2
Paylaş! | Toplam oy: 139 Melisa Kesmez 03-07-2014 Ağzı bozuk, kafası atık bir roman Deliduman Emrah Serbes letişim Yayıncılık idefix'ten satın al Paylaş! | Paylaş 2 kişi bunu beğendi. Arkadaşların arasında ilk sen ol. Beğen Beğen Diğer Eleştiri Yazıları okur eleştirilerini göster » Ana Sayfa Eleştiri Eleştiri Emrah Serbes’in 17 yaşındaki bir erkeğin köşeye sıkışşğını anlatırken yarattığı samimi havanın, bilindik ve –üzgünüm– artık hakkında konuşmaktan dahi yorgun düşğümüz "Gezi maceraları"na dönüşmesine ikna olmadım. Güncel, yani içinden geçmeyi sürdürdüğümüz, henüz “dün” olmamış, olsa da eski bir şeye bakar gibi bakmayı henüz beceremediğimiz bir şeyin romanını yazmak, ya da böylesi “sanatsal” bir çabayı bir kenara koy, o mesele hakkında sadece adamakıllı bir çıkarım bile yapmak, bunu yapan için de, onun yaptığına “seyirci” olan için de pek kolay bir iş değil. Toplumu iki ucundan tutup hallaç pamuğu gibi atan, tarumar eden, kırk yılın başında cereyan eden olayları düşündüğünde ise durum ister istemez biraz daha çetrefilli. Gezi’den bahsediyorum ve “Gezi olayları”nın peşine hem bireysel hem toplumsal belleğimizde yığılan sürüsüne bereket hikayeden, ve elbette o hikayelerin bacağına bir çocuğun annesinin bacağına yapıştığı gibi yapışan türlü duygudan. Bu hikayeleri nasıl anlatacaktık? İlk kimler cüret edecekti büyük yangından geriye kalan o tekinsiz eve girmeye? İçeride ne bulacaktı? Bulduğunu “layıkıyla” anlatabilecek miydi? Yangını bizzat gözleriyle görmüş okur nasıl duygularla bağlanacaktı anlattıklarına; nostaljik bağlar mı kuracaktı, gözleri mi dolacaktı misal, yoksa “biz bu filmi görmüştük” duygusu mu ağır basacaktı? Yangından mal kaçırır gibi gaz bulutları dağılır dağılmaz kağıdın başına oturanların acelesi nasıl metinlere gebe olacaktı? Heyecan, tutku iyi güzeldi de, henüz tozu inmemişken yolun, ne görünür olacaktı, ne saklı kalacaktı tozun dumanın içinde? İşte galiba bu yüzden, hikayeciliğine epey güvendiğim, “beni yarı yolda bırakmaz” dediğim, akranım yazarlar içerisinde ayrı bir yere koyduğum Emrah Serbes’in yeni romanı Deliduman’ın “Gezi ile alakalı” olduğu duyduğumda küçük bir telaş kapladı içimi. Serbes’in Erken Kaybedenler ile tanıdığım “fırlama ama duygusal” kalemi, 80’lerde çocuk olmuş ve 2000’lerde yazmaya soyunmuş yeni nesil hikaye anlatıcıları arasında farkında olmadan bir ekol yarattı gibi geliyor bana. Sokağın dilini edebiyatın diliyle yan yana getiren ve bunu yaparken de yer yer arabeske kaçsa da (ki arabeske meyille alakalı şikayetimiz yok) okuruyla güçlü duygusal bağlar kurmayı başaran bir yazar oldu. Ama Gezi? Gezi’den hareketle bir roman? Sadık okur kitlesinin uzun zamandır hevesle beklediği bir romanla karşılaşma anında sizden saklayacak duygum yok: Tedirginim. Çocuğunu ÖSS’ye gönderen anneninkine benzer bir şey bu; takipte olduğum yazarların yeni kitaplarının doğumu yaklaştıkça hissettiğim okur tedirginliği… Sadece bir "Gezi romanı" değil Deliduman deli, ağzı bozuk, kafası atık, hayata ve onun hainliklerine kızgın, kalbi kırık bir roman. Otelcilik ve turizm meslek lisesinde okuyan 17 yaşındaki Çağlar’ın ağzından, onun ve çok derin duygularla bağlı olduğu “en doğaüstü meziyeti moonwalk olan” kız kardeşi tombik Çiğdem’in hikayesi anlatılan: Bu aşırı sevilen kardeşin yetenek yarışmasında başlayan, günümüzün açgözlü para ve sermaye meseleleriyle hemhal, bitmek bilmeyen kendini ispatlama ve şöhreti yakalama hikayesi aslında. Büyük şehrin uzağında, sakin ve yer yer klostrofobik bir ilçede köşeye sıkışan sıradan bir hayat Çağlar’la Çiğdem’inki. Terk edilmiş ve antidepresanlarla yaşayan tedirgin bir taşra annesi, katakullisi bol belediye başkanı bir dayı, içtikleri su ayrı gitmeyen kanka Mikrop Cengiz, “ben seni öyle görmüyorum” diyen şu bir türlü unutulamayan eski sevgili, çok özlenen kahraman bir dede ve sancılı bir baba-oğul ilişkisi. Hikaye, Gezi direnişine dek uzanıyor. Taşradan kalkıp kendini gaz bulutlarıyla çevrili Taksim’de buluyor Çağlar, ve bu sürprizli yolda ergenliğin bilinen tüm kızgınlıklarına, kalp kırıklıklarına uğruyor. Dalgacı ve mizahi tarafı güçlü bir roman beri yandan Deliduman. En ciddi meselelere bile “hadi oradan” diyor. Otoriteyle dalga geçiyor, aileyle, yeri geldi mi aşkla ve direnişle… Ama ayakları yere basıyor ve tüm serseriliklerine rağmen duygusallığı ve naifliği elden bırakmıyor. Çağlar her ne kadar umursamaz, eyvallahsız olsa da, kederli bir çocuk. 17 yaşında ama hayatın ne menem bir şey olduğunu biliyor, bilmiyorsa da hissediyor. Yediği bir yumruğun ardından, “Elektrik direkleri, adalar, çaktırmadan iç içe geçmiş bulutlar, gökyüzünde beyaz çizgiler bırakarak yükselen uçaklar ve tedirgin bakışlarla dolu bir dünyada yaşıyorduk. Acı dolu bir dünyada yaşıyorduk ve bu acıların çoğunun mantıklı bir açıklaması yoktu. Kör bir boşluğa düşer gibi yaşıyorduk ve dik bir yokuşu çıkmaya benziyordu bu düşüş. Özümüzden kopmuştuk,” diye geçiriyor içinden. Öyle bir çocuk. Hocaları işkillendiren, sınıfta arka sırada oturan şu çocuklardan. Zeki ama çalışmıyor. Kardeşi Çiğdem’e olan tutkusu her şeyin önüne geçiyor. Hayattaki tek hedefi onu mutlu etmek ve bu yolda elinden geleni ardına koymuyor. Kentsel dönüşümün kurbanı olan, çocukluğunun geçtiği ilçenin değişen suretine paralel olarak, hayatın külliyen yitirdiği naifliğinin farkında, bu yüzden acı çekiyor, yine de boyun eğmiyor, köşesine çekilip “n’apalım” demiyor, kardeşine olan sevgisinden aldığı gazla –ki onu hayata bağlayan tek şey neredeyse o naif sevgi– savaşıyor. Ama… (“ama”lardan sonrasını ben de sevmiyorum) romana dair bir okur olarak başta taşıdığım tedirginlik, hikaye Gezi’ye vardığında yerini rahatlamaya bırakmıyor. Deliduman’ın sadece bir “Gezi romanı” olmadığını fark etsem de çoktan -zira Çağlar’ı, Çağlar’ın şahsi hikayesini hevesle ve merakla okudum o ana kadar- romanın Gezi ayağına bir türlü ısınamadığımı itiraf etmeliyim. Nedenini çok düşündüm, tam da bulamadım doğrusu ama şunu bulup çıkardım sonunda: Serbes’in o kenarda kalmış ilçeden memleketin geneline bakarken ve 17 yaşındaki bir erkeğin köşeye sıkışmışlığını anlatırken yarattığı samimi havanın, o noktadan itibaren okuru şaşırtmaktan uzak, bilindik ve –üzgünüm– artık hakkında konuşmaktan dahi yorgun düştüğümüz “Gezi maceraları”na dönüşmesine ikna olmadım. Gezi’nin Çağlar’ın ve Çiğdem’in kıymetli hikayelerinden rol çaldığını hissettim. Ve keşke dedim, İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde kıyamet koparken taşrada eşzamanlı olarak olan bitenle yetinseydi Serbes. Gezi’ye yakından bakmaya ziyadesiyle alışık gözlerimizi bulduğu o taze yerde tutsaydı. Yine de, daha ilk sayfadan bir Emrah Serbes romanı olduğunun sinyallerini veriyor Deliduman. Hayatın geneline dair, hepimizin başından geçmesi olası gündelik hayat hikayelerinin içinden devşirdiği naif ve alıp kenara koymalık tespitleriyle ve fırlama diliyle uzun bir aradan sonra kavuştuk. Sağolsun, varolsun. * Görsel: Ali Çetinkaya Yorumlar Yorum Gönder Yeni yorum gönder Kapanan bir kitap olarak hayat! idefix'ten satın al Haberler Düşünce Özgürlüğü Bülteni (1 Eylül 2015) Oliver Sacks hayatını kaybetti... Oktay Akbal'ı kaybettik... Morrissey'in ilk romanı eylül ayında raflarda Erdal Öz Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk’a verildi Söyleşi Sezin Romi ile söyleşi: "Kütüphane değil, araştırma mekanıyız" Ayşe ÇAVDAR ŞahaneBirKitap Her şey, Julian’ın karısı Veronica’nın o akşam resim kursundan gelmemesiyle başlıyor ve bitiyor. Julian, Veronica’nın gelmeyişini üvey kızı Daniela’ya çaktırmamak ve onu huzurla uyutmak için “Ağaçların Özel Hayatı” adını verdikleri bir dizi uydurulmuş hikayeden birini seçiyor. Hikayenin kahramanları bir kavak ağacıyla bir baobap ağacı. devamı FikriSabit Fikri Sabit, Ursula K. Le Guin'le aynı fikirdedir ey okur, edebiyat her zaman küçük bir kalabalığın ilgisini çeker, geriye kalan, kitlesel olan her şey doğası gereği poptur, piyasadır. Geçtiğimiz hafta iki edebiyat dergisi İzafi Dergisi ile Sarnıç Öykü-, kapandığını açıkladı arka arkaya. Hemen hemen aynı anda gelen bu iki haberin, bizim edebiyat ortamımız için bir haber değeri yok, maalesef. Ne de olsa edebiyat dergisi dediğimiz, kısacık bir ömre daha doğarken hapsolmuş, solgun bir heves demek bu ülke topraklarında. Bunda hepimiz hemfikiriz. devamı En Çok Okunanlar 1 - Yayıncılığın gizli kahramanları 2 - Karne: İyi Tanrının Çocukları, Ayın İki Yüzü 3 - Nerede o eski Sahaflar Çarşısı! 4 - Oliver Sacks hayatını kaybetti... 5 - SabitFikir'in eylül sayısı çıktı: Kısa roman mı, uzun öykü mü? Künye | Yazarlar | Giriş Yap 24 Share Share İsim: * E-Posta Adresi: * Yorum: * Haber Okuma Köşesi Eleştiri ŞahaneBirKitap Söyleşi FikriSabit Ağzı bozuk, kafası atık bir roman | www.sabitfikir.com http://sabitfikir.com/elestiri/agzi-bozuk-kafasi-atik-bir-roman 1 of 2 01/09/2015 16:32

Ağzı Bozuk, Kafası Atık Bir Roman _ Www

Embed Size (px)

DESCRIPTION

deliduman

Citation preview

Page 1: Ağzı Bozuk, Kafası Atık Bir Roman _ Www

Paylaş! |

Toplam oy: 139

Melisa Kesmez 03-07-2014

Ağzı bozuk, kafası atık bir roman

Deliduman

Emrah Serbes

letişim Yayıncılık

idefix'ten satın al

Paylaş! |

Paylaş

2 kişi bunu beğendi. Arkadaşların arasında ilk sen ol.BeğenBeğen

Diğer Eleştiri Yazıları okur eleştirilerini göster »

Ana Sayfa

Eleştiri

Eleştiri

Emrah Serbes’in 17 yaşındaki bir erkeğin köşeye

sıkışmışlığını anlatırken yarattığı samimi havanın,

bilindik ve –üzgünüm– artık hakkında konuşmaktan

dahi yorgun düştüğümüz "Gezi maceraları"na

dönüşmesine ikna olmadım.

Güncel, yani içinden geçmeyi sürdürdüğümüz,

henüz “dün” olmamış, olsa da eski bir şeye bakar

gibi bakmayı henüz beceremediğimiz bir şeyin romanını yazmak, ya da böylesi “sanatsal” bir

çabayı bir kenara koy, o mesele hakkında sadece adamakıllı bir çıkarım bile yapmak, bunu yapan

için de, onun yaptığına “seyirci” olan için de pek kolay bir iş değil. Toplumu iki ucundan tutup

hallaç pamuğu gibi atan, tarumar eden, kırk yılın başında cereyan eden olayları düşündüğünde

ise durum ister istemez biraz daha çetrefilli. Gezi’den bahsediyorum ve “Gezi olayları”nın peşine

hem bireysel hem toplumsal belleğimizde yığılan sürüsüne bereket hikayeden, ve elbette o

hikayelerin bacağına bir çocuğun annesinin bacağına yapıştığı gibi yapışan türlü duygudan. Bu

hikayeleri nasıl anlatacaktık? İlk kimler cüret edecekti büyük yangından geriye kalan o tekinsiz

eve girmeye? İçeride ne bulacaktı? Bulduğunu “layıkıyla” anlatabilecek miydi? Yangını bizzat

gözleriyle görmüş okur nasıl duygularla bağlanacaktı anlattıklarına; nostaljik bağlar mı kuracaktı,

gözleri mi dolacaktı misal, yoksa “biz bu filmi görmüştük” duygusu mu ağır basacaktı? Yangından

mal kaçırır gibi gaz bulutları dağılır dağılmaz kağıdın başına oturanların acelesi nasıl metinlere

gebe olacaktı? Heyecan, tutku iyi güzeldi de, henüz tozu inmemişken yolun, ne görünür olacaktı,

ne saklı kalacaktı tozun dumanın içinde?

İşte galiba bu yüzden, hikayeciliğine epey güvendiğim, “beni yarı yolda bırakmaz” dediğim,

akranım yazarlar içerisinde ayrı bir yere koyduğum Emrah Serbes’in yeni romanı Deliduman’ın

“Gezi ile alakalı” olduğu duyduğumda küçük bir telaş kapladı içimi. Serbes’in Erken Kaybedenler

ile tanıdığım “fırlama ama duygusal” kalemi, 80’lerde çocuk olmuş ve 2000’lerde yazmaya

soyunmuş yeni nesil hikaye anlatıcıları arasında farkında olmadan bir ekol yarattı gibi geliyor

bana. Sokağın dilini edebiyatın diliyle yan yana getiren ve bunu yaparken de yer yer arabeske

kaçsa da (ki arabeske meyille alakalı şikayetimiz yok) okuruyla güçlü duygusal bağlar kurmayı

başaran bir yazar oldu. Ama Gezi? Gezi’den hareketle bir roman? Sadık okur kitlesinin uzun

zamandır hevesle beklediği bir romanla karşılaşma anında sizden saklayacak duygum yok:

Tedirginim. Çocuğunu ÖSS’ye gönderen anneninkine benzer bir şey bu; takipte olduğum

yazarların yeni kitaplarının doğumu yaklaştıkça hissettiğim okur tedirginliği…

Sadece bir "Gezi romanı" değil

Deliduman deli, ağzı bozuk, kafası atık, hayata ve onun hainliklerine kızgın, kalbi kırık bir roman.

Otelcilik ve turizm meslek lisesinde okuyan 17 yaşındaki Çağlar’ın ağzından, onun ve çok derin

duygularla bağlı olduğu “en doğaüstü meziyeti moonwalk olan” kız kardeşi tombik Çiğdem’in

hikayesi anlatılan: Bu aşırı sevilen kardeşin yetenek yarışmasında başlayan, günümüzün açgözlü

para ve sermaye meseleleriyle hemhal, bitmek bilmeyen kendini ispatlama ve şöhreti yakalama

hikayesi aslında. Büyük şehrin uzağında, sakin ve yer yer klostrofobik bir ilçede köşeye sıkışan

sıradan bir hayat Çağlar’la Çiğdem’inki. Terk edilmiş ve antidepresanlarla yaşayan tedirgin bir

taşra annesi, katakullisi bol belediye başkanı bir dayı, içtikleri su ayrı gitmeyen kanka Mikrop

Cengiz, “ben seni öyle görmüyorum” diyen şu bir türlü unutulamayan eski sevgili, çok özlenen

kahraman bir dede ve sancılı bir baba-oğul ilişkisi. Hikaye, Gezi direnişine dek uzanıyor. Taşradan

kalkıp kendini gaz bulutlarıyla çevrili Taksim’de buluyor Çağlar, ve bu sürprizli yolda ergenliğin

bilinen tüm kızgınlıklarına, kalp kırıklıklarına uğruyor. Dalgacı ve mizahi tarafı güçlü bir roman

beri yandan Deliduman. En ciddi meselelere bile “hadi oradan” diyor. Otoriteyle dalga geçiyor,

aileyle, yeri geldi mi aşkla ve direnişle… Ama ayakları yere basıyor ve tüm serseriliklerine rağmen

duygusallığı ve naifliği elden bırakmıyor.

Çağlar her ne kadar umursamaz, eyvallahsız olsa da, kederli bir çocuk. 17 yaşında ama hayatın

ne menem bir şey olduğunu biliyor, bilmiyorsa da hissediyor. Yediği bir yumruğun ardından,

“Elektrik direkleri, adalar, çaktırmadan iç içe geçmiş bulutlar, gökyüzünde beyaz çizgiler

bırakarak yükselen uçaklar ve tedirgin bakışlarla dolu bir dünyada yaşıyorduk. Acı dolu bir

dünyada yaşıyorduk ve bu acıların çoğunun mantıklı bir açıklaması yoktu. Kör bir boşluğa düşer

gibi yaşıyorduk ve dik bir yokuşu çıkmaya benziyordu bu düşüş. Özümüzden kopmuştuk,” diye

geçiriyor içinden. Öyle bir çocuk. Hocaları işkillendiren, sınıfta arka sırada oturan şu çocuklardan.

Zeki ama çalışmıyor. Kardeşi Çiğdem’e olan tutkusu her şeyin önüne geçiyor. Hayattaki tek

hedefi onu mutlu etmek ve bu yolda elinden geleni ardına koymuyor. Kentsel dönüşümün kurbanı

olan, çocukluğunun geçtiği ilçenin değişen suretine paralel olarak, hayatın külliyen yitirdiği

naifliğinin farkında, bu yüzden acı çekiyor, yine de boyun eğmiyor, köşesine çekilip “n’apalım”

demiyor, kardeşine olan sevgisinden aldığı gazla –ki onu hayata bağlayan tek şey neredeyse o

naif sevgi– savaşıyor.

Ama… (“ama”lardan sonrasını ben de sevmiyorum) romana dair bir okur olarak başta taşıdığım

tedirginlik, hikaye Gezi’ye vardığında yerini rahatlamaya bırakmıyor. Deliduman’ın sadece bir

“Gezi romanı” olmadığını fark etsem de çoktan -zira Çağlar’ı, Çağlar’ın şahsi hikayesini hevesle ve

merakla okudum o ana kadar- romanın Gezi ayağına bir türlü ısınamadığımı itiraf etmeliyim.

Nedenini çok düşündüm, tam da bulamadım doğrusu ama şunu bulup çıkardım sonunda:

Serbes’in o kenarda kalmış ilçeden memleketin geneline bakarken ve 17 yaşındaki bir erkeğin

köşeye sıkışmışlığını anlatırken yarattığı samimi havanın, o noktadan itibaren okuru şaşırtmaktan

uzak, bilindik ve –üzgünüm– artık hakkında konuşmaktan dahi yorgun düştüğümüz “Gezi

maceraları”na dönüşmesine ikna olmadım. Gezi’nin Çağlar’ın ve Çiğdem’in kıymetli

hikayelerinden rol çaldığını hissettim. Ve keşke dedim, İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde

kıyamet koparken taşrada eşzamanlı olarak olan bitenle yetinseydi Serbes. Gezi’ye yakından

bakmaya ziyadesiyle alışık gözlerimizi bulduğu o taze yerde tutsaydı.

Yine de, daha ilk sayfadan bir Emrah Serbes romanı olduğunun sinyallerini veriyor Deliduman.

Hayatın geneline dair, hepimizin başından geçmesi olası gündelik hayat hikayelerinin içinden

devşirdiği naif ve alıp kenara koymalık tespitleriyle ve fırlama diliyle uzun bir aradan sonra

kavuştuk. Sağolsun, varolsun.

* Görsel: Ali Çetinkaya

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kapanan bir kitap olarak

hayat!

idefix'ten satın al

Haberler

Düşünce Özgürlüğü Bülteni (1

Eylül 2015)

Oliver Sacks hayatını kaybetti...

Oktay Akbal'ı kaybettik...

Morrissey'in ilk romanı eylül

ayında raflarda

Erdal Öz Edebiyat Ödülü Orhan

Pamuk’a verildi

Söyleşi

Sezin Romi ile söyleşi: "Kütüphane değil,

araştırma mekanıyız"

Ayşe ÇAVDAR

ŞahaneBirKitap

Her şey, Julian’ın karısı Veronica’nın o

akşam resim kursundan gelmemesiyle

başlıyor ve bitiyor. Julian, Veronica’nın

gelmeyişini üvey kızı Daniela’ya

çaktırmamak ve onu huzurla uyutmak

için “Ağaçların Özel Hayatı” adını

verdikleri bir dizi uydurulmuş hikayeden

birini seçiyor. Hikayenin kahramanları bir

kavak ağacıyla bir baobap ağacı.

devamı

FikriSabit

Fikri Sabit, Ursula K. Le

Guin'le aynı fikirdedir ey

okur, edebiyat her zaman

küçük bir kalabalığın ilgisini

çeker, geriye kalan, kitlesel

olan her şey doğası gereği

poptur, piyasadır.

Geçtiğimiz hafta iki edebiyat dergisi

–İzafi Dergisi ile Sarnıç Öykü-,

kapandığını açıkladı arka arkaya.

Hemen hemen aynı anda gelen bu iki

haberin, bizim edebiyat ortamımız için

bir haber değeri yok, maalesef. Ne de

olsa edebiyat dergisi dediğimiz, kısacık

bir ömre daha doğarken hapsolmuş,

solgun bir heves demek bu ülke

topraklarında. Bunda hepimiz

hemfikiriz.

devamı

En Çok Okunanlar

1 - Yayıncılığın gizli kahramanları

2 - Karne: İyi Tanrının Çocukları, Ayın

İki Yüzü

3 - Nerede o eski Sahaflar Çarşısı!

4 - Oliver Sacks hayatını kaybetti...

5 - SabitFikir'in eylül sayısı çıktı: Kısa

roman mı, uzun öykü mü?

Künye | Yazarlar | Giriş Yap

24ShareShare

İsim: *

E-Posta Adresi: *

Yorum: *

Haber Okuma Köşes i E leş t i r i Ş ahaneB irK i tap Söyl eş i F ik r iS ab i t

Ağzı bozuk, kafası atık bir roman | www.sabitfikir.com http://sabitfikir.com/elestiri/agzi-bozuk-kafasi-atik-bir-roman

1 of 2 01/09/2015 16:32

Page 2: Ağzı Bozuk, Kafası Atık Bir Roman _ Www

Gurbette bir ölüm

“Almanya acı vatan” dendiğinde, hep canlı kalan ve bugünlere taşınan hikayelerle yüzleşiyoruz.

Yaşanmışlıklar, zamanla başka şekiller alıp öykülere, şiirlere ve romanlara evriliyor.

devamı

Modern insanın vahşi tarafı

Bazen her şey gün gibi ortadadır, alman gereken kararlar, atman gereken adımlar, orada

dimdik karşında duruyordur, kaleciyle aranda bir tek top vardır, vursan kesin goldür ama sen

durursun. Bazen aylarca, bazen yıllarca, bazen bir ömür. Topa basmak resmen varoluş biçimin

olur. Beklersin. Bir şeyi. Gökten yere bir şeyin düşmesini. Seni omuzlarından tutup sarsmasını.devamı

"Besin zinciri kolye değildir!"

X-Files ve Californication dizilerinden tanıdığımız David Duchovny, başrollerinde bir inek, bir

domuz ve bir hindinin bulunduğu bir kitap yazdı.devamı

Ankaralı bir yazar

Son dönem Türkiye edebiyatında Ankara rüzgarı estiği bir gerçek. Barış Bıçakçı ve Emrah

Serbes'in bayraktarlığını yaptığı genç kuşak Ankaralı yazarlar, okuyucu tarafından büyük ilgiyle

karşılanıyor. 1980 ve sonrası doğan bu yazarlar, yalın, samimi ve güçlü anlatım tarzlarıyla,

Türkiye edebiyatında sağlam bir damarı temsil eder hale geldiler.devamı

Yaratıcı bir zekanın günlükleri

Elias Canetti ülkemizde neden büyük ve önemli olduğu pek tartışılmadan büyük ve önemli ilan

edilen yazarlardan birisi. Elbette bu yakıştırmada Nobel Edebiyat Ödülü’nün payı vardır ama

kimi zaman pek sınır tanımayan Batı hayranlığımızın da payı olabilir mi diye düşünmekten

alıkoyamıyorum kendimi.devamı

Doğan Şirketler Grubu Holding

Doğan Müzik Kitap Mağazacılık ve Pazarlama AŞ.

Trump Towers Kule 2, Kuştepe Mahallesi, Mecidiyeköy Yolu Caddesi No: 12 Kat: 30-31-32 34387 Şişli - İstanbul

E-posta: [email protected]

Tel: +90 212 997 00 00 Faks: +90 212 997 01 91-93-94

© Sabit Fikir'in ürettiği içerik, kaynak belirtmek koşuluyla kullanılabilir.

kitap | hesapkitap

Ağzı bozuk, kafası atık bir roman | www.sabitfikir.com http://sabitfikir.com/elestiri/agzi-bozuk-kafasi-atik-bir-roman

2 of 2 01/09/2015 16:32