28

ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya
Page 2: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

1

Editörden

Anadolu Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma,

Uygulama ve Dokümantasyon Merkezi

(ADOM) aylık dergisi olan ADOM e-bülten’in

Mart sayısını bir ay aranın ardından tekrar

sizlerle buluşturduk. Bu sayımızda her zaman

olduğu gibi sizlere ‘‘Türkiye - AB ilişkileri,

uluslararası ilişkiler, ekonomi, sağlık, edebiyat,

kronoloji, gibi birçok alandan yeni konulara

değinerek sizlere Mart sayımızı hazırlamış

bulunmaktayız.

Öncelikle ADOM Müdürü Sayın Hocam Özgür

Tonus’a destekleri ve ADOM e-bülten’e yapmış

olduğu katkıları için tekrar tekrar teşekkürlerimi

sunuyorum. Merkezimizde Müdür Yardımcılığı

görevine başlayan Sayın hocam Yar. Doç. Dr. Erhan

Akdemir’e de bir kere daha hoş geldiniz diyorum.

Özgür hocamız ve Erhan hocamızın da destekleri

ile ADOM e-bülten yeni sayılarını siz değerli

okuyucuları ile buluşturacak.

Ekip arkadaşlarımın hepsine yazmış oldukları

birbirinden güzel yazılar için tek tek ve tekrar

tekrar teşekkür ediyorum.

Şu anda ADOM’un internet sitesi üzerinden

(www.adom.anadolu.edu.tr) elektronik ortamda

ulaşılabilen e-bülten amatör bir ruhla, gönüllülerin

ortak girişimiyle oluşmuştur. Bu projeye destek

vermek isteyen, katkı sağlayabilecek tüm lisans ve

lisansüstü öğrencilerine ADOM e-bülten'in kapısı

açıktır.

Saygılarımla.

Fatih GÖKYILDIZ

İÇİNDEKİLER

EDİTÖRDEN ............................................................... 1

STRATEJİK AÇIDAN NORVEÇ VE AB –

NORVEÇ JEO-ENERJİ ALANI ................................ 3

GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ’NİN DÖNEM

BAŞKANLIĞI ............................................................. 7

TÜRKİYE’NİN YÖNÜ: AB VE SİÖ ....................... 10

AVRUPA’NIN TURİZM CENNETİ ‘‘FRANSA’’ .. 12

BEBEK, AB’YE KISMETİNDEN FAZLASIYLA

GELİYOR!.. ............................................................... 15

EN İYİSİ YA DA HİÇ BİRİ ..................................... 17

ORTAK SANCIMIZ ‘‘KÜRTAJ’’ ........................... 19

PORTRE: HON0RE DE BALZAC .........................22

KRONOLOJİ: MART ............................................. 25

Page 3: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

2

Dergi Genel Yayın Yönetmeni

& ADOM Müdürü

Doç. Dr. Özgür TONUS

Dergi Editörü

& ADOM Müdürlüğü

Asistanı Fatih GÖKYILDIZ

Uluslar arası İlişkiler 2. Sınıf Öğrencisi

Çiğdem İLİK

Osmangazi Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler

4. Sınıf Öğrencisi

İlknur PİŞKİN

Anadolu Üniversitesi

İng. İktisat Bölümü 2. Sınıf Öğrencisi

Turgut Can DEMİRAL

İzmir Ekonomi

Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler ve AB Bölümü

Okan TOPCU

Anadolu Üniversitesi

İng. İktisat Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi

Cansu TAHAN

Anadolu Üniversitesi

İktisat Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi

Murat ÇİÇEK

Anadolu Üniversitesi

Uluslar arası İlişkiler 4.Sınıf Öğrencisi

İsmail AYDOĞDU

Sakarya Üniversitesi

Türkçe Öğretmenliği Bölümü

3.Sınıf Öğrencisi

Emre GÖKYILDIZ

Hacettepe Üniversitesi

Sağlık İdaresi 2. Sınıf Öğrencisi

"Bültenimizde yer alan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir, ADOM açısından bağlayıcılığı yoktur."

Page 4: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

3

STRATEJİK AÇIDAN NORVEÇ VE

AB – NORVEÇ JEO-ENERJİ ALANI

VIII. ve XI. yüzyıllar arasında Avrupa’ya korku

salan barbar ve sömürgeci Vikingler’in torunları

Norveçliler, 1363’te Danimarka Krallığı’na

bağlanarak İskandinavya’da Kalmar Birliği’ne dahil

olmuş, 1815’te Viyana Kongresi’nde Avrupalı

devletler tarafından Danimarka’dan kopartılarak

İsveç Krallığı’na dahil edilmiş ve bağımsızlığını

1905’te bağlı olduğu İsveç Krallığı’na karşı

ayaklanarak elde etmiştir. Kral VII. Hakoon

önderliğinde bağımsız olan Norveç, Avrupa

Siyaseti’nde kuruluşundan itibaren tarafsızlık

politikasını resmi dış politikası olarak kabul etmiş

ve Avrupalı devletler arasındaki ekonomik, siyasi

ve askeri rekabetten uzak kalma ilkesini tercih

etmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşı’nda

tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya

Savaşı’nda da tarafsız kalmasına rağmen Nazi

Almanya’sı tarafından 1940’tan Mayıs 1945’e

kadar işgal altında kaldı. Norveç’in sahip olduğu

stratejik konumu hem Britanya adasını denizden

ve havadan doğrudan kontrol etmesi açısından

hem de Kuzey Avrupa ve Baltık Denizi

bölgesindeki stratejik konumu itibarı ile sadece

Almanya için değil, aynı zamanda İngiltere,

Fransa, Hollanda ve Rusya’nın güvenliği için de

hayati önem taşımaktaydı. Norveç’in II. Dünya

Savaşı’nda savaşmadan Naziler’e teslim olmasının

ardında Hitler’le gizli diplomasi yürüterek ülkesini

Almanlar’a satan ve Norveç tarihinin en büyük

vatan haini olarak kabul edilen Başbakan

Quisling’in büyük etkisi vardır. Çünkü, karşılığında

Hitler’den kendisine Naziler’in gölgesinde

kurulacak ve Nasyonal Sosyalizme hizmet edecek

kukla bir Norveç Krallığı’nın kralı olma vaadi

verildi ve iki lider arasında imzalanan bu anlaşma

sonrası Norveç’in bütün madenlerinin,

fiyortlarının, ormanlarının ve karasularının

işletme hakkı Nazilere bırakıldı. Norveç’teki

Alman işgali İngiltere’yi denizden ve havadan

doğrudan tehdit ettiğinden ve Kuzey Avrupa’daki

Avrupa Kuvvetler Dengesi’ni İngiltere aleyhine

çevirdiğinden ötürü, W. Churchill İngiliz Kraliyet

Hava Kuvvetleri ve Donanması’na Nisan 1940’da

gönderdiği mesajda İngiltere’nin varlığı ve ebedi

çıkarları için her ne pahasına olursa olsun

Norveç’in Almanlardan mutlaka temizlenmesi

gerektiğini açıklıyordu. Nitekim, Norveç

hakimiyeti için yapılan İngiliz-Alman deniz ve hava

muharebeleri savaşın sonuna kadar sürdü ve 8

Mayıs 1945’te Norveç müttefik güçler tarafından

kurtarıldı. Savaştan sonra, Norveç geleneksel

tarafsızlık politikasını güvenlik endişeleri ile terk

ederek 1949’da NATO’ya üye oldu ve böylece

tarihinde ilk defa kendi iradesi ile Batı ittifakının

bir parçası haline geldi.

1960’lı yılların sonuna doğru Norveç

karasularında bulunan zengin petrol ve doğalgaz

yatakları ülkenin AET, AT ve sonra AB ile gelişen

Page 5: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

4

siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerine yepyeni bir

boyut kazandırdı. Norveç’in XX. yüzyılın ikinci

yarısında yeni bir enerji gücü olarak ortaya

çıkması Norveç’in refah seviyesini maksimum

seviyeye ulaştırdığı gibi Avrupa ekonomi ve enerji

diplomasisindeki ağırlığını da had safhaya

eriştirdi. Norveç’in EFTA (European Free Trade

Area)’da ki aktif rolü bunu en iyi şekilde

açıklamaktadır. Nitekim, 1972 ve 1994 yıllarında

yapılan referandumlarda AB’ye girmeyi iki kez

reddeden Norveç, kendi isteğiyle de OPEC’in

dışında kaldı. Çünkü, başta Norveç halkı olmak

üzere birçok Norveçli politikacı ve devlet adamı

İkinci Dünya Savaşı yıllarının da vermiş olduğu acı

tecrübe ile ülkelerinin kaynakları ve zenginlikleri

üzerindeki egemenlik haklarını başka ülkeler ile

paylaşmak istemiyordu. Üstelik, Avrupa’nın

ekonomik istikrarı için AB Norveç’in enerji

kaynaklarına daha fazla muhtaçtı ve Norveç halkı

bunun bilincindeydi. Bu bağlamda, Norveç

Rusya’dan sonra AB’nin en büyük petrol ve

doğalgaz tedarikçisidir ve AB-Rusya jeo-enerji

alanından sonra ikinci derecede ağırlıklı olan alan,

AB-Norveç Jeo-enerji alanıdır. Bu alan, Rusya ile

yürütülen enerji ilişkilerindeki gibi arada geçiş

ülkeleri sorunu olmaksızın doğrudan üretici ve

tüketici ülkelerin enerji şirketleri ile tüm

diplomatik aktörlerin sorunsuz bir şekilde bir

araya geldikleri jeo-enerji alanıdır. Norveç, AB’nin

petrol ve doğalgaz ithalatında ikinci sırada

gelmektedir ancak AB’nin enerji arz güvenliğinin

sürdürülebilirliği açısından bakıldığında Rusya’dan

daha güvenli olan üretici ülkedir. Çünkü, arada

geçiş ülkesi sorununun olmaması yanı sıra,

Norveç en büyük enerji ihracat pazarı olan AB ile

gerçekleştirdiği enerji ticaretinde bütün dış ticaret

yasalarını AB’nin öngördüğü piyasalar ve

kurumlar ilkesi çerçevesinde düzenleyerek Avrupa

Enerji Şartı anlaşmasını ve Yeşil Kitap sözleşmesini

2000’li yıllarda kabul etmiştir. Böylece, AB’nin bu

iki sebepten ötürü AB-Rusya jeo-enerji alanında

Rusya ile zaman zaman yaşadığı sorunlu enerji

ilişkileri AB-Norveç jeo-enerji alanında

görülmemektedir. Bu konuya, Norveç’in enerji

talep güvenliği açısından bakıldığında ise, AB

Norveç’in en önemli enerji ihracat alanı olduğuna

göre AB mevzuatına göre yapılan yasa

değişiklikleri gayet mantıklıdır. AB, yine Europe’s

Energy Portal verilerine göre -ki en son 2008

verilerini kapsıyor- petrol ithalatının %14’ünü,

doğal gaz ithalatının ise %24.1’ini Norveç’ten

yaptı. Bu oranlar, Rusya’dan sırası ile yaklaşık %29

ve %35 olarak temin edilmektedir. Norveç’in

Haziran 2011 itibariyle ispatlanmış 800 milyon

tonluk petrol rezervi Batı Avrupa’daki en büyük

rezervdir. Ayrıca, 2010 yılında yapılan araştırmada

dünya petrol ihracatında 6. sırada yer alan

Page 6: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

5

Norveç’in petrol üretimi son on yıldır periyodik

olarak düşüştedir.

Norveç petrol rezervleri üretiminin ve hali

hazırdaki araştırmalarının neredeyse tamamı

Kuzey Denizi, Norveç Denizi ve Barents Denizi

çevresinde yapılmaktadır. Petrol ihracatının

büyük bölümünü AB’ye yapan Norveç, ihracatının

büyük kısmını İngiltere’ye (yaklaşık %60-65),

Hollanda’ya (yak.%20) ve Fransa ile Almanya’ya

(yak.%15) yapmaktadır. Norveç, petrol

rezervlerinin yanında, Haziran 2011 itibariyle 2

trilyon metreküp ispatlanmış doğalgaz

rezervlerine sahiptir. Ürettiği doğalgazın yaklaşık

10/1’ini kendi kullanan Norveç geri kalan

doğalgazın neredeyse tamamını AB’ye ihraç

etmektedir. İhracatta ilk beş sırayı %30 ile

Almanya, %27 ile İngiltere, %14 ile Fransa ve %16

ile de Hollanda ve Belçika alıyor. Görülüyor ki,

Norveç’in AB içinde en fazla enerji ihraç ettiği

ülkeler Rusya’ya daha uzak konumda olan Kuzey

ve Batı Avrupa ülkeleridir. Norveç ile bu ülkeler

arasındaki coğrafi yakınlık, geçiş ülkeleri olmaması

avantajı ve sürdürülebilir arz-talep dengesi

taraflar arasındaki enerji ticaretini görüldüğü gibi

en üst seviyeye ulaştırmaktadır.

Norveç’in en büyük enerji şirketi %67 hissesi ile

devlete ait olan StatoilHydro şirketi ile doğalgaz

boru hatlarını yöneten diğer bir devlet şirketi

Gassco’dur. Bu şirketler Rus Gazprom kadar

Avrupa enerji sektörüne tek başına hakim

olamasalar da Norveç petrol ve doğalgaz

rezervlerinin %80’ini kontrol ediyor. Ayrıca,

ExxonMobile ve Conoco-Philips (ABD), Total

(Fransa), Shell (İngiltere-Hollanda) ve ENI (İtalya)

gibi uluslararası enerji şirketleri de StatoilHydro

ile halen Kuzey Denizi ve Barents Denizi’nde ortak

petrol ve doğalgaz arama çalışmaları

yürütmektedir. Norveç, denizin altından

geçerek üretim sahaları ile kıyılarda bulunan

terminalleri birbirine bağlayan Oseborg Nakil

Sistemi adında büyük bir boru hattı sistemine

sahiptir. Norveç’in en önemli petrol üretim sahası

olan Kuzey Denizi’ndeki Ekofisk petrol sahasından

İngiltere’nin Teesside Terminali’ne bağlanan

Norpipe Petrol Boru hattı hem İngiltere hem de

Norveç için son derece stratejik bir öneme

sahiptir. Çünkü, İngiltere bu boru hattı sayesinde

dışarı bağımlı olduğu en fazla petrolü

karşılamakta, Norveç de ekonomisine en büyük

katkıyı sağlayan petrol ihracatının en büyük

bölümünü buradan yapmaktadır. Kaldı ki, AB-

Norveç jeo-enerji alanında stratejik değere sahip

olan Norpipe petrol boru hattı aynı zamanda

Kuzey Avrupa’nın da en yüksek kapasiteli (yıllık 45

milyon ton) petrol boru hattıdır.

Page 7: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

6

Ayrıca, Norveç-İngiltere arasındaki Vesterled ve

Langeled, Norveç-Fransa arasındaki Franpipe,

Norveç-Belçika arasındaki Zeepipe ile Norveç-

Almanya arasındaki Europipe I, II ve Norpipe

doğal gaz boru hatları da AB-Norveç Jeo-enerji

alanının başat doğal gaz boru hatlarıdır ve

hepsinin ortak özelliği açık, şeffaf, rekabete dayalı

ve en ileri teknolojinin kullanıldığı doğalgaz

aktarım piyasası anlayışı ile yönetilmesidir. Bu

yönetim anlayışı AB-Rusya Jeo-enerji alanında

yoktur ve bunun nedeni de yukarıda bahsedildiği

gibi Norveç’in tüm kanun ve yasalarını AB

mevzuatına göre düzenlemesidir. Norveç’in

AB’nin petrol ve doğalgaz ithalatında ikinci sırada

yer alması, petrol ihracatının büyük bir bölümünü,

doğalgaz ihracatının ise hemen hemen tamamını

AB’ye yapıyor olması; AB-Norveç Jeo-enerji

alanının tüm aktörleri ile birlikte sorunsuz

çalıştığının göstergesidir. Doğalgaz üretiminin

başta Barents Denizi olmak üzere –ki burada

paylaşım konusunda Rusya ile bir rekabet söz

konusu- yapılan araştırmalar sonucu yeni petrol

ve doğalgaz kaynaklarının artması, doğalgaz

tüketimi hızla artan AB’nin kısa vadedeki enerji

arz güvenliğini korumaktadır. Ancak ne var ki,

Norveç’in petrol rezervlerinin 2000’li yıllardan

itibaren hızla erimesi ve üretiminin düşmeye

başlaması faktörü de AB’nin orta ve uzun vadede

Norveç’ten sağlayacağı güvenli enerji arzını riske

sokmakta ve dolayısıyla Rusya’ya olan

bağımlılığını uzun vadede arttırmaktadır. Bu

gerçek AB açısından orta ve uzun vadede enerji

kaynak ülkelerini ve enerji yollarını çeşitlendirme

olanağını azaltmakta ve bu da AB’nin enerji

güvenliğini Rusya’ya dayalı hale getirme ihtimalini

ve riskini ortaya çıkarmaktadır.

Bu gerçekler ışığında, Rusya’ya alternatif kaynak

ve güzergah çeşitliliği sağlanmasının yanısıra

Norveç’ten alınan petrol ve doğalgazda oluşacak

azalmayı da karşılayacak yeni kaynak ve

güzergahların sağlanması gerekecek. AB’nin son

yıllarda yenilenebilir enerji kaynaklarına

odaklanması, nükleer enerji güvenliğini tekrardan

test etmeye başlaması, Nabucco Projesi’ne ağırlık

vermesi ve en önemlisi ABD’nin Büyük Ortadoğu

Projesi’ne bu anlamda destek olması Birliğin orta

ve uzun vadedeki enerji güvenliği stratejileri

hakkında ipucu vermektedir. Sonuç olarak, AB’nin

hem Norveç’e hem de Rusya’ya alternatif kaynak

ve güzergah çeşitliliği sağlayamadığı takdirde –ki

bu bugünkü AB-Rusya Jeo-enerji alanının Rusya

açısından stratejik değerlendirilmesi yapıldığında

zor görünüyor- AB doğal olarak, yine uzun vadeli

petrol ve doğal gaz tedarikçisi olan Rusya’ya

bağımlılığını daha da artırmak zorunda kalacaktır.

Turgut Can DEMİRAL

KAYNAKÇA:

Prof. Dr. Hasan Saygın&Ceyhan Çelik, AB Bağlamında Enerji

Politikalarına Jeo-Enerjik Bakış, İstanbul Aydın Üniversitesi

Yayınları, İstanbul 2011, ss.75-77.

Askeri Tarih ve Stratejih Etüt Başkanlığı-SAREM,

Genelkurmay Basımevi, Ankara 2007, s.35.

Page 8: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

7

GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ’NİN DÖNEM

BAŞKANLIĞI

Öncelikle, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Dönem

Başkanlığı’nın ne anlama geldiğine kısaca

değinecek olursak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi,

Avrupa Birliği organlarından biri olan Avrupa Birliği

Konseyi ya da Bakanlar Konseyi olarak bildiğimiz

kuruma 6 aylık bir süre için Başkan seçilmiştir.

Peki Avrupa Birliği’nin bu organının yetkileri

nelerdir? Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu sürede

Türk basınında da yer aldığı gibi Türkiye’nin üyelik

sürecini etkileyebilir mi? Bu sorulara yazımın

ilerleyen kısımlarında yanıt vermeye çalışacağım.

İlk olarak, bilindiği üzere, Konsey Avrupa Birliği

üyesi devletlerin hükümetlerinde görevli

bakanlardan oluşan bir yapıdır. Aynı zamanda bu

organ üye devletlerin ulusal çıkarlarını temsil eder.

Konseyde yapılan toplantıların başlığına göre o

toplantıyla ilgili bakanlar katılırlar ve başkanlık 6

aylık dönemlerle üye devletler arasında değişir.

Yalnız bütün bunların yanı sıra Konsey tüm üyeleri

bağlayan yasal düzenlemeleri kabul etme yetkisini

Avrupa Parlamentosu’yla paylaşır. Ve bütçeyi de

Avrupa Parlamentosu ile birlikte onaylar. Konsey

Ortak Dış Güvenlik Politikasına ilişkin kararları

oybirliği ile alır.( Akçay, Belgin ve Göçmen, İlke,

2012: 161-177)

Bu konudaki politikaları Zirve ile birlikte belirler.

Konseyin önemli görevlerinden bir başkası ise üye

devletlerin ekonomik politikaları arasında uyum

sağlar ve aynı zamanda Avrupa Birliği adına birlik

üyesi olmayan ülkeler ve uluslararası örgütlerle

uluslararası antlaşmalar imzalar.

Konseyin tüm bu görevleri dikkate alarak Güney

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin dönem Başkanlığını

değerlendirmeden önce bu konuda Türkiye’nin

tutumuna bakacak olursak, görebiliriz ki Türkiye,

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Dönem

Başkanlığını hoş karşılamamıştır. Bu duruma

Türkiye’nin itiraz etmesinin nedeni 1974’te Türkiye

tarafından Kıbrıs’ın ilhakına dayanmaktadır. Kuzey

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 20 yıl önce bağımsızlığını

ilan etmesine rağmen ne Birleşmiş Milletler

tarafından, ne de Türkiye hariç başka bir ülke

tarafından tanınmamaktadır. Bu durum da

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde de

sorun olarak sürekli çıkmaktadır. Güney Kıbrıs Rum

Kesimi ise Avrupa Birliği üyelik sürecinde Türkiye’yi

altı kez veto etmiştir ve Türkiye’nin engel olarak

önüne çıkan bu sorun yüzünden konuşulan 35

müzakere başlığının Kıbrıs ile ilgili olan 14’ü hiç

görüşülmemiştir.

Hal böyle olunca Türkiye, Birliği Kıbrıs Dönem

Başkanlığını devralmadan önce uyararak, Ada

hususunda uzlaşma sağlanmadan Güney Kıbrıs

Rum Yönetimi’ne başkanlık devredilirse

Türkiye’nin Birlik ile tüm ilişkilerini bu süre

zarfında donduracağını belirmişti. Fakat bu

uyarılar ardından Türkiye tavrını yumuşatarak

yalnızca Kıbrıs Rum Kesimi’nin başkanlık ettiği

toplantılara katılmayacağını belirtmişti. Burada

Türkiye’nin baştan bu kadar sert bir tepki verip

ardından bu tutumunu yumuşatması karşı taraf

Page 9: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

8

açısından kolayca tutarsızlık olarak algılanacak bir

durum teşkil etmektedir. Türkiye’nin bu tutumunu

ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

desteklemektedir. Bunu Kuzey Kıbrıs Türk

Cumhuriyeti, Başbakanlık Avrupa Birliği

Koordinasyon Merkezi Koordinatörü Erhan Erçin

şu sözleri ile belirtmiştir: “Türkiye’nin bu konudaki

tepkisi, ölçülü ve dengeli. Kıbrıslı Türkler olarak

Türkiye’nin boykotunu destekliyoruz.”(

setimes.com, 2013) Ama Türkiye’nin bu

boykotuna rağmen Avrupa Birliği geri adıma

atmayarak Rum Kesimi’ne Avrupa Birliği Konseyi

Dönem Başkanlığını 1 Temmuz 2012’de resmen

devretti.

Uzmanların görüşlerine bakılacak olursa Lizbon

Antlaşmasıyla Avrupa Birliği’nin siyasi ve karar

alma mekanizması bir takım değişikliklere

uğramıştır. Bu değişiklikler doğrultusunda Avrupa

Birliği Konseyi Dönem Başkanlığının rolü ciddi

anlamda azaldığından dolayı, Güney Kıbrıs Rum

Yönetimi’nin Dönem Başkanlığı Türkiye’nin

müzakere sürecini etkileyemeyecek denmiştir.

Avrupalı uzmanlarla aynı görüşü paylaşan TÜSİAD

Uluslararası Koordinatörü Bahadır Kaleağası da “

Kıbrıs’ın Avrupa Birliği Başkanlığının Türkiye

Avrupa Birliği ilişkileri üzerindeki etkisinin % 10’u

geçmeyeceğini” söylemektedir.

(setimes.com,2013)

Bu kısma kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin

Avrupa Birliği Dönem Başkanlığını Türkiye Avrupa

Birliği ilişkileri açısından ele aldık. Peki ya Güney

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği Konsey

Başkanlığı süreci Avrupa Birliği’nde ne gibi etkilere

yol açtı? Bu Başkanlık dönemini bir de bu açıdan

ele alalım. Birlik bu başkanlık dönemi ile tarihine

ilkleri yazdırdı diyebiliriz. Bu ilklerden bir tanesi

Avrupa Birliği Konseyi’ne başkanlık edecek bir ülke

başkanlığı devralmadan bir hafta önce iflas etmek

üzere olduğunu belirtip, birlikten acil kurtarma

paketi talep etmesiyle başladı. Güney Kıbrıs Rum

Kesimi’yle birlikte, AB’den yardım talep eden Euro

bölgesi ülkeleri de 5’e yükselmiş oldu.

(ulusalkanal.com.tr, 2013) Bu talebe rağmen

Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne yine de

dönem başkanlığını devretti. Ayrıca ilk kez

karşılaşılan diğer bir durum ise Konseye başkanlık

edecek ülke yani Güney Kıbrıs başkanlık süresince

Avrupa Birliği’nin ve IMF’in denetimi altında

görevini sürdürmüştür. Birliğin tarihinde daha

önce hiçbir üye devlet başkanlık ettiği üyelerin

denetimi altında bir başkanlık süreci

geçirmemiştir.

Başkanlık süresince de devam etmekte olan hatta

giderek derinleşen bir ekonomik krizin içinde

bulunan bir ülkenin hem Avrupa Birliği destek

mekanizmasının denetimindeyken, aynı zamanda

Avrupa Birliği ekonomisini belirleyerek yol

gösterecek olması dışarıya karşı Birliğin

sağlamlığını sarsmıştır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, Avrupa Birliği, Dönem

Başkanlığını Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne

devrederek kendi kuruluş amacıyla da çelişmiştir.

İlk olarak Birlik “barış projesi” faaliyetlerini

sürdürmek isterken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi,

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ihtilaf

halindeyken bu proje hipotezini zayıflatmıştır.

Page 10: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

9

Bunun dışında ise ekonomik entegrasyon

açısından bakarsak, Güney Kıbrıs Rum

Yönetimi’nin Birlikten talep ettiği yardımlardan

Avrupa Birliği’nde ekonomik entegrasyondan

ziyade bir ekonomik bağımlılığın var olduğunu

görmekteyiz. Durum böyleyken, Avrupa Birliği’nin

ekonomik bütünleşme amacının aldığı hal karşılıklı

yarar sağlamaktan çok bir kar - zarar ilişkisi üzerine

sürmeye başlamıştır. İşte bütün bunlar Avrupa

Birliği’nin kendi amacıyla çatıştığının büyük bir

göstergesidir.

Sonuç olarak bu konu hakkında kendi fikrimi

beyan edecek olursam, Kıbrıs’ın dönem başkanlığı

ya da diğer Türkiye’nin üyeliğine karşıt söylemleri

dikkate alarak vakit harcamaktansa kendi işine

bakıp, Avrupa Birliği tarafından verilen tabiri caizse

görevleri getirmeliydi. Ayrıca Türkiye ile

gerçekleştirilen müzakereler gibi konularda

konseyde oybirliği ile karar alındığı için Güney

Kıbrıs Rum

Yönetimi dönem başkanı olmadan da

müzakerelere engel olabileceği bir gerçektir.

Türkiye Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin başkanlığı

süresince Avrupa Birliği ile ilişkilerini askıya alarak

ve bu süreçte Orta Doğu’da etkinliğini artırarak

2004 sonrası süreçteki gibi bir bekleme sürecine

sokmuştur kendisini. Bu da sadece Türkiye’nin

zararına olmuştur. Burada Türkiye’nin Rum

Kesimi’nin başkanlık ettiği toplantılara katılmaması

ve Avrupa Birliği Konseyi Dönem Başkanını

tanımama gibi tutumlarının çok da profesyonel

olmadığı kanısındayım. Sonuçta Konseydeki

başkan, ülkesini değil Avrupa Birliğini temsil

etmektedir. Avrupa Birliği ise dönem başkanlığını

Güney Kıbrıs Rum Yönetimine devrederek kendi

konumunu sarsmaktan başka bir şey elde

edememiştir.

Çiğdem İLİK

KAYNAKÇA

Akçay, Belgin ve Göçmen, İlke, (2012), Avrupa

BirliğiTarihçe, Teoriler, Kurumlar ve Politikalar,

Seckin Yayıncılık

http://setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/feature

s/setimes/features/2012/07/03/feature-05, 15.

01.2013

http://www.turksam.org/tr/yazdir2712.html,

19.01.2013

http://www.ulusalkanal.com.tr/dunya/kibris-rum-

kesimi-ab-donem-baskani-oldu-h4042.html,

19.01.2013

Page 11: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

10

TÜRKİYE’NİN YÖNÜ: AB VE ŞİÖ

Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Erdoğan, Avrupa

Birliğinden vazgeçilebileceğini ve Şanghay İşbirliği

Örgütüne üye olunabileceğini belirtmiştir.

Öncelikle Şanghay İşbirliği Örgütü ile Avrupa

Birliğinin farklılıklarını eğer varsa benzerliklerini

belirtmekte fayda var. Türkiye’nin neden böyle bir

söylemde bulunduğunu sizlere açıklamaya

çalışacağım.

Şanghay İşbirliği Örgütü ya da Şanghay Altılısı 1996

yılında isminden de anlaşılabileceği gibi Çin‘in

Şanghay kentinde kurulmuş olan bir uluslararası

güvenlik örgütüdür. Yani Şanghay İşbirliği Örgütü

güvenlik odaklı olarak kurulmuş uluslararası bir

yapıdır. Özellikle Doğu Blok’unun dağılmasından

sonra Avrasya’da oluşan boşluğu doldurmak ve

batılı devletlerin burada nüfuz kurmasını

engellemek amacı da mevcuttur. Özellikle Avrasya

bölgesinde meydana gelen sınır anlaşmazlığını

çözümlemede ve ayrıca bölgede meydana

gelebilecek terör, ayrılıkçı hareketler ve dinsel

fanatizme karşı birlikte hareket etmektedirler.

Avrupa Birliği ise 1992 yılında Maastricht

Anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle Avrupa

Ekonomik Topluğuna yeni görevler ve

yükümlülükler yükleyerek oluşturulmuş siyasi ve

ekonomik bir entegrasyondur. Avrupa Birliği’nin

öncelikli hedefi ekonomik bir birleşme ve bu

ekonomik birleşmenin sağlamlaşmasıyla birlikte

siyasi bir birlik olmaktır. Kıtada bir Avrupa Birleşik

Devletleri oluşturulması amacı güdülmektedir.

İki oluşumun amaçları ve bir araya gelme

nedenleri farklıdır. Yani bir örgüt savunma

amacıyla kurulmuştur diğer örgüt ise ekonomik

temele dayandırılarak siyasi bir oluşum amacıyla

oluşmuştur. Her iki örgütün ortak noktası ise

bölgelerinde bir istikrar oluşturmaktır.

Şimdi bu örgütlere Türkiye açısından bakmakta

yarar vardır.

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Haziran 2012’deki

toplantısında Türkiye diyalog ülke statüsüne kabul

edilmiştir. Bu tarihten iki ay sonra Başbakan

Erdoğan diğer üye ülkelerle eşit haklara sahip üye

olmak istediğini ifade etmiştir. Ama bu örgüte üye

olarak kabul edilmesi zordur. Çünkü ŞİÖ AB’ye

karşı kurulmuş bir örgüttür. Örgüt içerisinde ise

Türkiye’nin AB cephesinde olduğu düşüncesi

hakimdir. Bu yüzden üye olması çok zordur.

Türkiye elli yılı aşkın bir süredir AB’ye üye olmayı

beklemektedir. 3 Ekim 2005 tarihinde tam üye

ülke adayı olarak ilan edilmişti. O tarihten itibaren

müzakereler devam etmekte ve açılan on dört

başlığın sadece bir tanesi geçici olarak kapatıldı ve

sekiz tane başlıkta ise AB Komisyonu’nun

tavsiyesiyle müzakereler kısmen askıya alındı.

Durum böyle olunca Türkiye artık daha fazla

bekleyemeyeceğini göstermeye çalışmaktadır.

Ama şöyle bir gerçek vardır. AB ve ŞİÖ’nün

amaçları ve bir araya gelme nedenleri farklıdır.

Eğer Türkiye, AB’ den vazgeçecek ise onun yerine

ŞİÖ’ye üye olamamalıdır. Çünkü bu örgütün

işlevini yerine getiren ve Türkiye’nin de üyesi

olduğu başka bir uluslararası örgüt mevcuttur. O

da NATO’dur. Yani Türkiye ekonomik bir

entegrasyondan vazgeçecekse onun yerine aynı

amaçla bir araya gelen başka uluslararası bir

örgütü tercih etmelidir. Ya da Türkiye bu amaçla

yeni bir uluslararası örgüt oluşturabilir. Eğer

Türkiye, ŞİÖ’ye tam üye olacaksa o zaman

NATO’dan ayrılmalıdır. Bu da ne ABD’nin

isteyeceği bir durumdur, ne de Türkiye bunu

yapmak isteyecektir.

Peki Türkiye neden bu şekilde davranmaktadır.

Sorunun cevabı bellidir. Avrupa Birliği’nin

Türkiye’ye karşı olan bazı davranışları ve bu

sebeple AB’nin Türkiye’yi oyaladığı düşüncesi

oluşmuştur. Türkiye Avrupa Birliği ile olan ilişkiler

soğumaya başlamıştır. Ve Türkiye, birlik içerisinde

Page 12: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

11

olmayışının aslında Avrupa Birliği için nasıl bir

kayıp olduğunu göstermeye çalışmaktır. Yani

Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden vazgeçme gibi bir

olasılığı bulunmamaktadır sadece Avrupa Birliği’ne

farklı yollarda bir mesaj iletmektedir. Bugün

İngiltere’nin de yapmış olduğu gibi. İngiltere’de

bazı isteklerini yerine getirebilmek için Avrupa

Birliği’nden ayrılma konusunu gündeme

getirmiştir. Ama bu sadece hükümetin

önümüzdeki seçimleri kazanmasını garantilemek

ve Avrupa Birliği’nden daha fazla ayrıcalık alması

için uygulanan bir politikadır.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden vazgeçme olasılığı

bulunmadığı gibi Türkiye’nin müttefik’i olan

ABD’de Türkiye’nin AB’den vazgeçmesini

istememektedir. Çünkü ABD, Avrupa Birliği’nde

olan kendisine yakın ülkelerin birlik içerisinde

bulunmasından memnundur. Bu sayede birlik ile

olan ticari ilişkileri gelişmekte ve siyasi bir bağ

oluşturmaktadır. Aynı zamanda birliği kontrol

etmesi kolaylaşmaktadır. Bu yüzden ABD

Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Bu

destek ise Türkiye’nin bazı reformları

gerçekleştirmesini geciktirdiğini veya göz ardı

ettiğini de düşünebiliriz. ABD Türkiye’nin üyeliğini

desteklediği gibi İngiltere’nin de üyelikten

ayrılmasını istememektedir. Çünkü İngiltere

ABD’nin birlik içerisinde ki en önemli müttefikidir.

AB’nin Türkiye’ye karşı davranışları Türkiye’nin ve

ülkede yaşayan halkın algısında Avrupa Birliği

profilini farklılaşmaktadır. İşte bu noktada

Türkiye’nin yeni bir uluslararası örgüte üyeliği

düşünülmekte AB’den vazgeçildiğinde en az onun

kadar bağları güçlü olan bir yapıya üye olunması

düşünülmektedir. Halk’ın bir kısmı bu kanıyı

destekliyor olabilir. Algılarda ise ona alternatif

oluşturacak bir örgütün ŞİÖ olduğu

düşünülmektedir. Ama bu örgüt yanlış bir tercihtir.

Ayrıca pek çok açıdan ŞİÖ ile Türkiye arasında

ortak yönler bulunmamaktadır.

Türkiye özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra

batı ile sıkı bir ilişki içerisinde olmuş ve Doğu

Blok‘una karşı Batı Blok’unda yer almıştır. Siyasi ve

ekonomik yapısı ise buna göre şekillenmeye

başlamıştır. Bunun sonucunda askeri olarak

NATO’ya üye olunmuş ekonomik ve siyasi olarak

ise Avrupa Birliği tercih edilmiştir. Türkiye’nin batı

ile olan bu sıkı ilişkisi onun tarafını çizmiş ve nasıl

bir güvenlik, siyasi ve ekonomik tercihi olduğunu

göstermiştir. ŞİÖ ise tamamen bölgesinde batının

etkisini azaltmak ve Doğu Blok’unun boşluğunu

doldurmak amacındadır. Yani batıya karşı yeni bir

cephedir. Buradan bakınca Türkiye yıllardır batı ile

ilişki içerisindedir ve buna devam da edecektir.

Ama üye olmak istediği örgüt ise batıya karşı olan

bir örgüttür. Özellikle NATO’ya alternatif olan bir

örgüttür. Bölgenin kontrolünü kendileri üstlenmek

istemektedirler. Türkiye’nin de bu oluşumun

amacını bildiği için üye olmayacağını

düşünmekteyim. Çünkü Türkiye, AB’den

vazgeçmeyecektir. AB’ye karşı olan herhangi bir

örgütün üst kademelerinde bulunmayacaktır.

Türkiye yönünü çoktan çizmiştir. Şu aşamada

Türkiye’nin AB’den vazgeçeceğini düşünmüyorum.

Eğer böyle bir şey olursa Türkiye kendisinin

oluşturacağı bir ekonomik yapılanma içerisinde

olabilir. Bu düşünülmüşte olunabilir. Çünkü

Türkiye’nin uluslararası örgütlerdeki üyeliği yeni

değildir. Bu örgütlerde yeterince tecrübe sahibi

olmuş bir ülkedir.

Avrupa Birliği güçlü bir ekonomik yapıdır.

Türkiye’de bu güçlü ekonomiden vazgeçme

olasılığı bulunmamaktadır. Kendini Avrupalı olarak

yıllardır kabul ettirmeye çalışan bir ülke bu

entegrasyona üye olma konusunda

vazgeçmeyecektir.

Sadece AB’ye verilmek istenen bir mesaj

mevcuttur. Artık Türkiye, aday üye konumunda

beklemekten sıkılmıştır. Bir an önce müzakerelerin

nihayete erdirilmesinden yanadır. Onun için

AB’den vazgeçme olasılığı gözükmemektedir.

Murat ÇİÇEK

Page 13: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

12

AVRUPA’NIN TURİZM CENNETİ ‘‘FRANSA’’

Fransa, yazımın

başlığında da

belirttiğim üzere tam

anlamıyla bir turizm

ülkesi. AB ülkeleri ve

Batı Avrupa ülkeleri

arasında en büyük yüzölçümüne sahip olan ülke

aynı zamanda. Fransa’nın yüzölçümü

547.000km²’dir. Fransa’nın nüfusu da

azımsanmayacak derecede Almanya’nın ardından

AB ülkeleri arasında ikinci büyük nüfusa sahip ülke

Fransa. Nüfusu 65.350.000 (2012 yılı sayımı).

Nüfusun en yoğun olduğu şehir ise başkent Paris.

Resmi dili Fransızca.

Şekil 1:Fransa Haritası

Fransa, Avrupa Birliği ülkeleri arasında Almanya ile

birlikte en etkili ülke konumunda. Fransa, bunun

yanında BM’in de kurucu üyelerinden,

Francafon’un, G8 Zirveleri’nin, Latin Birliği’nin ve

NATO’nun da katılımcılarından. Fransa, BM’in beş

daimi üyesinden de bir tanesi. 360 savaş başlığı ve

59 nükleer santraliyle önemli bir nükleer güç.

Fransa, sadece Avrupa topraklarından oluşan bir

ülke değil. Sömürgeci ülke olmasından dolayı

bugün bile dünyanın çok farklı yerlerinde

toprakları mevcut. Güney Amerika’daki Fransız

Guyanası, Karayip Denizinde Guadalupe ve

Martinique, Hint Okyanusunda Madagaskar

yakınlarında ada olan Reunioni Fransa’nın deniz

aşırı topraklarından.

Bugün Fransızca 49 farklı ülkede 160 milyon insan

tarafından konuşuluyor. Fransızca konuşulan

manasında Francafon ülkeleri oluşmuş çok farklı

coğrafyalarda. Sadece Afrika’da on beş tane

Francafon ülkesi mevcut.

Fransa, dünyaya kendi tanıtımını çok iyi yapmış

ülkelerden. Var olan eserlerini turizm adına çok iyi

değerlendirmiş. İş gezileri için gelenler dahil

ülkede yirmi dört saatin üzerinde kalanları göz

önüne alırsak, yıllık olarak ağırladığı turist sayısı

yaklaşık seksen iki milyon civarında. Bu veriler ise

bize Fransa’nın dünyada en çok ziyaret edilen ülke

olduğunu gösteriyor.

Fransızlar Katolik bir millet. Nüfusunun %88’ini

Hıristiyan Katolikler oluşturuyor. Aynı zamanda

Fransa, dünyaya Katolik Hıristiyanlığı da yaymış bir

ülke. Fransa’daki Müslüman nüfusu ise

azımsanmayacak derecede. Nüfusun %10’unu

Müslümanlar oluşturuyor. Müslümanların çoğunu

sömürge dönemi ve sonrasında Kuzey Afrika’dan

gelenler oluşturuyor. Bugün Fransa’da altı buçuk

milyon civarında Müslüman bulunuyor.

Versay Sarayı ülkenin önemli eserlerinden. 1661

yılında yapımına başlanan bu saray zamanın kralı

XVI. Louis tarafından yaptırılmış. Versay için

Avrupa’nın en büyük sarayı olduğu söyleniyor.

Yapımı başlandıktan yedi yıl sonra 1668 tarihinde

tamamlanmış. Saray o kadar büyük ki yirmi bin kişi

aynı anda sarayda barınabiliyormuş. Yalnız bu

denli büyük bir sarayda hiç tuvalet yok. 1789 yılına

gelindiğinde ise yani Fransız devriminden sonra

bütün sarayda sadece dokuz tuvalet vardı. Fakat

Page 14: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

13

bu dokuz tuvalet sadece kral ve yakın aile

üyelerine aitti. Bu durum on yedinci yüzyılda bile

Avrupa’da tuvalet kültürünün olmadığını

gösteriyor.

Versay Sarayı, Paris’e 165 km uzaklıkta küçük bir

av köşkünden bir saraya dönüştürülmüş.

Dolmabahçe Sarayı bile bu sarayın bir bölümü

olacak büyüklükte.

Versay, her gün binlerce turisti misafir ediyor.

Sarayın bahçesi o kadar büyük ki turistler sarayın

etrafını golf arabası kiralayıp dolaşıyorlar.

Versay Sarayı Kraliçe Marie Antoinette’in açlıktan

kıvranan ve ekmek bulamadığı için şikayet eden

halka ‘‘ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’’

sözünü söylediği saray.

PARİS

Paris, düz bir alana

kurulu ve on üç milyon

nüfusu ile dünyanın en

bilinen

başkentlerinden bir

tanesi. Şehrin reklamı

ve tanıtımı çok iyi

yapıldığından her taraf

turist Paris’te. Özellikle

turistik semtlerde

Fransızlara rastlama

imkanı azalıyor. Paris,

her yıl otuz milyon

turisti ağırlıyor.

Paris’in sembolü olarak Eiffel kulesini

gösterebiliriz. Yüksekliği 324m olan kulenin

yapımında 10.100 ton demir kullanılmış. 1887-

1889 yılları arasında yapılmış bu kule ve yapımı iki

yıl sürmüş. Gustave Eiffel adında bir mühendis

yapmış bu kuleyi.

Üç kademeden oluşan kulenin birinci ve ikinci

katlarına isteğe göre yürüyerek de çıkılabiliyor.

Paris şehir manzarasının en iyi seyredildiği

yerlerden bir tanesi burası. Eiffel kulesinin

ziyaretçileri Paris manzarasını doyasıya

seyrediyorlar bu kuleden. Kuleye çıkmak için uzun

kuyruklar oluşuyor kimi zaman. Kulenin ziyaretçisi

o denli çok ki bir buçuk saat bekleyenler

oluyormuş kuleye çıkmak için. Aynı anda kulenin

üzerinde bin civarında kişinin olduğu ifade ediliyor.

Kuleye çıkmanın bedeli ise on üç euro ve yılda yedi

milyon kişi ziyaret ediyor Eiffel Kulesini. Kısacası

Eiffel Kulesi, Fransa’da oldukça revaçta.

İşin garip tarafıysa ilk yıllarında Fransızlar

tarafından demir yığını olarak görülen ve şehrin

manzarasını bozduğu söylenilen kule bugün

Paris’in olmazsa olmazı konumunda ve her yıl

milyonlarca turistlerin akınına uğruyor.

Napolyon’un Paris’e

bıraktığı eserlerden

bir tanesi de 50

metre yüksekliğinde

bulunan dev Zafer

Katı anıtı. Bu anıt on

iki caddenin kesiştiği

noktada bulunuyor.

Anıtın bulunduğu meydanın ismi ise Yıldız

Meydanı. Anıtın üzerine çıkılarak başta ünlü

Şanzelize caddesi olmak üzere diğer binalar

seyrediliyor. Bu binanın üzerine çıkmakta aynı

Eiffel kulesinde olduğu gibi ücretli. Turistler bu

binanın üzerine çıkmak için ise dokuz euro ücret

ödüyorlar.

Şekil 2: Eiffel Kulesi

Şekil 3: Zafer Katı

Şekil 4: Concorde Meydanı

Page 15: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

14

Concorde Meydanı, Paris’in göbeğinde bulunan,

Fransa’nın en büyük ikinci meydanıdır. Meydan

bugün sessiz sakin görünse bile tarihte çok önemli

olaylara tanıklık etmiştir. Fransız devriminden

sonra 1119 kişi bu meydanda idam edilmiş. İdam

edilenler arasında Fransa Kralı XVI. Louis ile kraliçe

Marie Antoinette’de var.

Concorde meydanında İstanbul’daki dikili taşın bir

benzerini görüyoruz. Bu dikili taş meydanın tam

ortasına yerleştirilmiş. Mısır’dan getirilen bu dikili

taş, on dokuzuncu yüzyıldan beri bu meydanda.

Taşın 3200 yıllık olduğu tahmin ediliyor.

Denizle bağlantısı olmayan Paris, suya olan

hasretini Paris’in ortasından geçen Sen Nehri ile

bir nebze olsun yatıştırmaya çalışıyor.

MARSİLYA

Marsilya, Fransa’nın ikinci büyük şehri konumunda

ve Güney Fransa’nın kalbi diyebiliriz Marsilya için.

Marsilya, 2600 yıllık bir şehir. İlk yerleşimcileri

İzmir Foça’dan gelen İyonlar.

Fransa’nın en büyük limanı da yine bu şehirde.

Marsilya limanı, Fransa için oldukça önemli bir

liman.

Marsilya nüfusunun dörtte biri Müslüman. Arap,

Afrika, Akdeniz ve Fransız kültürlerinin bir bileşkesi

aslında bu şehir.

NİCE

Yılın on bir ayında güneş var bu şehirde. Avrupa,

Amerika ve Rusya’dan güneş uğruna turistler

geliyor bu şehre. Nice’de Kış aylarında bile denize

girmek mümkün. Kısacası yaz kış turist eksik

olmuyor bu şehirde.

EKONOMİ

Dünya sıralamasında altıncı sırada kendine yer

bulan Nominal Gayri Safi Hasılası ve sekizinci

sırada yer alan Satın Alma Gücü Paritesi ile ileri bir

ekonomiye sahip olduğunu gözlemliyoruz

Fransa’nın. Bu istatistiklerle Fransa, gelişmiş

ülkeler arasında kendini gösteriyor.

5–6 Mayıs 2012 Fransa Cumhurbaşkanlığı

Seçimleri:

5-6 Mayıs 2012 tarihlerinde yapılan

cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ülke yeni

cumhurbaşkanını belirlemek için sandığa gitmiştir.

Birinci turda ilk iki sırayı alan Sosyalist Parti Adayı

François Hollande ve Halk Hareketi Birliği adayı

mevcut cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin

katılımı ile ikili arasında gerçekleşti. İkinci turda

%51,62 oy oranı ile François Hollande, rakibi

Nicolas Sarkozy’nin almış olduğu %48,38 oy

oranını geçerek Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı

oldu. İkili arasındaki oy oranının çok fazla

olmaması sebebiyle bu durum birçok söyleme

sebep oldu. Bunların en başındaysa Hollande’ın

seçimi kazandığı görüşü değil de, Sarkozy’nin

izlemiş olduğu politikaların sonucu olarak seçimi

kaybetmiş olduğu gelmektedir.

FRANSA – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

Sarkozy döneminin Fransa – Türkiye ilişkilerinin

çok parlak geçtiği maalesef söyleyemeyiz. Fakat

Hollande dönemiyle birlikte yeni ilişkilerin

başladığını seçimin hemen ardında görebiliyoruz.

Özellikle fasılların açılması konusunda Fransa’nın

şiddetli muhalefetine takılan Türkiye, Hollande’ın

gelmesiyle birlikte Fransa’yı, fasıllar konusunda

ikna çalışmalarına başlamış durumda. Türkiye’nin

bu aşamada yoğun müzakereler yürüttüğünü

görüyoruz. Bu müzakereler ne kadar etkili olur

bilinmez fakat Türkiye’nin, Fransa’yı fasılların

açılması konusunda ikna etmesiyle birlikte

potansiyel muhalefet olan ve AB’nin geçtiğimiz

döneminde başkanlığını üstlenen Güney Kıbrıs

Rum Yönetimi’nin de iknasının oldukça basit

olduğunu biliyoruz.

Fatih GÖKYILDIZ

Page 16: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

15

BEBEK, AB’YE KISMETİNDEN FAZLASIYLA GELİYOR!..

Dünya’da nüfus sorunu gün geçtikçe artmasına

rağmen ülkelerin nüfus artışına olan bakışı son

zamanlarda değişmiş durumda. En kalabalık

nüfusa sahip olan uzak doğu ülkesi Çin, şu an

dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Bu kadar nüfusa

sahip bir ülkenin iş gücü piyasasındaki avantajı

”emek sömürüsü” diye ön plana çıksa da

Avrupa’daki ülkelerin nüfuslarını artırma istekleri

biraz daha politik.

Avrupa ülkeleri an itibariyle dünyada doğum oranı

en düşük ülkeler arasında yer almakta. Dolayısıyla

ortalama yaş buna paralel olarak artış

göstermekte. Hal böyle olunca sofistike, tarihi,

sanatsal gibi sıfatlara sahip olan Avrupa, en yeni

sıfatı “yaşlı” ile tanışmak zorunda kaldı. Özellikle

de Orta Asya ve Afrika’dan yapılan göçlerle salt

nüfusunu koruyamaz hale gelen Almanya, Fransa

gibi ülkeler milliyetçilik damarlarının da atmasıyla

bu duruma pek sıcak bakmamaya başladılar. Son

yıllarda Schengen bölgesinin vermiş olduğu

zorunlulukla da sınırlarını rahatça çizemeyen

Avrupa ülkeleri çareyi Başbakanımızın da önerdiği

gibi çocuk sayısını arttırmakta buldular.

Avrupa Birliği’nin 501 milyon olan nüfusunun

2050’de 454 milyona düşeceği ve AB’de çalışma

çağındaki nüfusun %18 azalacağı tahmin ediliyor.

Avrupa’da şuan ortalama doğurganlık sayısı 1,59

civarında. Türkiye’de ise nüfus azalan oranda artsa

da 2012 itibariyle Türkiye hala 2,1 seviyesinde

doğurganlık oranına sahip.

Peki Avrupa Birliği ülkeleri Nüfus artırımı için ne

gibi teşviklerde bulunuyor?

Avrupa Birliği’nin yaşam şartları açısından önde

gelen ülkelerinden olan İsveç 1,5 olan doğurganlık

hızını kadın başına 1,7 çocuğa çekmek için 15 ay

ücretli doğum izni veriyor. Çek Cumhuriyeti

yardımları iki katına çıkarırken, Danimarka, İsveç,

Finlandiya ve Hollanda’da erkekler için tanınan izin

süresi 10 haftaya kadar çıkıyor. Bunlar sadece bu

alanda yapılan en hafif yardımlardır desem hiç de

abartıya kaçmaz. Çünkü bazı ülkelerin yapmış

olduğu yardımlar ve teşvikler zengin edecek

cinsten. O ülkeler hangileri mi?

İNGİLTERE - Üniversiteye Kadar Destek

İngiliz hükümeti ilk çocuk için 84 sterlin (240 lira)

ve diğer çocuklar için 55 sterlin (150 lira) veriyor.

Ayrıca eğitimine devam eden çocuklar bu

yardımdan üniversiteye kadar faydalanabiliyor.

Yani 3 çocuk yapan bir İngiliz ailesi yıllık 7 bin lira

civarında devletten yardım alabiliyor.

FRANSA - Zengin/Fakir Ayrımı Yok

Ailelere eğitim ve konut yardımında bulunan

Fransızlar zengin veya fakir ayrımı yapmadan tek

Page 17: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

16

çocuk için 320, iki çocuk için 430, 3 çocuk için 540

Euro veriyor.

İSPANYA - 2500 Euro Yardım

Ortalama doğurganlık oranı 1,3’ün altına inen

İspanya, doğum yapan kadınlara 2500 Euro destek

sağlıyor.

RUSYA - 9 Bin Dolar Teşvik

Rusya’nın nüfusu her yıl 700 bin kişi azalıyor, bu

demek oluyor ki doğacak her çocuk Rusya için çok

değerli. Bunu bilen başbakan Vladimir Putin,

vatandaşlarını çocuk yapmaya teşvik etmek için

her doğuma 6 bin dolar vermeyi kanun haline

getirdi.

DANİMARKA - Erkeklere Bile 2,5 Ay İzin

Doğum için annelere izin vermenin yanı sıra

Danimarka, Hollanda ve Finlandiya erkeklere de

2,5 ay izin veriyor.

GÜNEY KIBRIS – 20 Bin Lira

Güney Kıbrıs ikinci çocuktan sonra gelen her çocuk

için 20 bin lira civarında yardımda bulunuyor.

ALMANYA - 25 Yaşına Kadar Bakım

Avrupa Birliği’nin yapı taşlarından Almanya,

vatandaşına 25 yaşına kadar bakıyor. İlk iki çocuk

için 184 Euro yardım yapan ülke, üçüncü çocukta

bu fiyatı 190 Euro’ya çıkarıyor. Üç çocuktan fazlası

için ise her bir çocuğa 215 Euro veriyor.

Yapılan bu teşvikler meyvesini verdiği takdirde

Avrupa’nın nüfusunda belli bir artış trendi

yaşanacağı düşünülüyor. Diğer bir yandan

Almanya ve Fransa gibi daha milliyetçi olan ülkeler

yaşam şartlarının daha iyi olması nedeniyle her

geçen yıl daha fazla göç almakta. Eskiden göç

denince akla ilk önce ABD gelirken, Avrupa

Birliği’nin sağlamış olduğu avantajlar bu algıyı bir

anlamda buraya çekmiş durumda. Buna

dayanamayan başta Almanya ve Fransa olmak

üzere çoğu AB ülkesi artık milli nüfusunu artırma

politikaları izlemeye başladı. Bunun en büyük

yaptırımlarından biri de doğurganlık sayısını

artırmak olunca Avrupalı aileler artık çocuk

yapmaktan kaçınmak yerine daha fazla çocuk

sahibi olacakmış gibi görünüyor. Bu da demek

oluyor ki yaşlı Avrupa yerini genç ve dinamik bir

Avrupa’ya bırakacak(!)

OKAN TOPCU

Page 18: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

17

EN İYİSİ YA DA HİÇ BİRİKaçımız cadde de aheste aheste yürürken

yanımızdan geçen sayısız otomobilin büyüsüne

kapılmıyoruzdur ki? Bir de o otomobil, yoldan

geçerken cadde sakinlerini etkileyecek kadar iyiyse

eminim ki büyüsüne kapılmayanımız yoktur. Lakin

ben deniz, arabalar konusunda iki kelam

edemeyecek kadar konunun uzağındayken, son

günlerde rastladığım bir haberden yola çıkarak;

1929 Büyük Buhranında nelerin yapılabileceğini

adeta ders verircesine ortaya koyan bir otomotiv

devinden Mercedes-Benz’den haddimi aşa aşa

bahsetmek istiyorum…Konuyu biraz derinlemesine

kurcalayınca anlıyor ve daha başlamadan ‘haddimi

aşa aşa’ demeyi eksik etmiyorum çünkü dünden

bugüne nasıl bir tekerleğin döne döne devleştiğine

yine bir fincan kahvemle tanık oluyorum…

Mercedes-Benz “The best or nothing” (En iyisi ya

da hiçbiri) felsefesiyle hareket ederek, her gün en

iyiyi yeniden icat etmek için kendisi ile yarışıyor.

Peki siz efsanenin nasıl başladığını biliyor

musunuz? Bu otomotiv devinin tarihinin

derinliklerine indikçe birçok otomobil hayranı

tarafından bilinen özelliklerin yanı sıra, biraz daha

geri planda kalmış, hatırlanmaya değer, birçok

ilginç detaya rastlamak mümkün. Ömürlerini en iyi

otomobili üretmeye harcamış iki mucit Gottlieb

Daimler ve Karl Benz’in rekabeti ortaklığa

dönüşerek Mercedes-Benz’i ortaya çıkardı.

Gottlieb Daimler, Mercedes adının 1902’de resmi

olarak markalaştığını göremeden, 1900’de öldü.

Fakat çocukları, marka için bir amblem tasarlamak

gerektiğinde onu tekrar hatırladılar: Babaları

Köln’de motor üzerine çalıştığı ilk yıllarda kendi

evini bu üç köşeli yıldızla işaretlemiş ve ürettiği

motorların bir gün “karada, havada ve denizde” bu

yıldız gibi parlayacağını eşine müjdelemişti.

Çocukları da modern medeniyeti adeta harekete

geçiren babalarının ve onun icatlarının anısına bu

işareti, üç köşeli yıldızı, Mercedes’e amblem olarak

seçtiler.1921’den itibaren Mercedes-Benz yıldızı

bugün hepimizin bildiği haline en yakın biçimine

kavuştu.1926’ya gelindiğinde savaş sonrası

yaşanan ekonomik kriz, henüz gelişmekte olan

otomotiv endüstrisini zorluyordu. İki rakip mucidin

kurduğu firmalar, DMG ve Benz&Cie bu noktada

önemli bir karara imza attı ve en iyi otomobilleri

üretmeye devam edebilmek için birleşmeye karar

verdiler. Böylece Mercedes-Benz doğmuş oldu.

“Ben atın gücüne inanırım. Otomobil geçici bir

olaydan başka bir şey değildir.” Bu sözler,

Stuttgart’taki Mercedes-Benz Müzesi’nin girişinde

yer alıyor. Sözlerin sahibiyse, Alman İmparatoru II.

Wilhelm. 1886 yılında bugüne geçen 125 yıl ise,

İmparator’un yanılmış olduğunu gösteriyor. Hem

de fena halde yanılmış olduğunu..! Almanya’nın

Stuttgart kentindeki Mercedes-Benz Müzesi,

otomobilin icadından günümüze kadar olan

gelişmeleri gözler önüne seriyor. Müzenin en üst

katında Karl Benz’in 1886 yılındaki icadı dünyanın

ilk otomobili ve Gottlieb Daimler’in aynı yıllarda

motor taktığı at arabası ile başlayan tarihe

Page 19: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

18

yolculuğa çıkanlar, 125 yılda üretilen yaklaşık 800

adet yüzde 100 orijinal Benz, Mercedes ve

Mercedes-Benz araçlardan 160′ını

görebiliyor. 1885 yılında yapılan dünyanın ilk

motosikleti, 1892′de üretilen ilk itfaiye aracı,

1895’te imal edilen 6 kişilik ilk otobüs ve çok

sayıda otomobilin bulunduğu müzede sergilenen

bir bisiklet dikkati çekiyor. 1924-1927 yılları

arasında yaşanan ekonomik krizin otomobil

üretimine olan olumsuz etkisiyle doğrudan ilgili

bizim Mercedes-Benz markalı bisiklet… Krizde

daha ucuz ulaşımın sağlanması gerekliliğini şart

koşan o yıllarda Mercedes, 25 bin adet bisiklet

üretip satıyor. O dönemlerde bisikletler de

otomobiller kadar talep görüyor. Bir anlamda o

yıllarda tasarruf ekonomisine güzel bir örnek olan

Mercedes-Benz’in bu paha biçilemeyen bisikleti,

büyük krizlerden çıkan dev markaların en dişe

dokunur yanı…

Mercedes-Benz’in binlerce fiyakalı bisikleti;

yaşanan bu Büyük Çöküntü yıllarını, devlerin bile

nasıl birer cüce rolünü tıpış tıpış üstlendiğinin en

büyük kanıtı olarak müzede sergilene dursun,

markanın ve markalaşmanın büyük önem taşıdığı

günümüz kapitalizminde ise tarihin tekerrürle

karşılaşması an meselesi… Ekonomik gerçekleri

görmenizi sağlayacak bir gözlük takıp sağa sola

bakmaya başladığınızda bir yanda bir hamburgere

160 USD veren Manhattan sakinlerini, diğer bir

yanda günde 1 USD harcayamayan Afrika

sakinlerini; bir yanda yoksulluğu, diğer bir yanda

israfı; bir yanda gelişmişleri, bir yanda gelişmekte

olanları ve diğer bir yanda da gelişmemişleri; her

yanda ise eşitsizliği görürsünüz. Bu gözlemden

sonra aklınıza şöyle sorular gelir: “ Bazıları

ekonomik açıdan bu kadar gelişebilmişken diğer

bazıları nasıl bu kadar kötü olabiliyor? Ülkeler

arasındaki bu ekonomik uçurumları sebepleri

nelerdir? Farklılıkların temelinde neler

yatmaktadır?”. Yıllardır bu sorulara cevap aranıyor

ve çeşitli teoriler öne sürülüyor. Aranan

cevaplardan ve de her geçen gün çoğalan

teorilerden ziyade dev markaların tarihine kısa bir

yolculuk daha akıl karı gibi sanki. Peki ya siz ne

dersiniz?

Cansu TAHAN

Page 20: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

19

ORTAK SANCIMIZ ‘‘KÜRTAJ’’Öncelikle yazıda inceleyeceğimiz konunun ana

terimi olan kürtajı irdeleyerek girmek istiyorum.

Bu terimin doğru biçimi küretajdır, ancak dilimize

kürtaj olarak yerleşmiş ve yayılmıştır. Kürtajın

kelime anlamı ise kazımaktır ama bu terim Kadın

Hastalıkları ve Doğum branşında rahim içerisinde

herhangi bir dokuyu özel aletlerle kazıyarak alma

işleminde kullanılır. Halk arasında bu terim ‘çocuk

aldırma, bebek aldırma’ anlamına gelecek şekilde

kullanılmaktadır.

Kürtaj işleminin genel amacı ise; genellikle

gebeliğin sona erdirilmesidir. Ancak bazen de

düşük sonrası içeride kalan gebelik parçalarını

almak veya ölü ceninleri almak için yapılabilir.

Şimdi ise kürtaj işleminin riskleri üzerine duralım.

Bu riskleri genel olarak iki başlık altında toplamak

mümkündür. Bunlar;

Kürtaj İşlemine Bağlı Riskler

Rahmin delinmesi: Gebe bir rahim

gebe olmayan bir rahme göre çok

daha yumuşaktır, bu yüzden işlem

sırasında dikkatsizce ve sert bir

şekilde yapılan hareket rahmin

delinmesine neden olabilir. Ve ayrıca

bu risk gebelik yaşı arttıkça artar.

Rahim ağzında yırtık oluşması: Kürtaj

öncesi rahmin ağzı buji denilen özel

aletlerle genişletilir. Bu işlem sırasında

rahimde yırtık oluşursa diğer

doğumlarda düşüğe neden olabilir.

Enfeksiyon: Kürtaj yapılan ortamın

veya aletlerin hijyenik olmaması, dolu

banyo veya havuza girilmesi

sonucunda uzmanın verdiği

antibiyotikleri kullanmama gibi

nedenlerle enfeksiyon gelişebilir ve

bunun nihayetinde kısırlığa kadar

giden sorunlar oluşabilir.

Rahim içinde kan birikmesi: Nadir

olarak görülen bu durumda, rahim

içinde kan damarlarının kapanmaması

ve rahim ağzının kapanmasıyla içeride

kan birikir ve bu da şiddetli kasık

ağrılarına sebep olmaktadır.

Anesteziye Bağlı Riskler

Genel anesteziyle yapılan kürtajlarda hastanın

yaşı, var olan sağlık yapısı, alerjileri gibi faktörler

anestezinin risklerini belirlemede çok önemlidir.

Hastaya verilecek ilaçlar uzman Anestezist

tarafından verilmelidir. Ve ayrıca genel anestezi ile

yapılan işlemler poliklinik veya muayenehane

ortamlarında yapılmamalıdır.

Lokal anestezi ile yapılan kürtaj işlemlerinde

rahmin ağzı özel bir alet ile tutulduğundan kişilerin

duyduğu acı neticesinde kusma, bulantı, ani

tansiyon düşmeleri ve hatta bayılmalar oluşabilir.

Gördüğünüz gibi kürtajın riskleri ve buna bağlı

olarak fiziksel zararlarını inceledik. Ancak kürtaj

işleminin sadece fiziksel risk ve zararları yoktur,

bunun yanında psikolojik zararları da vardır.

Kürtajın ne kadar sıradanlaştığı da söylense

kürtajın psikolojik etkileri hiçbir zaman

sıradanlaşmamaktadır. Kişiler kendilerince kürtajı

ne kadar haklı sebeplere dayandırsalar da uzun

vadede kişilerde psikolojik sorunlar boy

Page 21: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

20

göstermektedir. Bir bebeğe sahip olma veya

aldırma noktasında ikilemde kalan kişi aldırdığında

pişmanlık ve suçluluk duygusu yaşamaya

başlamaktadır. Bu yüzden kişiler kürtaj öncesi

psikolojik destek alıp daha rasyonel

düşünmelidirler.

Peki, bir kişi kürtaj olduysa kürtajdan sonra nelere

dikkat etmelidir bunları inceleyelim.

Kürtaj sonrası cinsellik: Kişi kürtaja maruz

kaldıktan sonra 20 gün cinsel ilişkiden uzak

durması tavsiye edilir. Çünkü kişinin

enfeksiyon kapması ve kürtaj sonrası yeni

bir gebelik riski oluşur.

Kürtajdan hemen 2 hafta sonra normal

doğum süreci başlayabilir kişiler bunu

bilerek gerekli önlemleri almalıdır. Ayrıca

kürtaj sonrasında hekiminizin ultrason

cihazıyla içeride parça kalıp kalmadığı

kontrol ettiğinden emin olun.

Ülkemizde ve Dünyada kürtajlar sadece

muayenehane veya hastanelerde

yapılmamaktadır. Maalesef kişiler güvenli olmayan

düşük ve kürtajlarda yapmaktadırlar. Tanıdıkları

kişilerden gebe olduğunu saklamak, ücra yerlerde

yaşayıp doktora ulaşamamak, maddi

olanaksızlıklar yaşamak ve ülkesinde kürtajın yasak

olmasından dolayı kişiler bu uygulamaları

yapmaktadırlar. Ve genellikle bu ortamlar

sterilizasyon olmadığı için kişilerin sağlığını büyük

oranda tehlikeye atmaktadır. Bu yüzden kişiler

doğum kontrol yöntemleri hakkında

bilgilendirilmeli ve bilinçlendirilmelidir.

Yukarıda genel olarak kürtajdan bahsettik şimdi ise

değişikliği ile gündeme geldiğinde çok tartışılan

kürtaj yasağı üzerinde duralım. Kürtajı resmi

olarak serbest bırakan ilk ülke Rusya olmuştur.

1920 yılında hangi sebeple olursa olsun kürtaj

yapılmasına izin verilmiştir. Ancak bu işlem

dünyada dini, etik, kültürel ve ekonomik gibi

birçok faktörden etkilenmektedir. Bu nedenle

ülkeler kürtaj yasağı konusunda farklı farklı

uygulamalara gitmektedir. Yani her ülke farklı

durum ve koşullarda izin vereceği tarzda kanunlar

koymuşlardır. Bazı ülkeler ise her ne durumda

olursa olsun kürtajı yasaklamışlardır. Bu ülkelerde

ise kürtaj işleminin illegal biçimde, güvenli ve

sağlıklı olmayan yerlerde yapıldığını

göstermektedir. Ülkelerde modern doğum kontrol

yöntemleri yaygın, kolay, ulaşılabilir ve bilinçli

yapıldığı takdirde kürtaja olan talep azalacaktır.

Dünya çapında kürtaj yasağını incelediğimiz

zaman, tam bir ihtilaf olduğunu görüyoruz. 2012

yılı itibari ile 68 ülkede kürtajın yasak olduğu ve 73

ülkede serbest olduğu bilinmektedir. Ancak bu

yasaklar çeşitli uygulamalar ile birbirinden

ayrılmaktadır. Genel odak noktası ise kişinin

“zaruriyet ile mi yoksa keyfi olarak mı” ve

“gebeliğinin kaçıncı haftasında olduğudur”. Ancak

Page 22: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

21

İran, Meksika ve Endonezya gibi ülkelerde kürtaj

yasağı istisnasız bir şekilde uygulanmaktadır.

Kürtaj yasağı, Türkiye de nasıl uygulanmaktadır,

öncelikle buna bakalım. Kürtajda yasal sınır 10

haftadır. Kişi eğer 18 yaşından küçükse veli ya da

vasisinin yazılı ve imzalı belgesi ile kürtaj olabilir.

Eğer kişi 18 yaşından büyük ise ve evli ise babanın

rızası ve izni gereklidir. Ancak kişi 18 yaşından

büyük ve evli değil ise kendi isteğiyle gebeliğini

sonlandırabilir.

Şimdi ise kürtaj yasağını Avrupa Birliği ve üye

ülkeler açısından inceleyelim.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Avrupa devletleri

arasında ortak bir uygulama bulunmamaktadır.

Çünkü Avrupa Birliği, kurum olarak böyle bir

yetkiye sahip değildir. Ancak yine de bu alana

müdahale etmek isteyen Avrupa Parlamentosu

‘Kürtajın yasal hale getirilmesi çağrısında

bulunmuştur’. Ancak bu çağrıların hiçbir hukuksal

yaptırımı yoktur.

Ülkeler üzerinden AB deki kürtaj yasağını ve

uygulamaları inceleyelim. İlk olarak Malta göze

çarpmaktadır. Çünkü AB üyesi devletler arasında

kürtajın tamamen yasak olduğu tek ülke Malta’dır.

Bir diğer örnek ise koyu Katolik kimliği ile tanınan

İrlanda’dır. İrlanda’da sadece anne hayatının

tehlikeye girmesiyle kürtaj yapılabilmektedir.

Polonya ve İspanya da ise tecavüz ve sağlık

durumunun kötü olması halinde izin verilmektedir.

İngiltere, Lüksemburg ve Finlandiya da ise sağlık ve

tecavüzün yanı sıra ekonomik ve sosyal nedenlere

bağlı olarak da kürtaja izin verilmektedir. Diğer

Avrupa devletlerinde ise kişiler hiçbir gerekçe

göstermeksizin kürtaja başvurabilir. Avrupa

genelinde kürtaj için yasal süre ortalama olarak 12

haftadır.

Şimdi ise bazı ülkelerin kürtaj için verdiği süreleri

inceleyelim.

Avusturya: 12 hafta. Çocuk veya annenin

doğum sonrasında sorun yaşayacak olması

halinde uygulanır.

Belçika: 12 hafta. Anne bunalımda

olduğunu söylerse yeterlidir. İki hekim

onayı aranır.

Fransa: 12 hafta. Annenin bunalımda

olduğunu söylemesi yeterlidir.

Almanya: 12 hafta. Kürtaj öncesinde

hekimden tavsiye almalıdır.

Yunanistan: 12 hafta. Tecavüz halinde 19

haftaya kadar uzatılabilir.

İtalya: 12 hafta. Kürtaj öncesi kişiye1 hafta

düşünme süresi verilir.

Hollanda: 13 hafta. Kürtaj öncesi 5 gün

düşünme süresi verilir.

Portekiz: 16 hafta.

İspanya: 22 hafta.

İngiltere: 24 hafta.

Emre GÖKYILDIZ

KAYNAKLAR

1-) www.hthayat.com

2-) www.dw.de

Page 23: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

22

PORTRE: HON0RE DE BALZACRoman ve öykülerini İnsanlık Komedisi altında

toplayan Fransız yazar. Mantık ilişkisi içerisinde

birbirine bağlanan olaylar, tutarlı kahramanlar ve

güçlü diyaloglarla, belirli kurallara uyan klasik

roman türünün yerleşmesinde önemli rolü

olmuştur.

Balzac; güneyli, köylü kökenli bir ailedendi. Devlet

memuru olan babası, çoğunlukla Paris’te görev

yaptı. Aristokratların adının bir parçası olan de

takısını almaya hakları olmadığı halde önce kendisi

sonra oğlu bu takıyı kullandılar. Balzac’ın annesi

kumaş üreten bir burjuva ailesinden geliyordu. Kız

kardeşi Laure, Honore’nin tek çocukluk arkadaşıydı

ve ilk yaşam öyküsünü yazan da o oldu.

Balzac ve ailesi Napolyon’un devrilmesi ile Paris’e

taşındı. Altı yıllık bir okul geçmişinden sonra iki yıl

da Paris’te okula gitti. Daha sonra üç yıl bir

avukatın yanında çalıştı. Ama edebiyatı bırakmadı.

O yıllarda trajedi türünü denediği Cromwell ile

başarıyı yakalayamayınca romana yöneldi.

Ürünleri duygusal ve mistik bir hava taşıyordu.

Para kazanmak amacı ile yazdığı tarihsel, mizahi ve

gotik romanlarda çeşitli adları bir araya getirerek

değişik takma isimler kullandı. Sonra toplumsal

yergi ile ilgilenmeye başladı; o dönemdeki bilim ve

hukuk derlemeleri üzerine parodiler yazdı.

Bir süre yayıncı, matbaacı ve hurufatçı olarak iş

yaşamını denedi. 1828’de iflasın eşine geline işten

çekildi, ama bir daha borçtan kurulamadı. Yeniden

yazarlığa döndü. Artık çıraklık dönemi kapanmıştı.

1829’da yazdıkları Balzac’ı üne çok yaklaştırdı.

Kendi adı ile yayımlanan ilk romanı LesChouans,

bu adla anılan Breton köylülerini ve bunların,

krallığın yeniden kurulması için 1799’da Batı

Fransa’da yapılan gerilla savaşlarında oynadıkları

rolü anlatan tarihsel bir romandı. Aynı yıl

yayımlanan öteki yapıtı Evliliğin Fizyolojisinde

kendi adını kullanmadı. Yergi ve mizahın ön planda

olduğu bu roman, aldatılan koca konusunu işliyor,

hem aldatılmanın nedenlerini, hem de bunun nasıl

önlenebileceğini gösteriyordu. Roman Balzac’ın

kadınlara duyduğu sempatiyi ve anlayışlı

yaklaşımını ele veriyordu. Daha sonraki

romanlarında bu özelliğinin açıkça ortaya

çıkmasıyla da ünü yerleşmeye başladı.

Ailesi Paris’ten ayrılmasına rağmen Honore,

zamanının çoğunu Paris’te geçiriyordu. Tours’dan

gelen taşralı çoktan bir Paris’li olmuş, bir apartman

dairesine yerleşmişti. Gürültücü, biraz kaba, ün,

servet ve aşk hırsıyla dolu, ama hepsinden

önemlisi dehasının bilincinde biri olarak yalnızca

edebiyat dünyasıyla yetinmeyip günün gözde

sanat çevrelerini de fethetmeye kararlıydı.

Kadınlarla ilişkileri oluyordu. Bununla birlikte ilk

aşkları arasında Madame de LaureBerny’nin özel

bir yeri vardı. Balzac’ın çoğu romanının esin

kaynağını oluşturan olgun kadın tipini anlamasına

yardımcı olan da kuşkusuz oydu.-

Page 24: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

23

Balzac, özellikle 1828-1834 arasında, yapacağı

işlerin parasını peşin alıp harcayan bir züppe ve

çapkın olarak düzensiz bir yaşam sürdü. Süslü

giysileri, seyisi ve iki tekerlekli arabası, şık bastonu

ve başka süs eşyaları için döktüğü paralar eğlence

konusu oldu. Büyüleyici öyküler anlatan biri olarak

sosyetede kabul gördü. Ama bu gösterişli

toplumsal yaşam daha sonra olduğu gibi o

sıralarda da ona her şeyden çok, garip çalışma

nöbetlerinden bir kaçış sağlıyordu. Balzac çalıştığı

zaman, keşişlerin giysilerini andıran beyaz geceliği,

kar tüyü kalemi ile ve hiç durmadan kahve içerek

14-16 saat masasında oturuyordu. Çok para

kazanma merakından hiçbir zaman vazgeçmemiş,

ama bir yandan da çağının para tutkusuna

içerlemeye başlamıştı. Yayıncı ve matbaacılardan

her zaman çok şey bekledi. Bununla birlikte

gerçekte her şeyi belirleyen ondaki olağanüstü

yaratıcılık dürtüsü ve yaşadığı çağı düzeltme

isteğiydi.

XVIII.Louis ve X.Charles dönemlerinde polemilçi ve

yergici gazatecilik anlayışı yaygınlaşmıştı. Gerici

bakanlara saldıran, genellikle küfür dolu, ucuz,

küçük gazeteler ortaya çıkarmaya başlamıştı.

1829-1831 arasında Balzac bu tür gazetelere

yazılar verdi, hatta içlerinden birinin, La

Caricature’ün kurulmasına yardım etti. Bunlar

çoğunlukla riberal gazetelerdi. Fakat Balzac artık

liberal düşünceli bir insan değildi. Mutlakiyetçiliğe

yakınlık duyuyordu; 1832’de yazıları kralcı Le

Renovateur’de çıkmaya başladı. Bundan sonra

gazete yazarlığını saygın dergilerle sınırlandırdı. Ne

varki bunlarla bile sürekli bir kavga içerisindeydi;

daha sonra sert ve unutulmaz eleştiriler

yöneteceği basın kin beslemeye başlamıştı.

Balzac bir yandan son hızla çalışırken, bir yandan

da alacaklıları kapısını aşındırıyordu.1835 te

Paris’ten bir banliyö semti olan Chaillot’ya

taşındı.Orada da mahkeme ilamı getiren

memurları atlatmak için dahice planlar kurmak

zorunda kalıyordu.Romanı tiyatronun bir çeşidi

olark gören Balzac, 1829-1830 arasında “Özel

Yaşamdan Hikayeler”ile ilk altı kitabını yazdı.Bu

dönemin özel önem taşıyan iki romanı Tours

Papazı, ile Eugenie Grandet onun ikinci bir

sahneye, yani taşra yaşamına yöneldiğini gösterir.

Balzac, 1834 te büyük bir bütün olarak

tasarlamayı, eserlerini genel bir grupta toplamayı

düşünür.İnsan yaşamını ve toplumu yöneten

ilkeleri ele alan “Çözümleyici İncelemeler”; insan

eylemini belirleyen nedenleri ortaya koyan “Felsefi

İncelemeler” ve bu nedenlerin sonuçlarını

gösteren altı sahneye bölünecek olan “Töre

İncelemeleri” adı altında üç genel grup oluşturur.

Bütün bu tasarı sonuçta on iki cilt halinde

gerçekleşti.İlk cildin başında Felix Dawin adlı bir

arkadaşının yazdığı önsöz yer alır.Kitabın başlığı

“İnsanlık komedisidir.” Daha sonra bu kitabın ilk

baskısı on yedi cilt, ikinci baskısı ise yirmi dört cilt

olarka yayımlandı.

Balzac’ın aynı kahramanlara tekrar tekrar yer

vermesi yapıtlarında bir bütünlük oluşturması

düşüncesiyle gerçekleştirmiştir.Bu teknik ilk olarak

gerçekçilik akımın baş yapıtı sayılan Goriot Baba da

uygulandı. Oldukça yapay gibi görünsede Balzac,

çağdaş anlamdaki roman dizisinin yaratıcıları

arasına girmiş olur.

Balzac 1841’de Yaşamımın öyküsü yapıtımın

öyküsüdür. diye yazmıştır.Bu nedenle Balzacı hem

Page 25: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

24

bir yazar, hem bir toplumsal ilgi merkezi hem de

aşk serüvencisi olarak düşünmek

gerekir.Ukrayna’da yaşlı bir toprak sahibinin karısı

Polonyalı Kontes Eveline Hanska ile dost olmuştur.

İkili arasında uzun süren mektuplaşmalar ve azda

olsa buluşmalar yaşanmıştır.Balzac’ın ölümünden

sonra yayımlanan ”Bir yabancıya mektuplarʺ onun

hem yaşamı hem de yapıtları konusunda önemli

bilgiler verir.Balzac mektup arkadaşına karşı ciddi

duygular beslemesine karşı metresleri ve dostları

sayılamayacak kadar çoktur.

Balzac’ın giriştiği yayımcılık denemeleri yine

başarısızlıkla sonuçlandı. Borç batağına düştü fakat

Versailles yakınlarında “Les Jardies”adlı küçük bir

ev yaptırdı. Kısa zamanda buradan ayrılıp

günümüzde Balzac müzesi olan Passyde bir eve

yerleşti. Daha sonra tiyatro çalışmalarına başladı

fakat yine başarısız oldu Edebiyatçılar Derneği

Başkanı olarak yazarların yayın hakları konusunda

çalışmalar yaptı.

Mektup arkadaşı Eveline’nin kocasının öldüğünü

öğrenince onunla evlenmek istedi fakat borçları

nedeniyle ve Eveline’nin sürekli ertelemeleri ile bu

girişiminde de başarısız oldu. Daha sonra

Petersburg’da Eveline ile yeniden birlikte oldu

yaşamı zorluklarla geçsede edebiyatından bir şey

kaybetmedi. Bu dönemde “Kuzen Bette”,”Kuzen

Pons” ve Yoksul Akrabalar en büyük yapıtları

arasındadır.

Balzac 1847’de Polonya ya Madame Hankska’nın

yanına giderek birkaç ay geçirdi. Ertesi yıl bir daha

gitti.Burada evlendi ve Parise gittiler.Balzac

ölümünden önceki son birkaç ayı hiçbir iş

yapmadan ve sıkıntılar içinde geçirdi.

Balzac’ın Sanatı ;

Balzac gerçekçilikle doğalcılığın yaratıcısı olarak

görülmüştür. Yaşamın her yönünü kavrayabilmiş

fakat işci sınıfını hiç hesaba katmamıştır. Sanatını

güç ve para kazanmak için kullanmıştır.

Olayları mantıklı bir sıra tutarlı ve kurallı bir

biçimde anlatır. Bu yönüyle klasik roman tekniğini

Balzac’ın yerleştirdiği açıkca kabul edilir. Geleceği

tasarlayan düşünür, filozof ve aydın yanı ön plana

çıkar.

Olağanüstü bir yöntem geleneği ve fotoğraf

makinesine benzer bir bellek gücü olduğu kesindir.

Fakat bunula birlikte empati yeteneği gelişmiştir.

Arka plan ile karakter arasındaki ilişkiyi

açıklamakta çok ustadır. Karakterin içinden geldiği

dünyayı, geçmişi ve çevreyi uzun uzun betimler.

Sözleri:

Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak

şarttır.

Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir.

Dünyada bir kadın için, herhangi bir erkeği etkisi

altına aldığını bilmesi kadar zevkli bir şey yoktur.

Felaketin iyiliği varsa, hakiki dostlarımızı

tanıtmasıdır.

İyi dostluklar temiz hesaplarla kurulur.

İyiliğinize inanılmasını istiyorsanız, ondan hiç

bahsetmeyiniz.

Sanatın vazifesi, tabiatı kopya etmek değil, tabiatı

ifade etmektir. Sevilen kadın bütün kadınların en

güzeli değil midir?

Şöhret, uzaktan güneş gibi parlak ve ısıtıcı;

yaklaştınız zaman, bir dağ tepesi gibi soğuktur.

Her servetin arkasında bir suç vardır.

Umutsuz sevmek de bir mutluluktur...

İsmail AYDOĞDU

KAYNAKLAR:

Ana Britannicca, Genel Kültür Ansiklopedisi

Büyük Larousse, Sözlük ve Ansiklopedisi

http://www.turkceciler.com

Page 26: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

25

KRONOLOJİ: MART1 Mart

1926 - İtalyan yasaları esas alınarak hazırlanan

yeni Türk Ceza Kanunu, TBMM'de kabul edildi.

1947 – Uluslararası para fonu (International

Monetary Fund, IMF) finans işlemlerine başladı.

1978 – Charlie Chaplin’in cenazesi İsviçre’deki

mezarlıktan çalındı.

2005 - Türkler: Bir

İmparatorluğun Mimarları

ve Mimar Sinan'ın Dehası

adlı fotoğraf sergisi

Londra'da açıldı.

2 Mart

1888 - İngiltere, Almanya,

Avusturya-Macaristan,

İspanya, Fransa, İtalya,

Hollanda, Rusya ve Türkiye arasında İstanbul

antlaşması (Convention of Constantinople)

imzalandı. Buna göre, ilgili devletlerin gemileri

hem savaş hem de barış zamanında Süveyş

kanalından geçebilecekler.

3 Mart

1847 - Alexander Graham Bell, İskoç mucit

doğdu.(ö. 1922)

5 Mart

1950 - Eskişehir'de sel felaketi: 50 bin kişi açıkta

kaldı, 2500 ev yıkıldı, 6 kişi boğuldu.

Felaketzedelere Marshall Planı'ndan yardım geldi.

6 Mart

1475 - Michelangelo, İtalyan heykeltıraş, ressam,

mimar ve şair doğdu. (ö. 1564)

1986 - "Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın

önlenmesi" isteğini içeren 2861 imzalı dilekçe,

TBMM Başkanlığı'na verildi.

8 Mart

1911 - Dünya Kadınlar Günü ilk kez kutlandı.

11 Mart

1990 - Litvanya , Sovyetler Birliği'nden ayrılarak

bağımsızlığını ilan etti

12 Mart

1930 - Mahatma Gandi, Tuz

Yürüyüşü (Salt Satyagraha)

başlattı.

1938 – Nazi Almanyası askeri

birlikleri Avusturya'yı işgal etti

ve ertesi gün resmen ilhak etti.

1999 - Varşova Paktı'nın eski

üyeleri Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya

NATO'ya katıldı.

13 Mart

1781 - Güneş sisteminin yedinci gezegeni Uranüs

keşfedildi. Alman kökenli İngiliz gökbilimci

William Hershel, Uranüs gezegenini keşfetti.

1900 - Fransa'da çocuk ve kadınların çalışma

saatleri, günde 11 saat ile sınırlandırıldı.

14 Mart

1919 – Yunanların İzmir'e çıkarma planı, İngiltere

Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı

Georges Clemenceau, İtalya Başbakanı Vittorio

Emanuele Orlando ve ABD Başkanı Woodrow

Wilson tarafından kabul edildi.

17 Mart

Page 27: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya

ADOM e-bülten

26

1948 - Belçika, Fransa, Hollanda, Birleşik Krallık,

Lüksemburg dışişleri arasında, 50 yıl süreli Brüksel

Antlaşması imzalandı.

20 Mart

1792 - Fransa Milli Meclisi, giyotinle idamı

onayladı. Adını mucidi Fransız doktor Joseph

Ignace Guillotin'den alan giyotin, ilk kez 25 Nisan

1792'de kullanıldı.

1942 - Alman SS birlikleri, Batı Ukrayna'nın

Rohatin kentinde 600'ü

çocuk 3.000 Yahudiyi

bir gün içinde

öldürdüler.

21 Mart

1965 - Martin Luther

King 3.200 kişilik bir

grupla, insan hakları

yürüyüşü için Selma,

Alabama'dan

Montgomery,

Alabama'ya doğru yola

çıktı.

22 Mart

1791 - Hollandalı kadın hakları savunucusu Etta

Palm, Gerçeğin Dostları Konfederasyonu olarak

bilinen kadın kulüplerini kurdu.

25 Mart

1752 - İngiltere'de yılın ilk günü. İngilizlerde 1

Ocak ile başlayan ilk yıl 1752'dir.

1957 - Roma'da bir araya gelen Fransa, Almanya,

İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, Avrupa

Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi

Komisyonu'nun kurulmasına ilişkin Roma

Antlaşması'nı imzaladı.

26 Mart

1934 - Birleşik Krallık'ta ilk kez motorlu taşıt

kullanacaklara şoförlük sınavından geçme

zorunluluğu getirildi.

1995 – Schengen Antlaşması yürürlüğe girdi.

27 Mart

425 - İmparator II.Theodosius zamanında,

Konstantinopolis'te,

Auditorium adıyla ilk

yüksekokul açıldı.

Okulda 31 profesör,

Latince ve Grekçe

hitabet ve gramer,

hukuk ve felsefe dersleri

vermeye başladı.

28 Mart

1947 - Birleşmiş

Milletler Avrupa

Ekonomik Komisyonu kuruldu.

1941 - Virginia Woolf (İngiliz yazar) öldü. (d. 1882)

31 Mart

1889 - Paris'te, 1789 Fransız Devrimi'nin 100'üncü

yıldönümü için, Gustav Eiffel tarafından yapılan

Eiffel Kulesi açıldı.

İlknur PİŞKİN

Page 28: ADOM Eylul Bulten fileetmiştir. Nitekim, Norveç I. Dünya Savaşında tarafsız bir dış politika izledi, ancak II. Dünya Savaşında da tarafsız kalmasına rağmen Nazi Almanya