34
BÜLTEN TARİHİ AYLIK POPÜLER BİLİM VE KÜLTÜR DERGİSİ EKİM 2014

Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Aylık Popüler Bilim ve Kültür Dergisi Agarden'ı ücretsiz okuyun. Merak ediyorsanız,Hayal kuruyorsanız, Keşfetmeyi seviyorsanız kapağı çevirin! Bize ulaşın ; [email protected]

Citation preview

Page 1: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

B Ü L T E N T A R İ H İ

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ E K İ M 2 0 1 4

Page 2: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Evet Başlıyoruz. İlerleyen sayfalarda derginin ilk

yazılarıyla birlikte ,heyecanımıza, tutkumuza,

öğrenme ve paylaşma aşkımızı da tanık

olacaksınız. Bu dergiyi bir cümleyle özetlersek; Kar

amacı gütmeyen Bilimsel uğraş! diyebiliriz. Bir

grup genç arkadaşın paylaşma heyecanı,

keşfetme tutkusu ve bilim aşkının bir ürünü bu

dergi. Bu duygularla her ay okurun karşısına çıkıp

ondan alabilecek en iyi geri dönüşü alıp her ay

yeni, daha dolu bir Academy Garden’la karşınıza

çıkmayı planlıyoruz. Bizim için önemli olan durum

şu ki, okurla bir şeyler paylaşmanın yanında

okurdan bir şeyler öğrenip birlikte keşfetmek. O

nedenle her türlü eleştirileriniz, öneri ve

istekleriniz bizim için son derece önemidir. Ve bir

sonraki Agarden için bir yol göstericidir.

Ekim 2014 Agarden’ı tasarlarken renkli konular ele

aldık, İlginizi çekecek kulaktan dolma yazıların

perde arkasına baktık, okudukça şaşırıp merak

edeceğiniz konulara yer verdik, bilimin gündemini

işgal eden meseleleri de unutmadık. Yandaki

künyede ismini okuduğunuz arkadaşlar bu

derginin ortaya çıkması için tüm bunları araştırdı,

inceledi ve kaleme aldı. Sonunda ortaya çıkan bu

dergiyi baştan sona okumanızı tavsiye eder, geri

bildirimlerinizi bekleriz. Dergimize sosyal ağlar

(Facebook,Twitter,Ahsar,İnstagam ) üzerinden

ücretsiz erişebilirsiniz. Yeni sayılarda, görüşmek

ümidiyle.

Bizimle iletişime geçin :

[email protected]

Merhaba! S A Y F A 2

Aylık Online Popüler Bilim ve Kültür Dergisi

Ekim 2014

Genel Yayın Yönetmeni

Halil BAĞIŞ

Yazarlar

Ahmet AK

Ahlam FARHAN

Ayşegül DANIŞMAZ

Bedriye MUTAF

Burcu AKBULUT

Dilara Ülker

Fatmanur SÖNMÜŞ

Halil BAĞIŞ

Mehmet ÇİFTÇİ

Mehmet ŞEYHANLI

Merve TURHAN

Nurhan GÜVENDİ

Şeyma POLAT

Tuğçe TANIMAK

Zehra ÖZTÜRK

Yazı ve Araştırma

Haşim AKTAŞ

Web

Hilmi Işık

E-Posta

[email protected]

Page 3: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Ekim’de ne var.

A C A D E M Y G A R D E N

4 EKİM 1957

İlk yapay uyduyu(Sputnik-1) Sovyetler fırlattı.

4 EKİM 1959

2 yıl sonra aynı gün Luna-3(Sovyet Uzay Roketi)

Ay’ın görünmeyen yüzünü fotoğraflamayı ba-

şardı.

5 EKİM 1959

Şu sıralar Cosmos belgeseli ile popüler ABD'li astrofizikçi Neil deG-

rasse Tyson doğdu.

6 EKİM 1923

Astronomiye çok şeyler katmış Hubble, Andromeda Galaksisi'ni keş-

fetti.

7 EKİM 1885

Bir başka büyük fizikçi Niels Bohr, dünyaya geldi

11 EKİM 1968

NASA, ilk insanlı uzay uçuşunda Apollo 7'yi uzaya fır-

lattı; astronotlar Wally Schir-

ra, Donn Fulton Eisele ve R. Walter Cunning-

ham.

11 EKİM 1910

Büyük deha,Türk matematikçi Cahit Arf, Sela-

nik’te doğdu.

21 EKİM 1879

Edison, karbon filamanlı elektrik ampulünü icat

etti.

S A Y F A 3

Page 4: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 5 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Sonbaharda en çok sevdiğim yolculuk Safranbolu-Bartın arasında geçer. Genellikle

orman olan bu bölgede hem yol benim sevdiğim türdendir, dar ve gidiş geliş şeklin-

dedir, hem de o ormanlardaki yaprakların rengine bayılırım. O yapraklarda yeşilin

dışında aradığınız her renk vardır, sarı, turuncu, altın rengi, pembe, koyu kırmızı,

kahverengi, bu renk cümbüşünü seyretmek ne kadar güzeldir ve hiç hüzünlenmem.

Benim ABD'de master yapan bir öğrencim bir ötegezegende eğer bitki varsa ve çev-

resinde dolandığı yıldızın sıcaklığına bağlı olarak yapraklarının her mevsim sarı ola-

cağı konusunda bir projede çalışıyordu. O nedenle bir blog sayfasında bu konuda bir

yazı görünce sizlerle paylaşmak istedim.

İlkbahar ve sonbaharda, her yerde bulunan ağaçların ve fundalıkların yaprak renkle-

rinin yıllık değişimi, içinde yaşadığımız doğaya gökbilimin en büyük görünür etkile-

rinden biridir. Sonbaharda günün karanlık miktarının artması, bu renk değişimine

neden olur.

Dünya Güneş çevresinde dolanırken gezegenimizin kuzey yarımküresine ilkbahar ve

yaz mevsiminde güneş ışınları daha dik gelir ve günler uzun olduğu için daha çok

gün ışığı alır. Sonbaharda ise yavaş yavaş güneş ışığı azalır ve kış başlangıcında hem

ışınların şiddeti hem de gün ışığının süresi minimum olur.

Sonbahar ve kış mevsimlerinde uzun geceler ve güneşten gelen enerjinin azalması,

bitkilerin gereksinme duyduğu besin maddesini, yapraklar meydana getiremez. So-

nuçta yaprak yeşil rengini koruyamaz ve dalından kopar, yere düşer. İlkbahar ayların-

da günlerin uzaması ve güneş ışınlarının artması sonucu ağaçlar yeniden uyanır, yeni

yeşil yapraklar çıkarak güneş ışığını bitki için gerekli enerjiye çevirir.

Benden bu kadar, bundan sonrasını sanırım bir biyoloji öğretmeni yorumlarda yazar.

Fotosentez nasıl oluyor, yaprağın damarları ne işe yarıyor, yaşil pigment neden ege-

men oluyor gibi soruların yanıtlarını kısa kısa verir. Benim burada vermek istediğim,

gökbilimi yaşadığımız doğaya nasıl etki ediyor, onu göstermekti.

Ethem Derman

Hocamıza Teşekkürler Notlar ve izin için, Sevgilerimizle..

Sonbaharın Renkli Yaprakları ve Gökbilim

Page 5: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Popüler Merakımız ;Karadelikler

S A Y F A 5 A C A D E M Y G A R D E N

KARADELİK NEDİR?

Kendi çekim kuvvetlerinin oldukça büyük olması

sebebiyle evrenin geri kalanından ayrılan uzay-

zaman bölgesidir. Çekim alanı her türlü maddesel

oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin

vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir

kozmik cisimdir. İlk başta karmaşık olarak görünen

karadelikler sanıldığından daha basittir. Güçlü çe-

kimleri, akıl almaz yoğunlukları ve fiziksel kuralların

altüst olduğu bir cisim olması tüm ilginin üzerine

çekilmesine yetecektir.

Karadelik kavramı ilk defa John Michell tarafın-

dan ortaya atılmıştır. Tüm zamanların en büyük ta-

nınmamış bilim adamlarından birisi olan, İngiliz din

adamı ve filozof Michell aynı zamanda astronomi,

jeoloji, optik ve yerçekimi dahil olmak üzere geniş

bir alanda araştırmalara sahiptir. Karadeliklerin var-

lığını ortaya atan ve çift yıldızların karşılıklı çekim bir

ürünü olduğunu kabul ederek kozmosun istatistikle-

rini öneren ilk kişi olmuştur.

Einstein'ın genel görelilik kuramına göre yeterli

kütleye sahip ölü bir yıldız, öylesine yoğun bir yığına

çökebilirdi ki, ışığın bile bu yığının çekim etkisinden

kurtulamama olasılığı vardı. Bunun üzerine karade-

liklerin varlığı kuramsal olarak kanıtlanmış oldu.

Stephan Hawking'in de vurguladığı gibi 'genel göre-

lilik, yapılmış her gözlemle uyumlu olan güzel bir

kuramdır'.

Bir karadeliği diğer gökcisimlerinden ayıran en

önemli özelliği ise olay ufkunun olmasıdır. Olay ufku

kısaca ışık ve maddenin artık kaçamadığı bölgeyi

sınırlayan kuşaktır. Olay ufkunun boyutuna örnek

verecek olursak, kütlesi güneşten 10 kat büyük olan

bir yıldızın oluşturduğu karadeliğin olay ufkunun

yarıçapı yaklaşık 60 km’dir. Bu oldukça düşük bir

sayıdır. Genel görelilikte olay ufku, uzay-zamanda

küresel bir çekim alanı oluşturur. İçeriye giriş ser-

besttir fakat girdikten sonra çıkabilen bir varlık he-

nüz olmamıştır. Olay ufkunu belirleyecek herhangi

bir maddesel yapı olmadığı için olay ufkunda olun-

duğunun farkında olunamaz. Örnek verecek olur-

sak bir insanın karadeliğe doğru çekildiğini düşünün.

Karadeliğin içine girebilir fakat çıkamaz. Ayrıca ken-

disinin olay ufkunda olduğunu fark edemez.

KARADELİK NASIL OLUŞUR?

Bir teoriye göre karadelikler yıldızların çökmesiy-

le oluşabilir. Yeterince büyüklüğe ulaşmış olan bir

yıldız, daha sonrasında dış katmanlarını kaybederek

küçülmeye ve sıkışmaya başlar. Böylece bir karade-

lik oluşturur. Başka bir hipoteze göre ise süpernova

sonrasında yani enerjisi biten büyük bir yıldızın pat-

laması sonucu bir karadelik oluşabilir.

Karadelikler de diğer gökcisimleri gibi sıcaklığa ve

entropiye sahiptir. Schwarzschild yarıçapı her kütle

ile ileşkilendirilen bir yarıçaptır. Cisimler

schwarzchild yarıçapı kütleleriyle doğru orantılıdır.

Karadeliklerde ise Schwarzschild yarıçapı daha kü-

çüktür.

Formülde G gravitasyon sabitini, M karadeliğin küt-

lesini ve c ışık hızını belirtir. Bu formül herhangi bir

kara delik için Schwarzschild yarıçapını hesaplama-

da kullanılır. Örnek verecek olursak Güneş kütlesine

sahip bir kara delik için Schwarzschild yarıçapı 2.96

km'dir..

Page 6: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 6

S A Y F A 6

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

KARADELİKLERİN SINIFLANDIRILMASI

Karadelikler başlıca dönme ve yüklerine göre sı-

nıflandırılır. Bir karadeliğin özelliklerini kütlesi, açı-

sal momentumu ve elektriksel yükü belirler. Bir ka-

radeliğin kütlesi her zaman sıfırdan büyüktür. Diğer

unsurların sıfır ya da sıfırdan büyük olmasına göre,

kara delikler dört sınıfta ayrılabilir. Schwarzschild

karadeliği , Reissner-Nordström karadeliği , Kerr ka-

radeliği ve Kerr-Newman karadeliği bu dört sınıftır.

Açısal momentum ve elektriksel yükü sıfır olan kara

delikler schwarzchild karadeliğidir. Elektriksel yükü

sıfır olmayıp, açısal momentumu sıfır olduğu zaman

Reissner-Nordström karadeliğidir. Bu doğada mev-

cut olma olasılığı pek bulunmayan teorik bir cisim-

dir. Karadeliğin bir açısal momentumu

olup (kendi ekseni etrafında dönüyor-

sa) elektriksel yükü olmazsa Kerr kara

deliği türündendir. Bu tür, astrofizikçi-

ler için ilgi odağı olmuştur. Çünkü

madde, kendisini yutan kara deliğin

açısal momentumuyla bir ilişki halin-

dedir. Bu durumda astronominin ilgi-

lenebileceği yalnızca Kerr kara delikleridir. Son tür

olan Kerr-Newman karadeliği ise Kerr karadeliğinin

elektriksel yüke sahip olduğu türdür.

KARADELİKLER NASIL GÖZLEMLENEBİ-

LİR?

Öncelikle şunu söylemek gerek; karadelikler doğ-

rudan değil, dolaylı olarak gözlemlenebilirler. Yalnız-

ca yıldızsal karadelikler ve dev karadelikler için bir-

çok gözlem donanımları düzenlenmektedir.

Bir karadeliği bulmak için birkaç yöntem vardır.

İlk olarak bir çift yıldızın iki bileşeninin kütlesi belir-

lenerek, kütlesi büyük ve görünmez olan bir nötron

yıldızı veya bir kara delik olarak yorumlanabilir. Eğer

ki yörünge eğikliği açısı da bilinmiyorsa, diğer bileşe-

nin kütlesinin nötron yıldızlarının maksimum kütle

sınırını geçip geçmediğine bakılır. Sınırı geçiyorsa bu

bir karadeliktir.

İkinci yöntem olarak da bazı yıldızsal karadeliklerin

gama ışınları dalgalarının yayını sırasında belirledik-

leri bilgiler göz önünde bulundurulur. Ayrıca bazı

süpernovalardan arda kalanların da karadeliğe dö-

nüştüğü düşünülmektedir. Karadeliklerin varlığının

gözlemlenmesinin bir başka yöntemi de radyo dal-

gaları alanında gözlemlenen akışların varlığıdır. Bu

akışların oluşma sebebi yığılım diskinde oluşan bü-

yük ölçekli manyetik alan değişimlerinden kaynakla-

nır.

KARADELİKLER NASIL YOK OLUR?

Evrendeki en uzun ömürlü kozmik cisim olan ka-

radelikler de sonsuza kadar yaşamazlar. Hawking

Işınımı sayesinde yok olurlar.

Ünlü fizikçi Stephen Hawking, karadeliklerin ışı-

ma yaptığına dair bir teori öne sürdü.

Normalde bir karadeliğin etrafındaki tüm

madde ve enerjiyi yutması olağandır. Bu

teoride ise bunun tam olarak geçerli ol-

madığı ortaya konulmuştur. Teoriyi basit-

çe anlatmak gerekirse, karadeliklerin olay

ufkuna yakın noktalardaki uzay boşluğun-

da enerji dalgalanmaları oluşur. Bu dalga-

lanma parçacıkları, parçacık ve zıt parça-

cık diye ayırır. Karadelik bazen parçacıklardan bir

tanesini çeker ve diğer parçacık alandan uzaklaşır.

Bu da karadeliğin yaydığı parçacıklarla da gözlemle-

nebildiğini gösteririr.

Hawking Işınımının günümüz teknolojisiyle göz-

lemlenebilmesi mümkün değildir.

Hawking buluşuna göre, saçtığı pozitif enerjili par-

çacıklar içine negatif enerjili parçacıkları çekerek

enerji kaybeder. Enerji kaybı da kütle kaybı demek-

tir. Bu da her karadeliğin bir sonu olacağı anlamına

gelir. Ayrıca teoriye göre karadeliklerin yaydıkları

enerji kütleleriyle ters orantılıdır. Küçüldükçe daha

kuvvetli ,büyüdükçe ise daha az kuvvetle Hawking

radyasyonu yayarlar.

Fatmanur SÖNMÜŞ

Hawking, S. (2001). Ceviz kabuğundaki evren. İstanbul:ALFA

Hawking S. (2010). Büyük tasarım. İstanbul:DK

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kara_delik

http://www.fizikmakaleleri.com/2012/12/hawking-isimasi.html

Page 7: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 7

Deja Vu Uçsuz bucaksız bilim yolunda ışıkla aydınlan-

mayan bazı taşlar vardır. Ya ışık tutulmamıştır

o taşlara ya da tamamen aydınlanabilmesi için

yetersiz kalmıştır tutulan ışık. ”İlimden gidilmeyen

yolun sonu karanlıktır” der Hacı Bektaş-i Veli, ben

de bundan mütevellit bilimin pek çok kez tartışma-

lara yol açmış bir konusuna deği-

neceğim. Deja vu.. Çoğumuzun

duyduğu fakat ne anlama geldiği-

ni bilmediği konulardan bir tane-

sidir deja vu. Peki

nedir bu deja vu? Bir film adı mı?

Bir marka mı? Yoksa sosyal

medyanın

envai çeşit uygulamalarından biri

mi? Elbette ki hayır. Deja vu

Fransızca kökenlidir ve "daha

önce görülmüş" anlamına gelir.

Hepimizin belki de günlük hayat-

ta bir kaç kere yaşadığı fakat

isimlendiremediği, açıklayamadığı anlardan biridir.

2004 yılında yapılan

araştırmalara göre her 3 insandan 2 si deja vu ya-

şıyor,1941 yılında Dr Borister ve Dr Zangwill'in

yapmış olduğu “hipnoz öncesi ve sonrası bilinç

kaybı” konulu deneyinde hipnoz öncesi tanıtılan

bir materyalin hipnoz sonrasında da kişide az da

olsa tanımışlık hissi yarattığı ortaya konulmuştur.

Biraz daha yakın tarihe gelirsek 2008 yılında Dr.

Cleary tarafından yapılan bir araştırmada Deja

vu'nun “benzerliğe dayalı tanımlama” ile ilgili oldu-

ğu sonucu elde edilmiştir. Bu sonuç; deja vu’nun

aslında olayların insan beynindeki benzer yönleri-

nin yaşanan yeni bir olaya olan benzer yönüyle

örtüştüğü zaman kişinin deja vu yaşadığı ortaya

çıkmıştır. Yine 2012 yılında “sanal gerçekliliğin

kullanıldığı “deneylerde de bu tezi kanıtlar nitelikte

sonuçlar doğmuştur. Bunun yanı sıra deja vu'nun

Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniye-

den daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından

da kaynaklandığını. Bir taraf diğer taraftan önce

algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayın daha

önce yaşanmış olduğu hissine kapıldığı ve Bu du-

rumun sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan

kaynaklandığı da öne sürülmüştür. Sonuç olarak

beynimiz mükemmel olarak çalışmaz, bilinç kaybı,

anlık silinmeler ve unutkanlık gibi hatalar meyda-

na gelebilir. Fakat daha

sonra buna benzer bir olay yaşadığımızda beyin

hemen iki olay arasında benzer yönleri saptar ve

kişide bu olay daha önce yaşanılmış hissi

uyandırır. Diyelim ki dersteyiz ve öğretmen bir ar-

kadaşımızı tahtaya kaldırıp soru soruyor ve çocuk

bilemiyor. Kişi de aynı çocuğun aynı sınıfta daha

önce tahtaya kalktığı düşüncesi hakim olabiliyor,

Ta ki çocuğun soruyu bilmeyişine kadar. Çünkü

zannettiğimiz olayda çocuk tahtaya kalktığında

sorulan soruyu biliyordu. İşte bu iki olay

arasındaki benzerlik kişinin deja vu yaşamasına

sebep oluyor, Aslında iki olay birbirine benziyor

fakat aynı olayı iki kere yaşamadık, sadece benzi-

yor.

Mehmet ŞEYHANLI

http://www.evrimagaci.org/

http://tr.wikipedia.org/

A C A D E M Y G A R D E N

2004 yılında

yapılan

araştırmalara

göre her 3

insandan 2 si

Deja vu

yaşıyor.

Page 8: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

VİNCENT KH CHENG İLE TANIŞIN !

S A Y F A 8 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Bubble Universe ,28, Apr, 2014. Red center, Australia

Vincent, çok güzel fotoğraflar çeken bir Hong Kong’lu. Kendisi yaratıcı astrofo

toğraflar çekiyor. Rica ettik bizimle fotoğraflarını paylaştı. Sizin için tadımlık şu

mini sergiyi oluşturduk. Beğenmeniz ümidiyle.Teşekkürler Mrs. Cheng.

[email protected]

Page 9: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

A C A D E M Y G A R D E N

Resmi

veya grafi-

ği açıkla-

yan alt

yazı.

Milky way, Cityscape,11 Temmuz 2013 .

S A Y F A 9

Page 10: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 0 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Milky way memory 4,May,2014 Center, Australia, /kizler-denizanası Bulutsusu, IC 443 ,9 Eylül

2013

Page 11: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 1 A C A D E M Y G A R D E N

Genişleyen Evren ve Düşündürdükleri Çocukluğunuzu hatırlar mısınız? Kurduğu-nuz düşleri, bitmek bilmeyen sorularınızı da anım-sadınız hemen. Var olan her şeyi çocukluğumuzla bir de çocuk kalmış büyük adamların merakıyla sorguladık. Bu meraklı zihinlere çok şey borçlu-yuz.

İşte o büyük adamlardan biri, E Hubble 1929’da

uzak galaksilerden gelen ışığı incelerken beklen-

medik bir veri elde etti. Tayf çizgilerinde nispi kır-

mızıya kayma gözlemlemişti Hubble. Bu kozmik

kırmızıya kayma (redshift) galaksilerin birbirlerin-

den uzaklaştığı manasına geliyordu kabaca. So-

nuç olarak sanılanın aksine evren genişliyordu.

Bunu öğrendiğimizde Big Bang’e inanmak için çok

sağlam gerekçeler edindik. Artık bir patlamayla

oluşmuş ve genişleyerek atomlardan galaksilere

kadar her şeyi oluşturmuş bir evren daha mantıklı

bir hal aldı. Genişleyen bir sistemi geriye sararsak

giderek küçülüp ve nihayetinde bir başlangıç

noktasına ulaşırız, patlamaya… Bunu durgun bir

suda oluşan dairesel su dalgalarına benzetebiliriz.

Çocukken suya taş attığımızda oluşan ilk sıçrama-

yı patlama anına sürekli genişleyen su dalgalarını

da sonraki sürece benzetebiliriz. Aslında genişle-

yen bir evreni önceden öngören biri daha vardı.

Einsteın’ın Genel Görelik kuramı statik bir sisteme

bir baş kaldırı olsa da yeterince cesur olamamıştı.

Ne var ki Hubble bize gözlemsel kanıtlar sunmuş-

tu. Üstelik bu veriler evrenin genişlemekle kalma-

dığını genişleme hızının arttığını da öğretti. Hızla-

narak genişleyen bir evren genişleyen bir evren-

den daha ilginç ve de beklenmedik bir durum. Bir

patlamayı düşünün ya da suya attığınız taşı her

ikisinde de etkinin zamanla azalacağını düşünür-

sünüz doğal olarak. Zaten fizikte sürtünmeden ve-

ya evrende ki kütle çekim gibi kuvvetlerden dolayı

etkinin zamanla azalacağını söyler. Zamanla hızın

düşeceği evrenin durup kendi içine çökmeye baş-

layacağını düşünmüştük. Bu yeni bilgiler ile bera-

ber Big Crunch( Büyük çökme, evrenin kendi içine

çökeceği düşüncesi) kan kaybetmişti.

Öte yandan artan hızla büyüyen bir evren bilinen

fizik kurallarıyla örtüşmüyordu. Bu karanlık mese-

lemize şimdilik çok da aydınlatılmamış bir çözüm

bulduk; Kara enerji. Peki, nedir bu kara enerji?

Evreni sürekli genişleten ve galaksileri birbirinden

uzaklaştıran itici bir güç. Alan Guth bundan ilk

bahseden kişidir ve ani genişlemeden bu enerjiyi

sorumlu tutmuştur. Madde ile hatta ışıkla bile etki-

leşime girmeyen bu enerji için karanlık kelimesi

gayet niteleyici olsa gerek. Karanlık enerjiden söz

açılmışken Karanlık maddeden bahsetmeden ge-

çemeyiz. Bugün evrenin %72’si Kara enerji, %23

Karanlık Madde ve yaklaşık %5’i ise bildiğimiz an-

lamda atomlardan oluştuğu düşünülüyor

Tüm evren algımız, tüm bilgilerimiz %5 demek as-

lında. Kara Madde ve Kara Enerjiyi anlamak evre-

nin tamamını anlamak açısından hayati bir önem

taşıyor. Kara Maddenin de Kara Enerji gibi benzer

bir kimliği benzer bir hikayesi var. Işık ve diğer

elektromanyetik dalgalarla etkileşime girmeyen

fakat varlığını diğer maddeler üzerindeki kütle çe-

kim etkisiyle tanıyabildiğimiz karanlık madde ilk

kez 1932 ve 1933 yıllarında Jan Hendrik Oort ve

Fritz Zwicky tarafaından dillendirildi. Fakat Fritz

Zwicky’nin dikkate alınması için 40 yıl geçmesi

gerekiyordu. Ne var ki 1970 yılında Washington

Carnege Enstitüsü’nden ciddi ve güçlü bir kanıt

gelmişti. Vera Rubin ve arkadaşları Samanyolu

Gök adasında olduğu gibi sarmal bir gök adada

kütle galaktik maddenin görünen durumuna göre

dağılmışsa dönme eğrisi hızlarının azalması ge-

rektiğini gösterir. Çünkü galaksiyi oluşturan kütle-

nin büyük bir kısmı merkezdeki diskte toplandığın-

dan çekim zayıf kalacaktır.

Page 12: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 2 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Fakat Samanyolu, Andromeda ve başka sarmal

gökadalarda beklenen hız düşmesi gözlenmiyordu.

Yani diskteki yıldızların hızları merkezde toplanmış

muazzam kütleye rağmen azalmıyor, sabit devam

ediyordu. Burada göremediğimiz, ışık yaymayan

bir şeyler mi vardı?

Eğer disk kısmındaki yıldızların hızı azalmıyorsa

göründüğünün aksine merkezle disk arasında bir

kütle farkı olmamalı, kütle her yerde homojen da-

ğılmalıydı. Bu durum ise ancak diskte önemli bir

miktar kara madde olması ile açıklanabilir.

Tipik sarmal bir galaksini Hız-Uzaklık Grafiği. Beklenen

durum (A) gözlemlenen (B). Açıkça gözlemlenen bu Hız

farkı Kara maddeden kaynaklanıyor

Diskte tüm galaksi boyunca homojen bir kütle da-ğılımı oluşacak kadar kara madde bulunmalıydı bir başka deyişle. Rubin’de Zwicky ile aynı bilimsel kaderi yaşadı. Uzun süre hiçbir ciddi yayın bu ça-lışmalara yer vermedi. Evet Einsteın Newton’ın bazı kanunlarını sorguladıktan sonra sabit bir evre-ni de sorguladı. Sabit olmayan bir evren fikri bizi Kara madde-Kara enerjiye kadar taşıdı.

Kara Madde ve Kara Enerji bugün hala bir gizem.

Bilim dünyasının önemli bir kısmı tarafından kabul

görse de çok farklı düşüncelerde yok değil. İspan-

ya’da Bilbao Üniversitesi’nden Jose Senovilla ve

arkadaşları ise Evrenin artan bir hızla genişlemedi-

ğini bunun bir algı hatası olduğunu düşünüyor. Bu

yeni çalışmaya göre uzay hızla genişlemiyor, za-

man yavaşlıyor. Bu yavaşlama günlük seviyede

olmadığından gözle algılanacak bir durum değil.

Prof. Senovilla genişleyen bir evrene değil, hızla-

narak genişleyen bir evrene karşı çıkıyor. Zamanın

yavaşlaması ve bu durumun açıklanması şöyle

benzetilmiş; Pilleri bitmek üzere olan bir kol saati-

niz olsun. Piller tamamen doluyken şimdikine göre

zaman daha kısa olacak ,yani dakikalar daha hızlı

akacaktır. Piller tamamen doluyken izlediğiniz 60

dakikalık bir filmi tekrar izlediğinizi düşünün. Eğer

saatinizin pillerinin bitmek üzere olduğunun farkın-

da değilseniz bu kez film bittiğinde filmin hızlandı-

rıldığını düşüneceksiniz. Çünkü film bittiğinde saa-

tinizde 45 dakika geçmiştir henüz. Filmin hızlandı-

rılmış olduğunu düşüneceksiniz. Değişen film hızı

değil dakikalar.

Bu yeni fikir hakkında yerli kaynaklarda bilgi çok yetersiz. Prof. Jose Senovilla ile bu konu hakkında mail üzerinden konuşma imkânı buldum. Yoğunlu-ğu nedeniyle oldukça yavaş geçiyor konuşma. Bu görüşün ele alınmaya değer olduğu düşüncesinde-yim.

İlerleyen zamanlarda merakımız, hayal gücümüz

bu soruyu da çözüme kavuşturacaktır. Çözümler

üretir üretmez yeni sorunlar için bu hayal-merak-

hakikat döngüsü devam edecektir. Öğrendik ki bir

buzdağı gibi gördüklerimizin ötesinde daha fazlası

var. Şu sayfalarda bile mikro âleme inersek göre-

mediğimiz evrenler fark edeceğiz. Belki bir gün

Kara madde –Kara enerji hatta Big Bang bir 20 yy

efsanesi olarak anılacaklar. Belki üzerine bir şeyler

katarak ilerleyeceğiz. Kesin olan şu ki her zaman

emin olmadığımız, uykularımızı kaçıran soruları-

mız olacak. Yeni soru işaretleri için yeni küçük kal-

mış büyük adamlar ve onların hayal gücü, merakı

bir de çalışmaları gerekecek. Hoşça kalıın.

Halil BAĞIŞ

, http://tr.wikipedia.org/wiki/Karanlık Madde

http://tr.wikipedia.org/wiki/Karanlık Enerji

http://tr.wikipedia.org/wiki/Evren'in Genişlemesi

http://tr.wikipedia.org/wiki/Vera Rubin

Page 13: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 3 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

YAPAY ZEKAYLA MAKİNELER NE

KADAR AKILLI?

Çoğumuz yapay zekâ kavramını duyunca bu kav-

ramı düşünmeye, anlamlandırmaya çalışırız. Fakat

yapay zekâ sistemi insanları düşündürmenin aksi-

ne bu zahmetten kurtarmak için var. Yani kararları

insanların değil de makinelerin vereceği bir gele-

cek…

Yapay zekâ akıllara ilk olarak son dönemlerin bir

ürünüymüş gibi gelse de aslında tarihi mitolojiye

kadar dayanan bir sistemdir. Ancak bu terim(yapay

zekâ) ilk olarak 1956 yılında John McCarthy tara-

fından kullanılıp ‘akıllı cihazlar yapmak konusunda-

ki bilim ve mühendislik’ olarak tanım kazanmış. Bir

diğer tanımla yapay zekâ; insan aklının nasıl çalış-

tığını gösteren bir kuramdır. Ancak günümüzde bu

tanımlar hızla değişmekte hatta insan zekâsından

bağımsız gelişebilecek bir yapay zekâ sistemine

doğru gidilmektedir. Yapay zekânın asıl amacı;

zekânın ne olduğunu anlamak, makineleri daha

akıllı ve daha faydalı hale getirmektir.

Yapay zekâ kavramının oluşmasında en önemli

başrolü oynayan kişilerden biride Alan Mathison

Turing’dir. Turing, 1937 yılında kendisinin geliştirdi-

ği Turing Makinesini tanıtmış ve en basit bilgisayarı

oluşturmuştu. En basit bilgisayar olması az işlev

görmesi anlamına gelmeyip günümüz bilgisayarla-

rın yapabildiği hemen her şeyi yapabilen güçlü bir

makinedir. Bu makine bir tür test oluşturuyordu,

Turing Testi. Birçok araştırmacı tarafından kullanı-

lacak olan Turing Testi, yazılım ve cihazların baş-

langıcını oluşturduğu için tarihte çok önemli bir ye-

re sahiptir. Bu önemli testlerden biri olan ELİZA,

karşısındaki kişiyle konuşabilen bir yazılımdı. Test

şu şekildeydi;

Birbirini göremeyen kişiler ayrı odalara konup bir-

birleriyle yazışması isteniyordu. Bu kişilerden bazı-

larına gerçek kişiler, bazılarına ise ELİZA cevap

veriyordu. Deneyde kullanılan kişi karşısındakinin

insan mı yoksa makine mi olduğunu ayırt edemedi-

ği an yapay zekânın önemli bir gelişme gösterdiği

ispatlanmış oldu.

Başka bir örnekle Bot EGO’nun Türkiye’de geliştir-

diği başarılı bir yazılım olan ‘Merve’yi Tavla’ uzun

süre internette insanların sohbet ettiği sanal bir

yapay zekâ ürünüdür.

Günümüz teknolojisinde yapay zekâ sistemleri

birçok makinede kullanılmaktadır. Aynı zamanda

son dönemlerdeki filmlerin en önemli konularından

biri olmuştur. Konuşan ve işlem yapan cihazlar,

sorunu algılayıp çözüm üreten bilgisayarlar, güven-

lik sistemi oluşturan sistemler, insan gibi hareket

eden duygulu robotlar ve dahası… Anlaşılacağı

üzere yapay zekâ günümüzde kullanılan, ihtiyaç

duyulan ve oldukça önemli gelişme gösteren bir

sistemdir. Ancak, henüz tam olarak istenilen yerde-

dir diyemeyiz. Atılması gereken adımlar, çözülmesi

gereken sorunlar vardır. Tecrübelerden kendi ken-

dine öğrenebilme, sebep-sonuç ilişkisi kurabilme,

yeni bir olayı veya sorunu algılama ve buna başarı-

lı aynı zamanda da hızlı yanıt verebilme, bilgiyi an-

layıp kullanabilme, düşünme ve muhakeme edebil-

me… Görüldüğü gibi yapay zekâ sisteminin gelişti-

rilmesi gereken birçok sorunu vardır. Özellikle de

duygusu bulunmayan bir sistem olması insan işlev-

lerini algılayıp anlamlı hale getirmesi bu sistemi en

çok zorlayan konulardan biridir. Bu sorunlara daha

önceki dönemlere nazaran daha hızlı bir şekilde

çözüm bulunabilmesi çok da uzun olmayan bir sü-

re sonra yapay zekâ sistemlerinin hayatımıza daha

fazla gireceğinin bir göstergesi olabilir. Robotlar,

konuşan ve çözüm üretebilen zeki bilgisayarlar kı-

sacası yapay zekâya sahip makineler. Belki de in-

sanlara göre daha doğru kararlar veren cihazlar,

yani insanların değil de makinelerin karar vereceği

bir gelecek.

Mehmet ÇİFTÇİ

http://www-formal.stanford.edu/jmc/whatisai/whatisai.html http://www.botego.com/merveyitavla/ http://www.uludagsozluk.com/k/turing-makinesi/ http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/yapay_zeka_nedir

Page 14: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 4

İnsanlar uzun yıllar boyunca süregelen düşün-

ceyle en azından aşkın, kalp ile ilgili olduğunu

düşünmüşlerdir. Ancak bilimsel çalışmalar,

duyguların kalp ile hiçbir alakası olmadığını

göstermekle birlikte, kalbin görevinin yalnızca

kan pompalamaktan ibaret olduğunu

göstermiştir. Peki bu kadar basit midir kalbin

görevi? Yani sadece kan pompalamak mıdır?

Tabii kan pompalamanın basit olduğunu

kastetmiyorum ama "sanki bu kadarı da biraz

az mı oldu?" demeye de engel olamıyorum.

İşte bu yüzden, bu konuyu biraz irdelemek

istedim.

Bildiğimiz üzere dünyada teknoloji artışını gra-

fiğe döktüğümüzde düzensiz artış biçiminde

bir doğru izlediğini görmemiz mümkün. Bunun

sağlık alanına da yansımasıyla birlikte, artık

anne karnındaki fetüs üzerinde bile kolay ve

doğru bilgiler elde etmeye başladık. Bununla

bağlantılı olarak, son zamanlardaki teknoloji

ile anne karnındaki fetüste beyin oluşumun-

dan önce, ilk olarak kalbin atmaya başladığını

ve bundan dolayı da kalbin, insanın madde

bedendeki ilk başlangıç noktası olduğu bilgisi-

ne ulaşmamızı sağlıyor. Bu da duyguların, his-

lerin, kalp organı aracılığıyla oluştuğu düşün-

cesini ortaya atmamıza neden oluyor. Bir kaç

detaydan daha bahsedecek olursam; kalbin

enerji alanı, beynin enerji alanından daha ge-

niş olmasından dolayı kalpten beyne iletilen

duyguların beyin fonksiyonları üzerinde çok

büyük etkilere sahiptir. Fakat asıl soru, beyin

emrettiği için mi bu etkilere sebep olunuyor,

yoksa aslında bu etkiler başlı başına kalbin

etkinliğinde gelişen olgular mı? Bu sorunun

cevabına ulaşmak adına aklıma ilk olarak or-

gan nakilleri geldi. Çünkü eğer her kalp organı

duyguların etkinliğindeyse, kalp nakli gerçek-

leştiğinde kalp ile birlikte duygu aktarımı da

gerçekleşmiş olmalı. Organ nakilleri günümüz-

de bir çok kalp hastasının umudu olmuş du-

rumda.

Bu ameliyatlar sonrası organ naklini yapanlar-

da görünen değişimler ve edinilen kalbin sahi-

binin davranışlarına benzeyen bir takım davra-

nışlara sahip olması da kafaları karıştırır nite-

likte. Hatta bu olaya literatürde isim bile ver-

mişler "hücre hafızası sendromu" diye. Hücre

hafızası sendromuna göre kalp nakliyle

birlikte, bazı alışkanlıklar ve duygularında

nakil olduğu söyleniyor. Eğer duygularımızı

kalben hissettiğimizi düşünüyorsak bu sonuca

varmamız gayet normal. Ama aslında önemli

olan vardığımız bu sonucun doğruluğuna

inanmışsak, bilimsel anlamda da yanıtının

bulunması gerektiği.

Bilimsel anlamda araştırdığımızda; hafıza be-

yinle ilgili bir durumdur. Beyinde hafızadan

özellikle hipokampus ve amigdala adı verilen

kısımlar sorumludur. Bu kısımlarda öğrenim

ve deneyim sonucu hafızaya alınacak bilgiler

nöronların kontrolünde, birbirleriyle yaptıkları

sinaps varyasyonlarıyla saklanır. Beyin özel

güvenlik görevlileriyle (B.O.S sıvısı, kafatası

kemiği, kafaderisi vb) korunan oldukça izole

bir sistemdir.

KALP NAKİLLERİ VE BEYİN ARASINDAKİ İLİŞKİSİ

A C A D E M Y G A R D E N

Page 15: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 5 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Vücudun dışındaki değişiklikler, özellikle nakil

gibi durumlar beynin kendi içindeki kısımların-

da değişiklikler yapmaz. Yani elbette

akciğerlerdeki bir enfeksiyon beyine yansıyıp

menenjit yapabilir, bu da beyin dokusunda

ödem gibi değişikliklere yol açabilir, ancak

mesela böbrek nakledilen bir hastanın böbrek

hücreleri gidip de beyindeki hipokampustaki

nöron ve sinaps varyasyonlarını

değiştirmezler. Değiştiremezler çünkü bu

zaten mümkün değildir.

Gelelim spot örneklere; her operasyon büyük

travma, özellikle organ nakli çok daha büyük

bir travmadır. Düşünün apandisimizi almıyor-

lar ya da dişimizi çekmiyorlar ,öyle basit bir

olay değil yani. Ortalama 9-10 saat süren ve

sonunda vücudunuza tamamen mükemmel bir

yabancıdan alınan bir organı taktıkları bir

operasyon bu. Bazı ilginç bulunan gazete

haberlerinde bu konu çok önemli bir yer tutar.

"ERKEK HASTAYA BAYANDAN KALP NAKLİ

YAPILDIKTAN SONRA PEMBE DİZİ İZLE-

MEYE BAŞLADI" sanırım en güzel buydu,

gazetede okuduğum. Şöyle düşünelim, nakil

gerçekleşen kişi hiç merak etmez mi hiç bu

akciğerlerin sahibinin dağcılıktaki kondisy-

onunu veya size takılan kalbin kimin için

çarptığını? Bir bayan mıydı naklini

gerçekleştiren kişi? Ya da erkek mi? diye.

Yani özetle tüm bu davranış değişimleri beyin

kontrolünde gerçekleşen olaylar, kendimizi

neye yönlendirirsek, düşüncemize nasıl bir

yön verirsek beynimiz onu doğru kabul edip

teoriden alıp uygulamaya ulaştırır. Sonuç ola-

rak 2000 yıldan daha fazla olan tıp gele-

neğinin şimdiye kümüle olmuş bilgileri böyle

bir önermeyi olası görmüyor. Ama böyle

şeyler yaşanıyor ve bu haberler ilgi çekiyor.

İster sosyal boyutu, ister psikolojik boyutu

diyelim ama ne yazık ki fizyolojik boyutundan

bahsedemeyiz.

Burcu AKBULUT

Kaynaklar; Wikipedia, Anatomi ve Fizyoloji İnsan Biyolojisi

( Abdurrahman AKTÜMSEK)

Fotoğraf; http://www.rewireme.com/journeys/your-heart-

and-stomach-may-be-smarter-than-you-think/ sitesine aittir.

Academy GARDEN DUYURU EKRANI

Derginin yayın felsefelerinden biri olan

birlikte öğrenme ve keşfetme’nin gereği

olarak her zaman yeni ekip arkadaşları-

na, okurlara açığız. Eğer sende bili-

me ,öğrenmeye meraklıysan ve paylaş-

maktan keyif alıyorsan bizimle iletişime

geçmek için zaman kaybetme.

Ayrıntılı bilgi için iletişim adresimiz:

[email protected]

Page 16: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 6

Işık ,uzay ve zaman. 19 yüzyılın en büyük dâhile-

rinden olan A. Einstein bunlar üzerinden yola çıka-

rak kozmolojinin en önemli sorularından çoğuna

cevaplar bulmuştur. Einstein 1905 yılında ortaya

attığı Özel Görelilik Kuramı ile zaman ve uzunluğu

tartışırken,1915-16 yıllarında matematiksel temel-

lerini tamamladığı Genel Görelilik ile de kütle çe-

kim kuvveti ve uzay-zamanı açıklamıştır. Dergimi-

zin bu sayısında Einstein’ın bu olağanüstü teorisi

hakkında konuşacağız. Einstein 1905 yılında

‘’Annelen der Physik ‘’ adlı dergiye verdiği 3 maka-

leden biriydi Özel Görelilik. Aslında makalenin ger-

çek adı ‘’Zur elektrodynamik bewegter körpe ‘ ’

yani ‘’ Hareket eden cisimlerin, elektrodinamikleri-

ne dair’’dir.

Görelilik kuramının dayandığı en temel nokta ışı-

ğın bir hızının olmasaydı. Bunun anlamı şuydu;

aslında biz oluşan bir olayı anında göremiyorduk

çünkü ışığında bir hızı vardı. O halde çok az bir

gecikmeyle de olsa olayları anında değil biraz da-

ha geç görüyorduk. Bu nokta Özel Göreliliğin şekil-

lenmesinde önemli bir yere sahipti çünkü Newton

zamanında bu durum ihmal ediliyordu, hatta o za-

manlar fizik dünyası bizim olayları anında gördü-

ğümüzü düşünüyorlardı yani onlar ışığın hızının

sonsuz olduğunu varsayıyorlardı. Hatta daha son-

raları Einstein Genel Görelilikle Newton’un kütle

çekim hesabının yanlışlığının bir nedeninin de

Newton’un denklemlerinde zamanın hesaba alın-

mamasıydı. Bilindiği üzere Newton kütle çekimin,

cisimlerin kütlelerinin çarpımıyla doğru; cisimlerim

merkezleri arasındaki mesafenin karesiyle ters

orantılı olduğunu söylüyordu. Şayet bu denklem

üzerinde durulursa bir gezegenin veya cismin hı-

zını değiştirirsek bu çekim gücü hemen mi değişe-

cekti yoksa biraz gecikmeyle mi ? İşte Newton’un

denklemi hemen olacağını gösteriyordu, hatta

Newton zaman kavramını hiç düşünmemişti. Fa-

kat Einstein kuramıyla Newton’un çekim kuvveti

eksikliklerini tamamlamış ve Newton’un hesaba

katmadığı zaman kavramıyla olayı çok farklı bo-

yutlara taşımıştır.

Einstein’ın Zamanı: Özel Görelilik

A C A D E M Y G A R D E N

Page 17: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 7 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

İşte Einstein önceki sayfada belirttiğimiz gibi

ışığın hızı olduğu gerçeğini hesaba katarak

teorisini ve denklemlerini şekillendirmişti çün-

kü amaç tam anlamıyla gerçeği bilmekti. Eins-

tein kuramını 2 temek kabul üzerinde oturt-

muştu. Bunlardan birincisi ışığın boşluktaki

hızının evrensel bir sabit olmasıydı yani ışığın

hızı ister sabit ister hareket halindeki kişilerce

ölçülmesi farklı sonuçlar vermiyordu. Einstein

bu hızı evrendeki maksimum veya mutlak hız

olarak kabul etti. Hatta Einstein’ın meşhur

denklemi olan E=MC2 gereği bir cisim ışık hı-

zında hareket ediyorsa ve biz hala kuvvet uy-

gulayarak enerji aktarıyorsak bu cismin hızın-

da değil kütlesinde bir artış olacağını söyler.

Kuramın ikinci kabulüyse ‘’Görelilik Denkliği ‘’

dediğimiz sabit hızlarla hareket eden araçların

gözlemcilerinin çevrelerindeki olayları araç du-

ruyormuşçasına değerlendirmeleriydi. Bu du-

rumda bile Einstein tüm doğa kanunlarının ge-

çerli olduğunu söyledi. Görelilik ilkesine göre

biz tamamen boş bir uzayda bir uzay gemisin-

de sabit hızla hareket ediyorsak hareket halin-

de olup olmadığımızı fark edemeyeceğimizi

söyler. Çünkü bu durumda herhangi bir şeyi

kendimize referans alamamaktayız ama du-

rum biraz daha garip… Aslında bize doğru bir

uzay aracının yaklaştığını bile görsek yine de

hareket ettiğimiz konusunda emin olamayız.

Zira bu durumda karşımızda 3 ihtimal bulun-

maktadır yani ya biz uzay aracına yaklaşıyo-

ruz o sabit durmakta ya biz sabit iken uzay

aracı bize yaklaşmakta ya da her ikimiz aynı

anda birbirimize yaklaşmaktayız. Bu yüzden

böyle bir durumda dahi hareket edip etmediği-

mizi bilemeyiz. Çünkü hızımız sabittir hatırla-

nacağı üzere klasik fizikte eylemsizlik ve de

eylemsizlik kuvvetinden bahsedilir ve yine ha-

tırlanacağı üzere eylemsizlik kuvveti ancak

ivme halindeki cisimler için geçerlidir. İşte

Einstein bizim ancak ivmeli hareket ettiğimiz

zaman bu hareket dolayısıyla oluşan eylemsiz

kuvveti ile hareket halinde olduğumuzu anla-

yabileceğimizi söyler. Aynı zaman da yukarıda

bahsettiğimiz durumda bir de uzay aracından

bize gelen ışığın da gecikmeli olarak bize

ulaştığını düşünerek durumu bir hayli farklı

boyutlara getirmiştir. Şimdi Einstein’ın Özel

Görelilik Kuramıyla ortaya attığı zaman kısal-

ması ve uzunluk büzülmesinden bahsedelim.

Aslında bu iki durumda genellikle daha iyi an-

laşılması için örnekler üzerinden açıklanır. Ya-

zımızda bizde aynı şeyi yapacağız. Öncelikle

zaman kısalmasına bakalım. Şimdi dümdüz

bir zemin düşünelim ve doğu batı yönünde ha-

reket eden bir vagonumuz olduğunu varsaya-

lım. Vagonun hızı v, boyu L ve yüksekliği ise

h olsun ve vagonun içinde X adlı ve dışında

sabit duran bir Y kişimiz olsun. Vagonumuzun

tabanında bir lazerimiz ve lazer ışığını algıla-

yan, her ışık gelişince ‘bip’ sesi çıkaran bir ci-

hazımız olsun (Burada lazer ile ışık algılayıcı

cihazında üst üste bulunduğunu ve gerek ya-

tay olarak gerekse dikeyde mesafe farkı olma-

dığını farz ediyoruz. ) Tavanda ise bir düz ay-

namız bulunmakta şimdi içerdeki X kişisine

göre ışığın(bir foton olarak düşünüyoruz) ta-

bandan yola çıkıp aynaya çarpıp tekrar gelip

ışık algılayıcı cihaza çarptığını ve cihazın ‘bip’

sesi çıkardığını düşünelim. Bu durum içerde

bulunan bu X şahsına göre ne kadar sürede

gerçekleşmiştir? Fiziğin en temel kuralı olan

YOL=ZAMAN X HIZ formülünde hızı yani ‘t’ yi

yalnız bırakırsak ZAMAN(t)=YOL(x)/HIZ(v)

olur. Bu formülü kullanırsak vagon örneğimiz

için zamanı şöyle eklemleştirebiliriz: t=2h/c

olur. Burada 2h dememizin sebebi ışığın gidiş

ve geliş mesafesinin vagonun yüksekliğini 2

katı olmasındandır. Peki ya dışarıda sabit du-

ran Y kişisine göre ışığın bu bu yolu kat etme-

si ne kadar sürüyor? Şimdi şunu iyi anlamak

lazım dışarıdaki kişi sabit olduğundan ve va-

gonumuzda batıdan doğuya doğru v hızıyla

hareket ediyorsa bağıl hız mantığıyla ışığın

dikeydeki hızı c yataydaki hızı v dir. . Ama

burada vektörel olarak toplayıp bu hızın ışık

hızını aştığını söyleyemeyiz çünkü hatırlana-

cağı üzere Einstein kuramını oluştururken ışı-

ğın bütün gözlemciler için sabit ve değişmez

bir hız olduğunu söylüyordu.

Page 18: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 8

Hatta yukarda belirttiğimiz E = mc2 ile ışığın

mutlak bir hız olduğunu söyler. Konumuza dö-

nersek dışarıda sabit duran Y kişisi ışığın di-

keyde c hızıyla tavana ulaşana kadar vagon-

dan dolayı yatayda da belli bir yol aldığını fark

eder. (Hatırlanacağı gibi vagonun yataydaki

hızı v idi bu yüzden dışarıda sabit duran kişiye

göre bağıl hareket kuralı dolayısıyla ışıkta ya-

tayda v hızıyla ilerlemektedir.) Şimdi bu duru-

mu matematiksel temellere oturtalım: Öncelik-

le ışığın tabandan çıkıp aynaya ulaşması ve

tekrar yerine dönmesi için gereken sürenin

tamamına t’ diyelim. O halde ışık tabandan

aynaya ulaştığında geçen sürede t’/2 olur.

Çünkü yolun yarısı gidilmiştir ve hızımız sabit

durumda. Işığın aldığı yolu hayal edecek olur-

sak aslında ışık Y’ye göre yolun yarısını tam

bir dik üçgen gibi yol almıştır şimdi bir dik üç-

gen düşünün bu üçgenin hipotenüsün uzunlu-

ğu aslında ışığın t’/2 sürede aldığı yoldur ve

yatay dik bileşeni ise vagonun t’/2 sürede aldı-

ğı yol olur. Geriye kalan dikey dik bileşen ise

tabi ki vagonun yüksekliği olan h olmaktadır.

Bu durumda matematiğin en temel prensiple-

rinden olan Pisagor bağıntısı kullanalım ama

öncelikle bu uzunlukları denklemsel olarak bu-

lalım; hipotenüsün ışığın t’/2 sürede aldığı yol

olduğunu söylemiştik o halde bu uzunluk yani

hipotenüs c.t’/2 olur. Yatay dik bileşense va-

gonun t’/2 sürede aldığı yol olduğundan bu

uzunluk v.t’/2 olur ve geriye kalan son uzun-

lukta vagonun yüksekliği olan h idi. Şimdi tüm

uzunlukları bildiğimize göre Pisagor bağıntı-

sından bir denklem oluşturalım:

Olur, buradan t’ yi yalnız bıraktığımızda karşı-

mıza :

Çıkar. İçerde bulunan X kişisine göre ise za-

man(t)inin formülü ise ,

İdi. İşte yukarda bulunan t’ denkleminde bunu

yazarsak karşımıza zaman kısalmasının denk-

lemi çıkar:

İşte Einstein bu denklemden zamanın göreceli

bir kavram olduğunu ve zaman ve uzayın ay-

rılmaz bir bütün olduğunu ispatlamıştır. Yuka-

rıdaki denkleme bakılacak olursa vagonun hı-

zının c ye yani ışık hızına eşit olması durumda

zamanın durduğunu görüyoruz yani denkleme

göre ne kadar ışık hızına yaklaşırsak zaman o

kadar ağır akmakta idi. Böylece Newton za-

manında düşünüldüğü gibi zaman evrensel ve

değişmez bir olgu değildi. Einstein bu anlam-

da fizik dünyasında bir çığır açmıştır. Eins-

tein’ın bu yeni zaman olgusuyla beraber fizik

dünyasında ikiz paradoksu denilen soru gün-

deme getirilmiştir. Bu sorunun aslında bir pa-

radoks oluşturulmadığı ise ancak Genel Göre-

lilik Kuramı’nın yüksek matematiksel denklem-

leriyle ispatlanacağından burada ele alınma-

yacaktır. Böylece soruyu ve çözümünü genel

hatlarıyla aktarmakla yetineceğiz. . İkiz Para-

doksu temel olarak Einstein’ın zaman kavra-

mının ikiz kardeşler üzerinde düşünsel bir de-

ney olarak ele alınmasıydı. Buna göre ikiz kar-

deş düşünelim. Kardeşlerden birinin bir uzay

aracına bindiğini ve hızla uzaklaştığını ve di-

ğerinin ise dünyadaki sabit durduğunu farz

edelim. Bu durumda Özel Göreliliğe göre uzay

aracındaki kardeş için zaman daha ağır işle-

mekteydi.

A C A D E M Y G A R D E N

Page 19: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 1 9 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

. Ama bilindiği gibi hareket göreceli bir şeydir

yani dünyadaki ikiz uzay aracındaki kardeşinin

hızla uzaklaştığını söylerken aynı durum uzay

aracında bulunan kardeş içinde geçerliydi.

Tek fark yöndü, bu da denklemsel olarak hiç-

bir şeyi değiştirmezdi zaten. Bu durumda her

iki kardeşte diğerinin daha genç kaldığını söy-

leyecektir. Dolayısıyla karşımızda bir para-

doks varmış gibi görünmektedir. Bu nedenle

kimin haklı olduğunu anlayabilmek için uzay

aracındaki kardeşin belli bir süre sonra ivme-

lenerek yavaşlayıp durması ve tam tersi yön-

de yani dünyaya doğru belli bir süre ivmelene-

rek hızlanması gerekir. Daha sonra eski hızı-

na vardığında sabit hızla hareket ederek dün-

yaya gelmesi ve kardeşiyle karşılaştırılarak

anlaşılabilir (Bu arada yukarıda uzay aracının

hareketi hakkında çok detaylı bilgi verdik an-

cak daha sonra da belirteceğimiz gibi bu ivme-

li ve sabit hızlı hareketler temel olarak kimin

yaşlı kalacağını belirler. Bu yüzden bunu ver-

mek istedik). Ama bu denli uğraşmadan da

kimin haklı olduğunu öğrenemez miyiz? Aslın-

da yukarda belirttiğimiz deneyi yapmadan da

dünyadaki kardeşin haklı olduğunu ve uzay

aracındaki kardeşin daha genç kaldığını söy-

leyebiliriz. Çünkü dünyadaki kardeş sürekli

yerinde durarak hareket konumunu değiştir-

memişti. Bu nedenle dünyadaki kardeşin hata-

lı gözlem yapması söz konusu değildir. Buna

karşın aynı şeyi uzay aracındaki kardeş için

söyleyemeyiz. Aslında gerçekte olan durum

şuydu; Uzay aracındaki kardeş için yolculuğun

ilk ve son yarısında uzay aracı sabit hızla ha-

reket ettiğinden uzay aracındaki kardeş hare-

ketin farkında olmayacaktır. Ama daha önce

de uzay aracının hareketi anlatırken aracın

yolun yarısında ivmelenerek yavaşladığını ve

ters yönde beli bir süre ivmelendikten sonra

sabit hızla yol aldığını belirtmiştik. Bu yüzden

uzay aracındaki kardeş ivmeli hareketi ile ola-

bilecek tüm durumları da hesaba katmak zo-

rundadır. İşte bu hesabı Özel Göreliliğin yal-

nızca küçük bir parçasını oluşturduğu Genel

Görelilik Kuramının denklemleri ile yapabiliriz

(ancak burada bu hesaplardan bahsedilmeye-

cektir.) Genel Göreliliğin denklemlerinden çı-

kan sonuca göre uzay aracındaki kardeş iv-

meli hareket ettiği zaman dünyadaki ikiz, sabit

hızla hareket ettiğinde ise uzay aracındaki ikiz

daha hızlı yaşlanmaktadır. Ancak ivmelenme

sırasındaki durumun, sabit hızla harekete bas-

kın çıkması nedeniyle uzay aracındaki kardeş

daha genç kalmaktadır. Görelilik kuramının

uzayla ilgili ortaya koyduğu bir diğer sonuçta

hareket eden cisimlerin hızlarının artmasına

bağlı olarak boylarında bir değişimin olduğunu

söylemesidir. Kuram hızın artışıyla boyun kı-

salmasının orantılı olduğunu öngörmekteydi.

Şimdi bu durumun nasıl gerçekleştiğine göz

atalım ; bilindiği üzere klasik fiziğin en temel

formüllerinden biride YOL(x)=ZAMAN(t)XHIZ

(v) dır. Yukarıda zamanın göreceliğini ispatlar-

ken anlattığımız gibi aynı şekilde ve ebatlarda

bir vagonumuzun burada da var olduğunu dü-

şünelim(Burada şunu belirtmek gerekir ki za-

man değişmesi ile boyun değişimi aslında bir-

likte gerçekleşen durumlardır. Çünkü her iki

durumda da vagonun hızına bağlı olarak dışa-

rıdaki Y kişisine göre değişim olmaktadır). Söz

konusu vagonumuz v hızıyla ilerlerken yine

içinde X kişimiz ve dışarıda sabit duran Y kişi-

si bulunmaktadır. Şimdi X kişisinin vagonun

boyunu ölçmek istediğin de iki durum söz ko-

nusudur. Bunlardan birincisi zaten vagona

göre sabit olan X, ayağının altında bulunan

vagonu bir metre yardımıyla ölçebilir. Diğer bir

ihtimalse dışarıda sabit bekleyen Y kişinin ko-

numuna bakarak ölçebilir, bu ikinci seçeneği

biraz açarsak durum şu: X kişisi Y yi vagonun

ön ucunda gördüğünde elindeki kronometreye

bassın ve Y vagonun arka ucuna geldiğinde

ise kronometreyi durdursun. Bu durumda X in

ölçeceği zamanı, zamanın göreceliği gereği ‘t’

olur. ( Daha önce belirttiğimiz üzere X in vago-

nun boyunu ölçerken geçen süre ile zamanın

göreliliğinde ki hesaplanan süreyle aynıdır.

Yani uzunluk kısalmasındaki t ile zamanın kı-

salmasındaki t aynıdır, tabii ki bu daha sonra

anlatacağımız t’ içinde geçerlidir.) Peki, X in

ölçtüğü zaman t ise ve vagonun hızı v ise bu-

na bağlı olarak vagonun boyunu L=v.t olur.

Page 20: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 0

Şimdide dışarıda sabit duran Y’nin vagonun

boyunu ölçmeye çalıştığını düşünelim. Bu du-

rumda Y, kendisinin vagonun ön ucundayken

elinde bulunan kronometreye basıyor ve vago-

nun arka ucuyla aynı hizaya geldiğinde ise

kronometreyi durduruyor. Bu durumda Y’nin

ölçeceği süre ise t’ olacaktır. Y buna bağlı

olarak vagonun boyunu hesaplarsa, Y’ye göre

vagonun boyu : L’=v.t’ olur. Bu durumda görül-

düğü gibi her iki gözlemciye göre vagonun bo-

yu değişik ölçülmüştür. Bunun temel nedeni

zamandır. Çünkü zamanın değişik olması bo-

yun farklı algılanmasına neden olmaktadır.

Zaten bu yüzden boy kısalması durumu mey-

dana gelmiştir. Aslında burada da temel şey

zamanın göreceli bir kavram olmasıdır. Şimdi

söz konusu boy farklılığını matematiksel bir

temel üzerine oturtalım. İçerde bulunan X e

göre boy: L=v.t idi. Dışarda sabit duran Y’ye

göre ise boy: L’=v.t’ idi. Şimdi bu iki denklemi

taraf tarafa oranlarsak karşımıza şu denklem-

ler çıkar:

Buna bağlı olarak da :

Ve buradan da :

Elde ederiz. Buna bağlı olarak yukarıda belirt-

tiğimiz gibi t ve t’ zamanın göreceliğindeki za-

man ile aynıdır. Daha önce belirttiğimiz üzere

zamanın değişimi ile boyun kısalması olayları

birbiri ile bağlantılı olup aynı anda gerçekleşir.

O halde zamanın göreceliğinde şu denklemi

elde ettiğimizi hatırlarsak;

Ve bu denklemi en son çıkardığımız denkleme

yazarsak ve gerekli sadeleşmeleri yaptığımız-

da boyun kısalması veya büzülmesinin nihai

formülü olan şu denklemle karşılaşırız :

Einstein bu formülle boyun referanslara bağlı

olarak göreceli bir şey olduğunu yukarıda de-

taylarını anlattığımız denklemler sonucunda

ispatlamıştır. Tabi o zamanlar bu tarz olağa-

nüstü bir düşüncenin deneye tabi tutulması

söz konusu değildi. Bu yüzden çoğu kitap bu

kuramdan bahsederken Einstein’ın düşünce

deneyi olarak adlandırır. Daha sonraları bu

kuram üzerinde çok düşünülmüş ve yapılan

deneyler Einstein’ın haklılığını ortaya koymuş-

tur.1905 yılında ortaya atılan bu olağanüstü

düşünce bugün CERN’deki devasa deneyin

temel taşlarını oluşturmaktadır. Fakat büyük

sorularımız hala zihinlerimizi meşgul etmekte

ve bilim dünyası her zaman olduğu gibi şimdi-

de olağanüstü düşünceler beklemekte..

Beklenen düşünce neden siz olmayasınız…

Ahmet AK

‘’Genel Görelilik’’,Yeni Ufuklara,Bilim ve Teknik Dergisi/

www.Biltek.tubitak.gov.tr

Torun,Cem Güney,Bilim Tarihi Işığında Görelilik Teorile-

ri,Kuantum Mekaniği ve Herşeyin Teorisi,Ocak 2013

A C A D E M Y G A R D E N

Page 21: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 1

Bir element düşünün, çok uzun zaman-

dır türevlerini farklı alanlarda kullandığı-

mız fakat asıl önemini 1800'lü yıllarda

keşfetmeye başladığımız. Kullanım ala-

nı çok geniş olan, çevre dostu ve enerji

bakımından çok verimli bir element.

Stratejik elementimizin tarihi keşfine bir

göz atalım; Fransız kimyacı ve fizikçi

Joseph Louis Gay-Lussac Fransa'daki

École Polytechnique üniversitesinden

yakın dostu Louis Jacques Thénard ile

birçok araştırma projesi yürütmüştür.

Gay Lussac genellikle gaz yasaları ile

ilgili çalışmalar yapmış ve gazlarda ba-

sınç-sıcaklık arasında doğru orantı ol-

duğunu bulmuştur. Fransız kimyager

Louis Jacques Thénard ise 1799 da ko-

balt oksit ile alüminyum oksidi eriterek

karıştırdıktan sonra Thenard mavisini

bulmuştur. Thenard mavisi kobalt mavi-

si olarak da bilinir; porselen renklendir-

mede, kozmetikte ve pek çok farklı

alanda renklendirici olarak kullanılır.

Thenard ve Gay-Lussac, elektroliz ve

analitik yöntemler üzerine çalışmalar

yapmışlardır. Alkalilerin akkor(ışık saça-

cak kadar ısıtılmış olan) durumundaki

metaller üzerindeki etkisinden, bol ve

ucuz alkali metal üretimini sağlayan

yöntemler geliştirmişlerdir. Türkiye'yi

yakından ilgilendiren en önemli buluşla-

rı da erimiş potasyum kullanılarak borik

asidi ayrıştırıp bor elementini bulmaları

olmuştur. Onlarla aynı dönemde İngiliz

kimyager, fizikçi ve mucit Humphry

Davy de bor elementini keşfetmiştir.

Davy 1807 de; erimiş külden elektrik

akımı geçirerek önce potasyum adını

verdiği elementi bulmuştur. Sonra da

sodadan sodyum elementini ayırmayı

başarmıştır.1808 de ise baryum, stron-

siyum, kalsiyumu ve boru keşfetmiştir.

Bor elementinin keşfinden önce bor tü-

revleri asırlar boyunca kullanılmıştır.

Araplar ilk kez bor tuzlarından ilaç yap-

mışlardır. Mısır ve Mezopotamya da

ilaç olarak ve ölülerin mumyalanmasın-

da boraks kullanılmıştır. Eski Yunan ve

Roma da arena temizliği için zeminler-

de kullanılmıştır. Himalayalar'da Babi-

lonlar kıymetli metallerin eritilmesinde

boraksı kullanmıştır. Çinliler de boraksı

porselen cilası olarak kullanmıştır.2000

yıllık Arapça ve Farsça yazıtlarda bo-

raktan söz edildiği, Sanskritçe yazıtlar-

da ise bor cevheri olan tinkale ile eş an-

lamda “tincana” kelimesinin kullanıldığı

görülmüştür.

13. yüzyılda boraksın Tibet’ten Avru-

pa'ya getirilmesiyle modern bor endüst-

risi başlar. 1771 yılında, İtalya'nın Tus-

cani bölgesindeki sıcak su kaynakların-

da sassolit bulunur. 1828 yılında Fran-

cesco Larderel bunun katı borik asit ol-

duğunu belirtir ve 1830 yılında İtalya'da

borik asit üretimi başlar.1852 de en-

düstriyel anlamda ilk boraks madenciliği

Şili de başlamıştır

Temiz Enerji

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Page 22: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 2

Anadolu da her ne kadar Susurluk

(Balıkesir) civarındaki bor yataklarının

ilkel olarak işletildiğini kanıtlayan veriler

varsa da ilk madenciliğin 1865 yılında

bir Fransız kuruluşunun Osmanlı Devle-

ti’nden imtiyaz almasıyla başladığı gö-

rülür. 1864'te Kaliforniya’da ilk ticari bor

üretimi yapılır. 1872 den sonra Califor-

nia, Nevada, Caliko Moutain ve Kramer

yöresindeki yatakların bulunarak işletil-

meye alınmasıyla ABD dünya bor ge-

reksinimini karşılayan birinci ülke haline

gelmiştir.

Elementin adı borun tuzu olan boraks-

tan türetilmiştir. Arapça burak(parlak)

kelimesinden gelmektedir. Türkistan da

tınkal, Anadolu da tenekar adları ile bi-

linmektedir. Periyodik tabloda B simge-

si ile gösterilir, atom numarası 5 tir.

Grubunun ilk ve en hafif üyesidir. Metal-

le ametal arası yarı iletken özelliğe sa-

hip bir elementtir. Temel hal elektron

konfigürasyonu 1s2 2s2 2p1 dir. Tabii

halde iki tane izotopu vardır, 10B %

18,8 , 11B %81,2 oranında bulunur. Her

ikisinin çekirdeği spine sahip olduğu

için nükleer manyetik rezonans araştır-

malarında kullanılır.10B izotopu, çok

yüksek termal nötron tutma özelliği gös-

terir. Böylelikle nükleer malzemeler ve

nükleer enerji santrallerinde kullanılabil-

mektedir.

Türkiye'de 10B izotop oranı yüksek bor

cevher yatakları bulunmaktadır. Kristal

bor, önemli ölçüde hafifliğe, sertliğe, çi-

zilmeye karşı dayanıklı, ısıya karşı ka-

rarlılığa sahiptir.

Bor kırmızı ötesi (infrared) ışığın bazı

dalga boylarına karşı saydamdır ve oda

sıcaklığında zayıf elektrik iletkenliğine

sahiptir. Yüksek sıcaklıkta ise iyi bir ilet-

kendir. Kristal bor kimyasal olarak inert-

tir. Bor, hidroklorik ve hidroflorik asitlerle

kaynatıldığında bozulmaz. Sadece çok

ince öğütülmüş bor, konsantre(derişik)

nitrat asidi ile yavaşça oksitlenir. Yerka-

buğunda yaygın olarak bulunan 51. ele-

menttir. Tabiatta hiçbir zaman serbest

halde bulunmaz. Doğada yaklaşık 230

çeşit bor minerali olduğu bilinmektedir.

Kaliforniya Üniversitesi'ndeki 11B araş-

tırmalarda 11B'in proton fizyonlanması

sırasında radyoaktivitesiz enerji açığa

çıkmıştır. Böylece temiz nükleer enerji

elde edilebilmektedir. Ticari maden ya-

takları sınırlı olup en çok Türkiye ve

ABD'de bulunmaktadır. Dünya ihraca-

tında ABD 1. sıradadır ve bor pazarını

elde tutmak için Türkiye'den her yıl ton-

larca ham bor almaktadır.

Türkiye’de bor tuzu yatakları Bursa, Ba-

lıkesir, Kütahya ve Eskişehir il sınırları

içerisindedir. Bunların en büyükleri

Mustafakemalpaşa (Bursa), Susurluk

(Balıkesir), Bigadiç (Balıkesir), Emet

(Kütahya) ve Kırka (Eskişehir) da yer

almaktadır. Türkiye’de rezerv açısından

en çok bulunan bor cevherleri tinkal

(Na2O.2B2O3.10H2O) ve kolemanit

(2CaO.3B2O3.5H2O)’tir.

A C A D E M Y G A R D E N

Page 23: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 3

Dünya Bor Üretiminin Bölgelere Göre

Dağılımı (2012) ,

Dünya Bor Rezervlerinin Dağılımı

(2012),

Kullanım alanları olarak; cam, cam el-

yafı ve seramik, temizleme ve beyazlat-

ma, alev geciktiriciler(yanma önleyici),

tarım, sağlık, kozmetik, yapı malzeme-

leri ve çimento, enerji, metalurji; bor fi-

berleri, uzay ve havacılık, alanlarını sı-

ralayabiliriz.

Boren (Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü)

ve TÜBİTAK ortak çalışması ile borla

çalışan yerli araç üretilmiştir. Bor yandı-

ğında, petrole göre 5 kat fazla enerji

açığa çıkarır. Araç, bordan elde edilen

20 litre yakıt ile maksimum 90 kilometre

hıza çıkıp 100-150 kilometre yol gidebi-

liyor. Borun yanması sonucu oluşan bor

oksit bileşiği daha sonra tekrar bora dö-

nüştürülebilmek için depolanabilir. Ayrı-

ca aracın yakıt deposu büyütülerek gi-

deceği yol artırılabilir.

Boren'in internet sitesindeki bor kulla-

nım alanlarından uzay ve havacılık hak-

kında bilgiler:

Uzay ve havacılık endüstrisinde bor

kullanımı giderek artan bir seyir izle-

mektedir. Aerodinamikteki gelişmeler,

yüksek hız kanat uygulamaları, yüksek

ısıya dayanımlı gövde, düşük ağırlık

yüksek kapasite ve benzeri uygulama-

lar üzerinde yürütülen tasarım ve geliş-

tirme çalışmaları havacılık ve uzay sa-

nayinde kompozit malzeme kullanımını

oldukça yaygınlaştırmıştır

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Page 24: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 4

Borun yanıcı fakat tutuşma sıcaklığının

yüksek olması, yanma sonucunda ko-

laylıkla aktarılabilecek katı ürün verme-

si ve çevreyi kirletecek emisyon açığa

çıkarmaması ulaşım araçlarında bir

avantaj olarak kabul edilmektedir.

Bor kimyasalları füze yakıtı olarak kulla-

nılabilmekte olup hidrojen diboran

(B2H6) ve hidrojen pentaboran (B5H9)

gibi borhidrürlerin uçaklarda yüksek

performanslı potansiyel yakıt olarak kul-

lanımı konusunda çalışmalar mevcut-

tur."

%72,5 i Türkiye de olan bor elementi ve

cevherleriyle ilgili Boren 152 proje ta-

mamlamıştır ve 54 projesi devam et-

mektedir. Türkiye’de temiz ve bol enerji-

li bir gelecek için bor teknolojimizi geliş-

tirmeye devam etmeliyiz. Günlük hayat-

ta kullanıma uygun teknolojiler üretmeli

ve gerekirse yurt dışına ham bor sat-

mak yerine bordan üretilebilecek enerji-

yi veya teknolojileri yurt dışı pazarına

açıp ülke ekonomisine ithalattan katkı

sağlamalıyız. Araştırmaktan, üretmek-

ten ve geliştirmekten asla vazgeçme-

meli tüm engellemelere rağmen yeraltı

kaynaklarımızı ülkemiz ve milletimiz

için, temiz bir gelecek için kullanmaya

başlamalı ve geliştirerek devam ettir-

meliyiz.

Tuğçe TANIMAK

Joseph Louis Gay Lussac, Louis Jacques Thénard, Humphry Davy /

http://www.wikipedia.org/

Bor Elementi, Bor Tarihçesi, Rezervler ,Kullanım Alanları /Boren

(Ulusal Bor Araştırma Entitüsü) http://www.boren.gov.tr

Joseph Louis Gay-Lussac /ttp://www.chemheritage.org

http://wordinfo.info/

BOR VE KULLANIM ALANLARI,Çiğdem Yenialaca'nın Tezi/http://

w3.gazi.edu.tr/~mkaradag/tezler/cigdemyenialaca.pdf

A C A D E M Y G A R D E N

Her Academy GARDEN, Bir

büyük ruha adanır. İlk sayıyı

‘’Sayıların ötesine dokuna-

rak ,formüllerle konuşmuş bir

matematik sanatçısı; Ordinar-

yüs Profesör Dr. Cahit ARF’’ a

adıyor, minnetle anıyoruz.

Page 25: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 5

Biyoloji bilimi temel olarak iki ana teori üzeri-

ne kuruludur. Evrim Teorisi ve Hücre teorisi.

Hücre Teorisine eleştirel yaklaşımlar olmama-

sına karşın Evrim Teorisine sıkça olmaktadır.

Bu eleştirel yaklaşımlardan ilki, evrimin bir teo-

ri olduğu ve tam olarak ispatlanmamış olduğu-

dur. Eleştiriye cevap vermeden önce '' teori ''

nedir onu irdeleyelim. Teori,kelime anlamı ola-

rak, genel tanımıyla ''Bir olgu veya gerçekler

grubunun açıklaması veya izahatı olarak kabul

edilen, bir fikir veya ifadeler sistemi, taslağı,

gözlem veya deneylerle doğrulanmış veya

yerleşmiş ve bilinen gerçekleri açıkladığı ileri

sürülmüş veya kabul edilmiş bir hipotez, genel

yasalar, ilkeler veya bilinen veya gözlemlenen

bir şeyin nedeni olarak kabul gören şeylerin

ifadesi '' dir. Tanımından da görüleceği gibi,

Evrim kesinlikle bir hipotez değil, gözlemler ve

deneylerle ispatlanmış, hakkında pek çok is-

patlanmış veri bulunan bilimsel yaklaşımlar,

kurallar bütünüdür aslında. Oysaki hipotez,

gözlemler ve deneylerle desteklenmemiş var-

sayımlardır ve bilimsel yöntemlerin işleyiş sı-

rasında ilk basamağa oturmaktadır. Yalnız bu-

rada bir noktayı daha gözden kaçırmamak la-

zım. Biyoloji Bilimi, yapısı itibarıyla zaten istis-

naların çok olduğu, matematik gibi 2+2 nin her

zaman 4 etmeyebileceği bir bilimdir. Dolayı-

sıyla matematik teoremleri gibi kesin çizgilerle

ispatlanamaz, ispatlanması zaten bu anlamda

tabiatına aykırıdır. Bu yüzdendir ki, Evrim Teo-

risi hiçbir zaman teori olmaktan çıkmayacak,

her zaman teori olarak kalacaktır. Ayrıca, Ev-

rim Teorisine objektif bakmamak bilime de ob-

jektif bakmamakla eşdeğerdir aslında. Çünkü

Evrim Teorisi de bilimin temel mantığında ol-

duğu gibi, kendi kendini sürekli yeniler ve sağ-

lam verilerle ilerler. Evrim Teorisine sıkça ge-

len eleştirilerden biri de, fosil kayıtlarında boş-

luklar bulunduğu iddialarıdır. Fosiller, ataları-

mızın neye benzediklerini bilebilmemiz için en

önemli temel kaynaklardır. Hayvan kemikleri,

kabukları ve diğer sert kısımları önce bir iz bı-

rakırlar ve sonra bu izler sertleşmekte olan

kayayı biçimlendirerek fosilleştirirler. Ama hay-

vanların çok küçük bir bölümü fosilleşebilir.

Fosil kayıtlarında boşluklar olduğu iddiaları en

çok Kambriyen Dönemden daha önceki dö-

nemlere yönelik yapılmaktadır. Çünkü Kambri-

yen dönemde, ana omurgasız gruplarının ço-

ğu sanki hiç evrimsel tarihleri yokmuş gibi bir-

den bire ortaya çıkmakta ve sanki oraya bıra-

kılmışlar gibi durmaktadırlar. Pek çok evrimci

de aslında 600 milyon yıl öncesindeki dönem-

lerden gelen az sayıda fosiller olduğu konu-

sunda hemfikirdir. Bunun ana sebebinin, bu

hayvanların çoğunun vücutlarının sadece yu-

muşak bölümlerden oluşması yani fosilleşebi-

lecek kabuklara, kemiklere sahip olmayışları-

dır. Fosil kayıtlarındaki en ünlü boşluklardan

biri de Romer'in Boşluğudur. 360 milyon yıl-

dan Devonyen Dönemi'nin sonuna kadar yani

karboniferin erken dönemleri olan '' kömür kat-

manlarına '' yaklaşık 340 milyon yıl öncesine

uzanır. Kayıp halkanın diğer bir anlamı da,

ana gruplar arasında geçiş formlarının sözde

yetersiz olmasıyla ilgilidir.Mesela, sürüngen-

lerle kuşlar ya da balıklarla amfibiler arasında

ara formları gösterin şeklindeki iddialardır. Bu-

na verilecek en güzel örnek Archaeopteryx'tir.

Archaeopteryx sürüngenler ile kuşlar arasında

bir ara formdur. Aslında bu örneği vermek bile

mantıksal açıdan yanlıştır. Çünkü fosillerin bü-

yük çoğunluğunu bir formdan diğer forma ge-

çiş olarak gösterebiliriz aslında. Bu anlamda

bu sorunun sorulması ve örnekle cevap veril-

mesi de abestir aslında. Darwin'den sonraki

evrimciler tüm fosil kayıtlarını kronolojik sıraya

koyduklarında, değişimlerin düzgün olmadıkla-

rını anladılar. Mesela, uzun dönemde bacaklar

gittikçe uzuyor, kafatasları yuvarlaklaşıyor fa-

kat fosil kayıtlarında gözlenenler düz bir doğ-

rultuda değil, çoğunlukla sıçramalı ve aniydi.

EVRİM TEORİSİNE GENEL BAKIŞ VE FOSİL KAYITLARINA

GELEN ELEŞTİREL YAKLAŞIMLARA VERİLECEK CEVAPLAR

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Page 26: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 6

. Önce fosil kayıtlarının mükemmel olmama-

sından kaynaklanabileceğini düşündüler. Son-

raları, belki de bu boşluklar uzun süreli evrim-

sel değişimlerin olmamasından sonra yani

durgunluk döneminden sonra ani patlamalarla

gerçekti dediler. Bu sıçramalı evrim bugün de

bazı bilim adamları tarafından kimi zamanlar

dile getirilmektedir. Bunlar makromutasyonlar-

la gerçekleşmektedir. Mesela, meyve sinekle-

rindeki '' antennapaedia '' buna çok güzel bir

örnektir. Antannapaedik sinekler antenleri ol-

mayan ve antenleri bacak gibi gelişmiş olan

sineklerdir. Yani fazladan bir çift bacağı olan

sineklerdir. DNA'nın kopyalanması sırasında

oluşan bir hatadan dolayı bir mutasyon olmak-

tadır. Bu sinekler laboratuvar ortamında bes-

lendiklerinde döl bırakacak kadar yaşayabilir-

ler ama dışarıda uzun süreli yaşayamazlar.

Dolayısıyla, bu örnekten de görüleceği gibi

makromutasyonlar gerçekten varlar ama ev-

rimde rol oynayıp oynamadıkları, ya da ne ka-

dar rol oynayıp oynamadıkları konusu önem

kazanıyor burada. Mutasyon ne kadar mak-

roysa zararlı etkisi de o kadar fazla ve bir tü-

rün evriminde katkıda bulunma ihtimali de o

kadar az oluyor. Mesela laboratuvarlarda ger-

çekleştirilen, incelenen mutasyonların hepsi

de oldukça makrodur ve hepsi de zararlıdır.

Ama yine de evrimde gerçekleşen mutasyon-

lar gelişigüzel değildirler. Mutasyonlar, muta-

jen dediğimiz etkenler ile ve ayrıca mutasyon-

cu genler ile ortaya çıkarlar. Bir türdeki bütün

genlerin mutasyon geçirme olasılığı aynı de-

ğildir. Kromozomların üzerindeki her bir nokta-

nın kendine özgü mutasyon oranı vardır. Me-

sela kromozomların üzerindeki sıcak noktalar

denilen bazı bölümlerde mutasyon hızları yük-

sek, sıcak noktalarda ve diğer bölümlerde her

noktada belirli yönlerdeki mutasyonların ger-

çekleşme olasılığı tersi yöndekilerin gerçek-

leşme olasılığından daha yüksektir. Bu da be-

raberinde '' mutasyon baskısı '' denilen bir ol-

guya yol açıyor. Eğer bir noktada ileri mutas-

yon hızı geri mutasyon hızına eşitse mutasyon

baskısı sıfırdır demektir. Evrimle ilgili öğrendi-

ğimiz en şaşırtıcı şeylerden biri evrimin hem

çok hızlı hem de çok yavaş işleyebileceğidir.

( Fosil kayıtlarından öğreniyoruz. ) En yavaş

olanları ise '' yaşayan fosiller '' dediğimiz canlı-

lardır. Yaşayan fosiller atalarından beri çok az

değişmişler yani çok az evrimleşmişlerdir. Me-

sela Lingula yaşayan fosillere verilebilecek

çok güzel bir örnektir. Bilinen en hızlı evrim-

leşmelerden biri de insanın beyninin 500 san-

timetreküplük bir hacme sahip olan Australo-

pithecus benzeri bir atadan, beyin hacmi 1400

santimetreküplük Homo Sapiens'e evrimleş-

mesidir. Bu süreci yaklaşık olarak 300 milyon

olarak alıyoruz. Bunun dışında hızlı evrimleş-

meye örnek olarak, Pod Marcaru kertenkelele-

rini ve bakterilerin evrimlerini verebiliriz. Pod

Marcaru kertenkelelerinin nesil süreleri yakla-

şık 2 yıl olup gözlenen evrimsel değişim süresi

18-19 nesildir. Hele bakteriler için evrim süreci

saatler hatta dakikalar sürecinde olmaktadır.

Bakterilerin evrimini 30-40 yıl boyunca takip

etsek evrim adına bayağı kayda değer sonuç-

lar elde ederiz. Sonuç olarak, fosilleri en yaşlı-

dan en gence doğru sıraladığımızda,beklenen

bir düzen, uyum yerli yerine oturmaktadır. Za-

ten bu uyum olmasaydı Evrim Teorisinin çok-

tan çökmüş olması gerekirdi. Ama bunun istis-

naları da bulunmaktadır. Mesela, volkanik pat-

lamalarla kayaçlar çökebiliyor ve fosillerin bu-

lunuş sırası tersine dönebiliyor. Ama bu du-

rum çok nadir olmakla birlikte, evrim teorisinin

gerçekliliğini kesinlikle etkilemez.

Merve TURHAN

Dawkins, Richard,Yeryüzündeki en büyük gösteri

Dawins, Richard Kör Saatçi

www.evrimagaci.org

A C A D E M Y G A R D E N

Page 27: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 2 7

Son zamanlarda sosyal medyada ve haberlerde

bahsedilen, gittikçe yaygınlaşan bir uyuşturucu

çeşidi olan bonzai hakkında hepimizin az çok bilgi-

si vardır. Vücut üzerindeki aşırı etkileri ve ölüm

vakalarıyla ün salmış, ucuz ve üretimi kolay olması

endişe verici olan bu uyuşturucu hakkında biraz

daha detaylı bilgilere değineceğim.

Aslında “Bonzai” Japonca olan bon (tepsi)

ve sai (bitki) kelimelerinin birleşimiyle adlandırılan

ağaç minyatürleştirme sanatının adıdır. Bir bitki

adı verilerek doğalmış gibi lanse edilen sentetik

uyuşturucu kullanımı sanıldığı gibi masum değildir.

Bonzai, hint keneviri (cannabis sativa) bitkisine

benzer etkileri gösterdiği için yasal olmayan yollar-

la üretilerek kullanılmaya başlanmıştır. Kuru ot ve-

ya yapraklara işlenerek satılan bu kimyasal madde

aslında çok uzak bir tarih olmayan 1995’te Profe-

sör John Wiliam Huffman (d. 1932) ve araştırma

ekibinin çalışmaları sonucu ortaya çıkmıştır.

1984’te Huffman ve ekibi AIDS ve kemoterapi te-

davilerinde yardımcı olması amacıyla kullanabile-

cekleri kannabinoid bileşikleri elde etmek için ça-

lışmalara başlamışlardır. Yıllarca süren çalışmalar

sonucunda Huffman ve ekibi 450 çeşit kannabi-

noid elde etmişlerdir[1].

1992 yılında beyindeki kannabinoid reseptörleri-

nin keşfedilmesinden sonra bu sisteme endojen

kannabinoid sistemi, bu reseptörlere de CB1 ve

CB2 adları verilmiştir. Sentetik uyuşturucular, psi-

kotrop veya psikoaktif maddelerdir. Asıl olarak

merkezi sinir sisteminde etkisini gösterir ve beynin

işlevlerini etkileyerek algıda, ruh halinde, bilinçlilik-

te ve davranışta geçici farklılıklara neden olurlar.

Bu sentetik maddeler vücutta iştah, ağrı his-

si, ruh hali ve bellek olmak üzere fizyolojik süreçle-

ri kontrol eden kannabinoid reseptörlerine etki

eder [2]. Her ne kadar uyuşturucunun bütün türleri

zararlı olsa da benzer etki göstermesine rağmen

bonzainin içeriğinde ki sentetik kannabinoidler, r9-

tetrahidrokannabiol (THC) yani esrarın etken mad-

desinden daha fazla etkilidir. Özellikle bilinçsiz

üretim sonucunda homojen olmayan karışımlar

maddenin etkisini fazlasıyla gösterip kullanıcıyı

ölüme sürükleyebilir. Yaygınlaşarak üretilen sente-

tik kannabinoidler arasında en yaygın olanları kan-

nabisiklohekzanol, JWH-018, JWH-073 ve HU-210

olmak üzere bazı sentetik kannabinoidler JWH-

200, JWH-250, JWH-398, JWH-081, JWH-122,

JWH-015, JWH-203, JWH-210 ve JWH-019 olarak

adlandırılmaktadır.

“JWH” kodu çalışmaları sonunda sentetik

kannabinoidleri bulan John William Huffman’ın kı-

saltmasıdır. Ülkemizde “bonzai” adı altında satılan

bu sentetik uyuşturucu diğer ülkelerde “Spice” ve-

ya “K2” adıyla satılmaktadır ve çoğu ülkede satışı

ve kullanımı yasaktır. Bu sentetik kannabinoidler

arasında uyuşturucu amacıyla üretilip, yakalanan-

ların çoğunda JWH-018 adlı bileşik tespit edilmiş-

tir. Molekül yapısı ve insan üzerindeki etkilerinin r9

-tetrahidrokannabiol (THC) yani esrara benzer ol-

ması bu derece yaygınlaşmasına neden olmuştur.

JWH-018’in de aralarında olduğu yapay kan-

nabinoidlerin bulunmasında katkısı olan Profesör

Huffman, kaçınılmaz olmasına rağmen insanların

bunu kullanabilecek kadar aptal olmasından endi-

şe duyduğunu dile getirmiştir [1].

Ayşegül DANIŞMAZ

[

1] http://en.wikipedia.org/wiki/John_W._Huffman

[2] http://en.wikipedia.org/wiki/Cannabinoid_receptor

Bonzainin Gerçek Adı: Sentetik Kannabinoid

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Page 28: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Size sadece Bilim Yetmez!

Sanata, Edebiyata dair açlığınız giderecek çok iyi bir adres biliyoruz. Aylık

online yayınlanan ‘Kültür Çıkmazı’ ile tanışın. Üstelik her sayısına rahatlıkla ve

ücretsiz ulaşabilirsiniz. İyi Eğlenceler..

Hemen Okuyun : http://www.kulturcikmazi.com/

https://www.facebook.com/Kültür Çıkmazı Dergisi

A C A D E M Y G A R D E N S A Y F A 2 8

Page 29: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Vizyonda Ne var

LUCY BEYNİMİZİN YÜZDE YÜZÜNÜ KULLANIRSAK NE OLUR? Başrolde Scarlett Johansson'ın canlandırdığı Lucy ad lı karakter, eğlenmeyi seven genç bir ka-dındır. Bulunduğu şehir olan Taipei'de işbirlikçi po-lisler, çeteler ve mafyalar tarafından uyuşturucu ağı kurulmuştur. Lucy de kendisini uyuşturucu şe-bekelerinin birinin içine düşmüş şekilde bulur. Bir-kaç gece takıldığı Richard bu işbirlikçilerden birisi-dir. Vücudunun içine yerleştirilen sentetik uyuştu-rucu genç kadın üzerinde beklenmedik tepkiler vermeye başlar. Normal insanların beyninin %10'unu kullandığı tahmin edilmektedir. Lucy ise beyninin %28'ini kullanmaya başlar ve bu sü-rekli artar. Lucy'nin insanüstü yetenekleri ortaya çıkar. Telekinezi, akıl okuma ve acıyı hissetmeme gibi birçok güce sahip olan Lucy beyninin tüm algı kapılarını sonuna kadar açacaktır. Oyuncu kadrosunda Morgan Freeman, Min-sik Choi, Analeigh Tipton ve Mason Lee'nin bulunduğu film vizyona girmesiyle birlikte büyük bir başarı el-de etmiştir. Morgan Freeman'ın filmde yer alması kesinlikle başarıyı arttırmıştır. Bilimkurgu alanında tamamen sınırları zorlayan Lucy, aynı zamanda aksiyon ve gerilim alanında da büyük bir etki yarat-mıştır.

Hazırlayan: Fatmanur SÖNMÜŞ

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Page 30: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

A C A D E M Y G A R D E N S A Y F A 3 0

Birlikte yaşayabilecek kadar büyük bir Gezegene sahibiz.

Küçük bi’ şeyler yap!

Page 31: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

S A Y F A 3 1 A C A D E M Y G A R D E N

Page 32: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Beğendiyseniz, sevdiklerinize tavsiye etmeyi unutmayın...

S A Y F A 3 2 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ

Page 33: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Teşekkür ve Notlar *Syn. Ethem Derman’a notları ve katkısı için

Kültür Çıkmazı Ailesi’ne,

İlker Ardıç ve Özge Özgüner’e her anlamda kat-

kılarından dolayı teşekkür etme ihtiyacı hissettik.

**Dergide kullanılan bazı fotoğrafların URL Adresi;

http://esoterismos.com/sonar-con-peleas/

http://shdwallpapers.com/light-speed-space-hd-wallpaper/#.VBKqXfl_ssw

http://blog.turkcell.com.tr/yapay-zeka-icin-sosyal-medya-1

http://www.fansshare.com/gallery/photos/11408606/albert-einstein-wallpaper-wallpaper/?

displaying

http://openfoyerstudio.blogspot.com.tr/2011/09/wallpaper-dna.html

http://www.curriculize.com/2013/10/labster-virtual-laboratory.html

http://hdw.eweb4.com/wallpapers/4652/

A C A D E M Y G A R D E N S A Y F A 3 3

Page 34: Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Bitirirken… Sizler Agarden Ekim 2014’ü

okurken biz bir sonraki ay için

çalışıyor olacağız. Daha, yeni,

daha dolu bir dergi ile görüşmek

umuduyla.

Bizimle Mail aracılığıyla, ve-

ya diğer sosyal ağlardan ile-

tişime geçip reklam verebilir,

bu bilimsel uğraşa katkıda

bulunabilirsiniz.

Copyright 2014

ACADEMY GARDEN

Aylık online Popüler Bilim ve Kültür

Dergisi

Kar a macı

gütmeyen

b i l ims el

uğraş!

E-posta

[email protected]

Ekim 2014

Yıl :1 Sayı :1

Aylık yayınlanır.

Kar amacı gütmeyen bilimsel uğraş!

A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ S A Y F A 3 4