektedir. Ayrıca Türkiye’nin sepiyolit rezervleri bakımından zengin olması, sepiyolit kalitesinin yüksek olması ve çok farklı kullanım alanlarına da sahip olması önem taşı-maktadır. Gastrointestinal sistem hastalıklarına bağlı kayıpların önlenmesi veya en az seviyeye indirilmesi, bu hastalıklara bağlı performans kaybının önlenme-si ve yüksek karkas randımanı elde edilmesi kanatlı yetiştiriciliğinin temel amaçlarındadır. Sepiyolitin kanatlılarda etkilerini ve etki mekanizmalarını tam olarak belirleyebilmek için kanatlı yetiştiriciliğinde kullanımına yönelik olarak daha fazla araştırma ya-pılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Kaynaklar yazarlarından temin edilebilir.

Sepiyo l i t in Kanat l ı Bes lemede Kul lan ımı

MEKTUP ANKARA 17Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Yumurtac ı ve Bro i le r le rde Karac iğer Yağlanması

YUMURTACI VE BROİLERLERDE KARACİĞER YAĞLANMASI*Arş. Gör. Oğuz Berk GÜNTÜRKÜN

*Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları ADE-Mail: [email protected]

Kanatlılarda Lipit Metabolizması

Lipitler, kanatlılarda ince bağırsaklara kadar yapıla-rında fazla bir değişiklik olmadan taşınmaktadırlar. Tüketilen yem maddelerinin doudenuma ulaşması ile kolesistokinin hormonu salınımı olmaktadır. Bu hormon safra kesesinin kasılarak pankreatik salgının bağırsaklara ulaşmasını sağlar. Trigliseritler pankrea-tik lipazın etkisi ile hidrolize uğrayarak monogliserit, digliserit ve serbest yağ asitilerini şekillendirmekte-dirler. Monogliseritler ve uzun zincirli doymamış yağ asitleri konjuge safra tuzları ile birleşmeleri sonu-cu miselleri oluşturmaktadırlar. Miseller düşük po-lariteye sahip yağ asitlerinin ve yağda çözünebilen vitaminlerin sindirim için çözünmesini mümkün kıl-maktadırlar. Doymuş yağ asitleri ise düşük polariteye sahip olmalarından dolayı daha az misel oluşturma kapasitesine sahiptirler. Uzun zincirli doymamış yağ asitlerinin misel oluşturma kapasitesi daha yüksek olduğu için doymuş yağ asitleri ile karıştırıldıkların-da bu yağ asitlerinin emilmesinde sinerjistik bir etki ortaya çıkmaktadır (Ferreira, 1999). Bazı bitkisel yağların farklı yaştaki kanatlılarda sindirilebilirlikle-ri Tablo 1’de verilmiştir.

Monogliseritler ve serbest yağ asitleri enterositlere alınmalarından sonra tekrar esterefiye edilmekte ve serbest veya esterefiye kolestrol, lipoprotein ve fosfolipidler ile kombine edilmektedirler. Bu işlem sonunda lipoproteinler, şilomikronlar veya portomik-ronlar oluşmaktadır. Kanatlılarda bağırsak lenfatik sistemi çok gelişmemiş olduğundan lipoproteinler di-rekt olarak portal dolaşıma dahil olmaktadır. Kanat-

lılarda çok düşük yoğunluktaki lipoproteinler (VLDL) memelilere göre daha fazla önem ihtiva etmektedir. VLDL’lerin önemi özellikle yumurtlama döneminde ön plana çıkmaktadır. Bu yapılar yumurtaya lipitlerin taşınmasında önemli göreve sahiptirler. Yumurta sa-rısına dahil olmayan ya da karaciğerde değerlendiril-meyen trigliseritler ise kalp, kas gibi diğer dokularda kullanılmakta veya adipoz dokuda depolanmaktadır (Escribano, 1991).

Tüketilen yemde bulunan lipitlerin absorpsiyonu ya da taşınması esnasında yağ asiti kompozisyonu açı-sından bir değişiklik oluşmamaktadır. Bu nedenle kanatlılara rasyon ile sağlanan yağ asitlerinin kom-pozisyonu ile vücutta depolanan yağ asitlerinin kom-pozisyonu benzerlik göstermektedir. Trigliseritler, karbonhidratların sindirimi sonucu elde edilen gli-kozdan da sentezlenebilmektedir. Bu yol ile sentez-lenen yağlar ise genellikle yüksek oranda palmitik asit, stearik asit ve oleik asit içermektedirler. Ras-yonda yağ bulunması karaciğerde karbonhidratlar-dan yağ sentezlenmesi olayını sınırlandırmaya yar-dımcı olmaktadır.

Karaciğerde Lipoprotein Sentezi ve Sekresyonu

Memelilerde olduğu gibi kanatlılarda da yağ asitleri-nin de novo sentezi rasyonda bulunan karbonhidrat-lardan asetil-CoA’nın tedarik edilmesine bağımlı bir olaydır. Memelilerde lipogenezisin şekillendiği ana nokta adipoz dokular iken kanatlılarda yağ sentezi ana olarak karaciğerde şekillenmektedir (Pearce,

Tablo 1. Kanatlılarda Yaşa Göre Bazı Bitkisel Yağların Sindirilebilirlikleri

Yağ 3. - 4. Hafta Yaş 8 Haftadan Büyük

Asit Yağ (Soya) 88 93

Asit Yağ (Mısır) 90 92

Mısır Yağı 84 95

Soya Yağı 96 96

Kaynak: Leeson ve Summers, 2001.

MEKTUP ANKARA18 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

1997). Lipogenezis olayında insülin hormonu yağ asiti sentezinden sorumlu olan malat dehidrogenaz (MD) ve fatty acid synthase (FAS) enzimlerinin aktivitesini uyarmaktadır. Yumurtacı tavuklarda yumurta oluşu-mu için gerekli olan lipit üretiminin sağlanabilmesi adına östrojen tarafından karaciğer önemli ölçüde uyarılmaktadır. Karaciğerde gerçekleşen de novo yağ sentezinin ana ürünü trigliseritlerdir. Trigliseritlerin yanı sıra kolestrol ve fosfolipitler de karaciğerde sentezlenmektedir.

Çok düşük yoğunluktaki lipoprotein (VLDL) ve yüksek yoğunluktaki lipoprotein (HDL) karaciğerde sentez-lenip buradan çevre dokulara salgılanmaktadır. Bu lipoproteinlerin ihtiva ettiği özel proteinler (apoli-poproteinler) de yine karaciğer tarafından sentez-lenmektedir. Yapılan çalışmalar insülinin hem de novo lipogenezisi hem de VLDL sentezini arttırdığını bildirmiştir. Tiroksin ve glukagon ise ters yönde etki göstermektedir.

Karaciğerde Steatozis

Kanatlılarda lipogenezisin, lipoproteinlerin sentez ve sekresyon kapasitesini aşması halinde gözlenen durumdur. Bu durum özellikle yumurtacı tavuklarda östrojen tarafından lipogenezisin artması ve VLDL sekresyonundaki yetersizlik ile şekillenmektedir.

Kanatlılarda karaciğerde yağ depolanmasındaki ar-tışa bağlı olarak gözlenen ve ticari olarak da önem ihtiva eden iki farklı sendrom bulunmaktadır. Bunlar yağlı karaciğer ve böbrek sendromu ile yağlı karaci-ğer hemorajik sendromudur.

Yağlı Karaciğer ve Böbrek Sendromu

Sendrom genel olarak broilerlerde gözlenmektedir. Gözlenme sıklığı 3-5 hafta yaşta artmaktadır. Send-romun şekillendiği hayvanlarda nekropside büyümüş ve solgun karaciğer gözlenmektedir. Histopatolojik incelemede karaciğer, böbrek ve kalpte yüksek dü-zeyde yağ infiltrasyonuna rastlanmaktadır. Herhangi bir dokuda yangısal ya da dejenaratif bir değişiklik tespit edilememiştir. Hastalığın oluşumunda besle-menin yanı sıra yemleme yönetiminde oluşan ak-saklıklar, kümes sıcaklığı gibi birden çok yönetimsel faktörün de etkisinden bahsedilmiştir. Bu yazıda bes-lenme ile ilgili kısımlar ele alınacaktır.

Yapılan çalışmalarda rasyonun biyotin ile desteklen-mesinin hastalık bulgularını kısmi olarak hafifletile-bileceği bildirilmiştir. Hastalığın oluşumunu önlemek amacı ile rasyonda bulunması gereken biyotin se-

viyesinin rasyonun protein ve yağ içeriği gibi farklı değişkenlere bağlı olduğu öne sürülmektedir. Ras-yonlarda uygun protein ve yağ oranının sağlanması durumunda hastalığın önlenmesi için gerekli biyotin seviyesi hayvanın gelişimi için ihtiyaç duyulan sevi-ye ile karşılanabilmektedir. Ancak rasyonda bulunan protein ve yağ seviyesinde gözlenebilecek düşüşlerin sendromun engellenebilmesi için ihtiyaç duyulan bi-yotin miktarında artışa neden olabileceği ileri sürül-müştür. Biyotin, glikoneogeziste önemli rol oynayan pirüvat karboksilaz enziminin görevini yerine getir-mesi için gereklidir. Bununla birlikte lipogenezisten sorumlu olan acetyl-CoA karboksilaz enziminin etkin-liği için de biyotine ihtiyaç duyulmaktadır. Rasyonda yağ seviyesinin azalmasına bağlı olarak daha fazla lipogenezise ihtiyaç duyulmakta ve acetyl-CoA kar-boksilaz enzim aktivitesi artmaktadır. Bu durumda aktiviteleri için biyotine ihtiyaç duyan bu enzimler arasında biyotin için yarış oluşabileceği bildirilmiştir. Rasyonda bulunan yağ ve protein seviyesinin denge-sizliğine bağlı olarak sendromun şekillenmesini en-gelleyebilecek biyotin seviyesi bu şekilde farklılık göstermektedir. Sendromdan etkilenmiş hayvanlar-dan elde edilen böbrek ve karaciğer ile sağlıklı bir hayvandan elde edilen böbrek ve karaciğer yapıları Resim 1’de gösterilmektedir.

Resim 1: Yağlı karaciğer ve böbrek sendromundan etki-lenmiş bir hayvanda sendromdan etkilenmiş böbrek ve karaciğer sol tarafta gözükmektedir.

Kaynak: Photographic Encylopedia of Australian Poultry Diseases

Yağlı Karaciğer Hemorajik Sendromu

Daha çok yumurtacı tavuklarda gözlenen hastalık ilk olarak Couch tarafından 1956 yılında tanımlanmış-tır. Bundan itibaren ABD (Ringer ve Sheppard, 1963; Nesheim ve ark., 1969; Wolford ve ark., 1971; Harms ve ark., 1972), Birleşik Krallık (Anon, 1965), Alman-ya (Greuel ve Hartfiel, 1968), Kanada (Bragg ve ark.,

Yumurtac ı ve Bro i le r le rde Karac iğer Yağlanması

MEKTUP ANKARA 19Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

1973), Fransa (Brugere-Picoux ve Brugere, 1974) gibi ülkelerde hastalık ‘yağ distrofisi’, ‘yağlı dejeneras-yon’ ve ‘karaciğer hemorajik sendromu’ gibi farklı isimlerle tespit edilmiştir.

Sendrom genel olarak verimin yüksek olduğu dönem-lerde, yüksek verimli hayvanlarda gözlenmekte ve verimde hızlı düşüş ve bunu takiben ani ölümlerle seyretmektedir. Nekropside karaciğer genişlemiş ve solgun-sararmış bir görünüme sahiptir. Ölümler karaciğer kapsülünün yırtılması ile oluşan kanama-nın vücut boşluğuna akması ile şekillenir. Genellik-le hastalık ilerlemeden önce de karaciğerde küçük hemorajik odaklar belirlenmektedir. Sendromdan etkilenmiş bir hayvadan elde edilmiş ve çok odaklı hemorajilerin gözlendiği karaciğer Resim 2 de görül-mektedir. Hastalığın oluşum mekanizmasında bes-lenme, çevresel faktörler ve genetiğin rol oynadığı

bildirilmektedir. Bu yazıda beslenmeye bağlı faktör-lerden bahsedilecektir.

Resim 2: Kanatlı karaciğerinde yağ birikimi ve multifo-kal hemorajiler

Kaynak: Richard M. Jakowski, Tufts University

Yağlı Karaciğer Sendromunun Oluşum Meka-nizması

Yumurta oluşumu için yüksek düzeyde lipide ihtiyaç duyulmaktadır ve bu lipitler genellikle ovülasyondan birkaç gün önce sentezlenmektedir (Klasing, 1998). Yumurtlayan bir tavuk günde yem tüketimi ile yakla-şık olarak 3 g yağ tüketmesine rağmen ortalama bir yumurta sarısı yaklaşık olarak 6 g yağ içermektedir (Griminger, 1986). Lipit ihtiyacının karşılanması için yumurtacı tavukların karaciğerlerinde yağ sentezi-nin gerçekleşmesi oldukça önemlidir.

Kanatlılarda ihtiyaç halinde lipitler 3 farklı kaynak-tan tedarik edilmektedir. Bu kaynaklar rasyonda bulunan karbonhidratlardan yağ asiti sentezlenmesi ile elde edilenler, yağ dokularda bulunan yağlar ve

rasyon ile alınan yağlardır. Ovulasyonun başlangıcın-da östrojen etkisi altında karaciğerde yumurta sarısı lipitleri sentezlenmektedir ve oluşan bu lipitler do-laşım yoluyla ovidukta gönderilmektedirler (Speake ve ark., 1998). Çok düşük yoğunluktaki lipoprote-inler (VLDL) lipitleri tavuğun karaciğerinden oosite taşıyan ana lipoproteinlerdir ve kurutulmuş yumurta sarısının %60’nı oluşturmaktadırlar (Speake ve ark., 1998). Vitallogenin de karaciğerde sentezlenen lipit-leri karaciğerden oositlere taşıyan bir diğer lipop-roteindir. Vitallogenin ise kurutulmuş yumurta sarı-sının yaklaşık olarak %24’nü oluşturmaktadır. VLDL formundaki triaçilgliserol sekresyonu stearoyl-CoA desaturaz olarak isimlendirilen, doymuş yağ asitle-rini tekli doymamış yağ asitlerine çeviren enzim ak-tivitesine bağımlıdır. Bu enzim aktivitesi ile plazma VLDL seviyesi arasında korelasyon tespit edilmiştir (Legrand ve Harmier, 1992). Yağ asitleri içerisinde oleik asitin C18:1 (n-9), lipoprotein formunda tria-çilgliserollerin salgılanmasını sağlayan en etkin yağ asiti olduğu da bildirilmektedir (Davis ve Boogaerts, 1982). İn-vitro ortamdaki karaciğer hücrelerinde oleik asit VLDL sentezini stimüle etmiştir (Moberly ve ark., 1990).

Lipoproteinler yağ dokuya ulaştıklarında lipitlerin adipositlere transferi lipoprotein lipaz enzimi etki-sinde gerçekleşmektedir. Eğer bu enzimin fonksiyo-nu inhibe edilirse hiperlipidemi gözlenmektedir ve sonuç olarak yağlı karaciğer şekillenir. Sterese bağlı olarak şekillenen ACTH ve glukagon salınımı lipopro-tein lipaz aktivitesini düşürmektedir. Yağlı karaciğer hemorajik sendromunun gelişiminde beslenmenin yanı sıra farklı yönetimsel sorunların da rolü olduğu bildirilmiştir. Bu yazıda sendrom besleme yönü ile ele alınacaktır.

Besleme ve Yağlı Karaciğer Hemorajik Send-romu

Yağlı hemorajik karaciğer sendromunun besleme açısından tek yönlü bir nedeni tespit edilememiştir. Yapılan çalışmalar sendromun beslemeye bağlı ola-rak çok faktörlü değişkenler ile şekillenebileceğini bildirmiştir. Günümüzde sendromun ortaya çıkışın-da besleme ile ilişkili olarak ön plana çıkan çeşitli faktörlerin başında rasyonun enerji seviyesi ve bu yemi tüketen hayvanlardaki enerji dengesi ön plana çıkmaktadır. Ayrıca kullanılan rasyonun enerjisinin hangi besin maddeleri tarafından oluşturulduğunun da önemli olduğunu belirten çalışmalar vardır. Bes-lemede kullanılan yemlerin mikotoksinler ile bu-

Yumurtac ı ve Bro i le r le rde Karac iğer Yağlanması

MEKTUP ANKARA20 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

laşık olması da beslemeye bağlı olarak sendromun gözlenmesine neden olabilecek önemli etkenlerden biri olarak belirtilmektedir. Rasyonda bulunan besin maddelerinin bazılarının eksik olmasının da sendro-mun ortaya çıkmasına neden olabileceği tespit edil-miştir.

Rasyon Enerji Seviyesi ve Yağlı Karaciğer He-morajik Sendromu

Yapılan çalışmalarda yüksek karbonhidrat ve enerji içeriğine sahip rasyonları tüketen hayvanlarda ka-raciğer yağ miktarının arttığı bildirilmiştir (Barton, 1967; Wolford ve Polin, 1974). Ayrıca hepatik lipoge-nezisin yağ tüketimi ile azaldığı ve rasyonlara yağ ila-vesi ile yağ asidi sentezinin baskılandığı bildirilmiştir (Weiss ve ark., 1967; Pearce, 1968; Leveille ve ark., 1975). Hepatik lipogenezisin rasyonun esansiyel yağ asitlerince (linoleic ve araşidonik) fakir olması sebe-bi ile de artabileceği bildirilmiştir (Edwards, 1967; Hopkins ve Nesheim, 1967). Enerji seviyesi ve farklı enerji kaynaklarının karaciğer yağlanmasına olan et-kisinin araştırıldığı bir çalışma (Zhang ve ark., 2008) rasyonun enerji seviyesindeki artışın karaciğer yağ oranını arttırdığı bildirilmiştir. Aynı çalışmada rasyon içerisindeki enerjinin farklı kaynaklardan sağlanma-sının karaciğer yağlanması üzerine nasıl bir etki ya-rattığı gözlenmiştir. Buna göre aynı enerji seviyesine sahip iki farklı rasyondan biri ana enerji kaynağı ola-rak mısır nişastasını kullanmaktadır, diğer rasyonda ise enerjinin bir kısmı yağ katkısı ile tedarik edil-miştir. Yağ oranı arttırılmış olan rasyon ile beslenen gruptaki hayvanlarda yüksek oranda nişasta ile bes-lenen grupta bulunan hayvanlara göre karaciğer yağ oranı daha düşük seviyede belirlenmiştir.

Rasyonda kullanılan yağın kökeninin de karaciğer yağlanması ile ilişkisi bulunmaktadır. Yüksek oranlar-da (%8) kullanılan don yağı ve kolza yağının karaciğer yağlanmasına önemli ölçüde neden olabileceği bil-dirilmektedir (Bragg ve ark., 1972). Aynı çalışmada rasyona eklenen soya yağı ve ayçiçeği yağının yüksek dozlarda bile karaciğerde yağ birikimini önlediği bil-dirilmektedir.

Mikotoksinler ve Yağlı Karaciğer Hemorajik Sendromu

Lipitler fizyolojik bozukluklar ya da toksik etkenler sebebi ile karaciğerde birikebilmektedir. Yapılan ça-lışmalarda aflatoksin ile bulaşık yem tüketen kanat-lılarda karaciğerde yağ tutulumunun arttığı ve kara-ciğerin renginde sararmalar gözlendiği bildirilmiştir

(Garlich, 1971; Merkley ve ark., 1987, Siloto ve ark., 2013). Araştırmacılar yemlerin aflatoksin ile bulaşık olmasının karaciğer lipit sentezi ve bu lipidlerin çev-re dokulara taşınmasını inhibe ettiğini bildirmiştir (Smith, 1963; Huff ve ark., 1975; Aravind ve ark., 2003).

Besin Maddesi Eksiklikleri

Genel olarak yağlı karaciğer hemorajik sendromu oluşumunda ilk olarak anılan besin maddeleri lipot-rofik özelliğe sahip olanlardır. Kolinin haricinde yine kolin sentezinde etkinliği bilinen metiyonin, folik asit ve vitamin B12 gibi besin maddelerinin de send-romun oluşumunda rol oynayabileceği düşünülmek-tedir. Rasyonda bulunan aminoasitler apolipoprotein sentezi için gerekli olan seviyenin altında ise karaci-ğerde yağ depolanması şekillenebilmektedir (Marion ve Edwards, 1962; Flores ve ark., 1970). Bahsedilen bu besin maddelerinin yağlı karaciğer sendromunun önlenmesi ya da tedavisi amacı ile kullanımı üzerine yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar alınmıştır (Grif-fith ve ark., 1969; Jensen ve ark., 1974; Wolford ve Polin, 1975).

Kanatlıları sürü bazında etkileyebilen ve nedeni bir-den fazla faktöre bağlı olan yağlı karaciğer sendro-mu ticari olarak üreticileri büyük zarara uğratmak-tadır. Özellikle yüksek verimli hayvanlarda ani verim düşüşlerine ve ölümlere neden olması sendromun önemini daha da arttırmaktadır. Sendromun oluşu-munda besleme göz önünde bulundurulduğunda ka-natlılarda enerji dengesinin iyi kurulmasının önemi fark edilmektedir. Gereğinden daha yüksek enerji içeren yemlerle beslenen hayvanlarda hastalık olu-şumu daha sık görülmektedir. Eşit enerjiye sahip ras-yonlar ile yapılan çalışmalarda ise enerji içeriğinin bir kısmının yağlardan sağlandığı yemler ile yapılan besleme uygulamalarında karaciğerde yağ birikimi daha az şekillenmektedir. Bu bağlamda yemlerde bulunan enerjinin bir kısmının yağ ilavesi ile sağlan-ması karaciğerde yağ birikimini önleme açısından olumlu etki yaratmaktadır. Yemlerin mikotoksinler ile bulaşık olması veya spesifik bazı besin madde-lerinin eksik olması da sendromun beslemeye bağlı olarak oluşmasına neden olan faktörler arasında sı-ralanmaktadır. Besleme açısından sendromun oluş-masını engellemek için besleme stratejisinin uzun vadeli olarak dikkatli bir şekilde yürütülmesi gerek-tiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

Yumurtac ı ve Bro i le r le rde Karac iğer Yağlanması

MEKTUP ANKARA 21Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

Basın Bül ten i

Kanatlı Eti Sektörü’nün 2025 ihracat hedefi 2,6 milyar dolarTÜRK KANATLI ETİ SEKTÖR’Ü İHRACATTA DÜNYADA İLK 3’E OYNUYORBeyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Der-neği (BESD-BİR), TÜİK verilerine göre 2014 yılının 8 aylık döneminde kanatlı sektörü üretiminin ge-çen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,8 oranında artarak 1.275.000 tona ulaştığını açıkladı. Tem-muz ayında Rusya’ya başlayan piliç eti satışının katkısıyla yükselen ihracat 2014 yılının ilk 10 ayın-da 357.545 ton olarak gerçekleşti. Türk ekonomi-si için önemli sektörlerden biri olan Kanatlı Eti Sektörü’nün hedefi piliç eti üretimini 2025 yılında 3,35 milyon tona çıkarmak. Küresel oyuncu olma potansiyeline sahip olan sektörün 2025 yılı

ihracat hedefi ise 2,6 milyar dolar.

Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derne-ği (BESD-BİR) geçtiğimiz günlerde yayınladığı Piliç Eti Sektör Raporu 2014’ün sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmak üzere 06 Kasım Perşembe günü Wyndham Grand Otel’de bir toplantı düzenledi. Toplantıda konuşan BESD-BİR Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Sait KOCA ve BESD-BİR Yönetim Kurulu Üyesi Nezih GEN-CER; Türkiye piliç eti sektörünün değerlendirmesini yaparak sektörün dünyadaki ve Türkiye’deki mevcut durumunu paylaştı, gelecek dönem hedeflerini açık-ladı.

2013 yılında piliç eti üretimi 1990 yılına göre 11 kat, 2000 yılına göre 2,7 kat arttı

1970’li yıllarda aile işletmeciliği şeklinde gerçekleştirilen tavuk eti üretiminin 1990’lı yıllarda yapılan yatırımlarla gelişmeye başladığını belirten Dr. Sait KOCA; “Bu gelişmeye paralel olarak üretim de artış gösterdi ve 1990 yılında 162.569 ton olan piliç eti üretim miktarı 2000 yılında 662.096 tonla 4,1 katına, 2013 yılında 1.791.000 ton ile 11 katına ulaştı. 2013 yılının piliç eti üretimi 2000 yılına göre 2,7 katına ulaşmış oldu. 2014 yılında da büyüme-sini sürdüren kanatlı eti üretimi, TÜİK verilerine göre 2014 yılının ilk 8 ayında geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 5,8 oranında artış göstererek 1.275.000 ton olarak gerçekleşti. Ülkemizdeki piliç eti üretiminin yüzde 95’i entegrasyona sahip firma-

lar tarafından gerçekleştiriliyor. Ülkemiz nüfusunun sağlıklı beslenebilmesi için büyük önem taşıyan piliç eti üretiminin 2025 yılında 3,35 milyon tona ulaş-masını ve daha çok kişinin güvenilir bir protein kay-nağı olan tavuğa ulaşmasını hedefliyoruz.” dedi.

Türkiye’de kişi başı piliç eti tüketimini 2 katı-na çıkarmak mümkün; bunun için devlet des-teği önemli

Türkiye’de üretime paralel olarak tüketimin de art-tığını belirten Dr. KOCA sözlerine şöyle devam etti: “Toplam piliç eti tüketiminde Türkiye’nin çok geri-lerde olduğunu görüyoruz. 2012 yılında Amerika Bir-leşik Devletleri’nde 43,2 kg, Brezilya’da 42,7 kg olan kişi başına piliç eti tüketimi Türkiye’de sadece 19,4 kg. Alışkanlıklardan dolayı ülkemizde hindi eti tü-ketimi belirli bir düzeyin üzerine çıkamıyor. Domuz eti tüketimimiz yok. Sektör olarak, toplumumuzun beyaz et tüketimini artırmayı ve önemli bir protein kaynağı olan tavuk etinin daha çok kişi tarafından daha çok miktarda tüketilmesini hedefliyoruz. Sek-törümüzün hedefi Türkiye piliç eti tüketimini 2025 yılında 25,6 kg’a çıkarmak. Devletten alacağımız teşvik ve desteklerle bu miktarın 40 kg’ları bulması mümkün. Sektör olarak bu kapasiteye sahibiz, ülke-miz de bu potansiyeli taşıyor. Bu doğrultuda, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın “Kırsal Kalkınma Yatırımları Hibe Programı’’ kapsamında kümes ya-pımına destek vermesini olumlu bir gelişme olarak karşılıyoruz. Ancak tüketimin artırılması konusunda da Devletimize bir dizi görevler düştüğüne inanıyo-ruz.’’

2014 yılında ihracatta parlayan yıldız Rusya

Türkiye’nin kanatlı eti ihracatı 2008 yılında kazandı-ğı ivme ile son 6 yıldır düzenli olarak artış gösteriyor. Irak, Türk Cumhuriyetleri, Suriye, Libya, Suudi Ara-bistan, İran, Çin ve son aylarda satış yapılmaya baş-lanan Rusya’nın ihracat açısından önem taşıyan ülke-ler olduğunu belirten Dr. Sait KOCA: “2014 yılının 10 aylık döneminde toplam 357.545 tonluk ihracat ger-çekleştirdik. 2014 yılı sonunda 450 bin ton ihracat ve

MEKTUP ANKARA22 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

725 milyon Amerikan Doları döviz girdisi bekliyoruz. Burada en büyük payı Irak alıyor. Kısa bir süre önce satış yapmaya başladığımız Rusya ise hem potansi-yeli hem de lojistik açıdan oldukça önemli bir pazar. Rusya’nın batılı ülkelerin ekonomik ve ticari yaptı-rımlarına cevap olarak AB, ABD, Kanada, Avustralya ve Norveç’ten gıda ithalatını 1 yıllığına durdurması lojistik bakımdan büyük avantajı olan Türkiye’nin lehine oldu ve Rusya piliç eti dahil olmak üzere di-ğer gıda ürünlerinin ithalatı için yönünü Türkiye’ye çevirdi. Rusya’ya beyaz et satışı için gerekli izinler bulunmasına rağmen ambargo kararından önce se-nenin ilk 6 ayında 52 ila 185 ton arasında değişen miktarlarda gerçekleşen ihracatımız, Temmuz ayın-da 550 tona, Ağustos ayında 2.300 tona, Eylül ayında 5.900 tona ulaştı. Ekim ayında ise 5.700 tonluk ih-racat gerçekleştirildi. Sektör olarak Rusya’dan 2015 yılı için 150 bin tonluk kota talep ettik. Sektörümüz kapasite, altyapı ve teknik birikim ile bu üretimi rahatlıkla karşılayabilecek seviyede. Hedefimiz am-bargo kalksa dahi Rusya pazarında kalıcı olmak. Bu-nun için önümüzde iyi bir fırsat var ve bunu kısa zamanda doğru bir strateji ile değerlendirmek için çalışmalar yapıyoruz.” dedi

Türk Kanatlı Eti Sektörü’nün 2025 ihracat he-defi 2,6 milyar dolar

Sektörde AB mevzuatlarına eşdeğer, hatta AB ülkele-ri standartlarının üstünde üretim yapıldığını belirten Dr. KOCA, potansiyel ihracat pazarlarının önemli bir kısmına yakın olmanın sektöre büyük avantaj sağla-dığını, ürünlerin lezzet ve kalitesi ile de ihracatta fark yaratıldığını belirtti. Dünya pazar durumunu da dikkate alarak koydukları hedef doğrultusunda, 2025 yılında sektörün ihracatının yaklaşık 1,37 milyon ton karşılığında 2,6 milyar dolar olarak gerçekleşmesini beklediklerini ve Türk Kanatlı Eti Sektörü’nün ihra-catta dünyada ilk 3’te yer alabilecek potansiyeli olduğunu belirten Dr. KOCA en büyük ihracat hedefle-rinin Avrupa Birliği ve Japonya olduğunu vurguladı. Önemli pazarlardan biri konumunda olan Çin’e yapı-lan ihracatla ilgili de bilgi veren Dr. KOCA: “İhracat-ta diğer önemli bir gündemimiz de Çin. Çin’e yasal onay süreci gerçekleşmediğinden, dolaylı yoldan yani aracılarla ihracat yapıyoruz. Bu da sektörün, dolayısıyla ülkenin yıllık 22 milyon USD kaybetmesi anlamına geliyor.” dedi.

Piliç Eti Sektörü’nün büyümesi sektörün etra-fındaki ekosistemin de büyümesi demek

Toplantıda konuşan BESD-BİR Yönetim Kurulu Üyesi

Nezih GENCER de Piliç Eti Sektörü’ndeki büyümenin Türk ekonomisi için büyük önem taşıdığını belirtti. Gencer: “Türkiye Piliç Eti Sektörü sürekli büyüyen, ihracatını hızlı bir şekilde artıran, yoğun istihdam sağlayan ve tarımı destekleyen yapısıyla Türk ekon-omisine önemli ölçüde katma değer sağlayan sektör-lerden biri. Kanatlı sektöründe, hammadde üreticisi çiftçi, sektörle ilgili esnaf, yem, ilaç-aşı, yan sanayi, nakliye, pazarlama dalları dahil yaklaşık 600 bin kişi çalışıyor. Bu kişilerin ortalama 4 kişilik bir aileye sahip oldukları varsayılırsa sektörden geçimini sağ-layan kişi sayısının yaklaşık 2,4 milyona ulaştığını söyleyebiliriz. 76 milyon nüfusa sahip ülkemizde 2,4 milyon kişinin bir sektörden geçimini sağlaması çok önemli bir gösterge. Sektörümüzün büyümesiyle birlikte sektöre destek veren diğer sektörler yani ekosistem de büyüyor. Emek yoğun bir sektör olma-sı nedeniyle üretimin artması, istihdamın artması ve köyden kente göçün azalması anlamına geliyor. Sektörümüz, aile çiftçiliği gibi yaratılacak yeni iş imkânları ile kırsal kalkınmaya da önemli bir katkı sağlayacaktır. Bugün sektörde üretim yapan 14.000 adetin üzerinde kayıtlı etlik piliç kümesi bulunu-yor. Bu kümes sahipleri, sektörde uygulanan başarılı “sözleşmeli yetiştiricilik” modeli ile sürekli üretim yapabiliyor, sürekli gelir elde edebiliyor.“ şeklinde konuştu.

Dünya kanatlı eti sektöründe küresel oyuncu olacak kapasitemiz var

2025 yılında toplam kanatlı eti üretiminin yaklaşık 3,6 milyon tona ulaşmasını ve bunun 2,3 milyon to-nunun iç pazarda tüketileceğini öngördüklerini be-lirten Dr. Sait Koca sektörün gelecek hedeflerini de paylaştı. Dr. Sait KOCA: “Sektörümüz her geçen gün büyüyor. Dünya pazar durumunu da dikkate alarak hem ihracatta hem de iç tüketimde hedefler koy-duk. AB, Japonya, Mısır, Pakistan gibi girilmedik pa-zarlara girmek konusunda çalışmalarımızı yoğun bir şekilde sürdüreceğiz. Çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir ülke olmamız diğer Müslüman ülkelere satış konusunda büyük avantaj sağlıyor, bu avantajı fırsata çevireceğiz. Özellikle Suudi Arabistan ve Bir-leşik Arap Emirlikleri’ne yaptığımız ihracatı belirgin bir biçimde artıracağız. Devletimizin sağlayacağı teşvik ve desteklerle sektörümüzün hedefimizin üzerinde büyümesi ve dünya kanatlı eti sektöründe küresel oyuncu olması mümkün. O zaman sektörle birlikte tüm ekosistemin büyüyeceği bir ortam sağ-lanmış olacak. Sektör bu potansiyeli taşıyor.” dedi.

Basın Bül ten i

MEKTUP ANKARA 23Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

E.coli, başta sindirim sisteminin alt kısmı ve sekum-lar olmak üzere, kanatlının sindirim sisteminde de-vamlı olarak bulunan bir bakteridir. Bununla birlikte, koliseptisemiyle en yaygın biçimde ilişkili olan E.coli suşları gırtlağın arka kısmındaki farinkste ve trakea-nın üst kısmında kontamine tozun solunmasıyla bu-lunur.

E.coli hayvanın vücudunu üst solunum yolundan baş-layarak istila eder ve bu durum bölgedeki savunma mekanizmalarını bozan etkenlerle kolay hale geti-rilir. Bu faktörlere trakeayı içten saran mikroskopik tüy ya da siliumların görev yapmasını engelleyen si-liostatik viruslar (örneğin enfeksiyöz bronşitis ve ka-natlı pneumovirusu) örnek verilebilir. Benzer bir etki amonyak gazının makrofajları - hayvanın savunma sisteminin bir parçası olan büyük hücreler- baskılayı-cı etkisi kadar siliumlara etkisiyle de oluşur. Bu mak-rofajlar, istila eden mikroorganizmalar gibi yabancı maddeleri içine çekip yok eder. E.coli invazyonu aynı zamanda yüksek düzeyde toz, yüksek sıcaklıklar ve hipovitaminoz A gibi diğer stres faktörleri karşısında hayvanın direnci azaldığında görülür.

E.coli solunum yolu mukozasını geçtikten sonra hayvanın vücudunda kan akımı vasıtasıyla yayılır ve farklı iç organlarda lezyonlara yol açar. Akut vakalar haricinde bu lezyonlar benzer şekilde fibrin oluşu-muyla ilişkilidir, bu yüzden fibrinli perikarditis, fib-rinli perihepatitis gibi durumlarla karşılaşırız.

KLİNİK TABLO

Koliseptisemi broiler ve hindilerde her yaşta görüle-bilir, ancak damızlık hayvanlarda yumurtlama öncesi daha yaygındır.

Etkilenen broiler sürüsü tipik şekilde durgunlaşır ve iştah kaybından sonra hayvanlar durgun, ilgisiz ve karışık tüylü bir hal alır. Solunum stresi yaygın olarak görülür. Morbidite değişken olup mortalite genelde %5’ten daha azdır fakat bazı durumlarda kayda de-ğer ölçüde yüksek olabilir.

Koenfeksiyon ajanları klinik tabloyu etkiler. Örneğin enfeksiyöz bronşitis virusu ya da Mycoplasma galli-septicum dahil olduğunda solunum belirtileri daha belirgin olabilir ve ikinci durumda, ve hindilerin ka-

Kol i Enfeks iyon lar ında Patogenez

KOLİ ENFEKSİYONLARINDAPATOGENEZ

MEKTUP ANKARA24 Yıl: 2014 Cilt: 12 Sayı: 4

natlı pneumovirus’unda (hindi rhinotracheitis viru-su), şişmiş infraorbital sinuslar görülür.

Bir sürüde koliseptisemiyi takiben, vücut büyüklü-ğünün birörnekliği kaybolmuştur, çünkü hayvanlar ölmez ancak kardiyak fonksiyonu ve bu yüzden de büyümeyi etkileyen kronik restriktif fibrinöz peri-karditis gibi hastalık sonuçları (sekel) kalır. Böyle hayvanlar işleme tesisinde dışarıda bırakılır ya da reddedilir.

Bazı durumlarda eklem enfeksiyonunun (artritis) so-nucu olarak kronik topallık ortaya çıkar.

POST MORTEM BULGULAR

Karkaslarda tipik olarak yüksek vücut ısısı vardır, öyle ki septisemiye bağlı olarak dehidre ve renksiz-dirler. İç kısımda vücudun ana organları büyümüş ve tıkanmıştır, bu yüzden hepatomegali (büyümüş kara-ciğer), splenomegali (büyümüş dalak) ve tıkalı akci-ğer ve böbreklere rastlarız.

Tipik olarak bazı organlarda beyaz fibrinli bir tabaka görürüz ve bu fibrinli perikarditis, fibrinli peritonitis ve fibrinli hava kesesi yangısı olarak görülür, ki buna akciğerlerin yüzeyindeki fibrinli plörezi eşlik eder.

E.coli karaciğer, dalak, akciğerler, kalpteki kan ve kemik iliğinden izole edilebilir. Kalpteki kandan alındığında üreme o kadar saf ve diffuzdur ki agar üzerine yayıldığında primer kültürde antibiyogram gerçekleştirilebilir, bu sayede E.coli etkeninin hangi antibiyotiğe duyarlı olduğu gibi önemli bilgileri elde etmede zaman kazanılmış olur.

TEDAVİ VE KONTROL

Birçok durumda bu vaka antibiyotik tedavisine ya-nıt verecektir fakat birçok ülkede broilerleri gide-rek azalan yaşta kesime göndermek ve kanatlı üre-timinde antibiyotik kullanımını en aza indirme isteği bunun eskiden olduğundan daha az cazip bir teklif olduğu anlamına gelmektedir. Buna ek olarak, fura-zolidon, furaltadon ve enrofloksasin birçok ülkede mevcut değildir ya da kullanımları sıkı bir şekilde denetlenmektedir.

Koliseptisemiyi tedavi ederken zaman önem taşı-maktadır bu yüzden antibiyotik seçimi genelde çift-liğin geçmişine bağlıdır ve yapılan seçimi onaylamak için antibiyogram birkaç gün sonra tekrar edilir. Te-

davi ertelendikçe işleme tesisinde reddedilme ve/veya dışarıda bırakılmanın görülme olasılığı artar. Bu bağlamda hastalığı çiftlikte erken teşhis edip teda-viyi mümkün olduğunca erken başlatmak konusunda çiftlik çalışanlarını eğitmek gerekir.

Bu da kontrol stratejisinin belkemiğinin, önleme ol-duğu anlamında gelir. Bu, hastalıksız hayvanları iyi kaynaklardan almak ve temiz barınaklara yerleş-tirmek ve daha sonra oluşan sürünün strese maruz kalmadığından emin olmakla gerçekleşir. Bu da ha-valandırma gibi iyi çevre idaresiyle mümkün olur. E.coli nedenli enfeksiyonlarının oluşturduğu kayıp-ları azaltmak için solunum sistemi enfeksiyonlarının çıktığı günlerden önce havalandırmanın arttırılması, tedavide yararlı sonuçlar verebilir.

Koliseptisemi enfeksiyonunu tetikleyebilecek viral solunum yolu enfeksiyonlarını aşıyla kontrol altına almanın önleme stratejisinin önemli bir parçası ol-duğu ortadadır. Dünyanın bazı yerlerinde E.coli aşı-ları sorun tekrarladığında başarıyla kullanılmaktadır.

Kol i Enfeks iyon lar ında Patogenez